Skip to content
Home » hukuki islamiye pdf indirin

hukuki islamiye pdf indirin

Hukuki İslamiye

HUKUKI ISLAMIYE
  • Kitap başlığı:
 Hukuki Islamiye
  • Yazar:
Ömer Nasuhı BİLMEN
  • Kitap Sayısı
3335
  • Dil:
Türkçe
  • Görünümleri:

Loading

  • PDF Doğrudan  
İndirme için tıklayın
  • Satın al  
Kağıt Kapak için

hukuki islamiye – kitap örneği

İçindekler

İKİNCİ BÖLÜM

MUHALEAYA, İLAYA, ZİHARA MÜTEALLÎKDÎR

Mühaleanın Sıhhat Ve Nefazında Aranılan Şartlar :

Muhaleaya Aîd Bedeler :

Muhaleanın Hükümleri

Talaka Ve Muhaleaya Daîr Vekaletler :

Talâka, Muhaleaya Müteallik Davalar Ve Şehadetlee:

İ’lânın Mahîyyeti Ve Rüknü :

I’lada Müstamel Tabirler  :

Î’lânın Nevileri :

L’lânın ŞERAİTİ ;

L’lânın Hükmü :

İ’lanın Hükmünü Tptal Eden Şeyler :

Kefareti İ’lanen Mahiyyeti :

L’lanın Sebebi Ve Hakkındaki Ahkâmın Hikmeti Teş-Rüyyesi :

Ziharin Mahîyyeti Ve Rüknü :

Ziharin Ehli, Mahalli Ve Şakaiti :

Ziharda Şart Olmayan Şeyler

Zihârın Hükmü

Zihar Hükmünün Nihayet Bulması

Keffaret! Zîhâren Mahiyyetî, Şartı Vücubı Ve Nevileri :

Kefareti Zihâkın Vakti Edası

Keffareti Zihâkın Sebebi Vücubî Ve Hikmeti Teşriyyesi :

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

LİANE, HİVARİ TEFRİKA, IDDETLEKE AİDDİK

Lianın Mahîyyett Ve Keyfîyyeti :

Lîanı Îcab Edib Etmeyen Bazı Sözler ;

Liânın Evsafı :

Liân Yapılabilmesi Îçin Vücudi İktiza Eden Şartlar:

Liândan Evvel Kazein Sübutü :

Lianı Vücubünden Evvel Veya Sonra Iskat Eden Şeyler:

Lianın Hükmü

Lian İle Kati Nesebin Şartları :

Lîânın Sebebi Ve Hikmeti Teşkiiyyesî :

Zevç İle Zevce Hakkında Hiyabi Tefrika Sebeb Olup Olmayan Bazı İlletler :

Înnet Ve Cüb Sebebiyle Olan Tefrikler :

İnnet İle Mecbubiyetden Başka İlletler Sebebiyle Olan Tefrikler

Bazı İllerden Dolayı Tefrika Hükm Edilebilmenin Hikmeti Teşrüyyesi :

Zevceynin Suîimtîzaçlarından Dolayı Yapılacak Tefrikler :

Hakemlerin Tayîn Edilmelerindeki Hikmeti Teşriyye :

Îddetin Mahiyyeti Ve Zevç İle Zevcede Cereyan

Îddetîn Sebebi Vucubi Ve Mebde Ve Müntehası

İddetîn Nevileri Ve Müddetleri :

İddetlerîn Teceddüdü, Tedahülü, Tegayyüeü Ve Îstik Alı :

Îddetîn İnkizasının Malümiyyeti :

Zeyl

İddet Hususunda Gayrî Müslîmeler :

Îddetiv Ahkâmı  :

Îddetin Hîkmeti Teşriiyyesi  :

BEŞİNCİ KİTAP

NESEBE VE HİZANEYE AİD OLUB BİR MUKADDİME İLE ÎKÎ BOLÜME AYRILMIŞDIR

(MUKADDİME)

Neseb Île Hîzaneye Aid Istılahlar :

BİRİNCİ BÖLÜM

NESEB HAKKINDADIR.

Haml = Gebelik Müddeti :

Nesebin Ve Fîraşîyyettn Sübutü Mertebeleri :

Sabit Olacak Nesebler

Sabit Olmayacak Nesebler :

Sair Mezhebine Göre Sabit Olub Olmayan Bazı Nesebler :

Neseblere Aîd İddialar

Neseblerin Esbabı Sübutiyyesi Ve Beyyîneuîrtn Tercihi  :

ÎKÎNCİ BÖLÜM

HIZANE HAKKINDADIR

Hızanenin Mahiyyeti Ve Kîymet Ve Ehemmiyeti :

Ebeveynin Îlk Vazifeler! :

Hızaneye Kimlerin Müstahîk Oldukları :

Men Lehülhazanenin Evsaf Ve Şeraiti :

Hızane Müddeti:

Hızanenîn Mekanı:

Hızane İçin Ücretîn Lüzum Ve Ademi Lüzumu :

Hızane Ve Çocuk Hakkındaki İhtilâflar, Dâvalar

ALTINCI KİTAB

NAFAKALARA  MÜTEALLİK HÜKÜMLERİ MUHTEVİ OLUB İKİ BÖLÜME AYRILMIŞDIR.

(BİRİNCİ   BÖLÜM

NAFAKAYA AİD ISTILAHLAR VE UMUMt ZABITALAR İLE

ZEVCİYYET NAFAKASINA AİDDİR

Nafakaya Aid    Istılahlar :

Nafakaya Müteallik Bazı Umumî Zabıtlar

Zevcîyyet Nafakası :

Zevciyyet Nafakasına İstihkakın Şartları :

Zevciyyet Nafakasının Bibrıza Veya Bilkaza Takdir:

Zevcîyyet Nafakasını İtadan Zevcin Halî Aczi :

Gaib Zevçler Üzerine Takdir Edilecek Nafakalar :

Zevcin İflası Ve Nafakadan Dolayı Hapsi :

Nafakaya Aid Kefaletler :

Nafakadan İbra Ve Sulh :

Zevciyet Nafakasının Sukutunu Îcab Eden Haller:

Nüşuz Sayılıb Sayılmayan Haller  :

Zevcelerin Hadimlerine Atd Nafakalar   :

Nafakaya Müteallik Zevceynin Ihtilâfları

Îddet Nafakasına Müteallik Meseleler :

MUHALEAYA, İLAYA, ZİHARA MÜTEALLÎKDÎR

İÇİNDEKİLER : Muhaleanın mahiyyeti, kısımları, rükünleri ve se­bebi. Mulıalennın sılıhat ve nefazında aranılan şartlar. Muhaleaya ald bedeller. Muhalealariıı hükümleri. Talâka ve muhaleaya müteallik ve­kâletler, dâvalar ve şahadetler.

İ’lânm mahiyyeti ve rüknü, i’lâda kullanılan tâbirler, t’lâııuı nevi’-leri, şartları. İ’lâıun hükmü ve hükmü ibtal eden şeyler. keffa-retin mahiyyeti. İ’lânm sebebi ve hakkındaki ahkâmın hikmeti teşriy-yesi.

Ziharıit mahiyyeti ve rüknü. Ziharın ehli, mahalli ve şeraiti. Zihar-da şart omııyan şeyler. Zihann hükmü ve bu hükmün nihayet bulması. Zihardaki keffaretin malüyyeti, şartı vüeubi, nevüeri ve vakti edası. Keffareti ziharın sebebi vücubi ve hikmeti teşrüyyesi.

Muhaleamn mahij’yeti, kısımları, rükünleri ve sebebi :

294 – : Muhalea =   hulû,  nikâh rabıtasını elfazı mahsusadan bi-rile izale etmekdir ki, bir bedel mukabilinde olub olmamak itibariyle iki kısma ayrılır.

Halı’ lâfzı gibi hulu’da maddî ve manevî rabıtaları izale hususunda istimal olunur. JJeselâ : bir libası çıkarmaya, nez1 etmeğe halı’ ve hulıı denildiği gibi Bir. zevciyyet ilgisini veya bir hâkimiyet salâhiyetin nez ve izaleye de halı ve hulu’ denilir. Ancak hulu’ ve muhalea lâfızları nez ciyyet rabıtasını izale hususunda birer ıstılahı mahsus bulunmuşdur.

Zevç ile zevce, aralarındaki fazla ilgiden dolayı birbirinin libası me­sabesinde bulunduğundan bu manevî libası üzerlerinden nez’ eden bir muamelei şer’iyyeye hulu’ namı verilmiş oluyor.

295 – : Hulû    muamelesi, muhalea, mübaree, hulû, ihtilâ lâfızla-rile akdedilebileceği gibi bey1 ve şira lâfizlarile de akd edilebilir.

Meselâ : Bir kimse, zevcesine «Nefsini mehrin mukabilinde, sana bey etdim» deyib zevce de «İştira etdim» dese muhalea mün’akid olur. Fakat yalnız, bey, ve yalnız iştira lâfızlarıle hulû tamam olmaz.

296 – : Muhalea, ekseri iki mazi sıgasiyle akd edilir.

Meselâ : Bir kimse, zevcesine «Seni şu kadar meblâğ mukabilinde hulû etdim» deyib zevcesi de «kabul eyledim» dese muhalea tahakkuk eder.

297 – : Muhalea emir sıgasiyle de münakid olur. Şöyle ki : Bir kimse, zevcesine «Nefsini şu kadar meblâğ mukabilinde hul1 et» deyib zevce de «Hul’ etdim» dişe muhalea tamam olur. Çünkü emir sıgasiyle vekâlet tahakkuk eder de zevcenin «Hul’ etdim» sözü icab ve kabul ma­kamına kaim olur. Fakat zevç, bedel zikretmeksizin «Nefsini benden hul’ et» veya mutlak olarak «Nefsini mal mukabilinde hul et» dediği halde zevce «Şu kadar meblâğ mukabilinde hul etdim» dese zevç, tekrar «Hui etdim» veya «icazet verdim» demedikçe muhalea tamam olmaz. Zira bu suretde bedel hakkında tevkil bulunmamıştır.

298  – : Muhalea, istifham sıgasiyle de tahkik kasd edildiği tak­dirde mün’akid olur.

Meselâ : Zevç, zevcesine «Nefsini benden şu kadaı* kuruşa hul’ et­tin mi» deyib zevce de «Hul’ etdim» dese bakıhr : Eğer zevç, bu sözile muhaleayı- tahkika – Hakikaten vücude getirmeğe niyyet etmiş ise hul’ vaki olur. Amma müsavemeye, hul’ı talebe niyyet etmiş ise zevcenin sö­zünü müteakib «Kabul etdim» demedikçe muhalea mün’akid olmaz.

299 – :  Bir kimse,  zevcesine  «Seni şu kadaı* bedel üzerine hul’ etdim» deyib zevce de «Razı oldum» veya «icazet verdim» dese muhalea akd edilmiş olur. Amma yalnız «evet» dese akd edilmiş olmaz.

Nitekim zevce «Beni şu kadar bedel üzerine boşa» deyib zevç de «evet» dese bununla talâk vaki olmaz. Çünkü bu, bir mücerred veidden ibaretdir.

300 –  :Bir kimse, zevcesine  «Seni hul’   ederim» deyib    zevce de «Yaptın =   etdin» dese o kimse, tekrar  «yaptım  – etdim»  demedikçe muhalea tahakkuk etmez.

301 – : Ivez = bedel mukabilinde olan hul’un rüknü, icab ve ka­bulüdür. Binaenaleyh kabul bulunmadıkça hul’ mün’akid, firkat vaki ol­maz. Çünkü bu hulu’, bir müaveze akdi olduğundan kabule muhtacdır.

Fakat ıvez mukabilinde olmıyan hulû’, kabule muhtaç değildir. Şöy­le ki : Bir kimse, zevcesine hitaben bir bedel zikretmeksizin talâk niyye-tiyle «Seni hulû’ etdim» veya «Seninle muhalea oldum» dese derhal ta­lâkı bain vaki olur. Velev ki zevce kabul etmesin. Çünkü bu halde hulû’, mücerred bainen tatlik demek olduğundan kabule muhtaç olmaz.

302 – : Muhaleaya  tevessül  edilmesinin başlıca sebebi, zevç ile zevceden birinin veya her ikisinin nüşuzüdür, sut imtizacıdır, geçimsiz­liğidir.

Zevcin nüşuzü, zevcesine bakmayıb cefa etmesi veya zevcesini ke­rih görmesidir. Zevcenin nüşuzü de zevcine isyan muhalefet etmesi veya onu kerih görmesidir.

303 – : Zevç ile zevce arasında şikak ve nifak zuhur edib de aralarında güzel imtizaç ve ittifak mümkün olmadığı Takdirde zevç için ta­lâk île muhaleadan birini ihtiyar etmek caiz olur.

Maamafih muhalea suretinde eğer nüşuz, suiimtizac, zevç cihetinde ise muhalea için bir bedel alması, kazaen caiz ise de diyaneten halâl de­ğildir. Ve eğer zevce cihetinden ise zevcin mehr namına verdiği şeyden ziyade muhalea bedeli alması, kazaen caiz olursa da diyaneten mekruh-dur. Suiimtizac, her iki tarafdan olduğu takdirde de zevç için muhalea-r den dolayı bir bedel almak mubahdır.

Nüşuza müstenid olmaksızın yapılan muhalealar da hükmen mute­berdir; Hindiyye, Bedayi, Netayicünnazar.

« (Malikflere göre muhalea, bir ıvez mukabilinde yapılan talâkdan ibaretdir. Meselâ : Bir kadm, kocasına «Beni mehrimm mukabilinde tat-lik et» veya «Benimle muhalea ol» veya «Muhalea oldum» diyib zevci de «Seni mehrin mukabilinde tatlik etdim» dese bainen talâk vaki’ olur, ve o ıvezi vermesi, meselâ mehrini kabz etmiş ise iade eylemesi zevce üze­rine lâzım gelir. Muhaleade ıvez, zevcenin gayrı tarafından da demlide edilebilir.

Maamafih muhalea, ivezsiz olarak da hulû’ lâfzile yapılabilir.

Muhalea, hâkim vasıtasile olsun olmasın yapılabilir.

Nüşuz, zevce canibinden olunca muhalea bedelf, mehrden ziyade bir mikdarda da olabilir, bunda mekruhiyet yokdur. Fakat haksız yere be­del almak caiz değildir. Binaenaleyh xbir kimse, zevcesini haksız yere dö­ver veya ona haksız yere söger de kadın kendisinden bu zararı gidermek için bir bedel mukabilinde muhalea olursa bu bedeli bilâhare istirdad ede­bilir. Bu hususda bu zararın vukuunu başkalarından işitmiş olan iki er­keğin şahadeti kifayet eder. Zevcenin yeminiyle bir erkek şahidin şetia-deti de kâfidir.

Bainen boşanmış bir zevce hakkında yapılan muhalea bedeli de is­tirdad olunur. Çünkü zaten beynunet husule gelmiş olduğundan bu mu-haleaya ihtiyaç yokdur. Muhtasarı Ebizziya, Düsukî.

(Şafiîlere göre hulû’da asi olan kerahetdir. Binaenaleyh bir erkeğin bir hacet bulunmaksızın zevcesile muhaleada bulunması mekruh olduğu gibi bir kadının da bir zaruret bulunmaksızın kocasından kurtulmak için malını bezi etmesi mekruhdur. Amma aralarında nifak ve şikak zuhur eder de ıslahı kabil olmazsa veya şarta muallâk üç talâk bulunur da bundan halâsa çare bulmak istenilirse muhalea tarikine tevessül,erime­sinde kerahet bulunmaz.

Kadın Kocam beni mutazarrır etdiği için kenSisile muhaleaya mec­bur kaldım» diye verdiği bedeli istirdad için dâvada bulunamaz. Şu ka­dar var ki, bir erkek için de halâl olmaz ki, muhaleaya mecbur etmek için

refikasının zararına hareket etsin, meselâ ona bed muamelede bulunub dursun.

Şafiîlercc de sahih olan kavle göre hul, talâkdır, fesih değildir. Bu­nunla talâkların adedi azalmış olur.

Muhaleanın meşruiyeti. Âyeti celîlesiyle sabit, ve bu babda icma, mün’akiddir. Sahabei kiramdan Sa­bit ibni Kays, zevcesinin talebi üzerine onu mehr olarak almış olduğu bir bahçesi mukabilinde emri nebeviye binaen tatlik etmişdi. Islâmda ilk yapılan muhalea budur. Tuhfetül muhtaç, Elmezahibül’erbea.)

(Hanbelîlere göre de muhalea, şeraiti dahilinde caizdir. Bir kadın, kocasını kötü ahlâkından veya diyanetindeki noksanından veya za’fı ha­linden dolayı kerih görüp de hakkına riayet edemiyerek günaha girme­sinden korkarsa bir bedel mukabilinde muhaleada bulunabilir. Bu halde hulû’, mübahdır. Bu takdirde kocası için de bu muhaleaya muvafakat etmek, mesnundur. Meğerki kocasının kendisine meyi ve muhabbeti bu­lunsun. O halde kadın için sabr- ederek zevciyyeti idare etmek müsta-hab olur. Böyle bir sebeb bulunmaksızın yapılan bir muhalea ise vaki olmakla beraber mekruhdur. Zulüm ve tazyik neticesinde vukubulan bir muhalea ise bâtıldır. Verilen bedel, istirdat olunur. Şöyle ki: Bir kimse, gadr etmek, haksız yere döğmek, veya nafakaya, kasme aid haklarını men eylemek suretiyle zevcesini hul’a sevk etmiş olsa hulû’ muteber ol­maz, verilen bedeli hul’un da iadesi îâzım gelir.

Hanbelî fukahasına göre muhalea ivezsiz sahih olmaz. Çünkü ıvez, leanm bir rüknüdür. Bunu terk etmek sahih olmaz. Binaenaleyh ivezsiz olarak muhalea yapılınca ne hulû, ve ne de talâk vaki olmaz. Şu ka­dar v&r ki, üçden noksan olan bir talâk lâfzile veya talâk Hiyyetine mu-karin bulunan ivezsiz bir muhalea ile yalnız talâkı ric’î vaki olur. Elmuğ-nî, NeylüTmearib, Keşşafül’kma)

(Zührîye, Ataya, Davudi Zahirîye göre nüşuz bulunmadığı takdir­de- yapılan muhalea, sahih olmaz. Çünkü bu, abes olduğundan gayri meşrudur. Gayri meşru bir şey ise merduddur. Elmizanülkübrâ.)

(Zahiriyyeden ibni Hazm diyor ki: Muhalea zevç ile zevcenin nza: larile yapılır. Kadın, kocasının hukukuna riayet edemiyeceğinden veya zevcinin kendisine buğz edib hakkını yerine getiremiyeceğinden korkar­sa istediği bir mal mukabilinde nefsini muhalea voliyle birrıza kurtara­bilir. Başka sebebîe, meselâ zevcin cebr ve tazyikiyle yapılan bir muha­lea, bâtıldır. Verilen bedel, geri alınır. Talâk bâtıl olur. Zevç zulm etmek-‘ den menedilir. Elmuhallâ.)[1]

 

Mühaleanın Sıhhat Ve Nefazında Aranılan Şartlar :

304 – : Bir muhaleanm muteber olması için nikâhın sıhhati şarttır.

Binaenaleyh nikâhı  fâsidden dolayı muhalea akdi muteber Çünkü iki taraf, mütarekeye mecbur olduğundan ıvez ile talâkı istihsa­le mahal yokdur. Kuhüstanî.

305 – : Muhaleada zevcin talâka ehliyeti, zevcenin de talâka ma-halliyeti şarttır.

Binaenaleyh mecnunların, matuhların, çocukların muhaleası nıün’-akid olmadığı gibi ecnebiyye, muhtelia ve bainen mutedde hakkında da hulû muteber olmaz. Amma riciyyen mutedde hakkında muhalea sahih­dir.

306 – : Muhalea bedelinin lüzumunda zevcenin baliğ, âkil, muha-leanın mânâsına vâkıf olması şarttır.

Binaenaleyh bir kimse, sefih bulunan zevcesini bir bedel mukabilin­de boşasa veyahut bir kadın, mânasını bilmediği halde mücerred koca­sının telkini üzerine «Muhalea oldum» dese talâk vaki olur, fakat bedel lâzım gelmez.

307 – : Sagîr veya sagîrenin babası, bunların namına muhaleada bulunamaz.

308 – : Fâsid bir şart ile akd edilen bir muhaleada şart bâtıl ve hulû caiz olur. Hakkı hızaneyi iskat şartı gibi.

309 – : Muhaleada ikrah vaki oldukda bakılır:   Eğer  zevce hak­kında ise talâk vaki olur, lâkin bedeli muhalea lâzım gelmez. Çünkü be­delin lüzumu rızaya mütevakkıfdır. Zevç hakkında ise talâk vaki olub bedel lâzım gelir.

310 – : Muhalea, zevç hakkında talâkı zevcenin kabulüne talik de­mektir.

Binaenaleyh zevç, «muhalea» veya «hul’ etdim» diye icabda bulun­sa zevcesinin kabulünden evvel rücu edemez.

Kezalik : Zevcin icabı kablelkabul meclisden kalkıp gitmesiyle bâtıl olmaz. Fakat zevcenin kabulden evvel kıyamiyle bâtıl olur.

311 – : Muhalea, zevce hakkında muaveze sayılır. Binaenaleyh icab zevce tarafından olduğu takdirde kocasının kabu­lünden evvel rücu edebilir.

Kezalik : Zevç ile zevceden birinin meclisi terk etmcsile bu icab bâ­tıl olur.

312  – : Muhaleayi zevcin bir şarta talik veya bir vakte izafe et­mesi sahihdir.

Meselâ : Bir kimse, zevcesine «Fülân yere gider isen şu kadar meb­lâğ mukabilinde seninle muhalea etdim» yahut «Gelecek ayın ibi.idasın-dan itibaren seninle muhalüm* diye icabda bulunabilir  şartın tahakkuku ve vaktin hululünden sonra kabul zevceye aid olur, ondan evvelki kabul muteber değildir. Çünkü şp.rla muallâk olan İcab kableş-şart mâdum olduğundan kabul kendisine tekaddüm edemez. İzafet de ta­lik hükmündedir.

313  – : Muhaleada zevce,  icab ve  kabulden hiç birini şarta talik veya bir vakte izafe edemez, bu caiz değildir.

314 – : Zevcenin gıyabında  zevcin muhaleası sahihdir.    Binaena­leyh zevce, muahaleayi haber aldığı meclisde muhayyerdir, dilerse ka­bul eder ve dilerse red eyler.

Fakat zevcin gıyabında zevcenin muhaleası sahih değildir.

Meselâ Bir kadın, kocasmın gıyabında «Ben şu kadar meblâğ mu­kabilinde kocam ile hul’ oldum» veya «Nefsimi tatlik etdim» deyib ko­cası da bundan haberdar olduğunda icazet verse hul’ caiz ve talâk vaki olmaz. Fakat icab anında birisi fuzulen kabul edib de muahharan kocası da icazet verse hul’, tamam olur. Mebsut. Tatar Haniyye.

315 – : Mûhakada zevç için şartı  hıyar, sahih     olmadığı  halde zevce için sahihdir. Hıyar müddeti üç günden fazla olabilir.

Binaenaleyh bir kadın, üç gün veya daha ziyade, bir müddet mu­hayyer olmak üzere zevcile muhalea yapabilir.

316 – : Muhaleada hıyarı rüyet sabit olmaz. Fakat muhalea bede­linde aybi fahiş bulunduğu takdirde hıyarı ayıb sabit olur. Aybı yesîr ise mafüvdür.

Aybı fahiş,, bedeli hul’ı ceyadetden vösatete ve vesatetden redaet haline tenzil* eden kusurdur.

317 – : Zevce, muhalea ânında «Eğer muhalea bedelini şu kadar güne kadar tediye etmezsem hulû’ bâtıl olsun» dedikden sonra o müd­det  içinde bedeli   tediye ederse hulû’,     sahih,   etmediği takdirde  bâtıl olur.

318 – : Bedeli nefi ile yapılan bir muhalea da sahihdir. Binaenaleyh bîr kimse, zevcesine  «Nefsini benden bilâedel hûl et» deyib zevce de «Hûlu* etdim» demekle zevç, kabul eylese bilâ bedel talâkı bain vaki olub biri birinin zimmetindeki hukukdan beraet sabit ol­maz.

Kezalik : Bir kimse, bedel zikretmek sizin talâk niyetiyle zevcesine «Seni hulû’ etdim» dese zevcesinin kabulüne tevakkuf etmeksizin bedel­siz olarak talâkı bain vaki olur, bununla zevciyyet hukukuna müteallik bir şey sakıt olmaz.

Şu kadar var ki, zevç, bununla talâka niyyet etmediğini ifade eder­se hem kazaen hem de diyaneten tasdik olunur. Çünkü hulû’, lâfzı kinayatdan olduğu cihetle hem  talâka, hem de talâkdan başkaya ihtimali vardır. Hindiyye, Bence, Bahri Raik, Dürri Muhtar.

(Malikılere göre muhalea yapacak olan zevcin mükellef olması şart tır. Velev ki, sefih olsun. Çünkü sefihin bilâıvez talâkı sahih olduğundan ıvez mukabilinde talâkı evvelâ bittarik sahih olur.

Kezalik: Marazı mevt ile mariz olan bir zevcin muhaleası da na­fizdir. Bu marazından vefat edince zevcesi kendisine varis olur. Velev ki iddeti bitmiş, ba$ka kocaya varmış olsun. Fakat bu maraz esnasında zevcei muhteliası vefat etse kendisi ona varis olamaz. Çünkü kendi elin­deki bir şeyi kendisi iskat etmişdir. Fakat zevcenin marazı mevtinde muhaleayı kabul etmesi caiz değildir. Buna rağmen muhaleada bulunsa talâk nafiz olur, aralarında tevarüs cari olamaz.

Kezalik: Bir kimse, velayeti icbarı altında bulunan kızı hakkında mehri veya sair bir malı mukabilinde muhalea yapabilir. Muhtasarı Ebiz-ziya, Düsukî.)

(Şafiîlerce de rrmhaleada zevcin talâka ehil olması şarttır. Binaen­aleyh talâkı sahih* olmayan kimsenin, meselâ sefehinden dolayı mahcur olan bir şahsın hul’ı sahih olmaz.

Muhaleayı kabul veya iltimas eden zevcenin veya ecnebinin de ma­lında mutlakuttasarruf olması şarttır. Binaenaleyh sefehinden veya rık-kindan dolayı mahcur olanın muhalea için bedel iltizam etmesi sahih ol­maz. Meselâ : bir mahcur sefihe, şu kadar meblâğ üzerine muhaleada bulunsa veya kocası, «Seni şu kadar meblâğ üzerine boşadım» diyib o da kabul etse, ric’iyyen mutallâka olur, bedelin zikri, lâğv bulunur. Velev ki velisi izin versin. Çünkü bu sefinenin bedeli iltizama ehliyeti yok-dur. Şu kadar var ki bunun da hu]û’ kabulü muteberdir. Kabul etme­diği takdirde talâk vaki olmaz. Çünkü zevcin kullandığı tabir, kabulü muktazidir. Meğer ki zevç, hulû ile talâka niyet etsin, zevcenin kabulü­nü kalben iltimas etmiş bulunmasın. Bu halde yine ric’iyyen talâk vaki olur. Tuhfetül’muhtac.)

(Hanbel’lere göre de muhaleanm yedi şartı vardır. Şöyle ki :

(1) : Zevç, talâkı sahih olan kimselerden bulunmalıdır.    Böyle bir kimse muhalea için baliğ veya mümeyyiz olan bir müslimi veya zimmî-yi tevkil edebilir.

(2) : Muhaleada bedeli verecek kimse, teberüa ehl olmalıdır.

(3) : Muhalea, müneecezen yapılmalıdır. Şarta talik edilen bir mu-•halea sahih değildir. «Bana şu kadar meblâğ bezi eder isen seni huT et-dim» denilmesi gibi.

(4) : Hulû, zevcenin tamamı hakkında yapılmalıdır. Zevceyi hita­ben «Seni hulû etdim» veya gıyabında «Zevcemi hulû etdinı» denilmesi eîbi.

(5) : Muhalea, yemini talâkT, – meselâ üç talâk hakkındaki bir ta­liki – iskat için bir hiyle, bir mahlas ittihaz edilmelidir.

(6) : Muhalea, hul’a mevzu tabirinden birile yapılmalıdır. Bir veya iki talâk lâfzile yapılırsa talâkı ric’î vaki olur.

(7) : Hulû’ ile mücered talâka niyyet edilmemelidir. Bu şerait, ta­mam olunca hulû, bainen fesh olmuş olur. Bununla talâkın adedi azalmış mış. olmaz. Neylül’meraib.)[2]

 

Muhaleaya Aîd Bedeler :

319  – : Mehr olması caiz olan her şeyin hul’a, talâka bedel olması da caizdir. Mehr bahsine müracat!.

320 – : Hulû’ ve talâk bedellerinin tecili sahih olduğu gibi tecili de sahihdir. Te’cil müddetinin hasad vakti gibi bir müstedrek  cehalet ile meçhul olması,   tecilin sıhhatine  mani   değildir.   Fakat rüzgârın esme-si veya fülânın ölmesi veya seferden gelmesi gibi bir fahiş cehaletle meç­hul olduğu takdirde te’cile itibar olunmayıb bedelin hâlen edası lâzım gelir.

321 – : Bir kadın, muhalea ânında mevcut olmayıb da âtiyen vü-cude gelecek bir şey üzerine, meselâ : O sene içinde ağaçlarının vere­ceği semeresi veya akarının hâsıl olacak gailesi veya kendisinin kaza­nacağı mal üzerine kocasile muhaleada bulunsa kabz etmiş olduğu meh-rini kocasına red etmesi icab eder. Tesmiye etdiği şey, vücude gelsin gelmesin. Çünkü muhalea zamanında madum olduğundan muaveza ak-dile istihkak hâsıl olmaz.

322 – : Bir kimse, zevcesini vasfı malûm bir hayvan üzerine hul’ etse hulû’ caiz ve tesmiye olunan hayvanın   orta hallisini vermek lâzım olur. Maamafih zevce,, muhayyerdir, dilerse o hayvanı ve dilerse onun kıymetini verir. Lâkin hayvanın vasfı zikr edilmezse talâk vaki olub zevcenin nikâh ile müstahik olduğu şeyleri kocasına red eylemesi ikti­za eder.

Vasıfları malûm elbise, mekilât, mevzunat da muhalea bedeli olabilir.

223 – : Mütekavvim olmayan bir mal üzerine yapılan muhaleada bedel lâzım olmıyacağı gibi zevcenin mehrini zevcine red ve iade etmesi de iktiza etmez.

Binaenaleyh hamr, hınzır gibi halâl olmayan bir bedel mukabilinde yapılan muhalea ile talâk vaki olursa da bir ıvez lâzım gelmez.

324 – : Muhalea bedelini muhalea meclisinde kabz şart değildir. Ni­tekim iskatat üzerine münakid olan sair muavezatda da hüküm böyle­dir. Zahire.

325 – : Zevcenin müstevfn olan mehrini iade veya düğün masra­fını red etmesi,   yahut   zevciyyet haklarından     bir şey taleb etmemesi veyahut iki tarafın biri, birinden bir şey    islomomosi partiyle muhalea akd olunabilir.

326 – : Bedeli muhalea, zevcenin elinde helak olduğu veya bil-istih-kak zabt edildiği takdirde misliyyatdan ise mislini veya kıyemiyyatdan ise kıymetini kocasına zamin olur. Yoksa muhalea bâtıl olmaz. Diirer.

327 – : Bir kadın, kocasından almış olduğu bilûmum eşyayı koca­sına iade etmesi üzerine muhalea olduğu halde o eşyayı evvelce birine satmış veya hibe ve teslim etmiş olmakla iadesi müteazzir bulunsa o eş­yanın kıyemiyyattan ise kıymetlerini, misliyyattan ise misillerini koca* eına vermesi lâzım gelir. Hindiyye.

328 – : Muhaleadan sonra bedeli hul’i tezyid, sahih değildir, Binaenaleyh ziyade  edilen bedel, lâzım    gelmez. Çünkü makudün aleyhin helakinden sonra bedelini arttırmak, bâtıldır. Hindiyye.

329 – : Bir kadın, kendisine şu kadar meblâğ vermek üzere koca-sile mehri ve iddet nafakası üzerine muhtelia olsa hulû’, sahih ve ko­cası üzerine o meblâğı vermek lâzım olur. Nitekim bir kadın, mehrinin bir kısmını kendisine edâ etmek üzere mada mehri mukabilinde muhalea olsa bu kısmı zevcinden isteyib almaya müstahik olur. Yoksa bu kısım dahi muhalea hükmünce sakit olmaz. Mecmuai,cedide, Hindiyye.

330 – : Bir kadın, naf aaki iddeti üzerine hul* olduğu halde nâşize olarak iddet içinde şer’î meskeninde oturmasa kocası, o nafaka bedeli­ni bu kadından isteyeblir. Meğer ki oturmaması takdirinde kocasının bu nafaka bedelini istememesini şart koşmuş olsun.

Kezalik : iddet nafakası üzerine muhalea vukuundan bir kaç gün sonra zevç ile zevce arasında nikâh tecdıd edilse zevç, iddetin bakiyye-sine aid nafakayı bu zevcei muh teli asından istemeğe müstahik olur, Bah­ri Raik.

331 – : Bir kadın, iddeti hayz ile olmak itikadile nafakai iddeti ve mehri üzerine muhalea oldukdan  sonra hamli  zahir olsa hamlini vaz’ edinceye kadar kocasından nafakai    iddetini  taleb edebilir. Ali Efendi fetavası.

332 – : Bir kadın, zevcile mehri ve nafakai iddeti ile çocuğuna üç veya sektz on sene kadar kendi malından infak etmek üzere muhaleada bulunsa hulû, sahih ve bıi şarta riayet lâzım olur.

Binaenaleyh kadın, çocuğunu kocasına bırakarak infakdan kaçınırsa kocası, nafakanın kıymetini ondan alabilir.

Kezalik : Çocuğu bir müddet infak ve imsak etdikden sonr” henüz müddet tamam olmadan bu infakdan imtina etse kocası, müddetin ba­kiyesine aid naafka bedelini isteyib alabilir. Kadın dahi çocuğun kisveini kocasından istiyebilir. Meğer ki kisve  dahi muhalea bedeline  idhal edilmiş olsun.

333 –  : Bir kadın, çocuğunu bulûğu vaktine  kadar imsak etmek üzere hul’ olsa bakılır : Eğer çocuk, kız ise hul\ sahih otur. Amma oğ­lan ise babasının terbiyesine     muhtaç   olacağından hul’,   sahih olmaz.

Hindiyye,

334 – : Bir kadın, çocuğunu imsak etmek üzere hulû’    oldukdan sonra başka birile evlense çocuğu babası alır, velev ki anasının yanında kalmasında ittifak etmiş olsunlar. Bu halde çocuğun babası, müddetin bakiyyesi için imsake aid ecri misi ile bu kadına rücu edebilir. Hindiyye.

335 – : Bir kadın, mu’sire olduğu halde    çocuğunu kendi malın­dan beslemek = infak etmek üzere hûV olsa çocuğun malı bulunmadı­ğı takdirde   nafakasını babasından   isteyib cebren   alabilir.     Bu halde muhalea bedeli olan nafaka,    bu kadının zimetinde  borç olarak kalır.

Hindiyye.

336 – :   Bir kadın,    çocuğunu yaşadiğı  müddetçe  infak  etmek üzere   hul’ ‘olsa müddetin    cehaletine mebni şart,  muteber olmaz.    Bu halde kabz etmiş olduğu mehrini kocasına red etmesi lâzım gelir. Hin­diyye.

337 – : Bir kadın, çocuğunu nezdinde imsak etmek üzere muhalea oldukda bakılır  Eğer imsak müddeti   tayin edilmiş ise  hulû’, sahih olur ve illâ olmaz.  Çocuk,  gerek sütden kesilmiş olsun ve gerek olma­sın. Hindiyye.

Diğer bir kavle göre çocuk, henüz sütden kesilmemiş ise hulû, sa­hih ve imsak müddeti, rezâ’ müddeti olan iki seneye mahmul olur. Ta­tar Haniyye.

338 – : Bir kadın, çocuğunu iki sene emzirmek üzere kocasile mu­haleada bulunsa o müddet içinde çocuğa süt vermeğe mecbur olur. «Ben mu’sireyim = fakireyim, bilâ ücret süt vermem» diye imtinaa kadir ol­maz. Abdurahim fetâvâsı. Şayet süt vermekden imtina eder veya iki seneden evvel çocuk vefat eylerse rezam kıymetini zevcine zamin olur. Bahri Raik.

339 – : Bir kadın, çocuğuna süt vermek üzere muhalea oldukdan sonra kocasile başka bir şey üzerine müsaleha akd edecek bulunsa sulh’e sahih olur. Fethülkadir.

340 –  : Bir kadın, kocasile mehri ve gebe bulunduğu çocuğu do-ğurdukdan sonra iki  sene emzirmesi üzerine  hulû’   olsa caiz olur. Bu halde gebe bulunmadığı bilâhare zahir olursa veya çocuk doğdukdan son­ra hemen ölürse kadının reza =  emzirme kıymetini    kocasına Ödemesi lâzım gelir.

Çocuk, bir müddet sonra Ölürse mütebaki emzirme müddetine reza’ kıymetini ödemek lâzım gelir. Kadm, vefat etdiği takdirde de reza kıymeti terikesinden istifa olunabilir.

Fakat kadın, kendisinin veya çocuğunun vefatı halinde üzerine bir şey lâzım gelmiyeceğini muhalea esnasında şart koşmuş bulunursa ba-del’vefat kocası bir şey talep edemez. Hindiyye.

341 – : Bir kadın, mehrini çocuğuna veya bir ecnebiye vermek üze­re kocasiyle hul’ olsa muhalea caiz ve mehri zevcine ait olur. Binaen­aleyh çocuğun veya ecnebinin mehri talebe hakkı olamaz. Hindiyye.

342 – : Bir kimse, küçük çocuğu kendi yanında kalniiik üzere zev-cesile muhaleada bulunsa hulû’ sahih, şart bâtıl olur. Çünkü çocuğun terbiye ve hizanesi validesine aid olduğundan    bu hakkı babasile anası /btal edemezler. Hindiyye.

343 – : Bir kimse, mükellefe olan kızının veya bir ecnebiyyenin ko­casiyle bunların mehri veya nafakası mukabilinde muhalea yapsa bak» Ur : Eğer bu kız veya ecnebiyye buna icazet verirse hulû’ caiz ve mehr ve nafaka sakıt olur. Amma icazet vermediği gibi o kimse de mehri ve­ya nafakayı zamin olmaz ise hulû” caiz ve talâk vaki olmaz. Zamin ol­duğu takaırde ise icazete muhtaç olmaksızın talâk tahakkuk eder. Bu halde o kadın, medhulün biha ise mehrinin   tamamını,  değilse yarısını Kocasından alır, kocası da bu mehr ile o kimseye rücu eder. Hindiyye.

Şayet o kimse, bilâ emr mehr veya nafakayı zamin olur da kadın dahi muahharan icazet verirse artık mehr ve afakasile ne kocasına, ne de o kimseye rücu edemez. Çünkü icazeti lahika, vekâleti sabıka hükmündedir. Mebsut.

544  – : Muhalea bedeli hakkında rehn ve kefalet itası caizdir. Bah­ri Raik. (Mâlikîlere göre muhalea bedelinin halâl olması şarttır. Binaen­aleyh hamr hınzır, mağsubiyeti. mesrukiyeti malûm olan herhangi bir mal, hul’a bedel olamaz. Şayed böyle bir şey mukabilinde muhalea yapı­lırsa talâkı bain vaki, bedel batıl olur. Bedel, kısmen haram olduğu tak­dirde de hüküm böyledir. Zevç, hiçbir şey alamaz.

Muhaleada bedelin muhakkakulvücud olması şart değildir. Binaen aleyh bir hayvanın karnındaki yavrusu mukabilinde muhalea yapılabilir. Bilâhare yavru zuhur ederse zevç onu alır, zuhur etmezse bir şey iste­yemez. Bainen talâk vaki olmuş olur.

Bedeli muhaleanın malûmülvasf olması da şart değildir. Binaena­leyh lâalettayin bir mikdar kumaş veya bir at vermek üzere hulû’ ya­pılabilir. Bu halde bunların orta hallisini vermek icab eder.

Bedeli muhalleanm makdurütteslim olması da şart değildir. Binaenaleyh kaçmış bir hayvan veya henüz salâhı belirmemiş bir ekin üzerinj hul’ yapılabiliı İleride bunları teslim mümkün olmasa da talâkı bain vaki olmuş olur.

Zevcenin hamli müddetine aid nafakası üzerine veya çocuğunun hı-zanesi zevcine aid olmak üzere de hulû yapılabilir. Şu kadar var ki, ka­dın, nafakasını tedarükden âciz bulunursa bunu kocası .tedarik eder. Bu, kadının zimmetinde bir borç olur.

Hızane hususnda da zevç, çocuğu sıyanete kadir olmaz veya çocu­ğun anasından ayrılmasından dolayı mutazarrır olacağından korkulur-sa talâk vaki olmakla berber hızne bİl’ittifak sakıt olmaz.

Bir muyyen muhaiea bedelinin başkasına aidiyeti bilâhare tebey-yün etse hûl’ sahih olmaz. Velev ki- sahibi icaset versin. Muhtasarı Ebiz-ziya, Elmezahibüi’erbea.)

(Şafiîlere göre de muhalea bedelinde,,-ş.u gibi     jartlar vardır:

(1) : Bedel, maksud olmalı, yani : Bir kıymeti maliyeyi haiz bulun­malıdır. Eğer böyle  bir  kıymeti haiz olmazsa     talâk,  ric’î  olarak vaki olur.

Nafakai iddet, hakkı hazane, çocuğu bir müddet İrza’ veya infak dahi birer, mali maksud sayıldığından bunların mukabilinde hulû’, sa-hihdir.

(2) : Bedel, zevç cihetine raci olmalıdır. Binaenaleyh bir kadm, ko­casından başka bir kimse zimmetindeki alacağından o kimseyi ibra etmek üzere kocası tarafından  tatlik  edilse bununla     beynunet  hâsıl olmayıb yalnız ric’iyyen talâk vücude gelir.

(3) : Bedel, malûm olmalıdır. Meçhul olursa mehri misi mikdan bir mal mukabilinde bainen talâk vaki olur. Bedelin lâalettayin bir hayvan, meselâ bir deve veya libas olması gibi. Bedel, kısmen meçhul olduğu tak­dirde de hüküm böyledir. Meçhul bir alacakdan ibra mukabilinde yapıla­cak talâk ise  hiç muteber değildir.  Meselâ  :   Bir  kimse, zimmetindeki meçhul bir boredan ibra edilmesi mukabilinde zevcesini tatlik etse bu­nunla talâk vaki olmaz. Çünkü bu takdirde   beraet tahakkuk etmiyece-ğinden muallâkun aleyh bulunmamış olur.

(4) : Bedel, mevcud  ve  makdurütteslim  olmalıdır. Binaenaley be­del, gayri mevcud olursa mehri misi mukabilinde beynunet husule gelir. Bedelin mağsub  veya teslimi  gayri  kabil  olması  halinde  de     hüküm böyledir.

(5) : Bedel, halâl bir şey olub fâsid bulunmamalıdır.    Binaenaleyh bedel, hamr, lunzir gibi bir şey olursa    talâkı bain vaki olur, zevcenin zevcine mehri misli mikdarı bir şey vermedi lâzım gelir.

Bedel, şu kadar meblâğ ile şu kadar hamr gibi kısmen sahih, kıs­men fasid olduğu takdirde de zevce üzerine o sahih kısım ile beraber mehri misli mikdarı bir mal lâzım gelir. Tuhfe, ElmezahibüTerbea.)  (Hanbelîlere göre de muhaîea bedelinin halâl bir mal olması şart-dır. Bedel, halâl olmaz, iki taraf da buna vâkıf bulunursa hulû’ tahak­kuk etmez. Fakat bedelin haram bir mal olduğuna iki taraf mutta­li bulunmamış olursa hulu’, sahih olur. O malın kıymetini veya halâl olarak” misli mevcud ise mislini kadının kocasına vermesi lâzım gelir.

Bedeli hul’un malûm olması şart değildir. Binaenaleyh bir hanede bulunan gayri muayyen meta’ üzerine muhalea yapılsa hulû” sahih olur. Hanede bulunan az çok eşya zevce verilir. Şayed hanede hiç bir şey bulnmazsa zevç, meta ıtlak olunacak az bir şey müstahik olur.

Bedeli hul’un mevcud olması da şart değildir. Belki vücudüne intizar olunan bir mâdum da bedel olabilir. Bir hayvanın karnındaki yavrusu, bir ağacın vereceği meyvası gibi. Yavru zuhur etmezse kadının bir mal verib kocasını razı etmesi iktiza eder. Aralarında terazi hâsıl olmazsa zevce üzerine kocasına yavru adı verilecek bir şey .vermek lâzım gelir.

Bedelin tavsif edilmesi de şart değildir. Meselâ : vasfı beyan olun-mıyan bir at veya bir libas mukabilinde hulû’ yapılabilir. Bu halde aşağı halde bir at veya libas verilmesi lâzım gelir.

Bir hanenin muayyen bir müddet süknası veya bir gocuğun muay­yen müddetle emzirilmesi veya infak edilmesi mukabilinde muhalea şa­hindir.

Hanbeiî fukahasına göre hulû’daki ıvez, mehr ve bey’deki ıvez gi­bidir. Binaenaleyh muhalea bedeli, mekîlât ve mevzunattan olunca zev­cin zemanına girmez ve zevç, kabz etmedikçe bunlar da tasarrufda bu­lunamaz. Fakat bunlardan başka olunca zevcin zemânlna girer ve zev­cin bunlarda kablelkaoz tasarrufu sahih olur. Elmuğnî. Mağsub veya merhun bir mal mukabilindeki bir muhalea ise sahih değildir, bununla talâk vaki olmaz. Elmezahibül’erbea.)

(Zahiriyyeye göre muhalea bedelinin malûm bir mal veya muayyen bir hizmet olması lâzımdır. Meçhul veya gayri muayyen mallar, hiz­metler muhalea bedeli olamaz. Elmuhall.)[3]

 

Muhaleanın Hükümleri

345  –  : Yapılan bir muhalea üzerine aşağıdaki meselelerde göste­rilen hükümler, semereler terettüb eder.

346 – : Muhalea ile bir talâkı bain tahakkuk eder. Ve nîyye’t in­dinde üç talâk sabit olur. Zevce üzerine de deruhde ettiği hulû’ bedeli lâ­zım geür. İki niyyet edildiği takdirde ise yalnız bir talâk vaki olur. Hin­diyye, Şihabüddin.

347 – : Bedel lâzım olmıyan hallerde hulû1 veya bey maddesile ak­dedilen muhalea ile talâkı bain vaki olur. Tekarrübden sonra talâk mad­desile münakid muhalea ile do talâkı ric’î tahakkuk eder.

Nitekim zevcenin mehrinden başka deyninden kocasının zimmetini ibra veya zevcin zimmetindeki deynini bir müddetle te’hir etmesi üzeri­ne yapılan tatlîk ile de talâkı ric’î sabit olur. Hindiyye.

348 – : Hulû.’ ve mübarree, zevç ile zevcenin filhal kaim nikâha müteallik birbirindeki bütün haklarını iskat eder.

Binaenaleyh muhaleadan, mübarreeden sonra zevce, mehrini ve ma­ziye aid mukadder nafakasını zevcinden isteyemiyeceği gibi zevç de ka­milen veya kısmen vermiş olduğu mehr ve nafakayı zevceden istirdat edemez. Velev ki tekarüb vuku bulmuş olmasın.

Kezalik : Bir kimse, mehr tesmiye etmeksizin tezevvüc ettiği bir kadınla tekarrübdon evvel muhaleada bulunsa zikre muhtaç olmaksızın müt’a sakıt olur.

Beyi ve şira lâfızlarile münakid bir muhalea da bu hükümdedir. Hin­diyye, Mecmaül’enhür.

349 – : Hulû, ve mübaree ile sabık bir nikâha aid haklar, sakıt ol-mıyacağı gibi nikâha müteallik olmayan sair haklar da sakıt olmaz.

Binaenaleyh zevç ile zevceden hiçbirinin diğeri üzerine dâvaya hak­kı olmamak üzere muhalea ve mübaree akd edildikten sonra biri, diğe­rinden nikâha müteallik olmayan bir cihetden veya sabık nikâhdan do­layı şu kadar alacağı olduğunu iddiada bulunsa dâvası sahih olur. Meğer ki hulû’ ve mübaree esnasında o alacakdan dahi ibrayı şart etmiş olsun­lar. Hindiyye, Zahire, Bahri Raik.

350 – : Muayyen bir mal mukabilinde yapılan muhalea ve müba-reeden dolayı zevç, yalnız o muayyen mala müstahik olur. Artık hiçbiri diğerinden (348) inci mesele veçhile mehr namına bir şey İsteyemez.

351 – : Hulû’,’mübaree ve talâk alâ mal ile meşrut olmadıkça id-det nafakasından ve çocuk nafakasile rezaından beraet vaki olmaz. Meş­rut olduğu takdirde ise beraet tahakkuk eder. Şu kadar var ki, sükna-dan beraet sahih olmadığı gibi müddet tayin edilmedikçe çocuk nafaka­sından beraet dahi sahih olmaz.

Binaenaleyh süknadan veya müddet tayin edilmeksizin çocuk nafa­kasından beraet şartile muhalea akd edilse talâk, vaki olub beraet sa­bit olmaz. Çünkü süknaya hakkuliah taallûk otdiğinden bunu iki taraf İskata salahiyetli olamaz. Müdetin cehaleti ise münazaayı mucib olaca-ğınlan beraetin sıhhatine manidir.

Şu kadar var ki, süknanın meunetinden beraet, sahihdir. Bu halde zevcenin kendi hanesinde veya istikra odoccği bir hanede iddetini ikmal etmesi lâzım gelir. Hindiyye, Zeyleî, Bcdayi.

352  – : Muhalea esnasında nafakadan  ibra caiz ise de muhalea­dan evvel ve sonra ibra caiz değildir.

Binaenaleyh bir kadın, hulû’dan sonra kocasını nafakai iddetinden ibra etse bu ibra, caiz olmaz. Çünkü nafaka, şey’en feşey’en vacib ola­cağından henüz vacib olmayan bir şeyi müstakillen iskat, muteber ola­maz. Muhalea esnasında ise bu ibra, iskatı zımnî kabilinden olacağı ci­hetle muteber olur.

Kezalik : adının iddet nafakasını kabz etmiş olduğuna diar ikrarı da muteberdir.

353 – : Bir kimse, zevcesine hitaben «Ben senin nikâhından” beri ol­dum» dese kabule muhtaç olmaksızın talâkı bain, vaki olub bununla ni­kâha müteallik bir şey sakıt olmaz.

Fakat «Şu kadar bedel üzerine berî oldum» derse zevcenin kabulü­ne tevakkuf eder, bu, bedel mukabilinde talâk demek olduğundan zevce bu bedeli kabul etmedikçe talâk tahakkuk etmez. Reddi Muhtar.

354  – ; Bir kadın, zevcine hitaben «Üzerindeki hakkımdan talâkım üzerine seni ibra etdim» deyib zevci de kabul ederek o meclisde onu tat­lik etse, vaki ve beraet hâsıl olur. Red.

355 –  : Muhaleadan sonra zevç ile zevceden biri, iddetin inkıza-sından evvel vefat etse diğeri ona varis olamaz. Çünkü her biri, muha­lea akdine muvafakatle hakkını ibtale   razı     olmuşdur. Hidaye, Bahri Raik.

356 – : Bir kimse, marazı mevtinde sıhhatde bulunan zevcesile bir bedel üzerine hul’ olsa o bedel mukabilinde hulû’ vaki olub badehu mez bure mirasa müstahik olmaz. Çünkü firkat, kendisinin kabulile vaki ol­muşdur. Mebsut.

357 – : Zevcenin maarzı mevtinde vuku bulacak muhalea, malının sülüsünden muteberdir.

Binaenaleyh bir kadın, marazı mevtinde bir bedel üzerine zevcile muhalea oldukda bakılır: Eğer medhulün bina olub da iddeti içinde ve­fat ederse zevç, muvazaa tâhmetini def için hissei irsiyyesiyle bedeli hu­lû’ ye sülüs maldan ekalli ahz eder. Amma kadın, medhulün biha bulun­maz veya ıddetten sonra vefat eder ise zevç, bedeli hul’ ile sülüs mal­dan ekalle müstahik olur.. Çünkü bu takdirde veraset, cari değildir. Dür-ri Muhtar.

« (Muhalea; îmam MâliKe, Sevriye, ve İmam Şafünin ezheri ak­valine ve îmam Ahmedin bir kavline göre talâkı baindir. İmam Şafiînin bir kavline ve imam Ahmedin esahhı akvaline göre de fesihdir, bununla talakın adedi noksan olmaz.

Muhalea, gerek talâk ve gerek fesih olsun ric’ate münafidir. Yalnız Saîd ibni Müseyyeb ile Zührîye göre zevç, muhayyerdir. Dilerse bedeli hul’i alır, artık ric’ate müstahik olmaz, dilerse bu bedeli red ederek ric’-atde bulunabilir. İmam Şafiî ile imam Ahmede göre muhalea ve mübaree ile mehr vesaire sakıt olmaz.

Binaenaleyh muhaleada bulunan kadın, medhulün biha ise tam mehre, değilse nısıf mehre miistahik olur. Mehr tesmiye edilmemiş ise müt’a icab eder. Müstakbel nafaka da sakıt olmaz.

Mahaza Hanbelî mezhebine göre bir kadın, kocasile nafakai iddeti mukabilinde muhalea yapabilir. Şu kadar var ki kadın, gebe olmalıdır. Ol­madığı takdirde iddet nafakasına müstahik olamıyacağından nafakası mukabilinde muhalea olamz.

Şafiî mezhebine göre de nafaka, muhaleaya bedel olamaz. Çünkü muhtelia olan kadına nafaka lâzım gelmez. Binaenaleyh böyle bir nafa­ka üzerine muhalea yapılsa mehri misi nisbetinde bir mal lâzım gelir.

Hanbelîlere göre bir kadın, marazı mevtinde mirasından ekser bir bedel mukabilinde kocasile muhaleada bulunsa hulû’, muteber olur, va­risleri mirasdan ziyade mikdar ile kocasına rücu edebilirler.

imam Mâlikden bu babdaki bir kavle göre zevç, ıvezin tamamına müstahik olur.    Bir kavle  göre  de kadının hul’ı     misli nazarı  tibare alınır.

imam Şafİîye göre de eğer mehri misli mukabilinde muhalea yapmış ise caiz olur. Bu mikdardan zaid bulunursa ziyade mikdar, terikesinin sü­lüsünden muteber olur. Elmuğnî.)

(Zahiriyyeye göre hulû’, bir talâkı ric’îdir.” Meğer ki üç talâk İle yapılsın veya üçüncü bir talâk olsun veya zevcei muhtelia, medhulün biha bulunmasın. Aksi takdirde zevç, iddet içinde müracaat ederek zev-ciyyet rabıtasını idame edebilir. Kadın, razı olsun olmasın. Şu kadar var ki, bu   takdirde kadın,  vermiş     olduğu   muhalea bedelini İstirdad edebilir.

Maamafih bir zümreye göre hulû’, ancak veliyyül’emrin iznile caiz olur. Elmuhallâ.) [4]

 

Talaka Ve Muhaleaya Daîr Vekaletler :

358 – : Talâka ve muhaleaya tevkil caizdir. Bu hususdaki vekâlet, meclis ile mukayyed bulunmaz. Elverir ki azl bulunmasın.

Zevç ile zevcenin muhalea için bir şahsı vekil tayin etmeleri de ca­izdir.

359 – : Bir kimse, zevcesini tatlik için bir şahsı tevkil etdiği halde onu bizzat kendisi tatlik etse iddeti içinde o şahıs da ayrıca tatlik edebi­lir. Fakat  iddetin inkızasım  müteakib nikâh tecdid edilse artık vekilin talâkı vaki olmaz.

360 – : Bir kimse bir şahsa hitaben «ister isen zevcemi tatlik için vekilimsin» deyib o şahıs da o meclisde istese vekâlet münakid olur. Fa­kat istemeksizin meclisden kıyam ederse vekâlet tahakkuk etmez.

361 – : Bir talâka vekil olan, iki talâk ika etse, İmam Azama gqre asla talâk vaki olmaz. Imameyne göre yalnız bir talâk vaki olur.

362 – : Bir kimsenin «Zevcemi tatiik et» diye tevkil etdiği şahıs, üç talâk ile tatiik etse bakılır : Eğer o kimse, üç talâka niyyet etmiş ise talâk vaki olur. Niyyet etmemiş ise, imamı Azama göre asla talâk vaki olmaz. Imameyne göre yalnız bir talâkı ric’î vaki olur.

363 – : Talâkı ric’îye vekil olan, talâkı bainde bulunsa bir talâkı ric’î vaki olur. Bilâkis bir talâkı baine vekil olan, talâkı ric’îde, bulunsa bir talâkı bain tahakkuk eder.

364 – : Bir şahsın lâalettayin zevcelerini tatlike vekii olan kimse, bunlardan lâalettayin birini tatiik etse yalnız onun hakkında talâk vaki olur. Bu talâk, zevcelerden’diğerlerine sarf edilemez.

365 – : Bir kimse, bir şahsa hitaben «Fülân kadım tezevvüc eder­sem tatiik et» deyib badehu tezevvüc etse o şahsın tatliki sahih olur.

366 – : Bir kimse, ecnebi bir kadına «Sen şu işi yapar isen boş ob deyib kocası da buna icazet verdikden sonra kadın o işi yapsa hakkında talâk vaki olur.  Icazetden evvel yaparsa talâk vaki olmaz. Fakat ica-zetden sonra tekrar yaparsa talâk tahkkuk eder.

Bu, talâkı fuzuliye icazet demekdir. Lâkik icazet ise sabık vekâlet hükmündedir. “

367 – : Talâka vekil olan kimse, bir mal mukabilinde muhalea yap­sa bakılır: Eğer zevce medhulün biha değilse hulû’, sahih olur. Medhu-iün biha ise sahih olmaz. Çünkü bu suretde    beynunet hâsıl olacakdır. Bu ise zevç hakkında müracaat salâhiyetini men edeceği cihetle muzirdir. Duhulden evvel talâk ise zaten beynuneti icab edeceğinden bu tevkil ile o zarara esasen razı bulunmuştur.

368 – : Hul’a vekil olan, muhalea bedelini kabza da vekil olmuş ol­maz. Binaenaleyh mezun olmadıkça bu bedeli kabzi edemez.

369 – : Alelıtlak – bedel zikr edilmeksizin – hul’a vekil olan, az veya çok bir bedel mukabilinde hulû’ yapabilir. Bilâ bedel yapamaz.

Bu, imamı Azama göredir. Imameyne göre zevcenin mehri mislin­den az bir bedel mukabilinde hulû’ yapamaz.

370 – : Hul’a vekil olan kimse; şu kadar meblâğ mukabilinde kendi­si zamin olmak üzere muhaleada bulunabilir. Velev ki zeman hakkında zevcenin bir emri bulunmasın. Bu halde vekil, bu meblâğ ile zevceye rii-cu edebilir. Velev ki kendisi bunu henüz zevce eda etmiş olmasın.

Fakat vekil,-zamin olmadıkça bedeli hulû’ kendisinden taleb edile­mez. Çünkü muhaleada hukuki akd, men lehülakde *raci’dir, vekile raci değildir.

371 – : Bir kadın, kocasına, hitaben «Şu ^iin bc’ni yu kadar meblâğ mukabilinde hulû’ et» dese» bu, tevkil  olmuş olur. Binaenaleyh bilâhare bu sözünden rücu ederek kocasını bundan men edebilir.

372  –  : Talâka vekil olan kimse, vekâlete henüz muttali olmadan tatlikde bulunsa talâkı nafiz olmaz.

373 – : Talâka vekil olan, başkasını tevkil edemez. Binaenaleyh tevkil edeceği bir şahsın veya    herhangi bir fuzulinin

kendi huzurunda yapacağı talâka icazet vermesi muteber olmaz.

374 – : Sünnet veçhile tatlike vekil olan kimsenin sünnete muhalif suretde yapacağı tatiik, muteber değildir.    Hayz haline müsadif olacak tatiik gibi.

375 –  : Bir kimse, zevcesinin emri   talâkını veya muhaleasını iki şahsa tefviz etdiği halde bunlardan yalnız birisi tatlikde bulunsa talâk vaki olmaz. Çünkü bu veçhile olan tefviz ve tevkil, her ikisinin fi’line ta­lik mesabesindedir. Binaenaleyh birisinin fi’lile muallâkun aleyh vücude gelmiş sayılamaz.

376 – : Vekil, müvekkilinin tayin etdiği   bedelden az bir bedel ile muhalea akd edecek olsa müvekkili müciz olmadıkça hulû’ vaki olmaz. Bahri Raik, Dürri Muhtar, Hindiyye, Haniyye.

 (Mezahibi selâseye göre de talâkda, hulû’da tevkil caizdir. Zahi-riyye fukahası ise buna kail değildirler. Nitekim tefviz bahsinde beyan olunmuştur.) [5]

 

Talâka, Muhaleaya Müteallik Davalar Ve Şehadetlee:

377 – : Talâkın esbabı sübutiyyesi, ikrar ile beyyinedir. Binaenaleyh bir kadın, talâk iddiasında bulunmakla kocası «Evet ben seni tatiik etdim» diye itirafda bulunsa aralarında talâk tahakkuk eder. İnkârına mukarin kadın beyyine ikame etse yine talâk sabit olur.

Kezalik : Bir kimse, bir kadına hitaben «Ben seni tatiik etdim» ve­ya «Sen benden mutallâkasm» dese bununla aralarında nikâh bulunmuş olduğunu ikrar etmiş ve müfarekat vukua gelmiş olur.

378 – : Bir kimse, zevcesini meselâ : üç ay mukaddem boşamış ol­duğunu ikrar etse bakılır : Eğer onu bu tarihden sonra tezevvüc etmiş ise talâk vaki olmaz. Fakat daha evvel tezevvüc etmiş ise talâk vaki olur. Şu kadar var ki, zevcesi böyle üç ay mukaddem tatiik vukuunu tasdik eder­se iddeti, talâk vukuu tarihinden başlamış olur.   Tasdik etmeyib tekzib ederse iddeti, bu ikrar zamanından başlar.

379 – : Bir kimse, mehr tesmiye    ederek tezevvüc etdiği bir ka­dına duhul etdikden sonra onu duhulden evvel boşamış olduğunu ikrar etse bununla talâk vaki ve mehri müsemmanın yarısı lâzım olur. Bu ta-ladan sonraki duhulden dolayı da mehil misi icab eder.

380 – : Bir kimse, zevcesini Üç talâk ile boşadığını, sonra da kab-lettahlü yine tezevvüc eylediğini ikrar zevcesi ise talâkıinkâr veya tah­lil vukuunu iddia eylese araları tefrik olunur. Zevce de duhul vaki olma­mış ise nısıf mehre, vaki olmuş ise tam mehr ila nafakai iddete müsta-hik olur. Hindiyye.

381 – : Talâk bir şarta talik edildikden, meselâ : Zevcinin rızasi ol­maksızın zevcesinin fülân yere gitmesine rabt olundukdan sonra zevce, zevcenin rızası olmaksızın o yere gitdiğini dâva, zevç ise izni ile gitmiş olduğunu iddia edib ikisi de beyyine ikame edecek olsa zevcenin beyyinesi

racih olur.

382 – : Bir müteveffanın varisleri, o müteveffanın   zevcesini bai-nen tatlik etmiş olmakla onun varis olamıyacağına, zevce de talâkın ric’î olub iddetin devamına mebni varis olacağına beyyine ikame etse varis­lerin beyyinesi racih olur.

383 – : Bir müteveffanın varisleri, müteveffanın zevcesini kablel-vefat boşamış olduğuna, zevcesi de onun vefatına kadar menkuhesi bu­lunduğuna beyyine ikame etse varislerin beyyinesi tercih olunur. Çünkü bu beyyine, inkâra karşı talâk vukuunu müsbitdir.

384 – : Zevce, tarih beyan ederek veya etmiyerek talâk vukuuna, zevç de tarih beyan etmeksizin nikâha beyine ikame etse zevcenin bey­yinesi racih olur.

385 – : Bir erkek, bir kadını şu kadar zaman mukaddem nikâh etdiğine, kadın da o tarihden sonra talâk vukuna beyyine ikame etse ba­dının beyyinesi mürecceh olur.

386 – : Bir erkek, bir kadım şu târihde nikâh etdiğine, kadın da o tarihden mukaddem talâk vukuuna beyyine ikame etse erkeğin beyyi-nesi tercih olunur.

387 – : Bir erkek, bir kadını fülân tarihde nikâh etdiğine, kadın da o tarihde talâk vukuuna beyyine    ikame etse kadının beyyinesi racih olur.

388 – : Bir kadın, zevcinin hali sahuvda = aklı başında iken irtidad etmesiyle aralarında  beynunet vukuuna,  zevç de  kendisinden   riddetin hali sekirde vuku bulduğuna beyyine ikame edecek olsa zevcin beyyinesi müreccah olur. EttarikatülVazıha.

389 – : İhtida etmiş olan bir kadın, zimmî olarak vefat eden koca­sından miras taleb ederek vefatından sonra ihtida etmiş olduğunu iddin, varisler de vefatdan evvel ihtida etmiş olduğunu müdafaaten dermeyaı1 etseler söz, varislerin olur. Kadın için İddiasını beyyine ile İsbat lâzım gelir. İbni Nüceym.

390 – : Bir kadın, zevcinden üç talâk ile mutallâka olduğunu dâva etmekle zevci, bu kadını tahlilden sonra tekrar tezevvüc etdiğini ve ken­disinin bu veçhile ikrarı dahi bulunduğunu dâva ve inkâra mukarin bey­yine ikame eylese aralarında zevciyyet muamelesi cari olur. Netice.

391 – : Bir erkek ile evlenen bir kadın hakkında başka bir erkek zuhur edib de “Sen benim zevcenisin diye iddia etmekle kadın  “Sen beni bainen boşamış idin” diye beyyine İkame eylese bu idia, def edil­miş olur. Feyziyye.

392 – : Bir kadın, bir erkek ile izdivaç ettiğini ve duhulden sonra tatlik edildiğini bil’İddia mehr talebinde bulunduğu halde beyyine ika­mesinden âciz kalsa o erkeğe yemin verdirebilir. Netice.

393 – : Muhaîea vukuu da zevç ile zevcenin tesadükile sabit olacağı gibi beyyine ile de sabit olur.

Meselâ : Bir kimse, zevcesile on beş bin kuruş üzerine muhalea yap­mış olduğunu zevcesinin inkârına mukarin dâva etmekle iki şahıs bu dâvaya müttefiküllâfz velmeal şehadetde bulunsalar muhalea sabit olur. îki şahidden biri, on bes bin, diğeri de on’ bin kuruş üzerine muhülea yapılmış olduğuna şahadetde bulunsa on bin kuruş hakkında şahadetleri makbul olur.

Fakat zevç, on bin kuruş üzerine muhaleayı iddia etdîği takdirde bu veçhile ziyadeye şahadet, makbul olmayıb mücerred zevcin ikrarına binaena talâk vaki olur. Bahri Raik.

394 – : Zeyc, bir bedel mukabilinde muhalea vukuunu iddia, zev­ce de inkâr etse zevcin ikrarına mebni evvelki «neselede olduğu gibi bai­nen talâk vaki olup bedel hususunda söz zevcenin, beyyinede zevcin olur. Çünkü zevce bedeli münkirdir. Dürri Muhtar. Reddi Muhtar.

395 – : Bir kadın, kocasının inkârına mukarin bir bedel mukabi­linde muhalea yapıldığını bilâ beyyine iddia eylese bununla hulü’ sabit talâk vaki ve ikrar eylediği bedel lâzım olmaz. Çünkü zevce, talâkı ikaa muktedir olmadığından mücerred bu iddiasile talâk vaki olmıyacağından bizzarure bedel de lâzım gelmez. Bilâ bedel muhalea iddiasında bulundu­ğu takdirde de hüküm, böyledir. Dürri Muhtar.

396 -: Bir kadın, muhaleayı da’va, zevci de inkâr etmekle iki sa­hiden biri,  muhaleanın ‘meselâ on bin,  diğeri  de sekiz bin kuruş üze­rine   vukuuna şahadet  eylese    bununla muhalea    sabit   olmaz.    Bahri Raik.

397  – : Kadın, muhalleanın sıhhatini, kocası da fesadını iddia et­se söz, kocasının olur.

Meselâ : Zevce, zevcenin muhalea hususundaki icabını meclisde ka-ul etmiş olduğunu beyan ile muhaleanın sıhhatini dâva, zevci de bu abulün meclisden kıyamdan sonra vukuunu iddia eylese – muhaleayı ıünkir bulunmuş olacağından – söz zevcin olur. Hindiyye.

398 – : Zecv, muhaleada istisna veya şart bulunduğunu iddia, zev-e de bunu tekzib etse söz, zevcin olur. Fakat iki kimse, zevcin bilâ is-isna veya bilâ şart hulû’  veya tatlik etmiş olduğuna şahadet ederler-ıe zevcin sözü kabul olunmaz. Şu kadar var ki şahidler «Biz ondan hulû’ /eya talâk lâfzından başka bir şey işitmedik» derlerse yine söz, zevcin jlub zevcesile beyinleri tefrik olunmaz.  Meğer ki zevcden bedeli kabz ?tmek gibi huîû’ ve talâkın sıhhatine delâlet eder bir şey görülmüş ol­sun. Bezzaziyye.

399 – : Bir kadın, kocasile bir bedel üzerine hulû’ oldukdan son-«Kocam beni muhaleadan evvel üç talâk ile veya bainen boşamiş olduğundan hul’un ademi sıhhatine nıebni verdiğim bedelin istirdadı matlûbumdur» diye dâva ve beyyine ile müddeasını isbat eylese vermiş ol­duğu bedeli geri alabilir. Hindiyye.

Aralarında neseb, reza, sıhriyyet gibi bir sebeble hürmet bulunmuş mahalli hafa da tenakuz, dâvanın sıhhatine, beyyinenin kabulüne mani olmaz. Mebsutı Serahsî.

400 – : Bir mecnunun zevcesi «Kocam sıhaht halinde İicen benimle muhalea yapdı» diye beyyine ikame edib zevcin velîsi veya ifakatinden sonra kendisi  dahi .Tiuhaleamn cinnet halinde vukuuna beyyine  ikame iylese zevcenin beyinesi tercih olunur. Hindiyye.

401 – :  Muhaieadan sonra zevç ile zevce,     kabulün tav’an veya ker’hen vukunda ihtilâf etseler söz, ma*al’yemin zevcin olur. Reddi Muh­tar.

402 – : Zevce, mutallâka olduğunu beyyinesiz dâva ve mehrile id­de t nafakasını taleb, zevç de hulu’ vukuunu iddia eylese söz, mehî1 hak­kında zevcenin, nafaka hakkında zevcin olur. ÇÜnkü mehr, dâvadan evvel sabit olduğundan sukutunu iddia makbul değildir. İddet nafakası ise ev­velce vacib olmadığından zevcenin bilâ beyyine istihkak iddiasına itibar olunmaz. Dürri Muhtar, Carniürfüsuleyn.

403 –  : Muhaleanın vukuu beyyine ile sabit    oldukdan sonra zevç «Ben zevcem İle muhalea olmuşdum. Fakat onu bilâhare tekrar tezevvür. etdim» diye müdafada bulunsa dâvası mesmu olur.

404 – : Muhalea bedeli hakkında ziyadeyi müsbit olan beyyine, ter­cih olunur.

Meselâ : Zevç ile zevce, muhaleadan sonra bedelin mikdarında ih-ti-lâf edib zevç, on bin, zevce de sekiz bin kuruş idi diye iddia etse söz, zev­cenin olub zevcin beyyinesi müreccah bulunur. Mebsut.

405 – : Zevç ile zevce, muhaleadan sonra hulû’ bedelinin cinsinde ya nev’İnde veya mikdarında, yahut vasfında ihtilâf    etseler söz, zevcenin olub beyyine zevce teveccüh eder.

Nitekim zevce, muhaleanın bedelsiz olarak yakılmış olduğunu iddia etdiği takdirde de bedeli münkr olduğundan – söz, kentlisinin olub zev­cin beyyinesi tercih olunur. Bahri Raik,

406 – : Muhalea bedelindn cinsinde veya nev’inde ihtilâf eden şa-hidlerin şahadetleri makbul olmaz. Meselâ : Şahitlerden biri nükud, diğeri de uruz mukabilinde muha­lea akdedildiğine şahadet etse bununla hulû’ sabit olmaz. Çünkü müd-dei, hangisini iddia etse diğerini tekzib etmiş olur. Mebsutı Hul-vanî.

« (MaMkîlere göre zevç ile zevce, talâkda bedelin mevcut olduğun­da veya olmadığında ittifak etdikleri halde talâkın adedinde ihtilâf etse­ler, meselâ: Zevce üç talâk ile zevç de bir talâk ile tatliki iddiada bulun­sa söz, yeminile zevcin olur. Şayed yeminden nükûl ederse yemin edin­ceye kadar hapis edilir. Hapis müddeti uzarsa diyaneten tasdik olunur. Yoksa zevce tahlif olunmaz. Çünkü talâk, zevcin nükûlü takdirinde zev­cenin yemin etmesile sabit olmaz.

Zevç, muhalea iddiasında bulunduğu halde zevce bilâ ıvez talâk dâ-ve etse zevce tahlif olunur. Üzerine ıveîs lâzım gelmeksizin mübane olur.

Kezalik : Zevceyn, hulû’da ittifak etdikleri halde bedelin mikJsrm-da veya cinsinde ihtilâf edib zevç, fazla bir mikdar veya başka bir cins iddiasında bulunsa zevce talhif olunur. Yemin edince mübane olur. Ken­disinin iddia etdiği bedeli zevcine vermesi İcab eder. Zevce yeminden nü­kûl ederse zevç tahlif olunur. Yemin edince iddia etdiği mikdara veya cinse müstahik olur. Şayed o da yeminden nükûl ederse yine zevcenin iddia etdiği bedel taayyün eder. Şerhi Ebil’berekât, Haşiyei Düsûkî..

(Şafiîlere göre de zevç, bir bedel mukabilinde talâkı idciia, zevce ise meccanen talâk yapıldığını maalyemîn iddia etse bilâ ıvez mübane olur. Çünkü asi olan, zimmetinin beraetidir. Fakat zevç, iddiası üzerine bir şahid İkame edib kendisi de yemin ederse  ıveze müstahik olur.

Zevce,  hulu’  iddia etdiği halde zevç inkâr eylese zevç, yeminile  tasdik olunur. Zira asi olan hul’un ademidir. Fakat zevce, iki erkek şahid ikame ederse mübane olur. Zeci kendisinden bir bedel isteyemez. Çünkü muhaleayı münkir bulunmuştur.

Muhalea yapanlar, bedelin cinsinde veya mikdarında ihtilâf edib hiç birinin beyyinesi bulunmasa veya beyyineleri müteariz olsa tehalüfde bulunurlar. Bunun üzerine beynunet hâsıl olur, zevcenin zevcine yalnız mehri misli nisbetinde bir mal vermesi icab eder. Tuhfetürmuhtac.)

(Hanbelîlere göre zevç ile zecve, muhalea vukuunda müttefik olduk­ları halde ıvezdn mikdarmda veya cinsinde veya vasfında veyahut te’cil ve hululünde ihtilâf etseler söz, zevcenin olur. İmamı Âzam ile îmam Mâlikin kavli de böyledir. Fakat îmam Ahmedden diğer bir kavle göre söz, zevcin olur. Elmuğnî.) [6]

 

İ’lânın Mahîyyeti Ve Rüknü :

407 – : l’lânın mahiyyeti,. ıstılah kısmındaki tarifinden de anla­şılmış olduğu üzere zevcin zevcesine tekarrüb etmemek için yaptığı ye­mini mahsusdur. Bu yemin, i’lânm rüknünü teşkil eder. Şöyle ki:

t’lânın rüknü, zevce ile mücameatden nefsi men’e delâlet eden ve Allah Tealâya kasem ile veya talâk ve ıtak gibi külfeti müstelzim bir şeye talikan yemin ile müekked olan ve muayyen veya müebbed bir müddetle mukayyed veya müddetle gayri mukayyed bulunan bir tâbir­den ibaretdir.

Binaenaleyh bir kimse, zevcesine hitaben «Vallahi ben seninle dört ay mücameatde bulunmıyacağım» veya «Vallahi ben seninle miicame-atde bulunmıyacağım» yahut «Ben seninle mücameatde bulunursam şu kölem azad olsun» dese i’lâ, münaki dolmuş olur.

408 – : İ’lâ Allah Tealânm mukaddes zatına kasem ile yapılabile­ceği gibi kendisine örfen kasem edilen sıfatı ilâhiyyeden her hangi biri­sine kasem ile de yapılabilir.

Meselâ : İ’lâ için «Vallahi, billahi» diye yemin edilebileceği gibi, «Celâlullaha veya azemetullaha veya kibriyayı ilâhiyye kasem olsun» di­ye de yemin edilebilir. Fakat «Allah Tealânın ilmine veya gazabına veya sehatine kasem olsun» diye yemin edilemez. Çünkü bunlara yemin edil­mesi hususunda bir örf mevcud değildir.

409 – : Fukaraya bir iki kuruş    vermek gibi    ehemmiyetsiz bir meblâğa veya nefse ağır gelmiyecek olan iki rekât gibi bir namaza talik suretiyle yapılacak olan bir i’lâ, muteber değildir.

Meselâ : Bir kimse, zevcesine tekarrüb ederse iki rekât namaz kıl­maya yemin etse bununla i’lâ, vücude gelmez.

410 – : Hİç bir yemine mükarin olmaksızın mücerred bir müddet zevce tekarrüb etmemek ile de i’lâ tahakkuk etmez. Çünkü bu halde i’lâ-nın rüknü olan yemin bulunmamış olur, Bedayi, Hindiyye, Dürri Muh­tar.

« (Malikîlere göre de i’lâ, hem Hak Tealâ Hazretlerinin ismi zatına veya zatî ve manevî sıfatlarından birine kasem ile yapılabileceği gibi talâk ,ıtak, oruç, sadaka gibi bir şeye talik suretiyle olan yemin ile do ya­pılabilir. MinehüTcelıl.)

(Şafiîlere göre de i’lâ, ya Hak Tealâ hazretlerinin ismi celîlile veya muayyen sıfatlarından birine kasem ile veya talâka, ıtaka, veya dört aydan evvel münhal olmaları, yani : yapılıb bitirilmeleri kabil olmayan bir savım veya hacce talikan yemin ile tahakkuk eder.

Meselâ : «Bu ayın veya bu aydan sonraki ayın orucunu tutayım» diye yemin edilse i’lâ, münakid olmaz, fakat beş ay sonraki bir ayın oru­cunu tutmaya yemin edilirse i’lâ vücude gelir. Tuhfetül’muhtaç.)

(Hanbelî fukahasmdan bir kavle göre i’lâ, yalnız Hak Tealânm mü­barek ismine veya sıfatlarından birine kasem ile vücude gelir, nezr ile, talâka veya ıtaka talik ile vücude gelmez.

Meselâ : Bir kimse zevcesine «Sana tekarrüb edersem kölem azad olsun deyib de badehu tekarrübde bulunsa kölesi azad olar. Fakat dört ay geçdiği halde tekarrübde bulunmasa i’lâ, tahakkuk etmiş olmaz. Di­ğer bir kavle göre tahakkuk eder. Eîmuğnî.)

(Zahiriyye mezhebine göre de bir kimse, zevcesine mukarenet et-miyeceğine veya onunla bir hanede, bir firaşda birleşmiyeceğine veya ona fenalık yapacağına dair Allah Tealâya veya onun sair mübarek isim­lerinden birine yemin edecek olsa ilâda bulunmuş olur. Bu yemm, ge­rek ^gazab halinde olsun ve gerek olmasın ve bu yeminde ister istisna bulunsun ve ister bulunmasın ve bu yemin, gerek bir vakit ile mukay­yed olsun ve gerek olmasın müsavidir. Elmuhallâ.) [7]

 

I’lada Müstamel Tabirler  :

411 – : İ’lâya aid tabirler, mahiyetlerine göre sarih, sarih mecra­sına carî ve kinaî olmak üzere üç nev’e ayrılır; Şöyle ki:

(1) : 1’lâda sarih tabir, vikadan – cinsî mukarenetden men’i nefsi sarahaten ifade eden herhangi bir lâfızdır. Mücameat lâfzı gibi.

Meselâ: Bir kimse, zevcesine “Vallahi seninle dört ay mücameatde bulunmayacağım” dese niyyete muhtaç olmaksızın i’lâ vücude gelmiş olur.

(2) : î’lâda sarih mecrasına cari tabir, mücameatden men’i nefs hususunda istimali örfen münfehim olan herhangi bir sözdür. Tekarrüb, kırban, vetıy, mübazea, ve bikr hakkında iftizaz lâfızları gibi.

Meselâ: Bir kimse, zevcesine hitaben “Sana kırban edersem üze­rime hac vacib olsun” dese bununla niyyete muhtaç olmaksızın İ’lâ ta-hakuk etmiş olur. Çünkü zevceye izafe edilen kırban ile, tekarrüb ile örfde mücameat kasd edilir.

Cenabetden-dolayı zevcesinde iğtisal etmiyeceğine dair olan yemin de bu hükümdedir.

Bu iki nev’e dahil lâfızlardan biri zikr edildiği halde bununla i’iâ kasd edilmediği ifade edilse diyaneten tasdik edilebilirse de kazaen tas­dik edilemez. Çünkü hilafı zahirdir.

(3) : I’lâda kinaî talbir, vakadan men’i nefsi müstakillen müfid ol-mayıb hem vikae, hem de başka şeye ihtimali bulunan herhangi bir söz­dür. Mes etmem, ityan etmem, isabet etmem, gaseyanda bulunmam, sa­na dahil olmam, onun basile benim başım içtima etmez, onunla beiaber bir yatakda yatmam, onun yatağına yanaşmam, ona elbette fenalık ede­rim, benim cildim onun vücudüne dokunmayacakdır denilmesi gibi.

Bu sözlerden herhangi birile i’lânın tahakkuku için niyyete ihtiyaç vardır. İlâya niyyet bulunmadıkça i’lâ vücude gelmez. Binaenaleyh zevç, bu gibi bir sözile i’lâ kaadetmediğini söylerse hem diyanetten hr;m de kazaen tasdik olunur. Çünkü zahiri hal, kendisini mükezzâb değildi*:.

412 – : Aşağıdaki tabirlerde kinayatdan sayılıruşdır :

(1) : Bir kimse, zevcesine «Sen bana ‘haramsın» deyib de bununla i’îâya niyyet etse veya hiçbir şeye niyyet etmemiş bulunsa bununla i’lâ tahakkuk eder.

Zahirürrivayeye göre böyledir. Fakat bu tabirin talâkda istimali hakkında bir hadis örf mevcud olunca bununla derhal bir talâkı bain vü­cude gelir, i’lâ hakkındaki niyyete kazaen bakılmaz. Fetva bu veçhile­dir. ^

(2) : «Ben sana haramım», «Ben nefsimi sana haram kıldım», cSen bana muharrernesin», «Ben seni kendime haram kıldım» sözlerile de ta­lâka niyyet edilirse bainen talâk vücude gelir. Bunlardan hangi birile üç talâka niyyet edildiği takdirde de üç talâk tahakkuk eder. Fakat mü-cerred tahrime niyyet edilirse veya hiç bir şeye niyyet edilmemiş, olursa i’lâ vücude gelir. Meğer ki bir hadis örf, mevcud olsun.

(3) : Bir kimse, zevcesine hitaben Sana tekarrüb edersem sen .ba­na haramsın» dese bununla da i’lâ vücude gelir. Bununla talâka niyyet edilirse tekarrübü müteakib talâk tahaıkikuk eder. Tekarrüb bulunmaz­sa i’lâ müddetini müteakib beynunet husule gelir.

Bununla i’lâya niyet edildiği takdirde îmamı Azama göre derhal, imameyne göre hürmetin sübutu tekarrübün vüçudine muallâk oldu­ğu cihetle – tekarrübden sonra ilâ müddeti başlamış olur.

(4) : Bir kimse «Zevcelerim bana haramdırlar» deyip bununla ta­lâka niyyet etmese i’lâ tahakkuk eder. Bu halde ‘bunlardan binine ara­dan dört ay geçmeden tekarrüb ederse hepsinin haikkında yemin sakıt

.olur, keffaret vermesi icab eder. Çünkü tahrim hepsine izafe edilmiştir. Bu tekarrüb ile yemin inhilâl eder.

Fakat hiç birine tekarrüb etmeksizin dört ay mürur ederse hepsi de birer bain talâk ile mutallâka olurlar. Zira ilânın hükmü hepsinin hakkında birden sabit olmuşdur.

(5) : Bir kimse «Her halâl bana haramdır» dese eğer talâka niy­yet etmiş ise zevceleri boş olur. Eğer talâka niyyet etmemiş ise bu tah­rim, Örf ve âdete nazaran me’kûlâ-t ve meşrubata inhisar eder, bu sözü müteakib bir şey yer veya içerse yemininde hânis olub üzerine keffaret lâzım gelir.

îmam Züfere göre ise, bu sözü müteakib hemen hânis olur. Çünkü bu söz, teneffüs gibi, göz açıp kapama gibi her halâl fi’le şâmildir.

Maahaza bu söz ile hem zevcelerin, hem de sair şeylerin hürmeti kasdedilmiş olursa bu tahrim, hepsine teveccüh. eder. Bunlardan her­hangi biri vukua gelirse keffaret lâzım gelir. Zira bu tabir, bunların hepsine şâmildir. Fakat bununla muayyen bir şey kasd edildiği idüia edi­lirse hem diyaneten hem de kazaen tasdik olunur. Çünkü bu tâbirin umumiyeti örfe nazaran metruktür.

(6) : Bir kimse, zevcesine hitaben «Sana tekarrüb edersem üzeri­me yemin» veya «Keffaret lâzım gelsin»  dese bununla i’lâ    tahakkuk eder.

Kezalik : Bir erkeğin zevcesine «Ben senden muliyim» veya «Ben sana i’lâ etmiş bulunuyorum» demesile de i’lâ vücude gelir.

Bu tabirler, sarinden maduddur. Zevç, bunu yalan yere söylediğini iddia etse diyaneten tasdik olunursa da kazaen tasdik olunmaz. Çiinkü haberde asi olan sıdkdır. Bedayi, Hindiyye, Reddi Muhtar.     [8]  

 

Î’lânın Nevileri :

413 – : i’lâ, bir vaktin zikr edilib edilmounesi, ve- vaktin    malûm bulunub bulunmaması itibarile İ’lâi müebbed,

i’lâi muvakkat, i’lâi meçhul veya mutlak nevilerine ayrıldığı gibi bir şart ile muallâk veya bir vakte muzaf olub olmaması bakımından da i’lâi müneccez, i’lâi muallâk, i’lâi muzaf nevilerine ayrılır. Nitekim aşağıdaki meselelerde görülecektir.

414 – : Bir kimse, te’bide delâlet eden bir kayıd ile     mukayyed olarak. i’lâda  bulunsa,  meselâ   :   zevcesine hitaben   «Ben  vallahi   sana ebediyyen tekarüb etmiyeceğim» dese derhal müebbed    surette bir i’lâ’ tahakkuk etmiş olur.

«Kıyamete kadar tekarrüb etmem», denilmesi de bu kabildendir. Çünkü bu gibi sözler, te’bid maksadile söylenir.

«Ben ber hayat oldukça, «Sen ber hayat oldukça», «Ben Ölünceye kadar», «Sen ölünceye kadar», «Ben senin kocan oldukça», «Sen Ivıüm karım oldukça» sözleri de te’bidi müfiddir.

415 – : Bir kimse, hür olan zeccesi hakkında dört aydan, cariye olan zevcesi hakkında iki aydan eksik olmamak üzere muayyen bir va­kit ile mukayyed olarak i’lâda bulunsa, meselâ «Ben zevceme beş ay te­karrüb etmiyeceğim» diye yemin etse bir muvakkat i’lâ vücude gelmiş olur.

Dört ay içinde vücude gelmiyeceği âdeta nazaran malûm olan bir hâdise tayini suretile yapılan i’lâlar da bu kabildendir.

Meselâ : Receb ayında bulunan bir kimsenin zevcesine hitaben «Sa­na Muharrem ayı gelinceye kadar tekarrüb etmem» diye yemin etmesi ve henüz doğmuş bir çocuğun siidden kesileceği zamana kadar tekarrüb edilmiyeceğine dair yemin edilmesi, birer i’lâi muvafckatdır.

416 – : Bir kimse, mutlak suretde, yani: te’bid ve takyide gayri mukarrin bir veçhile i’lâda bulunsa, meselâ   zevcesine hitaben «Vallahi ben sana tekarrüb etmem» dese bip i’lâi meçhul vücude gelmiş olur. Bu meçhul i’lâda, müebbed i’lâ hükmündedir, derhal hıün’akid olur, hükmü devam eder.

417 – : Ademi tekarrüb bir şarta ta’lik edilince bir i’lâi muallâk vücude gelir.

Meselâ : Bir kimse, zevcesine «Sen fülân haneye ayak basarsan val­lahi sana tekarrüb etmem» veya «Sana dört aya kadar tekarrüb eder­sem üzerime gu kadar gün oruç, tutmak vacib olsun» dese bir muallâk i’lâda bulunmuş olur.

