Skip to content
Home » el ihtiyar imam azam ücretsiz pdf indirin

el ihtiyar imam azam ücretsiz pdf indirin

el ihtiyar imam azam

  • Kitap başlığı:
 El Ihtiyar Imam Azam
  • Yazar:
abu Hanifah, Celal Yeniçeri
  • Kitap Sayısı
671
  • Dil:
Türkçe
  • Görünümleri:

Loading

  • PDF Doğrudan  
İndirme için tıklayın
  • Satın al  
Kağıt Kapak için

el ihtiyar imam azam – Kitap örneği

İMAM-I A’ZAMIN İCTİHAT VE GÖRÜŞLERİ

EL-İHTIYAR METNİ EL-MUHTÂR LİL-FETVÂ TERCÜMESİ

Mütercimin Birkaç Sözü

EL-MAVSILI VE ESERLERİ

Nesebi Ve Doğumu:

Hocaları:

Vazifeleri ve Ölümü:

Eserleri

BİRİNCİ BÖLÜM

TAHARET(TEMİZLENME)

GUSÜL = BOY ABDESTİ

21 – Artıkların Hükmü:

TEYEMMÜM (*)

22 – Teyemmümü Gerektiren sebepler

25 – Teyemmüm Şöyle Yapılır:

30 – Teyemmümü Bozan Şeyler:

MESTLER ÜZERİNE MESH:

37 – Meshi Bozan Şeyler:

(*) HAYZ = Aybaşı Hâli

40 – Kan üç çeşittir:

48 – III) Nifas – Lohusahk:

PİSLİKLER VE TEMİZLENMESİ

SALÂT = Namaz

58 – Namaz vakitleri:

EZAN

Vitir Namazı:

KIRAAT:

Cemaatla Namaz:

SÜNNET NAMAZLAR:

105 – Müstehab Olanlar:

Teravih:

İstiska namazı

Sehv – (Yanılma) Secdesi:

Tilâvet Secdeleri:

Hastanın Namazı:

Yolcu Namazı:

Cuma Namazı

Bayram Namazları:

Korkulu Durumda Kılman Namaz:

Kabe’de Kılınan Namaz:

CENAZELER

Ölünün Yıkanması:

Kefenleme:

Cenaze Namazı:

Cenazenin Yüklenmesi, Götürülmesi ve Defni:

ŞEHİD:

ZEKAT

207-Zekât:

Ehil Hayvanların Zekâtı:

Develerin Zekâtı:

Sığırların Zekâtı:

Koyun ve Keçilerin Zekâtı:

Atların Zekâtı:

Altın ve Gümüşün Zekâtı:

Mahsullerin ve Meyvelerin Zekâtı:

Â’şır- ZEKÂT TOPLAYICI

MADENLERİN ZEKÂTI

Kendilerine Zekât Verilmeyenler:

FITIR SADAKASI

Fıtranın miktarı

ORUÇ

Orucun Vakti:

269 – Orucu bozmayan haller;

Hastaların, Yolcuların ve Özür ahiplerinin Durumu:

İTİKAF*

HAC

288 – Haccın Vakti: (Mevsimi)

İhrama Girecekler için Yapılması Müstehap Olan İşler:

293 – İhrama Girdikten Sonra:

Gece ve Gündüz Mekkeye Giriş;

Ziyaret Tavafi Şöyle Yapılın

Umre:

Hacc-ı Temettü:

Hacc-ı Kıran*:

331 – CİNAYETLER:

İhsar – Engel Çıkmak*

İKİNCİ BÖLÜM

ALIŞ-VERİŞ

İkale = Yapılan Alış-Verişi Fesh Etmek:

Alış-Verişte Muhayyerlik:

Malı Görme Muhayyerliği ve Hükümleri

Mutlak Alış-Veriş

Fasid Alış-Veriş

68 – Satış Çeşitleri:

RİBA = FAİZ

SELEM

SARF

ŞUF’A

Şuf a Hakkının Kalkması:

İCARE = KİRAYA VERME

İşçi Çeşitleri ve Hükümleri:

Ücrete Hak Kazanmak:

Kiranın Fasid Olması ile Gereken Durum:

Kirayı Fesh Eden Özürler:

REHİN

Dirhem ve Dinar Paraların Rehin Verilmesi;

Borçlunun Rehin Verdiği Malı Satması:

KISMET = HİSSELERİN BÖLÜNMESİ

Ortaklardan Birinin Taksim İstemesi:

Taksim Edenin Yapması Gereken İş:

HÂKİMLİK ÂDABI*

Hâkimlik ve Bir Hâkime Başka Bir Hâkimin Kararının Arz Olunması:

Borçlunun Haps Edilmesi:

Hâkimler Arasında Yazışma:

Hâkem Tâyin Etmek:

HACR = MANİ OLMAK

İZİN

İKRAH = ZORLAMA

DAVA

Neseb Davası:

İKRAR

Sıhhatli İken ve Ölüm Hastalığında İkrar Edilen Borçlar:

ŞAHİTLİK

357 – Şahitliğin Nisabı:

Hukuk ve Akitlere Dair Bütün Görülen ve Duyulanlara Şahitlik Yapmak:

369 – Şahitlikleri Kabul Edilmiyenler:

Şahitlik Üzerine Şahitlik Etmek:

Şahitlikden Dönmek:

VEKALET

Satmaya ve Satın Almaya Vekâlet:

KEFALET

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HAVALE

SULH = ANLAŞMA

16 – Sulhun Caiz Olup Olmadığı Davalar

17 – Borçlardan Sulh:

18 – Ortak Alacaklarda Sulh:

ŞİRKETLER ( (ORTAKLIKLAR):

Şirket-i İnan:

Vucûh Ortaklığı = İtibar Ortaklığı:

MUDARABE ORTAKLIĞI

VEDÎ’A = EMANET BIRAKILAN MAL

LAKÎT = SOKAĞA BIRAKILAN SAHİPSİZ ÇOCUK

LUKATA = KAYBOLAN MAL

ÂBIK = KAÇAN KÖLE*

MEFKÛD { YAŞAYIP YAŞAMADIĞI BİLİNMEYEN KİMSE

HÜNSÂ*

Hünsâ-i Müşkilin Hükümleri:

VAKIF

HİBE = BAĞIŞ

151 – Hibeden Dönmek:

Umrâ ve Rukbâ:

İARE = ÖDÜNÇ VERME

GASP ETMEK = ZORLA BİR ŞEY ALMAK

183 – Gasbedilen Maldaki Artma Ödenir mi?

OLÜ ARAZİYİ İHYA ETMEK

HAKKI ŞİRB = SULAMA HAKKI

198 – Suların Çeşitleri:

Büyük Nehir Yataklarının Temizlenmesi:

MÜZARAA = ZİRAAT ORTAKLIĞI

226 – NİKÂH

Birbirlerine Haram Olanlar:

Hür ve âkıl-bâliğ Olan Kadının Nikâhı:

KÖLE VE CARİYELERİN EVLENMESİ

RAZÂ’= MEME EMME

TALÂK = BOŞANMA

Vasıf İtibarı ile Yapılan Boşama:

Zifafa Girmeden Önce Yapılan Boşama:

Kinaye = (Kapalı sözler) ile Yapılan Boşama:

Boşanmanın Allah’ın dilemesine bağlanması:

Hastalık Halinde Kadın Boşama:

RİCAT = RİCİ TAİLÂK İLE BOŞÂDIKTAN SONRA TEKRAR KADINA DÖNMEK

MUHÂLEA* = MAL KARŞILIĞINDA BOŞAMA

ZIHAR

Zihar Keffâreti:

LİAN

İDDET

DÖRDÜNCÜ BOLUM

NAFAKA

HIZANE = ÇOCUĞU YETİŞTİRİP BÜYÜTMEK

KÖLE AZAD ETMEK


İMAM-I A’ZAMIN İCTİHAT VE GÖRÜŞLERİ

EL-İHTIYAR METNİ EL-MUHTÂR LİL-FETVÂ TERCÜMESİ

Muhterem Okuyucu

Yayınlarımızın esas gayesi 1300 küsur senelik İslâm kültürünü ihya ile bugünün sosyal düzçni için ihtiyaç duyulanı vermektir.

Elinizdeki eser ise, İslâm’ın fıkıh dalı olan îmâm-ı Azâm’ın kısacası; Hanefî mezhebinin görüşlerini vermektedir. Senelerdir. İslâmî bağdan mahrum olmamız, karşılıklı muamelelerimizde İslâm’ın hükümlerini unutmamıza sebep olmuştur. Bu eserle, Hanefî mezhebi mensuplarının kendilerine dönüşünü gaye edindik.

Bu eserin hazırlan ışındaki müşküllerimizde mütercim arkadaşımıza yardımcı olan Bekir Topaloğlu, Emin Saraç hocalarımıza ve baştan sona kadar metniyle karşılaştırarak gerekli düzeltmeleri yapma zahmetinde bulunan Fatih vaizlerinden Aksay Öncel’e teşekkürlerimizi bir borç biliriz.

Bütün samimiyet ve hassasiyetimize rağmen yapılan hatalardan Allah’a sığınır, okuyucularımızın samimîtenkidlerini bekleriz. Allah inananlarla beraberdir.

Emin Yayınları

Mütercimin Birkaç Sözü

Allah’a hamd, Onun kulu ve elçisi yüce Peygamberimize salât-ü selâm olslun.

1- îslâm hukuku ile ilgili bir eseri Arapça’dan Türkçe’ye tercüme etmek belki de benim bilgi ve tecrübelerimin üstünde bir iş idi. Bu konu­ya karşı olan hususî merakım yüzünden tercüme etmeyi düşünmeden eseri kendi kendime okumaya başlamıştım. Hukukî mevzuatm özünü teşkil eden ve îmam-ı Azam hazretlerinin —Allah ondan razı olsun- içti-had ve görüşlerini toplayan bu eserin Türkçe’ye kazandırılmasını mütalâalarım esnasında faydalı gördüm.

2- Bütün Türklerin târih boyunca gönlünde yatan îmam Ebû Hanife’nin ona hayran bir milletin dili ile içtihâd ve görüşlerini toplayan müstakil bir eserin olmayışı bir kayıp idi. îşte bu ihtiyacı bir nebze de ol­sa karşılamak ve mukayeseli hukuka da imkân vermek bakımlarından eseri, Türk milletine takdim etmek vazifesini yüklendim. Bu eserin bir fetva kitabı olmadığı da bilinmelidir.

3- Milletin, ilmihal bilgilerine olan ihtiyacını ve fıkıh konularına olan merakını düşünerek; sadece tahsilli zümrenin değil, geniş halk kit­lelerinin de bundan faydalanmasını temin etmek maksadı ile tercüme­de sade bir dil kullandım.

4- Günümüze kadar yazılmış olan fıkıh kitaplarının hemen hepsi ağır bir dille kaleme alınmıştır. Fıkıh dilinin tamamiyle halk seviyesine inemiyeceğini kabul ederim, hukukun kendine mahsus ıstılah ve tâbirlerinin de muhfazasma inanmaktayım. Bununla beraber fıkıhla il­gili eserlerin; bu derece ağır bir dil ve ifadeye bürünmesini faydalı değil, zararlı bulmaktayım.

5- Eserleri sadeleştirmek için, ıstılahların dışındaki,ifadeleri sa­deleştirmek, ıstılahları anlaşılabilir bir dille açıklamak gerekir. Tercü­mede bu yol takîb edilmiştir. Ayrıca ıstılahlar ilk kullanıldıkları yerler­de bir kaç defa parantez içinde kısa olarak anlatılarak okuyucu, bu ıstı-

laha alıştırılmış ve bilmeyenlere mânâsı Öğretilmiştir.

6- Tercümede tamamen metne sadık kalınmış, hemen hemen ka­palı bir ifade bırakılmamıştır. Metnin biraz daha açılması lâzım gelen yerlerde eserin şerhi olan el-ihtiyar’dan o yere parantez içi bir ifade ko­nulmuştur. Böylece parantez içi ifadeler eserin şerhinden alınmış bulu­nuyor. Ancak söylemeğe değmiyecek kadar az, sadece birkaç yerde bu­nun dışına çıkılmıştır. O da yine metnin umumî ifadesinin gösterdiği mânâdır.

7- Her fikir, her kaide ve her madde diğerinden ayırdedildi ve böy­lece tercüme baştan aşağıya maddeleştirildi. Bunun için ince bir dikkat­le uzun bir çalışma yapmış bulunuyorum. Hatta bazı yerlerde metinde olmayan başlıklar bile tarafımdan konuldu.

8- Müctehitlerden Ebû Yusuf, îmam Muhammed, imam Züfer ve imam Şaü’î hazretlerinin, İmam Ebû Hanifenin görüşlerine tüm olarak katılmadıkları veya tam aksini savundukları yerlere isimlerini göste­ren harfler konulmuştu,r ki bu harfler müellif Mavsılî’nin hayatı ve eserleri anlatılırken gösterildi.

9- Her konuya girerken o konu hakkında bir Ön bilgi verilmiştir. Bu malûmatın ıstılahlara kadar olan kısmı tamamiyle eserin şerhi el-Ihtiyâr’dan tercüme edilmiştir. Burada yer alan âyet ve hadîslerin kay­naklarını da elimden geldiği kadar bulup göstermeğe çalıştım. Ayetle­rin meali H. Basri Çantay’m tercümesinden alınmıştır.

10- Istılah ve tarifler bazan eserin şerhinden ve çok kere de Ö. N. Bilmen’in İslâm Hukuku ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kâmûsu ile Büyük îslâm îlmühâli adlı eserlerinden ve Ali Haydar Efendi’nin Mecelle şer­hinden alınmıştır. El-lhtiyâr metni el-Muhtâr M-Fetvâ’yı tercüme ederken de en çok bu iki eserden faydalandım. Bir nebze de Mülteka ter­cümesi olan Mevkufat’tan faydalanmış bulunuyorum.

11- îzaha muhtaç olan veya diğer imamların da görüşlerinin açık­lanması lâzım gelen yerler, numara verilerek dip notlarda açıklandı. Kaynağı gösterilmiyen izahlar esas metnin o yere ait el-Ihtiyâr’daki şer­hinden ibarettir.

12- Tercümeye esas, el-Şeyh Mahnıûd Ebû Dakika tarafından tali-katı yapılan nüsha alınmıştır. Eserdeki kayda göre el-lhtiyâr Ezher Üniversitesinde ders kitabı olarak okutulmuştur.

13- el-Muhtâr’m ve şerhi el İhtiyâr’ın daha önce yapılmış Türkçe tercümelerine rastlıyaıriadrm. el-İhtiyâr’m en eski bir nüshasına Süley-maniye Kütübhanesi Fatih bölümü 2260 No.da rastladım. Nesih yazısı ile yazılmıştı. Yazan İsa b. Ali er, Rûmî, Dımaşk (Şam) Hicrî 705’dir. Bu, Mavsılî’nin ölümüne yakın tarihlerde yazılmıştır, el-îhtiyâr’ın metni el-Muhtâr’m ise, en yeni nüshası olarak nesih yazısı ile 1110 H. Tarihinde yazılanını gördüm. Güzel bir nüsha idi. Bu nüsha Süleymaniye Kütüb­hanesi izmirli bölümü 175 No.da kayıtlıdır.

14- ihtiyar metni el-Muhtâr Li’1-Fetvâ’yı tercüme ederken ve mad-deleştirirken bir takım hatalara düşmüş olabilirim. Eseri tercüme eder­ken; kültür-merkezlerinden uzak bir yerde vazifeli oluşum ve kütübha-nemin de fakir bulunuşu buna tesir etmiş olabilir.

Dost olanların hatalarımı bir mektupla bana bildirmelerini en bü­yük hediye sayacağım. Hatayı bildirmek ve düzeltmek herkesin vazife­sidir.

15- Bu tercüme benim eserimdir. Ben de Allahın yardımından sonra hocalarımın eseriyim. Bütün hocalarıma teşekkür etmeyi bir borç bilir, ölenlerine Allah Teâlâdan rahmet, kalanlarına da hayırlı ve uzun ömürler dilerim.

Duam:

Allahım! Yanıldıysam affet. Hatalarım varsa onları bana ilham et.

“Rabbim! ilmimi ve anlayışımı artır ve beni iyi kullarının arasına kat” (Âyet). Bundan sonraki çalışmalarımda da yardımını esirgeme. Bana faydalı eserler vermemi nasîb et.

Şileli Hasan oğlu Celâl Yeniçeri

İmam – Hatib Okulu Meslek Dersleri Öğretmeni

BİGA

OCAK 1973

EL-MAVSILI VE ESERLERİ

Nesebi Ve Doğumu:

El-îman Abdullah İbni Mahmûd îbni Mevdûd Ibni Mahmûd Ebû’l Fazl Mecdu’d-Dîn El-MAVSILÎ:

Musul’da H. 599 tarihinde doğmuştur.

Mu’cemu’l-Müellifinde onun Şevval ayının sonlarında doğduğu kaydedilir., (Mu’cemu’l-Müellifî, Şam 1958, VI, 147).

Hocaları:

İlk defa babası Şeyh Mahmûd’dan ders aldı. Sonra Şam’a gitti. Ora­da Cemalü’d-Dîn el-Huseyrî’den ders aldı.

İlim adamları arasındaki mevkii:

Usûl-ü Fıkıh ve Furu’-u Fıkıhda kendi asrında tek adamdı. Nas = (ayet ve hadis)lerin hepsi ezberinde olduğu ve tatbikat durumlarını gayet iyi bildiği için fetva verme zamanında onlara müracaat etmeğe ih­tiyacı kalmazdı. El-A’lâm[1] adlı eserde Mavsılî’nin H. 599’da doğduğu ve 683’de öldüğü kaydedildikten sonra onun hanefî fakîhlerinin büyükle­rinden olduğu söylenir.

Mavsılî mukallitler tabakasmdandır. Zayıf ile kuvvetli olanı, üs­tün olan görüşle mercûh olanı ayırd etmeğe kadir olan birisidir.

Vazifeleri ve Ölümü:

Abdullah İbni Mahmûd el-Mavsılî, Kûfe’de kadılık yaptı. Sonra kadılıkdan azledildi ve Bağdat’a gitti. Orada Ebû Hanife meşhedinde ders­ler verdi. El-A’lâm’da onun Musul’da doğduğu, sonra Şam’a göç ettiği, bir müddet Kûfe’de kadılık yaptıkdan sonra müderris olarak Bağdad’a yerleştiği ve orada vefat ettiği kaydedilir.

Mavsılî ölünceye kadar fetva vermekden ve ders okutmakdan geri durmadı. 19 Muharrem 683 tarihinde Cumartesi günü vefat etti. Allah Teâlâ ona rahmet eylesin ve bize kitabı ile menfaat versin.

Eserleri

1 –El-Muhtâr Li’1-Fetvâ: Bu eserini gençlik devirlerinde yazdı. Sonra bunu şerh ederek ismini “El-İhtiyâr” koydu. Onun Muhtar adlı eseri ,sonr adan gelen ilim adamlarının çok fazla güvenini kazanmış ve el-Mütûnü’1-Erbaa = (Dört Metin) adını alan eserlerden birini teşkil et­miştir. Bunlar; El-Vikaye, Mecmau’l-Bahreyn, El-Muhtâr, 4- Kenzü’d Dekaık adlı eserlerdir.

Mavsılî’nin duası ve eserini yazış sebebim açıklaması:

“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adı ile… Nimetlerinin bolluğuna ve büyüklüğüne karşılık Allaha hamd eder ve imtihanlarının güzelliği­ne karşılık Ona şükrederim. Kendisinden başka ilâh olmadığına şahit­lik ediyor ve bu şehadetimi ona kavuşma günü için bir hazırlık yapıyo­rum.

Hz. Muhammed (S.A.V)’m Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna ve bütün Peygamberlerinin efendisi bulunduğuna, son peygamber oldu­ğuna şahitlik ederim. Allah’ın rahmeti; ona, ehline, arkadaş ve samimî dostlarına olsun. Beni onun sünnetinin yollarına uyan ve ardınca giden­lerden, dininin yolunda yürüyenlerden eyliyen ve bu dinin ırmağından kana kana içiren Allaha, nimetlerine ve bağışlarına gark olan insanla­rın hamdi gibi hamd olsun.

Bundan sonra: Benden İmam A’zam Ebû Hanife -Allah ondan razı ve hoşnud olsun- mezhebi üzerine muhtasar = (öz, kısa) bir eser meyda­na getirmemi ve bu eserde Ebû Hanife’nin fetvalarına dayanmamı ve sadece onun mezhebine bağlı kalmamı istiyenlerin bu isteklerine cevap vermem gerekiyordu. Böylece, onların istek ve arzularına uygun olarak bu muhtasar eseri meydana getirdim. İsmini de “El-Muhtâr Li’1-Fetvâ” koydum. Çünkü onu fukahanın çoğu seçip beğenmiştir.

Fukahâ = (fıkıhcılar)dan bir zümre bunu ezberleyip eser meşhur olunca ve aralarında şanı yayılıp dağılınca, benden bazı samimi dostla­rımın çocukları faidesinin çok, istifadesinin umumî olması için; diğer fakîhlerin de mezheplerinin bilinmesine vesile olabilecek şekilde bu esere birtakım rumuzlar koymamı istediler. Bu isteklerini kabul ettim. Allah’dan yardım isteyip, Ona güvenip dayandıkdan, istihareye yattık-dan ve işimi Ona havale ettikden sonra bu arzuyu yerine getirmeye ko­yuldum. Her fıkıhcmın ismi için hece harflearinden o ismi gösteren bir harf kabul ettim. Bu harfler şunlardır[2]: S =Ebû Yusuf M = İmam Muhammed SM = Ebû Yusuf ve îmam Muhammed Z = İmam Züfer F = İmam Şâfl’î

Noksan sıfatlardan beri ve kemal sıfatlan ile vasıflı bulunan ve yü­ce olan Allah’dan bunu tamamlamaya beni muvaffak kılmasını ve sonu­nu berîim için saadetle mühürlemesini diliyorum. Gerçekden Allah bu­na kadir ve yardımcıdır. O, bana yeter. O, ne iyi bir yardımcıdır”.

2-El-İhtiyâr Li-Ta’lîl el-Muhtâr. Bu eser el-Muhtâr’m şerhidir. Mavsılî el-Muhtâr’ı neden şerh ettiğini şöyle anlatır:

“Arkadaşlarımın ilme yeni başlıyanlarından bir kısmı için, gençli­ğimde fıkıh hakkında muhtasar bir eser meydana getirdim. İsmini el-Muhtâr li’1-Fetvâ koydum. Bu eserimde Ebû Hanife’nin -Allah ondan razı olsun- kavillerini seçip topladım. Çünkü en evvel ve üstün olan odur. Bu kitap ilim adamları elinde dolaşmaya başlayınca; fukahânm bir kısmı bu eserle meşgul oldu ve bu esere bir şerh yazmamı, onda mese­lelerin illet ve mânâlarını göstermemi, şekillerini açıklığa kavuşturma­mı ve yapılarına dikkati çekmemi, kendilerine ihtiyaç duyulan ve nakil­de kendilerine dayanılan fer’î kanunları zikr etmemi ve onda arkadaşla­rımız arasındaki ihtilâfları nakletmemi, adaletten şaşmadan öz bir şe­kilde bunları sebep ve neticelere bağlamamı benden istediler, Allah’dan haber ilham olması için istihareye yattım. İşimi Allah’a ilettim. Al­lah’dan yardım dileyerek, Ona güvenip bağlanarak bu işe başladım. Bu şerhin ismini “El-İhtiyâr Li’Ta’lîl el-Muhtâr” koydum.

Tecrübelerle genişliyen meseleleri ve fetva bakımından kendileri­ne ihtiyaç duyulan rivayetleri bu kitapda çoğalttım. Fıkha ilk başlıyan-larm bu kitaba çok ihtiyaçları vardır. Fıkıhda ileri gidenler de el-İhtiyârdan müstağni kalamazlar”.

Keşfu’z – Zunûn, el-Muhtâr ve Şerhleri hakkında şu bilgileri verir[3]

Müellif; gençlik devresinde muhtasar bir eser meydana getirdi. Eserine “el-Muhtâr li’1-Fetvâ” ismini verdi. Bu eserde Ebû Hanife’nin sözlerini seçip toplamıştı. Eser elden ele dolaştı. Müellifden bu eserine birşerh yazmasını istediler. O da bir şerh yazdı. Şerhinde meselelerin il­let ve mânâlarına işaret etti. Kendisine ihtiyaç duyulan ve nakilde ken­disine dayanılan fer’î kanunlara da yer verdi.

Mavsılfnin bu esereni Ebû’l-Abbas Ahmet Ibni Ali el-Dimaşkî muhtasar bir hale getirdi. Buna “Et-Tahrîr” ismini verdi. Sonra bunu şerh etti. (Fakat tamamlıyamadı) ve 782 H. de vefat etti.

el-Cemal Ebû İshak İbrahim İbni Ahmet el-Mavsılî el-Hanefî de bu esere bir şerh yazdı ve. kitabına “Tevcîhu’l-Muhtâr” adını koydu. Bu ki­tabın girişinde defalarca eserini Abdullah İbni Mahmûd îbni Mevdûd el-Mavsılî huzurunda okuduğunu ve son olarak da 652 tarihinde Cunıade’1-ûlâ ayında okuduğunu kayd eder. Kitabında Zahiriyye, îma-miyye ve bu ikisinden başka fırkaların ihtilâflarından bahseder.

îbni Ebî’l-Kâsım el-Karahisarî er-Rûmî de bir şerh yazmıştır. Bu zat H. 720 tarihinde hayatta idi.

Muhammed Ibni İlyas bir şerh yazdı ve kitabına “el-Isar Li-Halli’l-Muhtar” adını koydu. Muhammed îbn İbrahim îbn Ahmed (ki ona el-tmam derlerdi) yine bir şerh yazmış ve ona “Feyzu’l-Gaffar” adını koy­muştur. el-Zeyl’î de ona bir şerh koymuştur.

Tâc ed-Dîn Ebû Abdillah Abdullah îbn Ali el-Buharî -ki 799 H. tari­hinde vefat etmiştir- o eseri tanzim etmiştir.

Onu îbn Emir el-Hac Muhammed îbn Muhammed îbn Muhammed el-Halebî (ölümü 879) şerh etmiştir. El-Münye için yapmış olduğu bir şerhinde bunu zikr eder.

Şeyhu’l-lslâm Şemsu’d-Dîn es-Sebrisî el-Hanefî “Muhammed Îbn’l-Hasan îbn Ali eş-Şazelî Ölümü 847″de Tabakâtu’ş-Şa’ranî de geçti­ği üzere onu şerh etti.

Mavsılî’nin eserinin feraiz kısmını Zeynü’d-Dîn Ebû Muhammed Abdurrahman îbn Ebî Bekr el-Aynî el-Hanefı -ölümü 893 H.- şerh et­miştir.

eş-Şeyh Kasım îbn Kutlûbuğa el-Hanefî, îhtiyâr’da geçen hadisleri tahrîc etmiştir. Kutlûbuğa 879rda vefat etmiştir. Kutlûbuğa’nm ayrıca “Şerhu’l-Muhtâr” diye bir eseri vardır.

3 – Mu’cemu’l-Müellifîn’de Mavsılî’nin Şerh-i Camiu’l-Kebîr Li’ş-Şeybanî adlı bir eserinin daha bulunduğu kaydedilir[4].

Brockelmann da Mavsılî ve eserleri hakkında bilgi verir. Gerek el-Muhtâr ve gerekse el-îhtiyâr’ın hangi kütüphanelerde olduğunu ve hangi numarada bulunduklarını kaydeder. Brockelmann onun eserinin “el-Fawâ’ıd” denilen bir şerhi bulunduğunu ve bu şerhin Yeni Camı kütüb. No: 534’de kayıtlı olduğunu zikreder[5]

NOT: Buraya kadar müellifin kendisi ve eserleri hakkında verdiği­miz bilgi; hanefî âlimlerinin büyüklerinden olan ve Usûlu’d-Dîn Külli­yesinde müderrislik yapmış olan, eş-Şeyh Mahmud Ebû Dakika tarafın­dan ta’lıkâtı yapılan el-îhtiyâr -ki bu eser tercümeye esas olarak alın­mıştır- daki malûmata ilâveten dip notlar halinde verilen kaynaklar­dan alınmıştır.

Mütercim

Bismillahirrahmânirrahim…

BİRİNCİ BÖLÜM

TAHARET(TEMİZLENME)[6]

1- Abdesti olmayan bir kimse namaz kılmak istediği zaman abdest alır. Abdestin farzları ise dörttür:

1) Yüzü yıkamak,

2) Dirseklerle beraber kolları yıkamak (Z),

3) Başın dörtte birini (F) mesh etmek,

4) Topuklarla beraber (Z) ayakları yıkamaktır.

2 – Abdestin Sünnetleri:

1) Uykudan uyanan bir kimsenin ellerini kaba daldırmadan önce; üç kere bileklerine kadar ellerini yıkaması;.

2) Abdeste başlarken besmele çekmek,

3) Dişleri fırçalamak,

4) Üç defa ağzı çalkalamak ve burna su vermek,

5) Başın hepsini ve iki kulağı aynı su ile (F) bir defa mesh etmek,

6) Sakal ve parmak aralarını sıvazlamak,

7) Azaları üçer defa yıkamaktır,

3 – Abdestin Müstehaplan:

1) Abdeste niyet etmek (F),

2) Uzuvları yıkarken sıraya uymak,

3) Sağ uzuvlardan başlamak,

4) Boynu mesh etmek.

4 – Abdesti bozan şeyler:

1) Ön ve arka yollardan çıkan herşey abdesti bozar.

2) Ön ve arka yollardan başka vücudun herhangi bir yerinden çıkan pis şeyin; yaranın bulunduğu yerden akması.

3) Ağız dolusu kusuntu (Z). Kusulan kan veya irin olacak olursa, ağız dolusu olmasa da abdesti bozar (M). Kan ; tükürüğün yarısından fazlasını meydana getiriyorsa (ve ihtiyaten yarısına eşit ise) abdest bo­zulur.

4) Yan üstü yatarak, yaslanarak ve bir şeye dayanarak uyumak.

5) Bayılmak ve delirmek abdesti bozar. Namaz kılarken; kıyamda (F), rükû’da (F), secdede (F), tahiyyatta (F) uyumak abdesti bozmaz. Ka­dına dokunmak, bir insanın kendi tenasül uzvuna el sürmesi de abdesti bozmaz.

6) Namazda kahkaha (F) atmak[7].

GUSÜL = BOY ABDESTİ

5 – Guslün farzları üçtür:

1) Ağzı iyice çalkalamak (F),

2) Burna iyice su vermek,

3) Bütün bedeni yıkamak.

6 – Sünnetleri:

1) Önce elleri ve tenasül uzvunu yıkamak,

2) Vücutta pislikler varsa gidermek,

3) Sonra namaz abdesti almak,

4) Bütün bedene üç defa su dökünmek.

7 – Guslü Gerektiren Şeyler:

1) Cinsî temas esnasında tenasül uzvunun, sünnet yerine kadar ön veya arka tarafda kaybolması (ile hem temas eden ve hem de kendisine temas edilene gusül abdesti farz olur).

2) Fışkırarak[8] (F), yahut şehvet sureti ile meninin gelmesi,

3) Hayız ve nifasm sona ermesi,

4) Uykusundan uyanan kimsenin elbisesinde meni yahut mezi (S) görmesi:

8 – Cuma ve bayram için ve hacda ihrama girmek için yıkanmak sünnettir.

9 – Abdestsiz ve cünüb olanın, kabı olmadan mushafa dokunması caiz değildir (F). Cünüb olan, Kur’an da okuyamaz. Fakat Allah Teâlâyı zikr eder, tesbîh eder, duâ yapar. Zaruret olmadan camiye giremez. Âdet gören ve nifas halinde olan kadınlar da cünüb olanlar gibidir.

Kendileri ile temizlenmek ve abdest almak için caiz olan

şeyler:

10 –Yağmur suyu, kaynak ve kuyu suları gibi kendisi temiz ve baş­kasını temizleyici sularla, uzun müddet kalmakla değişseler de temizlik yapılır. Çöven, zağferan ve sel suları gibi temiz olan şeyler suya karışıp da renk, koku ve tad vasıflarından biri değişmiş olsa bunlarla temizlen­mek caizdir. İçki, sirke ve gül suyu gibi mayîlerin karışıp galebe ettiği ve kendisinden su tabiatını (özelliğini) giderdiği su ile temizlik yapılmaz. Bu konuda eczası ile olan galebeye itibar edilir.

11 –Durgun suyun içine bir pislik düşerse onunla abdest alınmaz. Ancak her tarafa onar arşın (F) uzunluğunda bir havuz ise o sudan ab­dest caiz olur. Akan bir suya bir pislik düşüp ondan bir eser görünmezse bu sudan da abdest alınır.

Eser; 1- Suyun tadı 2 – Kokusu 3 – Rengidir.

12 – Hayvanlardan doğumu sudan olanların orada ölmeleri ile su bozulmaz (F). Sinek, sivrisinek ve tahta kurusu gibi akıcı kanı olmıyan hayvanların da suda ölmesi onu bozmaz. Bu ikisinden başkası ise az su­yu bozar[9]

13 –Kullanılmış sular abdestsizlikleri gideremez. Kendisi ile ab­dest alman (M) yahut Allah’a yaklaşmak gayesi ile (abdest üzerine ab­dest almak gibi) bedende kullanılan su, uzuvdan ayrıldığında kullanıl­mış su olur.

14 –İnsan mükerrem, domuz da bizatihi pis olduğundan bu ikisi-ninkinden başka her deri (F) tabaklanınca temiz olur. Kendi kendine ölen bir hayvanın kılı ve kemikleri temizdir. İnsanın da kemikleri ve saçları temizdir.

Kuyuların temizlenmesi:

15 – Kuyuya bir pislik düşer ve sonra çıkartılıp suyu tamamen bo-şaltılırsa o kuyu temizlenmiş olur.

16 – Sahra kuyularına; deve, koyun, keçi, at ve sığır tersi (piliği) dü-

şer ve bakan tarafından bunlar çok görülmezse kuyuyu kirletmezler. Güvercin ve serçe tersleri (pislikleri) kuyu suyunu bozmazlar (F).

17-Serçe, fare ve bunlara benzer hayvanlar kuyuya düşüp ölürler­se (şişmemiş ve dağılmamış olunca) kuyudan 20 kovadan 30 kovaya ka­dar su çıkartılınca kuyu temizlenmiş olur.

18 –Güvercin, tavuk vb. gibisi düşüp ölürse 40 kovadan 60 kovaya kadar su çıkartılır.

19-însan, koyun ve köpek gibi canlılar; kuyuya düşüp Ölürlerse ku­yu tamamen boşaltılır. Kuyuya düşen bir hayvan, şişer yahut dağıhrsa o kuyunun da bütün suyu boşaltılır.

20 – Her kuyu hakkında onun kovası muteberdir. Bir kuyunun bü­tün sularını boşaltmak mümkün olmazsa ondan, 200 kovadan 300 kova­ya kadar su çıkartılır.

21 – Artıkların Hükmü:

1) İnsan, at ve etleri yenilen hayvanların artıkları temizdir.

2) Temiz, fakat kullanılması mekruh olan artıklar: Bunlar da kedi, serbest gezen tavuk, evlerde yerleşen hayvanlar (yılan, akreb, fare gibi) ve yırtıcı kuşların artıkları olan sulardır.

3) Pis olan artıklar; Domuz, köpek ve yırtıcı hayvanların (F) artığı olan sulardır.

4) Şüpheli olanlar: Eşek (F) ve katırın artığı olan sulardır. Teiniz su bulunmazsa bu su ile abdest alınır ve ayrıca da tedbir olarak teyemmüm edilir.

TEYEMMÜM (*)

22 – Teyemmümü Gerektiren sebepler

1) Suyun bir mil uzakta olması,

2) Suyu kullanmaya mani hastalık

3) Soğuk (F),

4) Düşman korkusu,

5) (Yanında içeceğinden fazla su bulunmadığından) susuz kalma korkusu veya kuyudan suyu çıkaracak bir kabın bulunmayışı sebeple­rinden dolayı suyu kullanmaya gücü yetmiyenler toprak ve kum, kireç (FS) sürme (F.S) gibi toprak cinsinden olan bir şey ile teyemmüm eder­ler.

23 – Teyemmümde, temizlenmeğe veya bir ibadete niyet etmek şarttır.

24 – Abdestsizlik, cünüblük ve hayızdan dolayı yapılan teyemmüm de aynıdır.

25 – Teyemmüm Şöyle Yapılır:

1) Önce iki el toprağa vurulup silkelenir. Sonra, her iki el ile yüze

Teyemmüm, lügâtta mutlak kasıt manasınadır. Dînde ise, temiz olan yer­yüzüne yönelmek ve onu Allah Teâlâya yaklaşmayı sağlamak için kendine mahsus surette kulanmaktır.

Abdestin farz olmasının sebebi teyemmümün de farz olmasının sebebidir. Caiz olmasının şartı da suyu kullanmakdan aciz kalmakdır. Çünkü teyem­müm abdestden bedeldir ve onun bulunduğu yerde meşruiyetim kaybeder.

Teyemmümün caiz olmasının delili: ‘Eğer hasta olmuşsanız, yahut bir sefer üzerindeyseniz veya içinizden biri ayak yolundan gelmişse, ya-hutta kadınlara dokunmuşsanız ve bu halde su da bulamamışsanız o vakit tertemiz bir toprakla teyemmüm edin. Binaenaleyh (niyetle) on­dan yüzlerinize ve ellerinize sürün…” (Mâide, a: 6) ayetidir mesh edilir.

2) Eller aynı şekilde tekrar yere vurulup silkelenir ve her avuç ile diğer kolun arka ve iç tarafı dirseklerle beraber (F) mesh edilir. Mesh ya­pılan yerlerin her tarafının tamamen mesh edilmesi şarttır.

26-Vakit girmeden (F) ve suyu aramadan önce (F) teyemmüm et­mek caizdir.

27 –Teyemmüm ile namaz kılındıktan sonra su bulunursa namaz iade edilmez. Namaz ortasında suyu bulacak olursa bu namaz batıl olur. Bununiçin abdestini alır ve yeniden kılar.

28 – Abdest gibi; birteyemmüm ile istenildiği kadar namaz kılınır (F). Su ele geçireceğini ümid eden kimsenin namazını geç kılması da müstehaptır.

29 – Abdest aldığında cenaze namazına yetişemiyeceğinden korkan kimse, cenaze namazım teyemmüm ile (F) kılar. Bayram namazında da böyle hareket edilir (F). Fakat, Cuma namazının kaçmasından korksa bile yine abdest alır, Teyemmüm ile kılınması caiz olmaz. Farz bir namazın vaktinin geçmesinden endişelenmek de Cuma gibidir.

30 – Teyemmümü Bozan Şeyler:

1) Abdesti bozan şeyler, teyemmümü de bozar. 1

2) Suyu elde etmek ve onu kullanmaya gücü olmak.

31 –Yolcu, yükleri arasında suyunu unutup teyemmüm ile namaz kılarsa, bir daha namazı iade etmez (FS?) Suyu olmayınca arkadaşın­dan su ister. Vermezse teyemmüm eder. Gücü varsa piyasa fiatı ile su da satın alır. Fahiş fiatla satın alması gerekmez.

32 – Hem abdest ve hem de teyemmüm birlikde alınmaz. Yarası olan vücudunu yıkar, yara yerini yıkamaz ve orasını teyemmüm de et­mez.

MESTLER ÜZERİNE MESH:

33 – Gusül hariç, abdest alması gereken kimsenin mesh yapması caizdir. Her iki mestin de tam bir temizlik üzerine giyilmesi lâzımdır.

34 – Mestler ayakta iken bozulan abdestlerden sonra; mukim, bir gün bir gece, yolcu ise üç gün üç gece mesh yapar. Mesh, el parmaklan ile yukarıya doğru bir hat boyunca yapılır. Farz olanı, elin parmaklarından üçünün mikdarı kadardır. Ayak parmaklarından başlayıp yukarıya doğru gitmek ise sünnettir.

35- Ayak parmaklarının küçüğü ölçü olmak üzere, üç parmağın çı­kabileceği kadar mest üzerinde bir yırtık olursa mesh caiz olmaz. Her mestin yırtıkları diğerinden ayrı tutulur.

36 – İçine mest giyilen çizmeye (F) mesh yapmak caizdir. Kaim ol­duğu yahut üzerine deri veya pabuç geçirildiği takdirde, çoraplar üzeri­ne de mesh yapılır.

37 – Meshi Bozan Şeyler:

1) Abdesti bozan her şey meshi de bozar.

2) Meshi ayakdan çıkarmak,

3) Müddetin geçmesi: Abdest bulunduğu halde müddet bitince mestler çıkartılıp sadece ayakların yıkanması yeterli olur. Ayağın, mes­tin koncuna kadar çıkmış olması tamamen çıkması hükmündedir.

38-Yolcu, mesh yapar ve bir gün bir gece sonra yolculuğu biterse mestini çıkartır. Bir gün bir geceden önce biterse 24 saati tamamlar. Mukim, mesh yapar sonra 24 saat dolmadan yolculuğa çıkarsa üç gün üç geceyi tamamlar (F).

39 –Eldiven, peçe, fes, şapka ve sarık üzerine mesh yapılmaz. Fa­kat, yaralar üzerindeki sargılara mesh yapmak caizdir. Sargıyı abdest almadan önce bağlamak da caiz olur ve sargı yaranın iyi olmasından do­layı düşecek olursa mesh batıl olup bozulur.

(*) HAYZ = Aybaşı Hâli

40 – Kan üç çeşittir:

  1. I)Hayz: Kadının bulûğa ermesine vesile olan kana hayz kanı denir. Hayzın en az müddeti üç gün üç gece (S), en çoğu on gün (F) on gecedir. Üç günden az gelen kan ile on gün üzerine fazla olarak gelen kan istiha-ze kanıdır. Hamile kadından gelen kan da istihazedir (F).

41 -îstihaze kanı oruç tutmaya, namaza ve cinsî temasda bulun­maya mani deiğldir.

42 – Kadının âdeti içinde sırf beyaz bir kan gelinceye kadar görmüş olduğu muhtelif renklerdeki kanlar hayz kanıdır. Hayz müddeti içinde kanın kesilmesi suretiyle araya giren temizlik devresi hayzdan sayılır.

43 – Hayızlı olan kadından namaz borcu tamamen düşer. Oruç tut­ması da haramdır. Yalnız orucunu sonra kaza eder. Hayzlı kadınla cinsî birleşmede bulunmak da haramdır. Bunu helâl gören dinden çıkmıştır. Böyle durumda kocası ailesinin belden yukarısı ile faydalanabilir. On günden az bir müddette kan kesilince yıkanmadıkça cinsî birleşme helâl olmaz. Yahut bir namaz vaktinin geçmiş olması lâzım gelir. On günü (Z F) tamamlayarak kesilirse yıkanmadan önce cinsî birleşme caiz olur.

44-Temizliğin en az müddeti 15 gündür. En çok müddetinin ise bir sınırı yoktur.

45 – II) İstihaze kanı ve ona benzeyenler:

Kendisinden istihaze kanı gelen kadın, devamlı sidiğini tutama­yan, içi giden, yellenen, burnu kanayan ve yarasının akıntısı kesilme­yen kimseler, her namaz vakti için abdest alır ve onunla, abdesti bozan

Hayz; kelime olarak akmak anlamına gelir. Istılahda ise, muayyen bir müd­det içinde, kendine mahsus yerinden gelen Özel bir kandır.başka bir şey olmadıkça diledikleri kadar namaz kılarlar (F).

46 –Üzerinde bir namaz vakti olsun, müptelâ olduğu özür devam. eden kişi özürlüdür[10].

47 –Kadından on günden fazla kan gelince kadının belli bir hayz müddeti varsa bu müddeti aşan kan istihaze kanı olur. îstihazeli olarak bulûğa erip kanı kesilmiyen kadının hayzı her aydan on gün (F) olarak’ takdir edilir. Geriye kalan 20 gün de istihaze kanı olur.

48 – III) Nifas – Lohusahk:

Nifas, doğumdan sonra gelen kandır. En az müddetinin bir hududu yoktur. En son müddeti 40 gündür. Kan 40 günü geçince ve kadında belli bir âdeti var ise o âdetini aşan kan istihaze olur. Kadının âdeti, yani belli bir gün lohusaîık müddeti yoksa lohusalığı 40 gün olur.

49 – İkiz çocuk doğduğunda lohusalığm müddeti ilk çocukla başlar (M.Z). Yaradılışının birazı (F) belirmiş düşük çocuk da tam çocuk hük­mündedir.

PİSLİKLER VE TEMİZLENMESİ

50 – Pislik ikiye ayrılır:

1) Galîza (koyu ve sırf pis)

2) Hafife (pislik derecesi az olan)

Galîza olan pislikden; sıvı ise bir el ayasından, katı ise bir miskal-den fazla olunca onunla namaz olmaz. Hafife olan pislik, elbisenin dört­te birine ulaşınca namaz kılınmaz (F).

51-İnsan bedeninden çıkan ve temizlenmesi icap eden şeylerin pis­liği galîzadır. Hayvan (SM) ve sığır pisliği, fare sidiği, yemek yesin veya yemesin kız ve erkek bebeklerin sidikleri de sırf pislikdir. Meni de pistir (F). Yaş olduğunda yıkamak gerekir. Kurusunu ise iyice ovalamak kâfidir.

52 – Meste, hayvan tersi (pisliği) gibi kazınıp giden bir pislik bula­şır da kurursa onu yere sürterek gidermek caizdir (M.Z). Yaş pislik ve şarap gibi kazımak ve sürtmekle gitmiyen şeyler ise ancak yıkamakla temizlenir. Kılıç ve ayna gibi şeylerden pisliği silmek yeterlidir (Z). –

Yer pislenir ve sonra pislik kaybolursa orada teyemmüm olmasa da namaz kılmak caiz olur (Z.F).

53-Etleri yenilen hayvanların (M) ve atın sidiği, balığın kanı (F), eşek ve katırın salyası, eti yenilmiyen (SM) kuşların pisliği hafife cinsin-dendir. Etleri yenilen kuşların pisliği ise temizdir (F). Fakat, tavuk ve ehil ördek pislikleri sırf pislikdir. iğne başlan kadar sidiğin elbiseye sıç­raması zarar vermez (F).

Pisliği gideren ve gidermeyen şeyler:

54- Su, sirke (M.Z.F) ve gül suyu gibi bütün temiz olan sıvılarla pis­lik giderilir.

55 – Görünen bir pisliğin temizlenmesi,onun tamamen kaybolması ile olur. Fakat, tamamını kaybetmek güç olan kalıntı zarar vermez. Görünmeyen cinsinden olan bir pisliğin temizlenmesi, temizlendiğine ka­naat getirilinceye kadar yıkamakla olur (F).

Endişeyi ortadan kaldırmak için üç veya yedi defa yıkamakla temi­ze çıktığına hükmolunur ve her defasında da yıkanan şey sıkılır. Istin-cada da böylece hüküm verilir.

İSTİNCA – Küçük veya büyük abdest yaptıktan sonra temizlenme:

56- Yellenmek hariç, küçük ve büyük abdestten sonra temizlen­mek sünnettir. Taş ve onun yerini tutan diğer şeylerle temizlenmek ca­izdir. Yıkamak en iyisidir. Bunlarla pislik tamamen gidinceye kadar si­linir. Pislik, pisliğin çıkış yerine tecavüz edecek olursa ancak yıkamakla temizlik caiz olur.

57 – Sağ el, kemik, tezek ve yenilen şeylerle temizlenme yapılmaz. Helada kıbleye karşı dönülmez ve arka da çevrilmez.

SALÂT = Namaz [11]

58 – Namaz vakitleri:

  1. a)Sabah namazının vakti: Fecrin doğmasından güneşin doğması­na kadar olan zamandır.
  2. b)Öğlenin vakti: Güneşin zevalinden[12]itibaren fey-i zevalden[13] baş­ka herşeyin gölgesi kendisinin iki misline (S.M.F) ulaştığı zamana ka­dar devam eder.
  3. c)ikindinin vakti: İhtilaflı olarak öğle vaktinin çıkması ile başlar ve güneşin batacağı ana kadar devam eder.
  4. d)Güneş batınca akşam namazının vakti girer ve şafak kaybolun-

caya kadar sürer.

  1. e)Akşam vaktinin bitimi ile yatsı namazı vakti başlar ve ikinci fec­rin doğumuna kadar devam eder. Vitir namazı da yatsı namazı vaktinde kılınır. (Ancak yatsı namazının önce kılınması emrolunmuştur).

59 – Namaz kılmak müstchap olan vakitler:

  1. a)Sabah namazının güneş doğmadan önce ortalığın iyice aydınlan­dığı zamanda kılınması müstehaptır (F).
  2. b)Öğle namazını, yazın havanın biraz serinlemesine kadar tehir et­mek, kışın da ilk vakitlerde kılmak müstehaptır.
  3. c)İkindinin, güneşin değişmesine (gözleri kamaştıramaz duruma gelmesine) kadar geciktirilmesi, akşam namazında da erken davranıl-ması daha iyidir.
  4. d)Yatsı namazını, gecenin üçde birine kadar geciktirmek müste­haptır. Vitir namazının, gecenin sonuna bırakılması daha iyi olur. Fa­kat gecenin sonunda uyanacağına güvenemiyorsa, önceden kılınması gerekir.
  5. e)Bulutlu, sisli havalarda; sabah, Öğle ve akşam namazlarının ge­ciktirilmesi, ikindi ve yatsının ise hemen kılınmaları müstehap olur.

Namaz kılmak caiz olmayan zamanlar:

60 – Güneş doğarken, batarken ve zeval vaktinde namaz kılmak, tilâvet secdesi yapmak (F), cenaze namazını kılmak (F) caiz olmaz. Şu kadar var ki, o günün ikindi namazı güneş batarken de kıhnabüir.

61 – Sabah namazını kıldıkdan sonra güneşin doğumuna kadar, ikindi namazından sonra (F) güneşin batışına kadar ve fecir doğduktan sonra (sabah namazının iki rekâtından başka) nafile namaz kılınmaz.

Akşam ve bayram namazlarından (F) önce de nafile namaz kılın­maz. Cuma günü imam hutbeye çıktığı zamanda da sünnet kılınmaz.

62 – İki namaz ne yolculukda ne de hazarda tek bir vakit içinde bir­leştirilemez (F). Arafat’ta öğle ile ikindinin, Müzdelife’de akşam ile yat­sının beraber kılınması bu hükmün dışındadır.

EZAN[14]

63 – Ezanın ne olduğu bellidir. Ezan okurken önce iki şehadeti al­çak sesle okumak ve sonra sesi yükseltmek doğru değildir, ikamet de ezan gibidir (F). Fazla olarak “felâh”dan sonra ikamette iki kere “kad kameti “s-salâh” denilir.

64 – Beş vakit namaz ve cuma için ezan okumak, ikamet yapmak sünnettir.

Sabah ezanında “felâh”dan sonra iki defa “es-salâtü hayrun min’ennevm” denilir.

65 – Ezan, yavaş yavaş; ikamet ise, hızlı hızlı okunur. Her ikisinde de kıbleye dönülür. Müezzin ezan okurken iki parmağını kulaklarına ta-kıar. Yüzünü “hayye ale’s-salâh” derken sağa “hayye ale’l-felâh” derken de sola çevirir. Ezanı bitirdikten sonra, (akşam namazı hariç) hemen ikamet etmeyip biraz oturur. Ezanda nâme yapmak mekruhtur.

66 – Müezzin “hayye âle’s-Salâh” deyince imam ve cemaat kalkar­lar. “Kad kametı’s-salâh” deyince de tekbîrlerini alırlar. İmam daha he­nüz gelmemişse (veya o müezzin ise) gelinceye kadar cemaat kalkmaz.

67 – Kazaya kalmış namazlar için de ezan okunur ve ikamet getiri­lir. Namazın vakti girmeden ezan okunmaz. Müezzin ezan okurken, ika­met getirirken konuşulmaz. Ezan ve ikamet abdestli olarak okunur.

Namazdan önce yapılan işler:

68 – Namazdan Önce yapılması gereken altı farz vardır:

1) Hades = (abdest ve boy abdesti almayı gerektiren hükmen pis ola­rak kabul edilen şeyler)den ve necaset = (görünen pislik)den vücudu te­mizlemek,

2) Elbiseyi temizlemek,

3) Namaz kılman yeri temizlemek,

4) Avret yerlerini örtmek,

5) Kıbleye dönmek,

6) Namaza niyet etmek. . –

69-Erkeklerin avret yeri; göbeğin altından diz kapaklarının altına kadardır. Cariyenin avret yeri de erkek gibidir. Buna ilâveten cariyenin arka ve karnı da avret yeridir.

Hür kadınların yüzleri, elleri hariç bütün vücutları avrettir. Ayak­lar hakkında iki rivayet vardır[15].

70 – Pisliği temizlemek için bir şey bulamıyan namazını, öylece kı­lar ve bir daha iade etmez. Elbise bulamıyan kimse de çıplak olduğu hal­de oturarak îmâ ile namaz kılar. Böyle namaz kılmak ayakda kılmak-dan daha üstündür.

71 –Kabe’nin yanında namaz kılan yüzünü Beytullaha çevirir. On­dan uzak olanlar yüzlerini Beytullah istikametine çevirirler. Birşeyden korkanlar [16]güçlerinin yettiği herhangi bir tarafa dönerler.

72 – Kıble tarafını kesin olarak bilmiyen, soracak kimse de bula­mazsa içtihad eder; araştırır ve namazını ona göre kılar. Sonradan ya­nıldığı anlaşılsa bile namazım yenilemez (F). Fakat namaz: içinde iken yanıldığım anlarsa, kıbleye döner ve namazını bozmadan tamamlar. İç­tihad etmeden; araştırmadan kılar da yanıhrsa namazı iade eder.

73 – Namaz kılmak istiyen kimse, iftitah tekbiri = (başlama tekbi-ri)ne bitişik o namaza niyet eder. Niyet, kalben o namazın hangi namaz olduğunu bilmektir. Bu hususta dil ile söylemeğe itibar yoktur. Cemaat ise hem vaktin farzına ve hem de imama uymaya niyet eder.

Namaz içinde yapılan işler:

74- Namazda huşu içinde bulunmak, iyice kendini ibadete vermek gerekir. Gözleri de secde yerinden ayırmamalıdır.

75 – Namaza başlarken “Allahu Ekber” diyerek tekbir alınır ve el­ler de bu esnada yukarıya kaldırılarak baş parmaklar kulakların yumu­şağı (F) hizasına getirilir.. Eller, ilk tekbirden sonra bir daha yukarıya kaldırılmaz (F). Sonra göbeğin altında (F) eller bağlanarak sağ el sol elin bileğinden tutar.

Bundan sonra “Sübhaneke Allahümme” (SF) sonuna kadar okunur ve içten “Euzü-besmeîe” çekilir.

76- Sonra, imam olan kişi; sabah namazında, akşam namazının ve yatsının ilk iki rekâtlarında, cumada ve bayram namazlarında kıraatim sesli okur. Yalnız başına kılan bu söylenen namazlarda ister açıktan okur isterse içinden okur.

imama uyanlar “Fatiha” ve “ilâve sûre”yi okumazlar (F). îmam “Ve-la’d-dâllîn” deyince “âmin” der ve cemaatta içinden “âmin” der (F)

77- Ruküa giderken tekbir alınır. Rukü’da eller dizler üzerine (par­maklar açılarak) konulur ve sırt düzleştirilir. Baş kaldırılmaz ve sarkı-talamaz. Rukû’da üç kere “Sübhâne Rabbiye’1-Azîm” denilir ve kalkar­ken de “Semi’a-llahü Li-men hamiden” denilir. Cemaatla kılarken; ce­maat, “Rabbena leke-1-hamd” der (S.M.F.) Sonra “Allahü Ekber” diye­rek alın ve burun üzerine secdeye gidilir.

78 – Secdeye giderken Önce dizler sonra da eller yere konulur, eller kulakların hizasında olur (ZF). Pazulardan koltuklara kadar olan kısım açık tutulur. Karın da oyluklara birleştirilmez; arada boşluk bırakılır. Dirseklerden ellere kadar olan kısım da yere yatırılmaz. Secdede üç defa “Sübhane Rabbiye’1-a’la” denilir.

Sarığın büklümü, elbisenin sarkık fazla kısmı üzerine secde edilir­se caiz olur. Baş, secdeden kaldırılırken “Allahü Ekber” denilir ve tam olarak oturulur, ikinci defa yine tekbirle secdeye gidilir: îkinci secdeden “Allahü Ekber” diyerek kıyama kalkılır (F).

79 – İkinci rek’ât da birinci rek’ât gibi kılınır. Yalnız bunda başlan­gıç tekbiri alınmaz ve “Euzü” çekilmez[17]

80 – İkinci rek’âtın ikinci secdesinden doğrulunca sol ayak yere ya­tırılıp üzerine oturulur. Sağ ayale da parmak uçları kıbleye dönük şekil­de dikilir. Eller oyluklar üzerine konulur. Parmaklar açılır ve

…”Tahiyyât” okunur. Tahiyyât şöyledir: “Et-tahiyyatü Li-llâhi (F) ve’s-Salavâtü ve’t-Tayyıbât, e’s-Selâmü aleyke Eyyüha’n-Nebiyyü ve Rahmetullâhî ve Berekâtüh. es-Selâmü aleynâ ve alâ ıbadılla-hı’s-Sâlihîn. Eşhedü en lâ ilahe illâ-Allah ve eşhedü enne Mu-hammeden abdühu ve Resûlüh (F).” İlk oturuşda’bundan başka bir şey okunmaz.

81 – Tahiyyât bitince “Allahü Ekber” diyerek kıyama kalkılır. Son iki rekâtta sadece “Fatiha” okunur.

82- Namazın sonunda oturulup “tahiyyât” okunur. Hz. Peygambere “Salâtü selâm” getirilir; Kur’an sözlerine benziyen ve seçilmiş dualardan istenenler okunur.

Sonra, evvelâ sağa, sonra sola selâm verilerek her ikisinde de “EsSelâmü aleyküm ve rahmetullah” denilip.

Vitir Namazı:

83 – Vitir namazı, vaciptir (SMF). Akşam namazı gibi üç rek’âttir (F). Rek’âtlar arasında selâm verilmez ve her rek’âtta “Fatiha” ile bera­ber ilâve sûre okunur. Üçüncü rek’âtta ruküdan önce (F) kunût yapılır: Eller (Başlangıçta olduğu gibi) yukarı kaldırılır ve “Tekbîr” alınır. Sonra kunût duaları okunur. Vitirden başka hiç bir namazda kunût yapılmaz.

KIRAAT:

84 –Kıraat, farz namazların ilk iki rek’âtmda farz, son iki rek’âtında sünnettir (F). Farz namazların son iki rek’âtında kıraat yeri­ne Allah teâlâyı teşbihte bulunacak olursa caizdir.

85 – Kıraatin farz olan mikdarı, her rek’âtta bir ayet okumaktır[18] (SMF). Fatiha okumak, bir sûre veya üç ayet okumak ise vaciptir.

86 – Sabah ve öğle namazlarında “Hucurât” sûresinden “Buruç” sûresinin sonuna kadar olan sûrelerden birini okumak, ikindi ve yatsı namazlarında “Târik” sûresinden “Lem yekün”ün sonuna kadar olan sûrelerden birini, akşamda da “Lem yekün”dan sonra gelenlerden birini okumak sünnettir. Zaruret halinde ve yolculukda duruma uygun olanı okumak sünettendir.

Namazlardan herhangi biri için Kur’andan herhangi bir yer tayin edilemez. Tayin olunması mekruhtur.

Cemaatla Namaz:

87 – Cemaatla namaz kılmak müekked sünettir.

88- İnsanlara imam olmaya en ehliyetli kimse onların

  1. a)Sünneti en iyi bilenidir. Sonra sırası ile
  2. b)En iyi okuyanı,
  3. c)En takva sahibi ola­nı,
  4. d)En yaşlı olanı,
  5. e)Ahlâkı en güzel olanı ve daha sonra da,
  6. f)Yüz iti­barı ile en güzel olanıdır.

89 – imamın namazı uzatması doğru değildir.

90 – Kölenin (F), bedevinin, körün, fâsıkın, zinadan doğanın, bid’at sahibinin imam olmaları mekruhtur. Fakat bunların öne geçip arkala­rında namaz kılınması da caizdir. Kadınların ve âkil baliğ olmıyan ço­cukların (F) erkeklere imamlık yapması caiz olmaz.

91 –imama uyan tek kişi ise imamın sağ tarafinda, iki kişi veya da­ha çok iseler arkasında dururlar.

92 – Cemaatla namaz kılarken önce erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra hunsâlar ve en arkada da kadınlar saf tutar. İmam, kadınlara da imam olduğuna niyet etmedikçe kadının imama uyması sahih olamıya-cağından erkekle aynı hizada olmanın hükmü ceryan etmez. Kadın ile aynı namazı kılarlarken kadın, erkeğin yanına durmuş olsa, erkeğin na­mazı bozulur (F).

93 – Kadınların cemaata’gelmeleri ve kendi aralarında cemaatla namaz kılmaları mekruhtur. Eğer kendi aralarında cemaatla namaz kı­larlarsa içlerinden imam olan öne geçmeyip ilk safın ortasında durur.

94 – Bir Özrü bulunanın (F) özrü olmıyana, Kur’an okumayı bilmi-yenin bilene, çıplak olanın giyinmiş (F) olana, rükû ve secdeyi tam yapa­nın ima ile kılana ve sünnet kılanın farz namaz kılana (F) imamlığı caiz değildir. Bir farz namazı kılan başka bir farz namazı kılana da imamlık yapamaz (F).

Abdesti olanın (M) teyemmümlü olana, abdestte ayaklarını yıka­mış olanın mesh etmiş olana, ayakta namaz kılanın (M) oturarak kıla­na, sünneti kılanın farzı kılana uyması caizdir.

İmamın, kendisine abdestsiz namaz kıldırdığını bilen namazını ye­niden kılar (F).

95 – İmam şaşırmca cemaattan biri önünü açar; hatırlatır. Fakat imamdan başkasının önünü açarsa namazı bozulur. İmam namazda hiç Kur’an okuyamazsa başkasını öne çeker, bu caizdir (SM). İmam sabah namazında kunût yaparsa cemaat birşey okumayıp susar (SF).

96 – Namazda mekruh olan işlen

1) Elbise ile oynamak, \.

2) Parmakları çıtlatmak,

3) Elleri böğrüne koymak,

4) Erkeklerin uzun saçlarını kadınlar gibi toplayıp tepelerinde bağ­lamaları veya iki örgü haline getirmeleri ve bu kıyafetleri ile namaz kıl­maları,

5) Elbiseyi omuza alarak yanlardan sarkıtmak,

6) Köpek oturuşu gibi oturmak,

7) Sağa, sola dönmek, bakınmak,

8) Özürsüz bağdaş kurmak,

9) Zaruret olmadan çakıl taşlarını düzeltmek,

10) Eli ile (F) veya dili ile selâm almak,

11) Esnemek, gerinmek,

12) Gözleri yummak,

13) Tesbîh ve ayetleri saymak.

97 – Namaz içinde akreb ve yılan öldürmenin namaza bir zararı yoktur. Bir kimse namazda yer, içer, konuşur yahut mushafı açarak yü­zünden okursa (SM) namazı bozulur. Ancak bunları cenneti veya cehen­nemi hatırlamakdan dolayı yaparsa bozulmaz.

Namazda iken abdestin bozulması:

98 – Namazda iken abdesti bozulan hemen abdest alıp geri kalan kısmını tamamlar (F). Fakat yeniden başlaması daha iyi olur.

İmamın abdesti bozulursa yerine cemaattan birini geçirir (F). -Namazda delirir, uyuya kalıp ihtilâm olur veya bayılırsa namazı bı­rakmış ve bozmuş olur.

99 –Namazın sonunda “tahiyyâf’ı okuyacak kadar oturduktan sonra, daha henüz selâm vermeden abdest bozulsa, hemen abdest alınıp selâm verilir (F). Fakat kasten bozmuşsa namazı tamamlanmış olur (F).

Geçmiş namazları kaza etmek ve tertibin düşmesi:

100 –Geçmiş namazlar, hatırlandıkları zaman hazarda veya sefer­de geçtiklerine göre kaza edilirler[19].

101 -Geçmiş namaz, vakit namazından önce kaza edilir. Ancak za­manın azlığından, vakit namazının geçmesinden korkulursa önce vak­tin namazı kılınır.

102 –Geçmiş namazlar kaza edilirken teetibe, yâni sıraya göre kaza edilirler. Tertib: Unutmak, vakit namazının geçme korkusu ve beş vakit namazdan fazla namazın kazaya kalması ile bozulur. Tertib bozulunca da bir daha geriye gelmez. .

103 –Geçmiş namazlardan kaza edilecek olanlar, beş vaktin farzla­rı ve vitir namazıdır. Sabah namazının sünneti farzı ile beraber kazaya kalmışsa kaza edilir. Öğle namazının ilk sünneti de kendi vakti içerisin­de farzdan sonra kaza edilir.

SÜNNET NAMAZLAR:

104 –Hz. Peygamber buyurur: “Kim gece’ve gündüzünde on iki rekât sünnet namaza devam ederse, Allah Teâlâ cennette onun için bir ev yapar.” Bunlar şu müekked sünnetlerdir:

1) Sabah namazından önce 2 , .

2) Öğle namazından önce 4 sonra 2

3) Akşam namazından sonra 2

4) Yatsı namazından sonra 2, toplam 12 rekâttır.

105 – Müstehab Olanlar:

  1. a)Öğle namazının son iki rekâtım, 4 rekât kılmak,
  2. b)İkindinin far­zından önce 4 rekât,
  3. c)Akgamın farzından sonra 6 rekât,
  4. d)Yatsının far­zından önce 4 ve farzından sonraki 2 rekâtı 4 rekât olarak kılmak müste-haptır.

106-Cuma’nın farzından Önce 4, farzından sonra da 4 rekât sünnet kılınır (S).

107 –Nafile bir namaza başlamakla onu tamamlamak (F), bozuldu ise kaza etmek lâzım gelir (F).

108 –Bir kimse nafile bir namaza ayakta başlayıp özrü olmadan oturursa, mekruh olmakla beraber namazı caiz olur (SM).”

109 – Gece namazlarında; iki, dört, altı (SMF) veya sekiz rekâtta bir selâm verilir. Bir selâm ile bundan fazla kılmak mekruhtur. Gündüz işe iki veya dört (F) rekâtta bir selâm verilir. Böyle olmakla beraber, hem gece ve hem de gündüz namazlarında dört rekâtta bir selâm vermek da­ha iyidir. Gündüzleyin bir selâm ile dört rekâttan fazla kılmak olmaz.

110 –Kıyamın uzun olması secdelerin çok olmasından daha üstün­dür. Sünnet namazların her rekâtında kıraat vaciptir.