Bu i’lâ, şartın vukuundan itibaren başlar.

418 – : Ademi tekarrüb, bir vakte izafe edilince de bir i’lâi muzaf tehakkuk eder.

Meselâ : Bir kimse, gelecek ayın ihtidasından itibaren zevcesine te­karrüb etmiyeceğine yemin etse, bir i’lâi muzafda bulunmuş olur. Bu i’lâ da o vaktin girmesinden itibaren başlar, i’lâ, yemin olduğundan bu­nun şarta ta’liki ve zamana izafesi sahih bulunmuşdur.

419 – : İ’lâi müneccez, i’lâi muallâk ile i’lâi muzafın mukabilidir, ki, yemin vukuundan itibaren başlar.

Meselâ : Bir kimse, zevcesine hitaben «Vallahi ben sana tekarrüb etmiyeceğim» diye yemin etse bu yemin ânından itibaren i’lâ bağlamış olur. Bedayi, Hindiyye, Bahri Raik. [9]

 

L’lânın ŞERAİTİ ;

420 – : l’lânın inikadı için bazı şartlar vardır. Şöyle ki : .  

(1)  : Mulî = i’lâ yapan zevç, âkil ve baliğ olmalıdır.

Binaenaleyh çocukların, mecnunların yapdıkları i’lâlar, muteber ol­maz. Çünkü bunlar tatlike ehil değildirler.

(2) : İ’lâ, menkuhe hakkında yapılmalı veya mülki nikâha izafe edilmelidir.

Binaenaleyh ecnebiyye, cariye, bainen mu’tedde hakkında yapıla­cak, i’lâ muteber olmaz. Şu kadar var ki böyle bir yemini müteakib müd­det içinde tekarrüb bulunduğu takdirde keffareti yemin veya ceza lâzım gelir.

Fakat ric’iyyen mu’tedde hakkında i’lâ, muteberdir. Daha iddet nihayet bulmadan i’lâ vuku bulub da bundan itibaren hurre hakkında dört, cariye bulunan zevce haküunda iki ay bilâ tekarrüb geçerse diğer bir talâk daha vaki ve beynunet sabit olur. Fakat dört veya iki aydan mukaddem talâkı rüc’înin iddeti nihayet bulursa i’lâya mahal kalmaz.

Kezalik : Ecnebiyye hakkında nikâhına izafetle yapılan i’lâ da muteberdir.

Meselâ : Bir kimse «Eğer fülân kadım tezevvüc edersem vallahi ona tekarrüb etmem» diye yemin etse i’lâ, münakid olur. Binaenaleyh o ka­dınla evlenir de nikâhdan sonra dört ay içinde mücameatde bulunmazsa i’lâ hükmü carî olur.

(3) : Mukarenetden nefsi men hakkında müddet, ya tayin edilme-yib mutlak bırakılmalı veya hurre hakkında en az dört ay, cariye hak­kında da lâakal iki ay olmaldır.

Binaenaleyh bu müddetden az bir vakit hakkındaki yemin ile ta­lâkı müstelzim bir i’lâ vücude gelmez. Şu kadar var ki, bu vakit içinde tekarrüb vukubulursa yalnız yeminden dclayı keffaret veya tayin edi­len ceza lazım gelir. Yoksa bu vaktin tekarrübsüz geçmesile beynunet tahakkuk etmez.

(4) : İ’lâ, yalnız cihazı tenasül voliyle tekarrüb hakkında olmalıdır. Binaenaleyh başka bir uzva tekarrübden    nefsi men   etmeği ifade

eden herhangi bir yemin ile i’lâ vücude gelmez. Çünkü bu takdirde i’lâ nın rüknü bulunmamış olur.

(5) : İ’lâda nefsi men etmek hususu, yalnız tekarüb hakkında ol­malıdır. Aksi takdirde i’lâ münakid olmaz.

Meselâ : Bir kimse «Zevceme tekarrüb eder veya onu yatağıma da­vet eyler isem benden boş olsun» dese bununla i’lâda bulunmuş olmaz. Çünkü bu halde zevcesini yatağına davet ederek yemininde hanis, yani : zevcesi kendisinden ric’iyyen boş olur. Sonra iddeti içinde ona tekarıüb-le ric’atde bulunabilir. Artık üzerine başka bir şey lâzım gelmez.

(6) : l’lâda zevce ile başkasının arası cem edilmemiş olmalıdır. Meselâ : Bir kimse, zevcesile beraber cariyesine veya bir ecnebiyeye

tekarrüb etmiyecegine yemin etse bununla i’lâ vücude gelmez. Çünkü bu halde üzerine bir şey lâzım gelmeksizin yalnız zevcesine tekarrüb etme­si mümkündür. Yemin ise ikisi hakkındadır.

(7) : İ’lâ, mekân ile mukayyed bulunmamış olmalıdır.

Meselâ : Fülân hanede veya fülari beldede tekarrüb edilmiyeceğine yemin edilse onunla i’lâ tahakkuk etmez. Çünkü başka bir yerde tekar­rüb mümkündür.

(8) : Şart ve ceza, yani : talik suretile yapılan i’lâda mahlûfftu aley = yani: şart, külfeti müstelzim ve bir şeyi yapmak veya yapmamak için yemin edene kuvvet verebilecek işlerden sayılır olmalıdır.

Meselâ : Bir kimse, zevcesine hitaben «Eğer sana tekarrüb edersem şu kölem azad olsun» veya «Pülân refikam boş olsun» veya «Bsytul-lahı gidib ziyaret etmek üzerime vacib olsun» veya «Bana keffarcti ye-rainde bulunmak lâzım gelsin» gibi. bir suretle yeminde bulunsa i’lâ ta­hakkuk eder. Çünkü bunlardan1 her biri, yemin edeni tekarriibden men edebilecek bir müeyyide mahiyetindedir.

Fakat «Eğer tekarrüb edersem iki rek’at namaz kılayım» veya «Üzerime gaza etmek vacib olsun» denilse bununla i’lâ vücude gelmez. ÇÜnkü bu kadar bir namaz, nefse ağır gelmiyeceğinden halif için mah-lûfün aleyhi yapmaya bir mania teşkil etmez. Gazaya gelince buna ye­min edilmesi mütearef değildir. Hac ile oruç ise bunun hılâfinadır.

Bu mesele, imamı Âzam ile imam Ebu Yusüfe göredir. Fakat îmam Muhammede göre alel’itlak namaza yemin ile de i’lâ tahakkuk eder. Çünkü namaz, nezr ile vacib olur.

421 – : Mulî, mukarenetden âciz- bir şahıs ise bakılır : Eğer aczi maraz ve habs gibi zevali umulan bir arızadan dolayı ise i’lâsı sahih. olur. Fakat mecbubiyyet gibi zevali umulmıyan bir sebebden dolayı İse mute­ber olmaz. Çünkü bu, müstahil olan bir şeyi terk üzerine yemindir.

422 – : I’lâmn sıhhatinde hürriyet, şart değildir. Binaenaleyh kölelerin i’lâlan da muteberdir. Şu kadar var ki, kö­lelerin mala merbut i’lâlan sahih olmaz.

Meselâ : Bir köle «Zevceme tekarrüb edersem bir rekabe azad ede­yim» veya «Şu kadar sadaka vereyim» dese i’lâ vücude gelmiş olmaz. Çünkü köleler, esasen malikiyyet salâhiyetini haiz değildirler. Hattâ bunların yerine başkası teberrüan birer rekabe azad edecek veya sada­ka verecek olsalar yine i’lâ mün’akid olmaz.

Fakat Aîlah Tealâ Hazretlerine kasem etse veya «Üzerime hac et­mek» veya «Oruç tutmak vacib olsun» diye yemin etse i’lâ mün’akid olur. Yemininde sebat ederse beynunet vücude gelir. Sebat etmeyih ha-nis olursa Allah Tealâya kasem suretinde oruç tutmakla keffaretde bu­lunur. Talik suretinde de üzerine yemin etdiği hac veya oruç lâzım ge­lir.

423 – : l’lânın sıhhati için her halde islâmiyet şart değildir. Binaenaleyh gayri müslimlerin bazı i’lâlan da mün’akid olur. Şöyle

ki : Bir zimmî «Eğer zevcesine tekarrüb ederse zevcesi boş olsuna veya «Kölesi azat olsun» diye yemin etse i’lâ tahakkuk eder. Çünkü zimmîler de talâka, itaka ehildirler. Bu hususta bütün fukahai hanefiyye nıüt-tefikdir.

Fakat «Zevcesine tekarrüb ederse üzerine hac, sadaka veya oruç vacib olsun» diye yemin etse i’lâ.vücude gelmez. Çünkü zimmîler, hac, sadaka veya oruç gibi kurubata ehil değildirler. Bu hususda da ittifak vardır.

Amma zevcesine tekarrüb etmiyeceğine dair Allah Tealâya kasem ederse i’lâ tahakkuk eder mi, etmez mi hususunda ihtilâf vardır, imamı Azama göre bu suretde de i’lâ vücude gelir. Çünkü bu hususdaki naslar umumîdir. Zimmîler de ismi ilâhînin hürmetine mu’tekiddirler, bu ismi celîlin hetk edilmesinden korkarlar. Bunun içindir ki, dâvalarda kendi­lerine müslümanlar gibi yemin tevcih edilir. Binaenaleyh bu kasem su-retile de haklarında i’lâ mün’akid olur. Şu kadar var ki, bu veçhile ye­mine riayet etmedikleri takdirde kendilerine keffaret lâzım gelmez. Çün­kü keffarete ehil değildirler.

Imameyne göre ise böyle kasem suretiyle haklarında İ’lâ mün’akid olmaz. Çünkü gayri müslimler, keffarete ehil olmadıklarından onların Allahü Azimüşşâna olan yeminleri mün’akid değildir. Bahri Raik, Hin-diyye.

 (Malikîlere göre mûlinin müslim, mükellef, vikae iktidarı muta­savver olmak şarttır. Binaenaleyh gayrimüslimlerin, çocukların mecbub, hasiy, inniyn, tenasül uzvu maktu, şeyhi fanî olanların i’lâlan mün’akid olmaz. Şu kadar var ki, gayri müslimler, i’lâ hususunda islâm mahke­melerine müracaat ederlerse haklarında i’lâ hükmü tatbik edilir.

Sefihin, marizin, dilsizin, haramdan sarhoş olan şahsın i’lâlan mün’­akid olur.

İ’lâ müddeti, meşhur olan kavle göre hür hakkında dört aydan, kö­le hakkında da iki aydan ziyade olmalıdır. Tam dört ay veya iki ay ta­yin edilen bir müddetle i’lâ tahakkuk etmez. Diğer bir kavle göre tahak­kuk eder.

Mutallâkai ric’iyye hakkında dahi i’lâ carîdir. Hattâ bir kimsa, ric’-iyyen nıu’teddesine hitaben «Kendisine müracaat etmiyeceğine» dair.ye­min edib de henüz iddet bitmeden aradan bilâ rücu dört ay geçse i’lâ tahakkuk eder, bu kadın hakkında başka bir iddete muhtaç olmaksızın bir talâk daha vücude gelir.

Tekarübden men’i nefs, çocuğun terbiyesi, ıslahı maksadına müste-nid olmamalıdır. Olursa i’lâ tahakkuk etmez.

Binaenaleyh bir kimse, çocuğunu bizzat emzirmekte bulunan zevce­sine hitaben, çocuğun salâhına, neşv ve nemasına hizmet maksadile «Ço­cuğu sütden kesinceye kadar seninle mücameatde bulunmıyacağım» di­ye yemin etse bununla i’lâ vücude gelmez. Velev ki aradan bilâ tekarrüb dört aydan ziyade bir müddet geçsin. Minehül’celil, Şerhi Ebü’berekâft, Düsukî.)

(Şafiîlere göre de kölelerin, sekran olanların i’lâlan muteber oldu­ğu gibi gayri müslimlerin i’lâlan da muteberdir.

Kezalik : Hasiylerin, innetden veya marazdan dolayı vikâ’dan âciz olanların da i’lâlan sahihdir. Çünkü bunların tekarrüb edebilmeleri me’-muldür. Fakat mecbubun i’lâsı muteber değildir.

Kezalik : Retka veya karna olan zevceler hakkında i’lâ cari olmaz. Zira kendi halleri tekarrübe zaten manidir.

l’lânın müddeti tayin edilirse dört aydan velev bir lâhza olsun zaid olmak lâzım gelir. Bundan az bir müddetde i’lâ tahakkuk etmez. Şafiîye göre i’lâ müddeti, müslim veya zimmî olan ahrar İle köleler hakkında müsavidir. Bu hususda zevcelerin hürre veya cariye, müslime ile zâmmiyye, kebire ile sagîre olmaları arasında fark yok-dur.

îmam Ahmed ile Davudi Zahirînin mezhebleri de bu veçhiledir.

l’lânın in’kiadı için gazab halinde bulunması ve izrar kasdine mu-karin olması §art değildir, imam Ahmedin kavli de böyledir. Tuhfetül’-muhtac.)

(Hanbelî fukahası da diyorlar ki : l’lâda islâmiyet şart değildir. i’lâ müddeti ya zikr edilmemeli veya bir te’bid kaydine mukarin olmalı, yahut dört aydan ziyade olmalıdır. Binaenaleyh dört aydan veW bir lâhza fazla bir zaman geçmedikçe i’lâ tahakkuk etmez.

î’lâ, cihazı tenasül hakkında olmalı, kendisine mukarenet edilmiye-ceğine dair yemin edilen kadın da fil’haî zevce bulunmalıdır. Binaenaleyh cariye veya ecnebiyye hakkındaki yemin ile i’lâ mün’akid olmaz. Velev ki bilâhare izdivaç vuku bulsun. Fakat zevciyyet haline izafe edilir de meselâ : «Fülâneyi tezevvüc edersem ona tekarrüb etmem» diye yemin olunursa bununla i’lâ mün’akid olur.

Binaenaleyh tezevvücden sonra i’lâ müddeti içinde tekarrüb vuku bulmazsa talâk vücude gelir. Elmuğnî.)

(Nehaî, Katade gibi bazı.fukahaya göre i’lâ müddeti, gayri mukad­derdir. Bu hususda müddetin azı çoğu müsavidir. Hattâ bir gün için te­karrüb edilmiyeceğine yemin ile de i’lâ mün’akid olur, müteakiben bilâ tekarrüb dört ay geçince i’lâ hükmü tahakkuk eder, Bedayî.) [10]

 

L’lânın Hükmü :

424 – : l’lânın hükmü, aşağıdaki meselelerden tavazzuh edeceği veçhile ya zevç ile zevce arasında beynunet vukuudur. Veya keffareti yeminin lüzumudur, yahud talik suretiyle iltizam edilen cezanın lazım gelmesidir.

425 – : l’lâda. bulunan, yemininde sebat ederse i’lâ müddetinin hitamı ânında bir talâkı bain vücude gelir. Yemininde hanis olduğu, ya­ni : zevcesine müddet içinde rücu eylediği takdirde de kasem suretiyle yaptığı i’lâdan dolayı üzorine keffareti yemin, talâk, itak, sadaka gibi bir cezaya rabt suretiyle yaptığı i’lâdan dolayı da o ceza lâzım gelir.

426 – : İ’lâ neticesinde vuku bulacak talâkı bain; müddete tâ­bidir, müddetin ittihadile müttehid, taaddüdile müteaddid olur.. Söyle ki :

Bir kimse, zevcesine hitaben «Vallahi ben sana tekarrüb etmiye-ceğim» diye yemin edib de bu müddet geçtiği halde tekarrübde bulun­masa bir talâk vücude gelir. Sonra nikâhı tecdid ederek yine dört ay tekarrübde bulunmasa bir talâk daha vücude gelir. Hattâ bu birinci ve ikinci talâkdan sonra araya zevci ahar da girmiş bulunsa, i’lâ yine sukut etmez. Çünkü zevce hakkındaki i’tisâf tekerrür etdiğinden ceza da tekerrür eder.

Bu, İmamı Âzam ile Imameyne göredir, imam Züfere göre talâkın vahdet ve teaddüdü, müddetin değil, yeminin vahdet ve tekerrürüne tabidir. Binaenaleyh yukarıdaki misale göre müddetin bir kerre hit&mi-le bir talâk vaki oldu mu, artık nikâhı tecdidden sonra tekarrüb bulun­mamakla bir talâk daha vaki olmaz. Çünkü yemin müteaddid değildir.

427 – : Allah Tealâya kasem suretiyle olan bir yeminden dolayı keffaretin vahdet ve teaddüdü, bu yeminin vahdet ve teaddüdüne tâbi­dir.

Binaenaleyh bir kimse, zevcesine hitaben «Ben sana vallahi tekar­rüb etmiyeceğim .vallahi tekarrüb etmiyeceğim, vallahi tekarrüb etmi­yeceğim» diyecek olsa bakılır: Eğer bunlar İle jnüstakillen birer i’lâ kasdetmeyib de mücerred bir i’lâyı tekrar kasd etmiş ise i’lâ da, keffa-ret de müttehid olur. Çünkü bu gibi sözlerin tekrar maksadile söylendiği mütearefdir. Şayed bununla tekrar kasd edilmemiş olursa i’lâ müddeti­nin bilâ tekarrüb geçmesile yine bir talâk vücude gelir, fakat müddet, içinde tekarrüb vuku bulursa üç keffaret icab eder.

Bu, İmamı Âzam ile Imameyne göredir. îmam Züfere göre bu, hem talâk, hem de keffaret itibarile üç i’lâdır. Binaenaleyh dört ay bila te­karrüb mürur edince hemen bir talâk vaki olur, bunu müteakib de di­ğer bir talâk, bunu takiben de diğer bir talâk vücude gelir. Müddet için­de tekarrüb vuku bulduğu takdirde ise üç keffaret icab eder. Çünkü ye­min, müteaddid bulunnıuşdur.

428 – : l’lânın müddeti, evvelce beyan    olunduğu üzere i’lâi mü-neccez de yemin ânından, i’lâi muallâk da şartın vukuundan, İ’lâi muzaf da izafe edilen vaktin hululünden itibaren başlıyacağı gibi istisnayi havi bir i’lâda da müstesna olan zamanı müteakib başlar. Şöyle ki :

Bir kimse, zevcesine hitaben «Vallahi sana bir sene tekarrüb etmi­yeceğim bir gün müstesna» dese derhal i’lâ müddeti başlamaz, belki o sene içinde bir gün tekarrüb eder ve senenin hitamına kadar da en az dört ay kalmış bulunursa tekarrüb gününün gurubundan itibaren i’lâ vü­cude gelir ve illâ i’lâ-tahakkuk etmez.

Kezalik : «Sana bir sene tekarrüb etmiyeceğim bir defa müstesna» veya «Sana bir defadan başka bir sene tekarrüb etmem» diye yemin edildiği surette de bir defa tekarrübden sonra seneden henüz dört aywel daha ziyade bir müddet kalmış ise tekarriibü müteakib i’lâ vücude jejmiş olur.

Sene zikredilmek sizin «Sana tekarrüb etmem bir gün müstesna» I diye yemin edildiği takdirde de tekarrüb vuku bulmadıkça i’lâ vücude gelmez. Tekarrüb vuku bulunca da bir müebbed i’lâ vücude gelmiş olur. (Çünkü müstesna olan günün mabadı için bir gaye yokdur.

429 – : Bir kimse, iki zevcesine hitaben «Vallahi size – ikinize tekarrüb etmem» dese her ikisi hakkında da derhal i’lâda bulunmuş olur. Binaenaleyh ikisine de tekarriıb etmeksizin aradan dört ay geçince her biri hakkında bir talâkı bain vücude gelir. Müddet içinde ikisine de tekarrüb ederse i’lâ bâtıl olub bir keffareti yemin icab eder. Fakat müd­det içinde yalnız birine tekarrüb ederse keffaret lâzım gelmez. Çünkü yemin, her ikisine mukarenet hakkındadır. Amma tekarrüb etdiği ka­dın hakkında i’lâ bâtıl olursa da diğeri hakkında i’lâ hâli üzere baki ka­lır. Çünkü mahlûfün aleyh -olan mukarenet kısmen bulunmuşdur. Bedayi, Hindiyye.

« (Edmmei selâseye göre i’lâ müddetinin mürurunu müteakib he­men talâk tahakkuk etmez. Belki mulî, zevcesine rücu ile onu ric’iyyen tatlik arasında muhayyer olur. Bunlardan birini iltizam etmezse hâkim, kendisini bunlardan birini kabule icbar eder. Yine imtina ederse hâkim, aralarım bir talâkı rie’î ile ayırır.

İmam Ahmedden diğer bir rivayete göre hâkim, talâka hükm ede­mez, belki zevci habs ve tazyik eder, tâ ki ya rücuda veya talâkda bu­lunsun, imam Şafiîden de bu veçhile bir kavi mervîdir.

Mulî üzerine vacib olan talâk, bir talâkı ric’îden ibaretdir. Bunu is­ter mûlı ika etsin, ister hâkim ika etsin müsavidir.mam Ahmedden bir rivayete göre de hâkim tarafından ika edilecek talâk ile beynunet vukua gelir. Çünkü talâkı ric’î ile zarar mühdefl ol­maz.

Mekhulden, Zuhrîden ve.Ebubekr tbni Abdirrahmandan mervî oldu­ğuna göre de ilâ neticesinde bir talâkı ric’î tahakkuk eder. Minehül’ce-İîl, Tuhfetül’muhtaç, Elmuğni, Bedayi.)

(Zahiriyye mezhebine göre hâkim, i’lâda bulunan şahsı huzuruna celb ederek zevciyyet münasebetinde bulunmasını emr ve kendisine ye­mininden itibaren dört ay müddet tayin eder. Kadın, bunu gerek taleb etmiş veya buna razı olmuş bulunsun ve gerek bulunmasın. Mûlî, bu müd­det içinde zevcesine mukarenetde bulunursa artık kendisine bir şey ya­pılmaz. Fakat imtina ederse bu müddetin nihayetini müteakib hâkim, kendisine ya rücuda bulunması veya kadını boşaması için kötekle cebr eder, ölmedikçe bundan kurtulamaz. Meğer ki mücameatden âciz bulun­sun. O takdirde İisanen rücu etmesini, kadınla güzel muaşeretde bulun­masını veya onu boşamasını hâkim, kendisine emr eder. Fakat hâkim talâka hükm edemez, hükm ederse muteber * olmaz, ELmuhallâ.) [11]

İ’lanın Hükmünü Tptal Eden Şeyler :

430 – : l’lâyı inhilâle uğratan, i’lânın hükmünü    tamamen    veya kısmen, yani  : hem bir ve hem de hins hususunda veyahut yalnız bir hususunda ibtal eden şeyler, aşağıdaki meselelerde    görüleceği    veçhile vaktin müruru, üç talâkın vukuu, mahlûfün aleyhin fevti ve müddet için­de fey’ =  rücu vukuudur.

431 – : Muvakkat olan bir i’lâ, vaktin geçmesile tamamen   bâtıl olur. Bu müddet, gerek dört aydan ziyade olsun gerek olmasın.

Binaenaleyh mûlî, bu müddet içinde tekarrübde bulunursa kendi­sine keffaret lâzım gelir. Bulunmazsa müddetin mürurüe beynunet ta­hakkuk eder, artıık i’lâ, İnhilâle uğrayıp hiç hükmü kalmaz. Yani : bun­dan sonra nikâh tecdid edilib de tekarrüb vuku bulsa keffaret lâzım gelmez, tekarrüb vukuibulmaksızın dört ay geçse beynunet vuku bulmaz. Çünkü bir vakit ile muvakkat olan şey, o vaktin vücude gehnesüe niha­yete erer.

432 – : Mutlak veya müebbed olan bir i’lâ, mücerred vaktin mü-rurile bâtıl olmaz. Bu müddet, bilâ tekarrüb geçince beynunet husule ge­lir, badehu nikâh tecdid edilir de yine bir i’lâ müddeti bilâ tekarrüb ge­çerse tekrar beynunet tahaikkuk eder.

433 – : Üç talâk vukuile i’lâ kısmen bâtıl olur. Şöyle ki:

Bir kimse, zevcesini müebbed bir i’lâdan sonra üç talâk ile tatlik etse veya kadın hakkında bu i’lâden dolayı üç talâk tahakkuk etse de tahlilden ve nikâhı tecdidden sonra bilâ rücu dört ay daha geçse artık beynunet vaki olmaz. Fakat tekarrüb vuku bulursa keffareti yemin lâ­zım gelir.

Bu, îmamı Âzam ile Imameyne göredir. Çünkü filhal kaim olan bir mülki nikâha aid üç talâkın istifa edilmesile yemin inhilâle uğramış olur. İmam Züfere göre bu halde tahlilden, nikâhı tecdidden sonra da i’lânın hükmü tamamen devam eder, aradan bilâ tekarrüb dört ay geçince yi­ne beynunet vücude gelir. Mezkûr talâkların istifa edilmiş olmasile ye­min bâtıl olmuş olmaz.

434 – : Müöbbed i’lâdan dolayı dört ayın bilâ rücu geçmesile bey­nunet hââıl oldukdan sonra zevce, iddetini müteakib başkasile izdivaç ve bilâhare ondan da iftirak edib de tekrar mûlî ile tecdidi nikâhda bu­lunsa i’lânın hükmü ıbil’ittifak tamamen avdet eder. Şu kadar var ki, hu i’lânın hükmü, îmamı Âzam ile İmam Efou Yuaüfe göre yeniden üç talâk ile, İmam Muhammede göre de baki kalan iki talâk ile avdet et-mig olur. Çünkü bu iki zata göre ikinci zevcin mukareneti, üç talâkı hedm ve izale efdiği gibi bir ve iki talâkı da hedm eder. İmam Muham­mede göre ise bir ve iki talâkı hedm etmez.

435 – : Mutlak veya müebbed suretde yapılan i’lâdan sonra müd­detin bilâ riicu geçir esile beynunet hâsıl olub da nikâh tecdid edilmek­sizin henüz iddet baki iken dört ay daha mürur edecek olsa artık başka bir talâk vaki olmaz. Çünkü bu iddet içinde zevcin tekarrübe salahiyeti yokdur ki, bunu terle etmiş olmasından dolayı zalim sayılarak hakkında ceza tekerrür etsin.

Amma mûlî, müddet içinde zevcesini bainen tatlik ve badehu tezev-vüc edib de bu müddet bilâ rücu geçecek olsa bu kadın, sabık i’lâya mebni bir talâk ile daha mübane olur.

Kezalik : Bainen ‘boşadıkdan sonra tezevvüc etmeyib de henüz id­det içinde iken i’iâ müddeti bilâ rücu geçecek olsa yine bir talâkı bain tahakkuk eder. Çünkü i’iâ, ibane ile bâtıl olmaz.

Bu mesele, İmamı Âzam ile İmameyne göredir. îmam.Züfere göre bu ikinci talâk tahakkuk etmez.

436  – : İ’iâ, i’tak veya talâk gibi mahlûfun aleyhin fevt olmasile de bâtıl olur.

Meselâ : Bir kteıse, zevcesi hakkında «Eğer ona takarrüib edersem,-fülân kölem azad olsun» veya «Fülân refikası boş olsun» deyib de ba­dehu o kölesi veya o refikası ölse veya köle satılsa, o refika da. tatlik edilerek iddeti nihayet bulsa artık müddetin bilâ rücu geçmesile beynunet tahakkuk etmez.

Fakat daiha tekarrüb vuku bulmadan o satılmış köle, mûlînîn mül­küne bir veçhile tekrar girse i’lânın hükmü avdet eder, bilâ tekarrüb,, müddetin geçmesile beynunet hâdisesi vücude gelir. Çünkü ceza, filhal kaim olan mülk ile tekayyüd etmez.

  • ayed bu köle, mûlînin mülküne tekarriıbden sonra avdet ederse artık i’lânın hükmü avdet etmez. Çünkü i’iâ, tekarrüb ile bâtıl olmuş, yani : inhilâle uğramış olur.

437 – : İ’lânın hükmü, müddet içinde vuku bulacak fey’ ile de bâ­tıl olur.

Fey den maksad, mûlînin mûlâ anha olan zevcesine i’iâ müddeti içinde fi’len veya kavlen rücu etmesidir. Binaenaleyh fey’in vak­ti, i’iâ müddeti esnasıdır.

Fi’len rücu, mücameate muktedir olan bir mûlînin zevcesine cihazı tenasülünden bilfi’l tekarrübde bulunması suretile müracaat etmesi de-mekdir.

Böyle filenmüracaate muktedir olan bir mûlînin kavlen mürecati kifayet etmez.

Kavlen rücu, aralarında i’iâ bulunan zevç ile zevceden birine veya her ikisine ait bir aczi hakikîden dolayı bil’fiil tekarrüb müteazzir oldu­ğu takdirde zevcin zevcesi hakkında «Rucu etdim», «î’lâyı ibtal efdim» demek gibi bir tabir ile müracaat etmesidir. Böyle kavlen rücua İşhad edihnesi müstahsendir. Çünkü ileride ihtilâf vukuuna meydan verilme­miş olur.

438 – : î’lâda kavlen rücunun kifayeti için göylece üç şart vardır:

(1) : Zevç ile zevceden birinde mücameate mani olacak derecede bir aczi hakikî bulunmalıdır. Meselâ : Zevceynden biri mukarenete mani bir derecede hasta olsa veya zevç, mecbub veya zevce, retka veya mü­cameate mütehammil olamıyacak derecede çocuk olsa veya kadın ile ko­cası arasında dört ay içinde mülakat kabil olmayacak derecede bir me­safe bulunsa veya zevce nâşize olub kocasından gizlense veya zevç bak-sız yere veya zevce haklı veya haksız yere mahbus olarak içtimaları ka­bil bulunmasa kavlen rücu kifayet eder ve illâ etmez.

(2)  : Aczi hakikî, illâ zamanım tamamen muhit olmalıdır. Binaenaleyh i’lâ müddeti çıkmadan aciz zail olsa fi’len rücu lâzım

gelir, kavlen rücu bâtıl olmuş olur.

Kezalik : İ’lânın bidayetinde fi’len rücua müsait bir zaman bulun­duğu hâlde bu veçhile rücu yapılmayıb da bilâhare aciz vücude gelse kavlen rücu kifayet etmez. Çünkü bu takdirde zevç, zevcesinin huku­kuna evvelce tecavüz etmiş olacağı cihetle muahharan tahaddüs eden acizden dolayı mazur sayılmaz.

(3) : Kavlen rücu vaktinde zevciyyet kaim olmalıdır. Binaenaleyh mûlî, zevcesini bainen tatlik etdiği takdirde artık idde-

ti içinde kavlen rücuu kifayet etmez. Binaenaleyh nikâh tecdid edilme-yib de’i’lft müddeti bilâ rücu mürur edince i’lâdan dolayı beynunet ta­hakkuk eder.

439 – : Kavlen rücu için aczi hükmî kifayet etmez.  Zevcin hac için ihrama girmiş olması gibi. Çünkü bu takdirde mûlî, ‘bilfiil rücua ka­dirdir. Bundan imtinaı takdirinde zevcesine gadr etmiş olur.

Vakıa ihram sebebile bir hakkullah tahakkuk etmigdir, buna riayet de lâzımdır. Fakat bilcümle hakkullahdan dolayı hakkı ibad sakıt olmaz. Çünkü Hak Tealâ ganîdir, abd ise nıuhtaedır.

Bu, İmamı Azam ile İmameyne göredir. İmam Züfere göre aczi hükmî takdirinde de kavlen rücu kifayet eder. Çünkü usuli şeriate na­zaran aczi hükmî, aczi hakikî gibidir. Nitekim halvetin sıhhati hususun­da manii hakikî ile manii şer’î = hükmî müsavidir.

440 – : Fi’len fey – rücu ile i’lânın hükmü tamamen bâtıl olur. Binaenaleyh müddet içinde fi’len rücu vuku bulunca mûlî,  hanis

olarak üzerine keffaret lâzım gelir, yemin de zail olarak artık beynu­net vukuuna mahal kalmaz. _

441 – : Kavlen = fey rucu ile i’lânın hükmü kısman bâtıl olur. Şöyle ki: Mûlî, böyle kavlen rücuundan dolayı yemininde bar olmakdan çıkmış sayılır. Artık müddetin bilâ tekarrüb geçmesile bey-nunet husule gelmez. Fakat bilâhare tekarrüb vuku bulursa keffareti yemin lâzım gelir. Mûlî, keffaret bakımından hanis bulunmuş olur. Böy­le kavlen rücu, ‘hanis ölmakdan kurtulmak hususunda muteber değildir.

442 – Zevç ile zevce, rüeuun vukuunda ihtilâf etseler henüz müd­det çıkmamış ise söz, rüeuun vukuunu iddia eden zevcin olur. Çünkü rücua henüz kadirdir, zahiri hal lehine şahadet eder. Fakat müddet çık­mış ise söz, rücuu inkâr eden zevcenindir. Zira bu takdirde zahiri hal, zevcenin lehine şahiddir.

443 – îrtidad ile i’lânın hükmü bâtıl olmaz. Binaenaleyh mûlî, bil’irtidad darı harbe iltihak, sonra da islâmiye-te avdetle nikâhı tecdid eylese i’lânın hükmü devam eder. Ziharda da hüküm böyledir. Çünkü gayri müslimlik, i’lânın, zihann inikadına ibti-daen mani olmadığından bekaen de mani olmaz. Zira beka, ihtidadan esheldir.

Bu mesele, tmami Azama göredir, imam Ebu Yûsuf e göre ilâ da, zihar da bu irtidad ile sakıt olur. Çünkü gayri müslimlik, i’lâ ile ziha­nn sıhhatine ibtidaen mani olduğundan bekaen de manidir. Bedaî, Bah­ri Raik, Hindiyye.

« (Malikîlere göre i’lânın inhilâli aşağıdaki suretlerden birile ola­bilir:

(1) : Itkına yemin edilen rakabenin herhangi bir sebeple mûlî-nin mülkünden çıkmasile i’lâ, münhal olur. Şöyle ki:

Bir kimse «Zevceme tekarrüb edersem şu kölem azad olsun» dedik­ten sonra o köle, ölse veya satılsa i’lâ zail olur. Şu kadar var ki, mûlî, bundan sonra da tekarrübden imtina ederse kendisine ledettaleb bir müddet verilmeksizin talâka hükm edilerek kadının mutazarrır olma­sına meydan verilmez.

Fakat i’lâ, muvakkat veya müebbed olup da köle, irsden başka bir vechiîe mûlînin mülküne avdet ettiği ve i’lâ müddetinden henüz dört aydan ziyade bir vakit de bulunduğu takdirde i’lâ, avdet eder. îrs yo-liyle kölenin avdeti ise cebri olduğundan i’lânın avdetine sebep olmaz.

(2) : Talâkına yemin edilen kadının zevali zevciyetile de i’lâ, mün­hal olur. Meselâ: Bir kimse «Zeynefo adındaki zevcesine tekarrüb eder­se İffet namındaki refikası boş olsun» diye yemin edib de badehu iffe­ti müneccezen boşayarak iddeti nihayet bulsa artık i’lâ çözülmüş olur. Fakat iffeti tekrar tezevvüc ederse bakılır: Eğer i’lâ, müebbed ise ve­ya muvakkat olub da henüz dört aydan ziyade bir müddet mevcud ise Zeyneb hakkındaki i’lâ avdet eder. Amma iffeti üç talâk ile boşadıkdan sonra badettefhlil tekrar tezevvüc ederse i’lâ avdet etmez. Çünkü talâk, mahlûfün biha hakkında’ gayesine ermişdir. Şayed i’lâdan sonra Zeynebi üç talâk ile bogayıb da zevci ahardan sonra tekrar tezevvüc eder, iffet de nikâhı altında bulunmuş olursa i’lâ yine avde tetmiş olur.

(3) : Keffareti yemin intâcil edilmesi ile de i’lâ münhal olur. Şöyle ki : Bir kimse, zevcesine tekarrüb etmiyeceğine dair Allah Tealâya kasem suretile veya nezri mutlak suretile yemin edib de badehu i’lâ müddeti geçmeden keffareti yeminde bulunsa i’lâ zail olur.

Yukarıda yazılan üç suretden birile i’lâ inhilâle uğradılmadığı takr dirde bizzat zevce veya cariye olan zevcenin efendisi, fey = rücu talebi­ne müstahik olur.

Bu feyden maksad, zevceye halâl bir zamanda cehazı tenasülünden mukarenetdir. Zevce, bir bikr olduğu takdirde iftizaz = izalei bikr de lâ­zımdır. Hayz halinde mukarenet, haram olduğundan bununla i’îâ, münhal olmaz.

Zevç ile zevceden birinde mukarenete aklen, adeten veya şer’an mâ­ni’ – cüb, retak, habs, maraz, hayz, ihram gibi bir hal bulunsa ba­kılır : Eğer mahlûfün bih = kendisine and içilen şey, talâkı bain, mu­ayyen rakabenin i’takı veya ismullah veya nezri mutlak ise i’lâmn in hilâli için tatük, i’tak veya keffareti yemini ita lâzım gelir. Amma ta­lâkı ric’î, gayri muayyen bir rakabeyi itk veya muayyen bir sadaka veya âtiye aid bir oruç gibi filhal keffareti kabil ve nafi olmayan bir şey ise i’lâmm inhilâli için kavlen rücu icab eder. Yâni’ : mûlî için bu halin, zs-valini müteakib mukarenetde bulunacağına dair vaidde bulunmak lâzım gelir.

(4) : Zevce İ’lâdan dolayı rücua aid mütalebe hakkını iskat edip ko­casının mukarenet etmemesine razı olsa da bilâhare bu hakkını yine ta-leb edebilir.

Taleb vukunda î’îâ müddeti geçmiş ise hâkim, ric’iyyen talâka hükm eder. Zevç de iddet içinde i’lâyı inhilâle uğratmak şartile müracaatde bulunabilir. Fakat böyle bir inhilâl bulunmazsa müracaat, mülga olub kadm, üçüncü âdetini görmeğe başlayınca beynunet hâsıl olur, başkasile evlenebilir. Minehül’celîl, Ebülberekât).

fŞafiîlere göre de i’lânın devamı ve inhilâli şu veçhiledir :

(1) : Müddet içinde mukarenet vuku bulursa yemin   münhal ve i’lâ fevt olur. Mukarenet bulmadan müddet nihayet bulursa rücu ile talâkı taleb hakkı .yalnız zevceye aid olur. Zevce, sagîre veya mecnune olursa bulûğ ve ifakatine intizar olunur. Zevcenin velîsinin veya efendisinin rau-talebeye hakkı yokdur. ,

(2) : Mutlak i’lâ -müdeti, menkûhe hakkında i’lâ vukundan, ricivyen mutallâka hakkmda ric’at tarihinden,  mürtedde hakkında irtidadın  zevali ânından, sagîre ve marîza hakkında da çocukluğunun ve hastalığın zevalinden itibaren cereyana başlar. Dört ay tekarrüb bulunmaksızın tam olunca zevç, tatlik ile rücu beyninde muhayyer bırakılır.

(3) : Mukarenete mani olub nikâhı ihlâl etmeyen   oruç, ihram gibi şer’î ve maraz, cünûn, habs gibi hissî bir mania zevç tarafında bulunsa i’lâ müddetinin cereyanına mani olmaz. Çocukluk, hastalık gibi hissî bir mania zevce tarafında bulunduğu takdirde ise müddetin cereyanına ma­ni olur. Bu mania zail olmadıkça i’lâ müddeti cereyana başlamaz. Nüşuz hali de böyledir.

(4) : Maraz, cünûn gibi hissî bir mania, zevce de i’lâ müddeti esna­sında tahaddüs etse müddetin cereyanını kat ve izale eder, zevalini mü-teakib müddet yeniden başlar. Diğer bir kavlegöre de mütebaki müddet bu zevali müteakib devama başlar.

Zevcede bulunan veya bilâhare tahaddüs eden hayz, nifas, nafile oruç gibi şer’î manialar, İ’lâ müddetinin cereyanına bir mani teşkil etmez. Fa­kat esah olan kavle nazaran ihram, farz namaz ve zevcin İznile^ olan iti-kâf, bu müddetin cereyanını men ve kat eder.

(5) : Zevcede mukarenete mani bir-maraz veya hayz, nifas, ihram, farz oruç gibi bir    hal bulundukça zevcinden    rücu veya talâkı isteye­mez.

(6) : Zevç, müddet içinde rücu edebileceği gibi müddetin hitamından sonra da rücu edebilir. Çünkü zevç, dört aym geçmesini müteakib mu­hayyer olacağından dilerse Hâsından rücu eder, dilerse rücu etmiyerek ta­lâka razı olur.

(7) : Zevcde mukarenetden mutazarrır   olacak suretde maraz gibi bir tabiî mani bulunursa kavlen rücuda bulunmakla mütaleb olur. Kavlen rücu «Kaadir olduğum zaman mukarenetde bulunacağım» demek gibi bir tarzda yapılır. Bu veçhile zevç, nedametini izhar etmiş, zevcesine bir nevi tarziye vermiş, yapmış olduğu ezadan vaz geçmek istediğini göstermiş olur.

Fakat zevcde ihram gibi, farz oruç gibi bir manii şer’î bulunursa asıl mezhebe göre kavlen rücu etmesi kifayet etmez. Bu halde zevcesini tatlik etmesi kendisinden istenilir.

(8) : Zevç, i’lâdan sonra zevcesine mukarenet ederek yemininde hâ-nis olunca bakılır : Eğer talâk ve itak gibi bir şeye talik suretile yemin etmiş ise o şey tahakkuk eder. Ve eğer ismi ilâhiye kasem suretiyle ye­min etmiş ise kendisine keffareti yemin lâzım gelir. Ve eğer hac, oruç, sa­daka gibi kurubattan bir şeye yemin etmiş ise o şeyi ifa ile keffareti ye­min arasında muhayyer olur. Tuhfetül’muhtaç.)

(Hanbelî fukahasma gelince bu zevata göre de mutlak i’lâ müddeti, vemin zamanından başlar, hâkimin müddet tayinine muhtaç olmaz. Aradan bilâ tekarrüb dört ay geçtiği takdirde – evvelce beyan olunduğu üze­re – zevcenin talebile hâkim, zevce rücuda bulunmasını ve bundan imti-nâı takdirinde zevcesini boşamasını eiîır eder. Zevç, bundan da imtina edince ‘hakim talâka hükm eder;

(1) : Hâkimin yapacağı talâk, bir talâkı ric’îdir. Zevç iddet içinde müracaat edebilir. Maamafih hâkim muhayyerdir. Dilerse iki veya üç ta­lâk ile de hükm edebilir. Zira hâkim, talâk hususunda zevcin makamına kaim olmuş, onun salâhiyetine malik bulunmuş olur. Hâkim, dilerse fes­he de hükm edebilir.    Fesh halinde talâkın adedleri tenakus etmemiş olur.

(2) : î’lâ yapan da müddet içinde mukarenete mani habs gibi; ih­ram gibi bir özür bulunsa müddetin cereyanına mani olmaz. Fakat zevce de çocukluk, maraz, habs, gaybubet, nüşuz, cünun, nifas, ihram, farz iti-kâf ile siyam gibi mukarenete mani bir özür bulunsa bakılır : Eğer bu Özür, i’lânın mebdeinde mevcut ise müddet, bu özrün zevalinden itibaren başlar. Amma müddet esnasında arız olmuş ve yemin edilen müddetten henüz dört aydan fazla bir vakit kalmış ise i’lâ müddeti, bu özrün zeva­linden itibaren yeniden başlar, geçmiş günler hisaba dahil olmaz. Dört ay veya daha noksan bir vakit kalmış olduğu takdirde ise i’lânın hükmü sa­kıt olur. Hayz hali ise i’lâ müddetinin cereyanına asla mani değildir.

(3) : i’lâ müddeti nihayet bulduğu halde zevcede hayz gibi, ihram gibi mukarenete mani bir Özür bulunsa bunun zevaline kadar rücu ve ta­lâk talebine hakkı olamaz. Fakat maraz gibi, ihram gibi veya mazur gö­rülecek habs gibi mukarenete mani bir özür zevç canibinde bulunsa fil-hal kavlen rücu ile memur” olur. Edasından âciz bir borcdan dolayı veya haksız yere vuku bulan habs, bu kabildendir. Haklı yere olan habs halin­de ise fi’len rücu lâzımdır, kavlen rücu kifayet etmez. Aksi takdirde talâk cihetine gidilmez.

(4) : î’lâ müddeti nihayet bulduğu halde mûlî, başka bir beldede bu­lunsa bakılır : Eğer yolda emniyet var ise ya zevcenin yanına gelmesi ve­ya zevcesini yanma götürmesi kendisine teklif olunur. Böyle yapmazsa ta­lâk cihetine gidilir. Fakat yol korkunç bir halde olur veya kendisinde fi’­len fey’e mani bir özür bulunursa lisanen rücu lâzım geHr.

(5) : Zevce, rücu veya talâk hakkını istemeyib de kocasını af etse bu hakkı bir rivayete göre sakit olur. Diğer bir rivayet ve ihtimale göre sa­kıt olmaz. Çünkü isteyiş, zararı def içindir. Zarar teceddüd ve tevali edin­ce bu hak da devam eder. Binaenaleyh kadın, tou affından rücu edebilir. Nitekim af edilen nafakadan rücu da bu kabildendir.

(6) : Zevç, i’lâdan sonra rücuda bulunsa bakılır : ilâ, kasem sure­tile yapılmış ise keffaret lâzım -gelir. Ekser ehli ilmin içtihadı bu vechi-dir. Diğer bir kavle göre keffaret lâzım gelmez. Hasanı Basrînin kavli de böyledb.

t’lâ, itka veya talâka talik suretile yapılmış ise mukarenet vukuile muallâkun aleyh olan ıtk veya talâk tahakkuk eder. Şayet i’lâ, bir nezr veya sadaka, savm, salât, hac gibi taat üzerine talik suretile yapılmış ise i’lâ yapan, rücudan sonra muhayyer olur, dilerse bunları ifa eder,ve di­lerse keffareti yemin ile iktifa eyler. Çünkü bu, licac ve gazabdan mün-bais bir nezrden ibaret olduğundan bunun hükmü bu veçhiledir. Elmuğnî. Keşşaf ül’kına.) [12]

 

Kefareti İ’lanen Mahiyyeti :

444 – : riâdan dolayı icab eden keffaret, bir keffareti yeminden iba-retdir. Bu kefaret ise alel’itlak bir rakabe – köle veya cariye azad et­mek veya on fakiri it’am veya rksa eylemekden, bunlardan aciz halinde de üç gün muttasıf oruç tutmakdan ibaretdir.

« (Eimmei selâseye göre bu orucda ittisal ve tevali şart değildir.)

445 – : On fakire it’am veya iksa kâfi olduğu gibi bir fakire on gün it’am etmek de kâfidir.

Bu it’am,fakirleri sabahlı ve akşamlı doyurmak suretile olur. Bu hu-susda katıksız sade buğday ekmeğile it’am da kâfidir.

On günlük taamın bedelini bir günde on fakire veya on günde bir fakire vermek de caizdir. Bir sadakai fıtr, bir günlük taama muadildir. Yani : her günlük taamın bedeli, buğdaydan yarım sa’, arpadan bir sa’dır. Bunların kıymetini vermek de kifayet eder. Bir sa’dan murad, bin kırk dirhem mikdarıdır.

446  – : Kisvenin aşağı mikdarı, bedenin tamamını setr eder ve or­ta haili kimselere münasib olub üç aydan ziyade dayanabilen bir parça li~ basdır.

Bu, îmam Âzam ile In>am Ebü Yusüfe göredir. İmam Muhammede göre bedeni üryan sayılmayacak derecede setr eden, kendisile namaz kılı-nabilen bir parça libasdan ibaretdir. Kadınlara verilecek libas ile beraber bir de hımar – baş örtüsü bulunmalıdır. Çünkü “kadınların başları avret­tir, açık olduğu halde namaz kılamazlar.

447 – : Keffareti yeminin masrafı, zekâtın masrafı gibidir.

Binaenaleyh zekât kimlere verilebilirse keffareti yemin de onlara ve­rilebilir. Bunlar ise ihtiyaçlarından başka nisab mikdarı mala, yani : en az yirmi mıskal altına veya,iki yüz dirhem gümüşe veya bunların kıymet­çe muadillerine malik bulunmıyan müslim fakirlerdir.

448 – : Yemin edenin yesar ve fakirlik halleri, hanis olduğu zamana göre değil, keffareti eda edeceği zamana nazaran muteber olur.

Binaenaleyh bir kimse, yemininde hanis olduğu zaman rakabe azad etmeğe veya it’am veya iksaya kadir olduğu halde keffareti eda zamanın­da bunlardan âciz bulunsa keffaretini oruç ile eda eder.

Bilâkis hanis olduğu zaman fakir iken keffareti eda zamanında ra­kabe tahririne veya it’am ve iksaya kadir olsa oruç ile keffaretde bulun­ması kifayet etmez.

(imam Şafiîye göre bu hususda yemin eden şahsın hanis olduğu zamandaki vaziyeti nazara alınır. Keffaret vereceği zamana itibar olun­maz.)

449 – : Oruç ile keffaretin cevazı için bu oruç müddetince acz de­vam etmelidir. Şayed henüz üç gün oruç tamam olmadan rakabe tahriri­ne veya ifam ve iksaya kudret hâsıl olsa oruç ile keffaret, kifayet et­mez.

450 – : Yemine muhalif hareketle hanisiyyet husule gelmedikçe kef­faret yapılamaz. Bu muhalefetden evvel yapılan keffaret; bir kurbet, bir sadaka sayılırsa da kefaret yerine kaim olamaz. Çünkü keffaret, bir raa1-siyyet ve cinayetin af ve setri içindir. Hanisiyyetden mukaddem ise böyle bir ma’siyyet tahakkuk etmiş değildir.

{îmam Şafiîye göre mal ile olan keffaret, hanisiyyetden mukaddem de verilebilir.)

451 – : Halâli tahrim, bir nevi yemindir.

Binaenaleyh bir kimse, halâl olan bir şeyi kendisine haram kılsa, meselâ : «Şu malım, şu elbisem veya şu cariyem veya fülânın şu malı şu mülkü bana haram olsun» dese de bilâhare o şeyi ibahede bulunsa, yani : onu kendisine mubah kılmaya kalkişsa üzerine keffareti yemin lâ­zım gelir. Çünkü bu suretle yemin, mün’akid olub o şey ligayrihi haranı olmuş olur.  (îmam Şafiîye göre bu suretle yemin mün’akid olmaz. Çünkü bu. kalbi mevzu demekdir. Binaenaleyh bundan dolayı keffareti yemin lâzım gelmez. Şu kadar var ki, bundan zevceler ile cariyelerin haram kılınma­ları müstesnadır.) Bedayi, Kenz şerhi Aynî, Dürri Muhtar, Reddi Muh­tar, Hindiyye. [13]

 

L’lanın Sebebi Ve Hakkındaki Ahkâmın Hikmeti Teş-Rüyyesi :

452 – : î’lânın sebebi, çok kerre zevç ile zevce arasında zuhur eden bürudetden, huşunetden, sui imtizacdan ibaretdir: Bu bakımdan i’lâ mek-ruhdur, mezmumdur, uhrevî mes’uliyeti calibdir.

Fakat i’îâ hâdisesi, meselâ çocuğunu henüz emzirmekte bulunan bir zevcenin – yeniden çocuğa kalmasından korkması veya mücameatden tab’an müctenib bulunması gibi bir sebebe mebni – rızasına mükarin o-lursa mekruhiyyet kalmaz. î’lâ, bazan da bir tecrübei nefs maksadına müstenid bulunur. Şöyle Bir kimse, zevcesinden her nedense iftirak etmek emelinde bulunur, bu iftiraka taahmmül edib edemiyeceğini anlamak için bir müddet mu-karenetde bulunmıyacağına yemin eder, bu müddet esnasında hem muka* renetin maslahata muvafık olub olmıyacağını düşünmeye müsaid bir va­kit bulur, hem de zevcesine olan temayülâtının derecesini anhyarak ona göre kararım verir.

riânın ahkâmına müteveccih olan hikmeti tesriiyyeye gelince i’lâ, haddi zatında zevcenin hukukuna bir tecavüz demekdir. Bu cihetle bir nevi zulümdür. Bu zulmün cezasız kalması, dairesinin tevessüüne mey­dan verir, bir takım kimselerin böyle bî insafâne hareketlerde bulunma­larına cür’etbaş olur. Binaenaleyh i’lâda bulunan şahıs, yaptığı yemîne riayet etmediği takdirde keffaretle veya deruhde etdiği cezanın tahak-kukiîe müateb olur. Yemininde sebat ederek refikasının zararına meydan verdiği takdirde de nikâh nimetinden mahrum kalır, zevcesile aralarında beynunet hâsıl olarak kadın zulümden kurtulur.

Fukahai kiramın beyanatına nazaran i’lâ, zamanı cahiliyetde bh muaccel talâkı bain idi. Şeriati islâmiyye, bunu müeccel bir talâkı bain kılmış, zevciyyet rabıtasının hemen çözülmesine müsaade etmeyib dört ay gibi her veçhile işin neticesini düşünmeye kâfi bir müddet ile takyid etmişdir.

Diğer bir rivayete göre i’lâ müddeti zamanı cahiliyetde bir veya iki sene idi. Kadınlar bu uzun müddet içinde muallâk bir halde kalır, ne zevciyyet münasebetinden müstefid olur, ne de serbestisine kavuşarak başka birisile zevciyyet tesis edebilirdi.

Şeriati islâmiyye ise kadınların bu yüzden pek mutazarrır olacak­larını nazara almış, i’lâ müddetini dört aya hasr ederek bu mezmum ha­reket için bir mania vücude getirmiş, bununla beraber hem yeminlerin kıymet ve ehemmiyetini korumak, hem de kadınların hukukunu siyanet etmek hikmet ve  maslahatını istihdafda bulunmuşdur. [14]

 

Ziharin Mahîyyeti Ve Rüknü :

453 – : Ziharin mahiyyeti, ıstılah kısmında da yazıldığı üzere : Bir kimsenin kendi zevcesini veya onun rakabesini veya nısf, sülüs gibi bir uzvı şayiini kendisine nikâhı müebbeden haram bulunan bir kadına veya anın bakılması caiz olmayan bir uzvuna teşbih etmesi demekdir ki, böy­le bir teşbihde bulunan şahsa «Müzahir», kendisine teşbih edilen kadına da «müzaherün biha» denilir.

454  – : Ziharin rüknü, ziharı sarahaten veya   delâleten icab eden her hangi bir tabirdir ki, buna «müzaherün bih) denir.

Meselâ! «Sen bana veya bence anamın arkası gibisin», «Ben sana1 müzahirim», «Ben sana zihar etdinı», «Senin rakaben kız kardeşimin zah-ri =  arkası gibidir» tabirleri sarihdir.

Sen bana anamın batnı” veya “fahzi” veya “uzvı tenasülü gibisin” tabirleri de sarih tabirlere mülhakdır.

“Sen bana anam gibisin”, “Sen bana anam gibi haramsın” sözleri de kinayatdan olub zihare delâlet eden tabirlerdendir.

455 – : “Sen bana haramsın” sözü, İmamı Azam ile İmam Ebu Yusüfe göre zihardan kinaye olabilir. Yani: Bununla zihara niyyet edilir­se zihar tahakk’uk eder. Fakat İmam Muhammede göre bununla zihar vücude gelmez. Çünkü bunda halftl, harama teşbih edilmiş değildir. El-bedayî.

“(Malikilere göre zihar, zevceyi veya cariyeyi veya bunlardan biri­nin her hangi uzvunu haram olan bir şeyin zahrine veya sair bir cüz’ üne benzetmekdir. Bu tarife göre cariyeler hakkında da zihar carîdir.

Ziharda kullanılan tabirler, sarih ile kinaye kısınlarına ayrılır. Ne-seben, rızaen veya musareheten veya mülâaneten nikâhı müebbed suret-de haram olan bir kadının zahrine teşbih, sarihdir. Nikâhı müebbeden haram olan bir kadının zahrinden başka bir uzvuna veya herhangi bir ecnebiyyenin veya erkeğin zahrine yapılan teşbih de kinaye kısmına da­hildir.

Ziharı sarih, talâka sarf edilemez. Yani : Bununla yalnız talâk kasd edildiği iddia edilse de meşhur olan kavle göre tasdik edilmeyib yine zi­har tahakkuk etmiş olur. Fakat kinaye kısmile talâk kasd edildiği, iddia olunsa hem diyaneten hem de kazaen tasdik olunur.

«Sen bana validem gibisin», «Sen benim validemsin» tabirleri de ki-nayet kısmmdandır. Bunlar ile keramet ve ihtiram, şefkat veya ihanet itibarile teşbih kasd edilirse zihar tahakkuk etmez. Muhtasarı Ebizzi-ya, Şerhi Muhammedi Hırs’.)

«Şafiîlere göre zihar, zevceyi veya onun cismi, nefsi, bedeni gibi bir uzvunu nikâhı müebbeden haram olan herhangi bir kadına veya onun cismi, nefsi, bedeni, zahri gibi bir uzvuna teşbih etmekdir.

Göz, baş, ruh gibi uzuvlara yapılan teşbih ile zihar kasd edilmedikçe zihar tahakkuk etmez. Çünkü bunlar ile alelekser keramet ve ihtiram kasd edilir. «Sen benim validem gibisin» sözü deböyledir. Bununla hiç­bir şeye niyyet edilmediği takdirde ne talâk ne de zihar vücude gelmez. Çünkü asi olan, hürmet ve keffaretin ademidir.

Ecnebiyyeye, mutallâkaya, mülâaneye, hürmeti muvakkate ile ha­ram olan kadına ve herhangi bir erkeğe teşbih, lâguvdur, bununla zihar vücude gelmez. Tuhfetürmuhtac.)

(Hanbelîlere göre de zihar, zevceyi veya onun herhangi sabit bir uzvunu müebbeden veya muvakkaten nikâhı haram olan bir kadın veya o kadimn sabit bir uzvuna veya herhangi bir erkeğe veya onun sabit bir uzvuna teşbih demekdir.

Saç, diş, tırnak, kan, arak, gözyaşı gibi bir şeye teşbih ise zihar de­ğildir. Çünkü bunlar, gayri sabitdir. Zevce teşbih de böyledir. Keşşafül’kına’.)

(Zahiriyyeye göre zihar, yalnız zahr = arka tabirini zikr ile ve yal­nız valideye lâakal iki defa teşbih ile tahakkuk eder. Başka herhangi bir uzvu, herhangi bir şahsın bir uzvuna teşbih ile zihar vücude gelmez. El-muhallâ.) [15]

 

Ziharin Ehli, Mahalli Ve Şakaiti :

456 – : Zihârm ehli, şeraitini cami olan zevcdir. Zihârın mahalli de zevcdir.

Zihârm şeraitine gelince bunlar da müzahire, müzaherün minhâya. müzâherün bihaya ve müzaherün bihe aid olmak üzere şunlardır :

(1)  : Müzahir, hakikaten veya hükmen âkil, baliğ, müteyakkız ol­malıdır.

Binaenaleyh mecnunların, matuhların, medhuşjerin, mübersemlerin, mugmaaleyhlerin, naimlerin, gayri baliğlerin ziharları muteber değildir. Çünkü zihar, muzir tasarruflardan olduğu cihetle bunların bu gibi tasar­rufları sahih olmaz. Bu hususdaki hürmet hükmü,bunlara şâmil bulun­maz.

Fakat muhtînin, mükrehin, ve bil’ihtiyar müskiratdan birini kulla­narak sarhoş olan şahsın ziharı muteberdir. Çünkü bunlar, ‘bükmen âkil ve müteyakkizdirler.

(2) : Müzahir, müslim olmalıdır. Çünkü bu hususdaki   nassi şer’î müslümanlara muhtesdir. Zihar ile muvakkat bir hürmet sabit olub kef-faret ile nihayet bulur. Bir gayri müslim ise keffarete ehil değildir.

(3)  : Müzahir, erkek olmalıdır.

Binaenaleyh bir kadın, kocasına karşı zi’harda bulunsa, meselâ : «Sen bana validemin zahri gibisin» dese bu, lâğv olur. Bununla ne hür­met ne de keffaret lâzım gelir, müfta bih, olan budur.

Fakat İmam Ebu Yusüfe göre buunla zihar vücude gelir. Araların­da mücameat vuku bulursa zevceye keffareti zihar eder. Haflen îbni Zi-yad’e göre de zevce hakkında yalnız keffareti yemin lâzım gelir.

(4) : Müzaherün minha, zevce olmalı ve teşbih onun ya tamamına veya nısım, rubu, sülüs gibi bir cüz’i şayiine veya re’s, rakabe gibi şah­siyet yerinde kulanılan bir uzvuna aid bulunmalıdır.

Meselâ : Bir kimse, zevcesine hitaben «Sen bana anamın arkası gi­bisin» dese müzahir olacağı gibi «Senin bağın» veya «Yarın validemin ar­kası gibidir» dediği takdirde de müzahir olmuş olur.

Fakat «Senin elin veya ayağın validemin arkası gibidir» dese bunun la zihar vücude gelmiş olmaz.

Ric’ıyyen mutedde de zevce hükmündedir. Anrnıa bâinen mütedde hakkında zühar cari olamaz. Çünkü beynunet ile zaten hürmet sabit oldu­ğundan zihar ile tahrime mahal yoktur. Cariye ile ecnebiyye de böyledir.

(5) : Müzaherün biha olan kadınlar. Müzahire nazaran nikahlan ne-seb rezâ, veya musaheret sebebile müebbeden haram olan takımdan olmalıdır.

Binaenaleyh neseben veya rezaan validelerile kain validelere, evlâ­dın zevcelerine, kız kardeşlere, halalara, teyzelere teşbih ile zihar tahak­kuk eder. Fakat zevcenin kız kardeşine, selâsen mutallâkaya veya bir mecusiyyeye teşbih ile zihâr vücude gelmez. Çünkü bunlardaki hürmeti nikâh; müebbed değildir, muvakkatdir, kabili zevaldir.

Kezalik : Birkimse, zevcesini kendi babasının veya oğlunun mezniy-yesine teşbih etse İmam Ebu Yusüfe göre müzahir olur. Çünkü bu ka­dının nikâhı kendisine müebbeden haramdır. Fakat İmam Muhammede göre müzahir olmaz. Zira bu kadının hürmeti mahalli ictihaddır. Nitekim kim kimse, zevcesini kendi mezniyyesinin validesine veya kızına teşbih etdiği suretde de zihâr vücude gelmez. Çünkü bu da mahalli ictihaddır, müzaherün biha olan bu kadın, müzahire müebbeden haram sayılmaya­bilir. Şafiiyyeye göre de zina ile hürmeti musahere sabit olmayacağı ma­lûmudur.

(6) : Müzaherün biha, nisa cinsinden olmalıdır.

Binaenaleyh bir kimse zevcesini kendi babasının veya oğlunun arka­sına veya herhangi bir uzvuna teşbih etse bununla zihar vücude gelmez. Çünkü zihar hakkındaki nas, nisa hakkında varid olmuşdur.

(7) :  Müzaherün biha, müzahir için bakılması  caiz olmayan zahr, batn, fahiz gibi bir uzuv olmalıdır.

Binaenaleyh bir kimse, zevcesini kendisine nikâhı müebbeden haram olan kadınlardan birinin meselâ yüzüne, eline veya başına benzetse bu­nunla zihar vücude gelmiş olmaz.

(8) : Müzaherün bih olan söz, kinaî tabirlerden olunca bununla zi-hare niyyet edilmiş olmalıdır. Şöyle ki :. sarih tabirler ile olan ziharda niyyete ihtiyaç yokdur. Meselâ Bir kimse, zevcesine  «Sen bana vali­demin zahri gibisin» dese bununla myyete muhtaç olmaksızın zihar ta­hakkuk eder. Hattâ bununla keramet ve ihtirama, talâka veya i’lâya niy­yet edilmiş olsa da yine zihar vücude gelir. Çünkü bu tabir, ziharda sa-rihdir.

Kezalik : Bununla evvelce yapılmış olan bir zihr kasd edildiği iddia edilse diyaneten tasdik edilirse de kazaen tasdik edilmez.

Fakat «Sen bana validem gibisin» veya «Sen bana validem misilli­sin» denilse bu, niyyete muhtaç olur. Çünkü bu, bir kinaî tâbirdir.

Binaenaleyh zevç, bununla zihâre niyyet etmiş olunca müzahir olur. Talâka niyyet etmiş ise talâk vücude gelir. Yemine niyyet etmiş ise i’lâ tahakkuk eder. Mücerred kadr ve menzilte niyyet etmiş ise lâğv olub âdeta «Sen bence anam gibi muhteremsin» denilmiş olur.

Teşbih edatım hazf ile Sen benim anamsın», «Sen benim kızımsın» veya «hemşiremsin» denilmesi de böyledir. Şu kadar var ki zevceye bu veçhile hitab edilmesi, tahrimen mekruhdur.

(9) : «Sen bana validem gibisin» kinaî tabiriyle hiçbir şeye niyyet edilmediği takdirde bu söz, lâğv olur. Bununla zihar vücude gelmez.

«Sen bana validem gibi haramsın» tabiri ise mutlaka tahrimi müstel-zimdir. Bunun tayin için zevcin niyyetine müracaat olunur. Bununla ta­lâka veya zihare niyyet edilince o veçhile talâk veya zihar sabit olur. I’lâya niyyet edilmiş olunca da i’Iâ tahakkuk eder, hiçbir şeye niyyet edilmemiş olunca yine zihar vücude gelir. Elbedayi, Hindiyye, Dürri Muh­tar, Reddi Muhtar, FethüTkadîr.

 (Yukarıdaki meseleler, Hanefiyyeye göredir, imam Mâlike ve Za hiriyyeye göre bir cariyenin mevlâsı da cariyesi hakkında zihara ehildir. Bu cihetle cariye de müzaherün minha olabilir.

Eimmei selâseye göre de bil’ihtiyar sekrânın ziharı muteberdir. Fa­kat imam Şafiîye göre muhtîin, mükrehin ziharı sahih değildirîmam Ahmed’e göre de mükrehin ziharı muteber olmaz. Ebu Sevr ile Münzir’in kavilleri de böyledir.

imam Mâlik’e göre müzahirin müslim olması şart değildir. Fakat imam Şafiî ile imam Ahmede göre talâkı sahih olan her zevcin zihan da sahihdir. Binaenaleyh gayri müslimlerin talâkları muteber olduğundan ziharları da muteberdir. Zira bu hususdaki nas, mutlâkdır, gayri müs-limler ise hurumat kabilinden olan şerayi ile mükellefdirler, onların da i’tak ve it’am suretiyle keffaretde bulunmaları sahihdir.

Eimmei selâseye göre de kadın, müzahir olmaz. Fakat Zührî ile Ev-za’îye göre kadın da böyle bir teşbih yapınca müzahir olmuş olur.

Eimmei selâseye nazaran kadın, müzahir olamayacağından böyle bir teşbihde bulunmasından dolayı kendisine keffaret de lâzım gelmez. Fa­kat imam Ahmedden diğer bir kavle göre bu halde kadına keffareti ye­min lâzım gelir. §u kadar var ki, kadına rızasile tekarrüb bulunmadıkça bu keffaret icab etmez. Tekarüb ikraha mukarin olursa veya tekarrüb-den evvel talâk veya mevt vuku bulursa yine keffarete mahal kalmaz. Mâlikiyyeden tbnül’kasıma ve imam Ahmedden diğer bir rivayete göre müzaherün binanın nisa cinMnden olması şart değildir. Babamn ve­ya sair bir erkeğin veya bir meytenin veya bir behimenin arkasına teşbih ile de zihar vücude gelir. Fakat imam Ahmed’den diğer bir rivayete göre bununla zihar vücude gelmez. Ekseri ulemanın kavülleri de böyle-dir. Elmuğnî.) [16]

 

Ziharda Şart Olmayan Şeyler

457 – : Müzahirin hür olması şart değildir.

Binaenaleyh müslim olan kölelerin de ziharları sahihdir. Çünkü zi-harda tahrim vardır. Köleler ise tahrime ehildirler.

458  – : Ziharda zevcenin hurre olması şart değildir. Binaenaleyh tamamen cariye olan bir zevce hakkında zihar carî ola­cağı gibi müdebbere, Ümmi Veled veya mükâtebe olan zevce hakkında da zihar carî olabilir.

459 – : Zihârın ikrahdan, hezilden hâlî olması şart değildir. Binaenaleyh mükrehin, hâziün ziharları da sahihdir.

460 – Zihârda tekellüm şart değildir.

Binaenaleyh müstebîn olan kitabetle ve dilsizin malûm olan işaretiy­le de zihâr tahakkuk edebilir.

461 – : Zihârın şartı hıyardan hâlî olması şart değildir. Binaenaleyh şartı hıyar ile, meselâ : zevcenin üç gün muhayyer ol­ması şartiyle yapılan bir zihârda muteberdir.

462 – : Zihârın her halde müneccez olması şart değildir. Binaenaleyh ziharda tenciz, carî olduğu gibi talik, tevkit, zercıane ve­ya mülki nikâha izafe, de carî olabilir.

Meselâ : Bir kimse, zevcesine «Sen fülân yere gider isen bence vali­dem gibisin» dese bu şartın vücudu ânından itibaren zihâr vücude ge­lir.

Kezalik : «Sen gelecek ayın ilk gününe kadar bana validemin arka­sı gibi haramsın» deae o müddete mahsus olmak üzere zihar tahakkuk eder.

Kezalik : «Sen yarından» veya «gelecek aydan itibaren validemin zahri gibisin» dese o andan itibaren zihar husule gelir.

Kezalik : Bir erkek, “bir ecnebiyye hakkında «Ben seni tezevvüc edersem bana validemin zahri gibi haramsın» deyib badehu onunla ev-lense zihar sabit olur.

463 – : Allah Tealânm meşiyyetine talik edilen zihar, münakid ol­maz .

Meselâ’: Bir kimse, zevcesine «Sen bana inşallah anam gibi haram­sın» dese bununla zihâr tahakkuk etmez. Elbedayi, Elbahrülrâik, Hin­diyye, Dürri Muhtar.

« (Sair mezahibi fıkhiyyemize göre de müzahirin hür olması şart de ğildir. Kezalik zevcenin hurre olması da şart değildir. Ezcümle fıkhı Hanbelîde deniliyor kî : Kebîre olsun sagîre olsun, müslime olsun zim-miyye bulunsun, tekarriibu mümkün olsun olmasın her zevce hakkında zihar, sahihdir. imam Mâlik ile imam Şafiininkavleride böyledir. Ebu Sevre göre ımıkareneti mümkün olmayan – retka gibi – bir zevce hak­kında zihâr, sahih değildir.

Mâlikîlere göre mukarenetden âciz olan mecbud,  hısıy, şeyhi  fâni gibi kimselerin zihâra ehl olub olmamalarında ise iki kavi vardır.

îmam Şafiiye göre zihâr için mülki nikâhın filhal sabit olması şarttır. Binaenaleyh mülki nikâha izafe suretiyle olan bir zihâr, sahih ol­maz.

imam Şafiî ile imam Ahmede. göre de zihânn meşiyyeti ilâhiyyeye taliki muteber değildir.

Maükîlerce de başkasının meşiyyetine talik edile» zihar, o meşiy-yetin vücudüne tevakkuf eder. Meşiyyet bulunmazsa veya meşiyyetin vu­kuu bilinmezse zihar hükmü carî olmaz. Elmuğnî, Şerhi Ebil’berekât, Düsukî.) [17]

 

Zihârın Hükmü

 

464 – : Ziharın hükmü, aşağıdaki meselelerde görüleceğiüzere zevç ile zevce arasında keffaret vukuuna kadar mücameatin ve şehvetle lems ve takbil gibi istimtam hürmeti ve zevcenin münasebatı zevciyyenin de­vamım talebe selâhiyetdar olmasıdır..

465 – : Müzahir, keffaretde bulunmadıkça müzaherün minha olan zevcesine tekarrübde ve ondan istimtada bulunamaz. Bu, dinen memnu­dur.

Zevce içinde zevci müzahirini keffaret verinceye kadar kendisiyle mücameat ve istimtada bulunmakdan meii etmek icab eder.

466 – : Müzaherün minha olan kadın, zevci keffaretde bulunmadı­ğı takdirde mahkemeye müracaatle zevcinin keffaret vererek zevcî mü­nasebetlere devam veya kendisini tatlik etmesini isteyebilir. Bu halde hâl­de hâkim, müzahire keffaret vererek zevcesiyle münasebâta devam et­mesini veya onu boşanmasım emreder.    Kabul etmediği suretde evvelâ habs ile, sonra da darb ile cebirde bulunabilir.

Müzahir, keffaretde bulunduğunu iddia ederse tasdik olunur. Me­ğer ki kizb ile maruf bulunsun.

467 – : Müzahir, keffâretden mukaddem tekarrübde, istimtada bu­lunacak olsa bu hareketinden dolayı taib ve müstağfir olması ve keffa­retde bulunmadıkça bir daha o yolda hareket etmemesi icab eder.

468 – : Bir kimse, müteaddid zevcelerine bir lâfz ile veya müteaddid lâfızlar ile bir meclisde veya muhtelif meclislerde zihârda bulunsa üze­rine zevceleri adedince keffaret lâzım gelir.

Kezâlik : Bir kimse, bir zevcesine müteaddid lâfızlar ile bir meclisde ziharda bulunsa üzerine yine o mikdarda keffaret lâzım gelir. Çünkü tahrim, teaddüd etmiş olur. Meğer ki diğer lâfızlar ile birinci ziharı kas-detmiş, onu haber vermek istemiş olsun. O halde yalnız bir keffaret icab eder.

469 – : Zihâr, talâkın adedlerini azaltmaz ve müddet uzasa da bey-nuneti icab etmez. Çünkü zihar, mülkün zevalini müstelzim değildir.

Binaenaleyh zihardan sonra talâk, muhalea, i’lâ yapılabilir ve zevç ile zevceden herhangisi vefat etse diğeri kendisine vâris olur. Bedayi. Hindiyye, Haniyye.

« (Eimmei selâseye göre de müzahir, keffaretde bulunmadıkça zev­cesine tekarrüb edemez. Tekarrüb ederes ayrı keffaret lâzım gelmez. Fa­kat Said tbni Cübeyr’den, Zührîden, Katade’den rivayet olunduğuna gö­re bu müzahire iki keffaret lâzım gelir. Bazı zevata göre de bu halds kef­faret büsbütün sakıt olur. Çünkü keffaret; tekarrübden evvel lâzımdır. Evvelce tekarrüb vuku bulunca keffaretin vakti fevt olmuş olur.

imam Mâlike ve imam Şafiînin kadîm kavline ve Hanbelî mezhebi­nin zahirine nazaran meclis teaddüd etsin etmesin, te’kid veya istinaf kasd edilmiş olsun olmasın bir zevce hakkında mükerreren vuku bulan zi­har ile yalnız bir keffaret lâzım gelir. Şu kadar var ki keffâretden sonra yine zihar vuku bulursa bundan dolayı da ayrıca keffaret lâzım gelir. imam Safiye göre müteaddit zevceler hakkında bir lâfz ile vuku bu­lan zihardan dolayı da yalnız bir keffaret icab eder.

Katade’ye göre zihardan sonra kadın vefat ederse müzahir olan ko­cası keffaretde bulunmadıkça varis olamaz. Elbedayi, Elmuğnî.) [18]

 

Zihar Hükmünün Nihayet Bulması

470 – : Zihârın hükmü, keffaret ile nihayet bulur.

Binaenaleyh keffaret yapıldıkdan sonra tekarübe mani olan hür­met, zail olmuş olur.

471 – : Ziharın hükmü, zevç ile zevceden birinin vefatile de nihayet bulur. Artık keffarete lüzum kalmaz. Çünkü bu halde hükmi zihârın ma­halli fevt olmuş olur. Bir şeyin bekası ise mahalsiz tasavvur olunamaz. Demek ki, mücerred zihar ile keffaret her halde icab etmiyor.

472 – : Zihânn hükmü, muayyen vaktin çıkmasiyle de nihayet bu­lur.

Şöyle ki : zinârlar, ya mutlak veya muvakkat olur. Mutlak olan zi­harın hükmü yalnız keffaret ile veya mevt ile nihayet bulur. Muvâkkat olan ziharın hükmü ise vaktin çıkmasiyle de nihayet bulur. Artık keffa­rete lüzum kalmaz.

Meselâ : Bir kimse, zevcesine «Sen bana bir gün» veya «bir ay» ve­ya «bir sene validem gibisin» dese muvakkat bir suretde ziharda bulun­muş olur. Bu takdirde o muayyen vaktin çıkmasiyle ziharın hükmü biter, keffarete lüzum kalmaksızın zevcî münasebâta mübaşeret olunabilir. Çün­kü zihar, yemin mesabesindedir. Yeminde tevkît carî olduğundan zihâr­da da carî olur.

473 – : Mülki nikâhın talâk gibi bir sebeble zevalinden dolayı ziha­rın hükmü bâtıl olmaz.

Binaenaleyh müzahir, zevcesini bainen tatlik, badehu tekrar tezev-vüc etse zihânn hükmü yine cereyana başlar, keffaret bulunmadıkça te­karrüb caiz olmaz.

Kezalik : Müzahir, cariye olan zevcesini satın almakla nikâhı zail ol­sa yine hakkındaki zihar hükmü devam eder, keffaret bulunmadıkça ara­larında mukarenet caiz olamaz. Bedayi, Bahri Raik, Hindiyye.

 (tmam Mâlike, imam Ahmede ve Ataya göre de ziharın hükmü vefat ile nihayete erer. Fakat Tavus’a, Mücahide, Şa’bî, ile Zührî’ye, Ka-tade’ye göre mücerred zihâr ile keffaret lâzım gelir. Çünkü zihar, bir münker sözdür, bu cihetle keffareti müstelzimdir.

İmam Şafiîye göre müzahir, zihârdan sonra talâka müsait olacak kadar bir vakit geçer de zevcesinden ayrılmazsa keffaretle mükellef olur. Çünkü bu kadar bir vaktin geçmesi geçmesi bir avd = bir mukarenet mesabesindedir.

imam Şafüye göre de zihârda tevkit muteberdir. Fakat diğer bir kavlüne göre tevkit bâtıl olub zihâr teebbüd etmiş olur. Çünkü zihâr, ta­lâka müşabihtir. Talâkın tevkite ihtimali olmadığı gibi ziharın da ihtimali yoktur. İmam Mâlikin mezhebi de bu veçhiledir, imam Şafiînin başka bir kavline göre de bu, esasen zihar sayılmaz.

Hanbelî kitablarında deniliyor ki: müzahir, zevcesini tatlik, badehu tezevvüc etse kefaret vermedikçe kendisine mukarenette bulunamaz. Ta­lâk gerek üçden az olsun ve gerek olmasın, Ata’nın kavli de böyledir. İmam Şafiînin ise bu hususda üç kavli vardır. Üçüncü kavline nazaran eğer beynunet, üç talâk ile hâsıl olmuş ise tezevvücden sonra zihârm hük­mü avdet etmez ve illâ eder.

Malikîlerin kavilleri de bu veçhiledir. Şöyle ki : bir veya iki talâk-dan sonra tecdidi nikâh bulunsa zihar avdet eder. Velev ki zevci sani bulunmuş olsun. Fakat üç talâk ile veya üçüncü talâk ile tatlikden son­ra badettahül nikâh tecdit edilse zihâr avdet etmeyib münhal olur. Ee-dayî, Elmuğnî, Şerhi Muhammedi Hırşî.)

(Zahiriyyeye göre keffareti zihâr, ne müzahirin ne de müzaherün anhanın mevtiyle ve talâk vukuile sakıt olmaz. Müzahir Ölünce vasiyet etmiş olsun olmasın bu keffaret, re’si malinden ifa edilir. Çünkü bu, düyuni ilâhiyyedendir. Bu cihetle bu, düyuni nâs üzerine mukaddemdir. Elmuhallâ.) [19]

 

Keffaret! Zîhâren Mahiyyetî, Şartı Vücubı Ve Nevileri :

474 – : Keffareti ziharın mahiyyeti, zihar vukundan sonra zevciy-yet münasebetinin devam edebilmesi için rakabe azad etmek veya mu­ayyen bir müddet oruç tutmak veyahut fukaraya itamı taamda bulun­mak suretiyle yapılacak bir vecîbeden ibaretdir.

475 – : Keffareti ziharın şartı vücubı ise kudretdir. Şöyle ki: bu keffaret, evvelâ r”akabe azad etmek suretiyle yapılır. Buna kadir olma­yan bir müzahir, iki ay oruç tutar, buna da muktedir olmayan müzahir, altmış fakire ifamı taamda bulunur. Bunların hiçbirine kudreti olma­yan bir müzahere ise bu keffaretin vücubi teveccüh etmez. Çünkü kud­ret bulunmayınca fî’lin vücudi müstehil olur.

476 – : Keffareti ziharın nevileri, rekabe tahrir etmekden, iki ay oruç tutmaktan veya altmış fakire sabahlı ve  akşamlı itamı taamda bulunmakdan ibaret olmak  üzere üçdür/ Nitekim  aşağıdaki  meseleler­de tafsilâtı görülecektir.

477 – : Bir müzahir, rakabe, yani: köle veya cariye azad etmeğe muktedir ise keffaret niyyetiyle bir rakabe azad eder.  Bu rakabenin müslim, baliğ olub olmaması  müsavidir.  Elverir ki, kendisinden mak-sud olan menfaatin cinsi, külliyen fevt olacak derecede şahsında bir ku­sur bulunmasın. Bu cihetle âmâ olan, velâ ya’kil bir halde mecnun bu­lunan veya iki ayağı veya iki eli kesilmiş olan rakikler keffaret için

kifayet etmez.

Kezalik müdebbereler, ümmi veledler, kitabet bedelini kısmen öde­miş olan mükâtebler de keffaret için kâfi değildirler. Çünkü bunların zaten hürriyete istihkakları vardır.

478 – : Rakabe azadında kadir olmayan bir müzahir, iki ay mut­tasıl oruç tutar. Bu oruç, ay başına tesadüf ederse hilâle itibar olunur. Tesadüf etmezse altmış günden ibaret bulunur. Bu günler, mukim olan bir müzahir hakkında Ramazanı şerife ve menhî olan günlere müsadif olmamalıdır.

479  – :  Oruca da muktedir olmayan bir müzahir,  altmış fakire sabahlı, akşamlı olarak taam yedirir. Bu taamın katık ile beraber buğ­day ekmeği olması müstahsendir.  Maahaza yalnız buğday ekmeği ol­ması da kâfidir. Fakat arpa veya darı ekmeği olduğu takdirde katık da bulunmalıdır.

Bir fakire bu veçhile altmış gün taam yedirmek de kifayet eder,

480 – : Keffaret için ibahe suretiyle ifamı taam, caiz olduğu gibi altmış fakire birer sadakai fıtır mikdarı şey temlik etmek de caizdir. Bu şey, yarım sa’ buğday veya bir sa’ arpa olabileceği gibi bunların bu mikdar unları, kavtları veya kıymetleri de olabilir.

Bir fakire bu msbette altmış gün ibahede veya temlikde bulunmak da kâfidir. Fakat bir fakire altmış günlükN taam birden ibahe veya tem­lik edilecek olsa yalnız bir günlük taam yerine kaim olur.

481 – : Yüz yirmi fakire bir günde bir defa taam yedirilse kifa­yet etmez. Bunlardan en az. altmış fakire bir defa daha taam yedirmek icab eder. Velev ki bir günde olsun. Çünkü herhalde fakirlerin iki vakit itam edilmesi lâzımdır.

Bu iki vakit, sabahlı ve akşamlı olabileceği gibi yalnız sabahları veya akşamları da olabilir. Elverir ki, her fakire iki sabah veya iki ak­şam yemek yedirilmiş olsun.

Bir fakire sabahleyin zeval vaktine kadar iki defa yemek yedirmek de yetişir.

482 – : Keffaret de ibahe ile temlikin beynini cem etmek de caizdir. Binaenaleyh altmış fakire bir sabah veya akşam yemek yedirilme­si, bir sabah veya akşam yemeğinin de bedelen verilmesi kifayet eder,

483 – : Keffaret hususunda yesar ve i’sarın vücudu keffaretin ya­pılacağı vakte  göre taayyün eder.  Meselâ:   müzahir,  zihar  zamanında zengin iken tekfir = keffareti eda zamanında fakir bulunsa oruç ile kef-faretde bulunması kifayet eder. Aksi takdirde kifayet etmez.

484  – : Keffaretin masrafı, zekâtın masrafı gibidir. Binaenaleyh usul ve fürua, memlûklere, zevç veya zevceye vuku bu­lacak ibahei taam veya temlik ile keffaret eda edilmiş olmaz.

Meselâ: bir kimse, keffaret akçesini kendi babasına veya kölesine veya zevcesine veremez. Çünkü bu keffaretin nef’i maddîsi yine kendi­sine ait bulunmuş gibi olur.

Bu mesele, imam Ebu Yûsüf’e göredir. Zahiririvaye de bu veehile görüldüğünden muteber olan budur.

485 – tmamı Âzam ile îmamı Muhammed’den. bir rivayete göre, harbîlere, müste’minlere keffaret için yapılan ibahe veya temlik kifayet etmez. Fakat zimmîlere yapılan ibahe ve temlik kifayet eder.

486 – : Hür olan bir müzahirin emriyle yerine başkası fakirlere ifamda bulunabilir. Fakat böyle bir müzahirin emriyle başkasının re-kabe azad etmesi, îmam Ebu Yûsüf’e göre caiz ise de îmamı Âzam ile İmam Muhammed’e göre caiz değildir. Amma bu müzahirin emriyle bir bedel mukabilinde başkasının rekabe   azad etmesi bil’ittifak caizdir. El-bedayi, Reddül’muhtar, Hindiyye.

« (îmam Mâlik ile İmam Şafiîye ve îmam Ahmedden bir kavle gö­re zihârdan dolayı azad edilecek rekabenin müslim olması şartdır. îmam Ahmedden diğer bir rivayete göre bunun zimmî olması da kâfidir. Ata ile Nehainin ve Sevrî ile Ebu Sevr’in kavileri de böyledir.

İmam Şafiîye ve îmam Ahmedden zahir olan rivayete göre ifam suretiyle olan keffaretde temlik lâzımdır. Vacib olan mikdarı ibahe ki­fayet etmez. Ve yine bu iki zata göre mutlaka altmış fakire temlik lâ­zımdır. Bundan az olamaz. Her fakire ifam = temlik edilecek şey; buğ­daydan bir müd, arpadan veya hurmadan yarım sa’dır. Ata ile Evzaînin kavileri de böyledir. İfam suretinde tetabu lâzım değildir.

Keffaretin masrafı hususunda İmam Şafiî ile İmam Ahmedin kavi ieri de îmam Yûsuf’un yukarıda yazılı kavli gibidir. îmam Şafiî ile îmam Ahmedden bir kavle göre müzahir olan bir köle yalnız oruç tutmak suretiyle keffaretde bulunur. îmam Ahmed­den diğer bir kavle göre köle, efendisinin iznile mal ile de keffaretde bulunabilir. Evzaî’nin, Ebu Sevr’in mezhebleri de böyledir.

Keffaret hususunda müzahirin zengin veya fakir olması, îmam Mâ-lik’e göre de keffaretin yapılacağı vakte göre taayyün eder. Hanbelî fukahası diyorlar ki, keffaretde ezheri rivayete göre vücub haline iti­bar olunur. Binaenaleyh müzahir, vücub halinde zengin bulunsa rekabe tahririnin vücubî tekarrür eder. Sonra fakir olmasiyle sakit olmaz. Bilâ­kis vücub halinde fakir bulunsa oruç icab eder, badehu zengin olmasiyle rekabe azad’etmesi icab etmez.

İkincibir rivayete  nazaran hallerin  ağlâzına itibar olunnr.  Yani: Vücubi zamanından keffareti eda zamanına kadar olan müddet içinde. i’taka kudret bulunursa keffaret için i’takdan başkası kifayet etmez, îmam Şafiînin ikinci bir kavli de böyledir. Bu zatın üçüncü bir kavline göre de itibar, eda haletinedir. Elmugnî.)

(Zahiriyye mezhebine göre oruç ile keffaretde bulunması icab eden bir şahıs, bilâhare oruç tutmakdan âciz kalsa artık i’tak ve ifam suretiyle keffaretde bulunamaz. Muahharan oruç tutmaya kadir’ olun­ca iki ay muttasıl oruç tutar. Buna muktedir olmaksızın ölürse bu orucu onun namına velîsi tutar. Elmuhaîlâ.) [20]

 

Kefareti Zihâkın Vakti Edası

487  – : Keffareti zihârın edası, gerek rekabe azad etmek ve gerek oruç tutmak ve gerek ifamı taamda bulunmak suretiyle olsun. Her hal­de avuddan, yani: münasebeti zevciyye icrasına mübaşeretden mukaddem olmalıdır.

Binaenaleyh böyle bir arizuda bulunan müzahir evvelâ köffaretde bulunur, sonra nıukarenete ikdam eder.

488 – : Oruç ile keffaret esnasında    müzahir, müzaherün minha olan zevcesine geceleri de tekarrüb edemez. Kasden veya nisyanen te karrübde veya şehvetle mes ve takbii gibi devaiî tekarrüfcde bulunacak olsa oruca yeniden başlaması icab eder.

Kezâlik bir özre mebni olsun olmasın tetabüa muhalif olarak if­tarda bulunsa yine orucu yeniden tutmaya başlamak lâzım gelir. Fakat Unutarak yiyip içmek oruca münafi olmadığından keffarete de mani ol­maz.