Teravih:

111 –Teravih namazı, müekked sünnettir. Ramazan gecelerinde, cemaatın, yatsı namazından sonra toplanarak cemaatla beş terviha[20] (20 rekât teravih) kılmaları gerekmektedir. Her tervîha dört rekâttır ve

.ikişer rekâtta bir selâm verilir. Her dört rekâttan sonra dört rekâtlık bir namazı kılacak kadar oturulur. Teravih bitince de yine bu kadar müd­det oturulur ve sonra imam cemaata vitir namazı kıldırır. Vitir namazı sadece ramazan ayında cemaatla kılınır.

112 –Teravihin vakti, yatsıdan fecrin doğumuna kadar geçen za­mandır. Ayakta kılmaya güç varken oturarak kılmak mekruhtur.

113 –Teravih namazını hatim ile kıldırmak, yani bütün ramazanda teravihlerde bir defa Kur’an’ı hatm etmek sünnettir.

114 –Bütün sünnetleri evde, fakat teravihi camide kılmak efdaldir.

Küsûf – (Güneş tutulması) ve Husuf – (Ay tutulması) namazı:

115 –Güneşin tutulmasından dolayı kılman namaz iki rekâttır ve sünnet namaz gibi kılınır (F). Bu namazı cuma namazını kıldıran imam cemaatla kıldırır. Yalnız imam içinden okur (F) ve hutbesi de yoktur (F).

Eğer, cumayı kıldırmaya izinli imam yoksa, herkes münferiden iki veya dört rekât olarak kılar. Namazdan sonra da güneş açılıncaya kadar duâ eder.

116 –Ay tutulunca, herkes kendi başına (F) namaz kılar. Zindan çökmesi, kasırga ve düşman korkusundan dolayı kılman namazlar da ay tutulması namazı gibi münferiden kılınır.

İstiska namazı[21]

117 –Allah Teâlânm yağmur yağdırması için kılman ve “îstiska” adını alan bir namaz yoktur (FSM). “İstiska”dan gaye, duâ ve Allah Teâlâ’dan af dilemektir. Ancak insanlar yalnız başlarına namaz kılar­larsa bu da iyi olur.

Müslümanlarla beraber bu yağmur duasına zimnıîler = (müslü-manların idaresi altında yaşıyan gayrı müslimler) çıkmamalıdır.

Sehv – (Yanılma) Secdesi:

118 –Namazda yanlışlık eseri olarak vacibi terk etmekden dolayı namazın sonunda selâm verildikten sonra (P) iki secde daha yapılır, ye­niden oturulup “tahiyyât” ve “salavâf’lar okunup selâm verilir.

119 –Namazın rükünlerinden (rükû, secde, kıyam ve oturmak gibi) birini fazla yapan kimseye yahut sessiz okuması gereken yerde sesli okuyan veya bunun aksini (F) yapan imama sehiv secdesi yapmak vacib olur.

120 –Namazın (tekbir ve teşbihleri gibi sünnet olan) bir zikrini terk etmekle sehiv secdesi gerekmez.

121 -Kıraati, birinci ve ikinci oturuşdaki tahiyyâtları, vitir nama-zmdaki kunûtu ve bayram namazlarmdaki tekbirleri (F) terk etmek se­hiv secdesini yapmayı lüzumlu kılar.

122 –Rukû’da veya oturuşlarda Kur’an okuyan sehiv secdesi yapar. Fakat kıyamda veya rukû’da tahiyyâtı okuyan sehiv secdesi yapmaz.

123 – İki veya daha çok hata yapanlar hepsi için bir sehiv secdesi ya­parlar.

124 – İmam yanıhrsa sehiv secdesi yapar ve cemaatta ona uyar. İmam secde etmeyince ona uyan cemaatta secde etmez (F). İmama uyan yanıhrsa ne imam ve ne de kendisi sehiv secdesi yapar.

125 – Cemaata sonradan katılan imamla birlikde sehiv secdesi ya­par ve sonra kalkıp kılamadığı rekâtları kılar.

126 –Birinci oturuşu terk ettiğini kalkarken hatırlryan, eğer tam kalkmamış ve oturuşa daha yakın ise hemen oturur, tahiyyâüni-okur Fakat hemen hemen doğrulmuş ise bir daha geri dönmez ve sonunda se­hiv secdesi yapar.

127-Son oturuşda yanılıp kıyama kalkan, kalktığı rekâtın secdesi­ne gitmedikçe geriye döner. Secdesine gitmişse ona altıncı bir rekât da­ha katar (F) ve böylece bu nama? nafileye çevrilmiş olur.

128 –İkinci oturuşda “tahiyyât” okuyacak mikdar oturur ve sonra beşinci rekâta kalkarsa geri döner, selâm verir. Beşinci rekâtın secdesi­ni yaparsa farzı tamamlanmış olur ve altıncı bir rekat daha ilâve eder ve sonunda sehiv secdesi yapar. Son iki rekât fazlalık, nafile olur.

129 –Kaç rekât kıldığında şüpheye düşen kimseye böyle bir şüphe ilk geliyorsa namazı yeniden kılar (F). Fakat bu iş onun başına çok kere­ler gelmişse kanaatma göre hareket eder (F). Hiçbir şeye karar vere­mezse en azma göre namazııu tamamlar.

Tilâvet Secdeleri:

130 –Secde âyetini hem okuyana ve hem de dinliyene tilâvet secdesi yapmak vacibtir (F).

131 –Secde âyetleri şu yerlerde bulunur: A’rafm sonunda Ra’d, Nahl, Benî İsrail (İsra), Meryem ve Hac sûrelerinin ilk secdesi, Furkan, Nemi, Elîf lâm mîm tenzil, Sâd, Hamîmu’s-secde ve Necin sûrelerinin sonunda, înşikak, A’lak sûresinin sonunda[22]

132 –Tilâvet secdesinin şartları namazın şartları gibidir ve hemen secde edilmemişse sonradan kaza edilir. (F) cemaat da onu takib eder. Fakat imama uyanlardan biri secde ayetini okursa ne imam ve ne de ce­maat secde yapar (M).

133 –İmam, namazda secde ayetini okuyunca secde yapar, İmamın okuduğu secde ayetini namazda olmayan biri işitirse secde yapması icab eder. Namazdaki kimse kendisi ile beraber namaz kılmıyan birisinden secde ayetini işitirse namazını bitirdikten sonra secde yapar.

134 –Namazda secde ayetini okuyup namaz içinde tilâvet secdesini yapmıyandan bu secde kalkar.

135 –Aynı yerde bir secde ayetini birden fazla okuyana bir secde yapması yeterlidir.

136 – Secde yapmak istiyen, önce (ellerini kaldırmadan) tekbir alır (F) ve secdeye gider, sonra tekrar tekbir alarak secdeden kalkar[23]

Hastanın Namazı:

137 –Bir hasta ayakta durmaya kudreti yoksa veya ayakta-namaz kılınca hastalığının çoğalmasından korkarsa namazım oturarak kılar, secde ve rukûunu yapar. Secde ve rükû yapmaya da gücü yoksa îma ile namaz kılar[24]

Oturmaya da gücü olmıyan hasta, ayakları kıble istikametine gel­mek üzere arka üstü (F) veya yan yatarak namazını îma ile lalar. Hasta, üzerine secde etmek için bir şeyi başına doğru kaldırıp üzerine secde ederse, başını rükû için eğdiğinden daha fazla eğmiş ise caiz olur, eğme-mişse caiz olmaz.

Bir hastanın rükû ve secde yapmaya gücü yetmediği halde ayakta durmaya gücü yeterse namazını oturarak ima ile kılar (F).

138 -Başı ile îma suretiyle namaz kılamıyacak kadar hasta olanlar namazlarım tehir ederler. Göz (ZF), kalp ve kaşları'(ZF) ile îma yapmaz­lar.

139 -Namazının bir kısmını ayakta kılıp sonra ayakta durmaya ta­kati kalmayan, namaza başlamadan önce âciz olan gibidir[25]

140 –îma ile namaz kılan sonra rükû ve secde yapmaya güç bulursa namazını bozup yeniden kılar (Z.F).

141 –Deliren yahut bayılan bir kimsenin üzerinden beş vakit na­maz geçmişse onları kaza eder (F). Geçen namazlar beşden fazla ise üze­rinden düşerler, kazaları yapılmaz.

Yolcu Namazı:

142 – Dört rekâtlı her namaz yolcuya iki rekât olarak (F) farzdır.

143 – Bir kimse deve yürüyüşü ile ve yaya üç gün üç gecelik = (Orta­lama 90 km’lik – Mütercim) bir yolu kastederek şehrin evlerinden ayrı­lınca yolcu olur. .

144 -Dağlık bölgelerde kendisine uygun bir yürüyüşe, denizde de mutedil bir havada ki (yelkenli) yürüyüşüne itibar edilir.

145 –Bir yolcu, oturduğu şehre gelinceye kadar yolcu olduğu gibi; gittiği şehir veya köyde 15 gün (F) kalmaya niyeti olmadıkça yolcu olur. Bundan dolayı 15 günden az kalmaya niyet edip orada kalması uzayıp 15 günü aşsa da o kimsenin yolculuğu devam eder.

146 –Asker, köle ve aile gibi başkasına uymaya, itaata mecbur olanlar, komutan ve efendilerinin yolcu olması ile yolcu olurlar. Aynı şe­kilde mukîm olması ile de mukîm olurlar.

147 –Yolcu gittiği yerde niyetle yolculuktan çıkıp mukim olabilir. Fakat asker, düşman yurduna girer veya bir yeri kuşatırsa orada niyeti ile seferi olmaktan çıkamaz.

148 – Göçebelerin bir arazide ikamete niyetleri sahihtir.

149 –Bir kimse iki ayrı yerde ikamete niyet ederse bu sahih olmaz. Ancak hangisinde geceleyecekse oradaki ikameti sahih olur.

150 –Bir namaz, vaktinin sonuna doğru yolculuğa çıkan, o namazı yolculuğa göre iki rekât kılar. Yine bir vaktin sonuna doğru yolculuğu sona eren o namazını tam olarak kılar. Farzdaki bu değişiklikte son vak­te itibar edilir.

151 –Misafir, vaktin haricindeki bir namazda mukime uymaz.[26] Eğer misafir vakit içinde misafir olmayana uyarsa namazım tam olarak kılar.

152 -Misafir olan mukim olana, imamlık yapınca, iki rekâtta selâm verir ve mukim olan namazını dörde tamamlar

153 –Âsîlerle (F) âsî olmıyanlar ruhsatlarda eşittirler.

Cuma Namazı[27]

154 -Cuma:

1) Hür,

2) Sıhhatli,

3) Şehirlerde oturan erkeklere farzdır.

Cuma ancak şehirlerde (F) yahut şehirlerin yakınlarında hazırlan­mış namazgahlarda kılınır. Kasaba halkı camilerinin en büyüğünde toplandıkları zaman cami almazsa böyle yerlere şehir adı verilir. .

155 –Cumayı devlet başkanı veya onun vekili (F) kıldırır.

156 –Cumanın vakti, öğle namazının vaktidir.

157 –Hutbesiz cuma caiz olmaz. İmam iki hutbe okur ve ikisi arası- . nı az bir oturuşla ayırır. Hutbede sadece (El-hamdu Lillah ve Sübhanellah gibi) Allahı zikretmekle yetinse caiz olur (F.SM).

Hutbenin, ayakta ve abdestli olarak okunması daha üstündür. Fa­kat oturarak veya abdestsiz okunması da caizdir.

158 –Hutbe okunurken cemaatın orada bulunması şarttır[28]

159 –Kendisine cuma namazı farz olmıyan birisi cumayı kılarsa bu öğle namazı yerine geçer. Böyle bir kimsenin Cumayı kıldırması da caiz­dir. Özrü olmıyan birisinin cumayı kılmayıp öğle namazını kılması mek­ruh olmakla beraber caizdir (Z). Fakat bu kimse Öğle namazım kıldıktan sonra cuma namazını da kılmak için camiye gitmeğe kalkışsa kıldığı öğ­le namazı bâtıl olur (SM[29].

160 –Özürlü olanların şehir içinde cuma günü cemaat,olarak öğle namazını kılmaları mekruhtur.

161 –Cuma günü imanı hutbeye çıkınca cemaat ona döner. Hiç kim­se konuşmaz ve herkes hutbeyi dinler. îmanı hutbe okurken namaz kıl­mak mekruhtur. İlk ezan okunurken cemaat camiye doğru yol alır.

162 –İmam hutbeye çıkınca oturur. Müezzin cami içinde ikinci eza­nı okur. Hutbe tamamlanınca cemaat ile cuma namazı kılınır.

Bayram Namazları:

163 –Cuma namazı farz olanlara bayram namazını kılmak vacip­tir. Cuma namazının kılınabilmesi için var olması lâzım gelen şartlar aynen bayram namazının kılınabilmesinin de şartlarıdır[30]. Ancak cuma hutbesi farz iken bayram hutbeleri sünnettir.

164 –Ramazan bayramı sabahında yıkanmış olmak, dişleri fırçala­mak, en güzel elbiseleri giymek, güzel kokular sürünmek, tatlı bir şey meselâ hurma, üzüm ve bunlara benzer şeyleri yemek, o gün fitır sada­kasını vermiş olarak camiye gitmek müstehaptır.

165 –Bayram namazının vakti; güneşin (bir veya iki mızrak boyu) yükselmesinden başlar, zeval vaktine kadar devam eder.

166 –Bayram namazı iki rekâttır ve imam ile kılınır. Önce başlama tekbiri alınır*. Arkasından üç (F) tekbir daha alınır. Sonra Fatiha ve ilâve sûre okunur. Tekbir alınarak rukûa gidilir. İkinci rekâta kıraat (Fatiha ve ilâve sûre) ile başlanır (F). Kıraat bitince üç tekbir alınır, dör­düncü tekbir ile rukûa varılır. Birinci rekâtın başında alınan üç fazla tekbir ile ikinci rekâtın sonunda alınan üç tekbirde de eller yukarıya kaldırılır.

167 – Namazdan sonra hutbe okunur. Bu hutbe de iki kısımdan meydana gelmiştir. Her ikisinde de halka sadaka-i fıtır anlatılır.

168-Güneş zeval vaktine geldikten sonra ay görünürse bayram na­mazı ertesi gün kılınır. Ondan sonra da artık bir daha namaz kılınmaz.

Kurban bayramında yapılması müstehap olanlar:

169 –Ramazan bayramında yapılması müstehab olan şeyler kur­ban bayramında da müstehaptır. Ancak kurbanda namazdan önce bir şey yememek, camiye giderken yolda tekbir getirmek de müstehaptır.

170 –Kurban bayramı namazı da aynen ramazan bayram namazı gibi kılınır. Yine namazdan sonra iki kısım halinde hutbe okunur ve bu hutbelerde halka “kurban” ve “teşrik tekbirleri”nden bahshedilir.

171 -Kurban bayramı namazı birinci gün kıhnanıamışsa ertesi gün ve o gün de kılınanı amışsa daha ertesi gün kılınır. Bu hususda bir maze­ret olmakla olmamak arasında fark yoktur.

172 –Teşrik tekbirleri şöyledir: “Allahu Ekber, Allahu Ekber, lâ ilahe illâ-Allahu vallahu Ekber, Allahu Ekber ve Lillâhi’1-hamd”[31]. Bu tekbirler vaciptir ve şehirlerde oturan halk tarafından cemaatla kılman farz namazların bitiminde arefe gününün sabah namazından bayramın birinci günü ikindi namazının sonuna kadar olan sekiz vakitte getirilir[32]

Korkulu Durumda Kılman Namaz:

173 –Bu, imamın, cemaata farz bir namazı iki kısım halinde kıldır-masıdır. Halkın bir kısmı düşman karşısında yerlerini alır. Diğer kısım yolcu hükmünde iseler bir rekât, mukim iseler iki rekât, imamla namaz kılarlar. Akşam namazının da Önce iki rekâtı kılınır. Sonra birinci kısmı düşman karşısına gider ve oradan ikinci kısım gelir.

îmam ikinci kısma namazın geri kalan kısmını kıldırır ve yalnız ba­şına selâm verir. İkinci kısım selâm vermeden doğruca gidip düşman ‘karşısındaki yerlerini alırlar.

Birinci kısım gelip “Fatiha” ve “îlâve sûre’yi okumadan kendi baş­larına namazlarını tamamlarlar, selâm verip yerlerine giderler.

Tekrar ikinci kısım gelir namazlarını “Fatiha” ve “ilâve sûre”yi oku­yarak tamamlarlar[33]

174 –Gidip gelirken düşmanla vuruşan veya bir vasıtaya binenin namazı bozulur. Harbin şiddetinden korku artarsa herkes bindiği şeyin üstünde tek başına îma ile gücü yettiği tarafa.dönerek namazını kılar. Yürüyerek namaz kılmak caiz olmaz.

Yırtıcı hayvanların verdiği korku da düşmanın verdiği korku gibi­dir.

Kabe’de Kılınan Namaz:

175 –Namazın farzım, sünnetini, Kabe’nin içinde ve üstünde kıl­mak caizdir. İmam Kabe içinde namaz kıldırırken ona uyanlar Kabe et­rafında halka olurlarsa caiz olur. İmamın yanında yer almaları da caiz­dir. Ancak imamın önüne geçerek arkalarını ona doğru çevirmiş olma­malıdırlar.

îmam “Mescid-i Haram”da namaza durunca cemaat “Kâbe”nin et­rafında halka olur ve imam ile birlikte namazlarını kılarlar.

CENAZELER

176-Bir kimse öleceği zaman sağ tarafı üzerinde kıbleye çevrilir ve kendisine “Kelime-i şehâdet” getirmesi telkin edilir. Ölünce çeneleri birbirine bağlanır, gözleri yumdurulur.

177 – Ölünün gömülmesinde acele etmek müstehaptır.

Ölünün Yıkanması:

178 – Ölünün yıkanması “farz-ı kifâye”dir.

179 –Yıkanmak için ölünün elbiseleri çıkartılır ve üç, beş defa yâni tek olarak tütsülenen bir sedye üzerine konulur, ölünün avret yerleri de örtülür.

Ölüye namaz abdesti gibi abdest aldırılır, ancak ağzına ve burnuna su verilmez. Ölünün suyu kaynatılır ve temin edilebilirse içine sedir yaprakları veya çöven konulur.

180 – Ölünün abdesti tamamlanınca, önce başı ve sakalı, taran-nıaksızın hatmi denilen güzel kokulu bir ot ile yıkanır. Sonra sol tarafı­na çevrilir ve altına su kavuştuğu anlaşılmcaya kadar yıkanır. Sonra sağ tarafına çevrilir ve sol tarafta olduğu gibi aynı şekilde yıkanır.

181 –Ölünün bu şekilde yıkanması tamamlanınca oturturulur ve karnı ovulur. Bir şey çıkarsa o da yıkanır. Fakat bunun için ölü tekrar yı­kanmaz.

182 -Yıkama işlemi bitince ölü havlu ile kurulanır, baş ve sakalıns güzel kokulu şeyler sürülür. Secde yerleri olan alnına, burnuna, elleri ne, dizlerine ve ayaklarına da kâfur sürülür.

Kefenleme:

183 – Ölü tütsülenmiş üç beyaz kefen ile kefenlenir. Bunlar da: 1) Kamîş = (gömlek kısmı),

2) İzar = (don ve eteklik kısmı),

3) Lifâfe = (bütün vücudu kaplayan parça). Bu sünnet olan kefendir.

184 –Kefenleme şekli şöyledir: Önce lifâfe yayılır sonra onun üstü­ne izar konulur ve gömleği giydirilir. Gömlek kısmı, boyun kökünden ayaklara kadar uzanır. Izar’ı sarılır. İzar başdan ayaklara kadar olan kısmı kaplar ve sol taraftan sarılmaya başlanır, sonra sağından sarılır.

185 –Sadece izar ve lifâfe ile kefenlemek de caizdir. Zaruret olma­dan bunların yalnız biri ile kefenlemek ise caiz olmaz.

Kefenin açılmasından korkulursa bağlanır. Kefenin, bir insanın hayatındaki haline uygun olması caizdir.

186 –Kadının kefeni de erkeğinki gibidir. Yalnız fazla olarak kadı­nın baş örtüsü, bir de göğüslerine bağlanan göğüs örtüsü vardır. îzâr, lifâfe ve bir de baş örtüsü ile kefenlemek de caizdir. Kadının saçları iki örme yapılır ve lifâfe altındaki gömleğin üstüne, göğsüne gelecek şekil­de konulur.

Cenaze Namazı:

187 – Cenaze namazı farz- kifâyedir.

188 –Bu namazı kıldırma hakkı önce devlet reisinindir. Sonra sıra ile hâkim, o bölgenin imamı sonra da yakından uzağa doğru ölünün veli­leridir. Ancak bir kimsenin babası oğlundan önce gelir.

Cenaze namazını devlet reisi veya hâkimden başka birisi kıldırmış-sa, velinin yeniden namaz kıldırmaya hakkı vardır. Eğer cenaze namazı velî tarafından kıl dirilini şs a başkasının yeniden kıldırmayarhalçkı yok­tur.

189-Ölü, namazı kılınmadan defn edildiğinde, cesedin dağılmadı gına kuvvetli kanaat hasıl olunca, kabri üzerine namaz kılınır.

190 – İmam, cenaze erkek olsun, kadın olsun ölünün göğsü karşı­sında durur.

191 -Cenaze namazı dört tekbirden ibarettir. İlk tekbirde eller kal­dırılır. Ondan sonraki tekbirlerde kaldırılmaz. İlk tekbirden sonra Al­lah Teâlâya hamd olarak “Sübhaneke” okunur. İkinci tekbirden sonra Hz. Peygambere salâtü selâm = (Allahümme salli ve Allahümme bârik getirilir. Üçüncü tekbirden sonra namaz kılan kendisine, ölüye ve bütün müminlere dua eder. Dördüncü tekbîrin akabinde de selâm verilir.

Çocuğun namazında üçüncü tekbîrden sonra, “Allahümme! Ic’alhu lena feraten ve zuhren, şâfıan, müşeffean[34] diye duâ edilir.

192 –Cenaze namazında kıraat ve tahiyyâta oturmak diye bir şey yoktur.

193 -Doğan bir çocuktan ses duyulursa ismi konulur, yıkanır ve na­mazı kılınır. Ses duyulmazsa bir beze sarılarak gömülür, namazı kılın­maz.

Cenazenin Yüklenmesi, Götürülmesi ve Defni:

194-Cenaze, tabutu içinde taşınırken tabutun dört ayağından dört kişi tutar. Cenaze süratli götürülür, yalnız koşulmaz.

195 –Kabre gelindiğinde daha henüz tabut yere konulmadan cema­atın yere oturması mekruhtur. Cenaze kabrine götürülürken arkadan takip edilmesi efdaldir.

196 –Kabir kazılınca bir de lahit (kıble tarafında açılan bir oyuntu) yapılır. Ölü bu lahdin içine kıble tarafından konulur ve koyanlar “Bismillâhi ve alâ milleti Resûlillâhi” = (Allah Teâlânın ismi ile ve Resûlüllâhm milleti üzere seni gömüyoruz) derler. Ölü orada sağ tarafr üzerinde kıbleye çevrilir..

197 –Kadınlar kabre konulurken, kabrin üstü kerpiç vs. ile kapa-nmcaya kadar bir elbise ile örtülür. Erkeğin kabri örtülmez. Kerpiç lah­din üst kısmına gelinceye kadar Örülür, sonra üzerine toprak çekilir ve kabrin üstü toparkla şişirilir.

198 –Kireç, kiremit ve tahta gibi malzemeler kullanarak kabirleri yaptırmak mekruhtur.

199 – Zaruret olmadan bir kabre iki kişiyi gömmek de mekruhtur. Eğer iki kişi bir kabre konulursa, aralarına toprak konularak birbirin­den ayırd edilirler.

200 – Kabirlere basmak, oturmak, üzerlerinde uyumak, yanların­da namaz kılmak mekruhtur.

201 –Bir müslümanın kâfir olan yakını ölünce, onu kirli bir elbiseyi yıkar gibi yıkar, bir elbiseye sarar ve bir çukura gömer. Dilerse onun di­ninde olanlara teslim eder.

ŞEHİD:

202 – gehid gayri müslimler tarafından öldürülen yahut harp mey­danında yara almış olarak bulunan veya müsiümanİar tarafından zulm edilerek öldürülmüş olup mirasçılarına bundan dolayı da bir mal veril­mesi gerekmiyen kimsedir.

203 – Şehid; eğer âkıl-bâliğ olmuş ve temiz (yani herhangi bir se­beple cünup değil) ise yıkanmaz ve öylece namazı kılınır.

204 – Şehidin kefeni elbisesidir. Bu elbise sünnet olan kefenden ek­sik ise geri kalan kısmı tamamlanır, fazla ise fazlalığı alınır. Kürkü, pal­to, silâh, mestler ve başlığı çıkarılır.

205 – Yaralandıktan sonra bir şey yer (F) içer (F) tedavi olur yahut dünya işlerinden birşeyi vasiyet eder, satar veya satın alır, yahut namaz kılar, harp meydanından sağ olarak götürülür ve bir çadıra alınır veya aklı yerinde olarak bir günden çok yaşarsa yıkanır (F).

206 – Had veya kısasdan dolayı öldürülenler yıkanır.ve namazları da kılınır. Fakat isyancıların ve yol kesicilerin namazlar kılınmaz.

ZEKAT[35]

207-Zekât:

1)Hür,

2) Müslim,

3) Âkil (F),

4) Baliğ (F) olan kimselere farzdır. Bu kimseler, borçlarından ve aslî ihtiyaçlarından[36] fazla olarak nisaba mâlik bulunmalıdırlar. Bu mala, senenin başında ve sonunda tam bir mâlikiyet olmalıdır.

208 – Zekâtın edası; ancak malı zekâta ayırırken veya verirken ona bitişik bir niyet ile caiz olur.

209 – Malının hepsini sadaka olarak veren bir kimsedenj verirken

zekâta niyet etmese dahi zekât borcu düşer.

210 -“Mâl-i zimar”27m zekâtı yoktur (ZF). Hibe, miras ve vasiyet-yollarmdan, kendisindeki aynı cins mallardan gelen şeylerin zekâtı elde bulunan asıl mal ile beraber verilir.

211 –Zekât, hayvanların nisabı, tutan kısmından verilir, iki nisab arasında arta kalan mikdarm zekâtı yoktur (M.Z).

212 –Sene geçtikten sonra nisaba erişen malın zayi olması ile zekât düşer (F), Bir kısmı zayi olmuşsa o kısmın zekâtı kalkar.

213 -Zekât, mal olarak verildiği gibi kıymeti de verilebilir.

214 –Mal sahibi malının ne en iyisini ve ne de en kötüsünü, fakat or­ta olanını zekâta verir.

215 –Nisaba malik olan bir kimse; daha senesi gelmeden bir veya daha çok senelerin zekâtını önceden verebilir ve yine aynı şekilde nisabı tutan bütün malların zekâtını verebilir (Z).

Ehil Hayvanların Zekâtı:

216 -Ehil hayvanlar, (koyun, keçi, sığır, manda, deve ve atlar)m senenin çoğunda kırlarda othyanlanna sâime denilir. Senenin yarısın­da veya daha çoğunda yemle beslenenler sâime olmazlar.

217 –Deve denilince bunun içine hem Arap ve hem de Acem devele­ri girer. Manda da sığır cinsine dahildir. Koyun ile keçi de zekât bakı­mından birdir ki, bu ikisine davar denilir.

\

Develerin Zekâtı:

218 –Sâime olan develerin nisabı beştir. Bundan aşağısının zekâtı yoktur.

5 devede 1 koyun 10 devede 2 koyun 15 devede 3 koyun 20 devede 4 koyun

25 devede iki yaşma girmiş bir dişi deve verilir. 25’den 35’e kadar bir şey verilmez.

36 devede üç yaşma girmiş bir dişi deve verilir.

46 deveden 60’a kadar dört yaşma girmiş bir dişi deve verilir.

61 deveden 75 deveye kadar beş yaşma girmiş bir dişi deve verilir.

22 -Mâl-i Zimar: Zayi olan, denize düşen, bir yere gömülüp yeri unutulan, yahut gasp edilmiş olan mallardır. Elde bir beyyine, delil olmayıp inkâr edilen ala­caklar ve kimin yanına bırakıldığı bilinmiyen emanetler v.b. şeyler de mâl-i zimar’dır.

76’dan 90’a kadar üçer yaşma basmış iki dişi deve verilir.

120’den 145’e kadar dört yaşma basmış iki dişi deve ile evvelki gibi her beş devede bir koyun (F) verilir.

145’den 150’ye kadar iki adet dört yaşma basmış dişi deve ile iki ya­şında bir dişi deve verilir.

150’de dört yaşına basmış üç dişi deve Verilir.

150’den 175’e kadar her beş devede bir koyun ilâve olur.

175’de dört yaşma basmış üç dişi deve ve bir de iki yaşma basmış bir dişi deve verilir.

186 devede dört yaşma girmiş üç dişi deve ile bir de üç yaşma bas­mış bir dişi deve verilir.

196 deveden 200’e kadar dört yaşma girmiş dört dişi deve verilir ve sonra daima 150’den başlandığı gibi başlanır (F).

Sığırların Zekâtı:

.

219 -Sığırların nisabı 30’dur. Bundan aşağısına zekât düşmez. 30 sığırdan 40 sığıra kadar iki yaşma basmış bir erkek veya dişi bu­zağı verilir.

40 sığırdan 60 sığıra kadar üç yaşma girmiş dişi veya erkek bir dana verilir. 60 sığıra varıncaya kadar olan fazla sığırlar kendi hesabına uy­gun şekilde verilir (F).

60 sığırda iki yaşını tamamlamış iki dişi veya erkek buzağı verilir.

70 sığırda üç yaşma girmiş bir dişi dana ile iki yaşma basmış bir er­kek buzağı verilir.

80 sığırda üç yaşına basmış iki dişi dana verilir. Bundan sonraki her 10 sığır için ayrıca iki yaşında bir erkek buzağı ve ondan sonraki. 10 «ığir için de üç yaşında bir dişi dana verilir ve bu böylece nöbetleşe de­vam edip gider.

Koyun ve Keçilerin Zekâtı:

220 – Koyun ve keçinin nisabı 40’dır. 40’dan az olan koyun ve keçi­nin zekâtı yoktur.

40’dan 120’ye kadar bir koyun verilir. 121’den 200’e kadar iki koyun verilir. 201’den 400’e kadar üç koyun verilir. 400 koyun için de dört koyun verilir.

Bundan sonra her yüz koyunda bir koyun daha verilir. Yüzden aşa­ğısının (yani aradaki miktarın) zekâtı yoktur.

Zekâta verilecek koyunun bir yaşını doldurmuş olması şarttır.

Atların Zekâtı:

221 –Bir kimsenin karışık olarak sâirne olan erkek ve dişi atları bu­lunsa yahut sadece dişi atları olsa dilerse her at için (MS)[37] bir dinar zekât verir, dilerse de kıymetlerini hesap edip her iki yüz dirhem için (SM) beş dirhem zekât verir. (Yani kıymetlerinin 1/40’ini zekât verir).

222 –Katırların ve eşeklerin zekâtı yoktur. Çifte koşulan hayvanla­rın ve en az altı ay ve daha ziyade ahırlarda beslenilen hayvanların da zekâtı yoktur.

223 – Birer yaşını doldurmayan deve, sığır (ZS) oğlak ve kuzu için de zekât verilmez. Ancak bunların arasında büyükleri varsa bunlar da zekâta tâbi olur.

224- Ortak sâime hayvanları olanlardan, her ortağın hissesi, ayrı ayrı nisabı doldurmadıkça zekâtları gerekmez.

225 – Mal sahibinde zekât olarak verilmesi gereken yaşdaki hay­van yoksa daha üstünü alınır ve fazla olan kıymeti geri verilir. Yahut aradaki farkı ile beraber daha aşağısı alınır.

Altın ve Gümüşün Zekâtı:

226 – Altın ve gümüşün; külçe halinde olsun, basılmış olsun, zinet olsun, kap olsun, ticarete niyet edilsin, edilmesin nisabı doldurunca zekâtı vardır.

227 – Ayrı ayrı nisapları noksan olan altın ile gümüş, kıymet itibarı ile birbirlerine katılırlar.

228 – Altının nisabı, 20 miskal[38] altındır ve bunun zekâtı da yarım mıskaldır. 20 miskalden sonra her dört miskal iki kırat[39] (SM) zekât verilir.

229 – Gümüşün nisabı, 200 dirhemdir. 200 dirhemde 5 dirnem . zekât verilir. Sonra her 40 dirhem için bir dirhem zekât yerilir.

230 – Diğer madenlerle karışık olan altın ve gümüş paralarda ma­den çeşitlerinden hangisi diğerinden çoksa hüküm ona göre verilir. Eğer katışık maden, fazlalığı teşkil ediyorsa bu paralar ticaret malları hük­münde olur. Çoğu gümüş ise gümüşe göre, altın ise altına göre zekât ve­rilir.

231 –Dirhemlerde muteber olan on dirhemin yedi miskal ağırlığın­da gelmesidir.

232 –Mallar, ticaret malı olmadıkça ve kıymetleri de altın veya gü­müşün nisabına ulaşmadıkça zekâta tâbi değildirler. Ticraet malının kıymeti de altın ve gümüşün kıymetine ilâve edilir: (Yani altın, gümüş ve ticaret malının kıymetleri toplamı; altın veya gümüşden birinin nisa­bına ulaşınca zekâtlarını vermek farz olur). ‘

Mahsullerin ve Meyvelerin Zekâtı:

233 –Yağmur veya akar sularla sulanan mahsûllerin az olsun çok olsun “öşür” adı ile onda bir = (1/10) nisbetinde (SM)[40] zekât alınır. Odun, ot ve acem kamışından ise öşür alınmaz.

234 – Dolaplarla sulanan arazilerin mahsûllerinden yirmide bir = (1/20) zekât alınır. Saman ve yapraklardan öşür alınmaz. Yapılan mas­raflar, harcamalar ve çalışma ücretleri yirmide bir alman zekâttan düşürülme [41]

235 – Öşür arazisinden çıkarıldığı zaman az olsun çok olsun baldan da öşür alınır.

236 – Öşür arazisini bir zimmî satın aldığı zaman orası, haraç ara­zisi olur (SM). Fakat haraç arazisi hiçbir zaman Öşür arazisine çevril­mez.

237 – Anber, inci, mercan gibi denizden çıkarılan şeylerden zekât alınmaz (S)[42].

238 – Kireç, alçı, yakut, zümrüt ve göz taşı gibi dağlarda bulunan madenlerden de zekât adına bir şey alınmaz.

Â’şır[43]– ZEKÂT TOPLAYICI

239 – Aşır, bir zekât memurudur ki,. devlet reisi onu yol güzergâhlarına o yollardan mal geçiren tüccardan zekât toplamak için tayin etmiştir.

Bu memurlar müslüman tüccardan 1/40, zımmîlerden 1/20, harbîlerden de 1/10’i gümrük vergisi olarak alınır.

240 – Bir tacir, senesinin dolmadığını yahut borçlu olduğunu iddia eder veya başka bir memura verdiğini, falan şehirde fakirlere dağıttığı­nı ileriye sürer ve yemin de ederse aksi sabit olmadığında tasdik edilir. Bu konuda müslüman ile zimnıî eşit haklara sahiptirler. Harbî ise, cari­yelerin kendisinin ümmü’l-veledleri olduğu konusundaki iddiasından başka şeyde tasdik olunmaz. Bunlardan domuz hariç (SZ), şarabın kıy­metinin 1/10’i zekât olarak alınır[44]. –

MADENLERİN ZEKÂTI

241 -Müslüman olsun zimmî olsun, öşür veya haraç arazisinde al­tın, gümüş, demir, kurşun ve bakır gibi madenleri bulanlar bunların 1/5’ini hükümete verirler. Geri kalanı da kendilerinin olur. Fakat bu madenler bir kimsenin kendi hanesinde bulunursa hükümet bunlardan bir hisse alamaz (SM)[45] Bir kimsenin kendi arazisinde bulduğu .şeyler de tamamen kendisinin olur.

Bü madenleri, îslâm memleketinde bir harbî bulacak olursa tama­men devletin olur.

242 – Bir hazine bulunur ve onun üzerinde müslüman malı olduğu­na ait nişanlar (damga, yazı, müslüman bir hükümdarın ismi vs.) bulu­nursa, bu hazine lukata = (buludan mal) hükmündedir[46].

Bulunan hazinenin üzerinde gayri müslimlere; müşriklere ait işa­retler varsa bu ganimet hükmündedir; 1/5’i devlet hazinesinindir, geri­ye kalan da bulanın olur.

243 – Bir kimsenin hanesinde Islâmdan önceki devreye ait gömülü bir mal bulunursa bu, o hane sahibinindir [47] O yerin sahibi de orası fethedildiğinde, devlet reisi tarafından sınırları çizilerek ilk kendisine verilen kimsedir. Eğer bu kimsenin kim olduğu bilinmezse, o yere sahib olduğu bilinen en uzak mâlikinin olur.

Zekâtın Sarf Yerleri – (Kendilerine Zekât Verilen Kimseler)

244 – Bunlar yedi kısımdır:

1) Fakir; malı çok az olup nisap miktarını bulmayan kimsedir.

2) Miskin, hiç bir malı yoktur.

3) Zekât memuru; yaptığı iş ölçüsünde kendisine zekât verilir.

4) Fakir olup, harbe iştirak edemiyen mücahitlere ve hac yolunda39 ihtiyaç içinde kalan hacılara;

5) Mükâteb: Kölelikden kurtulmak için efendisi ile mal karşılığın­da antlaşma yapmış olan köledir;

6) Fakir borçlu;

7) Yolcu: Bundan maksat malından uzak düşmüş ve elinde birşey bulunmıyan kimsedir.

Zekâtını verecek olan kimse bu yedi sınıfın hepsine zekâtını verebi­leceği gibi, onlardan sadece birine de verebilir.

Kendilerine Zekât Verilmeyenler:

245- Zimmîye[48] ve zengine zekât verilmez. Zengin olan bir adamın küçük çocuğuna[49] ve kölesine de zekât verilmez.

246 – Usûl ve füru’ bakımından aralarında yakınlık olanlar da bir­birlerine zekât veremezler. (Bir kimse fakir olan babasına, dedesine, anasına, ninesine, oğullarına, kızlarına, kızlarından ve oğullarından olan torunlarına zekâtını veremez).

Bir kimse kendi ailesine ve mükâtap kölesine de zekâtını veremez.

247 – Hâşimî oğullarına ve bunların kölelerine zekât verilmez.

248 – Bir fakire bir defada nisab miktarı veya daha çok zekâtın ve­rilmesi mekruh olmakla beraber caizdir (Z).

249 – Nisaba mâlik olmayınca sıhhatli ve çalışıp kazananlara da zekât verilir.

250 – Fakir zannedip zekât verdiği kimsenin, zengin veya Haşimî sülâlesinden olduğu anlaşılırsa; yahut karanlıkta verir de sonra babası­na veya oğluna vermiş olduğu meydana çıkarsa bu kimse zekât borcunu Ödemiş olur (S)[50] Fakat yanlışlıkla kölesine veya mükâtebine verirse yeniden zekât vermesi gerekir.

251 –Zekâtı, malın bulunduğu yerde vermeyip başka bir yere götü­rüp vermek caiz olmakla beraber mekruhtur. Ancak o yerdeki akrabası­na veya kendi memleketinin ahalisinden daha muhtaç olana götürüp verirse mekruh olmaz.

FITIR SADAKASI

252 – Sadaka-i fıtır, aslî ihtiyaçlarından fazla nisap miktarı bir ma­la sahip olan hür ve müslim herkese vaciptir. Bu kimseler, kendilerinin fitrelerini vermekle mükellef oldukları gibi; küçük çocuklarının, hizmet için kullandıkları kölelerinin, müdebber kölelerinin ve kendilerinden çocuğu olan cariyelerinin müslüman olmasalar dahi fitrelerini vermek­le mükelleftirler.

Fıtranın miktarı

253 –Buğdaydan veya buğday unundan yarım sa’ = (1.458 kilo gram) fitre verilir. Arpadan veya arpa unundan, kuru hurmadan ve ku­ru üzümden de bir sa1 = (2.917 kilo gr.) fitre verilir[51]. Bunların kendileri verildiği gibi kıymetleri de verilebilir.

Bir sa1 sekiz (STIrak ritline eşittir.

254 –Fitre ramazan bayramının birinci günü fecrin doğumundan itibaren vacip olur. Bundan önce vermek de caizdir (F). Zamanında ve­rilmeyip sonraya kalsa yine vermek vacib olur.

255 – Malı olan küçük çocuğun velisi, onun ve ona ait kölenin fitre­lerini, çocuğun malından verir (M). Fitreyi, bayram günü, bayram na­mazına gitmeden Önce vermek müstehaptır.

ORUÇ[52]

256 – Gerek eda ve gerekse kaza olarak ramazan orucunu tutmak, âkıl-bâliğ her müslümana farzdır. Nezir ve keffaret oruçlarını tutmak ise vaciptir. Bunların haricindeki oruçlar ise nafiledir.

257 – Ramazan bayramında bir gün, kurban bayramında da dört gün oruç tutmak haramdır.

258 – Ramazan orucuna ve birde günü belli edilen nezir orucuna; akşamdan ertesi gününün kaba kuşluk zamanına kadar niyet edilebilir.

Bu niyet mutlak bir oruca yapıldığı gibi nafile bir oruca da yapılmış olabilir.

259 – Gündüzleyin, o gün nafile oruca niyet edip oruç tutmak caiz­dir. Ramazan günü başka bir vacib oruca niyet edilirse bu ramazan oru­cu yerine geçer[53]. Ramazan ve bir de günü belli edilen nezir orucundan başka, diğer oruçlara akşamdan ve hangi oruç oldukları da belirtilerek niyet etmek şarttır.

260 Ramazanda yolcu veya hasta olanlar, eğer başka bir vacip oruca niyet ederek oruç tutarlarsa bu ramazan orucu değil de, niyet et­tikleri oruç olur (SMF)[54] Fakat vacib bir oruca niyet etmeden oruç tutar­larsa bu ramazan orucu olur.

Orucun Vakti:

261-Orucun vakti; ikinci fecrin doğumundan başlar, güneşin batı­şına kadar sürer. Oruç “hayızdan ve nifasdan temiz olmak şartı üe oruca niyetli olarak, belirtilen vakit içinde, hiçbir şey yememek, içmemek ve cinsî münasebette bulunmamak” demektir.

262 -Oruç için, Şaban ayının 29’unda güneş batarken hilâli görme­ğe çalışmak müslümanlara vaciptir. Eğer hilâl görünürse ertesi gün oruç tutulur. Hava kapalı olunca Şaban ayı 30’a tamamlanır.

263 – Gökde bulut, toz veya bunlara benzer, ayın görünmesine en­gel olan şeyler varsa, âdil olan bir kişinin hilâli gördüğünü haber verme­si ile ertesi gün oruca başlanır. Bu kimsenin hür, köle veya kadın olması fark etmez. Eğer hâkim, bu kimsenin bu konudaki haberini; hilâli gör­düğüne ait olan şehadetini red ederse sadece bu görenin oruç tutması ge­rekir.

Gökde herhangi bir engel yok ise o zaman bir kişinin değil de, haber vermeleri ile katî bilgi hâsıl olan bir toplumun hilâli gördüğünü beyan etmesi lâzım gelir. Bir bölgede aynı görüldüğü sabit olunca bütün herke­sin ona uyması icab eder. Güneşin doğum yerlerinin değişmesine itibar edilmez.

264 – Şek günü (Şabanın 30. günü) nafile oruçtan başkası tutul­maz.

265 – Ramazanın 29. gecesi, Şevval ayı araştırılır. Yalnız başına Şevval ayını gören, ertesi gün orucunu bozamaz. Eğer boznıuşsa keffa­ret gerekmeyip sadece orucunu kaza eder.

266 – Gökde ayı görmeğe bir engel var ise iki adamın veya bir adam­la iki kadının ayı gördüklerine ait şehadetleri kabul edilir. Gökde bir en­gel olmadığı zaman kalabalık bir topluluğun şehadeti gerekir. Zilhicce ayı da Şevval gibi ortaya çıkartılır.

Keffaret ve kazayı gerektirip gerektirmeyen ve orucu bozup bozmayan durumlar: Keffareti gerektiren sebepler:

267 – Ramazanda oruçlu olduğu halde;

1) Kasten yemek yiyen,

2) Deva veya gıda için bir şey içen,

3) İki yoldan biri ile cinsî münasebette, bulunan veya kendisine cinsî temas yapılan kimseye hem kaza ve hem de keffaret-i zıhar gibi keffaret gerekir.

268 – Kazayı gerektiren sebepler:

  1. a)iki yoldan başka yerden cinsî temasda bulunan,
  2. b)Hayvana te­mas eden,
  3. c)Ailesini öpmesi veya dokunması ile inzal olan,
  4. d)Makattan ilâç koyan, burnuna ve kulağına ilâç damlatan,
  5. e)Baştaki veya karında­ki (SM) bir yaraya konulan ilâcın karına veya dimağa gitmesi,
  6. f)Demir-yutmak,
  7. g)Ağız dolusu kusmak (MZ),
  8. h)Gece zannederek fecir doğduğu halde sahur yemeği yemek,
  9. i)Akşam zannı ile güneş batmadığı halde if­tar etmek; bütün bunlara keffaret gerekmeyip kaza gerekir.

269 – Orucu bozmayan haller;

1) Unutarak yemek, içmek, cinsî münasebette bulunmak,

2) Uyur­ken ihtilam olmak,

3) Kadına bakınca meninin gelmesi,

4) Yağ sürün­mek, gözlere sürme çekmek,

5) Öpmek,

6) Gıybet etmek,

7) Kendi kendi­ne gelen kusuntu,

8) Sidik deliğine bir şey damlatmak (S),

9) Boğaza toz veya sinek kaçması,

10) Cünub olarak bir şey yemeden sabaha çıkmak,

11) Dişler arasında kalan nohut tanesinden az bir yemek kalıntısını yut­mak; bütün bunların arkasından bir şey yemedikçe oruç bozulmaz.

270 – Oruçlu olanın sakız çiğnemesi, bir şeyi tatması ve kendinden emin olmayınca ailesini öpmesi mekruhtur.

Hastaların, Yolcuların ve Özür ahiplerinin Durumu:

271 -Hasta olmasından veya hastalığının artmasından korkan orucunu bozar ve oruç tutmaz.

272 – Yolcu olanın oruç tutması, tutmamasından daha iyidir. Fa­kat orucunu bozarsa bu da caizdir.

273 – Hasta veya yolcu iken oruç tutnııyanlar, oruçlarını kaza et­meğe imkân bulamadan ölürlerse üzerlerine herhangi bir borç yüklen­mezler. Fakat iyileştikten veya mukîm olduktan sonra ölürlerse tuta­madıkları oruçların miktarınca kaza lâzım gelir. Kaza edemedikleri günler için de sadaka-i fıtır ölçüsünde bir fakire yemek verilmesini va-siyyet ederler.

274 – Hâmile veya çocuğunu emziren bir kadın çocuğunun veya kendisinin durmundan korkarsa oruç tutmaz, sonra sadece tutamadık­larını kaza eder.

275 – Oruç tutmaya gücü yetmiyen çok yaşlı bir kimse de orucunu tutmaz, her gün için bir fakiri doyurur.

276 – Bütün ramazan ayım baştan sona kadar delirmiş olarak geçi­ren kimseye ramazan orucunu kaza etmesi gerekmez. Fakat ramazanın içinde deliliği son bulursa o günden sonraki tutamadığı oruçlarını kaza eder. Bütün ramazanı baygın geçiren kimse ayıhnca kaza ile mükellef olur.

277 – Nafile bir oruca başlamakla (F); hem edası ve hem de bozul­duğunda kaza edilmesi vacip olur.

278 – Gündüzleyin hayızh bir kadın temizlenince, misafir yolculu­ğunu bitirince, sabi bulûğa erince, gayri müslim müsiümanlığa girince günün geri kalan kısmında oruca devam eder.

279 – Ramazan orucu birbiri arkasmca kaza edildiği gibi ayrı ayrı günlerde de kaza edilebilir. Diğer ramazan gelince kaza bırakılıp rama­zan orucu tutulur, sonra kazaya devam edilir, başka bir şey yapılmaz.

Bayram ve teşrik günlerinde oruç tutmayı adayan kimseye bu ada­ğı lâzım gelir, ancak bu günlerde oruç tutulmayıp başka günlerde kazası yapılır.

İTİKAF*

280 –îtikâfa girmek, müekked bir sünnettir.

Bir günden az bir zaman itikâfda bulunmak olmaz. Vacib olan itikâfda da böyledir ki,bu ashabımızın ittifakı ile nezr edilmiş olan itikâfdır.

281 –îtikâf, oruçlu ve itikâfa niyetli olarak cemaatla namaz kılınan bir camide kalmak demektir. Kadın da evinin mescid edindiği bir oda­sında itikâfa girer. Camide itikâfa giren erkek hakkında şart olan şey­ler, evinde itikâfa giren kadın için de şarttır.

282 – îtikâfa girenin hiç konuşmaması mekruhtur. Konuşur fakat ancak hayır söyler. Cinsî münasebette bulunması ve buna götüren şey­leri yapması haramdır. Gece veya gündüz unutarak olsun, kasden olsun cinsî münasebette bulunmakla itikâf bozulur.

284 –Bir kaç gün itikâfa girmeği kendisine vacip kılana o günlerin gecesinde de peşpeşe hiç ayrılmadan itikâfda kalması lâzım gelir. Sade­ce gündüz itikâfa girmeğe niyet etmişse bu da kabul olunur.

285 – itikâfa başlamakla onu tamamlamak ve eğer bırakıldı ise ka­za etmek vacip olur.

îtikâf: Lügâtta, bir yerde kalmak ve haps olmak mânalarına ge­lir, istilanda ise, bir camide veya ona benzer bir yerde itikâfa ve oruca veya başka bir şeye niyet ile kalmakdan ibarettir.

HAC[55]

286 – Hac, ömür içerisinde yapılması bir defa farz olan bir ibadet­tir. Şu kimselere farzdır:

1) Müslüman,

2) Hür,

3) Akıllı olan,

4) Bulûğa ermiş,

5) Sıhhatli,

6) Binecek vasıta ve yol masraflarını tedarik eden,

7) Aslî ihtiyaçlarından fazla gidiş gelişinde kendisine yetecek nafa­kası olan,

8) Dönünceye kadar ailesinin nafakası bulunan. Bunlardan başka yol emniyetinin de bulunması gerekir.

287 – Kadın, arada yol[56] olduğu zaman ancak kocası veya nikâhı düşmiyen birisi ile gidebilir ve mahremlerinin nafakalarını temin et­mek de onun üzerine düşer. Kadın kendisini Hicaza götüren bir mahre­mini bulunca kocasının izni olmasa da farz olan haccı yerine getirir.

,

288 – Haccın Vakti: (Mevsimi)

Şevval, zilkade ve zilhiccenin ilk on günüdür. Bu mevsimden önce ihrama girmek caiz olmakla beraber mekruhtur.

289-Mîkatlar[57]

1) Irak’dan gelenler “Zatü Irk” denilen yerde,

2) Şam’dan gelenler “Cuhfe”de,

3) Medine’den gelenler “Zü’l-Huleyfe”de,

4) Necid’den gelenler “Karn”de,

5) Yemen’den gelenler de “Yelemlem” denilen yerde ihrama girer­ler. Bu yerlere gelmeden önce ihrama girerler. Bu yerlere gelmeden önce ihrama girmiş olmak daha iyidir.

290 –Dışardan Mekke’ye girmek istiyenlerin bu yerleri ihramsız olarak geçmeleri caiz olmaz.. İhramsız geçenlerin bir koyun kurban et­meleri lâzım gelir. Eğer geri dönüp inikatta ihrama girerlerse kurban kesme borcu da düşer. Hac veya umre için ihrama girer sonra “Telbiye” ederek mîkata dönerse yine kurban borcundan kurtulur (SMZ). Fakat “Hacerülesved”e el sürer ve tavafa başlar da mîkata dönerse artık borç­tan kurtulamaz. Mekke’ye gitmek kastı olmıyan birinin mîkattan ih­ramsız geçmesi bir borç gerektirmez.

291 -Harem[58] ile mîkat arasında bulunanların ihrama girme yerle­ri; Hill = (Harem dışındaki yerler)dir. Mekke’de olanların hac için ihra­ma girme yerleri Haremin kendisidir. Mekkeliler umre için ise Haremin dışından ihrama girerler.

İhrama Girecekler için Yapılması Müstehap Olan İşler:

292 – ihrama girmek istiyen bir kimsenin şu aşağıdaki işleri yap­ması müstehap olur:

1) Tırnakları kesmek,

2) Bıyıkları kısaltmak,

3) Kasık ve koltuk altlarını tıraş etmek,

4) Abdest almak veya gusül boy abdesti almak ki, bu daha iyidir;

5) Beyaz ve yeni, belden yukarı ve aşağısını örten iki parça elbise gi­yinmek. Üstün olan budur, avret yerlerini örten bir tek elbise giyinmek de caizdir.

6) Bulunduğunda güzel kokular sürünmek,

7) iki rekât namaz kılmak,

8) “Allahım ben hac etmek istiyorum onu bana kolaylaştır ve haccı-mı kabul et” diye duâ etmek,

9) îhrama niyet etmek, ki kalb ile niyet yeterlidir,

10) Namazdan sonra “telbiye”de bulunmak. Telbiye şöyledir:.

“Lebbeyk, Allahümme Leybbeyk, Lâ şerike leke lebbeyk, inne’l-hamde ve’n-ni’mete lek; Ve’1-Mülke lâ şerike lek” = “Allahım! Ben senin emirlerine her zaman uyarım. Senin için ortak yoktur. Davetine daima samimiyet ve sadakatla katılırım. Gerçekten hamd de nimet de senin­dir. Mülk de sana aittir. Ortağın da yoktur. Kabul et ey Allahım!” Niyet edip “telbiye”de de bulununca artık ihrama girmiş olur.

293 – İhrama Girdikten Sonra:

1) Cinsî münasebette bulunmaz, kötülüklerden, ma’siyetten ve başkaları ile çekişmekten son derece kaçınır.

2) Gömlek, pantolon, sarık, fes, palto ve mest giyilmez. /

3) Baştan ve vücuttan tüy koparılmaz.

4) Usfur ve ona benzer boyalarla boyanmış elbiseler giymez.

5) Güzel koku sürünmez.

7) Yüzünü ve sakalını hatmi ile yıkamaz ve yağ sürünmez.

8) Kara av hayvanları öldürülmez, hatta işaret edilmez ve avlama yolu gösterilmez.

9) Pire, tahta kurusu, sinek, yılan, akrep, fare, kurt, karga, delice kuşu ve diğer yırtıcı hayvanları kendisine saldırdıkları zaman öldürme­si caizdir.

10) Av hayvanının yumurtası kırılmaz ve Haremdeki ağaçlar kesil­mez.

11) Balık avlamak serbesttir.

12) Deve, inek, koyun, keçi, tavuk ve ehil ördek kesmek caizdir.

13) Yıkanmak ve hamama girmek de serbesttir.

14) Evde ve mahfada gölgelenilir.

15) Bele çanta bağlanır.

16) Düşmanla vuruşulur.

17) Namazlardan sonra her yüksek yere çıkdıkça, vadiye indikçe, bir atlıya rastladıkça ve seher vakitlerinde bolca “telbiye”de bulunur.

Gece ve Gündüz Mekkeye Giriş;

294 –Diğer memleketler gibi, Mekke’ye gündüz veya gece girmenin bir zararı yoktur. Mekke’ye girilince önce Mescid-i Haram’dan işe başla­nır. Beytullah görülünce “Tekbir” getirilir ve “Kelime-i Tevhîd” okunur.

295 İşe Önce “Haceru’l-esved”den başlar. Bu taşı karşısına alır ve “Tekbir” getirir. Namazda olduğu gibi ellerini kaldırır. Hiç kimseye ezi­yet vermeden eğer gücü yeterse Hacer’l-esved’i öper, veya elini sürer. Elini sürmeğe güç yetiremezse eli ile işaret eder.

296 -Sonra “Tavaf-ı Kudüm = geliş tavafı” yapılır. Bu tavaf Mekke’nin dışındakiler için sünnettir. (Mekkeliler hakkında sünnet de­ğildir).

Tavafa Haceru’l-esved’den başlamr. Kabe’nin kapısı tarafına doğ­ru sağa gidilir. Bu arada ihramın bir ucu sağ koltuktan alınıp sol omuz üzerine atılır. Böylece “Hatîm” denilen duvarın arkasından yedi dönüş yapılır[59], ilk üç dönüşte süratli hareket edilir, sonra daha ağır ve vakarla yürünür. Her Haceru’l-esved’e gelindiğinde el sürülür ve tavaf bu taşa el sürmekle biter.

297 –Tayafdan sonra İbrahim makamında’iki rekât namaz kılınır. Yahut bu namaz Mescid-i Haram’da kolay gelen bir yerde kılınır, sonra da Haceru’l-esved’e el sürülür.

298 Buradan Safa tepesine çıkılıp Beytullah’a dönülür ve “Tekbîr” getirilir, eller kaldırılarak “Kelime-i şehâdet” söylenir. Hz. Peygambere (S.A.V) “Salatü selâm” getirilir ve ihtiyaçları için Allaha duâ edilir.

299 – Sonra Merve’ye doğru ağır ağır inilir. Yeşil işarete gelince di­ğer yeşil işareti geçinceye kadar koşulur. Sonra Merve’ye varılır ve Sa-fa’daki gibi hareket edilir. Buraya kadarına bir şavt denilir. Safa ile Merve arasında yapılan sa’y yedi şavt olur. Sa’y’a Safa’dan başlanır Merve’de bitirilir.

300 – Sonra ihramlı olarak Mekke’de kalınır ve dilendiği kadar Kabe tavaf edilir.

301 -Sonra Zilhiccenin 8. gününün sabahında Mina’ya gidilir. Arefe günü sabah namazını kılmcaya kadar orada gecelenir.

302 –Mina’dan Arafat’a geçilir. Öğle olduğu zaman hacılar abdestlerini alır veya boy abdesti alırlar. Namazlarını imam ile kılacaklar ise öğle ve ikindi namazlarını bir ezan ve iki kametle öğle namazının vakti içerisinde kılarlar. Yalnız kılanlar ise her namazı kendi vakti içerisinde kılarlar (SM?[60].

Namazdan sonra binek üstünde eller tamamiyle açıhp kaldırılarak Allaha hanıd-ü sena edilir. Onun Peygamberine “Salâtü selâm” getirilir ve Allah Teâlâdan isteklerde bulunulur.

303 – Arafat’ın “Batn-ı Ürene” denilen yerden başka her tarafı vak­fe = (durma) yeridir. Orada durmanın zamanı da güneşin zeval vaktin­den, ertesi gün ikinci fecrin doğumuna kadardır. Bu zaman içinde bura­da bulunmıyanm haccı kazaya kalmış olur. İş böyle olunca o kimse tavaf eder Safa ile Merve arasında koşar, ihramdan çıkar ve haccım (gelecek yıl) kaza eder.

304 – Güneş batınca imamla beraber Müzdelife’ye gidilir. Yolda bakla büyüklüğünde 70 taş toplanır. Müzdelifeye gelinceye kadar yolda akşam namazı kılınmaz. Akşam namazı bir ezan ve bir kamet yapılarak yatsı ile beraber kılınır.

305 – Gece Müzdelife’de kalınır. Sabahın alaca karanlığında sabah namazı kılınır. Namazdan sonra “Meş’ar-ı haram” denilen mevkiye gi­dilip orada biraz durulur. Müzdelife’nin de “Muhassır Vadisi” müstesna her tarafı vakfe yeridir.

306 – Oradan güneş doğmadan Mina’ya hareket edilir. Mina’da şeytan taşlama işine “Cemretü’l-akabe”den başlanır. Oraya vadinin aşağısından yukarıya doğru yedi taş atılır ve her atışta tekbîr getirilir.

307 – Bu taş atışından sonra orada durulmaz. İlk taşın atılması ile “Telbiye”ye son verilir. Sonra istiyen kurbanını keser. Kurban kesme işi bitince saçlar ucundan alınır veya tıraş olunur ki, bu daha iyidir. Bu iş­ler yapılınca kadından başka her şey helâl olur.

308 – Sonra Mekke’ye gidilip, o gün, ertesi gün veya daha sonra farz olan “Ziyaret Tavafı” yapılır. Bu tavafın hepsini veya dört şavt = (dö­nüşüm yapmıyan tavaf edinceye kadar ihramlı olarak kain-.

Ziyaret Tavafi Şöyle Yapılın

309 – Beytullah yedi defa dönülür. Bu tavafda çalımlı ve süratli yü­rünmez. Tavafdan sonra Safa ile Merve arasında da koşulmaz. Eğer bu çalımlı ve süratli yürüme = (remel) ve Safa ile Merve arasında koşma iş­leri tavan kudûmda yapılmamışsa bu tavafda yapılır. Bunlardan sonra

310 –Bayramın ikinci günü olunca, zevalden sonra üç cemreyi de taşlar ve herbirine yedişer taş atar. Sonra orada, diğer hacılarla beraber Kabe’ye doğru yönelip duada bulunur. Bayramın üçüncü günü ve eğer Mina’da kalırsa dördüncü günü de zevalden sonra yukardaki gibi cem­reler taşlanır. Eğer bayramın üçüncü günü Mekke’ye giderse dördüncü günün taşlaması üzerinden düşer.

Mekke’ye gelirken yolda “Muhassab” denilen kumluk bir derede, bir müddet dahi olsa biraz oyalanır ve sonra Mekke’ye geçip orada kalır.

311 -Ailesine dönmek istiyen “Tavaf-ı sader” denilen veda tavafin-da bulunur. Bu da yedi dönüştür. Bu tavafta çalımlı ve hızlı yürümek, Safa ile Merve arasında koşmak yoktur. Veda tavafı, Mekkeli olmıyan-lara vaciptir.

312 – Veda tavafı bitince, Zemzem suyuna gelinir. Herkes kendi su­yunu kendisi çeker ve içebildiği kadar içer.

313 -Zemzem içiminden sonra Kabe kapısına gelinir ve eşiği öpü­lür. Buradan “mültezem”e varılır[61]. Sağ yanak ve göğüs oraya dayandı­rılır, Kabe’nin örtüsünden tutulur. Bu durumda dua edilir, ağlanır ve yüz Beytullah’a doğru geri geri uzaklaşılır.

314 – İhrama giren kimse, gelirken Mekke’ye girmez de Arafat’a gi­der ve orada vakfe yaparsa kendisinden “Tavaf-ı Kudüm” düşer.

315 -Arafat’tan uyuyarak veya baygın olarak geçmek yahut o yerin Arafat olduğunu bilmemekle de “vakfe” yerine getirilmiş olur.

316 -Hac hususunda kadınlar da erkekler gibidir, şu kadar var ki kadınlar sadece yüzlerini açarlar, başlarını açmazlar. Telbiye yaparken de seslerini yükseltmezler. Tavaf da çalımlı ve Safa ile Merve arasında da hızlı hızlı yürümezler. İhramdan çıkmak için saçlarının ucunu alır­lar, tıraş etmezler. Dikişli elbise giyerler. Kalabalık adamlar arasında Haceru’l-esved’i öpmeğe çalışmazlar.

317 – İhrama girmek üzereyken âdet gören kadın, yıkanır ve ihra­ma girer. Bu durumu ile tavafda bulunmaz. Arafat’ta vakfeden ve tavaf-ı ziyaretten sonra âdet görürse memleketine döner. Veda tavafını yap­mamasından dolayı üzerine bir şey lâzım gelmez.

Umre:

318-Umre, sünnettir, ihrama girmek, Kabe’yi tavaf etmek ve Safa ile Merve arasında koşmaktan ibarettir. Bunlar da bitince tıraş olur ve­ya saçlarını kısaltır.

319 -Senenin her gününde umre yapılması caizdir. Arefe, bayram ve teşrik günlerinde yapılması ise mekruhtur.

Umrede, ilk tavafda telbiyeye son verilir.

Hacc-ı Temettü:

320 – Hacc-ı temettü1, hacc-ı ifrattan daha üstündür ve şöyle yapı­lır:

Hac ayları içinde önce umre ile ihrama girilir, tavaf yapılır, Safa ile Merve arasında koşulur, tıraşdan yahut saçların uçlarından alındıktan sonra ihramdan çıkılır. Sonra Zilhiccenin 8. günü hac için yeniden ihra­ma girilir. Bu zamandan önce girmek daha iyi olur.

321 -Mutemetti’ = (hacc-ı temettu’uyapan) ziyaret tavafını, hacc-ı ifradı yapar gibi yapar. Bu tavafda çalımlı ve hızlı yürür, Safa ile Merve arasında koşar.

322 – Mütemetti’m kurban kesmesi de gerekir. Buna gücü yetmi-yen üç gün arefe günü son olmak üzere oruç tutar. Bundan daha önce ih-ranılı iken tutması da caizdir. Hac işleri bittikten sonra da yedi gün. oruç tutar. İlk üç günlük orucu tutmıyan, borcundan ancak yine bir kurban kesmekle kurtulur (F).

323 – Kurbanını Mekke’ye beraberinde götürmek istiyen umre için ihrama girer, kurbanını sevk eder ve söylediklerimizi yapar. Makbulü budur. Bu durumda umre için giydiği ihramdan çıkmadan hac için ayrı­ca ihrama niyet eder.

324 – Bayram günü tıraş olduğu zaman her iki ihramdan da böyle­ce çıkar ve hacc-ı temettü’a ait kurbanını keser. Mekkeliler temettü ve kıran haccı yapmazlar.

325 – Mîkat dahilindeki yerlerden olanlar,da temettü ve kıran hac­cı yapamazlar.

326 – Mutemetti1 kurban götürmeyip umre’den sonra evine döner­se hacc-ı temettu’u bâtıl olur, götürmüşse bâtıl olmaz (M).

Hacc-ı Kıran*:

327 – Hacc-ı Kıran, hacc-ı temettü’dan daha makbuldür (F). Yapıl­ma şekli şöyledir:

Hacc-ı kıran yapacak olan, hac ve umre her ikisi için mîkatta Allah Teâlâya niyaz eder ve “Ey Allahım ben umre ile hac yapmak istiyorum. Onları bana kolay kıl ve benden kabul et” diyerek duada bulunur.

Hacc-ı Kıran, hac ile umre için bir defada ihrama girmektir.

328 – Bu kimse Mekke’ye girince önce umre yapar: Beytullah’ı tavaf eder, Safa ile Merve arasında koşar.

329 – Sonra hac işlerine başlar: Tavaf-ı Kudümü yapar, bayram gü­nü “Cemretü’l-akabe’ye taş atınca hacc-ı kıran için kurban keser. Buna güç yetiremiyen hacc-ı temettü’ yapan gibi oruç tutar.

330 – Kârın = (hacc-ı kıran yapan) Mekke’ye girmeden Arafat’a gi­derse hacc-ı kıranı bâtıl olur ve bu hac için kesmesi gereken kurban bor­cu da düşer. Fakat ihramdan yüz çevirdiği için bir kurban kesmesi ve umreyi de kaza etmesi lâzım gelir. ‘

331 – CİNAYETLER:

1) îhramlı iken bir uzvuna güzel koku süren, dikişli elbise giyen, ya­hut bir gün başını örten kimseye ceza olarak bir koyun kesmek düşer.

2) Başının dörtte birini, kan aldıracak yerlerini (SM), koltuk altları­nı veya sadece bir koltuk altını, enseyi, yahut kasığını tıraş edenin de bir koyun kurban etmesi gerekir.

3) İki el ve ayaklarının tırnaklarını veya sadece birinin tırnaklarını kesene de bir koyun kesmek lâzım gelir.

4) Tavaf-ı Kudûm’ü yahut tavaf-ı saderi cünup olarak yapan veya abdestsiz tavaf-ı ziyareti yapanların da cezası bir koyun kurban etmek­tir.

5) Arafat’tan, imamdan önce ayrılan da bir koyun kurban eder. Fa­kat güneş batmadan ve imam ayrılmadan evvel oraya dönerse cezası dü­şer. Güneş batmadan önce ve imam ayrıldıktan sonra, yahut güneş bat-tıkdan sonra oraya dönerse bu cezası sakıt olmaz.

6) Tavaf-ı ziyaretten üç ve üçden az şavtı veya veda tavafını yahut ondan dört şavtı = (dönüş) yapmıyan, Safa ile Merve arasında yürümi-yen, Müzdelife’de durmıyanlara da bir koyun kesmek borç olur.

7) Ziyaret tavafını avret yeri açık olarak yapan Mekke’de kaldığı müddetçe bu tavafı iade eder. Bunu iade etmezse kurban kesmek vacip olur.

8) Cemrelerin hepsini yahut bir günlüğünü veya bayram gününde yapılan “Cemretü’l-akabe”yi yapmıyanlarm da bir koyun kesmesi icab eder. Cemretü’l-akabenin ekseriyetini değil de azını terk ederse her taş için yarım sa’ = (1.667 kilogram) buğday tasadduk eder.

9) Başının dörtte birinden azını tıraş eden, beş tırnakdan daha az tırnak kesen veya ayrı ayrı uzuvlardan (M) beş tırnak kesenin de yarım sa’ buğday vermesi icab eder.

10) Tavaf-ı kudümü yahut veda tavafını abdestsiz olarak yapanlar da yarım sa’ buğday verirler. Fakat ziyaret tavafım, cünüp ve hayızlı

olarak yapanlar ceza olarak bir deve keserler.

11) Bir özürden dolayı güzel koku sürünen, tıraş olan veya dikişli el­bise giyen isterse bir koyun keser, isterse de altı fakire üç sa1 yiyecek ve­rir veya üç gün oruç tutar.

12) Arafat’ta bulunmadan önce ihramlı iken iki yoldan biri ile cinsî münasebette bulunanın haccı fasid olur ve bir koyun kesmesi gerektiği gibi ayrıca haccma devanı eder ve sonraki yıllarda da haccmı kaza eder. Kaza ederken ailesini kendisinden ayrı tutmaz. Arafat’ta vakfeden son­ra cinsî temasda bulununca hac fasid olmaz. Bir sığır veya deve kesmesi lâzım gelir.

13) Tıraşdan sonra cinsî temas yapılır veya öpülür, yahut şehvetle dokunlursa bir koyun kesmek icab eder.

14) Umre’de tavafın dört dönüşünden önce ailesi ile temasda bulu­nan kimsenin de umresi fasid olur. Fakat bu umreyi tamamlar ve sonra da kaza eder. Ayrıca bir koyun keser. Umre’de dört dönüşden sonra cinsî temas yapılınca umre fasid olmaz, sadece bir koyun kurban edilir. Bu konuda kasten yapanla unutarak yapan eşittir.

İhramlmın Bir Av Hayvanını Öldürmesi veya Öldürene Yol Göstermesi:

332 – İhramlı olan kimse bir av hayvanını Öldürür veya öldürene yol gösterirse cezalanır. Bu konuda ilk başlıyan veya bir kaç defa yapan unutarak veya kasden yapanlar arasında fark yoktur.

333 -Ceza şöyle tesbit edilir: îki âdil kimse avlanma yerinde veya ona en yalan olan yerde avın kıymetini biçerler. Suçlu bu kıymet karşılı­ğında isterse bir hayvan alıp kurban eder, isterse de yiyecek alıp her fa­kire yarım sa’ = (1.667 kilogram) buğday olmak üzere dağıtır. Dilerse de her yarım sa’ karşılığında bir gün oruç tutar. Yarım sa’dan az olan. mik­tarı da, ya olduğu gibi verir veya onun yerine de bir gün oruç tutar.

334 – Bir avı yaralıyan yahut tüyünü yolan veya bir uzvunu kopa­ran verdiği noksanlığı ödemede bulunur. Kuşun tüylerini yolana, avın ayaklarını kesene bu hayvanların tüm kıymetlerini ödemek düşer. Yumartayı kıran da onun kıymetini öder. Bit ve çekirge öldüren, fakire di­lediği kadar bir şey verir.

335 – İhramlı olan, av hayvanını keserse o hayvan leş hükmünde olur. İhramdan, ihramda olmıyanm avladığı av hayvanının etinden, eğer ona yardım etmemişse yemesi helâldir.

336 -Hacc-ı ifradı yapan kimseye bir kurban kesmesi gereken her yerde, hacc-ı kıranı yapana iki kurban kesmek gerekir.

İhsar – Engel Çıkmak*

337 İhrama giren bir kimse; düşmandan, bir hastalıkdan veya na­fakasının tükenmesinden dolayı haccmı yapamıyacak hale gelirse; Mekke’nin hareminde kesilmesi için bir koyun gönderir veya kendi adı­na bir koyun satın alınması için parasını gönderir, sonra da ihramdan çı­kar.

Böyle bir kimsenin gönderdiği koyun bayram günlerinden önce de kesilebilir (SM). Hacc-ı kıran yapan bu durumda iki koyun gönderir.

338 – Hacdan men edilen ihramlı, kurban göndermekle ihramdan çıkar ve sonra hac yapmaya imkân bulursa hem hac ve hem de umreyi eda etmesi gerekir. Hacc-ı kıran’a niyet eden ise bir hac ile iki umre ya­par. Umre’ye niyet eden de bir umre yapar.

339 – Bir ihramlı, hacdan men edilip kurban gönderdikten sonra engel ortadan kalkarsa; gönderdiği kurbanı ele geçirmeğe ve haccı eda etmeğe imkân bulunca, ihramdan çıkmayıp hacca devam eder. Kurbanı ele geçirmek ve haccı eda etmek şıklarından sadece birini yapmaya imkânı olursa ihramdan çıkar.

340 – Mekke’de Arafat’ta vakfe’den ve ziyaret tavafından alakonu-lan kimse gerçekden alakonulmuş sayılır. Bu iki farzdan birini yapma­ya imkân bulursa muhsar, yâni alakonulmuş sayılmaz.

Bedel – Başkası Yerine Hac Yapma:

341 –Vekil göndererek farz olan haccı ifa etmiş olmak için kendisi adına gönderilenin; ölü yahut ölünceye kadar devamlı bir acz içinde bu­lunması gerekir.

342 – Vekil, hacca müvekkili adına niyet eder ve “Allahım falanın haccmı kabul et” der.

343 – Kendisi için hiç hac yapmamış olanın, kadının ve kölenin ve­kil olmaları caizdir.

344 _ Hacc-ı temettü1, hacc-ı kıran ve işlenmesi yasak olan fiiller­den dolayı kesilmesi lâzım gelen kurbanlar vekil üzerine borç olur. Fa­kat ihsardan dolayı icab eden kurban vekil gönderene aittir.

345 -Vekil, Arafat’ta vakfeden önce ailesi ile münasebette bulu­nursa, kendisine verilen nafakayı tazmin eder ve kurban da kesmesi ge­rekir. Nafakadan arta kalanı da gönderenin vasisine yahut mirasçıları­na veya kendisine geri verir.

Bısar: Men ve haps etmek mânalarına gelir, istilanda ise “ihrama girip hacca ait işlere devam eden kimseyi bu işlerinden alakoymaktır.”

346 – Kendi adına hac yapılmasını vasiyyet eden kimseye vekil olan, orta durumda tasarruf eder, hacca binite binerek gider. Ölünün vekili, ölünün memleketinden yola çıkar. Fakat nafaka yetişmeyince yetiştiği yerden hareket edilir.

HEDY – (Mekkede kesilen kurban):

347 –Bu kurban, deveden, sığırdan ve davardan olur. Davarın bir yaşında veya o büyüklüğe yakın olanı kurban edilir.

348 – Hacc-ı kıran ve hacc-ı temettü’ için veya nafile olarak kesilen kurbanlar ancak bayram günlerinde kesilir. Kesen bunların etinden yi­yebilir. Diğer cinayet kurbanları istenildiği zaman kesilir ve sahipleri etlerinden yiyemez. Bütün bu kurban çeşitleri ancak “Harem-i Şerif de kesilir. Beceriyor ise bir insanın kendi kurbanını kendisinin kesmesi da­ha iyi olur.

349 – Bu hayvanların çulları ve yularları sadaka olarak verilir. Bu kurbanlardan kasap ücreti verilmez.

350 – Kıymetsiz, kesileceği yere kadar gidemiyecek derecede topal, kemiklerinin iliği kalmamış derecede zayıf, kulakları kesilmiş, kör, ku­laksız olarak yaratılan, kuyruğu kesilmiş olan hayvanlar kurban ol­mazlar. Uzvunun üçte biri ve daha çoğu olmıyan hayvan da kurban ol­maz. Eksikliği üçde birden az ise kurban olur (SM).

Uyuzlu, sütten kesilmiş, buruk ve boynuzsuz hayvanları kurban etmek caizdir.

351 -Zaruret olmadan kurbanlık hayvana binilmez. Binmekten dolayı hayvanda bir eksiklik olursa onu, tazmin ve tasadduk eder. Kur­banlık hayvanın sütü varsa sağılmaz.

352 – Hayvanı önüne katıp götürürken yolda ölür ve kurbanhkdan çıkarsa nafile olduğunda yerine başkasım kesmek gerekmez. Vacip ise hayvanı dilediği şekilde tasarruf eder ve yerine başkasını alıp keser.

353 – Hacc-ı kıran ve hacc-ı temettü’ için kesilen ve nafile olarak kurban edilen sığır ve develerin boyunlarına kurbanlık nişanları takı­lır. Başka kurbanlara ise takılmaz.

İKİNCİ BÖLÜM

“Allah kime hayır dilerse onu dinde fakîh kılar11 Hadis (Tecrîd-i sarîh, c. 1. H. No. 64)

ALIŞ-VERİŞ[62]

1- Alış-veriş “sattım” ve “satın aldım” gibi, geçmiş zamanı gösteren icab ve kabulden ibaret iki sözle meydana gelir. Ayrıca “sattım” ve “satın aldım” anlamında her söz ve karşılıklı alıp-verme (F) ile de akit yapılmış olur.

2 – Satıcı ve alıcıdan biri ahş-veriş için icapta bulunsa diğeri; ister­se kabul eder, isterse red eder. İkisinden herhangi biri kabulden önce meclisden kalkıp giderse icab bâtıl olur.

3 – İcab ve kabul bulununca ikisi için de hıyar-ı meclis = (muhay­yerlik, tek taraflı cayma) olmadan (P) alış-veriş kesinleşir.

4 – Satılan eşyanın, hakkındaki bilgisizliği giderecek derecede ta­nınması gerekir. Zimmette olan, yani ödenecek olan paranın da mikdar ve cinsinin bilinmesi şarttır. Mutlak bir para sözü edilmişse bu, o mem-

leket parasının revaçda olanına yorumlanır.

5- Ölçülen ve tartılan şeylerin, Ölçerek, tartarak ve toptan satışları caizdir.

6 –Yiyecek yığının her kafîzi[63] bir dirheme satılırsa bu sadece bir kafîz için muteber olur (SM).

7- Koyun sürüsünün her koyunu bir dirheme satılırsa (farklılıkla­rından dolayı) bu satış, koyunlardan hiçbiri hakkında caiz olmaz (SMF). Elbiseler de koyunlar gibidir. Fakat kafîz’lerin, arşınların ve koyunla­rın hepsini söyliyerek satış yaparsa caizdir.

8 – Bir hane satılınca anahtarlar ve bina da bu satışa dahil olur. Arazi satımında üzerindeki ağaçlar araziye dahildir.

9 – Meyveleri (yenilmekle bir fayda temin edilebilecek durumda iseler) tam olgunlaşmadan satmak caizdir. Meyve satılınca onu hemen toplamak gerekir. Ağaç üstünde kalması şart koşulursa alış-veriş fasid olur.

10 –Ağacın meyvesini satıp da belli birkaç ntıl (bir ölçü aleti) istis­na etmek caiz olmaz.

11 -Buğdayı (sararmışsa) başak üzerinde, baklayı kabuğu içinde satmak caiz olur[64]

12 –Yolun satılması ve hibe edilmesi caiz, su yolunun satılması ise caiz değildir[65]

13 Kim bir ticaret malını para karşılığında satarsa veresiye olma­dıkça paranın maldan önce teslim edilmesi gerekir. Eğer mal, mal karşı­lığında veya para, diğer bir para karşılığında satılırsa alan ve satan aynı anda beraberce teslim ederler.

14 –Menkul malı = (taşınabilen malı), kabz etmeden önce satmak caiz değildir. Akar ise kabzdan önce satılabilir (M).

15 –Ele geçirilmesinden önce parada tasarruf yapılabilir. Parayı (Z) ve malı (Z) artırmak ve parada indirim yapmak caizdir ve bu değişik­lik akdin aslına dahil olur (Z).

16 – Önce peşin paraya satıp da sonra veresiyeye çevirmek sahih

olur.

17-Cariye alana, hayızdan temizleninceye kadar, yahut bir aydan önce veya hâmile ise doğumunu müteakip nifasdan önce, onunla cinsî temasda bulunması ve sevişmesi helâl olmaz.

18 – Terbiye edilmiş olsun olmasın yırtıcı hayvanların, pars ve kö­peğin satılması da helâldir.

19-Zimmîler = (Müslümanların idaresi altındaki gayri müslimler) ahş-verişde müsühnanlar gibidir. Onlara fazla olarak; içki ve domuz satmak da serbesttir.

20 – Dilsizin anlaşılan işaretleri ile alış-verişi ve diğer akitleri mu­teberdir. Âmânın da satışı ve satın alması caizdir. Âmamn görme mu­hayyerliği de vardır. Aldığı şeyi yoklamak, koklamak ve tutmakla bu muhayyerlik kalkar.

İkale = Yapılan Alış-Verişi Fesh Etmek:

21 -Karşılıklı olarak alış-veriş akdini fesh etmek caizdir. Bu aynı meclisdeki kabule dayanır. İkale; akdi yapanların haklarından vaz geç­melerinden ibarettir (SM) ve üçüncü bir kimse ile olan yeni bir alış-veriş

akdidir (Z).

22 – Söz konusu eşyanın helaki, ikalenin sıhhatine mânidir. Bir kısmının helaki kendi miktarmca engel teşkil eder.

Satıcıya geçen paranın, elinde kaybolması akdi fesh etmeğe mâni olmaz.

Alış-Verişte Muhayyerlik:

23 – Alış-veriş akdini yapanların, muhayyer kalmayı şart koşmala­rı caizdir. Tarafların üç gün muhayyer kalma müddetleri vardır. Bu müddet üç günden az da olabilir. Fakat üç günden çok olması caiz değil­dir (SM).

24 Muhayyer olan, akdi, ancak diğerinin huzurunda (yani ona bil­direrek) bozar (S). Fakat huzurunda da gıyabında da akdi geçerli kılabi­lir.

25 Muhayyerlik hakkı vârislere geçmez.

26 –Fırıncı diye bir köle satın alan, köle fırıncı çıkmadığında, ister­se paranın hepsini ödeyip köleyi alır, isterse de köleyi red eder.

27 – Satıcının muhayyer olması malını mülkünden çıkartmaz. Fa­kat müşterinin muhayyerliği satılan malı mal sahibinin mülkünden çı­kartır ye müşterinin mülküne de dahil etmez (SM).

28 – Bir kimse muhayyerliği, kendi adına başkasına verebilir (Z). Fakat bu hak, her ikisi için de sabit olur ve ikisinden birinin, akdi geçerli kılması ile alış-veriş kesinleşir, fesh etmesi ile de akit bozulur.

29 – Müddetin geçmesi, azad etmek, (cariye ile) cinsî temasda bu­lunmak ve binmek gibi rızayı gösteren her şey ile muhayyerlik kalkar.

Malı Görme Muhayyerliği ve Hükümleri

30 – Bir kimsenin, görmediği bir malı satın alması caizdir ve malı gördüğü zaman muhayyerlik hakkı vardır.

31 -Satıcının ise görmediği malını satmasından dolayı muhayyer­lik hakkı yoktur.

İnsanın yüzünü, hayvanın yüzünü ve kaba etini, elbise ve elbiseye benzer şeyleri katlı olarak görmekle gaye bilineceğinden muhayyerlik düşer.

32 – Bir kimse aldığı malda akdi kesinleştiren bir tasarrufda bulu­nur, yahut elinde ona bir kusur getirir veya bir kısmını geri iade etmek mümkün olmaz, yahut ölürse muhayyerlik hakkı kalkar.

33 – Aldığının bir kısmını gören diğer kısmını gördüğünde muhay­yerlik hakkına sahip olur.

34 – Numunesi gösterilen şeyin bir kısmını görmek tamamını gör­mek gibidir.

35 – Birkimse başkasının malını satarsa; satılan mal, satıcı ve müşteri durumlarını muhafaza ediyorlarsa mal sahibi, isterse alış-veri-şi kabul etmez, isterse de geçerli sayar.

Mutlak Alış-Veriş

36 – Mutlak bir alış-veriş, satılan malın her türlü kusurdan uzak olmasını gerektirir.

37 – Tüccar âdetine göre, malın değerini noksanlaştıran herşey ku­surdur.

38 – Müşteri, malın kusurunu öğrendiği zaman, dilerse onu tam be­deli karşılığında kabul eder, dilerse de red eder.

39 – Âkil olmıyan küçük (köle veya cariye) için; kaçmak, hırsızlık, yatağa işemek kusur değilken, bunlar âkil için kusurdur. Bulûa erdik­ten sonra müşteri yanında meydana gelen kusur hariç, büyük, yukarda-ki kusurları yüzünden iade edilir,

Hayzdan kesilmek kusur olduğu gibi istihaze de kusurdur. Cariye­de, ağız ve koltuk altı kokusu, zina kusur iken, kölede kusur sayılmaz.

İhtiyarlık, müslüman olmamak ve delilik hem cariye ve hem de kö­le için kusur sayılır.

40 – Müşteri, satın aldığı malda bir kusur bulsa, diğer bir kusur da yanında iken meydana gelse satanın rızası olmadıkça o malı geri vere­mez. Ancak kusurun verdiği bedel noksanlığım satandan alır.

41 Satın aldığı kumaşı boyatır, yahut diker veya kavuta yağ koyar sonra da kusurlarının farkına vanrsa, bu kusurların doğurduğu kıymet noksanlığını satıcıdan alır. Köle Ölür veya köleyi azad ederse kusurun vermiş olduğu noksanlığı satıcıdan alır.

42 – Müşteri aldığım öldürür veya gıda maddesini yerse (SM) ku­surlarından dolayı, satandan kıymet noksanlığını istiyemez.

43 – Satıcı malını, kendisinin her kusur davasından berî (uzak) ol­ması .şartı ile satarsa, müşterinin o malı asla geri vermeye hakkı yoktur.

44 – Müşteri aldığı malı bir başkasına sattıktan sonra, bir kusur yüzünden mal kendisine iade edilmek istenir de mahkeme kararı ile malı geri alırsa onu kendisine satana iade eder. Eğer mahkeme kararı olmadan kabul ederse iade edemez.

45 – Muhayyerliği ortadan kaldıran şey geri verme hakkını da orta­dan kaldırır.

Fasid Alış-Veriş

46 – Fasid alış-veriş, malı kabz ile mülkiyet ifade eder. Bu alışveri­şi, alan ve satandan her birinin bozmaya hakları vardır.

47 – Akdi fesh ederken satılan malın mevcut olması şarttır.

48 – Müşterinin teslim almadan önce, malı satması, azad etmesi, başkasına bağışlaması caiz olur. Bu durumda müşteri malı teslim aldığı zamandaki -kıymeti[66] ile satılan cinsten ise- kıymetini ve -misliyle[67] satı­lan cinsten ise- mislini satıcıya öder.

49 –Bâtıl alış-veriş mülkiyet ifade etmez. Bu ahş-verişle alınan mal müşteri yanında emanet olarak bulunur (SM).

50 – Leş, kan, içki,domuz, hür insan, ümmü veled ve müdebber köleyi[68] satmak, hür ile köleyi, leş ile temiz eti (SM) birlikte satmak bâtıldır. Mükâteb = (Hürriyetini para karşılığında efendisinden satın almak için onunla anlaşma yapan köle)in satılması da bâtıldır. Ancak mükâtep satılmasına izin verirse caiz olur.

51 – Balıkları ve kuşları avlamadan, firarda olan köleyi yakalama­dan satmak caiz değildir.

52 – Cariyenin karnındaki cenîn = (çocuk) i ve hayvanın karnındaki yavruyu, daha henüz sağılmamış memedeki sütü, hayvanın sırtındaki yünü, koyundaki eti, tavandaki kirişi, iki elbiseden herhangi birini (be­lirtmeden) satmak caiz değildir.

53 – Müzabene ve muhakele[69]satışı caiz değildir.

54 – Bir malın ay başında teslim edilmek üzere satışı caiz olmaz[70].

55 – Karnındaki çocuk ayrı tutularak cariye satılamaz.

56- Cariye; satm alanın hâmile bırakması, yahut azad etmesi veya satıcının hizmetçi olarak kullanması kaydı ile satılamaz.

57 – Müşterinin parayı satıcıya borç vermesi veya satıcının sattığı kumaşı dikmesi üzere yapılan satışlar da caiz değildir.

58 – Arılar kovansız (M), ipek böceği de ipeksiz satılmaz (M).

59- Taraftarlarca bilinmediği zaman nevruz, mehrican, hıristiyan perhizi ve yahudi fıtır gününe kadar veresiye satışlar caiz değildir.

60 – Hasat, meyve toplama, harman ve hacıların gelme zamanına kadar olan veresiye satışlar da (zamanlarının seneden seneye değişiklik göstereceğinden) caiz olmaz. Ancak daha önceden veresiyeyi kaldırır-larsa bu alış-veriş caiz olur.

61 –Bir kimse müdebber kölesi ile müdebber olmıyan kölesini veya. kendi kölesi ile başkasının kölesini birlikte satarsa bu satış kölesine dü­şen hissede caiz olur.

62 – Cumanın ilk ezanı okunurken alış-veriş yapmak mekruhtur.

63 – Şehirlinin taşradaki[71] için satış yapması mekruhtur.

64 – Bir fiat üzerinden alış-verişi bitiren iki kimsenin, fazla fiat ve­rerek aralarına girmek mekruhtur.

65 – Alıcısı olmadığı halde, alıcı gibi görünerek başkasını teşvik için malın değerini artırmak mekruhtur.

66 – Şehre mal getirmekte olan kafileyi yolda karşılayıp, şehre gir meden mallarını almak (hem şehir halkına yüksek fiyatla satılacağın­dan ve hem de kafilenin, mevcut fiyatları bilemiyeceklerinden dolayı za­rara uğramaları düşünüleceğinden) mekruhtur. Fakat bununla bera­ber bu türlü alış-verişler caizdir.

67 –Bir kimsenin, birbirlerinin mahremi olan iki küçük kölesi veya biri büyük diğeri küçük iki kölesi varsa bunları birbirinden ayırması mekruh olur. Fakat her ikisi de yüksekse mekruh olmaz.

68 – Satış Çeşitleri:

1) Tevliye: Bir malı mal oluş fiatma, kârsız satmaktır.

2) Murabaha: Alış fiatından noksan fiata satmaktır. Bu satış mua­meleleri, ilk bedel misliyattan olmadıkça veya kıyemiyattan [72]olup müş­teri elinde bulunmadıkça sahih olmaz.

69 – Boyama, dikiş, gıda maddelerini bir yerden diğer yere naklet­me, simsar, hayvan sevk etme masrafları da ilk alış fiatına ilâve edilir. Bu durumda satıcı “bana şu kadara mal oldu” demelidir.

70 – Satıcı kendi nafaka parasını, çoban, tabib, terbiyeci ve mual­lim ücretlerini, firarda olan kölesi için yaptığı masrafları ve kira parası­nı ilk alış fiatma ilâve edemez.

71 –Müşteri, mal oluş fiatma aldığı bir malda aldatıldığını anlarsa ücretini, mal oluş fiatından öder (M).

72 – Kârla satışda aldatıldığını; yani kendisine söylenenden fazla kâr alındığını anlarsa, ya tam fiata malı kabul eder (S) veyahutta malı re d eder.

RİBA = FAİZ[73]

73 –Bize göre faizin haranı oluşunun illeti cins ile beraber ölçü veya tartı (F)’dır. Cins ile beraber ölçü veya tartıdan birisi bulununca, ziyade-likle satış haram olduğu gibi, bu durumda veresiye satış yapmak da ha­ramdır; ikisinden hiçbiri yoksa hem fazlasına ve hem de veresiye satış helâl olur.

Eğer; iki illetten (cins ile ölçü veya tartı) yalnız biri bulunursa fazla­lıkla satış helâldir. Fakat”veresiye satış yine haramdır (F).

74 – Faize giren malların, yenisi ile eskisini cinsi cinsine mübadele etmek de aynı şekilde faize girer.

75 – Ayet ve hadislerde keylî olarak bildirilen maddeler ebediyyen keylîdîr. Veznî olarak bildirilen maddelerde ebediyyen veznidir[74].

76 – Sarf = (parayı para karşılığında değiştirmek) akdinde alman ve verilen paraların aynı akit meclisinde alınıp verilmesi şarttır. Sarf akdinden başka diğer ribevî maddelerin mübadelesinde ise tayin et­mekle akit gerçekleşir.

77 – Maddeleri aynı bir felsi, iki fels karşılığında satmak caizdir

78- a) Buğdayın; buğday unu,kavut ve kepek karşılığında satılma­sı caiz değildir. Unu da kavut karşılığında satmak caiz olmaz (SM).

  1. b)Yaş hurmanın, kuru (SM) ve yaş hurma karşılığında aynı ağırlık­ta satılmaları caizdir.
  2. c)Etin, hayvan karşılığında (M), pamuklu bezin de pamuk karşılı­ğında satışları caizdir.
  3. d)Zeytin yağının zeytin, susamın susam yağı karşılığında satışı (fa­izli muamele şüphesinden sakınmak bakımından) caiz değildir. Ancak itibar yolu ile olursa caiz olur.

79 -Dâr-ı harpte = (müslümanlarm hakimiyeti altında olmıyan bir ülke) müslüman ile müslüman olmıyan arasında faiz yasağı yoktur.

80 – Yol korkusundan emin olmak için tüccara uzaktaki bir yere gö­türmesi için borç şeklinde para vermek mekruhtur.

SELEM[75]

81 –Vasıflarını tesbit etmek ve miktarını bilmek mümkün olan her yerde selem satışı caizdir. Eğer malın vasıfları ve miktarı bilinmezse se­lem satışı yapmak caiz olmaz.

82 – Selem akdi ile satışın sahih olması için şu şartlar

lâzımdır:

1) Malın cinsini belli etmek (Buğday, hurma gibi),

2) Malın nevini belli etmek (ova mahsulü veya lor mahsulü mü ol­duğu),

3) Vasıflarım belirtmek, (Eski veya yeni, taze gibi),-

4) Malın vadesini, yani teslim edileceği zamanı tayin etmek,

5) Malın miktarını belli etmek (ölçüsünü veya kilosunu belirtmek),

6) Eğer nakledilmesi gereken yük ve meşakkat var ise malın teslim edileceği yeri bildirmek (SM).

7) Sayı, ölçü ve tartı ile satılan malların karşılığında verilen para miktarını belirtmek,

8) Selem satışı yapılan yerden ayrılmadan parayı peşinen almak.

83- Mevsimi geçmiş-ve piyasadan çekilmiş mallar (meyveler vs.)da ve (aralarında büyük farklılıklar olacağından) mücevheratta selem akdi yapmak sahih değildir.

84 Hayvanlarda, etlerinde (SM), baş ve ayaklarında ve derilerin­de (hayvandan hayvana bunlar farklılıklar göstereceğinden) selem yolu ile alış-veriş yapılmaz.

Tuzlu balıkların, tartarak selem sureti ile satışları caizdir.

85 – Miktarı bilinmiyen muayyen bir ölçü kabı ile selem akdinde bulunmak sahih olmadığı gibi; muayyen bir köyün yemeğinde de selem yolu ile alış-veriş olmaz.

86 – Elbisenin uzunluğu, genişliği, yaması, kerpicin kerpiç kalebil-mesi belirtilince bunlarda selem akdi yapmak caiz olur.

87 –Teslim edilmeden önce selem ile satılan eşyada tasarruf caiz olmadığı gibi, bu malın bedelinde de tesliminden önce tasarruf caiz de­ğildir.

88 – Bir sanatkâra siparişde bulunmak istihsan deliline göre caiz olmuştur (Z). Müşteri sipariş ettiği malı görünce alıp almamakda mu­hayyer olur. Müşteri görmeden önce sanatkârın o malı satmaya hakkı vardır. Eğer malın teslimi için bir müddet tayin edilmişse artık selem meydana gelir (SM).

SARF

89 – Sarf, para cinslerinin birbiri ile satışı demektir. Birbiri ile satı­lan, yani mübadele edilen bu iki paranın basılmış, dövülmüş ve külçe halinde olmaları farksızdır.

90 – Gümüş, gümüş karşılığında, altın da altın karşılığında satıla­cağı zaman eşit ağırhkda ve peşin olarak alınıp verilirler. Altın ve gü­müşte yenilik ile kuyumculuk işine itibar edilmez.

91 –Altın; altın karşılığında, gümüş de gümüş karşılığında toptan satılır ve aynı meclisde bunların eşit ağırhkda oldukları anlaşılırsa, ahş-veriş akdi geçerli olur. Alman ve satılan birbirinden farklı ağırhkda iseler bu akit muteber olmaz.

92 – Altın ile gümüşün birbiri ile değişimi, aynı meclisde teslim alınmaları şartı ile fazlalıklı olarak ve toptan caiz olur.

2 dirhem 1 dinarın, 2 dinar 1 dirheme, 11 dirhemin de 10 dirhem 1 dinara (Z) satışı caizdir.

93 – Bir kimse süslü bir kılıcını onun süsünden daha çok bir bedel karşılığında satarsa caizdir. Yalnız ayrılmadan Önce süs miktannca pa­ranın alınması gerekir.

94 – Gümüş bir kap yahut bir külçe altın satan, parasının bir kısmı­nı müşteriden ahp ayrılınca aralarında ortaklık meydana gelir. Eğer ka­bın bir kısmının başka bir sahibi meydana çıkarsa müşteri isterse hisse­sine göre kabın geriye kalan kısmını da alır. isterse de kabı geri verir. Fakat külçenin bir kısmının başka bir sahibi ortaya çıkarsa hissesine göre külçenin geri kalanını da alır. Bunda muhayyer değildir.

95 – Altın ve gümüş olmıyan paralarla da ahş-veriş caizdir. Eğer bu paralara revaç az ise alış-veriş yapılırken bu parayı belirtmek lâzımdır. Bu paralar revaçta ise belirtmeğe lüzum yoktur.

Altın ve gümüş olmıyan paralara alış-verişden sonra revaç azalırsa satış akdi bozulur (SM).

96 – Bir kimse sarrafa bir dirhem verip “bununla bana bir fulûs= (altın ve gümüş olmıyan para) ve bir habbesi müstesna yarım ver” derse caiz olur. (“Bir habbesi müstesna yarım”[76]ifadesi dirheme, geriye kalan da fulûse yorumlanır.)

ŞUF’A[77]

97 – Şuf a işlemi, ancak akar olan mülklerde olur. Akarm taksim edilebilir veya taksim edilemez olması arasında fark yoktur.

98 – Şuf a; akarı, mal sayılan bir bedel karşılığında başkasına mülk edindirmekle icab eder.

99 – Şuf a hakkı, ancak satışdan sonra olur ve şefî’m = (Şuf a hakkı olan), satılan yerin şefî’i olduğunu söylemesi ve o yeri istediğine ait şahit tutması ile kararlaşır.

100 -Şufa hakkı olan, satılan akarı (müşterinin rızası veya hâkimin hükmüne dayanarak) almakla mülkiyetine geçirir.

101 -Şuf ada müslüman, zimnıî, ticaret yapmasına izin verilen mükâteb köle ve bir kısmı azad edilmiş köle eşittirler..

102 – Şuf a hakkı, sırası ile şu kimselerindin

1) Satılmış olan malda ortaklığı olan,

2) Satılmış olan malda (su hakkı, yol hakkı gibi) bir hakkı olan,

3) Satılmış olan yere bitişik komşu olan.

103 – Şuf a davasını geri bırakmakla bu hak düşmez.

104 –Şuf a hakkı olan, hâkim, huzurunda bu hakkını talep edince hâkim davalıya = (muddea aleyh) sorar. Davalı, şefî’m şuf aya sebep olan mülkünü itiraf ederse veya davalı aleyhine delil getirilirse, yahut davalı kendisine verilen yeminden bilmediği gerekçesi ile çekinirse şefî’m mülkü sabit olur.

105 –Şuf a hakkı olanlar birden fazla olunca; meşfû’ = (şuf a konusu olan mülk) onların (hisselerine göre değil) sayılarına göre taksim edilir.

106 -Şefî’, satışı öğrendiği zaman hemen o meclisde, satılan akarı istediğine şahit tutmalıdır. Mümkün iken şahit tutmıyanın şuf a hakkı kaybolur.

107 –Satılan akar daha henüz mal sahibinin elinde bulunuyorsa şefî’ mal sahibine karşı, yahut müşteriye karşı veya akarın yanında şa­hit tutar.

108 –Akar satıcının elinde olduğu zaman şefî1 ona karşı hasım = (davacı) olur. Fakat hakim ileriye sürülen delilleri ancak müşteri huzu­runda dinler ve sonra da satışı fesh eder, zararı da satıcıya pit kılar.

109 -Şefî’ parayı hazırlıyamaymca da yine davacı olmaya hakkı vardır. Fakat mahkemece lehine hüküm verildiğinde parayı hazır bu­lundurması gerekir.

110 –Bir malı satın almaya vekil olan onu müvekkiline teslim edin­ceye kadar şuf ada davacı olur.

111 -Şefı’in, akara verilmiş olan bedel misliyattan ise mislini, kıye-miyattan ise kıymetini Ödemesi borcu olur.

112 -Satıcı müşteriden fîatın bir kısmını indirmişse bu miktar şefî’den de düşer. Fiatın yarısını indirmiş ve arkasından diğer yarısını da bağışlamışsa şefî1 son yansı karşılığında satın alır.

113 -Müşterinin fîat artırması şuf adar = (şefî’)a lâzım gelmez.

114 –Fiat konusunda anlaşmazlığa düşüldüğünde söz müşterinin­dir. Delil getirmek de şefî’a ait olur.

Şuf a Hakkının Kalkması:

115 –Şuf a hakkı aşağıdaki sebepler yüzünden kalkar:

1) Şuf adarın Ölümü,

2) Şuf adarın, şuf a hakkının tamamından veya bir kısmından vaz geçmesi,

3) Şuf adarın bir bedel karşılığında müşteri ile sulh olması,

4) Şuf adarın mahkemece şuf aya hüküm verilmeden önce malını satması ile,

5) Satılan akarın zararını satın alana tazmin etmesi,

6) Satın alandan o akarın satışını veya kirasını pazarlık etmesi ile.

116 –Şuf a hakkı, müşterinin ölümü ile kalkmaz.

117 –Satıcının vekilinin şuf a hakkı yoktur. Fakat müşterinin veki­linin şuf a hakkı vardır.

118 -“Müşteri falan kimsedir” denilip şefî1 o kimse için şuf a hak­kından vaz geçse ve sonra da başkası olduğu anlaşılırsa şefî’in şuf a hakki devam eder.

119 -“Akar 1000 liraya satıldı” denilip şefî’ hakkından vaz geçse, sonra daha az bir fiata, yahut ölçülen veya tartılan mallar karşılığında satıldığı ortaya çıkarsa şuf a hakkı baki kalır.

120 -Şuf a hakkı gerçekleşmeden önce müşterinin, şuf ayı düşür­mek için hile yapması kötü görülmez (M). Hissesinin bir kısmını satan sonra geriye kalan hissesini de satarsa şuf a ilk hissede olur, başkasında olmaz.

121 –Müşteri akarı veresiye almışsa şefî’ isterse parasını hemen verir, isterse de vadesi dolduktan sonra verir ve sonra evi teslim ahr.

122 –Müşteri arsaya bina yapmış olduğu halde mahkeme; şefî’ le­hine karar verince, şefî’ dilerse binayı kıymeti karşılığında satın ahr, di­lerse de binayı müşteriye yıktırır.

123 –Şefî1 şuf a hakkı ile aldığı arsaya bir ev yapar da; sonra o yerin gerçek hak sahibi ortaya çıkarsa, ancak verdiği parayı geri alabilir.

124 -Ev harab olur yahut ağaçlar kurursa şefî’ dilerse akarı tam fî­at karşılığında alır dilerse de hakkından vazgeçer.’

125 –Müşteri binayı aldıktan sonra yıkarsa; şefî’ dilerse arsasını ona isabet eden paraya satın alır, isterse de hakkından vaz geçer.

126 -Satın alınan hurma ağaçları üzerindeki meyve şefî’indir, müşteri onları topladığı zaman hisselerine düşen para asıl fiattan düşüriilür.

İCARE = KİRAYA VERME

127 Kira; menfaatlann satışından ibarettir ve o, kıyasa aykın ola­rak insanların ihtiyacı yüzünden meşru olmuştur[78].

128 -Kirada menfaatlarm ve ücretin belli olması şarttır.

129 – Alış-verişte bedel olmaya elverişli olan mallar kira ücreti ol­maya da elverişlidir.

130 –Kira şartlarla fasid olur.

131 -(Alış-verişte olduğu gibi) kirada da 1) Görme Muhayyerliği, 2) Muhayyerlik şartı, 3) Ayıp muhayyerliği, olmak üzere üç muhayyerlik vardır.

132 – Kiradan da karşılıklı vaz geçilebilir ve fesh edilebilir.

133 –Menfaatlar; belli bir müddet araziyi ekmek ve yine belli bir müddet evde oturmak gibi müddet tayin etmekle yahut elbisesinin bo­yanacağını ve dikileceğini belirtmekle ve hayvan kiralarken taşınacak yükü veya binilecek mesafeyi belli etmekle bilinir. Menfaatlar işaretle de tayin edilir: “Şu gıda maddelerini taşımak için” gibi.

134 –Bir ev yahut dükkân kiralıyan kimsenin orada oturma hakkı olduğu gibi istediğini de oturtmaya hakkı vardır ve dükkânda da diledi­ği işi yapmak hakkına sahiptir. Ancak (eğer baştan söylenmemişse) de­mircilik, değirmencilik ve çamaşır temizleyiciliği gibi işler kira akdinde

, dahil sayılmazlar.

135 -Ziraat için kiralanan bir araziye, ekilecek şeyin beyan edilme­si, yahut dilenen şeyin ekileceğinin bildirilmesi şarttır. Binmek için hayvan, giymek için elbise kiralanırken kimin binip giyeceği de belirtil­melidir. Şu kadar var ki, birisi elbiseyi giydiği veya hayvana bindiği za­man bu belli olmuş olur.

136 –Bina yapmak yahut ağaç dikmek için bir yer kiralıyan, müd­detin bitiminde o yeri aldığı gibi boş teslim etmesi borcudur. Yonca = (mer’a) da (uzun müddet arazide kalması bakımından) ağaç gibi işlem görür.

137 -Arazi, binayı yıkmakla, ağaçları sökmekle kıymetinden düşe­cek olursa mal sahibi bunların yıkılmış ve sökülmüş durumdaki kıymet­lerini kiracıya borçlanır ve onları mülkiyetine geçirir. Arazi, bunların şökülmesiyle kıymetinden bir şey kaybetmiyecekse sahibi dilerse kira­cıya kıymetlerini ödeyip mülkiyetine geçirir. Bu, kiracının rızası ile mal sahibinin olur. Yahut kiracı ile arazi sahibinin karşılıklı rızaları ile; ara­zi birinin, bina da diğerinin olur.

138 –Hayvan kiralıyan ona yükliyeceği yükü meselâ “şu kadar öl­çek buğday” diye belli ederse; onun gibisini veya arpa gibi daha hafifini yüklemeğe hakkı vardır. Tuz gibi daha ağır şeyi yükliyemez. Kira mu­kavelesinde belirtilen miktardan fazlasını yükleyip hayvan ölürse; hay­vanı, o fazlalığa isabet eden kıymeti ile tazmin eder[79]

Miktarı belirtilen pamuğu yüklemek için kiralanan hayvana ayru ağırlıkta demir (hayvanın tek bir yerine ağırlık yapacağından) yüklene­mez.

139 –Binmek için hayvan kiralıyan, arkasına başka birisini bindi­rip hayvanın ölümüne sebep olsa hayvanın yarı kıymetini öder.

Hayvana vurarak ölümüne sebep olan onun tüm kıymetini Öder (SM).

İşçi Çeşitleri ve Hükümleri:

140 – Ecîr = (işçi)

1) Müşterek olur: Çamaşırcı ve boyacı gibi. Müşterek olan işçi ken­disinden istenen işi yapmadıkça ücreti hak edemez. Kendisine bırakı­lan mal da emanet hükmünde olur. (Kendi kusur ve ameli sebebiyle ol­madıkça telef olmaları yüzünden kıymetlerini ödemez). Ancak, kendi ameli yüzünden bu mallar telef olursa onların kıymetlerini öder: Çama­şırı ufalarken yırtmak, hamalın ayağının kayması, bağlarken ipi kopar­mak vs. gibi. Ancak gemiyi seyr ettirirken gemideki boğulan adamın ya­hut hayvanı yedeğinde veya önünde götürürken üzerinden düşüp ölen adamın diyetini vermez.

141 –Adet olan yerin dışına çıkmadıkça baytar ve kan alıcı üzerine de tazmin gerekmez.

142 –

2) İşçi, özel olur.

Bir hizmeti görmek ye koyun otlatmak için bir aylığına ücretle ça­lıştırılan kimseler gibi. Özel işçi, iş yapmasa bile kendisini teslim et­mekle ücrete hak kazanır.

143 –Özel işçi, elinde telef olan malları tazmin etmediği gibi kasit olmadan kendi ameli ile telef olan malları da tazmin etmez.

Ücretle köle çalıştıran mukavelede şart koşulmadı ise onunla yol­culuğa çıkamaz.

Ücrete Hak Kazanmak:

144 –Kiralanan maldan menfaat sağlanınca ve istenen iş yapılınca mal sahibi veya işçi ücrete hak kazanırlar.

145 –Kira mukavelesinde, ücretin peşin verilmesi şart koşulunca ücretin peşin verilmesi gerekir. Peşin şartı olmadan peşin verilmişse yi­ne ücrete hak kazanılmış olur.

146 –Kiralanan mal teslim alınınca, (belirtilen müddet zarfında) ondan faydalanılın asa bile yine kira ücretini vermek gerekir.

147 –Kiracıdan mal gasp edilince kira ücreti düşer.

148 –Ev sahibi, her günün ve deveci her merhalenin ücretini iste­mek hakkına sahiptir.

149-Ekmeğin tamam olması fırından çıkarılmasıdır. Yemeğin piş­mesinin tamamlanması da tabaklara konulması ile olur[80] Kerpiç yapımıda onun ayakta durması (SM) ile tamamlanır.

150 –Boyacı, terzi, çamaşırcı gibi işlerinin tesirleri işledikleri mal­larda görülen kimseler, ücretlerini alıncaya kadar o malları hapsedebi­lirler. Onların alıkoydukları bu mallar zayi olursa kıymetlerini ödeme­leri de lâzım gelmez (SM). Fakat kendilerine ücretleri de verilmez.

işlerinin eseri görülmiyenler, ücretlerini alıncaya kadar o eşyaları yanlarında alakoymaya hakları yoktur. Hamallar ve cenaze yıkayanlar gibi-

151 –Sanatkâr, kendisinin yapması şart koşulan bir işi başkasına

yaptıramaz.

152 –Mal sahibinin kiracıya “bu dükkânda attarlık yapacaksan ay­lığı bir dirhem, demircilik yapacaksan aylık iki dirhemdir” demesi caiz­dir (SM). Kiracı bu ikisinden hangisini yaparsa ona göre kira ücreti lâzım gelir.

Kiranın Fasid Olması ile Gereken Durum:

153 –Kira fasid olduğu zaman (kira mukavelesinde belirtilen ücret değil de) emsal ücret vermek gerekir. Bu ücret ecr-i müsemma = (akit yapılırken tayin edilen ücret)’dan fazla olamaz.

154 –Kaç aylık olduğu söylenmeden “her aylığı şu kadar liraya” ol­mak üzere bir ev kiraya verilse bu, bir ay için sahih, diğer aylar için ise, fasid olur. Ancak belirli aylar zikrederse caiz olur. Bu durumda bir ay ta­mamlanınca taraflardan her birinin kiraya son vermeğe hakları olur. Fakat kiracı ikinci aydan bir müddet evde oturursa o ay için de kira ge­çerli olur. Böylece her ayın ilk gününde oturmak, akdi, o ay için sahih kı­lar.

155 –Bir kimsenin ona yük yükleyip Mekke’ye götürmesi için deve kiralaması caizdir. Bu kimse, yükün miktarında âdete göre hareket eder. Devesini, gıda maddesinin yüklenmesi için kiraya veren bu yiye­ceklerden yerse yediklerinin bedelini öder.

156 –Belli bir ücret karşılığında süt anası kiralamak caizdir. Bu süt anasının yedirilmesi ve giyiminin de akde dahil edilmesi caiz olur (SM). Süt anası kiralıyan, kocasının bu ailesi ile cinsî münasebette bu­lunmasına engel olamaz.

157 -a) Fıkıh ve Kur’an öğretmek, imamlık yapmak, ezan okumak ve hac etmek gibi bir takım farz olan ibadetleri yapmaya karşılık ücret vermek caiz değildir. Sonradan gelen fıkıhcı arkadaşlarımızın bir kısmı “zamanımızda, imamlık yapması ve Kur’an öğretmesi için ücretle biri­nin tutulması caizdir” derler. Fetva da buna göre verilmiştir.

  1. b)Günâh olan işleri yapması için ücretle birini tutmak caiz olmaz:

Şarkıcılık, ölü arkasından sayıp dökmek vb. şeyler gibi.

158 – Döl yapsın diye kiralanan teke için ücret almak helâl deği­ldir[81]

159 – Hamamcının ve kan alan kimsenin ücret alması helâldir.

160 -Yiyecek maddesini yüklemek için ondan bir ölçek karşılığında hayvan kiralamakla akit fasid olur.

161 –Terziye, boy palto dikmesini söylediğini iddia edene karşı, ter­zi de “yelek yapmamı istedin” derse söz elbise sahibinindir ve kendisine yemin verilir. Yemin ederse terzi kumaşın kıymetini öder.

162 –Elbise sahibi, terziye, ücretsiz diktiğini söyler, terzi de ücret karşılığında diktiğini iddia eder ve bu anlaşmazlıkları elbise dikilme­den önce olursa evvelâ elbise sahibi, sonra da terzi olmak üzere her ikisi de yeminleşirler. Elbise dikildikten sonra anlaşmazlık başlamışsa söz elbise yaptıranındır.

163 –Ev harap olduğu, arazinin ve değirmenin suyu kesildiği za­man kira akdi fesh olur.

164 – Taraflardan biri, kira akdini kendisi için yapınca öldüğü za­man akit fesh olur. Akdi başkası adına yaptıysa (vasî, velî, vakfin kayyu-mu ve vekîl gibi), ölümü ile akit fesh olmaz.

Kirayı Fesh Eden Özürler:

165 –Özür sebebi ile kira akdi fesh olur. Şöyle ki: Ticaret yapmak için dükkân kiralıyan iflâs ederse, yahut bir malını kiraya verenin üze­rine borç lâzım gelip başka da malı bulunmasa kira akdi fesh olur.

166 –Yolculuk için bir hayvan kiraladıktan sonra gitmeğe lüzum kalmazsa yine kira akdi fesh olur. Fakat mal sahibinin bir işi çıkarsa bu özür sayılmaz.

REHİN[82]

167 –Rehin; bir alacağı; bizzat tazmini gereken ve alacağın (gerek­tiğinde) ondan alınması mümkün olan bir mal ile teminat altına alma akdidir.

168 – Rehin akdi ancak merhûnu = (rehin verilen mal) ele geçirmek yahut tahliye[83] ile tamamlanır. Kabz ve tahliyeden önce râhin isterse malını teslim eder, isterse de rehin vermekten vaz geçebilir.

169 –Rehinin sahih olabilmesi için: a) Rehine verilen malın belli ve elde edilmesi mümkün,

  1. b)Başkası ile ilişkisi olmıyan,
  2. c)Başkası ile ortak ise, taksim edilmiş olması gereklidir.

170 – Rehin, onu kabz eden alacaklının kefaleti altına girer.

171 –Rehin, borçlunun mülkü olarak helak olur ve hatta tekfin masrafları da borçlu üzerine düşer. Alacaklı, helak olan rehinin maliye­tinden alacağı kadarını hükmen almış sayılır. Alacağından fazla olan kısım yine yamnda emanet olarak kalır. Eğer rehin olan mal alacağın­dan az ise onun miktarı kadar borç düşer.

172 –Rehinin, alacaklı tarafından kabz edildiği günde ki, kıymeti­ne itibar edilir.

173 –Alacaklı rehni:

  1. a)Bir başkasına emanet olarak verirse
  2. b)Ya­hut satarsa,
  3. c)Kiraya verirse,
  4. d)Başkasına ödünç verirse,
  5. e)Borcuna karşılık ayrıca başkasına rehin verir ve bunlara benzer tasarruflarda bulunursa bütün kıymeti ile onu tazmin eder.

174 – Rehin olarak verilen malın nafakası ve çoban ücreti borçluya aittir.

175 – Rehindeki herhangi bir artma ve çoğalma[84]da borçlunundur. Bu artış asılla beraber rehin olur. Ancak bu artış helak olursa onu elinde bulunduran alacaklının tazmin etmesi gerekmez.

Eğer artış kalıp, asıl rehin helak olursa; alacaklı, alacağının artışa düşen miktarı karşılığında onu elinden çıkartır. Bu durumda borç, asıl rehinin alındığı günde ki, kıymeti ile artışın iade edildiği gündeki kıy­meti arasında taksim edilir ve asıla isabet eden borç düşer.

176 –Rehini ziyade etmek = (başka bir malı da rehin olarak ilâve et­mek) caiz (Z), fakat borcu arttırmak caiz değildir /S).

177 –Bir rehin her iki borç karşılığında rehin olamaz.

178 –Rehinin korunmasına ait yer kirası alacaklıya aittir. Rehini korumak alacaklının vazifesidir. Bizzat kendisi koruduğu gibi, ailesi, çocuğu ve evinin hizmetçisi de koruyabilir.

179 –Alacaklının, rehinden faydalanmak hakkı yoktur.

180 -Borçlu,alacakhya rehini kullanması için izin verir ve o da kul­lanırken zayi olursa emânet olarak zayi olup (tazmini gerekmez).

Dirhem ve Dinar Paraların Rehin Verilmesi;

181 –Dirhem ve çlinar paraların rehin olarak verilmesi caizdir.

182 –Bu paralar kendi cinslerinden olan borç karşılığında rehin ve­rilip mürtehin = (alacaklı) elinde zayi olsalar (kıymetlerince değil de) miktarlarmca borç düşer. Yenilik ve eskilik, yani kıymet bakımından, alacak ile rehin mal arasında fark da olsa bütün ölçü ve tartı ile verilen-mallarda hüküm miktarlarına göredir.

183 –Sarf akdinin bedeli ve selemin sermayesi karşılığında rehin verilmesi sahihtir. Akit meclisinden ayrılmadan önce rehin verilen mal zayi olursa selem ve sarf akitleri tamam olur. Ve borç da verilmiş saydır. Taraflar birbirinden ayrıldıktan sonra zayi olursa rehin durur, fakat sarf ve selem akitleri iptal olur.

184 – Va’d edilmiş bir borç karşılığında rehin almak sahihtir. Eğer verilecek olan borç karşılığında konulan rehin, mürtehin elinde zayi olursa; mürtehin, va’d ettiğini borçlusuna vermek mecburiyetindedir.

185 – Bir kimse bir malı ona karşılık muayyen bir şeyi rehin bırak­mak üzere satın alır ve sonra onu rehin olarak bırakmaktan vaz geçerse zorlanamaz. Bu durumda satıcı isterse rehinden vaz geçer, isterse de satmaktan vaz geçer. Müşteri hemen parasını öder veya birinci rehin kıymetinde başka bir şeyi rehin olarak bırakırsa satıcının vaz geçme hakkı kalmaz.

186 -Borcuna karşılık rehin olarak iki köle veren o kölelerden biri­ne düşen borç miktarını ödese geri kalan borcunu da ödemedikçe o köle­lerden hiç birini alamaz.

187 – Bir malın iki alacaklıya birden rehin verilmesi caizdir. Bu re­hin her ikisinin de hissesini içine alır. Birine olan borç ödenince tümüyle diğeri yanında rehin olarak kalır.

188 -Mürtehinin, borçludan alacağını istemeğe ve (vadesini uzat­masından dolayı) hapsettirmeğe hakkı vardır.

189 -Mürtehin, alacağının ödenmesini sağlamak için rehini sata­maz.

Borçlunun Rehin Verdiği Malı Satması:

190 –Borçlu, rehin verdiği malı satarsa bu akit alacaklının iznine yahut alacağının ödenmesine bağlı kalır.

191 –Borçlu, rehinde olan kölesini azad ederse azadı geçerli olur. Borcun hemen ödenmesi gerekiyorsa alacaklı alacağını ister. Tehirli bir borç ise kölenin yerine, onun kıymetinde bir mal rehin verilir.

Borçlu fakir ise, köle kıymetinden ve borçtan az olanını tedarik için kazanç sahasına atılır. Borçlu zengin ise köle efendisine ödettirir.

192 -Rehindeki mal bir başkası tarafından zayi edilse; mürtehin, zayi olduğu gündeki kıymetini ona ödettirir. Onun bu rehinden faydalanmaya hakkı da yoktur.

193 –Alacaklı, yanında rehin olan malı sahibine ödünç verip o da bunu kabz ederse alacaklının zimmetinden çıkar: O mal esas sahibi olan borçlunun elinde zayi olursa alacaklının bir şey ödemesi lâzım gelmez.

194 –Taraflardan her ikisinin rehini yed-i adle = (her ikisinin de güvendiği bir kimseye) bırakmaları caizdir. Akit yapılırken her iki taraf da rehinin yed-i adl’de kalmasını şart koştularsa bu malı hiç birisi ondan geri alamaz.

195 –Adi’in elinde zayi olan malı (kendi elinde zayi olmuş gibi) ala­caklı tazmin eder.

196 –Borçlu, rehindeki malının satımına alacaklıyı veya bir başka­sını vekil tayin edebilir. Rehin akdi yapılırken bu vekâlet şart koşulursa borçlunun ölümü veya vekilini azletmesi ile vekâlet ortadan kalkmaz.

197 -Borçlu ölünce vasisi rehindeki malı satıp borcunu öder. Vasî yoksa hâkim tarafından bu iş için bir vasî tayin edilir.

198 –Borçlunun rehin vermek için ödünç mal alması caizdir. Ödünç veren tarafından herhangi bir kayıt konulmamışsa dilediği borcuna karşılık onu rehin verir. Kime hangi çeşit ve ne miktar borç verilebilece­ği tayin edilmişse, borçlunun bunda artırma ve eksiltme hakkı yoktur.

KISMET = HİSSELERİN BÖLÜNMESİ[85]

199- Birbirinden farklı olmayıp ölçü ve tartı ile satılan mallarda if­raz = (hisseleri birbirinden ayırarak paylaştırma) yönü daha üstündür.

Akar ve hayvan gibi birinden diğerine farklılık gösteren malların taksiminde de mübadele[86]= (bir hissenin diğer hisse ile değiştirilmesi) yönü üstün gelir.

200 – Aynı cins malların taksiminde ortaklardan biri taksime ya­naşmazsa mecbur edilir. Taksim edilecek ortak mallar ayrı ayrı cinsler­den olunca taksime yanaşmıyan ortak zorlanamaz.

201 – Ortakların kendi kendilerine taksim yapmaları caizdir. Çocu­ğun yerine velisi veya vasisi taksim yapar.

Mahkemeden taksim yapması istenince; hâkimin, âdil, güvenilir ve taksim işini bilen birisini bu iş için tayin etmesi gerekir. Bu kimsenin geçimi (yaptığı iş hâkimin hükmü gibi çekişmeyi kaldırdığından) devlet hazinesinden sağlanır. Veya malları taksim edilenlerden alacağı bir üc­ret takdiri yapılır. Bu ücret hisse miktarlarına göre değil de kişi başına göre verilir (SM).

202 – (Bir şehirdeki) bütün halk bir tek taksim ediciyi tutmak için zorlanamaz. Müteaddit taksim edicilerin birbiri ile ortak olmasına mü­saade edilmez.

203 -Ortaklaşa ellerinde bir akar bulunduranlar, miras olduğnu iddia ederek mahkemeden taksim etmesini isteseler hâkim, mal sahibi­nin ölümünü (SM) isbat (F) ve mirasçıların adedini beyan etmedikleri müddetçe taksimi yapmaz. Varislerden iki kişi hâkimin huzuruna gele­rek mal sahibinin öldüğüne ve mirasçıların sayısına ait beyyine ikame edip kendilerinden başka orada bulunmıyan bir mirasçının daha bulun­duğunu ispatlasalar hâkim akarı taksim eder. Ancak akar, bulunmıyan mirasçının elinde bulnuyorsa taksim yapılamaz. Satın alma işinde ise hepsi bulunmadıkça taksim yapılmaz. Eğer mirasçılardan biri bulunup beyyine de ikame etse yine taksim yapılamaz.

Ortaklardan Birinin Taksim İstemesi:

204 – Bütün ortaklar kendi hisselerinden fayda temin edebiliyor-larsa onlardan biri isteyince taksim yapılır. Eğer ortaklar zarar görü­yorlarsa taksim yapılmaz.

îki ortaktan biri taksimden sonra hissesinden fayda sağladığı hal­de, diğeri zarar görecekse; faydalananın isteği ile hâkim taksim yapar.

205 – Mücevher, köle (SMF), hamam, iki ev arasındaki kuyu, duvar ve değirmen ortakların rızası olmadıkça taksime tabi tutulmazlar[87]

206 – Müşterek olan konaklar, araziler ve dükkânlardan her biri ayrı ayrı taksim edilir. Her ev ise ayrı bir hisse olur[88]

Binanın üst katındaki iki hisseye karşılık alt kat bir hisse olur (SM)[89]

207 – Paralar, ortakların rızası olmadıkça taksime dahil edilmez­ler.

Taksim Edenin Yapması Gereken İş:

208 – Taksim edicinin, ortaklar arasında kur’a çekmesi gerekir. Kur’a da herkes kendi ismine çıkan hisseyi alır.

209 – Hâkim veya onun vekili taksim yaptığı zaman bundan hiçbir hissedarın dönmeğe hakkı yoktur.

210 -Ortaklardan birine düşen hissede, diğerine ait önceden şart koşulmıyan su yolu veya yol bulunur ve bunları başka tarafa döndürme­nin de imkânı olmazsa taksim fesh edilir.

211 –Ortaklar, hisselerini aldıklarını ikrar ettikden sonra onlar­dan biri kendine düşen hissenin bir kısmının ortağının elinde olduğunu iddia etse delilsiz kabul olunmaz. Bölenlerin, ortaklar arasındaki anlaş­mazlıklarda şahitliği kabul edilir.

Hissedarlardan biri hissesini aldığım, fakat sonra ortağının kendi­sinden geri aldığını söylerse bu iddiasını isbat etmesi gerekir. Yahut hasmına yemin ettirilir. Eğer bu iddiasını, kendine düşen payı aldığım ikrar etmeden önce yaparsa davalı ve davacı her ikisi de yemin eder ve taksim de fesh edilir.

212 –Hissedarlardan birine düşen hissenin bir kısmına bir başkası sahip çıksa (taksim fesh edilmeyip) o yerden kendi payına düşeni ortak­larından alır.

Muhâye’e = Menfaati Bölüşme:

213 –Menfaati bölüşmek “istihsali” deliline göre caiz olmuştur. Or­taklardan birinin yahut hepsinin ölümü ile menfaati bölüşme akdi bo­zulmaz.

Ortaklardan birinin taksim istemesi ile muhâye’e akdi bozulur.

214 –Bir konakta iki ortağın nöbetleşe oturmaları yahut, alt katta birisinin üst katta diğerinin ikamet etmesi üzerine yapılan anlaşma ca­iz olur.

215 –Ortaklardan her birinin kendine düşen menfaati (kendisi kullanabildiği gibi) kiraya vermeğe ve gelirini almaya hakkı vardır.

216 –Ortak bir kölenin, bir gün bir efendisine bir gün öbür efendisi­ne hizmet etmesi üzerine yapılan anlaşma muteberdir. Küçük bir ev hakkındaki hüküm de böyledir. İki ortağın iki kölesi varsa her köle bir ortağa hizmet eder.

Köle hangi ortağa hizmet ediyorsa yemeğini de onun vermesi şart koşulabilir. Fakat elbise için bu şart muteber olmaz.

Ortak olan bir kölenin nöbetleşe gelirini almak caiz olmadığı gibi iki köle hakkında da bu caiz değildir (SM).

217 –Bir hayvana nöbetleşe binmek (hâkimin hükmü ile) caiz ol­madığı gibi ortak iki hayvan için de caiz olmaz[90].

218 –Müşterek ağaçlardan bir miktarının meyvelerini biri diğer-, kısmın meyvelerini de öteki ortağın toplaması, sürünün bir kısmının bir ortak, öteki kısmının da diğer ortak tarafından sağılması ve yavruları­nın alınması üzerine yapılan akit caiz olmaz. (Hasılat yine aralarında müşterek olur).

219 –Müşterek bir köleleri ve bir de evleri olan iki ortağın nöbetleşe köleyi istihdam etmeleri ve evde oturmaları caizdir. Menfaatları değişik olan her şeyde bunlar gibi muhâye’e akdi sahih olur.

HÂKİMLİK ÂDABI*

220 –Adalete uygun hüküm vermek vazifelerin en üstünü ve iba­detlerin en şereflisidir.

Hâkimin müçtehit olması en uygundur. Böylesi bulunmazsa, şahit olma şartlarını kendinde toplıyan, dininde, emanete riayetinde, akıl ve anlayışında kendisine güvenilen, fikıh ve sünneti bilen kimselerin tayin edilmesi gerekir. Müftü olacak kimseler de böyle olmalıdır.

221 – Hâkimlik vazifesini almak için can atmak doğru değildir. Adaletle hüküm vermekde acze düşeceğinden korkan kimsenin de bu vazifeye girmesi mekruh olur. Bu vazifeyi yerine getirmede kendine gü­veni olan birisi için ise böyle bir mahzur yoktur.

Yetkili kimse olmadığından hâkimlik işi kendisine kalan kimsenin bu vazifeyi görmesi farz olur.

Edeb; insanlarla iş yapmak ve geçinmek hususunda beğenilen bir huya ve güzel ahlâka sahip olmak demektir.

Hâkimin edebi de dinin gösterdiği adaleti yaymak ve zulmü yok etmek, bir ta­rafa meyi etmemek, hukukî hadleri yerine getirmek ve sünnet yoluna gitmek­tir.

Kaza kelimesinin lügâtta pek çok mânalan vardır: ilzam etmek, haber vermek, bir işi bitirmek, takdir etmek, bir şeyi diğer şeyin yerine koymak, onun mânalan arasındadır. Hukuk dilinde kaza; “amme velayetini üzerine alan bir kimsenin söylediği geçerli bir söz”dür. Kazanın bu tarifi içinde lügat

mânalan da vardır.

Hiç bir peygamber yoktur ki, Allah ona kaza etmesini emretmiş olma­sın. Allah, Hz. Adem (A.S.)’e “halife” ismini koymuştur. Hz. Muhammed (S A.V)’e “İnsanlar arasında Allahın indirdiği hükümlerle hüküm ver.” (Mâide, a: 49) demektedir. Hz. Davud (S.A.) “insanlar arasında hak (ve adaletle) hükm et. (Hükmünde) heva (ve heves)e (hissiyatına) tâbi ol­ma ki bu, seni Allah yolundan saptırır” (Sad., a: 26) buyurmaktadır.

Kaza etmek, hüküm vermek; iyiliği emr etmek, kötülükden vaz geçir­mek, hakkı açıklamak, mazlumu zalimden kurtarmak, hakkı sahibine kavuş­turmaktır. Allah kanunlarım bu işler için koydu, peygamberlerini bunlar için gönderdi.

Zalim devlet reislerinin hâkimliğe tayin teklifini kabullenmek ca­izdir.

222 – Kadının, şahitliğinin kabul edildiği sahalarda hâkim olması caizdir (F).

223 – Kaza vazifesini devralan hâkim kendisinden önceki hakimin dava dosyalarını ister, tutulan sicil ve haritaları gözden geçirir.

224 – Yeni tayin olunan hâkim, emanetler konusunda,, ve vakıflara kaldırmada ileriye sürülen delillere, yahut ellerinde bulunduranların itiraflarına göre hüküm verir. Vazifesinden azl edilmiş bir hâkimin sözü ile hareket etmez. Ancak dava dosyalarını bu asd edilen hâkim kendisi­ne teslim etmişse onun sözü ile hüküm verir.

225 – Hâkim, hüküm için mescitte açık bir yere oturur. Davaya ca­mide bakması ise daha uygun olur[91].

226 – Hâkim yanında bir tercüman ve bir de müslüman kâtip bu­lundurur. Bu kâtibin hukuk konularını bilmesi gerekir.