489 – : İtamı tam suretiyle olan keffaret esnasında vaki olacak tekarrüb veya devaiî tekarrüb, ifamın istinafını = yeni bağdan yapılma» sim icab etmez. Bedayi, Hindiyye, Dürri Muhtar.

{Malikîlere göre kefaret tamam olmadıkça müzahir, zevcesine tekarrüb, ondan istimta edemez, yalnız kendisine bakabilir. Binaenaleyh it’am esnasında mukarenet yapılırsa istinaf lâzım gelir, yani : yeniden altmış fakire it’am icab eder. İmam Şafiîyc ve îma.m Ahmedden bir kav­le göre ise icab etmez.

Maahaza Malikîlere göre it’am suretiyle olan keffaret, münasebeti zevciyye vukuundan sonra da yapılabilir. İmam Ahmedden bunu muk-tezi bir kavi rivayet olunmuşdur.

Keffaretden mukaddem telezzüzde, meselâ lems ve takbil gibi bazı hareketlerde bulunmak, İmam Mâlik ile îmanı Şafiîden ve İmam Ah-meden birer kavle göre lâbeisdir. Bunun hürmeti iddia olunamaz.

Kezalik : oruç ile keffaret yapılırken geceleyin vuku bulacak mu-karenetle İmam-ı Mâlike, îmam-ı Ahmede ve Sevrîye göre tetabu’, mün-kati olur, yeniden iki ay oruç tutmak lâzım gelir. Fakat İmam Şafiîye ve İmam Ahmedden diğer bir kavle göre tetabu’, kesilmiş olmaz.

İmam Mâlike, İmam Ahmede ve îmanı Şafİînin kadîm kavline naza ran oruç ile kefaret esnasında bir Özre, meselâ: korkunç bîr hastalığa mebni iftar edilse yalnız mütebaki günleri ikmal İcab eder. Özürsüz ye­re iftar edildiği takdirde ise istinaf lâzım gelir. Fakat İmam Şafiînin cedit kavline nazaran iftar, bir özre müste-nid olsa da yine tetabu’, mün-kati olur. Çünkü kendi filile iftar etmiş bulunur. Sefer için iftar etmesi gibi. Elmuğnî.)

(Zahiriyyeye göre de müzahir, i’tak veya oruç suretiyle keffaretde bulunmadıkça zevcesine tekarrüb edemez. Hattâ onun bir uzvuna temas-da bile, bulunamaz. Şayed böyle bir hareketde bulunsa keffareti itmam edinceye kadar bir daha böyle hareketde bulunmadan kaçınır. Fakat it’am ile keffaret takdirinde keffaretden mukaddem tekarrüb haram değildir. Elmuhallâ.) [21]

 

Keffareti Zihâkın Sebebi Vücubî Ve Hikmeti Teşriyyesi :

490 – : Keffareti zihârın sebeoi, ya zihardır veya avddir, yani : zevciyyet münasebetinin devamına azimdir veyahut zihâr ile avdin mec-muudur. Şöyle ki :

Zihârdan dolayı erkek, zevcesinin hukukuna tecavüz etmiş, onu zevciyyet haklarından kısmen olsun mahrum Bırak mis. dır. Bu, bir gadir­dir. Bu gadre derhal nihayet vermek lâzımdır. Buna nihayet vermek ise keffaretin vücudine mütevakkıfdır. Binaenaleyh bu bakımdan bizzat zi-har, bu keffaretin vücubine bir sebebdir.

Avde gelince müzahir, bir mâ’siyet irtikâb etmiş, zevcesinden isti­fade etmek hakkını elinden çıkarmadır.  Bilâhare bu mâsiyete  nihayet

verib zevcesinden istifadeye azm edince kendisine teveccüh eden keffa­ret vecibesi, tahakkuk etmiş oluyor. Binaenaleyh bu bakımdan da avd, keffaret için müstakil bir sebeb olmuş oluyor.

Zihâr ile avd’dan her biri böyle birer itibar ile keffarete sebeb olun­ca her ikisinin sebeb olacağı evleviyyetde kalır. Cumhurun kavli da böy­ledir.

« (Şafiîlerin bu hususda üç kavileri vardır. Şöyle ki keffaretin se­bebi, avddir. Avdden maksad ise ya tekarrübdür veya tekarrübe azm-dir veya zihârı müteakib zevceyi tahtı nikâhda tutub, kendisinden fir­kat imkânı zamanında müfarekat etmemekdir. Bu son kavi, daha kuv­vetli sayılmaktadır. Bir kere avd bulundu mu artık keffaret lâzım gelir. Badehu firkat vukuiyle keffaret sakıt olmaz.

Ziharı muallâkda zevceyi nikâhda tutmak suretiyle olan avd, şartın vukuundan itibaren başlar.)

491 – : Keffareti ziharm hikmeti teşriiyyesine gelince : zihar, esa­sen mezmumdur, uhrevî mesuliyeti calibdir, kizbi manızdan ibaret cahi­lane  bir  hareketdir. Nitekim  âyeti celîlesi bunu nâtıkdır.

Yani zevceleri hakkında ziharda bulunanlar, bilmelidirler ki zev­celeri kendilerinin anaları değildir. Anaları ancak kendilerini doğurmuş olanlardır. Onlar her halde çirkin, yalandan ibaret bir söz söylemiş olu­yorlar. Maamafih Allah Tealâ.af edicidir, setr edicidir. Bu sözlerinden nedamet edib rücu etdikleri, keffaretde bulunarak tevbekâr oldukları takdirde de afvi ilâhîyye mazhar olacaklardır.

Zihâr, cahiliyet devrelerinde bir nevi talâk idi ki, bir şahıs, zevce­sini sevmez ve onun başkasiyle evlenmesini de istemezse hakkında zi­harda bulunurdu. Artık o kadın, ne koca sahibesi bulunurdu, ne de baş­kasiyle evlenmeğe salahiyetli olabilirdi. Yüksek islâm şeriatı, bu itisafa nihayet vermiş, zihâr ile filhal zevciyyetin zevalini kabul etmiş, bununla yalnız zevcî münasebetin icrasını haram kılmış, fıkhı tabiriyle mahal hakkındaki tahrimi, münasebeti zevciyyeden ibaret olan bir fi’lin mu-vakakten tahrimine tahvil etmişdir. Bu muvakkat tahrimin nihayet bul­ması ise keffaret vecibesinin ifasına lihikmetin merbut bulunmuşdür. Çünkü müzahir, bu hareketinden dolayı bir bir te’dibe, bir cezaya müstahik olmuş, ve bu gibi gayri lâyık hareketlerin genişlenmesine mani ola­cak bir müeyyideye lüzum görülmüşdür.

Maahaza her müslüman, Allah Tealânm hükmüne itaat etmeyi ka­bul etmiş, gerek Aîlahü âzimüşşanın ve gerek umum mahlûkların hu­kukuna riayet eylemeyi deruhte eylemişdir. Bu ahde muhalif bir hare­ket ise her müslüman için derhal töbeyi icab eder. Zihar ise bu ahde bir

muhalefet demekdir. Zira müzahir, bu hareketiyle Hak Tealâmn halâl kıldığına haram hükmünü vermiş, zevcesine ve zevcesini kendisine teş­bih etdifi mahremine hakaret etmiş, hürmetde kusur etmiş, cemiyet arasında fena bir numune getirmiş, âmmenin intizam ve ahengine münafi bir hâdiseye sebeb olmuşdur.

Binaenaleyh müzahir, bir tevbeye muhtacdır. Keffaret ise tevbenin mütemmimidir, tövbenin haricî bir nişanesidir, maddî ve manevî zararın bir nevi tazmini demekdir.

Evet., müzahir, keffaret verince tövbesini izhar etmiş, bu hareke­tinden mutazarrır, müteessir olanlara bir nevi tarziye vermiş oluyor. Ba­husus rekabe azad edildiği takdirde cemiyetin bir ferdi, hürriyyetine ka-vuşdurulmuş, âmmeye karşı bu veçhile bir cemile gösterilmiş olacakdır.

Fukaraya it’am suretiyle yapılacak bir keffaret ile de yine cemiyet hayatına hizmet edilerek âmme hukukunu müteessir eden fena bir ha-rketden dolayı âmmeye bir tarziye verilmiş olacakdır.

Oruç ile yapılan keffaret ile de müzahir; halini ıslaha, ahlâkını teh-zibe çalışmış, cemiyete nafi bir uzuv olacağım göstererek yapdığı gayri lâyık bir muameleden dolayı nedametini isbat etmiş bulunacakdır.

Velhâsıl keffaret, bir cezadır, bir nedamet alâmetidir ve bir nevi tâ-tadir, bir ma’siyyetîn elîm neticelerinden kurtulmaya bir vesiledir. İşte bu gibi hikmetlere, maslahatlara mebnî de meşru bulunmuştur. Keffaret için riâ ile cinayet bahsine de müracaat! [22]

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

LİANE, HİVARİ TEFRİKA, IDDETLEKE AİDDİK

İÇİNDEKİLER : ilanın mahiyyeti ve keyfiyyeti. Lianı İcab edib et-miyen bazı sözler. Iiânın evsafı. Iâânın şartları, liândan evvel lâfzın sü-butü. lianı iskat eden şeyler. Lianm hükmü. lian ile nesebi kat etmenin şartlan. lianm sebebi ve hikmeti teşriiyyesi.

Zevç ile zevce hakkında hiyan tefrika sebeb olub olmayan illetler, tn-net ve cüb sebebiyle olan tefrikler. Innet ile mecbudiyetden başka illet­ler sebebiyle olan tefrikler. Bazı illetlerden dolayı tefrika hüküm verilebil-raesinin hikmeti teşriiyyesi. Zevceynin sui imtizaçlarından dolayı yapıla­cak tefrikler. Hakemlerin tayinlerindeki hikmeti teşrüyye.

tddetin mahiyeti ve zevç ile zevcede cereyanı. Iddetin vücubünün sebebi ve mebde’ ve müntehasi. Iddetin nevileri ve müddetleri, tddetlerin teceddüdü, tedahülü, tegayyürü ve intikali, tddetin inkızasının malûmiy-yeti. Zeyi – müddeti hayz, iddet hususunda, gayri müslimeler. tddetin ahkâmı. İddetin hikmeti teşriiyyesi. [23]

 

Lianın Mahîyyett Ve Keyfîyyeti :

492 – : Lian, lân maddesinden alınmıştır. Lân ise tard, îb’ad, nefrin manasınadır. Bu maddeden telâun, mülâanede söğüşmek, bir birine îâ-net okumak demekdir. Yine ayni maddeden ll’tian da bir şahsın kendi nef­sini beddua etmesi, meselâ : şöyle yapmış ise hakkında lanet hân olma­sı demektir. Maamafih han lâfzı, lanetin cem’i de olabilir.

Fıkıh ıstılahınca lian «yemîn ile müekked, lân ve gazab lâfızlarına makrun olarak zevç ile zevce tarafından – aşağıdaki mesele veçhile – yapılan dörder şahadetden ibaret» dir ki, zevç hakkında haddi kazf ma-makamına, zevce hakkında da haddi zina makamına kaim olur. Kazf ise şetm etmek, zina isnat eylemek manasınadır. Hudud bahsine müracaat!

493 – : Bir kimse, zevcesine zina isnad etse veya çocuğunun nese­bini kendisinden nefy eylese indettaleb hâkimin huzurunda toplanarak ev­velâ zevç «zevcesine zina isnadı» veya «zevcesinin doğurduğu çocuğun ne­sebini kendisinden nefy hususunda sadıklardan olduğuna» dört defa eş-hedü billâh diye şahadet eder, beşinci defada «Eğer zina isnadında» veya «çocuğun nesebini nefy hususunda kâziblerden ise Allah Tealânın laneti üzerine olsun» diyerek her defasında zevcesine işaretde bulunur.

Sonra zevce de «Zevcinin kendisine zina isnadında» veya «çocuğunun nesebini nefy hususunda kâziblerden olduğuna» dört defa eşhedü billâh diye şehadet eder, beşinci defada «eğer zevci zina isnadında» veya «ço­cuğun nesebini neyf hususunda sadıklardan ise üzerine Allah Tealâ’nın gazabı olsun» diye bed duada bulunur.

494 – : Bir kimse, zevcesine hem zina İsnadı ve hem de çocuğunun nesebini nefy suretiyle kazefde bulunmuş, meselâ “Sen zaniyesin, bu doğurduğun çocuk da benden değildir” demiş olursa şu veçhile liân yapılır.

Evvelâ zevç: “Eşhedü billâh ben bu zevceye zina isnadında ve ço­cuğunun nesebini nefy hususunda sadıklardanım ” diye dört defa şahadet eder, beşincf defa da! “Eğer bu zina isnadında ve bu nesebi nefy husu­sunda kâziblerden ise üzerine Allah’ın laneti olsun” diye kendisine lanet okur.

Sonra da kadın “Eşhedü billâh bu kocam bana zina isnadında ve çocuğumun nesebini nefy hususunda kâzibterdendir” diye dört defa şe­hadet eder. Beşinci olarak da “Eğer zevci kendisine zina isnadında ve çocuğunun nesebini nefy hususunda sadıklardan ise kendi üzerine Allah’ın gazabı olsun”der.

Bu veçhile mülâaneyi müteakib hâkim tarafından beyinlerinin tefrikine karar verilir. Nitekim atiyen tafsilâtı görülecekdir.

495 – : Liân icrası için taleb vukuunda hâkim, bir hata eseri ola­rak ilk evvel zevceye sonra da zevce Han yapdırsa zevcin Hanından sonra zevceye tekrar lian yapdırması muvafık olur. Maahaza mülâane bu ve hile iade edilmeyib tefrika hükm edilse – ictihad mahallî oldğundan- hüküm, nafiz olur.

(Zevcİfi Hanında lanet, zevcenin liaründa da gazab taoırleri Kulla­nılıyor. Bunun sebebini beyan için. Mâliki kitablarmda deniliyor ki Zevç. bu lian ile zevcesini veya çocuuğunu kendi ailesinden teb’id etdiği için onun hakkında lanet okumak nıünasib bulunuyor. Kadın ise kötü hare­ketiyle kocasını igzab etmiş olacağı cihetle onun da üzerine gazab ile dua etmesi uygun bulunmuşdur. Binaenaleyh aksini iltizam kifayet etmez.

İleride de işaret olunacağı üzere Malikîîere göre gayri müslimler ara­sında Han icrası mecburî değildir. Bunlar Handan imtina ederlerse cebi olunmazlar, belki bu hususda kadınlar, kocalarına üzüntü verdiklerinden dolayı te’dib olunurlar ve kendi milletlerinin hâkimlerine red edilirler. Bu hâkimler, kendi dinlerine göre karar verirler, hükümlerine müdaha­le edilmez. Fakat Hane muvafakat ederlerse hıristiyan kadınları keni-selerinde, Yahudi kadınları bîalerinde, mecusî kadınları da âteşkedele-rinde lianda bulunur. Muhtasarı   ^bîzziya, EbüFberekât, Düsûkî.)

(Şafiî kitablannda da deniliyor ki : zina fazihası, kazf cürmünden daha çirkindir. Bu cihetle zevcenin şahadetinde gazab, zevcin şahadetin-, de de lanet zikredilmektedir. Çünkü azab ile intikam mânasına olan ga­zab, rahmetden uzaklık mânasına olan lânetden daha ağırdır.

Şafiî fukahası diyorlar ki: lian, mekân ve zaman itibariyle tağliz olunur. Yani: lian için alakadarlarca en şerefli bir mekân, bir zaman in-tihab edilir. Meselâ : Müslümanlar için cuma günü ikindiden sonra bir ca­mi minberi önünde lian yapılır. Zimmîlerin lianları da havralarında, kilise­lerinde, ateşkedelerinde icra edilir. Tuhfetül’muhtac.

Lian esnasında sulâhadan hiç olmazsa dört zat da hazır bulunmalı­dır. Bütün bunlara riayet edilmesi, Han hâdiselerini azaltmak, yalan ye­re liane tevessülden halkı men etmek, islâm şiarını izhar eylemek gibi maslahatları mutazammındır.)

(Hanbelî fukahası da diyorlar ki: Lian, hâkimin veya onun makamı­na kaim olan bir zatın huzurunda yapılır. Kadın Han esnasında hazır de­ğilse kocası onun adını, nesebini tasrih eder.

Lian esnasında müslümanlardan bir cemaatin • bulunması müstahab -dir. Ebül’hattaba göre Hanın tazim edilen bir mekânda, bir zamanda ya­pılması da müstahabdir. Bu zamandan maksad, ikindiden sonra olan za­mandır. Elmuğnî.) [24]

 

Lîanı Îcab Edib Etmeyen Bazı Sözler ;

496 – : Bir erkek, zevcesine «Ey- zaniye!» ve^a. «Sen zina etdin» ve­ya «Ben senin zina etdiğini gördüm» dese Hanı mucib bir kazifde bulun­muş olur. Zevce hakkındaki bu kazif, haddi değil. Hânı icab eder. Zevcesi­ne böylece kazif eden bir erkeğin, liândan imtina ederse taleb vukuunda lian edinceye kadar habsi lâzım gelir.

497 – : Bir kimse, zevcesine «Ey zaniye kızı zaniye = rosbu kızı rosbu» dese hakkında hem Hân, hem de haddi kazif lâzım gelir. Çünkü zevceye kazif, Hânı, kain valideye, kazif de haddi müstelzimdir.

Bu halde her ikisi bu haklarını talep ederlerse evvelâ had cezası ic­ra dilir, artak h’âne ehliyet kalmaz. Fakat yalnız zevce hakkım taleb ederse yalnız lian yapılır, badehu validesi de hakkını isterse o zaman had

de İcra edilebilir.

Kazif zamanında zevcenin validesi ber hayat değilse liân ile haddi taleb hakkı zevceye aid olur. Bu takdirde evvelâ had icra edilir, Hâne ma­hal kalmaz. Meğer ki zevce evvelâ liân talebinde bulunmuş olsun.

498 – : Bir kimse, müteaddit zevcelerine bir lâfz ile veya ayrı ay­rı lâfızlar ile kazif de bulunsa bakılır : Eğer o kimse Hâne ehil isel bu zevcelerinden her biri için ayrıca Hâne tabi olur. Liâne ehil değilse yal­nız bir haddi kazif lâzım gelir. Çünkü haddi kazifde tedahül carîdir.

O kimse, liâna ehil olduğu halde zevcelerinden bazıları üâne ehil ol­masa yalnız bu ehil olmayanlardan dolayı Hân lâzım gelmez.

499 – : Bir kimse, bir gahsı zevcesiyle mücameatde bulunur bir hal­de gördüğünü söylese  bununla kazifde    bulunmuş sayılmaz.   Zevcenin müstekreh olarak veya bir sabî ile   mücameatde bulunduğunu söylediği takdirde de kazif olmuş olmaz.

Bir erkeğin zevcesine «Sen haram bir suretde mücameatde bulun­dun» veya «haram olarak vatıy edildin» demesi de liânı icab etmez. Çün­kü bu halde kadına zina isnadı, tahakkuk etmiş olmaz.

500 – : Bir kimse, zevcesinin çocuğu hakkında «Bu çocuk zinadan­dır» veya «Bu çocuk benden değildir» dese nesebi nefy etmek suretiyle liânı mucib bir kazifde bulunmuş olur. Fakat zevcesine «Bu çocuğu sen doğurmadın» dedi takdirde Uân lâzım gelmez. Şu kadar var ki, vilâdeti ikrar eder veya kabile, vilâdete şahadetde bulunur da badehu «Bu benim oğlum değildir» derse liân lâzım gelir. Zira bu hal de kazif, tahakkuk, et­miş bulunur.

501 – : Bir kimse, zevcesinin hamli hakkında «Bu hamil, benden de­ğildir» dese bu söz, imamı Azama göre liânı icab etmez. Çünkü bu ham­lin filhal mahiyyeti meçhul ve bir rîhden, bir intifandan ibaret olması melhuzdur. Fakat İmameyne göre bu nefy tarihinden itibaren altı ay­dan evvel çocuk dünyaya gelirse liân lâzım gelir. Altı aydan ekserde ge­lirse liân icab etmez. Çünkü bu takdirde çocuğun kazif zamanında mevcu­diyeti müteyakken sayılma

Amma «Sen zina etmişsin, gebe bulunuyorsun» denilmesi bil’ittifak liâm mucibdir.

502 – : Bir erkeğin zevcesine «Sen eğer gebe isen zaniyesin» de­mesi haklarında liânı icab etmez. Çünkü kazfin şarta ta’liki caiz değildir. Bedayi, Bahri Raik, Hindiyye. (Eimmei selâseye göre bir kimse, muhsan olan zevcesine kazif­de bulunsa hakkında had lâzım gelir ve fışkına hükm olunur, şahadeti reddedilir .Meğer ki bir beyyine ikame etsin veya kendisi liân talebinde bulunsun.)

Had için hudud mebhasine müracaat!

(Maliki fukahasından bazılarına göre bir kimse, zevcesine hitaben zi­na etdiğini görmüş olduğunu tasrih veya çocuğunun nesebini nefy etmek­sizin mücerred «Sen zina etdin» dese veya «Ey zaniye!..» diye söylese bundan dolayı had ve liân icab etmez.

Mâlikîlere göre hamlin nesebini nefiy, sahilidir. Bunun için muayyen bir müddet yokdur. Elmuğnî, Ebüîberekât.)

(îmam Şafiîye göre de hamli nefy etmekden dolayı liân icra edile­rek neseb kat edilebilir, imam Ahmede göre ise vaz’ı hamilden evvel liân yapılıb yapılamıyacağına dair iki vecih vardır. Bir veçhe göre liân yapı­lamaz. Çünkü çocuk henüz tahakkuk etmemisdir.

Elmuğnî’de deniliyor ki : Bir kimse, zevcesine «Ey zaniye!» demek­le zevce de «Ben seninle zina etdim» dese ikisine de had lâzım gelmez. Çünkü kadın, bu söziyle kocasını, tasdik etmiş olur. Böyle bir kerre ik­rar etmesi ise zevce hakkında haddi icab etmez. Şafiîlere göre ise bunun­la zevç hakkında had lâzım gelir. Zira zevcenin bu mukabelesi, onu tas­dik değil, belki örfe nazaran reddir.

Kezalik ; Zevç «Ey zaniye!.» demekle zevce de «Sen benden daha zanîsin» dese ikisine de had lâzım gelmez. Ebu Sevre, ashabi re’ye göre zevcenin bu sözü, kazif değildir, imam Şafiîye göre de kaHf niyyetiyle söylenmemiş ise kazif sayılmaz. Fakat Kadı’ya. Eb’- Kasımı Hırkî’ye göre bununla zevce hakkında had lâzım gelir. Çünkü zevcine kazifde bu-lunmuşdur. Zevç hakkında ise had lâzım gelmez. Zira zevcesi kendisini tasdik etmişdir.

Kezalik Zevç «Ey zaniye!.» demekle zevce «Belki zanî sensin» de­se her biri diğerine kazf etmiş olur. Binaenaleyh her birine haddi kazif lâzım gelir. Şu kadar var ki, zevç bu haddi iddiasına beyyine ikame et­mekle veya liânda bulunmakla iskat edebilir. Fakat zevce beyyine ikame etmedikçe kendisinden haddi iskat edemez. Muğnî.)

(Zahİriyyeye göre bir kimse, zevcesine mutlaka zina isnad etse veya adım tasrih ettiği bir şahıs ile zinada bulunduğunu iddia eylese hâkim, o kimse ile zevcesini talebleriyle mukayyed olmaksızın mahkemeye celb ederek istizahda bulunur. Hâkim, evvelâ zevcden iddiasına beyyine ister, beyyine ikame ederse zevce hakkında haddi icra eder, beyyine ikame ede­mezse üâne davet eder. Zevç liânda bulununca kendisinden had sakıt olur. Ldânda bulunmazsa hakkında haddi kazif icra edilir. Hâkim, zevcin iltiâ-nım müteakib zevceye iltiânda bulunmasını enir eder. Zevce de liânda bu­lununca hadden kurtulur, nikâhları münfesih olur. Elmuhallâ.) [25]

 

Liânın Evsafı :

503 – : liân, bir vecibedir. Zevç ile zevceden   herhangi biri, kazif vukuundan dolayı mülâane talebinde ısrar   ederse hâkim, liân icrasına mecbur olur. Şöyte ki : zevce liân talebinde bulunduğu takdirde hâkim, zevce cebr eder, ya liânda veya nefsini tekzibde bulunmadıkça kendisini habisden çıkarmaz.

Bilâkis zevç liân talebinde bulunduğu halde zevce imtina etse hâkim tarafından habs edilir. Liânda veya isnad edilen fazihayi ikrarda bulun­madıkça habiftden çıkarılamaz.

504 – : L,iânın af ve ibraya, sulhe ihtimali yokdur. Çünkü liân, zevç canibinde kazif yerine, zevce canibinde haddi zina makamına kaimdir.

Bunlarda ise afuv, ibra, sulh carî değildir.

Binaenaleyh kadın, kocasını murafaadan evvel af etse veya onunla bir mal üzerine musalehada bulunsa bu, muteber olmaz. Musaleha takdi­rinde bedeli sulhu red ederek liân dâvasında bulunabilir.

505 – : Liân, tekadümi zaman ile sakıt olmaz.

Binaenaleyh zevce, liân idiasını terk etdiği halde bilâhare tekrar id­diada bulunsa dâvası «mesmu olur. Çünkü bu, kendi hakkıdır. Hak ise te-kadüm ile sukut etmez.

506 – : Liânda niyabet carî değildir.

Binaenaleyh zevç ile zevceden birinin bir şahsı,Hâne vekil tayin et­mesi sahih olmaz. Çünkü liân, had menzilesinde ye min vechin şahadet veya yemin mahiyetinde olduğundan niyabete ihtimali yokdur. Şu ka-.dar var ki, zevce kendisine, kazif edildiğini beyyine ile isbat için birisini tevkil edebilr.

Bu, imamı Âzam ile İmam Muhammede göredir, imam Ebu Yusüfe göre bu tevkil de caiz değildir. Bedayî, Hindiyye, Reddi Muhtar.

(İmam Şafiîye göre lian, bir vecibe değildir. Esasen zevce kazfin-den dolayı haddi kazif lâzım gelir. Zevce hakkında da isnad edilen fazi-hadan dolayı, vaki ise haddi zina icab eder. Şu kadar var ki, bunlar liân yoliyle bu hadlerderi kurtulabilirler. Çünkü liân takdirinde tearuz vaki olur, iki tarafdan hiç birinin sıdkı tebarüz etmemiş olacağından hiçbiri hakkında had icrasına imkân kalmaz. Velhâsıl : ilândan imtina, habsi icab etmez ve liân talebi yalnız zevce aid bir hak olduğundan yalnız zev­cenin talebiyle liân yapılamaz. Bedayi.)

(Mâlikîlere göre zevç, liândan, nükûl edib sonra hadden evvel lianda bulunmak istese bu talebi kabul edilir. Yalnız îbni Rüşde göre kabul edil­mez. Çünkü zevcin liândan nükûlü, kazfi ikrar demekdir. Bu ikrarından rücuu ise caiz değildir.

Bilâkis zevce, liândan nükûl etdikden sonra liân talebinde bulunsa bu talebi kabul edilmez. Çünkü bu nükûle zevcinin hakkı teallûk etmişdir, artık bundan zevce rücu edemez. Yalnız Ibni Rüşde göre zevcenin bu ta­lebi kabul edilir. Zira zevcenin bu nükûlü, zinayı ikrai* demekdir. Bu ik rardan rücu ise caizdir. Muhtasarı Ebizziya, Muhammedi Hırsının şerhi, Aliyyi Adevînin haşiyesi.) [26]

 

Liân Yapılabilmesi Îçin Vücudi İktiza Eden Şartlar:

507 – : Liân icra edilebilmesi için kazif ile makzufe, yalnız kazi-fe, yalnız makzufe, nefsi kazfe aid olmak üzere – aşağıdaki meselelerde yazılı olduğu üzere – bazı şartlar vardır. Bu şartlar bulunmadıkça liân yapılamaz.

508 – : Zevç ile zevceden her biri, şahadet ve yemine ehil, yani âkil, baliğ, hur, müslim, natık, kazifden dolayı evvelce gayri ınahdud bu­lunmalıdır. Çünkü Uân, lâ’net ve gazebe makrun, yemin ile müekked şa-hadetden ibaretdir. Binaenaleyh şahadete, yemîne her ehil olan, liâne de ohildir. Bunlara ehil olmıyaniar ise liâne de ehil değildirler.

Bu halde âkil ile mecnuna, mecnun ile âkile arasında, baliğ ile gayri baliğe ve baliğe ile gayri baliğ arasında, hür ile cariye ve hürre ile mem­lûk arasında, müslim ile gayri müslime ve gayri müslim ile ihtidat eden zevcesi arasında, nâtık ile ahres arasında, kazifden dolayı mahdud ite gayri mahdude ve mahdude ile gayri mahdud arasında mülâane carî olamaz.

509 – : Zevç ile zevce arasındaki nikâh, bir nikâhı sahih olmalıdır. Duhul bulunsun bulunmasın. Binaenaleyh bir kimse, nikâhı fâsid ile almış olduğu bir kadına kazifde bulunsa liân lâzım gelmez. Çünkü fâsid bir ni­kâh, hakikaten nikâh değildir.

510 – : Zevceyn arasındaki nikâh, beynunet ile veya mevt ile zail ol mamış olmalıdır. Binaenaleyh bir kimse, bainen veya üç talâk ile boşa-dığı zevcesine kazifde bulunsa liân lâzım gelmez. Çünkü beynunet ile zev-ciyyet zail olmuşdur.

Kezalik : bir kimse, zevcesine vefatından sonra kazifde bulunsa lian icab etmez. Zira mevt ile zevciyyet nihayet bulmuşdur.

Fakat bir kimse, ric’iyyen boşadığı zevcesine iddeti içinde kazifd; bulunsa liân lâzım gelir. Çünkü talâkı ric’î, zevciyyeti derhal ibtal etmez.

511 – : Kadın ile kocası arasında kazifden sonra beynunet vücude gelmemiş olmalıdır. Binaenaleyh bir kimse, zevcesine kazf etdikden son­ra aralarında beynunet vücude .gelse bundan dolayı liân ve had lâzım gelmez. Çünkü liân, zevceyn arasında cari olur. Hâdisede ise zevciyyet za­il olmuşdur. Hadde lâzım gelmez. • Zira kazif, ecnebiyye hakkında vuku bulmaimşdır.

Fakat bir kimse zevcesine; «Zevciyyetden mukaddem zina etmiş» olmakla kazifte bulunsa liân carî olur. Çünkü kazif anında zevciyet ka­imdir.

512 – : Liân yapılmasına zevç ile zevce veya bunlardan yalnız birisi talib olmalıdır.

Binaenaleyh taleb bulunmadıkça hâkim, hâdiseyi  bizzat takib     ede­mez.

513 – : Makzuf bulunan zevce, kendisine isnad edilen zinayı münkir bulunmalıdır. Şayed ikrar ederse hakkında had lâzım   gelir, liâne mahal kalmaz.

514 – : Kendisine kazif edilen zevce, zinadan afif bulunmalıdır. Afif olmadığı veya yanında babası gayri   maruf çocuğu bulunduğu takdirde liân ve had icab etmez. Yalnız îmam Ebu Yûsüf’e göre kendisi ne şübhe ile mukarenet edilmiş olan bir kadın hakkındaki kazif de Hânı, haddi icab eder. Çünkü bu mukarenet, iffeti izale etmez.

515 – : Liân icra edilebilmesi için zina ile kazif, cizazı tenasül hak­kında vukubulmalıdır. Bu, makzufün fihe aid bir şart&tr.

516 – : Zevce hakkındaki kazif, sarih veya sarih mecrasına carî bir tâbir ile yapılmalıdır. Nitekim kısmen evvelce beyan olunmuşdur. Bu da makzufün bine aid bir şart demekdir.

517 – : Kazif, darı islâmda yapılmış olmalıdır.

Binaenaleyh zevce frakında dari harbde yapılmış olan bir kazif den dolayı had ve liân carî olmaz.

518  – : îsnad edilen zina hakkında beyyine gayri mevcud olmalı­dır.

Binaenaleyh zevç, iddiasına muvafık dört sahici ikame edebilirse liâ-ne hacet kalmaz, bu halde zevce hadde müstahik olur.

Zevç, eğer evvelce kazifde bulunmamış, ise şahidlerden biri olabilir. Bu şehadetden dolayı müttehem olamaz. Çünkü âdete nazaran bir erkek, kendisine şeyn verecek bir fazihayi yalan yere iddiada bulunmaz, belki setre çalışır. Bedayi, Hindiyye, Reddi Muhtar, Dürer. (İmam Mâlik’e göre liân, iki müslim, rakik zevç ile zevce arasında carî olur, fakat iki gayri müslim zevç ile zevce aarsmda carî olmaz. Yal­nız zevç, müslim olduğu halde zevcesi kitabiyye bulunsa nefyineseb sure­tiyle olan kazifden dolayı bu kadın da üâne tabi olur.

Malikîlere göre bir kimse, mücameate mütehammil sagîr zevcesine zina isnad etse, yani : onu zina eder bir halde gördüğünü iddia eylese kendisine liân teveccüh eder. Bu Hândan sonra zevciyyet, yine devam eder. Şu kadar varcki, bu liân ile hadden kurtulmuş olur. Fakat mücame­ate mütehammil bir yaşda bulunmayan zevce hakkındaki kazif, ne liânı ne de haddi icab etmez. Çünkü, bu kazfin mahzı kizb olduğu malûm ol­makla bundan dolayı zevceye bir âr lâhik olmuş olmaz.

Bir kimse, bainen boşarnış olduğu kadına iddeti içinde kazifde bulun­sa aralarında liân carî olur. Fakat bu kadına iddetinden sonra mutlaka zi­na etmiş olmasiyle veya iddeti içinde zina etmiş olmasiyle kaaifde bu­lunsa had lâzım gelir, liân carî olmaz. Şerhi Ebil’berekât, Elmuğnî.)

(îmam Şafiîye göre liân, şahadet lâfziyle yapılan yeminlerden iba-retdir. Binaenaleyh yemîne her ehl olan, liâne de ehildir. Velev ki şahade­te ehil olmasın. Bu cihetle liân, iki rekikin, iki ahresin, iki gayri müsli-min arasında carî olabilir. Bu husysda ahresin kitabeti de işaret hük­mündedir.

Yine İmam Şafiîye göre vefat etmiş olan zevce hakkındaki kazif de liânı icab eder. Bu liân, onun kabri üzerinde yapılır. Fakat zevciy-yetden mukaddem bir tarihe izafe edilen kazifden doiayi had lâzım gelir. Liân lâzım gelmez. Bedayi.

Elmuğnî’de deniliyor ki : Eimmei selâseye göre bir kimse, zevcesine aralarında beynunet hâsıl oldukdan sonra hali zevciyyete izafetle kazif­de bulunsa bakılır : Eğer o kadının nesebi nefy edilmek istenilen çocuğu mevcut ise aralarında liân carî olur, mevcut değilse had lâzım gelir, liân carî olmaz.

Yine Elmuğnî’de deniliyor ki: İmam Şafiî ile îmam Ahmed’e göre nikâhı fasidden mütevellit çocuk dolayısiyle de liân carî olur. Çünkü bu çocuğun nesebi lâhik olacağından nefyine ihtiyaç görülür.

Aralarında nikâhı fasit bulunan bir erkek ile bir kadın iîüanda bulununca aralarında bir veçhe göre müebbeden tahrîm sabit olur. Çün­kü bu, bir sahih liândır. Diğer bir veçhe göre tahrim sabit olmaz. Zira aralarında firkat, bu iltiân ile hâsıl olmuş değildir. Belki sahih bir nikâ­hın mevcut olmamasından ileri gelmişdir.

îmam Şafiîye göre zevcesine kazif eden zevcin bu hususda şaha­deti makbul değildir. Çünkü bir gayz neticesi olarak böyle bir şahadete kıyam etmekle müttehem bulunur. Töhmet ihtimali ise şahadete manidir. Bedayî.)

(îmam Ahmedden bir rivayete göre liân, her mükellef olan zevç ile zevce arasında carî olabilir. Bunların ikisi de ister müslim, âdil, gayri mahdud bulunsun ve ister gayri müslim, fâsik, kazifden dolayı mahdud bulunsun ve gerek birisi müslim, âdil bulunduğu halde diğeri bulunma­sın müsavidir. Said îbni Müseyyebin mezhebi de böyledir.

îmam Ahmedden diğer bir rivayete- göremÜ3İim, âdil, hür, kazifden dolayı gayri mahdud olmıyan zevç ile zevce arasında liân carî olmaz. Züh-rîden de böyle mervîdir,

Kezalik zevceynden biri gayri mükellef olunca da aralarında liân ce­reyan etmez.

Hanbelî fukahasma göre bir kimse, bir ecnebiyyeye kazif etdikden sonra onunla evlense hakkında liân carî carî oîmayıb had lâzım gelir. Çün­kü kazif, o kadının ecnebiyye olduğu haline müsadif olmuşdur.

Kezalik : bir kimse, teehhül etdiği bir kadma nikâhdan evvelki bir zamana izafetle kazifde bulunsa yine had lâzım gelir. Liân carî olmaz; Gerek çocuk bulunsun ve gerek bulunmasın. îmam Mâlik ile Ebu Sevr’in kabil de böyledir. îmam Şafiîye göre ise eğer çocuk mevcud değilse liân carî olmaz. Fakat aralarında çocuk mevcud ise bu hususda iki vecih var­dır.

Hanbelîlere göre zevcenin talebi bulunmadıkça kendisine kazif etmiş olan zevci hakkında ne had ikame edilir, ne de liân carî olur. Çünkü bu taleb, zevcenin hakkıdır. Hattâ zevce, mecnun veya mahcur olsa bu hakkı velîsi taleb edemez.

Kezalik : çocuk olan bir zevcenin velîsi ve cariye olan bir zevcenin mevlâsı, zevç hakkında ta’zir icrasını da taleb edemez. Çünkü bu, teşeffii sadr için sabit olan bir’ hakdır. Bu hususda başkası buna müstahik ola­nın makamına kaim olamaz.

Şayed zevç, zevcesinin talebi bulunmaksızın liân yapılmasını istese bakılır: Eğer nefy edilmesi matlûb bir neseb mevcud değilse veya her­hangi bir sebeble, meselâ: beyyine ikamesi veya ibra suretiyle had sakıt olursa liân yapılmasına mesağ bulunmaz. Ekseri ehli ilmin kavli de bu merkezdedir. Yalnız Şafiiyyeden bazı zatlara göre bu halde de firas.1 iza­le için liân carî olabilir. Sahih olan, bunun hilafıdır. Çünkü zevç, talâk yoîiyle firaşı izaleye kadirdir.

Fakat nesebini nefy etmek matlûb olan bir çocuk mevcut olduğu takdirde zevç de “liân talebi hakkına mâlik olur.

Hanbelî fukahasına göre zevce, hakkında vukubulub liânı icab eden herhangi bir kazf hususnda kazifin basîr olmasiyle âma olması arasında fark yokdur. imam Şafiînin kavli de böyledir. Fakat İmam Mâlike ve Yahyel’ensarîye göre kazif, ya rüyete müstenid olmalı veya hamli inkâr suretiyle bulunmalıdır ki, liân lâzım gelsin. Elmuğnî.)

(Zahiriyyeye göre liân hususunda zevç ile zevce; gerek hür ve ge­rek rakik olsunlar, gerek ikisi de müslim veya birisi müslim dğeri kitabiy-ye veya ikisi de kitabî bulunsun müsavidir.

Kezalik zevceynin kazfinden veya zinadan dolayı mahdub olub ol­mamaları, aralarında duhul bulunmuş olub olmaması, ve her ikisinin ve yahut yalnız birisinin âma veya fâsik bulunub bulunmaması, v§ isnad edi­len zina fazihasınm rüyete müstenid olub olmaması müsavidir. Hâkim, herhelde hâdiseyi takib eder, taleb vukuu şart değildir. Elmuhallâ.)

(Eimmei selâseye göre liân icra edilebilmesi için kazf in herhalde ce-hazı tenasül hakkında ohnası şart değildir. Makûs cihet hakkındaki kezif de liânı müstelzim olur. Elmuğnî.) [27]

 

Liândan Evvel Kazein Sübutü :

519 – : Liân icrasına hâkim tarafından karar verilebilmesi için kaz-fin sübutü lâzımdır. Bu sübut, ya ikrar ile veya beyyine ile olur. Şöyle ki

Zevcenin kazif iddiasını zevç, ikrar ve itiraf eder veya inkârı takdi­rinde zevce en az âdil erkek şahadetiyle. isbat edebilirse liân ikame edi­lir.                                                                              ,

Bu hususda kadınların şahadetleri ve şahadet üzerine şahadet ve ka­dının kadıya mektubu muteber değildir. Çünkü hudud mesabesinde bu­lunan liân, şübhe ile bertaraf olur.

520 – : Zevce, kazif hakkında şahid ikame etdikden sonra zevç, ken­disini zevcesinin tasdik, zinayı ikrar etmiş olduğunu iki erkek veya bir erkek ile iki kadımn şahadetleriyîe İsbat etse had de, ilân da sakıt olur.

Zevç ile zevcenin beyyineleri bulunmadığı takdirde biribirini istin-lâfda bulunamazlar. Hindiyye. [28]

 

Lianı Vücubünden Evvel Veya Sonra Iskat Eden Şeyler:

521 – : Kazifden sonra zevç ile zevceden biri veya her ikisi tecen-nün veya irtidad etse veya dilsiz kalsa veya birine kazif edib de hakkın­da haddi kazif icra edilse veya zevce haram’ bir suretle vatiy olunsa ve­ya aralarında beynunet vukua gelse lian sakıt olur, had de lâzım gel­mez. Hattâ beynunetden sonra nikâhı    tecdid etseler de liân yapılamaz. Çünkü sakıt olan, .avdet etmez.

Binaenaleyh bir kimse, zevcesine «Ey zaniye sen bainsin» veya «üç talâk ile boşsun» dese ne liân ne de had lâzım gelir. Çünkü zina isnadı, zevciyyet haline müsadif olmuş, badehu talâk ile beynunet vukua gelmiş-dir.

Fakat «Sen üç talâk ile boşsun ey zaniye» dese liân lâzım gelmezse de had lâzım gelir. Zira kazif, beynunetden sonra âdeta bir ecnebiyye hak­kında vaki olmuş olur.

522 – : Kazifden sonra vaki olacak talâkı ricl ile üân sakıt olmaz. Meğer ki liân ikamesinden evvel iddetin    geçmesiyle beynunet husule gelsin

523 : – Liânı vi&eubünden sonra iskat eden her şey, liânın badel’icra hükmünü de ibtal eder.

Meselâ : zevç ile zevceden biri, mülâaneden sonra tecennün etse ve­ya nefsim tekzib eylese artık liânın hükmü kalmaz, nikâhları hâli üze­re devam eder. Şu kadar var ki, zevç, nefsini tekzib etdiği takdirde hadde müstahik olur. Bedayi, Hindiyye, Dürri Muhtar.

« (Fıkhı Hanbelîde deniliyor ki: zevç, zevcesine kazf edib de bade­hu Hândan evvel veya liânı itmamdan evvel vefat etse liân sakıt olub çocuk var ise kendisine lâhik ve zevcesi varis olur. Zevce, kendi liânını ikmalden sonra, zevcesinin Hânından evvel vefat edince de hüküm böy­ledir. Bu hususda fukaha, müttefikdirler. Ancak imam Şafiîye göre yal­nız zevcin Haniyle beynunet hâsıl, tevarüs sakit, çocuğun nesebi müntefi olur. Zevce iltiânda bulunmazsa hakkında thad lâzım geür. Elmuğnî.) [29]

 

Lianın Hükmü

524 – : Liânın hükmü, – aşağıdaki meseleler veçhile – mukarenet ve istimtam haram olması, tefrik ile beynunet   husule gelmesi, nesebin kat’edilmesidir.

525 – : Zevç ile zevce mülâanede   bulunmakla aralarında hemen mukarenet ve istimtaın hürmeti tekarrür eder, fakat aralarında hemen firkat hâsıl olmaz. Bu halde zevç, zevcesini bainen tatHk etmelidir. Etmez­se hâkim tarafından tefrika hükmedilmesi lâzım gelir.

Binaenaleyh tefrik vaki olmadıkça zevciyyet ahkâmı carî, zevcin ta­lâkı, zihan, i’lâsı muteber ve aralarında tevarüs carî ölür. 55evc, nefsini tekzib ederse aralarında nikâhı tecdide lüzum görülmeksizin mukarenet de caiz olur.

Fakat İmam Züfere göre mücerred liân yapılmakla firkat vaki olur. Hükme ihtiyaç görülmez.

526 – : Telâunda tekerrür carî değildir.

Binaenaleyh bir kimse, zevcesine defeat ile kazifde bulunsa hakkın­da yalnız bir liân lâzım gelir.

527 – : Liânı müteakib vuku bulacak tefrik ile bir talâkı bain ta­hakkuk eder. Çünkü zevcin sebebiyet verdiği firkatler, talâk kabilinden-dir. Bununla mülki nikâh, bilkülliyye” zail olur. Zevç veya zevce, nefsini’ tekzib etmedikçe zevciyyeti iade caiz olmaz.

Bu, İmamı Âzam ile îmam Muhammede göredir. Fakat İmam Ebu Yusüfe, İmam Züfer ile Hasan îbni Ziyad’a göre bu tefrik ile bir hürme­ti müebbede vücude gelir. Artık zevciyyeti iade asla caiz olmaz.

528 – : Hâkim, zühul ederek daha liân tamam olmadan tefrika hükm etse bakılır: eğer zevç ile zevceden her biri liânın büyük bir kısmını, me­selâ : dörtdde üçünü yapmışlar ise tefrik nafiz olur. Çünkü ekser için hükmi kül vardır ve bu hükm, ictihad mahallinde vaki olmuş olur. Fakat daha liânın ekserisi yapılmamış ve yahut   zevç ile zevceden yalnız birisi tamamen liânda bulunub da henüz diğeri iltiânda bulunmamış ise tefrik nafiz olmaz.

529 – : Çocuğun nesebim nefy etmek suretiyle olan kazifden dola­yı liân icra edilince hâkim, «Bu çocuğu validesine ilzam etdim, bunu zev­cin nesebinden çıkardım» diyerek çocuğun nesebini zevcden kat ile vali­desine ilhak eder. Fakat liân icra edilmedikçe nesebin kat’ına hükm edi­lemez.

Binaenaleyh kazif, lianı icab edecek veçhile mün’akid olmazsa veya liân, badelvücud bir veçhile sakıt olursa veya liânı icab etdiği halde zev-ceyn, mülâaneyi terk ederlerse çocuğun nesebi münkati olmaz.

Meselâ  bir kimse, zevcinden doğan çocuğun nesebini nefy edib zev­cesi de kendisini tasdik eylese bununla o çocuğun nesebi münkati olmaz. Çünkü bu takdird liân icrası müteazzir olur. Liân müteazzir olunca onun hükmü olan nefyi neseb de müteazzir bulunmuş olur. Zevç ile zevcenin nesebi nefiy hususundaki tesadükuna itibar olunmaz. Çünkü neseb, ço­cuğun hakkıdır.

530 – : Çocuğun uluku, liân carî olamıyacak bir zamana müsadif olduğu takdirde  de   muahharan vukubulacak   liân ile   nesebi   münkati olmaz.

Meselâ : Zevce, uluk zamanında kitabiyye veya cariye olub da ihti­da, etdikden veya azad edildikden sonra hamlini vaz eylese artık vuku bulacak bir nefy ile çocuğun nesebi kat’ edilemez. Çünkü ulûk zamanın­da Hâne ehliyet bulunmamışdır. Nesebi kat’ etmek ise liânın hükmü­dür.

531 – : Hamlin nesebi, vilâdetinden evvel kat’ edilemez. Çünkü ham­li nefiden dolayı imamı Azama göre liân lâzım gelmez ki, bu tarik ile ne­sebi kat’ etmek mümkün olsun.

îmameyne göre de neseb ile sabit olan irs gibi hükümler, hami için değil, evlâd için sabit olur. Hami ise infisal etmedikçe evlâd adını alamaz.

532 – : Liân neticesinde nesebi kat’ edilen çocuk ile liânda bulunan zevç arasında tevarüs ve nafaka hükümleri cereyan etmezse de sair ne­seb ahkâmı cereyan eder.

Binaenaleyh bunların biribirine şahadetleri, zekât vermeleri, biribi-riyle evlenmeleri caiz olmaz. Ve o kimse, bu çocuğu amden kati edecek olsa hakkında kısas cezası tatbik edilmez ve bu kimse ber hayat olduk­ça bu çocuğun nesebini başka bir şahıs iddia edemez. Velev ki çocuk, kendisini tasdik etsin. Çünkü o kimsenin hayatda bulundukça nefsini tekzib ederek, çocuğun nesebini kendisine ilhak etmesi me’muldür. Çocuk da bu sayede bir lekeden kurtulmuş olur.

Fakat o kimsenin vefatından sonra yaşı müsaid olan bir şahıs, bu çocuğun nesebini iddia edebilir. Zira artık tekzibi nefs ihtimali kalma-mışdır. Şu kadar var ki o şahıs, bu çocuğun zinadan mütevellid olduğu­nu dermeyan etmemelidir, ederse nesebi kendisinden sabit olmaz. Sübu-ti neseb bahsine de müracaat!

533 – : Liân yapıldıkdan sonra daha tefrika hüküm vermeden hâ­kim azl edilse veya vefat etse lâhik hâkim, yeniden liân icrasını emre­der. Hindiyye, Bedayi, Bahri Raik.

“(tmam Mâlik ile İmam Şafii’ye göre liân ile hürmeti müebbede sabit olur, zevceyn, nefislerini tekzib etseler de zevciyyeti iade caiz ol­maz. Hanbelîlerce de zahirî mezheb böyledir.)

{îmam Şafiîye göre de daha zevce iltiânda bulunmadan yalnız zev­cin Haniyle firkat vücude gelir. Çünkü liân zevce muhtesdir. Hattâ zevç, cariye bulunan zevcesine Hândan sonra bir veçhile mâlik olsa ken­disine tekarrüb edemez.

îmam Şafi’ye göre hamlin nesebini kat’ caiz olduğu gibi vilâdetine kadar intizar da caizdir. Elmuğnî, Tuhfe.)

(Hanbeli fukahasma göre firkat, zevç ile zevcenin liâniyle hâsıl olur. Birinin liânı kifayet etmez. Aralarını hâkimin tefrik etmesine lü­zum var mıdır, yok mudur? Bu hususda iki rivayet vardır. Bir ri­vayete göre mücerred müîâane ile firkat hâsıl olur, hükme muhtaç olmaz.

îmam Mâlik ile Ebu Sevr’in, Davudi Zahirî’nin, İbnd Münzirin kavi­leri de böyledir. Liân iîe husule gelen firkat, fesindir.

Hanbelîlere göre zevç, iltiânda bulunduğu halde zevce bulunmasa hakkında had İâzım gelmez, zevaiyyet hali üzere kalır. Hasenin, Evzaînin, ashalbı re’yin kavileri de böyledir. Fakat Şa’bî ile İmam Mâlike ve îmam Şafiîye göre hakkında had lâzım gelir.

lltiândan imtina eden zevce hakkında Hanbelî fukarasının muhte­lif kavileri vardır. Bir kavle göre habs edilir, iltiânda veya dört defa ik­rarda bulununcaya kadar habsden çıkarılmaz. Diğer bir kavle göre se-bilî tahliye edilir. Maahaza her ikisi de liânda bulunmadıkça neseb mün-kati olmaz. Bütün ehli ilmin kavli de bu veçhiledir. Yalnız îmanı Şafiîye göre mücerred zevcin Mâniyle firkate ve kat’ı nesebe hükm olunur.

Yine Hanbelî fukahasına göre bir kimse, zevcesini muayyen bir şa­hıs ile zina etmekle itham etse her İkisine de kazifde bulunmuş olur. O halde zevcesdyle mülâanede bulunursa her ikisine aid kazifden dolayı had sakıt olur. Gerek lian esnasında o şahsın adını zikr etmiş olsun ve gerek olmasın. Fakat liânda bulunmazsa her.ikisi de fcazfin muktezasını iste­meğe müstahik olur. Ve her hangisi isterse önün için o kimse hakkın­da had icra edilir. Talebde bulunmryan için had icra edilmez. îmam Mâ­likin kavli de böyledir. Şu kadar var ki, liân ile o şahsa aid had hakkı1 sakit olmaz. Hartbelî fukaıhasmdan bazılarına göre de bu kazf, yalnız zevceye müteveccih bulunmuş olur. Binaenaleyh bundan dolayı başkasına taleb ve had hakkı teallûk etmez. Elmuğnî)

(Zahiriyye mezhebine göre de mücerred Mân ile müebbed hürmet vü-cude gelir. Velev ki, bilâhare zevç, nefsini tekzib etsin.

Liânda bulunan zevce, gebe ise hamlinin nesebi de kocasından nefy edilmiş olur. Gerek Mânda söylenmiş olsun ve gerek olmasın. Şu kadar var ki zevç, hamMn nesebini ikrar ederse bu neseb kendisine lâhik olur. Bundan dolayı hakkında had lâzım gelmez. Çünkü hamM ikrar, zinanın vukuuna mani değildir. Hattâ zevce, yapılan firkat hususunda zevcini tasdik edib «hami ondan değildir» diye kocasının ikrarını kabul etmese hakkında had lâzım gelir, çocuğun nesebi müntefi olmaz.

KezaMlk : Bu kazif ve ikrardan sonra henüz Mân vuku bulmadan Çocuk doğacak olsa zevç, kendisinden haddi iskat için yine Mânda bu­lunabilir. Fakat çocuğun nesebi artık kendisinden asla müntefi olmaz. El-muhallâ.) [30]

 

Lian İle Kati Nesebin Şartları :

 

534 – : liân yapüdıkdan sonra tefriki müteakib nesebdn kat’edil-mesine hüküm verilmesi için aşağıdaki meselelerde beyan olunan şart­ların tahakkuku lâzımdır.

535 – : Nesetâ nefiy suretiyle olan kazif, vilâdet zamanına mü­sadif olmalıdır.

Şöyle ki : zevç, zevcesinin doğurduğu çocuğun kendisinden olmadı­ğını aradan tehnde = tebrik zamanı göçmeden iddia etmelidir.

Tehnie müddeti, bir iki ve İmamı Azamdan bir rivayete göre yedi günden ibapetdir. Fakat zevç, vuku bulan tehnieyi kabul eder ve çocuk için âdet veçhile vilâdet eşyasını almiya bağlarsa artık nefyine hakkı kal­maz, çocuğun nesebini delâleten ka’bul etmiş olur.

İmamı Azamdan düğer bir rivayete görö (bu nefy için muayyen bir müddet yokdur. Elverir ki kabule delâlet eder bir şey bulunmasın. Çün­kü nefyi neseb, teemmüle muhtaç bir şeydir. Bunun için teemmüle mü­sait bir zaman ister. Bu teemmül ise eşhasın ahvaline göre İhtilâf eder. Bu hususda bir vakit tayini müteazzârdir. Binaenaleyh âdete nazaran tehnie ve teemmüle müsaid bir vakit geçmedikçe nefy etmek sahih olur.

îmameyne göre bu hususda nifas müddetinin ekseri olan kırk gün tayin edilmiştir. Zira nafas, vilâdet eseridir. Vilâdet eseri devam etdikce de nefyi neseb caiz olur.

536 – : Zevç, gaib olduğu takdirde vilâdete ittılaı ânından itiba­ren yukarıdaki mesele veçhile ahkâm carî olur. Maahaza îmam Ebu Yu-süfden bir rivayete göre gaib, fisatöen, yani : çocuğun sütden kesilme­sinden evvel çıkıp geMrse nifas müddetine müsavi bir müddet içinde ne­sebi nefy edebiMr, fisalden sonra geMrse artık nefy edemez,

imam Ebu Yusüfden diğer bir rivayete göre de nifas müddetinden sonra haberdar olursa iki sene tamamına kadar nesebi nefy edebilir. Bu takdirde de nefy müddeti için reza müddeti nazara alınmış oluyor.

Şunu da ilâve edeMm ki, bu çocuğun doğmasiyle vaHdesinin mehri teekküd etmiş olur. Meselâ : bir kimse, bir kadın ile gıyaben evlenib de daha rüyet ve mükarenet vuku bulmadan bir çocuk vücude gelmekle nesebi nefy edilse aralarında Mân cereyan eder, çocuk validesine ilhak edilir, o kadın da mehrinin tamamına müstahik olur.

537 – : Çocuğun nesebi, ne sarahaten ve ne de delâleten    kabul edilmemiş olmalıdır. Aksi takdirde kat’ma imkân bulunmaz.

Meselâ : Zevç, zevcesinin doğurduğu çocuk hakkında «Bil benîm çocuğumdur» veya «bu çocuk bendendir» dese onun nesebini sarahaten kabul etmiş olur. Yapılan tebrik ve tekmeyi kabul etdiği veya buna kar­gı sükûtta bulunduğu takdirde de nesebi delâleten kaibul etmiş sayılır. Çünkü âkil olan bir kimse, kendisine aid olmıyan bir çocuk hakkındaki tebriki kabul etmiyeceği gibi buna karşı sükût da etmez.

538 – : Doğan çocuk, tefrika hüküm zamanında ber hayat olma­lıdır, ğer ber hayat olmazsa nesebi kat’ edilemez.

Binaenaleyh bir kimse, zevcesinin doğurduğu çocuğun nesebim ve­fatından sonra nefy edecek olsa aralarında Man carî olabiMr. Fakat neşet kat’ edilemez. Çünkü neseb, mevt ile tekarrür eder, artık inkıtaa ihtimali kalmaz. Nesebin inkıtaı, Mânın levazımından değildir, mücerred kazifden dolayı Man cereyan eder. îmam Ebu Yusüfden bir rivayete göre bu halde liâne de mahal kal­maz. Çünkü müoerred nefyi veled suretiyle olan kazifden maksad, nese­bin kat’ edilmesidir. Bu maksad, müteazzir olunca artık Hânın bekasında bir faide kalmamış olur.

539 – : Çocuklar, tev’em dseîer her birinin nesebi nefy edilmelidir. Birinin nesebi kabul edildiği takdirde diğerlerinin de nesebleri kabul edil­miş, olur, artık kat’a imkân kalmaz.

Meselâ : bîr kimse, zevcesinin bir batında doğurduğu iki çocukdan birini ikrar, diğerini nefy edecek olsa bakılır: eğer ilk doğan çocuğu ik­rar ederse her iki çocuğun nesebi sabit ve Mân lâzım olur. Çünkü birinci çocuğun nesebini kabul, diğerinin nesebini de kabul demekdir. Zira hami, birdir. İkinci çocuğun nesebini inkâr etmek, ikrardan rücu demek olur. Halbuki neseb hakkındaki ikrardan rücua ihtimal yokdur.

Liâna gelince bu, ikrar edilen bir nesebden sonra nefyi neseb sure­tiyle vaki olan bir kazifden münbaisdir.

Bilâkis o kimse, ilk doğan çocuğun nesebini nefy, ikinci çocuğun ne­sebini ikrar ederse yine her iki çocuğun nesebi sabit olur. Çünkü ikinci çocuğun nesebini ikrar etmekle nefsini tekzib etmiş olur. Bu halde yalnız hadde müstahik olur, liâne mahal kalmaz. Çünkü toir kazifden dolayı had ile liân dctima edemez.

540 – : Nesebi nefy edilen iki tev’emden biri, Hândan evvel Ölse veya öldürülse artık ikisinin de nesebi kat’ edilemez.  Çünkü meyyitin nesebi kesüemiyeceğinden sağ kalan çocuğun nesebi de kesilemez. 2üra bunlar, tev’emdirler.

541 – : Nesebin sübutüne şer’an hükm edilmemiş olmalıdır. Şer’-an mahkûm bissübut olan bir neseb, kat’ edilemez. Şöyle ki :

Bir kimse, zevcesinin doğurduğu çocuğun nesebini nefy edib de aralarında daha liân cereyan etmeden bir ecnebi bu çocukdan dolayı o kadına kazifde bulunmakla hakkında had icra edilecek olsa çocuğun ne­sebi o kimseden sabit bulunmuş olur, artık kat’ı nesebe imkân kalmaz, liân da sakit olur. Çünkü hâkim, kazif olan ecnebiye had vurmakla onu tekzib etmişdir. Bu tekzib ise çocuğun sübuti nesebine hüküm demek­dir. Sübutüne hükm edilen bir neseb ise artık kat1 edilemez. Bu ecnebi hakkındaki had ile kadının iffeti tezahür etmiş olacağı cihetle liân© de artık hacet kalmaz. Bedayi, Bahri Raik, Hindiyye.

« (imam Mâlike göre nefyi neseb, vaz’ı hamli müteakiib muaccelen vaki olmalıdır. Zevç, hamli bildiği halde nefy etmeyib zevcesine tekar-rübde bulunsa veya bilâ özür- nefiy keyfiyetini tehir ederse artık nesebi nefide bulunamaz. Bedayî.)

(İmam Şafiîye göre nesebi nefy için muayyen fcir müddet yokdur. Bu, fevridir. Çünkü nesebi fevren nefy etmemek, delâleten kabul demekdir. Zevç, nefye kadir olduğu halde nefy etmeyib sükût edince artık nef-ye hakkı kalmaz, imam Ahmedin kavli-de böyledir.

îmam Şafiîye nazaran avamdan bir şahsın bu fevrîlik meselesindeki cehaleti, bir mazeret teşkil eder.

Ataya, Mücahide göre zevç, nesebi muterif olmadıkça dilediği vakit nefy edebilir. Ebubekire göre de bu, Öyle iki üç gün gibi bir müddetle mukayyed değildir, belki âdetin cereyanına tâbidir. Meselâ : tevellüd ge­celeyin vuku bulsa sabah olub da nâsın dağılacakları zamana kadar nefiy müddeti devam eder. Fakat zevç, vuku bulan tehnîe ve dua hakkında âmin hân olursa neseb, kendisinden bil’ittifak sabit olur. Elmuğnî, Be­dayî.

Şafiîlerce iki tev’emden yalnız birinin nesebini nefy etmek, sahih değildir. Meğer ki vilâdetleri arasında en az altı ay bulunsun. Çünkü bir rahimde iki erkeğin nutfesinden birer, çocuğun bir müddet içinde tekev­vün etmesi, âdeti ilâhiyyenin cereyanına muhalifdir. Rahim, ihbal kuv­vetini haiz bir nutfeyi ihtiva edince ağzı nıünsed olur, artık başka nut-feyi kabul edemez. Tuhfetülnıuhtac.) [31]

 

Lîânın Sebebi Ve Hikmeti Teşkiiyyesî :     

542 – : Liânın sebebi, zevcin, zevcesine yabancılar hakkında had­di icab edecek bir veçhile – kazf etmesidir. Bu kazf, zevcin, zevcesine ya zina isnad etmesi veya zevcesinin doğurduğu çocuğun nesebini nefy eylemesi suretiyle olur. Böyle bir kazfî müteakib zevç ile zevceden her­hangi biri mahkemeye müracaat ederek liân yapılmasını isteyebilir.

Fakat liân husus jr.da ihtiyata riayet edilmesi lâzımdır. Bazan bu gibi kazif hâdiseleri, bir gazab ve ihtiras neticesi olarak zuhura gelebilir. Bu takdirde liân tarikine gidilmesi, hâdisenin şüyuuna meydan verilme­si, asla muvafık olamaz. işte bu ihtimale mebnîdir ki, liân hususunda fevkalâde ihtiyata ria­yet edilmiş, hiçbir muamelede carî olmıyan dört  defa şehadete lüzum gösterilmiş ve yalancı olan zevç hakkında Allah Tealânin laneti, yalan­cı olan zevce hakkında da Cenabı Hakkın gazabı davet edilerek her mü­minin ruhunu titretecek, kendisini yalan yere şehadetde bulunmadan men edebilecek bir yemin usulü kabul olunmuşdur.

Hattâ liân için mahkemeye müracaat vuku bulunca hâkim, evvelâ zevce nasihat verir, kendisini tövbeye davet eder, yalan yere şahadetde, yeminde bulunmadan tahzir ederek kendisine ahiret azabını hatırlatır. Sonra da zevceye ayni suretde nasihat vererek yalan yere yemin etme­mesini, ahıret azabına nazaran dünyevî cezanın pek hafif bulunduğunu kat’î bir lisan ile ihtar eder. Hâkimin bu veçhile hareket etmesi, müs-tahsendir.

Bütün bu Öğütlere, bu tahzirlere rağmen iki taraf, liân icrasında musir olursa artık hakim için mül&ane yapılmasına müsaadeden başka çare kalmaz.

« (Malikî fukahası diyorlar^ki: lüzumsuz yere liânda bulunmak, bir gocuğun nesebini nefy etmek, muvafık olamaz. Meselâ: çocuğun başka­sına benzemesi, mukarenet zamanında azî vukuu veya inzal vaki olma­ması, yahut tenasül cihazı yoliyle mukarenet yapılmamış bulunması, ne­sebi nefy etmek için bir sebeb teşkil etmez.)

(Şafiî fukahası da diyorlar ki: bir zina hâdisesinden dolayı zevce veya zevceye veya bir ecnebiye teveccüh edecek başka bir zarar melhuz olmadığı takdirde tatlik ile iktifa edilmesi, hâdisenin setredilerek şüyuu-na meydan verilmemesi, evlâdır.

Hattâ bir kimse, zevcesinin zinasına muttali olduğu halde doğur­duğu çocuğun kendisinden olub olmamasını ihtimal dahilinde görür­se mücerred bununla kazifde bulunması, nesebi nefy etmesi caiz olmaz. Çünkü iki ihtimal, müsavi olduğundan çocuğun firaşı sahihe is­tinadı müreccahdır. Bu halde – sahih kavle nazaran – kazif de, li­ânda haram olmuş olur.. Çünkü talâk İle müfarekat temin edilebilir, hâdisenin şuyuiyle alâkadarların mutazarrır olmasına meydan verilmiş olmaz,

Kezalik : bir erkek, kendisinin akim olduğunu zannederek buna is­tinat ile nesebi nefy iddiasında bulunması caiz değildir. Çünkü birçok akim sanılan kimselerin üıbale muvaffak oldukları vakidir.

Amma bir erkek, zevcesinin zinakâr olduğunu kat’iyyen bilir veya bir takım karinelere, vesikalara mebni müekked bir zan ile zan ederse o halde kazf ile Hâne tevessül edebilir. Çünkü bu takdirde firaşı tathire, nesebi siyanete; kendisini ardan vikayeye muhtaç bulunur. Halbuki her zaman ‘beyyîneye destres olamaz.

Kadına gelince o da kocasının isnad etdiği zinadan berî olduğu tak­dirde kendisinden ve ailesinden âri def için taleb vaki olunca telâunde bulunmalıdır. Böyle olmadığı takdirde liânda bulunması icab etmez.)

(Hanbelîlere göre de her vakit kazfe, liâne tevessül edilmesi caiz değildir. Bunlara göre kazif üç nev’e ayrılır. Birincisi: vacıbdir. Şöyle ki: bir kimse, zevcesini kendisine tekarrüb etmemiş olduğu bir tuhr es­nasında başkasiyle zina eder bir halde görecek olursa bu kadından idde-tinin nihayet bulmasına kadar itizal eder. Kadın, o gayri meşru muka-renetden itibaren en aa altı ayda bir çocuk doğurursa bu çocuğun nese­bini kat’ için kazif, vacdb olmuş olur. Çünkü bu halde çocuğun zinadan hâsü olduğu yakin mesabesinde bulunur. Bunun nesebi nefy edilmezse kendisine veya sair kariblerine varis olur, kendisinin evlâdiyîe, mehari-miyle ihtilâtda bulunur. Bu ise caiz değildir. İkincisi : caizdir. Şöyle ki : bir kimse, zevcesinin zina ettiğini gö­rür veya zina etdiği kendince sabit bulunur veya zinada bulunduğunu emin bir şahısdan işidir veyahut zinası halk arasında şüyu bulur, bunun­la beraber arada bir çocuk bulunmaz veya bulunursa da zinadan hâsıl olduğu anlaşılmaz, tşte bu halde kazif, caizdir. Maamafih bu halde sü­kût edilmesi de caiz, belki efdal ve ehseiıdir. Çünkü bu takdirde zevç, talâka tevessül ederek hem kadını hem de kendi nefsini setr etmiş olur.

Üçüncüsü : haramdır. Bu ise yukarıdaki iki kısmın haricinde ola­rak zevceler ve ecnebiler hakkında yapılan kazifdir. Bu, kebairden sayı­lan bir seyyiedir. Elmuğnî.)

543 – : Liânın hikmeti teşrüyyesine gelince bu da, yukarıdaki be-yanatdan da anlaşıldığı üzere kazif suretiyle lâhik olan âri def etmek, şerefsiz veya iffetsiz bir refik veya refikadan halâs olmak, gayri meş­ru çocukların iltihakından aileleri sıyanetde bulunmak, zevciyyet huku­kuna vukubulan tecavüzden dolayı kati bir ayrılış ile bir nevi ceza ter-tib eylemek, başkaları hakkında da müessir bir ibret, bir mania teşkil edivermek gibi şeylerdir.

Gayrimeşru çocukları aileler arasına sokmıya cüret eden kadınlar hakkında dinen büyük, tahzirler mevcut olduğu gibi meşru çocukların neseplerini nefy eden erkekler hakkında da pek büyük teîıdidler vardır. «Hak Tealâ Hazretlerinin böyle bir erkekden ihticab edeceği, yani: o erkeği nazarı rahmetinden uzaklaştıracağı ve onu evvelin ve ‘aharîn mu­vacehesinde risva edeceği» bir hadisi şerifde beyan buyurulmuşdur.

Filhakika zina fazihası, ne kadar büyük bir cinayet ise afif bir şah­sa zina isnadı da o kadar ağır bir cinayetdir. Böyle bir isnada haksız yere maruz kalan bir şahıs, arlanır, cemiyet arasında mevkii müşkilleşir. Binaenaleyh bu ân kendisinden gidermek için bir ser’î çareye teves­sül etmesi lâzım gelir ki, o da liân tarikidir.

Bunun aksine olarak bir kadının iffetden. mahrumiyeti, gayri meş­ru bir çocuk dünyaya getirmesi ise kocasına karşı en büyük bir cina­yetdir., Allah Tealâya karşı da pek büyük bir ma’siyetdir. Artık bir er­kek, böyle bir cinayetin ağırlığı altında hayatını idameye kadir olamaz, bundan kurtulmaya ve kendi ailesi arasına gayri meşru bir çocuğun so­kulmasına mani olmıya olanca kuvvetiyle çalışmak ister. Halbuki bu fazihayi isbat edecek beyyineden mahrum bulunur, yapmış olduğu ka-zifden dolayı da hadde müstahik görülür. Binaenaleyh böyle elnn bir du­rumda da bir erkek İçin liâne tevessülden başka çare bulunmaz.

Diğer bir bakımdan da bir kazif, ya doğrudur, vakıa mutabıkdır, ya değildir. Eğer doğru ise bundan dolayı liân icrası, kadın hakkında bir cezadır, kadın bu tarik ile nikâh nimetinden mahrum kalır, şerefini kay­beder, yapmış olduğu fazihanın bir nevi dünyevî azabına kavuşmuş olur.

Bu hâdise, başkaları için de bir müessir ibret dersi teşkil etmiş olur.

Bilâkis bu kazif, doğru değilse liân icrası* zevç hakkında manevî mesuliyeti müstelzim olacağı gibi onun hakkında dünyevî bir ceza ma­hiyetinde de tebarüz eder. Çünkü bu yüzden kendisini teşhir etmiş, zev-ciyyet nimetinden mahrum kalmış olacaktır. Bu elîm âkibet ise zevciy-yet hukukuna aykırı hareketlerde bulunacak sair kimseler için de bir müeyyid mania mahiyetinde bulunmuş olur.

Velhasıl : liân icrasının meşruiyeti, daha böyle bir nice mühim maslahatlara, hikmetlere müteveccih bulunmuşdur. Elverir ki, yerinde istimal edilsin. [32]

 

Zevç İle Zevce Hakkında Hiyabi Tefrika Sebeb Olup Olmayan Bazı İlletler :

 

544 – : Bir takım illetler, arızalar vardır ki, bunlardan birinin zevcde veya zevcede mevcudiyeti veya sonradan tahaddüsü halinde di­ğer tarafın hiyan tefrik ile muhayyer olub olamıyacağı islâm hukukun­da mühim bir mebhas teşkil eder. Muhayyer olduğu takdirde dilerse bu­na razı olarak nikâhı idame eder, dilerse razı olmayıb mahkemeye mü­racaat ederek usulü dairesinde tefrik kararı alır. Nitökim ileride görü-lecekdir. Bu illetlerin başlıcaları ise şunlardır :

(1) : Kara; kadının tenasül cehazında bulunub kendisine mukare­nete manî olan bir kemikdir. Böyle cehazı tenasülünde bulunan bir ke-mikden dolayı kendisine tekarrüb kabil olmayan kadına da «karna» de­nilir..

(2) : Retak; tenasül cehazında tenebbüt edib mücameat mahallini kapayan bir et parçasıdır. Cehazı tenasülünde zuhur eden et parçasından dolayı mücameat mahalli kapalı olan kadına da «retka» denir.    Bahri Raikde retkanm tarifi, kamaya verilmişdir.

(3) : Af el; tenasül cehazının    haricinde    zuhur edib    mukarenete mani olan bîr bezden ibaretdir. Kendisinde böyle bir mania bulunan ka­dına da «afla» denilir.

Minhetül’halikde afla ile karna bir gösteriimişdir.

(4) : Fetk; meni mecrasiyle bevl mecrası veya kubül ile dübür ara­sındaki inhırakdan ibaretdir. Buna «ifza» da denir. Elmuğni.

(5) : înnet- inanet; ademi iktidar denilen arızadır ki,    erkeğin reculiyyet uzvu mevcut olduğu halde mücameate muktedir olmaması ha­lidir. Bu uzuv, gerek intişar etsin ve gerefk etmesin. Böyle    tekarrübe muktedir olmayan erkeğe de «inniyn» denir.

înnet, ihtiyarlık, mütemadiyen aklî mesaî, dimağın fazla faaliyeti, ziyade havf ve haya, şiddetli şevk ve şetaret, âşıkane hayalâıt ve tasav-vürat, çokça mukarenet, istimta bilyed, taharet ve nezafetden mahrumiyet, nefret ve istikrahı mucib hâlât, asabî âfet, tenasül uzvunun fena teşekkülü gibi sebeblerden neşet eder ki, her birinin kendisine göre te­davi usulü vardır. Meselâ : ikinci ve üçüncü sebebden mütehassil innetin izalesi için fikir ve zihnin istirahati, son sebebden münbais innetin ref’i için de fennî ameliyat vesaire lâzımdır. Ancak ihtiyarlık dolayısiyle hâ­sıl olan innetin zevali kabil görülmemektedir.

Sihir yüzünden innete mübtelâ olanlar da vardır.

Seyyibe tekarrüb edebildiği halde bikre tekarrüb edemiyen veya ba­zı nisaya mukarenete muktedir olduğu halde diğer nisaya mukarenete kadir olamıyan bir erkek, tekarrüb edemediği kadına nazaran inniyn sayılır. Yalnız haşefe kısmını idhale kadir olan bir erkek, inniyn sayıl­maz.

(6) : Hisa;  hâdimlik hali,  yani   : erkeklik uzvu mevcud    olduğu< halde husyelerin çıkarılmış olmasıdır: Bu halde bulunan erkeğe «hasıy» denilir.

Husyelerin bulunmaması, gerek kesilmek ve gerek çekib çıkarıl­mak suretiyle olsun müsavidir. Bir hasiy, âleti tenasülü münteşir olma­dığı takdirde inniynden maduddur. Fakat husyesi bulunmamakla bera­ber erkeklik uzvu münteşir olan kimse, inneyn hükmünde değildir.

Fen. sahihlerinin beyanına göre husyeler, nıenevî maddenin kay­nağıdır. Husyeleri çıkarılmış olan bir erkek, erkeklikden mahrum, tena­sül vazifesini ifadan âciz olur. Validesinin rahmindeki bdr ceninin, husye­leri karnının içindedir, doğdukdan sonra dışarı çıkar, husyelerinin hiç­biri çıkmıyan veya biri çıkıb da diğeri mahallinde kalan hilkat garibleri-ne tesadüf olunmuşdur. Husyelerden yalnız birinin ftulunmaiması, innet ve akamete bais ve mukarenete mani olmaz.

(7) : Cüb, erkeklik uzvile beraber husyelerin  kesilmiş bulunması halidir. Bu halde bulunan bir erkeğe «mecbub»  denir. Yalnız erkeklik uzvu kesilmiş olan veya tenasül âleti düğme gibi pek ufak bulunan şahıs da mecbub saydır.

Mecbübiyet, bazan ıhilkî olur. Tenasül âletinden mahrum olarak do­ğan garaibi hilkate nadiren tesadüf olunur. Bazan da hayvanat tarafın­dan ısırılma, koparılana gibi bir sebepten dolayı ânz olur. Husyeleri ol­duğu halde tenasül âleti düğme mesabesinde bir et parçasından ibaret olan mecbublar, delk ve temas suretiyle ihbale kadir olabilirler ki, bun­lar, bu cihetle akîm sayılmazlar.

(8) : Şekz şekkâziyyet; mücameat ve muhaletadanevvel mıt-fenin nüzuliyle erkeklik -uzvunun intişar edememesi halidir. Zevcesini kendisine cezb ederetmez   hablel’muhalete   nutfesi  nüzul edib   badehu mukarenet için reculiyyet uzvu münteşir olmıyan kimseye de «şekkâz» denir ki, bu da inniyn demekdir. Fakat inukarenet edebildiği halde nutfesi nüzul etmeyen kimse, inniyn sayılmadığından bundan dolayı muhay­yerlik sabit olmaz.

Etıbbanın beyanına göre nutfenin çıkmaması, bevl mecrasının ya te-şennüc halinden veya meniyi kazîbe isal eden mecranın kapanmasından ıjeri gelir. Bu garip haletin muhtelif dereceleri vardır. Dimağın aledde-vam bir şey ile iştigali, kuvvei akliyyenin ıbozgunluğu, istimna ‘bilyed de­mlen muzir, menhiyün anh âdet, bu hastalığı husule getiren sebebîer-dendir.

(9)  : Cünun   =   cinnet; bir ihtilâli  aklîdir ki işlerin, sözlerin  akıl dairesinde cereyanını çok kere men eder.

Cinnet, İmam Ebu Yusüfe göre senenin ekserisinde devam ederse «cünunı mutbik» adını alır. Bunun dûnundeki cinnete de «cünunı gayri mutbik» adı verilir.

Bu halde mecnunlar, iki kısma ayrılır; Biri «mecnunı mutbak» dir ki, cinneti bütün vakitlerini ihata eder. Diğeri de «mecmını gayri mut­bak» dir ki, kâh mecnun olur kâh ifakat bulur.

(10) : Hunuset, bir şahısta hem tenasül uzvunun, hem de erkeklik âletinin mevcut olması halidir. Bu halde bulunan şahsa «hünsa» denir. Erkeklik dişilik cihetinden hangisinin galib olduğu bilinmediği, yani her iki uzuvdan bir anda tebevvül etdiği takdirde kendisine «hünsai müş-kü» denilir. Mukabili «hünsai vazıh» dır. Bunun hali tebeyyün etmedik­çe nikâhın sıhhatine hükm olunamaz.

Erkeklere mahsus bevl mevziinden tebevvül eden hünsa, erkek, ka­dınlara aid bevil mahallinden tebevvülde bulunan ıhünsa da kadındır. Çünkü herhangi uzvundan tebevvül ederse onun uzvu aslî olduğu diğeri­nin ise bir ânzai aybiyyeden ibaret bulunduğu anlaşılır. Her iki uzvun­dan tebevvül etdiği suretde ise sabıkı muteber olur. Binaenaleyh bunla­rın nikâhları caizdir. Şu kadar var ki, erkek olan hünsa, mücameate ka­dir olamazsa innîn ıhükmünde bulunur.

(Hanbelî fukahası hünsai müşikil hakkında ihtilâf etmişlerdir. Hırkfye göre bu hususda hünsanm sözüne müracaat olunur. Eğer ken­disinin erkek olub tabiatinin kadınlara meyyal bulunduğunu ifade eder­se kadınlar ile evlenebilir. Bilâkis kendisinin kadın olub« tab’ının erkek­lere meyi etmekde olduğum söylerse erkek ile evlenebilir. Çünkü bu, batın! bir hal olub buna vukuf ancak kendisinin ifadesiyle mümkün olur.

Miras ve diyet cihetine gelince kendi hakkında mirasını veya diye­tini azaltacak suretde ikrarı makbuldür. Fakat (bunları arttıaracak su­retde ikrarı kabul olunmaz. Çünkü kendisi bu hususda müttehem sayı­lır.

Böyle bir hünsânın imamet, velayeti nikâh hususunda ve başkası üzerine bir hak isbat ebmiyecek şeylerde de sözü kabul olunur.

Böyle bir hünsa, bir kadınla veya erkekle evlendikden sonra dönüb de hilafım iddia etse evvelce evlendiği cinsin gayriyle izdivacı hususun­da sözü makbul olmaz. Çünkü nefsini tekzib etmiş, hem erkek ile hem de kadın ile evlenmeği icab edecek bir hali iddiada bulunmuş olur. Şu kadar var ki, evvelce bir kadın ile evlenib de sonra «Ben kadınım, erkek değilim» derse bu ikrarına mebni nikâhı münfesih olur, mehrin sukutu hususunda sözü makbul olmaz.

Bilâkis erkek ile evlenib de sonra «Ben erkeğim, kadın değilim» der­se nikâhın feshi hususunda sözü makbul olmaz. Çünkü bu halde kendi lehine, başkasının aleyhine ikrarda bulunmuş olur.

Hanbelî fukahasından Ebubekre göre böyle bir hünsa, hali tebey­yün edinceye kadar kimse ile evlenemez. İmam Şafiînin mezhebi de böy­ledir, îmam Ahmedden de böyle bir kavlin mensus olduğu mervîldir. Çünkü böyle bir şahıs, kendisi için nikâhı ibahe edecek bir şeyin vücu-düne müstahik değildir. Elmuğnî.)

(11) : Cüzam, bedenin içerisinde sevdanın intişarından mütehaddis bir illetdir ki, âzamn mizaç ve heyetini ifsad, mahv ve sukutunu   intaç eder, arız olduğu uzuv, evvelâ kızarır, sonra kararır, daha sonra kopa­rak dökülür. Her uzuvda tahaddüs edebilirse de en ziyade yüzde zuhur eder. Sahibine «meozum» denir.

(12) : Beres; mizacın fesadından naşi ‘bedenin zahirinde zuhur eden şiddetli bir beyazlikdır ki, âzamn demeviyyetini izâle eder,    kendisiyle teşe’üm olunur bîr illetdir. Sahibine «ebres» denilir.

(13) : Emrazı zühreviyye, tenasül uzvunda vesair azada zuhur ediıb sahibinin maluliyetine ve çok kere helakine sebebiyet veren bîr taklm korkunç illetlerdir.

Lahika :

Zührevî illetlere dair bazı tıb kitablarında münderic olan malûmatın hülâsası şöyledir :

Malûm olduğu üzere zühre, seyyarelerden büyük, parlak bir yıldız­dır. Vaktiyle bazı cahil kullar, bunu bir hüsn ve aşk ilahesi sanmışlar­dı.

Esatire göre zühre, güya denizlerin lâtif mevcelerindetı yaradılmış, fakat hiffeti meşreble, iffetden mahrumiyetle lekeli bulunmuş pek güzel bir kadın imiş, sonra göklere kadar yükselmiş, parlak bir yıldız halinde görünmeğe başlamışdır!.

İşte emrazı zühreviyye, bu muhayyel kadına mensub illetler imiş!. Bu illetler, alelekser iffete münafi münasebetlerden münbais olmakda-dır. Bu cihetle bunlar, seriüzzeval bir zevkin ne kadar vahîm neticeleri müstelzun olduğuna işaret için böyle zahiren güzel, fakat hakikatde if­fet şerefinden mahrum, muhayyel bir şahsiyete nisbet edilmiştir. Başlı­ca şu üç kısma ayrılırlar:

«Kurhai basîta», yumuşak sangîr denilen hastalıkdır. Etibba-mn beyanatına göre bu hastalık, mevziî olub emrazı züihreviyyenin en hafif ve en seriüzzevalidir. Kana geçib bedenin her tarafına   yayılmaz, çok kere tenasül azasında bulunursa da vücudun sair taraflarında da zuhur edebilir. Bununla aşılanan uvuz, bir gün sonra kızarır, bir mayi oradaki beşereyi kaldırır, bir kabarcık peyda olur, üçüncü gün mayi ta­mamen bir cerahat haline münkalib olur. Beşinci ve altıncı gün artık sangir denilen kurha vücude gelmiş olur. Altı ve nihayet sekiz hafta içinde kamilen şifa bulursa da yerinde bir çukurluk, bir nişane terk eder. Bazan nezafetsizlik, fena tedavi neticesi olarak bir takım ihtilâtlara se­bep olabilir ki, bu halde gittikçe azar, büyür «kurhai âkile» adını alır ve tedavisi uzun bir müddet sürer.

«Hiritatülbevl – belsoğukluğu» bevl mecrasını örten ince de­riye arız olub sirayetini müteakib iki ve nihayet beş gün içinde alâmet­leri ve eserleri zuhur eden bir hastalıkdır. Bu illet de mevziî ise de veha-meti, kurhai basdtadan daha ziyadedir. Bazan bir umumi maraz halini alarak sahibinin- maluliyetine, hattâ  senelerce  devam  ederek  Ölümüne sebeb olabilir. Bu illet, yalnız tenasül uzuvlarına münhasır kalmayıb sair azaya da, meselâ : göze ve nadiren ağıza, buruna da intikal ile hastayı görmek nimetinden mahrum edebilir. Ve kana da karışarak bezlerde, vücudun oynak yerlerinde zuhur ederek bunları hareketden mahrum bı­rakır. Bunun neticesinde de her iki husyede iltihab hâsıl olub, erkeğin innet ve akametine sebep olu? ki, artık çocuk vücude getirmez. Tenasül uzvunun mahv ve istîsaline bais olduğu da vardır. Vaktiyle tedavi edil­diği takdirde birkaç hafta içinde bertaraf olabilirse de yolunda tedavi edilmediği takdirde birkaç sene devam eder.

«Daül’efrenc = frengi», zührevî marazların en vahimi olub, umumî ve daimîdir. Kan vasıtasiyle azanın ve ensicenin tamamına ya-yıhr, ciltde bir takım döküntülere, damarlarda iltihabla da sebebiyet ve­rir. Bedenin ensicesini derince bozar, asarı mâdâmeHıayat devam eder. Husule getirdiği tezahürat ve avarıza binaen «birinci devir» «ikinci de­vir», «üçüncü devir» adiyle üç devreye ayrıldığı gibi kesbî, irsî ve hablî olmak üzere de üç nev’e ayrılır.

(1) : «Kesbî daül’efrenc», bir şahsa doğrudan doğruya   başkasın­dan sirayet yoliyle ânz olan frengi hastalığıdır. Sirayetinin sebebi, çok kere gayri meşru mukarenetle mes ve takbil gibi şeylerdir.

(2) : «İrsî daül’efranc», bu hastalıkla malûl olan bir baba veya ana­dan evlâdına intikâl eden frengi illetidir.

(3) : «Hablî daül’efrenc», rahmi mâderdeki, ceninden validesine in­tikâl eden frengi âfetidir. Şöyle ki, babasındaki illet, evvelâ cenîne sira­yet eder, ceninden de anasına intikâl eder. Bazan. çocukdaki illet, valide­sine sirayet etmediği halde süd anasına sirayet eder.

Daül’efrenc, kabili şifadır. Her devresinde teşfiyesi ve hiç olmazsa vehamet ve sirayetinin tâdil ve izalesi mümkün ise de vaktiyle tedavisi­ne müsareat edilmemesi, bir takım vaihim neticelerin zutıuruna sebebiyet verir.

Zatürrie, yılancık, verem dahi mezkûr illetler gibi sarî marazlardan sayılmaktadır. Tafsilâtı tıb kitablarında mündericdir. [33]

 

Înnet Ve Cüb Sebebiyle Olan Tefrikler :

545 – : Zevcedeki tekarrübe mani illetlerden dolayı    zevç,   hıyarı tefrika mâlik olmaz. Bu illetler, yukarıda yazıldığı üzere kara,    retak, afel’den ibaretdir.

Fakat bu ayıblardan salim olan bir kadın, zevcinde bulunub tekar­rübe mani olan illetlerden dolayı hiyarı tefrik hakkına mâlik olur. Bu illetler de cüb, innet, hısa, hunuset, şekkâziyyetdir.

546 – : Karn,  retak gibi tekarrübe mani  arızalardan salim olan mükellef bir kadın, kocasının cüb ve İnnet gibi mukarenete mani bir illet ile malûl olduğuna nikâhdan sonra muttali oldukda hâkime müracaat ederek tefrikini taleb edebilir. Fakat kendisine mücameate mani bir illet bulunan kadın, kocasmdaki o kabil bir aybdan dolayı    tefrikini talebe müstahik olmaz. Çünkü zaten kendisindeki bir maniadan dolayı muka-reneti kabil bulunmamadır.