227 – Hâkim davacı ve davalıyı muhakeme ederken onları karşı­sında eşit vaziyette oturtur. Onlara yönelişinde, bakışında ve işaretle­rinde hep eşit hareket eder.

Hâkim hasımlardan biri ile fısıldaşmaz ve delilini ona telkin etmez. Birini bırakıp da diğerine gülümsemez ve hiç birisi ile şakalaşmaz. Biri­ni bırakıp da diğerine ziyafet veremez.

228 – Hâkim kendisine hâkim olmadan önce hediye vermiyen bir yabancısının hediyesini kabul etmez.

Hâkim özel davetlerde bulunamayıp ancak umumî davetlerde ha­zır bulunur. Hasatları ziyaret eder, cenazelere katılır.

229 – Hâkime, üzüntü, uyku, kızgınlık, gelirse, acıkır, susar veya herhangi hayvanı bir ihtiyaç arız olursa hüküm vermekten geri durur.

Dava yerinde kendisi için ne bir şey satabilir ve ne de alabilir.

230 – Bir hâkim hüküm verme yetkisini başkasına veremez. Ancak kendisine böyle bir yetki verilmişse yerine başkasını geçirebilir.

231 –Hazır bulunmıyan bir davalı aleyhine onun yerine geçen (ve­kili veya vasisi) bulunmadıkça hüküm verilemez. Yahut hazır bulunmı­yan için iddia edilen şey, hazır bulunan için iddia edilen şeyin sebebi olursa yine bulunmıyan davalı aleyhine hüküm verilir[92]

Hâkimlik ve Bir Hâkime Başka Bir Hâkimin Kararının Arz Olunması:

232 –Hâkime başka bir hâkimin kararı arz olunduğu zaman bu ka­rar; kitap, meşhur sünnet veya icmaya aykırı değilse imzalar.

233 – Bir hâkimin, lehine şahitlik yapması kabul olunmıyan birisi için hüküm vermesi caiz olmaz. Kendisini hâkimliğe tayin eden kimse­nin leh ve aleyhindeki davalara ise bakabilir. (Hâkim milletin vekilidir, kendisim tayin eden idarecilerin vekili değildir. Bu bakımdan kendisini tayin eden reisler ölse bile onun hâkimliği devam eder).

234 – Hâkimin kendi hâkimliği zamanında ve bölgesinde kul hak­larından olduğunu bildiği bir davaya bakması caiz olur.

235 – Nikâh, boşanma ve ahş:veriş gibi akitlerde ve mevcut bir ak-din feshi konusunda yalancı şahitlerin (tezkiyelerinden sonra) şehadet-lerine dayanılarak verilmiş olan bir hüküm hem insanlar ve hem de Al­lah katında (SM) geçerli olur[93] Bağış ve miras da böyledir.

Borçlunun Haps Edilmesi:

236 – Davacı = (müdde’i)nin muhakeme sonunda haklı olduğu an­laşılır da borçlusunun haps edilmesini isterse, hâkim haps etmeyip üze­rindeki borcu ödemesini emreder. Eğer ödemekten kaçınırsa haps eder. Borçlu fakir olduğunu ikrar ederse serbest bırakılır.

237 –Borçlu fakir olduğun ileriye sürerken, alacaklı zengin oldu­ğunu iddia eder ve hâkim de onun zengin olduğunu biliyorsa, yahut borç, malın bedeli olan bir para veya borç olarak verilen bir mal ve bir para ise yahut kefalet ve mehir gibi üzerine aldığı bir borç ise veya karısını mal karşılığında boşamasından doğan ve bunlara benzer şeylerin borcu ise hâkim borçluyu haps eder. Bu türlü borçların haricinde fakir olduğunu iddia eden borçlu haps edilmez. Ancak varlıklı kimse olduğu ispatlanır­sa yine haps olunur.

238 – Borçluyu bir müddet haps eden hâkime, “eğer malı olsaydı or­taya çıkarırdı” diye bir kanaat gelirse onun durumunu araştırır, malı çıkmazsa serbest bırakır. Bununla beraber zengin olduğu isbatlanirsa hapsi uzatılır.

239 – Erkek karısının nafakasından dolayı haps edilir.

Bir baba çocuğuna olan borcundan dolayı haps edilmez. Ancak ço­cuğuna nafaka vermekten kaçınırsa haps olunur.

Hâkimler Arasında Yazışma:

240 – Şüphe ile düşmiyen [94]bütün hukuk dâvalarında bir hâkimin diğer bir hâkime gönderdiği yazı kabul edilir. Bu yazışma, nikâh, borç, gasp, inkâr edilen emanetler, şirketi mudarabe, neseb ve akar davala­rında yapılır.

Menkul mallar = (taşınabilen mallar)la ilgili davalarda bu yazışma kabul edilmez. îmam Muhammed’e göre ise bütün menkul mal davala­rında yazışma kabul edilirki, fetva buna göre verilmiştir.

241 -Yazının, hangi hâkime ait olduğunu isbatlıyan, bir beyyinesi olmadıkça nazara alınmaz. Ayrıca yazı gönderilen hâkimin de yazıda belirtilmesi gerekir. Bundan sonra da dilerse “müslümanların hâkimlerinden yazı kendisine ulaşan herkese, müslüman olmıyan hâkimlere değil” kaydı konulur.

Hâkim tanzim ettiği yazıyı şahitler huzurunda okur ve içinde olan şeyleri onlara anlatır, sonra huzurlarında yazıyı mühürler. Şahitler de o yazıda olan şeyleri bellerler.

Şahitlerin isimleri baba ve dede adları yazıya dahil edilir. Ebû Yu­suf hâkimliğe başlayınca bu söylenen kayıtlardan hiç birini şart koşma­dı. Serahsî de (halka kolaylık olsun diye) Ebû Yusuf un görüşünü benim­semiştir. Tabiî ki hiç bir zaman haber almak görmek gibi olmaz.

242 – Yazı, davaya bakan hâkime gelince mühürüne bakar. Şahit­ler “bu yazının falan hâkimin olduğuna ve hüküm meclisinde kendileri­ne teslim ettiğine, kendilerine okuyup mühürlediğine” şahitlik yapınca hâkim mektubu açar ve hasma karşı onu okur ve içindekilerle hasmı il­zam eder. Hasım mahkemede bulunmayınca hâkim bu gelen yazıyı ka­bul etmez.

243 – Yazıyı gönderen hâkim ölür veya vazfesinden azl edilirse, ya­hut yazısı yerine varmadan önce kazaî ehliyeti alınırsa bu yazı iptal olur. Yazının gönderildiği hâkim de ölürse yine iptal olur. Ancak yazının altına gönderilen hâkimin isminden sonra “müslümanların hâkimlerinden kendisine ulaşan herkese” diye bir kayıt konuldu ise is­mi yazılan hâkim ölse de bu yazı geçerli olur.

244 – Hasmın ölümü ile yazı iptal olmayıp mirasçılarına geçer.

245 -Hasım, yazının gönderildiği hâkimin bölgesinde yoksa ve da­vacı onun delilini dinlemek ve onun için hasmı = (davalıktın bulunduğu yerdeki hâkime bir mektup yazmak isterse yazar. Bu mektuba ilk gelen yazının bir nüshasını veya o mânada bir yazı koyar.

Hâkem Tâyin Etmek:

246 –Davacı ve davalının bir kimseyi aralarında hüküm vermek için hakem tayin etmeleri caiz olur (F).

247 – Şüphe ile düşen (kısas ve had) davalarında hâkem tayin et­mek caiz değildir.

248 –Hakemin, hüküm vermeğe ehil olması şarttır.

249 -Hakem tayin edilen; delilleri dinler, tarafların ikrarına, ye­minden dönmelerine ve çekinmelerine göre hüküm verir. Hakemin ver­diği hükmü her iki tarafın da yerine getirmesi lâzım gelir.

250 – Davalı ve davacıdan her birinin hüküm verilmeden önce ha­kem tayini işinden dönmeğe haklan vardır.

251 –Hakemin verdiği karar bir kadıya havale edilirse mezhebine uygun görürse imzalar. Uygun değilse bu kararı bozar.

252 –Hakemin, lehlerine şahitlik yapamıyacağı kimselerin (ana-baba, aile ve çocukları) lehine hüküm vermesi caiz olmaz.

HACR = MANİ OLMAK[95]

253 – Hacri gerektiren sebepler üçtür:,

1) Küçük olmak

2) Mecnun = (deli) olmak

3) Kölelik.

254 – Mecnunun ve akıl erdiremiyen = (mümeyyiz olmıyan)[96]çocu­ğun tasarrufu aslen caiz değildir. Aklı eren = (mümeyyiz olan) çocuğun tasarrufu, velisi geçerli sayarsa veya önceden izin vermişse caiz olur. Köle tasarruf konusunda mümeyyiz olan çocuk gibidir.

Çocuğun ve delinin yaptıkları akitler, ikrarları, boşamaları ve köle azad etmeleri sahih değildir.

255 – Akıl-bâlığ olmıyan çocuk ve deli başkasının malım telef eder­se ödemek lâzım gelir.

256 – Kölenin sözleri, kendi hakkında geçerlidir. Bir malı ikrar ederse azad oldukdan sonra onu ödemesi gerekir. Had yahut kısas ceza­sını gerektiren bir suçu veya ailesini boşadığım ikrar ederse hemen lâzım gelir.

257 – Erkeğin bulûğa ermesi; uyurken ihtilâm olması, gebe bırak­ması ve meni getirmesi ile olur. Bunlar yoksa 18 yaşma ulaşması ile bulûğa ermiş olduğu kabul edilir (SM).

Kızın bulûğa ermesi, uyurken ihtilam olması yahut âdet görmesi veya gebe kalması ile gerçekleşir. Bu haller yoksa 17 yaşma girmesi ile bulûğa ermiş sayılır (SM).

18 yaşına giren erkek ve 17 yaşına giren kız, yani mürahik ve müra-hika bulûğa erdiklerini söylerlerse tasdik edilirler.

258 – Âkıl-bâliğ olan hür bir kimse malını menfaatma uygun olmı-yan şeylere harcıyan bir sefih[97] olsa da hacr edilemez (SM).

Reşîd olmadan âkıl-bâliğ olan bir çocuğa 25 yaşma basıncaya kadar malları teslim edilmez. Fakat 25 yaşma girince reşîd olduğu görülmese bile malları kendisine teslim edilir[98] (SM).

259 – Sefihin, mahcur kılınmadan önce yapmış olduğu tasarrufları geçerli olur.

260 – Ne fâsık ve ne de borçlu olanlar hacr edilmezler.

261- Alacaklılar borçlunun (kudreti olduğu halde borcunu Ödemeyi uzatmasından dolayı) haps edilmesini isterlerse hâkim, malını satıp borcunu ödeyinceye kadar borçluyu haps eder.

262 – Borçlunun nakit parası varsa ve borç da nakit para cinsinden ise hâkim borçlunun izni olmasa da bu para ile ödemede bulunur. Borç­lunun dirhem parası olup, borç dinar para olarak verilecekse veya du­rum bunun tersi ise hâkim borç için değişik parasını satar. Bunun için eşyalarını ve akarını satılığa çıkartmaz. îmam Muhammed ve Ebû Yu­suf a göre bunlar da satılığa çıkartılır ki, fetva buna göredir.

263 – Müflisin = (iflâs eden) hiç malı çıkmazsa “Hâkimin edebi” bahsinde geçtiği gibi haps edilmeyip serbest bırakılır.

îflâs eden borçlu hapisden çıktıkdan sonra alacaklıların borçluyu devamlı takip etmelerine engel olunamaz. Ancak bunlar onu tasarrufla­rından ve yolculukdan alakoyamazlar. Sadece fazla kazancını alıp ara­larında hisselerine göre taksim yaparlar.

İZİN[99]

264 – Hacr altında bulunan bir kimseye izin verilmiş olduğu; .

1) Açık olarak,

2) Delâlet (Z) yolu ile anlaşılır.

Tasarrufdan men edilen kimseyi, velisinin alış-verişde bulunurken görüp bir şey dememesi delâlet yolu ile izin sayılır. Bu alış-verişin veli için veya bir başkası için yapılmış olması, velinin emriyle yahut emri bu­lunmadan yapılması, alış-verişin sahih veya fasit bir ahş-veriş olması arasında fark yoktur.

265 – Mezuna verilen izin,

1) Umumî olur,

2) Hususî olur.

266 – Yemek için bir yiyecek ve giymek için elbise satın almasına izin verilen bir mahcur, mezun olmuş sayılmaz[100].

267 – Kendisine izin verilen kimsenin:

1) Alış-verişde bulunmaya,

2) Kendine vekîl tayin etmeğe,

3) Sermaye edinmeğe,

4) Mudarabe ortaklığı kurmaya,

5) Ödünç vermeğe,

6) Rehin verip rehin almaya,

7) Kiraya vermeğe ve kiralamaya,

8) Sipariş vermeye ve siparişleri kabul etmeye,

9) Ziraat ortaklığı kurmaya,

10} Yiyecek satın almaya,

11) Ekip biçmeye,

12) İnan ortaklığını kurmaya hakkı vardır[101]

268 – Kendisine izin verilen kimse, borcu olduğunu, bir malı gasp ettiğini, veya yanındaki malın emanet bulunduğunu ikrar ederse bu ik­rarı sahih olur.

269 – Mezun:

1) Evlenemez,

2) Kölelerini evlendireme.z (S),

3) Kölesi ile mükâtebe akdi yapamaz,

4) Kölesini azad edemez,

5) Borç veremez,

6) Bağışta bulunamaz,

7) Sadaka veremez, .,

8) Kefil olamaz,

9) Yiyeceklerden birazcık hediye edebilir,

10) Kendileri ile iş yaptığı kimselere ziyafet verebilir,

11) Kölesinin ticaret yapmasına izin verebilir.

270 – Kölenin izin sebebi ile edindiği borçlar kendi boynuna kalır. Efendisi malı ile kendisini kurtarmadıkça borçları için satılığa çıkartı­lır. Köle borçlarını ödemeyip efendisi ödeyince alacaklıların kölede bir hakları kalmaz. Aksi halde köle satılır ve parası alacaklıları arasında hisselerine göre taksim edilir. Bundan sonra yine borç kalırsa hürriyeti­ne kavuşunca onlar da kendisinden istenir.

271 –Efendi, kölesini ticaretten men edince bulunduğu çarşı ehli veya onların çoğu. bunu öğreninceye kadar mahcur sayılmaz.

272 – Ticaret yapmaya mezun olan cariyenin efendisinden çocuk doğurması ile (Z) ve kölenin firar etmesi ile bu izin kalkar. Yine ticarete izinli olan kölenin efendisi ölür, yahut cinnet getirirse veya dinden dö­nüp dâr-ı harbe iltihak ederse köle yeniden hacr altına alınmış olur.

273 – Kölenin mahcur olduktan sonra elindeki mal hakkında yaptı­ğı ikrarları sahih olur (SM).

274 – Kölenin borçları elindeki malından ve kendi kıymetinden faz­la olunca efendisi onun malından hiçbir şey alamaz (SM).

275 –Efendi, borçlu olan kölesini azad edince bu geçerli olur ve kö­lesinin kıymetince parayı borçlularına öder. Kalan borçları ödemek kö­leye düşer.

276 – Efendinin köleye bir malı kıymetine veya daha az bir paraya satması caizdir. Ticarete mezun kölenin de, efendisine bir malı kıymeti­ne veya kıymetinden daha fazla bir paraya satması caiz olur.

İKRAH = ZORLAMA[102]

277 – icbar = (İkrâh)m sabit olabilmesi için bir takım şartların bu­lunması gerekir:

1) Mücbir = (zorlıyan)in tehdidini yerine getirmeğe kudreti bulun­ması şarttır. ,

2) icbar edilen = (zorlanan) kimsenin, istenen şeyi yapmadığı tak­dirde tehdidin hemen gerçekleştirilmesinden korkması gerekir.

3) icbar edilen kimsenin zorlanmadan önce yaptırılmak istenen iş­ten kendi hakkı yahut başkasının hakkı veya şer’î bir hak yüzünden sa­kınmış olması şarttır.

4) Tehdidin; öldürmek veya bir azayı yok etmek yahut gamını ge­rektirip rızayı kaldıracak bir durumda bulunması şarttır.

278 – Bir kimse Ölüm veya şiddetli dayak, yahut haps olunmak teh­didi ile malını satmaya, bir malı satın almaya, kiraya veya bir ikrara zorlanır da isteneni yapar ve sonra da zorlama kalkarsa; dilerse yaptığı akdi kabul eder, dilerse de fesh eder.

279 – Alış-verişe icbar edilen onun bedelini kendi isteği ile alırsa bu izin sayılır. Eğer zorla aldırümışsa bu izin sayılmaz ve alınan mal duru­yorsa geri iade edilir.

280 – Zorla alman mal el değiştirerek mücbir olmıyan müşteri elinde helak olmuşsa mal sahibi müşteriye malının kıymetini Ödettirdiği gi­bi, zorhyana da ödettirmek hakkına sahiptir.

281 –Karısını boşamaya veya kölesini azad etmeğe zorlanan bu is­tekleri yerine getirirse karısı boş ve kölesi azad olmuş olur. Bu durumda kölesinin kıymetini zorhyana ödettirir ve kölenin velayeti de azad edene ait olur. Boşama, zifafa girmeden önce olmuşsa mehrin yansını ve eğer’ mehir tayin edilmemişse vermesi lâzım gelen mut’ayı zorlıyandan alır.

282 – Hapis veya’dayak tehdidi ile içki içmeğe, leş yemeğe, dinden dönmeğe, bir müslümanm yahut zimmînin malını telef etmeğe zorlanan icbar edilmiş sayılmaz. Ölümle tehdid edilirse yukardaki fiilleri işleme­sine izin vardır. Ancak işlemeyip sabr eder ve öldürülürse sevaba nail olur.

283 – Birisini öldürmeğe zorlanan bu işi katiyyen yapamaz, öldü-rülünceye kadar sabretmek mecburiyetindedir. Öldürürse günahkâr olur. Bu durumda kısas cezası zorhyana verilir (Z.S).

284 – Dinden dönmeğe zorlanan karısı baîn talak ile ondan boş ol­muş sayılmaz. ‘

285 – Zinaya zorlanana da had cezası verilmez (Z).

DAVA[103]

286 – Davacı = (müddei) davasından vaz geçtiği zaman muhakeme­ye zorlanamaz. Davalı = (müddea aleyh) ise zorlanır.

287 – Dâva edilen haklan, cins ve miktarının belli olması lâzımdır.

288 – Alacak davasında, davacı, alacağını (cins ve miktarını belir­terek) istediğini bildirir.

289 – îddia edilen hak, taşınabilen = (menkul) bir mal ise davalıya onu mahkemeye getirmesi teklif olunur. Eğer bu eşya hazır değilse da­vacı onun kıymetini bildirir.

290 – Dâva edilen akar ise onun dört hududu belirtilir ve akarı elle­rinde bulunduranların isimleri, dedelerine kadar nesepleri kayd edilir. Akarın bulunduğu mahalle ve belde bildirilir. Davacı; akarın, davalının elinde olduğunu ve kendisinden bu akarı istediğini ifâde eder.

291 Dâva, esas yönünden sahih olunca hâkim davalıya bu davayı sorar, itiraf ederse yahut davacı, davasını isbat eden beyyine = (delil)getirirse aleyhine hüküm verilir. Davacı delil getirmeyip hasmına yemin verilmesini istediğinde yemin verilir. Yemin ederse, delil getirilmediği müddetçe dâva düşer. Yemîn etmekden çekinirse, çekingenliği sebebiy­le aleyhine hüküm verilir. Bir yemine göre hüküm vermek caizdir. Üç defa yemin vermek en iyisidir.

292 – Yeminden çekinmek “yemin etmiyorum” demekle, sağır ve dilsiz değilse susmakla sabit olur.

293 –Davacıya yemin verilmez (F).

294 – Davacı, “delilim şehirde hazırdır” deyip davalıdan yemin is­tese yemin verilmez (SMF). Davalıdan, kendisine karşılık üç günlük bir kefil alınır. Eğer orada yolcu olarak bulunuyorsa davacı, hâkimin mecli­si miktarınca davalının peşini bırakmaz.

295-1) Nikâh,

2) Ric’î talakdan sonra rucû etmek = (nikâhı devam ettirmek),

3) Karıya yaklaşmamak için yapılan yeminden dönmek = (ilâdan fey),

4) Kölelik, .

5) Cariyeyi ümmülveled kılmak,

6) Neseb, –

7) Velayet,

8) Haddi gerektiren suç davalarında, davalıya yemin verilmez (SM).

296 – Kısas davalarında, inkâr eden davalıya yemin teklifi yapılır. Yeminden çekinirse azalarında kısas uygulanır (SM). Ölümü gerekti­ren kısas davalarında ise yeminden çekinene kısas uygulanmayıp ye­min edinceye (SM) yahut, suçunu ikrar edinceye kadar hapis cezası veri­lir.

297 – Kadın, zifafdan önce kocasının kendisini boşadığını iddia ederse kocaya yemin verilir. Yeminden çekinirse mehrin yarı parasını ödemesine hüküm verilir.

298 – Allah’dan başka hiç bir şeye yemin edilmez. Hâkim isterse Allah ‘m sıfatları ile yemini daha da kuvvetlendirir. Yeminin tekrarlan­masında ihtiyat vardır. Zaman ve mekân ile yemin kuvvetlendirilmez.

Yahudiye “Musa (AS)’ya Tevratı indiren Allah Teâlâya yemin ede­rim” şeklinde yemin verdirilir.

Hıristiyanlara “İsa (AS)’ya İncili indiren Allah Teâlâya yemin ede­rim” dedirttirilir.

Mecûsîlere, “Ateşi yaratan Allaha”, Putperestlere de sadece Al­lah’a yemin ettirilir. Bu sınıflara tapındıkları mabetlerinde yemin veril­mez.

299 – Alış-verişde; “söylenen malda aramızda bir ahş-verişin mevcut bulunmadığına Allah’a yemin ederim” tarzında yemin verdirilip

Nikâhda, “O anda ikisi arasında nikâhin mevcut olmadığına” yenün ettirilir. Baîn talak ile boşamada; “o saatte karısının kendisinç|en baîn talak ile boş bulunmadığına” yemin verdirilir. Emanet davalarır^ “Yanımda emanet olarak bulunduğunu iddia ettiği malından hiç bir şe­yin bulunmadığına ve onun bende bir hakkı olmadığına Allah Teâl^ya yemin ederim” şeklinde yemin teklif edilir. Eğer davalı; “O malı bana bu_ rada olmıyan falan adam emanet bıraktı. Yahut onu yanımda rehin bı­raktı veya o malı ondan gasp ettim, yahut bana ödünç verdi veya kir^va verdi” der ve buna ait delilde getirirse, aldatmış olmadığı müddetçe va düşer. Şahitler “onu tanımadığımız bir adam emanet bırakmıştı” der­lerse dava düşmez.

Beyyinelerin = (delillerin) Tercihi*

300 – Mutlak mülk davasında hariç = (malı elinde bulundurmıyın) in delili zilyed = (malı elinde bulunduran) in delilinden daha üstün tutu­lur.

301 – Hâriç bir tarih söyliyerek o tarihde mala sahip bulunduğuma delil getirse, zilyed de mülkiyetine ait daha eski tarihli bir delil geti^se zilyedin delili tercih edilir.

302 – Hayvan yavrusu ve dokunuşu bir kere olan kumaş gibi, t^k_ rarlanmıyan bir sebeple kayıtlı bulunan, mülkiyet davalarında; malı elinde bulunduranın delili üstün tutulur.

303 – Her ikisi de tarih söylemeden malı diğerinden satın almış ol­duğuna delil getirse delilleri kabul edilmez.

304 – İki kişi aynı kadın ile nikâhlı olduklarını iddia edip delil getir­seler, herhangi biri lehine hüküm verilmez. Fakat nikahlan diki arı ta­rihleri belirtirlerse, kadın tarihi eski olanın olur.

305 – İki kişiden her biri başka bir kimsenin elinde bulunan malın kendisine ait olduğunu iddia edip delil getirseler, bu malın ikisine ait ol­duğuna hükmedilir.

306- İki kimse, köleyi mal sahibinden satın almış olduğuna

Hâriç: Bir malı elinde bulundurmıyan ve onda tasamıfda buiunmak-tan uzak olan kimsedir.

Zilyed: Bir malı bilfiil elinde bulunduran yahut bir mala sahib o|an kimselerin tasarrufu gibi tasarrufda bulunan kimsedir.

Mutlak mülk: Veraset veya bir kimseden satın almak gibi mülk edin­mek sebeplerinden biri ile kayıtlı bulunmıyan mülkdür. Böyle sebeplerle ka­yıtlı olan mülkiyete mukayyet mülk denilir. “Bu ev benimdir”, denilince n>ut-lak mülk iddiasında bulunulmuş olur. Fakat “bana bağışlandı” “satın ald>m” ifadeleri mukayyet mülkü ifade eder.’ayrı delil getirse her biri dilerse köleyi yan fîatı ile alır, dilerlerse de hak­larından vaz geçerler. Birisi hakkından vaz geçince, öteki tamamına sa­hip olamaz. Bu durumda ikisi de satın-almış olduğu vakti bildirse, hak, tarihi eski olanındır. Satın aldığı tarihi bildiren yahut malı kabz etmiş olanın delili ötekinden daha üstündür.

307 – Biri, dava konusu olan malı satın aldığını, öteki, kendisine bağışlandığını veya sadaka verildiğini iddia edip her iki durumda da malı kabz etmiş olsa, ikisi de tarih belirtmeseler satış delili, sadaka ve bağış deliline tercih edilir.

308 – Erkek, malı satın almış olduğunu, kadın da kendisini, o mal rehin olmak üzere,nikâhlandığını iddia etse, her ikisi de eşit tutulur.

309 – İki hâriçden her biri malın mülkiyetinde olduğuna ait delil getirse ve tarih söylese, yahut (zilyed olmıyan) bir veya iki kişiden satın aldıklarına delil getirseler, tarihi eski olanın delili yeni olamnkinden üstün tutulur. Sadece birisi tarihini beyan ederse hak onun olur.

310 – İki kişi bir hayvanda hak iddia etseler; bunlardan hayvana bi­nen veya üzerinde yükü olan daha haklı olur (F). Biri semere öteki hay­vanın terkisine binmişse, biri gömleği giyinmiş, öteki ise tutunmuşsa, semere binen ve gömleği giymiş olanlar daha haklı görülürler.

311 –Kumaşı dokumuş olduğunu ve yavruyu hayvanın yavruladı-ğını iddia edenin delili mutlak mülk iddiasında bulunanın = (yani sade­ce bunların kendisinin olduğunu iddia edenin) delilinden daha üstün­dür.

312 – İki şahit ile üç (F) ve daha çok şahidi olanların delilleri arasın­da bir fark yoktur.

Tehâlüf = Karşılıklı Yeminleşmek:

313 -Bir alış-veriş davasında satıcı ile alıcı fîat veya ahş-veriş ko­nusu olan malda anlaşmazlığa düşerlerse bunlardan delil getiren üstün tutulur. Her ikisi de delil getirse mal veya paranın daha fazla olduğunu iddia edenin delili üstün olur.

314 –Eğer alıcı ve satıcıdan hiç birinin delili yoksa satana “Ya müş­terinin iddia ettiği malı teslim eder veya satışı fesh ederiz” denilir. Müş­teriye de “Satıcının iddia ettiği parayı teslim et, yoksa satışı fesh ederiz” denilir. Bu tekliflere razı olmazlarsa hâkim her ikisine de (diğerinin da­vası üzerine) yemin verdirir ve alış-verişi bozar. Önce satıcı yemin eder.

Satış aynî bir mübadele ise[104]hâkim, önce istediğine yemin verdirir. Biri yemin etmekten çekinirse diğerinin iddiasını kabullenmek mecburiye­tinde kalır.

315 –Müşteri ile satıcı; müddet yahut muhayyerlik şartı veya para­nın bir kısmının ödenip ödenmediğinde anlaşmazlığa düşseler her ikisi yeminleşmez, söz inkâr edenin olur (yani sadece o yemin eder).

316 -Satılan mal helak olduktan sonra ihtilâfa düşüldüğünde yine yeminleşmezler, söz müşterinin olur. Satılan malın bir kısmı helak ol­duktan sonra anlaşmazlık başlarsa yine yeminleşmezler. Ancak satıcı helak olan kısma düşen paradan vaz geçerse yine her ikisine yemin etti­rilir.

317 -Menfaattan hiç bir şey alınmadan önce kira parasında veya menfaatin miktarında anlaşmazlığa düşüldüğünde her ikisi de yemin eder ve aldıklarını geri iade ederler.

318 -Menfaatin tamamı alındıktan sonra anlaşmazlık olursa her ikisine birden yemin verilmez. Söz kiralıyanmdır. (Yani sadece kiralı-yan yemin eder). Menfaatin bir kısmı alındıktan sonra anlaşmazlık ol­muşsa her ikisi de yemin eder ve kalan müddet hakkında kira fesh edi­lir. Geçen müddet hakkında da söz kiracının olur.

319 -Alış-verişi karşılıklı olarak kaldırdıktan sonra (daha satıcı malını geri almadan önce) bir ihtilâf olursa her ikisi de yemin eder ve alış-veriş geri döner.

320 -Mehir konusunda anlaşmazlık olunca karı-kocadan hangisi delil getirirse onun delili kabul edilir. Eğer her ikisi de delil getirirse ka­dının delili makbul olur. Her ikisinin de delili yoksa yeminleşirler. Han­gisi yemin etmekden çekinirse onun aleyhine hüküm verilir. Her ikisi de yemin ederse kadına emsallerine göre mehir takdir edilir. Bu mehir ka­dının iddia etmiş olduğu mehir kadar veya ondan daha çok olursa kadı­nın sözüne göre hüküm verilir. Eğer kocanın iddia etmiş olduğu mehir kadar veya ondan daha az tutarsa kocanın iddiasına göre hüküm verilir. Emsale göre takdir edilen mehir kadının dediğinden az ve kocanın dedi­ğinden fazla çıkarsa doğrudan doğruya emsal mehre hüküm verilir.

321 -Karı-koca, ev eşyasında anlaşmazlığa düşerlerse kadınlara elverişli olanlar kadının, erkeklere elverişli olan eşyalar da erkeğin olur. Karı-kocadan biri ölür de mirasçıları diğeri ile anlaşmazlığa düşer­lerse, her ikisine de elverişli olan eşyalar, hayatta kalan eşin olur.

322 -Efendi ile köle kitabet[105] bedelinin mikdarında ihtilâf ederler­se her ikisi de yemin etmezler.

Neseb Davası:

323 – Satılan bir cariye satıldıkdan sonra altı ay geçmeden bir ço­cuk doğurur ve onu satan, bu çocuğun kendisinden olduğunu dava eder­se, çocuğun nesebi kendisinden sabit olur. Cariye ümmü veledi[106] olur. Akş-veriş bozulur ve cariye için ödenen para da geri verilir (SM). Müşte­rinin bu durumda satan efendi ile olan davası kabul edilmez.

324 – Çocuk öldükden sonra, satan onun kendisinden olduğunu id­dia etse cariye, artık onun üram’ü veledi olmaz.

325 – Cariye öldükten sonra, altı aydan önce doğmuş olan çocuğun kendisinden olduğunu iddia ederse, çocuk kendisine ait olur. Cariyeyi kaça sattı ise, o parayı tamamen geri öder.

326 – Cariye, satıldıkdan sonra altı ay ile iki sene arasında çocuk doğurursa, müşteri satanın; çocuğun kendisinden olduğu hakkındaki iddiasını tasdik ederse, çocuk satanın olur ve satış fesh edilir. Tasdik et­mezse çocuk kendisinin olur.

Satılışından iki sene geçtikden sonra artık satıcının davası dinlen­mez. Satış fesh olmaz, çocuk azad olmaz, cariye de kendisinin ümm-ü ve­ledi olmaz.

327 – îkiz çocuklardan birinin nesebini iddia eden için ikisinin de ondan nesebi sabit olur.

İKRAR[107]

328 – ikrar, ikrar eden = (mukır) aleyhine bir delildir.

329 – ikrar edenin âkil ve baliğ olması şarttır. .

330 – Lehine ikrar edilenin = (mukarrun leh) yani hak sahibinin belli olması da şarttır.

331 -Belli bir şeyi ikrar etmek sahih olduğu gibi, belli olmıyan bir şeyi ikrar etmek de sahihtir.. Ve belli olmıyan şey açıklanır. Bir kimse “bende falan adamın bir malı var veya bir hakkı var” derse bu adamın, kıymet taşıyan bir malı ve Hakkı açıklaması lâzım gelir. Hak sahibi, ik­rarda bulunanı bu açıklamasında yalanlarsa söz yemini ile beraber ik­rarda bulunanın olur.

332 – Bir mal ikrarında malın kıymetinin bir dirhemden daha az ol­maması gerekir. Eğer “büyük bir mal” denilmişse bu mal, söylediği ma­lın nisap miktarı olur. Zekâta tâbi olmıyan malda nisap miktarının kıy­meti olur. Eğer “Onun bende çok malları var” diye ikrarda bulunulmuşsa üç nisap miktarını dolduran malın olduğu düşünülür. “Onun bende dirhemleri var” ikrarı ile üç dirhemden aşağısı kabul edilmez, ikrarında “çok dirhem alacağı var” derse on dirhemden aşağı açıklaması kabul edilmez. “Şöyle bir dirhem” sözünden bir dirhem anlaşılır. “Onun bende şu kadar, şu kadar dirhemi var” ikrarı ile on bir dirhemden aşağı sözü kabul edilmez. “Onun bende şu kadar, şu kadar şu kadar dirhemi var” şeklinde üç tekrar yapılmışsa bu da en azından on bir dirhemi gösterir: “Şu kadar ve şu kadar” yani arada “ve” bağı bulunan ifadeyle yirmi birden aşağısı, kabul edilmez. Eğer bu şekilde (ve) bağı ile üç tekrar ya­pılmışsa, yirmi bire yüz ilâve edilir. Dört tekrar yapılmışsa bin ilâve edi­lir.

333 – Bütün ölçü ve tartı ile satılan mallarda da yukardaki gibi ha­reket edilir.

334 – İkrar eden ikrarında “Yüz ve bir dirhem demişse” bunun yüz bir dirhem olduğu anlaşılır. Tartı ve ölçü ile satılan mallar için de durum aynıdır.

ikrarda “Yüz ve bir elbise” denilirse bu sadece bir elbise olduğunu gösterir ve “100”ün de ne olduğunun açıklanması gerekir. “Yüz ve iki” sözü de böyledir. Fakat ‘Yüz ve üç elbise” doğru dan-doğruya 103 elbiseyi ifade eder (F).

335 – ikrar eden “Onun üzerimde veya benim taranmda bir alacağı var” derse borcu olduğunu anlatmış olur. Fakat böyle değil de; “yanımda beraberimde, evimde” demişse bunlarla bir emaneti ikrar etmiş olur.

336 – Alacaklı borçluya “benim sende bin lira alacağım var” der, o da “Onu tart al, yahut onu boz al veya onu tehir et, yahut onu sana öde­dim veya ben onu sana tecil ettirdim” derse, bu sözleri ile ikrarda bulun­muş olur. Fakat yukardaki sözlerde zamir kullanmazsa ikrarda bulun­muş olur. Fakat yukardaki sözlerde zamir kullanmazsa ikrarda bulun­muş olmaz.

337 – Borçlu, tecil edilmiş bir borç ikrar eder, alacaklı da hemen ödenmesi gerektiğini iddia ederse alacaklıya tecilli olmadığına yemin ettirilir (F).

Sünnete gelince Hz. Peygamber (S.A.V) Mâiz ile Gâmidiyye adlarında bir erkekle bir kadını; zina ettiklerini huzurunda birkaç defa ikrar etmeleri üzerine recm etmiştir. Bu “asîf diye tanınan hadiste anlatılır. Sübülü’s-Selâm adlı eser bunu Ebû Hureyre (R,A)’den nakleder. (Buharî, Hudûd, 30-33-46. Tirmizî Hudûd, 5-8).

ikrar hakkında icma da vardır; ikrar töhmetsiz doğrulukdan sadır olmuşdur. insan yaradılış itibari ile malı çok sevdiğine göre o malın başkasına ait olduğunu ikrarda yalancı olamaz.

Mukır: ikrar eden.

. Mukarrunleh: Hak sahibi, yani kendi lehine ikrar yapılan kimse, ikrar sarih, açık sözlerle olduğu gibi, zımnî ve delâlet yolu ile de olur.

338 – Yüzük borcu olduğunu ikrar eden kimsenin hem halkasını ve hem de taşını vermesi lâzım gelir. Kılıç borcu ikrarı içerisine kılıcın de­mir kısmı, kını ve bağı dahil olur. Mendile bağlı bir elbise ikrarına men­dil de girer.

339 – Benim beşde beş lira borcum var” sözü ile çarpmayı irade etse bile beş lirayı ikrar etmiş olur.

“Onun bende birden on liraya kadar alacağı var” yahut “bir lira ile on lira arasında alacağı var” ikrarına göre dokuz lira vermek gerekir (S.M.F).

340 – Anne karnındaki çocuk ile ikrarda bulunmak caizdir ve mül­kü olmaya elverişli (F) bir sebep söyleyince anne karnındaki çocuk için ikrarda bulunmak da caiz olur.

İkrarda İstisna Yapmak = Hariç Tutmak:

341 – îkrar edilen bir hakkın tamamından, hemen bu ikrara bitişik olmak şartı ile bir kısmım istisna etmek sahihtir. Ve geriye kalan kısmı ödemek lâzım gelir, ikrar edilen miktarın tümünü istisna etmek bâtıldır, (yani ikrar ettiği şeyin tümünü vermesi gerekir).

342 – Bir kimse ikrarına “İnşallah” diye başlarsa bununla bir hakkı ikrar etmiş olmaz. Melekler ve cinler gibi ne diledikleri belli olmıyan varlıkların dileklerine bağlı ikrarda bulunmak da yine böyledir.

343 – Bir kimse bir dinarı veya bir ölçek buğdayı müstesna olmak üzere, yüz dirhem borcu olduğnu ikrar etse yüz dirhem, bir- dinar (MZ) veya bir ölçek buğdayın kıymetleri çıkartılarak ödenir. Bütün ölçülen ve tartılan (M) ve sayı (Z) ile satılan mallarda da istisna edilenler ikrar edi­len borçdan kıymetlerine göre hariç tutulurlar.

Bir elbisenin, koyunun veya bir konağın istisna edilmesi = (ikrar edilen paradan hariç tutulması) ise sahih değildir.

344 – Bir kimse malı Zeyd’den gasp ettiğini söyleyip arkasından “hayır bilâkis Amr’den” derse bu mal Zeyd’in olur ve ayrıca o malın kıy­metini Amr’e tazmin eder (F).

345 – Eğer bir kimse iki şeyi ikrar edip sonra onlardan birini ve öte­kinin de bir kısmını istisna etse = (hariç tutsa) bu ikrar bâtıl olur (SM). Onlardan birinin bir kısmını yahut her ikisinin bir kısmını hariç tutmak ise sahihtir ve hariç tutulan şey kendi cinsine sarf olunur.

346 Bir konakdan binasının istisna edilmesi bâtıldır. “Konağın binası benim, arsası ise falan adamındır” sözü ile bina kendisinin ve ar­sası da ikrar ettiği adamın olur.

347 – Bir kimse “satın alıp teslim almadığım kölenin parasından bin lira borcum var” der ve köleyi de tayin etmezse bin lira vermesi gerekir (SM). Eğer köleyi tayin eder ve sahibi de onu kendisine teslim ederse bin lirayı vermesi borç olur, aksi halde olmaz.

348 – Domuz veya içki parasından borcu olduğunu söyliyene bu borç ‘. lâzım gelir.

349 – Eğer bir kimse “satın aldığım eşyanın parasından veya bana verdiği borçdah dolayı falana borcum var” der, sonra da “O kalp veya dü­şük bakır para idi” der, hak sahibi de “O yeni, geçerli paradır” diye iddia­da bulunursa geçerli para olduğuna hükm edilir. Fakat “O parayı ondan gasp etmiştim” veya “Yanımda emanet bırakmıştı” derse, paranın kalp veya düşük bakır para olduğu hususundaki iddiası kabul edilir. Fakat kurşunî para veya gümüş karışımı âdı bir para olduğu iddiası bunların ikrarından hemen sonra yapılmışsa kabul edilir. Aksi halde sonradan yapılan iddia kabul edilmez.

Sıhhatli İken ve Ölüm Hastalığında İkrar Edilen Borçlar:

350 – Bir kimsenin sıhhatli iken edindiği borçları ve hasta iken bili­nen bir sebepten (bir şeyi satın almak, borç almak, başkasının malını te­lef etmek v.s.’den) ileri gelen borçları, ölüm hastalığında iken ikrar et­miş olduğu borçlarından (ödemedeki sıra yönünden) öne alınır. Ölüm hastalığında iken ikrar edilen borçlar da mirasdan önce alınır.

.351 –Hastanın mirasçılardan birine bir borç veya bir mal ikrar et­mesi hükümsüzdür. Ancak diğer mirasçılar bunu kabul ederlerse bu ik­rar geçerli olur.

352 – Bir kimse, hastalığında ailesini üç talak ile boşar ve sonra onun için bir ikrarda bulunup ölürse, kadın mirasın ve ikrar edilen hak­kın hangisi daha az ise onu alır.

353 – Hasta, mirasçı olmıyan bir yabancı için ikrard abulunur ve sonra onun kendisinin oğlu olduğunu söylerse ikrarı hükümsüz kalır. Fakat bir kadın için böyle bir ikrarda bulunup sonra onunla evlenirse bu ikrarı geçerli olur.

354 – Bir erkeğin “Bu benim çocuğumdur, ana ve babamdır, ailem-dir, kölemdir” tarzındaki ikrarını bu kimseler tasdik ederlerse sahih olur. Kadının da ikrarı erkeğin ikrarı gibi sahih olur. Ancak bir çocuğun, kendisinin olduğunu ikrar etmesi kocasının tasdikine veya ebenin şehâdetine bağlıdır.

Babası ölen kimse, birisinin kardeşi olduğunu ikrar etse bu kimse mirasda kendisine ortak olur. Fakat nesebi babasından sabit olmaz.

ŞAHİTLİK[108]

355 – Hâdiseye şahit olmasından dolayı şahit tayin edilenin istenil­diği zaman bundan çekinmeğe hakkı yoktur. Şahitlik vazifesini üzerine aldıkdan sonra, kendisinden şahitlik yapması istenildiği zaman hak; başkası ile isbat edilemiyeçekse şahitlik yapması farz olur.

356 – Had cezasını gerektiren suçlarda şahit, şahitliğini gizlemek­le açıklamak arasında muhayyerdir. Şahitliğini gizlemesi ise daha iyi­dir. Hırsızlığa şahit olunca (malı çalmanın-hakkını korumak için) “Bu malı aldı” der. “Çaldı” demez.

357 – Şahitliğin Nisabı:

1) Zina suçu için, dört erkeğin şahitlik yapması lâzımdır.

2) Zinadan başka had ve kısas cezalarını gerekli kılan suçlar için, iki erkek şahit gerekir.

3) Yukardaki iki maddeden başka hukuk davalarında iki erkek ya­hut iki erkekle bir kadının (P) şahitlikleri kabul olunur.

4) Doğum, bakirelik ve kadınlığa ait kusurlar gibi erkeklerin bile-miyeceği hususlarda tek bir kadının şahitliği kabul edilir. Çocuğun ce­naze namazının kılınması için doğarken sesinin çıktığına ait kadınların yapmış olduğu şahitlik makbuldür. Fakat bu şahitlik miras için geçerli değildir (SM).

358 – Şahitlerde Bulunması Gereken Vasıflar:

1) Âdil olmak,

2) Şahidin “Şehadet ederim” sözünü kullanması şarttır,

3) Hür olmak,

4) Müslüman olmak.

359 – Kısas ve had cezaları ile ilgili davalardan başka davalarda müslüman şahitlerin âdil oldukları düşünülür (S.M.F.). Hasmı, şahitle­rin durumuna ta’n35 ederse o zaman bunların tezkiyeszi = (âdil olup ol­madıklarının araştırlamıs) yapılır.

Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre bütün hukuk davalarında hasım olan taraf; ta’n etse de etmese de gizli ve açık olarak şahitler tezki­ye edilirler ki, fetva da buna göre verilmiştir.

360 – Hâkimin sadece gizli tezkiye ile yetinmesi caizdir. Tezkiyeyi yapan şahsın “O âdildir (F), şahitlik yapması caizdir” demesi lâzımdır.

361 –Şahitleri davalının tezkiye etmesi kabul değildir (SM). Bir ki­şinin tezkiye etmesi yeterli olur (F)

Ta’n-ı şuhûd: Bir davaya şahitlik yapanların bu şahitliklerinde yalana ol­duklarına dair davacı tarafından yapılan iddiadır.

Tezkiye-i şuhûd: Bir hadise hakkında şahitlik yapan kimselerin bu şe-hadete ehil olduklarının, başkalarından gizli veya açık sorularak tesbit edil­mesidir. Tezkiye a) Alenî, açık b) Gizli diye ikiye ayrılır.

Müzekki: Tezkiyeyi yapan kimse.

Hukuk ve Akitlere Dair Bütün Görülen ve Duyulanlara Şahitlik Yapmak:

362 – Bir kimsenin şahit gösterilmeden; akitlere ve hukuka dair bütün duyduklarına ve gördüklerine şahitlik yapması caizdir. Şahitlik üzerine şahitlik yapmak ise böyle değildir. Çünkü, şahit tutulmadan başkasının yaptığı şahitliğe şahitlik etmek caiz olmaz.

363 – Tam bir açıklıkla görmeden bir şey hakkında şahitlik yap­mak caiz değildir. Ancak neseb, ölüm, bir kimsenin ailesi ile münasebe­ti, nikâh, hâkimin velayeti ve vakfın aslı gibi davalarda (güvenilir kim­seden duyarak şahitlik etmek) caiz olur.

364 – Köle ve cariyeden başka şeylerde mutlak mülk davasına şa­hitlik yapmak da caizdir.

365 – Şahit olan, bir hâdiseye dair kendi yazısını gördüğü zaman o hâdiseyi hatırlamadıkça şahitlik edemez.

366 – Yalancı şahitler halka teşhir edilirler, fakat cezalandırılmaz­lar (SM)[109]

367 – Şahitliğin davaya uygunluğu şarttır.

368 – 1) Her iki şahidin sözde ve mânada bir olmalarına itibar edilir (SM). Meselâ, şahitlerden biri borcun bin lira diğeri de iki bin lira oldu­ğuna şahitlik yaparsa bu şahitlik kabul edilmez (SM).

2) Her iki şahit de bir kimsenin bir inek çalmış olduğuna şahitlik yapsalar fakat renginde ihtilâf etseler hırsızlık sabit olup el kesme ceza­sı verilir. Fakat erkeklik ve dişiliğinde anlaşamazlarsa suç sabit görül-meyip el kesilmez.

3) Şahitlerden ikisi Zeyd’in, kurban bayramında Mekke’de öldürül­düğüne, diğer ikisi de Kûfe’de öldürüldüğüne şahitlik yapsalar, hepsi­nin şahitlikleri red edilir. Şahitlerden ikisi diğer ikisinden daha önce ge­lip şahitlik yapsalar ve hüküm bunlara göre verilse sonraki şahitlik hü­kümsüz kalır.

369 – Şahitlikleri Kabul Edilmiyenler:

1) Âmânın şahitliği kabul edilmez[110]

2) Bir kimseye zina suçunu iftira etmiş olmasından dolayı had ceza­sına çarptırılmış olanın şahitliği (SZ), Bunlar tövbe etseler de artık şa­hitlikleri kabul edilmez. Fakat müslüman olmadan önce böyle bir ceza­ya çarptırılan, sonradan müslüman olursa şahitliği kabul edilir.

3) Ana-babanm, çocukları ve aşağıya doğru torunları lehine; çocuk­ların da, ana-babaları ve yukarıya doğru dede ve nineleri lehine şahitlik” yapmaları kabul edilmez. Bir kimse, kölesine ve mükâteb kölesine de şahitlik yapamaz.

4) Karı ve kocadan (F) biri diğeri için şahitlik yapamaz.

5) Ortaklardan biri,ortaklıkları ile ilgili bir iş davasında diğer orta­ğı lehine şahitlik yapamaz.

6) Bir kimsenin hususî işçisinin = (Ecîri has) kendine şahitlik yap­ması kabul edilmez.

7/ Kendilerini kadınlara benzeterek âdî işleri yapanların şahitliği kabul değildir.

8} Ölü arkasından bağırıp çağırarak ağlıyan.kadınların ve insanla­ra şarkı söyliyenlerin şahitliği makbul değildir..

9) Eğlenmek için devamlı şarap içenlerin şahitliği kabul değildir.

10) Kuşlarla oynayıp eğlenenlerin şahitliği,

11) Had cezasını gerektiren büyük günâhlardan birini işleyenin şa­hitliği,

12) Faiz yiyenlerin şahitliği,

13) Satrançla kumar oynıyanlarm şahitliği,

14) Hamama peştemalsız çıplak girenlerin,

15) Sokakta giderken bir şey yemek ve yol üzerinde küçük abdest yapmak gibi hafif işler yapanların şahitliği,

16) Selefe (Sahabe-i kiram, tabiîn, müctehidler v.s. büyüklere) şo­venlerin şahitliği,

17) Dünya menfaatları yüzünden aralarına düşmanlık girenlerin birbirlerine şahitliği kabul edilmez. Aralarındaki husûmet dinî sebep­ler yüzünden ise -şahitlikleri kabul edilir.

18) Zimmet ehlinin birbirlerine şahitlik yapması (dinleri değişik ol­sa da) kabul edilir. Fakat müste’men = (yabancı uyruklu olup müslü-manlardan emniyet kâğıdı alan) in zimmîye şahitlik yapması kabul edilmez. Zimmînin ise ona şahitlik yapması kabul edilir (F).

19) Sünnetsiz, buruk ve zinadan doğan çocuğun ve hünsâ’nm = (hem erkek ve hem de kadın uzvu olan veya cinsiyeti belli olmıyanın) şa­hitlikleri kabul olunur.

370 – Şahitlik hususunda muteber olan, şahidin şahitlik yaptığı zamandaki durumudur. Yoksa, olayı gördüğü veya işittiği zamandaki durumudur. Yoksa, olayı gördüğü veya işittiği zamandaki durumu de­ğildir.

371 –Bir insanın iyilikleri kötülüklerinden çok olursa onun şahitli­ği kabul edilir.

Şahitlik Üzerine Şahitlik Etmek:

372 – Şüphe ile düşmiyen (F) bütün davalarda şahitlik üzerine şa­hitlik yapmak caizdir. .

373 – Bir sabide bir kişinin şahit olması caiz değildir. İki kişinin iki şahide şahit olması ise caizdir.

374 – Şahitlik üzerine şahitlik şöyle olur:

Asıl şahit, 2. derecede şahit tutacağı kimseye “Falanın benim ya­nımda şunu ikrar ettiğine benim şahit olduğuma şahit ol” der.

  1. derecedeki şahit hâkim huzurunda şahitlik yaparken “Ben fala­nın, kendi yanında falan kimsenin şunu ikrarına şahit olduğuna beni şahit tuttuğuna ve bana “şuna şahitliğime şahit ol” dediğine şahitlik ederim” der.

375 – îkinci derecedeki şahitlerin şahitliği, asıl şahitler özürleri yüzünden mahkemeye gelemedikleri zaman kabul edilir.

376 – İkinci derecedeki şahitler asıl şahitleri tezkiye edebilirler. Onlar hakkında bu konuda bir şey söylememeleri de caiz olur.

377 – Asıl şahitler, kendi şehâdetlerini inkâr ederlerse, ikinci dere­cedeki şahitlerin şahitliği kabul edilmez.

378 – Bir kimseyi tanıtmak için, dedesini veya soyunu, kabilesini söylemek gerekir. Bir kimseyi bir şehire ve büyük bir mahalleye nisbet etmek umumîlik ifade eder. Küçük sokağa nisbet etmek ise özellik ifade eder.

Şahitlikden Dönmek:

379 – Şahitlikden dönmek ancak hâkim Önünde olursa sahih olur. Hüküm verilmeden önce şahitler şahitliklerinden dönerlerse şahitlik yapmamış gibi olurlar. Hâkim hüküm verdikten sonra dönerlerse, veri­len hüküm artık bozulmaz, şahitlikleri yüzünden verdikleri zararı öder­ler.

380 – îki şahit bir mal için şahitlik yaparlar ve hâkim de bu mal hakkında hüküm verip davacı bu malı aldıktan sonra şahitler sözlerin­den dönerlerse aleyhine şahitlik yaptıkları kimseye o malı öderler. Eğer şahitlerden biri dönerse yarısını tazmin eder.

381 -1) Şahitlikten dönmek konusunda dönen şahide değil dönmi-yen şahide itibar edilir.

2) Eğer şahitler üç kişi olur da bunlardan yalnız biri dönerse, döne­nin bir şey ödemesi gerekmez. Şahitlerden biri daha dönerse dönen bu iki şahit, malın yarısını öderler.

3) Eğer bir erkek ile iki kadın şahitlik yapar da kadınlardan biri dö­nerse onun üzerine malın dörtte birini ödemek düşer. Kadınların ikisi de dönerse bu iki kadın malın yarısını öderler.

4) Eğer bir erkekle on kadın şahitlik yapar da sonra hepsi şahitlik­lerinden dönerlerse erkek 1/6’ini, kadınlar da geriye kalan 5/6’ini öder (SM).

5) Bir mal için, iki erkek ve bir kadın şahitlik yapar ve sonra hepsi dönerse; sadece erkekler tazmin eder, kadın bir şey Ödemez.

382 – Bir nikâhın, emsal mehirden daha az bir paraya kıyıldığına şahitlik yapanlar sonra bundan dönerlerse bir şey ödemeleri gerekmez. Fakat, emsal mehirden daha çok parayla kıyıldığına şahitlik yapıp dö­nerlerse fazla olan miktarı kocaya öderler.

383 – Zifafa girmeden önce bir kimsenin karısını boşadığma şahit­lik yapıp sonra bu şehâdetten dönenler mehrin yarısını (F) öderler. Fa­kat zifafdan sonra yapılan boşamaya şahitlik yapıp dönenler bir şey Öde­mezler (F).

384 –Kısası gerektiren bir suça şahitlik yapanlar (hüküm verilip kısas tatbik edildikden sonra) bundan dönerlerse ölenin diyetini öder­ler. Asıl şahitlere şahitlik edenler dönerlerse bu sefer diyeti bunlar öder­ler. Asıl şahitler şahitliklerinden dönerler de “Biz şahitliğimize 2. dere­cede şahit tutmadık” derlerse artık 2. derecedeki şahitler birşey tazmin etmezler.

385 – “İhsan’[111] a şahitlik yapıp sonra dönenlere tazmin gerekmez.

386 –Bir kimsenin yemin ettiğine şahitlik edenlerle şart ettiğine (ailesini boşamak ve kölesini azad etmek gibi hususlarda) şahitlik eden­ler şahitliklerinden dönerlerse tazmin, yemine şahitlikden dönenlere düşer.

387 – Şahitleri tezkiye edenler = (müzekkîler) tezkiyelerinden dö­nerlerse sebep oldukları zararı öderler.

VEKALET[112]

388 – Vekaletin sahih olabilmesi için müvekkil = (kendi yerine ve­kil tayin eden) in tasarruf etmeğe mâlik olması ve tasarruflarından do­ğan hükümlerin kendisine lâzım gelmesi gerekir.

389 –Vekilin de salahiyetli kılındığı işe aklı ermesi ve o işi benim­semesi şarttır.

390 –Müvekkilin bizzat kendi başına yaptığı akitlerde bir başkası­nı vekil tayin etmesi caizdir.

391 –Her çeşit hukuk davalarının ve haklarının alınması, verilme­si için vekil tayin etmek caizdir. Ancak had (S) ve kısas cezasını gerekti­ren davalarda vekil tayin etmek caiz olmaz. Çünkü müvekkil olmadan had ve kısas cezalarına ait hakkın istenmesi caiz olmaz.

392 – Müvekkilin, hasta veya yolcu olması müstesna hasmın rızası olmadan bir davaya vekil tayin etmek caiz değildir[113]

393 – Vekil ahş-veriş, kira ve yapılan ikrardan sulh olmak gibi yap­tığı akitleri kendisine izafe ederse bu işlerden doğan bütün haklar ken­disine taalluk eder; satılan malı teslim etmek, para almak, bir kusurdan dolayı malı geri vermek ve diğer işler gibi. Ancak hacr altına alınmış olan çocuk ve köle böyle değildir. Bunların yaptığı akitler caiz olur ve bu akitlerle ilgili haklar müvekkillerine taalluk eder.

394 – Vekil satın aldığı malı müvekkiline teslim ederse, müvekki­lin izni olmadan maldaki kusur yüzünden onu geriye iade edemez.

395 –Müşteri satın aldığı malın bedelini müvekkile vermemek hakkına sahiptir. Fakat müvekkile ödemesi de caiz olur.

396 – Vekilin, müvekkili adına yaptığı her akitten doğan haklar müvekkile ait olur: Nikâh, mal karşılığında boşanmak, kasden adam öl­dürme cezasından sulh olmak, mal karşılığında köleyi azad etmek, kita­bet, inkâr edilen bir hakdan sulh olmak, hibe, sadaka, ödünç vermek, emanet bırakmak, rehin, borç vermek, şirket kurmak, mudarabe ortak­lığı kurmak gibi.

Satmaya ve Satın Almaya Vekâlet:

397 – Bir malı satın almaya vekil tayin eden kimsenin; o malın vas­fını, cinsini veya ödenecek bedelin miktarını söylemesi gerekir. Ancak vekile “uygun gördüğünü al” denilirse bir açıklamada bulunmak gerekmez.

398 – Belirli bir malı satın almaya vekil edilen kimsenin o malı ken­disine almaya hakkı yoktur.

399 – (Para cinsi belirtilmeden) bir malı satın almaya vekil olan kimse onu dinar ve dirhem paradan başka para ile alırsa veyahut da mü­vekkil tarafından cinsi bildirilen paradan başka çeşit para ile satın alır­sa yahut vekil kendi yerine başka bir vekil tayin ederse alış-veriş kendi adına yapılmış olur.

400 – Eğer satın alınacak mal belirtilmemişse vekil bunu kendi adı­na satın almış olur. Ancak parasını müvekkilin malından öderse veya müvekkil için satın almaya niyet etmişse mal müvekkil için satın alın­mış olur.

401 –Sarf ve selem akitlerinde vekilin ayrılmasına itibar edilir, müvekkilin ayrılmasına itibar edilmez.

402 – Bir kimse diğerine yiyecek alması için para verirse bu buğday

ve ununu almaya vekâlet sayılır. Bir görüşe göre de para çoksa buğday almaya, az ise ekmek almaya, orta ise un almaya vekil kılınmış olur.

403 -Vekil, aldığı malın bedelini kendi parası ile öderse müvekkil­den parasını alıncaya kadar malı yanında alakoymak hakkına sahip olur. Mal hapsedildikten ‘sonra zayi olursa, parasını vekilin vermesi lâzım gelir (SZ).

404 – Bir dirheme on kilo et almaya vekil tayin edilen kimse, bir dir­heme on kilo satın alman etten 20 kilo alırsa müvekkilin yarım dirhem karşılığında on kilo et alması lâzım gelir.

405 – Birmalı (fîatı tesbit edilmeden) satmaya vekil olan kimse o malı noksan fiaüa (SM), va’de ile (SM) ve yine bir mal karşılığında (SM) satabilir. Veresiye sattığı malın bedeli karşılığında rehin (SM) ve kefil de alabilir.

406 – Müvekkilin, malın parasını müşteriden almaya hakkı yok­tur.

407 –Bir mal satın almaya vekil edilen kimse, o malı ancak emsal­lerinin kıymeti ve herkesin aldanabileceği bir fazlalıkla (yani az bir al­danma ile) satın alabilir. Bu az aldanma; ticaret malları için 10 dirhem­de yanın dirhem, hayvanlarda bir dirhem, akarlarda ise iki dirhem faz­lasına almaktır.

408 – Bir köleyi satmaya vekil tayin edilen, o kölenin yarısını (SM) satarsa caiz olur (Z). Satın alma işinde ise müvekkilin iznine bağlı olur. Fakat husûmetten önce diğer yarısını da satın alırsa caiz olur.

409 –Vekil, lehlerine şahitlikyapamıyacağı (babası, anası gibi) kimselerle alış-veriş akdinde bulunamaz. Ancak malı, onlara kıymetin­den daha çok para karşılığında satarsa o zaman caiz olur.

410 -Bir iş için tayin edilen iki vekilden biri, diğeri olmadan (S) bor­cu ödemek, emaneti geri vermek, karşılıksız köle azad etmek, boşama ve husûmet (Z) davasına bakmak hariç tek basma hareket edemez.

411 -Vekil, müvekkilin izni olmadan, yahut “görüşünle hareket et” demeden başkasını vekil tayin edemez. Müvekkilin emri olmadan bir başkasını vekil tayin eder de bu ikinci vekil birincinin huzurunda bir akit yaparsa geçerli olur.

412 –Müvekkil vekilini azletmek hakkına sahiptir. Vekilin, azle-dildiğini öğreninceye kadar yaptığı tasarrufları geçerli olur.

413 -Vekil ve müvekkilden birinin ölümü, devamlı delirmesi ve dinden dönmüş olarak düşman yurduna katılması ile vekâlet ortadan kalkar.

414 –Mükâtep köle borcunu Ödemekden âciz kalırsa, alış-verişe mezun olan tasarrufdan men edilirse, yahut ortaklar ortaklığı kaldırır-larsa vekilin haberi olmasa dahi vekâlet kalkar.

415 -Müvekkil vekil tayin ettiği bir işde tasarrufda bulunursa vekâlet kalkar.

416 -Bir borcu almaya vekil olan o konuda dava açmaya da vekildir (SM).

417 -Dava açmaya vekil olan, İmam Züfer’in hilâfına olarak dava­lıdan malı kabz etmeğe de vekildir. Fetva ise İmam Züfer’in görüşüne göre verilmiştir.

418 -Bir husûmet davasında vekilin hâkim huzurunda müvekkili aleyhine ikrarda bulunması geçerli olur. Hâkim huzurunda olmazsa ge­çerli olmaz (SF).

419 –Bir kimse gaib olan birisinin alacağını tahsil etmeğe vekili ol­duğunu iddia edip borçlu da tasdik etse borcunu ona vermesi (F) için em­redilir. Alacaklı gelir de vekilin vekilliğini kabul ederse hal böyledir. Ka­bul etmezse, ikinci defa ona ödemede bulunur ve vekile verdiğini eğer elinde mevcut ise ondan geri alır. Zayi olmuşsa artık onu geri alamaz. Ancak vekili tasdik etmediği halde borcunu ona vermişse bu durumda yine verdiğinin bedelini vekilden alır.

. 420 – Bir kimse emanet bırakılan malı almaya sahibi tarafından vekil kılmıdğını iddia etse, kendisine emanet edilen tasdik etse bile yine emaneti ona vermekle emrolunmaz. Eğer emanet bırakanın öldüğünü ve kendisine o malı miras bıraktığını söyler de o da tasdik ederse emane­ti ona vermesi için emredilir. Fakat emanet bırakandan o malı satın al­dığını iddia eder ve emanetçi de tasdik ederse yine malı ona vermez.

KEFALET[114]

421 -Kefalet; birşeyin istenmesi hususunda kefilin zimmetini asîlin = (borçlu) zimmetine katmaktır.

422 – Ancak bağışlamak hakkına sahip olan kimseler kefil olabilir.

423 – Kefalet iki kısımdır ve bunlara kefil olmak caizdir:

1) Nefse kefalet,

2) Mala kefalet.

Nefse kefalet akdi, kefil olacak kimsenin “onun kendisine veya onun boynuna kefîl oldum” sözleri ile meydana geldiği gibi, bedenin ta­mamını ifade eden her hangi bir uzva ve beşde bir ,onda bir gibi orantılı bir cüzüne kefîl olmakla da meydana gelir.

Mala kefalet akdi “Onu tazmin ederim, şu borç benim üzerimdedir, ödemek bana aittir, ben borca kefilim, ben onun borcunu ödemeyi kabul ettim” gibi sözlerle meydana gelir.

424 – Nefse kefîl olanın, o kimseyi muhakeme edilebileceği yerde hazır bulundurması ve teslim etmesi gerekir. Bunu yaptığı zaman kefilliği sona erer. Eğer başka bir şehirde teslim etmiş olsa yine kefaletten uzak olur.

Eğer belli bir zamanda teslimi şart koşulmuşsa, kendisinden isten­diğinde, o zaman içinde orada hazn* bulundurması lâzım gelir. Hazır bu-lundurmazsa hâkim kendisini haps eder. Zaman geçip kefili bulunduğu kimseyi de hazır buhınduramamışsa hâkim yine haps eder.

425 – Hâkim, kefili haps ettikden sonra, asîli hazır bulundurmak-dan âciz bulunduğunu anlarsa serbest bırakır.

426 – Kefil, asilin yerini bilmiyorsa onu getirmesi kendisinden iste­nemez. ‘

427 – Kefalet, kefilin ve hazır bulundurulması istenen kimsenin ölümü ile ortadan kalkar. Fakat alacaklının ölümü ile kefalet kalkmaz.

428 – Kefil, tayin edilen aydan Önce, istenen kimse veya şeyi teslim ederse kefaletten beri olur.

429 – Kefil, alacaklıya “eğer onu sana teslim etmezsem onun üze­rinde olan bin lira borç benim üzerimdedir” der ve onu da teslim edemez­se bin lira borcu yüklenmiş olduğu gibi ayrıca kefalet de devam eder.

430 – Sahih bir borç olunca mala kefîl olmak caizdir. Şu kadar var ki, kitabet = (kölenin efendisinden hürriyetini para karşılığında satın alması), kölenin kazanç sahasına atılması, emanet, had cezaları ve kı­sas bedellerine, kefîl olmak sahih değildir.

431 –Kefalet sahih olunca alacaklı alacağını dilerse kefilden diler­se de asıl = (esas borçlu) dan ister. Nasıl ki havalede alacağı muhîl = (borçlu) den de istemek şartı koşulunca bu, kefalet oluyorsa, burada da eğer asilden istememek şartı koşulursa bu kefalet, havale olur.

432 – Kefalet asilin emri ile caiz olduğu gibi emri olmaksızın da caiz olur. Şu kadar var ki emri ile kefîl olmuşsa Ödediğini asilden ister. Asîlin isteği olmadan kendiliğinden kefîl olmuşsa ödediğini dönüp asilden ala-irıaz

433 – Borç kefilden istenir ve sıkıştınhrsa kefil de borçludan ister ve ödemesi için onu sıkıştırır.

434 – Borçlu borcunu öderse veya alacaklı onu borçdan ibra ederse kefîl kurtulur.

435 – Kefilin kefaletten kurtulması borçlunun borçdan kurtulma­sını gerektirmez.

436 – Borç asilden tehîr edilince kefilden de tehîr olur. Fakat kefilden tehîr edilince esas borçludan tehîr edilmiş olmaz.

437 – Alacaklı (alacağım almış olmasından dolayı) kefîle “Sen bu maldan bana karşı beri oldun” derse kefîl ödediği borcu almak için asüe döner. Fakat “seni beri kıldım” derse esas borçluya dönemez.

438 – Kefaletten kurtulmayı bir şarta bağlamak sahih olmaz.

439 – Bizzat kendileri ile ödenmesi lâzım gelen mallara kefîl olmak sahihtir. Sevm-i şirâ = (bir malın fiatını koyup satılığa arzetme) yolu ile satılıp kabz edilmiş mallara, gasb edilen mallara ve fâsid olarak satılan mallara kefîl olmak gibi.

Kendilerinden başkaları ile ödenmesi lâzım gelen malların bizzat kendilerine kefîl olmak sahih değildir. Satılıp daha henüz teslim edilmi-yen mallara ve rehin verilen mallara kefîl olmak gibi.

440 – Kefalet ancak söz konusu olan meclisde (S) alacaklının (F) ka­bullenmesi ile sahih olur. Ancak istisna olarak hasta kimse vârisine “be­nim borçlarıma kefîl ol” der ve o da buna kefîl olursa, alacaklı orada bu­lunmasa da kefalet yine sahih olur. Eğer hasta, vâris olmıyan bir kimse­ye bunu söylerse onun kabul etmesi ile kefalet sahih olur mu, olmaz mı diye hukukçular ihtilâf etmişlerdir.

441 –İflâs etmiş (F) bir ölüye kefîl olmak sahih olmaz.

442 – Bir hakkın tahakkuk etmesi şartı gibi kefaleti kefalete elve­rişli bir şarta bağlamak caiz olur: “Falana satacağın malın parasına kefilim” yahut “falanda sabit olacak olan alacağın benim üzerimdedir” veya “falanın senden gasb edeceği şeyi ben ödiyeceğim” ifadeleri ile olan kefaletler gibi.

443 – Kefaleti, (satılan malın bir sahibi çıkıp) alma imkânı şartına bağlamak da caizdir. (Hak sahibi olarak falan kimse ortaya çıkarsa pa­rasını öderim” sözü ile kefîl olmak gibi.

444 – Kefaleti, hakkı ele geçirmenin gecikmesi ve güçleşmesi şartı­na bağlamak da caiz olur. “Eğer o adam ortadan kaybolursa, borcunu ben öderim” sözü ile yapılan kefalet gibi.

445 – Kefaleti mücerret bir şarta bağlamak caiz olmaz. “Eğer rüzgâr eserse veya yağmur yağarsa ben kefilim” gibi. “Yağmurun yağa­cağı zamana veya rüzgârın esmesi zamanına kadar kefilim” diye bir müddet konulursa (kefalet sahih olmakla beraber) müddet sahih olmaz ve borcu hemen ödemek gerekir.

446 – Bir kimse “Senin onda olan alacağına ben kefilim” der ve ala­caklı fazla alacağı olduğuna şahit getirirse, kefilin ödemesi gerekir. Şa­hidi yoksa söz kefilin olur ve asıl borçlunun aleyhine olan ikrarı dinlen­mez.

447 – Muayyen bir hayvan ile yük taşıma işine kefîl olmak sahih ol­maz. Fakat muayyen bir hayvan olmayıp herhangi bir hayvanla olursa

sahih olur.

448 – İki kişi üzerinde ortak borç olup bunlar birbirlerinin kefîli ol­salar bunlardan biri tüm borcun yansından fazlasını ödemedikçe diğe­rinden ödediği parayı isteyemez. Yarısından fazla ödeyince o fazla mik­tarı arkadaşından alır.

449 – İki kişi bir kimsenin borcuna kefil olsalar, bunların her biri diğerinin kefîli olur. Biri borçdan ne kadar ödemişse onun yarısını diğer kefilden alır.

450 – Bir kimsenin diğerinin haraç vergisine, felâketden hissesine düşeni tazmine ve haklı bir sebebe dayanan felaketlerin doğurduğu ihti­yaçları karşılamasına kefil olması caizdir: Su yollarının ıslâhı, bekçi üc­reti, ordunun teçhizi ve esir alınanların fidyesi gibi. Haklı bir sebebe da­yanmadan yükletilen külfetlere gelince fıkıhçılar; bunun için kefil ol­mak da zamanımızda sahih olur derler.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

“Allah kime hayır dilerse, onu dinde fakih kı­lar”

Hadis (Tecrîd-i Sarih C. 1, H.N.O. 64).

Bismillâhirrahmanirrahîm

HAVALE[115]

1 –Havale, borçlarda caiz olup inallarda caiz değildir.

2 – Havale, muhîl = (borçlu) nun, muhtâl = (alacaklı)mn ve havaleyi üzerine alan şahsın rızaları ile sahih olur.

3 – Havale akdi tamamlanınca borçlu (Z) borçdan kurtulmuş olur. Artık borçlu ölse de alacaklı onun bıraktığı mirasdan alacağını alamaz. Fakat hakkının zayi olmasından korkarsa borçlunun mirasçılarından veya borçlularından bir kefil alır.

4 – Borcu kabullenen = (muhalün aleyh) iflâs (SM) etmiş olarak ölür veya havaleyi inkâr eder (F) de alacaklının bir delili bulunmazsa, alacaklı alacağını esas borçludan ister. Bu iki durum olmadıkça ondan istiyemez.

5 – Borcu üzerine alan, asıl borçludan, ödemiş olduğu parayı ister ve borçlu da “Ben sendeki alacağım karşılığında onu sana havale ettim” derse delilsiz kabul edilmez.

6 – Eğer borçlu alacaklıdan havale ettiği şeyi.ister ve alacaklı da “Sen beni sende olan alacağımı almam için havale ettin” derse, bu söz şa­hitsiz kabul edilmez.

MavsııJ

SULH = ANLAŞMA[116]

7 – Sulh üç şekilde olur:

1) Davalının üzerindeki hakkı ikrar etmesi,

2) Davacının iddiası karşısında davalının susması (P).

3) İddia edileni, davalının inkâr etmesi ile olur, (F).

8- Eğer sulh mal karşılığında mal vermek sureti ile ve davalının da ikrarı üzere meydana gelmişse bu anlaşma alış-veriş hükmünde olur. Eğer bu ikrara dayanan anlaşma, mal karşılığında menfaat sağlamak üzere meydana gelmişse bunda kira hükümleri ceryan eder.

9 – Dava konusu olan şeyin bir kısmı veya tamamı bir başkası tara­fından hak kazanılarak alınsa sulh bedelinin o nisbette tamamı veya bir kısmı geri verilir.

10 -Sulh bedeli olan malın = (davalının davacıya ödediği malın) ta­mamı veya bir kısmı başkası tarafından hak kazanılarak alınsa, davacı, elinden çıkan mal nisbetinde davalıya döner.

11 –Davalının hakkı inkârı veya susmasından dolayı meydana ge­len sulh, davacı hakkında muaveze = (karşılıklı bedel alıp vermek)dir. Davalı için ise yeminden kurtulmaktır.

12 –Davacıdan sulh bedelinin tamamı veya bir kısmı başkası tara­fından hak edilerek alınsa davacı da bedelin tamamı veya bir kısmı için davalıya karşı dava açar.

13 –Dava konusu olan mala bir başkası sahip çıkıp alırsa, sulh be­deli tamamen geri verilir. Bir kısmının sahibi çıkarsa, bedelden, o kısma isabet eden miktarı geri iade edilir ve hakkında dava açılır.

14 – Sulh bedelinin teslim edilmeden Önce helak olmasında yukar-daki her iki bölümde de ona başkası tarafından hak kazanılmış olmanın hükümleri gibi hükümler ceryan eder.

15 –Meçhul olan bir maldan sulh olmak caizdir (F). Fakat sulh be­delinin mutlaka belli olması lâzımdır.

16 – Sulhun Caiz Olup Olmadığı Davalar

1) Gerek kasden ve gerekse hataen işlenen cinayetlerden sulh ol­mak caizdir.

2) Had cezalarından sulh olmak caiz değildir.

3) Bir kadınla nikâhlı bulunduğunu iddia eden kimsenin bu iddiası­nı kadın inkâr etse ve sonra davayı bırakması için kadın onunla mal kar­şılığında sulh olsa caiz olur. Kendisi ile nikâhlı olduğunu ikrar etmesi için adamın bir mal karşılığında kadınla sulh olması da caizdir. Kadın nikâhlı olduğunu iddia etse de erkek onunla sulh olsa yine caiz olur.

4) Falan kimsenin kendisinin kölesi olduğunu iddia eden, sonra onunla bir mal karşılığında sulh olsa caiz olur. Fakat köle üzerinde velâ hakkı olmaz. îki kişi arasında ortak olan bir köleyi ortaklardan zengin olan taraf azad etse ve ortağı onunla kıymetinin yarısından fazlası ile sulh olsa caiz olmaz.

5) İnkâr eden davalının, yanında malı olduğunu ikrar etmesi için, davacının onunla bir mal karşılığında sulh olması caiz olur.

6) Fuzûlî = (davacı ve davalı dışında üçüncü bir şahıs) bir mal üzeri­ne sulh yapsa ve sulh bedeline kefil olsa veya onu teslim etse, yahut “be­nim şu bin liram üzerine” diyerek (sulh bedelini kendi parasına izafe et­se) anlaşma sahih olur. Eğer “falanın bin lirası karşılığında sulh oldum” derse bu davalının müsaadesine bağlı olur.

17 – Borçlardan Sulh:

1) Bir kimse akit neticesinde borçlandırdığı şahıs ile alacağının bir-miktarı üzerine sulh olsa bu, hakkının bir kısmını alıp geri kalanını da borçdan düşürmek olur. Bu karşılıklı alıp vermek = (muaveze) muame­lesi değildir:

  1. a)Eğer borçlu ile bin liraya karşılık beş yüz liraya sulh olsa caiz olur. –
  2. b)Değeri yüksek paradan bin liraya karşılık değeri düşük paradan beş yüz liraya anlaşmak da caizdir.
  3. c)Hemen ödenmesi lâzım gelen borca karşılık aynı mikdar borcu vadeye bağlıyan anlaşma da caiz olur.

2) Peşin verilecek dirhem para yerine, tecilli dinar paraya sulh ol­mak caiz olmaz.

3) Bin siyah liraya karşılık, beşyüz beyaz = (halis gümüş) liraya sulh olmak caiz olmaz.

4) Bin lira alacağı olan, borçlusuna “Bana yarın borcunun beş yüz li­rasını öde, gerisini bağışlıyorum” der de borçlu da beş yüz lirayı ödemez-se bin lira borç olduğu gibi kalır (S).

18 – Ortak Alacaklarda Sulh:

1) İki ortakdan biri, kendi hissesi olan alacağına karşılık bir miktar kumaş alsa diğer ortak muhayyer olur. İsterse ortağından, almış olduğu kumaşın yarısını alır. Ancak ortağı alacağın dörtte birini kendisine ve­rirse, o zaman alamaz. İsterse de borçluyu takip edip alacağın yansını alır.

2) Ortaklaşa sipariş = (selem)te bulunan iki ortakdan biri sermaye­den kendi hissesine düşen mikdardan anlaşma yapsa (diğer ortak razı olmadıkça) caiz olmaz.

3) Miras = (terike) olarak kendilerine mal kalan mirasçılar içlerin­den birine az veya çok bir mal verip onu aradan çıkarsalar caiz olur.

  1. a)Miras olarak gümüş para kalır da ona altın para verirlerse veya bunun tersi olursa bu anlaşma yine sahih olur. Hem altın ve hem de gü­müş para miras kalmışsa sulh bedeli olarak yine her ikisinden de veril­mesi sahihtir.
  2. b)Miras, altın ve gümüş para ve maldan ibaret olsa, o vâris ile altın ve gümüşden biri üzerine anlaşmaya varsalar, ona bu cinsten kendi his­sesine isabet edecek olandan daha fazla vermek lâzım gelir. Eğer sulh bedeli, altın ve gümüş para yerine bir mal olursa mutlak olarak caiz olur.
  3. c)Ölüden, başkaları üzerindeki alacağı miras kalsa mirasçılar da içlerinden birini o alacaklar sadece kendilerinin olması için sulh olup çı­karsalar caiz olmaz. Fakat onun hissesi kadar borçlulardan indirim ya­pılmasını şart koşarlarsa o zaman caiz olur.

ŞİRKETLER ( (ORTAKLIKLAR):

19 -Şirket[117] = (ortaklık) iki kısımdır:

1) Mülk ortaklığı,

2) Akit = (sözleşmeden doğan) ortaklığı. ;

Mülk ortaklığı da iki çeşittir:

  1. a)Cebrî = (ortakların fiilleri ile olmayıp başka sebepler ile meydana gelen) ortaklık,
  2. b)İhtiyarî = (ortakların fiilleri ile meydana gelen) ortaklık.

Akit ortaklığı da iki çeşittir:

1) Mallarda ortaklık, .

2) İşlerde ortaklık.

Mallarda ortaklık şu kısımlara ayrılır:

  1. a)Mufaveze = (ortakların sermaye ve kârdan hisseleri eşit olan or­taklık)
  2. b)inan ortaklığı = (ortaklar arasında sermaye ve kâr bakımından

eşitlik şart koşulmayan ortaklık)

  1. c)Vücûh ortaklığı = (Sermayesi olmayan, sadece itibare dayanarak iş yapan bir ortaklık)
  2. d)Urûzda ortaklık.

İşlerde ortaklık = (Şirket-i a’mal) da iki çeşittir:

  1. a)Caiz olan ortaklık, ki bu sanayi ortaklığıdır.
  2. b)Fasid ortaklıktır ki, mubah olan malları elde etmek için kurul­muştur.

Mufaveze Ortaklığı:

20 – Bu ortaklıkda ortaklar, tasarruflarında, borç alıp vermede (S) ve şirkete elverişli olan mallarda eşit haklara sahiptirler.

21 –Bu ortaklığın sahih olabilmesi için her iki ortağın da;

  1. a)Hür,
  2. b)Âkıl-bâliğ,
  3. c)Müslüman olması gerekir. Veyahut da her iki ortağın zımmî ol­ması lâzımdır.

22 – Mufaveze ortaklığı ancak akit yapılırken “mufaveze” kelimesi­nin söylenmesi ile veya bu ortaklığın gerektirdiği bütün hususiyetler

açıklanarak kurulur.

23 – Bu ortaklıkda malların teslim edilmesi ve her iki ortak malının

birbirine karıştırılması şart değildir.

24 – Bu şirketi kuranlar birbirlerinin vekili ve kefili olurlar.

25 – Ortaklardan birinin aldığı mal şirket adına alınmış olur. An­cak aile ve çocuklarının ekmeği,katığı, giyecekleri ve ortağın kendi giye­ceği bu hükmün dışındadır.

26 – Ortaklardan birine mal satan kimse bedelini dilediğinden is­ter.

27 – Ortaklardan biri başkasının malına kefil olunca bu kefalet di­ğer ortağa da lâzım gelir (SM).

28 – Ortaklardan birinin eline (hibe, vasiyyet ve veraset gibi yollar­dan) ortaklığa elverişli bir mal geçerse nıufaveze ortaklığı inan şirketine dönüşür, inan ortaklığında ileriye sürülenıiyen bir şartın ortadan kalk­ması yüzünden mufaveze ortaklığının bozulduğu her yerde de yine or­taklık “İnana” döner.

29 – Mufaveze ve inan ortaklıkları ancak dirhem ve dinar paralarla ve çarşı-pazarda kullanılıyorsa, bu iki para cinsinin altın ve gümüş olan külçeleri ile ve diğer geçerli paralarla kurulur. Uruz[118] sermaye olmak üzere ortaklık kurmak sahih olmaz (F). Şu kadar var ki ortaklardan biri, kıymetleri denk olunca uruz kabilinden olan malının yarısını diğerinin uruz kabilinden malının yarısı karşılığında ona satar ve sonra da ortak­lığı kurarlar, bu caizdir.

Şirket-i İnan:

30 – Ortaklardan birinin sermaye olarak koyduğu mal diğerinin-kinden fazla olabilir. İkisi de ortaklık işinde çalıştıkları zaman bir tara­fın malında, ki fazlalığa rağmen kâra eşit şekilde ortak olabilirler. Ya­hut ortaklık işinde çalışan için fazla kâr şartı konulabilir.

31 -Ortakların, sermaye olarak koydukları malları eşit olduğu hal­de, kâr ve zararın farklı dağıtımını şart koşmuşlarsa, kâr şarta göre,za-rar ise sermayedeki mallarına göre taksim edilir.

32 – Şirket-i İnanda ortaklar birbirlerinin vekilidir; Fakat birbirle­rine kefil değillerdir.

33 – Dağlardan odun kesmek ve ot biçmek gibi vekâlet sahih olma­yan işlerde bu ortaklığı kurmak da sahih olmaz. Bu sahada kim ne topla­dı ise kendisinin olur. Biri diğerine yardım ederse ecr-i misil = (emsalle­rine göre takdir edilen bir ücret) alır.

34 – Her hangi bir mal satın almadan önce ortaklardan her ikisinin veya sadece birinin sermayesi helak olsa ortaklık bâtıl olur.

35 – Ortaklardan biri kendi malı karşılığında bir şey satın aldıkdan sonra diğer ortağın malı helak olsa, alman mal aralarında ortaklığın şartlarına göre taksim edilir ve satın alan ortak malın bedelinden diğe­rinin hissesine düşen parayı ondan ahr.

36 – Sermaye olarak konulan maldan biri helak olsa da, sonra or­taklardan biri bir mal satın alsa, bu mal sadece malı kalan ortağın olur.

37 – Ortaklardan birisi için kârdan belirli bir miktar para almayı

şart koşmak caiz değildir.

38 – Gerek mufaveze ve gerekse şirket-i inan ortaklarından her bi­rinin vekîl tayin etmek, kâr sermaye sahibine ait olmak üzere şirket ma­lından başkasına vermek, mudarebe ortaklığı kurmak,

Şirket malını bir kimseye emanet bırakmak ve çalıştırmak için bir işçi tutmak hakları vardır. Mufaveze ve şirket-i inan ortaklarından her birinin elindeki şirket malı bir emanettir.

Sanayi Ortaklığı = İş ortaklığı:

39 – Aynı işi yapan veya işleri değişik olan iki sanatçının müşterek iş kabul etmelerine sanayi ortaklığı = (iş ortaklığı) denilir. Kazandıkları aralarında bölüşülür. Böyle bir ortaklık kurmak caizdir.

40 – Ortaklardan birinin aldığı, kabullendiği bir işin yapılması, di­ğer ortağa da lâzım gelir. Bu bakımdan iş veren kimse ortaklardan her­hangi birinden işin yapılmasını isteyebilir.

41 –Ortaklardan her biri de (işi ister kendisi taahhüt etmiş olsun, ister ortağı taahhüt etsin) iş ücretini iş verenden istiyebilir.

Vucûh Ortaklığı = İtibar Ortaklığı:

42 – Sermayeleri olmadığı halde sırf itibarlarına dayanarak veresi­ye mal satın alıp satmak üzere iki kimsenin ortaklık kurmasına vücûh ortaklığı denilir. Böyle bir ortaklık kurmak caizdir.

43 – Bu ortaklıkda her ortak diğer ortağın vekili olur.

44 – Bu ortaklıkda, satın alınacak malın aralarında eşit olduğu şar-, ti koşulmuşsa, sağlanan İcardaki hisseleri de eşit olur ve bunda bir orta­ğın fazla kâr alması caiz olmaz.

45 – Birinin katırı diğerinin su kabı olan iki kişi su alıp getirmek için bir ortaklık kursalar, bu sahih olmaz. Bundan sağlanan kazanç sa­dece çalışanın olur ve çalışmıyanm katır veya su kabının kirasını öder.

46 – Fasit bir ortaklıkda kâr, ortakların sermayelerine göre taksim edilir ve ortaklardan birine fazla verilmesi şartı bâtıl olur.

47 – Ortaklardan biri ölür veya dininden dönerek düşman yurduna

giderse ortaklık bozulur.

48 – Ortaklardan hiç biri diğerinin malına düşen zekâtı onun izni olmadan veremez. Ortaklar birbirlerine zekât ödeme izni verdikten son­ra her biri aynı zamanda zekâtı ödemiş olsa birbirlerine zekât hisseleri­ni tazmin ederler. Fakat biri Önce, diğeri sonra ödemişse sonra ödeyen, ödediğini bilse de bilmese de ilk Ödiyene tazminde bulunur.

MUDARABE ORTAKLIĞI[119]

49 – Bu ortaklıkda, çalışan = (mudarıb) sermaye sahibinin kârda ortağıdır.

50 – Çalışan ortağın sermayesi, ticaret için gezip dolaşmaktır.

51 – Sermaye, çalışacak olan ortağın yanında emanet olarak bulu­nur.

52 – Çalışan ortak, sermayeyi işletmeğe başlayınca sermaye sahi­binin vekili olur. Kâr yapınca da ortak durumuna geçer.

53 – Eğer kârın tamamı çalışan ortak için şart koşulmuşsa sermaye ona ödünç verilmiş olur (F). Kârın tamamı sermayedar için şart koşul­muşsa bu bizaa = (kâr tamamen kendisinin olmak üzere başkasına ser­maye vermekden ibaret bir anlaşma) olur.

54 – Mudarabe ortaklığı fâsid olunca bu, bir fasit kiralama = (işçi tutma) olmuş olur.

55 – Mudarib = (çalışmayı üzerine alan ortak) anlaşma şartlarına aykırı hareket ederse gasb eden hükmünde olur.

56 – Bu ortaklık, kâr her iki ortak arasında şayi’ = (orantılı) olmak şartı ile sahih olur. Eğer ortaklardan birine Önceden belli bir miktar pa­ra kararlaştınlmışsa ortaklık bozulur.

57 – Ortaklık bozulduğu zaman kâr, sermaye sahibi olan ortağın olur. Çalışan ortak işçi olarak emsallerine göre ücret alır.

58 – “Ziyan çalışana aittir” şartını koymak bâtıldır.

59 – Sermayenin çalışana teslimi şarttır.

60 – Çalışan ortağın; peşin veya veresiye olarak satmak ve satın almak, kendisine vekil tayin etmek , (ticaret için) yolculuk yapmak ve kârı ortaklığa ait olmak üzere başkasına sermaye vermeğe hakları var­dır.

61 -Sermaye sahibinin izni olmadan yahut “kendi görüşüne göre

hareket et” denilmeden çalışan ortağın ayrıca bir mudarabe ortaklığı kurmaya hakla yoktur.

62 – Mudarib, sermaye sahibinin tayin ettiği beldenin dışına çıka­maz ve tayin edilen ticaret malından başka malın ticaretini yapamaz ve yine belirtilen tüccardan başkası ile ticarî muamelelerde bulunamaz.

63 – Sermayedar, ortaklık için bir müddet koymuşsa bu müddetin geçmesi ile ortaklık sona erer.

64 – Mudarib, ortaklık malı ile köle veya cariye evlendiremez. Ser­mayedar yönünden azad olması lâzım gelen bir köleyi satın alamaz. Eğer bunu yaparsa tazmin eder. Malda kazanç olsa, kendisinin de azad etmesi lâzım gelecek olan (babası ve oğlu gibi) bir köleyi satın alamaz. Eğer kazanç yoksa, kendisinin azad etmesi lâzım geleni satın alır ve alış-veriş sahih olur. Kâr yaparsa kendi hissesi kadarı azad olur. Köle sermayedarın hissesi kıymetince de kazanç sahasına atılır.

65 – a) Sermayedar çalışmayı kabul eden ortağına, ortaklık için sermaye verip “Allah ne verdiyse aramızda yarı yarıya” der ve başkası ile de mudarabe ortaklığı kurmasına izin verirse o da buna dayanarak birisine kârın İ/3’i onun olmak üzere mal verse; kârın yarısı şarta göre sermayedarın, 1/6’i birinci mudanbın, 1/3’i de ikinci mudarıbm olur. Bi­rinci mudarıb ikinciye kârın yansı onun olmak üzere mal vermişse, ken­disi hiç bir şey alamaz. Hatta 2/3’si onun olmak üzere mal vermişse bu durumda kendisi kârın 1/6’mi (tüm kârın yarısı sermayedarın olacağına

göre) ikinciye öder.

  1. b)Sermayedar ortağına, “Allah sana ne verdiyse yarısı benimdir” demişse; bu durumda ikinci mudarib için şart koşulan kâr onun olur. Geriye kalan da sermayedar ile birinci mudarıb arasında yarı yarıya

taksim edilir.

  1. c)Sermayedar, “Allah Teâlânın verdiği yarı yarıya aramızda tak­sim olmak üzere” demiş olsa da, birinci mudarıb; kârnı yarısı onun ol­mak üzere sermayeyi diğer birine verse, o da bir üçüricüyel/3 nisbeti ile devretse, kârın yarısı sermayedarın, 1/3’i üçüncü mudanbın, 1/6’i de ikinci mudarıbm olur. Birincisi ise hiç bir şey alamaz.

66 – Mudarabe Ortaklığı Şu Hallerde Kalkar:

1) Sermayedarın Ölmesi halinde,

2) Çalışanın ölmesi ile,

3) Sermayedarın dinden çıkıp düşman yurduna katılması halinde. Çalışanın dinden dönmesi ile ortaklık kalkmaz.

67-Çalışan ortak, azledildiğini bilmediği müddetçe sermayedarın azli ile azlolmuş olmaz. Eğer azledildikten sonra ve haberdar olmadan Önce alış-verişde bulundu ise geçerli olur. Azledildiğini öğrendiği zaman da elinde bulunan mal sermaye emsinden ise onda tasarruf etmesi caiz olmaz. Başka cinsden ise sermaye cinsinden oluncaya kadar satmaya hakkı vardır.

68 – Ortaklar ayrılır da kâr olmayıp başkaları üzerinde sermaye­den alacak kalırsa çalışan ortak sermayedarı, onların toplanmasına ve­kil tayin eder. Fakat kâr varsa çalışan onları toplamaya mecbur edilir.

69 – Ortaklığın sermayesinden zayi olan, kârdan kapatılır. Eğer zayi olan miktar kârdan fazla ise bu fazla kısım sermayeden düşürülür.

VEDÎ’A = EMANET BIRAKILAN MAL

70 – Vedî’a[120] (onu koruyanın elinde) bir emanettir. Bu bakımdan birtecavüz olmadan zayi olursa ödenmesi gerekmez.

71 –Emanet malı, bizzat onu alanın kendisinin ve mudi = (malını emanete bu*akan)yasaklasa bile ailesinden olan birisinin koruması ge­rekir. Onun korunmasını başkalarına yaptıramaz. Ancak evinde yan­gın olursa komşusuna teslim edebilir veya gemi batıyorsa başka gemiye aktarabilir.

72 – Emanet malı birbirinden ayırd edilenıiyecek şekilde başka mal ile karıştıran onun kıymetini öder. Vedî’anın bir kısmını harcayıp sonra onun yerine malından koyar ve onu da geriye kalan kısım ile karıştırırsa yine hepsinin kıymetini öder’. Fakat kasdî yapmadan karışma olmuşsa mûdiye ortak olur.

73 – Emanetçi emanet mala binmek, giymek veya hizmet ettirmek yahut ayrıca başka birisine emanet etmek sureti ile tecavüzde bulunur ve sonra da bu tecavüzü kalkarsa, mal sahibine bir şey ödemez. Fakat

emaneti ayrıca emanete verir de ikinci emanetçi yanında zayi olursa, ödemek sadece birinciye düşer (SM),

74 – Mal sahibi vedî’ayi geri ister de emanetçi onu inkâr eder ve sonra dönüp itiraf ederse tazmin eder.

75 – Mudi1 tarafından yasaklanmaz ve yol da emniyetli olursa, ta­şıtması ve zahmeti olsa bile emanetçinin vedî’ayı kendisi ile yola götür­meğe hakkı vardır.

76-İki kişi bir adama, ölçülen veya tartılan cinsden mallarını ema­net bıraksalar sonra biri gelip hissesini almak istese, diğeri gelmediği müddetçe ona hissesini vermesi ile emredilmez.

77 – Emanetçi “Bana emaneti falan adama bırakmamı emretmiş­tin” der ve mal sahibi de bunu yalanlarsa, emanetçinin o malı tazmin et­mesi gerekir. Ancak buna şahit getirirse veya mal sahibi kendisine veri­len yeminden çekinirse bu takdirde ödemesi gerekmez.

78 – iki adama, bölünebilen bir mal emanet edilirse onu bölerler ve her biri kendine düşen yansını muhafaza eder. Fakat bu bölünemiyecek bir mal ise birisinin izni ile diğeri onu muhafaza eder.

79 – Mal sahibi “Bu malı şu odada salda” der de adam aynı evin baş­ka odasında saklarsa (zayi olması halinde) tazmini gerekmez. Fakat başka bir evde saklamışsa tazmin etmesi gerekir.

80 – Emanet olan mal, sahibinin evine bırakılsa da kendisine tes­lim edilmese (zayi olması halinde) Ödenmesi gerekir.

LAKÎT = SOKAĞA BIRAKILAN SAHİPSİZ ÇOCUK[121]

81 Sokağa atılmış çocuk (insanlarda asıl olan hürriyet olduğun­dan) hürdür ve onun nafakası’= (beslenme, giyim ve barınma masrafla­rı) devlet hazinesine aittir.

82 – Sokağa atılmış çocuğun bıraktığı miras hazineye kalır. İşlediği cinayetlerin diyetini ödemek de hazineye düşer. Aldığı diyetler ve velayet hakkı da hazineye aittir. s

83 – Çocuğu bulup kaldıran, onu yanında bulundurmaya başkala­rından daha hak sahibidir.

84 – Çocğu bulanın ona yaptığı masraflar teberru’ olur. Ancak hâkim, yaptığı masrafları almak şartı ile ona bakmasına izin vermişse, o zaman teberru1 olmaz.

85 – Bir kimse çıkıp da bu çocuğun kendi oğlu olduğnu iddia ederse nesebi ondan sabit olur. İki kişi birden bu çocuğun kendilerinin olduğu­nu iddia ederlerse bunlardan birinin, çocuğun vücudunda bir nişane söylemesi hariç nesebi her ikisinden de sabit olur.

86 – Çocuğun nesebini iddia eden hür ve müsülman kişi, köle ve zimmîden daha ileridedir.

Bu bakımdan bir köle onun kendi çocuğu olduğunu iddia ederse, ço­cuk hür olarak onun olur. Bir zimmî iddia ederse çocuk nıüslüman ola­rak onun olur. Şu kadar var ki zimmî, çocuğu kilisede, havrada veya on­lara ait bir köyde bulmuşsa, o zaman çocuk zimmî olur.

87 – Bir kimse çıkıp da çocuğun, kendisinin kölesi olduğunu iddia ederse bu delilsiz kabul edilmez.

88 – Bulunan çocuk üzerinde bağlı eşya ve para çocuğa ait olur ve bunlar ancak hâkimin emri ile çocuğa harcanır.

89 – Çocuğu bulan onun için bağış kabul eder ve onu bir sanata ver­mek hakkına da sahiptir. Fakat çocuğu evlendiremez, ücretle onu bir iş-de de çalıştıramaz.

LUKATA = KAYBOLAN MAL

90 – Bulunan bir malı yerden alıp kaldmnak ona hiç dokunmakdan daha iyidir. Eğer o malın zayi olacağından korkulursa onu alıp sakla­mak vacip olur.

91 –Lukatayı bulan onu sahibine vermek için aldığına şahit tutar­sa, yanında emanet olarak kalır. Sahibine vermek için aldığına şahit tutmamışsa, (telef ettiğinde) onun kıymetini Öder.

92 – Kaybolan malı bulan “bundan sonra artık sahibi aramaz” diye bir kanaata sahip olacağı zamana kadar bulduğunu ilân eder.

93 – Bundan sonra malm sahibi gelirse malını alır. Gelmezse bulan-isterse fakirlere sadaka olarak dağıtır, isterse de yanında tutar. Fakirle­re verildikten sonra sahibi gelir de bu tasadduku kabul ederse, sevabı kendisinin olur. Kabul etmezse onun kıymetini bulana veya fakire ödet­tirir. Eğer fakirin elinde aynen duruyorsa, malını geri alır. Fakir veya bulandan kıymetini hangisi öderse, diğerine dönüp de onu alamaz.

Bulunan mal bir zengine sadaka olarak verilemez. Bulan fakir ise kendisi faydalanır.

94 – Bozulacak malların ilânı, bozulmalarından korkulduğu zama­na kadar yapılır.

95 – Bulunan malın ilâm, insanların toplu bulundukları yerlerde ve malın bulunduğu yerde yapılır. Eğer lukata nar kabukları ve çekir­dek gibi ehemmiyetsiz bir şey ise, ilân etmeden onlardan faydalanılır. Sahibi gelirse bunları alır.

Hasad edildikten sonra tarladaki başaklar hasseten onları toplı-yanlarm olur.

96 – Deve, koyun, öküz v.s. sahipsiz hayvanları lukata olarak al­mak caizdir. Bu hayvanlara (hâkimden izin almadan) verilen yem bağış olur.

97 – Hayvanın kiraya verilmesinden bir fayda temin ediliyorsa, hâkimin izni ile hayvan kiraya verilir. Kazandığı para yemine harcanır.

Hayvanın kiraya verilmesinde bir fayda yoksa ve satılması uygunsa sa­tılır.

98-Hayvan sahibi,çıkıp gelirse, yapılan masrafları ödeyinceye ka­dar bulanın hayvanı alakoyması hakkıdır. Eğer ödemekden sakınırsa verilen yem masrafları için satılır.

99 Sahibine vermeyip alakoyduktan sonra hayvan ölürse yapılan masraflar düşer. Fakat alakoymadan önce ölmüşse düşmez.

100 –Bulunan eşyanın, hayvanın ve hür bir çocuğun sahibine tesli­minde ondan bir hak istemenin gereği yoktur[122]

101 –Bir kimse, bulunan malın kendisinin olduğunu iddia ederse delil getirmesi lâzım gelir. Eğer onun alâmetlerini söylerse malın ona verilmesi caiz olur. Fakat bulana vermesi için zorlanamaz.

Mekke’de Harem-i Şerif de bulunanlarla, onun dışındaki yerlerde bulunanlar arasında bir fark yoktur.

ÂBIK = KAÇAN KÖLE*

102 –Görenin gücü yettiği zaman kaçan köleyi tutup yakalaması, buna yanaşmamasından daha iyidir. Firar etme niyeti olmadan yolunu şaşırmış köleyi tutmak da böyledir.

103 –Gerek kaçan ve gerekse yolunu şaşıran köle hükümet ma­kamlarına teslim edilir. Firar eden köle haps edilir. Fakat yolunu kay­beden haps edilmez.

104 –Firardaki köleyi üç günlük veya daha uzak yoldan tutup geti­ren 40 dirhem para alır. Yol kısalırsa 40 dirheme göre indirim yapılır. Kölenin kıymeti 40 dirhemden az olursa kıymetinden bir dirhem az pa­ra verilir (S).

Ümm-ü veled ve müdebber köle de (tesliminde ücret almak bakı­mından) tam köle gibidirler. Sabi olan köle de bulûğa eren köle hükmün­de olur.

105 –Köleyi tutanın sahibine teslim etmek üzere tuttuğuna şahit göstermesi gerekir.

106 –Firardaki köleyi tutan adam onu elinden kaçırırsa bir ücret alamaz.

107 -Rehin bırakılmış bir köle kaçınca bunun tutulup teslimine ait ücreti rehin alan verir.

108 -Cinayet işliyen kölenin efendisi diyetini kendisi verirse tutup getirme ücretini.de vermek kendisine düşer. Eğer köleyi maktulün veli­sine verirse getirme ücretini de o verir.

109 –Firarda yakalanan kölenin nafaka masrafları aynen lukata-daki gibi hüküm alır.

Âbık: Efendisinden bir korkusu ve zor işlere sevk edilme düşüncesi olmadan sırf arzusuna uyup kaçan köledir.

MEFKÛD { YAŞAYIP YAŞAMADIĞI BİLİNMEYEN KİMSE[123]

110 –Bir mefkûd kendisi hakkında sağ, başkaları hakkında ise ölü hükmündedir.

111 –Hâkim mefkûdun malını kcrumak ve vekili olmıyan sahadaki mallarının gelirlerini almak için bir kayyum tâyin eder.

112 –Kayyum, mefkûdun, bozulmasından korktuğu mallarını sa­tar.

113 –Mefkûd kaybolmadan önce nafakalarını vermekle mükellef olduğu kimselere, kayyum da onun malından mahkeme kararı olmadan nafakalarını verir.

114 -Mefkûdun, akranlarından hayatta kalamıyacağı kadar ömrü geçerse ölümüne hüküm verilir.

HÜNSÂ*

115 –Yeni doğan çocuğun erkek ve dişi her iki uzvu da bulunursa, bunlardan idrarını hangisi ile yapıyorsa ona itibar edilir. Erkeklik uz­vundan idrar yaparsa erkek, dişilik uzvundan idrar yaparsa dişi sayılır. İkisinden de yapıyorsa idrar önce hangisinden geliyorsa ona göre erkek­lik ve dişilik hükmü alır.

Eğer aynı zamanda her iki uzuvdan da idrar geliyorsa, böylelerine “hünsâ-i müşkil” denilir. Burada çok idrar gelen uzva göre hüküm veril­mez (SM).

116 –Hünsâ olan çocuk bulûğ çağına geldiği zaman kendisinde (sa­kal bitme, erkeklik uzvundan ihtilâm olmak, kadınla cinsî temasda bu­lunmak gibi) erkeklik emareleri görülürse erkek sayılır. (Ay başı olmak, gebe kalmak, memeleri büyümek, süt gelmek ve kadınlık uzvu ile mü­nasebette bulunmak gibi) kadınlık emareleri görülürse dişi sayılır. Er­keklik ve dişiliğe ait belirtiler görünmezse veya her ikisi de birden görü­nürse bu kimse de “hünsâ-i müşkil” adını alır.

Hünsâ-i Müşkilin Hükümleri:

117 –Bir kimsenin hünsâ-i müşkil olduğuna hüküm verilince ken­disinden din işlerinde en ihtiyatlı ve sağlam olanlar istenilir.

118 –Mirasın taksiminde iki hisseden en az olanını alır.

119 –Namaz lalarken, erkek safları ile kadın safları arasında du­rur. Kadın saflarmda namaz kılarsa namazını iade eder. Erkekler safın­da namaz kılarsa sağında, solunda ve tam arkasında olanlar namazları­nı yeniden kılarlar.

Hünsâ, tahannüs kelimesinden türemiştir. Bu da parçalara ayrılıp ço­ğalmak mânasını taşır.

Hünsâ: Erkek uzvuna da kadın uzvuna da sahip,olan veya her ikisi de bulunmıyan kimsedir.

120 –Hünsâ-i müşkil, kadın baş örtüsü ile namaz kılar, ipek elbise giyemez ve zinetleri takamaz.

121 –Mahremlerinden başka ne bir erkek ve ne de bir kadın onunla başbaşa kalamaz. Yanında bir mahremi bulunmadan yolculuğa çıka­maz.

122 –Hünsâ-i müşkili sünnet etmek için ona bir câriye satın alınır. Sünnet edince o câriye satılır. Eğer malı yoksa câriye devlet hazinesi ta­rafından satın alınır.

123 –Erkek veya kadın olduğu anlaşılmadan ölürse yıkanmayıp te­yemmüm edilir, sonra kefenlenir ve kadmmış gibi defnedilir.

VAKIF[124]

124 –Vakfetmek, “malı sahibinin mülkü olmak üzere bırakmak ve o malın menfaatlarım sadaka olarak vermek” demektir.

125 –Hâkimin kararı ile tescil edilnıiyen (SMF) yahut “Öldüğüm zaman malım vakıftır” şeklinde mal sahibinin vasiyetine bağlı bulunmıyan vakıf geçerli olmaz.

126 –Bir kimsenin, başkası ile ortak bir yerini hâkimin kararı ol­madan vakfetmesi caiz olmaz (S).

127 –Vakfın caiz olabilmesi için, sonucunu hiç kesintiye uğramı-yan ebedî bir yöne çevirmek şarttır (S)3.

128 –Akarların vakfedilmesi caiz olur. Menkul = (taşınabilir) mal­ların vakfedilmesi ise caiz değildir (S). İmam Muhammed; kitaplar, mushaf, balta, keser, testere, kazan ve tabut gibi halk arasında örfen vakfedilen menkul malların vakf olunabileceğine hüküm yermiştir. Fa­kat örfen vakfedilmesi adet haline gelmiyen (elbise ve emtia gibi) men­kul mallar vakfedilemezler. Fetva da İmam Mühammed’in görüşüne gö­re verilmiştir. ‘

129 -Har]p vâsıtası olarak kullanılan hayvan ve silâhların vakfe­dilmesi caizdir.

130 –Vakıf olan mal satılamaz ve bir kimseye mülk olarak verile­mez.

131 -Vakfeden tarafından şart koşulmasa dahi vakfın ayakta dur­ması için herşeyden Önce geliri ile vakfın tamiratı yapılır.

132 -Zengin bir adama yapılan vakfın tamiratını zengin adam ken­di parası ile yapar. Fakirlere vakfedilen bir malın fakirler tarafından ta­mir ettirilmesine hüküm verilemez. Vakfı kullanan, tamir etmek iste­mezse veya fakirse hâkim onu başkasına kiraya verir ve getirdiği para ile tamiratını yaptırır. Sonra da oturmak hakkına sahip olan kimseye geri verir.

133 –Vakfedilen bir binanın yıkılan enkazı ve vakıf bir malın sö­külmüş aletleri yine o vakfın tamirine harcanır. Eğer bunlara ihtiyaç yoksa ihtiyaç zamanına kadar saklanır. Bu enkaz ve aletleri aynen ta­mir işinde kullanmak mahzurlu ise satılır ve parası yine tamirine har­canır. Vakıfdan faydalananlar arasında taksim edilmez.1

134 – Vakıf yapan kimsenin (hayatta kaldığı müddetçe) vakfin geli­rinin tamamım veya bir kısmını kendisine ayırması caiz olur. Mütevelli[125] olmak hakkı da vardır.

135 –Mütevelli, güvenilir bir kimse değilse hâkim, vakfı bunun elinden alır ve başka bir mütevelli tayin eder.

136 –Bir mescid yapan kimse onun yolunu kendi yerinden ayırıp içinde insanların namaz kılmalarına (S) izin vermediği müddetçe bu bi­na kendi mülkiyetinden çıkmaz.

137 – Bir kimse, müslümanlar için bir çeşme, yolcular için han, ker­vansaray veya havuz yapsa kuyu kazsa, kendi yerini insanlar için me­zarlık yahut yol yapsa, hâkim karar altına almadıkça veya yapanın, ölü­münü müteakib vakıf olacaklarına dair vasiyyeti bulunmadıkça geçerli olmaz.

138 – Hastalık halinde yapılan vakıf vasiyyet olur.

139 –Vakıf olan bir kervansaraya ihtiyaç kalmazsa onun vakfı, kendisine en yakın olan diğer kervansaraya nakledilir.

140 – Cami dar gelse ve yanında umuma ait yol bulunsa cami yol ta­rafından genişletilir; yol dar gelince o da cami tarafından genişletilir.

HİBE = BAĞIŞ[126]

141 –Hibe, icab ve kabul ile ve kabz = (ele geçirmek) la sahih olur.

142 – Bağışın yapıldığı meclisde hibe edenin izni olmadan hediyeyi almak caizdir. Ayrıldıktan sonra hediyeyi almak bağışlıyamn iznine bağlı olur. Eğer daha önceden hibe edilen mal, kendi elinde bulunuyorsa mücerred kendisine bağışlanmış olmakla ona sahip olur.

143 –Bir babanın malını küçük çocuğuna hibe ettiğini söylemesi ile (kabz edilmesine lüzum olmadan) hibe akdi tamam olmuş olur.

144 -Küçük çocuğa yapılmış olan bağışı velisi, annesi ve bizzat kendisi ele geçirince küçük ona mâlik olmuş olur.

145 –Hibe akdi, hibe edenin “Hibe ettim, bağışladım, verdim, bu yi­yeceği sana verdim, yaşadığın müddetçe bu evi sana verdim” sözleri ile meydana gelir. Hibeye niyet ettiği zaman; “Bu hayvana seni bindirdim”.

sözü ile yine “Bu elbiseyi sana giydirdim” ifadesi ile hibe akdi meydana getirilmiş olur.

146 –Taksim edilemiyen ortak bir inaldaki muayyen bir hisseyi ba­ğışlamak caizdir. Fakat taksim edilebilirse caiz olmaz (F). Eğer bağış­landıktan sonra bölünür ve teslim edilirse, o zaman caiz olur; bölünebi-leri bir evdeki hisse (hin önceden bağışlanıp sonra bölünüp teslim edil­mesi) gibi. Memedeki sütün, hayvanın sırtındaki yünün, hurma ağacı üzerindeki hurmanın, tarladaki ekinin hibe edilmesi de bunun gibidir.

147 – Buğdayın öğütülüp çıkarılacak ununu,susamın ve sütün çı­karılacak yağlarını hibe ettikden sonra çıkartıp teslim etmek (bunlar hi­be edildikleri zaman mevcut olmayıp mülkiyete mahal olamıyacakla-rmdan) caiz olmaz.

148 – îki kişi müştereken mâlik oldukları mallarını birlikde birisi­ne hibe etseler caiz olur. Bunun aksi ise caiz olmaz (SM). ,

149 –Bir kimse bir malını iki fakire birden sadaka olarak verirse caiz olur. Fakat iki zengine sadaka verilmesi caiz olmaz.

150 –Bir kimse cariyesini hibe edip karnındaki çocuğunu istisna etse hibe sahih istisna ise bâtıl olur.

151 – Hibeden Dönmek:

1) Mahrem olmıyan kimselere (F) yapılan hibeden dönmek caiz olur, fakat mekruhtur.

2) Kendisine hibe yapılan şahıs bunun bedeli olarak hibe edene bir şey verse hibeden dönülemez.

3) Hibe edilen malın kendisinde bir artma bulunsa hibeden dönüle­mez.

4) (Teslimden sonra) taraflardan birinin ölmesi hibeden dönmeğe engeldir.

5) Hibe edilen malın, kendisine hibe edilen şahsın mülkiyetinden çıkmış olması hibeden dönmeğe engeldir.

6) Mahrem olan akrabalarına yapılan bağıştan dönülemez.

7) Koca ailesine, kadın kocasına yaptığı bağışlardan dönemez.

8) Hibeyi alan kimse, hibe edene bir şey vererek “Şunu hediyene be­del olarak, yahut ivaz = (karşılık) olarak veya mukabil olarak al” derse veya bir başkası teberru1 olarak bedelini verse, o da bunları alsa hibeden dönme hakkı düşer.

9) Hibe edilen malın yarısı başkası tarafından hak kazanılarak alınsa, kendisine hibe yapılan kimse ona karşılık vermiş olduğu bedelin yarısını geriister. Fakat hibe karşılığında verilen bedelin bir kısmı hak kazanılarak bir başkası tarafından alınınca; hibe eden onun için bir şey istiyemez (Z). Ancak hibe ettiği mala karşılık almış olduğu bedelin ta­mamına bir başkası sahip çıkınca hibenin tamamını geri alır.

10) Bedel şartı koşularak yapılan hibede; kabzdan önce hibe hük­mü, kabzdan sonra ise alış-veriş hükmü ceryan eder.

152 -Hibeden dönüş ancak tarafların karşılıklı rızaları yahut hâkimin kararı ile sahih olur. Hâkim bağışın geri verilmesine hüküm verdikten sonra elinde zayi olsa kıymetini ödemesi gerekmez.

Umrâ ve Rukbâ:

153 -Umrâ = (bir kimsenin yaşadığı müddetçe malını birisine kul­landırması) caizdir. Bu malı ölünceye kadar kendisine hediye edilen şa­hıs kullanır. Öldükden sonra da yine hibe edene kalmayıp hibe edilen şahsın mirasçılarına intikal eder.

Umrâ; bir kimsenin evini bir başkasına yaşadığı müddetçe .ve Ölün­ce de tekrar kendisine geri verilmek şartı ile vermesi demektir (ki geri verilmek şartı bâtıl olup ev hediye edilenin varislerine kalır).

154 -Rukbâ ise,bâtıldır (S). Bu, “ölürsen bu ev bana kalsın, ben ölürsem senin olsun” demek sureti ile yapılan bir hibe şeklidir.

155 -Hüküm balonundan sadaka vermek de hibe gibidir. Ancak sa­dakada dönme hakkı yoktur.

156 –Malından sadaka vereceğini adayan kimsenin bu adağını zekât mallarının cinsinden yerine getirmesi gerekir (Z). Mülkü ile sada­ka vermeği adarsa bütün mallarını içine alır. Bir kimse nafaka olarak vereceği malını kazanç temin edinceye kadar elinde tutar sonra elinde tuttuğu kadarını sadaka verir.

İARE[127] = ÖDÜNÇ VERME

157 -İare; menfaatları (bedelsiz olarak) bağışlamaktır.

158 – Ödünç vermek ancak aynı baki olmakla beraber kendisi ile faydalanılan şeylerde olur.

159 –Ödünç verilen mal, ödünç alan yanında bir emanettir. –

160 -Ödünç verme akdi, ödünç verenin “şu malımı sana ödünç ver­dim, kullanmak için şu tarlamı sana verdim, şu kölemi senin hizmetine verdim” ve bağışladığını kast etmiyorsa “şu elbisemi sana verdim, seni şu hayvana bindirdim” ve “evim senin meskenindir” yahut “yaşadığın müddetçe evim senin meskenindir” gibi sözleri ile sahih olur.

161 -Ödünç alan = (müste’îr) m, kullananların değişmesi ile deği­şen bir durum yoksa ödünç aldığını bir başkasına ödünç vermeğe hakkı

vardır.

162 – Ödünç alanın, müste’ar = (ödünç alman mal)ı kiraya vermek hakkı yoktur. Kiraya verir de zayi olursa kıymetini öder. Bu durumda ödünç verenin ödünç alana kıymetini ödettirmek hakkı vardır. Ödünç alan bunun kıymetini tazmin edince dönüp onu kiracısından alamaz. Fakat ödünç veren zayi olan malını kiracıya ödettirirse kiracı (onun ödünç mal olduğunu bilmeden kiralamışsa) dönüp Ödediği şeyi ödünç alandan alır.

163 – 1) Ödünç veren:

  1. a)Zaman tahdidi koydu ise,
  2. b)Ödünç verilen maldan faydalanmayı,
  3. c)Kullanma yerini sınırlandırdı ise ödünç alan; bir hayır olmaksı­zın bu kayıtlara aykırı hareket ederse zayi olduğunda o malın kıymetini öder.

2) Ödünç için bir kayıt konulmayıp serbest bırakıldı ise; geri istenil-mediği müddetçe ödünç alan; onun sağladığı menfaatlarm her çeşidin­den faydalanma hakkına sahip olur.

164 – Bir kimse, arazisini bina yapması veya ağaç dikmesi için biri­ne ödünç verse; bu ödünç akdinden dönüp ağaçları ve evi yıktırıp söktür­me teklifinde bulunmaya hakkı vardır. Şayet muayyen bir zamana ka­dar ödünç verilir de vakit çıkmadan önce yer geri alınırsa, bu onun için çirkin bir iş olur. Arazi sahibi ödünç müddeti bitmeden önce arazisini ge­ri alınca, bina veya ağaçların kıymetlerini ödeyip onlara mâlik olur. Bu durumda araziye büyük bir zararı olmadıkça ödünç alanın bunları sök­mek hakkıdır. Zarar verdiği halde sökse de bir şey ödemek gerekmez.

165 –Ziraat için ödünç verilen arazi bir zaman tayin edilmemişse bile hasattan önce geri alınamaz[128].

166 -Ödünç malı sahibine iade etmek için gereken masraflar ödünç alan şahsa ait olur. Kirada ise kiralanan malı sahibine götürüp teslim etmek için lâzım gelen masraf mal sahibine aittir.

167 -Ödünç alınan hayvan, sahibinin ahırına götürülünce onun mesuliyetinden beri olunur. Elbiseyi, husûsî tuttuğu adamı ile yahut kölesi ile veya ailesinden birisi ile elbise sahibinin evine göndermekle de aynı şekilde berî olunur. (Yani bunlar ahırda veya evde sahibinin eline geçmeden zayi olsalar, kıymetlerini ödemek gerekmez, Mütercim).

GASP[129] ETMEK = ZORLA BİR ŞEY ALMAK

168 -Hukuk tabiri olarak gasp: “Başkasının mülkünde bulunup kıymet ifade eden ve harbî malı olmayan bir malı haksız yere zorla alıp ele geçirmek”tir.

169 –Bir şeyi gasp edenin, eğer duruyorsa, gasp ettiği yerde onu sa­hibine teslim etmesi lâzımdır.

170 -Gasp edilen mal harcanmış ve yok edilmişse misliyattan = (yani benzeri verilebilecek mal cinsinden) olduğu takdirde mislini Öde­mek, misliyattan olmadığı = (yani kıymeti ödenmesi.gereken mal cinsin­den olduğu) takdirde de gasp edildiği gündeki kıymetini ödemek gere­kir. Eğer malın kıymeti noksanlaşmışsa bu noksanlık tazmin edilir.

171 -Gasp edilen mal misliyattan olup çarşı-pazarda bulunamazsa dava günündeki kıymetini ödemek lâzım gelir (SM).

172 –Gâsıp = (gasbeden) gasp edilen malın helak olduğunu iddia etse hâkim, “dursaydı onu açıklardı” diye bir kanaate sahip oluncaya kadar onu Jıaps eder. Sonra bedelini ödemesine hüküm verir.

173 –Magsûb = (gasp edilen mal) un kıymeti hususunda söz yemini ile beraber gasbedenindir.

174 -Gasp edilen malın kıymetinin ödenmesine hüküm verilince gâsıp o mala gasp ettiği zamanda mâlik olmuş sayılır. Bu durumda gasp edilen malın kazancı da kendisine verilir. Fakat gasp edilen hayvanın gâsıb elinde doğurduğu yavrular mal sahibinin olur.

175 –Gâsıbm gizlediği mal meydana çıksa ve kıymetinin fazla oldu­ğu görülse, eğer onun kıymetini yeminden çekinmesi ile veya delile da­yanarak, yahut mal sahibinin sözüne göre ödemişse bu fazlalık gasp edene teslim edilir. Fakat, gasp edenmalın kıymeti hususunda yemin edip ödemişse mal sahibi, isterse bu ödenmiş olan mikdarı kabul eder, isterse de malını geri alır ve bedelini geri verir.

176 –1) Gasbedenin kendi fiili ile akarın kıymetine bir noksanlık gelirse noksanlaşan kıymeti ödemek gerekir. Fakat kendi kendine ha-rab oldu ise kıymetini ödemek gerekmez (M).

2) Gasp edilen arazi ziraat yüzünden kıymetinden düşerse (arazi­nin geri verilmesi ile birlikte) bu noksan kıymet ödenir.

177 –Gâsıp, tarlaya ektiği tohum mikdarını ziraatından alır ve faz­lasını sadaka olarak dağıtır. Emanet veya ödünç alınan mallarda kulla­nılır ve kâr temin edilirse fazlası sadaka olarak verilir (S).

178 -1) Gâsıp, aldığı malı ismi ve menfaatlarımn çoğu değişecek şekilde bozsa ona mâlik olup kıymetini öder: Hayvanı kesip pişirmek ya­hut kebap yapmak veya etini parça parça etmek, buğdayı un haline ge­tirmek veya ekmek, undan ekmek yapmak, demirden kılıç, bakırdan kap, Hint çınarından bina, kerpiçden duvar yapmak, zeytin ve üzümü sıkmak, pamuğu iplik haline getirmek, iplikden dokuma yapmak gibi. Fakat bedelini ödemedikçe yaptığından faydalanamaz (Z)

2) Külçe halinde altın ve gümüş gasp eden, bunlardan para bassa veya kap yapsa bunlara mâlik olamaz (SM).

179 –Başkasının elbisesini yırtıp umumiyet itibarı ile giyilemez hale getirse kıymetini öder.

180 – Bir kimse, başkasının hayvanını keser yahut ayağını kırarsa sahibi isterse noksanlaşan kıymetini ödettirir.

Eti yenilmiyen hayvanlardan birinin ayağını kesen o hayvanın tam kıymetini öder.

181 -Başkasının yerine bina yapan veya ağaç diken kimsenin bun­ları söküp araziyi sahibine teslim etmesi lâzım gelir.

182 -Bir kimse elbiseyi gaspedip onu kırmızıya boyarsa veya kavutu[130]gasp edip onu yağla karıştırırsa sahibi isterse bunları alır ve elbisenin, kavutun artan kıymetlerini gasp edene öder. isterse de elbise­nin beyaz iken olan kıymetini ve kavutun da benzerini alıp bunları gas-bedene bırakır.

183 – Gasbedilen Maldaki Artma Ödenir mi?

1) Gasbeden adamın elinde iken gasbedilmiş bir malda bitişik olsun (semizleşme, olgunlaşma ve güzelleşme gibi) yahut ayrı olsun (yavrula­ma, meyve verme, hayvandan alman yün ve süt gibi) meydana gelen herhangi bir artma emanet hükmündedir, Gasbeden bunları kasden te­lef eder ve herhangi bir tasarrufda bulunursa veya istenildiği halde ver­meyip elinde telef olursa kıymetlerini sahibine öder.

2) Gasbedilmiş bir cariyenin, gasbeden elinde bir çocuk.

yapması sebebiyle noksanlaşan kıymetini ödemek gerekir. Çocu­ğun kıymeti ve düşürüldüğü zaman da “gurer” adı ile anılan diyeti Ödet­tirilir.

184 -Gasbedilmiş bir malm menfaatları, ister bu menfaatlar elde edilmiş olsun, isterse de bu mal muattal olarak bırakılsın, gaspedene aittir, ödenmesi gerekmez[131].

185 –Zimmîye ait domuz veya içkiyi telef edenler, bunların kendile­rini değil de kıymetlerini öderler. Eğer bunlar bir müslümana ait ise ödemek gerekmez.

186 –Çalgı aletlerinin kırılmasında eğlence dışında neye yarayışlı iseler ona göre takdir edilen kıymetleri ödenir (SM).

OLÜ ARAZİYİ İHYA ETMEK[132]

187 -Ölü arazi = (arazi-i mevât), bir müslümana ve bir zimmîye ait olmıyan ve bir kimse kasabanın en kenarındaki evlerden, en yüksek se­siyle bağırdığında ses duyulamıyacak kadar kasabadan uzak ve faydalı durumda olmıyan araziye denilir.

188 -Devlet reisinin izni ile; ölü araziyi onaran ve ziraata elverişli hale getiren, ister müslüman olsun ister zimmî = (müslümanlarm idare­si altında yaşıyan gayri müslim) olsun o yere sahip olur.

189 -Kasaba ve köye yakın olan araziyi ihya etmek caiz değildir.

190 –Bir kimse ölü bir arazinin etrafını taş ve saire ile çevirip üç se­ne orada ziraat yapmasa devlet orasını alıp başkasına verir.

191 -1) Bir kimse ölü bir arazide kuyu kazsa bunun harîmi, yani ona tâbi saha, su çeken hayvanın dönmesi (SM) ve hayvanın çöküp yat­ması için her tarafından 40 zira’ = (25-30[133] metrea)dir. Bu kuyunun harîmi olan sahada bir başkası kuyu kazmaya kalkışsa men edilir.

2) Açılan su kaynaklarının, menbalarm kendilerine tâbi sahaları ise her tarafdan 500 zira’ = (300-350 metre) dir. Suyu yer yüzeyinden akan su kanallarının harîmi de kaynaklarda olduğ gibi 300-350 metre­dir.

3) Başkasının yerinden geçen büyükçe bir nehrin (SM) delil ohna-dıkça harimî yoktur. Ölü bir arazide açılmış bir nehrin de aynı şekilde harîmi yoktur.

4) Olü bir arazide dikilen bir ağacın harîmi her’tarafından beş zira’ = (3-3.5 metre)dir.

192 –Fırat ve Dicle nehirlerinin terk ettikleri yataklarını, tekrar oradan akma ihtimalleri kalmamışsa ihya etmek caizdir. O yataklara dönme ihtimalleri varsa caiz olmaz.

HAKKI ŞİRB[134] = SULAMA HAKKI

193 -Şirb hakkı, sudaki hisse demektir. Suyun ortaklar arasında bölüşülmesi caizdir.

194 -Arazi olmadan sadece sulama hakkını dava etmek caizdir. Bu hak miras olarak da bırakılır.

195 -Sulama hakkı, başkasına vasiyetle devredilemez. Fakat, menfaati vasiyet edilebilir.

196 – Sulama hakkı; satılamaz. Başkasına bağışlanamaz ve bu hakdan sadaka verilmez.

197 -Sulama hakkı, mehir olmaya elverişli olmadığı gibi mal mu­kabilinde yapılan boşamaya bedel de olamaz. Bu hak mal ve kısas dava­larından sulh olmak için bedel olarak da verilemez.

198 – Suların Çeşitleri:

1) Deniz suyu: Bu su herkesindir. Bütün insanlar denizden su al­mak hayvanlarını ve arazisini sulamak, kanallar açıp başka yerlere nakletmek sureti ile ondan faydalanmak haklarına sahiptirler[135]

2) Seyhan, Ceyhan, Nil, Fırat, Dicle gibi büyük nehirlerin ve vadile­rin suları: Herkes bunlardan içmek, hayvanını ve arazisini sulamak ve değirmen kurmak hususunda ortak haklara sahiptirler.

3) Bir köye ait çay suyu: Bu köyden olmıyanlarm bu çaydan su iç­mek ve hayvanlarım sulamak hakları vardır. Bu konuda köylülerle ortaktırlar. (Abdest almak, çamaşır yıkamak, ekmek ve yemek pişirmek için o çaydan su almak haklarıdır).

4) Küp ve ona benzer kaplarda biriktirilen sular: Sahibinin izni ol­madan bu suyu başkası alıp kullanamaz. Sahibinin bu suyu satma hak­kı vardır.

199 –Bir kimsenin kendi mülkü içerisinde akan bir dere veya bir pı­nar yahut bir kuyu bulunsa, yakınında sahipsiz bir arazide de su olsa, o kimse başkalarının su içmek ve hayvan sulamak için kendi yerine gir­melerine engel olmak hakkına sahiptir. Eğer yakınında su yoksa, ya on­ların (zarar vermemek şartı ile) yerine girip su almalarına müsaade eder, veyahut da bizzat kendisi su çıkarıp onlara verir. Eğer bu iki duru­mu da kabul etmeyip su vermemekte ısrar ederse kendilerinin ve hay­vanlarının susuz kalacağından, korkanlar silâh zoru ile bu yerden su alırlar. Kaplarda biriktirilmiş suları almak için ise silâhsız mücadele edilir.

Zaruret durumunda başkasımn yiyeceğini almak için kaplarda bi­riktirilmiş suları almakda olduğu gibi silâhsız mücadele yapılır.

Büyük Nehir Yataklarının Temizlenmesi:

200 – Büyük nehir yataklarını temizleme işi devlet hazinesine ait­tir.

201 –Belirli halkın mülkü olan nehir yataklarının temizlenme işi ise sahiplerine aittir. Onlardan kim bu işden çekinirse mecbur tutulur.

202 – Sadece sudan içme ve hayvanlarını sulama hakları olanlar temizleme külfetini yüklenmezler.

203 – Bir kimseye ait dere başkasının yerinden geçerse arazi sahi­binin buna engel olmaya hakkı yoktur.

204 – Bir topluluk aralarında müşterek olan bir nehirdeki sulama hisselerinde anlaşmazlığa düşerlerse herkese arazisi miktarmca sula­ma hakkı verilir.

205 – Suyun başında olanların, aşağıdaküerinin rızası olmadan su­yu tamamen kesip almaya hakları yoktur.

206 – Mülk olan bir nehre sahip olanlardan hiç kimse diğerlerinin rızası olmadan ark açıp o nehirden su götüremez, değirmen kuramaz, köprü edinemez, kendi kanalının ağzım genişletemez, sulama hakkını bu hakka sahip olmıyan araziye devredemez.

Su, arklarla taksim edilmişse, başkalarına zarar vermese bile hiç kimse bunu günlere göre taksim edemez, yarı yarıya kullanamaz ve ar­kını çoğaltamaz[136]

MÜZARAA = ZİRAAT ORTAKLIĞI[137]

207 – Müzaraa, hâsüâtan bir kısmı karşılığında ziraatçılık üzerine yapılan bir ortaklıktır. İmam Ebû Hanife bu ortaklığı caiz görmemiştir. Fetva İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’in görüşlerine dayanır.

208 – Ortaklığın Sahih Olabilmesinin Şartları Şunlardır:

1) Ne kadar zaman devam edeceğinin tayin edilmesi gerekir;

2) Arazi ziraata elverişli olmalıdır,

3) Tohum mikdarımn ve cinsinin belli olması lâzımdır,

4) Tarafların mahsûlden alacakları hisseler tayin edilmelidir,

5) Arazinin çalışacak olan ortağa teslimi şarttır.

209 – Mahsûl aralarında müşterek olsa da önceden ortaklardan bi­rine “şu kadar ölçek” diye kesin olarak ölçek adedi belirtüse yahut ortak­lardan birine su arkları ile sulanan yerlerden çıkan mahsûl şart koşulsa veya tohum sahibinin, ektiği tohumunu alması şartı, yahut haraç mik-darını alması şartı ileriye sürülse, ziraat ortaklığı bozulur. Mahsulün 1/10’ini = (öşrü) ortaklardan birinin alması şart koşulsa caiz olur.

210 –Arazi ve tohum bir tarafdan, iş ve hayvan diğer tarafdan ya­hut arazi birinin öteki şeyler diğer ortağın veya çalışma birinden geri kalan şeyler diğer ortakdan olsa ortaklık akdi sahih olur.

211 –Ziraat ortaklığı sahih olunca elde edilen mahsul önceden tes-bit edilen şartlara göre taksim edilir.

212 –Araziden hiç bir mahsul alınamayınca çalışan ortak da hiçbir hak alamaz.

213 – Ortaklığı sahih kılan yukardaki şartlardan başkası (ki onlar; hayvan ve ziraat aletlerinin arazi sahibinden, tohumun çalışan ortak-dan yahut tohum birinden, diğer şeyler öteki ortakdan veya arazi birin­den çift süren hayvan ötekinden ve tohum ötekinden, iş ötekinden olan şartlardır) ortaklığı fasit kılar.