547 – : Kendisine izdivacdan sonra zevci tarafından bir defa ol­sun tekarrüb edilmiş olan salim, mükellef bir kadın, kocasında    ahiren hadis olan tekarrübe mani bulunan.,bir ayıbdan dolayı hakkı hiyara mâ­lik olmaz. Çünkü hiyarı tefrikin sübutu, bir “defadan ibaret olmak üzere kazaen vacib olan tekarrübün bulunmamasından münbaisdir. Bu tekar­rüb mevcud olunca zevcenin kazaen sabit bir hakkı fevt olmamış olur. Fakat böyle bir tekarrüb, kadının hakkını diyaneten iskat etmez.  Bu hususda kadının mutazarrır olmasına meydan verilmemesi, talebi takdi­rinde mufarekate muvafakat edilmesi kocası için diyaneten bir vecibedir. Bedayi, Bahri Raik.

548 – : Hakkı Myar, her akid itibariyle teceddüct etdiğinden ev­velki akiddeki tekarrüb, ikinci bir akiddeki tekarrüb hakkım ibtal et­mez.

Binaenaleyh bir kadın, tekarrübden, tevlidden sonra kendisini bai-nen boşayan kocasiyle nikâhı tecdid etse de bu kerre kocası mukarenete kadir olmasa inniyn olmuş olacağından bu kadın içîn muhayyerlik hak­kı sabit olur. Bahri Raik.

549 – : Nikâhdan evvel zevcin innetden maada meebubiyyet gibi tekarrübe mani bir aybına muttali veya nikâhdan sonra innet ve meebu­biyyet gibi herhangi bir aybına razı olan zevcenin hakkı hıyarı    sakıt olur. Fakat nikâhdan evvel innete ıttıla, muhayyerliği iskat etmez.

Binaenaleyh bir kadın, mecbub olduğuna vâkıf bulunduğu bir er-cek ile evlense nikâhdan sonra bu sebepden dolayı tefrikini isteyemez.. Jünkü mecbubun tekarrübe kadir olamayacağı mliteyakken olduğu halde kadının onunla evlenmeğe muvafakat etmesi, onun bu haline razı oldu­ğuna delildir.

Lâkin innetine vâkıf olduğu bir şahıs île evlense nikâhdan sonra tefrikini isteyebilir. Zira bazı nisaya tekarrübden âciz olan bir şahsın diğer nisaya tekarrüibü kabil ve innetin zevali me’muldür. Bu halde zev­cin tekarrübe muktedir olamıyacağı müteyakken olmadığı cihetle ‘kadı­nın bu izdivaca muvafakati, kocasının o haline razı olduğuna yakinen de­lâlet etmez. Bahri Raik.

550 – : Bir kadın, kocasmdaki tekarrübe mani bir iHetden dolayı tefrikim istemek üzere hâkime müracaat etdikde bakılır: Eğer illet, cüb gibi zevali kabil değilse te’cilde bir faide mutasavver olmadığından hâ­kim, zevcesini bainen boşamasını zevce emr eder. Imtinaı takdirinde zul­mü def için derhal aralarını tefrike hükm eyler.

Fakat illet, innet gibi kabili zeval ise hâkim, zevci vakıa zamanın­dan, yani: muhasama tarihinden ve şayet mukarenete muktedir olama­yacak halde marîz ise ifakat vaktinden ve ihrama girmiş ise ihlâl ânın­dan itibaren bir sene müddetle te’cil ve <bu müddet içinde tedavide bu­lunmasını kendisine tenbih eder. Zevç, te’cili gerek istesin ve gerek is­temesin.

Bu te’cil esnasında zevç veya zevce az ve çok bir müddet tekarrü­be mani olacak derecede hasta olur veya zevce gaybubet, meselâ hacce azimet ederse bu suretle geçen müddet, hisaba idhal edilmez. Amma zev­cin gaybubeti, hacce azimeti, zevcenin hayz günleri ve Ramazanı şerif günleri hisaba idhal edilir.

Zevç, habs edilib de zevcesiyle halvetde bulunmaları mümkün olma­dığı takdirde habs müddeti mühlete dahil olmaz. Kadın dahi bir hak do-layısiyle habs edildiği halde kocasiyle halvetde bulunmaları mümkün ise habs müddeti mühlete dahil olur ve illâ olmaz.

Bu müddet içinde illet zail olursa artık tefrika mahal kalmaz. Amma zail, meselâ bir defa olsun tekarrübkaibil olmadığı Ve zevç, talâka razı olmayıb zevce de tefrik talebinde musir olduğu takdirde hâkim, aralarını tefrika hükmeder.

Fakat zevç, tatlik veya hâkim, tefrike hükm etmedikçe mücerred zevcenin nefsini ihtiyar etmesiyle firkat vaki olmaz.

Hâkimin te’cilinden sonra, zevç bir müddet daha te’cilini istese zev­cenin rızası olmadıkça hâkim, buna iltifat etmez. Çünkü te’cil müddeti­nin hitamiyle zevcenin tefrik hakkı sabit olduğundan rızası bulunmadık­ça bu hakkın te’hiri caiz olmaz. Zevce razı okluğu takdirde ise bilâhare rücu ederek firkati ihtiyarda bulunabilir. Bu rıza, gerek hâkimin huzu­runda ve gerek haricde izhar edilsin müsavidir. Mebsut, Bedayi, Bahri Raik, Hindiyye.

551 – : înnîne verilen mühlet, bazı fukahaya göre bir senei şem-siyyedir ki, senei kameriyyeden on bir gün ziyadedir. Hülâsa’nın   beya­nına nazaran müfta bi’h olan da budur. Çünkü bu, ihtiyata daha muva-fıkdır. Fusuli erbeanın tamamen zuhuru, bir senei şemsiyye zarfında ka­bildir. Bu müddet, muhtelif beşerî tabiatlerüzerinde tesiratı âdiyest meş-hud olan dört mevsimi tamamen müştemildir.                                       ?

Fakat sair fukahaya göre bu mühlet müddeti, bir senei kameriy­yeden ibaretdir ki, üç yüz kırk beş gündür. Bu kavi, zâhirürrivayeye mutabık olduğundan sahih ve muteber bulunmaktadır.

Te’cil, ay esnasına müsadif olunca bil’ittifak eyyama itibar olunur.

Ademi iktidar hali, bazan -bir arızî illetden, bazan da aslî, hılkî bir âfetden münibais olur. Binaenaleyh inneti illetden fark ve temyiz için dört faslı cami bulunan bir mühlete ihtiyaç görülmüşdür.

552 – : Hâkimden başkasının te’cili muteber değildir. Te’cilden son­ra hâkim, azl edilse veya vefat etse hâkimi lâhik, mezkûr te’cil üzerine muamelesini bina edib yeniden te’cilde bulunmaz. Verilecek te’cilin ta­rihi kayd ve bu hususa işhad edilir, Hindiyye.

553 – : Te’cilden evvel veya te’cilin hitamında zevç, inkâra mu-karin tekarrübünü iddia etse taihkik edilir. Eğer zevce seyyib ise söz, maalyemîn zevcindir. Çünkü bu halde zahiri hal, zevcin lehine şahiddir. Binaenaleyh artık te’cil ve tefrike mahal kalmaz. Fakat vakıanın bidaye­tinde zevç, ademi tekarrübünü ikrar veya yeminden nükûl ederse te’cil olunur. Ve te’cil hitamında ikrar veya yeminden nükûl ederse zevce tah-yir edilir.

Amma zevce bikr ise söz bilâ yemîn zevcenindir. Çünkü bekâreti, kendi iddiasını müeyyiddir. Bekâretin sübutu, vak’anın bidayetinde ise zeyc, te’cil edilir, vak’anın hitamında ise zevce tahyir edilib firkati ihti­yar etdiği takdirde tefrike hükm olunur.

554 – : Zevcenin bekâretinde veya retka, karha olduğunda ihtilâf olundukda bir kadına muayene etdirilir. Fakat iki kadına muayene et-dirilmesi itmi’nani   kalbi   temin edeceğinden ahvetdir. Şayed   muayene eden kadınlardan bazıları zevcenin bekâretine, diğerleride seyyib oldu­ğuna şahadet etseler başka kadınlara gösterilmesi icaib eder.

Zevcin mecbubiyetinde ihtilâf edilince de emîn bir erkeğe muaye­ne etdirilir. Çünkü zaruret halinde avret mahalline bakılması mubah olur. Bahri Raik.

555 – : Zevcinin ademi tekarrübünü inkârına mukarin iddia eden kadın, seyyib bulunmakla bekâretinin »evci tarafından değil, belki mukarenet bulunmaksızın başka bir sebeble zail olduğunu dermeyan etse buna itibar olunmayıb söz, zevcinin olur. Çünkü bu müdafaa, hilafı za­hirdir. Bahri Raik.

556 – : Halveti sahihadan sonra innet sebebiyle kocasından tef­rik edilen bir kadın, bainen mutallâka sayılır.    Binaenaleyh iddet bek­ler, tam mehrine müstahik olur. Fakat böyle’bir halvet vuku bulmamış ise iddet lâzım gelmez. Mehr tesmiye edilmiş ise yarısına, tesmiye edil­memiş ise müt’aya müstahik olur. Hindiyye.

557 – : Kocasından innet gibi bir sebeble tefrik edilmiş olan ka­dın, tekrar onunla izdivaç akdinde bulunsa artık o illetden dolayı tefrik talebinde hakkı olamaz. Çünkü onun bu haline razı olmuş bulunur. Bah­ri Raik.

558 – : Cub, innet ve ademi kefaet sebebiyle tefrikde velînin hasra

rasb olunması caizdir. Çünkü vekâlet carî olan her hususda velînin hasm nasb olunması sahihdir. Bu hususlarda ise vekâlet carî olur.

Binaenaleyh bir matuhun innetinden dolayı zevcesi tefrikini taleb eylese velîsi muvacehesinde bir sene müddetle te’cil olunur.

Kezalik : bir mecnunenin zevci inniyn olsa velîsinin talebi üzerine badettecil beynleri tefrik olunabilir.

Velî, zevcenin innete veya meCbubiyyet haline razı olmuş olduğuna veya mecbubiyyet haline akidden evvel muttali bulunduğuna dair bey-yine ikame etse tefrik cihetine gidilemez. Beyyinesi bulunmayınca zev­cenin tahlifini taleb* edebilir. Zevce yeminden nükûl ederse yine tefrike hükm edilemez. Fakat yemîn ederse hükm dilir. Bahri Raik.

559  – : Mecnun olan inniynin te’cil olunub olunmıyacağı hakkın­da iki kavi vardır. Bir kavle göre te’cil olunmaz. Çünkü te’cil, tekarriib bulunmadığı takdirde tefrik içindir. îimiynin firkati ise talâkdir. Halbu­ki mecnun talâka mâlik değildir. Sahih olan bu kavidir.

Diğer kavle göre mecnun da bir sene te’cil olunur. Çünkü bu müd­det içinde mücanıeati mümkündür. Fakat hali ifakatine intizar olunmaz.

560  – : inniyn olan zevç, çocuk ise bulûğuna intizar olunur, tn-niyn veya mecbub olan şahsın zevcesi çocuk ise onun da bulûğu zama­nına intizar lâzım gelir. Çünkü kocasının bu haline bulûğundan sonra razı olması melhuzdur. Bahri Raik.

561 – : Bir cariyenin kocası inniyn veya mecbub olsa hıyarı tef­rik hakkı kendisine değil, mevlâsına aid olur. Binaenaleyh mevlâsı bu hâle razı olunca cariye tefrik talebinde bulunamaz. Bu, imamı Azama göredir. îmam Ebu Yûsüf’e göre. ise bu muhayyerlik cariyenin hakkıdır. Bahr.

562 – : Bir kadın, mecbub olduğunu bilmeksizin bir erkek ile ev-lenib sonra bir çocuk doğurmakla o erkek, bu çocuğun nesebini bil’iddia bu hususda bir hükm istihsal etse bile kadın muhharan muttali olduğu meobubiyet halinden dolayı tefrik talebine müstahik olur. Çünkü bu hal­de nesebin lüzumu, mücameatin vukuunu müştekim olmaz. Hindiyye.

563 – : Bir mecbubun zevcesi tefrikden sonra iki seneye    kadar hir çocuk dogursa nesebi sabit olursa da yapılan tefrik, bâtıl olmaz. Zi­ra mecbubdan nesebin sübutü, sahk voliyle vuku bulan inzal itibariyle­dir. Tefrik ise mevcud olan mecbubiyetden dolayıdır.

Fakat bir inninin zevcesi badettefrik mezkûr müddet içinde çocuk dogursa inıîiyn tekarrub iddia etdiği takdirde yapılmış olan tefrik, bâtıl olur. Çünkü inniyn hakkında nesebin sübutiyle ademi innet, zahir oldu­ğundan innetin vücudine mübtenî olan tefrik bâtıl olmuş olur. Hindiyye.

564 – : Zevce, tefrikden sonra kocasının    tekarrübünü ikrar etse veya bu ikrarı beyyine ile sabit olsa yapılan tefrik, bâtıl olmaz. Çünkü yalan söylemesi ihtimaline mebni hükmü ibtal etmek istemesiyle müt-tehem bulunur.

Fakat tefrikden evvel ikrar etmiş olduğu tefrikden sonra iki şahidin şahadetiyle sabit olursa vaki olan tefrik, bâtıl olur. Bahri Raik.

565 – : Teehhül etdiği kadına bir defa olsun tekarrub edemiyen ihtiyar bir şahıs dahi înniyn hükmündedir. Binaenaleyh kendisine tefrik talebi vukuunda bîr sene mühlet verilir.

Erkeklik uzvu mevcut olduğu halde mukarenete kadir olamayan hıssiy, hünsâ, gekkâz dahi tamamen inniyn sayılır ve binaenaleyh ayni hükme tabi olurlar. Bahri Raik, Hindiyye.

 (Eimmeî selâseye göre de innetden ve mecbubiyetden dolayı zev-cenin mufarekat talebine hakkı vardır.

(Mâlikîlere göre bir erkek, hâzır veya gâib olub da zevcesine mu-kareneti bir müddet terk etmekle kadını mutazarrır etse, veya müte­madiyen ibadetle meşgul olub da zevcesine tekarübde bulunmasa, veya bir yanlışlıkla, meselâ pıçak tutunurken erkeklik uzvunu kesse, veya lezzeti nisayı izale edeceği kendisince malûm veya meşkûk olan bir ilâcı velev bir illet için içse bu yüzden mutazarrır olan refikası, mufarekatini talebe müstahik olur. Bu haldezevc, talâka muvafakat etmezse kâkim, müfarakate ‘hükm eder.

Hâkim, zevcin en az bir seneden ve diğer bir kavle göre üç sene­den ziyade gaybubeti takdirinde tefrika derhal hükm edebilir. Diğer hususlardan dolayı da muvafık görürse zevce bir mikdar mühlet vere­bilir. Fakat zevcin, zevcesini mutazarrır etmek istediğini anlarsa der­hal tefrika hükm eder. Şerhi Muhammedil’nırşı, Hâsiyei Aliyyil’adevî.)

(gafillere göre de erkekde akdi nikâhdan sonra hadis olan mecbu­biyetden dolayı zevcesi mutazarrır olacağından muhayyer olur. Evvelce tekarrüb bulunsun bulunmasın. Fakat tekarrübden sonra hâsıl olan in-netden nâgi muhayyer olmaz. Çünkü inniyyetin zevali me’mul ve sabık tekariibe binaen zevcin mukarenete iktidarı malûmdur.

Ezberi rivayete nazaran hünsai vazıhın zevcesi muhayyer olmaz. Çünkü ihünsâdaki sükube veya sil’ai zaide = fazla ur nikâh ile maksud olanı fevt etmez. Diğer bir kavle nazaran muhayyer olur.  Zira tabiat

bundan teneffür eder.

Zevcenin retka veya karna olmasından dolayı da kocası tefrik ta­lebine salahiyetli bulunur. Kadın bu maniayı izaleye icbar olunamaz. Şu kadar var ki, kendi arzusiyle izale edib mukarenet mümkün olursa artık kocasının muhayyerliği kalmaz. Bu illetlerden dolayı tefrik, hük­me muhtacdır. Çünkü bunların sübutü, ziyade nazar ve içtihada müte­vakkıf dır.

tnnetden dolayı yapılan tefrik, îmam Mâlike göre talâkdan madud-dur. Çünkü bu, ademi tekarüıbden dolayı bir firkat olduğundan talâk-dır. Fakat îmam Şafiî ile imam Ahmede göre bu, talâk sayılmaz. Zira bu, aybdan dolayı sabit bir hıyar olduğundan feshden ibaretdir. Elmuğ-

nî, Nihayetülmuhtac.)

(Hanbelîlere göre zevç, kendisinin innetine zevcesinin nikâhdan ev­vel muttali bulunduğunu iddia ve beyyine ile isbat veya zevcesi ikrar et­se artık tefrik için te’cil caiz olmaz, imam Şafiînin kavli cedidine göre, yine te’cil lâzım gelir. Çünkü bir nikâhda inniyn olan diğer bir nikâhda inniyn olmıyabilir.

Kadın, kocasının İnnetine nikâlıdan sonra mutali olub da sükût et­se hakkı hıyarını iskat etmiş olmaz. Belki murafaa için müracaati gü­nünden itibaren te’cil olunur. Bunda ihtilâf yokdur. Fakat bir kere razı oldu mu artık talebe hakkı kalmaz.

Bir zevceye mukarenet, diğerine karşı innetin tahakkukuna mani değildir. Yalnız îbni Ukayle göre böyle bir erkek, artık inniyn olmak-

dan çıkmış olur.

Hasiy olan bir erkek, zevcesine tekarrüb edemez bir halde ise te’cil olunur. Tekarüb edebiliyorsa zevcesi muhayyer olmaz.

Inniynin zevcesinden doğacak çocuğun nesebi, innîynden sabit olur. Çünkü innîynden çocuk yapabilecek bir halde inzal imkânı vardır.

Retkâ, karna, afla veya fetkâ zuhur eden ‘bir kadının kocası için ‘hıyarı fesh sabit olur. Çünkü bu halde mukarenet için birer manii hissî bulunmuş olur. Elmuğnî, Keşşafülkma.)

(Zahiriyyeye göre innet, feshi mucib değildir. Binaenaleyh bir kim­se, nikâh etdiği kadına mukarenet edemediği takdirde araları hâkim ta­rafından asla tefrik edilemez ve kendisine bir müddet mühlet de verile­mez. Gerek bir defa mukarenetde bulunmuş olsun ve gerek olmasın. Böy­le bir erkek, muhayyerdir, dilerse zevcesini boşar, dilerse nikâhında tu­tar. Ebnufeallâ.) [34]

 

İnnet İle Mecbubiyetden Başka İlletler Sebebiyle Olan Tefrikler

566 – : Cüb ve innetden başka -«ükahdan evvel mevcud veya ni­kâhdan sonra hadis olan herhangi bir illetden dolayı zevç ile zevceden hiçbiri için hakkı hiyar sabit olmaz.

Bu mesele, imamı Âzam ile imam Ebu Yusüfe göredir, imam AH ile îbni Mesud (Radıyallahü teâlâ anhüma) nın nıezhebleri de böyledir. Ömer îbni AbdiPAziz, îbni Ebî Leylâ, Evzaî gibi büyük müctehidler de buna kaildirler.

Fakat imam Muhammede göre zevcedeki ayblardan dolayı zevci muhayyer olmaz. Çünkü bu ayba razı olmadığı takdirde talâk ile zev-ciyyet münasebetini kat’ ederek kendisine lâhik olacak bir zararı def edebilir. Lâkin kadın, talâka mâlik olmadığından kocasında bulunan ve bîlâ zarar bir arada ikametleri mümkün olmıyan beres, cüzam, cünûn gibi her illetdendolayı hiyarı tefrika mâlik olur.

imam Muhammedin bu kavli, bazı fukaha tarafından ahz olunduğu gibi 16 Cemadel’ûlâ 1534 tarihinde fetvahanei âli hey’eti te’lifiyyesince de ihtiyar olunarak o babda bir irade istihsal edilmişdi.

567 – : imam Muhammedin beyan olunan kavline nazaran: bir kadın, cüzam, beres, ileti züihreviyye gibi bilâ zarar   birlikde    ikamet mümkün olmayan illetlerden birinin kocasında vücudüne nikâhdan sonra muttali olsa veya nikâhdan sonra kocasında böyle bir illet tahaddüs et­se muhayyer olur. Dilerse bu hâle razı olarak onunla ikameti, zevciyye-tin devamım ihtiyar eder. Bu takdirde hakkı ıhiyan sakıt olur. Ve diler­se ihâkime müracaatle tefrik talebinde bulunur.  Mevcud illetin  zevali ümid olunursa hâkim, tefriki bir sene tecil eder. Bu müddet içinde illet zail olursa artık tefrika mahal kalmaz. Amma zail olmadığı ve zevç da­hi bizzat tatlika razı olmayıb kadın da talebinde musir bulunduğu tak­dirde hâkim, tefrika hükm eder. İyi olması umulmıyan böyle bir hasta-hkdan dolayı ise derhal tefrika ihükm edilebilir.

Fakat körlük, sağırlık, topallık gibi ayblardan birinin zevcde bu­lunması, bilittifak tefriki müstelzim olmaz.

568 – : Yine îmam Muhammede göre akdi nikâhdan sonra zevç tecennün etse zevcesi muhayyer olur. Bu halde; hâkime müracaatle ay­rılması istese hâkim, ayrılmayı bir sene müddetle te’cil eder. Çünkü ha­dis bir cinnet, kabili zeval olmakla innet (hükmündedir. Binaenaleyh bu müdet içinde cinnet zail olursa tefrika mahal kalmaz. Amma zail olma­dığı, kadın da tekrar hâkime müracaatle ayrılmasını istemekte musir bulunduğu takdirde hâkim aralarını tefrika hükm eder.

569 – : Bir kadın, kocasının zevali kabil olmayan bir cünunı aslî ile mecnun olduğuna akdi nikâhdan sonra muttali olsa talebiyle araları derhal tefrik olunur. Çünkü cünûnı aslî, cüb mesabesindedir, tecilde fai-de yokdur. Şu kadar var ki bir kadın, kocasının cünununa nikâhdan ev­vel muttali veya nikâhdan sonra tahaddüs eden cinnetine razı olursa artık tefrik hakkına mâlik olamaz.

570 – : Zevcenin muhayyer olduğu yerlerde hıyarı fevrî değildir. Binaenaleyh dâvayı bir müddet tehir veya dâvayı ikameden sonra

bir müddet terk edebilir. Çünkü bir insan, her vakit dâvayı ikameye, husumeti takibe kudret bulamaz. Fakat dâvadan sonra hâkim tarafın­dan tahyir olunduğu meclisde nefsim ihtiyar etmezse muhayyerliği sa­kıt olur.

571 – : Nassen veya delâleten riza, hakkı kıyarı ibtal eder. Nassen riza, iskatı hiyan sarahaten ‘beyan veya bu yolda carî olan

bir tabiri istimal etmekden ibaretdir. Delâleten riza da tahyirden sonra kadının kocasiyle ikamete razı olduğuna delâlet eder bir fi’lde bulunma­sıdır.

Meselâ : kocası tecennün eden bir kadın, hâkimin tahyirinden ev­vel veya sonra «Ben hakkı hıyarımı iskat etdim, nikâhımızın devamına razı oldum» veya «Ben kocamı ihtiyar etdim» dese nassen rizada bulun­muş olur.

Kezalik : tahyirden sonra hakkı hiyarını istimal etmeksizin mec­lisi hükümden çıksa veya kocasına itaat ederek onunla müzaceada bu­lunsa nikâhın devamına delâleten razı olmuş olur.

Fakat kadının tahyirden evvel kocasiyle ikamet ve müzaceada ve bu misilli münasebetlerde bulunması, delâleten riza’ sayılmaz. Velev ki, te’cil müddeti geçmiş olsun. Çünkü te’cilden sonra kocasiyle bu gibi muamelâtda bulunması, onu ihtiyar etdiğine delâlet edeceği gibi onun halini ihtibar ve imtihan etdiğine de delâlet edeceğinden bu ihtimale bi­naen mezkûr muamelât, riza’ya delil olmaz.

572 – : Bir aybdan dolayı husumetin teveccühü ve dâvanın mes-muiyyeti için o aybm evvelce sübutu lâzımdır. Evvelce de işaret olun­duğu üzere kadınların muttali olabilecekleri bazı uyubı nisadan dolayı kadınların muayenesine, sözüne müracat olunur. Aybın sübutı ve husu­metin teveccühü için yalnız bir kadının muayenesi ve ihbarı kabul oluna­bilir. Fakat en az iki kadının muayenesi ve ihbarı ihtiyata muvafıkdır. Amma etibba gibi ihtisas erbabından başkasının anlıyamıyacağı dahilî emraz vesaire gibi ayblardan dolayı her ‘halde etibbamn kavline müra­caat olunur, Ayblann.sübutiyle husumetin teveccühü için yalmz bir âdil tabibin ihbarı kâfidir. Aded ve şahadet lâfzı şart değildir. Maamafih iki âdil, müslim tabibin muayenesi ve ihbarı daha ziyade itmi’nan bahş ola­cağından evlâdır. Bedayi, Hindiyye, Bahf, Reddi Muhtar.

«  (Eimmei selâseye göre kadın, kocasındaki    cüzam, beres ve cünundan ibaret üç aybdan dolayı hiyarı tefrike mâlik olacağı gibi erkek de zevcesindeki cüzam, beres, cünun, kam, retak’dan ibaret beş aybın her birinden dolayı muhayyer olur. Dilerse, nikâhı idame eder, dilerse talâka tevessül eder ve dilerse hâkime müracaat ederek tefrik hakkın­da bir hüküm alır.

Zührî’ye, Şüreyha, Ebu Sevr’e göre de zevce, her aybmdan dolayı red edilebilir. Elmuğnî, Ebülberekât.)

(Şafiîlere göre yukarıda yazılı illetlerden biri dolayısiyle niuhay-yer olan zevç ife zevceden herhangi biri, ayrılmayı ihtiyardan evvel ve­fat etse diğeri kendisine vâris olur. Ve muhayyer olan taraf, hakkı hıya­rını istimal etmedikçe aralarında talâk ikaı caiz bulunur. Fakat hakkı hıyarım istimal etti mi artık aralarında talâk, i’lâ, zihar, Han, miras gi­bi ahkâm carî olmaz. El’üm.)

(Hanbelîlerin bu hususdaki kavileri de şu veçhiledir  :

(1) : Zevç ile zevceden Iherhangi biri diğerini cinnet, cüzam veya beres ilietiyle malûl bulsa kendisi için hıyacı fesh hakkı sabit olur.

(2) : Zevceynden her biri diğerinde kendisinde    bulunmıyan mu­ayyen ayblardan birini bulsa her ikisi için de muhayyerlik sabit olur. Ebres olan bir erkeğin zevcesini mecnune veya meczume bulması gibi Meğer ki mecbub olan bir erkek, zevcesini retka bulsun. O ihalde istim-taa yalnız birinin hali bir mani teşkil etmiyeceğinden    hiçbiri için mu­hayyerlik olmamak lâyıkdır.

Her birinde ayni ayb bulunan, zevç ile zevce hakmda ise iki vecih vardır. Bir veçhe göre ikisi de muhayyer olmaz. Diğer bir veçhe göre ikisi de muhayyer olur.

(3) : Kadın ile kocasından birinde akdi nikâhdan sonra böyle bir ayb tahaddüs etse Hırkı’nin, ifadesinden zahir olduğuna göre yine hıyar sabit olur. Diğer bir veçhe göre ise sabit olmaz. imam. Mâlikin mezhebi de böyledir. Çünkü bu, akdin lüzumundan sonra ma’kudün aleyhde hâ-, dis olmuş bir aybdır. Mebîde« hadis olan ayba müşabih bulunmuş olur. Şafiî fukahasına göre ise bakılır: Eğer zevcde hadis olmuş ise zevce için muhayyerlik sabit olur. Zevcede hadis olmuş ise bir kavle göre zevç için muhayyerlik sabit olursa da diğer bir kavle göre sabit olmaz. Çünkü zeve, isterse boşayabilir, zevce ise boşayamaz.

Maahaza bu gibi ayblardan dolayı muhayyerliğin sübutü için bu ayba akd zamanında vâkıf ve akidden sonra razı bulunmamak şartdır. Aksi takdirde muhayyerlik olamaz.

(4) : Hıyarı fesh, terahî veçhile sabit olur. Muhayyer olanın rıza­sına delâlet edecek bir söz, bir hareket vuku bulmadıkça sakıt olmaz. Fakat Kadı’ya ve İmam gafiînin mezhebine göre bu hıyar, fevrîdir. Ay­ba muttali oldukda sonra imkân mevcud iken fesh tehir edilirse bu hak, bâtıl olur.

 (5) : Bu ayıblardan dolayı nikâhı fesh etmek,  hâkimin hükmüne muhtacdır. Çünkü müctehedün fîha olan bir meseledir. Nitekim innet-ten, nafakanın teazzüründen dolayı olan feshler de böyledir.

(6) : Bu ayblardan dolayı yapılacak feshlerde iki hal mutasavver­dir. Şöyle ki:

Bu fesh, ya duhulden evvel olur. Bu halde zevceye mehr lâzım gel­mez. Fesh, gerek zevç ve gerek zevee tarafından olsun, tmam Şafiînin kavli de böyledir.

Veya bu fesh, duhulden sonra olur. Bu halde zevce mehri müsem-masına ve bir kavle göre mehri misline müstahik olur. tmam Şafiîye göre de vacib olan, mehri misidir.

Bu takdirde zevç, kendisini tagrîr etmiş olan bir şahıs var ise ona bu mehr ile rücu edebilir. Esah olan, budur. İmam Mâlikin mezhebi de böyledir, tmamı Azama ve İmam Şafiînin cedid kavline nazaran rücu edemez. Çünkü zevç, duhul ile bu mehrin bedelini istifa etmiş sayılır.

Böyle nikâhı fesh edilen bir kadına nafaka ve sükna lâzım gelmez. Çünkü bu fesh, bir beynunetdir. Zevcin ric’ate hakkı yokdur. Meğer ki kadın yüklü olsun, o zaman iddet nafakasına müstahik olur. Süknâya istihkakı hususunda ise iki rivayet vardır.

(7) : Bir çocuğun velîsi veya bir cariyenin mevlâsı, bunları mez­kûr ayblardan biriyle müsab bulunan bir şahıs ile evlendiremez. Şayed bilerek evlendirirse nikâh, sahih olmaz. Bilmeksizin evlendirirse – bil­diği zaman – nikâhı fesh etdirmesi icab eder. Bu nikâhın esasen sahih olmaması da muhtemeldir.

(8) : Bir velî, büyük olan mevliyyesini rızasını istihsal etmeksizin bir ayıblı şahıs ile evlendiremez. Böyle bir kadın da ayiblı bir şahıs ile evlenmek istediği takdirde velîsi – bir veçhe göre – buna mümaneat edebilir. Çünkü böyle bir hal, çok kere şikak ve adavete müfzî olur da bundan velî de, ailesi de mutazarrır olabilir. Elmuğnî.)

(Malikîlere göre beharül’ferc, yani : tenasül cehazımn mukarenet halinde fena koku neşretmesi, ve mücameat halindeki haraet, yani : gaitin zuhur etmesi, feshi mucib ayıbîardandır. Fakat .ağız kokusu, ya­tağa işemek, veya raücameat ânında zuhur eden bevl veya rîh, feshi müstelzim. olmaz.

Han-belîlere göre de selisülbevl, istitlâkı gait, başka tabir İle ishali daim, istihaze, tenasül uzuvlarındaki kuruhü seyyale, fena ağız koku­su, başdaki fena kokulu taslaklık, aevceynden birinin hünsai vazıh ol­ması halleri, feshe sebebiyet verecek ayıbîardandır. Elmezahibül’erbea.)

(Zahiriyye mezhebine gelince buna göre yukarıda kayd edilen ayıb­lardan dolayı zevç ile zevce için muhayyerlik sabit olmaz. Binaenaleyh nikâh, sahihan münakid oldukdan sonra zevç ile zevceden birinde hadis olan cüzam, beres, cünûn gibi herhangi bir ayıbdan dolayı feah edilemez. Nitekim, nefekanın, kisvenin, mehrin ademinden ve zevcin mef-kudiyetinden veya zevç ile zevceden birinin gayrimeşru mukarenetde bulunmasından dolayı da nikâh, fesh edilemez. Zevç isterse talâka te­vessül edebilir. Elmuhallâ.) [35]

 

Bazı İllerden Dolayı Tefrika Hükm Edilebilmenin Hikmeti Teşrüyyesi :

573 – : Bazı illetlerden dolayı nikâhın fesh ve izale edilib edile­memesi hususunda müctehidîni kiramın başlıca dört zümreye ayrılmış olduğu yukarıdaki meslelerden anlaşılmaktadır. Bu husudaki ihtilâfın menşei ve her zümrenin hikmeti teşri itibariyle noktai nazarı şu veçhile hülâsa edilir  :

(1) : inci zümreye nazaran : Zevç ile zevceden hiçbiri,    diğerinde bulunan herhangi bir illetden, bir arızadan dolayı muhayyer olmaz. Çün­kü bu gibi şeyler, nikâhın sıhhatine esasen mani değildir. Binaenaleyh bunlardan dolayı nikâhı izaleye kıyam etmek, doğru olamaz. Zevç is­terse talâka tevessül edebilir. Ve zevç ile zevce kendi aralarında birnza talâk ve hulû voliyle müfarekatde bulunabilirler. Fakat bu hususda sabr ye tahammül gösterilerek zevciyetin devamına çalışmak evlâdır. Zahi­riyye fukahası, bu zümreyi temsil etmekdedirler.

(2) : inci zümreye nazaran: bir erkek, zevcesindeki illetlerden do­layı muhayyer olmaz. Fakat bir kadın, kocasında bulunub bilâ zarar bir-likde ikametleri mümkün olmayan bir kısım illetlerden dolayı muhay­yer olur. Çünkü erkek, dilerse talâka tevessül edebilir. Kadın ise böyle değildir. Binaenaleyh bir kadın, kocasını inniyn veya macbub görürse nikâhını fesh etdirebilir. Çünkü bu halde nikâhdan maksud olan gaye fevt olmuş olur. Kocasının bu haline kadının tahammül etmesi daima kabil olamaz. O halde kadının zarardan vikayesi için muhayyer olması lâzım gelir.

Kezalik : kadın, kocasmdaki cüzam, beres gibi bilcümle muzir, si­rayeti melhuz illetlerden dolayı muhayyer olur. Zira bu gibi illetlere tu­tulmuş erkekler ile zevciyyeti idame çok kere pek müşkil olur., hastalı­ğın sirayetinden korkulur, bu hastalıklardan tabiat, teneffür eder.

Madem ki, innetden dolayı kadın muhayyer oluyor, cinnet ‘gibi, cü­zam ve beres gibi illetlerden dolayı da muhayyer olması evleviyyetde ka­lır. Çünkü bu illetler yüzünden zevceye lâhik olacak zarar, innet yüzün­den arız olacak zararın fevkindedir. O halde bunlardan dolayı zevcenin tefrik hakkına mâlik olması, hikmet muktezasıdir. tmam Muhaanmed ile diğer bazı fukaha da bu ikinci zümreyi teşkil etmekdedirler.

(3) : üncü zümreye nazaran  : kadın, kocasmdaki innet ve mec-bubiyetden dolayı muhayyer olur. Fakat sair illetlerden dolayı muhayyer olmaz. Erkek ise zevcesindeki hiçbir illetden dolayı hakki hiyara müstahik olmaz. Çünkü erkek, tatlik salâhiyetini haizdir, lüzum görür­se talaka tevessül edebilir, onun hakkında muhayyerliğe lüzum yokdur. Kadına gelince bu, kocasmdaki innetden, mecbubiyetden ziyade muta­zarrır olur, nikâhdan maksud olan gayeyi tamamen elde etmiş olamaz. Beşerî ihtiyaçları, temayülleri, kendisini bu nikâhdan kurtulmaya saik, olur. Halbuki kendisi tatlike salahiyetli değildir. Buhalde kadının tefrik hakkına malikiyyeti, maslahat ve hikmet muktezasıdır.

Sair illetlere gelince bunlardan dolayı kadının muhayyer olması da muvafık değildir. Çünkü bu illetler, akdi nikâhdan matlûb olan nefsi temkine, aile teşkiline tamamen mani değildir. Teehhülden asıl gaye, bir aile tesis etmek, zevç ile zevce arasında bir-tesanüt, bir teavün vücude getirmekdir. Şevki takdir ile böyle bir illete tutulan zevç veya zevcenin haline acımak, kendisine yardım etmek, insaniyet ve meveddet mukte­zasıdır. Buna rağmen ayrılış yoluna gidilmesi, bîçare bir malûl veya ma­lulenin daha ziyade müteellim olmasına sebebiyet verecekdir ki, böyle bir hareket, insanî duyguları elbette rencide eder.

Zevç ile zevce arasında tekarrüb ve tevellüd vukuu, nikâhın seme-ratmdan sayılır. Bu semeratın vücude gelmemesi, asıl nikâhın izale edil­mesini icab etmez. Bunun içindir ki, tekarrübe muktedir olmayan bir erkeğin veya akım bulunan bir kadının nikâhı da sahih olarak münakid olur.

Bazı hastalıklardan tabiatlerin teneffür edeceği ve bunların sirayet ihtimali doğrudur. Fakat bunlardan her halde feshi nikâh suretiyle fi­rar edilmesi lâzım gelmez. Meczum hakkındaki bir hadisi şerifden böy­le bir mâna çıkarılması doğru değildir.

Bu gibi malullerin yanlarına gidilmesi, kendilerine bakılması mü-bahdır. Hattâ bu gibi zavallıların hizmetlerinde bulunacak kimselerin sevaba nail olacakları şüphesizdir.

Resuli Ekrem, sallâllahü tealâ aleyhi vesellem efendimiz, ihtiraz ve tevekkül hususunda ümmetine siai emri beyan için baza» meczum i!e müsafehada bulunmadığı halde bazan da bir arada team tenavül buyu­rurlardı.

Filhakika insan, mümkün mertebe bu gibi malûllerden tevakkide bulunmalıdır. Fakat bütün bütün de vâhimeye kapılarak böyle bir bed­bahta karşı inkisarı hatırını mucib olacak suretde müteneffirâne bir muamelede bulunmamalıdır. Çünkü böyle bir hal, insanların ahlâkı fâzı-lasına uygun düşmez. Böyle bir ayıbdan dolayı tarafı Nebeviden nikâhın feshi iltizam buyurulmuş olduğuna dair olan bir rivayet ise usulü daire­sinde sabit değildir. Fethül’kadirde beyan olunduğu üzere bunun râvile-ri arasında metruk, meçhul kimseler vardır.

Nikâhı beyî muamelesine kıyas etmek de doğru değildir. Çünkü be-yîde iki tarafın maksadı maldır. Nikâhda maksadı aslî ise mal değildir. Binaenaleyh bazı ayıblardan dolayı veya mebîin görülmemiş olmasından dolayı akdi bey’i fesh caiz olabilir. Fakat insanî bir münasebet ve muka-renet tesisine hâkim olan nikâhın feshi hususunda böyle bir cevaz gös­terilmesi muvafık olamaz.

Kadında bulunan karn, retak gibi arızalar, fennî ameliyat netice­sinde bertaraf edilebilir. Diğer hastalıkların bir kısmı da bir tedavi ne­ticesinde zail olabilir.

Velhasıl : malûl bir şahıs da cemiyet arasında yaşamak hakkına mâlikdir. Böyle bir zavallı, cemiyet hayatından bilkülliye tecrit edilemez. Bir insana mensub olduğu cemiyet arasında en yakın olan ferd ise ken­di zevci veya zeveesidir. Artık bîçare bir malûl veya mâlûleyi kendisine en yakın olan ferd de terk ederse hâli ne olur. ?

Böyle bir iptilâ karşısında bulunan bir aile efradı için takdirlere en şayan vazife, sabır ve tahammül dairesinde hareket ederek, içlerinde bulunan illetli bir ferdin daha ziyade müteellim olmasına sebebiyet ver­memek ve bu insanî vazifeden dolayı manevî mükâfata leyakat kesbet-miş olmakla müteselli bulunmakdır.

İşte bazı illetlerden dolayı nikâhın fesh edilmemesini hikmet ve mas­lahata daha uygun gören bu üçüncü zümreyi de İmamı Âzam ile îmam Yusuf vesâir bazı müctehidler, teşkil etmektedirler.

(4) : üncü zümreye nazaran bir kadın, kocasmdaki innetden, cüb-den, cüzamdan, beres ile cinnetden dolayı muhayyer olacağı gibi bir er­kek de zevcesindeki retakden, karnden, cüzamdan, beres ile cünûndan dolayı muhayyer olur. Çünkü bu gibi illetler, Elmuğnî’de beyan olundu­ğu veçhile ya mukarenete mani olur veya mukarenete mani olacak bir nefret uyandırır. Bununla beraber mecnunun .cinayetinden, diğer illet­lerin de sirayetinden korkulur. Bu cihetle bunlar, mukarenet için birer manii hissî -mesabesinde bulunmuş olur.

Filvaki bu gibi illetler, zevciyyet hukukunu, istifaya ‘hissen ve teb’an manidir. Ezcümle beresden dolayı tarafı nebeviden nikâhın fesh edildiği mervîdir. Demek ki beres, mensusün aleyh bulunmuş oluyor. Bu halde cüzam ile cünun da berese mülhak bulunmuşdur. Çünkü menatı hüküm­de müşterekdirler, bunlardan da tabiat, nefret eder.

Kitabül’üm’de deniliyor ki : zevç ile zevceden birinde, cüzam, beres veya zevcede retak, karn bulunursa diğeri için ‘hakkı hiyar sabit olur. Zira ilm ehli, tıbba ve tecrübeye müsteniden diyor ki cüzam veya beres hastalığı çok kere sirayet eder. Bu hastalık tab’an münafereti müstelzim olduğundan zevceyn arasında mücameatin vukuuna mani olur. Böyle bir hastadan doğan çpcukda da bu hastalık ekseri zuhur eder. Hattâ bu ço­cuk salim olsa bile onun zürriyetinde tesiri görülür.

Cünûn ile habl – fesadı akl de zevciyyet hukukuna riayeti ihlâl eder. Bazan bir mecnun, bir mahbul, arkadaşına saldırır, çocuğunu öl­dürmeğe kıyam eder. Artık nikâhdan matlûb gaye fevt olur.

Şüphe yok ki selîm tabiatler, bu gibi malûller ile mücaleset ve mu-

karenetden teneffür eder. Bu tabiî teneffür : arslandan firar etdiğin gibi cüzamhdan firar et) hadisi

şerifîle de müeyyed bulunmakdadır. îzdivacdan maksud olan mukare-net ve husuli evlâd gayesi, bu teneffüre mebnî fevt olur. Ve bu illetler, bazan evlâd ve ensaba da sirayet eder. Bu, fenne sabit bir hakikatdir.

Şu da muhakkak ki, kâinatda hiçbir şey, bizzat müessir değildir. Bü­tün tabiat zerrelerinde mevcud olan muhtelif, tabiî hassalar, yedi meşiy-yetin, kudreti fâtıranın hükmü altındadır. Şu kadar var ki, sanii âlem olan Allah Teaiâ Hazretleri, bir takım kevnî hâdiselerin zuhurunu birer adî sebebe rabt etmiş olduğundan bu misillû marazların, illetlerin sira­yet sebebiyle tahaddüs edebileceği istibâd edilemez.

Fen ehlinin «kanuni tabiat» dedikleri bu keyfiyete lisanı şeriatde «Süneni ilâhiyye» ıtlak olunur ki, bu süneni eelîlenin – hilafı takdir olunmadıkça – hükümleri tebeddül ve tehallüf etmez. Nitekim nazmı kerîmi de bunu naükdir.

Binaenaleyh mezkûr illetlerden her biri, takdiri ilâhîye müstenid olarak -. şeraiti mevcud olunca – diğer şahsa sirayet eder. Sirayet et­memesi mukadder olduğu suretde ise bizzarure kimseye bir mazarrat veremez. -Nitekim malûl bir şahsın iki çocuğundan veya iki refikasından biri ondaki illete tutulduğu halde diğeri bundan asiâ müteessir olmamış bulunur. Bunun bir mukavemet kuvvetini haiz ve o illetin sirayetine se-beb olan hüveynatın tesirine mani bir mizaç ve tabiate malik bulunması ise şübhe yok ki yine Allah Tealânm takdir ve meşiyyetine müsteniddir.

Nihayetül’muhtacda beyan olunduğu üzere  cüzam, beres gibi  illetler, bazan muaşirlere evlâda, nesle sirayet eder. Hadisi itikadım nefy içindir. Yoksa bunla­rın takdiri ilâhiye müstenid olrak sirayetini nefye delâlet etmez. Bi­naenaleyh   hadisi şerifi sahihdir. İşte mezkûr illetlerden dolayı feshi nikâha kail olan bu dördüncü zümreyi de eimmei selâse ile diğer bazı ullema teşkil etmekdedirler. [36]

 

Zevceynin Suîimtîzaçlarından Dolayı Yapılacak Tefrikler :

574 – : Zevç ile zevce arasında nifak ve şikak zuhur edib de her ikisi veya yalnız birisi mahkemeye müracaat edib keyfiyeti haber ve­rince hâkim, meseleyi tahkik eder. iki tarafa veya haksız görülen tara­fa nasihat verir ve icabına göre ta’zirde bulunur. Fakat zevcin muvafa­kati olmaksızın talâka hükm edemez.

575 – : Zevceyn arasında nifak ve şikakdan dolayı   mahkemeye müracaat edildiği ve mesele tedkik ve istizaha muhtaç bulunduğu tak­dirde hâkim canibinden iki zat hakem tayin edilebilir. Hakemler ıslahı beyne çalışır. Fakat zevcin vekâletini haiz olmadıkça talâka hüküm ve­remezler.

576  – : Bir erkek, zevcesinin hukukuna riayet etmediği, meselâ: kendisini haksız yere döğdüğü veya tahkir etdiği takdirde kadın, key­fiyeti hâkime arz edebilir. Bu halde keyfiyet, ikrar veya beyyine ile sa­bit olurda hâkim, ö erkeği ta’zir ve zevciyyet hukukuna riayet etmesini kendisine emr eder. Fakat mücerred bununla aralarım tefrika    karar vermez. Bedayi, Hindiyye, Dürer.

« (Yukarıdaki mes’eleler, Hanefiyyeye göredir. Şafiî mezhebindeki esah görülen rivayete nazaran da zevç ile zevcenin nifak ve şikakdan dolayı tayin edilen hakemler, zevcin vekâletini haiz olmadıkça aralarını tefrika karar veremezler.)

(Hanbelî mezhebinde ise hakemlere dair iki kavi vardır. Bir kavle göre hakemler, zevç ile zevcenin vekilleri mesabesinddirler, onların izin-lri olmadıkça aralarını ayıramazlar. Ata’nın mezhebi de böyledir. Diğer bir kavle göre hakemler, hâkimdirler, münasib gördüklerini yapabilirler. Gerek bir ıvez mukabilinde ve gerek ıvezsiz olarak zevceynin tefrikine karar verebilirler. Onların tevkiline, rızasına muhtaç bulunmazlar. Bu kavi, imam Ali Hazretleri ile İbni Abbas’dan ve Evzaî’den mervidir.

Hakemler, tayin edüdikden sonra zevceynden biri tegayyüb etse bakılır : hakemler, vekil telâkki edildiği takdirde reylerini imza edebi­lirler. Çünkü vekâlet, müvekkilin gaybubetiyle bâtıl olmaz. Fakat hâ­kim, telâkki edildikleri takdirde hükümlerini. imza edemezler. Çünkü bu halde zevceynden her biri, mahkûmun aleyh olacakdır. Gaib hakkında kaza ise caiz değildir.

Hakemlerin âkil, baliğ, âdil, müslim, erkek olmaları lâzımdır.  Ge­rek vekil ve gerek hâkim telâkki olunsunlar. Bir kavle göre hür olma arı da lâzımdır. Şafiî mezhebi de böyledir. Elmuğnî.)

(Zahiriyye mezhebine göre de hakemler, zevç ile zevcenin arasını ayırmaya salâhiyetdar değildirler. Belki gördükleri halleri ‘hâkime inha ederler. Tâ ki hâkim, zâlim olan tarafı men etsin, alınması lâzım gelen hakkı istihsal eylesin. Elmuhaîlâ.)

(Mâlikî mezhebine gelince bunda tafsilât vardır. Şöyle ki

(1) : Bir kadın, kocasından zarar gördüğünü, meselâ kocasının kendisiyle konuşmadığını, kendisinden yüz çevirdiğini, kendisini elem ve­recek bir tarzda doğduğunu veya kendisine hakaretde, seb ve setimde bulunduğunu bil’iddia bunu hâkimin huzurunda beyyine ile isbat etse nefsini tatlik hususunda muhayyer olur. Meşhur olan kavle göre bu za­rar, velev ki tekerrür olmasın.

Binaenaleyh kadm, dilerse nefsini bir bain talâk ile tatlik edebilir. Çünkü zarar ve zirar memnudur. Fakat bir talâkdan ziyade tatlik ede­mez. Çünkü maksad bir talâk ile hâsıl olur.

Fakat bir erkeğin teserri veya tekrar tezevvüe etmesi veya zevce­sini bazı dinî vecibelerini ifa için te’dibde bulunması, kendisine verilmiş bir hak olduğundan bundan dolayı zevce İçin muhayyerlik sabit olmaz.

(2) : Zevç ile zevce, aralarında suiimtizaç- yüz gösterdiği takdirde hâkime müracaat etmeksizin kendi aralarında matlûb evsafı haiz karib-lerinden veya yabancılardan bir zatı bil’ittifak hakem tayin edebilir-ler. Böyle tayin edilecek bir hakemin usulü dairesinde vereceği hüküm, nakz edilemez.

Mahcur olan zevceyn hakmda velîlerinin veya hâkimin bu evsafı haiz yabancı bir zatı veya her ikisine ayni derecede karabeti olan bir kimseyi hakem tayin edebileceğinde ise iki kavi vardır. Birine göre ta­yin edebilirler, diğerine göre tayin edemezler, maahaza tayin ettikleri takdirde hakemin hükmü nafiz olur.

(3) : Zevç ile zevce, tayin etdikleri hakemleri azl ile yerlerine baş­kalarım ikame edebilirler. Fakat evvelki hakemler, işe vaz’ı yed edib de zevceynin vaziyetlerini hakkiyle keşf ve hüküm itasına azm etmiş olun­ca azilleri caiz olmaz, zevceynden hiçbirinin rücuuna itibar olunamaz. Şu kadar var ki, zevç ile zevce, zevciyyetin    bekasına,   hallerini ıslaha muvafakat  ederlerse artık   hakemlerin tefrike hükm etmeleri muvafık olmaz.

(4) : Kadın, nikâhın bekasını temenni etmekle beraber hâkime mü-racat ederek kocasının taaddisinden, meselâ: kendisini yajağından hecr veya kendisine darb ve şetm etdiğinden şikâyetde bulunsa kocasının taad-disi, ikrariyle veya beyyine ile sabit olunca hâkim, va’z ve nasihatle ve müfid olmadığı takdirde mübrih = pek şiddetli olmıyan bir darb ile zev­ci men ve zecr eder.

(5) : Zevç ile zevceden her birinin diğerine taaddî ve tecavüzü sa­bit olduğu suretde hâkim, her ikisi hakkında öğütler verir, kabul etme­dikleri takdirde mübrih olmaksızın darbde bulunur. Taaddîleri beyyine ile sabit olmadığı suretde ise yalmz öğüt vermekle iktifa eder.

(6) : Kadın, kocasının kendisine teaddî ve zarar iras etdiğini iddia ve mükerreren iştikâde bulunduğu halde müddeasmı isbatdan âciz-kalsa hâkim, kendisini salih komşular arasında bulunmuyor ise öyle komşular arasında iakân eder.

Zevceynden her biri, diğerinin taaddî ve zararını dâva ve müker­reren bessi şekva edib de isbatı müddeadan âciz kaldığı suretde de ayni muamele yapılır.

(7) : Hâkim,   kadım   salih  komşular arasında1 iskân   etdiği halde yine iş tavazzuh etmeyib de hangi tarafda kusur bulunduğu anlaşılmaz­sa biri zevcin, diğeri de zevcenin ehl ve ekaribinden olmak üzere iki ha­kem tayin eder. Çünkü karibler, hakikati ahvale vâkıf, ıslahı beyne daha münasib ve zevceynin kalblerini tatmine, düşüncelerini ibraz etmelerine daha ziyade hadimdir.

Binaenaleyh kariblerden hakem tayin edilecek kimseler bulunduğu halde ecânibden nasb olunacak hakemlerin talâk ve muhaleaya aid hü kümleri nakz olunur.

Fakat zevceynin ehlinden hakem nasb olunacak kimse bulunmazsa ecânibden iki kimse tayin olunur.. Yalnız birinin ehlinden hakem nasb olunacak kimse bulunduğu takdirde ise onunla beraber bir yabancı nasb edilir. Diğer bir ziyarete göre adalet ve müsavatı temin için bu halde her iki hakemin de ecânibden intihabı iktiza eder.

Hakemlerin – ekabir veya ecânibden olmakla beraber – Vnmşu-lardan intihabı mendubdur.

(8) : Hakemlerin erkek, reşid, âdil, nüşuz hükümlerine vâkıf, hükm edeckleri husus hakkında fakih olmaları şartdır.

Binaenaleyh kadınların, çocuklar ile mecnunların, fâsik veya sefih olanların, nüşuz hükmüne gayri vâkıf ve hükm edecekleri hususun rae-selei şer’iyyesine gayri muttali bulunanların talâka veya nikâhı ibkaya aid hükümleri bâtıldır. Şu kadar var ki fakih olmıyan hakemler, ulema ile bilmüşavera onların talim ve irşadı dairesinde hükm ederlerse hü­kümleri nafiz olur.

(9) : ilk evvel zevç ile zevcenin aralarım her ne veçhile   mümkün ise ıslaha çalışmak, hakemîerce bir vecîbedir. Şöyle ki : zevceyn    ara­sında ülfet ve güzel “muaşeretin temini maksadiyle hakemlerden her biri, hangi tarafın hakemi ise onu yanına celb ederek sui imtizaçlarının sebeb-Ierini sorar, diğer tarafdan husulünü  istediği bir haceti var ise  onun husulüne çalışacaklarım söyler ve lâzım gelen müessir öğütlerde bulu­nur.

(10) : Zevç ile zevcenin aralarını ıslah müteazzir olduğu takdirde bakılır: Kötülük = isaet, eğer zevcde ise’hakemler, bilâ ıvez, yani : zev­ceden bir mal almaksızın £aîâka hükm ederler. Ve eğer zevcede ise – Maliki eimmesinden bazılarının kavline nazaran – mevcud nikâhı ida­meye karar verirler. Meğer ki zevç, muhale a arzusunda bulunsun. Veya zevcenin zevciyle yaşıyamıyacağı malûm olsun. O halde münasib bir be­del mukabilinde muhalea yaparlar.

Amma kötülük, her ikisinde bulunursa veya keyfiyet meçhul kalıb da tevazzuh etmez ve bu hal ile beraber zevce, zevciyle ikamete razı ol­mazsa hakemler, kendi içtihadlarına tabi olub ya bir bedel mukabilinde veya bedelsiz olarak talâka hükm ederler.

(11) : Hakemlerin, şeraitini cami olarak verecekleri talâk hükmü, zevç ile zevcenin rızalarına mütevakkıf olmaksızın nafiz olur ve bu talâk, beynunetle muttasıf bulunur. Velev ki bir ıveze mukarin olmasın.

(12) : Hakemler, hükümden  sonra   keyfiyeti kendilerini   nasb ve” irsal eden hâkime ihbar etmeğe mecburdurlar. Bunun üzerine hâkim, va­ki olan hükmü bilâ terahî imza eder, yani   :  «sizin hükm etdiğiniz şey ile hükm etdim»  diyerek hakemlerin hükmünü tenfiz  eder. Yoksa bu hükmü nakz etmesi ve ona muarezada bulunması caiz olmaz.

(13) : Hakemler, talâkdan sonra asıl bedelde ihtilâf  ederek biri, talâkın ıvez mukabilinde olduğunu, diğeri de ıvez mukabilinde olmadığı­nı idia etse zevce, ıvezi iltizam etmedikçe zevcine talâk lâzım    gelmez. Belki yeniden hakem tayini icab eder.

Fakat hakemler, ıvezin mikdarında ihtilâf etdiği suretde hul’i misle itibar olunur. Yani : öyle bir kadının muhaleâ olabileceği bir ıvez muka­bilinde talâk vaki olur. Şu kadar var ki, bu ıvez ziyadeyi idda eden ha­kemin beyan etdiği mikdardan fazla olursa yalnız bu mikdar lâzım gelir. Ve azı idia eden hakemin kail olduğu mikdardan dûn bulunursa bu mik­dar icab eder,

Ivezin sıfat ve cinsinde ihtilâf bulunduğu suretde de hükm, bu min­val üzeredir. Muhtasarı Ebİzziya, Şerhi Ebil’berekât, Haşiyei Düsukî, Minehülcelîl, Şerhi Muhammedirhırsî. [37]

 

Hakemlerin Tayîn Edilmelerindeki Hikmeti Teşriyye :

 

577 – : Zevç ile zevce arasında nifak, şikak, geçimsizlik zuhuru halinde beyinlerini ıslah için münaaib iki zatın hakem tayin edilmesi, şübhe yok ki aile hayatının devamına hizmet edeceği cihetle pek muva-fikdır. Bu hikmete mebnîdir ki Kur’anıkerîmde buyurulmuşdur..

Yani : zevç ile zevce arasında bir açıklık, imtizaçsızhk vukuundan korkarsanız bir hakem zevcin kariblerinden, bir hakem de zevcenin ka-riblerinden gönderiniz, aralarını bulmaya memur ediniz – bunlar, ıslah kasdinde bulunurlarsa Allah Tealâ aralarını ıslah ve telife muvaf­fakiyet ihsan buyurur. Şüphe yok ki, Allah Tealâ alimdir, habîrdir, Her­kesin hareketini, maksadını bilir, dilediğim tevfikine nail eder.

Malûmdur ki, güzel idare ve imtizaçdan mahrum bir aile, mesud bir hayata nail olamaz. Bütün günleri niza ve şikak île geçen bir zevç ile bir zevce arasındaki zevciyyet rabıtasının devamından içtimaî bir faide beklenemez. Fakat aile hayatında ara sıra görülecek bazı huşunet-li hallereden dolayı hemen zevciyyet ilgisinin çözülmesine meydan ver­mek de maslahata muvafık değildir. Beşeriyet hasebiyle zevç ile zevce arasında bazan baş gösteren bir niza ve cidalin bilâhare bir muhabbet ve imtizaca mübeddel olduğu daima görülen şeylerdendir. Bahusus işin sonunu güzelce teemmül ve muhakeme edebilecek bir halde bulunmıyan bazı kadınların bir infiale tebeiyyeüe irtikâb etdiklen fena hareket ve muaşeretden dolayı muahharan nedamete duçar oldukları pek çok gö rülmektedir.

Binaenaleyh bekası matlûb olan zevciyyet rabıtasının hemen böyle bir vesile ile inkıtaa uğramasına ve bazı bed tînet kimselerin aile ara­sına fesad düşürmesine meydan vermemek için hâdiseyi hakemler hava­le etmekden daha muvafık bir çare olamaz. Ancak bu hakemlerin lüzum gördükleri takdirde talâka, muhaleaya hüküm verebilmeleri de muva­fık mıdır? Hakemlerde esasen böyle bir salâhiyet var mıdır?. îşte bu ci­het, müctehidler arasında ihtilâfı mucib olmusdur.

Evvelce de beyan olunduğu üzere hakemler, Hanefî ve Zahiriye imamlarına ve îmam-ı Şafiî ile îmam Ahmedden birer kavle nazaran yalnız ıslahı beyne memurdurlar. Tefrika hükm etmeğe salâhiyetleri yokdur. Fakat Malikî imamlarına göre hakemler, bu salahiyeti haizdir­ler. Kendilerine «hakem» denilmesi de bu salâhiyeti haiz olduklarını ig-rab etmektedir.

Mâlikîlerin bu kavli, zamanimızm hayat tarzlarına daha mülâim gö­rüldüğünden bir aralık Türkiyede hukuki aile kararnamesinin (130) un­cu maddesi, bu kavle göre tanzim edilmişdi.

Mülga meşihat dairesinde münakid bir encümen tarafından (Usuli muhakematı şeriyye) kararnamesine ilâve edilmesi istenilen bazı mad­delerden biri de Mâlikîlerin bu kavli üzere tanzim edilmiş olduğundan o zaman bunun esbabı mucibe lâyihasında yazmış olduğum mütalea ara­sında şöyle denilmişdi :

«Vakıa nikâh, mühim bir akdi şer’îden ibaret olub içtimaî saadete bâis, eltafi ilâhiyyeden madud bulunduğundan bunu idameye çalışmak, insanların umumî menfaatleri icablarındandır. Fakat aile hayatında ba­zan öyle bir hal tahaddüs eder ki, artık zevciyyeti devam etdirmek ka­bil olamaz. Bütün günleri niza ve şikak ile geçen ve verilen müessir na­sihatlerden asla müstefid olmayan kimseler arasında zevciyyet rabıtası­nın devamından ferdî ve içtimaî bir faide beklenemez. Hele erkek, talâka ehliyeti haiz olduğundan böyle bir hal vukuunda talâka tevessül ederek kendisini zehrâlûd bir yaşayışın elîm tazyiklerinden kurtarabilir. Fakat kadınlar bu ehliyete mâlik olmadıklarından böyle bir hâle maruz bulu­nacak bir zevcenin ne kadar mügkilât içinde kalacağı beyandan müstağ­nidir. Hattâ bu babdaki hayatî ilcaatdan dolayı bazı kadınlar, bir takım gayri meşru çarelere baş vuruyor, ve nüşuz halinde devam ederek rabkai nikâhdan kurtulmak için kocaları hakkinda diyanet ve insaniyetle te’lifi kabil olmayan gayri sahih isnadlara cüret gösteriyorlar.

İşte bu gibi müessif hallerin artmasına meydan vermemek için -bu hususda eimei Mâlikiyye hazeratınm ekvali veçhile amel edilmesi muhi­timizin bugünkü içtimaî ahvaline nazaran hikmet ve maslahate daha muvafık görüldüğünden on ikinci madde o veçhile tanzim kılınmışdır.»

Velhâsıl : kat’î lüzum görüldüğü takdirde şeraiti dairesinde hakem tayini usulünden istifade edilmesi, aile hayatı pek faidelr gö­rülmektedir. [38]

 

Îddetin Mahiyyeti Ve Zevç İle Zevcede Cereyan 

578 – : Iddet; vefat veya müfarekatden sonra baki kalan nikâh asarının inkızası için şer’an muayyen olan bir ecel bir müddet de-mekdir ki, bu müddet nihayet bulmadıkça zevç veya zevce başkasiyle ve bazı ahvalde biribiriyle tekrar evlenemezler.

Bu tarifden de anlaşılacağı üzere iddet, hem erkekde, hem de ka­dında carî olabilir. Fakat kadınlarda cereyam asıldır. Binaenaleyh id­det mebhasinde verilecek tafsilât, kadınlara mahsus iddetlere aid ola-cakdir. Erkeklere aid olan iddetler ise şu veçhile hülâsa edilebilir:

(1) : Bir erkek, boşadığı kadının iddeti bitmedikçe hemşiresini ve­ya teyzesini, halasım tezevvüc edemez.     Çünkü bunların nikâhda cem edilmeleri caiz değildir. Iddet içinde ise eseri nikâh, bakîdir.

(2) : Bir erkek, dört zevcesinden birini boşasa onun iddeti nihayet bulmadıkça beşinci bir kadınla evlenemez.

(3) : Bir erkek, hurre olan zevcesini tatlik etse iddeti bitmedikçe bir cariye ile evlenemez.

(4) : Bir erkek, üç talâk ile boşadığı kadın ile iddeti, nihayet bu-lub tahlili şer’î bulunmadıkça tecdidi nikâh edemez.

(5) : Bir müslim erkek, bir -mültecide ile veya bîr veseniyye veya mecusiyye ile evlenebilmek için bunların müslüman olmalarına intizar etmek lâzım gelir.

(6) : Zinadan gebe kalmış olan bir kadınla evlenmiş olan bir er­keğin, o kadına hamlini vaz etmedikçe tekarrüb etmesi halâl olmaz. Me­ğer ki o hami, kendisinden olsun.

(7) : Bir erkek, dari harbden seby olunmuş bir kadınla evlense ve­ya ona mâlik olsa o kadına bir hayz görmedikçe ve zatüHıayz olmadığı takdirde bir ay geçmedikçe tekarrübedemez.

(8) : Bir erkek, dari harbden dari islâma ihtida ederek muhaceret-de bulunan yüklü bir kadmıhamlini vaz etmedikçe tezevvüc edemöz. Be-dayî, Bezzaziyye, Hindiyye, Dürer.

işte bu gibi muvakkat bir müddetle vuku bulacak bir intizara «id­deti rical» adı verilmişdir.

Şunu da ilâve edelim ki, iddetin mikdarı hususunda kadınların cani­bine itibar olunur, erkeklerin canibine itibar olunmaz.

Binaenaleyh hur olan erkekler ile memlûkler arasında iddet bakı­mından fark yokdur. Belki hur olan kadınlar ile cariye, müebbere, mü-kâtebe, ümmi veled olan kadınların iddetleri arasında fark vardır. Nite­kim aşağıda beyan olunacakdır.

(Zahiriyyeye göre iddet hususnda hurre ile câriye ve saire müsa­vidir. Aralarında talâk ve vefat iddetleri itibariyle bir fark yokdur. Di­ğer müctehidlerin bu hususdaki akvaline ileride işaret edilecekdir.) [39]

 

Îddetîn Sebebi Vucubi Ve Mebde Ve Müntehası

579 – : iddetin vücubine sebeb, duhul İle veya halvet ile veya mevt ile teekküd eden nikâhı sahihdir veya gibhi nikâhdır veya şübhei nikâh ile mukarenetdir. Ummi veledde şibhi nikâh vardır. Nikâhı fâsidde de şübhei nikâh mevcuddur.

Binaenaleyh duhul veya halvet ile teekküd etmeyen bir sahih nikâ­hın talâk ile veya fesh ile zevalinden veya duhulden evvel nikâhı fâsid ile zevcin vefatından dolayı iddet lâzım gelmez. Nitekim aşağıda beyan olu­nacakdır.

Kezalik : mezniyye için iddet yokdur. Onu bir müddet beklemeksi­zin tezevvüc caizdir. Şu kadar var ki, gebe kalmış ise hamlini vaz edin­ceye kadar mücameati caiz olmaz. Gebe olmadığı takdirde de bir hayz beklemek suretiyle istibra, zevç için mendubdur.

 (imam Şafiînin kavli ceddine göre tekarrübden evvel boşanan ka­dına mücerred halveti sahiha bulunmuş olmasından dolayı iddet lâzım gelmez. Elimığnî.)

580 – : Nikâhı sahihde iddete nazaran gerek halveti sahiha ve ge­rek halveti faside tekarrüb hükmündedir. Nikâhı fâsid ise böyle değildir. Çünkü nikâhı fâsidde tekarrüb halâl değildir ki, tekafrübe vesile olan halvet, tekarrüb makamına kaim olsun, tddetin vücubünün sebebi veya şartı ise tekarrüb veyaalel’itlâk halvetdir.

Binaenaleyh fâsiden nikâh olunan bir kadın, tekarrübden evvel mü­tareke veya fesh voliyle kocasından tefrik edilse iddet beklemeğe mec­bur olmaz. Çünkü bu halde istibrai rahime lüzum yokdur ki, iddet lâzım gelsin.

581 – : tddetin mebdeine gelince bu; talâk, vefat veya fesh ve mü­tareke hâdiselerinden birinin vukuu ânıdır. Bu andan itibaren iddet, vâ-cibürriâye olarak bağlar.

Binaenaleyh bir kadının iddeti, kocasının vefatı veya kendisini bo-sadığı günden itibaren başlayrb devam eder. Velev ki bu hâdiseden ha­berdar bulunmuş olmasın. Çünkü iddet, muayyen bir müddetden iba­ret olduğundan bunun geçmesine zevcenin ittılâı şart değildir. Mecma-ül’enhür.

582 – : tddetin müntehası da muayyen   müddetlerin geçip nihayet bulmasiyle veya vaz’ı hami ile tekarrür eder. Buesaslar üzerine aşağı­daki meseleler teferrü eder.

583 – : Talâk veya vefat iddetinin mebdei, ayın gurresine müsa­dif olursa hilâllere ve ayın esnasına tesadüf ederse günlere itibar olu­nur.

Binaenaleyh ikinci takdirde hayz görmeyen bir mutallâka, doksan gün, kocası öîüb gebe bulunmıyan bir kadın da yüz otuz gün iddet bek­ler. Çünkü bu takdirde günlere itibar olunması, iddet müddetinin artma­sını icab edeceğinden ihtiyata daha muvafıkdır.

Bu mesele,* îmamı Azama göredir. îmameyne göre birinci ay, son aydan ikmal edilir. Aradaki aylarda hilâllere itibar olunur. Çünkü iddet-lerde ehille, asıldır. Bedayi.

584 – : îddetin mebdei, ayın ilk gününde meslâ : ikindi vaktine te­sadüf etse yine hilâllere itibar olunur. Bugünün geçmiş saatlerin, son ayın ilk gününden ikmal etmek icab etmez. Hindiyye.

585  – : Bir kimse, zevcesini boşadığı halde bunu bir müddet sak-layıb da badehu ikrar eylese muvazaa töhmetini def için ikrarı vaktinden itibaren iddet lâzımgelir. Bu suretde kadın, kocasını tasdik eder ve geç­miş müddet, iddet zamanını doldurmuş bulunursa bu kadına nafaka ve kisve lâzım gelmez. Amma kocasını tekzib eder, yani : talâkın iddia edil­diği zamana isnadını inkâr eyler veya boşamanın vukuuna muttali ol­madığını ifadede bulunursa ikrar vaktinden itibaren iddet nafakasına ve kisveye müstahik olur. Dürri Muhtar.

586 – : Bir kadın, kocasının vefatını haber ahb da vefatının vaktin­de şek eylese mevtini teyakkun etdiği   vakitden itibaren iddet bekler, Çünkü iddet hususunda ihtiyat ile amel olunur. Mecmaurenhür.

587 – : Bir kimse, zevcesini boşayıb da muahharan inkârına nıuka-rin talâkı beyyine ile isbat olunarak tefriklerine hükm edilse talâk vak­tinden itibaren iddet lâzım gelir, yoksa hüküm vaktine itibar olunmaz. Tenvirül’ebsar.

588 – : Bir kimse, zevcesini bainen boşamış olduğu halde bir müd­det beraber ikamet etse bakılır: Eğer talâkın vukuunu nâs arasında ik­rar etmişisetalâk ânından itibaren iddet başlamış olur. Amma münkir bu­lunmuş ise iddet o andan itibaren başlamış olmaz.

Kezaük  muhalea vukuunu nâsa beyan ve buna işhadda bulundu­ğu takdirde iddet, muayyen müddetin geçmesiyle nihayet bulmuş olur, ve illâ nihayet bulmaz. Dürri Muhtar.

589 – : Bir kimse, iki zevcesinden tayin etmeksizin biriniboşayıb da sonra bunlardan hangisini boşamış olduğunu beyan etse bu beyan vaktinden itibaren iddet lâzım gelir. Yoksa boşamanın vukuu zamanı­na itibar olunamaz. Hattâ o kimse, bu beyandan evvel ölse zevcelerin­den her birine üç hayzi ikmal etmek şartiyle vefat iddeti lâzım gelir. Dür.

590 – : Nikâhı fâsidden dolayı icab eden iddet, mütareke veya tefrik ânından itibaren başlar. Şayed hâkimin fesh ve tefriki, kadının hayz haline müsadif olursa iddetin mebdei,    bu hayzin hitamından muteber olur. Çünkü iddeti istikmal için üç kâmil hayz lâzımdır.

Fâsid bir nikâhdan dolayı iddetin lüzumu, yalnız rahmi istibra için­dir. Bu istibra ise feer ne kadar bir hays ile hâsıl olursa da ihtiyaten üç hayz gurmek icab eder. Bedayi, Reddi Muhtar.

591 – : Bir kimse, fâsid bir akd ile tezevvüc ve tekarrüb etmiş ol­duğu bir kadım gıyabında kavlen terk etse veya kendisi vefat eylese ka­dının iddeti bu terk veya vefat tarihinden başlamış olur. Hindiyye.

 ((Hanbelî fukahası diyorlar ki : Şühur ile iddet bekliyen bir ka­dın, mufarekat vuku bulduğu saatden itibaren iddet bekler. Meselâ : gecenin veya gündüzün yarısında mufarekat vukubulsa o vakitden iti­baren misline kadar iddet bekler. Ehli ilmin ekserisi buna kaidir. Yal­nız Ebu Abdülâh tbni Hamide göre iddetler, saatler ile hisab edilmez, belki gündüz ile gecenin evvellerine bakılır. Binaenaleyh gündüzün ya­pılan bir talâkda o günün akşamından itibaren iddete başlanılır. Bilâkis geceleyin vukubulan talâkda bu geceyi takib eden gündüzün evvelinden itibaren iddet hisab ediür. imam Mâlikin kavli de böyle böyledir. Çünkü satleri hisabda meşakkat vardır. Elmuğnî.)

(Zahiriyyeye göre gebe olmayan bir mutallâka veya müteveffa an-ha, kendisine yetişen talâk veya vefat haberinden itibaren iddet bekler Gebe bulunan bir müteveffa anha ise kocasının vefatı tarihinden itiba­ren iddete başlamış olur. Elmuhalîâ.) [40]

 

İddetîn Nevileri Ve Müddetleri :

592  – : İddetin nevileri, hayz ile, şühur ile ve hamli vaz ile olmak üzere üçdür. Bazan da eb’adüTeceleyne, yani : talâk ile vefat iddetlermden hangisi daha uzun ise ona riayet olunur.

İddetlerin müddetleri ise muhtelif bulunur. Nitekim aşağıdaki mese­lelerden tafsilâtı anlaşılacakdır.

593 – : Iddet, ya hayz ile olur. Şöyle ki: sahih bir akd ile men-kuhe olub tekarrübden veya sahih veyafâsid halvetden sonra kocasın­dan ric’iyyen veya bainen talâk ile veya ademi kefaet gibi bir sebebe mebni fesh ve tefrik ile ayrılan ve hâmil ve iyas sinnine vasıl ve ha-yizden kesilmiş bulunmayan hur kadınların iddet müddeti, üç hayzi kâ­mildir. Carijıe olan zevcelerin hayz ile olan iddetleri ise tam iki hayzdir.

Binaenaleyh talâk veya fesh ve mütareke, hayz haline müsadif olur­sa bu hayze itibar olunmayib bundan başka hurre için tam üç, cariye için de tam iki hayz müddeti beklemek icab eder. Çünkü hayz, tecezzi etmez. Bedayi, Bahri Raik.

(tmam Ahmede göre de böyle bir hurre üç hayz ile, cariye olan zevce de iki hayz ile iddet bekler, imam Mâlik ile tmam Şafiîye göre ise böyle bir hurre üç tuhr ile, cariye de iki tuhr ile iddet bekler. Talâkın vuku bulduğu tuhr de iddete mahsub edilir.

Bu gibi hurre olan kadınların iddeti  âyeti celîlesiyle  sabitdir.  «Kuru1» lâfzı,   «kur»   lâfzının cem’idir. Bu lâfz, hem hayz hemde tuhr  mânasına gelir. Binaenaleyh Hanefiyye, hayz mânasını, Mâlikîyye ile Şefiiyye de tuhr = temizlik ha­li mânasını iltizam etmişlerdir.

İmam Ahmed dahi tuhr mânasını iltizam etmiş iken bilâhare rü-cu etmiş ve demişdir kî : Ben kur’un tuhr mânâsına olduğuna kail idim, sonra ekâbirin kavline rücu etdim, şârii mübînin lisanında kur’­un tuhr mânasında istimali bir mevzide mahud değildir. Keşşafül-kma.)

(Mâlikîlerin müteahhîrlerinden bazı fukahaya göre hayz gören bir kadının iddeti, üç ay tamamından evvel – üç tuhr ile – nihayet bulsa ihtiyaten üç ay tamamına kadar intizar eder. Bu müdet bitmedikçe baş-kasiyle evlenemez. Çünkü kadınların ayda bir defadan ziyade âdet gör­meleri nadirdir. Erameliyyatürâmme.)

(Zahiriyyeye göre de kuru’dan murad, tuhrlardır. Medhıılün biha olub hayz gören bir mutallâkanın iddeti, hür.olsun olmasın üç tuhr-dur. Talâkın vukuu bulduğu tuhr, bir saatdeiı az da olsa yine iddete mahsub edilir. Bunlardan sonra iki tuhrı kâmil ile iddet nihayet bulur. Elmuhallâ.  

Yalnız Ztihrîye göre bu az olan tuhr, iddete mahsub edilmez, ayrı­ca tam üç tuhr beklemek lâzım gelir. Elmuğnî.)

594 – : îddet, ya şuhur ile olur. Şöyle ki : sahih bir nikâh ile menkuhe olan ve yaşının büyük veya küçük olmasından dolayı zatülhayz ol-mayıb da tekarrübden veya sahih veya fâsid halvetden sonra kocasın­dan talâk ile veya fesh ve tefrik ile ayrılan hur bir kadın, talâk veya tef­rik tarihinden itibaren üç ay iddet bekier. Bu halde cariye olan bir zevce de bir buçuk ay intizarda bulunur.

Buluğ çağına girdikleri halde henüz hayz görmeyen kadınlar hak­kında da hüküm böyledir.                                           

Fakat evvelce hayz görmüş olan genç bir kadın, bir sene veya da­ha ziyade bir müddet âdetden kesilirse sinni iyasa vâsıl olmadıkça üç hayzini ikmal edinceye kadar iddet beklemeğe mecbur olur.” Bu kadı­na «mümteddetüttuhr» denilir ki, hayz görmüş olduğu halde gebelik-den veya iyasdan nâşi olmaksızın bir arıza sebebiyle âdeti mürtefi ol­muş kadın demekdir. Bu da iddet hususunda hayz gören kadınlardan sayılır.

Binaenaleyh iftirakdan sonra bir veya iki hayz görüp de badehu tuh-ru îmtidad eden böyle bir kadın, sinni iyasa kadar bekler, üç hayzi ik­mal edemezse iyasın başlangıcından itibaren üç ay iddet bekler.

Fakat mercuh olan bir kavle göre de mümteddettüttuhr olan böyle bir kadın, iftirakden itibaren dokuz ay beklemekle idîletini bitirmiş olur. Dürrülmünteka.

595 – : îyas, muayyen bir yaşa yetîşib âdet görrnekden büsbütün kesilmek hâlidir. Bu halde bulunan kadına da «âyise» denir.

îyas müddeti hakkında ihtilâf vardır. Müftabjjj görülen bir kavle göre elli beş senedir. Bu yaşdaki bir kadın, herhangi bir ırka mensub olursa olsun ayise sayılır.

Şu kadar var ki hayiz, en az altı ay kadar bilâ fasıla kesilmiş ol­malıdır. Bu müddet, gerek bu elli beş senenin son aylarına ve gerek eli beş seneyi müteakib aylara müsadif olsun müsavidir.

Îyas çağının, elli, altmış, yetmiş olduğuna kail olanlar da vardır. Hiç hayz görmeden otuz yaşına kadar giren bir kız çocuğunun da ayise olaca­ğına hükm edilebileceği mervîdir. Fakat zahirürrivayeye naearan sinni iyas için muayyen bir mikdar yokdur. Belki bir kadın; kavm ve kablece, kuv­vet ve zafca kendi emsalinin hayzden kesileceği bir yaşa yetişince iyas çağma girmiş, olur. Bu ise ictihad ile bilinir.

596  – : Akdi sahih ile menkulle olub tekarrübden veya halvetden

sonra kocasından talâk ile veya fesh ile ayrılan ve iftirakden evvel iyas çağına yetişmiş bulunan hur kadınların iddet müddetleri, iftirak tari­hinden itibaren Üç aydır. Cariyelerin iddetleri de bir buçuk aydır. Çünkü ay, kabili tecezzîdir.

597 – : Nikâhı sahih ile menkuhe olub gebe bulunmayan kadınların kocaları vefat edince dört ay on gün iddet beklemeleri lâzım gelir. Gerek aralarında tekarrüb ve halvet vuku bulmuş olsun ve gerek olmasın. Ve kendileri gerek hayz görür takımdan bulunsun ve gerek bulunmasın. Bu on günden maksad, cumhura göre geceli ve gündüzlü olmak üzere on gündür.

Bu müddet, cariye olan zevceler hakkında iki ay beş günden iba-retdir. Bedayi, Dürer, Dürri Muhtar.

« (Eimmei selâsenin mezhebleri de bu müteveffa anha hakkında böyledir. Yalnız îmam Mâlikden bir kavle göre bu müddet için en az bir hayz bulunması lâzımdır. Elmuğnî.)

(Sinni iyas hakkında sair müctehidlerinde muhtelif akvali vardır. Ez­cümle îmam Ahmedden bir rivayete göre iyas çağının mebdei, ellinci se­nedir. Diğer bir rivayete göre de Arab ırkına mensub olmayan kadınlar elli yaşlarında, Arab kadınları ise -tabiatleri daha kuvvetli olduğun­dan – aitmiş yaşlarında ayîse olurlar.

İmam Şafiîden de iki rivayet vardır. Birine göre kadınların artık hayz görmiyecekleri müteyakken olan bir yaşa vâsıl olan bir kadın ayise olmuş olur. Bu, bazılarınca altmış iki yaşdan İbaretdir. Diğer ri­vayete göre her kadın hakkında mensub olduğu aşiret kadınlarının ayîse oldukları müddet nazara alınır. Fakat sahih olan şudur ki, bir ka­dın, elli yaşma girer de âdeti veçhile gördüğü hayzi, sebebsiz olarak ke­silirse . âyise olmuş olur. Ancak elli yaşından sonra yine âdeti veçhile dem görmeğe başlarsa bu, sahih olan kavle göre hayz sayılır, kadın ayise olmakdan çıkar. Altmış yaşından sonra dem görürse artık hayz sayılmaz, dem görmeyen kadınlar gibi ay hesabiyle iddet bekler. El­muğnî.)

(Maliki mezhebine göre sebebsiz olarak veya bir hastalığa mebnî âdetten kesilen genç, – mümteddetüttuhr – bir kadın, iddetin lüzu­mu tarihinden itibaren gebelik şüphesini izale için istibraen dokuz ay intizar eder. Bu müddet, hayzsiz bir halde geçince üç ay daha bekler, bununla iddetini ikmal etmiş olur. Hattâ bilâhare bir sebeple başka bir iddete muhtaç olursa yalnız üç ay iddet bekler. Meğer lii bu iddet es­nasında âdet görmeğe başlasın, o halde iddeti üç tuhre intikal eder. Bu intizar esnasında yalnız bir veya iki hayz görecek olursa son hayzden itibaren eb’adüleceleyne tabi olur. )

Eimmei Hanefiyyenin (480) inci meselede yazalı mümteddetüttuhr hakkındaki ictihadları, ihtiyata daha muvafık ise de, zaman itibariyle mahzurdan salim değildir, iyas çağına erinceye kadar başkasiyle evlen­meğe salâhiyeti olmayan öyle genç bir kadının bazı hayatî müşkilâta ma ruz kalacağı ve bunun iddet nafakası vermeğe mecbur olacak kocasının da büyük bir külfeti iktihama mecbur bulunacağı bedmîcür. Maahaza na­fakanın devamını temin için kendilerinin mümteddetüttuhr olduklarım, iddia edecek kadınlar da bulunabilir. Halbuki bu hususda Maliki eimmesinin ictihadları bu gibi mahzurlardan hâlidir. Bunun içindir ki, Hanefî fukahasından bazı eâzım, bu veçhile ifta edilmesi reyinde bulunmuşlar­dır. Daha muvafıkı, mümkün ise de bu hususda Maliki hâkiminin hük­münü istihsal etmektedir. Dürrül’münteka.

Bir aralık Türkiye mahakimi şer’iyyesinde tatbik edilmek üzere böyle bir madde tanzim edilmişdi.

598 – : İddet, ya vaz’ı hami ile olur. Şöyle ki : nikâhı sahih ile men-kuhe olub gebe iken kocası vefat eden veya kocasından talâk ile veya feshile ayrılan herhangi bir kadının iddeti, vaz’ı hami ile nihayet bu­lur, Velevki vaz-ı hami hemen vefatı veya iftirakı müteakip vuku bul­sun Çünkü hamli vaz etmek, iddetden asıl maksud olan beraeti rahime yakinen delildir.

Yalnız îmam Ebu Yusüfe göre bir gayri mürahik çocuğun zevcesi olan kadın, bu çocuuğn vefatında gebe bulunurlarsa bunun iddeti, dört ay on gün ile nihayet bulur. Çünkü bu hamlin çocukdan olmayıb gayri meşru olacağı malûmdur. Binaenaleyh bunu doğurmakla iddeti bitmiş olmaz. Fakat bu kadın, kocası olan çocuğun vefatından sonra gebe kalsa iddeti bil’itifak dört ay on günden ibaret bulunur ve her iki takdirde de neseb sabit olmaz. Çünkü çocuğun evlâdı olmak, âdeten müstehildir. Be­dayi, Dürri Muhtar.

599 – : Müteaddid çocuğa yüklü bir kadının iddeti, son çocuğun doğmasiyle sona erer. Çünkü çocuğu doğurmakla    beraeti rahim hâsıl olacağı için âdet nihayet bulur. Halbuki rahimde diğer bir çocuk bulun­dukça rahimin beraeti hâsıl oîmuş olmaz ‘ki, iddet hitam ersin.

Çocuğun kısmı âzami zuhur edince tamamen doğmuş hükmünde olarak zevcin müracaat ve talâk hakkımünkati olur. Şu kadar var ki, bu halde bulunan bir kadının başkasiyle izdivaç akdi İhtiyaten halâl ol­maz.

600 – : Sıkıt vaki oldukda bakılır: eğer tamamen veya kısmen hil­kati müstebîn ise vaz’ı hami hükmünde bulunur. Böyle değilse onunla iddet, münkati olmaz. Çünkü bu halde vaz’ı hami vukuu meşkukdür. Şek ise, iddetin inkizasına münafidir.

Binaenaleyh kadın, boşanmış olub da hayz görmekde ise hayz ile, hayzden kesilmiş veya iyas çağına ermiş ise ay ile ve kocası ölmüş ise şühur ve eyyam ile iddet bekler.

601 – : Bir müteddenin çocuğu rahminde Ölse dışarıya çıkarılma­dıkça veya kendisi iyas yaşına girmedikçe iddeti nihayet bulmasa gerek-dir. Dürri Muhtar.

602 – : Yukarıda (483) üncü meselede işaret olunduğu üzere do­ğacak çocuğun nesebi sabit olmasa bile doğmasiyle iddet nihayet bu­lur.

Meselâ : zinadan gebe kalmış bir kadın, biriyle izdivaç edib de sop.-ra tatlik edilse gocuğu döğurmasiyle iddeti nihayet bulur. Bu çocuğun zinadan olması, akdi nikâh ânından itibaren altı aydan az bir müddetde doğmasiyle taayyün eder. Bedayi, Reddi Muhtar.

« (Eimmei selâseye göre de kocası vefat eden bir kadın, hamlini vaz edince iddeti derhal nihayet bulur. Bu, İbni Mesud Hazretleriyle ona tabi olanların reyidir. Amel de bunun üzerinedir. Fakat İmam Ali ile îbni Abbas Hazretlerine ve bu iki zata tabi olanlara göre bu kadın, eb’adül’eceleyne riayet eder. Binaenaleyh dört ay on günden evvel çocu­ğunu doğurursa bu müddeti ikmal etmedikçe iddeti nihayet bulmaz, Me-zahibi Erbea.)

(İmam Şafiînin bir kavline göre hilkati müstebîn olmayan sıkıt, ka­dınlara gösterilir. Diğer bir kavline göre bu sıkıt, sıcak suya atılır. İnhi-lâlederse çocuk olmadığı anlaşılır. înhilâl etmezse çocuk olduğu teaytin eder. Bedayi.)

(Zahiriyyeye göre de vaz’ı hami ile iddet biter. îddet bekleyen bir muta!lâk anın hamli, gerek kendisini boşamış plan kocasından olsun ve gerek zinadan veya ikrahdan mütehassü bulunsun müsavîdir. Fakat ço­cuk, validesinin rahminde Ölecek olsa dışarıya tamamen çıkarılmadıkça iddet bitmez. Velev ki yalnız bir parmağı çıkmamış olsun.)

603 – : îddet, bazan da eb’adül’eceleyn ile, yani : iki müddetin han­gisi daha uzun ise onunla olur. Şöyle ki :

Talâkı far ile boşanmış olan, yani, kocasının marazı mevtinde bainen tatlik edilmiş bulunan bir kadın, henüz iddeti hitam bulmadan kocası ve­fat etse eb’adül’eceleyne tabi olur. İçinde üç hayz bulunan dört ay on gün ile iddet bekler. Şayed üç hayzi ikmal etmeden bu müddet geçse hayzleri ikmal edinceye kadar iddeti uzar. Çünkü talâkı farda zevce va­ris olacağından eseri nikâh, kısmen baki sayılır. Bedayi.

« (îmam Ahmedin mezhebi de böyledir. Fakat îmam Mâlik ile imam Şafiîye ve îbni münzire göre bu halde de beklenilen iddet ikmal edilir, iki müddetin en uzağına riayet edilmez. Zira vefat zamanında zevciyyet, mevcut bulunnmmısdır. Elmuğnî.)