214 – Ortaklık bozulunca çıkan mahsûl tohum sahibi olan ortağın olur. Diğeri çalışmasının ücretini veya (arazi sahibi ise) arazisinin kira­sını alır ve bu ücretler daha önceden kararlaştırılmış olan mikdardan fazla olamaz (M).

215 –Samanın, tohumu veren ortak için şart koşulması sahihtir. Fakat diğer ortak için şart koşulması sahih olmaz.

216 -Ziraat ortaklığı akd edildikten hemen sonra tohum sahibi vazgeçse zorlanamaz. Fakat diğer ortak vaz geçerse,kira akdini fesh eden bir özrü olmadıkça -ki bu özür ziraat ortaklığını da fesheder- ortak­lığa zorlanır.

217 -Çalışan yani çiftçilik yapan ortağın; tarlayı sürüp aktarması ve açtığı arklar için bir ücret istemeğe hakkı yoktur.

218 -Ekini biçme, toplayıp kaldırma, harman etme,savurma işleri hisselerine göre her iki ortağa da düşer. Bu işleri sadece çalışan ortağın yapması şartı ise caiz değildir. Ebû Yusuf a göre ise caizdir ki, fetva da buna göre verilmiştir.

219 -Taraflardan birinin ölümü ile ortaklık son bulur.

220 – Ortaklık müddeti sona erer de ekin olgunlaşmazsa, çiftçilik yapan ortak hasada kadar araziden kendine düşen hissenin ücretini alır ve hasat zamanına kadar ziraat için yapılan masraflar da her ikisine ait olur.

Müsakât = Ağaç ve Terbiyesinde Ortaklık*:

221 -Müsakât ortaklığı; müddet hariç şartları, hükümleri ve fuka-ha ihtilâfı bakımından aynen ziraat ortaklığı gibidir.

222 – Taraflar müddet tayin etseler de o zaman içerisinde meyve yetişmezse ortaklık akdi bozulur.

223 – Mal sahibi bir müddet tayin etmeden bakım ve terbiye işini

Müsakât: ei-sakyu kelimesinden gelir. Kelime olarak su vermek, tarla­yı bakıcıya ortak vermek demektir. istilanda ise; “Bir tarafın ağaçlarım diğer tarafin da terbiye ve sulama gücünü ortaya koyarak meydana getirdikleri bir ortakhk”dır.

Eşcar = Ağaçlar; Bir seneden fazla yerde kalan bitkilere denilir. üzerine alan ortağma hurma ağaçlarım ve daima köküntocdap gevşedecek olan yoncasını verse müddet tayını yapmayınca bu akıt yonca hak

ve sulama ile gelişip artacaklara zaman ağaçlar, üzüm kütükleri, sebzeler, patlıcan kökü hakkında müsakât ortaklığı

kurulması caiz olur. .

225 – Taraflardan birinin ölümü ile ortaklık_son bulur.

226 – NİKÂH[138]

1) Normal bir durumda (kadına karşı nefsinde aşırı bir arzu duymı-yanlar için) evlenmek müekked bir sünnettir ve insanlardan evlenmele­ri istenilir.

2) Şiddetli bir şehevî taşkınlık ve arzu halinde evlenmek farzdır.

3) Kadının haklarını yerine getirememekden korkulursa evlenmek mekruh olur.

227 – Nikâhın rüknü: a) îcab, b) Kabûl’dür.

228 – Nikâh akdi, geçmiş zamana delâlet eden iki söz = (îcab ve kabul) ile veya biri geçmiş zaman, diğeri gelecek zaman sigası ile meyda­na gelir. “Beni zevç = (koca) veya zevce = (karı) lige al” ötekinin de “Seni koca ve karı olarak aldım” demesi gibi.

229 – Nikâh akdi: Nikâh; tezvîc, hibe, sadaka, temlik, satmak ve satın almak (F) sözleri ile de meydana gelir.

230 – Müslümanların nikâhı, ancak iki erkek şahit yahut bir erkek ile iki kadın şahit huzurunda kıyılır. Şahitlerin hür ve müslüman olma­ları şart, âdil olmaları (F) ise şart değildir. İki ağmanın şahitliği ile de

nikâh kıyılır.

Bir müslümanm bir zimmîye = (azınlık ehlinden gayri müslim bir kadın) ile, iki zimmîyi şahit tutarak evlenmesi caiz olur (M). Fakat erke­ğin nikâhı inkâr etmesi karşısında bu iki zimmînin şahitliği ile nikâh is-batlanamaz.

Birbirlerine Haram Olanlar:

231 –Bir erkeğe:

1) Annesi ve nineleri,

2) Kızı ve kendi evlâdından olan kızları,

3) Kız kardeşi, kız ve erkek kardeşlerinin kızları,

4) Babasının ve annesinin kız kardeşleri,

5) Zevce = karısının annesi ve eğer zifafa girmişse karısından olan üvey kızı,

6) Baba ve dedelerinin karıları,

7) Oğlunun ve nihayete doğru torunlarının kanlan haramdır. Bun­larla evlenemez.

232 – İki kız kardeşi birlikde nikâh altında bulundurmak veya biri­si ile cariyesi olarak yatıp, diğerini nikahlamak da haramdır.

233 – Sütten dolayı haram olanlar yukarda söylendiği şekilde ne­septen dolayı haram olanlar gibidir.

234 – Bir erkek tek bir nikâh akdi ile iki kız kardeşi birlikde nikâhlasa ikisinin de nikâhı fasit = (bozuk) olur. İki kız kardeşi iki ayrı nikâh akdi ile alsa da hangisi ile daha önce nikâhlandığı bilinmese, kız­ların o erkekden ayrılması sağlanır.

235 – Karısını boşayan bir erkek, iddeti bitinceye kadar ne onun kızkardeşi ile ve ne de dördüncü bir kadınla evlenemez.

236 – Bir kadın ile o kadının teyzesi veya halasını birlikde nikâh al­tında bulundurmak haramdır.

237 – Cariyenin, hür bir kadın üzerine veya beraber, yahut hür ka­dının boşandıkdan sonraki iddeti içerisinde (SM) nikâhla alınması caiz olmaz. Hür bir kadının veya bir cariyenin diğer bir cariye üzerine, bera­ber ve boşandıktan sonraki iddeti esnasında nikâhlanması ise caizdir.

238 Hür bir erkeğin, dört hür kadınla ve hür olan kadınla evlen­meğe kudreti varken hür olmıyan kadınla evlenmesi caizdir.

239 – Başkasının karısı ile veya boşanıp da henüz iddeti bitmemiş bir kadınla evlenmek caiz değildir.

240 –Başkasından hâmile olan bir kadınla (doğum yapmadan ön­ce) evlenmek caiz değildir. Ancak zinadan hâmile kalan bir kadınla nikahlanmak caizdir (SF). Fakat bu kadınla doğum yapmadan önce cinsî temasda bulunulamaz.

241 –Bir erkek, kendi cariyesi ile bir kadın da kendi kölesi ile evle­nemez.

242 – Mecûsî ve putperest kadınlarla evlenmek ve bunlar cariye ol­duklarında onlarla yatmak haramdır.

243 – Yahudi veya hıristiyan dinine mensup olan yahut yıldızlara tapan = (Sabiî) kadınlarla (SM) evlenmek caizdir[139]

244 – Zina sıhrî haramlığı gerektirir. Erkek veya kadından birinin diğerine şehvetle yapışması veya şehvetle tenasül uzvuna bakmış olma­sı da zinada olduğu gibidir[140]

245 – Bir erkek aynı nikâhla biri kendisine helâl, diğeri haram iki kadınla evlense kendisine helâl olan kadının nikâhı sahih olur.

246 – Hac esnasında ihramlı iken nikahlanmak caizdir.

247 – Nikâh-ı mut’a bâtıldır[141]

248 – Geçici bir müddet için (on günlüğüne, bir aylığına, bir kaç se­neliğine gibi zaman tayin ederek) evlenmek de bâtıldır;

Hür ve âkıl-bâliğ Olan Kadının Nikâhı:

249 – Nikâhda kadınların ifadeleri muteberdir. Bu cümleden ola­rak hür ve âkıl-bâliğ olan bir kadm (velisinin izni olmadan) kendisini nikâhlasa caiz olur.

250 Hür ve âkıl-bâliğ olan kadınların başkalarını velî veya vekil olarak evlendirmeleri ve kendilerini evlendirmek için bir vekîl tayin et­meleri de caiz olur.

251 -Kadım başkası nikâhlasa da kadın buna izin verse nikâhı ge­çerli olur (M).

252 – 1) Bir velî bulûğ çağma giren kızını evlenmeğe zorlıyamaz. Veli = (ana, baba veya kızın velayetini üzerinde bulunduran diğer kîm-se)nin nikâhdan Önce bulûğ çağma giren bakire kızma danışması, izin alması ve “falan adam seni istiyor, veya seninle evlenmek istiyor” diye­rek istiyen erkeğin kim olduğunu kıza söylemesi sünnettir. Bu durumda kız susarsa razı olmuş demektir. Gülmesi de izni olduğun gösterir. Veya ses çıkarcnaksızm ağlarsa bu da razı oluyor demektir.

2) Velî olmıyan bir kimse kızdan izin isterse kızm susması razı oldu­ğunu göstermez, kızm sözü lâzımdır.

3) Dul kadının izin vermesi de sözü ile olur. Ve istiyen erkeği tanıya­cak şekilde kendisine anlatmak gerekir.

253 – Bir kızm cerahattan, bir yerden atlamakdan, uzun müddet bekâr yaşamakdan yahut hayızdan dolayı kızlık zarı yırtılırsa yine hakîkî kız sayılır. Tek bir defa yaptığı zina ile kizlığı bozulan da böyledir (SM). Böyle kızlarla nikahlanan koca, nikâhın inkârı halinde “nikahlandığımızin haberi sana ulaştı, sen de susmuştun” der, kız da hayır bilâkis seninle evlenmeyi red etmiştim, derse söz kızın olur ve ken­disine yemin de verilmez (SM).

Küçüklerin Nikâhı ve Bulûğa Ermeleri ile Kazandıkları Muhayyerlik Hakları:

254 Bir velinin bulûğa ermemiş olan kız ve erkek çocuğunu ve mecnun olan kız çocuğunu nikahlaması caizdir[142]. Eğer bunları nikâhlıyan veli; baba veya babanın babası = (dede) ise bulûğa erdikle­rinde nikâhdan dönme muhayyerlikleri yoktur. Eğer veli bu ikisinden başkası ise bulûğa erdikleri zaman nikâhı devam ettirip ettirmemek de muhayyerdirler (S).

255 – Karı-kocadan hiç birinin;

  1. a)Erkeğin tenasül uzvunun kesik olması,
  2. b)Cinsî münasebette bulunmakdan acizlik,
  3. c)Buruk olma hâli müstesna herhangi bir ayıptan dolayı araların­daki nikâhı kaldırmaya haklan yoktur.

256 – Veli Olmak Hakkında Sırası ile Şu Kimseler

Sahibdirler:

1) Miras ve hacbdeki tertiplerine göre asabeden olanlar,

2) Azad edilmiş olan kölelerin efendileri,

3) Ana ve yakınları ki bunların da evlendirmek hakları vardır.

4) Velâ-i müvâlât = (Nesebi belli olmıyan veya müslüman olarak İslâm yurduna katılan birisinin kendi isteği ile bir müslümanm velayeti altına girmesinden doğan velilik).

5) Hâkimler (SM).

257 – Köleler, çocuklar ve mecnunlar velî olamazlar, Müslüman ol­mıyan erkek de (aralarında yakınlık olsa bile) müslüman bir kadına velî olamaz.

258 – Mecnun = (deli) bir kadının nikâhlanması hususunda oğlu, velî olarak, kadının babasından daha önde gelir (M).

259 – Yakın velî yolculuğu uzun süren bir yerde bulunur ve kıza denk olan istekli de onun gelmesini beklemezse uzak olan veli kızı evlen­dirir (Z).

260.- Dereceleri eşit iki veli kızı ayrı ayrı nikâhlasalar, önce nikâhlıyamnki muteber olur. Her ikisi de aynı anda nikâhlamışlarsa her ikisinin nikahlaması da geçersiz olur.

261 –Baba ve dede oğullanna aldıkları kıza emsallerinkinden da­ha çok mehir verseler, yahut kızlarını denk olmıyan birisine ve noksan bir mehirle verseler, caiz olur. Baba ve dededen başka velilerin ise böyle hakları yoktur.

262 – Bir kimse her iki tarafdar\ = (oğlan ve kız tarafından);

  1. a)Velî yahut vekîl olabilir,
  2. b)Bir tarafdan velî diğer tarafdan vekîl olabilir,
  3. c)Bir tarafdan asîl diğer tarafdan vekîl olabilir,
  4. d)Bir tarafdan veli diğer tarafdan da asîl olabilir.

Fuzûlînin Nikâhı[143]

263 – Bir tarafdan fuzûlî olan bir kimsenin yaptığı nikâh satışda ol­duğu gibi (asîl, velî veya vekilin iznine) bağlı olarak kıyılmış olur.

Fakat bir kimse, kadın ve erkek her iki tarafdan da fuzûlî olursa (S) veya bir tarafdan fuzûlî diğer tarafdan asîl bulunursa bu nikâh akdi bâtıl olur.

Evlenmede Denklik = Kefâet

264 – Nikâhda (erkeğin kadına) denk olması aranır. Bu denklik şu beş yerde aranmaktadır:

1) Soyda denk olmak[144]

2) Din ve takva = (fazilet ve ahlâk sahibi olmak)da denk olmak[145]

3) Sanatta denk olmak[146]

4) Huriye tte. denk olmak[147],

5) Malca denk olmak[148]

265 – Sadece babası müslüman veya sadece babası hür olan bir müslüman erkek, hem babası ve hem de dedesi müslüman olan bir müs­lüman kadına denk olmaz. Fakat kendisi ile beraber babası ve dedesi (S) müslüman olan bir erkek, bütün sülâlesi müslüman olan kadına denk = (küfüv) olur.

266 – Bir kadın, dengi olmıyan birisi ile evlenirse velîsinin onu (hâkime müracaatla) kocasından ayırmaya hakkı vardır.

267 – Eğer kadının velîsi mehrini almışsa veya mehir parası ile çe­yiz hazırîamışsa yahut kızı için nafaka isteğinde bulunmuşsa bu evliliğe razı olmuş demektir.

268 – Velinin susması razı olduğunu göstermez (veli uzun müddet susup itiraz etmese çocuk dünyaya gelmediği müddetçe evlileri ayırma hakkı düşmez. Çocuk doğunca artık bu hakkı kalmaz).

269 -Velilerden biri evliliğe razı olursa aynı ‘derecede veya daha aşağı derecedeki velinin itiraza hakla kalmaz (S). Daha yakın velinin ise buna itiraz hakkı vardır.

270 – Bir kız emsallerinin mehrinden daha az bir mehirle evlenir­se; velilerinin onu (hâkim kararı ile) eşinden ayırmaya hakları vardır.. Yahutda noksan mehri tamamlattırırlar.

Mehir*

271 –Mehrin en az miktarı on dirhem = (28,05 gr.) gümüş veya on dirhem kıymetinde bir maldır[149]. Mehir ancak mal sayılan şeylerden ve­rilir. Mehir on dirhemden az olarak kararlaştırılmışsa kadın yine on dir­hem alır (Z).

272 –Mehir tayin edilince zifafa girmekle veya karı-kocadan biri­nin ölümü halinde onu tanı olarak ödemek kocanın borcu olur.

273 -Erkek karısını birleşme olmadan Önce boşarsa kararlaştırı­lan mehrin yarısını ödemesi gerekir.

274 – Nikâh esnasında mehrin miktarı tayin edümemişse yahut er­kek kadına mehir vermemeyi şart koşmuşsa zifafa girme veya ölüm olunca kadın emsallerine göre tam mehrini alır.

275 – Zifafa girmeden önce boşanan kadına mut’a[150] vermek kocaya vâcib olur. Mut’a, zifafdan önce boşamakdan dolayı vaciptir. Bunun ha­ricinde her boşanan kadına mut’a vermek müstehaptır.

276 –Mut’a, bir gömlek, bir baş Örtüsü ve bir entariden ibarettir. Bunda erkeğin hali dikkate alınır. Mut’a kadının emsallerine göre tayin edilen nıehrinin yarısından fazla olamaz.

277 – Bir erkek mehirde bir artırım yaparsa bu fazlalığı vermesi üzerine borç olur. Fakat kadın ile birleşmeden önce boşanma olursa bu fazlalığı vermek gerekmez (S).

278 – Kadın, mehrinde bir indirim yaparsa bu indirim sahih olur.

279 – Sahih bir nikâhdan sonraki halvet-i sahiha = (eşlerin yalnız başlarına bir arada bulunmaları) aynen zifafa girmek gibidir[151] Cinsî güçten kesilmiş, buruk ve tenasül uzvu kesik olanların (SM) halveti de aynı hükmü gerektirir.

280 – Sahih bir halvet, tabiat ve din yönünden cinsî birleşmeğe en­gel buîunmıyan bir yerde meydana gelir. Kadın veya erkek yönünden cinsî temasa mâni hastalık tabiat yönünden bir engeldir. Çıban ve tıka­nıklık da tabiî bir engeldir. Aybaşı hali (dinî ve ondan tiksinildiği zaman da tabiat yönünden bir) engeldir. Farz namaz içinde bulunmak, hacda ihrama girmiş olmak, ramazanda oruçlu bulunmak din yönünden sahih halvete engel teşkil eder.

281 –Fasit bir nikâhda ancak kadına emsallerine göre takdir edi­len bir mehir vermek gerekir. Bu mehirde gerçekden bir birleşme = (zi­faf) olmuşsa verilir. (Birleşme olmamışsa vermek gerekmez). Bu mehir hiçbir zaman nikâhda tayin edilmiş olan mehirden fazla olamaz.

282 –Fasit bir nikâhdan sonra doğan çocuğun nesebi babasından sabit olur.

Mehir Olmaya Elverişli Olan ve Olmayan Şeyler:

283 – Şarap veya domuz yahut birküp sirke (SM) mehir olmak üze­re nikâh kıyılsa da sonra sirke şarap çıksa veyahut da bir kölenin bir se­nelik hizmeti mehir olarak konulsa da (S) sonra kölenin hür olduğu an­laşılsa, yahut Kur’an-ı Kerîm’i öğretmek mehir tayin edilmiş olsa yapı­lan nikâh caiz olur (M). Kadın ise emsallerine göre tayin edilen mehre = (mehr-i misle) hak kazanır.

284 – Bir köle efendisinin izni ile bir senelik hizmeti karşılığında evlenince bu nikâh caiz olur ve bir senelik hizmeti kadının olur.

285 – Bir erkek başka bir kadın ile evlenmemek üzere bin lira karşı­lığında bir kadınla nikâhlansa bu şarta sadakat gösterildiğinde kadın bin Ura mehir alır. Eğer şarta uyulmaz da erkek başka bir kadınla da ev­lenirse kadın emsallerine göre takdir edilen mehrini alır.

286 – Bir erkek, “kadının bulunduğu yerde ikamet ederse bin lira, başka yere götürürse iki bin lira üzerinden mehir vereceğini” söylerse ikameti halinde kadın bin lira alır. Başka yere götürürse emsallerine gö­re mehir alır (SMZ).

287 –Bu veya şu köle mehir olmak üzere” diyerek kadının nikâhı kıyılsa. kadın kölelerden emsal mehrine en benzer olanını alır (SM). Eğer emsal mehir her iki kölenin kıymetleri ortasında takdir edilmişse, doğrudan doğruya emsal mehrini alır (SM).

288 – Mehir olarak hayvan verilecek olsa ve at olduğu söylenerek nev’î de kararlaştmlsa caiz olur. Eğer bu atın ne vasıfda olduğu bildiril­mezse orta olanı verilir. Erkek isterse kadına hayvanın kendisini verir isterse de kıymetini verir. Elbise de aynen hayvan gibidir. Şu kadar var-ki elbisenin vasfı belirtilmişse teslimi gerekir. Erkeğin zimmetinde borç olmak üzere kararlaştırılan her şey de böyledir.

289 – Kadının emsal mehri babası tarafından akraba olan kadınla­ra göre takdir edilir. İçlerinde onun haline benzer bir kadın bulunmaz­sa, o zaman yabancı kadınlara göre takdir yapılır.

290 – Kadının emsal mehri takdir edilirken, yaşda, güzellikde, bâkirelikde, malda aynı belde ve devirde onun dengi olan bir kadına göre bu takdir yapılır. Bütün bu özelliklerin hepsi bulunmazsa bulunanlar

dikkate alınır.

291 –Kadın, (Peşin verilmesi gereken) mehrını alıncaya kadar ken­disini kocasından sakındırmak ve kendisi üe yolculuğa çıkmak isteğini reddetmek hakkına sahiptir. Eğer kocası mehrini verirse alıp istediği yere götürür. Bir görüşe göre de onu (üç günlük, yâni 90 km den daha fazla) bir yolculuğa (istemediği zaman) zorlıyamaz, ki fetva da buna gö­re verilmiştir.

KÖLE VE CARİYELERİN EVLENMESİ

292 –Ümm-ü-veled = (Efendisinden’çocuk yapan cariye), müdeb-ber = (Efendinin hürriyetini kendi ölümüne bağladığı köle), cariye ve kö­le ancak efendilerinin izni ile evlenebilirler. Efendileri ise bunları iste­seler de istemeseler de evlenmeğe mecbur etmek hakkına sahiptir.

293 – Bir köle efendisinin izni ile evlendiğinde mehri kendisi borç­lanır ve bunun için de satılır. Müdebber köle ise mehrini vermek için ka­zanç sahasına atılır.

294 – Bir cariye veya bir mükâtebe = (hürriyeti karşılığında efendi­sine muayen bir mal borçlanan cariye) azad edildikleri zaman eğer bun­lar hür bir erkekle veya bir köle ile evli bulunuyorlarsa evliliklerini de­vam ettirip ettirmemekde muhayyerdirler.

295 – Bir kimse cariyesini evlendirdiği zaman onu tamamen koca­sının evine teslim etmiyebilir. Cariye efendisine hizmet eder ve kocası­na da “imkân bulduğun zaman onunla temasda bulunursun” denilir.

296 – Bir köle efendisinin izni olmadan evlenir de efendisi ona “aile­ni boşa” derse bu izin sayılmaz. Fakat kölesine “ric’î talâkla boşa” derse bu bir icazet sayılır.

297 – Azil[152] yapılmasına izin vermek, cariyenin efendi=(mevlâ)sine ait bir haktır (sm).

298 – Köle veya cariye efendilerinin izinleri olmadan evlenir ve son­ra da azad edilirlerse nikâh geçerli olup cariyenin, nikâhını fesh ettir­meğe |ıakkı kalmaz.

Zimmîlerin = Müslümanların İdaresi Altında Yaşıyan Gayri Müslimlerin Nikâhı:

299 – Müslüman olmıyan bir erkek = (zimmî), müslüman ohnıyan bir kadını = (zimmîye), mehirsiz veya kendi kendine ölen bir hayvan mehr olmak üzere kendisine nikahlarsa bu onların dinlerine göre uygun ise caiz olur ve kadına mehir vermesi de gerekmez (SM).

300 – Eğer zimmî o kadınla şahitsiz evlenmişse yahut diğer bir gay­ri müslimin boşamasından sonraki iddet (SM) içerisinde bu evlenme ol­muşsa dinleri buna müsaade ettiği takdirde caiz olur. Sonradan her iki­si de müslüman olsalar, evvelki nikâhları üzere bırakılırlar.

301 –Zimmî ile zimmiye şarap veya domuz mehir olmak üzere ev-lenseler sonra her ikisi veya biri müslüman olsa şarap veya domuz mu­ayyen olduklarında kadın bunları alır (SM). Aksi halde .şarabın kıymeti­ni alır. Domuz mehir olunca da emsal mehrini alır.

302 –Mecûsî = (ateşetapan) müslüman olduğu zaman daha önce­den, kendisine mahrem olanlardan (annesi, kızı, halası v.s.) birisi ile ev­li bulunuyorsa araları ayrılır.

303 – îslâm dininden dönen erkek ve kadınların evlenmeleri caiz olmaz.

304 – Çocuk din bakımından, ana ve babasından dini en hayırlı ola­nına tabi olur. Kitabî = (Yahudi veya hıristiyan dinine mensub) olan din yönünden mecûsîden daha üstündür!

305 – Gayri muslini bir erkeğin karısı müslüman olunca kendisine de müslüman olması teklif edilir. Müslümanlığı kabul ederse ailesi ola­rak kalır. Aksi halde birbirlerinden ayrrd edilirler ve bu ayrılık boşanma yerine geçer (S).

306 – Mecûsî bir kadının kocası müslüman olduğu zaman kadın da müslüman olursa dokunulmaz. Aksı halde talâk olmadan araları ayırd edilir.

307-Dâr-i harp = (küfür diyarı) te eşlerden biri müslüman olmuşsa iki meselede; diğer eş müslüman olmadan önce geçen üç hayız müddeti­ne bağlı olarak ayrılık meydana gelir:

  1. a)Eşlerden biri kendi ülkesinden çıkıp bize müslüman olarak gelir­se aralarında ayrılık meydana gelmiş olur,
  2. b)Eşlerden biri esir alınırsa yine araları ayrılmış olur. Fakat her ikisi beraber esir alınırsa aralarında ayrılık vuku bulmaz.

308 – Bir kadın kendi ülkesinden çıkıp muhacir olarak müslüman-lara katılırsa üzerinden iddet müddetinin geçmesini beklemez (SM).

309 -Eşlerden biri müslümanlıkdan çıkarsa aralarında ayrılık meydana gelir ve bu ayrılık boşanma = (talâk) sayılmaz. Eğer dinden dö­nen kadın ise ve zifafa da girmişse mehrini alır. Zifafa girmeden önce dinden dönmüşse, ne mehir ve ne de nafaka hiçbirini almaya hak kaza­namaz, . .

Dinden dönen eş erkek olunca zifafa girmişse mehrin tamamını verir. Zifafa girmeden önce ise mehrin yarısını verir.

310 –Karı-koca her ikisi beraber Islâmdan çıkıp tekrar beraber Islama girseler nikâhları olduğu gibi devam eder.

Muhayyerliği Gerektirip ve Gerektirmiyen Ayıplar:

311 –Tenasül uzvunun kesik olması, cinsî temasa iktidarı bulun­mamak ve buruk olma hâli dışında diğer kusurlardan dolayı eşlerin nikâhdan dönme muhayyerlikleri yoktur.

Kadınlar Arasında Adaleti Gözetmek:

312 –Bir erkeğin karıları arasında eşit bir şekilde gecelemesi üzeri­ne düşen bir borçtur. Bakire, dul, yeni, eski, müslim ve kitabî olarak al­dığı kadınların hepsi eşit haklara sahiptirler. Hür kadının cariyeden bir kat daha fazla hakkı vardır.

313 –Kadınlardan birinin kendi nöbetini diğerine bağışlaması ca­izdir. Bundan dönme hakla da vardır.

314 –Erkek ailelerinden dilediği ile yolculuğa çıkar. Fakat kur’a çekmesi daha iyidir.

RAZÂ’= MEME EMME[153]

315 –Süt = (raza) ün hükmü sütün azı ile de (F) çoğu ile de meydana gelir. Bu hüküm, çocuğun süt emme çağı olan 30 ay = iki bu£uk yıl (SM) içerisinde süt emildiği zaman sabit olur.

316 – Nesep = (soy) bakımından birbirlerine haram olanlar süt ba­kımından da haram olurlar. Ancak bu hükme aykırı olarak bir kimse, oğlunun süt kız kardeşi ile ve yine kız kardeşinin süt annesi ile evlenebi­lir.

317 – Bir kadın bir kız çocuğu emzirdiği zaman bu kız; kocasına, ko­casının baba ve ecdadına ve kocasının (başka kadından dahi olsa) oğul­larına haram olur.

“”318 –Bir kadının memesinden süt emen iki çocuk birbirine kardeş olur.

319 –Bir koyundan (veya herhangi bir hayvandan) süt emen çocuklar arasında süt kardeşliği meydana gelmez.

320 – Kadın sütü; su, yağ, şira, ilâç ve hayvanların sütleri gibi baş­ka bri cins ilarıştığı zaman hüküm fazla olana göre olur. îki kadının sütlerinin birbirine karışmasında olduğu gibi, sütler aynı cins olunca da yine hüküm çoğunluğa göre olur (MZ).

321 -Süt yiyecekle karıştırıldığında çoğunluğu da teşkil etse (SM) bir hükmü yoktur. (Bununla süt kardeşliği meydana gelmez).

322 – Süte bağlı evlenme haramhğı, ölmüş kadının sütünü emmek­le hâsıl olduğu gibi bakire bir kızın memesindeki sütü emmekle de hâsıl olur.

Bir erkeğin memesini emmekle (süt gelse bile) süte bağlı haramhk olmaz.

323 – Bir kadının sütü (ağız ve burundan başka yerlerinden) çocu­ğa şırınga edilse süte bağlı evlenme haramhğı meydana gelmez. Fakat sütün ağız ve burundan aktarılması ile haramlık meydana gelir.

324 – Bir adamın büyük karısı küçük karısına meme emzirse her ikisi de kocalarına haram olurlar. Eğer büyük karı küçüğüne zifafa gir­meden önce meme emzirmişse mehir alamaz. Küçüğü ise mehrinin yarı­sını alır ve büyük nikâhın bozulmasını kastederek bunu yaptı ise koca küçüğe verdiği mehri büyük karısından taleb eder. Kasıt olup olmadığı hakkında söz yeminiyle beraber büyük ailenindir.

TALÂK = BOŞANMA[154]

325 Boşama üç şekilde olur:

1) Ahsen (en güzel) tarza boşama

2) Hasen (güzel) tarzda boşama

3) Bid’at üzere boşama.

326 – Ahsen tarzda boşama: Kadın, hayızdan temizlenmiş halde iken ve bu temizlik müddeti içerisinde onunla cinsî münasebette “bulu­nulmadan bir talâk ile boşamak ve iddeti bitinceye kadar kadını, terk et­mek en güzel tarzda boşamakdır.

327 – Hasen tarzda boşamak: Bir kadını içinde cinsî münasebet yapılma-

a: 1) buyurulur. Başka bir ayette de: “Boşama iki defadır (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salmaktır…” (Bakara, a: 229) denilir.

Hz. Muhamnıed (S.A.V.) “Bunak ve çocukların ki hariç herkesin boşaması caizdir” diyorlar. (îbni Mace, Talâk, 15).

Başka bir sözlerinde de boşamayı iyi görmiyerek: “Mubah şeylerin AI-lahı en fazla gazaba getireni boşamadır” derler. (Suyûtî, Camıu’s-Sağîr Münavt şerhi, e. 1, s. 16, Bulak 1286 H.)

Talâk = (boşama)ın meydana gelişi üzerinde de icma meydana gelmiş­tir. Erkek akitle kadına helâl yönden sahip olmuştur. Gerçekden söz sahibi olan birmülk sahibi diğer şeylerdeki mülkiyetini kaldırdığı gibi kadın üzerin­deki haki an nı da kaldırabilir. Zira bazan nikâhdan sağlanan maslahat ve faydalarbozuk hallere inkılâb eder. Kan-koca arasındaki uyuşma nefrete dö­ner. Bu durumda evliliğin devamı kin, buğz, düşmanlık ve nefret duygularım ve diğerbir takım bozuklukları içine alır. işte bütün bu bozukluklan gidermek için boşanma meşru kılınmıştır. Böyle bir ihtiyaç olmadan yapılan boşama mubahtır, fakat nefret doludur. Çünkü maslahata aykırıdır

pılmamış olan üç temizlik = (tuhur) müddeti içerisinde (ayrı ayrı birer­den üç talâk ile boşamaktır.

328 – Hayızdan kesilmiş veya küçük olup daha henüz hayız görmi-yen ve hâmile olan kadınlar için bir ayın geçmiş olması hayız görmesi gi­bidir. Böyle olan kadınları cinsî temasdan hemen sonra boşamak caiz olur.

329 – Bid’at üzere boşama: Tek bir sözle üç veya iki talâk boşamak yahut bir temizlik müddeti içerisinde kadına dönme = (ric’at) den onu tekrar boşamaktır. Kadını hayız = (aybaşı) halinde iken boşamak da bid’at üzere boşanıakdır.

Bir kadının bid’at üzere boşanması geçerli olmakla beraber bu tür­lü hareket eden kimse günahkâr olur.

330 – Nikâhdan sonra kendisi ile zifafa girilmemiş olan bir kadını hayızlı halinde boşamakda bir beis yoktur.

331 –Bir kimse ailesini hayızlı iken boşarsa tekrar ona dönmesi ge­rekir. Hayız hâli geçip temizlenince dilerse onu boşar, dilerse de yanın­da tutar.

332 – Bir kimse zifafa girmiş olduğu karısına “Sen sünnet üzere üç talâk boşsun” derse her temizlenişinde bir talâk meydana gelir. Eğer o saatte üç talâk olmasına niyet etmişse hemen üç talâk meydana gelir

333 – Hür kadını boşamak üç kere, cariyeyi boşamak ise iki keredir. Talâkın adedinde erkeklere itibar edilmez.

Mükreh = (zorlanan) in, Sarhoşun, Dilsizin ve Şakacının Boşaması:

334 – Âkıl-bâliğ ve uyanık olan her kocanın yaptığı boşama vâki olur.

335 – Karısını boşamaya zorlanan = (mükreh) kimsenin (F) ve sar­hoşun boşaması muteberdir, onlardan da talâk meydana gelir[155].

336 – Dilsizin boşaması işaret etmesi ile meydana gelir.

337 – Boşamayı oyuncak edinen ve şakadan boşıyanların da boşa­maları ile kadın boş olur.

338 – Bir kimse karısının tamamına veya bir kısmına mâlik olsa, yahut kadın kocasımn tamamına veya ondan bir kısma mâlik bulunsa aralarında ayrılık meydana gelir.

Sarih (açık) Sözle Yapılan Boşama Niyete İhtiyaç Göstermez:

339 – Sarih sözle yapılan boşama niyete ihtiyaç göstermez ve böyle bir boşama iki çeşittir:

1) “Sen boşsun, sen boşanmışsın, seni boşadım” gibi sözlerle olur.

2) “Sen talâk (boşama) sın, sen boşanmaya boşsun, sen boşanmakla boşsun” gibi sözlerle olur.

Bunlardan birincisi ile bir ric’î talâk meydana gelir. Bunda iki veya üç boşamaya niyet etmek sahih değildir.

İkinci ile de bir ric’î talâk = (boşama) vâki olur. Fakat bu ikinci çeşit ile iki hariç (Z) üç boşamaya niyet etmek sahih olur.

340 – “Sen bir kere boşsun” ve ayrıca “Sen başka bir talâk ile boş­sun” sözleri ile iki talâka niyet edilirse iki talâk vâki olur.

341 –Bir erkek boşamayı kadının tamamına izafe ederse (yöneltir­se) yahut cesedi, ruhu,yüzü, boynu gibi bedenin tümünü ifade eden bir yerine yöneltirse veya kadının (1/3,1/4 gibi) muayyen bir kısmına izafe ederse boşanma meydana gelir.

342 – Bir kadını yarım boşamakla bir talâk meydana gelir. Üçde bir (1/3) boşama da böyledir.

343 – Bir kimse karısına “Sen birden üçe kadar boşsun” derse bu­nunla iki talâk meydana gelir (SM). “Birden ikiye kadar boşsun” sözü ile de bir boşama olur (SM).

345 – Bir kimse karısına çarpmaya da niyet ederek dahi olsa “ikide bir boşsun” derse birtalâk, “ikide iki boşsun” derse iki talâk meydana ge­lir.

346 – Zamana ve Mekâna Bağlanan Talâklar:

1) Bir erkek karısına “Sen buradan Şama kadar boşsun” derse bu sözü ile bir ric’î talâk vâki olur.

2) “Bî” edatını kullanarak, “Sen Mekke’de boşsun” veya “fî” edatını kullanarak; “Sen Mekke’de boşsun” denilirse kadın hangi beldede bulu­nursa bulunsun derhal boş olur.

347 – “Sen yarın boşsun” sözü ile ertesi gün fecrin doğuşunda talâk meydana gelir. Eğer bu sözü ile günün sonuna niyet ettiğini söylerse dinî yönden tasdik edilir. Böyle değil de “Sen yarınki günde benden boşsun” denilirse bununla günün sonuna niyet ettiğini iddia ederse dinî yönden kabul edildiği gibi, kazaî yönden de mahkemece kabul edilir (SM).

348 – Bir kimse karısına “Sen bugün yarın boşsun” veya “Yarın bu­gün boşsun” derse her iki şekilde de birinci günler nazara alınıp (ikinci­ler lâğv olur).

349 – “Ben seninle evlenmeden önce sen boşsun” sözünün bir hük­mü yoktur.

350 – “Seni boşamadığım müddetçe boşsun” yahut “Boşamadığım müddet zarfında boşsun” veya “Seni boşamadığım zamanda boşsun” de­nilir ve sükût edilirse kadın boş olur/

351 –Erkek karısına “Seni boşamazsam sen boş ol” veya (izâ = za­man) ile (izâ mâ = ne zaman) edatlarım (in = eğer) manasında şart edatı olarak kullanıp “Seni boşamadığım zaman (yâni boşamazsam) boş ol” (SM) derse ölünceye kadar kadın boş olmaz.

352 – “Sen boşamadığım müddetçe üç kere boşsun, sen boşsun” de­nilirse bu sözle kadın tek bir kere boş olur.

353 – Bir erkek karısına “Ben senden boşum” derse boşamaya niye­ti olsa bile bu sözü ile kadın boş olmaz.

354 – Erkek “Ben senden baînim, yahut ben sana haramım” sözü ile boşamayı kast etmişse bir talâk-ı baîn meydana gelir.

355 – Üç parmakla işaret yapıldığında bir talâk, iki parmakla da iki talâk meydana gelir. Parmaklarla (iç tarafları muhatap olan insana dö­nük olduğunda) işaret yapılırken muteber olan kaldırılmış, dikilmiş-parmaklardır. Parmakların sırt kısmıyla işaret yapılırken muteber olan yumulan parmaklardır.

Vasıf İtibarı ile Yapılan Boşama:

356 – Bir erkek karısına “Sen baîn talâk ile boşsun, yahut en fahiş talâkla boşsun veya en çirkin talâk ile, yahut en şiddetlisi ile veya en büyüğü ile en ulusu ile yahut en şerlisi ile en kötü talâk ile veya şeytan talâkı ile yahut bid’at üzere yapılan boşama ile yahut dağ gibi boşsun, ev dolusu boşsun, şiddetli bir boşama ile boşsun, uzun bir boşama ile,geniş bir boşama ile boşsun” derse, kadm bir baîn talâk ile boş olur. Bütün bu sözlerde üç talâka niyet edilmişse üç talâk vukua gelir.

Zifafa Girmeden Önce Yapılan Boşama:

357 –Bir kimse karısına zifafa girmeden, yâni daha henüz onunla birleşmeden önce üç talâk ile boşarsa kadın üç talâk boş olur.

358 – Erkek zifafa girmediği karışma “Sen benden boşsun ve boş­sun” yahut “Sen boşsun, boşsun” veya “Sen bir kere ve bir kere boşsun” yahut “Sen bir talâkdan önce bir kere boşsun” veya “Bir talâkdan sonra bir kere boşsun” derse bütün bu sözlerle bir talâk meydana gelir.

359 – “Sen bir kere boşsun ondan önce de bir kere boşsun” veya “Sen bir kere boş oldukdan sonra bir kere boşsun” denilirse iki boşama vâki olur. Şayet “Sen bir talâk ile beraber boşsun, yahut sen boşsun onunla beraber bir talâk boşsun” denilmişse aynı şekilde yine iki talâk meyda­na gelir.

360 – Eğer erkek karısına “Şu eve girersen sen bir kere ve bir kere boşsun” der o da girerse bir talâk ile boş olur (SM). Böyle değil de, “Sen bir kere ve bir kere boşsun eğer eve girersen” denilirse kadın o eve girdi­ğinde iki talâk meydana gelir.

Kinaye = (Kapalı sözler) ile Yapılan Boşama:

361 –Kinaye sözler ile yapılan boşama ancak niyet veya durumun

delâletine göre olur.

362 – Kinaye sözlerle yapılan boşama baîn talâk olur. Ancak”iddet bekle, rahmini uzak tut, sen birsin” sözleri ile ric’î talâk meydana gelir.

363 – Kendileri ile baîn talâk meydana gelen lâfızlar şunlardır:

1) Senbaînsin,

2) Sen ayrıldın,

3) Sen kesildin, (koptun),

4) Haramsın,

5) Yuların eline verilmiştir,

6) Berisin,

7) Ailene katıl,

8) Seni ailene hibe ettim,

9) Seni serbest bırakdım,

10) Ben seni ayırdım,

11) İşin elindedir,

12) Başını ört,

13) Avret yerlerini kapa,

14) Sen hürsün,

15) Git,

16) Çık,

17) Kendine koca ara, gibi sözler. Bütün bu sözlerle bir ve üç talâka niyet etmek sahilidir. Bu sözlerle iki talâka niyet edilmez. Eğer iki talâka niyet edilirse bir talâk meydana gelir.

Boşama İşini Kadının İhtiyarına Bırakmak:

364 Erkek boşamayı kastederek karısına “Muhayyersin” derse kadın bunu öğrendiği meclisde kendisini boşamak hakkına sahip olur. Oturduğu yerden kalmakla veya o meclisden ayrılmakla muhayyerliği kalkar. (Çünkü bu hareketleri boşanmakdan yüz çevirdiğini gösterir).

365 – Muhayyersin sözüne karşılık, kadın kendisini seçtiği zaman bir baîn talâk meydana gelir. Erkek niyet etse bile üç talâk meydana gel­mez. Bu durumda erkek veya kadın ikisinden birinin sözlerinde nefis = (kendi) kelimesini yahut nefse delâlet eden bir sözü söylemiş olmaları gerekir[156]

366 -Erkek hanımına üç defa “İhtiyar et, ihtiyar et, ihtiyar et” der, kadın da “İhtiyar etmekle ihtiyar ettim, yahut birinciyi ihtiyar ettim ve­ya ortadakini, yahut sonuncuyu ihtiyar ettim = (seçtim)” derse üç talâk ile boş olur (SM). Kadın “İhtiyar ettim” yerine “Kendimi boşadım, yahut-‘ boşanmakla kendimi seçdim” derse ric’î talâk ile boş olur.

367 –Erkek hanımına “Kendini seç yahut boşanmada işin elinde­dir” der, kadın da kendini seçse bir ric’î talâk ile boş olur.

368 – Erkek karısını muhayyer bıraksa kadın da “Kendimi seçtim hayır bilâkis kocamı seçtim” demişse yine boşanma olmaz. Fakat “Ken­dimi ve kocamı seçdim” derse boşanma olur.

369 – Boşanma işini kadının eline bırakmak, onu boşanmada mu­hayyer kılmak gibidir; bu hak, bulunduğu meclise bağlı kalır. Şu kadar var ki “İşin kendi elindedir” denildiğinde üç talâka niyet edilmişse sahih olur.

370 -“İşin elindedir” sözüne cevap olarak kadın “Kendimi bir ile seçtim” derse üç talâk ile boş olur. “Senin işin senin elindedir” denilir, kadın da kendisini ihtiyar ederse “boşanma meydana gelir.

371 –Koca karısına “Kendini boşa” derse kadının kendisini boşa­maya, o meclisde hakkı vardır ve boşandığında bir ric’î talâk ile boş olur. Erkeğin, bu sözünden dönmeğe hakkı yoktur. Kadın kendisini üç talâk ile boşar, kocası da bunu dilerse üç talâk ile boş olur. İki talâka niyet et­mek ise sahih olmaz (Z). Câriye için ise bu niyet sahihtir. Nitekim erke­ğin hür olan karısını bir talâk ile boşarken ikiye niyet etmesi de sahih

değildir.

372 – “Kendini boşa” aüzüne karşılık kadın “Kendimi ayırdım” der­se bir ric’î talâk ile boş olur.

373 – Erkek hanımına “İşin elindedir” deyip kadın da “Sen bana ha­ramsın, yahut sen benden baîn = (ayrı, uzak) sın veya ben sana hara­mım, yahut ben senden baîn = (ayrı, uzak) im” derse bu sözü, kocasına verdiği bir cevap sayılır ve kendisi boş olur.

Kadın erkeğe “Ben senden boşum veya ben boşum” deyince de talâk

vâki olur.

374 –Erkek hanımına “Dilediğin zaman kendini boşa, yahut ne za­man diler isen kendini boşa veya dilediğin vakit, yahut ne vakit dilersen kendini boşa[157] derse kadının kendisini boşaması bulunduğu meclis ile kayıtlı olmaz. Kadın bu işi reddetse o da olmaz.

375 – Bir kimse, bir adama “Benim karımı boşa” diye salâhiyet ver­se bu adamın o kadını boşaması (vekil olduğundan) bulunduğu meclise bağlı değildir. Fakat kadının kocası o adama “diler isen karımı boşa” derse bu salâhiyet meclise bağlı kalır (Z).

376 –Kadına kocası tarafından “Her ne zaman istersen kendini bo­şa” denildiğinde kadının birer, birer üç defa kendisini boşamaya hakkı vardır. Fakat kendisim bir defada üç talâk ile boşayamaz.

377 – Koca karısına “Kendini üç talâk ile boşa” deyip kadın da ken­disini bir talâk ile boşarsa bir talâk boş olur. Koca, bir talâk ile boşar der kadın da üç talâk ile boşanırsa boşanma meydana gelmez (SM).

378 Erkek “Kendini bir talâk ile boşa ric’ata = (yeniden nikâha dönmeğe) mâlik olurum” der, kadın da “Kendimi baîn talâk ile boşadım” derse ric’î talâk ile boş olur. Erkek “Bir baîn talâk ile” der, kadın “Ric’î talâk ile boşandım” derse, baîn talâk ile boş olmuş olur.

379 –Kadına kocası “Nasıl istersen o şekilde boş ol” derse, istemese dahi hemen birtalâk vâki olur. Kadın bir baîn veya üç talâk ile boşan­mak istese, kocası da aynısını murad edince, kadın istediğine göre bo­şanmış olur. Kadın ile kocanın dilekleri değişik olunca bir ric’î talâk meydana gelir (SM).

380 – Koca “Sen sayı itibarı ile dilersen veya ne kadar dilerse boş­sun” derse kadın kendisini dilediği kadarı ile boşamak hakkına sahip olur.

381 -Kadına, “Kendini üçden dilediğine boşa” denilirse kendisini üç talâk ile değil de daha aşağısı ile boşayabilir.

Şarta Bağlı Boşama:

382 – Şart için kullanılan lâfızlar şunlardır:

1) İn = eğer,

2) İzâ = zaman, vakit,

3) İzâ mâ = zaman, ne zaman, vakit,

4) Meta = Zaman, ne zaman, vakit,

5) Meta mâ = Ne zaman, ne vakit, zaman,

6) Küllü = Hep, her, bütün

7) Külle mâ = Her ne zaman, her ne[158]

383 Boşama bir şarta bağlandığı zaman şartın bulunuşu ile he­men boşanma meydana gelir. Boşamak için söylenmiş olan yeminde çö­zülür ve son bulur. Yalnız küllemâ = (her ne zaman, her ne) şart edatı kullanılmışsa şart koşulan şeyin yerine getirilişi ile yemin son bulmaz, devam eder.

384 – Şarta bağlamanın sahih olabilmesi için yemin edenin mâlik olması gerekir: Bir adamın kendi ailesine (ki onun nikâhına mâlik bulu­nuyor) “Falan eve girersen sen boşsun” yahut kendi kölesine “Zeyd ile konuşursan hürsün” demesi gibi. Yahut ta’lîk = (şarta bağlama) m bir mülke izafe edilmesi lâzım gelir: Bir erkeğin ailesi olmryan bir kadına “Seninle evlenirsem sen boşsun” yahut “Evleneceğim her kadın boştur veya satın alacağım her köle hürdür” demesinde olduğu gibi.

385 -Mülkiyetin ortadan kalkması şartı ortadan kaldırmaz. Bu bakımdan mülkiyet varken şart meydana getirilirse yemin sona erer ve talâk vâki olur. Şart, mülk ortadan kalkınca meydana getirilirse yemin sona erer, fakat (nikâh olmadığı için) talâk da meydana gelmez.

386 – Karı-koca şartın bulunuşunda anlaşmazlığa düşerlerse söz kocanın olur, kadının şahit getirmesi gerekir.

Ancak kadın tarafından bilinecek olan konuda söz kadının olur ve bu söz kadının kendisi hakkındadır: Şöyle ki, erkek kanlarından birine, “Eğer hayızh isen sen ve falan karım boşsunuz” der, kadın da kendisinin

hayızh olduğunu söylerse sadece kendisi boş olur. Şartı kadının sevme­sine, istemesine bağlamak da böyledir. Meselâ koca karısına “Eğer Alla-hın cehennem ateşi ile kendine azab etmesini istiyorsan sen boşsun, kö­lem de hürdür” diye şart koşar ve kadın da istediğini söylerse boş olur. Fakat köle azad olmaz.

387 – Koca karışma “oğlan doğurursa bir, kız doğurursa iki kere boş olacağını” şart eder, ikisi de doğar ve hangisinin önce doğduğu bilin­mezse, hüküm bakımından bir, diyaneten haramdan uzaklaşma bakı­mından iki talâk meydana gelir.

388 Koca karısına “Seninle cinsî münasebette bulunursam üç talâk ile boşsun” der, sonra da ailesi ile münasebette bulunup bir müd­det içerde bekletirse (boşanma meydana gelmekle beraber) bu beklet­meden dolayı verilmesi gereken bir şey lâzım gelmez. Eğer çıkartıp tek­rar duhûl ederse mehir vermesi gerekir. Talâk ric’î bir talâk ise ikinci de­fa dahil etmekle kadına dönüş ~ (ric’at) hâsıl olur.

Boşanmanın Allah’ın dilemesine bağlanması:

389 –Kadına kocası “Allah dilerse sen boşsun,yahut Allanın dile­mesi ile sen boşsun veya Allah dilemedikçe sen boşsun, yahut Allanın di­lemesi müstesna sen boşsun” der ve “Allanın dilemesi” ile ilgili kısmı “Boşsun” ifadesine bitişik, hemen onun arkasından söylerse boşanma meydana gelmez[159]

390 – “Sen biri hariç üç talâk boşsun” sözü ile iki talâk meydana ge­lir. “İkisi hariç” denilirse bir talâk vukua gelir.

391 -Külden kül istisna edilemez: “Sen üç hariç üç defa boşsun” de­nilirse üç talâk ile boşanma olup istisna hükümsüz kalır. “Sen dördü ha-. riç üç defa ve üç defa boşsun” denildiğinde yine üç talâk vukua gelir. “Sen biri ve biri ve biri hariç üç talâk boşsun” ifadesindeki istisna da hüküm­süz kalır.

“Sen dokuzu hariç on talâk boşsun” denildiğinde bir talâk, sekizinin hariç tutulmasında ise iki talâk meydana gelir.

Hastalık Halinde Kadın Boşama:

392 – Birkimse ölümüne sebep olan hastalığı esnasında karısını baîn talâk ile boşasa da sonra ölse ailesi -öldüğü zaman- iddetini tamam­lamamış ise kocasına mirasçı olur. Eğer iddeti sona erdikten sonra ölür­se mirasçı olamaz.

393 – 1) Bir kimse karısını onun isteği ile boşamışsa, yahut erkek ölümüne sebep olan hastalığı halinde bulunurken kadın muhayyerliği­ne dayanarak kendisini seçer ve yine kocasının tenasül uzvu kesikliği, iktidarsızlığı ve bulûğa ermiş olmak, azad edilmek gibi sebeplerle koca­sından ayrılırsa bu ayrılık kadın tarafından meydana getirildiğinden, kadın iddeti dolmadan ölen kocasına mirasçı olamaz.

2) Kadın hasta olduğu halde yukarda söylediğimiz muhayyer bu­lunduğu sebeplere dayanarak kocasından ayrılırsa iddeti bitmeden öl­düğünde kocası ona mirasçı olur.

394 – Ölüm hastalığı; insanı yatağa düşüren ve ihtiyaçlarını yerine getirmekden aciz bırakan bir hastalıkdır. Kim ki ihtiyaçlarını tedarik eder, giderirse ve sıtma hastalığına tutulursa o kimse hasta sayılmaz.

395 – 1) Karısının boş olmasını kendi yapacağı işe bağlıyan erkek, hastalık halinde o işi yaparsa kadın kendisine mirasçı olur.

2) Bir erkek ölümüne sebep olan hastalık devresi içindeyken ailesi­nin boş olmasını başkasının yapacağı bir işe veya “Ay başı geldiği zaman sen boşsun” şeklinde bir vaktin gelişine bağlarsa, yahut “Falan adam şu eve girerse veya Öğle namazını kılarsa sen boşsun” diyerek boş olmayı bu işlerin yapılmasına.bağlarsa, bütün bu durumlarda ta’Kk = (şarta bağla­ma) hastalık halinde yapılır ve söylenen şart da yine hastalık halinde meydana gelirse kadın erkeğe mirasçı olur. Eğer şarta bağlama sıhhat-ta iken yapılır ve şart hastalık halinde gerçekleşirse kadın kocasına mi­rasçı olamaz (Z).

3) Eğertalâk kadının yapması lâzım gelmiyen bir işe bağlanır da (kadın o işi yaparsa boş olmaya razı olacağından dolayı) hiç bir durumda kocasına mirasçı olamaz. Eğer boş olma; namaz kılmak, akrabaları ile konuşmak, yemek yemek ve alacağını almak gibi kadının yapması zarurî olan bir işe bağlanırsa, kadın kocasına mirasçı olur (M).

RİCAT = RİCİ TAİLÂK İLE BOŞÂDIKTAN SONRA TEKRAR KADINA DÖNMEK

896 – Ric’î talâk, cinsî teması haram kılmaz.’ Kadının rızası olmasa dahi iddeti bitmeden kocasının ona dönmeğe hakkı vardır.

397 – Kocanın karısına dönmüş olduğu iki şekilde sabit olur:

1) Erkeğin karısına “Sana müracaat ettim, sana döndüm, seni tek­rar aldım, seni tuttum” demesi gibi sözleri ile olur,

2) Kadın ve erkek tarafından sihri haramlığı gerekli kılan her han­gi bir işin yapılması ile.

398 -Erkeğin karısına döndüğünde şahit tutması müstehaptır.

399 – İddet bitikten sonra erkek kadına “İddet içinde sana dönmüş­tüm” der ve kadın da tasdik ederse ric’at = (dönüş) sahih olur. Yalanlar­sa sahih olmayıp kadına yemin de verilmez (SM).

Koca karısına, döndüğünü söyleyip o da cevap olarak iddetinin bit­tiğini bildirirse ric’at meydana gelmiş olamaz (SM).

400 – Cariyenin kocası, iddeti içinde ona döndüğünü söyleyip efen­disi onu tasdik eder (SM) ve cariye yalanlarsa yahut bunun tersi olursa ric’at vuku bulmuş olmaz.

401 -1) Üçüncü hayzm onuncu gününde kan kesilse kadın yıkan-masa bile ric’at hakkı sona erer. Fakat kan on günden daha az bir za­manda kesilirse kadın yıkanmadıkça veya kanın kesilmesinden itiba­ren tam bir namaz vakti geçmedikçe yahut teyemmüm edip namaz (MZ) kılmadığı müddetçe dönüş hakkı ortadan kalkmaz.

2) Sadece kanın kesilmiş olması ile kitabiyye = (Hıristiyan ve yahudi dinine mensup olan kadın) ye dönme hakkı son bulur.

3) Kadın (üçüncü hayız kanının kesilmesinden sonra) yıkanıp vü­cudunda bir uzuvdan az bir yeri yıkamayı unutsa yine erkeğin ona dö­nüş hakkı son bulmuş olur. Fakat bu durumda kadının başka bir erkekle evlenmesi de helâl olmaz. Eğer vücutta tam bir uzuv miktarı kadar ye­rin yıkanması unutulursa kocasının ona dönüş hakkı devam eder.

402 – Hâmile olan karısını boşayan kimse onunla cinsî temasda bu­lunmadığını iddia etse yine de kadına dönme hakkına sahip bulunur. Fakat koca halvet-i sahiha = (Yalnız baslarına izinleri olmadan kimse­nin giremiyeceği bir yerde başbaşa kalma) dan sonra kadın ile cinsî te­masda bulunmadığım iddia ederse kadına dönüş hakkı kalmaz.

403 – Erkek karısına “Çocuk doğurduğun zaman sen boşsun” der ve kadın da çocuk yapar v’e sonra başka bir batından diğer bir çocuk daha doğurursa bu birinci doğumdan sonra erkeğin ailesine döndüğünü gös­terir.

404 – Ric’î talâkla boşanmış olan bir kadın, kocasına karşı yüz ve vücudunu süsliyebilir[160]

Bir kocanın, ric’î talâkla boşadığı ailesinin yanına, ondan izin alma­dıkça girmemesi müstehaptır.

Baîn Talâk ile Boşanan Kadının Durumu ve Hülle:

405 – Bir kadın üçden az, yâni bir ve iki baîn talâk ile boşanmış ise kocası onunla iddeti içinde ve iddetten sonra yeniden nikahlanmak su­reti ile evlenmek hakkına sahip olur.

406 – Üç baîn talâk ile boşanan bir kadın sahih bir nikâh ile başka bir kocaya varıp onunla cinsî birleşmede bulunmadıkça ve sonra bu ko­casından da ayrılmadıkça birinci kocasına helâl olmaz. Bu kadın birinci kocaya, onun cariyesi olup mülkiyeti altında bulunması sebebi ile de helâl olmadığı gibi bu cariyenin efendisinin cinsî temasda bulunması ile de helâl olmaz.

407 – Uç talâk ile boşanıp ikinci kocaya varan kadının birinci koca­sına helâl olmasının şartı; cinsî birleşmede tenasül uzvunun içeriye gir­miş olmasıdır. Yoksa meninin akması değildir, ikinci kocanın cinsî te­masda bulunabilen bir kimse olması şarttır.

408 – İkinci koca kadını birinci kocaya helâl kılmak şartı ile onunla evlenmişse bu mekruh olmakla beraber (S) kadının birinci kocası ile ye­niden evlenmesini helâl kılar (SM[161].

409 – ikinci koca (birinci kocaya ait) üç ve daha aşağı (MZ) talâkların hükmünü kaldırır.

410 –Üç talâk ile boşanan kadın birinci kocasına “Iddetim senden bitti, ikinci kocaya da varıp ondan ayrıldım ve ondan da iddetim bitti” der ve geçen zamanın da buna ihtimali olur, koca da kadının doğruluğu­na kanaat getirirse onunla yeniden evlenmesi caiz olur.

411 –Bir erkek karısına “Allaha yemin ederim ki, sana yaklaşnırya-cağım, yahut dört ay sana.yaklaşmıyacağım” dediği zaman îlâ’da bulun­muş olur. Bir kimse; ailesi ile münasebette bulunursa, hacca gideceğine, yahut oruç tutacağına, sadaka vereceğine, bir köle azad edeceğine veya karısını boşayacağına dair Allaha yemin ederse yine îlâ’da bulunmuş olur.

412 -îlâ’da bulunan erkek = (mûli) dört ay dolmadan karısına ya­naşırsa yeminini bozmuş olur ve üzerine yemin kefFareti vermek vacib olur. Bu durumda îlâ da düşer.

413 –ilâ yapan erkek dört ay geçer de karısına yanaşmamış olursa, kadın kendisinden bir baîn talâk ile boş olur.

414 –Yemin dört ay üzerine ise müddetin bitimi ile îlâ sona erer.

415 -Müebbed bir îlâ’da bulunulunca (kadına yanaşmadan geçen dört ayın bitiminde meydana gelen boşanmadan sonra) dönülüp tekrar nikâh yapılırsa açıklandığı üzere îlâ da tekrar yenilenir. Eğer yenilenen nikâhdan sonraki dört ay içerisinde karısı ile münasebette bulunursa, yemininden dönmüş olur. Aksi halde dört ayın bitiminde ikinci birboşanma meydana gelir. Bundan sonra tekrar dönüp nikâhını yenilerse yi­ne yukardaki gibi hükümler ceryan eder.

416 -Bir erkek, îlâ sebebi ile boş olup başka kocaya giden ve ondan da boşanan karısını tekrar alırsa artık ilânın hükmü kalmaz. Fakat (ye­min daha önceden bozulmamış olduğundan dolayı durmaktadır. Bunun için) karısı ile münasebette bulununca daha önceki yemininden dolayı üzerine keffâret gerekir.

Eâ: Lügâtta yemin anlamındadır. Hukuk dilinde “Bir kimsenin nikâhlı

ailesi ile muayen bir zaman cinsî temasda bulunmamaya yemin etmiş”dir. Bu yemin açık veya kapalı sözlerle olur. Açık sözlerde niyete ihtiyaç olmayıp ka­palı sözlerde niyete ihtiyaç vardır. Mûli: îîâda bulunan erkek.

417 –îlâ’nm müddeti hür kadınlar için dört ay, cariyeler için iki aydır[162]

418 –Ric’î talâkla boşanan kadın üzerine yapılan îlâ sahih olur. Fa­kat baîn talâk ile boşanan kadın üzerine îlâ yapılamaz.

419 –Bir erkek karışma “Sana iki aydan sonra iki ay yaklaşmıyaca-ğım” derse îlâda bulunmuş olur. Fakat “Bir gün müstesna sana bir sene yaklaşmıyacağım” derse îlâda bulunmuş olmaz (Z).

ilâyı Kaldıran Haller:

420 – ilâ müddeti içerisinde kadına dönüş ya sözle olur veya fiilî

olarak olur.

421 – ilâyı sözle kaldırmaya gerekli kılan haller:

  1. a)Karı kocadan birinin cinsî temasa gücü yetemiyecek derecede

hasta olması.

  1. b)Erkeğin tenasül uzvunun kesik olması,
  2. c)Kadının tenasül uzvunda tıkanıklık bulunması veyahut da cinsî temas yapılamıyacak kadar çocuk olması,
  3. d)Karı koca arasında dört aylık bir mesafe bulunması,
  4. e)Erkeğin hapiste olup cinsî temasda bulunmaya imkân bulama­ması.

Bütün bu durumlarda yemin vaktinden îlâ müddetinin sonuna ka­dar olan îlâ müddeti içerisinde yukardaki özürler devam etse de erkek karısına döndüğünü söylese îlâ düşer.

422 – ilâ müddeti içerisinde kadınla cinsî münasebette bulunmak imkânı meydana gelirse, kadına dönüş ancak cinsî münasebette bulun­makla gerçekleşir.

423 – Bir kimse hanımına “Sen bana haramsın” der ve bu sözü ile yalan söylemiş olduğunu söylerse tasdik edilir. Eğer boşamayı kasted-diğini söylerse bir baîn talâk meydana gelir. “Üç talâka niyet ettim” der­se üç talâk vuku bulur. Zıhara niyet etmişse zıhar sayılır (M).

Haram kılmayı kasdetmişse yahut hiç bir şey kasdetmediğini söy­lerse bu sözü ile îlâda bulunmuş olur[163]

MUHÂLEA* = MAL KARŞILIĞINDA BOŞAMA

424 –Muhâlea; kadının, kocasının kendisini boşaması için mal ve­rerek onun karşılığında kendisini serbest bıraktırması dır.

425 – Karı-koca muhâlea anlaşması yaparlarsa, kadın bir baîn talâk ile boş olur ve kocasına da mal vermesi gerekir.

426 – 1) Geçimsizlik koca tarafından geliyorsa boşama karşılığında kadından bir mal alması mekruh olur.

2) Geçimsizlik; sû-i imtizaç, kadından geliyorsa, erkeğin ona ver­miş olduğu mehirden daha fazla bir mal alması mekruhtur. Fakat ver­miş olduğu mehirden fazla bir mal olsa bu yine de kendisine helâl olur.

427 – Bir erkek karışma muayyen bir mal karşılığında boşar da ka­rısı bunu kabul ederse baîn talâk ile boşanmış olur ve kadının taahhüt ettiği malı ödemesi gerekir.

428 – Mehir olmaya elverişli olan her mal muhâlea bedeli olmaya da elverişlidir.

429 – Muhâleada bedel (domuz, şarap, murdar gitmiş bir hayvan gibi) bâtıl olsa da yine bir baîn talâk meydana gelir. (Kocanın mal karşı­lığında boşayıp kadının bunu kabul etmesi durumundaki) boşama bede­li bâtıl olunca ric’î bir talâk meydana gelmiş olur.

430 – Kadın kocasına “Beni elimdeki karşılığında boşa” der ve elin­de hiç bir şey de yoksa kadının birşey vermesi gerekmez. Fakat öğle de­ğil de “Beni elimdeki mal karşılığında”, yahut “evimdeki eşya karşılığın­da boşa” der ve elinde nral veya evinde eşya bulunmazsa kocasına nehrinı geri verir.

431 –Küçük kız kendisine ait mal karşılığında kocasından boşandı-rümışsa bir şey vermesi lâzım gelmez. Büyük kız için ise bu onun kabul-

* Hul’: Lügâtta sökmek, çıkarmak ve izâle etmek, gidermek mânalarına gelir. Istılahda hul’ ve muhâlea “Kadın tarafından verilen mal karşılığında nikâh bağını ortadan kaldırmak”dır. Muhâlea yerine mubaree = (birbirinden beri olmak) tabiri de kullanılır.

etmesine bağlı olur. Fakat her iki durumda da baba muhâlea bedelini kendi üzerine almışsa babanın ödemesi lâzım gelir.

432 – Kadın kocasına “Beni bin lira ile üç talâk boşa” der, kocası da bir talâk ile boşarşa, kadın kocasına bin liranın üçde birini ödemekle mükellef tutulur. Eğer kadın “Beni bin liraya karşılık üç talâk ile boşa” der ve kocası yine bir talâk ile boşarsa, birşey ödemek lâzım gelmez (SM) ve kadın bir ric’î talâk ile boşanmış olur[164].

433 – Koca hanımına: “Kendini bin lira mukabilinde yahut bin lira üzerine üç talâk boşa” der, kadın da bir talâk ile boşarsa bir şey vâki ol­maz. Eğer koca “Sen boşsun ve bin lira vereceksin” der kadın da kabul ederse bir şey ödemesi gerekmez (SM).

434 – Mübaree ve muhâlea, karı-kocanm nikâha bağlı birbirleri üzerindeki bütün haklarını düşürürler (SM). Hatta cinsî birleşme mey­dana gelip kadın mehrini almış olsa, erkek dönüp onu kadından geri isti-yemez.

435 – Hastanın muhâlea = (mal karşılığında yapmış olduğu boşa­ma) sı üçde bir üzerinden muteber olur.