604 – : Şibhi nikâh ile veya şübhei nikâh ile vuku bulan tekarrüb-. lerden dolayı lâzım gelen iddete gelince bu hususda aşağıdaki hükümler carîdir :

Şibhi nikâhdan maksad, azad edilen ümmi veledin halidir. Şübhei nikâh ile tekarübden maksad da nikâhı fâsid ile menkuhe olan veya seh­ven kocasından baskasiylezifaf edilen bir kadın hakkındaki cinsî muka-renetdir. İste bunlardan dolayı.da iddet lâzım gelir. Şöyle ki :

Ümmi veled bulunan bir cariyenin mevlâsı vefat etse veya bu ca­riye mevlâsı tarafından azad edilse bakılır : Eğer âdet görmekde ise üç hayz ile, âdet görmeyen takımdan ise üç ay müddetle iddet bekler. Ge­be ise çocuğunu doğurunca iddetden çıkar.

Şübhei nikâh ile kendisine tekarrüb edilen bir kadın da iftirakı ve fesh ve mütarekeyi müteakib, âdet gören kadınlardan ise üç hayz ile, âdet görmeyen kadınlardan ise üç ay ile ve gebe ise hamlini vaz etmeltf-le iddet bekler.

605 – : Şübhei nikâh ile vetıy edilen bir kadın,   kendisine tekar­rüb eden şahsın vefatı takdirinde de – henüz iftirak vaki olmamış ise – yine ya hayz ile veya üç ay müddetle veya hamlini vaz etmekle id-detini ikmal eder. Yoksa gebe olmadığı halde dört ay on gün iddet bek lemez. Çünkü  nikâhı fâsidde,    hakikaten bir nikâh mevcud ve zevciy-yet sabit değildir ki, bundan dolayı iddeti vefat, lâzım gelsin. Bedayi.

« (İmam Şafiîye göre ümmi veled için iddet lâzım gelmez. Belki bir hayz ile istibra kifayet eder. Bedayi)

(Mâlikîlere göre nikâhı fâsidden dolayı aralan tefrik olunan ka­dınlar için sahih nikâh ile menkuhe bulunan kadınların iddetleri ne mü­savi bir müddet intizar lâzım gelir. Şu kadar var ki nikâhı fâsid, bile­rek meharimden birini tezevüc gibi haddi müskit değilse bu intizara «ia-tibra» denir ve bilmeyerek tezevvüc gibi haddi nıüskıt ise «iddet» adı ve­rilir. Düsukî.)

(îmam Şafiî ile İmam Ahmede göre nikâhı fâsid veya şübhei ni­kâh ile mevtue olan kadınlann iddetleri, mutallâkaların iddetleri gibi­dir.

Kezalik : îmam Ahmede göre mezniyyenin iddeti de şübhe ile mev-tuenin iddeti gibidir. Bu zatdan diğer bir rivayete göre mezniyyenin iddeti bir hayz ile ist ibradan ibaretdir. îmam Mâlikin kavli de budur.

İmam Şafirye göre ise mezniyye için iddet lâzım gelmez. Çünkü iddet, nesebi hıfz içindir. Zinadan hâsıl çocuğun nesebi ise zâniye lâhik olmaz.

Buna cevaben deniliyor ki : mezniyye, başkasiyle idd#tden evvel ev­vel evlenirse zuhur edecek çocuğun kocasından mı, yoksa zanîden mi ol-duğnda iştibah hâsıl olur. Bu halde neseb, hıfz edilmiş olmaz. Buna mey­dan vermemek için iddet lâzım gelir. Elmuğnî.) [41]

 

İddetlerîn Teceddüdü, Tedahülü, Tegayyüeü Ve Îstik Alı :

606 – : İddet bekliyen bir mutallâkanın kocası vefat etse bakılır : Eğer riciyyen mutallâka ise talâk iddeti, münhedim olub yeniden vefat iddeti beklemesi lâzun gelir. Çünkü talâkı ric’î, iddet baki oldukça zev-ciyyetin zevalini mucib olmayıb zevcin vefatı, bu zevali mucib ve iddeti vefatı müstebrîm olur. Amma bainen veya selâsen mutallâka ise yeniden lâzım gelmez. Belki beklemekde olduğu iddeti ikmal eder. Çünkü zevciy-yet, talâkı bain ile zail olmuşdur.

« (Eimmei selâsenin kavileri de bu veçhiledir. Elmuğnî.)

607 – : Bir kimse, kendi bainen muteddesini nikâhı sahih ile tek­rar tezevvüc etdikden sonra henüziddeti hitam bulmadan tekarüb ve hal-vetden evvel yine tatlik etse yeni bir mehr lâzım ve tecdidi iddet vacib olur. Çünkü iddet içinde nikâhın eseri baki olduğundan evvelki akiddeki tekarrüb, ikinci akidde de hükmündedir.

Fakat bir kimse, nikâhı sahih ile menkuhesmi bainen boşayıb idde ti içinde fâsid nikâh ile tezevvüc etdikden sonra henüz iddeti hitam bulmadan kablettekarrüb boşasa yeniden mehr ve iddet lâzım gelmez. Çünkü bu suretde tekarrüb caiz olmadığından iddeti tecdide sebep yok-dur.

608 – : Bir muteddeye birşübhe ile tekarrüb vuku bulsa sebebip:n tecdidine binaen diğer bir iddet daha vacib olur.

Meselâ : Bir kimse, bainen boşadiğı zevcesine ric’iyyen muteddeye kıya sen halâl olur zanniyle iddeti içinde tekarrüb etse veya bir şahıs baş­kasının mu’teddesini bilmiyerek nikâh edib de tekarrübden sonra araları tefrik edilse yeniden iddet icab eder.

609 – : Bir mu’tedde için yukarıdaki mesele veçhile tecdidi iddet lâzım gelen yerlerde iki iddet tedahül eder. Yani birinci iddet, nihayet buldukdan sonra ikinci iddetin sebebinden itibaren noksan kalan mikdarı ikmal olunur. Yoksa birinci iddetin hitamından sonra ikinci iddete baş­lamak iktiza etmez. Çünkü iddet, ecelden = müddetden ibaretdir. Ecelde ise tedahül carîdir.

Meselâ : iddet bekliyen bir kadın, bir hayz gördükden sonra şübhe ile vatiy olunub da iki hayz daha görse birinci iddeti nihayet bulur. Bun­dan sonra bir hayz daha görünce diğer iddeti de nihayet bulur. Ve evvel­ce hayz görmemiş ise üç hayz ile her iki İddeti hitama erer. Ve eğer bu mu’tedde, ay hesabiyle iddet beklemekde ise yine o suretle iddetini ikmal eder.

610 – : Tedahül eden iddetler, bir neviden   olatrileceği gibi başka başka nevilerden de olabilir. Meselâ : kocası Ölmüş bir kadın, iddeti için­de bir şüphe ile vatiy edilse vefat iddetinden dolayı dört ay on gün, bu vatiyden dolayı da üç hayz ve ayise ise üç ay iddet beklemeğe mecbur olur. Bu halde henüz dört ay ongun hitam bulmadan sebebinden itibaren üç hayz görse veya üç ay nihayet bulsa da bu esnada dört ay on gün de bitmiş bulunsa her iki iddet nihayete ermiş olur. Bunlardan yalnız birisi noksan kalınca yalnız onu ikmal lâzım gelir.

« (gafiîlere göre iddet, bir cinsden ve bîr şahısdan olunca tedahül eder. Tuhr ile veya şuhur ile olan iki iddet gibi. Kezaük  : başka başka cinsinden olan iki iddet, bir şahısdan olunca ‘kavli esahha göre tedahül eder. Biri tuhr ile diğeri hami ile olan iddetler gibi. Fakat iki iddet, iki şahısdan dolayı icab edince bunların arasında tedahül carî olmaz Her bi­rini ayrıca ikmal lâzım gelir. Bir mu’tedde hakkında başkasımn şübhe ile veya fâsid nikâh ile tekarrübünden dolayı lâzım gelen diğer bir iddet gibi. Tuhfetül’muhtac.)

(Hanbelî fukahasına göre de boşanan veya kocası vefat eden bir ka­dın, daha iddeti bitmeden başkasiyle evlenerek aralarında tekarrüb vuku bulsa beynleri tefrik olunur. Bu halde birinci iddeti ikmal eder. Sonra ikinci bir iddet beklemeğe başlar, bu iddetler arasında tedahül car! ol­maz.

Bu kadın, iki iddetin hitamından sonra ikinci kocasiyle yeniden evle­nebilir. Fakat İmam Ahmedden diğer bir rivayete göre bu kadın, o kon­caya artık müebbeden haram olmuş olur. Çünkü o, bir hakkı vaktinden evvel ta’cil etmekle hirmaniyle muateb bulunur.

îmam Mâlikin kavlile İmam gafiînin kavli de böyledir. îmam Şafiî-nin cedid kavline nazaran bu kadın, birinci iddeti bitirdiktan sonra ikin­ci kocasiyle nikâhını tecdid edebilir, bundan men edilmez. Zira bunun te-karrübiyle neseb, kendisinden sabit olur. Elmuğnî.)

611 – : İddetlerin tegayyürüne gelince bu da şu veçhile olur :

Bir kimsenin nikâhında bulunan bir cariye, evvelâ tatlik, badehu azad edilse bakılır : Eğer ric’iyyen tatlik edilmiş ise iddeti, hür. kadınların iddetine tebeddül eder. Nitekim evvelâ mevlâsı tarafından azad, sonra da kocası tarafından tatlik edildiği takdirde de hüküm böyledir.

Fakat evvelâ bainen tatîik edilmiş ise azad edilmekle iddeti tegayyür etmez. Çünkü beynunet ile zevciyyet zail olmuş, i’tak hâdisesi nk hali­ne müsadif bulunmuşdur.

« (îmam Şafiîye göre her iki takdirde de iddet, tegayyür eder. Zira iddetde asi olan kemaldir. Noksan ise rık arızasından dolayıdır. î’tak vu ku bulunca bu arıza zail olmuş olur. Bedayi.)

612 – : Bir ümmi veled, menkulle veya mu’tedde olduğu halde mev­lâsı vefat etse bundan dolayı kendisine iddet lâzım gelmez.  Çünkü bu halde mevlâsımn müstefreşesi değildir.

Bu kadını evvelâ mevlâsı azad, sonra da kocası tatlik edecek olsa üzerine hur kadınlar gibi iddet lâzım gelir. Çünkü talâk, onun hürriye­ti zamanına müsadif bulunmuş olur. Fakat evvelâ kocası tatlik, badehu mevlâsı azad etse bakılır : eğer talâkı ric’î ise hurre gibi ve eğer talâkı bain ise cariye gibi iddet bekler. Bu takdirde de iddeti tegayyür etmez.

Şayed iddeti nihayet buldukdan sonra mevlâsı vefat ederse bundan dolayı üç hayz ile iddet lâzım gelir. Zira zevcin iddeti bitince mevlâsımn firaşına avdet etmiş bulunur.

Nitekim bir ümmi veledin kocaya varmadan mevlâsı vefat edince de üç hayz ile iddet beklemesi icab eder. Çünkü bu halde mevlâsının firaşın* da bulunub onun vefatiyle hürriyetine tamamen kavuşmuş, olur. Be-dayi.

613 – : Âdetlerin intikali de ya aylardan hayzlere veya hayzlerden aylara tebeddül etmesi suretiyle olur. Meselâ: bir gocuk, ay hesabiyle id-det beklemekde iken henüz üç ay tamam olmadan âdet görmeğe başla­sa iddeti hayze münkalib olub yeniden üç hayzi kâmil beklemesi lâzım ge­lir. Fakat üç ayın tamamından sonra âdet görmeğe başlasa yemden id­det lâzım gelmez. Çünkü bu âdet ile evvelce zevatülhayzden olduğu te-beyyün etmiş olmaz. Dürrül’muhtar.

« (Eimmei selâseye göre alelekser kadınların âdet görecekleri bir çağa, meselâ : on beş yaşına girdiği halde âdet görmeyen bir kadın, icab edince ay hesabiyle iddet bekler. Ancak İmam Ahmedden diğer bir ri­vayete göre böyle bir kadın, bir sene müddetle iddet bekler. Çünkü bu­nun gebe olması, bu sebeble âdet görmemesi melhuzdur. Elmuğnî.)

614 – : Bir âyise, üç ay ile iddetini ikmal etmeden dem görmeğe başlasa iddeti hayze intikal eder/yeniden hayz ile iddet bekleğe mecbur olur. Şu kadar ki, bunun âdet veçhile zuhuru ve bir halis dem olması lâ­zımdır. Görülen dem, bulanık veya yeşilimtrak bir şey ise hayz sayıl­maz. Bu, fesadı menbite hami edilir. Muhtar ve müftabih olan, budur.

Fakat bu müddetin geçmesinden sonra hayz görmeğe başlarsa, ra-cih olan kavle nazaran hayz ile iddetini istifaya mecbur olmaz. Bu halde başka birile evlenmiş ise bu demin zuhuru, bu ikinci nikâha zarar ver­mez. Çünkü iyas halinin tahakkuku için demin mevt zamanına kadar ke­silmesi meşrut olduğuna delîl yokdur. Şu kadar varki, bu kadın ileride bir iddete muhtaç olursa hayz ile iddet beklemesi icab eder. Yoksa bu hal, mazideki ahkâmın nakzım mucib olmaz. Dürri Muhtar.

Maahaza sinni iyas için bir had kabul edildiğine nazaran bu hadden sonra görülecek dem, hayzden sayılmaz, binaenaleyh iddetin intikaline bais olmaz. Nitekim emsalinin âdet görmesi mutad ohmjran bir sagîreniiı göreceği dem de hayz değildir. Bedayi.

« (Mâlikîlere göre hayzden kesilen bir kadın, – yukarıda yazıldığı Üzere – şuhur ile iddet beklemekde iken âdet görmeğe-başlasa ekrabül-eceleyn ile iddetini ikmal eder. Yani: ikinci ve üçüncü hayzin vukuiyle hayzden hali olarak yeniden bir senenin müruruna intizar eder, bunlar­dan hangisi evvel vücude gelirse iddeti onunla nihayet bulur. Şerhi Ebü’-berekât.)

(Elmuğnîde deniliyor ki : kadınların hayz görecekleri sinnin en azı, dokuz yaşdır. Bundan evvel görülecek kan, demi hayz sayılmaz. Çünkü bu kan, sıhhat halinde üç defa tekerrür etmelidir. Dokuz yağdan evvelse böyle bir tekerrür vuku bulmaz.)

615 – : Zatüıhayz olan bir mu’tedde, bir veya iki hayz ile iddet bek-ledikden sonra ayise olsa iddeti hayzden eşhure intikal eder, yeniden üç ay iddet bekler. Çünkü şühur = aylar, hayzden bedeldir, bir iddetde asi ile bedelin içtimai caiz olmaz. Bedayi.

616 – : iddeti içinde gebe kaldığı anlaşılan bir   müteveffa anhanın iddeti, şuhurdan vaz’ı hamle intikal etmez. Belki vefatdan dolayı şuhur ile iddet bekler. Ve hami, bir şübhe ile tekarrübden münbais ise bundan dolayı da vaz’ı hami ile ayrıca iddet beklemesi lâzım gelir. Amma zina­dan ileri gelmiş ise başka iddet lâzım gelmez. Çünkü zina, iddeti mucib değildir.

Fakat talâkdan veya feshden dolayı1 iddet bekleyen bir kadının ta-lâkdan veya feshden sonra iddet içinde kocasından veya başkasından ge­be kaldığı anlaşılsa hamlini vaz etmedikçe iddeti nihayet bulmaz. Zira talâka aid iddetden maksud, istibrai rahimdir. Vaz’ı hami ise istibrada asidir. Vefata aid iddet ise hem bu maksada, hem de teessüf ve tehazzün izharı hikmetine müstenid olduğundan bunda aşl olan, şühurdur. Bedayi, Reddül’muhtar.

«Fıkhı Hanbelîde deniliyor ki •: iddet bekleyen bir kadının üç hayz gö’rdükden sonra gebe olduğu anlaşılsa bakılır : Eğer üçüncü hayzin hi­tamından itibaren daha altı ay geçmeden hamlim vaz ederse iddeti, vaz’ı hami ile bitmiş olur, evvelce gördüğü kanın bir demi hayz olmadığı ani* şıîmış olur. Fakat en az altı ay geçtikden sonra hamlini vaz ederse idde­ti hayz ile bitmiş olur. Bu hami, hadis olmuş olacağından nesebi, o ka­dının zevci muttallikma lâhik olmaz. Elmuğnî.) [42]

 

Îddetîn İnkizasının Malümiyyeti :

617 – : Bir iddetin nihayet bulmuş olduğu, aşağıdaki meselelerde beyan olunduğu üzere kavi ile ve muayyen günlerin nihayet bulmasiyle malum olacağı gibi fi’l ile de malûm olur. Elverir ki, zahiri hal, mükez-zib olmasın.

618 – : Kadınlar,  iddetîerinin nihayet bulduğunu ihbar hususnda emmedirler. Yemîn ile sözleri tasdik olunur. Meğer ki zahiri hal, kendile­rini tekzib etsin.

Meselâ: şühur ile iddet beklemekde olan hur bir ayise, üç aydan ve bir müteveffa anha dört ay on günden evvel iddetinln nihayet buldu­ğunu haber verse tasdik olunmaz.

619 – : Hayz ile âdet beklemekde bulunan bir kadın, imamı Azama göre en az altmış ve îmameyne göre otuz dokuz gün geçtikden sonra ide-tinin hitam bulduğunu haber verse kocasının inkârı halinde yeminiyle tasdik olunur. Fakat bundan evvel haber verse tasdik olunmaz. Çünkü bu müddetden evvel üç hayz görmek kabil görülmemektedir.

Bu müddet, cariye olan kadın hakkında tmamı Azamdan bir kaT]e göre en az kırk, diğer bir kavle göre otuz beş, îmameyne göre de yirmi bir gündür. Bu müddetden evvel de tasdik olunmaz. Bedayi, Djini Muhtar.

 (Maliki mezhebinde bu hususa dair on iki kavi vardır. Bir b^ göre hayz ile iddet bekleyen bir hurrenin doksan günden evvel iddsünin hitam bulduğuna dair olan sözü kabul olunmaz. Çünkü ekser olan, ka­dınların ayda bir âdet görmeleridir. Ameliyyatı âmme.)

620 – : Bir kadın, nüfesa olduğunu, yani : çocuk doğurduğunu mü-teakib boşanıb iddete başlasa da sonra iddetinin nihayet bulduğunu id­dia eylese İmamı Azamdan bir rivayete göre seksen beş, diğer bir riva­yete göre de yüz günden, îmam Ebu Yusüfe    göre altmış îmam Muhammede göre de elli bir gün bir saatden az da tasdik maz.  

Bu mu’tedde, cariye olduğu takdirde imamı Azama göre a veya yetmiş beş günden, imam Ebu Yusüfe göre kırk yedi günden. Muhammede göre de otuz altı gün ile bir saatden evvel tasdik Bedayi.

621 – : Bir mu’tedde, iddetinin münkazi olabileceği bir müddet eec-dikden sonra biriyle izdivacda bulunsa bu fi’liyle iddetinin bitmiş oldu­ğunu bildirmiş olur. Hattâ bilâhare iddetinin henüz nihayet bulmamış ol. duğunu iddia etse bu ddiası ne ilk kocası, ne <ie ikinci kocası hakkında tasdik olunmayıb ikinci nikâh, caiz bulunmuş olur. Çünkü bu kadar bir müddetin geçmesinden sonra başkasiyle  izdivaca ikdam etmesi, iddetî-nin inkızasına delildir. Bedayi.

622  – : Hayz ile iddet bekleyen bir   kadın, son hayzini on gün ile ikmal ederse hayzin kesilmesi âmndan itibaren iddeti bitmiş, başkasiyle evlenmeğe me’zuniyet kazanmış olur, velev ki henüz igtisâlde bulunmuş olmasın. Fakat hayzini on günden azda ikmal ederse mücerred haran kesilmesiyle iddetini bitirmiş olmaz. îgtisâl etmedikçe veya tam bir na­maz vakti geçmedikçe iddet .içinde sayılır. Binaenaleyh başkasiyle evh-mesi memnu ve ric’iyyen mu’tedde ise hakkında müracaat sahih olur. Hidaye.

623 – : Müstehaze olub da, yani  : bir hastalık sebebiyle kendisin­den istihaza denilen bir kan seyelân etmekde bulunub da hayz ile jddet bekliyecek bir kadının âdeti malûm ise âdetine itibar olunur.

Meselâ : her ayın iptidasında yedi gün âdet gördüğü bilinirse üçüncü ayın yedinci gününün hitamında gusl etmekle veya bir namaz vakti geçmekle âdeti nihayete ermiş olur.

Fakat bu kadın mütehayyire ise, yani : tuhru mümted olub da ay­da veya iki, üç ayda bir gördüğü hayz günlerini unutmuş bulunursa bu­nun her tuhru için iki ay ve üç hayzi için de bir ay takdir edilir. Binaen­aleyh yedi ayın hitamında iddeti nihayet bulmuş olur. Bedayi, Dürri Muh­tar, Hindiyye.

« (Mâlikîlerin meşhur olan kavilerine göre müstehaze, hayz kaniyle istihaze kanının arasım rayiha, renk, veya çokluk itibariyle temyiz ede­bilirse iddeti üç tuhr ile biter. Fakat bunların arasını temyiz edemezse id­deti bir seneden ibaret olur. Bu hususda hurre ile cariye arasında fark yokdur. Şerhi Muhammedil’nırşî.)

(Şafiîlere göre mütehayyire olmayan bir müstehaze, hurre olsun ol­masın hayz ve tuhr hususundaki âdetine red olunur. Yani : istihazeden evvel âdeti kaç günden ibaret ise ona göre iddeti hisab edilir. Mütehay­yire olduğu takdirde ise filhal üç ay iddet bekler. Diğer bir kavle göre ise ayise olacağı günden itibaren üç ay iddet bekler. Çünkü bundan ev­vel müddeti müteyakken bir suretde hayz görmesi kabildir. Tuhfetül’-muhta’c.)

(Hanbelîlere göre de bir mtistehazei mübtedee, yani: henüz iddet görmek haline gelmiş, mümteddetüddem genç bir kadın, talâkdan, tef-rikden dolayı hurre ise üç, cariye ise iki ay iddet bekler. Fakat muayyen âdeti olan veya demi hayz ile demi istihazeyi temyiz edebilen bir müs­tehaze hakkında âdeti veya temyizi veçhile amel olunur. Mselâ : âdeti her ayın evvelinden yedi gün olsa hilâl itibariyle iki ay ile üçüncü ayın evvelinden yedi gün iddet bekler, bu müddetin geçmesiyle iddeti nihayet bulur. Çünkü bu müddet içinde üç hayzin geçmesi, âdet hasebiyle tahak­kuk eder. Keşşafül’kma.)[43]

 

Zeyl

 

624 – : Hanefîlere göre hayzin en az müddeti üç, en çok müddeti de on gündür. Binaenaleyh bir hayz, üç günden az, on günden ziyade olamaz.

Tuhr halinin en az müddeti on beş gündür. En çok müaaeti ise mu­ayyen değildir.

Nifas haline gelince bunun en azı îmamı Azama göre yirmi beş, îmam Ebu Yusüfe göre on bir gündür. En çok müddeti ise ‘kırk gün­dür.

 (İmam Mâlike göre hayzin ekalli için bir had yokdur. Bu, bir saat ve bir defa olabilir. Ekserisi ise on beş gündür. İki hayzin arasındaki tuhr müddeti hakkında ise İmam Mâlikden muhtelif rivayetler vardır. Sekiz, on, on beş, on yedi gün olmak üzere rivayetler mevcud oldu­ğu gibi bu hususda itimad edilecek malûm bir vakit yokdur da denil-mişdir.)

(İmam Şafiî ile İmam Ahmede göre hayzin ekalli bir gün, bir ge­ce, yani yirmi dört saatdir. Ekseri ise on beş gündür. Tuhrun en azı İmam Şafiîye göre on beş, İmam Ahmede göre on üç gündür. En çoğu için ise bir had yokdur.

Nifas haline gelince Mâiikîlerle İmam Şafiîye göre bunun az müdde­ti için bir had yokdur. Haddi azamîsi ise altmış gündür. İmam Ahmede göre kırk gündür, bundan evvel kan kesilse de bu kırk gün tamam ol­madıkça kocasımn kendisine tekarrübü İmam Ahmede göre caiz olmaz. Diğer eimmeye göre bilâ kerahetin caiz olur. Bedayetül’müctehid, Elmi-zanül’kübra, Rahmetül’ümme fî ihtilâfireimme.) [44]

 

İddet Hususunda Gayrî Müslîmeler :

 

625 – : Bİr müslümanın nikâhı altında bulunan bir müslime ile bir kitabiyye iddet hususunda müsavidirler. Binaenaleyh hur olan kitabiyye-ler hakkında hur olan müslimeîer gibi, rakik olan kitabiyyeler hakkında da müsîim olan cariyeler gibi iddet lâzım gelir. Bedayi.

626 – : Bir zimmînin nikâhmdaki zimmiyye hakkında firkatden ve­ya vefatden dolayı iddet lâzım gelmez. Meğer ki dinlerinde iddet kabul edilmiş olsun. Çünkü gayri müslimler, bu gibi hususlarda kendi itikad-lan üzerine terk edilirler. hadisi şerifi bunu âmir­dir. Fakat böyle bir kadın, gebe bulunursa   hamlini vaz edinceye kadar beklemesi lâzım gelir. Hamlini vaz etmedikçe başkasiyle izdivaç edemez. Çünkü nesebi sabit olan hamlin hakkına riayet lâzımdır.

Bu mesele, îmamı Azama göredir. îmameyne göre zimmiyyeler hak­kında da herhalde iddet lâzım gelir. Çünkü bunlar da dari islâm ahali-dîndendir. Bunların hakkında bir kısım islâm ahkâmı carî olduğu gibi bu iddet hükmü de carî olur. Bedayi.

(Eimmei selâseye göre de müslimin nikâhında bulunan bir gayri müslime için’ talâkdan veya vefatdan dolayı herhalde iddet lâzım gelir ve bunların iddetleri müslimelerin iddetleri gibidir. Hattâ Malikî fuka-hası diyorlar ki: bir müslimin mutallâkası bulunan bir kitabiyyeye id­det lâzım geleceği gibi bir zimmînin mutallâkası olub bir müslim tara­fından tezevvüc edilecek bir kitabiyye için de iddet lâzım gelir.

Fakat Malikîlere göre gayri müslimin metrukesi olan bir gayri müs-îimeye iddet beklemesi için taarruz olunamaz. Meğer ki islâm mahke­mesine tehakümde bulunsunlar. Şerhi Muhammedil’hırsî.) [45]

 

Îddetiv Ahkâmı  :

627 – : İddet içinde bulunan kadınlar hakkında bir takım hüküm­ler cereyan edşr. Ezcümle mu’tedde olan bir kadın, kocasından başka* siyle evlenemez. Çünkü iddet içinde nikâhın eseri bakidir. Fakat başka oir mani yok ise kocasiyle tekrar evlenebilir.

628 – : Mu’tedde hakkında ecnebi bir şahsın hıtbede bulunması da caiz değildir. Gerek ric’iyyen veya bainen talâkdan ve gerek vefatdan dolayı mu’tedde bulunsun. Çünkü iddet İçinde  zevcin nikah hakkı ta­mamen veya kısmen bakîdir.

629 – : Talâkdan dolayı iddet bekleyen bir kadın hakkında nikâh raaksadiyle bir şahsın tarizde bulunması, yani : onunla evlenmek iste­diğini işrâb eylemesi caiz değildir. Fakat vefat iddeti esnasında teehhül etmek isteyen bir erkeğin ta’rizi caizdir. «Sen faideli bir kadınsın» ve­ya «ben münasib bir kadınla evlenmek istiyorum» denilmesi gibi.

Mutallâka hakkındaki ta’riz, zevci mutallik ile muarriz arasına ada­vet düşürür. Vefat halinde ise bu adavet, mutasavver değildir. Bir de talâkdan dolayı iddet bekleyen bir kadm, kocasının hanesinde ikamet edeceğinden bu cihetle de onun hakkında ta’rize pek imkân yokdur.

630 – : Mu’teddelerden bazıları için beyti iddetden – içinde iddet beklenilen haneden harice çıkmak caiz değildir. Şöyle ki: sahih bir ni-kâhdan dolayı  iddet bekleyen bir mutallaka,   hur,   baliğ,   âkil  rnüslim olunca iddet beklediği haneden bir zaruret tahakkuk etmedikçe ne gün­düzün/ne de geceleyin harice çıkmaz. Gerek ric’iyyen ve gerek bainen boşanmış olsun. Ve zevci mutallâkı, kendisine gerek izin versin ve gerek vermesin.  Çünkü bu hususa Hakkullah   –   âmme  mesalihi  teallûk  et­miş bulunur.

Kocası vefat etmiş olan bir mu’tedde ise geceleri beytüTiddetden Çikamazsa da gündüzleri çıkabilir. Çünkü bunun nafakası kendisine aid-dir. Bazı hacetlerini temin için hanesinden dışarıya çıkmaya lüzum gö­rülür.

631 – : Nafakai iddeti mukabilinde rmıhalea yapmış olan bir ka­dın, iddeti içinde – bazı fukahaya göre – harice çıkamaz. Çünkü na­fakasını kendi ihtiyariyle ibtal ve iskat etmişdir. Fakat diğer bazı fu­kahaya göre geceleri çıkamazsa da gündüzleri çıkabilir. Zira bu kadın, müteveffa anha mesabesindedir.

« (Hanbelîlere göre gerek talâkdan ve gerek vefatdan dolayı iddet bekleyen kadınlar, ihtiyaçları için gündüzün harice çıkabilirler. Bedeviy-yeler de Hazariyyeler gibidirler. Şu kadar var ki, bedeviyyeler, aşiretle­ri rihlet edince kendileri de beraber rihlet ederler. Çünkü Bâdiyede yal­nız başlarina ikamet edemezler. Elmuğnî.)

632 – : Gündüzleri harice çıkmaya mezun olan mu’teddelerin ge­celeri iddet bekledikleri hanelere dönüp başka yerlerde gecelememeleri

lâzım gelir.

683 – : Bir mu’teddenin içinde ikamete mecbur olduğu mesken, ko­casından müfarekatden evvel sakin olduğu mahaldir. Gerek kocası ora­da sakin bulunur olsun ve gerek olmasın. Bu mesken, vefat eden bir kocaya aid ise mu’tedde yine orada kendi hissesine isabet edecek kı­sımda iddetini çıkarır ve nâ mehrem olan varislerden tesettür eder.

Fakat beytül’idde, harab olub yıkılmasından korkulur veya orada eşyanın ziyamdan havf edilir veya kira ile tutulmuş olub da vefat idde­tini orada çıkarabilmek için kirasını temin gayri kabil bulunur veya ve­fat halinde isabet eden hisse, ikamete gayri kâfi olursa mu’teddenin ora­dan çıkarak mümkün ise civarındaki bir yerde iddetini ikmal etmesi ca­iz olur. Çünkü bu mesken, bir hakkullah olarak ibadet tarikiyle icab et-mişdir. İbadetler ise özürler ile sâkit olur.

634 : Sahih nikâhdan dolayı bainen veya selâsen boşanmış olan bir kadın, iddeti içinde beytül’iddetden çıkarak başka bir yere sefer ede­mez. Ve kendisini boşamış olan kocası, alıb başka yere müsaferetde bu­lunamaz. Çünkü bu talâk ile zevciyyet zail olmuşdur.

Kezalik : ric’iyyen boşanmış olan bir mu’tedde de ne kendi mahre-nüyle ne de kocası ile beraber -ric’at bulunmadıkça- sefere çıkamaz, Velev ki farizai hacci eda için olsun. Zira iddetin vakti muayyendir. Bu­na riayet edilmeyince telâfisi kabil olamaz. Farizai hac ise böyle değildir, îmam Züfere göre, zevç, mu’teddei ric’iyyesini alıb mesafei sefer bir yere nakl edebilir. Çünkü iddet içinde zevciyyet kaimdir. Yahut bu muhterem imama göre, bu müsaferet, delâleten bir ric’at demekdir.

635 – : Bir kadın, müsaferet esnasında boşansa veya kocası vefat etse bakılır: eğer kendi beldesine üç günden az, gideceği yere de üç gün veya daha ziyade bir mesafe var ise iddetini beklemek için beldesine avdet eder. Aksi takdirde gideceği yere’ gider, beldesine dönmez. Talâk, gerek ikamete elverişli bir mevkide vuku bulsun ve gerek kır gibi bir yerde vuku bulsun müsavidir.

Şayed talâkın vuku bulduğu yer, bir mağaradan veya nefsi için, ma­li için emin olamayacağı, bir mevziden ibaret olub da kendi beldesine üç günlük ve gideceği yere de üç veya daha ziyade günlük bir mesafede bulunsa kadın, muhayyer olur. Dilerse geri döner, dilerse yoluna devam eder. Kendisiyle beraber gerek, mahremi bulunsun ve gerek bulunma­sın. Böyle avdet veya yoluna devam halinde ikamete elverişli yakın bir yer bulursa orada da ikamet edib iddetini ikmal edebilir.

636 – : Bir kadın, vatanından ayrıhb başka bir beldede veya ika­mete elverişli bir mevzide iken tatlik edilse iddetini bitirinceye kadar orada ikamet eder. îddetini ikmal etdikden, sonra da yamnda mahremi bulunmadıkça oradan çıkmaz. Velev ki seferi hac için yurdundan ayrıl­mış olsun.

Bu, îmamı Azama göredir, tmameyne göre yanında mahremi var ise seferine devam edebilir.

« (Hanbelî fıkıh kitablarında «Elmuğnî’de deniliyor ki: bir kadın, hac için veya kocasımn izniyle muvakkat bir yere gitmek için yola çık-dıkdan sonra kocası vefat etse bakılır: eğer vatanına yakın ise, yani: kasrı salata müsaid, -meselâ: en az on sekiz saatlik bir mesafe ay­rılmamış ise iddetini çıkarmak için avdet eder. Fakat vatamndan daha fazla uzaklaşmış ise geri dönmeyib yoluna devam eder.

İmam Mâlike göre de kadın, henüz ihrama girmemiş ise avdet eder. İmam Şafiîyye göre de kadın, beldesinin binalarından ayrılmış ise mu­hayyerdir. Dilerse avdet eder, dilerse yoluna devam eyler. Çünkü koca­sı, kendisine bu sefer için müsaade vermişdir.)

637 – . Nikâhı fâsidden dolayı iddet bekleyen bir kadın, beytül-iddetden harice çıkabilir. Çünkü fâsid bir nikâh, bu çıkmaya mani ola­mayacağı cihetle ondan dolayı icab eden. iddet de buna mani olamaz. Meğer ki zevç, nesebinin siyaneti için bu huruca mani olsun. O zaman buna riayet icab eder.

638 – : Kocası vefat eden veya kocası tarafından tatlik edilen bir cariye, gerek ümmi veled ve gerek müdebbere veya mükâtebe olsun bey­ti iddetden harice çıkabilir. Çünkü bunlar, nikâh halinde bile kocaları­nın hanelerinde mütemadiyen ikamete mecbur  değildirler.     Böyle bir mecburiyet, mevlâlarınm hizmet haklarını ibtal eder. Meğer ki mevlâ-lan, kendileri için bir menzil tehiyye ederek iddetlerini orada ikmal et­melerini istesin. O takdirde de buradan çıkamazlar. Böyle bir cariye id­deti içinde azad  edilirse mütebaki  müddet için hurre  hükmü  cereyan eder.

639 – : Mu’tedde olan bir sagîre, beytül’iddetden harice çıkabilir. Çünkü gebe olması muhtemel değildir, ve hakkullah ile de mükellef bu-lunmamakdadır. Şu kadar var ki, ric’iyyen boşanmış ise kocasının izni olmadıkça çıkamaz. Çünkü zevciyyet, henüz bakidir.

Mecnune de bu hükümdedir.  Ancak mecnuneyi kocası harice çık-makdan herhalde men edebilir. Çünkü onun gebe olması kabildir.

640 –  Kitabiyye olan bir mu’tedde de beytül’iddetden dışarıya çı­kabilir. Çünkü o, ibadât kabilinden olan şerayi ile muhatab değildir. Fa­kat kocası isterse – nesebini iştibahdan siyanet mülâhazasiyle – onu harice çıkmakdan men edebilir.

Böyle bir kitabiyye, iddeti esnasında müslüman olsa mütebaki müd­deti bir müslime gibi ikmal eder.

641  – : Bazı mu’teddeler için nafaka ve sükna tedarüki zevç üze­rine lâzım gelir. Ve iddet içinde zuhur eden veya doğan bir kısım çocuk­ların nesebleri sabit olur. Nafaka ve neseb bahislerine müracaat!.

642  – : îddet bekleyen bir kadın ihdadda bulunur. Şöyle ki: Bainen mutallâka veya müteveffa anha olan bir kadın, iddet içinde bulundukça ziynetden imtina eder, süslenemez, siyah renkli bile olsa ipek li elbise giyemez, eline kına koyamaz, bir özrü bulunmadıkça gözüne sür­me çekemez, başmi sık tarak ile tarayamaz, güzel kokular kullanamaz. Huliyyat ile bezenemez. Hattâ kendisinden ayrılmış olan kocası, kendi­sine hidadı terk etmesini emr ve tenbih etse de mu’tedde bunu terk ede­mez. Çünkü buna hakkullah taallûk etmekdedir.

Şu kadar var ki böyle bir mu’tedde, bir zarurete mebni sürme çe­kebilir, başına yağ sürebilir, başka robası yok ise ziynet için giyineceği renkli libasını giyebilir. Çünkü zaruret mevzileri umumî hükümlerden müstesnadır. Elverir ki, bunlar ile tezeyyün kasdinde bulunmasın.

643 – : Kocası ölmüş bir kadın için ihdad, tezeyyünü terk bir ve­cibedir, îddeti çıkıncaya kadar tezeyyünden kaçınarak kocasının hâtıra­sına hürmet ve riayetde bulunmuş olur. Bainen ve selâsen mutallâka hakkında da ihdad lâzım gelir. Nikâh nimetinin zevaline teessüf, hak-kullaha riayet için bununla mükellefdir.

« (İmam Mâlike ve îmanı Şafiîden bir kavle ve Ata ile Rebîa’ya göre bainen mutallâka için ihdad lâzım değildir. Çünkü bu mu’tedde için kocasının hâtırasına riayet ve teessüf bahis mevzuu olamaz. Elmuğnî, Elbedayi.)

644 – : Mu’teddei ric’iyye, hidad ile = terki ziynet ile mükellef de­ğildir. Çünkü bu iddet içinde zevciyyet, tamamen zail olmuş sayılamaz. Hattâ bu halde kocasının kendisine ric’ati me’mul ise tezeyyün etmesi mendubdur.

645 – : Hidadın yücubı için mu’teddenin baliğ, âkil, müslim olma­sı, zail olan nikâhın da bir nikâhı sahih bulunması şartdır.

Binaenaleyh sagîre, mecnune, kitabiyye ve nikâhı fâsidden dolayı mu’tedde olan kadınlar için hidad lâzım gelmez. Çünkü hidad, bir bede­nî ibadet demekdir. Çocuklar, mecnunlar, gayri müslimler ise bu ibadet­le mükellef değildir. Nikâhı fâsid ise zaten izalesi matlûb olduğundan bundan dolayı izharı teessüfe mahal yokdur. Fakat iddet içinde sagîre baliğ olur, mecnune ifakat bulur, kitabiyye ihtida ederse mütebaki mÜd-detde hidade riayet ederler. (îmam Şafiî ile îmam Ahmede göre sagîreye, kitabiyyeye de hi­dad vacibdir. Çünkü hidad, iddet ahkâmmdandır. Bunlara da iddet lâzım geldiğinden hidad da lâzım geür. Bedayi, Mugnl)

646 – : Mevlâsı vefat eden veya mevlâsı    tarafından azad edilen ümmi veled üzerine de hidad lâzım değildir. Çünkü ümmi veled hakkın­daki iddet, bir nikâhı sahihden değil, bir nikâhı fâsidden mütehassil bir iddet mesabesindedir.

647 – : Hidad için hürriyet şart değildir.

Binaenaleyh kocası vefat eden veya kocasından bainen boşanan bir cariye, müdebbere, ümmi veled veya mükâtebe hakkında da hidad icab eder ve bu hidad, iddet müddetince devam eyler.

(imam Ahmede göre de hidad, talâk veya vefat gününden itiba­ren başlar, iddet günlerinin nihayet bulmasiyle sâkit olur. Velev ki, ka­dın bundan haberdar bulunmamış olsun.

Fakat imam Ahmedden diğer bir kavle göre kadın, talâkdan veya vefatdan haberdar olmaz, bunlar beyyine ile de sabit bulunmazsa iddet, haber gününden başlar. Binaenaleyh hidad da o günden muteber olur. Elmuğnî.)

648  – : iddet içinde tevarüs carî olabilir. Şu kadar var ki, bu hu-susda aşağıdaki şartların tahakkuku lâzımdır.

(1) : Mu’tedde, irse ehl olmalıdır. Bu emliyetde varis olacak şah­sı memlûk, katil, mürted olmamasından ibaretdir. Çünkü memlûk, mür-ted kimseye varis olamayacağı gibi katil de maktule varis olamaz, irs bahsine müracaat!.

(2) : irse ehliyet, talâk vaktinden mevt vaktine kadar devam et­melidir.

Binaenaleyh bainen talâk vaktinde memlûke veya kitabiyye olan bir kadın, bilâhere iddeti içinde azad edilse veya ihtida eylese de zevç mutallâkma varis olamaz.

Kezalik: talâk vaktinde müslime olub iddeti içinde irtidad ve bade­hu islâmiyyete avdet eden bir mu’tedde de kendisini boşamış olan koca­sına, varis olamaz.

(3) : Mu’tedde ile zevci .mutallıkı arasında dîn ve dâr ittihadı bu­lunmalıdır.

Binaenaleyh bir müslim ile bir kitabiyye arasında veraset carî ola­mayacağı gibi başka başka dari harblerde ikamet eden gayri müslim bir erkek ile gayri müslim zevcesi arasında da tevarüs carî olmaz.

(4) : Verasete nailiyet için mahalliyet bulunmalı, yani : terike, mü­teveffanın teçhiz ve tekfini, borçları gibi hacet asliyyesinden zaid ol­malıdır.

(5) : Vefat zamanında iddet henüz nihayet bulmamış olmalıdır. Binaenaleyh iddetin inkızasmdan sonra sabık zevç ile zevceden bi­ri vefat etse diğeri varis olmaz. Bu, âmmei fukahaya göredir.

(Ibni Ebî Leylâya göre kadın, iddeti çıksa bile başkaaiyle evlen-medikce vefat eden zevci müfarikine varis olabilir. Bedayi.)

649 – : Talâkı ric’îye aid iddet içinde zevç ile zevceden biri vefat etse diğeri ona varis olur. Talâka zevcenin gerek rızası bulunmuş okun ve gerek olmasın ve talâk, gerek sıhhat halinde ve gerek marazı mevt halinde vuku bulmuş olsun.  Çünkü ric’iyyen talâkdan sonra iddet ni­hayet bulmadıkça zevciyyet her veçhile kaim sayılır. Bunun içindir ki, hür bir müslimin ric’iyyen boşadığı bir kadın, memlûke veya kitabiyye olub da iddeti içinde hürriyete veya islâmiyyete nail olsa vefat vukuun­da aralarında tevarüs carî olur.

650 – : Uç talâka veya bir talâkı baine aid iddet içinde zevç ile, zev­ceden biri vefat etse bakılır: eğer bu talâk, zevcin hali sıhhatinde vuku bulmuş ise hiç biri diğerine varis olamaz. Gerek zevcenin rızası bulun­muş olsun ve gerek olmasın.

Zevcin marazı mevtinde zevcenin rızasile vuku bulmuş olduğu tak­dirde de hüküm böyledir. Fakat zevcenin rızası bulunmamış olunca zev­ce, zevcine varis olur. Zevç, zevcesine varis olamaz. Çünkü zevç, mara­zı mevtinde bu talâkı yapmakla kadını irsden mahrum bırakmak gayesi­ni takib etmiş, onun bu marazı mevt vesilesiyle tahakkuk eden veraset hakkım ibtal eylemiş sayıhrf Binaenaleyh bu hakkı ibtal edecek olan bir talâk hâdisesi -bu bakımdan- keen lem yekûndur.

(îmam Şafiîye göre zevce, gerek razı olsun ve gerek olmasın varis olamaz. Çünkü irse istihkak, mevt zamanında nikâhın mevcudiyetine bağlıdır. Bu zamanda ise nikâh, mevcud bulunmamışdır. Bedayi.)

651 – : Bir kimsenin hali sıhhatinde hıyarı bulûğunu ihtiyar etme­siyle veya zevcesinin kızını veya validesini şehvetle takîril gibi hürmeti mucib bir hareketde bulunmasiyle husule gelen beynunete aid iddet es­nasında kendisi veya zevcei mu’teddesi vefat etse aralarında veraset ca­rî olmaz.

Fakat bu hallerden biri o kimsenin marazı mevtinde vuku bulub da badehu kendisi vefat etse ‘zevcesi iddeti içinde varis olur. Zevcesi vefat etdiği takdirde ise kendisi vâris olamaz. Çünkü bu mahrumiyete kemlisi sebebiyet vermişdir.

«  (îmam Şafiîye göre ikisi de varis olamaz. Bedayi.)

652 – : Hali sıhhatinde müfarekat sebebine mübaşeret eden bir ka­dın, iddeti içinde vefat edecek olan kocasına varis olamaz. Kendisi vefat ettiği takdirde de kocası kendisine varis olamaz. Fakat bu mübaşeret, kadının marazı mevtine müsadif olursa kocası kendisine varis olabilir.

Meselâ: bir zevce, baliğ olduğunda hakkı hiyarını istimal ederek nefsini ihtiyar etse veya ademi kefaetden dolayı zevcinden ayrılsa veya zevcinin oğlu ile veya babasiyle birrıza veya mükreheten mücameatde bulunmak veya bunlardan birini şehvetle Öpmek gibi bir sebeble müba-ne olsa veya menkûhe olan bir ‘cariye, azad edilmekle hiyarı itkim istimal eylese bakılır: eğer bu hâdiseler, zevcenin sıhhati halinde vaki ol­muş ise iddeti içinde vuku bulacak vefatdan dolayı kocasiyle aralarında tevarüs’carî olmaz. Hattâ böyle bir hâdise, zevcin marazı mevtine mü­sadif olsa mu’tedde bulunan bu zevce, yine varis olamaz. Çünkü müfa-rekate kendisi sebebiyet vermiştir.

Fakat bu hâdiseler, zevcenin marazı mevtinde vaki olmuş olsa he­nüz .iddeti nihayet bulmadan vefat edince kocası kendisine vâris olur. Çünkü aralarındaki müfarekate kocası değil, kendisi sebebiyet vermek­le kendisi fâr bulunmuş sayılır.

Kezalik: zevce, marazı mevtinde irtidad edib de sonra iddeti içinde vefat eylese kendisine kocası vâris olur. Çünkü irse kocasının hakkı te-allûk etdiği bir sırada böyle bir müfarekate sebebiyet vermiş olmakla fâr,  yani:  kocasını mirasdan mahrum bırakmak gayesini  takib  etmiş sayılır.

Amma halı sıhhatinde irtidad eden bir kadına vefatında kocası va: ris olamaz. Aksi takdirde ise zevce varis olabilir. îrtidad bahsine de mü­racaat!

653 – : Bir kimse, marazı mevtinde zevcesini tatlik ve hastalığı iki seneden ziyade devam edib de vefatından bir ay sonra zevcesi bir çocuk doğurursa bu kadın, o kimseye varis olamaz. Ve ondan almış olduğu iddet nafakasının altı aylığını da red etmesi lâzım gelir. Çünkü hami müddeti, iki seneden ziyade olamaz. Bu suretde kadının hali sa­lâha hami edilir. Hayz ile iddetini ikmal etdikten sonra bagkasiyle izdi­vaç ederek ondan gebe kalmış ve hami müddetinin ekalli olan altı ayda çocuğu dünyaya getirmiş olduğuna hükm edilir.

Bu mesele, imamı Âzam’a göredir, imam Ebu Yûsüfe göre bu ka­dın, o kimseye varis olur. Çünkü bu kadına bir nikâh şübhesiyle müka-renet vuku bulmuş olması melhuzdur. Bu halde hamlini vaz etmedikçe iddeti nihayet bulmuş olmayacağından vefatı iddet zamanına müsadif bulunmuş olur. Artık nafakanın iadesi de lâzım gelmez.

654 – : Bîr kimse, marazı mevtinde zevcesine talâkı tefvizde bulun-mug, yani: «enirin elindedir» veya «nefsini ihtiyar et» veya «nefsini ba-inen veya üç talâk ile boşa» demiş olmakla zevce, nefsini ihtiyar ve tat­lik etse artık varis olamaz.

Kezalik: bir kimse, marazı mevtinde zevcesini talebine binaen bai-nen boşasa veya kendisiyle muhalea yapsa yine aralarında irs carî ol­maz. Çünkü bu suretlerde kadın, kendi hakkını birihtiyar ıskat etmiş olur. Fakat kadın, kendisini ric’iyyen boşamasını istediği halde kocası marazı mevtinde bainen boşayacak olsa kadın varis olur. Zira bu tak­dirde hakkının sukutuna razı olmuş sayılmaz.

655  – : Verasete nailiyyet için marazı mevtin vefat ânına kadar devam etmesi lâzımdır. Aksi takdirde veraset carî olamaz.

Meselâ marazı mevt ile marîz sanılan bir kimse, zevcesini* bainen boşayıp da sonra iyi olsa da bilâhare hastalığı nüks ederek evvelki hâ­line avdet, daha sonra da vefat etse iddet beklemekde olan zevcesi ken­disine vâris olmaz.

Bu, İmamı Azama göredir. Çünkü bir aralık sıhhat bulunca hasta­lığının bir marazı mevt olmadığı anlaşılmış olur. îmam Züfere göre ise vâris olur. Zira marazı hali, talâk zamaniyle mevt zamanını muhit bu-lunmuşdur. Artık aradaki inkıtaa itibar olunmaz.

656 – : Şarta muallâk talâklar neticesinde tevarüs carî olub olma­yacağı hususunda aşağıdaki ihtimallere göre hüküm tebeddül eder.

(1)  : Ta’lik de, şart da sıhhat halinde vuku bulursa tevarüs carî olmaz.

Meselâ: bir kimse, hali sıhhatinde zevcesine hitaben «sen fülân yere gider isen benden bainen boş ol» deyib zevce de o kimsenin hali sıhha­tinde o yere gitmekle bainen boş olsa bilâhere iddet içinde her hangisi vefat etmekle diğeri ona, zevciyyet itibariyle varis olamaz.

(2) : Ta’lik de, şart da zevcin marazı mevtine müsadif olsa zevce vâris olur. Meğer ki muallûkun aleyh olan şart, zevcenin fi’iinden iba­ret bulunsun.

Meselâ: bir kimse, nıarazj mevtinde zevcesine hitaben «fülân şahıs bu haneye gelirse sen benden bainen boş ol» deyib o şahıs da o kimse­nin marazı mevtinde o haneye gelse talâk tahakkuk eder. Sonra iddet çıkmadan vefat edence.de zevcei mutallâkası kendisine vâris olur. Fakat zevcesine hitaben «sen fülân şahsı bu haneye kabul eder isen bainen mutallâkasm» demiş, kadın da o şahsı haneye kabul etmiş bulunursa va­ris olamaz. Çünkü bu takdirde zevce, beynunete bU’ihtiyar meydan ver­mekle hakkının sukutuna razı bulunmuş olur.

(3) : Ta’lik sıhhat halinde, şart marazı mevtte vuk,ubulacak olsa bakılır: eğer şart, bir emri semavî – bir hâdisei kevniyye ise veya her­hangi bir yabancının bir fi’li ise zevcenin varis olmasına mani olur. Çün­kü zevç, bu ta’liki hali sıhhatinde yapmış olduğundan far sayılmaz. Bu, imamı Âzam ile Imameyne göredir. İmam Züfere gÖre_ ise bu halde zev­ce vâris olur. Zira şarta muallâk olan bir talâk, şart ânında müneccez gibidir, zevç zevcesini âdeta marazı mevtinde boşamış gibi sayılır.

Fakat bu şart, zevcin alelıtlak herhangi bir fi’H ise zevcenin vâris olmasına bil’ittifak mani olmaz. Binaenaleyh bu kadın, o zevcine iddeti içinde vefat edince varis olur. Çünkü zevç, bu şartı marazı mevtinde vü-cude getirmekle far olmuş sayılır.

Şâyed bu şart, zevcenin bir fi’li ise bakılır: eğer yapılmaması kabil ve caiz olan bir fi’l ise bunun marazı mevtde vukuu, zevcenin varis olmasına mani olur. Çünkü bunu bil’ihtiyar iltizam etmişdir. Fakat bu şart, yiyib içme gibi, içine girilmesi zarurî bir meskene girme gibi, farz namaz ve oruç gibi, ana ve baba ile konuşma gibi terki kabil ve caiz ol­mayan bir fi’l ise bunu zevcenin yapıp iltizam etmesi, mirasdan mahru­miyetine sebeb olmaz. Çünkü zevce, bu hususda muztardır. Bununla hak­kının sukutuna razı olmuş sayılmaz.

Bu, İmamı Âzam ile İmam Ebu Yûsüf’e göredir. İmam Muhammede göre bu takdirde de kadın vâris olamaz. Zira zevç, zevcesinin hakkını marazı mevtinde ibtale mübaşeret etmiş değildir.

(4) : Ta’lik hali sıhhate, talâk ise bir şartı ademinin tahakkukuna binaen marazı mevt haline müsadif olduğu takdirde de veraset carî ola­bilir. Şöyle ki:

Bir kimse, zevcesine meselâ; «Eğer ben senin bulunduğun beldeye gelmezsem benden bainen» veya «üç talâk ile boş ol» deyib de badehu o beldeye gitmeden vefat etse zevcesi kendisine vâris olur. Çünkü o kim­se, vefatı ânında marîz sayılır ve talâk bu maraz haline müsadif bulun-mış olur.

Bilâkis zevcesi vefat etse kendisi de ona varis ohu\ Zira’ vefat, zev-ciyjetin kıyamı zamanına müsadif olmuş ve muallâkun aleyhin ileride ifası da mümkün bulunmuş olduğundan talâk vuku bulmuş sayılmaz.

Kezalik: bir kimse, zevcesine «sen şu beldeye gelmezsen benden üç talâk boş ol» dediği halde henüz zevcesi o beldeye gitmeden kendisi ve­fat etse zevcesi vâris olur. Çünkü vefat zamanında zevciyyet kaim ve o beldeye gitmek imkânı mevcut bulunmuşdur. Fakat bu kadın, vefat eder­se o kilise vâris olamaz. Zira bu kadın, firkate sebebiyet vermiş olma­dığı cihttle fâr sayılmaz.

Kezaîik: bir kimse, zevcesine «seni boşamazsam benden üç talâk boş ol» diyib de badehu boşamadan vefat etse zevcesi vâris olur. Çünkü mu-alâkun aleyhin vukuu, yani: boşamak hâli, marazi mevt sayılan vefat halinde tahakkuk etmekle üç talâk marazı mevte müsadif olmuş bulu­nur. Fakat bu ta’likden sonra zevce vefat ederse zevç vâris olamaz.

«Senin izerine evlenmezsem üç talâk boş ol» denildiği suretde de hüküm, bu nesele veçhiledir.

(5) : TaHk maraz halinde, şart ise sıhhat halinde vuku bulsa ve­raset carî olrmz. Meselâ: bir kimse, pek hasta iken zevcesine «sen fülân şahıs ile konuşır isen bainen boş ol» deyib de şifa buldukdan sonra bu şart tahakkuk, badehu kendisi vefat etse zevcesi ve zevcesi vefat etse kendisi vâris ola-naz. Çünkü arada sıhhat bulunca o hastalığın bir ma­razı mevt olmadı^ anlaşılmış, âdeta ta’lik de, şart da hali sıhhatde vuku bulmuş gibi olur. îlbedayi, Elbahrürraik, Dürri Muhtar, Hindiyye. Marazı mevt hin ikrar mebhasine müracaat!. [46]

 

Îddetin Hîkmeti Teşriiyyesi  :

657 – : Kocası vefat eden veya kocasından badeddühul boşanan bir kadının iddet namiyle bir müddet bekleyerek başkasiyle izdivaç ede­memesi bir vecibedir. Bu vecibeye riayet edilmesi, bir kere bir emri teab-büdîdir. Hakimi mutlak olan şârii mübînin herhangi bir hikmet ve mas­lahata mebnî muhtelif müddetler ile emr ve tayin etmiş olduğu bu id-dete riayet edilmesi, bir ubudiyyet vazifesidir, velev ki, biz bunun ledün-niyatıru idrak etmeyelim.

Maahaea iddetin hikmeti teşriiyyesi, bizce de bilkülliye hafi değil­dir. Ezcümle «iddetin ilk gayei teşriiyyesi; istibradan, rahmin ha­milden berî olub olmadığını anlamakdan ibaretdir» denilebilir. Bu, bir vecîbei hukukiyedir. Bundan başka iddet, nikâh, nimetinin zevalinden dolayı teessüf ve teessür izhar etmek, zevciyyetin kadrine riayet ve iti nada bulunmak ve bazı hallerde zevciyetin iadesi için teemmül ve tefek­kür müsaid bir müddet vücude getirmek gibi içtimaî, ahlâkî gayeleri temutazammındır.

Filhakika iddet, bir vecibe olmasa kadın, evvelki kocasından gebe olduğu halde bilmeksizin başkasiyle evlenmeğe müsareat edebilir. Bu. su­retle de nesebce iştibah hâsıl olur, zuhur edecek çocuğun nesebden mü-rebbiden mahrum kalarak zayi olmasına sebebiyet verilmiş olabilir Bu­nunla beraber zevciyyet hayatının kıymeti takdir edilmeyerek zevcen ha-tırai ihtiramı ihlâl edilmiş, olur. Halbuki bir müddet intizar edildiği tak­dirde bu gibi elîm akıbetlere meydan kalmaz. •

Şu kadar var ki, boşanmış veya kocası ölmüş bir kadının hamlini vaz etmesini müteakib başkasiyle izdivaca salahiyetli bulunmasa, iddet-den asıl maksad olan istibrai rahim keyfiyetinin anlaşılmış folmasma mebni haklarında bir kolaylık göstermek hikmetine müstenid Jsulunmuşdur.

Maamafih yukarıda da işaret edilmiş olduğu üzere îmam Ali ile îb-ni Abbas (radıyallâhü tealâ anhüm) Hazretlerinin ictdhadlar/na nazaran kocası ölmüş bir kadın, daha dört ay on günü ikmal etmemiş olunca vaz’ı hami ile iddetinı bitirmiş olamaz, bu müddeti ikma^ etmesi icab eder. Çünkü bu halde her ne kadar beraeti rahim gayesi’tahakkuk et­miş olursa da müteveffanın hatırasına hürmet ve akribasının hatırala­rına riayet için böyle bir müddet intizara lüzum vardır. Velhâsıl: gerek kadınlara ve gerek bazı hallerde erjeklere aid olan iddet meselesinin meşruiyetinde daha böyle bir nice hkmetler, masla­hatlar mevcuddur. Bu hususa riayet edilmesi, gerek huftuk ve gerek ah-lâk bakımından mühim bir vazifedir. [47]

 

BEŞİNCİ KİTAP

 

NESEBE VE HİZANEYE AİD OLUB BİR MUKADDİME İLE ÎKÎ BOLÜME AYRILMIŞDIR

 

(MUKADDİME)

Neseb Île Hîzaneye Aid Istılahlar :

1 – (Neseb)   : Esasen bir beldeye veya bir kabileye veya bir mes­leğe olan nisbet ve izafe demekdir.

Neseb tabiri, karabet mânasında istimal edilegelmişdir. Bu halde, reseb: «baba ve ana cihetlerinden olan iştirak ve ittisal» den ibaretdir. Maahaza neseb, ekseri, baba cihetinden olan karabetde kullanılır. Bu ci­hetle neseb, iki nevidir: Nesebbittûl, nesebbil’arz.

 – (Neseb bittûl = amudî neseb)   : Babalar ile ve babaların ilâ nihaye babalariyle oğullar ve oğulların ilânihaye oğulları arasındaki it­tisaldir.

3 –  (Neseb  bilarz  –   ufkî neseb): Erkek  kardeşler  ile  bunların oğulları ve amca oğulları arasında olan ittisalden ibaretdir,

– (Nisbet) kelimesi, hem neseb mânasına gelir, hem de bâzı ze­vat veya mütecanis eşya arasındaki muayyen hususiyetlere, mikdarlara itlâk olunur.

iki şey arasındaki nıümaselet ve müşakeleye de «münasebet» denir. «întisab» da bir şahsın diğer bir şahsa veya bir mahalle veya bir mes­leğe olan merbutiyet ve alâkası demekdir,

– (Dı’ve)   :  Henüz doğmuş veya henüz rahmi  mâderde bulun­muş olan bir çocuk hakkında  «bu,  bendendir»  veya  «bu benim  çpcu-ğumdur» diye ikrar ve itirafda bulunmakdır.

6  – (Deıy)   : Nesebi başkasından salbit olub bir şahıs tarafından ebenni olunan, yani: evlâd ittihaz edilen çocukdur ki, o şahsın evladı olmuş olmaz. Cem’i: ed’iyadır. O şahsa «mütebenni» bu çocuğa da hem deıy», hem de «mütebennâ» denilir.

7 – (Tebennî)   : Nesebi başkasından sabit olan bir çocuğu kendi­sine evlâd edinmektir. Bu çocuğa «mütebennâ» ve «deıy» adı verilir. Te-[bennîde bulunan şahsa da «mütebenni» denilir.

8 – (Firaş  = firaşiyyet)  : Bir kadının sahibi olan bir şahıs için doğurmağa teayyün etmiş olmasıdır. O sahib, ya zevç veya mâlik  = seyyiddir.

Böyle bir erkeğe «müstefriş», Öyle bir kadına da «müstefreşe» de­nir.

Firaş, dört kısma ayrılmışdır:

9 – (Firaşı kavi): Menkûhenin ve  ric’iyyen mu’tedde  olan kadı­nın firasıdır.

10  – (Firaşı mütevassıt)   : Ummi veledin firaşıdır.

11  – (Firaşı akva)   : Talâkı bainden dolayı iddet beklemekde olan kadının firaşıdır.

12 – (Firaşı zaîf)   : Henüz istîlâd edilmemiş olan cariyenin firaşı­dır. Ummi veled ve müstevlede için i’tak mebhasine müracaat!

13 – (Kizane   =   îhtizan):   Lûgatde  kucağa  almak, besleyib bü­yütmek üzere yanında bulundurmak, kuşun yumurtaları kanatları altı­na alarak üzerlerine basması mânâsına gelir.

Istüahda «çocuğu salâhiyetdar olan kimsenin muayyen müddeti için­de imsak ve terbiye etmesi» demekdir.

Mecnun, matuh gibi çocuk hükmünde bulunan âciz kimseleri sala­hiyetli şahısların hıfz ve terbiye etmeleri, bunların yiyeceklerine, içecek­lerine bakmaları, nezafetlerini, istirahatlerini teinin çalışmaları, kendile­rini muzir şeylerden siyanete kıyam etmeleri de hizane demekdir.

14 – (RebbüThazane)   : Hizane hakkına mâlik olan kimsedir. Bu­na (hâzin, hâzine, men lehül’hazane de denir. Hizaneye tâbi olan çocuğa da mahzun, mahzune» adı verilir.

15 – (Ulûk)  : Bir şeye ilgili olmak. İki şey arasındaki sadakat ve­ya husumet. Gebe kalmak. Rahim gibi oğlan yatağı denilen mahal.

«Alûk» da arzu ve süt manasınadır. Ölüme, ve dâhiyeye de alûk ve alûka denir. «Alâka» da bir şeye muhabbet veya husumet suretiyle olan merbutiyetdir. [48]

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

NESEB HAKKINDADIR.

İÇİNDEKİLER : Nesebin jmahiyeti ve sübutünün hikmeti teşriiy-yesi. Hami – gebelik müddeti. Nesebin ve firaşiyetİn sübutî mertebe­leri. Sabit olacak nesebler. Sabit olmayacak nesebler. Sair mezheblere öre, sabit olub olmayan bazı nesebler. Nesebe aid İddialar. Neseblerin esbabı sübutîyesi ve beyyinelerin tercihi.

16 – : Neseb, yukarıda da yazıldığı üzere «baba ve ana cihetlerin­den olan iştirak ve ittisal» demekdir. Meselâ ‘bir şahıs ile onun babası veya oğlu arasında böyle bir ittisal vardır ki, bu bir neseb alâkasıdır. Maahaza, neseb, hukuk bakımından baba cihetinden olan karabete, mer-butiyete mahsusdur.

Nitekim:  âyeti kerîmesinde de buna işaret buyurulmuştur.

Yani : Allah Tealâ o hâliki zîşandır ki, sudan*^ su ile tahmir edilen bir maddei asliyyeden nev’i beşeri yaratmış, onu iki kısma ayırmışdrr. Bir kısmı neseb sahihleri olan erkeklerdir ki, nesebler kendilerine nisbet olunur. Bir kısmı da musaherete vesile olan kadınlardır ki, sıhriyyet on­lar ile husule gelir. Evet,. Rabbüî’âlemîn olan Hak Tealâ Hazretleri ni­hayetsiz kudret sahibidir, böyle bir maddeden muhtelif uzuvları, müte-bayin tabiatleri yaratmaya kadirdir. îşte beşeriyet, bunun bir canlı mü­kemmel nümunesidir.

17  – : Nesebin hikmeti teşriiyyesine gelince bu, içtimaî hayatın bir zarurî neticesidir. Beşerî silsilenin bir intizam ve nezahet dairesinde temadisi, ferdler arasında şefkatin, teavün ve tesanüdün tecellisi, me­denî bir muhitin vücude gelmesiyle ailevî, iktisadî terakkilerin temerküz edebilmesi, yurda samimî bir ruh ile merbutiyet husulü bütün neseble­rin sübutü sayesinde kabil olabilmişdir. Bunun içindir ki, neseblerin sü-butü, beşeriyet hakkında bir rahmeti ilâhiyye bulunmuş, ve bu rahmet, lisanı kur’an ile imtinan makamında beyan Duyurulmuş, beşeriyetin hay-vanatdan bu veçhile de temayüzü tebarüz eylemişdir.

Binaenaleyh neseblerin güzelce muhafazasına itina edilmesi lâzım­dır. Neseblerin ziyadan vikayesini temin için bu hususda ihtiyal – ça­re aramak tecviz edilmiş, ihtiyata riayet,rnatlûb bulunmuşdur.

Maahaza sabit olması lâzım gelen bir nesebi nefy ve inkâr, ne ka­dar menfur, günahkârâne bir hareket ise sabit olmaması lâzım gelen bir nesebi benimsemek, aile hayatına yabancı bir şahsın sokulmasına mey­dan vermek de o kadar makduh, nefrete şayan bir hareketdir. [49]

 

Haml = Gebelik Müddeti :

18 – : Neseblerin sübutü için tahdit edilen müddetler vardır. Şöy­le ki, bir çocuğun hami müddeti en az altı aydır. Bu, nâdir olsa da vaki dir. Hamlin galib olan müddeti ise dokuz aydır. En son müddeti de iki senedir.

Binaenaleyh bir çocuk altı aydan evvel doğub yaşayamaz. Bir ço­cuk validesinin rahminde iki seneden ziyade de kalamaz. Bu, Hanefiy-yeye göredir.

(Eimmei selâseye göre hami müddetinin ekalli altı ay, ekseri de dört senedir/ Vakıa bir çocuğun dokuz aydan ziyade validesi rahminde kalması pek nâdirdir, fakat vâkidir. Neseb hususunda ise ihtiyal ve ih­tiyat lâzım olduğundan bu müddet kabul edilmişdir.

îmam Ahmedden diğer bir rivayete göre hami müddetinin ekseri iki senedir, imam Sevrînin, Leysin mezhebleri de böyledir. Abbad ibni Av-vama göre beş senedir. Zührî’ye göre de hami müddeti altı, yedi şene devam edebilir.

Bir kısım fükahanin beyanına nazaran bazı kabilelerde ve ezcümle «Benî Aclan» kabilesinde çocuklann iki veya üç, dört sene kadar valide­lerinin rahminde kaldıkları müşahede ve kayd olunmuşdur.)

Sayda gibi bazı yerlerde bir kısım çocukların valideleri rahminde böyle uzun bir müddetle âdeta bir uyku devresine tâbi tutulabilmekde oldukları da rivayet edilmektedir.

Tasviriefkâr gazetesinin 13 Birineiteşrin 1943 tarihli nüshasindaki bir yazıya göre, Adana’da bir öğretmenin on altı aylık çok gürbüz, zin­de bir çocuğu dünyaya gelmişdir. Tıb tarihinde ilk defa kaydedilen bu çocuğun omuzlarında arslan yelesi gilbi kıl demetleri bulunmuşdur. «îl-ker» adını alan bu çocuk 80 santim boyunda 7 kilo ağırhğinda imiş. El1 uhdetu alerrâvî.

Tababet alemindeki tecrübelere, müşahedelere nazaran hami müd­detinin bir seneden fazla olamayacağı beyan olunmakdadır ki, bu ekse­riyete, galib ahvale göre bir hüküm demekdir. [50]

 

Nesebin Ve Fîraşîyyettn Sübutü Mertebeleri :

19 – : Bir çocuğun nesebi, herhalde kendisini doğuran kadından sabit olur. Bunda şüphe yokdur. Velev ki bu doğurma, meşru bir müna­sebet neticesinde olmasın.

Fakat bir çocuğun nesebinin bir erkekden sübutü için anasiyle o erkek arasında firaşiyet bulunmalı, o kadın bu erkeğin ya nikâhı sahih ile veya kısmen bu hükümde bulunan bir nikâhı fâsid ile menkûhesi ol-malı veya aralarında mülki yemîn ile veya ma’zeret teşkil edecek bir şüphe ile mukarenet husule gelmiş bulunmalıdır.

20 – : Bir kadının firaşiyeti, nikâhı sahihile menkuhe ise mücer-

red akdi nikâh ile sabit olur, nikâhı fâsid ile menkuhe ise tekarrüb vuku bulmadıkça tahakkuk etmez.     Binaenaleyh sahih  bir  nikâhda hamlin mebdei; vakti akidden, fâsid bir nikâhda ise tekarrüb vukuundan mute­ber olur.

Bu mesele, imam Muhammede göredir. Müfta bih olan da budur, imamı Âzam ile imam Ebu Yûsuf e göre nikâhı fâfcidde de hamlin meb­dei, akd tarihinden muteberdir.

21 – : Cariyelerin firaşiyeti, kendilerine efendilerinin mukarenet-de bulunduklarını ikrar etmekle saibit olur.

Binaenaleyh nikâh edilmiş olan kadınlar, mu’tedde olsalar da fira-şiyyete sahib olacakları gibi efendileri tarafından istifraş edilmiş olan cariyeler de firaşiyyete sahib bulunmuş olurlar. Fakat mezniyyeler, fi-raşiyyeti haiz olamazlar.

22 – : Firaşiyyet, kuvvet ve za’f itibariyle firaşi kavî, firaşi ek-va, firaşi mütevassıt, firaşi zaif namiyle dört mertebeye ayrılır. Şöyle-ki:

(1) : Menkuhe veya ric’iyyen mu’tedde olan kadınların firaşları bi­rer «firaşi kavî» dir. Böyle bir kadının akdi nikâhı ânından itibaren altı ayda veya daha ziyade bir müddetde doğuracağı çocuklann nesebleri ko­casından bilâ dı’ve sabit olur. Liân yoluna tevessül edilmedikçe nefy edi­lemez.

(2) : Bâinen talâkdan veya liân ile ‘ilâdan dolayı kocalarından ay­rılarak iddet beklemekde bulunan kadınların firaşları da birer «firaşi ekva»dır. Binaenaleyh böyle bir kadının iddeti içinde doğuracağı çocu­ğun nesebi, kocasından bilâ dı’ve sabit olur, artık liân tarikiyle vesaire ile nefy edilemez.

(3) : Ümnıehatı evlâd adını alan cariyelerin firaşları da birer «fira­şi mütevassıt »dır. Böyle bir cariyenin doğuracağı çocuğun nesebi, dı’ve-ye muhtaç olmaksızın efendisinden sabit ve liâne muhtaç olmaksızın mü-cerred nefy ile münkati olur. Fakat bu nesebin sübutüne hâkim tarafın­dan hükm edilmiş veya aradan uzun bir müddet geçmiş bulunursa artık nefy edilmesi caiz olmaz.

Bir de böyle bir nesebin bilâ dı’ve sabit olabilmesi için cariyenin istifragı, efendisine halâl bulunmuş olmalıdır. Kitabete kesilmiş veya iki kişi arasında müşterek bulunmuş olursa çocuğunun nesebi bilâ dı’ve sa­bit olmaz.

iştirak suretinde şeriklerden her ikisi de çocuğun nesebini iddia ederse ikisinden de sabit ve çocuk her ikisine de vâris olur. Çünkü biri­ni diğerine tercihe medar yokdur. Nesebi siyanet ise bir lâzimei haya-tiyyedir.

 (4) : Efendileri tarafından istifraş, olunub henüz istilâd edilmemiş, yani: doğurdukları çocukların nesebleri kabul edilerek kendileri ümme-hatı evlâd kılınmamış olan cariyelerin firagları da birer «firaşı zaif»dir. Bu takdirde dı’ve bulunmadıkça neseb sabit olmaz. Dı’ve vuku bu­lunca da cariye, ümmi veled sıfatını kazanarak artık firaşı, bir firaşı mütevassıt haline girmiş olur. istif raş edilen müdebbere hakkında da hüküm böyledir.

23 – : Bir kimse için tekarrüb etdiği cariyesinden doğan çocuğun nesebini nefy etmek, diyaneten caiz değildir. Bu nesebi itiraf ve kabul etmek, icab eder. Bedayî, Bahr, Hindiyye.

«Hanbelîlere göre bir kimse, temellük etdiği bir cariyeye kazifde bu­lunsa liân lâzım gelmez, bu cariyeyi gerek istifraş etmiş olsun ve gerek olmasın. Ve bu kazifden dolayı had de lâzım gelmez, yalnız ta’zir icab eder. Bu kadın, bir çocuk doğurduğu takdirde bakılır: Eğer o kimse, bu cariyeye tekarrüb ettiğini itiraf etmezse çocuğun nesebi kendisine lâhik OÎmaz ve bunu nefy etmeğe de muhtaç bulunmaz. Fakat tekarrüb ettiği­ni itiraf ederse cariye kendisinin müstefreşesi olmuş olur ve tekarrüb gününden itibaren hami müddetinde doğacak çocuğun nesebi kendisin­den sabit olur, başkaca ikrara lüzum kalmaz, imam Mâlik ile imam Şa-fîînin mezhepleri de böyledir. Hattâ o kimse, bu cariyeye tekarrüb et­diği halde azilde bulunduğunu, yani: nutfesini cihazı tenasüle akıtmayıb dışarıya ifraz eylediğini iddia etse de buna iltifat olunmaz.

Fakat imam gafi’den bir kavle göre o kimse, istibra iddiasında bulunursa kavli kabul olunur ve cariyesinden olan çocuğun nesebini liân tarikiyle nefy edebilir. Çünkü kendisinden nesebinin sübutüne razı ol­mayınca zevcesinden doğan çocuğa müşabih bulunmuş olur. Elmuğ nî.) [51]

 

Sabit Olacak Nesebler

24 – : Bir kadm, akdi nikâhdan itibaren en az altı ayda veya daha ziyade bir müddet içinde çocuk doğursa   nesebi kocasından sabit olur. Aralarında ister mukarenet bulunmuş olsun ister bulunmasın, ve koca­sı nesebi ister itiraf etsin, ister sükût eylesin. Elverir ki aralarında hami müddetine müsait bir zaman evvel mukarenet ve içtima vukuu, velev ki harikulade bir veçhile imkân dairesinde bulunsun.

Meselâ : Şarkda bulunan bir erkek, garbde bulunan bir kadın ile gı­yaben evlendikten sonra müsaid bir müdeti müteakib kadın bir çocuk doğurursa nesebi o erkekden sabit olur. Bu hususda ihtiyat ve içtima im­kânı naazn itibare alınır. Erkek dilerse bu nesebi Hân voliyle nefy ede­bilir. Hindiyye.

25 – : Medhulün biha olmayan bir zevce, boşanıb da talâkdan itibaren henüz altı ay geçmeden bir çocuk doğursa nesebi sabit olur. El­verir ki akdi nikâhdan itibaren en az altı ay geçmiş olsun. Fakat altı ay tamam oldukdan sonra doğurursa nesebi sabit olur.

26 – : Ric’iyyen boşanmış bir kadın, «iddetim fülân ay» veya «bun­dan şu kadar gün evvel nihayet buldu» diye   iddet olmaya elverişli bir zaman geçdiğini söylemiş iken bir çocuk  doğursa nesebi yine  kocasın­dan sabit olur. Velev ki talâkdan itibaren bir çok seneler geçmiş olsun. Çünkü bu kadının mümteddetüttuhr olması melhuzdur. Hattâ bu hal­de çocuğun doğması, tam iki sene veya daha ziyade bir müddet geç-dikden sonra ise bu, zevcin ric’atde bulunduğuna delâlet eder. Hâdise­lerin en yakın vakitlere izafesi aslıdır. Binaenaleyh ric’iyyen mu’tedde-nin hamli, yeni bir mukarenete hamJ    olunarak müracaat sabit olmuş olur. Kâfi.

Fakat iki seneden evvel ise zevcin ric’at etmiş olduğuna hükm edi­lemez. Çünkü bu takdirde ulûkun talâkdan mukaddem olması, ihtimal dlhilindeir.

27 – : Bâinen mu’tedde olan baliğ bir kadın, iddet olmaya kâfi bir zaman mürurunu  müteakib   iddetin   nihayet bulduğunu söylememiş ise talâk vaktinden itibaren iki sene geçmeksizin doğuracağı çocuğun ne­sebi kocasından sabit olur. Fakat tam iki sene geçmiş ise bir rivayete göre neseb yine sabit olursa da dir^r bir rivayete göre sabit olmaz. Me­ğer ki bu suretde zevç «bu ço~ at bendendir» diye dı’vede bulunsun. O halde neseb sabit olur. Kadın, kendisini gerek tasdik etsin ve gerek et­mesin. Bu takdirde zevcin şübhe ile mukarenetde bulunmuş olması, ih­timal dahilindedir.

28 – : Yukarıdaki meseledeki hüküm, vefatından dolayı iddet bek­leyen baliğ kadınlar hakkında da carîdir. Velev ki medhulün biha bulun­masınlar.

Binaenaleyh böyle bir mu’tedde Ölüm vaktinden itibaren iki seneden az da çocuk doğursa nesebi müteveffadan sabit olur. Şayed iddetinin ni­hayet bulduğunu ikrar eder de badehu altı aydan az da çocuk doğurur­sa nesebi de sabit olur, ikrara itibar olunmaz. Fakat altı aydan sonra doğurursa nesebi sabit olmaz.

Nitekim ikrardan sonra altı ay geçmemiş olduğu halde vefatdan itibaren tam iki sene geçmiş olduğu takdirde de neseb sabit olmaz. Bahri Raik.

29 – : Sabık meseleler veçhile bir mu’tedde, iddet olmaya kâfi bir zaman geçdikten sonra talâk veya vefata aid iddetin nihayet bulduğu­nu ikrar etmiş iken bir çocuk doğursa bakılır : Eğer ikrar ânından itibaren altı ay geçmemiş ise neseb sabit olur. Fakat altı ay veya daha ziya­de bir müddet geçmiş ise neseb sabit olmaz. Çünkü bu takdirde çocuğun ikrar tarihinden sonra vücude gelmesi kabildir.

Şu kadar var ki bu mesele, mu’teddenin zatülhayz olduğuna göre­dir. Ayîse olmak üzere iddet bekleyen bir kadının üç ay ile iddetinin ni­hayet bulmuş olduğunu ikrar etmiş olması ise bu ikrardan itibaren altı ay veya daha ziyade bir müddet sonra doğuracağı çocuğun sübutı nese­bine mani olamaz. Belki ric’iyyen veya bainen tatlik edilen böyle bir ka­dının tarihi talâkdan itibaren iki seneden ekalde doğuracağı çocuğun ne­sebi her halde sabit olur. Çünkü bu takdirde kendisinin ayîse değil, müm-teddetüttuhr olduğu anlaşılmış, iddetinin inkızası hakkındaki ikrar ve itirafı keenlem yekûn bulunmuş olur.

Talâkdan dolayı iddet bekleyen kadınlar hakkındaki bu hükümler, sair firkat sebeblerinden dolayı mu’tedde olan kadınlar hakkında da ca­rîdir. Bahri Raik.

30 – : Bir kimse, zevcesini halveti sahihadan sonra boşayıb dişine mukarenetde bulunmadığım    iddia etse bu kadına iddet ve tam mehr lâzım gelir. Kadın, o kimseyi gerek tasdik etsin ve gerek etmesin. Bu halde o kimsenin ric’at iddiası, kabul olunmaz. Fakat kadın, henüz iddetinin nihayet bulduğunu itiraf etmeksizin talâkdan itibaren iki se­neden ekalde çocuk doğurursa nesebi sabit ve zevcin ric’at iddiası sahih olmuş olur. Çünkü bu çocuğun vücudu, talâkdan evvel mukarenet vuku bulmuş olduğuna hami edilir. Hindiyye.

31 – : Mürahik olan bir çocuğun zevcesi, akdi nikâhdan itibaren en az altı ayda çocuk doyuracak olsa nesebi o mürahikden sabit olur. Çünkü böyle bir zevcin mukareneti kabildir.

32 – : Duhulden sonra boşanan   bir mtirshika, iddetinin inkizasını ikrar ve gebe olduğunu iddia etmeksizin talâkdan itibaren dokuz aydan ekalde çocuk doğurursa nesebi sabit olur. Fakat dokuz ay tattjamında ve­ya daha sonra doğurursa nesebi sabit t>Imaz.

Bu mesele, imamı Âzam ile imam Muhammede göredir. Talâk, is­ter ric’î ve ister bain olsun, imam Ebu Yusüfe göre ise bakılır : talâk; bain ise iki seneve kadar, ric’î ise -yirmi yedi aya kadar neseb sabit olur, iddetin son gününde mukarenet vukuuna hami edilir.

33 – : Kocası ölmüş olan bir mürahika, vefat  tarihinden itibaren on av on pünden ekalde çocuk do&urursa nesebi, imamı Âzam ile îmam Muhammede eröre sabit olur. Bu müddetten ekserde doğurursa sabit ol­maz. Fakat îmam Ebu Yusüfe sröre iki seneye kadar neseb sabit olın. Nitekim baliğe hakkında da hüküm bövledir.

Şâyed bu mürahika, dört ay on gün sonra iddetinin inkızasını ikrar edib de badehu en az altı ayda çocuk doğurursa artık nesebi müte­veffa kocasından sabit olmaz.

34 – : Medhulün biha olmıyan bir mürahika, boşandıkdan sonra altı aydan ekalde çocuk doğurursa nesebi sabit olur. Bundan ziyade bir mtid-detde doğurursa sabit olmaz. Çünkü bu takdirde ulûk,. ıbunun kocasına ya­bancı olduğu bir zamana müsadif olmuş olur.

35 – : Bir mtirahika, gebelik iddiasında bulunmayıfo boşandıkdan sonra üç ayı müteakib iddetinin nihayet bulduğunu ikrar eylediği halde bilâhare çocuk doğuracak olsa bakılır: eğer ikrar vaktinden itibaren altı aydan ekalde doğurmuşsa neseb sabit olur, fakat altı ayda veya daha sonra doğurmuş ise sabit olmaz.

Fakat böyle bir mtirahika, gebelik iddiasında bulunmuş olursa sü-buti neşeb hususunda baliğe hükmünde bulunmuş olur. Çünkü bu iddiası, bulûğunu ikrar demekdir. Böyle bir ikrar ise makbuldür. Bahri Raik.

36 – : Bir kimse «fülân kadın ile evlenirsem benden boş olsun» di­ye yemin etmiş olduğu halde bilâhare o kadınla evlense derhal talâk ta hakkuk eder. Buna  rağmen o kadın, bu evlenme tarihinden itibaren tam altı ayda bir çocuk doğurursa nesebi sabit ve kadın hükmen medhultin tû-ha sayılarak mehre müstahik olur. Çünkü bu hâdisede teehhül, talâkın şartı bulunmusdur. Meşrut ise şartı takib eder. Bu cihetle sari, mes-rutdan hissedilemiyecek derecede de olsa mukaddemdir.    Binaenaleyh hami, şart zamanına, yani : evlenme halinde müsadif sayılır. Kâfi

Fakat kadın, bununla muhsanivvet vasfım ihraz etmiş olmaz. $a-yed bu hâdisede çocuk altı avdan bir gün mukaddem veva bir pÜn son­ra doğacak olursa nesebi sabit olmaz. Çünkü bu takdirde ulukÛn tam evlenme zamanına müsadif olmadığı zahirdir. Kadın ise ffavri medhulün biha olduğundan mu’tedde değildir. Binaehalevh nesebin bîlâ dı’ve sübu-tüne medar olacak bir ihtimal bulunmaz. Dürri Muhtar.

37 – : Bir ümmi veled, mevlâsmın i’tak veva vefatına metni azad edildiği tarihden itibaren iki seneye kadar   bir çocuk doğurursa nesebi mevlftsmdan sabit olur. Hîndivye.

38 – : Bir ümmi veled, nikâhı fâsid ile kocasının tekarrübünden sonra en az altı avda bir   çocuk doenırursa nesebi bu VnMwnndan sabît olur. Mevlâ, bu çocuğun nesehinî kendisine ilhak edemez. Hindivve.

39 – : Hami iddiası sahihdir. Binaenaleyh bir kimse, earivesinİTi hâ­mil olduğu çocuğun kendisinden olduğunu iddia   etse bu iddiada/n ttiba-ren meselâ altı ay veya on ay sonra doğacak çocuğun nesebi kendisin­den sabit olur.

40 – : Sabit olan bir neseb. nefv ile Tniintpfî olmaz. Fakat evvelce neyf edilen bir neseb, bilâhare dıVe ile sabit olabilir.

Binaenaleyh bir kimse, meselâ: cariyesinin doğurduğu çocuk hak­kında «bu, bendendir» dese çocuğun nesebi kendisinden sabit olmuş olur. Artık bilâhare «bu, benim çocuğum değildir.» diyemez. Fakat evvelâ: «bu, çocuk benden değildir» deyib de bilâhare «hayır ‘bendendir» dese nesebi kendisinden sabit olur. Bedayî, Bahri Raik, Hindiyye. [52]

 

Sabit Olmayacak Nesebler :

41 – : Nikâhın akdinden veya mukarenetden itibaren hami müd­detine müsaid olmayan bir zamanda doğacak çocukların nesebleri sabit olmaz.

Binaenaleyh bir kimsenin sahih bir nikâh ile menkûhesi olan kadın, vakti akidden ve fâsid bir nikâh ile menkûhesi olan kadın da mukarenet zamanından itibaren daha altı ay geçmeden bir çocuk doğursa nesebi o kimseden sabit olmaz.

Kezalik : tev’em olan iki çocukdan biri, altı aydan azda, diğeri de bir gün sonra doğacak olsa yine nesebleri sabit olmaz. Meğer ki o kimse, dı’vede bulunsun. Yani : <bu çocukların zinadan olduğunu söylemeksizin kendisinden olduklarını iddia etsin, o takdirde nesebleri sabit olur.

42 – : Kendisine idet lâzım gelmeyen her hangi bir mutallâkanm talâkan itibaren en az altı ayda veya daha sonra doğuracağı çocuğun nesebi sabit olmaz. Çünkü bu takdirde ulûkun talâkdan sonra vuku muh­temeldir.

43 – : Bir kadın, hilkati müstebîn = belirmiş bir cenin düşürse ba­kılır: eğer nîkâhdan itibaren dört ay tamamında düşürmüş ise nikâh ca­iz, neseb sabit olmuş olur. Fakat dört aydan velev bir gün evvel düşür­müş ise nikâh caiz, neseb sabit olmuş olmaz. Çünkü bu takdirde hamlin nikâhdan evvel olduğu anlaşılmış olur. Hindiyye.

44 – : Mukarenete gayri mütehammil ibir yaşda ‘bulunan bir sagîrîn zevcesinden doğan çocuğun nesebi sabit olmaz. Maahâza bu zevceye bu hami müddetince sarf edilmiş olan zevciyyet nafakası istirdat edilemez. Fakat bu kadın, bu çocuğu başka bir kocasından edindiğini ikrar ederse altı avhk nafaltavı iade etmesi lâzım gelir. Çünkü bu müddet içinde baş­kasının mu’teddesi sayılmış olur.

45 – : Nikâhı fâsidden dolayı neseb sabit olursa da nikâhı bâtıl dan dolayı sabit olmaz. Binaenaleyh bir kimse, meselâ: üç talâk ile bo-şadığı kadınla kablettahlîl nikâhı tecdid etse doğacak çocukların neseb­leri o kimseden sabit olur. Bu nikâhın sahih olmadığına gerek muttali ol­sunlar ve gerek olmasınlar. Bu, İmamı Azama göredir. Çünkü bu nikâh, müşarünileyhe göre  bir  fâsid  nikâhdir.   Fakat  bunun  ademi  sıhhati­ne muttali iseler imameyne göre neseb sabit olmaz. Zira bu halde nikâh, bu iki muhterem imama nazaran bâtıl bulunmuş olur. Hindiyye.

46 – : Bir kimse, mehariminden biriyle bilerek veya bilmiyerek ev-lense bundan  doğacak  çocukların  nesebleri, îmamı Azama göre  sabit olur, İmameyne göre sabit olmaz. Çünkü bu nikâh, İmamı Azama göre fâsid, İmameyne göre bâtıldır.

47 – : Bir gayri müslim, bir müslime ile evlenecek olsa bundan do­ğacak çocukların nesebleri sabit olmaz, iddet de lâzım gelmez. Çünkü bu evlenme, bü’ittifak bâtıldır. Muharremat bahsine müraceat!..

48 – : Bir mu’teddeden doğan çocuğun    nesebi, nikâhı şahinden mümkinüsübut ‘bulundukça nikâhı fâsidden sabit olmaz. Şöyle ki : bo­şanan veya  kocası  ölen  bir kadın iddeti içinde  başkasiyle evlenib  de sonra bir çocuk doğurursa bakılır : Eğer ilk kocasının    boşamasından veya vefatından itibaren iki seneden ekalde ve ikinci kocasının nikâhın­dan itibaren altı aydan ekal veya ekserde doğurmuş ise çocuğun nesebi ilk kocasından sabit olur. Fakat talâk veya vefatdan itibaren iki sene­den ekserde, ikinci nikâhdan itibaren de en az altı ayda doğurmuş ise bu neseb, ikinci kocadan sabit olur. Çünkü nesebin sahih nikâhdan is-batı böyle müteazzir   olunca onu fâsid nikâhdan    isbat etmek, zinaya hamiden evlâ olur.

Şayed talâkdan veya vefatdan itibaren iki seneden ekserde ve ikin­ci nikâhdan itibaren altı aydan ekalde doğurmuş olursa nesebi hiç birin­den sabit olmaz. Meğer ki dı’ve bulunsun.

Bu halde ikinci zevç, idetin vücudüne muttali bulnmamış ise bu ikinci nikâh, İmamı Âzam ile îmam Muhammede göre bir nikâhı sahih hükmünde bulunmuş olur. İmam Ebu Yusüfe göre ise olmaz. Fakat kadının mu’tedde olduğuna muttali ise ‘bu ikinci nikâh, bü’ittifak fâsid olmuş olur.

49 – : Bir kadın, başka bir beldede bulunan kocasının vefatı, hi­lafı hakikat olarak şayi olmakla muayyen iddeti bekleyib, sonra diğer biriyle evlenerek bunun mukarenetinden itibaren en az altı ayda veya daha sonra çocuk doğuracak olsa İmamı Azama göre bu çocuğun nese­bi birinci kocasından sabit olur, kadın da ona iade edilir. Çünkü firaşı sahih sahibi olan, bu ilk kocadır. Fakat imameyne göre bu nikâhın böy­le fesadı tahakkuk edince kadın, ilk kocasına iade edilirse de çocuğun nesebi ikinci kocaya aid olur. Zira vuku bulan şayia, ikinci koca hakkın­da bir mazeret teşkil eder. İmamı Azamın da bilâhare bu kavli ihtiyar etdiği mervîdir. Fetva da bu veçhiledir.

(Eimmei- selâsenin, Sevrînin, İbni Ebî Leylânın, Ehli Hicazın kavleri de bu veçhiledir. Elmugnî.)

50 – : Ütikat ile neseb sabit olmaz.

Binaenaleyh bir kimse, herhangi bir sebeble sokağa veya mâ’bed. hammam, kuyu başı gibi bir yere bırakılmış, anası, babası meçhul bir çocuğu ziyadan siyanet için ahb beslemiş olsa mücerred bununla ara­larında neseb sabit olmaz veraset de carî olamaz. Meğer ki o kimse «bu, benim evlâdımdır» diye dı’vede bulunsun. Lâkît mebhasine müra­caat!

51 – : Tebennî ile de-neseb sabit olmaz.

Binaenaleyh mütebennî, bu çocuğa erkek ise kendi kızını tezvic ede bilir, kız ise onu kendisine veya kendi oğluna alabilir.

Evlâd ittihaz edilen böyle bir çocuğun zevcei mutallâkası veya müteveffa anhası ile mütebennî arasında iddetden sonra nikâh da caiz olur.

Tebennî edilen çocuğun nafakası hizane ücreti mütebennîye aid olmaz. Bu çocuk ile mütebennî arasında- nıahremiyyet vücude gel­mez.

Fakat bir kimse, mechulünneseb olan, yani: nesebi hiçbir kimse­den sabit ve malûm bulunmayan bir çocuk hakında «bu, benim evlâ­dımdır» deyib yaşı da ona baba olmasına müsaid bulunsa nesebi ken­disinden sabit olur. Çocuk, gerek kendisini tasdik etsin ve gerek etme­sin. Şu kadar var ki, çocuk, mümeyyiz, nefsinden ta’bire kadir ise bu ikrarı tasdik etmelidir. Etmezse nesebi sabit olmaz. İkrar mebhasine de müracaat!..

Bu mechulünenseb, o kimsenin kölesi olduğu takdirde de nesebi sabit olub bu iddia üzerine derhal azad olmuş bulunur. Hindiyye, Bez-zaziyye.

52  – : Zina ile de neseb sabit olmaz.

Binaenaleyh mezniyyeden doğan çocuğun nesebi, bir firaşi sahih sahibi, yani : kadının meşru kocası veya mevlâsı var ise ona aid olur, amma zâniye aid olmaz.

Meselâ : evli bir kadın, zinada bulundukdan sonra en az altı ay­da bir çocuk doğursa veyahut çocuk doğuran kadına «Sen zina etdin, bu çocuk başkasmdandır» veya «fülândandır» diye kocası kazifde bu­lunsa çocuğunun nesebi, kocasından sabit olur, Zâniden sabit olmaz. Ka­dın ile zani bu zinayı itiraf etsinler, etmesinler müsavidir. Kocası bunu istemezse liân yoliyle nefy edebilir. Zani ise liânda bulunan koca, ber-hayat bulundukça, bu çocuğun nesebini iddia edemez. Çünkü koca, belki nefsini tekzib ederek çocuğun nesebini kendisine ilhak eder, çocuk da bu sayede gayrimeşru sayılmakdan, zayi olmak tehlikesinden kurtu­lur. Fakat zevcin nefsini böyle tekzib etmeksizin vefatından sonra zani de çocuğun nesebini zinaya nisbet etmeksizin . «bendendir» diye iddia edebilir. Bu halde neseb, kendisinden sabit olur. Hindiyye, Reddi Muh­tar.

53 – : Kocası olmayan bir mezniyyeden   doğan çocuğu zâııi, zina­ya   nisbet   etmeksizin   «bu,   benim   evlâdımdır»   diye   kendisine   ilhak edebilir; Fakat  «bu, benim zinadan mütevellid çocuğumdur» derse bu­nunla  neseb sabit olmaz.     Çünkü  böyle bir neseb,  çocuk için  mada-melhayat hacalet âver bir şaibe teşkil  eder. Zina fezahatile ilgisi  bu­lunmayan bir masum ise böyle ebedî bir âr ve hicav altında bırakıla­maz.

54 – : Bir kadın, zinada bulunub da müteakiben zâni ile veya başka biriyle teehhülden itibaren daha altı ay    geçmeden bir çocuk doğursa nesebi sabit olmaz. Meğer ki teehhül eden şahıs, zinaya nisbet etmeksizin «bu, benim çocuğumdur» diye iddiada bulunsun. Bu takdirde neseb sabit ve aralarında tevarüs carî olur. Ilindiyye.

55 –  : Bir kimse, mechulünneseb    bir  çocuk hakkında «bu, be­nim fülân hür kadın ile zinamdan mütevellid çocuğumdur» diye iddia, kadın da o kimseyi tasdik etse nesebi, ikisinden de sabit olmaz. Me­ğer ki bir kabile, o çocuğun o kadından doğduğuna şahadet etsin. Bu takdirde nesebi’ yalnız o kadından sabit olur.     Mebsuti Serahsî, Hin­diyye.

56 – : Bir kimse, bir kadının elinde bulunan bir’çocuk hakkında «bu, benim senden nikâhdan mütevellid çocuğumdur» diye iddia, kadın da «bu, zinadan mütevellid çocuğumdur» diye mukabelede bulunsa ne­sebi o kimseden sabit olmaz. Fakat kadın bilâhare «Evet., bu senin nikâ­hından hâsıl çocuğundur» diye itirafda bulunsa nesebi her ikisinden de sabit olur.

Kezalik : çocuk o kimsenin elinde ise yine nesebi kendisinden sabit olur. Hindiyye.

57 – : Bir kimse, bir çocuk hakkında «bu, benim fülân kadın ile olan gayri meşru mukarenetimden hâsıl evlâdımdır» diye ikrar, kadın ise «hayır bu nikâhımızdan mütevellid evladımızdır» diye iddia etse ço­cuğun nesebi, o kimseden sabit olmaz. Meğer ki bilâhare kadını tasdik etsin. Hindiyye. Bu meseleler, Hanefî mezhebine göredir. [53]

 

Sair Mezhebine Göre Sabit Olub Olmayan Bazı Nesebler :

« (Ehnmei selâseye göre zevç ile zevcenin mümkün olan içtimaları ânından itibaren hami müddeti geçmedikçe, başka bir tâbir ile zevceyn arasında müddeti hami içinde içtima kabil olamayacak derecede bir bu”di mesafe bulundukça neseb sabit olmaz. Harikulade bir suretle içtima ih­timali muteber değildir.

Binaenaleyh aralarında bu veçhile içtima imkânı bulunmayan bir şarklı ile garplı arasındaki gıyaben akd edilen bir nikâhdan sonra zuhur edecek çocuğun nesebi sabit olamaz.

Nitekim bir kimse, bir kadını meselâ hâkimin huzurunda nikâh ve yine hâkimin huzurunda derâkab tatlik etse bu kadından ileride do ğacak çocuğun nesebi sabit ve bunun doğmasiyle iddet münkazi olmaz.

Maliki fukahası diyorlar ki : nesebin sübutü için manii şer’î gibi manii aklî, manii âdi de bulunmamalıdır. Mesafenin uzaklığı ise bir manii adîdir. Biı halde neseb, müntefî olur.)

(Zahiriyyeye göre akdi fâsid ile tezevviiv veya temellük edilen ka­dından doğan çocuğun nesebi, bu fesada muttali olmayan zevce veya mütemellike lâhik olursa da muttali olan zevce veya mütemellikle lâhik olmaz. Fesada vâkıf olan şahıs, bu mukarenetden dolayı âhir olacağından hadde müstahik olur. Bu halde çocuk, yalnız anasına lâhik olur. Nite­kim mezniyye hakkında da hüküm böyledir. Elmuhallâ.)

(Elmuğnî’de yazıldığı üzere neseb hususunda Hanbelî fukasamn ak-vali şu veçhiledir :

(1) : Bir  kadın,   kocasının talâk   veya   vefatından   itibaren   dört seneye kadar bir çocuk doğursa iddeti bununla biter, çocuğun nesebi de sabit olur. Meğer ki bu müddet içinde başkasiyle evlenmiş veya vatıy olunmuş veya iddeti hayz ile bitmiş veya başka bir çocuk daha doğur­muş olsun.

Şayed bu kadın, iddetinin hayz ile İnkızasını ikrar edib de sonra en az altı ayda bir çocuk doğursa bunun nesebi zevce lâhik olmaz.

Bu mesele, îmamı Azama göre böyle olduğu gibi imam Ahmed ile İbni Şüreyha göre de böyledir. Fakat İmam Mâlik ile İmam Şafiîye gö­re bu kadın başkasiyle evlenmemiş veya aradan dört sene – ve Mâli-kiyyedendiğer bir kavle göre beş sene – geçmemiş ise çocuğun nesebi zevce lâhik olur.

(2) : Boşanmış veya kocası ölmüş bir kadın, iddeti içinde başka bi­risiyle evlenerek sonra bir çocuk doğuracak olsa şu dört ihtimalden hâli olamaz. :

Birinci ihtimal : çocuk, birinci kocadan mümkinüssübut olur, ikinci kocadan olamaz. Şöyle ki : birinci kocanın ayrılışından dört sene için­de, ikinci kocanın tekarrübünden altı aydan azda doğmuş olur. Bu hal­de nesebi, birinci kocaya lâhik olur. Ve bu çocuğun doğmasiyle birinci kocadan iddet nihayet bulur, kadın ikinci kocası için üç hayz veya tuhr ile iddet bekler

İkinci ihtimal : çocuk, ikinci zevcden mümkinüssübut olur, birinci zevcden olmaz. Şöyle ki: birinci zevcin müfarekatinden itibaren dört sene sonra, ikinci zevcin mukarenetinden itibaren en az altı aydan dört sene içinde doğmuş olur. Bu halde nesebi ikinci zevce lâhik olur. ve ka­dının iddeti bu ikinci zevcden nihayet bulur, birinci zevcine aid iddeti ikmal eder.

Üçüncü ihtimal : çocuk, her iki zevceden de mümkinüssübut olur. Şöyle ki : birinci zevcin müfarekatinden itibaren dört sene içinde ikinci zevcin mukarenetinden itibaren en az altı ayda doğmuş olur. Bu halde ço­cuk, kaiflere gösterilir. Bunlar çocuğun nesebini bu iki zevcden hangi­sine ilhak ederlerse neseb ondan sabit olur, ve ondan iddet nihayet bu­lur. Kadın diğer zevci için iddet bekler.

Şayed kaifler, çocuğun hangi zevce aidiyyetini kestiremez veya her ikisinden olmadığına kail olur veya kaif bulunmazsa kadın, hamlini vaz etdikden sonra üç hayz veya tuhr ile iddet bekler. Çocuğa gelince bu­nun nesebi, Ebubekre göre zayi olur, Ebu Abdillâk ibni Hamide göre çocuğun bulûğuma intişar olunur, baliğ olunca dilediğine intisab-da bulunabilir.

Kaifler, çocuğu her iki zevcede ilhak ederlerse nesebi her ikisinden de sabit olur. Bu halde müktezai mezhebe nazaran kadının iddeti her iki kocasından da nihayet bulmuş olur.

Kaif; ferasetiyle, cismanî alâmetler delaletiyle nesebleri tâyine kadir olan şahısdır. Cem’i : kafedir. Hanefîlerce kaiflere itibar olunmaz.

Dördüncü ihtimal : çocuğun nesebi, her iki zevcden de mümkinüs­sübut olmaz. Şöyle ki : birinci zevcin müfarekatinden itibaren dört se­neden ekserde, ikinci zevcin mukarenetinden itibaren altı aydan ekalde doğmuş olur. Bu halde bunların hiç birine nesebi lâhik olmaz ve bu tak­dirde çocuğun doğmasiyle her iki zevce ait iddet nihayet bulmaz. Artık kadın, birinci iddeti itmam eder, ikinci iddete de yeniden başlar. Vaz’i hami ile başka birisinin mukarenetinden mütehassil bir iddet nihayet bul­muş olur.

(3) : Bir mu*tedde, başkasiyle izdivaç edecek olsa bakılır: eğer her ikisi de iddete ve izdivacın hürmetine vâkıf iseler ımıkarenetleri zina ma­hiyetinde olmuş olur. Binaenaleyh haklarında haddi zina icab eder. Kadın mehre müstahik olmaz, nesebden zevce lâhik bulunmaz. Eğer her ikisi de iddete ve hürmete vâkıf değilse had müntefi, mehr vacib, neseb sabit Dİur. Yalnız kadın vâkıf olduğu takdirde hakkında had lâzım gelir. Ne­seb sabit olur, mehre müstahik olamaz. Bilâkis kadın vâkıf olmadığı hal­de yalnız zevç vâkıf olsa hakkında had lâzım, üzerine mehr vermesi va­cib olur, neseb sabit olmaz. Çünkü bu izdivaç, zevatı meharim ile nikâha müşabih olub bil’ittifak bâtıldır.

(4) : Bir mutalâka, henüz iddeti nihayet bulmadan ve talâkdan iti­baren dört sene geçmeden bir çocuk doğursa nesebi, zevci mutallika lâhik olur, Han bulunmaksızın nefy edilemez. Talâkı bâinden itibaren dört seneden ekserde doğuracak olsa neseb, Hâne muhtaç olmaksı­zın müntefî olur. Çünkü ulükun vukuu, firaşin zevalinden sonra olmuş olur.

Talâk, ric’î olduğu takdirde iddetin inkızasından itibaren dört se­neden ekserde tevelîüd edecek çocuğun nesebi de bu hükümdedir.

Fakat ric’iyyen mutallâkamn, talâkdan itibaren dört seneden ek­serde, iddetin inkızasmdan itibaren dört seneden ekalde doğuracağı ço­cuğun nesebi hakkında iki rivayet vardır. Bir rivayete göre bu neseb, zevci mutallika lâhik olmaz. Çünkü ulûk, talâkdan sonra vuku bulmuş olur. Diğer rivayete göre lâhik olur. Zira mutallâkai ric’iyye, zevce hükmündedir.

(5) : Bir mutallaka, başka kocaya vardıkdan sonra doğuracağı ço­cuğun evvelki kocasından olduğunu iddia etse bakılır: eğer iddetin in­kızasından sonra kocaya varmış veya bainen talâkdan itibaren dört se­ne geçmiş ise çocuğun nesebi, ilk kocasına lâhik olmaz. Bu çocuk, bu kadının ikinci evlenmesinden itibaren altı aydan azda doğmuş ise nesebi ikinci zevce de lâhik olmaz, her ikisinden de müntefî olur. Çünkü bu ne­seb, hiçbirisinden mümkinüsübut değildir. Fakat altı aydan ekserde doğ­muş ise nesebi, ikinci kocadan sabit olur.

Şâye bu çocuk, talâkdan itibaren dört seneden ekalde ve ikinci ni-kâhdan itibaren altı aydan ekserde doğub da iddetin nihayet bulub bul­madığı bilinmezse çocuk kaiflere gösterilir. Bunlar, çocuğu birinci zev­ce ilhak ederlerse ikinci zevcden Hâne muhtaç olmaksızın neseb müntefî olur. Bilâkis ikinci zevce ilhak ederlerse birinci zevcden neseb müntefî olur. Bu halde ikinci zevcin bu çocuğu Han tarikiyle nefy edib edemiye-ceğine dair İki rivayet vardır.

(6) : Bir kimse, kocası bulunmayan bir kadına bir şüphe ile mukare-netde bulunsa doğuracağı çocuğun nesebi kendisinden sabit olur. İmam Şafiînin kavli de böyledir. İmam Ahmed demişdir ki: kendisinden had sâkit olan her kimseye mukarenetinden hâsıl olacak çocuğun nesebi lâ­hik olabilir. Böyle bir kimse, mukarenetinin hüline mu’tekid bulunmuş-dur. Artık nikâhı fâsidde olduğu gibi neseb, kendisine lâhik olabilir. Bu, zina yoliyle olan mukarenetden ayrılır. Çünkü zânî, tekarrübünün hılline mu’tekid değildir.

(7) ; Bir kadına şübhe ile mukarenet vuku bulmakla çocuk doğ^ırun-caya kadar kocası kendisinden i’tizalde bulunsa bakılır: eğer bu mu­karenet, zevcin tekarrüb etmemiş olduğu bir tuhr haline müsadif olmuş ve mukarenetden itibaren en az altı ay tamamında tevelîüd vuku bul­muş ise çocuğun nesebi, mukarenetde bulunan şahsa lâhik olur, zevc­den Hane muhtaç olmaksızın müntefî bulunur. Şu kadar var ki, o şahıs bu mukareneti inkâr ederse bilâ yemîn tasdik olunur. O halde çocuk, zevce la hık olur. Çünkü çocuk, münkire İlhak edilemez. Nesebin kat’ı hususunda zevcin davası da kabul olunmaz.

Fakat bu mukarenet, zevcin tekarrübde bulunmuş olduğu bir tuhr haline müsadif olmuş, çocuk da her ikisinden olabilecek bir müddetde dünyaya gelmiş ise nesebi zevce lâhik olur. Zira çocuk esasen firaşe aid-dir. Bu halde ise firaşdan tevelîüd mümkün bulunmuşdur.

Şayed zevç, çocuğun o şahısdan olduğunu iddia edecek olursa hanbelî fukahasından bazılarına göre çocuk, kaiflere gösterilir. Kaifler onu hangisine ilhak ederlerse nesebi ondan sabit olur. Fakat kaifler bu­lunmaz veya kendilerine iştibah hâsıl olur veya o şahıs mukareneti mün­kir bulunursa çocuğun nesebi zevce lâhik olur. Zira nesebin lûhûkunu iktiza eden sebeb, zevç tarafında mütehakkakdır.

(8) : Gebe olan mutallâka,hamHni vaz etdikden sonra henüz altı ay geçmeden bir çocuk daha doğursa bu çocuğun nesebi de zevci mutal-lıkla lâhik olur. Çünkü bunların tev’em=bir hami oldğu anlaşılmış olur. Fakat aralarında altı aydan ziyade bir müddet bulunursa sebebi zevce lâhik olmaz, Hâne muhtaç olmaksızın müntefi olur. Zira bu çocuk, zevciyyetîn zevalinden ve iddetin inkızasından sonra tekevvün etmiş olur.

(9) : Bir mutallaka, hayz ile iddetini ikmal edib de son hayzinden itibaren henüz altı ay geçmeden bir çocuk doğursa sebebi, zevci mutal­lika lâhik olur. Bu halde çocuğun inkızai iddetden evvel tekevvün etmiş olduğu ve görülen demin bir demi hayz olmadığı anlaşılır. Fakat altı ay geçdikden sonra doğurursa nesebi lâhik olmaz.

Şafiî fukahasının ekserisine göre bu halde de neseb lâhik olur. ‘Çünkü çocuğun zevci mutallikden olması imkân dahilindedir. Neseb ise ımıtan ne sabit olur.

Buna cevaben deniliyor ki: imkân, zevciyyetin» ve iddetin bekası halinde nazara alınır. Bunlardan sonra mücerred imkân, nesebin lû-hukı için kifayet etmez. Belki nefyi neseb hususunda imkân ile İktifa edilir.

(10) : Bir mutallâkamn iddeti, şuhur ile münkazi olub da badehu talâkdan itibaren dört sene İçinde bir çocuğu dünyaya gelse nesebi, zev­ci mutalikden sabit olur. Çünkü bu halde kadının ayîse olmadığı tebey-yün eder. Gebe olduğuna münafîbir hal bulunmuş olmaz.

(11) : Bir kimse, zevcesine hitaben “sen zina etmedin, fakat doğur­duğun bu çocuk benden değildir” dese bunun zevcesine kazf etmiş ol­maz, çocuğun nesebi kendisinden hükmen sabit olur. Şu kadar var ki, kendisi istizah olunur. Eğer zinadan oldğunu söylerse hakkında Han lâzım gelir. Fakat çocuğun kendisine hulkan ve hilkaten benzemediğini kasd etmiş olduğunu ifade ederse söz kendisinin olur, zevcesinin kazf id­diasına bakılmaz.

(12) : On yaşından aşağı bir kocaya zevcesinden doğan çocuğun ne­sebi lâhik olmaz. Fakat on yaşındaki bir   kocaya lâhi’k olur. Kbubekre göre baliğ olmadıkça kendisine  nesebi lâhik olmaz. Çünkü çocuk nut-feden tekevvün eder.   Baliğ  olmayan bir   kimsenin   nutfesi   nüzul  et­mez.

(13) : Tenasül  uzvu ve husyeleri kesilmiş    kimseye zevcesinden doğacak çocuğun nesebi lâhik olmaz. Çünkü bundan inzal ve îlâc mü&-tehildir. Bütün ilim enlinin kavli böyledir. Yalnız husyeleri kesilmiş ol­duğu takdirde de hüküm böyledir.    Zira bu halde de  menî nüzul et­mez. Haııbelî fukahasından bazılarına göre bu halde neseb lâhik olur. Çünkü bundan îlâc = idhal mutasavverdir,  rakik bir mayi,  nazil ola­bilir.     Yalnız uzvi tenasüh* kesilmiş olan kimseye ise  çocuğun nesebi lâhik olabilir. Zira bu halde müsahaka suretiyle nutfenin nüzulü müm­kündür.

Şafiî fukahasımn bu hususda ihtilâfları vardır. İbnül’lebbâne göre bu iki suretde indelcüınhur neseb lâhik olmaz.

(14) : Mücameat vuku bulmaksızın mücerred tenasül cihazına id­hal edilen menî ile lezzet hâsıl, nutfelerin ihtilâtı vaki olmayacağından mü­cerred bununla neseb sabit olmaz. Bunun hilâfına kimse kail olmamışdır. Elmuğnî.) [54]

 

Neseblere Aîd İddialar

58 – : Bir kimse menkûhesinin yanında bulunan bir çocuk hakkın­da «bu, benim oğlumdur» veya kızımdır,    sen bunu benim nikâhımda iken doğurdun» diye iddia, kadın da «hayır bu, benim evvelki kocam dandır, sen beni bu çocuğu doğurdukdan sonra tezevvüc etdin» diye mü-dafada bulunsa söz, o kimsenin olur.

Bilâkis bir kimse, menkûhesinin nezdinde olmayıb kendisinin nezdin-de bulunan bir çocuk hakkında «bu, benim senden başka zevcemden doğ­muş çocuğumdur» dîye dâva, menkûhesi de «hayır bu benim senden mü­tevellid çocuğumdur» diye iddia eylese söz yine o kimsenin olub menkû-hesibeyyinesiz tasdik olunmaz. Hindiyye.

59 – : Bir çocuk zevç ile zevcenin elinde bulunduğu halde zevç «bu, senin evvelki kocandan hâsıl çocuğundur» deyib zevce ise «hayır bu be­nim senden mütevellid çocuğumdur» diye iddiada bulunsa çocuğun nese­bi bu zevcden sabit olur. Hindiyye.

60 – : Bir kadın, elinde bulunan bir çocuk hakkında «bu, benim başka kocamdan hâsıl oğlumdur» diye dâva, kocası da«hayır bu, benim başka zevcemden mütevellid oğlumdur» diye iddiada bulunsa ara­larında nikâh zahir ise ikisinin de sözü kabul edilmez, çocuğun nesebi ikisinden de sabit olmuş olur. Fakat aralarında nikâh zahir değilse söz kadının olur. Çocuk, tekellüme kadir ve nefsinden tâbire muktedir oldu­ğu takdirde ise bunlardan hangisini tasdik ederse nesebi ondan sabit olur. Hindiyye.

61 – : Bir erkek ile bir kadının ellerinde bulunan bir çocuk hakkında erkek «bu, benim başka kadından mütevellid oğlumdur» diye dâva, ka­dın da «hayır bu, benim başka erkekden hâsıl oğlumdur» diye iddia etse çocuğun nesebi, her ikisinden de sabit olur.

Bu, aralarında nikâh, zahir olduğu takdirdedir. Nikâh, zahir değilse aralarında nikâh vukuuna hükm edilir. Hindiyye.

62 – : Bir kimse, bir çocuk hakkında   bu, benim oğlumdur «veya «kızımdır» diye iddia etdikden sonra vefat edib de çocuğun validesi ol­duğu ve müslim, hurretül’asl bulunduğu maruf bulunan bir kadın çıkıb «o kimse benim zevcim idi, bu çocuk da onun firaşmdan hâsıl evlâdım-dır» diye iddiada bulunsa çocuğun nesebi o kimseden sabit ve validesiy-le beraber o kimseye vâris olur.

Fakat bu kadın vâlideliği veya hürriyeti veya o kimsenin vefatı ânında müslime bulunmuş olduğu meçhul bulunursa kendisi vâris ola­maz.

63 – : Bir mu’teddei vefat, hâmil olmadığını söyleyib de ertesi gün hâmil bulunduğunu iddia etse söz, kendisinin olur. Fakat vefatdan itiba­ren dört ay on gün geçdikden sonra «hâmil değilim»    deyib de badehu «ben hâmilim» derse sözü kabul olunmaz.    Meğer ki vefatdan itibaren altı aydan azda çocuk doğursun. Bu halde sözü oîunub iddetinin inkı-zası hakkındaki ikrarı, bâtıl ve çocuğun nesebi müteveffadan sabit olur. Hindiyye.

64 – : Hami müddeti hakkında söz, zevcenindir. Şöyle ki : bir kim­se, menkûhesinin doğurduğu bir çocuk hakkında  «bu, benim nikâhım­dan hâsıl delildir,   çünkü nikâhımız    henüz üç veva dört  ay mukad­dem akd edilmisdir» diye bilâ beyyine iddia, menkûhesi ise «hayır nikâ­hımız altı ay veya bir sene mukaddem akd edilmişdi» diye. müdafaada bulunsa, söz, bilâ yemîn menkuhenin olub çocuğun nesebi sabit olur.

Bu, Tmamı Azama göredir. îmameyne göre kadına yemin teveccüh eder. Müfta bih olan da budur.

Sâyed her ikisi de nikâhın üç veya dört ay mukaddem akdedilmiş olduğunda mütesadık bulunsalar neseb sabit olmaz. Fakat bu tesadük-dan sonra nikâhın tevellüdden lâakal  altı  ay mukaddem akdedildiğine oeyyine ikame edilecek olursa kabul olunur. Bu beyyineyi ikame eden, gerek çocuğun validesi veya sair bir karibi olsun, ve gerek büyüdükden sonra bizzat kendisi olsun müsavidir. Hindiyye.

65 – : Bir kadın, nikâh tarihinden itibaren hami müddetinden ekal-de, meselâ beş ay içinde bir çocuk doğurmakla kocası; nesebi mudb bir sebeb dermeyan ederek «bu çocuk benim evlâdımdır» diye iddia, kadın da «hayır bu, zinadandır» diye müdafaada bulunsa bir rivayete göre söz, zevcin olur. Diğer bir rivayete göre de söz, zevcenindir. Fakat bu çocuk, iki seneden ekserde doğmuş olursa böyle bir ihtilâf takdirinde söz her halde zevcin olur. Hindiyye.

66 – : Bir erkek, bir kadına hitaben «şu   çocuk aramızdaki nikâhı şahinden hâsıl evladımızdır.» diye dâva, kadın da «hayır bu bizim nikâhı fâsidden mütevellid evladımızdır» diye iddia etse çocuuğn nesebi, /ikisin­den de sabit olmuş olur.

Bunun aksine iddiada bulundukları takdirde de hüküm böyledir. Şu kadar var ki, fesadı iddia eden zevç olunca kendisinden fesadın vechi so­rulur, araları tefrik edilir. Bu tefrik, mehr ve nafaka hususunda talâkdan madud -bulunur. Hindiyye.

67 – : Dı’ve – neseb iddiası, dört kısma ayrılır :

(1)  : Dı’vei nâkihdir. Bu, sahih veya fasid suretde nikâha sahih ola­nın neseb idiasıdır.

(2)  : Dı’vei istîlâdır. Bu, bir kimsenin kendi mülkünde iken Eebe olan bir cariyesinden doğan çocuğun nesebini iddia etmesidir. Velev ki bu id­dia zamanında mülkivet zail olmuş olsun.

(3) : Di’vei tahrirdir. Buna «dı’vei mülk» de denir. Bu da başkasının mülkünde iken gebe olan bir cariveden doean çocuğun nesebini bu cari-yeve bilâhare istırâ pîbi bîr sebeble mâlik olan kimsenin iddia etmesidir. Bu iddia zamanında malikiyyet bulunmalıdır. Bununla mümkin olan yer­lerde neseb sabit olur.

(4)  : Dı’vei sübheî mülkdür. Bu. mülk sübhesîne mebni bir coeueun nesebini iddia etmekden ibaretdir. Evlâdın cariyesinden doğan çocuğun nesebini iddia ffibi.

Bu dıVenin sahih olabilmesi için ulûk vaktinden dı’ve vaktine kadar mülk te’vili ve temellük velâveti mevcud olmalı ve cariye bir mülkden diğer bir mülke nakle mahal bulunmalıdır.

68 – : Dı’vei nâkih, sair dıVelerden evlâdır. Dı’vei istilâd da dı’vei tahrirden ve dı’vei şübheden mukaddemdir.  tahrir de dı’vei şübheye müreccahdır.

Meselâ : dı’vei îstilâd île dı’vei tahrir içtima etse dıVei îstimd ter­cih olunur. Meğer ki dı’vei tahrir daha mukaddem vaki olmuş olsun Hindiyye.

Bu esas üzerine aşağıdaki meseleler vesaire tefemi eder :

69 – : Bir kimse, başkasına satıb teslim eylediği cariyesinden ba’-iel’bey’ altı aydan ekserde ve iki seneden ekalde doğacak çocuğun nese­bini iddia etse nesebi kendisinden sabit olmaz. Meğer ki müşteri tasdik et­sin. Bu halde yalnız müşteri dı’vede bulunsa dı’vesi sahih olur. Bu dı’-venin bir dı’vei istilâd olması icab eder. Bununla çocuk, hurrüTasl jlur. Bunun üzerinde müşterinin hakkı velâsı olamaz.

70 – : Yukarıdaki mesele veçhile altı aydan sonra doğan çocuğun nesebini hem bayi, hem de müşteri birlikde veya müteakiben iddia etse­ler yalnız müşterinin dı’vesi sahih olur. îki seneden ekserde doğan ço­cuğun nesebini bayi iddia etse müşteri tasdik etmedikçe sabit olmaz. Tasdik edince de neseb sabit olursa da bununla satış muamelesi bozulub cariye ümmülveled olmuş olmaz.    Çocuk yine müşterinin mülkü olarak kain-. Hindiyye.

71 – : Bir kimsenin başkasına sattığı cariyesi, satış vaktinden iti­baren altı aydan azda bir çocuk doğurmakla o kimse, bunun nesebini iddia etse veya kendisinin bu hususdaki ikrarına iki şahid şehadetde bulunsa çocuğn nesebi kendisinden sabit ve cariye ümmü veled olub satış mua­melesi bozulur. Semenin müşteriye iadesi lâzım gelir. Çünkü bu, bir dı’vei i stil addır.

Bilâkis bu çocuğun nesebini müşteri iddia edecek olsa bu neseb ken­disinden sabit, cariye de kendisinin ümmi veledi olmuş olur. Zira müşte­rinin bu iddiası, bir dı’vei tahrirdir. Bununla çocuk üzerinde velâ hakkı­na malik bulunur.

Fakat her ikisi de böyle bir iddiada birlikde bulunacak olursa bayiin dı’vesi tercih olunur. Aletteaküb iddia etdikleri takdirde ise sabık olan, mürecah olur. Hindiyye.

72 – :Bir kimse, cariyesini kölesine tezviv edib de cariye, altı ay veya daha ziyade bir müddet sonra bir çocuk doğursa nesebi köleden sa­bit olur. Köle nefy etse de bu neseb, müntefi olmaz. Şayed o kimse «bu çocuk bendendir» diye dı’vede bulunsa bu, caiz ve neseb kendisinden sa­bit olmaz. Su kadar var ki, çocuk, bu ikrara mebni azad olur. Cariye de kendisinin ümmi veledi olmuş olur. Fakat    çocuk,  altı aydan mukad­dem   dünvaya   srelirse   nesebi   köleden   sabit  olmaz.   Bu   takdirde   o kimse, bunun nesebini iddia ederse kendisinden sabit olub nikâhın fe­sadına hükm edilir.

73 – : Bir kimsenin grebe olarak satın aldıeı ve daha doyurmadan basVamna sat.tıeı carivesinden doeacak cocupım nesebini o kimsenin ba­bası iddiada bulunsa bu iddiası sahih olmaz. Çünkü ne ulûk ve ne de iddia zamanında mülk bulunmamışdır.

74  – : Bir kimsenin hâmil olarak satın aldığı cariyesinden çocuğun nesebini babası iddia, o kimse de tekzib etse bu iddiası olmaz. Çünkü ulûk, oğlunun mülkünde bulunmamışdir.

75 – : Bir kimsenin cariyesinden doğan çocuğun nesebini o kim­se, sonra da onun babası iddia etse veya birlikde iddiada bulunsalar o kimsenin iddiası evlâ bulunmuş olur. Çünkü o, bir dı’vei istilâddır. Di­ğeri ise bir dı’vei şübhedir.

76 – : Köle, mükâteb veya gayri müslim bulunan bir şahıs, hür ve müslim bulunan oğlunun cariyesinden doğan çocuğun nesebini iddia etse dı’vesi sahih olmaz. Fakat bir müslim, gayri müslim bulunaa o?. lunun cariyesinden mütevellid çocuğun nesebini iddia etse sahih olur

Kezalik: ikisi de gayri müslim bulunsa dı’ve sahih olur. Velev M milletleri muhtelif bulunsun.

77 – : iki kimse arasında müşterek olan bir cariyeden doğan m. cuğun nesebini bu şeriklerden yalnız biri iddia etse nesebi ondan sabit olur. Cariye kendisinin ümmi veledi olmuş olacağından şerikine zatoin olur. Fakat çocuğun kıymeti namına şerikine bir şey zamin olmaz.

78 – : Müteaddid kimseler arasında müşterek olan bir cariyeden doğan çocuğun nesebini bu şeriklerden her biri iddia etse nesebi hep. sinden sabit olur. Velev ki hisseleri mütef avit bulunsun. Cariye ise bun-ların hisseleri nisbetinde ümmi veledleri olmuş olur.

Bu, imamı Azama göredir, imam Ebu Yûsuf e göre bir neseb, ni­hayet iki kimseden, imam Muhammede göre de üç kimseden sabit ola­bilir, ziyadeden sabit olamaz. Hindiyye, Haniyye.

79 – : Bir kimse, bir çocuğun nesebim başkasına nisbet ve izafe etdikten sonra kendisine ilhak etmek iddiasında bulunsa bu iddiası mes. mu olmaz. Fakat hıukarrün leh olan şahıs, bu nesebi kabulden imtina ederek o kimseyi tekzib ederse o kimsenin bilâhare bu iddiası Imamey-ne göre mesmu olur. Ali Efendi fetâvâsı.

80 – : Bir kimse, zevcesine hitaben «sen bu çocuğu doğurmadın belki iltikat etdin» veya «başkasından istiare eyledin» deyib zevcesi de «hayır bu, benim senden hâsıl olan çocuğumdur» dese zevcenin bu iddi-ası, beyyinesiz kabul edilmez. [55]

 

Neseblerin Esbabı Sübutiyyesi Ve Beyyîneuîrtn Tercihi  :

 

81 – : Bîr kimsenin nesebi ya ikrar ile veya beyyine ile sabit olur. ikrar da sarih ile îmâ kısımlarına ayrılır. Binaenaleyh bir kimse, söz söylemeğe kadir olduğu halde söz söylemeksizin îmâ tarikiyle mcc-hulünneseb bir çocuğun nesebini itiraf eylese bununla nesebi kendisin­den sabit olur.

82 – : ikrar ile nesebin sübutu, şu şartların vücudüne  mütevakkıfdır :

(1)  : Mukir; mükellef, yani: âkil ve baliğ olmalıdır.

(2) : Mukir, babalık iddiasında bulunmuş ise, mukarrün lehin ba­bası olacak bir yaşda, oğulluk iddiasında bulunmuş ise, mukarrün lehin oğlu olabilecek bir yaşda bulunmalıdır.

Zahiri hal, mukirri mükezzib olursa neseb sabit olamaz.

(3)  : Mukarrün  leh, başkasından sabitünneseb bulunmamış   olma­lıdır.

(4) : Mukarrün leh, sahih ibareye mâlik, başka tâbir ile nefsinden tâbire kadir ise mukirri tasdik etmelidir.                                              

(5) : ikrara muhalif beyyine bulunmamış olmalıdır.

(6) : Mukir, ikrariyle   başkasına nesebi   tahmilde bulunmamış  ol­malıdır. Bulunursa ikrarı, kendisiyle mukarrün  leh   hakkında muteber olursa da başkaları hakkında muteber olmaz. Kardaşhk, amcalık, dayı­lık ikrarları gibi.

Meselâ : elli yaşındaki âkil bir kimse, otuz yaşındaki nesebi meçhul bir şahıs hakkında «bu, benim oğlumdur» diye ikrar, o şahıs da «evet., bu, benim babamdır» diye tasdik etse, aralarında neseb sabit olur. Velev ki, mukimin sair oğulları veya babası bu nesebi kabul et­mesinler.. Çünkü mukir, bu ikrariyle nesebi bizzat kendisine tahmil et-mişdir. Artık bu ikrar, hem mukir ile mukarrün leh hakmda ve hem . de. sairleri hakkında muteberdir. Bu halde mukir veya mukirrin ba­bası vefat etse mukarrün leh, bunlara şair vârisler ile beraber varis olur.

Fakat bir kimse, bir şahıs hakkında «bu, benim kardaşımdır» veya «amcamdır» diye tasdike mukarin ikrar etdiği halde mukarrin babası veya kardeşleri bunu kabul etmeseler bu ikrar, yalnız mukir ile mukar­rün leh hakkında muteber olur. Başkalarına sirayet etmez. Çünkü bu suretde o şahsın nesebi mükırre değil, mukirrin babasına veya dedesine tahmil edilmiş olur.                                                        

Binaenaleyh böyle bir mukarrün leh, ledelhace mukirden hah” ha­yatında nafaka almaya müstahik olabilir. Amma mukir vefat etse bu mukarrün leh, sair verese ile beraber vâris olamaz. İkrar Mebhasmda (89) uncu mes’eleye müracaat!

83 – : Bir kimse, hali sıhhatinde mâlik olduğu mechulünneseb bir köle hakmda marazı mevt ile mariz iken «bu,    benim   oğlumdur» diye ikrarda bulunsa nesebi kendisinden sabit olarak köle derhal azad olur. Velev ki, başka malı bulunmasın. Velev- ki, kölenin kıymetini mu­hit olacak derecede borcu bulunsun. Kölenin sa’y etmesi, yani: bu bor­cu Ödemek için kazanç sahasına atılması lâzım gelmez.

Köle hakkındaki temellük ile ikrar, mukirrin marazı mevtine mü­sadif oiduğu takdirde de yine neseb sabit olarak köle azad olur. Şu kadar var ki, bu halde mukirrin başka malı yok ise köle, imamı Azama göre kıymetinin siilüsanı nisbetinde sa’ye mecbur olur. îmameyne göre ise, nail olacağı miras mikdarı müstesna olmak üzere bütün kıymeti nis­betinde sa’ye mecbur bulunur.

Mukirrin sülüsi mali, kölenin kıymetine müsaid olduğu takdirde, ise köle, îmamı Azama göre mukirre varis olur, sa’ye muhtaç olmaz, îmameyne göre ise köle, hem varis olur, hem de kendisine isabet ede­cek miras mikdarı müstesna olmak üzere bütün kıymeti nisbetinde sa’ye muhtaç olur. Hindiyye.

84 – : Nese.b hakmdaki ikrardan rücu, sahih değildir. Binaenaleyh bir çocuğun nesebini bir kimse    veya onun varislerin­den herhangi biri tasdik etse bilâhare bundan rücuu, faide vermez.

85 – : Zevç ile zevcenin firaşinden hâsıl çocuğun nesebini nefy hu­susunda bunların ittifak ve te^adükü kifayet etmez. Çünkü neseb, ço­cuğun hakkıdır.  Bu, ancak Hân tarikiyle nefy edilebilir.  Zevceynin bu hususdaki ittifakları, bu hakkı ibtal edemez.

86 – : Neseb, beyyine ile de sabit olur. Şöyle ki  : bir kimse, ne­sebi başkasından bilbeyyine sabit olmayan bir çocuğun nesebini inkâra mukarin iddia eylese bunu iki erkek veya bir erkek ile iki kadın şahidin şahadetleriyle isbat edebilir.

87 – : Ric’iyyen veya bâinen talâkdan veya vefatdan dolayı iddet bekleyen bir kadın, iki sene içinde bir çocuk doğurub da zevci muttalikı veya müteveffa kocasının vârisleri, çocuğun vilâdetini inkâr edecek ol­salar bakılır: eğer zevç, evvelce hamli ikrar etmiş veya hamlin vücudu zahir bulunmuş ise, vilâdet hakkında söz, îmamı Azama göre kadının­dır. Velev ki, iddiasına bir kabile şahadetde bulunmasın.  Aksi takdirde mücerred iddiası makbul olmaz. Bu halde îmamı Azama göre vilâdete iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şahadet etmeleri lâzım gelir. Böyle bir beyyine ikame edilince artık zevcin, veya vârislerin bu tevel­lüdü inkâr etmeleri, yani   : «Senin doğurduğun çocuk, bu değildir» de­meleri kabul olunmaz.

îmameyne göre ise, hamlin vücudu evvelce ikrar edilmiş veya za­hir bulunmuş olsa da vilâdetin vukuu sabit olmaz. Belki müslim, hür, âdil olan kabilenin veya erkeğin şahadetine lüzum görülür. Dürri Muh­tar.

88 –  Kadınların şahadetleri, çocuğu tayin hususunda hüccet ol­maz. Meğer ki başka bir karine bulunsun. Şöyle ki: zevç veya    varisi, çocuğun tevellüdünü itiraf etmekle,’ beraber doğan    çocuğun ibraz edi­len çocuk olduğunu kabul ctmeyib inkâr eylerse bu çocuk, mücerred ka­bilenin şahadetile taayyün etmez. Meğer ki hamlin zuhuru veya zevcin itirafı veya firasiyetin kıyamı gibi bir müeyyide bulunsun.

Bu meselede mücerred kabilenin şehadetinin kifayet edeceğine kail olanlar da vardır. Reddi Muhtar.

89 – : Neseb dâvası,’bir hasım muvacehesinde isbat edilir. Şöyle ki : bir şahıs, ölmüş bir kimsenin oğlu veya babası veya kızı

ve yahut anası olduğunu iddia etse bu dâvasını mahkemede müteveffa­nın vârisi veya garımi veya medyunu veya mûsalehi muvacehesinde beyyine ile isbat eder. Bu neseb iddiasiyle beraber gerek başka bir mal, meselâ miras Veya nafaka iddiasında bulunsun ve gerek bulunmasın müsavidir.

Fakat bir kimse, başka birisi hakkında kardeşlik, amcalık, torun-luk gibi bir şey iddiasında bulunursa bakılır : Eğer miras ve nafaka gibi bir mal sebebiyle bu iddiada bulunuyorsa, hasım muvacehesinde (Jâvası mesrmı olur ve kardeşliğe, amcalığa vesaireye hükm edilir. Bu hüküm, sair kardeşler, amcalar ve saire hakkında da muteber olur. Amma böyle bir mal sebebiyle iddiada bulunmuyorsa beyyinesi mesmu, uhuv­vet vesaireyi isbat mümkün olamaz. Velev ki, müddeaaleyh bu uhuv­veti mukir olsun.

90 –  Neseb hususunda tesamü ile şahadet caizdir. Şöyle ki : biv kimse, bir şahsın nesebine dair yalan yere içtimaları tasa^/vur olunma­yan bir cemaatden malûmat edinmiş olsa bu malûmata binaen onun ne­sebine şahadet edebilir.

Bu, îmamı Azama göredir. îmameyne göre bir kimse, iki âdil şah­sın kendisine vermiş oldukları habere binaen de nesebe şahadetde bu­lunabilir. Fetfa da bu veçhiledir.

91 – : Beyyine ile sabit olan neseb, bütün nâs    hakmda    mute­berdir. Binaenaleyh bu neseb, artık başkasından sabit olamaz. Ve bu ne­seb, başkalarına karşı herhangi bir hususdan dolayı tekrar isbata muh­taç bulunmaz.

92 – : Neseb hususunda nesebi sabit olacak    şahsın nef i  ciheti iltizam olunur.

Binaenaleyh müslim ile gayri müslim arasında müşterek olan bir cariyeden doğan çocuğun nesebini her ikisi de iddia etse müslimin iddi-. ası tercih olunur, şerikine nısıf ukru zamin olur.

Kezalik  : bir hür ile bir köle arasında müşterek olan bir cariyeden doğan çocuğun nesebini ikisi de iddia etse hürrün iddiası müraccah olur. Velev ki hür, gayrı müslim, köle ise müslim olsun. Çünkü çocuk hürriyetini bizzat iktisab edemez. Fakat ileride islâmiyyeti bizzat ka­bul, edebilir.

Kezalik : bir lâkît hakkında müslim bir köle «bu, müstefresem olan fülân cariyeden doğmuş. oğlumdur» diye dâva, hür bir zimmî de «bu, benim zevcem fülâneden mütevellid oğlumdur» diye iddia eylese çocuğun nesebi, hür olan zimmi lehine hükm olunur. Çünkü aksi takdir­de çocuk köle olmuş olur. Hindiyye.

Bütün bu meseleler, müslümanhkda hürriyete ne kadar kıymet ve­rildiğini göstermektedir.

93 – : Baliğ ve âkil olan bir kimse, bir erkek ile bir kadın- aley­hine dâva açarak, «ben bunların oğluyum» diye iddia, başka bir erkek ile kadın da «hayır bu kimse bizim oğlumuzdur» diye dâva edecek ol­salar o kimsenin beyyinesi   tercih olunarak  nesebi   iddia etdiği şahıs­lardan sabit olur.

Hattâ bu kimse, gayri müslim, meselâ Nasranî olub da bir Naa-ranî ile bir Nasraniyyenin oğlu olduğuna dair iki müslim şahid ikame bir müslim ile bir müslime ise, «hayır bu bizim oğlumuzdur» diye bey-yine ikame edecek olsalar yine bu kimsenin beyyinesi tercih olunur. Fa­kat bu kimsenin ikame edeceği şahidler gayri müslim olduğu takdirde müslim ile müslimenin beyyineleri evlâ olur.-Bu suretde o kimse, islâ­miyyeti kabule icbar edilir. Şu kadar var ki, imtinaı-halinde – mürted sayılarak – öldürülmez. Hindiyye.

94  – : Nesebi meçhul bir çocuğun bünüvveti    hakında    zilyet! He hariç beyyine ikame etse zilyedin beyyinesi tercih olunur.. Ve hangi zev­cesinden doğduğunu tayin ve o veçhile beyyine etmiş olunca çocuğun ne­sebi o zevcesinden de sabit olmuş olur. Velev ki zevcesi inkâr etsin. Ni­tekim bu veçhile beyyineyi zevce İkame etdiği takdirde de çocuğun ne­sebi hem kendisinden, hem de kocasından sabit olur.  Velev  ki  kocası inkâr etsin.

95 – : Bir kimse, kendi elinde bulunub    tekellüm, yani   : kendi nefsinden tabire kadir olmayan mechulünneseb bir çocuk hakkında «bu, benim oğlumdur»  diye iddiada bulunsa  nesebi kendisinden  sabit olur. Başka bir şahıs bu veçhile iddiada bulunduğu takdirde de nesebi o şa-hısdan istihsanen sabit olur. Zilyed olan o kimse, bu  müddeîyi gerek tasdik ve gerek tekzib etsin müsavidir.

Fakat bu çocuğun nesebini z\dyed ^e diğer bir şahıs birlikde dâva etse zilyed tercih olunur. Amma müteakiben dâva etseler neseb, sabıka lâhik olur. Hindiyye.

96 – : Bir kimse, elinde bulunan nesebi meçhul bir çocuk hakkın­da «bu, benim oğlumdur» diye bilâ beyyine neseb iddiasında bulunduğu halde haricden başka birisi  «hayır bu, benim oğlumdur» diye beyyine ikame eylese neseb, bu haneden sabit olur. Velev ki zilyed; hür ve müs­lim, hariç ise sümnıî veya köle bulunsun.

97 – ; Bir fakir kimse, bir şahıs aleyhine dâva açarak «bu, benim oğlumdur, nafakamı versin» diye beyyine ikame, o şahıs’da «hayır bu, benim değil,  fülân kimsenin babasıdır»   diye o kimsenin inkârına mu-karin beyyine ikame eylese o fakir kimsenin beyyinesi    veçhile hükm edilerek müdeaaleyhin beyyinesi ibtâl edilir.

98 – : Bir kimse, bir şahıs aleyhine «bu, benim fülân müteveffa zevcemden mütevellid oğlumdur» diye o kadının terikesinden miras ta-leb, müddeaaleyh de «hayır ben fülân kimesnenin zevcesinden mütevel­lid oğluyum»  diye o kimesnenin inkârına mukarin iddia eylese  miras beyyinesi tercih edilerek müddeaaleyhin nesebi, bu müddeîden sabit ol­muş olur..

99 – : Bir kadın, bir çocuk hakkında «bu, fülânenin çocuğudur» diye şahadetde bulunub da şahadet her hangi bir sebeble kabul edilme­diği cihetle bilâhare «bu, benim çocuğumdur» diye  iddia eylese ikame edeceği beyyinesi kabul olunnjaz.  Fakat çocuk büyür de «evet., ben o ‘kadının evlâdıyım» diye beyyine ikame ederse nesebinin o kadından sü-butüne hükm edilir. Bahr, Bedayi, Hindiyye,. Bezzaziyye.

« (Aşağıdaki meseleler, Hanbelî fukahası tarafından nesebe dair beyan olunan mesail cümlesindendir :

(1) : Bir çocuğun nesebini bir erkek ile herhangi bir kadın iddia edecek olsa nesebi ikisinden de sabit olabilir. Çünkü bu iki iddia arasın­da munafat yokdur. Bu erkek ile o kadın arasında nikâhı sahih ile veya şüphei nikâh ile mukarenet bulmuş olması mümkündür.

(2) : Zevç ile zevce, çocuğu nefy suretiyle mülâanede    bulunduk-dan ve nesebin kat’ına hüküm verildikden sonra zevç, nefsini tekzib ede­cek olsa bakılır : eğer nesebi nefy edilen çocuk ber hayat ise veya ber hayat ohnayıb çocuğu ber hayat ise nesebleri o zevce lâhik olur. Hiçbiri ber hayat değilse, nesebleri lâhik olmaz. Binaenaleyh aralarında tevarüs cejeyctn etmez. Çünkü neseb, mevt ile münkati olacağından istilhakı sa­hih olmaz.

Maahaza imam Ahmede göre çocuğun nesebi lâhik plur. Gerek ber hayat olsun ve gerek olmasın ve gerek zengin bulunsun ve gerek bulunmasın.

İmam Şafiî ile Ebu Sevr’in kavileri de böyledir.. Sevrîye göre ise zevç, ber hayat olmayan böyle bir çocuğu istilhakda bulununca bakılır

Eğer mal terk etmiş ise nesebi lâhik olmaz. Çünkü mal için istilhak -iüûiaı neseb, vaki olmuş, oıur. fakat mal terk   etmemiş ise iahiK olur.

(3) : imam Ahmede göre, hamlin nesebini istilhak, sanın değildir, Binaenaleyh Dunu neti de sanıh oımaz. günkü henüz manıyyetı teuyymı etmemişdır.

*’akat imam Şafiîye göre hamlin nesebini nefi, caiz olduğundan istilhakı da caizdir, istilhak edilince de bir daha nefy edilemez. Nitekim vaz’ı hamilden sonraki istilhak hakkında da hüküm böyledir.

(4) : Nesebi meçhul bir lekîtin nesebini iki kimse bilâ beyyine id­dia edecek olsa bunlar kaiflere  gösterilir. Kaifler,  çocuğu bu müddeî-lerden birine ilhak edebilecekleri gibi ikisine de ilhak edebilirler. Bu tak­dirde bu çocuk, onlardan her birinden ayrıca bir evlâd mirasına müs-tahik olur. Fakat bu iki müddeî yalnız bir baba mirasına müstahik olur­lar; Ebu Sevr’in kavli de böyledir.

İmam Şafiîye göre kaifler, çocuğu müddeîlerden yalnız birine il­hak edebilirler. Her ikisine ilhak etmek isterlerse sözleri sakit, yalan­ları zahir olub çocuğun nesebiyle her ikisine de hükm edilemez. Ni­tekim iki valideye ilhak etdikleri takdirde de hüküm, böyledir.

Buna cevaben deniliyor ki : bir kadının rahminde iki erkek nut-fesinin içtimaiyle bundan bu çocuğun tekevvün etmesi caizdir. Fakat bir çocuğun iki kadın nutfesinden tekevvüni mümkin değildir. El-muğnî.

Bazı etibbanın beyanına göre bir mebîz ancak bir hüveynei me-neviyyeye teslim olur. Binaenaleyh bir kadının nutfesinde maddei hayatiyye, iki erkeğin nutfesindeki maddei hayatiyye ile imtizaç ederek bir insan tevellüdüne sebeb olamaz. Olsa olsa bunun neticesinde galatı ta­biat denilen, meselâ : iki başlı bulunan bir çocuk vücude gelebilir. Şu da ilâve ediliyor ki: rahime ilkah, bir hafta içinde müteaddid defa vuku bulur. Bu halde bir hafta zarfında bir veya müteaddit kimselerden bir kadın iki veya daha ziyade çocuğa gebe kalabilir. Bir nutfedeki hüvey-natı meneviyye dahi müteaddit günlerde inkişaf ederek birer hamle se­beb olabilir. Rahmin insidadı, nihayet bir hafta teehhür edebilir, ondan ziyade edemez. Bu insidaddan sonra vaz’ı hami vaki olmadıkça artık rahim, başka bir nutfeyi cezb ederek tfıamle mahal olamaz.

Müctehidler arasında ilmi tıbba da pek güzel âşinâ olan İmam Şafiî Hazretlerinin bu babdaki ifadeleri ise iddet bahsinde sebk et-mişdir.

(5) : Bir lâkitin nesebini İkiden ziyade kimse iddia etdiği takdir­de de sabık mesele veçhile muamele carî olur. Binaenaleyh    böyle bir çocuğu kaifler, meselâ: Uç, dört erkeğe ilhak edecek olsalar nesebi hep­sinden de sabit olur. Bu husus, îmam Ahmed ibni Hanbelden mensusdur. Ebu Abdillâh ibni Hamide göre bu çocuk, nihayet iki kimseye ilhafe edilebilir. Çünkü bu husus, bir eser ile sabitdir, ona iktisar etmesi lâ zım gelir. Kadıya göre de üç kimseden ziyadeye ilhak edilemez.

Buna cevaben deniliyor ki, iki kimseye ilhakı icab eden hal, ikiden ziyadede de mevcuddur. Artık böyle ikiye, üçe kasr etmek tehakküm demek olur. Elmuğnî.

(6) : İki kadın, bir çocuğun nesebini iddia edince   bakılır:     Eğer her ikisinin de bu hususda dı’vesi muteber    değilse    iddiaları    mesmu1 olmaz. Ve eğer yalnız birisinin dı’vesi muteber ise münferid bir müddeî mesabesinde’bulunarak    neseb    kendisine    lâhik olur.. Ve   her ikisinin de dı’vesi muteber ise ikisinin de beyyinesi   dinlenir.    Beyyineleri yok ise ikisi de çocuk ile   beraber kaiflere gösterilir. Bu halde ikisi de bey­yine ikame etse veya kaifler çocuğu ikisine de ilhak  eylese   çocuğun nesebi ikisinden de sabit olur.  Nitekim erkekler hakkında da  hüküm böyledir.

(7) : İki kadından biri bir oğlan, diğeri de bir kız doğurmuş ol­duğu halde her biri kızı değil,  oğlanı doğurmuş olduğunu iddiada bu­lunsa iki ihtimalden hâli olamaz.

Birinci ihtimal: Bu iki kadın ile bu iki çocuk kaiflere gösterilir. Çocuklardan her bir kafenin ilhak edeceği kadına lâhik olur.

İkinci ihtimal : Bu kadınların sütleri etibba ve eshabı vukuf tara­fından muayene edilir. Çünkü erkek çocuğu doğuran kadının südiyle kız çocuğunu doğuran kadının südü tabiatce ve sikletce mütefavetdir. «Erkek çocuğa aid süt ağır, diğerinin südü ise hafifdir» denilmekdedir.

Şayed böyle iki kadın, iki oğlan veya iki kız hakkında münazaada bulunacak olursa yine kaiflere gösterilmeleri lâzım gelir. Elmuğnî..

(8) : İki erkek, bir kadına bir tuhr halinde nesebin lûhukuna se­beb olacak veçhile mukarenetde bulunmakla bir çocuk doğsa da nese­binin her ikisinden olması mümkün bulunsa bunların kaiflere gösteril­meleri lâzım gelir. Kaifler, çocuğun nesebini hangisine ilhak ederse ne­seb ondan sabit olur.

İki kimsenin müşterek bir cariyelerine ayni tuhr içinde mukarenet­de bulunmaları, bir kadına kocasımn mukarenet etdiği tuhr halinde diğer bir erkeğin de bir şübhe ile mukarenet etmesi, iki kimsenin birer nikâhı fâsid ile tezevvüc etdikleri bir kadına bir tuhr halinde tekarrüb etmeleri, bir tuhr halinde zevcinin tekarrübünden sonra tatlik edilib mu’tedde bulunan bir kadma ayni tuhr içinde başka bir erkeğin bir fâsid nikâh ile tekarrüb etmesi, mevlâsı tarafından bir tuhr içinde tekarrüb edilen t»r cariye satılmakla müşterisi tarafından ayni tuhr içinde kablel’istibra mukarenetde bulunulması halleri de bu cümleden-

dir. Eİmuğnî. Demek ki Hanbelîlere göre nikâhı sahih, tercihe medar ol­muyor.

(9) : Bir lâkitin nesebini iki kinişe, bilâ beyyine iddia etdjği halda kaifler bulunmasa veya kaiflerce işkâl vaki olsa veya sözleri müteariz bulunsa veya sözlerine itimad edilmiyecek bir halde bulunsalar bu iki müddeîden biri, mücerred çocuğun suretindeki bir alâmeti söylemesi sebebiyle tercih edilemez. Bu halde neseb, hiç birinden sabit olmaz, Çünkü idiaları, mütearizdir. Bunlardan hiç biri bir hüccete mukarin de­ğildir.

Bu mesele, Ebubekire göredir. Fakat İmâm Ahmedin bir kavline ve Ebu Abdillah ibni Hamide göre bu çocuk baliğ olunca bu . müddeî-lerden hangisine intisabda bulunursa nesebi ondan sabit olur. îmam Şâfiînin kavli cedidi de böyledir. Kavli kadimine göre çocuğun temyiz yaşma kadar intizar olunur. Çünkü insan, tab’an karibine meyi eder, başkasına meyi etmez. Maahaza bu çocuk, mechulünnesebdir, ikrara ehil olduğu bir halde ikrar eder, mukarrünleh de kendisini tasdik ederse ne­sebi ondan sabit olur. Nitekim müddeînin münferid olduğu takdirde de hüküm böyledir.

Buna cevaben deniliyor ki : bir kimsenin karibine meyi etmesi, onun karabetine muttali oldukdan sonra vaki olur. Meylin sebebi, bu ıtüîâdır. İnsan; bazan kendisine ihsan edene, bazan da ahlâkça en gü­zel veya malca en ziyade olana temayül gösterir. Binaenaleyh ne­sebe delâlet hususunda meylin tesiri kalmaz, ikrara gelince bu da her vakit halâl olmaz. Çünkü babasından başkasına intisab iddiasında bu­lunan şahsa tarafı nebeviden lanet olunmuşdur. Böyle bir meçhulün ne­seb ise babasının kim olduğunu kestiremez ki, bu ikrar ve tasdiki caiz olsun.

Maahaza bu intisaba kail olanlara nazaran lâkît, bu müddeîlerden birine intisabda bulunsa da sonra bundan nesebini nefy ederek diğer müddeîye intisabda bulunsa veya her ikisine <}e intisabım nefy eylese bu riefiy iddiası artık kabul edilemez. Çünkü evvelki ikrar ve tasdikiyle nesebi sabit olduğundan artık rücuu kaıbul olunamaz. Nitekim nesebi iddia eden tek bir kişi olduğu takdirde de tasdikten sonra nefy ve inkâr, muteber olmaz.

Fakat lâkit, bu müddeîlerden böyle birine intisab etdikden sonra diğer müddeî, beyyine ikame edecek olsa bu beyyine ile amel olunub, intisab bâtıl olur. Çünkü beyyine, kaiflerin kavlini bile ibtal eder. Küf­lerin kavli ise intisabdan mukaddemdir. Binaenaleyh intisabdan sonra kaifler tarafından diğer müddeîye nesebi ilhak edilse intisab yine bâtıl olmuş olur. Çünkü kaiflerin sözleri, beyyine gibi intisabdan daha kuvvet­lidir. Elmuğnî.) [56]

 

ÎKÎNCİ BÖLÜM

 

HIZANE HAKKINDADIR

İçindekiler : Hızanenin mahîyyetî ve kıymet ve ehemmiyeti. Ebe­veynin ilk vazifeleri. Htzaneye kimlerin müstahik oldukları. Rabbül-hızanenin evsaf ve şeraiti. Hızane müddeti. Hızanenin mekânı. Hızane için ücretin lüzum ve ademi lüzumu. Hızane ve çocuk hakkındaki ihti­lâflar, dâvalar. [57]

 

Hızanenin Mahiyyeti Ve Kîymet Ve Ehemmiyeti :

100  – : Hızane  kelimesi, îûgatde cenb  yan     mânâsına    olan «hızn»  lâfzından  alınmıştır.  Bir kimsenin meûnetini, terbiyesini deruh-de etmek, bir şeyi kucaklamak, bir şeyi bir şeye zam ve ilâve eylemek mânâlarını ifade eder. Bu münasebetle bir Validenin veya ekribadan her­hangi bir kadının veya erkeğin bir çocuğu himayesi altına alarak hıfz ve terbiye etmesine de hızane adı verilmişdir.

islâm hukul’.unda hızane – ıstılah kısmında da yazıldığı üzere – çocukları veya çocuk hükmünde olan mecnun, matuh gibi âcizleri sala­hiyetli olan kimselerin hıfz ve terbiye etmeleri, onların yiyeceklerine ve içeceklerine bakmaları, nezafetlerini, istir ah atlerini temine çalışmaları, kendilerim muzir şeylerden korumaları demekdir.

101  – : Malûmdur ki,  çocuklar  büyük  bir   aciz içinde    dünyaya gelirler. O hükümdeki şahıslar da büyük bir aciz içinde yaşarlar. Bun­lar senelerce bakılmaya muhtacdırlar. Bunları himaye ve siyanet etmek beşeriyetin hayatî,   fıtrî, dinî  bir vazifesidir.     Bahusus çocukların gü­zel bakılmaları, güzel terbiye edilmeleri,  insaniyyete  lâyık âdab ve fe-zail ile muttasıf bir hale getirilmeleri büyük bir vecîbedir. İşte bu cihet­le hızanenin büyük bir kıymet ve ehemmiyeti vardır. Hızane müessese­sini güzelce temin ve idame etmek, medenî bir cemiyet için pek mühim, pek f aideli bir gayedir.

Binaenaleyh islâm hukukunda bu hususa dair pek mühim esaslar vardır. Ezcümle ana ile babanın mütekabil vazifeleri, hakları tayin edil miş, her iki tarafın biri birini mutazarrır etmeksizin çocuklarının nesv-ü nemasına,  terbiyesine nasıl   çalışmakla mükellef oldukları hem  ahlâk, hem de hukuk bakımından tesbit olunmuşdur. [58]

 

Ebeveynin Îlk Vazifeler! :

 

102 – : Bir baba, çocuğunu muayyen bir müddet için hazına adı

nı alan bir mürebbiyeye tevdi etmekle mükellefdir. Bu müddet içinde çocuğun nafakasını, süt ana ücretini ve bazı hallerde hazine ücretini ver­mesi icab eder.

103 – : Bir baba, hızanesi kendisine teveccüh eden çocuğunu ya­nına alıb, beslemekle terbiyesini temine   çalışmakla    mükellefdir.   Bu halde kendisi de çocuğu  sabık  hazinesinden cebren almaya    müstahik olur.

104 – : Bir baba, kazanç çağına ayak basan erkek çocuğunu bir yan’ate, bir ticarete veya ücretli bir hizmete tevdi ve kazancından nafa­kasına sarf   edebilir.   Baba,   mübzir   olursa   çocuğun kazancı bir yedi emine tevdi olunur. Nitekim sair emval ve emlâki hakkında da hüküm böyledir.

105 – : Bir ana, bir mani yok ise, çocuğunu hızanesi altına alarak beslemekle diyaneten mükellefdir, fakat hükmen mükellef   değildir. Me­ğer ki kendisinden başka çocuğa bakabilecek kimse bulunmasın. Nitekim sair hazineler için de hızane, mecburî bir vazife, değildir. Bunlar çocuğu yanlarına alıb terbiye etmekden kaçınırlarsa, cebr olunmazlar.  Fakat çocuğun hazinesi, teayyün ederse, yani   çocuğun bir hazmeden başka hazinesi olacak kimse bulunmazsa veya onun aşağısmdaki hâzineler de hızaneyi kabul etmezlerse o zaman, o muayyen hâzine, hızaneyi kabule mecbur olur. Meğer ki yabancı bir şahıs ile evli olmak bir mania bulun­sun.

106 – : Bir ana, çocuğuna  süd vermeğe  icbar edilemez.    Çünkü bundan mutazarrır, zaafa duçar olabilir. Bununla beraber     validelerin çocuklarına süt vermeleri lüzumu, müftabih bulunmuşdur. Bu, mürüvvet ve diyanet muktezasidır. Zevç ile zevce, nikâha aid maslahatları müşte­reken deruhde etmelidirler ki, nikâhdan maksud olan    faideîer tahak­kuk  etsin. Reza’ da bu Maslahatlar  cümlesindendir. Şu kadar var ki, bundan imtina etdikleri takdirde cebr olunamazlar. Meğer ki başka süt verecek bir kadın bulunmasın.

107 – : Bir çocuğun anasiyle babası arasında zevciyyet kaim ol­dukça anası, vereceği süt mukabilinde ücrete müstahik olmaz.    Çünkü dinayeten mükellef olduğu bir  vazifeyi yapmış olur. Çocuğun  siyanet edilmesi ise kendisinin de menfaati ıcablarmdandır.

Valide, ric’iyyen mu’tedde olduğu takdirde de hüküm böyledir. Fa­kat bainen mu’tedde olduğu suretde iki kavi vardır. Birine nazaran yine ücrete müstahik olmaz. Çünkü mu’tedde bulundukça iddet nafakası ala­cağından artık bu nafaka ile ücreti reza, cem edilemez. Diğer kavle na­zaran alabilir. Zira beynunet ile zevciyyet zail olmuşdur.

108  – : Bir çocuğun anasiyle babası arasmda iddetin   hitamiyle müfarekat tekarrür edince anası ücreti rezaa müstahik olur. Fakat çocuğun babası, ücretsiz veya daha az bir ücretle süt ana bulduğu takdir­de çocuğun validesine reza ücreti vermesi lâzım gelmez, babası fazla üc­ret vermekle izrar edilemez. Şu kadar var ki, tedarük edeceği mürzia, çocuğa anasının yanında süt verir, onu anasından ayıramaz. Bedayi, Dürri Muhtar.

« (Malikî ve Şafiî fukahası diyorlar ki : bir baba için çocuğunun tedibine bakmak, çocuğunu mektebe veya bir san’ate teslim etmek bir vecîbedir. Mevkii’ yüksek olan bir baba, çocuğunu her halde mektebe ve­rir; âdî sanatlere vererek mutazarrır edemez.

Şafiî fuRahasından Mâverdînin ifadesine nazaran şerif, içtimaî mev­kii yüksek olan bir baba, çocuğunu âdî bir sanate verib mutazarrır ede­mez. Çünkü çocuğun hakma riayet etmesi lâzımdır. Bu hususları çocu­ğun validesine havale edemez. Zira kadınlar bu gibi şeyleri teminden âcizdirler. Tuhfetül’inuhtac.)

(Malikîlere göre bir kadın, şerife ise, yani : yüksek bir aileye men-sub olub kendi işlerini bizzat kendisi görmez, hizmetçi kullanır takımdan ise, çocuğuna süt vermeğe cebr edilemez. Böyle bir hareket, âdete muha lifdir. Fakat kadın, aşağı tabakadan ise cebr edilebilir. Bedayi.)

(İmam Şafiî ile imam Ahmede göre bir kimse, çocuğunu dilediği bir süt anaya verebilir. Meğer ki validesi, bizzat süt vermek istesin. O halde başkasından eîıak olur. Velev ki bir ecri misi talebinde bulunsun ve aralarında zevciyyet gerek kaim olsun ve gerek mutallâka bulunsun ve gerek şerife bulunsun ve gerek bulunmasın.

Şaifî fukahasına göre bir kimse, kendi zevcesini çocuğuna süt ver­mek için isticar edemez. Çünkü zevcenin menafii kendisine aiddir. Bu menafiin   bir kısmı    hakkında   onu isticar etmesi   caiz    değildir.. El-

muğni.)

(Hanbelîlere göre bir mutallâka, çocuğuna bir ecri misi mukabilin­de süt vermek istediği halde zevci mutallıkı, çocuğu başka süt anaya teslim etmek isteyince bakılır : Eğer bir ecri misi ile veya daha ziyade bir bedel ile teslim edecek ise buna müsaade olunmaz. Fakat çocuğa te-berrüan veya ecri mislinden noksan bir ücretle süt verecek kimse var ise o halde zahiri mezhebe nazaran çocuğu validesinden alabilir. El-muğnî.)

(îbni Ebî Leylâ ile Hasan ibni Şaline göre bir erkek, zevcesini ço­cuğuna süt vermeğe cebr edebilir. Ebu Sevrin kavli de böyledir.)

(Zahiriyyeye göre de bir kadın için hurre olsun, cariye olsun, za-tüzzevc bulunsun bulunmasın çocuğuna süt vermesi bir vecibedir. Ve­lev ki, yüksek bir aileye mensub olsun, buna cebr olunur. Meğer ki mu­tallâka bulunsun. O halde zevci mutallikinden olan çocuğuna süt verme­ğe mecbur değildir. Bu çocuğa babası bir süt ana tedarük eder. Şü kadar var-ki, çocuk başkasının memesini kabul etmediği takdirde validesi ir-zaına mecbur olur. Ko.cası razı olsun olmasın.

Kezalik : Çocuğun babası ölür veya iflas eder veya mefkud bulu­nursa validesi yine İrza ma mecbur olur. Şayed validesinin südü bulun­maz veya süt vermesi kendisine muzir bulunursa başka bîr süt ana te darük edebilir. Bilâhare ber hayat olub mah mevcut ise babasına reza ücretiyle müracaate müstahik olur. Elmuhallâ.) [59]

 

Hızaneye Kimlerin Müstahîk Oldukları :

109 – . Çocukların hızaneleri, bazı vakitlerde kadınlara, bazı va­kitlerde de erkeklere aid olur. Şu kadar var ki, hızane de asi,plan kadın­lardır. Binaenaleyh hızane hakkı, evvelâ kadınlara teveccüh eder. Çün­kü onlar daha şefkatlidirler. Çocukların terbiyelerine ve onları yanların­da tutmaya daha ehildirler. Bu hak, sonra da erkeklere müteveccih olur. Zira yaşları bir dereceye kadar ilerleyen, çocukların sıyanet ve himaye­sine, mesalihini ikameye erkekler daha ziyade muktedir bulunurlar.

110 – : Bir çocuğun hızanesi, evvelâ validesine aiddir, validesi bu­lunmaz veya hakkı hızanesi bir veçhile zail olursa bu hak, şu tertib üze­re sair kadınlara teveccüh eder : Ananın anası, ananın anasının anası.. babanın anası, babamn anasının anası,   ana baba bir kız kardeş,  ana bir kız kardeş, baba   bir kız   kardeş.   Ana baba bir kız kardeşin   kızı, ana bir kız kardeşin kızı, ana baba bir teyze, ana bir teyze, baba bir teyze, baba bir kız kardasın kızı. Ana baba bir er kardasın kızı, ana bir er kardasın kızı, baba bir er kardasın kızı, ana baba bir    amme, ana bir amme, baba bir amme, ananın ana baba bir halası, ana bir halası, baba bir halası. Sonra.bu tertib üzere ananın ammeleri, babanın    ammeleri.

İmam Muhammed ile imam Züfere ve İmamı Azamdan bir rivayete göre teyzeler, baba bir kız kardeşden ve ondan sonrakilerden mukaddem­dirler. Hattâ îmam Züf ere göre teyzeler babamn validesinden de mukad­demdirler. Çünkü teyzeler, valide mesabesindedirler.

Velhâsıl : Bu kadınlardan mukaddemi var iken muahharına hızane hakkı teveccüh etmez, Meğer ki mukaddemin bu hakkı, lâzım gelen şe­raiti cami olmadığından dolayı sakıt olsun.

111 – : Kadınlardan hızane sahibesi bulunmadığı takdirde hıza­ne hakkı, miras tertibî üzere asabata intikâl eder. Şöyle ki : bir çocu­ğun hızanesi, evvelâ babasına, sonra babasının babasına ve babasının babasının babasına aid olur. Bunlardan sonra da sırsiyle şunlara tevec­cüh eder : Ana baba bir erkek kardaş, baba bir erkek kardaş, ana baba bir er kardasın oğlu, baba bir er kardasın oğlu. Ve bunların bu veçhile oğullan, ana baba bir amca, baba bir amca. ana baba -bir amca oğlu, baba bir amca oğlu, babanın ana baba bir amcası babanın baba bir amcası, dedenin ana baba bir amcası, dedenin batta bir amcası.

112 – : Asabatdan kimse bulunmadığı veya bulunub  da şeraitini cami olmadığı takdirde çocuğun hızanesi, şu tertib üzere mahrem  olan zGvil’erhâme teveccüh eder  :  ananın babası, ana bir erkek .kardaş, ana tir   ^adaşın oğlu, ana bir amca, ana bir dayı, baba bir dayı, ana bir dayı

113 – ; Amca   oğullarının kız çocukları hakkında   hızaneye  salâ­hiyetleri yokdur. Çünkü bunlar, mahrem değildirler; Şu kadar var ki, bir kız çocuğunun amcası oğlundan başka asabesİ ve yukarıdaki mese­lede yazılan mahrem akribası bulunmadığı takdirde hâkim,  münasibini araştırır, bunu emin ve salih görürse çocuğu kendisine teslim eder, gör­mezse emniyetli,    müslüman    bir kadının    yanına    tevdi eder. Zira bu halde veiâyet,    hâkime aid   olacağından   maslahat  icabına riayetde bu­lunur.

114 – : Bazı fukahaya.  göre mevlel’atakanm hakkı hızanesi yok­dur. Fakat diğer bazı fukahaya göre erkek olan çocuk, başka asabası bulunmayınca mevlel’atakesine tevdi edilir. Çünkü mevlel’atake,   asaba-tm sonudur. Buna nazaran kız çocuğu da kadın bulunan mevlâtülataka-ya tevdi olunur.

115 – : Dereceleri müsavi müteaddid hızane sahibleri içtima edin­ce onların en salihi, sonra en vera’lisi, sonra da en yaşlısı tercih olunur.

116 – : Hızane sahibinin hakkı,   bir veçhile   sakıt   olunca hızans hakkı onun dûnundeki kimseye aid olur.

Meselâ : ayni derecede bulunan müteaddid hâzinelerden her biri, çocuğa yabancı olan bir erkek ile evli bulunsa, hepsinin de hızane hakkı sakıt bulunur. Başka, rabbülhazane bulunmadığı takdirde de hâkim, ço­cuğu bunlardan münasib göreseğine tevdi edebilir. Çünkü bunlardan her biri bu halde çocuğa karşı ecnebi kadınlar mesabesinde bulunmuş olur

117 – : Bir maniaya mebni zail olan hızane hakkı, o maniin zevâ-liyle avdet eder.

Meselâ : çocuğa yabancı olan bir şahıs ile evlenmekle hakkı hıza-neden mahrum kalan bir kadın, bilâhare bu şahsın vefatı veya bainen tatliki halinde tekrar b.u hakka mâlik olur.

118 – : Çocukların hızane hususunda bulûğdan evvel ihtiyare sa­lâhiyetleri yokdur.

Binaenaleyh bir çocu’k, hızanesi için anasiyle babasından veya ak-ribasından birini tercih ve ihtiyar edemez. Belki hızanesi kime ai.i işe cnun yanına tevdi edilir. Çocuğa böyle bir muhayyerlik vermekde bir hik met ve maslahat yokdur. Bedayı’, Hindiyye, Reddi Muhtar. «  (MalikÜere göre hızane tertibi şöyledir :

Ana, ananın ilânihaye anaları, ana baba bir teyze; ana bir teyzı ananın teyzesi, ananın ammesi, babanın anası, babanın anasının ilâniha ye analan, babanın babasının anası, baba, kız kardeş, babanın kız kar­deşi = amme, babamn babasının kız kardeşi, babanın teyzesi, ana baba bir erkek kardasın kızı, ana bir erkek kardasın kızı, baba bir erkek kar­dasın kizı, ana baba bir kız kardasın kızı, ana bir kız kardasın kızı, baha bir kız kardasın kızı, bunlardan sonra da hızane hakkı, vasıyye teveccüh eder. Vasiy,. gerek muhtar ve gerek mensub olsun sair .asabatdan mu­kaddemdir. Vasıyden sonra da hızaneye şunlar, sırasiyle müstahik olur­lar. Erkek kardaş, kardasın oğlu, buna valide cihetinden olan dede tak­dim olunur. Amca, amca oğlu. Bunlardan yakın olan, uzak olana tak­dim edilir./ Daha sonra hızane hakkı, mu’tika ve mu’tikin nesebden asa-basına aid olur.

Bir mertebede bulunan hızane sahihleri içtima edince eslâhı tak­dim olunur. Şerhi Ebüberek;ât, Kitabülfıkıh AlelmezahibiPerbea.)

(Şaflüere göre hızaneye müstahik olanlar, şu üç halden hâli ola­mazlar :

(1) : Akribadan erkekler ile kadınlar içtima eder. Bu halde hızane hakkı, evvelâ anaya, sonra; ananın ilânihayet analarına teveccüh eder. Şu kadar var ki bunların vâris olmaları şartdır. Binaenaleyh ananın öa basının   anası   hızaneye    müstahik olamaz.    Çünkü o, vâris    değildir. Bunlardan sonra hızane hakkı, babaya, babanın anasına, babanın ana­sının ilânihaye analarına teveccüh eder. Bunların da vârislerden olmala­rı şarttır. Binaenaleyh babanın validesinin babasının validesi hazine ola­maz. Zira bu da vâris değildir.

Bu dört derece sahihleri, yani : ana ile onun anaları, baba ile onun anaları mevcud olmayıb da akribadan sair erkekler ile kadınlar içtima edince evvelâ kadınlar, sonra da erkekler derecei karabetlerine göre sı­rasiyle hîzaneyi haiz olurlar.

 Meselâ : bir çocuğun erkek kardeşleriyle kız kardeşleri ve teyzele- ammeleri içtima etse evvelâ kız kardaşları, saniyen erkek kardeş­leri, salisen teyzeleri, daha sonra da ammeleri hizanesine müstahik olur­lar. Bunlar, karabetçe müsavi olunca aralarında kur’a’ atılır.

(2) : Akribadan yalnız kadınlar içtima ederler. Bu halde    hızane tertibi şöyle olur : Ana, ananın anaları, babamn analan. kız kardeş tev-ze, kız kardeşin kızı, erkek kardeşin kızı, amme, teyzenin kızı. ammenin Vıza, amcanın kızı, dayının kızı,’bunlardan sakik = ana baba bir olanlar. olmıvanlara, baba bir olanlar da ana bir olanlara takdim olunur. îmam Safilnîn kadîm kavline nazaran kız kardeşler ve teyzeler, ceddelere tak­dim edilir.

 (3) : Ekribadan yalnız erkekler içtima ederler. Bu halde hızane tertibi, §u veçhile olur: Baba, babanın, babası, ana baba bir erkek kar-deg, baba bir erkek kardeş, ana bir erkek kardeş, ana baba bir veya baba bir erkek kardeşin oğlu, ana baba bir amca, baba bir amca, ana baba bir amca oğlu, baba bir amca oğlu. Şu kadar var ki, amca oğluna müştehat olan kız çocuğu teslim edilmez. Çünkü bu, gayri mahremdir. Bu takdirde çocuk, bir sikaya, meselâ amcası oğlunun kızına teslim jdi-lif. Amcası oğlu da buna muavenet eder.

Şaf illerden bazılarına göre babalar ile dedelerden başka asaba tın hakkı hızaneleri yokdur.

Mecnune olan bir kadının validesiyle kızı bulunsa validesi kızma, kızı da cedelerine takdim olunur. Mukarenete mütehammil genç vs evli bir çocuğun hızanesi hususunda ise kocası, başkaları üzerine takdim ^di-lir. Tuhfetülmuhtac, Elmuğnî, Elmezahibül’erbea.)

(Hanbelîîere göre de hızane tertibi, şu veçhiledir: Ana, ananın ana­sı, ananın anasının anası, baba, babanın ilânihaye anaları, ced, ceddin anaları, ana baba bir kız kardeş, ana bir kız kardeş, baba bir kız kardeş, ana baba bir teyze, ana bir teyze, baba bir teyze, ana baba bir amme, ana bir amme, baba bir amme, ananın teyzeleri, babanın teyzeleri, babanın ammeleri, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları, amcaların kızları, ammelerin kızları, ananın amcalarının kızla­rı, babanın amcaları kızları. r Bunlardan evvelâ ana baba bir olanlar, sonra ,ana bir olanlar, daha sonra da baba bir olanlar hızaneye müsta-hik olurlar.

Kız çocuğu üzerinde amca oğlunun, ve babamn amcası oğlunun hakkı hızanesi yokdur. Çünkü bunlar mahrem değildirler. Süt yoliy-le mahrem olanlar da hızaneye müstahik olmazlar. Elmezahibül’erbea.)

Zevil’ermame gelince bu hususda imam Ahmedden iki kavi riva­yet olunmuşdur. Bir kavle göre bunlar, hızane hakkına asla mâlik de­ğildirler. Asabatdan kimse bulunmayınca çocuğun muhafazası hâkime intikâl eder. Diğer kavle göre asabatdan kimse bulunmayınca dayı, ana bir kardeş, ananın babası, kız kardaşm oğlu gibi zevil’erhamdan bulunanlar da hızaneye müstahik olurlar. Bu kavi, evlâdır. Çünkü bun­lar ile çocuk arasında karabet mevcuddur, tevarüs carî olabilir. El­muğnî.)

(Zahiriyyeye gelince, bunlara göre de erkek ve kız çocuklarının fehm ve temyiz ile, sıhhati cism ile baliğ olacakları zamana kadar hı-zanelerine anaları başkalarından daha haklıdır. Anaları gerek hurre ve gerek cariye olsun ve başkasiyîe gerek evli bulunsun ve gerek bulun-‘ masın. Ve çocukların babaları, bulundukları beldeden başka bir yere gerek- rıhlet eylemiş olsun ve gerek olmasın. Cedde  de  valide demekdir. Bir valide, dinî ve dünyevî hususlarda emîne değilse çocuğu hak­kında din ve dünya itibariyle ahvet olan men lehülhızaneye bakılır. Ve­lîler, salâhı halde müsavi oldukları takdirde evvelâ valideler ile ceddebr, sonra babalar ile cedler, sonra erkek ve kız kardeşler, daha sonra ak-rebiyyet itibariyle diğerleri hızaneye müstahik olurlar. Gayri müslim olan analar, müslim olan çocukları hakkında reza müddeti içinde hıza-ne hakkına mâlik olurlar. Bu çocuklar, reza’dan müstağni olub fehim ça-gına varınca hızaneleri analarında sakıt olur. Fâsikalar hakkında da hü­küm böyledir. Elmuhalla.) [60]

 

Men Lehülhazanenin Evsaf Ve Şeraiti :

119 – : Hızaneye müstahik olanlardan yalnız kadınlarda, yalnız erkeklerde ve her ikisinde aranılacak bazı evsaf ve şerait vardır. Aşa­ğıdaki meseleler, bunları göstermektedir.

220 – : Hâzine olacak kadın, çocuğun zatı rahmi mahremi olma­lıdır.

Binaenaleyh amice ve amme kızlarının, dayı ve teyze kızlarının esasen hakkı, hızaneleri yokdur. Çünkü bunlar, çocuğa mahrem değil­dirler.

Kezaük : süt valideler, süt kardeşler de hızane hakkına mâlik ola­mazlar. Zira buular mahrem iseler de zatürrahm değildirler

221 – : Hâzine, çocuğa yabancı olan bir şahıs ile evlenmemiş ve çocuğa buğz edecek kimseler ile bir arada ikamet etmekde bulunmamış olmalıdır.

Binaenaleyh bir çocuğun anası veya sair bir hâzinesi, bir yabancı ile evlenince hakkı hızanesi sakıt olur. Gerek duhul bulunsun- ve gerek bulunmasın. Çünkü aksi takdirde çocuk, zillete ve i’tisaaf maruz kala­bilir. Fakat çocuğun zî rahmi mahremi olan bir şahıs ile, meselâ amca-siyle evlenmiş olursa hakkı hızanesi sakıt olmaz.

Kezalik : babası ölmüş bir çocuğun anası, yabancı, yani : çocuğun neseben mahremi olmayan bir kimse ile evlendiği halde bu çocuğu – malından nafakası için sarf etmeyib – kendi yanında meccanen bes­leyeceğini deruhde etdiği takdirde bu çocuğu bir mal mukabilinde imsak ve terbiye etmek isteyen vesîsine tercih olunur. Zira bu suretde çocuğun malı ikba edilmiş olur.

Hızane hususunda çocuğun menfaati gözönünde tutulmak, ona gö­re fetva vermek hikmet ve maslahat muktezasıdır. Çok kere bir üvey baba, refikasının hatırına riayet veya nzai ilâhîyi isticlâb için bir ço­cuğa ekribasmdan daha iyi bakabilir ve çocuğun karibine verilmesinde bazı ahlâkî, ailevî mahzurlar melhuz olabilir. Bu halde çocuğu validesin-defe almak, caiz olmaz. Reddi Muhtar.