ZIHAR[165]

436 – Zıhar, bir erkeğin karısının tamamını veya bedeninin tama­mı yerine geçen (baş ve yüz gibi) bir uzvunu yahut bir uzvun (üçde bir, dörtte bir gibi) muayyen bir kısmım, kendisine nikâhı ebedî olarak ha­ranı olan bir mahreminin, bakmak helâl olmıyan uzuvlarından birine benzetmiş olmasıdır.

437 – Zıharda bulunmanın meydana getirdiği hüküm; cinsî tema­sın ve cinsî temasa götüren sebeplerin, zıharm kefFâreti verilinceye ka­dar haram olmasıdır.

438 – Keffâret verilmeden önce cinsî temas yapılırsa Allahdan af dilenir. ” .

439 – Keffâreti vacip kılan, avdet etmektir ki, bu da kadın ile cinsî temasa azmetmektir.

440 – Koca keffâreti vermeyince kadının kendisini ondan sakındır­ması ve keffâret vermesini istemesi gerekir. Hâkim de (kadının hakkını yerine getirmek için) erkeği keffâret ödemeğe zorlar.

441 –Erkek karısına “Sen bana annemin benzerisin, yahut annem gibisin” derse niyetine bakılır. Bu sözü ile onun iyiliğini anlatmak iste­mişse tasdik edilir. Zıharı kasdetmişse, zıhar olur.-Boşamayı murad et­mişse bir baîn talâk meydana gelir. Hiç bir niyet taşımamışsa bu sözü ile bir hüküm meydana gelmez.

442 – Birden fazla karısı bulunan bir erkek ailelerine “Siz bana anamın arkası” gibisiniz derse her bir karısı için ayrı bir keffâret verme­si gerekir.

443 – Bir kimse tek bir meclisde veya çeşitli meclislerde birden faz­la zıharda bulunursa, her zıhar için ayrı bir keffâret verir.

Zihar Keffâreti:

444 _ Zıhar keffâreti; Önce sağlam ve mutlak bir köle azat etmektir. Yeterli olan böylesidir. Müdebber, ümmü’l-veled, kitabet borcunun bir-kısmını ödemiş bulunan mükâteb köle, iki eli yahut iki baş parmağı veya iki ayağı kesilimş, iki gözü kör, sağır, dilsiz, devamlı deli ve bir kısmı azad edilmiş bulunan köleleri azad etmek yeterli değildir.

445 – Bir kimse köle olan baba veya oğlunu keffârete niyet ederek satın aliTsa keffâret için yeterli olur. ‘

446 – Bir kimse (zıhar keffâreti olarak) kölesinin yarısını azad etse sonra zıharda bulunduğu karısı ile cinsî temasda bulunup geri kalan ya­rısını azad ederse bu keffâret için ona yeterli olmaz (SM). Eğer her iki azad arasında münasebette bulunmazsa keffâret olarak yeterli olur.

447 – Köle zıhar yapınca keffâret olarak oruç tutar.

448 – Azad edecek köle bulamıyan kimse keffâret için; içinde teşrîk günleri, bayram ve ramazan bulunmıyan günlerde iki ay birbiri ardınca oruç tutar.

449- îki ay içinde gece olsun gündüz olsun, özürlü veya özürsüz unutarak veyahut da kasden karısı ile münasebette bulunan kimse iki aylık oruca yemden başlar (S).

450 – 1) Oruç tutmaya gücü yetrniyen kimse 60 fakiri doyurur. Sadaka-ı fıtır bahsinde söylediğimiz üzere, ya 60 fakire yemek verir veya­hut da onlara yemeğin kıymetini öder.

2) Altmış fakire sabahlı akşamlı iki defa yemek vermek yeterlidir. Her iki yemekte de 60 kişiyi doyuracak kadar yiyecek vermek gerekir.

3) Buğday ekmeği verilince katık şart değil ise de arpa ekmeği veril­diğinde katık vermek şart olur.

4) Altmış fakiri bir gün doyurmak yerine fakire 60 gün yemek ver­mek de caiz olur. Fakat 60 günlük yiyecek bir fakire bir defada verilirse bir gün yerine geçer.

451 –Yemek verme işi devam ederken cinsî temasda bulunmak ye­mek vermeğe yeniden başlamayı gerektirmez.

452 – 1) Tayin etmeksizin iki köle azad etmek veya dört ay oruç tut­mak yahut 120 kişiyi doyurmak iki keffîaret-i zıhar için yeter.

2) İki keffâretten dolayı 60 fakire birer sa1 buğday verilse bu ancak bir keffâret yerine geçer (M).

3) îki keffâretten dolayı bir köle azad eden ve 60 gün oruç tutan kim­se bunları o iki keffâretten dilediğine tahsis edebilir.

LİAN[166]

453 – Lian; kocanın, kansına zina isnad etmesi yahut doğan çocu­ğun kendisinden olmadığını iddia edip nesebini inkâr etmesi sebebi ile vacib olur.

454 – Karı-kocadan her ikisinin şahitlik yapmaya ehiljdmseler ol­ması şarttır.

455 – Kadın; kendisine zina isnadında bulunan kimseler had ceza­sına çarptırılması gereken bir durumda olmalıdır.-

456 – Lian yapılabilmesi için kadının bunu hâkimden istemesi lâzımdır.

457 – Koca Handa bulunmakdan çekinirse lian yapıncaya veya ken­disini yal anlayıncaya kadar hapsedilir. Kendisini yalanlayınca da had cezasına çarptırılır.

458 – Koca lian yapınca kadına da Handa bulunma borç olur. Aksi halde lian yapıncaya veya kocasını tasdik edinceye kadar hapsedilir.

459 – Koca şahit olmaya ehil bir kimse olmadığı zaman had cezası­na çarptırılır.

460 – Koca şahit olmaya ehil’bir kimse olduğu halde kadın; iftira

edenleri had cezasına çarptırılmıyanlardan ise [167]kocaya ne had cezası verilir ve ne de lian yaptırılır. Ancak “Ta’zîr” cezası verilir.

461 – Lian şöyle yapılır:

1) Hâkim Lianı önce erkeğe yaptırır. Erkek dört defa ve her defasın­da “Ben zina isnadımda muhakkak doğrulardan olduğuma Allaha şehâdet ederim” diyerek şehadette bulunur. Beşincide “Ben sana zina isnadında eğer yalancılardan isem Allanın laneti üzerime olsun” der.

2) Eğer çocuğun kendisinden olmadığını iddia etmişse “Çocuğun nesebini kabul etmemekle sana olan isnadımda doğrulardan olduğu­ma”, hem zina isnadında bulunmuş ve hem de çocuğun kendisinden ol­madığını iddia etmişse “Sana zina isnadımda ve çocuğun nesebini kabul etmemekde doğrulardan olduğuma Aİlaha şehâdet ederim” der.

3) Sonra kacjın dört defa şehadette bulunur ve her defasında “Onun bana zina isnadında yalancılardan olduğuna Aİlaha şehâdet ederim” der ve beşincide de “Zina isnadında doğrulardan ise Allanın gazabı üze­rime olsun” der. Çocuğun nesebi inkâr ediliyorsa, o zaman “Zina” yerine “çocuğu red” ifadesini’ kullanır.

462 – Karı-koca karşılıklı Lian yaptıkdan sonra hâkim onları birbi­rinden ayırır. Bu ayırım ile bir baîn talâk meydana gelir (S).

463 – Lian çocuğun nesebini kabul etmemek = (nefy)den dolayı ya­pılmışsa hâkim babadan olan nesebi kaldırıp çocuğu annesine katar.

464 – “Senin hamileliğin benden değidir” sözü ile lian gerekmez – (SM).

465 – 1) Çocuğun nesebini red etmek; doğumun akabinde, tebrik zamanında ve doğum eşyaları alınırken olduğu zaman sahih olur. Böy­lece ilan yapılır ve hâkim çocuğun nesebini erkekden alır. Bunlardan sonra (yâni müddet geçince, yahut tebrikler ve hediyeler kabul edilince ve doğum eşyası alınınca) lian yapılır, fakat çocuğun nesebi sabit olur.

2) Koca gurbette ise doğumdan haberdar olduğu an çocuğun yeni doğduğu zaman gibidir.

466 – Tek bir batmda iki çocuk doğar ve bunlardan ilki kabul edilir, diğeri red edilirsei kişinin de nesebi sabit olur ve lian yapmak gerekir. Bunun aksi olup birinci red ve ikinci kabul edilirse yine ikisinin de nese­bi sabit olur ve bu sefer lian yerine had vurulur.

İDDET[168]

467 – Cinsî birleşmeden sonra yapılan boşama ve nikâhın feshin­den dolayı hür kadınlar üç hayız iddet beklerler.

468 – Hayız görmiyen küçük kızlar ve hayızdan kesilmiş yaşlı ka­dınlar üç ay iddet beklerler.

469 – Kocaları Ölen hür kadınların iddeti = (bekleyişi) dört ay on gündür.

470 – Boşanmadan dolayı cariyenin bekliyeceği iddet iki hayızdır. Cariyelerden, küçük olanların ve yaşlılıkdan dolayı hayızdan kesilmiş bulunanların iddetleri bir buçuk aydır.

471 –Kocaları ölen cariyeler iki ay beş gün iddet beklerler.

472 – Hâmile olan bütün kadınların (hür olsun cariye olsun) iddeti doğumla sona erer.

473 – Cinsî birleşme = (zifaf) olmadan meydana gelen boşanmalar­da iddet beklemek yoktur. Zimmînin, zimmîye olan karısını boşamasın­dan dolayı da iddet beklenmez.

474 – Ümmü’l-veled = (efendisinden çocuk yapmış) olan bir cariye­nin efendisi vefat edince veya bu câriye azad edilmişse duruma göre ya üç hayız veya üç ay iddet bekler.

475 – Şüphe ile veya fasit bir nikâhdan sonra kendisine temas yapı­lan bir kadın ayrılık ve ölüm halinde hayız ile iddet bekler.

476 – Kocasının Ölüm hastalığında baîn talâk ile boşanmış olan bir kadının iddeti iki iddetin = (1- Üç hayız müddeti olan ve boşanmadan do­layı beklenen iddet, 2- Dört ay on gün olan ve kocanın ölümü sebebi ile beklenmesi gereken iddet) en uzun olanına göre olur (S).

477 – Ric’î talâk ile boşanıp iddet bekliyen bir kadının kocası ölünce kadın yeniden ölüme göre iddet bekler.

478 – Câriye ric’î talâkla boşanma sebebi ile iddet beklerken âzad edilse iddeti hür kadınların iddetine intikal eder. Fakat baîn talâkla bo-şanmışsa intikal etmez. .

479 – Hayızdan kesilen bir kadın aya göre iddet beklerken yeniden hayız kanı görse, yahut bu durumdaki küçük bir kız ay arasında âdet görmeğe başlasa bunlar hayza göre yeniden iddet beklerler.

480 – Bir veya iki hayız iddet bekledikden sonra hayızdan kesilen kadınlar ay hesabına göre yeniden iddet beklemeğe başlarlar.

iddetin Başlangıcı İki İddetin Birbirine Karışması (tedahu-lu) ve İddetin Müddeti:

481 –Boşanmalarda iddet boşanma anından itibaren, ölüm halinde de ölümden hemen sonra başlar.

Kadın boşandığını veya kocasının öldüğünü bilmese dahi müddetin geçmesi ile iddet de sona erer.

İddet üç şekilde olur: 1- Hayza göre, 2- Ay hesabına göre, 3- Kadının

çocuğunu doğurmuş olmasına göre.

İddet beklemek de üç şeyden dolayı olmaktadır: 1- Boşanma sebe­bi ile, 2- Ölüm sebebi ile, 3- Cinsî temas sebebi ile.

Mebtûte: Üç talâk ile boşanmış kadındır ve iddet bekîiyen bpyle bir ka­dına mu’tedde-i mebtûte denilir.

Hayz = (âdet, aybaşı): Lügâtta akmak manasınadır. Fıkıhda doğum se­bebiyle olmaksızın sıhhat halinde muayen vakitlerde rahimden akıp gelen

cibillî bir kandır.

Nifas: Çocuk doğurma halidir. Bu müddette akan kana da bu ad verilir.

İstihaze: Hastalık sebebi ile rahimden başka yerden gelip tenasül uzvu yolu ile akıp gelen kandır. Müstehaze, istihazeli kadın demektir.

Mu’tedde: İddet bekîiyen kadına denir. Boşamanın çeşidine göre: 1-Baînen mu’tedde, 2- Ric’ıyyen mu’tedde adlarını alır.

482 – Fasit bir nikâhla iddet bekîiyen kadının iddet başlangıcı, ay­rılık veya erkeğin cinsî münasebeti bırakmaya olan kararıdır (Z).

483 – İddet bekîiyen bir kadına şüphe ile cinsî temas yapıldığında birinci ile tedahül eden = (iç içe giren) diğer bir iddet beklemesi daha lâzım gelir[169].

484 – îddet bekîiyen bir kadına bir hayız gördükten sonra cinsî te­mas yapılsa bundan sonraki diğer üç hayız ile iddeti tamamlanır.

485 – İddetin en az müddeti (yâni üç hayızın tamamlanabileceği en az müddet) iki aydır {SM).

486 – İddet bekîiyen bir kadına evlenme teklifi yapılamaz, fakat böyle bir istek duyurulabilir.

Sahih Bir Nikâhdan Sonra İddet Bekîiyen = (mu’tedde) Bir Kadının Uyması Gereken Şartlar:

487 – Bulûğa ermiş, müslüman, hür veya câriye olan bir kadın sa­hih nikâhdan sonra vefat veya baîn talâk sebebi ile iddet bekliyorsa üze­rine “hidad” lâzım gelir.

Hidad; güzel koku sürünmeği, zinetlenmeyvgöze sürme çekmeyi, başa yağ sürmeyi ve kına sürünmeyi bırakmak demektir. Ancak bir özür ile bunları kullanabilir’[170].

488 – Mebtûte = (kocasından üç talâk ile boşanan kadın) nin iddeti esnasında gece ve gündüz evinden dışarı çıkması doğru olmaz. Ölüm se­bebi ile iddet bekîiyen kadın ise gündüzleyin ve gecenin de bir kısmında dışarı çıkabilir; geceleyin ise ancak kendi evinde kalır[171].

Cariye efendisinin ihtiyaçlarını yerine getirmek için iki iddette de her iki vakitte dışarı çıkar.

489 – İddet bekîiyen kadın evin yıkılma tehlikesi olmadıkça veya başka yere çıkarılmadıkça yahut evin kirasını verememekden dolayı başka yere taşınmadıkça iddetini ayrılığın vuku bulduğu esnadaki evin­de geçirir.

Hamileliğin en az ve en çok müddeileri ve buna terettüb eden hükümler:

490 – Hamileliğin en az müddeti altı ay, en çok müddeti ise iki senedir.

491 –Bir kadın iddetinin sona erdiğini ikrar edip sonra altı aydan daha az bir müddette çocuk doğurursa bu çocğun nesebi sabit olur. Bu durumda ikrar tarihinden altı ay sonra doğum yapmışsa çocuğun nesebi sabit olmaz[172]

492 – Ric’î talâkla boşanmış olan bir kadın, iddetinin bittiğini ikrar etmedikçe iki seneden fazla bir zaman içinde dahi doğum yaparsa çocu­ğun nesebi kendisini boşamış olan kocasından sabit olur. Eğer iki sene­den daha az bir müddetle çocuk doğarsa kadın baîn talâk ile boş olmuş olur ve çocuğun nesebi de yine kocasından sabit olur. Çocuğun iki sene­den az bir zamanda doğması kocanın karısına döndüğünü gerektirmez. Eğer çocuk iki yıl veya daha fazla bir zaman geçtikten sonra doğarsa ko­ca ailesine dönmüş sayılır.

493 – Üç talâkdan veya ölümden sonra iddet bekîiyen kadının iki seneden daha az bir müddet içinde doğurduğu çocuğun nesebi kocasın­dan sabit olur.

494 – İki seneden fazla bir müddet içinde doğan çocuğun nesebi ise ancak kocanın, çocuğun kendisinden olduğunu iddia etmesi ile sabit olur (Z).

495 – îddet bekîiyen bir kadının çocuğunun nesebi ancak iki erke­ğin (SM) veya bir erkekle iki kadının şehâdeti ile yahut kadının hamile­liği açıkça belli olması veya kocanın itirafı yahutta vârislerin tasdiki ile sabit olur.

496 – Ric’î talâk ile (S) veya üç talâk ile (S) boşanmış olan küçük = (sağire) bir kadının çocuğunun nesebi ancak dokuz aydan daha az bir müddetle doğmuş olması ile sabit olur. Kocasının ölümünden sonraki id-detinde ise çocuk on ay on günden kısa bir müddet,, az bir zamanda doğ­muşsa nesebi sabit olur.

497 – Koca karısına “Çocuk doğurursan sen boşsun” der ve bir ka­dın onun doğum yaptığına şahitlik yaparsa kadın boş olmaz (SM). Koca­nın gebeliği itirafı halinde kadın mücerred sözü ile boş olur (SM).

498 – Efendi cariyesine “eğer karnında çocuk varsa o bendendir” der ve bir kadın da onun doğumuna şahitlik yaparsa, câriye ümmül-veled olur.

DÖRDÜNCÜ BOLUM

“Bismillahirrahmanîrrahîm

= Rahman ve rahmi olan Allamn adı ile başlarım.”

“Kime Allah hayır dilerse onu dinde fakîh kılar.”

Hadis (Tecrîd-i sarîh, c. 1, s. 77, H. No. 64).

NAFAKA[173]

1 –Kadın, kocasının evinde kendisini kocasına teslim ettiği zaman nafakasını, giyeceğini ve meskenini temin etmek kocasına ait olur.

2 – Nafakada erkeğin malî kudretine itibar olunur. O da israfa ve cimriliğe kaçmadan kadına yetecek miktarda kararlaştırılır.

3 – Kadının nafakası aylık olarak takdir ve farz edilip kendisine teslim edilir. Elbisesi ise altı ayda bir verilir. Bunlardan başka bir tane de (S) hizmetçi nafakası takdir edilir.

4 – Kadın kocasının evinden izni olmadan çıkıp gitse ve kendisini kocasına teslim etmese nafaka alamaz.

5- Mehri ödeninceye kadar kendisini kocasından sakındıran kadın nafakaya hak kazanır.

6 – Kadın büyük olduğu halde kocası küçük olup (cinsî temasa ta­hammülü bulunmasa) kadın yine nafakasını alır. Bunun aksi olursa ka­dın nafaka alamaz. Her ikisi de küçük olursa kadının nafaka hakkı bu­lunmaz.

7 – Kadın (zevce) hacca gider veya borç yüzünden haps olunur, ya-

hut kadını bir başkası kaçırıp onunla giderse nafaka alamaz. Kocası ile beraber hac ederse hazardaki nafakasını alır.

Kadının, kocasının evinde hasta olması nafaka hakkını kaldırmaz.

8 – Cariyenin, müdebberenin ve ümmü’l-veledin nafakaları, efen­dileri kendilerine hizmet ettirmeyip kocalarına teslim edince kocaya ait olur. Aksi halde bunların nafakaları kocalarına değil, efendilerine ait bulunur. Efendi bunları önceden kocanın evine teslim etse sonradan da yine kendi hizmetinde kullansa kocadan olan nafaka hakları düşer.

9 – Erkek fakir olup nafaka vermeğe gücü yetmese karısı ile araları ayrılmaz. Kadına kocası adına borç alması emr olunur.

10 –Kadına kocasının fakir oluşuna göre nafaka takdir edilip sonra koca fakirlikden kurtulsa karısının nafakasını zenginliğine göre ta­mamlar.

11 -Hâkim tarafından nafaka takdir edilmedikçe veya karı-koca-daki anlaşmadan sonra daha nafaka kabz edilmeden taraflardan biri öl­se tayin ve takdir edilen nafaka düşer.

12 -Hâkim tarafından nafakaya hüküm verildikten veya araların­daki anlaşmadan sonra daha nafaka kabz edilmeden taraflardan biri öl­se tayin ve takdir edilen nafaka düşer.

13 –Gerek nafaka ve gerekse elbise, günü gelmeden verilip sonra taraflardan biri vefat ederse verilenler geri alınmaz.

14 –Kaybolan kocanın evinde hazır malı bulunsa veya başkasında emaneti yahut mudarabe ortaklığı kurduğu kimse elinde malı veya biri­sinde alacağı bulunsa, hâkimin de bu mallardan ve evlilikden haberi ol­sa yahut elinde mal bulunan kimse malın kaybolan adama ait olduğunu ve kadının o adamla evli bulunduğunu itiraf etse bu maldan kaybolan adamın ailesine, ana ve babasına, küçük çocuklarına nafaka takdir edi­lir. Bu, malın nafaka cinsinden olduğu takdir edilmiştir. Hâkim kadına nafakasını almamış olduğuna ait yemin de verir. Ayrıca kadından bir de kefil alınır. ‘

Hâkim durumu bilmez ve elinde mal bulunan da evliliği veya malı inkâr ederse kadının delili kabul edilmez.

15 –Erkek hanımını kendi ailesinden hiç bir kimsenin ikamet et­mediği ayrı bir evde oturtmak mecburiyetindedir.

16 – Kocanın hanımına tahsis ettiği eve, kadının başka erkekden olan çocuklarını ve kadının ailesinden olan bir kimseyi sokmamak hak­kı vardır. Fakat onların kadınla konuşmalarına ve bakmalarına engel olamaz. Yine her cuma günü kadımn çocuklarının ve ailesinin eve yanı­na gelmelerine mâni olamaz[174]. Diğer akrabalarının da senede bir defa ya­nma gelmelerini engelliyemez.

Boşanan Kadının tddeti İçindeki Nafaka veJMeskeni:

17 –Kadın ister baîn ister ric’î talâkla boşanmış olsun iddetini bek­lerken nafaka ve mesken hakkı vardır. Kocası ölen kadının ise nafaka alma hakkı yoktur.

18 –Dinden dönmek ve kocasının oğlu ile öpüşmek gibi kadın tara­fından işlenen suçlar sebebi ile meydana gelen ayrılıklardan dolayı bek­lenen iddet içerisinde kadın nafaka alamaz.

19 –Eğer kadın kocasına denk olmamak, bulûğa erme ve azad ol­manın verdiği muhayyerliğe dayanarak suç olmıyan bir sebeple koca­sından ayrılırsa iddeti içinde nafaka almak hakkına sahip bulunur.

20 – Ayrılığın koca tarafından meydana getirildiği her durumda zevce = (karı) ye nafaka verilir.

21 –Üç talâk ile boşandıktan sonra dinden dönen kadın, nafaka al­ma hakkını kaybeder. Üç talâkdan sonra kocasının (başka kadından olan) oğluna imkân veren kadının ise nafaka hakkı düşmez.

Usul, Fürû’, Diğer Akraba ve Kölelerin Nafakaları:

22 – Fakir olan küçük çocukların nafakası babaya aittir.

23 – Bir süt ana bulunduğu ve çocuk da onun memesini emdiği tak­dirde ana çocuğu emzirmeğe mecbur tutulamaz. Aksi halde mecbur edi­lir.

24 – Baba, annesinin yanında çocuğa süt verecek olan bir kadını üc­retle kiralar. Süt emzirmesi için kendi karısını veya iddet bekliyen karı­sını ücretle tutması caiz değildir[175]

25 – Kocasından ayrılıp iddeti biten-kadın, çocuğa bir süt anadan daha fazla meme emzirmeğe hak sahibidir. Ancak süt anadan daha faz­la ücret isterse bu hakkını kaybeder.

26 – Fakir olduklarında baba ve dedelerin nafakaları erkek ve kız evlatlarına ait olur.

27 – Zevce ile usûl ve fürû’un nafakaları hariç dinin değişik olması nafakayı ortadan kaldırır.

28 – Ana-baba ve evlâd hariç mahrem olan akrabaların nafakaları mirasdaki hisselerine göredir ve bu nafaka müzmin hastalıkdan kazan­maya iktidarı olmayan, yahut kadın olup fakir bulunanlara verilir. Be­ceriksizliğinden, yahut insanlar arasında ileri gelenlerden olmasından, veya talebe bulunmasından dolayı kazanç temin edemiyenler de aynı şe­kilde nafaka alırlar.

29 – Babanın karısının nafakasını temin etmek oğluna aittir. Oğul, baliğ olnııyan bir fakir veya yatalak olduğu zaman onun ailesinin nafa­kasını temin etmek de babaya düşer.

30 – Fakir kimsenin zevcesi ve küçük çocuklarından başkasına na­faka vermesi vacip değildir.

31 -Sadaka alması haram olan kimse zengin sayılır.

32 – Babanın, nafakası için (kayıp olan) oğlunun (akar hariç) malı­nı satması caizdir (SM). Babanın oğlunun malından yanında olanı nafa­kasına harcaması da caiz olur[176].

. 33 – Hâkim nafakaya hükmettikden sonra (zevce hariç hak sahip­leri tarafından alınmayıp) bir müddet geçerse nafaka düşer. Yalnız halcimin nafaka vermesi gereken = (munfık) adına borçlanmayı emr et­mesi bu kaidenin dışında kalır.

34 – Efendi kölesinin nafakasını temin etmek mecburiyetindedir. Bundan kaçınırsa köle çalışıp kazanır ve ihtiyacını giderir. Köle kazanç temin edemezse, efendisi kölesini satmaya zorlanır.

35 – Hayvanların nafakalarını vermek için sahipleri diyaneten

zorlanır[177]

HIZANE = ÇOCUĞU YETİŞTİRİP BÜYÜTMEK

36 -Karı-koca ayrılmadan önce veya sonra çocuk hakkında anlaş­mazlığa düşerlerse anne çocuğa bakma = (hızane)[178] ya herkesden daha hak sahibi olur.

37 – Çocuğun annesi yok veya ehil değilse sonra sıra ile aşağıdaki kimseler hızane hakkına sahip olurlar:

1) Annenin annesi,

2) Babanın annesi,

3) Çocuğun ana-bababir kız kardeşleri,

4) Ana bir kız kardeş,

5) Baba bir kız kardeş

6) Sonra aynı şekilde (yâni ana-baba bir olan diğerlerine ve ana bir olan baba bir olana tercih edilmek üzere) teyzeler = (annenin kız kardeş­leri) gelir.

7) Sonra altıncı kısımdaki şekilde halalar = (babanın kız kardeşleri) gelir

8) Kız kardeşin kızları, erkek kardeşin kızlarından çocuğa bakma­ya daha lâyıktırlar. Erkek kardeşin kızları da halalardan daha önde gelirler[179].

38 – Hızane hakkı olan kadın, çocuğa yabancı olan birisi ile evlenin­ce hakkını kaybeder. Ondan ayrılınca da hakkı tekrar geri gelir.

39 – Kocanın hızane hakkını kabul etmemesi karşısında söz kadı­nın olur.

1 40 -1) Erkek çocuk, hızane hakkı olan kadınlar yanında hizmet ve bakıma ihtiyacı kalmadığı bir zamana kadar kalır.

2) Kız çocuğu, anne ve ninesinin yanında hayız görünceye kadar’ka-Ur. Kız çocuğu bu ilcisinden başkasının yanında ise hizmet ve balama ih­tiyacı kalmadığı bir zamana kadar durur.

41 –Oğlan çocuğuna bakmak için bir kadın bulunamazsa onu er­kekler alır. Asabe = (soy) bakımından çocuğa en yakın olan erkek ona

bakmaya en lâyık olandır.

24 – Kız çocuğu, kendisine mahrem olmıyan erkeklere verilemez. Sapık ve fâsık olan bir mahremine de verilmez.

43 – Çocuğa bakma hakkına aynı derecede sahip olanlar bir araya gelince bunların en muttaki olanı tercih edilir. Sonra da en yaşlısı gelir.

44 – Cariye ile ümmü’l-veledin çocuğa bakma hakları yoktur.

45 – Gayri müslim olan bir kadın kâfir olmasından korkulmadığı müddetçe müslüman olan çocuğunun bakımına herkesden daha hak sa­hibidir.

46 –Hizmet ihtiyacı sona ermedikçe bir baba çocuğunu beldesin­den dışarı çıkartamaz. Anne de aynı şekildedir. Yalnız anne çocuğunu kocası ile evlenmiş bulunduğu vatanına götürebilir. Şu kadar var ki, ka­dının kocası ile evlendiği bu vatanı daru’1-harb = (müslümanlarla ant­laşması bulunmıyan düşman yurdu) olmamalıdır.

KÖLE AZAD ETMEK[180]

47 – Ancak mâlik olan ve bağış yapmaya kadir bulunan kimsenin azad etmesi ile köle azad olur.

48 -1) Köle azad etmek için kullanılan lâfızlar açık olduğu gibi ka­palı = (kinayeli) da olur:

2) Sarîh = (açık) olan lâfızla niyet olmasa da köle azad olur. Sarîh olan lâfızlar: “Sen hürsün, yahut hürriyete kavuşturuldun, sen atık = (azad edilmiş olarûsm, sen azad olmuşsun, ben seni azad ettim, seni hür­riyete kavuşturdum, bu mevlâmdır, ey efendim, bu hanım efendimdir, ey hür, ey atık” gibi sözlerdir. Ancak bu tabirleri köleye isim takmışsa azad olmaz. Hürriyeti, beden yerinde kullanılan bir uzva izafe etmekle de köle azad olur.

3) Kinayeli sözlerde ise niyete ihtiyaç duyulur. Kinayeli lâfızlar: “Benim senin üzerinde mülkiyetim yoktur. Benim sana bir yolum yok­tur. Kölelik yoktur. Mülkümden çıktın” gibi sözlerdir.

49 –Bir efendinin cariyesine “Seni boşadım, salıverdim” demesi de kinayeli bir sözdür. Eğer “seni boşadım, salıverdim” sözünü “Itlak” keli­mesi ile değil de “Tatlîk” kelimesi ile söylemişse niyetiolsabile cariye

azade olmaz.

50 –Bir kimse kölesine “Bu benim babamdır” veya “Oğlumdur” ca­riyesine de “Bu benim ananıdır” derse onları azad etmiş olur (SM). “Bu kardeşimdir” demekle köle azad olmaz. “Ey oğlum veya ey kardeşim” hi­tapları ile de hür olmazlar.

51 –Sarhoş ve mükreh = (zorlanan) kimselerin ı’takı = (azad etme-leri) ile hürriyet meydana gelir.

Bir Kimsenin Kendisine Mahrem Olan Akrabasını Köle Edinmesi:

53 – Bir kimse mahremine köle olarak mâlik olursa mâlik olan, sabi veya mecnun olsa dahi mahrem olan akraba hemen azad olur.

54 – Usûl ve fürû’dan olan akrabalar mükâteb tarafından kitabet akdine bağlanabilir. Başkaları ise bağlanamaz (SM).

55 – Bir kimsenin kölesini putlar ve şeytan için azad etmesi ile köle azad olur. Fakat bu kimse Âllaha isyan etmiş olur..

56 -1) Hâmile olan cariyeyi azad etmekle karnındaki çocuk da azad olur. Karnmdakini azad etmek ise yalnızca o çocuğu hür kılar.

2) Çocuk hürriyet, kölelik ve tedbîrde anneye tâbi olur.

57 – Efendinin, cariyesinden olan çocuğu hür olarak doğar.

58 -Hür diye aldatılarak cariye ile evlenen kimsenin bu cariyeden doğan çocuğu, kıymetini cariyenin efendisine vermesi ile hür olur.

59 – Bir mal karşılığında azad edilen köle bunu kabul ederse azad olmuş olur ve söylenen malı ödemesi gerekir.

60 – Bir kimse kölesine “Bana bin lira verirsen sen hürsün” derse kölesine ticaret yapma iznini vermiş olur. Köle bu parayı efendisinin alabileceği bir yere (Z) bırakınca azad olmuş olur. Efendinin ise para ödenmeden önce kölesini satmak hakkı vardır.


[1] Hayru’d-Dîn ez-Ziriklî, El-A’lâm, IV, 279.

[2] imamların adlarım gösteren bu harfler, imamlar hangi konuda imam A’zamın

görüşüne katı imam iş] arsa o yere konulmuştur. Böylece onların da görüşleri nisbeten ortaya çıkmaktadır.

[3] Bak. Kâtip Çelebi, Keşfıız-Zunûn, istanbul 1972, II, 1622-1623.

[4] Bak. Ömer Rıza Kehhal.e, Mu’cemu’l-Müellifln, Şam 1958, VT, 147.

[5] Brockelmann G.A.L. 1: 382 s., I: 657 (yenisine göre 476)

[6] Taharet: Muti ak temizlik demektir. Dinde isö pis olan şeylerden temizlen­mektir. Vuzû,’ – Cabdeşt) güzel ve parlak anlamındadır. Dinde ise, belli bir ta­kım uzuvları yıkamak ve mesh etmektir… Bunda lüğât mânâsı da bulunur. Çünkü yıkanan ve mesh olan uzuvlar abdestle güzelleşir. Gasl = (yıkamak) lügâtta, su akıtmakdır. Mesh de isabet anlamındadır.

Abdestin farz olmasının sebebi pis ve abdestsiz bulunulduğunda namaz kı­lınmak istenmesidir. Çünkü Allah Teâlâ “Namaza kalktığınızda yüzlerini­zi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başınızı mesh edin. Topuk­larınıza kadar ayaklarınızı yıkayın el-Maide, 6 buyuruyor.

[7] Kahkaha; yamndakinin işiteceği kadar gülmektir. Bu hem namazı ve hem de abdesti bozar. Bir insanın kendisinin duyabileceği kadar gülmesine “dahk” de­nilir. Bu sadece namazı bozar. Tebessüm ise onu ne sahibi duyar ne de başkası ve bunun bir hükmü yoktur.

[8] imam Muhammed’e göre meni ne suretle çıkarsa çıksın onun çıkışı guslü gerek­tirir.

[9] Çok. su en azından on arşın uzunluğunda ve genişliğinde olan bir havuzun suyuna denilir “Eger uzunlugu genişliğine i\âve edilince yine 10×10 oluyorsa o da çok su sayılır. Akar sular da çok sudur. Ayrıca, bir havuzun çok su sayılabilmesi için avuçla alındığında dibinin açılmaması lâzımdır. Böyle olmayan su­lara ise “az su” denilir

[10] Misâl: Burnu kanayan bir insanın, bir namaz vakti çıkıncaya kadar abdest alıp namaz kılabilecek kadar bir müddet olsun kanı durmazsa o adam özürlü insan­dır. (Naşir).

[11] Salât: Kelime olarak dua mânasını taşır. Bir ayette (ve sallî Aleyhim) “onlara duâ et” (Tevbe, a: 103) buyurmuştur. Istılahda ise tayin edilmiş vakitlerde kendine mahsus şartlan ile muayyen zikrul ve erkânı olan bir ibadetin adıdır. Kitap sünnet ve icma ile sabit farz bir ibadettir. Kur’an’da “Namaz müslü-manlar üzerine, vakitleri belli bir farz olmuştur.” (Nisa, a: 103) denilir. Hz. Peygamber’de “İslâm beş temel üzerine kurulmuştur; Allah’dan baş­ka Allah olmadığına, Muhammed (S.A.V) in onun peygamberi oiudğu-na şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek, rama­zan orucunu tutmak” {Buharî, iman 1-2) buyurmuştur.

[12] Zeval: Güneşin doğumundan batışına kadar geçen zamanın tam yansı kat edi­lerek güneşin ortaya gelmiş olmasıdır.

[13] Fey-i Zeval: Güneş tam zeval vaktinde iken yere düşen gölgedir. Gölgenin batı istikametinden doğu istikametine dönmekte olduğu an. Bu andaki gölgenin boyu hariç tutularak; her şeyin gölgesinin iki misline ulaşması ile öğle namazı­nın vakti biter. Misal: 1 metre boyundaki cismin gölgesi zeval anında yanm metre olursa yanm metreden hariç, o şeyin gölgesi iki misline ulaşınca, yâni gölgenin boyu 2,5 m. olduğunda öğle namazı vakti bitip ikindinin vakti girer. Yer ve zamana göre, zeval anında, cismin gölgesi hiç olmıyabilir. Bak- B. İslâm Ilmühali Ö. N.

Bilmen s,, 114 dip no. 1 istanbul 1970.

[14] Ezan; lügâtta i’lâm ve bildirim anlamındadır. Kur1 an’da bu mâna kast olunarak: “Allah ve resulü tarafından bir i’lâmdır” (Tevbe, a: 3) denilir. Istılahda ise; “Kendine mahsus sıfatına göre, seçilmiş belli sözlerle namazın vakitlerini bildirmektir.” Ezan kuvvetli bir sünnettir.

İmam Ebu Hanife der ki: “Bir topluluk ki şehirde; ezansız ve ikametsiz na­maz lalar onlar sünnete karşı gelmiş ve günahkâr olmuşlardır.” imam Muham-med’İn şu sözüne-bakarak ezanın vacib olduğunu söyleyenler de vardır. “Bir belde hal­kı ezanı terk etnıekde birleşirse onlarla hârb edilir.” Bu iş, ancak onun vacib oldu­ğuna göre yapılabilir. Bu iki hüküm birleştirilince ortaya; sünneti müekkedenin terkin­den, vacibin terki gibi günah kazanılacağı neticesi çıkar. Onun terk edilmesine karşı sa­vaşılır. Çünkü ezan Islâmın bir şian ve özelliğidir.

[15] Sahih olan görüşe göre ayaklar da avret yerlerinden değildir.

[16] Düşmandan yırtıcı hayvanlardan, denize düşüp boğulmak v.s.den korkanlar.

[17] “Sübhaneke” de okunmaz.

[18] imam Muhammed ve Ebû Yusuf a göre üç kısa âyet veya bu üç kısa âyet kadar bir uzun ayet okumak farzdır.

[19] Yolcu iken geçirilen namazlar yolculuk bittikten sonra kaza edilirken yolculu­ğa göre dört rekâtli namazlar iki rekât olarak kaza edilir.

[20] Tervîha: Dört rekâta bir tervîha denilir. Çoğulu teravih gelir. Buna göre beş tervîha 20 rekât eder.

[21] “Artık, dedim, Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O çok yarhgayıcıdır. (O sayede) O, üstünüze bol yağmur salıverir.” (Nûh, a: 10-11) Baş­ka bir ayette de “Ey kavmim Rabbinizden mağfiret isteyin. Sonra yine ona tevbe (ve rücu) edin ki, üstünüze gökden bol bol (feyzini) gönder­sin, kuvvetinize daha fazla kuvvet katsın.

Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin” der. (Hûd, a: 52).

[22] Bu Hz. Osman (R.A.) mushafına göredir.

[23] Böylece tilâvet secdesi bir secdeden ibaret olmuş oluyor. Bunun tekbîrinde elleri kaldırmak, oturarak tahiyyât okumak ve selâm vermek yoktur.

[24] îma, rükû ve secdeye işaret olmak üzere başı eğmektir.

[25] Yâni oturarak kılmaya gücü yeterse oturarak tamamlar. Ancak yatarak ima ile kılmaya gücü varsa yatarak tamamlar.

[26] Yâni her ikisinin de namazları kazaya kaldığında yolcu olan olmayana uyamaz.

[27] Cuma namazı farzı ayındır. Meşru bir Özür olmadıkça terk edilmesi katiyetle

caiz değildir. Kur’an’da “Ey müslümanlar cuma günü namaza çağırıldı-ğmızdö Allahın zikrine koşun, alış verişi bırakın” buyurulmuştur. (Cu­ma, a: 9). Allahın bu emri gereğince cuma saatinde alış verişe son verilir.

[28] İmam Ebû Hanife’ye göre imamdan ayrı üç, Imameyrie göre ise iki kişinin bulunması şarttır.

[29] imam Züfer özürsüz cuma yerine öğle namazı kılmanın caiz olmadığını söyler.

imam ey ne göre öğle namazım kıl dıkdan* sonra cuma namazına giden cumaya başlamdıkça öğle namazı bâtıl olmaz, imam Ebû Hanife’ye göre bu kimse cu­maya yetişemezse yeniden öğleyi kılar.

[30] Yâni bunu da devlet reisi veya onun vekili kıldırır, imamdan başka üç, diğer görüşte iki kişilik bir cemaatın bulunması ve vakti içinde kılınması gerekli­dir. Şehir olan yerde kılınır v.s.

Burada, Sübhaneke okunur. (Naşir)

[31] Mânası “Allah yücedir. Allah yücedir. O’ndan başka ilâh yoktur. Allah yücedir, Allah yücedir. Ham d Allaha mahsustur.”

[32] Bu Imam-ı Azam’ a göredir. Imameyne göre, arefe gününün sabahından bayramın dördüncü gününün ikindisine kadar olan 23 vakitte teşrik tekbirleri al­mak, ister cemaatla, ister münferiden kılınsın, kadın, erkek, şehirli, köylü, mukîm, yolcu herkese vaciptir.

[33] Bu namazın kılınma tarzı Nisa sûresi ayet 102’de anlatılmaktadır.

[34] Mânası şöyledir: “Allahım! Onu bize işlenmiş ve saklanmış bîr sevap kıl, şefaatçi yap, şefaati kabul olanlardan

eyle.”

[35] Zekât; lügâtta artmak, artış, bereket, temizlik, duruluk anlamlarına gelir. Ma­lın artmasında bu kelime kullanıldığı gibi namusun temiz olmasında da bu kelime kulla­nılır, istilanda ise “Bir malın belli bjr mikdannı muayen bir

zaman sonra ona hak kaza­nanlara vermektir.” Istılahî tarifinde lügat mânası bulunur. Çünkü zekât günahlardan

temizlenmeyi gerektirir.

Kur’an’da Allah Teâlâ: “Onların mallarından sadaka al kî, bununla kendile­rini (günahlarından) temizlemiş,

bununla onları (n hasenatını) bereketlendir­miş olasın…” (Tevbe, a: 103) buyurmaktadır. Yahut zekât, hakikaten

veya takdîren ar­tan bir maldan verilmesi gerekli olan şey olduğu için bu ismi almıştır.

Ebû Bekir Râzî’ye göre zekât, senenin hemen sonunda verilmesi gerekmeyip bu­nu ilerki senelerde de vermek

caizdir. Bunun için mal zayi olup gidince tehir edilmiş ol­masından dolayı zekât borcunu tazmin icab.etmez.

îmam Muhammed’e göre zekâtını vermiyenin şahitliği kabul edilmez. Zekât ver­mek farzı ayndır. Bunu terk

Kerhîye göre ise zekât, hemen senenin sonunda verilir, imam Muhammed’in kanaati da budur.

etmenin bir çâresi yoktur, inkâr edenler dinden çıkarlar.

Zekâtın farz oluşu kitap sünnet ve icma ile sabittir. Kur’an: “Zekâtınızı veriniz” der.

[36] Metnin şerhinde belirtilen aslî ihtiyaçlar şunlardır: a) Oturacak ev, b) Giyile­cek elbiseler, c) Ev eşyaları, d) Silâh, e) Binek hayvanları, f) Dim adamlarının .kitapları g) Sanatkârların aletleri, h) Yaşamak ve geçim için, lâzım olan diğer şeyler.

[37] îmam Ebû Yusuf ile Muhammed’e göre,ticaret için olmayan atların zekâtı yoktur. Ticaret için olurlarsa o zaman zekâta tabidirler.

[38] miskal = 80,18 gr.dır. 200 dirhem = 561 gr. dır.

Bugün müftülükler buna göre fetva vermektedirler.’30 no’lu dip nottaki ölçü­lere bakılırsa ortalama olarak bunların doğru olduğu görülür. Tarihde ağır­lık, uzunluk ve hacim ölçü birimlerinin yer ve zamana göre bir değişiklik gös­terdiği, serî, örfî, hicazî, ırakî gibi bir takım nisbetlerle anıldığı da bir gerçek­tir. Bunların günümüz ölçü ve tartı birimlerine göre değerlendirilmesi büyük bir ihtiyâçtır. .

[39] Ö.N. Bilmen, islâm Hukuku c. 4 s., 121 (ist. 1969) da belirtildiğine göre 1 kırat = 0,200046 gr, yâni 1 gramın milyonda ikiyüz bin kırk altısına eşittir. 1 dir-hem-i şer’î de 14 kırattır. Zekâtta, mehirde, diyetlerde, hırsızlığın nisabında kullanılan da bu dirhemdir. 356,5 dirhem = 1 kilodur. Aynı eserin 124. sahife-sinde de 7 miskal = 28,5 gram olduğu kayd edilir.

[40] îmam Muhammed ve Ebû Yusuf a göre bir şene kadar dayanmayan ve 60 sağa ulaşmryan mahsûllerden öşür alınmaz.

[41] 1/10’den 1/20’e düşürülmesi bir yardım ve kolayhkdır. Ayrıca ikinci bir yardıma lüzum yoktur.

[42] Bu imam A’zam ve Muhammed’e göredir. Balıklardan da bir şey alınmaz. Ebû Yusuf a göre ise denizden çıkartılan inci,anber ve mercandan, altın ve gümüş paralardan da 1/5 nisbetinde zekât alınır. Buna delil olarak da Hz. Ömer’in anberden 1/5 hisse alması ileriye sürülüyor.

[43] Zekât tophyan memurlara â’şır, âmil, sâ’î gibi adlar verilir.

[44] imam Ebû Yusuf ve Züferegöre domuzlardan da aynı şekilde gümrük vergisi alınır.

[45] imam Muhammed ve Ebû Yusuf a göre bir kimse bu madenleri ister kendi arazisinde, isterse de kendi hanesinde bulsun 1/5’i devletindir.

[46] Bulanlar fakir ise kendilerinin olur. Zengin iseler devlete teslim eder veya fakirlere dağıtırlar.

[47] Ebû Yusuf a göre bulanındır, 1/5’ini de devlet alır.

[48] Müslümanların idaresi altında bulunan gayrı müslimlere zımmî denir. Müslümanlarla aralarında antlaşma

olmıyan gayri müslimlere de harbî denilir.

[49] Zengin olan bir kimsenin fakir olan büyük çocuğuna zekât verilir. Babasının

zengin olması onun da zengin olmasını gerektirmez. Hatta böyle bir kimsenin kendi oğlu var ise nafakaya muhtaç olduğunda nafakasını babası değil, oğlu verir.

[50] Ebû Yusuf a göre bu kimsenin hata ettiği kesin olarak anlaşıldığından, ver­diği zekât olmaz.

[51] -Bak, Ö. N. Bilmen. Büyük islâm Ilmühâli, s., 363, Dip Not: 1 İstanbul, 1970.

[52] Arapça’da orucun karşılığı “Savm”dır. Savm herhangi bir şeyi tutmak

mânasını taşır. Güneş tam göğün ortasına gelip kızgınlığı ile o saatte yolcuIukdan alıkoyunca “Samet eş-Şemsu = Güneş tuttu” derler.

istilanda ise savın “hayızdan ve nifasdan teiniz olunduğunda oru­cu bozan üç şeyden kendine mahsus zaman içinde nefsi tutmaktır.”

Oruç, farzı ayndır ve farz oluşu Kur’an’.ı Kerim’de sabittir. İnkâr edenlerin dinden çıktıkları gibi mazeretsiz tutmayanlar da fâsık olurlar. Kur’an’da “sizden kim Ramazana kavuşursa oruç tutsun -Bakara, a: 185” buyurulur. Diğer bir ayette de “Oruç size farz kılındı – Ba­kara, a: 183” denilir.

[53] Ramazanda hangi oruca niyet edilirse edilsin o yine ramazan orucu olur. Çünkü ramazan günü, başka bir oruç tutmaya müsait değildir.

[54] Bu Ebû Hanife’ye göredir. İmam Muhammed ve Ebû Yusuf a göre ise yine ramazan orucu yerine geçer.

[55] Hac: Lügâtta büyük bir şeyi ziyarete yönelmektir. Istılahda “Kendine ait şart­larla muayyen bir zaman içinde hususî şekli ile Beytulîâhı tavaf etmektir.” Hac kat’î bir farzdır. Bunu inkâr edenler dinden çıkmış olurlar. Hac, Islâmın farzla­rından biridir ve farz olduğu Kur’an’daki “Ona bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Beyti hace (ve ziyaret) etmesi Allahın insanlar üzerinde bir hakkıdır…” (Al-i Imrân, a: 97) ayeti ile bildirilir. Haccın farz olduğuna ait ayrı­ca Hz. Muhammed (S.A.V)’in sözleri vardır. ‘İslâm beş temel üzerine kurul­muştur” (Müslim, iman: 19) ve “Rabbmızın evini hac edin” hadisleri bu far-ziyyeti gösterirler. Bu konuda icma da meydana gelmiştir. Haccın farz olmasına sebep “Beytullâh”tır. Çünkü hac ona izafe edilmiştir. Bu­nun farziyeti (namaz gibi) tekrar tekrar gelmez. Zira Beytullah’da (zaman gibi) tekrarlanma yoktur.

Hac farz olur olmaz yerine getirilmesi icab eden bir ibadettir. Hz. Muhammed’ (S.A.V) “Kim kendisini Allanın evine götürecek bir yiyecek bulur da hac etmezse; onun için yahudi veya nasranî olarak ölmekden başkası yok­tur” (Tirmizî, Hac: 3) buyurur. Ebû Hanife’den gelen bir söz de buna delâlet eder. Ebû Hanife der ki: “Kimiiı yanında hacca gidecek malı var da evlen­mek isterse önce hac eder.” Bir sene içinde ölmek nâdir rastlanan bir şey de­ğildir. Fakat bir namazın vakti içerisinde ölmek nâdirdir. Bundan dolayı farz olur olmaz hemen hacca gitmek icmaen daha üstündür. (El-Ihtiyâr) Bir görüşe göre de hac farz olur olmaz hemen o sene yapılması gerekmez. Diğer senelerde de yapılabilir. Sonraki senelere bırakılmasında bir günah yoktur. Fa­kat bu görüşün daha zayıf olduğu söylenir. (Bak. Ö. N. Bilmen Büyük îslâm Ilmühâli s., 375).

[56] Bu yolun en az, yolcu namazında geçtiği üzere 18 saatlik olması lâzımdır.

[57] -Dışardan hacca gidenlerin ihrama girmelerine mahsus beş yer vardır. Bu yerlere mîkat denilir (Mütercim).

[58] Mekke’nin etrafındaki bir mikdar araziye “Harem” denir (Mütercim).

[59] Her dönüşe bir “şavt” adı verilir. Yedi şavt’a da “tavaf adı verilmektedir.

[60] imam Muhammed ve Ebû Yusuf a göre yalnız kılan da ikindiyi öğle ile beraber kılar.

kadın ile münasebette bulunmak helâl olur.

[61] Mültezem: Kabe kapısı ile Hacerü’I-esved arasındaki yerdir.

[62] Bey1 = (ahş-veriş): Lügâtta, mutlak bir mübadele ve değişimdir, ister m ah ve ister başka bir şeyi olsun satın almak da böyledir. Allah Teâlâ “Şüp­hesiz ki Allah hak yolunda (muharebe ederek düşmanları) öldürmek-de, kendileri de öldürühnekde olan mü’minlerin canlarını ve malları­nı -kendilerine cennet (vermek) mukabilinde- satın almıştır, buyuru­yor. Tevbe: a. 111)”.

Başka bir ayette de: “Onlar doğru yolu bırakıp sapıklığı, mağfirete bedel azabı satın almış kimselerdir… Bakara,

a: 175″ denilir. Hukukda ahş-veriş; “kıymeti olan bir malı yine kıymeti olan diğer bir mal karşılığında mülk

edinmek ve edindirmek kaydı ile değiştirmektir.” Eğer ma­lın kendisi değil de menfaati bir bedel karşılığında

başkasına devredilirse o bey’e, icare = (kira) veya nikâh denilir. Eğer karşılıksız ise ona hibe = (bağış) denilir.

Ahş-verişin meşruluğu kitap, sünnet ve aklî delillerle sabittir. Allah Teâlâ Kur’an’da “Allah ahş-verişi helâl rîbayi

(faizi) ise haram kılmış­tır. Bakara, a: 275″ diyor. Yine: “Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram sebeplerle

yemeyin. Meğer ki (o mallar) sizden karşılıklı bir rı­zadan (doğan) bir ticaret (malı) ola… Nisa, a: 29″ der.

Sünnete gelince; Hz. Muhammed (S.A.V) peygamber olarak gönderildi­ği zaman İnsanlar ticaret yapıyorlardı.

Peygamberimiz (S A.) onlara dokun­mayıp işleri üzerinde serbest bıraktı. Kendisi de bizzat veya vekîli vasıtası

ile satın aldı ve sattı. Ticaretin meşruluğunda âlimler birleşmişlerdir.

Akıl yönünden de ticaretin meşruluğuna olan ihtiyaç mühimdir. Çünkü insanlar diğerlerinin elindeki yiyecek,

içecek, ticaret malı ve paraya muhtaç­tırlar. Bunları elde etmenin ahş-verişden başka yolu yoktur, insanların cim-

rilği ve mala olan sevgileri ellerindeki malı karşılıksız çıkarmaya engeldir. Böylece karşılıklı Ödeşmeye iğhtiyaç

vardır, insanların, ihtiyaçlarını gider­meğe yol bulmaları gerekir.

Alış-verİşin esası icab = (sattım, sana verdim) ve kabul = (razı oldum) dur. Bu ikisi, hükmün bağlı olduğu rızayı

gösterirler. Bu ikisi anlamında olan söz de böyledir.

Akdin şartı: Maldır ve satanın ticarete ehil olmasıdır. Yoksa sahih ol­maz.

Akdin mahalli: Maldır ve hukuk yönünden ondan bahsedilir.

(karşılık) in sabit olmasıdır.

Hükmü:. Kesinleştiği zaman veya birşeye bağlı olup izin verildiğinde alan için mülkiyetin satan için de bedel =

[63] Ö. N. Bilmen islâm Hukuk u.c. 4, s.f 127

Kafîz, 12 sa’ mikdan bir ölçü âletidir. (1 sa1 = 2.917 kilogramdır). Kafîz aynı zamanda yer ölçme aletidir. (Bak.

[64] Susam,^pirinç, ceviz ve badem de buğday ve bakla gibidir. Hz. Muhammed (S.A.V)’in, beyazlanıp hastahkdan kurtuluncaya kadar başağı üzerindeki buğdayın satışını yasakladığı nakledilmiştir. Olgunlaşan buğday istifade edi­lecek durumda olduğundan satışı caizdir.

Satıcının, ekinini harman edip yabalaması vazifesidir. Döşekteki pamuk da aynıdır. Satıcının çıkarıp atarak teslim etmesi borcudur. Fakat meyve ve üzüm toplamak, soğan ve kökleri çıkartmak ve benzeri şeyler kendi yerlerin­de işleme tâbi olduğundan ve örf olarak alana aittir.

[65] Yol bellidir. Su yolu ise suyun aktığı yerdir ve belli değildir. Çünkü genişler ve daralabilir.

[66] Kıymetine göre satılan mallara kıyemî denilir. Bunlar çarşı ve pazarda benzeri bulunmıyan, bulunsa da fiatça

farklı olan şeylerdir. Yazma kitaplar, işlen­miş kaplar, hayvanlar, karpuz ve kavun gibi meyveler bu çeşittendir.

[67] Misliyle satılan mallara misli denilir. Bunlar arasında fi atın değişmesini gerektiren bir farklılık yoktur. Kendi gibileri bulunan şeylerdir. Ölçü ve tartı ile satılan mallar ceviz ve yumurta gibi her biri birbirine yakın olan şeyler bu çe­şittendir. (Bak. Ö. N. Bilmen İslâm Hukuku c. 6, s., 9).

[68] Ümm-ü veled: Efendisinden çocuk yapan cariyedir. Müdebber: Efendi “ben

Öİdükden sonra kölem hürdür’ derse bu köleye müdebber denilir ve efendisi­nin ölümüyle hürriyete kavuşur.

[69] Müzabene: Ağaç üzerindeki yaş hurmanın yerdeki kuru hurma karşılığında karara bağlanan bir ölçüde satılmasıdır.

Muhakale: Eaşakdaki buğdayın başakdan arınmış buğdayla kararlaştırılan

ölçüde satılmasıdır.

[70] Tecil etmek para için meşrû’dur. Malı tecil etmek olmaz.

[71] Bu iş şöyle olur: Taşradakinin getirdiği m ah alan şehirli; malı, şehire indiği zamandaki mevcut fiatından daha yükseğine satmak için; şehir halkının za­rarına olarak malı satışa arz etmeyip depolar. Eğer bu işin, şehir halkına za­rarı yoksa ve ayrıca taşralıya da menfaat sağlıyorsa mekruh değildir.

[72] Mislî ve kıyemî tabirleri için 4 ve 5 nolu dip notlara bak.

[73] Riba: Lügâtta, fazlalık manasınadır, istilanda ise; aynı cins malların

birbiri ile karşılıklı satış akdinde şart kokulan bir fazlahkdır. Riba = ikiz, Kuranda yasaklanmıştır:”AllahTeâlâ alış-verişihelâl, Caizi ise haram kıldı – Bakara, a: 275″ ve diğer bir ayette de ‘faizi yemeyiniz -Al-i İmran, a: 130″ buyurulur.

Faizin haram olduğ Hz. Muhammed (SA.V)’in sözlerinde de açıkça ifa­de edilmiştir. Şu hadis bunun en güzel misalidir:

“Altın, altın karşılığında; ağırlık ölçüsü ile peşin olarak, misli misline satılır. Fazlalık faizdir. Buğday, buğday karşılığında, peşin olarak, ölçekle misli misline satılır; fazlalık faizdir. Arpa, Arpa karşı­lığında; peşin olarak, ölçekle, misli misline satılır; fazlahk faizdir. Tuz, tuz karşılığında, ölçekle peşin olarak misli misline satılır; fazla­lık faizdir” “Buhari Buyu, 78. Müslim Musakât 81-83-85). Bu hadisin hük­münün başka maddelere de şamil olduğunda icma vardır.

[74] Keylî; ölçü aletleri ile ölçülen maddelerdir. Buğday, arpa, hurma, tuz v.s. Veznî ise tartılan maddelerdir. Altın, gümüş, yağ, şeker gibi.

[75] Selem: Lügâtta Öne almak ve teslim etmek demektir. Istılahla işe: “Peşin

paraya veya peşin mala karşılık veresiye bir mal almak”tan ibarettir. Selem kı­yasa aykırı olarak meşru olmuştur, çünkü bu, bir mal olmadan önce onu satmak­tır. Bunun meşruluğu şu ayete göredir: ‘Ey iman edenler (yaptığınız ahş-ve-riş sonunda) muayyen bir vade ile birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın (senet yapın).” (Bakara, a: 282).

Ibni Abbas (R.A.) der ki: “Allaha şehadet ederim ki Allah Teâlâ ‘Se­lem akdine” izin verdi ve onun hakkında Kur’an’daki en uzun ayetini in­dirdi” Hz. Muhammed (S-A.V) de “sizden selem akdi yapan kimse belirli bir vadeye kadar ölçeği ve tartısı bilinen bir mal ile selem yapsın” der. (Buharî, Selem, 1-2-7).

[76] Habbe: 1/48 dirhem. (Bak. Ö. N. Bilmen îslâm Hukuku c. 4, s. 127)

[77] Şuf a: Lügâtta ilâve etmek, katmak demektir. Istılahda ise: “Satılan mülkü ona komşu veya ortak olanın mülküne katmak”dır. O yere komşu olan, alan ve satan razı olsa da olmasa da o yeri satılmış olduğu fiattan kendi yerine katar.

Şef i: Şuf a hakkı olan. Buna şufadar da denilir.

Meşfû’: Şuf a ile ilgili akar.

Meşfû’un bih: Şuf aya hak kazandıran akar, yâni şefî’m malıdır.

[78] Temlik; yani herhangi bir şeyi başkasının mülküne geçirmek iki türlüdür. 1- Malın mülk olarak verilmesi, 2- Menfaatlann verilmesi. Malın veril­mesi de ila kısma aynlır: A) Alış-verişde olduğu gibi bir bedel karşılığında ver­mek, B) Bağış, vasiyyet ve sadakada olduğu üzere karşılıksız vermek. Menfaatları temlik etmek de ikiye ayrılır:

  1. a) Ödünç vermek ve maldan sağlanan faydayı başkasına vasiyet etmek gibi karşılıksız olur.
  2. b) Kiraya vermede olduğu gibi karşılıklı olur. Bundan dolayı, satış mânası bu­lunduğundan kiraya “menfaatlann satışı” ismi verilmiştir.

Ücret: Menfaatin bedelidir. Ücret aynca kira mânasına da gelir.

tcar: Kiraya vermek.

İsticar: Kira ile tutmak veya bir şahsı muayyen bir müddetle ücret kar­şılığında çalıştırmak.

Acir: Bir şeyi kiraya veren kimsedir.

Müstecir: Kira ile tutan.

Ecîr: îşçi, yani kendisini kiraya veren, bir ücret karşılığında çalışan kimsedir. îki sınıf işçi vardır:

  1. a) Özel işçi = (ecîr-i has); yalnız kiralıyana iş yapmak üzere tutulan işçidir.

Aylık hizmetçi gibi.

  1. b) Ortak işçi =s (ecîr-i müşterek); kiralıyandan başkasına iş yapabilen işçidir. Hammal, saatçi, terzi, iskele kayıkçısı v.s. gibi.

Ecri misil – emsal ücret: Bilirkişilerin takdir ettiği ücrettir. Ecri müsemma: Akid yapılırken belirtilen ve ifade edilen ücret.

[79] Meselâ 5 kile buğday deyip 6 kile buğday yükletilir de hayvan ölürse hayvanın altıda bir kıymetini ödemek lâzım gelir. (Bak. Ö. N. Bilmen, islâm Hukuku c. 6, s. 205).

[80] -Düğünlerde yemek pişirmek için tutul ah bir aşçı yemeği tabaklara koymadık­ça pişirmeyi tamamlamış sayılmaz. Fakat tek kişiye yemek pişirmek böyle değildir.

[81] At, eşek ve bütün döl veren hayvanlar için durum aynıdır. Hz. Peygamber bu­nun için ücret almayı yasaklamıştır.

[82] * Rehin: Lügâtta haps etmek demektir. Allah Teâlâ “Her nefis kazandığı şey mukabilinde bir rehindir” (Müddessir, a: 38) buyurur. İslâm hukukunda rehin: “Bir malı onunla alınabilmesi mümkün olan bir hak karşılığında haps etmek”tir. Rehin, borcu almanın bir garantisi olarak meşru kılınmıştır. Rehin veren, malının haps edilmesi yüzünden rahatsız olur. Bunu kaldırmak için borcunu vermede acele eder ve malının faydasına kavuşur. Rehin alan da hakkını almış olur. Rehinin meşru olduğu kitap sün­net ve icma ile sabittir.

Kuranda “Eğer bir sefer üzerinde iseniz, bir yazıcı da bulamaz­sanız o vakit (borçludan) alınmış rehinler (de yeter)” (Bakara, a: 283) denilir. Müfessirler bu ayeti şöyle açıklamışlardır: Yolcusunuz, alacağınıza mukabil senet yazacak bir kâtip de bulamadıysanız, mallarınızın güveni ve alacağınızın teminatı olarak bir rehin alakoyunuz.

Sünnete gelince: “Hz. Muhammed (SA.V) Medine’deyken Ebî Şahmi’l-Yahudi isminde birinin yanında zırhını rehin olarak bıraktı” (Buharî, Cihad, 89) Hz. Muhammed’e peygamberlik geldiği zaman insanlar rehin muamelesi yapıyorlardı. Peygamber onlan bundan vaz geçirmedi. Icma da bu yönde olmuştur.

Râhin =: Rehin veren kimsedir.

Mürtelıin =Rehin alan..

Merhûn = Rehin olarak verilen maldır ki, buna rehin de denilir.

Adi = Râhin ve mürtehinin emniyet edip de merhûnu kendisine teslim ettikleri kimsedir.

[83] Tahliye: Mürtehinin rehine verilen malı ele geçirmesini mümkün kılmak, malı alınacak durumda bırakmak demektir. .

[84] Hayvanın yavrulaması, sütü, rehin olan malın getirdiği para, bağ-bahçeden çıkan meyveler v.s. gibi.

Rehin bırakılan hayvanların çoban ücreti ve yiyeceği, bahçe ise ağaçla­rının ıslâh ve sulanması, meyvelerin toplanması, akarın onarılması gibi re­hinde olan malın faydasına olan ve devamını sağhyan her iş, sahibi olan borç­luya aittir.

[85] Kısmet = (taksim) ortaklığa son vermek, birden fazla kimsenin bir

maldaki karışık ve orantılı hisselerini birbirinden ayırd etmek demektir. Kuranda “Bir de suyun herhalde aralarında taksimli olduğunu ken­dilerine haber ver. Her su nöbetinde (sahibi) hazır (bulunsun) dedik.”

(El-Kamer, a: 28) buyumluyor. Yâni hisseler birbirine karışmış ve ortak de­ğil, bilâkis bir gün halkın bir gün de devenin olmak üzere birbirinden ayırd edilmiştir.

Hz. Muhammed (S.A.V)’in ganimetleri taksimi; hisselere bölüp onlar­daki ortaklığı kaldırması şeklinde olmuştur. Bir şeyi bağışlamada da taksi­min bu mânası mer’î olur.

Taksim bazan hisseleri birbirinden ayırd etmek ve sahiplerine tahsis etmek şeklinde bazan da karşılıklı mübadele ve bedel vermek şeklinde olur. Taksimin meşruiyyeti kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur. Kur an’da da şöyle denilir: “Biliniz ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin mutlaka beşte biri Alla hin, Resulünün, hısımların, yetimlerin, yok­sulların, yolcunundur. Allah her şeye hakkı ile kadirdir” (El-Enfâl, a: 41) Bu ayet hisseleri açıklamaktadır ki, bu da taksimden ibarettir.

Hz. Muhammed (SA.V) de ganimet ve mirasları taksim etmişti. Hayber arazisini Sahabe arasında paylaştırdı. Hz. Ali (R.A.), Abdullah b. Yahya’yı ha­ne ve arazileri taksim etmekle vazİfelendirmişti. Abdullah bu işinin karşılı­ğında bir ücret de alıyordu.

Taksim hakkında icma da vardır. Müşterek maldan faydalanmak zor olur. Taraflardan herbirinin mallarındaki faydaya kavuşabilmeleri için tak­sime ihtiyaç duyulmuştur. Yahut faydalanmak ortak malın menfaatlarını bö­lüşmekle olur. Bazan da hiç fayda sağlanamaz. Taksim ise malın menfaat ve faydasını tamamlar.

[86] Taksim, söylendiği gibi bir yönden ifraz diğer yönden mübadele şeklinde olur. 18 -Mübadele şeklinde olan taksim için daha geniş malûmat (bak. Mecelle mad. 1116. Ö. N. Bilmen islâm Hukuku c. 7, s. 143-144)

[87] Taksiminde zarar bulunan herşey böyledir. Ortak olan küçük bir ev, kapı, bir tek ağaç ve gömlek gibi. Taksim denkleştirmeyi gerektirir. Bazı şeylerde ise denkleştirmeğe gitmek mümkün değildir. Mücevher ve köle gibi.