122  – : Hâzine, hurre olmalıdır.

Binaenaleyh cariyeler, müdebbere veya ümmi veled olsalar da hı­zaneye müstahik olmazlar. Çünkü hızane, bir nevi velâyetdir. Bunlar ise velayete ehil değildirler ve efendilerinin hizmetlerile meşgul bulunur­lar.

Mükâtbenin kitabetden mukaddem doğurmuş olduğu çocuğu hak­kında hüküm böyledir. Bu gibi cariyelerin çocukları rakik iseler hıza­ne ve himayeleri mevlâlarına aid bulunur. Babaları gerek hur olsun ve gerek olmasın. Bu çocukların valideleri câriye, kendileri hür oldukları takdirde ise hızaneleri hür olan akribalarına.aid olur. Validelerinin mev-lâiarına aid olmaz.

123 – : Hâzine, müslime veya zimmiyye olmalıdır. Binaenaleyh harbi yy elerin, mürteddelerin  bir müslirn veya   zimmî

hakkında hızaneye istihkakları yokdur. Mürtedde, dari harbe iltihak etmiş olsun olmasın.

Fakat bir müslim çocuk için kitabiyye bulunan bir zimmiyye hâzi­ne olabilir. Bu hakkın sübutü için ihtilâfı din, mani değildir. Çocuk hakkındaki şefkate bu ihtilâf mani olmaz. Şu kadar var ki, böyle bir çocuk, zimmiyye bulunan hâzinesinin yanında aklı kesinceye, edyanı teakkul edecek bir çağa gelinceye kadar bırakılır. Aklı kesince ondan alınır, tâ ki gayri müslimlerin ahlâk ve etvariyle tahallûk etmesin. Bu müddetin yedi yaşla takyidi münasib görülmektedir.

Kezalik : Müste’men olan harbîler arasında da hizane hakkı carî olur.’

124 – : Çocuğun babası mu’sir olub sair mahremlerden biri tara­fından bakılması meccanen  deruhde edildiği  takdirde  hâzin?, .ücret is­temeksizin çocuğu kabul etmelidir. Binaenaleyh bu halde hâzine, ücret isterse çocuğu yanına cebren alamaz.

125 – : Rabbülhızane olacak erkek, asabadan veya mahrem olan zevil’erhamdan olmalıdır. Binaenaleyh  asabadan ve  mahrem rahim  sa-hiblerinden bulunmıyan erkekler, hızaneye müstahik olamazlar.

126  – : Asabadan bulunan erkek ile hizanesinde bulunacak çocuk arasında din ittihadı bulunmalıdır.

Binaenaleyh müslim bir çocuk hakkında gayri müslim bulunan er­kek kardeşinin ve emsalinin hakkı hızanesi olamaz. Çünkü ihtilâfı dip, ta’sibe manidir. Bu halde gayri müslim bir çocuğun biri müslim, diğeri gayri müslim iki kardeşi bulunsa hızanesi gayri müslim olan kardeşi­ne aid olur.

127 – : Men  lehülhazane, âkil,   baliğ, emîn,  hiyanetden beri, ço­cuğu siyanete kadir bulunmalıdır.

Binaenaleyh çocukların, mecnunların, matuhların ve  sui   ahlâk sahibi olub emin olmıyanların, yani   : fisk ve fücur ile me’lûf olan, çocu­ğun ziyama meydan verecek bir halde Ötede beride dolaşıb duran kim­selerin hızaneye istihkakları olamaz.

Kezalik : çocuğun hayatına veya mallarına hiyanetde bulunacak kimselerin ve çocuğu evde bırakarak dışarıda kabilelik, deilâklik, gas-salelik, mugaııniyyelik gibi işlerle mütemadiyen meşgul olan kadınla­rın, işrete mübtelâ olmak gibi bir sebeble çocuğu yalnız bırakıb ziyama bais olacak erkeklerin hızaneye hakları olamaz. Bu takdirde çocuğun bp.şka men lehülhızanesi bulunmadığı takdirce hâkim tarafından emin, sika, munsıf bir kadının nezdine tevdi edilmesi iktiza eder Hindiyye, Bahri Raik, Dürri Muhtar.

(Malikîlere göre hızaneye istihkakın şartlar, şunlardır  : Men lehülhızane;  âkjl,  reşid, hıffeti  akilden biri, mahzunenin ida­resine kadir, mahzuneyi ‘içinde hıfz edecek bir mekâne mutasarruf, dî­nen emîn, sarı hastalıklardan salim,  gayri mahrem  bir zevcin  medhu-lün bihası olmakdan hâli olmalıdır.

Men lehülhızane, erkek ise yanında çocuğa bakacak zevcesi, cari­yesi veya hâdimesi gibi bir kadın mevcud ve kendisi mukarenete müte-hamil olan mahzuneye nazaran mahrem bulunmalıdır.

Binaenaleyh mecnunların, mübzirlerin, hafifül’akl olanların, âciz, şeyhuhet sinnine vâsıl olub yanlarında çocuğa bakacak kimseleri bu­lunmayanların, müştehat olan bir çocuğu içinde tutacak mekâna rauta-tarruf olmayanların, fâsik olub müskirat kullanan veya zina île müş-tehir bulunan veya cüzam, beres gibi âhat ile musab olan kimselerin hızaneye istihkakları yokdur. Velev ki, çocukda da bu hastalık bulun­sun. Çünkü ikisinin içtima ve inzimamiyle hastalığın artmasından kor­kulur.

Men lehülhızane, inkâr vukuunda emîn, sui ahlâkdan berî olduğunu isbat edebilmelidir.

Men lehülhızanede islâmiyyet şart değildir. Bir müslim çocuğa gay­ri müslim hâzm veya hâzinesinin şarab içirmesinden veya hınzır eti ye-.dirmesinden korkulursa bu,  iki   müslümamn nezaret  ve   murakabesine tevdi edilir. Kendisinden çocuk nez’  edilmez.  Bu hususda kitabiyye ile mecusiyye arasında fark yokdur.

Müştehat bir çocuğun amcası oğlu, emîn olsa da hizanesine müs-tahik olmaz. Çünkü mahremi değildir. Meğer ki validesiyle teehhül et­miş olsun. Şerhi Muhtasarı Ebizziya, Elmezahibül’erbea.)

(Şafiîlere göre de hızaneye istihkakın şartlan, şunlardır: Men lehülhızane;  âkil, hür, müslim, afif, emîn, ve mümeyyiz olan mahzunun beldesinde mukim, çocuğun mahremi olmayan bir erkek ile gayri mütezevvic, kendisine elem verib çocuk ile iştigale mani olacak arızalardan ve cüzam, beres gibi sirayeti melhuz hastalıklardan salim olmalıdır.

Binaenaleyh mecnunların, rakiklerin, müslim çocuklara nazaran gayri müslimlerin, namazı terk sebebiyle de olsa fâsiklerin ve herhangi bir işde hain olanların hızaneye istihkakları yokdur.

Hâzine, mahzunun mahremiyle, meselâ: amacasiyle evlense onun rızasile hakkı hızanesini muhafaza eder. Kezalik: hane işlerini tedbir edib başkaları vasitasiyle gördüren bir hâzinenin bizzat iş görmemesi de hakkı hızanesini iskat etmez. Tuhfetül’muhtac, Elmezahibül’erbea.)

(Hanbelîlere göre de hızane hususunda şu şartlar aranır:)

Men lehülhızane, âkil, hür ve müslim çocuğa nazaran müslüman olmah, âma ve zaifülbesar olmak gibi bir suretle âciz veya ebres, ec-zem bulunmamalı. Çocuğun mahremi olmayan bir erkek ile evli ol­mamalıdır. Aksi takdirde hakkı hızanesi sakıt olur. Rakikin, fâsikin yabancı ile evli bulunan kadının hızaneye salâhiyeti yokdur. Hızaneye mani olan hal zail olunca hızane hakkı avdet eder. Neylülmârib, Elme­zahibül’erbea.) [61]

 

Hızane Müddeti:

128 – : Kadınlara aid hızane müddeti, çocukların erkek olub of-madıklarına göre tebeddül eder. Şöyle ki: erkek bir çocuk, kendi ba­şına yiyib içecek, istincada bulunabilecek bir hâle gelinceye kadar hâ­zinesi olan kadının yanında bulunur, bu müddetden sonra velîsine iade edilir. Bu müddet, bazı zatlara göre yedi, bazı zatlara göre de sekiz veya dokuz seneden ibaretdir. Müfta bih olan, yedi senedir.

Kız çocuğuna gelince bu da validesinin veya ceddesir.in yanınau âdet görünceye ve İmam Muhammedden bir rivayete göre müştehat •oluncaya kadar bırakılır. Müfta bih olan da budur. Sair hazinelerin yanında da müştehat oluncaya kadar kalır. Müştehat olmanın meb­dei dokuz yağdır. On bir yaşındaki bir kız ise her halde müştehat sayı­lır.. Erkek çocuklar ile kız çocukları arasındaki bu fark ise şundan ne­şet etmekdedir:

Erkek çocuklar, kendi işlerini kendileri yapabilecek bir cağa ayak basınca tedibe, ricalin ahlâkile tehaîlûka, ilm ve sanat tahsiline muh­taç olurlar. Bu hususları temine ise babaları, dedeleri daha ziyade muk­tedirdirler. “Kız çocukları ise böyle değildirler. Onlar kadınlara mahsus âdab ile tehaîlûka, ev işlerini teallüme, daha şefkatli, emîn bir nezaret altında bulunmaya muhtacdırlar. Bu cihetleri temine ise valideleri da­ha muktedirdirler. Şu kadar var ki, âdet görmeğe veya büîûğ çağına yaklaşmaya başlayınca babalarının, dedelerinin siyanet ve himayelerine

daha ziyade ihtiyaç görülür. Binaenaleyh bu halde onlara iadeleri icab eder.

129 – : Ana ile ceddeden  başka hâzinelere gelince    gerek erkek

ve gerek kız çocukları kendi başlarına yiyib içebilecekleri,  elbiselerini giyebilecekleri vakte kadar onların hızanelerinde bırakıhdar. Sonra ba-balarına veya sair velîlerine iade edilirler.-Bu müddet, kızlar hakkında dokuz yaş ile, yani : müştehat devresinin mebdei ile mukayyed demek-diı^  Çünkü bu kabil hâzinelerin bu çocukları istihdama velayetleri ol­madığından bunların te’diblerini hakkiyle   temin edemezler, bu yüzden bir mesuliyete maruz kalmaları melhuzdur. Binaenaleyh bunları baba­larına veya sair velîlerine iade etmeleri lâzım gelir.

130 – : Erkeklere aid  hızane  istihkakı   müddetine  gelince   erkek çocuklar, baliğ oluncaya kadar babalarının,  dedelerinin    vesair    velîle­rinin hızanesi altında bulunurlar. Sonraki âkil, emîn, güzel idareye mâ­lik  bulunurlarsa istedikleri yerde ikamet  edebilirler. Şu  kadar var ki, babalarından, dedelerinden ayrılmamaları müstahsendir.

Fakat bu erkek çocuklar, mecnun, matuh, gayri me’mun bir halde baliğ olurlarsa sebilleri tahliye edilmez. Babalarının veya sair velîlerinin yanında kalmaya mecbur tutulurlar.

131 – : Kız çocukları,  hâzinelerinden  alındıkları    tarihden  itiba­ren baliğe oluncaya kadar her halde babalarının veya dede, kardeş gitfi sair velîlerinin yanında bulunmaya mecburdurlar. Baliğe olunca da ba­kılır : eğer bikr oldukları halde me’mune, ,güzel reye mâlike iseler iste­dikleri yerde sakin olabilirler. Fakat  bu vasıflan haiz olmayıb  kendi­lerinden korkulacak bir halde   iseler serbest bırakılmazlar. Kocaya va­rıncaya kadar babalarının veya sair emin velîlerinin yanında ikamete mecbur tutulurlar.  Çünkü bunların ahlâk ve âdabını sıyanet ve kendi­lerini ecanibin enzan ihtirasından muhafaza için babalarının vesair ve­lîlerinin himayesinde bulunmalarına ihtiyaçları vardır.

Bunlar seyyib oldukları takdirde ise babalarının, dedelerinin ya­nında bulunmalarına cebr ediİemez. Şu kadar var ki, bunlardan ayrıl­mamaları r üstahsendir. Nefisleri hakkında gayri me’mune iseler bun­lar da babalarının ve dede, amca gibi sair mahrem velîlerinin yanında ikamete mecbur olurlar, sebîlleri tahliye edilmez. Bunların babaları ve­ya sair mahrem velîleri gayri emîn, sui ahlâk ile muttasıf oldukları tak­dirde ise, bunlar hâkim tarafından emîn, sika kadınların yanlarına tev­di edilirler. Hindiyye, Düri Muhtar, Reddi Muhtar.

 (Malikîlere göre hızane müddeti, erkek çocuklar için vilâdetleri tarihinden baliğ oluncaya kadardır. Kız çocukları için de kocaya varıb medhulün biha oluncaya kadar devam eder. Binaenaleyh bir erkek çocuğunun hızanesi validesinin yanında baliğ oluncaya kadar devam edib badehu sakıt olur. Kızların zifafları da validelerinin hanelerinde yapı­lır, velev ki babaları razı olmasın. Muhtasarı Ebizziya şerhi, Muhamme-dil’hırşî.

(Şafülere göre de mecburî olan hızane müddeti, çocuğun sinni tem­yizine kadardır. Bir çocuk, mümeyyiz bir hâle gelince babasiyle anası arasında muhayyer olur, hangisini ihtiyar ederse onun yanında kalır. Kezalik : anasiyle dedesi arasında veya sair karibleri araâında ve baba­siyle ana bir kız kardeşi veya teyzesi arasında muhayyer olur, bunlar­dan birini ihtiyar etdikden sonra diğerini de ihtiyar edebilir. Bu ihtiya­rı tekerrür de edebilir. Şayed hiç birini ihtiyar etmezse aralarında kur’a keşide edilir.

Kız çocuğu, validesini ihtiyar ederse daima onun yanında kalır. Babasını ihtiyar ederse validesini ziyaretden men edebilir. Bu (halde validesi gelib çocuğunu âdet veçhile ziyaret edebilir. Hasta olursa va­lidesi tarafından babasının hanesinde ve razı olmazsa kendi hanesinde bakılır.

Erkek çocuk, validesini ihtiyar edince geceleri validesinin, gün­düzleri de babasının yanında ikamet eder. Tâ ki talim ve terbiyesine babası bakabilsin. Eîmuğnî, Elmezahibül’erbea.)

(Hanbelîlere gelince bunlara göre erkek ve kız çocukları için hıza­ne müddeti, yedi senedir. Yedi yaşma baliğ olan bir erkek çocuk, ana-siyle babasının ittifakları halinde bunlardan herhangi birinin yanında kalabilir. Münazaaları takdirinde ise bu çocuk muhayyer olur. Şu ka­dar var ki, çocuğun bu ihtiyarı, kendisinin serbest bırakılarak terbiye­sine müsamaha gösterileceğine mebnî olmamalıdır. Bu ihtiyarın böyle bir rağbete müstenid olduğu anlaşılırsa buna bakılmaz, çocuk eslâh ola­nın yanında kalmaya mecbur olur.

Erkek bir çocuk, babasını ihtiyar edince gece ve gündüz onun ya­nında kalır, anası gelib kendisini ziyaret etmekden men edilemez. Has­ta olunca da validesi hanesinde ,bakmaya daha haklı olur.

Fakat bir erkek çocuk, anasını ihtiyar ederse geceleri onun yanın­da, gündüzleri de babasının yanında bulunur. Tâ ki babası ona sınaat ve kitabet tâlim etsin, tedibine kıyam edebilsin.

Çocuk, bu ihtiyarım tebdil ve tekrar edebilir. Hiç birini ihtiyar ed-mesşe veya her ikisini de ihtiyar ederse aralarında kur’a atılır. Bilâhare birini ihtiyar ederse ona red edilir.

Kız çocuğuna gelince, bunun yedi yaşma yetişdikden sonra bulûğ ve zifaf zamanına kadar babasının yanında bulunması lâzım gelir. Ve­lev ki, validesi teberrüan hızanesini deruhde etsin. Çünkü hızaneden ga­rez, hıfzdır, buna da babası daha muktedirdir.

Bir kız çocuğu, babasının yanında bulununca gece ve gündüz ken­disiyle beraber kalır. Validesi gelib ziyaret etmekden men edilemez.

Kezalik: bir kız çocuğu validesinin yanında olunca gece ve gün­düz onunla beraber bulunur, babası gelib ziyaret etmekden men olu­namaz.

Babasının hanesinde hasta olan bir kız çocuğu, validesi tarafından bu hanede bakılır. Elverir ki, aralarında zevciyyet kaim değilse halvet vuku bulmasın.

Muhayyer olan bir çocuğun babası, gaib veya hızaneye gayri ehl bulunursa bu muhayyerliği asabası ile validesi arasında carî olur. Vali­desi mevcut olmadığı tadirde de ceddesi validesi makamında bulunur. Elmuğnt, Elmezahibül’erbea.

(Zahiriyyeye göre de, âkil olarak baliğ olan erkek ve kız çocukları nefislerine mâlik olub istedikleri yerde ikamet edebilirler. Fakat işret kullanmak, yabancılar ile ihtilâl ederek perde beyrûn bir halde bulun­mak gibi ma’siyyetlere düşmekden emin bulunmazlarsa babaları veya sair asabeden velîleri veya hâkim veya komşuları bunları men ederek kendilerine nezaret edebilecekleri bir yerde ikamet etdirebilirler.

Bir erkek veya kız çocuğunun hizmetine anası veya babası muh­taç bulunursa bu çocuklar başka bir yere çıkıb gidemezler. Gerek raü-teehhil bulunsunlar ve gerek bulunmasınlar. Ana İle babanın hakları, zevç ile zevcenin haklarından daha vacibdir. Ebeveynin hakları tazyi’ edilemez. Elmuhallâ.) [62]

 

Hızanenîn Mekanı:

132 -: Hizanenin mekânı, esasen zevç ile zevcenin ikamet etmek-de bulundukları mahaldir. Binaenaleyh zevciyyet kaim oldukça ço­cukları kendi yanlarında bulunur.

133 – : Bir kimse, çocuğunu alıb başka bir yere götürmek istese hazinesi buna mani olabilir. Bu hâzine, çocuğun gerek validesi olsun ve gerek olmasın. Çünkü aksi takdirde hâzinenin hakkına tecavüz edilmiş olur. Fakat hâzinesinin yabancı bir kocaya varması gibi bir sebeble ba­basına intikâl eden çocuğu, hâzinesinin bu hakkı avdet edinceye kadar babası başka bir yere götürebilir.

134 -: Boşanmış veya kocası ölmüş olan bir hâzine, iddeti içinde Çocuğu babasının veya sair velîsinin izni olmadıkça başka bir beldeye alıb götüremez. İddeti nihayet bulunca da bakılır: eğer çocuğu götü­receği belde, kendisinin vatanı olub nikâhlarının evvelce akd edilmiş ol­duğu bir mahal ise buna mümaneat olunamaz. Fakat vatanı olmayan veya vatanı olduğu halde nikâhı orada akd edilmemiş bulunan bir ma­hal ise mümaneat olunabilir.

Meselâ: iddeti bitmiş olan bu mutallâka, esasen Edirneli olduğu

halde” nikâhı Bursa’da akd edilmiş ye ahiren İstanbul’da ikamet etmek de bulunmuş ise çocuğunu İstanbuldan alıb Edirneye veya Bursaya gö­türmeğe salahiyetli olamaz. Şu kadar var ki, çocuğun bulunduğu belde ile nakl edilmesi istenilen belde arasındaki mesafe, babasmm bir gun içinde giderek çocuğu görmesine v» daha gece olmadan menziline dön­mesine mani olmıyacak kadar yakın ise buraya nakline mümaneat olu­namaz.

Fakat zahir olan bir kavle göre müteveffa anha hakkında hâkimin içtihadına müracat edilir. Hâkim, maslahata muvafık görürse nakle müsaade eder ve illâ etmez.

135 – : Köyler hakkındaki hüküm de beldeler hakkındaki hüküm gibidir. Şu kadar var ki, bir ihâzıne,  kendi yurdu olub nikâhının akd edilmiş   bulunduğu bir ıköyden başka köylere gocuğunu   nakl. edemez. Velev ki o köy, bulundukları beldeye yakın olsun. Çünkü çocuk, köyde ,ahîâk ve terbiye itibariyle mutazarrır olabilir.

136 – : Bir müslimin veya  zimmînin  menkûhesi,    çocuğunu  alıb bir darı harbe nakl edemez. Velev ki kendisinin vatanı olub nikâhları orada akd edilmiş olsun. Fakat zevç ile zevce, müste’min oldukları tak­dirde bu nakl caizdir.

137 – : Anadan başka hâzineler, çocuğu babasının veya sair er­kek men lehülhızanesinin izni olmaksızın hiç bir yere nakl edemezler. Velev ki nakl etmek istedikleri yer, kendilerinin vatanları ve nikâhları­nın    akd    edilmiş olduğu    bir mahal olsun.  Çünkü çocuğun babas^yle . bunların arasında  akd yokdur ki, orada ikametlerine razı olduğu farz edilsin.

138 – : Baba veya sairvelîler,  hızanesi nihayet bulmuş olan ço­cuğu alıb başka bir beldeye nakl edebilir.

139 – : Hızanesi hitam bulan çocuğu validesine göndermeğe ba­bası veya sair velîsi icbar edilemez. Validesi istediği  zaman gidib ço­cuğu görebilir. Kendisi de bundan men edilemez.

140 – : Bir kimse, zevcesiyle ikamet etdikleri    beldede    doğmuş olan çocuğunu daha çocuk iken alıb başka bir beldeye götürdükten son­ra zevcesini boşasa bakılır  : Eğer çocuğu validesinin izniyle alıb götür­müş ise bunu validesine iade etmeğe mecbur olmaz. Validesi isterse gi­dib bihakkilhazane alabilir. Fakat validesinin rızası olmaksızın ahb gö­türmüş ise indettaleb validesine getirib vermeğe mecbur olur.

141 – : Bir kimse, zevcesini çocuğu ile beraber ikamet etdikleri beldeden başka bir beldeye nakl edib de orada zevcesini boşasa çocuğu validesine vermeğe mecbur olur. Hindiyye, Bedayi, Dürri Muhtar, Red­di Muhtar.

“Malikîlere göre hazîne, çocuğu babasının veya sair velîsinin bu­lunmadığı bir belaeye ikamet ve tavattun etmek üzere alıb götüremez. Meğer ki, götüreceği mahallin mesafesi yirmi dört fersahdan az olsun, o halde hazanesi sakıt olmaz.

Kezalik: hâzine, çocuğu mücerred ticaret ve tenezzüh gibi bir mak-sadla sukut etmez. Maahaza böyle bir nakil İçin hem yolda, hem de gidi­lecek mahalde emniyet bulunması şartdir.

Velîlere gelince hür bir baba veya sair bir velî, ikamet ve tavat­tun için en az yirmi dört fersah uzak bulunan bir mahalle intikâl eder­se çocuğu hâzinesinden alabilir. Velev ki çocuk daha pek küçük olsun. Elverir ki hâzinesinden başkasının memesini de kabul eder bulunsun. Bu -halde hâzinenin hakkı sakıt olur. Meğer ki o da beraber bu intikale razı olsun. O takdirde hızanesi sakıt olmaz.

Kezalik: velî, ticaret için veya başka bir hacet için başka bir bel­deye intikâl ederse veya tavattun için gitdiği mahal yirmi dört fersah­dan yakın bulunursa hâzinenin hakkı sakıt olmaz. Binaenaleyh çocuk elinden alınamaz.

Velî, yapılacak seferin tavattun maksadına müstenid olmadığına dair hâzineyi istihlâf edebilir. Hâzine de yapılacak seferin bir seferi ika­met olub bir seferi ticaret ve saire olmadığına dair velîye yemîn verdi-rebilir. Muhtasarı Ebizziya şerhi, Elmezahibül’erbea.)

(Şafiîlere göre, hâzine veya velî bir hacet veya ticaret için sefere çıkarsa avdet edinceye kadar çocuk, makim olanın elinde kalır. Çocuk, mümeyyiz ise muhayyerdir, dilediğinin yanında kalır. Fakat ikamet ve tevattun için sefere çıkarsa çocuk, asabadan olan karibine tâbi olur. Bu karib, gerek müsafir ve gerek mukim olsun, eîverir ki hâzinenin bulun­duğu beldede çocuğun asabasından başka mukim biri bulunmasın, bulunursa çocuk, yine bu mukim ile müsafirden birinin yanında kalmak hususunda muhayyer olur.

Meselâ: çocuğun babası, hâzinesi olan anasının beldesinden başka bir beldeye tevattun için intikâl edib de dedesi, hâzinenin bulunduğu yerdemukim bulunsa çocuğu babası ahb götüremez. Meğer ki çocuk, mümeyyiz olub da babasını ihtiyar etsin. Dede ile kardeş, kardeş ile amca hakkında da hüküm böyledir.

Maahaza çocuğun alınıb götürülebilmesi için hem yolda, hem de götürülecek mahalde emniyet bulunmak şartdır. Emniyet bulunmazsa hızanesine mukim olan validesi daha haklı olur. Mezahibi Erbea, Tunfe.)

(Hanbelîlere gelince bunlara göre ana ile babadan biri, muvakkat bir hacet için sefere çıkacak olsa, çocuk mukim olanın yanında kalır. Fakat başka bir beldeye ikamet için azimet ederse bakılır: Eğer yol veya gidilecek belde korkunç ise, mukim olan baba veya ananın hızanesi evlâ olur. Gidilecek yolda ve beldede emniyet mevcudu olduğu takdirde ise hızaneye ehak olan, babadır. Gerek mukim olan o olsun ve gerek olma­sın. Meğer ki iki belde arasında bir günde gidib gelmek kabil olacak derecede bulunsun. O halde validenin hızane hakkı mahfuz kalmış olur.

Ana baba, ayni beldeye intikal edecekleri takdirde ve validenin hızanesi hâli üzere kalır. Diğer hızane sahihleri hakkında da hüküm böy­ledir.

Kezalik: çocuğuL babası, hâzinesini mutazarrır ed-ib çocuğunu alin­den almak maksadiyle başka beldeye intikâl etdiği takdirde de hâ?yıe-nin hakkı sakıt olmaz. Elmuğnî, Elmezahibül’erbea.) [63]

 

Hızane İçin Ücretîn Lüzum Ve Ademi Lüzumu :

142 – : Bir çocuğun hâzinesi, validesi olub babasının zevcesi veya ric’iyyen rau’teddesi ise hızane için ücrete müstahik olmaz. Çünkü bu halde zevciyyet nafakası devam eder ve kadın çocuğuna bakmaya di-yaneten mecbur bulunur. Amma bainen mutallâkası ise bir rivayete gö­re ücrete müstahik olmazsa da diğer bir rivayete göre müstahik olur. Gerek iddeti nihayet bulmuş olsun ve gerek olmasın. Çünkü bu talâk ile zevciyyet tamamen zail olmuş demekdir.

143 – : Bir çocuğun validesinden başka men lehülhazanesj, hıza­ne ücretine müstahik olur. Bu ücret, çocuğun malı var ise ondan, yok ise babasının veya sair men aleyhi nnef ek asının mâlinden verilir. Bu üc­ret, çocuğun nafakasile reza ücretinden başkadır.

144  – : Hâzinenin meskeni var İse çocuk için ayrıca mesken üc­reti takdir  edilmez. Fakat hâzinenin  meskeni yok ise  çocuğun mâlin­den ve mu’sir ise babasının veya sair men aleyhinnefek asının mâlinden mesken ücreti de takdir olunur. Çocuk hadime muhtaç ise bunu da ba­basının tedarük etmesi lâzım gelir.

145 – : Çocuğun malî olmadığı gibi babası da fakir olub validesi çocuğu nreccanen terbiyeden imtina etmekle kendisinden sonra gelen mehariminden biri, meselâ amme  – halası, meccanen hıfz ve terbiye­sini deruhde- eylese çocuk bu müteberriaya meccanen verilir.

Fakat öyle bir müteberri bulunmadığı takdirde çocuğun imsak ve terbiyesine anası mecbur olub ücreti babasının zimmetine borç olarak terettüb eder.

146 – : Çocuğun mâli bulunub da babası fakir olduğu takdirde yabancı bir müteberriaya verilmesi lâzım gelmez. Belki çocuk, kendi mâ­linden ecri mislile hâzinesine verilir.

147 – : Çocuğun mâli olmayıb babası zengin olduğu suretde validesi, gerek yabancı ve gerek mehariminden olan müteberriaya tercih olunur. Kendisine icab eden hızane ücreti verilfr. Çünkü çocuk hakkın­da validesi daha şefkatli, daha faidelidîr.

148 -: Çocuk da, babası da zengin olsa veya babası fakir olduğu halde çocuk zengin bulunsa bu halde mehariminden olan müteberria, Ueselâ halası tercih olunarak çocuk kendisine meccahen verilir. Çünkü bu takdirlerde hızane ücreti yalnız çocuğun mâlinden verilecekdif. Bu

mâli sıyanet ise lâzımdır.

Müteberr-iaya verilen çocuğu validesi ara sıra gidib jörebilir.

149 – : Bir hâzine, çocuğun hızane hususundaki hakkını ibtal ede­mez.

Binaenaleyh bir kadm, çocuğunu’ kocasının yanında bırakmak şar-tiyle muhaleada bulunsa hulû’ sahih, bu şart ise bâtıl olur. Bü halde ço­cuğun başka hâzinesi bulunmadığı takdirde onu kabule mecbur tutulur. Fakat bir hâzine, kendi hakkını ibtâl etdiği, çocuğu da onun dûnûnde-ki hazine kabul eylediği takdirde cebre lüzum-kalmaz. Hindiyye, Bezza-ziyye, Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.)

« (Mâlikîlere göre men lehülhazane için ücret lâzım gejmez. Bu, gerek valide olsun ve gerek olmasın. Şu kadar var ki bir ana, fakir ise çocuğundan hızane namına değil, nafaka olarak bir şey alabilir. Mah-zune gelince buna da fakir ise babası tarafından nafak verilir, hâzinesi bu nafakayı alıb çocuğa sarf eder. Çocuğu yemek için’vakıt vakit baba­sının hanesine götürmesi lâzım gelmez. Maahaza hazma fakir ise sük-nası çocuğun babası tarafından temin edilir.

(Şafiîlere göre men lehülhazane, her halde ücrete müstahik olur. Bu ücret, reza ücretinden başkadır. Binaenaleyh bir çocuğun mürziasi, validesi olub ücret taleb ederse bu ücret, mevcut ise çocuğun mâlinden, mevcud değilse babasının veya sair men aleyhinnefekasının mâlinden verilmek lâzım gelir. Bu ücret, hâzinenin hâline göre takdir edilir.)

(Kanbelî fukahasma göre de hâzineler, her halde hızane ücretine müstahik olurlar. Bir çocuğun hızanesine validesi, muteber rie. olanlardan ehakdır. Şu kadar var ki bir valide hızaneyi kabule cebr olunmaz. Maama-fih bu hakkı iskat etdikden sonra tekrar taleb edebilir.

Bir kadın, bir çocuğun reza ve Lızanesi için isticar edilse bunlar bir akd ile lâzım gelir. Akdde yalnız reza zikr edilse buna tebean hıza­ne de lâzım olur. Fakat yalnız hızane için isticar edilse buna tebean reza !âzım gelmez. Elmuğnî, Elmezahibül’erbea.) [64]

 

Hızane Ve Çocuk Hakkındaki İhtilâflar, Dâvalar

150 – : Hızane hakkı, iki tarafın tesadükîle sabit olacağı gibi bey-yine ile de sabit olur.

151 –  Bir kadın, bir erkeğe hitaben yanında bulunan bir çocuk hakkında “bu, benim kızımdan doğmuş oğlundur, anası ölmüşdür, hı-zanesi sebebiyle yanımdadır, nafakasını bana ver” diye dâva, erkek de “evet., doğrusun, fakat bunun anası ber hayat olub hanemde mukimdir, çocuğu bana ver” diye İddiada bulunsa bu müdafaası, hâkimin huzurun­da tebarüz edib validesi çocuğu almaya kıyam etmedikçe çocuk alın-ıb o ertkeğe verilmez.

152 – : Bir kimse, çocuğunun ceddesi müvecehesinde ihzar etdi­ği bir kadına işaretle “bu kadın, senin kızındır, bu çocuk da bu kadın­dan doğmuş oğlumdur” diye dâva, cedde ise “bu kadın benim kızım değildir. Bu çocuğun anası olub benim kızım bulunan kadın vefat et-mişdir” diye İddia eylese söz, o kimse ile o kadının olub çocuk kendile­rine verilir. Çünkü onların arasında bu tesadük İle zevciyyet kaim bulun­muş olur.

153 – : Bir kimse, zevcesi muvacehesinde “bu çocuk benim oğlum­dur, sened mütevellid ohnayıb başka zevcemden doğmuşdur” diye dâva, zevcesi de “hayır bu, benim oğlumdur, babası sen değilsin” iddia eylese, o çocuğun – hilafı beyyine ile sabit olmadıkça – her ikisinin de çocuğu olduğuna hükm edilir.

154 – : Bir kadın, bir erkek muvacehesinde “bu yanımda bulu­nan çocuk, benim ölmüş kızımdan doğmuş oğlundur” diye bilâ beyyine dâva, o erkek de “hayır bu, başka zevcemden mütevellid oğlumdur” di­ye iddia eylese söz, bu erkeğin olur. Çocuk o kadından alınarak bu er­keğe teslim edilir. Çünkü bu erkek, o kadının hızane hakkını münkir bulunmuş olur.

155 – : Bir çocuğun babası, mutallâkası olan zevcesinin başkasile evlenmiş olduğunu bil’iddia çocuğu almak istediği halde bu kadın, bu­nu inkâr eylese söz, kendisinin olur.

Kezalik: Bir kadın, zevci tayin etmeksizin evlenmiş ise de bilâhare ondan da boşanmış bulunduğunu dermeyan etse yine söz, kendisinin olur,. Lâik olan, her iki takdirde de istihlâf edilebilmesidir.Fakat mu­ayyen bir şahısdan boşanmış olduğunu ifade ederse sözü kabul olunmaz. Çünkü bu takdirde o şahsın tasdikına ihtiyaç vardır. Hindiyye, Bedayi, Dürrı Muhtar, Reddi Muhtar.

Beşinci Kitabın Sonu[65]

ALTINCI KİTAB

 

NAFAKALARA  MÜTEALLİK HÜKÜMLERİ MUHTEVİ OLUB İKİ BÖLÜME AYRILMIŞDIR.

 

(BİRİNCİ   BÖLÜM

NAFAKAYA AİD ISTILAHLAR VE UMUMt ZABITALAR İLE

ZEVCİYYET NAFAKASINA AİDDİR

İÇİNDEKİLER : Nafakaya aîd ıstılahlar. Nafakaya müteallik ban umumi zabıtalar. Zeveiyyet nafakası. Zevciyyet nafakasına İstihkakın şartları. Zevciyyet nafakasının birrıza veya bil’kaza takdiri. Zevciyyet nafakası vermekden zevcin hali aczi. Gaib zevçler üzenine takdir edile­cek nafakalar. Zevcin iflâsı ve nafakadan dolayı hapsi. Nafakaya aid kefaletler. Nafakadan ibra Ve sulh. Zevciyyet nafakasının sukutunu icab eden haller. Nüşuz sayihb sayılmayan haller. Zevce&erin hadimlerine aid nafakalar. Nafakaya müteallik zevceynin ihtilâfları. İddet nafaka­sına müteallik meşaleler. [66]

 

Nafakaya Aid    Istılahlar :

1  – :   (Nafaka)   : Lûgatde çıkmak, gitmek, sarf etmek mânâlarım ifade eder. Ve bir insanın ıyaline sarf ve infak etdiği şeye denir. F\kıh ıstılahmca  : taam, kisve, sükna ile bunlara tâbi olan şeylerden ibaret-dir. Örfen yalnız taama ıtlak olunur. Bu itibar iledir ki, diğerleri nafaka üzerine atf olunarak : nafaka, kisve ve sükna denilir. Cem’i   nefakat ve nifakGır. Nafaka tabiri sadaka yerinde de kullanılır.

 – :  (înfak)   : Nafaka vermek, bir mâli bir mahalle sarf etmek demekdir.

4  – :   (Men aleyhinnafaka)   : Nafaka vermesi icab eden kimsedir ki, buna «münfik» de denir.

– :  (Nafakai marziyye)   : Nafaka alacak kimse ile nafaka vere­cek kimsenin aralarında birrıza tayin etdikleri  nafakadır. Böyle, bitte-razî nafaka tayinine «rızaen takdir» denir.

6 – :  (Nafakai makziyye)   : Nafakaya müstahik olan şahsın mü-raceati üzerine hâkim tarafından tayin olunan nafakdir. Bu suretle na­faka tayin edilmesine «kazaen takdir» denilir.

(Men lehünnefaka)   : Nafaka almaya müstahik olan kimse-

7 – :  (Kadri maruf nafaka)   : taktirin fevkinde, israfın dününde bulunan nafakadır ki, herkesin hâline göre mutedil bir halde    takdir

olunur.

8 – :  (Cinsi nafaka)   : Nükud ile et, etmek, un, yağ ve melbusat gibi şeylerdir. Sair uruz, akar, hayvanat, esası beyt = hane eşyası ise nafaka cinsinden olmayan mallardandır.

– : (Kisve)   : Libas, giyilecek gey demektir.

10 – : (Sükna)  ; İkametgâh, yani : menzil, hane, oda gibi içinde oturulacak  mahaldir.  Böyle bir mahalde oturtmağa da  «iskân»   denir.

11 – : (Sahibi maide) : Hanesindeki taamından men lehünnefaka-sınin kifayet mikdan tenavülü mümkün olan kimsedir.

12  – :  (Yesar) : Yüsürden me’tiuz olub istiğna, zenginlik demek­dir. Sahibine «musir» denir.

13  – :  (î’sar) : Usurden alınmış olub iftikar,  fakirlik demekdir. Sahibine «mu’sir» denilir.

14  – :  (Hâmil) : Gebe olan kadındır. Gebe olmayan    kadına da «hâil» denir.

15 – : (Tebvie) : Cariyenin efendisi veya efendisinin ehl.ve ıyali tarafından istihdam  edilmeyib kocasına hanesinde teslim edilmesi de­mekdir.

16 – : (Nâşize) : Kocasının hanesinden izni olmaksızın çıkıb ken­disini kocasından haksız yere men eden kadındır. Bu çıkış, hakikaten olabileceği gibi hükmen de olabilir.

17  – :  (Istimta)   :  Faidelenmek, istifraş etmek  mânâsında müs­tameldir.

18 – : (Karabet) : Yakınlık, hısımlık demekdir. îki kısma ayrılır: Biri «karabeti vilâdet» dir ki, usul ile füru’ arasındaki karabetdir. Di­ğeri «karabeti gayri vilâdet» dir ki, sair akriba arasındaki karabetdir. Karabeti gayri vilâdet de iki türlüdür. Biri «karabeti muharrime» dir ki, nikâhı tahrim eden karahetdir. Kardeşlerin, amcaların, dayıla­rın karabetleri gibi.. Diğeri «karabeti gayri muharrime» dir ki, nikâhı haram kılmayan karabetdir. Amca, hala, dayı, teyze çocukları arasın­daki karabetler gibi.

19 – :  (Havas!) : Usul ve füru takımından olmayan akriba de­mekdir. Kardeşler, amcalar,  dayılar ve sair karibler gibi. Babalar, de­deler, analar, nineler ise usuldendir. Oğullar, kızlar, torunlarda fürudan ibaretdir.

20  – :  (Şakık) : Liebeveyn, yani, ana baba bir demektir. Ana baba dir erkek kardeşe «ehi şakik», ana baba bir kız kardeşe «uhti şakika» liebeveyn amcaya da «ammi şakık» denilir. [67]

 

Nafakaya Müteallik Bazı Umumî Zabıtlar

21 – : Nafakalar,  hükmen birer vecîbedir.  Nafakaların sebebleri ise zevciyyet, karbet, mülkden ibaretdir.  Bu vecîbenin hikmeti teşriiy-yesi de teavün ve tenasure hukukî bir mahiyet vermek, aralarında birer hususî alâka bulunan bir kısım  kimselerin ihtiyaçlarını tatmin etmek, içtimaî hayatın bekasına hizmetde bulunmak gibi şeylerdir.

22  – : Kadınların nafakaları kocalarına lâzım gelir. Kadınlar, ge­rek mu’sir ve gerek musir olsunlar.

23  – : Zevceler ile çocuk bulunan evlâdın nafakaya    istihkakları için men aleyhinnefakanın yesâri şart değildir. Bu nafakayı tedarük et­mesi lâzım gelir. Tedarük edemezse zimmetine teallûk etmek üzere isti-dane tarikiyle bu nafaka temin edilir.

Sair kimselerin nafakaları ise men aleyhi nnef ak anın yesârile meş-rutdur. Bu yesârdan maksad, yesâri fıtiradır. Yani : sadaka almasını haram kılacak mikdardır ki, havayici asliyyeden başka en az iki yüz dirhem gümüş tutarı bir maldır.   Velev ki namı olmasın.

24  – : Erkek evlâdın nafakaya istihkakı için fakir, hur, gayri ba­liğ olması şartdır.

Binaenaleyh musir veya kesbe mani arızalardan hâli olarak baliğ veya başkasının kölesi olan evlâd, nafakaya müstahik olmaz. Şu kadar var ki, nafi ulum tahsiline ikdam eden erkek evlâd, baliğ olsa da fakir olunca nafakası babasına vacib olur. Babası onu tahsilden men edemez. Elverir ki rüşd sahibi olsun.

Kız evlâde gelince bunların da fakir ve hür olmaları şarttır. Bunlar da bulûğ ve kesbe istidad şart değildir. Binaenaleyh baliğe olsalar da kesbe icbar edilemezler.

25  – : Usulün nafakaya istihkakları için mu’sir olmaları şartdır. Kesbe kadir olmaları şart değildir.

Bir kimse, anasile babasından yalnız birinin nafakasını temine ka­dir olsa anasının nafakası takdim olunur.

26 – : Zevil’erhamın nafakaya   istihkakı için  kadın iseler fakire bulunmaları, erkek iseler hem fakir, hem de sagîr bulunmaları şarttır.

Binaenaleyh zevil’erhamdan kesbe kadir olan baliğ erkekler na­fakaya müstahik olmazlar. Meğer ki rüşd sahibi olub ulutni nafia tah-silile meşgul olsunlar.

Kezalik : Zevatül’erhamdan olub zengin bulunan veya muallime-Hk, kabilelik gibi bir mesleğe, bir sanate sâlik veya sair bir suretle ka­zanca kadir olan bir kadın da nafakaya müstahik olmaz.

27 – : Zevcelerin, babalar ile anaların nafakaları takdir olunmasa

da Iâ2im gelir. Fakat bunlardan başka kimselerin nafakaları bırrıza ve-. ya bilkaza takdir olunmadıkça lâzım gelmez. Binaenaleyh bunlar,  men aleyhinefakanm mâlinden bir şey bizzat alamazlar.

28 – : Zevcelerin nafakaları farzı ve takdir edilince borç mahiye­tini alır. Bilfiil istidane =  borç alma lâzım değildir.    Başkalarının na­fakaları ise  mücerred farz ve takdir edilmekle borç olmaz.  Bunlar da bilfi’l istidane şartdır.

29 – : Zevcelerden başkalarının mukadder nafakaları,  tahsil edil-meklsizin bir ay geçse sakıt olur. Fakat bir aydan az bir müddet geç­mekle sakıt olmaz.

Meselâ : bir kimse, kendisi için takdir etdirmiş olduğu ayhk bir nafakayı oğlundan bir ay almamış bulunsa bu aya mahsus nafaka sa­kıt olur, artık bunu isteyib alamaz.

30 – : İhtilâfı dîn, zevce ile usul ve füruun nafakalarına mani ol­mazsa da sair akribanm nafakaya  istihkaklarına  manidir. Bu ihtilâf, yalnız müslümanlar ile gayri müslimler arasında muteberdir. Firakı,is-lâmiyye arasında ihtilâfı din mevcud olmadığı gibi sair edyan  erbabı’ arasında da bu ihtilâf nazara alınmaz,

31 – : İhtilâfı dâr ve inkıtaı ismet, nafakaya manidir. Binaenaleyh dari   islâmda foulunan  zimmîler ile   ecnebî tabiiyetini haiz olan sair gayri müslimler arasında  nafaka mükellefiyeti   carî de­ğildir.

Kezalik : dari İslama müslim olarak gelen bir ecnebî için de dari harbde kalan zevcesfnin nafakai iddetini vermek lâzım gelmez.

32 – : Havaici asliyye  ve zaruriyyeden olan şeylerin mevcudiy-yeti, yani : mesken, lüzumlu ev eşyası, kışlık ve yazlık elbise, lüzumlu silâh ve kitab, bir aylık veya bir senelik erzak gibi maişet icablarındarv, olan şeylerin bulunması, bir yesâr, bir’ zenginlik teşkil «tmez. Binaen­aleyh bunlara mâlik olan bir kimse de nafakaya müatahik olabilir. Ha-vaici asliyyeden fazla şeyler ise yesârdan sayılır, gınayı müstelzim olur. Velev ki nafaka cinsinden bulunmasın. Bu halde bunlara mâlik olanlar men lehünnefaka olamazlar. Bundan zevceler müstesnadır.

33 – : Hâkimin nafakayı farz ve takdir etmesi, müstakar değil­dir, hal ve zamanın icabına göre mikdarı tezyid veya tenzil edilebilir.

34 – : Hâkim, nafakayı esnafen takdir ile nükud olarak takdir hususunda muhayyerdir; Nafakanın esnafından   maksad; ekmek, un, su, tuz, odun, yag, mum, sabun, tarak gibi maişet için lâzım gelen ve âdet icablarından bulunan şeylerden ve elbise ile meskenden ibaretdir.

35 – : Hâkim, nafakaları nafaka verecek kimseye kolaylığı mucib Olacak veçhile farz ve takdir eder. Meselâ :  nafakayı men aleyhinna-falta; gündelik ile çalışanlardan ise günlük,   haftalık  ile çalışanlardan ise haftalık, tüccardan ise aylık, ekincilerden ise senelik olarak farz ve takdir eder.

36  – : Hâkim fcüyükler için her altı ayda bir, çocuklar için de her dört ayda bir kat elbise takdir eder.

37 – : İlet* lehünnefakanın hakkı, men aîeyhinnefakamn hacr edilmesiyle salcıt olmaz. Binaenaleyh müflis bir medyunun mahcuriyeti müddetinde dahi zevcesinin vesair kariblerinin nafakaları mâlinden te­min edilir.

38 – : Nafakalar, min vechin sıladır, atiyyedir. Binaenaleyh men lehünnefakanın muaccelen – peşin olarak almış olduğu nafakanın ba-kiyyesi, vefatı halinde terikesinden istirdad edilemez.

39 – : Bir kimse, herhangi şahsm infakına mecbur ise  o şahsın vefatından teçhiz ve tekfinini ihzara da mecbur olur. Hidaye, Hindiyya, Bedayi, Dürri Muhtar, Reddi Muhtar. [68]

 

Zevcîyyet Nafakası :

40 – : Zevcenin taam, kisve, meskenden ibaret olan nafakası, âti-yen beyan olunacak şerait dahilinde yalnız zevcine aiddir. Başkası,bu nafakayı vermeğe teşrik edilemez. Velev .ki zevç, fakir veya gaib olsun zevce de ister fakir ve ister ganî bulunsun ve gerek medhulün biha olsun ve gerek olmasın.    Kezalik  :  gerek müslime ve gerek kitabiyye olsun Çünkü, nafaka, zevcin hanesinde ve itaati dairesinde    zevcei;in    nefsini habs etmesine mukabildir. Ve nafakanın kifaye mikdarı da olması şer’an muktezîdir. Bu husüsda ise bu zevceler arasında fark yokdur.

41 – : Gayri müsiim milletler arasında kendi dinlerine    muvafık olarak akd edilen nikâhlar üzerine de zevciyyet nafakası lâzım    gelir. Velev ki, nikâhları şahidsiz olarak akd edilmiş olsun. Hattâ islâm tebea-smdan bir gayri müsiim, mensub olduğu dînin müsaadesin? binaen me hariminden bir kadınla evlenib de bu kadın islâm mahkemesi müraenat-le nafaka istese, hâkim tarafından nafaka takdir edilir. Haniyye.

42 – : Dari islâmda müste’min olarak bulunan bir r^ayri müsîim,

islâm tâbiiyyetini haiz bir gayri müsümeyi tezevvüc etse, nafakası üzs-rine lâzım gelir. Hattâ tekarrübden sonra talâk vuku bulsa iddet nafa­kası dahi icab eder. Mebsut.

43 – : Zevce, nafakasını    ya temkin veya    temlik suretiyle istifa eder. Şöyle ki : Zevç, maide sahibi bulunursa zevcesi ondan kifayet mikdarı tenavül eder ve Kisvesi cinsinden kocasının mâlına desteres olunca izni olsun olmasın kisvesini ondan istifa eyler, bu halde zevce başkaca nafaka takdirini taleb edemez.

Fakat zevç, sahibi madde olmadığı, zevce de onunla beraber bir-likde yemeğe razı bulunmadığı takdirde onun talebi üzerine kadri ma­ruf nafakası hâkim tarafından takdir olunur ve ledelhace born olmasına müsaade edilir.

Zevç, “maide sahibi ohuaikla beraber zevcesine eza ve cefa etdiği ve kendisini infakdan imtina eylediği takdirde de hüküm böyledir. Bahri Raik, Mecmaül’enhür.

44 – : Zevce nafakasının    taamca esnafı  : ekmek veya un, tuz, yağ, mum, sabun, odun ve yıkanmak, çamaşır yıkamak, abdest almak için su ve saire gibi maişet için lâzım gelen şeylerdir.

Zevce kisvesinin esnafı da çarşaf, entari, don, gömlek, baş örtüsü, müstakil yatak gibi şeylerdir. Hanenin döşemesiyle sair levazım ve ede­vatı da nafakadan sayılır.

Fakat kahve, tütün, yemiş gibi havaici aslryyeden olmayan şeyler ve kına, sürme gibi tezyinata müteallik bulunan* şeyler ve tabib ücreti, edviye bedeli gibi* şeyler nafakadan sayılmadığından bunları verib ver-ımemekde zevç, muhtardır. Hindiyye, Dürri Muhtar.

45 – : Taam gibi  elbise hususunda da  zaman, mekân,   âdâtı  câ­riye ve zevç ile zevcenin halleri nazarı itibare alınır. Her altı ayda mev­simlerin tebdiîile ihtiyaç teceddiid edeceğinden zevce için birer kat kiş-lık ve yazlık libas veya bunların, takdir olunarak kıymetleri verilir. Maa-mafih kisveye bedel birruza nükud takdir olunarak o yolda hüküm lâhik olsa da bilâhare    zevce, bundan rücu    ederek aynen   kisvesini isteye­bilir.

46 – : Nafaka* namına verilen kisve, diğerinin verileceği vakit hu­lul etmeden fersude olsa bakılır :  eğer mutad üzere kullanıldı&ı halde fersude olmuş ise başkasını vermek lâzım gelir. Amma mutad hilâfına istimalden*dolayı fersude olmuş ise vakti gelmedikçe başkasını vermek icab etmez. Nitekim zavi olduğu veya çalındığı takdirde de hüküm böy­ledir. Hindiyye, Dürri Muhtar.

47 – : Nafaka için verilen kisve, müddetden sonra baki  kaîdık-da bakılır : Eğer ber mutad giyildiği halde fersude olmams ise başka­sını vermek lâzım gelmez. Amma   hiç giyilmemiş veva ehvanen giyil­miş olmasından dolayı fersude olmamış ise vakti hululünden başkasını vermek icab eder.

48 – : Zevcenin kendi mâlinden  elbisesini, mefruşatı  vesair leva zimi tamamen mevcud bulunsa dahi bunları kullanmayıb başkasını* ih­zar etmesini zevcinden isteyebilir.  Yoksa bunların mevcudiyetine meb-ni zevç, bu kabil nafakayı vermekden vareste olamaz. Çünkü zevce, zen­gin olsa danafakası zevcine aiddir. Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.

49 – : Süknaya gelince bu da zevç ile zevcenin halleriJe mutena-sib ve mârufa muvafık suretde tedarük edilir. Şöyle ki  : şerefli, zengin bir zevce için müstakil bir hane tahsisi lâzım gelir. Orta halli bir zevce için de meraifikile, yani : matbah ve halâsiyle beraber müstakil, kilitli bir oda tahsis edilir. Fakir bir zevce için de matbahı ile halâsı müşterek kilidli bir oda, meskeni şer’î olabilir.

50 – : Zevcenin meskeni, canı ve malı hakkında emîn, içinde ko-çasiyle istimtaa kadir olabileceği bir halde bulunmalıdır.

51 – : Zevcenin meskeni,   salih komşular   arasında tedarük edil­melidir. Zevcenin dîn ve dünya maşlahatlerine ianeye ve kocasının zul­münü men’e kadir, salih komşular arasında bulunmayan bir    mesken, meskeni şer’î sayılmaz.

52 – : İçinde kuyu veya sahrınç bulunmaması bir     menzilin bir meskeni şer’î olmasına bir mani teşkil etmez. Elverir kî zevç, sair ha-vaic ile beraber suyu o menzilde ihzar etsin.

53 – : Zevcenin meskeninde rızası olmadıkça    zevcinin    akribası ikamet edemez. Fakat zevcin cariyesi, ummi veledi veya diğer zevcesi/i­den olub mukareneti fehme muktedir bulunmayan küçük evlâdı ikamet edebilir. Zevce bunları ikametlerine mani olamaz.

54  – : Zevce,  meskeninde kendisinin ehl ve müteallik atından bir kimseyi veya evvelki kocasından oV’î.n küçük evlâdım zevcinin rızası ol-tmadıkca bulunduramaz. Hane gerek zevcin mülkü olsun’ve- gerek tara­fından icare veya iare suretiyle tedarük edilmiş bulunsun müsavidir.

55 – : Zevce, kendi hanesini, kerdisînin ikametine tahsis edilmek üzere zevcine kiraya verebilir. Zevç, bu halde kira bedelini vermekden kaçmamam.

56 – : Bir kadının ikameti için vaktiyle isticar etmiş olduğu ha­nenin kira bedeli, kendisinden istenir. Velev ki bilâhare kocası da orada ke’ndisiyle beraber ikamet etsin. Çünkü hukuki akd, âkide aiddir.

57 – : Bir kadınla kocası bîr hanede gasben    birlikde    oturmuş olsalar Ücret, kocası üzerine lâzım gelir. Fakat kadın, gasb etmiş oldu­ğu bir hanede kocasiyle beraber otursa mağsubün minh, ücreti dilerse kadından ve dilerse oturduğu tarihden itibaren kocasından taleb edebilir. Bedayî, Hi^divve, Bahr, Reddi Muhtar.

« (MaüVîîere göre de zevdyyet nafakası, taam, kisve ve süknadan ibaretdir. Şöyle ki 

(1) : Taam hususunda âdete bakılır. Bunun esnafı âdete göre takdir edilir, kadri kifayeden fazla istenilemez Çocuğuna süt veren bir zevcenin nafakası, kendisine kuvvet verecek derecede ar­tırılır.

(2) : Zevce için içmesi, nezafeti, cenabetden tahareti ve elbisesini, kablarını, yıkaması vesaire için su bedeli takdir edilir. îcab eden yimek takımı ve saire de tedarük olunur.    Fakat helva, meyve gibi havayic-den zaid şeyler takdir edilmez.

(3) : Zevceye ilâç parası, tabib ücreti verilmesi hususunda iki kavi vardır. Metinlerdeki kavle nazaran bunları vermek zevce lâzım gelmez. Diğer bir kavle göre de zevç üzerine bir vecibedir ki, zevcesini* ona hali sıhhatinde takdir edilen  nafaka kıymetiyle  tedavide bulunsun. Kabile ücreti hakkında da böyle iki kavi vardır. Zahir olan, bu ücretin zevce aid olmasıdır, velev ki boşanmış olsun.

(4) : Zevç ile zevcenin hallerine göre senede iki defa zevceye kis­ve takdir olunur. Şu kadar var ki, bir kisve,   eskiyerek giyinmeğe elveriş­li olmayan bir hale gelmedikçe diğerini vermek icab etmez.

Zevceye ehlini ziyaret ve düğünlere iştirak için ipekli .kumaşlar­dan yapılmış elbise tedarüki lâzım gelmez. Bazı fukahaya göre zevce eğer zengin bir aileye mensub ise emsali kadınların bezenecekleri veç­hile kendisine elbise tedarüki icab der. Çünkü aksi takdirde kadın, âdete nazaran mutazarrır olur.

İstimali mutad olan sürme, yağ, kına, tarak gibi şeyleri de tedarük lâzımdır. Zira zevce, bunları terk edince mutazarrır olur.

(5) : Meskene gelince bunun da lâzım gelen    merafik ve menafii tnüstemil olması lâzımdır. Maahaza zevce, vazîa = aşağı tabakadan olub mevki sahibesi değilse kocasının ekribasile beraber bir hanede ikamet-den imtina edemez..Şerefli, mehri zaid olan bir zevce de kocasının ak-ribasile birlikte oturmavı evvelce bir şart olarak kabul etmiş olunca bu ikametden kacmamaz. Su kadarvar ki, bu halde zevç ile zevce için hu­susî bir oda bulunmalıdır ve bu kariblerin zevceve fena muameleleri sa­bit olmamalıdır. Aksi takdirde vazîa da, şerîfe de kocasının akribasile beraber ikametden imtina edebilir.

(6) : Zevç ile zevceden bîrinin vanmda Micük bir conifhı bulunsa diğeri bunu meskeninde beraber bulundurmamdan imtina    edebilir. Fa­kat zevç. bun?, evvelce muttali bulunduğu halde zifafda bulunsa artık imtina edemez. Çocuğun ererek başka hâzini bulunsun ve cerek bulun­masın.  Amma KİfaffJan  sonra muttali  olduğu  takdirde imtina  ftomıüpın başka hâzini bulunmasın. Muhtasarı Ebîzziya, Elme-zahibüTerbea.)

(Şafiîlere göre de zevcenin nafakası, kocasına lâzım gelir. Şöyle ki:

(1) : Taam İle kisve, zevcin haline, mesken ise zevcenin haline gö­re tedarük edilir. Çünkü taam ile kisve, temlik suretiyle olur. Bir kimse ise  kudretinin haricindeki  bir şeyi  temlik   edemez,  ikametgâh   ise mü-cerred intifa için tedarük edilir, bunda    temlik bahis mevzuu değildir. Binaenaleyh zevcenin intifa edeceği bir halde bulunması icab eder.

(2) : “Zevcenin taamca nafakası, kocası  mu’sir ise bir n;üd, mûsii ise iki müd mikdarıdır. Bir müd, yüz yetmiş bir dirhem ile bir dirhemin yedide üçüne veznen müsavidir.

Bir zevcin mu’sir olması, asla malı olmamak veya mevcut malı, emsaline nazaran yapabileceği müddeti hayatına tevzi edildiği takdirde gayri kâfi bulunmak suretiyle teayyün eder.

Tevzi edilecek mal, her güne bir müdden ziyade isabet etdiği halde iki müdden noksan bulunsa bir buçuk müd nafaka ile hükın olunur. Fa­kat bu ziyade mikdar, iki müdde baliğ olunca sahibi musir sayılır, zev­cesine yevmiye iki müd nafaka vermekle mükellef olur.

Hâsılı taam nafakası, bu veçhile hububat halinde takdir olunur. Zevceye kifayet edib etmiyeceğine itibar edilme’z. Çünkü zevce, basan hasta olur, bazan herhangi bir sebeble yemek yemeğe kadi^ olamaz, Bu veçhile takdir edilecek nafakasında dilediği gibi tasarruf eder. Me­ğer ki kocasiyle beraber yemek yemeğe muvafakat etsin. O halde böy­le müd ile nafaka takdirine hacet kalmaz.

(3) : Zevç, takdir edilen nafakayı dane  halinde  verir.  Maamafih bunun öğüdülmesi, hamur yapdırılması, pişirilmesi de zevce aiddir. Ve­lev ki zevce, bunları bizzat itiyad eden takımdan olsun. Bu nafakanın un veya ekmek halinde verilmesi, veya kıymetinin verilmesi kifayet et­mez. Zevce bunları kabule mecbur değildir.

(4) : Zevç, zevcesine muayyen hububatdan başka et, peynir, seb­ze, yağ, bal gibi şeyleri de tedarük eder. Ve zevcesine   itiyad etmiş ise meyve, kahve, tütün gibi şeyleri ve kışın yiyilmesi mutad olan balık ve-saireyi ve âşurada mutad olan helvayı da temin eder. Bunlardan başka zevcenin içmesi, nezafeti, kocasının mukarenetinden igtisali,  abdest al­maşı, için lâzım gelen suyu, yemek pişirmek için iktiza eden maddeleri zamanın haline  göre tedarük etmek, nezafet için icab eden sabun ve mutad veçhile hamam ücretini yermek de zevç ioin bir vecibedir. Fakat zevç, tezyinata aid şeyleri, ilâç parasını, tabib ücretini tedarük etmekle mükellef değildir.

(5) : Zevce, müterakim nafakasını kocasından veya onun naibin­den nükud veya eşya olarak alabilir. Fakat müstakbel nafakasına bede! olarak hiç birinden nükud isteyib alamaz. Fakat buğday yerine ekmek

veya buğday danesi yerine un alabilir. Çünkü bu veçhile itiyaz, ribayi müstelzim olur.

(6) : Kisveye gelince zevç, kendi haline ve zamanın, âdetin, mev­simlerin ihtilâfına göre zevcesine kifayet edecek  tarzda her altı ayda bir kat elbise vermekle mükellefdir. Bu elbise altı aydan evvel velev bilâ taksir eskiyecek olsa yenisini vermek icab etmez.

Meskenin mutad olan sergisi de kisveye tâbidir.

(7) : Meskene gelince bu da zevcenin haline göre tedarük edilir. Bu, gerek zevcin mülkü olsun ve gerek kira ile tutulmuş olsunmüsavi-dir. Tuhfetül’muhtac, Mezahibi Erbea.)

(Hanbelîlere göre de zevcelerin nafakaları taam, kisve, meskenden ibaret olmak üzere üç nev’e ayrılır. Şöyle ki :

(1) : Zevç, zevcesinin nafakası için emsaline kâfi olacak     mikdar ekmek, katık, tedarük eder. Haftada iki defa birer rıtlı irakî, yani : Tak­riben yüz yirmi   dokuz dirhem   mikdan et verir,   nafakayı nakden ve­ya   hububat olarak vermek icab eder.   Maamafih böyle bir şey üzerine terazide bulunmaları da sahihdir.  Bu teraziden bilâhare  rücu  etmeleri de caizdir.

Bir kadın, kocasiyle beraber ikamet ederek birlikde yemek yerse ayrıca nafaka takdir ve itasına müstahik olmaz.

(2) : Nafaka mikdarı, eşhasa göre  tebedül eder.   Fakat   Kadı’ya göre nafaka mikdarı muayyendir, azlık ve çokluk itibariyle     muhtelif olmaz. Gerek musir ve gerek mu’sir için vacib olan nafaka, her gün iki rıtl ekmekdir. Bunlar ancak cevdet ve ademi cevdet gibi vasıf itibariyle ihtilâf eder. Çünkü musir ile nıu’sir, me’kûlâtın mikdarında. bünyenin mâbihükıyamında müsavidirler. Bunlar,  yalnız cevdet itibariyle  muhte­lif bulunurlar.

(3) : Zevceye gıdası ve nezafeti hususunda muhtaç olduğu şeyler ve içmesi, abdest alması ve gusl etmesi için kâfi mikdar  su    tedarük edilir. Fakat telezzüz ve istimtaına aid ve cisminin tezyin ve  ıslahına müteallik şeyleri tedarük etmek, zevci için bir vecibe değildir. Bunlar, zevceye aid şeylerdir. Tabib ücreti, ilâç parası gibi. Şu kadar var ki, bir erkek, zevcesinin tezeyyün etmesini isterse veya zevcesindeki    kerih gördüğü bir rayihanın izalesini arzu ederse bu hususda vücudüne lüzum ıgörülecek şeyleri ihzar etmesi icab eder.

(4) : Zevce, aldığı nafakayı istediği gibi sarf eder. Bundan meselâ sadaka verebilir, başkasına bağışlayabilir, borç verebilir. Elverir ki be­denine zarar verecek, kendisini aç bırakacak bir veçhile tasarruf etme­sin. Böyle muzir bir veçhile tasarruf edemez. Çünkü bu, zevcin de huku­kuna tesir eder.

 (5) : Zevceye her sene ihtidasında hâline göre bir kat elbise ve­rilir. Çünkü adet olan budur. Elbise bu müddet iğinde emsali veçhile es-kıyecett olursa başka bir kisve daha verilmesi icab eder. Artık başka verilmez.

Zevce, aldığı kisveyi kendisine muzir olacak veya kendisinin teset­türünü, tecemmülünü ihlâl edecek suretde başkasına satamaz tesadduk edemez.

(6) : Zevceye haline göre bir mesken de tedarük edilir. Bu mes­ken için iktiza eden sergi ve sairenin ihzarı da icab eder. Elmuğnî, EL-mezahi büi’erbea.)

(Dört mezhebden hiç birine göre kadınlar, kocalarının nafakalarını vermekle hiç bir halde mükellef olmazlar. Yalnız zahiriyye mezhebine göre zengin olan bir kadın, kendi nefsinin nafakasını teminden âciz bu­lunan kocasının nafakasını vermekle mükellef olur. Bilâhare zevci zen­gin olsa da bu nafaka ile kendisine rücu edemez. Çünkü nafaka biribiri-ne varis olacak kimseler arasında caridir. Zevce ise varis olacaklardan biridir. Şu kadar var ki, köle olan veya nafaka vermeğe muktedir evlâdı veya babası bulunan fakir bir şahsın nafakası, zevcesine teveccüh etmez. Elmuhallâ.) [69]

 

Zevciyyet Nafakasına İstihkakın Şartları :

58 – : Bir kadının kocasından nafaka almaya müstahik- olabilme­si, agağıdaki meselelerde yazılı şartların vücudüne mütevakkıfdır.

59  – : Zevcenin nafakaya istihkakı için kocasiyle aralarındaki ni­kâh, sahih olmalıdır.

Binaenaleyh fâsid ve bâtıl nikâhlardan dolayı nafaka lâzım gel­mez. Şayed nafaka verildikden sonra nikâhın fesad veya butlanı te-beyyün etse bu nafaka istirdad olunabilir. Çünkü nafaka, zevci namına nefsini habs etmesine mukabil bir hakdır. Fâsid veya batıl’ nikâhlar­dan dolayı ise böyle bir hahsi nefs lâzım gelmez ki, nafakaya istihkak bulunsun.

60  – : Zevce, haddi zatında mukarenete    mütehammil   olmalıdır.

Bu tahammül müddeti için muayyen bir zaman yokdur Bu, zev­celerin hallerine göre tebeddül eder. Fakat zevce, mukarenete müteham­mil olduğu halde kocası çocukluğundan dolayı mücameate kadir bu­lunmasa teslimi nefis bulunduğu takdirde yine nafakaya müstahik olur.

61 – : Zevce, nefsini kocasına teslim etmiş olmalıdır.

Binaenaleyh bir kadın, kocasının talebine rağmen haksız yere ha­nesine gelmez, veya nâgize olarak hanesinden çıkar giderse nafakaya müstahik olmaz. Nitekim ileride tafsüen beyan olunacaktır.

62 – : Zevce, mülakat ve mukarenete mani     olacak bir     suretle habs edilmemiş olmalıdır.

Binaenaleyh bir kadın, velev ki zuimen bu veçhile mahbua olursa kocasından nafaka almaya müstahik olmaz. Fakat kocasınır; alacağın­dan dolayı habs edilirse nafakayı müstahik olur.

63  – : Zevce, zifafdan evvel mukarenete mani olacak veçhile ken­di ailesi arasında hasta bulunmamış olmalıdır.

Binaenaleyh bu veçhile hasta olan ve araba veya aedye gibi bir vasıta ile nakli mümkün ve zevci tâlib iken zevcinin hanesine nakilden imtina eyleyen bir kadın, zevcinden nafaka almaya müstahik olmaz. Fa­kat zevcinin hanesine nakilden sonra pek ağır bir suretde hasta olsa da nafakaya müstahik olur.

64 – : Zevce, başkası tarafından gasb edilmemiş olmalıdır. Binaenaleyh gasb edilen bir kadının nafakası, kocasına lâzım gel­mez.

65 – : Zevce, hac farizasını ifa iç:n sefere çıkmamış olmalıdır. Binaenaleyh bir kadın, herhangi bir mahremiyle beraber böyle bir

sefere çıkmış olursa kocasından nafaka almaya müstahik olmaz. Şu ka­dar var ki, kocasiyle beraber çıkarsa yalnız hazer = ikamet nafakasına müstahik ohır. Mütebaki şeyleri, meselâ vesaiti nakliye ücretini ken­disi temin eder. Nafile hac için kocasiyle beraber müsaferet etdiği tak­dirde de yalnız nafakai hazere müstahik olur.

66 – : Zevce, cariye ise tebvie bulunmuş olmalıdır. Binaenaleyh hususî bir meskende kocasına teslim edilmeyen bir ca­riye, kocasından nafaka almaya müstahik olmaz.

67 – ; Zevce, hürmeti musahereyi mucib bir hareketde bulunma­mış olmalıdır.

Binaenaleyh bir kadın, meselâ zevcinin oğluna veya babasına nef­sini tâyiaten teslim edecek olsa firkat vaki olacağından nafakaya istih­kakı kalmaz.

Talâkı ric’îden dolayı iddet içinde iken böyle bir hareketde bulu­nan bir zevce hakkında da hüküm böyledir. Fakat talâkı bainden veya bilâ talâk fesinden dolayı mu’tedde olan bir kadın, iddeti esnasında ko­cası hakkında hürmeti musahereyi mucib böyle bir fi’li tâyiaten irtikâb ederse bununla nafakai iddeti sakıt olmaz. Çünkü bu fi’linden evvel za­ten firkat vaki olmuşdur.

68 – : Zevce, irtidad suretiyle firkate sebebiyet vermemiş olma­lıdır.

Binaenaleyh bir kadın, menkulle veya mu’tedde iken irtidad etse nafakası sakıt olur. Böyle fcir mürtedde, iddet içinde iken tâib olub is-lâmiyyete rücu etse de nafakası avdet etmez. Çünkü sebebiyet vermiş olduğu firkat ile nafakasını iptal etmiştir. Fakat bilahare islâmi-yyete rücu ederek tecdidi nikâh ve nefsini teslim vuku bulursa yeniden nafa­kaya müstahik olur.

69 – : Zevce, vefat iddetile mu’tedde bulunmamış olmalıdır.

Binaenaleyh bir kadının kocası vefat ederse iddeti içinde terikesin-den nafakaya istihkakı olamaz. Nitekim ileride de beyan olunacaKdır. Bedayi, Heosut, Hincüyye, Dürri Muhtar, Iteddi Muhtar.

« (Malikilere göre de zevciyyet nafakasına istihkakın şartları şun­lardır:

(1) : Zevç baliğ, zevce de mukarenete mütehammil bir yağda ol­malıdır.

(2) : Zevç veya zevce, hali’nez’e gelmiş bir veçhile hasta bulunma­mış olmalıdır.

(3) : Zevce veya zevcenin veliyyi mücbiri, zifaf icrasına talib bu­lunmuş olmalıdır.

Bu üç şart, duhulden evvel aranır. Bunlar bulundu mu nafaka, va-cibül’eda olur. Velev ki duhul bulunmasın.

(4) : Zevce, duhulden sonra nefsini kocasına temkinden imtina et­mez bir halde olmalıdır.

(5) : Zevce, retak, karn gibi nikâh ayıblarmdan salim bulunmalı­dır.

Binaenaleyh kendisinde böyle bir ayb bulunan bir kadın, kocasın­dan nafaka almaya müstahik olamaz. Meğer ki kocası, bu ayıba mut­tali olub onunla vetı’den başka bir suretle mütelezziz olsun.

Bazı Maükî fukahasına göre evvelki üç şart, duhulden sonra da muteberdir. Onlar bulunmadıkça duhulden sonra da- nafaka lâzım gel­mez.

Yukarıdaki şartlar tahakkuk edince musir olan zevcin zimmetine nafakanın vücubü teveccüh eder. Velev ki nafaka hakkında taleb ve hü­küm bulunmasın. Bu halde zevce, geçmiş günlere aid nafakasını da isteyebilir.)

(Şafiîlere göre de şu şartlar, nazara alınır:

(1) : Zevç, çocuk veya deli olduğu takdirde zevcesi velîsine teslim edilmiş olmalıdır.

(2) : Zevce, nefsini kocasına temkin etmeli, yani:  kocasiyle mü-karenete müstaid ve razı olduğunu kocasına hatırlatmalıdır.

Zevce, çocuk veya deli bulunursa bu hatırlatmak vazifesi velîsine teveccüh eder.

(3) : Zevce, vet’e mutehemmil bulunmalıdır. Eğer mukarenete gay­ri mütehammil bir halde küçük bulunursa nafakaya müstahik olmaz. Kocası gerek baliğ ve gerek sagîr olsun.

(4) : Zevce, nâşize bulunmamış olmalıdır.

(5) : Zevce,  taİKi  baınüen aolayi mu’tedde bulunmamış olmalıdır. Böyle mu’tedde bulunursa nafakası sakıt olur.   Meğer ki geue    bulun­sun.

(6) : Zevce, kocasının vefatından dolayı mu’tedde bulunmamış ol­malıdır. Bulunursa nafakası kesilir.)

(Hanbeli fukahasına göre de şu şartlar aranır :

(1) : Zevç ile zevce arasındaki nikâh, sahih olmalıdır. Binaenaleyh nikâh, tasid olunca nafaka lâzım gelmez. Fakat bu fasid nikâhdan sabi-tünneseb hami zuhur    ederse yine nafaka    lâzım gelmez mi?. Bü hu-susda iki vecih vardır. Şöyle ki: bir veçhe göre yine nafaka icab etmez. Çünkü nafaka, hâmile aiddir. Hâmil ise bir meşru zevce değildir. Diğer bir veçhe göre nafaka, hamle aiddir. Binaenaleyh bu halde zevç üzerine nafaka lâzım gelir. Nitekim çocuğa da doğdukdan sonra nafaka verme­si icab eder.

(2) : Zevce, yaşlı olub kendisine mukarenet mümkün olmalıdır. Binaenaleyh bir zevce, mukarenete  gayri  mütehammil bir    yaşda

küçük bulunursa nafakaya müstahik olmaz.

Sevrîye göre bu da nafakaya müstahik olur. Çünkü mukarenetin teazzürü, kendisinin fi’lile değildir. Bu, bir maraz mesabesinde olub na-kafanın vücudüne mani olmaz.

(3) : Zevce, nefsini kendisine lâyık olan herhangi bir hanede veya -mekânda tam bir temkin ile kocasına bezi etmiş olmalıdır.

Binaenaleyh bir kadın, nefsini kocasından bizzat veya velîsi ma­rifetiyle men ederse veya akidden sonra nefsini bezi etmeksizin ve bir taleb de vuku bulmaksızın sâkit bir halde vakit geçirilirse nafakaya istih­kak hâsıl olmaz. Velev ki kocasiyle uzun bir müddet bir arada ikamet et­miş olsun.

Fakat bir kadın, nefsini kocasına teslim edince nafakaya müstahik olur. Velev ki bilâhare nîukareneti, bir özre, meselâ hastalığına, zaifliği-ne veya retka bulunmasına mebni müteazzir olsun.

(4) : Zevce, nâşize bulunmamış olmalıdır.

(5) ; Zevce, kendi haceti için    kocasının izni olmaksızın bir yere müsaferet etmemiş olmalıdır. Fakat kadın, hac farizasını ifa için mah-remıyle beraber sefere çıkarsa nafakası sakıt olmaz. Velev \i kocasının izni olmasın.

(6) : Zevce,  başkasının  mukarenetinden  dolayı  mu’tedde    bulun­mamış olmalıdır.

Binaenaleyh şüphe ile vuku bulan bir mukarenetden dolayı iddet bekleyen bir kadın, zevcinden nafaka almaya müstahik olmaz.

 (7) : Zevç ile zevce arasına bir hail, haylûlet ederek mukareneti gayri kabil bir hale getirmemiş olmahdır.

Binaenaleyh* zevce, veya nafaka ve mehrden dolayı zevç, habs edi­lerek aralarında vuslat ve mukarenet kabil olmasa nafaka sakıt olur. Şu kadar var ki, zevç, musir olduğu halde nafakayı vermekden muma-teleten imtina etmekle habs edilse nafaka sakıt olmaz. Çünkü bu takdir­de zevç, zevcesine zulm etmiş olur. Elmuğnî, Elmezahibül’erbea.)

(Zahiriyye mezhebine gelince buna nazaran her zevç, kendisinin ha­line göre zevcesine nafaka vermekle mükellefdir. Her zevce, akdi nikâh-dan itibaren nafakaya, kisveye, meskene, hane mefruşatına mü&ahik ıplur. Büyü’k ve kocasiyle bir hanede mukim olsun olmasın. Kezalik : fakire, gayri nâşize bulunsun bulunmasın. Bütün bu haller mü savidir. Elmuhallâ.) [70]

 

Zevciyyet Nafakasının Bibrıza Veya Bilkaza Takdir:

70 – : Zevciyyet nafakası, zevç ile zevce arasında    bırrıza veya hâkime müraceatle bilkaza tayin ve takdir edilebilir. Şöyle ki  :

Nafaka, zevç ile zevcenin esnafen veya nakden muayyen bir şey

üzerine terazisi ile veya zevcenin müracaatı üzerine hâkimin kazası ile

lâzımül’eda bir borç olmuş olur.    Çünkü    nafaka, min    cihetin sıla –

atiye olduğundan iki tarafın rızası veya hâkimin kazası ile teeyyüd ederse sakıt olmaz.

Filhakika nafaka, bir sahih akdi nikâhı müteakib vacib ve zevce, nefsini teslimden imtina etmedikçe kocası tarafından infak edilmeğe müstahik olur. Ancak nafakanın rıza ile veya kaza ile takdirinin lüzu­mu, zevç zimmetinde deyn olması ve zamanın geçmesiyle sakıt olma­ması içindir. Çünkü bu suretle takdir olundukdan sonra zevce, kendi . malinden nefsine infak etse de bilâhare mefruz nafakasını kocasından isteyebilir. Velev ki kocasına rücuu şart edilmiş olmasın. Zira nafaka takdir ile teekküd eder, zevcenin mülkü olur. Mebsut, Reddi Muhtar.

71 – : Rıza ile veya kaza ile takdir edilen nafaka, bilâhare es’â-rın tegayyürü veya ösr ve yüsr itibariyle zevceynin hallerinin tebeddü­lü veya kadrikifayeden .ziyade veya noksan takdir edilmiş olduğunun ber nehci şer’î tahakkuku üzerine yine birrıza veya biİkaza tezyid veya ten­kis edilebilir. Çünkü nafakanın kifaye mikdarı olması lâzımdır.

Filhakika bazı hallere göre nafakanın artinlıb eksiltmesi lâzım ge­lir. Çünkü nafaka, anbean vacib olub es’ann, evkatın, mevzilerin, tabiat-Jerin, âdetlerin ve i’sar ile yesarın ihtilâfiyle muhtelif olur ve takdinleki ihatanın tashihi iktiza eder.

72 – : Zevce için i’sar nafakasiyle hükm olundukdan sonra zevç

ile zevceden biri veya her ikisi yesar kesb etmekle zevce, muhadder na­fakasının tezyidini taleb etse müstakbel zamane aid olmak üzere nafa­kasını artırmak icab eder. Amma yesâr hali uruzundan sonra taleb vu­kuuna kadar geçecek müddet için fazla bir şey taleb ve takdir olunamaz.

Bilakis yesâr nafakasiyle hükm olundukdan sonra zevceynden biri veya her ikisi i’sare – fakri hâle duçar olub da zevç, mukadder nafa­kanın tenzilini taleb eylese gelecek zamana aid olmak üzere nafakanın mikdarı – birinci takdire göre orta bir dereceye, ikinci takdire göre ıfakir nafakası derecesine – tenzil olunur. Bahri Raik, Dürri Muhtar.

73 – : Bir kadın, gaib bulunan kocası üzerine kadri marufdan zi­yade nafaka takdir etdirmiş olsa kocası gelince  bu  nafakanın marut jnikdardan fazlasını vermemeğe kadir olur. Ali Efendi fetâvası.

74 – : Nafaka, ta’cil ile, yani : peşin verilmekle muaccel olur, ar­tık istdrdad edilemez.

Binaenaleyh bir nafakai inarziyye veya makziyye, zevce tarafın­dan istifa olundukdan sonra henüz müddet tamam olmadan elinde ay-sıen mevcud veya müstehlek iken vefat veya talâk vuku bulsa bu nafa^ ka ne aynen ve ne de bedelen geri alınamaz. Velev ki tekarrüb vuku bul­muş olmasın. Çünkü nafaka, hibe mesabesinde olduğundan – teslimi za-, onanında zevciyyetin kıyamına mebni bilâhare – rücuu mümteni ve mevt ile istirdad hakkı münkati olur.

Meselâ : zevç, bir senelik nafaka ve kisveyi peşin olarak teslim et-dikden sonra henüz sene tamam olmadan zevce vefat etse bu nafaka­nın mütebaki günlere isabet eden kısmı terikesinden alınamaz. Belki bu ınafaka, mevcud ise vârislerine intikâl eder.

Nafaka, zevcin babası tarafından teslim edilmiş olduğu takdirde de hüküm ‘böyledir. Hindiyye, Cevhere.

75 – : Bir zevç hazır olduğu halde zevcesine bizzat infakdan im­tina veya kifayet etmiyecek mikdar nafaka itasiyle iktifa etmekle zev­cesi hâkime müracaat eylese hâkim, zevcin huzurunda iki tarafın bey-yine ile veya ihbar ile tahakkuk eden hâllerine göre yemvi hükümden itibaren nafaka takdir eder ve tayin edeceği müddetler için nafakanın peşin verilmesini zevce emr eyler..Yoksa nafakanın verilmesini bu müd­detlerin hitamına ta’lik edemez.

Binaenaleyh her ay için şu kadar nafaka takdir edildikde birinci ay hakkında müneccez olub nafakanın o ay başında verilmesi lâzım ge­lir. Diğer aylar hakında da muzaf olub her ayın hulûliyle teneccüz ede­rek o veçhile peşin verilmesi icab eder.

76 – : Zevç ile zevcenin güzel  muaşeretde     bulunarak     birlikde ıteayyüs etmeleri mendubdur.. Hattâ müracaat    vukuunda hâkim tara­fından bu cihetin zevceyne tavsiyesi ve güzelce imtizaç ve idareleri hu­susunda- kendilerine nasihatde bulunulması münasibdir.   Fakatzevc, in-f akdan imtina ve bu babda mümatele izhar ederse zevcenin sabık mese­le veçhile nafaka talebine salâhiyeti vardır. Hattâ zevce, zevcinin infak-dan imtinamı beyyine ile isbata muhtaç değildir. înfakı inkâr etdiği tak­dirde söz, maalyemîn zevcenindir. Bahri Raik, Reddi Muhtar,

77 – : Nafaka takdirinin  sıhhatinde zevcenin  talebi şart olduğu gibi ihzarı mümkün olduğu takdirde zevcin huzuru da garttır.

Binaenaleyh zevç, meşakkatsiz olarak hüküm meclisine celbi müm­kün olduğu halde cslb edilmese yapılacak nafaka takdiri, sahih ve zevç üzerine lâzım olmaz. Reddi Muhtar.

78 – : Nafaka takdirinde zevç İle zevcenin halleri nazara alınır. İki­si de zengin ise ağniya .nafakası, ikisi de fakir ise fukara nafakası, ikisi de orta halli ise mutavassıtüThal kimselerin nafakaları mikdarı lâzım gelir. Biri fakir, diğeri ganî ise nafaka da mutavassıt olur. Yani : Zevce, zengin olduğu suretde icab edecek nafakanın dününde ve fakir bulun­duğu takdire göre lâzım gelecek nafakanın fevkinde olmak üzere takdir «olunur. Bu halde fakir olan zsvc ise iktidarı nisbetinde nafakavermekle mükellef olub zevcesi ziyadesini taleb etdiği takdirde bu ziyade mıkdar, hali yesârine ta’lik olunarak zevcin zimmetinde borç olur.

Zevceler,  müteaddid ve  halleri  muhtelif olduğu takdirde de zevç ile her birinin hali başka başka nazarı itibare alınmak iktiza eder. Dürrİ ıMuhtar, Reddi Muhtar.

79 – : Zevcenin i’sar ve yesâri, kendi emvali zatiyyesİ itibarîyle [olabileceği gibi mensub olduğu aileni, meselâ babasının i’sar ve yesari itibariyle de olabilir.

80 – : Hâkim, nafakayı, menaleyhinnefekanın haline münasib müd­detlerle takdir eder.

Meselâ : tacirler için aylık, yevmiye ile çalışan sanat sahihleri İçin gündelik, ücretlerini haftadan haftaya alan amele ve sanayi ashabı için haftalık, ziraat erbabı için senelik olarak takdir ve işbu her müddete aid nafakanın peşin verilmesini emr eder.

Maahaza bu müdet ciheti, hâkimin reyine muhavveldir. Şu kadar var ki, zevç, bu yazılı minval üzere tayin edilecek müddetleri kabul et-miyebilir. Meselâ : ziraat erbabından olduğu halde nafakayı haftadan haftaya vereceğim beyan ederse hilâfına cebr olunamaz. Çünkü mak-sad, zevce kolaylık göstermekdir. Reddi Muhtar.

81 – : Nafaka, aylık olarak takdir olunduğu halde zevç,    aydan aya nafakayı vermekde bulunmadığı gibi zevce de nafakasını günden güne almak istese zevç, her günün nafakasım ondan evvelki günün ak­şamında tesviyeye mecbur olur. Hindiyye.

Fakat zevç, her ayın nafakasını muntazaman verdiği halde zevce, her günün nafakasını ayrıca almak istese müteannif ve kocasının izra-rını kasid olacağından bu arzusuna iltifat olunmaz. Reddi Muhtar.

82 – : Hâkim, nafakayı asnafen takdir ite havaicm kıymetlerine göre nakden takdir arasmdamuhayyerdir. Şu kadar var ki, havaici za-ruriyye, mütenevvi ve mütefavit ve aynen takdiri nizaı gayri da/î ola­cağından nakden takdiri, mütearef ve müstahsendir.

Zevç ile zevcenin de kendi aralarında nafakayı böyle iki suretden birile birrıza takdirleri, şahindir.

83 – : Nafaka, nükud olarak takdir edildikde zevceye lâzım ge-Jen havâic ve eşyayı çarşıdan alıp getirmek ve bedellerini mukadder na­fakadan ödemek  zevç üzerine lâzım gelir. Ve bu  nafakanın bakiyyesi sevoeye aid bulunur. Fakat zevcin satın akna hususunda hiyaneti zahir olursa lâzım gelen eşya ve erzakı ya zevce, satın alır veya eminine al­dırır. Mintehülhâlık.

84 – : Hâkimin nafakayı takdiri, bir hükümdür. Velev ki hüküm ve kazayı müş’ir bir söz bulunmasın. Binaenaleyh bu hüküm   bir müd­detin müruriyle nihayet bulmaz.

Meselâ : hâkim, şehrî bin kuruş nafaka takdir etse bir şehrin geç­mesiyle bu takdir, hitam bulmaz. Belki zevciyyet kaim oldukça devam eder. Meğer ki es’arin tegayyürü gibi hükmün devamına mani bir hal, tahadüs etsin.

Nitekim .nafaka hükmen takdir edildikden sonra zevceyn, birlikde yiyib içmelerinde ittifak etseler bu ittifak tarihinden itibaren sabık farz ve takdir zail olur. Nafaka, rıza ile takdir edilmiş olduğu takdirde de hüküm böyledir.

Bu yoldaki ittifaka, yani : bir kimsenin ehl ve ıyaline bizzat infak-da bulunmasına (temvîn) denjlir. Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.

85 – : Zevce, mukadder ve makbuz olan nafakasına mâlikdir.

Binaenaleyh bu nafakada hibe ve sadaka gibi tasarruflarda bulu­nabilir. Hattâ ıbir kadın, bu nafakasını istifa etdikden sonra kendi mal-larile veya başkasının ianesile teayyüş etmiş olsa dahi o nafakayı kocası istirdad edemez. Reddi Muhtar.

86 – : Zevce, mukadder nafakasının bir mikdarını taktir = ka­naat ederek artırsa dahi diğer müdet için takdir edilen nafakanın veril­mesi yine lâzım gelir. Nitekim israf ederek vaktinden evvel    bitirdiği takdird de r-Mdetİ hulul etmedikçe başka nafakaya müstahik olmaz. Sir­kat ve helak      kuu takdirinde de hüküm böyledir.

Şu kadar r ki, zevce, takdir olunan nafaka ve kisveyi taktir ve tasarruf ederse kocası», hâkime müraceatle mefruz olan nafakayı nef­sine sarf ve kisveyi telebbüs etmesini zevceye emr ettirebilir. Çünkü zevcenin bu yoldaki hareketi, sıhhatine muzir ve binnetice kocasının hu­kukunu muhil olabilir. Haniyye, Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.

« (MâlikOere göre de nafakanın takdirinde yalnız zevcin değil, bal-zsvc ile zevcenin halleri nazara alınır, ona göre nafaka takdir edilir.

Nafakanın esnafen takdiri asıldır. Fakat zevce razı olursa beldenin es’r.rma göre nakden takdir de caiz olur.

Nafaka, zevcin kazancına göre gündelik, haftalık, aylık, altı aylık ve senelik olarak takdir olunur.

Zevcin zevcesinde alacağı olsa nafakasına mahsub edebilir. Meğer hi bu mahsub, zevceye muzir olsun, yani : onun nafaıkasız kalmasını in­taç etsin.

Zevcenin nafakası, rıza ve kazaya muhtaç olmaksızın vacibül’eda bf mahiyette bulunur. Binaenaleyh rıza veya kaza ile takdir bulunmaksı-ızm geçen günlerin nafakalarını da zevce isteyib alabilir.)

(Şafiîlere göre de nafakanın lüzumu, zevcin zimmetinde deyn ol­ması, iki tarafın rızasına veya hâkimin kazasına tevakkuf etmez. Bi­naenaleyh mürur eden günlerin nafakaları da zevcenin müracaatı üze­rine hüküm altına alınabilir.

Zevç, zevcesinin nafakasını, her günün fecrinden itibaren vermek le mükellef olur. Taleb vukuunda mümataîede bulunursa âsim olur.)

(Hanbelîlere göre de zevciyyet nafakası rıza ve kazaya muhtaç ol­maksızın vacibül’eda bulunur.

Zeve, zevcenin nafakasını her gün güneşin tulûımu müteakib teda-rük etmeğe ‘mecburdur. Çünkü ilk ihtiyaç vakti budur. Fakat nafakayı bil’ittifak te’hir veya ta’cil edebilirler. Meselâ : Bir aylık veva bir sene­lik nafakayı peşin veya bir müddet sonra vermek üzere ittifak edebilir­ler. Çünkü bu hak, kendilerine aiddir.

Zevceyn, aralarında ittifak edemezlerse vacib olan mikdarm tak­diri ve elbisenin kifaye mikdarmda tayini için hlfkimin veya naibinin icthadma müracaat olunur.

Nafaka, zevç ile zevcenin bulundukları beldenin ekmeğinden, katı­ğından hallerine göre kifaye mikdarmda olarak takdir olunur.

Zevç, zevcesine icab eden nafakayı tedarük etmediği veya kifayet mikdarmdan noksan verdiği takdirde zevce, kocasının malinden – izni -olsun olmasın – icab eden nafaka mikdarını alabilir.

Bir kadın, gaib olan kocasının malından kendi nafakasına ya biz­zat veya hâkimin emrile bir mikdar sarf etdikden sonra kocasının ev­velce vefat etmig olduğu zahir olsa fazla sarf etdiği mikdar, mirasına ■mahsub edilir.

îmanı Şafiî ile Ebül’âliyenin, Muhairaned ibni Şîrîn ile ibni Mün-zirin kavülleri de böyledir. Elmuğnı, Minhac, Mebsut, Bedayî, Mecmaül’ enhür.) [71]

 

Zevcîyyet Nafakasını İtadan Zevcin Halî Aczi :

87 – : Zevç, fakir olsa da iktisaba = kazanmaya muktedir olduk­ça bil’iktisab zevcesine infak etmesi lâzım gelir. Lâkin bil’iktisab infak-dan dahi âciz kalıb da zevcesi nafakasını isterse hâkim, zevcin zimme­tinde borç olmak üzere hüküm gününden itibaren nafaka takdir eder. Ve kocası namına, veresiye mal almak veya istikraz etmek suretiyle borç edinmesi için zevceye izin verir.

Zevce, nafakası takdir edildikden sonra gerek kendi mâlinden nef­sine îhfak edeceği ye gerek nafakası “için hâkimin emriyle veya emri ol-ımaksızm borç alacağı şey ile kocasına hali yüsrinde rücu edebilir.

Şu kadar var ki, hâkimin emri olmaksızın borç alacağı suretde, dain, alacağını yalnız zevceden ve bade vefatiha terikesinden ister, zev­ce müracaat edemez. Amma hâkimin emriyle borç aldığı takdirde dain, men aleyhinnefaka takımından olmayınca alacağını dilerse zevceden ve dilerse zeveden istifa eder. Zevceden istifa etdiği takdirde o c|a bununla zevcine müraceate müstahik bulunur.

88 – : Mu’sire olan bir zevce, sabık mesele   mucebince hâkim ta­rafından isüdaneye = borç olmaya mezun kılındıkda zatüzzec olmadığı takdirde nafakası, ebeveyninden veya sair mehariminden kime aid ise indettaleb onun o zevceye ikrazda bulunması lâzım gelir. Ve bu kimse, Rainiz zevce hali yüsrinde müraceat edebilir. Şayed ikrazdan kaçınırsa hâkim tarafından cebr veledel’iktiza habs olunur.

Fakat böyle bir kadın, bu mezuniyetden sonra, kocası namına ol­duğunu sarahaten beyan veya niyyet ederek yabancı bir şahısdan bpre alacak olursa o şahıs, bu alacağını dilerse o kadından ve dilerse onun kocasından isteyebilir.

Zatüzzevc olmavan fakir bir kadının nafakası, musir bulunan eka-ribinden kimlerin üzerlerine lâzım geleceği, usul ve fürû vesairenin na­fakalarına aid bölümde görülecekdîr.

89 – : Bir kadın, sabık mesele veçhile istidane ederken     kocası namına istıdane erdiğini tasrih veva nivvet ederse dain, o kadına, da. onun kocasına da müraceat edebilir. Amma bu veçhile tasrih veya niyet oulunmazsa yalnız kadına* kadın da kocasına müraceatde bulunabilir. Seve, niyyeti inkâr ederse söz, kendisinin olur. Dürri Muhtar, Reddi ‘Muhtar.

90 – : îstidane vukuu hakkında zevcenin kavli    mücerredi, kabul olunamaz.

Binaenaleyh dain, borç alman nafakayı zeveden taleb etdikde zevç, idanoyi inkâr eylese mücerred zevcesinin İkrarı ve dainin tasdikiyle Ü-ızam olunamaz. Zevcin terikesinden taleb vukuu takdirinde de hüküm böyledir. Bu babda mücerred hâkimin istidane ile emr etmiş olduğunun sübutü kifayet etmez. BeBci iatidanetıin hakikaten vukuunu isbat etmek lâzım gelir.

91 – : Zevcin zevciyyet nafakasını vermekden âciz bulunması, ni­kâhın feshim müstelzim olmaz. Hindiyye, Dürri Muhtar, Reddi Muhtar. (Mâlikîlere göre zevciyyet nafakası, zevcin zimmetine müteret-tib bir boredur. Velev ki zevç; “fakir olsun, velev ki nafakanın mikdarı rıza ile veya kaza ile takdir edilmiş bulunmasın.

Fakat bir erkek, zevcesinin nafakasını vermezse zevcesinin talebi ve aşağıdaki şartların tahakkuku halinde araları tefrik olunur. Şöy­le ki:

(1) : Zevç, zevcesinin hal ve istikbale aid taam ve kisvesini temin­den âciz olmalıdır. Bu halde nikâh, fesh edilebilir. Fakat müterakim nafakayı vermekden, aciz, nikâhın feshini müstelzinı olmaz. Bu, zim­metinde bîr borç olarak kain*.

(2) : Zevce, zevcinin fakrına, infaka muktedir olmadığına nikâhın akdi zamanında muttali bulunmamış olmalıdır. Aksi takdirde fesh, ta­lebine hakkı olamaz.

(3) : Zevç, nafakayı itadan aczini iddia etdiği halde bunu isbat edememiş olmalıdır.-Bu halde hâkim, talâka derhal hükm eder. Fakat aczini isbat ederse hâkim, kendi ictihacfiyle bir mühlet tayin eder. Bu müddet hitamında talâka hükm eyler. Mühlet esnasında maraz, habs gibi bir ânza vuku bulursa bu mühlet, temdit edilir.

(4) : Zevç, «ben musirim. Fakat iiifokdan imtina ediyorum» diye iddiada bulunsa bir kavle göre habs edilir, diğer bir kavle göre talâka hükm edilir. Hiç ceyab vermediği takdirde de    hâkim, fevren talâka hükm eder.

(5) : Mu’sir olduğunu iddia eden bir zevcin mali zahirîsi mevcud olunca zevcesinin nafakası bu malinden cebren ahz olunur. Zevcin mâli, nafakayı bir dereceye kadar temine kâfi görülünce talâka hükm edil­mez. Velev ki zevce, zengin bulunsun. Bu takdirde iki tarafın hâline bakılmaz. Minehülcelîl, ElmuğmV)

(Şafülere göre de bu hususta şu gibi hükümler caridir:

 (1) : Zevç, nafakanın edna mikdarrm vermekden âciz olunca bakı­lır : eğer zevce, bu hale sabr ederse nikâhları fesh edilmez*. Takdir edi­lecek nafaka, zevcin zimmetinden borç olur. Zevce, bunu ileride kocasın­dan hali yüsrinde tahsil eder. Bundan mesken ile hadim müstesnadır Bunlar bu halde sakıt olmuş olurlar.

Fakat zevce, bu hâle sabr etmezde hâkime müracaat ederse nikâh­ları fesh edilir. Şöyle ki: hâkim, üç gün mühlet verir, dördüncü günün sabahında nikâhın feshine karar verir veya nikâhı fesh etmesi iğin zev­ceye emr eder. Muhakkem de hâkim mesabesindedir.

Şayed zevcenin bulunduğu yerde hâkim ve muhakfeem bulunmaz­sa bizzat zevce, üç gün mühlet verir, dördüncü gününün sabahında ni­kâhı fesh eder. Amma zevç, !bu mühletten evvel nafakayı teslim ederse artık fesk caiz olmaz.

(2) : Zevc, ımu’sirlere lâyık bir mikdarda nafaka vermeğe kadir ol–duğu halde bunu vermekden imtina etse fesh cihetine gidilmez. Çünkü bu halde nafakanın hükmen istihsali mümkündür.

(3) : Zevcin akar ve emlâki veya başka bir yerde sair emvali bu­lunduğu halde bunların yakın bir -müddetde bey’ ve ihzarı kolay bulun­masa bu hal, zevcin hali hazırdaki i’sarından_ dolayı nikâhın fesh edil­mesine mani olmaz. Fakat böyle bir mal, mesafei kasrdan dûn bir yer­de bulunur da ihzarı kolay olursa bundan nafakanın tedariki emr olu­nur, fesh cihetine gidilmez.

(4) : Hal ve müstakbel nafagasını vermekden acz, nikâhın feshini müstelzim olursa da müterakim nafakayı edadan veya meskenin teva-bii olan mefruşat ve yemek takımı gibi şeyleri tedarükden ve hadimin nafakasını itadan acz, feshi müstelzim olmaz.

(5) : Zevcin fakrı haline evvçjce ıttıla ve rıza, bilâhare fes1″ hak­kının sübutüne mani olmaz. Çünkü nafaka, hayatın zaruriyyatındândır. Bir müddet için nafaka tedarükinde’n   âciz görülen bir kimse, bilâhare nafaka tedarüküne kadir olabilir. Binaenaleyh zevcenin bu hale rızası, böyle bir ümide mebni olabileceğinden bu hakkının ıskatını icaî? etmes. Minhac, Elmuğnî, Mezahibi Erbea.)

(Hanbelî fukahasının bu hususdaki akvali de şöyledir :

(1) : Zevç, i’sar nafakasını, yani : taam, kisve, süknadan ibaret olan zevciyyet nafakasının en aşağı mikdarını vermekden âciz kalınca zevce muhayyer olur. Dilerse zevciyyetîn devamım ihtiyar eder. Bu halde i’sar mıafakası, zevcin zimmetine bir deyn olarak teveccüh eder. Şu kadar var kî, zevç, bu halde nefsini zevcine temkine ve zevcinin mes­keninde nefsini habse mevbur olmaz. Ve dilerse derhal nikâhın feshini ihtiyar eder. Zevceninbu ihtiyarı, fevrî değildir. İsterse üç gün mühlete lüzum kalmaksızın nikâhın feshini iltizam eder, isterse bir müddet son ra bu fesh cihetine gider. Maahaza zevce, zevciyetin devamını ihtiyaı etmiş olsa dahi bilâhare rücu edere/k feshi iltizam edebilir.

(2) :  Zevç, tacir, sanatkâr veya yakın bir zamanda şifa bulacağı ümit edilir bir halde hasta olûb da az bir müddet nafakayı tedarükdan âciz kalsa bununla hemen fesh  cihetine gidilmez. Zevcenin bir müdde* intizarda bulunması icab eder.

(3) : Zevcin fakri haline zevcenin evvelce  muttali bulunmamış ol­ması, şart değildir. Hattâ zevce, akd zamanında zevcin fakrine razı ol­sa veya nafaka almayacağım şart kılsa da bilâhare nafakanın teazzü-ründen dolayı fesh hakkına mâlik olur. tmam Şafiînin kavli de böyle-ledir.  Çünkü nafaka, günden güne  teceddüd etdiğinden fesh hakkı da böyle teceddüd eder. Artık zevcenin henüz vacib olmayan bir hakkı ıs­kat etmesi sahih olmaz.

Fakat îmam Ahmedin zahiri kelâmına ve İmam Mâlike göre zevce, bu suretlerde nikâhı feshe müstahik olmaz. Zira kocasının bu aybma ra zı bulunmuşdur.

(4) : Nafakai maziyeyi itadan aciz, nikâhın feshini müstelzim ol­maz.

Kezalik : zevç, zevcesinin ekmeğini tedarük etdiği halde kıtlığını, meskenini ve hadiminin nafakasını tedarük edemese yine nikâhları fesh edilmez. Belki katık vesaire bedeli, zevcin zimmetine mütrettib bir deyn olur. Kadıya göre bunlar, zevaid kabilinden olduğu cihetle zevcin zim­metinde sabit olmaz.

(5) : Nafakayı vermekden âciz kalan bir zevcin bir şahıs zimme­tinde alacağı bulunsa bakılır : eğer bunu istafaya kadir ise nikâh fesh edilmez, fakat kadir değilse fesh  edilir. Çünkü bu takdirde bu mu’sir olmakdan kurtulmuş olamaz. Elmuğnî, Elmezahibül’erbea.)

(Zahiriyyeye göre zevç, zevcesinin nafakasını ya zulmen veya ac­zinden dolayı temin etmese de zevce, nefsini zevcinden men edemez. Çünkü zevce, her ne kadar zulme uğrarsa da zevcinin müstahik olduğu bir hakkı men’e salâhiyeti yokdur. İsterse intisafda bulunabilir.

Bir kadın, nafakasının, kisvesinin, mehrinin verilmesinden dolayı nikâhı fesh etdiremez. Müstahik olduğu nafaka mikdarmı bulabilirse kocasının malinden bizzat alabilir. Eimuhallâ.)

(Ataya, Zührîye, İbni Şübrümeye göre de zevcin nafakayı veremez bir halde olmasından dolayı zevcesi muhayyer olmaz, Çünkü nafaka da sair borçlar gibi zevç üzerine lâzım gelen bir hakdır. Artık bundar. acz ile nikâh, fesh edilemez. Şu kadar var ki, bu halde zevcesinin meş­ru kazanç şahsına atılmasına müsaade eder. Elmuğnî.) [72]

 

Gaib Zevçler Üzerine Takdir Edilecek Nafakalar :

92 – : Bir kimse, zevcesini nafaka   bırakmaksızın terk ile ihtifa veya sefer müddetince  =  en az on sekiz saat uzak veya daha yakın bir mahalle giderek tegayyü’b eder veya mefkud olursa hâkim, zevce­nin zevciyyet hakkında ikame edeceği beyyine üzerine hüküm gününden itibaren   kadri   maruf nafaka   takdir   eder. Veledel’hâcs  zevci namına   istida-nede bulunması için zevceye izin verir.’ Istidaneden maksad.. bir kavla göre zevcenin ileride parasını kocasından, almak üzere nafakasına aid şeyleri veresiye almasıdır. Diğer bir kavle göre de zevcenin nafakasına aid meblâğı başkasından istikraz etmesidir. Bir kadın, nafakasını böyle istidane suretiyle tedarük edemezse kazanç yoluna tevessül edebilir. Bu halde kazanı’b nefsine sarf edeceği şeyleri hâkimin emriyle kocası üze­rine bir borç olarak, kâyd edebilir. Buna da muktedir olamazsa her gün için tese’ülde bulunabilir. Bu suretle de, elde edeceği şeyleri nafakasına sarf ile bunu hâkimin emrile kocası üzerine borç olarak tesbit edebilir. Reddi Muhtar.

93 – : Hâkim, gaib bir zevç üzerine nafaka takdir etmeden evvel, nafaka talebinde bulunan zevceye «zevcinin nafaka terk etmedeğine ve eVan nâşize ve iddeti geçmiş mutallâka olmadığına dair» yemin verdirir Bu zevcin hukukunu siyanet içindir. Buna (yemini istizhar) denir*

94 – : Zevci gaib olan bir zevceye nafaka takdiri için zevcin men­zilinde, veya mestevdei – kendisine emanet bırakdığı kimse elinde veya medyunu zimmetinde nafaka cinsinden mallan bulunmak lâzım değildir. Zevce de zevcinin nafaka terk etmediğini   beyyine ile isbata muhtaç olmaz. Şu kadar var ki. gaib zevcin malı olmadığı takdirde zevciyyetin (92) nci meselede yazıldığı üzere beyyine ile sübutü iktiza eder. Maa-mafih bu beyyine üzerine hâkim, yalnız nafaka takdir eder, 7evciyvetin sübutüne hükm edemez. Binanaleyh bilâhare zevç hâzır oidukdp, bakı­lır: eğer nikâhı ikrar ederse mukadder nafakayı vermesi icab eder. Ve eğer inkâr ederse zevce tarafından zevciyyetin yeniden isbatı lâzım ge­lir, îsbat edemezse söz nıaalyemîn   zevcin olur. Zevce o nafakayı borç müstevdein elinde ve medyunun   zimmetinde bulunan mala taarruzdan men için kabul olunur. Reddi Muhtar.

95 – : Gaib bir zevcin zevcesi yamnda taam ve nükud gibi nafaka cinsinden malı bulunursa hâkimin nafaka takdir    edebileceği hallerde zevce, bu maldan. nafakası için kifayet mikdarı bizzat alabilir. Amma başkasının, yani: müstevdei veya müzaribi etinde veya medyunu âmme tinde bu kabil malı bulunursa, müsteyde’ veya müzarib veya medyun da bu zevce aid kendi yedinde veya zimmetinde o malın bulunduğnu ve zev-ciyyeti ikrar ederse veya bunlarda-n birinf veya her ikisini inkârı halin­de zevce? bunları beyyine ile isbat eyler ise hâkim, yemin istizhardar eonra o maldan verilmek üzere zevceye hüküm gününden itibaren nafa­ka takdir eder.

Şu kadar ki vedîa var ise takdim olunur. Çünkü vedianın helaki tak­dirinde zeman lâzım gelmiyeceğinden tercihan bundan nafaka takdiri, .gaibin nef ini mutazammmdır. Meğer ki medyunun firar veya inkâr ve yahut ilânı iflâs etmesinden korkulsun. O takdirde nafakayı deynden takdir evlâdır. Bedeli icare de deyn kabilindendir. Hindiyye, Dürrül’mün-teka, Reddi Muhtar.

96 – : Yukarıdaki mesele veçhile nafaka   takdir edildikden sonra müstevde’, vediayı zevceye  ita etdiğini  bilâhare  iddia etse  sözü kabul olunur. Amma medyun, borcunu zevceye verdiğini iddia etse  zevce ik­rar etmedikçe bilâ beyyine sözü makbul olmaz. Hindiyye.

97 – :  Müstevde’, vediayı veya zevciyeti inkâr veya vediayı gaib zevce iade etmiş olduğunu iddia etse kendisine zevcenin talebile yemin verdirilemez. Reddi Muhtar.

98 – : Müstevde’, veya medyun, gaib zevcin    zevcesine şu kadar müddete kâfi  nafaka terk etdiğine veya bu kadını boşamıs., iddeti de nihayet bulmuş olduğuna dair beyyine ikamesinde bulunsa bu beyyine, müstevdein elinde   ve   medyunun;  zimetinde   bulunan   mala   taarruzdan men için kabul olunur. Reddi Muhtar.

99 –  : Zevciyyet, müstevdein veya medyunun ikrarile kabul edil­miş olduğu suretde gaib zevç, gelib de nikâhı inkâr ve kadının beyyine ile isbatdan izharı aczi üzerine yemîn eylese vediayı dilerse bu kadın­dan ve dilerse müstevde’den taleb ve ahz eder. Amma borcu yalnız med­yundan alır. Medyun da kadına rücu eder. Hindiyye.

100 – Gaib zevç gelib de nafakasını    müstevde’ veya medyundan almış olan zevcesini evvelce boşamış ve iddeti bitmiş olduğunu iddia ve isbat etse makbuzu olan malı zevcesine ve bu hale muttali olduklarını isbat  etdiği takdirde  müstevde’   veya    medyununa tazmin etdirebilir. Amma isbat edemediği takdirde müstevde’ veya medyun zevciyeti bilib de talâkı bilmediklerine yemin ederlerse kabul    olünub zemandan beri olurlar. Hindiyye.

101 – : Müstevde’,  vediayı hâkimin    emri  olmaksızın     nafakası için mudiin zevcesine, teslim etse  zamin olur.     Fakat hâkimin emrile teslim  ederse zamin  olmaz. Mûdâ,   vediayı   zevcesinin nafakasına sarf etmemesini müstevdee tenbih etmiş olsa da buna itibar olunmaz. Ha-niyye.

102 – : Nafaka, zevcenin medarı hayatı olduğu için gaibin müs-tevdei yanında veya medyunu zimmetindeki nafaka cinsinden olan ma­lından bilkaza takdir olunur. Hattâ zevcin gaygubetinden evvel kazaen takdir edilmiş olan nafakai maziyede zevcin gaygubetinden sonra bu maldan bilkaza istifa olunabilir. Çünkü vediada, deynde nafaka ile hü­küm caiz ve bu cevazın tarikinde ihtilâf carî olduğundan bu hususda mazi ile müstakbel müsavi olur. Halbuki zevce, vediadan veya deynden nıehrini taleb etse hâkim, bununla hükm etmez. Zira nafaka tafcdirin-deki hikmet ve maslahat, bunda mevcud değildir. Bedayî.

103  – : Bir vakfın gallesindeki istihkak da vedîa ve deyn hük-tnündedir.

Binaenaleyh gaib zevcin bir vakıf gailesinde    istihkakı olduğunu mütevelli, ikrar etse bundan zevcesi için nafaka takdir olunabilir. Reddi Muhtar.

104 – : Gaib zevcin müstevdei yedinde olub nafaka cinainden bu­lunmayan mallarından zevcesi için nafaka takdir olunmaz ve nafakanın teazzüründen dolayı beynleri de tefrik edilemez.    Mefkud mebhanesine de müraceat!..

«  (Mâlikîlere göre gaib zevç hakkında şu gibi hükümler carîdir :

(1) : Nafakanın vücubi hususunda gaib, hazır hükmündedir.   Elve rir ki zevce, kocasına nefsini temkine    müheyya bulunmuş olsun.  Bu halde zevcenin talebile hâkim, nafakai mislini takdir eder.    Bu takdir hâkim bulunmadığı yerlerde cemaati müslimîne aid bulunur,

(2) : Gaibin zevcesine aid nafaka, bir kimsenin elinde bulunan vedia­sından veya zimmetinde olan alacağından istifa olunabilir. Zevce, indel-inkâr bu vediayı veya deyni isbat edebilir. Hattâ bu hususda bir şahid ile zevcenin yemini de kifayet eder.

(3) : Gaibin zevcesi, nafakası takdir edilince: «nafakaya müstahik olduğuna, zevcin kendisine nafaka terk etmediğine ve bu nafakayı ve­recek bir kefil bulunmadığına» yemin eder. Alacağı bu nafaka için ken­disinden ihtiyaten bir kefil istenilmez. Bilâhare zevci gelir de bunun na­fakaya müstahik olmadığını, meselâ  : Nâşize bulunduğunu beyyine ile isbat ederse aldığı nafakayı istirdada müstahik olur.

(4) : Bir kadın, sefere çıkacak olan kocasından nafakasını isteye­bilir. Şöyie ki: zevç, eğer mutad veçhile bir sefere çıkacak   ise kadın, ibu sefer müddetine aid nafakasının peşin verilmesini taleb edebilir. Fa­kat mu’tadın fevkinde bir fesere çıkacağı iddia edildiği takdirinde mü-tad sefer müddetine tekabül edecek nafakanın   muaccelen verilmesini, bundan fazla günlerin nafakası için de kocasının   bir kefil götürmesini mütalebede bulunabilir.

(5) : Gaib zevcin mali, nafaka cinsinden olmak iktiza etmez. Akar kabilinden olsa da nafaka için satılabilir.

(6) : Zevç; gaib olub nafaka tahsili müteazzir olunca bakılır : eğer zevç, yakın ve malûm bir yerde gaib ise zevcesini infak etmesini, ak­si takdirde talâka hükm edileceğini hâkim, kendisine ihbar eder. Fakat öşrü sabit olduğu halde bulunduğu yer bilinmezse hâkim, bir mik-dar mühlet verir. Bu mühlet hitamına kadar zuhur etmezse hâkim, talâka hükm eder. Zevce gerek medhulün biha olsun ve gerek olmasın. Zevç, iddet içinde zengin olursa ricat edebilir. Ehnuğnî, Şerhi Erbil’-berekât.)

(Şafiîlere göre de gaib zevç hakkında şu hükümler carîdir  :

(1) : Gaib olan zevcin mekânı malûm, zevce de nefsini temkine mü­heyya olunca hâkim, indettaleb keyfiyeti zevce ilâm eder ve gelmesi ka­bil olan zamana, kadar intizar edilir. Zevç, bir özre mebni olmaksızın gel­mezse hâkim, onun aleyhine zevciyet nafakasını, takdir eder. Bu* halde bu nafaka, gaib zevcin bir malı mevcud ise ondan alınır,  mevcud de­ğilse hâkim, zevceye istidane için izin verir. Zevce, bilâhare bununla zev­cine rücu eder.                                                                                        

(2) : Zevcin mekânı meçhul olunca hâkim, mümkün mertebe aras-dırır. Zuhur etmezse hazır malinden  zevciyet nafakası takdir eder ve zevceden sarf edeceği nafaka mukabilinde bir kefil alır. Çünkü bu hal­de zevcin vefat veya zevcesini bainen tatlik etnüş olması melhuzdur.

Bu kefalet, bir kefaleti deyn değil, belki “bir kefaleti ihzardan iba-retdir ki, zevcenin nafakaya ademi istihkakı tebeyyün edince kendisini kefil, ihzar eder. Elmuğnî, Tuhfetühnuhtac, Ehnezahibül’erbea.)

(Hanbelîlerin de bu husuda kavulleri şu veçhiledir :

(1) : Zifafdan evvel gaib olan bir zevcin zevcesi için nafaka takdir edilemez.  Meğer ki hâkim tarafından zevcenin  nefsirii teslime müstaid bir halde bulunduğu ilâm edilsin. O halde zevç, gelir de bizzat* veya gel­mez de kendisine tesellümü caiz bir şahıs vasıtasiyle bilvekâle zevcesi­ni teslim alırsa üzerine nafaka takdir edilmez. Fakat zevç; gelmez, ve­kil   de göndermezse  hâkim, zevcin gelib zevcesini tesellüm   edebilecğİ bir vakitden itibaren nafakasını takdir eder.

(2) : Duhulden sonra gaib olan bir zevç üzerine her halde nafaka takdir edilebilir. Müterakim nafakai maziyede, müstakbel nafakayı da kefalet caizdir. Velev ki takdir edilmiş olmasın. Binaenaley bir kimse, «ben şu kadımn nafakasına fülânın zevcesi oldukça kefilim» dese nafa­kai mislini zamin olmuş olur.

(3) : Gaib zevcin mali bulunursa zevcesinin nafakası bundan ve rilir. Bu mal, satılması kabil uruz. veya akar olsa hâkim,  bunu satar semeninden nafakayı günden güne tediye eder. Fakat gaibin asla mah bulunmazsa veya bulunurda satılması  müteazzir olursa vo  zevce için borç almak gibi bir tarik ile nafakayı temin de mümkün olmazsa ka-dm, nikâhını fesh ettirebilir. Hattâ feshden sonra kocasının mali zuhur etse de art»k mutemed kavle göre buna itibar olunmaz. Bu fesh, zevcenin talebile ya hâkim tarafından veya hâkimin emrile zevce tarafmdar, yapılır. Bu, bir firkatdir, bunda ricat carî olmaz. İmam Şafiînin, îbn; Münzirin kavulleri de böyledir. Elmuğnî, Keşsafül’kma, Elmezahibür-erbea.)

Eimmei Hanefiyyenin noktai nazarlarına göre nikâh; büyük bir ni-metdir, ehemiyetli ve daimî bir rabıtadır. Bunu nafakanın teazzürü gibi bir arızaya mebni izale ve ibtal etmek muvafık olamaz. Zaten mehr ve nafakayı vermeğe, sair zevciyyet hukukunu ifaya muktedir olmayanların teehhül ederek menkuhelerini izrar eylemeleri haramdır. Güzel ahlâk sahibleri, bu cihetleri güzelce düşündükden sonra teehhül ederler. Bu halde infakdan aciz dolayısiyle iftiraka pek nadiroİarak ih­tiyaç hissedilir. Bu gibi nadir hâdiseler ise umumî esasları ihlâle sebeb olamaz.

Maahaza bu fesh ciheti kabul edilse bazı kadınların bir kötü tel-kinata kapılarak nafakalarının teazzürü foehanesiyle zevciyyet rabıtası­nı izaleye çalışacakları ve bilâhare bu yüzden bir sefalet ve nedamete duçar olacakları da müsteb’ad değildir.

Hanefîlerin bu noktai nazarları, ahlâkı fâzıla ashabı hakkında hikmet, ve maslahaat pek muvafıkdır. Fakat zamanımızda insanların ah­lâkı, münasebetleri tebeddül etmiş, zevciyyet hukukuna riayet edenler azalmış, kadınların bir müddet nafakasız kalmalarından bir takım İçti­maî mahzurlar tevellüd edeceği şübhesiz bulunmuşdur. Bu bakımdan da Hanbelî mezhebi, asrın maslahatına daha uygun- görülmüadür. Bu­nun içindir ki mülga Fetvahanei âli heyeti te’lifiyesi tarafından (23-Re-fciülâhır 1334) tarihinde Hanbelî mezhebine tevfikan «zevç, gaib olarak nafakanın tahsili müteazzir olduğu takdirde zevcenin talebiyle kadı ni­kâhı fesh eder» diye bir madde tanzim edilerek iradesi istihsal edilmişdi.

Nafakanın teazzüründen dolayı nikâhın feshine kail olan müctehid-ler, bu hususda Hazreti Ömer ile Hazreti Alinin (radıyallahü tealâ an-ıhüma) ordu âmirlerine göndermiş oldukları mektublardan istidlal et-mekdedir. Bu mektublarda deniliyordu ki «Askerlere emr ediniz, ya zevcelerinin nafaaklanm göndersinler veya onları boşasmlar.»

Bu İstidlale cevaben Hanefî fukahası diyorlar ki âyeti kerimesi, nafaka vermekden âciz olan bir zevcin hali yüsrine in­tizar edilmesini sarahaten nâtıkdir. Mezkûr mektublara gelince islâm askerleri, nafaka vermekden âciz değildiler. Çünkü onların ailelerinin nafakaları beytülmâle aid olduğundan ini nafakaya islâm hüküme­tinin temin ve irsal etmesi iktiza ederdi. Şu kadar var ki, Hazreti Faruk ile Hazreti Aliyyil’mürtezâ, kocalarının uzun bir müddet gaybu­betlerinden dolayı kadınlarının fitneaye duçar olabilecekler.ni mülâhaza buyurdukları cihetle onların kalblerini” tatyib edecek şeyleıi gönderme­lerine lüzum görmüşlerdir. [73]

 

Zevcin İflası Ve Nafakadan Dolayı Hapsi :

 

105  – : Men lehünnefaka için sabit olan ‘hak, men aleyhinnefaka-larından mukaddemdir.

Binaenaleyh medyum müflisin mahcuriyeti müddetinde de zevcesi tgibi üzerine nafakası lâzım gelen kimseler, malinden infak olunurlar. Çünkü nafaka, havaici asîiyyeden olduğu cihetle bir kimsenin kendi na­fakası, garimlerinin haklarından mukaddem olduğu gibi zevcesinin, si­gar evlâdiyle zevi I’er hamının nafakaları da mukaddemdir.

106 – : Men aleyhinnefakanın usuli havaicinden olan maları, na­faka için satılamaz. Çünkü bir kimsenin usuli havaici, başkalarının hak­larından mukaddemdir.

Binaenaleyh bir kimsenin alelade meskeni veya bir iki kat elbise­si, levazımı beytiyyesi, zevcesinin vesairenin nafakaları için satılamaz. Meğer ki bunlar, kıymetli olu’b da semenlerinden haline munasiblerim tedarük kabil olsun. O halde satılarak semeninden mütebakisi nafakaya sarf edilir.

107 – : Bir kimse, nafaka cinsinden başka emvali var iken nafa­kadan olan borcunu edadan imtina etse zevcesinin talebile hacr oluna­bilir. Bu halde o kimse, bu mallarını satarak bu nafakaya aid borcunu’ ödemezse hâkim, o malları satarak bu ‘borcu öder. Şu kadar var ki, med­yun hakkında ehven olandan başlanır, meselâ evvelâ uruzu, badehu aka­rı satılır.

108 – Zevç, gaib bulunursa nafaka için emvali satılamaz. Eakat hazır olubda zevcesine infakdan ve mukadder nafakasını itadan imtina ederse habs ve nafaka için malları hacz olunabilir.

109 – : Yesari sabit olub nafakayı temerrüden   vermediği cihetle habs edilen bir zevç, zevcesinin rızası olmadıkça habsden çıkarılamaz.

110 – : Zevç, nafaka için mahbus kaldığı müddetçe de zevcesinin nafakası üzerine lâzım gelir. Bu halde zevce, bilâhare zevcine rücu et­mek üzere hâkimin emrile borç olarak nefsine infakda bulunabilir. Yok­sa zevcinin habsile nafakası sakıt olmaz.

111 – : Hakikaten mû’sir olan bir zevç, zevcesinin   nafakasından dolayı habs edilemez. Fakat mu’sir olduğu malûm olmazsa hâkim, na­faka vermesini, aksi takdirde habs edileceğini kendisine ihtar eder. Bu halde zevce, defeat ile müraceat ederek    nafakasını vermediğinden do­layı habsini isterse hâkim, zevci habs eder.

112 – : Zevcesinin rıza ye kaza ile mukadder nafakasını vermek-den kaçman bir zevç, sabık mesele veçhile gınası sabit olmadıkça habolunamaz. I’sarı hakkındaki sözü yeminiyle kabul olunur. Bodayî, Bahr, Hindiyye, Dürri Muhtar.

« (Eimmei saireye göre de zevcesinin nafakasını muktedir olduğu halde vermekden imtina eden bir kimse, zevcesinin talebile habs edilir ve bu habs ile zevcesinin nafakası sakıt olmayıb devam eder. [74]

 

Nafakaya Aid Kefaletler :

113  – : Kaza ile veya rıza ile takdir edilmiş bir nafakaya kefalet caizdir.

Binaenaleyh -bir kimse, kefil olduğu mefruz nafakayı zâmin olur. Fakat zevç, tegayyüb edecek olmadıkça gayri mefruz = gayri mukadder nafakaya kefalet caiz değildir.

114 – : Bir kadın, hâkime müraeeatle kocasının tegayyüb edece­ğinden bilhabs gelecek aylar nafakası için kendisinden kefil alınmasını istedikde bakılır:  Eğer kocasımn tagayyüb   ve müsaferet müddeti bir sene ise veya hac yolculuğu gibi malûm ve muayyen ise kocası, bu müd­dete aid nafaka için kefil vermeğe istihsanen mecbur olur. Fakat malûm ve muayyen değilse yalnız bir aylık nafaka için kefilverib ziyade müddet için kefil vermeğe mecbur olmaz. Nafaka, gerek mefruz olsun ve gerek olmasın.

115  – : Zevç, nafakai mefruzeden müterakim    mikdarı vermeden başka bir memlekete gidecek olsa zevcesinin hâkime müraceatile talebi­ne mebni kefil vermeğe mecbur olur.

116 – : «Nikâh baki oldukça» veya «zevceyn hayatda bulundukça» yahut  «zevciyyet mevcud oldukça» tabirlerile yapılan bir kefalet,  ebe­de, yani : nikâhın devamı müddetine masruf olur. Velev kis«edeb» lâfu zikr edilmesin.   Hattâ bu   suretlerin  hepsinde   kefalet, talâkdan  sonra idetin nihayetine kadar da devam eder. Nitekim «her aylık, her senelik nafakaya kefilim» denildiği suretde de hüküm böyledir. Fakat bir sene­lik veya altı aylık gibi muayyen bir müddete aid nafakaya kefalet, yal­nız o müddet içindeki nafakaya mahsus ve binaenaleyh kefil, yalnız bu müddete ait nafakayı zâmin olur.

117 – :  Zevç, gaib kocasının müstevdei    elindeki veya medyunu zimmetindeki mâlinden  hükmen nafaka   ahz  edeceği   takdirde   hâkim, zevcin hukukunu muhafaza makasadına binaen zevceden yalnız me’huzu olannafaka  mikdarı hakkında ihtiyaten kefil alabilir.   Çünkü zevcenin naşiz£ ve iddeti geçmiş mutallaka olması veya   nafakasını peşin olarak almış bulunması melhuzdur.

Binaenaleyh zevç, geldikde nafakayı vermiş olduğunu beyyine ile isbat veya zevce yeminden nükûi ederse almış olduğu mali dilerse zev­ceden ve dilerse kefilden isteyebilir. Velev ki kefil, yeminden nükûl etittiesin. Lâkin zevce, ikrar ederse yalnız kendisinden istenilir. Yemin et­tiği suretde ise hiç birinden istenemez ve bu suretde kefil taiüıf olun-pnaz.

118 – : Bir kimse, zevcesine infakda bulunmasını bir sahsa emr etse o şahıs, sarf edeceği kadri maruf nafaka bedelini o kimseden ve-, bade vefatihi terikesinden isteyib alabilir. Velev ki o kimse  «masrafını ben vereyim» diye rücuu şart koşmuş olmasın.

Fakat bir kimse, kendi mâlinden başkasının menkûhesini emri ol­maksızın bir müddet teberüen infakda bulunsa bilâhare ondan nafaka namına bir şey almaya müstahik olmaz.

119 – : Tezevvüc şartı veya kasdi ile yapılan infak, zemam   mu” ciddir.

Binaenaleyh bir kimse, başkasının mu’teddesine bedel’idde tezevvüc şartiyle veya örf ve âdetin delâletime nazaran tezevvüc etmek kasdile infakda bulunsa bu infak masrafını bu mu’teddeye tazmin ettirebilir. Bi­lâhare tezevvüc vuku ‘bulsun bulmasın. Çünkü böyle bir infak ile mü­kellef bulunmamışdır. Haniyye, Bahri Raik, Minhetül’hâlik, Reddi Muh­tar, Ali Efendi fetâvâsı,

« (Mâlikîlere göre, evvelce de işaret olunduğu üzere sefere çıkacak bir kimseden zevcesi, nafakası için cebren kefil alabilir. Hali hazerds ise mukarrer nafakaya zevç ile zevcenin rızalariyle kefil verilmesi sahih ve lâzımdır.)

(Şafiîlere göre de zevce, müterakim nafakası için kocasından kefil isteyebilir. Fakat müstakbel nafakası hakkında zevcini ledel.icab i^ar için kefil taleb edebilirse de borcun edası için kefil taleb edemez. I

(Hanbelîlere göre de zevcenin hem müterakim nafakai maziyesı için, hem de nafakai müstakbelesi için kefalet sahihihdir. Velev ki na­fakası takdir edilmiş olmasın. Elmuğnî, Elmezahibül’erbea.) [75]

 

Nafakadan İbra Ve Sulh :

120  –  : Mukadder nafakanın maziye  aid kısmı    tamamen ibrayı kabildir.

Binaenaleyh bir kadın, zevcini zimmetinde kazaen veya rızaen bore olan müterakim nafakai maziyesinden ibra etse bu nafaka sakıt olur. ‘Hibe suretinde de hüküm böyledir. Çünkü borcu hibe dahi ibra demek-dir. Bedayi.

121 – : Müstakbele aid mukadder nafakanın yalnız ibtidası ginçte olan kısmı ibrayı kabildir, mütebakisi kabili ibra değildir.

Meselâ : aylar ile takdir olunan nafakanın müstakbele aid kısmı ibra olundukda yalnız ihtidası diihul etmiş olan aya isabet eden kısım hakkında ibra, sahih olur. Hattâ zevce, «bir senelik nafakadan ibra et-dim» dese de yine yalnız bir aylık    nafakadan zevcT berî olur. Çünku diğer aylar girmedikçe nafakası vacib   olmayacağından ibrası muteber olmaz.

Her gün, her sene, her altı ay için takdir edilen nafaka hakkında da hüküm böyledir. Bu suretlerin hepsinde de ibra edilen- kısmın ibtidası ,dühul etmiş bulunmak şartdır. Dürri Muhtar.

122  – : Gayri mefruz nafakadan ibra sahih değildir.

Binaenaleyh bir kadın, henüz takdir olunmayan nafakasından koca­sını ibra etse, meselâ : «Ben senin zevcen oldukça sen nafakamdan be-rîsin» dese bununla hakık nafkası sakıt olmaz. Bahri Raik.

123 –  Zevç ile zevce, nikâh esnasında bir nevi    nafaka üzerine, meselâ : nafakanın bilâ takdir verilmesi, yahut yalnız kışlık elbise ita-eı hakkında mukavelede bulunsalar buna riayete mecbur olmazlar. Bi­naenaleyh muahharan takdiri ve yazlık itası istenilebilir.  Çünkü nafa­kadan kabielfarz ibra sahih olmadığı gi’bi henüz vacibül’eda olmayan bir şey  hakkında    mukavele de   muteber  değildir.     Dürri   Muhtar  Redd; Muhtar.

124 – : Nafakadan sulh, caizdir. Bu sulh,    aşağıdaki meselelerde yazılı olduğu üzere bitarikittakdir ve bitarikilmuaveze olmak üzere iki kısma ayrılmışdır.

125 – :  Nafakadan    nükud veya nafaka    cinsinden sair bir şey üzerine vaki olan bir sulh, nafakayı takdir kabilindendir, muaveze de­ğildir, bu nafaka, gerek mefruz oİ3un ve gerek olmasın.    Bahri Raik, Reddi Muhtar.

126 – : Takdir tarikiyle olan sulhun devam ve istikrarı lâzım gel­mez, bunun ileride tezyid ye tenkisi caiz olur. Meselâ : sulhen takdir edi­len meblâğ, esasen gayri kâfi veya bilâhare galai es’ar hâsıl olsa zevcenin talebi üzerine kifaye mikdarına iblâğ edilebilir. Bu mikdarın ademi ki­fayeti veya galâi es’asın husulü beyyine ile sabit olabileceği gibi zevcin ikrariyle veya yeminden nükûlü ile de sabit olur.

Fakat zevç, sulhen teayyün eden mikdarı edaya muktedir olmadiğı-ğını beyan ederse iddiası mesmu olmaz. Çünkü bu miktarı iltizam etme­siyle vaki beyanı arasında tenakuz bulunmuş olur. Meğer ki ademi ikti­darı, bilâhare tahakkuk veya es’arın tegayyürü ile daha az bir mik-darm nafakaya kifayet edeceği tebeyyün etsin. O takdirde mezkûr mik-dar, kadri kifayeye tenzil olunabilir. Dürri” Muhtar, Reddi Muhtar.

127 – : Sulh, nafaka  cinsinin hilafı  üzerine akd olundukda ba­kılır eğer nafakanın kazaen veya rızaen    takdirinden evvel ise nafa­kayı takdir kabilinden olüb sabık mesele veçhile tezyid ve tenkisi caiz olur. Amma takdirden sonra ise muaveze kabilinden olub mezkûr tak­diri mübtil ve  tezyidile tenkisi    gayri caiz olur.    Bahri  Raik, Reddi Muhtar.

Kisveden sulh hakkında da bu iki mesele hükümleri carîdir.

128 – : Zevç ile zevce, bırrıza şehrî şu kadar meblâğ nafaka takdiı îtdikden sonra henüz  aydan bir vakit geçmeden başka bir  şey üzeri-ıe sulh olsalar bakılır: eğer bedeli sulh, muayyen veya gayri muayyen

bu kadar ölçek un gibi nafaka cinsinden bir şey ise bu sulh, nafaka tak­diri kabilinden olur. Amma elbise ve emsali bir şey ise muaveze itibar olunur.

Ayın çıkmasından sonra gayri muayyen şu kadar dakik veya em­sali bir şey üzerine sulh vaki olduğu takdirde ise bedelin meclisde zev ceye teslimi lâzım ve aksi takdirde sulh bâtıl olur. Çünkü bu suretde müddetin geçmesine mebni nafaka, kablessulh zimmete müterettib bir borç olur. Bu halde borç ile borç mübadele edilmiş olacağından meclisde bedeli kabz lâzım gelir. Bahri Raik, Nitekim nükud üzerine vaki olan bu veçhile bir sulh hakkında da hüküm böyledir.

129 – : Muaveze tarikiyle vuktfbulan sulhde bedelin muayyen ve malûm olması lâzımdır.

Binaenaleyh nafakai mefruzeden, meselâ orta derecede bir hane veya orta halli bir inek üzerine yapılacak bir sulh, caiz olmaz. Amma he­nüz kazaen veya nzaen tekarrür etmeyen nafakadan musalehada bedelin bu -veçhile cehaleti sulhu ihlâl etmez.

130 – : Takdirden evvel nafakadan bir ayn üzerine sulh yapıhb da sonra o ayn bil’istihkak zabt edilse zevce, o aynının    misliyyatdan ise mislini ve kiyemiyyatdan ise kıymetini kocasından ister. Fakat takdir­den sonra olduğu suretde sulh, münfesih olur.

Meselâ : zevceyn, bir senelik mefruz nafakadan bir elbise üzerine sulh olub da elbise zevceye teslim olundukdan sonra bil’istihkak zabt olunsa sulh, münfesih ve zevce, nafakai mefruzesini kocasından isteme­ğe müstahik olur. Bahri Raik.

131 – : Bir kadın, müstahik olduğu zevciyyet nafakasından ziyade bir mikdar üzerine sulh oldukda bakılır : eğer ziyade, gabnı yesîr mik-darı ise, sulh sahih olur. Fakat gabnı fahiş derecesinde ise yalnız fazlası bâ­tıl olub kifaye mikdarı hakkındaki bâtıl olmaz.    Dürri Muhtar,  Reddi Muhtar.

132 – : Nafaka borcu, istidaneden evvel kabili sukut    olduğu ci­hetle sair borçlardan zaifdir. Binaenaleyh bir kimsenin zevcesi zimmetin­deki matlûbatı ile o zevcesinin »ıafakası arasında o kimsenin rızası mun­zam olmadıkça tekas vaki olmaz.    Fakat bir kimse, zevcesi zimmetin­deki alacağını, zevcesinin nafakasile rnehrine mahsub etdirebilir.  Meb-sut, Hindiyye. [76]

 

Zevciyet Nafakasının Sukutunu Îcab Eden Haller:

 

133 – : Kaza veya  rıza ile  takdir    edilmeksizin geçen günlerin nafakası sakıt olur. Çünkü nafaka, min vechin sıladır, atiyyedir. Binaenaleyh hâkim, bu  günlere aid nafakayı hüküm  altına alamaz.  Hattâ zevç, bu günlerin nafakası mukabilinde bir şey vermeğe razıolsa itası lâzım ve sulh olsa sahih olmaz. Zira lâzım olmayan bir şeyi iltizam, muteber değildir. Zimmetinde vacib olmayan bir şeyden sulh de caiz değildir.

Bu halde hâkimin kazası veya iki tarafın rızası; ancak müstakbel nafaka hakkında, yani : kaza veya rızanın vukuu ânından itibaren icab edecek nafaka hususunda muteber ve lâzımürriaye olur. Şu kadar var ki, Hanefî fukafaasından bazılarına göre zevce, nafakaya müstahik ol­duğu tarihden itibaren henüz bir ay geçmeden bu hakkını talebde bu­lunursa bugünlere aid nafakasını alabilir. Çünkü müddet, az olunca hak­kını iskat etdiğine delâietetmez. Dürrüknünteka, DtirrüTmuhtar.

Bu kavi, kadınların haklarını daha ziyade koruduğundan vaktile heyeti te’lifiye tarafından bu, tercih edilerek buna göre bir madde tan­zim kilınmışdı. Zira nafaka, min vechin sıla ise de min vechin ıvezdir. Bir kadının nafaka takdir etdirmeğe kıyamı, bazı manialara mebni bir kaç günler teehhür edebilir. Günü gününe mahkemeye müracaat kabil Dİmıyabilir. Artık bu teehhür, hakkının sukutuna razı olduğuna delâlet etmez.

134 – : Hâkimin kazası veya iki tarafın rızası ile takdirden evvel geçen müddetin nafakası, müstedane olsa da sakıt olur.

Binaenaleyh zevce, bu müddet içinde nafakası için kendi mâlin­den sarf etdiğişeyleri veya başkasından borç olduğu meblâğı zevcinden isteyemez. Zevci gerek hazır bulunmuş olsun ve gerek olmasın. Hindiy-ye.

137 – : Bir kimse, zevcesi hakkında geçen şu kadar müddet için zimetinde şu kadar borç olduğunu ikrar etse bu ikrarı, nafakai mefru-zeye haini olunarak mezkûr nafakayı vermesile- ilzam olunur. Şu kadar var ki zevce, sual edilmeksizin bu nafakanın mefruze olmadığını itiraf ve tasdik ederse kocası, vakî olan bu ikrarile muaheze olunamaz.

136 – : Müterakim nafaka, müstedane  = borç alınmış olmadıkça zevç ile zevceden birinin vefatile sakıt olur. Çünkü, bir nevi hibe mesa­besinde olduğundan kablelkabz vefat ile bâtıl olur. Fakat kaza ve rıza ile takdir edilmiş olan müterakim mikdar, zevcin zimmetinde borç olub zeyceynden birinin vefatı ile sakıt olmaz. Binanaleyh zevce, bu mikdarı vefat eden kocasının terikesinden isteyebilir. Kendisi vefat etdiği tak­dirde de vârisleri bunu zeycden isteyib alabilirler. Bu nafaka, gerek isti-dane edilmiş olsun ve gerek olmasın.

137 – Müterakim zevciyyet nafakasının talâk ile sukutunda ihti­lâf vardır. Sahih olan, sakıt olmamakdır, gerek borç alınmış olsun ve gerek olmasın. Kadınların hukukunu muhafaza ve nafakayı iskat mak-

sadiyle   tevessül   olunacak   hiyle    tarikini    ted   için  bu kavi,    racih.   bulun-mugdur.

138 – : Bir kadın, temvîn tarikiyle = kocasının sofrasında yamak suretiyle infaka razı olunca nafakası hakkında evvel yapılmış olan farz ve takdir,, sakıt olur.

139 – : Zevcenin müterakim nafakası, hâkimin emriyle borç alın­mış olmayınca nüşuzile sakıt olur.

Meselâ : borç almaksızın üç aylık nafaka, teraküm etdikden sonra, dördüncü ayda nâşize olsa işlemiş olan işbu üç aylık nafakası sakıt olur. Hattâ muahharan nüşuzunu terk etse de bu nafakayı isteyemez. Çünkü sakıt olan, avdet etmez. Fakat nüşüz ile asıl farz ve takdir bâtıl olma­yacağından zevce, nüşuzünü.terk etdiği günden itibaren evvelce takdir olunan nafakası tekrar işlemeğp başlar, yeniden farz ve takdire hacet kalmaz. Reddi Muhtar.

140 – : Nafakaya istihkak için aranılan şartlardan herhangi birinin bulunmamasıyle ya nafaka bidayeten lâzım gelmez veya icab eden nafa­ka sakıt olur. Hiddetin veya hürmeti musahereyi mucib bir halin tehad düsÜ gibi. Nitekim yukarıda tafsilâtı geçmişdir.

« (Makilere göre de aşağıdaki sebeblerden dolayı zevciyyet nafa­kası sakıt olur. Şöyle ki :

(1) : Zevcin Ösri halile nafaka sakıt olur. Zevce, medhulün biha ol-eun olmasın. Zevç, bilâhare zengin olsa da zevcesi, o ösr zamanına mü­sadif nafakasını isteyemez. Velev ki bu nafaka,, bir Mâliki hâkimi tara­fından farz ve takdir edilmiş olsun. Bir erkek mu’sir’ bulundukça zev­cesi nafaka talebinde bulunamaz.

(2) : Bir kadın, kocasile beraber yiyib içdiği takdirde başka nafa­kaya müstahik olamaz. Bu halde evvelce takdir edilmiş Olan nafakası sa­kıt olur. Bu hususda taam ile kisve arasında fark yokdur. Zevç, kisveyi temin etmiş olunca kisve hakkındaki takdir de sakıt olur.

(3) : Zevcenin nüşuzile nafakası sakıt olur.

Binaenaleyh bir kadın, zevcini kendisine takarrübden veyakendi-siîe istimtadan men etse bu men günlerine aid nafakası sakıt olur.

Kezalik : bir kadın, kocasının izni olmaksızın mahali itaatinden çt-kıb da kocası veya kocasının resulü veya hâkim tarafından men ve red­di kabil bulunması nafakasısakıt olur. Meğer ki bu halde gebe bulunsun. Bu takdirde nafakaya müstahik olur. Çünkü bu halde nafaka, hami için verilmiş olur.

Kezalik  : bir kadın, farizai haccı eda için sefere çıkmış olsa hazer nafakasına müstahik olur. Meğer ki sefer nafakası daha az olsun. O tak­dirde bundan başkasına müstahik olmaz.

(4) : Zevcenin zimmetindeki bir borcdan dolayı habs edilmesile na­fakası sakıt  olmaz.  Nitekim kendisinin bir  alacağından dolayı zevcini habs etdirmesile de nafakası sukut etmez. Çünkü ihtimal ki, zevci musir olduğu halde malini gizlemişdir.

(5) : Zevç, zengin iken bir aralık fakir düşse yalnız1 bu fakirlik za­manına müsadif nafaka sakıt olur, zenginliği zamanına aid nafaka sakıt olmaz. Tekrar zengin olunca bu nafakayı zevcesi isteyebilir. Gerek tak­dirdir edilmiş olsun ve gerek olmasın. Elmuğnî, Mezahibi Erbea.) „

(Şafiîlere göre de şu gibi sebeblerden dolayı nafaka sakıt olur :

(1) : Zevcenin nüşuzünden dolayı nafakası sukut eder. Binaenaleyh bir kadın, kocasını mes ve takbil gibi    istimtadan ve ukarenetden men ederse veya kocasının iznini istihsal etmeksizin mes­keninden çıkar giderse veya kocasından başkasının bir işini görmek için sefere çıkarsa nafakası sakıt olur.

Fakat inhidamından korkulur bir haneden çıkmak veya ehlini ıya-dete gitmek veya zevç ile beraber veya zevcin işi için iznile sefere çık­mış bulunmak, nüşuzü icab etmeyeceğinden nafakamn sukutunu müs-telzim olmaz.

(2) :  Kocasının men’ine  rağmen  nafile oruç  tutan veya bir farzı müvessaı, yani  : başka bir zamanda da ifası caiz bulunan bir farizayı ifaya kıyam eden bir kadının nafaksı sakıt olur. Çünkü bu hususda ko­casının emrine imtisal etmesi lâzımdır.

(3) : Nâşuz müddetince nafaka sakıt olur,    nüşuzun terk edilme­sile avdet eder.    Yalnız nüşuze mebni bir mevsime mahsus kisve sakıt olunca bunun bir daha verilmesi lâzım gelmez. Elmuğnî, Mezahibi Er­bea,}

(Hanbelîlere göre de zevciyyet nafakasının sakıt olup olmayacağına dair şu gibi meseleler vardır :

(1) : Zevciyyet nafakası, zevcin vefatile sakıt olur. Velev, ki zevce hâmil bulunsun.

(2) : Nafaka, nüşuz ile  sakıt olur.     Nüşuzün zevalinden itibaren tekrar lâzım gelir. Fakat tekarrür etmiş olan bir nafaka, nüşuz ile sakıt olmaz.

(3) : Şeraiti dairesinde tahakkuk edib zimmete    terettüb eden bir nafaka, bir borç olmuş olacağından artık sakıt olmaz.

Binaenaleyh bir kadının kocası tarafından bir özre mebni olsun ol­masın terk edilmiş olan nafakası, kocası zimmetinde borç olarak kalır. Gerek hüküm altına alınmış bulunsun ve gerek bulunmasın. İmam Mâlik ile îmam Şafiînin ve ezher olan rivayete göre İmam Ahmedin mezhebleri böyledir. Fakat imam Ahmedden diğer bir riva­yete göre bu nafaka, hâkim tarafından hüküm altına alınmış olmayın­ca sakıt olur. Nitekim ekarib nafakası da böyledir.

Maziye aid olub vaktinde istifa edilmemiş bulunan bir nafakadan vaktin geçmesile istiğna hâsıl olmuş demekdir.

(4) : Nâşize olan bir kadın, gebe olunca yine nafakası sakıt olur mu?.. Bu hususda Hanbelî fukahasınm iki noktai nazarı vardır. Birine göre nafaka, hamle aiddir. Binaenaleyh validesinin nüşuzile sakıt olmaz. validesine verilir. Diğerine göre nefaka, hâmile aiddir. Binaenaleyh nü-şuzüne binaen sakıt olur. Elmuğnî, Elmezahibül’erbea.) [77]

 

Nüşuz Sayılıb Sayılmayan Haller  :

141 – : Bir kadının kocasına itaati icab eden hususlarda itaatden imtina etmesi, meselâ  : meşru bir sebeb olmaksızın kocasının izni yok iken hanesini terk edib anasının, babasının veya sair bir kimsenin hane­sine gitmesi bir nüşuzdur. Kezalik : hane mülk veya kira ile kendisinin olub da başka bir ika­metgâha naklini taleb etmeden kocasını hanesine girmekden men etme­si de bir nüşuzdur. Çünkü bu da hükmen kocasının evinden çıkmak de­mekdir. Böyle bir nüşuz devam ‘etdikce de kadın, np’akaya müstahik olmaz.

Fakat kadın, hanesinin lüzumundan bahisle başka bir haneye nak lini taleb etdiği hale kocası imtina ederse bundan sonra kocasını hane­sine girmekden men etmesi nüşuz sayılmaz. Dürri Muhtar.

142 – : Bir kadın kocasının tehiyye etdiği meskeni şer’iye gitmek­den kaçınır, yahut ‘kocasının men’ine, ademi icazetine rağmen sanat icra sile meşgul olarak gece ve gündüz hanesinden çıkar giderse nâşize olur. Dür.

143 – : Bir kadın, kendi hanesinde iken kocasına nefsini temkin­den imtina etse nâşize olur. Fakat kocasının hanesinde iken mücerred nefsini temkinden men etmesiyle nâşize olmaz. Çünkü bu halde kocası­nın galebe ederek meşru emirlerini zevcesine kabul etdirmesi mümkün­dür. Hindiyye, Reddi Muhtar.

144 – ; Bir kadın, kendisinin mahremi   olub kocasının göndermiş olduğu bir kimse ile kocasının hanesine gitmekden imtina ederse nâşize olur. Fakat kocasının hanesine nakl için gönderdiği bir yabancı ile git­mekden imtina ederse nâşize olmaz.

145 – : Bir kadın, mehrini istifa etdiği halde kocasiyle beraber gi­deceği mahalle azimetden kalınırsa nâşize olur. Fakat mehrini istifa etmemiş olduğu takdirde nâşize olmaz. Bu hususda zevcenin medhulün bi-ha olub olmaması müsavidir. İmadiyye, Bahri Râik.

146 – : Bir kadın, kocasının mücerred târiki salât olmasından do­layı yanında ikametden veya kocasının tekarrübü idrak edemiyecek de­recede küçük olan evlâdiyle beraber bir menzilde sakin olmakdan imtina etse nâşize olur. Hindiyye.

147 – : Bir kadın, mehri muaccelini    tamamen istifa etdiği veya mehri  tamamen müeccel  olduğu veya mehrini   kocasına Kamilen  hibe veya mehrinden kocasını ibra eylediği ve şer’i mesken de müheyya bulun duğu halde zifafdan imtina etse nâşize olur.

Fakat bir kadın, velev rızasiyle zifaf oldukdan sonra muaccel meh­rini istifa için nefsini temkinden imtina ve kocasının hanesini terk et­mekle nâşize olmaz. Çünkü bu imtinaı, bihakkındır. Binaenaleyh bu hal ile beraber nafakaya müstahik olur. Zira iki hakdan birini taleb, diğe­rinin sukutunu icab etmez. Mebsut, Hindiyye, Dür.

148 – : Bir kadın, kocasının müsrifi harab ‘olan veya mağsub bu­lunan hanesinde ikamet etmemesinden dolayı nâşize olmaz.

Kezalik : dari harbde veya mülhid kimselerin sakin bulundukları mahallede ikamet etmemesinden nâşi nâşize sayılmaz. Haniyye, Reddi Muhtar.

149 – : Bir kadın, ebeveyninin veya    akribasımn hanesinde ko­casının iznile  ikamet  eder oldukça  nâşize olmayıb  nafakaya müstahik olur.

Kezalik : kocasının taleb etmemesine mebni babasının hanesinde ikamet etmekde olan bir kadın için akdi nikâh tarihinden itibaren nafa-faka verilmesi lâzım gelir. Çünkü ‘bu halde zevce, nefsini kocasının evi­ne gidib orada habs etmekden mümteni bulunmuş delildir. Belki kocası, bunu taleb etmemesine mebni hakkını iskat etmiş olur. Bu iskat ise zev­cenin nafak hakkını ibtal edemez.

Zevcin bu ikamete izin verib vermediğinde ihtilâf olunsa söz, zevce­nindir. Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.

150 – : Bir ıkadın, kocasının hanesinden çıkmadıkça, onun izni ol­maksızın bankasının çocukunu bir ücretle    emzirdiğinden dolavı nâsize olmaz. Velev ki kocası esrafdan olsun. Su kadar var ki kocası, kendi hu­kukuna halel iras edeceği cihetle bu yoldaki icarevi fesli ettirebilir. Hat­ta bir erkek zevcesini sabık kocasından olan    çocuğunu bile emzirmek-den men edebilir. Dürri Muhtar.

151 – : Bir kadın, namaz veya nifas, havas hallerinde de nafakava müstahik olur. Çünkü bövle bazı zamanlarda istimta imkânının zevali, nafakanın lüzumuna manî olmaz. Hindiyye.

152 – : V\k, zihar hallerinde de nafakaya istihkak devam eder. Çünkü bu hallerde de habsi’nefs hakkı kaim, teslimi nefs mevcud ve zevcin istimtaı kabildir. Elbedayi.

153 – :  Bir kadın; retka, karna veya istimtaa    mani bir maraza

mübtelâ veya yadının büyüklüğünden dolayı tekarrübü gayri kabil ol­sa da nafakaya müstahik olur. Bu manialar, gerek kocasmm hanesine nakilden evvel ve gerek sonra arız olsun müsavidir. Çünkü bunlar ile ihtibas ve istinas fevt olmaz. Matuhe ile nefsi kocasına temkinden hak-sız yere  men edilmeyen mecnune  de bu  hükümdedir. Hindiyye, Reddi

Muhtar.

154 – : Bir erkek, zevcesinin veya başkasının bir alacağından do­layı habs edilse veya firar etse veya hacce gitse veya tekarnibe gayri muktedir  bir  halde hasta, innîn veya mecbub bulunsa  zevcesinin na­fakasını vermeğe yine mecbur olur.  Çünkü zevç tarafından vukubulan bir  sebebden nâşi ihtibas ve  istimtaın fevt  olması, zevcenin nüşuzünü ve binaenaleyh nafakasının suktunu müstelzim olmaz.   Hindiyye,  Bah­ri Raik.

155 – : Bir kadın, nüşuzünü terk etdiği tarihden itibaren tekrar

zevciyyet nafakasına müstahik olur.     Velev ki  nüşuzünü terk etmesi, kocasının gıyabında olsun.

Meselâ : Nâşize olan bir kadın, kocasının başka bir mahalle mü-şarefet etdiğinden sonra hanesine avdet etse nâşize olmakdan çıkmış olub tekrar nafakaya istihkak kazanmış olur. Çünkü mani zail olunca memnu avdet eder. Mebsut, Reddi Muhtar.

156 – : Bir kadın, kocasmm hanesinde bulundukça ademi nüşuz hakkında söz, yeminiyle kendisinin olur. Binaenaleyh bir erkek, zevce­sinin filhal veya maziye aid nüşuzünü iddia etdiği haldebeyyine île is-bat edemese söz, ademi nüşuzü hakkında zevcesinin olur.  Dürri Muh­tar.

157 – : Nüşuze şahadet olundukda bakılır   : eğer şahidler, zevcin mehri muacceli vermiş olduğunu ve zevcenin kocası   hanesinde bulun­madığını ifade   ederlerse şahadetleri     makbul ve   nafaka sakıt olur, Amma   yalnız   zevcenin ademi itaatine     şahadet ederlerse  şahadetleri makbul olmaz. Çünkü bu suretle nüşuz, tahakkuk edemez. Reddi Muh­tar.

158 – : Nafaka, esnafen takdir olundukda zevce, lâzım gelen ta­amları pişirip izhar etmekden imtina ederse cebr olunamaz. Eğer eşraf kızlarından ise kocası üzerine aşçı tutmak veya pişmiş taam izhar et­mek lâzım gelir. Fakat kendi hizmetini kendi görür takımdan ise zevç. aşçıtutmaya ve hazır yemek tedarüküne mecbur olmaz. Meğer ki zevce, malûl olub da yemek pişirmeye muktedir olmasın. Bahri Raik.

159 – : Yemek ve ekmek pişirmek, elbise yıkamak oda süpür-mek gibi umun beytiyyeyi tesviyeye zevceler diyaneten mecburdurlar. Velev ki benatı eşrafdan olsunlar. Hattâ bir erkek, hansinde yiyilecek taamları pişirmek için zevcesini isticar etse icare sahih ve zevcenin üc­ret alması caiz olmaz. Çünkü diyanetin vacibül’icra olan bir iş mukabi­linde ücret istifa halâl değildir. Bahri Raik, îcare mebhasine de müra-ceat!..

Bir mütalea :

Cemiyet halinde yaşayan ve birer medenî rabıta ile “birbirine, bağ­lı bulunan insanların intizamı hayatı, bakai mevcudiyeti, bir takım kar­şılıklı vazifelerin icrasına mütevakkıfdır. Bu vazifeler, esasen iki kısma ayrılır. Bir kısmı, hukukî vazifelerdir ki, her halde icrası mecburîdir. Diğer (kısmı ise ahlâkî vazifelerdir ki, icrası mecburî değildir. Bu kıs­mın kuvvei tediyyesi, sırf, dinî vicdanîdir. Bunlara riayet edilmemesi, şer’an ta’zirî, kanunun müdahalesini müstelzim olmaz. Fakat bu hal, şer’i enver nazarında mezmum, milletin umumî vicdanında makduh ol­duğundan sahibi yüksek hasletlerden mahrum sayılır.

işte bütün bir içtimaî manzume arasında cereyan eden bu iki kı­sım vezaifin en geniş tecelligâhı, aile hayatıdır.

Meselâ : aile reisi bulunan bir erkek için zevcesinin mehrini vermek, nafakasını tedarük etmek, bir kadın için de bîr şer’î mani mevcud ol­mayınca kocasının hanesinde bulunmak, ‘kocasının meşru emirlerine itaat etmek birer hukukî vazifedir. Bu vazifeleri ifaya şer’an, kanunen bir mecburiyet vardır.

Bir erkek için refikasiyle pek ziyade hüsni nıuaşeretde bulunmak, kendisi ne kadar zengin, refikası da ne derece fakir bir aileve mensub olursa olsun onu kendi sofrasına alarak birlikde teavvüşde bulunmak, bir kadın için de umun beytiyyesini bizzat idare etmek, çocuğunu em­zirmek birer ahlâkî vazifedir. Vakıa bunlara riayet, hukukan mecburî olmayabilir. Fakat insanlann.asiî ahîâkan yüksekliği, vicdanen nezaheti bu gibi ahlâkî vazifelere riayetleri derecesile’mütenasiben mümkeşif o-lur. Çünkü hukukî vazifeler, mecburî olduğundan bunların yapılması, o kadar bir meziyyet sayılamaz. Asıl meziyyet, asıl vicdanî fazilet ve ke­mal, İKtiyare bağlı vazifelerin yapılması halinde tebarüz eder, sahihi için birer şeref ve şan vesilesi olur.

Ezcümle birkadın için yemek pişirmek, çamaşır yıkamak, tahta, sil­mek, kendi elbisesini kendisi dikmek, çocuğunu emzirmek, kocasına kar­şı mücamelede bulunmak, kocasının yükünü tahfife çalışmak öyle birer ahlâkî vazifedir .ki, bir kadın için bunlardan daha faideli bîr şeref tasav­vur olunamaz;

Hiç bir kadın, servet ve şâmânına.mensub olduğu ailenin içtimaî mevkiine bakarak bu gibi müstahsen vazifeleri görmekden kaçınmama-hdır.

Resuli Ekrem, sallallahü aleyhi vesellem efendimiz, Aliyyülmürteza ile Fatımatüzzehra arasında işleri taksim ederek lıane haricine aid vazi­feleri Hazreti Aliye, hane içinde vazifeleri de Cenabı Zehraya tahsis bu­yurmuşlardı. Bütün islâm muhadderatının seyyidesi olan Fatim.atüzzehra Hazretleri bu vazifeleri ifadan imtina etmemişlerdi. îşte islâm hanımla­rı için en ulvî bir imtisal numunesi…

Ana baba için lâzımdır ki, ileride birer hane sahibesi olacak olan kızlarını bu gibi ev işlerini güzelce görebilecek bir suretde yetişdirip ter­biye etsinler.

Vakıa babasının, anasının veya kocasının serveti sayesinde bu gibi vazifeleri bizzat ifadan müstağni olacak kadınlar bulunabilir Fakat dü­şünmelidir ki, âlemin şüunâtı muhtelif suretlerle tecellî eder, kaderin ga­rip cilveleri zuhuruna gelir, pek zengin olanlar, bir günde fakir düşe­bilirler, bugün başkalarını istihdam edenler,yarın başkalarına hizmet et­meğe mecbur bir hale maruz kalabilirler.

Hâsılı cahilane birgurura, atalete, gâfilâne bir zevk ve sefa emeli­ne, müsrifâne bir tezeyyünat hevesine meclûb olan kızlar, kadınlar için bir azda istikbali düşünmek, ilerideki sadetlerini temin edecek esbabı hazırlamaya çalışmak lâzım gelir.

İste kadınların ifasiyle diyaneten mükellef oldukları bir takım aile­vî vazifeler, bütün bu gribi gayeleri temin hikmetine müsteniddir. Bu vazifeleri ifa etmeği büyük bir şeref telâkki.etmelidir. Mesud, mütesanid aileler, ancak bu sayede teessüs ed?r, payidar olur. Ve minallahittevfik. [78]

 

Zevcelerin Hadimlerine Atd Nafakalar   :

160 – : Mu’sır = fakir bulunan bir erkek üzerine zevcesinin hadi­mine aid nafaka lâzım gelmez. Fakir musir = zengin olan kimseye zev­cesinin memlûk veya memlûkesi bulunan hadimin nafakasını vermek lâ­zım gelir. Bu hadim, velev ki hizmete muktedir olduğu halde henüz ço­cuk bulunsun.

161 – : Bir kadının iki veya daha ziyade   hadimi bulunsa kocası bunlardan yalnız birisinin nafakasını vermekle mükellef olabilir. Müte­baki hadimleri hanesinde bulundurmak d an imtina edebilir. Meğer ki bu zevcesinden bir çok çocukları bulunub da birden ayade hadime muhtaç bulunsunlar. O halde birden ziyade hadimin   nafakalarını vermek icab eder.

Bif kimse, şerefli bir aileye   mensub veya malûl bulunan zevcesini yemek pişirmekle mükellef tutmayıb da onun taamını kendisi­nin aşçısı vasıtasiyle temin ederse hadiminin nafakasını vermeğe mec­bur olmaz.

163 – : Bir erkek, hadim veya hâdimeye    mâlik olmayan zevcesi için hadim tedarüküne mecbur    değildir.  Şu  kadar  var ki,   bu halde zevcesinin muhtaç olduğu şeyleri     çarşıdan getirmesi  kendisine lâzım

gelir.

164 – : Bir kimse,    zezcesinin hadimini istihdam edebilir. Bu ha­dim, o kimseye veya zevceye hizmetden imtina ederse nafakası o kim­seye lâzım gelmez. Çünkü hadime verilen nafaka, hizmet mukabilinde-dir.

165 – : Zevcenin hadimine verilecek nafaka, maruf veçhile hadi­me kifayet edecek mikdarda bulunur. Hadimin nafakası, katık itibariyle zevcenin nafakasına muadil olmak lâzım gelmez.

Hadimin elbisesi de vakte ve zaman ile mekâna göre âdet hasebiy­le muhtelif bulunur.

166 – : Bir zevce küçük olsun büyük olsun, alelade veya cesîm bir hane içinde yalnız ikamet etmekden tevahhuş eder bir halde bulunursa kendisine bir munise tedarük etmesi, kocası üzerine lâzım gelir. Fakat salih komşular arasında, küçük bir hanede ikamet edib kendisine havf ve dehşet arız olmıyacağı malûm olan bir zevce için munise tedarüki icab etmez. Bedayi, Bahri Raik, Hindiyye, Dürri Muhtar.

(Mâlikîlere göre zevç, musir olduğu gibi zevce de musire olub biz­zat hizmet etmezse veya zevç, mevki sahibi, olub zevcesinin bizzat hiz­met etmesi münasib görülmezse zevcesine bir veya lüzumuna göre nıü-teaddid hadim tedarüki icab eder. Aksi takdirde zevce, hanesi işlerini bizzat görür. Kocası da müsaid zamanlarda kendisine yardım eder.

Dikiş gibi, nakış işleme gibi şeyler, hane umurundan sayılmadığın­dan bunları yapmak zevce üzerine lâzım gelmez.

Zevcin de, zevcenin de hadimi bulunsa zevce, kendi hadiminin hiz­metini iltizam edebilir. Meğer ki şühud ile sabit ıbir töhmet şaibesi bulun sun. Elmuğnî, Elmezahibül’erbea.)

(Şafiîlere göre de zevce, hurre olub bizzat hizmet görür takımdan olmayınca hadime müstahik olur. Velev ki kocası mu’sir bulunsun. Aksi takdirde hizmetçiye müstahik olmaz. Meğer ki hasta veya pek yaşlı bu­lunsun.

Hadimin zevceye bakması caiz olacak kimselerden tedarüki şart-dır. Cariye ve sabî gibi. Elmezahibül’erbea.)

(Hanbelî fukahasına göre de hasta olan veya kadr ve şeref sahibi bir aileye mensub olub da bizzat hizmetde bulunur takımdan olmayan bir zevce için kira veya şira ile bir hadim tedarüki, kocası üzerine lâzım gelir.

Hadim; ya Kadın, ya zî rahmi mahrem veya gocuk ve yahut mem- – erkekükden mahrum olmalı, yani : zevceye bakıb hizmet etmesi halâl olan takımdan bulunmalıdır. Hadimin kitabiyye olması da, sahih olan veçhe göre caizdir. Çünkü ehli kitabi istihdam mübahdır.

Zevç ile zevce, zevceye aid, meselâ*: onun memlûkesi olan bir cari­yenin hizmetine muvafakat edebilir. Fakat zevç, «ben bunun hizmetine razı değilim, başka hadim tedarük ederim» diyebilir. Elverir ki hizmete saüh bir hadim tedarük edebilsin.

Zevce, «ben, kendime hizmet eder, hizmetçinin ücretini kendim alı­rım diyemez. Çünkü ücreti vermek, zevce aiddir. Hadim tedarükl, zev­cin hukukuna hizmet eder, zevcenin de kabrini yükseltir, rcfahiyetini artırır. Zevcenin bizzat hizmeti ise bu maslahatlere münafidir.

Bilâkis zevç, «ben sana ‘bizzat hizmet ederim» dese zevcesi kabule mecbur olmaz. Çünkü kadın, hadim vasıtasile ihtişamda bulunur. Koca­sının hadim vazifesini görmesi ise kadrini tenzil eder. Diğer bir bakım­dan da zevcenizi buna razı olması gerekdir. Zira bununla kifayet husule gelir.

Zevç, hadimin nafakasını en az bir mu’sir zevcenin nafakası nispe­tinde vermekle mükellefdir. Elmuğnî, Elmezahibürerbea.) [79]

 

Nafakaya Müteallik Zevceynin Ihtilâfları  

167 – : Zevciyyet iddiasında bulunan bir kadın, bu iddiasını in­kâra mukarin beyyine ile isbat etse şahidleri alel’usul tezkiye edilerek adaletleri tahakukuk ve hükme iktiran etmedikçe kendisi için nafaka takdir olunmaz. Şu kadar var ki, kadın, kablelhükm nafakanın takdirini isterse hâkim, bu talebi muvafık gördüğü takdirde mukayyeden hüküm vererek «sen müddeaaleyhin zevcesi isen sana her ay şu kadar nafaka farz ve takdir etdim» der ve ‘buna işhad eder. Bundan sonra şahidier, tezkiye olunur da nikâh ile hükm olunursa kadın, bu nafakai mefruzeyi başkasından borç alarak almış ise kocasından taleb edebilir.

168  – : Bir kadın, bir erkek hakkında zevciyyet iddiasında bulun­duğu halde bu dâvası ikrar ile veya beyyine ile sabit olmasa nafaka na­mına aldığı bir şey var ise iadesi lâzım gelir.

169  –  : Zevç ile zevce, mefruz nafakanın mikdarında veya cinsin­de ihtilâf etdikde söz, maalyemîn zevcin olur. Beyyine zevcenindir. Bu ihtilâlf, zevcin yeminîle halledilerek iddia etdiği nafaka «mikdarı, mazi için teayyün edince bakılır: Eğer bu mikdar, filhal nafakaya kâfi ise hali üzere cari olur. Amma kâfi değilse zevcenin talebile haddi kifayeye iblâğ” olunur. Mebsut, Hindiyye.

170 –  : Zevç, takdir edilen nafakanın az olduğuna dair zevcenin ikrarına, zevce de bu nafakanın çok olduğuna dair zevcin ikrarına beyyine ikame edecek olsa zevcin beyyinesi tercih olunur. Ettarikatülva-zıha.

171 – : Nafakanın kaza veya rıza ile takdir kılındığı tarihin meb-

deinde ihtilâlf olundukda söz, zevcin olub zevcenin Deyyinesi tercih olu­nur.

Meselâ : zevce, beş ay mukaddem bitterazi şehrî bin kuruş nafaka takdir edilmiş olduğunu dâva, kocası da bu nafakanın üç ay mukaddem takdir edilmiş bulunduğunu iddia’ etse zevce, isbatdan âciz kaldığı tak­dirde söz, yeminile kocasının olur. Çünkü ziyadesi münkirdir. Bahri Raik.

172 – : Zevcin resulü, nafakayı zevceye teslim etdiğini iddia etdi­ği halde zevce bunu tesellüm etdiğini inkâr eylese söz, yeminile zevcenin olur. Çünkü   zevcin resulü,  kendisinin naibidir.   Mücerred   «teslim et­dim» demesi, zevce hakkında makbul olmaz. Nitekim zevce,  nafakasını taleb, etdikde zevç, vermiş olduğunu iddia, zevce de inkâr etse söz, maal  yemîn zevcenin olur. Mebsuti Serahsî.

173  – : Bir kimse, zevcesine âdeten mehre   mukabil ita olunabilir bir mal verdikden sonra bunu mehremahsuben verdiğini dâva,  zevcesi de nafakasına mahsuben- verdiğini iddia eylese söz, zevcin olur. Çünkü temlik cihetini    beyanda söz,    mümellikindir.    Amma bir mikdar ye­miş gibi âdeten mehre mukabil verilemeyecek bir şey verib  de sonra mehre mahsuben    verdiğini  iddia etse sözü kabul    olunmaz.   Mebsut, Hindiyye.

174 – : Bir kimse, zevcesine gönderdiği    elbiseliğin veya nükudun nafaka namına olduğunu iddia, zevce de hediyye olduğunu ifade etse söz, maalyemîn zevcin olur.

Fakat zevce, müddeaaına beyyine ikame ederse kabul olunur. Şu kadar var ki, ikisi de ‘beyyine ikame ederse zevcin beyyinesi tercih olu­nur. Çünkü zevcin beyyinesi, zevcenin hakkından zimmetinin ferağım müsbitdir. Her biri diğerinin ikrarı üzere beyyine ikamesinde bulunduğu takdirde de hüküm böyledir. Mebsut, Haniyye.

175 – : Bir kimse, yaptırdığı elbiseyi zevcesinin giyinmesiyle fer-: sudeleşib mahv oldukdan sonra mehre    mahsuben yaptırmış olduğunu iddia, zevcesi de vacib kisve namına yapdırmış    olduğunu müdafaaten dermeyan etse söz, malyemîn zevcenin olur. Fakat elbise henüz mevcud iken bu veçhile ihtilâf vukuunda söz, zevcindir. Bu takdirde zevce, nafa­kası namına icab eden kisvesini kocasından isteyebilir.

176 – : Zevç, mu’sir olduğunu, zevce de zevcin musir bulunduğunu iddia etse söz, maalyemîn zevcin oîur. Fakat her ikisi de beyyine ikame­sinde bulunsa zevcenin beyyinesi tercih olunur.

Zevç ile zevce, bu müddealanm tabat    edemedikleri takdirde hâkim, zevcin yesarini tahkike mecburf olmaz.    Maamafih tahkik etmesi hasendir. Hindiyye.

177 – : Zevcin yesari, şahadet voliyle sabit olabileceği gibi ihbar tarikiyle de sabit olabilir. Şu kadar var k, bu babda’en az ki muhbiri ad­lin ihbarı lâzımdır.

Maahaza yesar hususunda sema ile şahadet ve ihbar kabulolunmaz, Hindiyye.

178 – : Zevç, badel’îsar mu’sir olduğuna, zevce de sabık tarih be-yanile zevcin musir bulunduğuna    beyyine ikame etse zevcin beyyinesi racih olur. Ettarikatülvazıha.

« (Hanbelî fukahasma göre zevce, nefsini kocasına teslim etdiğini ve binaenaleyh nafakaya müstahik olduğunu kocasının inkârına muka-rin iddia etse söz, yeminile kocasının olur. Teslimin müddetinde ihtilâf edildiği, meselâ zevce, nefsini bir senedenberi, kocası da bir aydanberi teslim etdiğini iddia eylese yine söz, yeminile kocasının olur. Kitabülfıkh alelmezahibü”erbea.) [80]

 

Îddet Nafakasına Müteallik Meseleler :

179 – : Nikâhı sahih ile menkuhe iken ric’iyyen veya bainen tatlik veya cüb ve innet yahud ademi kefaet gibi bir sebeble kocasından tefrik olunan bir kadının mu’tedde bulundukça kadri maruf nafakası, yani: taam ve mesken ile iddetin imtidadı halinde kisvesi sabık kocası üzerine lâzım gelir. Bu hususda talâkı bainin üçden az olub olmaması ve mu’ted-denin gebe buiunub ‘bulunmaması arasında fark yokdur, çünkü riciyyen mu’tedde iddetin inkızasma kadar mülki nikâh, kemakân kaim, bainen mu’tedde de iddet evinde oturmaya mecbur olub nafakasını kazanma­ya kudretden mahrum olduğundan nafakaya müstahik olur. Her ne kadar cüb, innet ve ademi kefaet suretlerinde zevcenin veya velîsinin ta-lebile firkat vuku bulmuş olacaksa da bu taleb, haksız yere olmadığın­dan nafakanın ibtal ve iskatmı icab etmez.

180 – : Nikâhı fâsidden dolayı badettakarrüb tefrik olunan bir ka­dının nafaka ve süknası, kocası üzerine lâzım gelmez. Çünkü böyle bir

adın, kocasının talebi bulunmadıkça beyti iddetde nefsini habse mec-” olmadığından ve zaten fâsid bir nikâh ile de meşru sureîde bir zev–\yyet rabıtası teessüs etmiş bulunmadığından bu kadın, nafakaya müs­tahik olmaz.

Maahaza iddet hali, nikâh halinin nazîridir. Nikâhı fâsıd ile menkû-he, nafaka ve süknaya müstahik olmadığından nikâhı fâsidden doîajı mu’tedde olan bir kadın da bunlara müstahik olamaz. Elbedayi.

181 – : Bir kimse, zevcesinin inkârına mukarin    nikâhın fesadım badettekarrüb iddia etmekle araları tefrik edilse kadın, iddet nafaka ve

sükntisına müstahik olur. Çünkü zevcin bu ikrarı, bir hücceii kasıra ol-duğndan zevcenin hakkına tesir edemez.

182 – : Zevç tarafından talâk veyafesh tarikile vuku bulan fir­kat, bir nıa’siyet sebebiyle olsun olmasın zevcesi için iddet nafakasını müstelzim olur. Başka bir şahıs tarafından vukunasebebiyet verilen fir­katler de bu hükümdedir. Gerek ma’siyet tarikiyle olsun ve gerek olma­sın.

Fakat zevce canibinden firkat vukubuldukda bakılır : eğer bu fir­kat, ma’siybi. kabilinden bir sebebe müstenid değilse yine iddet nafa­kası lâzım gelir, amma müstenid ise süknadan başka nafaka lâzım gelmez.

Meselâ : bir zimmiyye, ihtida edib de kocasının islâmiyeti kabul den imtinaı üzerine aralarında firkat vuku bulsa iddet nafakası lâzım gelir.

Kezalik : bir şahıs, meselâ üvey validesi hakkında tekarrüb veya şehvetle takbil gibi hürmeti müsahereyi mucib bir fi’lde bulunmakla bu kadınla kocası arasında bu yüzden firkat vuku bulsa bu kadın, yine id­det nafakasına müstahik olur.

Fakat irtidad eden veya kocası ihtida edib de kendisi veseniyye ve­ya mecusiyye. olduğu halde islâmiyeti kabulden imtina eyîiyen ve bu sebeble kocasından tefrik edilen bir k&dm için süknadan başka nafaka lâzım gelmez. Mebsut, Dürri Muhtar.

183 – : Bir kadının üç talak ile boşanmış olduğunadair şahadet vuku buldukda hâkim, şahidleri tezkiyeden mukaddem bu kadınla tekar­rüb ve halvetde bulnmakdan kocasını men eder. Ve bu men’i temin için bu zevce, kocasının hanesinde ise yamna emin bir kadın, ikame eyler. Bü ikame edüecek kadının nafakası, beytülmal    canibinden ödenmek lâzım gelir. Zevce, talâkı gerek iddia etsin ve gerek etmesin. Ve ister inkâr etsin ve ister bilmem desin fark yokdur.

184 – : Sabık meselede zevce, kocasından nafaka istedikde bakmr: eğer medhulün biha ise iddet müddeti mikdarmca kadri maruf nafaka takdir olunur. Ve ledettezkiye şahidlerin adaletleri tahakkuk edince hâ­kim, bu nafakayı, iddet nafakası olarak ibka eder. Amma şahidler tez­kiye edilmezlerse sabık farz ve takdir ibtal olunacağı  gibi bu takdire binaen zevcenin makbuzu olan nafaka da kendisinden istirdad olunur. Çünkü bu suretde zevce, kocasından memnu bulunmuş olduğundan bu nafakayı haksız yere almış olur. Jdeğer ki kocası, nafakayı farz ve tak­dir edilmeksizin ibahe voliyle vermiş olsun.

Fakat bu kadın, medhulün biha değilse kendisine nafaka takdir olu­namaz. Zira bu kadına iddet lâzım gelnıiyeceğinden iddetnafakasma müs tahik olamıyacağı gibi kocasından men edilmiş bulunduğuna mebni nikâh nafakasına da müstahik olamaz.

185 – :  Yukarıdaki mesele veçhile iddet    mikdarı nafaka takdir olunduSdan sonra şahidlerin tezkiyeleri uzayıb da iddet müddeti niha­yet bulsa artık başkaca nafaka takdir olunamaz. Çünkü, kadın, mutalla-ka farz edilse iddeti geçmiş, menkûhe sayılsa kocasından men edilmiş olacağından nafakası yakinen sakıt oimuşdur.

186 – : Taam pişirmek den imtina eden bir mu’tedde hakkında men­kûhe hakkındaki hükümler carîdir. Binaenaleyh eşraf kızlarından olma­dığı veya maluliyetine binaen yemek piişrmeğe gayri muktedir bulun­madığı takdirde kocası, icab eden taamı pişmiş   olarak ihzara mecbur olmaz.

187 – : Kaza veya rıza ile nafaka takdir edilmeksizin iddet müd­deti nihayet bulsa veya daha nihayet bulmadan zevç ile zevceden biri ve­fat etse nafaka, sakıt olur. Velev ki zevce tarafından borç alınmış olsun. Çünkü riayeti daha