[88] -imam Muhammed’e göre bir konağın taksiminde bir hisseye düşen bina di-

ğer hisseye düşen binadan daha kıymetli olduğu takdirde, mümkün ise kıy­meti az olana arsadan, kıymeti ötekine

denk gelecek kadar yer verilir. Müm­kün değilse bu denklik para karşılığında sağlanır. Çünkü şekil olarak muade­

let; denklik sağlanamazsa manevî denkleştirme yoluna gidilir. Bu İmam Mu­hammed’e göredir ki, fetva buna

göre verilmiştir.

imam Ebû Hanife’ye göre arsa mesaha ile taksim edilir. Hissedarlardan birinin hissesi daha iyi veya bina o hisse

içinde bulunuyorsa diğerine denkliği temin edecek kadar para verilir. Bu durumda para taksime zarureten dahil

Her ev ki, bu tek bir kattan ibaret olması gerekir, ayrı bir hisse olur. Zira bunun ortaklara bölünmesinde zarar

edilir. (Bak. ihtiyar. Ö. N. Bilmen, islâm Hukuku c. 7, s. 138-139. Mecelle mad. 1138).

vardır. Asıl metinde “dâr” olarak geçen kelime konak ve saray manasınadır. Bu da birkaç bina ve arsadan

meydana gelen geniş bir yerdir (Mütercim).

[89] Ebû Yusuf a göre alt ve üst katlar eşit hisse olarak nazara alınır, imam Muhammed’e göre alt ve üst katlar ayrı ayrı kıymetlendirilir ve kıymetlerine göre bölme yapılır. Fetva buna göre verilmiştir. Alt ve üst katlardan sağlanan faydalar değişik olduğundan, bunlar ayrı cins olarak nazara alınmıştır.

[90] Çünkü binmek binenlere göre değişir. Fakat iki ortak aralarında anlaşarak nöbetleşe binebilirler. Bu, imam Ebû Hanife’ye göredir.

Imameyne göre ise ister mahkeme karan ile olsun isterse de rıza ile ol­sun her iki durumda da nöbetleşe binmek caiz olur. (Bak. ihtiyar. Ö. N. Bil­men, islâm Hukuku, c. 7, s. 156).

[91] ilk zamanlarda camiler aynı zamanda mahkeme olarak kullanılırdı. Hz. Pey­gamber davalara mescitte bakıyordu. Râşit halifeler de öyle yaptılar.

[92] -Bir kimse başka birinin elinde bulunan evin kendisinin olduğunu iddia etse o da inkâr edip evi orada bulunmıyan falandan satm aldığına delil getirse bu de­lil ile orada olan ile olmıyanın aleyhine hüküm verilir.

[93] îmam Ebû Yusuf ve Muhamnıed’e göre Allah katında geçerli olmaz ve o şeyin haram veya helâl oluşu olduğ gibi kalır. Çünkü hâkim şahitlerin yalancı oldu­ğunu bilseydi öyle hüküm vermiyecekti.

[94] Kısas ve had cezalan şüphe ile düşen cezalardır.

[95] Hacr: Lügâtta mani olmak demektir. Harama da hacr denilir; çünkü onda tasarruf etmek yasaklanmıştır. .

Isİâm hukukunda hacr: “Muayyen bir kimseyi sözle olan tasarruf­larından men etmektir.”

Hacr altına alman yanı sözle olan tasarruflarından men edilen kimseye mahcur denilir.

izin: Hacr altında olan mahcurun tasarrufda bulunmasına müsaade etmek, yâni hacri kaldırmakdır. izin verilen şahsa mezun denilir.

[96] Bulûğa ermiyen çocuk iki kısımdır: 1- Mümeyyiz olmıyan: Ahş-verişin ne ol­duğunu bilmiyen, kâr ve zararı ayırd edemiyen çocuktur. 2- Mümeyyiz olan: Ahş-verişi kâr ve zararı bilen çocuktur. (Bak. Mecelle Mad. 943).

[97] -Sefih: Malını boş yere sarf eden ve masraflarında israf ve tebzire = (uygun olmıyan yerlere harcamak) giderek malını telef ve zayi eden kimsedir. (Bak. Mecelle, mad. 946)

Reşîd: Malım korumak hususunda itina göstererek sefahattan ve is-rafdan kaçman kimsedir.

[98] İmam Ebû Yusuf ve imam Muhammed’e göre reşîd oluncaya kadar malları kendisine teslim edilmez. Mecellede de bu görüşe yer verilmiştir.

[99] * İzin: Lügâtta bildirmek anlamındadır. Namaz vaktini bildirdiği için

“ezan” kelimesi de buradan gelmektedir. Hukukî ıstılah olarak izin, “hacri kaldırmak ve hukuk bakımından tasarrufdan men edilmiş olan kimseye bu hakkım vermek” demektir.

izin sebebiyle tüccar, mezun ile muamelede, akitlerde bulunabileceğini öğrenir, izin ile çocuk ve köle tasarruflarda bulunmak, mal kazanmak ve kâr sağlamak yollarını elde eder. Allah Teâlâ: ‘Yetimleri nikâh (çağına) erdik­leri zamana kadar (gözetip) deneyin. O vakit kendilerinde bir akıl ve salah gördünüz mü mallarını onlara teslim edin…” (Nisa, a: 6) ayeti ile izin vermeğe davette bulunuyor.

Mezun: Kendisine izin verilen, hacri kaldırılan kimsedir.

[100] Bu ona hizmet ettirmektir, ticaret değildir. Çünkü ticarette kâr istenir.

[101] Ortaklıklar için şirketler bahsine bak.

[102] Ikrâh: Yaradılış itibarı ile ve dinî ve hukukî bakımdan insanın çekindi­ği şeye karşı zorlanması demektir. Mecelle raad. 948’de ikrahı şöyle tarif eder: “Bir kimseyi korkutarak rızası olmaksızın bir iş işlemek üzere haksız yere icbar etmektir.”

Mükrih: Mücbir; zorlıyan. .< ,

Mükrih: Mücbir; zorlıyan. İkrah iki kısımdır:

1- İkrâh-ı mülcî: insan öldürmek veya bir a’zayı kesmek, yağhut bu ikisinden birine sebep olan şiddetli dövmek ile yapılan ikrâh”tır.

2- îkrâh-ı gayr-ı mülcî: “Yalnız keder ve elemi gerektirir. Dövmek ve haps etmek gibi şeylerle olan ikrâh”tır. (Bak. Mecelle Mad. 949).

[103] Dâva: Duâ kelimesinden gelir ki, istek demektir.

Istılah da dâva: “Bir sözdür ki, insan onunla başkası üzerinde olup inkâr edilen hakkını isbat etmek ister.”

Beyyine; beyan kelimesinden türemiştir. Beyan, açmak, açıklamak ve izhar etmek dernektir.

Hukuk dilinde beyan: “Davacının iddiasının doğruluğunu gösteren ve hakkım ortaya koyan delil” manasınadır.

Dava konusunda kaide Hz. Muhammed (S.A.V)’in şu sözüdür: “Eğer insanlara mücerred davalarından dolayı

istedikleri verilse onlardan bir toplum diğer toplumun kan ve malını ister. Lâkin davacıya beyyi­ne getirmek,

davalıya da yemin etmek düşer.” Diğer bir rivayette: ” inkâr edene yemin düşer denilir. (Bak. Buharî, Rehin, 6

Ibni Mâce Ahkâm, 7).

Müddei: Bir şeyi dava eden, bir hakkın kendisine ait olduğunu hâkim huzurunda taleb eden kimsedir ki, bugün

buna “davacı” deniliyor. Müddea aleyh = Davalı. Kendisinden hâkimin huzurunda bir hakisteMen kimsedirt

Muhakeme: D avalinin davacıyı hâkimin huzuruna çağırıp onunla mahkeme olması, hasımlaşmasıdır.

Tenakuz: Davacının kendi davasına aykırı ve davasını iptal eden bir söz söylemesi, iş yapması veya susmas’ıdır.

[104] Malı para karşılığında değil de yine bir mal karşılığında satmaya aynî müba­dele denilir. Paranın diğer cins para karşılığındaki satışının hükmü de aynı­dır.

[105] Kitabet: Kölenin para veya muayyen bir hizmet karşılığında hürriyetini efendisinden satın almasıdır.

[106] Efendisinden çocuk yapan cariyeye “Ümm-ü veled” denilir. Bu cariye artık sa­tılamaz. Bağışlanamaz, her hangi bir yere vakf edilemez. Efendisi ölünce hür olur.

[107] Ikrar: Lügâtta hareket halinde olan bir şeyi durdurmak ve sabit kıl­mak mânalarına gelir. Karar, sükûn ve sebat demektir. Bir duada da “Allah onun gözünü ikrar etsin” denilir. Yâni Allah ona yetecek şeyi versin de nefsi sakin olsun, başka şeye tamah etmesin, anlamına söylenir.

Hukuk tabiri olarak ikrar: “Başkasının kendi üzerinde bulunan bir hakkını haber vermek ve itirafda bulunmak”dır.

ikrar, hukukî bir delildir. Kitab, sünnet, icma buna delâlet eder ve akıl bunu gerekli kılar. Allah Kur’an’da “Ey iman edenler, adaleti titizlikle ayakta tutan (hâkim)ler ve Allah için şahitlik eden (insan)lar olun. (O) hükmünüz veya şahitliğiniz) velev ki kendinizin veya ana ve ba­balarınızın ve yakın hısımlarınızın aleyhinde olsun…” (Nisa, a: 135). Bir insanın kendi aleyhine şehadeti ikrar demektir, ikrar bir delil olmasaydı emredilir miydi? Diğer bir ayette de: “Üzerinde hak olan (borçlu)da yaz­dırsın (borcunu ikrar etsin) Rabbı oîan Allahdan korksun. Borcun­dan hiç bir şeyi eksik bırakmasın…” (Bakara, a: 282) buyuruluyor. Bu bir insanın kendi aleyhine ikrarıdır.

[108] Şehâdet = (Şahitlik yapmak); esas mânası bir yerde hazır olmaktır. Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle demişti: “Ganimet vak’aya şahit olanındır” yâni harpte hazır olanın demektir. Bir kimse harbe katılınca “falan harbe şâhid oldu” denilir. Davaya şahit olmak da onda hazır bulunmaktır.

Şehit: Savaşda kendisine Ölüm gelen kimsedir. Hatta muharebede ya­ralandıktan sonra oradan alınıp üzerinden bir namaz vakti geçinceye kadar yaşasa şehit adını alamaz. Çünkü ölüm muharebede gelmemiş olur. ,

Hukukda şahitlik: Şahitlerin hazır bulunup gördükleri bir olayı haber vermeleri demektir. Bu şahitlik zina ve adam öldürme gibi fiillerde olduğu üzere; ya görerek olur veya akit ve ikrarlardaki gibi işiterek olur. Hazır bulu­nup iyice görmeden veya işitmeden şahitlik yapmak olmaz. Hâdise iyice ha-tırlanıncaya kadar da şahitlikte bulunmak caiz değildir. Hz. Peygamber (S.A.V.): “Güneş kadar açık biliyorsan şahitlik yap, yoksa bırak” diyor­lar. (Selâmet Yollan, A. Davudoğlu, c. 4, s. 277. H. No. 1433/1206).

Şahitlik, hakkı ortaya koyan meşru bir delildir. Allah Kur’an”da: “Er­keklerinizden iki kişiyi de şahit tutun” (Bakara, a: 282) buyurur. Diğer bir ayette de: ‘Ve içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit yapın. (Ey şahitler siz de) şahitliği Allah için eda edin…” (Talak, a: 2) buyurulur. Hz. Muhammed (S.A.V.) de: “Senin iki şahit getirmen gerekir, yahut da­valıya yemin etmek düşer. Sana gereken ancak budur” derler. (Selâmet Yollan, A.D.C. 4, s. 280, İst. 1967). Bir hadiste de: “Beyyine davacıya düşer” denilir. (Selâmet Yollan, C. 4, s. 280, H. No. 1436/1209). Beyyine, şâhît getir­mek anlammadır. Bunda icma vardır.

Şahitlik, insanların haklarını ihya etmek, akitleri inkârdan kurtarmak ,ve mallan sahiplerinin olmak üzere devam

ettirmeyi sağlar. Hz. Peygamber (S.A.V.): “Şahitlere saygılı davranın. Çünkü Allah, hukuku onlar vası­tası ile

Şâhid: Bir hâdise ve bir işi olurken gören kimsedir. Şahidin çoğulu şuhûd gelir. Lehine şahitlik yapılan kimseye

ortaya çıkarıyor” der. (Suyutî, Cami’u-s-Sağîr. Münavî Şerhi, Bu­lak 1286, H. C. 1, s. 204).

“Meşhûdünleh”, aleyhine şahitlik yapılana “Meşhûdünaleyh” ve şahitlik yapılan hususa da “Meşhudun bih”

denilir.

Işhâd: Şahit tutmak demektir.

[109] imam Ebû Yusuf ve Muhammed’e göre bunlar hapse atılır ve dövülürler de.

Rivayete göre Hz. Ömer yalancı şahide 40 sopa atar ve yüzünü de siyaha bo­yattırır. Ebû Hanife’ye göre; onu teşhir etmekle azarlama işi meydana gelmiş olur. Dövmekde daha fazla azarlama vardır. Fakat bu onun yapmış olduğu ya­lancı şahitlikden dönmesine mani olur. Hz. Ömer’in (R.A) işi ise siyasî idi. Teş­hir işi şöyle olur: Hâkim ailesine veya herkesi toplıyan çarşısına onu gönderir ve onlara selâmını ilettikden sonra “Biz bunu yalancı şahit olarak bulduk. Bundan sakının” der, halk da ondan sakınır.

[110] imam Züfer’e göre duyduğuna şahitlik yapmanın geçerli olduğu davalarda

kabul edilir, imam Ebû Yusuf a göre hâdiseye şahit nlduğu zaman görüyorsa sonradan amâ olması şahitliğine zarar vermez.

[111] ihsan kelimesi, müslüman olmak, hür olmak ve sahih bir-nikâhla evli bulun­mak mânalarına gelir. İslâm hukukunda ihsan “had cezasını yetine getire­bilmek için hukuk yönünden bulunması gereken bir takım sıfatların bir in­sanda toplanması”dır. Daha geniş bilgi için bak., Ö. N. Bilmen İslâm Huku­ku, c. 3, s. 16.

[112] Vekâlet:Bir işi başkasına havale etmek, dayanmak ve itimat etmek de­mektir. Allah Teâlâ ‘Kim Allaha güvenip dayanırsa O, kendisine yeti­şir” (Talak, a: 3) buyurur.

Vekâlet korumak mânasına da gelir. Kur’an’da: “Allah bize yeter. O, ne gü­zel bir vekildir” (Âl-i Imran, a: .173)

denilir. Burada “vekîl” koruyucu manasınadır.

istilanda vekâlet: “Bir kimsenin kendisinin yapabileceği bir işini muh­telif sebeplerle başkasına yaptırması ve onu

Vekâlet kitab ile meşru kılınmıştır: Kur’an’da: ‘Şimdi siz bu paranızla birinizi şehre gönderin de baksın, hangi

o işte kendi yerine koymasıdır.”

  1. Ummiyyeti’d-Damrî’lyi vekîl yapmıştı. Örf olarak da ilk zamanlardan günümüze kadar inkâr edilmeden yiyecek daha temiz ise on­dan size bir rızık getirsin.” (Kehf, a: 19) buyurulur. Hz. Muhammed (S.A.V.) de satın alma işine Urvetu’l-Bârıkî, diğer bir rivayette de Hakîm b. Huzzam’ı vekil tayin etmişti. Bir nikâh işine de Amr ihtiyacı olur. ihtiyacı gider­mek için kanun koymak ve bir yol bulmak gereklidir.

vekâlet işi devam ede gelmiştir. Çünkü insan oğlu bazı işleri­ne bizzat kendisi bakamayıp vekîl tayin etmeye

Müvekkil: Kendi yerine başkasını vekîl eden.

Vekîl: Kendisine başkası tarafindan bir iş verilen müvekkilin işini üze­rine alan, müvekkil adına iş gören kimsedir. Vekile gördürülen işe müvekke-lün bih denilir.

Tevkil: Vekîl tayin etmek.

[113] -îmam Ebû Yusuf ve Muhammed’e göre vekil tayin etmek için hasmın rızası şart değildir.

[114] Kefalet: Lügâtta, birleştirmek ve ilâve etmek demektir Ayette Zaka-riyyayı da ona (baknuya) memur etti” (Al-i Imran a: 375 denilir. Ayette geçen “keffele” kendisine kattı, himayesine verdi demektir Bir hadiste_de Hz. Muhammed (S.A.V.) “Ben ve yetime kefîl olan cennette beraberiz der­ler. Burada kefilden maksat onun terbiyesini, yetiştirilmesini üzerine alan kimsedir.

Sahibi nasibini kendisine kattığı için nasibe kili dener.

Kefîl: Kendi zimmetini başkasının zimmetine katan, yanı başkasının üzerine lâzım gelen veya gelmeyen bir isteği kendi üzerine alan kimsedir.

Mekfûlün anlı: Asıl, borçlu. . . ,

Mekfûlün leh: Alacaklı, bir malın kendisine verilmesini veya bir şah­sın teslimini kefilinden istemeye ve kefilini dava etmeğe hakkı û ™ tamsedff.

Nefee kefalet: Bir kimseyi mahkemeye veya herhangi belh bir yere ge­tirmeğe, orada hazır bulundurmaya kefil olmak demektir.

[115] Havale kelimesi intikal mânasına olarak tahavvul kelimesinden türe­miştir. Hukuk ıstılahı olarak havale: “Bir borcu, borçlunun zimmetinden onu kabullenen bir başkasının zimmetine nakl etmektir.” Borç birinden diğerine nakledilir, diğerinin zimmetine geçirilir. Çünkü bir şeyin bir zamanda iki yer­de durması imkânsızdır.

Havale, meşru bir akittir. Bir hadisde: “Kim id, borcu ödemeğe kadir biri üzerine havale edilirse o bunu kabul etsin.” (Buharî, Havalât, 1-2,1. Mace, Sadakat, 8) denilir. Caiz olmasaydı Hz. Muhammed (S.A.V.) bunu em-retmezdi. Hatta bazı âlimler hadisin görünen mânasına bakarak bunun farz olduğuna hüküm vermişlerdir. Fakat biz bunun mubah olduğu görüşündeyiz.

Muhîl: Borçlu, yâni borcunu başkasının üzerine havale eden.

Muhalün-aleyh: Borcu üzerine alan, havaleyi kabul eden.

Muhalün-leh: Muhtal, alacaklı.

Muhalün-bih: Havale edilen mal veya para.

[116][116] Sulh kelimesi fesat kelimesinin zıttıdır. Bir şeyin sâlih olması ondan fe­sadın, bozukluğun gitmesi demektir. Hastanın, hastalıkdan kurtulup iyi ol­masında da bu kelime kullanılır. Fesatlık; mizaç bozukluğudur, insan içinden fesadı atınca sâlih bir kimse olur.

Hukuk ıstılahı olarak sulh “hasımlar arasındaki ihtilâf ve çekişmeyi kaldıran bir sözleşmedir, ihtilâf ve çekişme fitne ve fesadın kaynağıdır.”

Sulh olmak meşru bir akittir ve Kur’an’da insanlar buna teşvik edilmiş­lerdir. ‘Eğer mü’minlerden iki zümre çarpışırlarsa aralarını düzeltin, barıştırın” (Hucûrât, a: 9) buyurulmuştur. Diğer bir ayette de: ‘Eğer bir ka­dın, kocasının uzaklaşmasından, yahut yüz çevrimesinden endîşe ederse sulh ile aralarını düzeltmekde ikisine de vebal yoktur. Sulh daha hayırlıdır…” (Nisa, a: 128) denilir.

Hz. Muhammed (S.A.V.) de: “Müslümanlar arasında her türlü sulh caizdir. Ancak haramı helâl, helâli da haram yapan sulh caiz değildir” (Tirmizî, Ahkâm, 17. î. Mâce. Ahkâm, 23) der. Hz. Ömer (R.A.) de: “Sulh ol­maları için hasımları geri çevirin” demişti. Sulh olmak ihtiyaç yüzünden meşru olmuştur.

Musalih: Sulh yapan kimse.

Musalehun aleyh: Sulh bedeli.

Musalehun anh: iddia olunan şey.

İbra: Bir kimseyi davadan ve bir hakdan beri kılmak, hakkında davacı olmamak.

[117] Şirk hisse demektir. Bir hadiste: “Kim ki kölede olan hissesini azad ederse..” denilirken hisse anlamında şirk kelimesi kullanılmıştır.

istilanda: “Karışım ve hisselerin sabit olması” demektir. Ortaklık ayet ve hadislerle meşru kılınmıştır. Kur’an’da: “Eğer onlar bu (miktardan) çok iseler o halde onlar (ölünün) edeceği vasiyet ve borç (un edasm)dan sonra üçde birde ortakdırlar…” (Nisa, a: 12) buyurulur. Hz. Muhammed (S.A.V.) de: “Ortaklardan biri diğerine hiyanet etmedi­ği müddetçe Allahın eli her iki ortağın da üzerindedir. Biri arkadaşı­na hiyanet ederse Allah elini üzerlerinden kaldırır.” (Davud, Buyu, 26) diyorlar. Başka bir sözlerinde de ‘İki ortağa, hiyanet etmedikleri müd­detçe üçüncü ortak Allahdır. Eğer birbirlerine hiyanet ederlerse Al­lah Teâlâ aralarından bereketi kaldırır” (Davud Buyu, 26) derler.

Kays bin Sâib bez ve deri ticaretinde Hz. Muhammed (S.A.V.) le ortaklık kurmuştu. Kerihi ise Usame bin Şureyk’ın ortaklığım zikreder. Hz. Peygam­ber onun vasıflan hakkında şöyle demişti; “Sen benim ortağımdın, hayırlı bir ortak idin, ne mudara eder ne de çekişir ve hasım olurdun.” (Bak, bazı değişikliklerle Selâmet Yollan, A. Davudoğlu, c. 3, s. 133, istanbul 1970). Hz. Muhammed (S.A.V.) Peygamber oldukları zamanda insanlar şirketler kuruyorlardı, onlara bu yasaklanmadı ve zamanımıza kadar da bu ortaklık muamelelerine devam edildi. Böylece icma meydana gelmiş oldu.

Şerîk: Şirket sahiplerinden her biri, yâni ortak.iştirak: Ortaklık

Müşterek mal: Şirketin sermayesi olan mal.

Re’sül’mal: Sermaye, bir ticaret ve bir şirket için kullanılan ana mal, ana para.

[118] Nakit para, hayvan, ölçü ve tartı ile satılan mallar ve akarın dışındaki mallara uruz denilir. Yalnız hayvan ve akarın dışındakilere de denilir. Kitap kumaş ve meta’ gibi. *’

[119] * Mudarabe, darb kelimesinden gelir. Lügat bakımından yeryüzünde dolaşmak anlamını taşır. Mudarabe “Bir tarafdan sermaye, diğer tarafdan ça­lışma olmak üzere kurulan bir şirkef’tir. Kitap, sünnet ve icma ile meşru kılınmıştır.

Rabbü’1-mal: Sermaye sahibi. Mudarıb: Âmil, çalışan.

[120] Vedîa: Emanet; ved’ mastarından türemiştir, terk manasınadır. Bu mânadan alınarak tarafların harbi durdurmasına da “muvadea” denilir. Veda’ da bu kelimeden gelir. Çünkü vedalaşan iki kimse birbirlerini terk

eder ve ayrılırlar. Ved’ kelimesi korumak mânasına da gelir.

Emanet bırakılan mal, onu alan yanında korunması için bırakılır. Bun­dan dolayı doğruluğu ve dindarlığı ile âdet olmuştur. tanınan birisinin yanında bırakılması

Vedîa meşin bir akittir. Bırakılan mal emanet olup borç değildir. Hz. Muham-med (S.A.V.) bir sözlerinde şöyle derler: “Hıyanet etmiyen emanetçiye ve hıyanet etmiyen Ödünç mal alana ödeme yoktur.” (Selâmet Yollan, A. Davudoğlu, c. 3, s. 141, istanbul 1970). Bir kimse emâneti kabullendiği zaman onu korumak kendisine vacib olur. Çünkü bir akit İle onu korumayı üzerine almıştır.-

Vedîa: Koruması için bir kimseye emanet bırakılan mal.

Mudi’: Malı emanet bırakan.

Mûda’ = Müstevda1: Emaneti kabul eden, kendisinin yanına mal ema­net bırakılan kimse,diğer bir ifade ile

emanetçi.

[121] Atılmış çocuklan kurtarmak için kaldırıp almak; eğer yırtıcı hayvanla­rın bulundukları yerlerde, kuyu başlarında veya ıssız yerlerde bırakılmış ol­malarından dolayı Ölüme gidecekleri biliniyorsa farzdır. Fakat şehirde veya bir köyde bırakılmış olmasından dolayı ölüme gitmeyeceği kanaatma varıl-mışsa kaldırılması mendüp, yâni arzu edilen şey olur. Çünkü bu, muhterem olan bir insanı hayata kavuşturmak için yapılmış bir gayrettir. Allah bu konu­da şöyle der: “… Kim bir canı bir can mukabilinde veya yeryüzünde bir fesat çıkarmakdan dolayı olmıyarak, öldürürse bütün insanları öl­dürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırsa bütün insanları diriltmiş gi­bi olur…” (Mâide, a: 32).

Lakît: Bir yere atılmış diri veya ölü çocuk demektir. Bu bir ihtiyaç veya zina isnadından kaçınmak gayesi ile yapılır.

Mültakıt: Atılmış çocuğu veya herhangi bir eşyayı bulup yerden kaldı­ran.

Lukata: Canlı olsun olmasın kaybolan mal demektir.

[122] Fakat mal sahibi bir şey verirse güzel olur.

[123] Mefkûd: Yok olmuş demektir. Fıkdan da yok olmak, kaybolmak demek­tir. Hukuk tabiri olarak mefkûd “Memleketinden ve ailesinden kaybolup gi­den veya düşman tarafından esir alman, yaşayıp yaşamadığı ve yeri bilinmi-yen kimse”dir.

Kayyum: Mefkûdun mallarını korumak, insanlardaki alacakla­rını almak ve mallarında usulü dairesinde tasarruf etmek için hâkim tarafından tayin edilen kimsedir.

[124] Vaki; lügâtta: Hapsetmek manasınadır. Mevkıf = (hasımların bulundurulduğu yer) kelimesi de buradan gelir. Çünkü insanlar orada durdurulurlar. Yâni hesap için hapsedilirler. İstilahda vakf: imam Ebû Hanife’ye göre: “Bir malın kendisi sahibinin mülkü hükmünde kalmak üzere sağladığı faydanın belli bir gaye ve yöne tahsis edilmesidir.” Vâkıf: Malını vakfeden kimse: Mevkuf = Vakf: Vakfedilen mal. Bunun çoğulu evkaf gelir.

[125] Mütevelli: Vakfın işlerini, kanunlara ve vakfın şartlarına göre yürütmek için tayin’edilmiş kimsedir. Buna Kayyim de denilir, iki çeşit mütevelli vardır: Birisi vakfın şartnamesinde gösterilen mütevellidir. Öteki de, mütevellisi oîmıyan bir vakfa hâkim tarafından tayin edilen mütevellidir.

[126] Hibe: Bir şeyin karşılıksız olarak bağışlanması dır. Kur’an’da Allah: “O kime dilerse ona kız (evlâd)lar bağışlar, kime dilerse ona erkek (evlâd)lar bağışlar” (Eş-şuuraa, a: 49) buyurur.

İttihab: Hediye = (hibe)yi kabul etmek demektir. Bunun için hediyeyi kabz etmek şarttır. Çünkü bağış, vermek ve teslim etmekle tamamlanır.

‘ Bağışta bulunmak, mendüp ve Övülen, sevilen bir iştir. Hz. Muhammed (S.A.V.) buyuruyorlar ki, “Hediyeleşin sevişirsiniz” (Selâmet Yolları, A. Davudoğlu, c. 3,’ s. 194, istanbul 1970).

Hediyeyi, bağışı kabul etmek sünnettir. Hz. Peygamber kölenin hediye­sini de kabul etmişti. Bir sözlerinde: “Bana yemek Jıediye edilse kabul ederim. Paça ziyafetine çağrılsam giderim.” Buna benzer bir hadis (bak. Tecrîd-ı Sarîh, c, 8, H. No. 1125). Şu âyette davete uymanın lüzumuna işaret eder: “Aldığınız kadınların mehirlerini yürekden istiyerek ve (Alla-hın) bir bağışı olarak verin. Bununla beraber eğer ondan birazını gö­nül hoşluğu ile size bağışlamış olurlarsa onu da içinize sine sine ye-yiıı.” (Nisa, a: 4).

Hibe iki çeşittir: 1- Mülk olarak vermek; 2- Hakkım düşürmek.

Vâhib: Hibe eden. .

Mevhüb: Hibe edilen mal. Buna hediyye de denilir.

Mevhübün leb: Kendisine bağış yapılan.

Sadaka: Fakire bağış olarak verilen maldır. >

[127] A’riyeh, teavur kelimesinden türemiştir, tedavül ve nöbetleşe devr anlamını taşır, insanlar Ödünç malı dolaştırıp elden ele alıp verdikleri için bu akıt “el-â’riyeh” ismini almıştır. Yahut âYiyeh kelimesi “âriyyeh”den gelir ki atiy-ye, bağış anlamını taşır.

– iare = (Bir malın kendini değil de, menfaatim bağışlamak) din yönünden müstehaptir. ödünç almaya insanların ihtiyacı olduğundan ödünç vermek teşvik edilir. Kuran: ‘İyilik etmek fenalıkdan sakınmak hususunda bir-birinizle yardımlasın. Günâh işlemek ve haddi aşmak üzerinde yar-dımlaşmayın…” (Mâide, a: 2) demek sureti ile insanları bu yola teşvik eder. Hz. Muhammed (S.A.V.) de: “Müslüman, kardeşine yardım ettiği müddetçe Allah Teâlâ da ona olan yardımını devam ettirir.” (Hanbel, c. 2, s. 274, Mısır 1313. Bazı değişikliklerle) diyorlar.

Kur’an iyilik yapmakdan sakmdıranlan kötüler de “ve yemneûne’l-ma’ûn” (El-ma’ûn, a: 7) yanî onlar kazan, balta ve bunlara benzer ödünç olarak veril-. mesî adet olan şeyleri ödünç vermekden sakındırırlar diyerek kötüler.

Hz. Muhammed (S.A.V.) “Ödünç, sahibine iade edilecektir.” (Davüd, Buyu’, 88. Değişik ifade ile) derler. Hz. Peygamber Safvan adlı birisinden zırh ödünç almışlardı.

Temlîk = (Bir malı birisine mülk olarak vermek) Bd çeşittir a) Bir be­del karşılığında, b) Bedelsiz. Mal iki çeşit yolla gelir: 1- Aliş-veriş, 2- Hediye yolu ile.

Menfaatlar da iki çeşit yoldan sağlanır: a) Eşyayı kiralamakla, b)

Ödünç almakla.

Mu’îr: Ödünç veren. Müste’îr: Ödünç alan. Müstear: Ödünç alınan mal. –

[128] Ziraat için, hasat zamanı beklenir. Çünkü bunun arazide kalma müddeti az­dır. Fakat ev ve ağaç böyle değildir, bunların snnu yoktur. Arazisini ödünç ve­renin zararım gidermek için bunları sökmek gerekir.

[129] Gasp; zorla, zulüm olarak başkasına ait olan bir şeyi almaktır. Kur’an’da: “Gemiye gelince o denizde iş yapan yoksullarındı. Ben onu kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında her (sağlam) gemiyi zorla al-makda olan bir hükümdar vardı” (Kehf, a: 79) denilir. Ayette geçen “gasb” kelimesi zorla, zulüm olarak mânasına gelir. Gasp her şeyde kullanılır. Meselâ “Onun çocuğunu, ailesini gasp ettim denilir.

Bir ayette de şöyle denilir: “Birbirinizin mallarınızı haram sebep­lerle yemeyin. Meğer ki (o mallar) sizden karşılıklı bir rızaadan (do­ğan) bir ticaret (malı) ola. Kendilerinizi öldürmedin. Şüphe yok ki Al­lah sizi çok esirgeyicidir” (Nisa, a: 29). Çünkü müslümanm malının ha-ramhğı kanının haram olması gibidir.

Hz. Muhammed (SAV.) de: “Her müslümanm kanı, namusu ve ma­lı diğer müslümana haramdır” (îbni Mâce, Fiten, 2, Tirmizî, Bırr, 18) der.

Gâsıb: Başkasının malını onun izni olmadan ve zorla alan kimsedir.

Mağsûb: Başkasından haksız yere ve alenen alman maldır,

Magsûbun-nıiııh: Malı alman kimse.

[130] Unu su ile karıştırır ve bir tava içinde helva gibi pişirirler. Buna kavut denilir ki, Arapçası “sevîk”dır.

[131] Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezhepleri bu görüşe iştirak etmezler. (Bak. Ö. N. Bil­men, İslâm Hukuku, c. 7, s. 346-347).

[132] ihyâ’: Onarmak, araziyi ziraate elverişli hale getirmek.

Arazi-i mevât = (Ölü arazi) islâm ülkesinde birisinin mülkü veya vakfi olmıyan ve bir kasabanın veya bir köyün merası, baltalığı ve mezarlığı olmı­yan, iskân edilmiş bölgeden uzak bulunan yerlerdir.

Harını: Bir şeyin çevresinde bulunan saha ki, o şeyin hukuku ve ayrıl­maz bir bütünü kabilindendir. Bu yerde sahibinden başkasının tasarrufu ha­ramdır.

[133] 40 zirain 25-30 metre olduğu F. Yavuz’in islâm Fıkhı ve Hukuku adlı eserinin 263. sahifesine istinaden yazılmıştır. Nitekim aynı yerde 500 zira’in da 300-350 metre olduğu kaydedilir.

[134] Hakk-ı Şirb: Ekin ve hayvan sulamak için sudan faydalanma nöbetine hakkı olmak.

Hakk-ı mecra = Hakk-ı mesîl: Bir yerden suyu” akıtmak, arkı geçir­mek salahiyyetihe sahip olmak.

Hakk-ı şefe: insanların ve hayvanların bir sudan alıp içmeğe olan hak­lan.

[135] Havadan ve güneşden faydalanmakda olduğu gibi denizden de faydalanmak istiyen kimse bu ışden men edilemez.

[136] Büyük nehirlerin durumu bu hükmün dışındadır.

[137] Müzaraa: Ziraat kelimesinden gelen bir mastardır. Ziraat, ekin ve çift­çilik demektir. Ziraat ortaklığına Haybei- kelimesinden alınma “Muhabara” da denilir. Hz. Muhammed (S.A.V.) Hayber arazisini ortaklığa vermişti. Bun­dan dolayı müzaraa, muhabara adım almıştı. Ayrıca “el-Haklu = tarla) keli­mesinden türetilerek “Muhâkale” de derler.

Müzaraa, bir ziraat ortaklığıdır ki, birisi arazisini diğeri amelini ortaya koyar. Mahsul aralarında bölüştürülür.

[138] Nikâh: Lügâtta bir araya getirmek, toplamak, birbirine katmak ve ilâve etmek mânalarına gelir. Dinde bir akit neticesinde meydana gelen birleşme ve bir araya gelmeğe nikâh = (Evlenme) denilir. Bu birleşme de cinsî münase­bettir. Çünkü bu esnada kan-koca birbirleriyle birleşir ve biri diğerine katılır da sanki tek bir insan gibi olurlar..

Nikâh tabiri cinsî temas mânasında hakikat, evlenme akdi mânasında ise mecaz olarak kullanılır. Bazı hadislerde nikâh kelimesinin cinsî temas mânasında kullanıldığı aşikârdır. Hadiste “Nikâhdan doğdu” denilir. Bu, helâl bir temasdan doğdu demektir. Yine Hz. Muhammed (S.A.V.) “Kadın hayızlı iken kocasına nikâhdan başka her şey helâldir” diyorlar. (Tâc, Taharet, Bab. 7, Değişik ifade ile).

Nikâh kelimesinden, karîne ile nikâh akdinin, yâni evlenmenin kaste­dildiği de bir gerçektir. Ayette Allah Teâlâ: “Sahiplerinin izni ile onları (cariyeleri) kendinize nikahlayın…” (Nisa, a: 25) buyurur. Buradaki nikâhdan cinsî temas değil de evlenme mânasına gelen nikâh anlaş~.hr. Çün­kü izin alarak cinsî temasda bulunulamaz. Şu ayette de nikâh evlenmek anla­mına geliyor: “Eğer yetim kızlar hakkında (adaleti yerine getiremiye-ceğinizden) korkarsanız sizin için olan (diğer) kadınlardan ikişer üçer, dörder olmak üzere nikâh edin. Şayet (bu suretle de) adalet ya-pamrya cağınız dan endişe ederseniz o zaman biritane ile), yahut mâlik olduğunuz câriye (ile iktifa edin). Bu (tek zevce veya câriye) si­zin (Hakdan) ayrılıp sapmamanıza daha yalandır.” (Nisa, a: 3). Burada da kastedilen evlilik adedini kısıtlandıran bir nikâh akdidir. Yoksa kısıtlan­dırılan cinsî temas değildir.

“Şahitsiz nikâh olmaz” (Tirmizî, Nikâh, 15) hadisinde nikâhdan evlilik kastedilir. Zira münasebet esnasında şahitler bulundurulmaz. Sonra erkek ve kadın nikâh akdi esnasında birbirlerinden ayrıdırlar.

Nikâh = (Evlenmek) meşru bir akittir ve müstehaptır. insanlar evliliğe teşvik edilmiştir. Evliliğin meşruluğu kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kur’an’da: “içinizden bekârları ve kölelerinizden, cariyelerinizden salih (mü’min) olanları evlendirin…” (Nûr, a: 32) buyurulur ve yakardaki ayetler de buna bir delildir.

Hz. Peygamber (A.S.V.) de: “Nikahlanın çoğalın, çünkü ben kıya­met gününde diğerümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övünürüm” (Suyutî, Camiu’s-Sağîr. Tenâkehû maddesi) derler. Bir diğer sözlerinde de: “Evlenmekbenim sünnetimdir. Kim benim bu sünnetimden ayrılırsa o benden değildir” (Ibni Mâce, Nikâh, 1) buyururlar. Evlenmek konusunda âyet ve hadisler çoktur.

Münâkehe: iki kimsenin nikâh akdinde bulunması.

tstinkâh: Nikahlanmak, nikâh isteğinde bulunmak.

Nikâh meclisi: Nikâh akdi için toplanılan yer.

Mürâhık: Bulûğ çağına geldiği halde henüz baliğ olmıyan erkek. Kız için de mürâhika denilir.

Bikr: Evlenmemiş olan kızdır. İkiye ayrılır:

A-Bikri hakikî: Erkek ile hiç cinsî münasebette bulunmamış olan kız­dır. Kocaya vardığı halde kocasının tenasül uzvu kesik veya cinsî iktidarı ol­mayışı yüzünden kendisi ile münasebette bulunulmadan kocasından boşama veya ölüm sebebi ile ayrılan bir kız da hakikî bikr sayılır. Yüks’ek bir yerden atlamak veya çok hayız kanı gelmek, yahut uzun bir müddet evlenmeksizin yaşamak, veya cerahat gibi bir sebeple bekâret zarı giden bir kız da hakikî

bakire sayılır.

B – Bikri hükmî: Bir defaya mahsus olmak ve hakkında zina cezası icra

edilmemiş olmak şartı ile zina ettiği bilinen kız.

Mahrem: Yakın akrabalık sebebi ile nikâhı haram olan kimse. Muharremât: Geçici veya daimî olarak kendileri ile evlenmek haram olan kadınlar.

Musahere: Bir aileden kız almak sureti ile meydana gelen akrabalık, sıhrî akrabalık. Buna sıhriyet de denilir.

Sıhr: Bir kimsenin ailesinin mahremleri. Ailesinin anası, babası gibi. Evlenmekle meydana gelen akrabalık da nikâha mânidir.

Usûl: Bir kimsenin anası, babası ve yukarıya doğru nihayete kadar dede ve nineleridir.

Pürü’: Usûlün zıttı dır. Erkek ve kız evlâtlar ve bunların ilânihaye ço­cuklarıdır.

Tezevvüc: Evlenmek, kan-koca olmak.

Tezvîc: Bir erkeği kadına vermek, nikahlamak veyahutta bir kadını er­keğe yermek.

İddet: Boşanan bir kadın hâmile değilse üç hayız = (aybaşı) müddeti geç­medikçe başka kocaya varamaz. Bu bekleyişe iddet denilir. Boşanan kadın hâmile ise onun iddeti = (başkası ile evlenmek için bekleme müddeti) doğum yapıncaya kadar devam eder.

[139] imam Ebû Yusuf ve Muhammed’e göre yıldızlara tapan kadınlarla evlenmek

haramdır, imam A’zam ise bunu helâl görmüştür. Hatta buna göre onların kestikleri de yenilir, imam A’zam onlar yıldızlan büyük tanır onlara ibadet et­mezler, böylece ehli kitap gibi olurlar der.

[140] Bu bakımdan bir kadınla zina eden erkeğe o kadının annesi ve kızı haram olur.

O kadın da erkeğin oğluna ve babasına haram olur. Bunlardan birinin şehvet­le diğerinin tenasül uzvunun içine bakması, şehvetle yapışması ve öpmesinde de durum aynıdır.

[141] Nikâh-ı mut’a: Bir erkeğin muayyen para veya mal karşılığında bir kadınla

anlaşarak onunla düşüp kalkması, cinsî temasda bulunması ve ondan fayda­lanması demektir. Çok kere faydalanacağı müddeti de tayin eder. Böyle bir nikâh olmaz. Bu bakımdan nikâhsız faydalanma yoluna, harama gitmiş olur­lar.

[142] îslâm hukuku kız olsun, erkek olsun, küçük çocukların nikâhlanmasına mü­saade etmiştir. Fakat bunların zifafa girmelerine müsaade etmemiştir. Bun­lar bulûğa erinceye kadar ayn yaşamak mecburiyetindedir. Bulûğa erince yu-kardaki şekilde nikâhı bozmaya haklan olur. Bu yaşta nikâhlanmanın muh­taç olan’küçüklere faydası vardır: (Mütercim)

[143] Asîl; vekîl, velî ve elçi olmıyan kimseye fuzûlî denilir. Böyle bir kimsenin ken­diliğinden yapmış olduğu nikâha da fuzûlînin nikâhı denilmektedir. (Bak. O. N. Bilmen, islâm Hukuku, c. 2, s. 6 ve s. 61).

[144] Kureyş kabilesinden olanlar soyca birbiınne denktir. Diğer Arap kabileleri soyca Kureyşe denk değillerdir. Kureyş’den başka bütün Arap kabileleri bir­birine denktirler. Araptan maksat asıl Araplardır. Yoksa Araplaşıp arapça konuşan milletler değillerdir. Arapların dışında soyculuk yoktur. Müslüman olmak şartı ile her millet birbirine eşittir. Araplar soya çok önem verir ve onu bir şeref meselesi yaparlar. (Bak. El-îhtiyâr, Nikâh bahsi, Ö. N. Bilmen, islâm. Hukuku, c. 2, s. 65).

[145] Fâsık ve ahlâksız bir erkek ahlâk ve faziletli bir kadına veya böyln olan bir ada­mın kızma denk olamaz.

[146] Sanattan maksat erkeğin işi ve mesleğidir. Bu iş ve meslek kadının şerefini

küçük düşürücü âdi mesleklerden olmamalıdır. (Bak. islâm Hukuku, N. Bil­men, C. 2, s. 67).

[147] Hür kadın köle olan bir erkeğe denk olmaz.

[148] Erkeğin, kadının mehrini vermeğe ve nafakasını temin etmeğe yetecek kadar

malî gücü olmalıdır. Bunları temin etmeğe gücü yeten bir erkek büyük serveti olan kadına denk olur.

* Mehir: Kadının nikahlanınca kocasından almaya hak kazandığı muayyen bir miktar da mal veya paradır. Kadın kocasından bir nikâh parası alır. Mehirsiz nikâh olmaz. Mehir nikâh yapılırken kararlaştırılır. Eğer kararlaştınl-mamışsa kızın emsallerine göre

sonradan mehir tayini yapılır. Mehir peşin verildiği gibi sonraya da bırakılabilir. Mehir tamamen kızın hakkıdır.

Ona kı­zın babası el koyamaz. Düğünlerin israfa dayanan Örf ve adetlerine onu heba edemez (C. Yeniçeri)

[149] 28,05 gr. gümüş bugün için yaklaşık olarak 400.000 lira kıymet taşır. Bu her sene değişebilir (Mütercim).

[150] Mut’a: Bir erkeğin, boşadığı ailesine vermesi gereken üç veya beş parça elbisedir. Bunların kıymetleri de verilebilir.

[151] Halvet: iki nikâhlının izinleri olmadıkça hiç kimsenin içeriye gİremiyeceğinden emin oldukları bir yerde yalnız bulunmalarıdır, ikiye ayrılır: a) Halvet-i sahiha: Eşlerin hiç birinde birleşmeğe mâni bir sebep bulunmadığı halde baş-başa bulunmalarıdır, b) Halvet-i faside: Eşlerden birinde birleşmeğe mâni bir sebep olduğu halde yalnız başlarına kalmalarıdır.

[152] Azil: Cinsî temas esnasında meniyi çocuk olmasın diye gelirken dışarı akıt­maktır. Bunu yapmak için de kadından izin almak gerekir.

[153] Çocuğa meme vermek onu yaşatmak bakımından annelere vaciptir. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurur: “Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirirler. (Bu hüküm) emmeyi tamam yapdırmak istiyenler içindir. Onların (annelerin/ ma’ruf vech ile yiyeceği, giyeceği, çocuk kendisi­nin olan (babaya) aittir. Kimse taakatmdan ziyadesi ile mükellef tu­tulmaz. Ne bir anne çocuğu yüzünden, ne de bir çocuk kendisinin olan (bir baba) çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın. Mirasçıya düşen (vazife) de bunun gibidir. Eğer (ana ve baba) aralarında rıza ve müşa­vere ile (bil ittifak çocuğu iki sene dolmadan) memeden kesmeyi arzu ederlerse ikisinin üzerine de vebal yoktur. Çocuklarınızı (başkaları­na) emzirtmek isterseniz meşru’ surette verdiğiniz (emzirme ücre­tin)! teslim etmek (ödemek) şartiyle yine uhdenize vebal yoktur. Al-lahdan korkun ve bilin ki şüphesiz Allah, ne yaparsanız hakkıyle gö­rendir.” (Bakara, a: 233).

Başka bir ayette de: “… sizi emziren süt analarınız, süt kızkardeşle-riniz… le evlenmeniz size Karam edildi” (Nisa, a: 23) denilerek süt analığı ve kardeşliği ihdas edilmiştir.

Hz. Muhammed (S.A.V.) de: “Soyca haram olanlar sütten de haram olurlar” (Buharî, Şehâdet, 7. Nikâh, 2, Müslim. Reda’, 1) der.

Razâ’: Lügâtta meme emmek demektir. îrzâ1 da meme emzirmektir.

Murzı’ ve murzıa: Bir çocuğa meme emziren kadın.

[154] Talâk = Boşama: Lügâtta bağı çözmek ve tahliye etmek demektir. Esiri serbest bırakmak ve devenin ipini çözmek mânâlarında ıtlak kelimesi kulla­nılır. Hukuk ıstılahı olarak talâk “Manevî bir bağ olan nikâhı çözmek ve izâle etmek, nikâhı ortadan kaidırmak”dır.

Boşamak ve boşanmak; kitap, sünnet ve icma ile sabit olan bir hüküm­dür. Akıl da buna hak verir.

Kuranda: “Ey peygamber! Kadınları boşayacağınız vakit iddet-lerine doğru boşayın. O iddeti de sayın…” (Talâk,

Bir sözlerinde de Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle buyurur: “Allah köleyi hürriyetine kavuşturmakdan kendisine

daha sevimli gelen mubah bir şey yaratmadığı gibi, boşamadan daha fazla kendisini kadablan-dıran mubah bir

şey de yaratmadı.” (Davud, Talâk, 3. Değişik ifade ile). Talâk-ı baîn: Nikâh akdini kaldıran, fakat her iki tarafın

arzusu ile tek­rar birleşmeyi mümkün kılan boşamaya denir.

Rıc’î talâk: Nikâh akdini icab ettirmiyen, sırf kocanın rücuu ile nikâhın . devamını gerekli kılan boşamaya denir.

İddet: Boşanan-kadın hâmile değilse, üç hayız müddeti geçmedikçe başka kocaya varamaz. Bu bekleyişe “iddet”

denir. Hâmile olan kadınların id-deti çocuğunu doğurmakla son bulur.

(Yukardaki bu üç ıstılahın tarifi F. Yavuz’un islâm Fıkhı ve Hukuku adlı eserinin 90. sahifsenden alınmıştır).

birbirinden ayrılması, a) Boşanma, b) Nikâhın feshi olmak üzere iki şekilde olur.

Mufarekat = Ayrılmak: Nikâhın kalkması ile kan-kocamn birbirinden ayrılmaları demektir. Kari-kocanm

Mufarekat = (ayrılmak) bunların her ikisini de içine alır. Ric’at = Rucû (dönmek): Ric’î talâkdan sonra iddet

içinde, henüz baki olan nikâhı söz veya fiil ile uzatmak istemekdir.

[155] imam Şafiî’ye göre zorlanan kimsenin nikâhı muteber değildir.

Tahavî sarhoşun boşaması muteber değildir der. Bu imam Kerhî’nin görüşüdür ki, o ilâç ve uyuşturucu otlarla sarhoş olmaya itibar ederek bu hük­me vanmştır. Fakat şarap ve diğer içkilerle sarhoş olmak suç ve ma’sıyet oldu­ğundan böyle değildir.

[156] Erkeğin kadına “Kendini seç” onun da “seçdim” demesi yahut erkeğin “Seç = (muhayyersin)” kadının da “Kendimi seçtim” demesi gibi.

[157] Arapçada zaman edatı olarak kullanılan meta = (zaman, vakit) ile Izâ = (Za­man, vakit) ve yine Meta mâ = (ne vakit, ne zaman) ile Izâ mâ = (ne zaman, ne vakit) gibi edatlar Türkçede farksız ifadelerini bulurlar (Mütercim).

[158] Önceden de söylendiği gibi Arapçada değişik lâfızlarla ifade edilen zamanla il­gili edatlar Türkçe de aynı kelimelerle ifadelerini bulmaktadırlar (Mütercim).

[159] Burada görüldüğü üzere Allanın dilemesi ile ilgili kısım ve istisna edilen bö­lüm Türkçede cümlenin başında söylenir. Arapçada ise cümlenin sonunda yer alır (Mütercim).

[160] Çünkü iddet bitinceye kadar aralarında nikâh devam etmektedir. Bir erkeğin boşadığı ailesine dönmesi müstehaptır. Süslenmek ise bu dönüşü sağlıyabilir.

[161] İmam Ebû Yusuf a göre üç talâk ile boşanmış olan bir kadını birinci kocasına

helâl kılmak için bir erkeğin boşamak şartı ile kendisine nikahlaması caiz de­ğildir. Bu nikâh muvakkat nikâh gibi olduğundan fasittir. Bunun için kadın birinci kocasına helâl olamaz.

İmam Muhammed’e göre böyle bir şaıt ile nikâh yapmak caiz ise de, evvelki

kocaya, bu nikâhı müteakip boşanan kadın helâl olmaz. Çünkü o kimse huku­kun geriye bırakmış olduğu bir şeyi

acele elde etmek istediğinden mirasçı ol­duğu kimseyi öldüren gibi mahrumiyetle cezalandırılır.

imamı Azam Hz. Peygamberin: “Allah hulleciye de, kendisi için hülle yapılana da lanet etsin” (Davud, Nikâh,

15) hadisine tutunmuştur. Hadis kadını birinci kocaya helâl kılmak için boşamak şartı ile nikâhlanmayı kotu-ler.

Hadise göre bu mekruhtur ve hadiste ikinci kocaya “Helâl kılan” denildiği^ ne göre bu, o kadının birinci

kocasına helâl olacağını isbatlar. (Bak. ayrıca Tirmizî, Nikâh, 27).

[162] Hür kadınlar için dört aydan, cariyeler için iki aydan az müddet söylenmişse îlâ yapılmış olmaz. Yemin olur.

[163] îlânın keffâreti aynen yemin keffâreti gibidir. O da bir köle azad etmek yahut–

sabahlı akşamlı bir gün on fakiri doyurmak veya bir fakiri on gün böylesine doyurmak, yahut on fakire baştan aşağı orta halli elbise yaptırmaktan ibaret­tir, imam Muhamnıed’e göre avret yerlerini örtüp namaz kılınabilecek bir el­bisenin verilmesi kâfidir. Bunlara güç yetiremiyenler üç gün oruç tutarlar. (Bak. Ö. N. B. islâm Hukuku, c. 2, s. 308, ist. 1968).

[164] imam Ebû Yusuf ile imam Muhammed’e göre bu iki ifade, yani bî = (İle, muka­bilinde) ve a’lâ = (üzerine, karşılığında) arasında fark yoktur.

[165] Zıhar, zahr kelimesinden türemiştir. Zahr, arka, sırt demektir. Zıhar kelimesi aslım; erkeğin ailesine dediği “Sen bana anamın sırtı gibisin” cümle­sinde bulur. Sonra diğer azalara ve mahrem olan diğer kimselere de intikal et­miştir.

Zıhar = Muzahere: Kocanın ailesini neseb, süt ve sıhriyet sebebi ile ‘ kendisine daimî haram olan bir mahreminin kendisince bakılması caiz olmı­yan bir uzvuna benzetmesidir. Tamamını, yan veya üçde bir gibi bir parçasını bakılması haram oian uzuvlardan birine benzetmek de böyledir. Bu helâli ha­rama benzetmek oiur.

Müzahir: Zıhar yapan erkek.

[166] Lian: Lügat olarak iki kişinin karşılıklı birbirine lanet okuması demektir. Istılah olarak lian: “Kan-kocanın hâkim karşısında usulüne uygun olarak dörder defa şehadette bulunduktan sonra kendi üzerlerine Allah’ın lanet ve gazabım okumalardır.

“Namuslu ve hür kadınlara (zina isnadı ile) iftira atan sonra (bu konuda) dört şahit getiremiyen kimseler (in her birine) de seksen değnek vurun. Onların ebedî şahitliklerini kabul etmeyin. Onlar fa-sıkların tâ kendileridir” (Nûr, a: 4) ayetine göre kendi ailesine veya yabancı bir kadına zina iftirasında bulunanlar iftira cezasına çarptınlırlardı. Sonra: “Zevcelerine zina işnad eden ve kendilerinin, kendilerinden başka şahitleri de bulunmayan kimseler (e gelince:) Onlardan her birinin (yapacağı şahitlik, kendisinin hakikaten sadıklardan olduğunu Alla-ha yemîn (ile) dört (defa ifade ve tekrar edeceği) şâhitlikdir” (Nûr, a: 6) ayeti ile kendi ailelerine iftira edenlerin iftira cezaları kaldırıldı ve onun yeri­ne Lian muamelesi getirildi.

[167] Kadın, cariye, gayri müslim, başkasına zina iftirasında bulunmakdan dolayı had cezasına çarptırılmış, yahut küçük çocuk, deli veya zina yapan bir kadın ise kendisine iftira yapanlar had cezasına çarptırılmazlar.

[168] İddet: Lügat olarak sayı mânasına olan adet kelimesinden alınmıştır.

Boşanmadan ve ölümden sonra kadının beklemesi lâzım gelen zamana da id­det ismi verilmiştir.

Şer’aıı iddet “Bir erkeğin veya kadının ayrıldıktan sonra muayyen bir müddet başkası ile evlenemeyip beklemesi”

  1. a) Erkeğin iddeti,

demektir. Bu yönden iddet,

  1. b) Kadının iddeti olarak ikiye ayrılır.

müddeti beklerler (bekle­sinler)…” (Bakara, a: 228) ve yine kocaları ölen kadınlar hakkındaki “içiniz­den ölenlerin

îddet beklemenin farz oluşu hakkındaki delil: “Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme

(geride) bıraktıkları zevceler kendi kendilerine dört ay on (gün) beklerler…” (Bakara, a: 234) ayetleridir.

ederseniz onların iddeti üç aydır. Yüklü kadınların iddetleri ise çocuklarını doğurmaları ile biter. Kim Allahdan

Hayızdan kesilmiş, yahut daha henüz hayız görmemiş veya gebe kadın­ların bekliyecekleri iddet “Kadınlarınız

içinden artık âdetten kesilmiş olanlarla henüz adetini görmemiş bulunanlar (in iddetlerin) de, eğer şüphe

korkarsa O, ken­disine (her) işinde bir kolaylık verir” (Talâk, a: 4) de bildirilmektedir.

Şu ayette kadınları ne zaman boşamanın uygun olacağını ve iddet sayı­mının gerektiğini gösteriyor. “Ey

peygamber! kadınları boşayacağınız vakit onları (adet hallerinden) temizlenmeleri vaktinde boşayın ve o iddeti

de sayın…” (Talâk, a: 1).

[169] Yâni birinci iddet bitince ikinci iddetin sebebi zamanından itibaren bir iddet

daha tamamlanır. Birinci iddetin bitiminden itibaren ikinci iddete başlan­maz (Mütercim). Daha geniş malûmat için bak. N. Bilmen Is. Hukuku, C. 2, s. 378, madde 608-609-610.

[170] Bu ölen kocasının hatırasına saygı göstermek içindir. Boşanan kadın da evli

olmak nimetinden mahrum olmanın üzüntüsünü göstermeli ve Allanın evlen­mekle ilgili emrine inayetini belirtmelidir. Ric’î talâk ile boşanan kadın ise ko­casının yeniden alması ümidi ile süslenmesi müstehaptır. (Bak. O. N. Bilmen, islâm Hukuku, c. 2, s. 388).

[171] iddet bekîiyen kadınlar iddetierini, ayrılık meydana gelmeden önce kocaları tarafından ikamet ettirildikleri hanelerde geçirirler.

[172] Çünkü çocuğun ikrar tarihinden sonra başka bir erkekden kazanılması müm­kün olur.

[173] Nafaka sarf etmek demektir. Bir kimsenin aile fertlerine harcadığı şey­dir. Hukukda yiyecek, giyecek, mesken ve bunlara bağlı şeylere nafaka deni­lir. Halk arasında sadece yiyeceklere nafaka denilmektedir.

İnfak: Nafaka vermek, bir malı bir yere sarf etmektir.

Munfik: Infak eden, nafaka veren kimse.

Karabet: Hısımlık. Karabet ikiye ayrılır,

  1. a)Karâbet-i vilâdet; usûl ve furû’ arasındaki yakınlık,
  2. b)Karâbet-i gayri vilâdet; diğer hısımlar arasın­daki yakınlıktır.

Karâbet-i gayri vilâdet de ikiye ayrılır: 1- Nikâhı haram kılan akra­balık: Kardeşlerin, dayıların, amcaların yakınlığı gibi, 2- Nikâhı haram kıl-mıyan yakınlık: Amca, dayı, hala, teyze çoacuklan arasındaki yakınlık gibi.

Usûl: Bir kimsenin babası, anası ve yukarıya doğru giden dedeleri ve ni­neleridir.

Furû1: Bir kimsenin erkek ve kız çocukları ve bunların aşağıya doğru gi­den evlâtları ve torunlarıdır.

Havâşî: Usûl ve fürû’dan başka akrabalara denilir. Amcalar, dayılar, teyzeler, kardeşler v.s. akrabalar gibi.

Nafakanın farz oluşunun delili Kur’an’daki ayetlerdir “(Boşanan) o ka­dınları, gücünüzün yetdiği kadar, ikaamet

ettiğiniz yerin bir kısmın­da oturtun. (Evleri) başlarına dar etmek (onları çıkmaya mecbur kıl­mak) için kendilerine

evlâtlarınızı) sizin faidenize emzirirlerse onlara ücretlerini verin. Aranızda (bu hususda) güzelce müşavere edin.

zarar yapmayın. Eğer onlar hâmile iseler do­ğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Eğer (kendileriniz den olan

Diğer ayette de şöyle denilir: “(Hâli vakti) geniş olan, nafakayı ge­nişliğine göre versin. Rızkı kendisine

Eğer güçlüğe uğrarsa­nız o halde (çocuğu) onun (hesabına) bir başka kadın emzirecektir.” (Talâk, a: 6).

daraltılmış bulunan (fakir) de nafakayı Allahin ona verdiğinden versin…” (Talâk, a: 7).

kendisinin olan (babaya) ait­tir…” (Bakara, a: 233).

Şu ayette yine nafakanın kocaya ait olduğunu gösteril:”… Annelerin ma’ruf vech ile yiyeceği, giyeceği, çocuk

Ebû Hamzatu’r-Rakkaşı amcasından şu hadisi rivayet eder: ‘Teşrik günlerinin ortasında Hz. Peygamberin

devesinin yularını tutuyor­dum, insanlar ona vedalaşırken onlara şöyle diyordu: Kadınlar hak­kında Allahdan

korkun. Ma’ruf vech ile onların giyim ve yiyimlerini tedarik etmek size düşer.” (Davud, Menâsik, 56.1, Mace,

yetecek mikdarı kocanın malından aI.”(Buharî Bu­yu’, 95. Nesâî, Kudat, 31).

Menâsik, 84). Hz. Peygamber, Ebû Sufyan’m ailesi Hinde de şöyle demişti: “Kendine ve çocu­ğuna ma’ruf olan

[174] Kadının ise ana ve babasının yanma gitmesine mâni olunamaz deniliyor.

[175] Asılda kadın çocuğuna meme verecektir. Çünkü ayette: “Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirirler. Bu hüküm emmeyi tamam yaptırmak iste­yenler içindir…” (Bakara, a: 233) buyurulur. Kadın meme vermekden çeki-nirse onun güçsüz olduğunu anlar ve onu bu konuda özürlü sayarız. Fakat üc­retle meme verme işine atılınca onun meme vermeğe güç ve takatinin olduğu­nu anlarız. O zaman meme emzirmesi kendisine vacib olur. Kendisine vacib olan bir vazifeden dolayı da ücret alması helâl olmaz.

[176] Bu konuda anne de baba gibi hakka sahiptir.

[177] Ehil hayvanların nafakalarını vermek sahipleri üzerine dinen bir borçdu’r. Hâkim “bunları ya sat veya başkasına bağışla yahut da yemlerini ver” diye sa­hiplerine emr eder. Fakat kazaen cebr edemez. Bu tasarruf hakkına aykırı dü­şebilir. Ebû Yusuf a göre ise yiyeceklerini temin veya onları satmaları için hayvan sahiplerine kanunen de zorlanır. Mâlikî, Şafi’î ve Hanbelî mezheple­rine göre de mal sahibi hayvanının nafakasını vermeğe kanunen mecbur tu­tulur. (Bak. N. B. islâm Hukuku, c. 2, s. 511-514).

[178] Hızane: Çocuğu veya çocuk hükmünde olan deli, bunak gibi âcizleri salahiyetli

olan kimselerin koruma ve terbiye etmeleri .yiyecek ve içeceklerine bakmaları temizlik ve istirahatlarını, sağlamaları, zararlı şeylerden sakındırmaları de­mektir.

[179] Bu ifadeye göre kız kardeşin kızları teyzelerden önce, erkek kardeşin kız)an da

halalardan önce gelmelidir. Ben tercüme sırasına uyarak 8. kısmı en sona al­dım. Nitekim (Ö. N. Bilmen İslâm Hukuku, c. 2, s. 428 mad. 110’da) bunlar Öne alınmıştır (Mütercim)*

[180] Memlûk = Abd: Bir kimsenin mülküne dahil olan şeye memlûk denilir. Bu kelimenin müennesi memlûkedir. Bir kimsenin mülkiyeti altında bulu­nan köleye memlûk, cariyeye de memlûke denilir.

Câriye: Bir kimsenin memlûkesidir. Kadm köleye câriye denilir.

Rıkk: Lügâtta kulluk demektir, istilanda “Esir alınan bir muharibin sa-. bit olan manevî bir vasfıdır ki bu vasıfla hürriyetini kaybeder ve mülk olmaya elverişli olur. Rıkk, lügâtta esasen zayıflık mânâsına gelir. Hukukda ise manevî bir zayıflığı ifade eder. O da; velayet, şahitlik, hacca ve cihada gitmek, cuma ve cenaze namazını ve diğer ibadetleri yerine getirmekgibi hürlerin yaptığı işlerden aciz olmaktır.

Rakabe: Köle ve câriye demektir. Bu mânaya rakîk de kullanılır. Raka– be, lügat olarak boyun demektir. Her şeyin zatına ve aslına da rakabe denili­yor ve çok kere bu mânâda kullanılıyor.

Hürriyet: Halas olmak ve kurtulmaktır. Hür de halas olan, kurtulan kimsedir. Aynı zamanda saf ve katıksız mânasını taşır. Hukukda hürriyet tâbiri esaretten beri ve insani haklara mâlik olmak durumudur..Bu durumda olanlara hür deniliyor ve onlar başkasının mülkiyeti altına girmezler.

Itk: Lügâtta kuvvet anlammadır. Güzeîiik, kerem, genişlik, cömert ol­mak mânalarına da gelir, istilanda “Köleden köleliğin kalkmasıdır” yâni kö­lenin azadolmasıdır. Bu kelime ı’tâk mânasında da kullanılır.

I’tak: Azad etmek, köle üzerindeki mülkiyet hakkını kendine mahsus şekliyle ortadan kaldırmaktır. Böylece bununla köle hürriyete kavuşmuş olur.

Atık: Azad edilmiş olan köle veya câriyedir.

Dar-i İslâm: Müslümanların hâkimiyeti altında bulunan yerler. Dâr-i

adi de bu mânaya gelir.

Dâr-ı bağy: Azgın ve isyancıların idaresi altında bulunan bir îslâm

yurdudur.

Dâr-ı enıaıı: Müslümanlar tarafından feth olunan ve zimmet ehlinin ikamet ettirildiği bir ülkedir ki burası da dâr-

ı İslama dahildir.

Dâr-ı harb: Müslümanlar ile aralannda bir antlaşma buîunmıyan gay­ri müslimlerin ülkesidir.

El Ihtiyar Imam Azam” kitap hakkında daha fazla bilgi edinmek için Ücretsiz pdf olarak almak için aşağıdaki indirme düğmesini tıklayın

Bozuk bağlantıyı bildirin
Siteyi Yardim Et


for websites

2 thoughts on “el ihtiyar imam azam ücretsiz pdf indirin”

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *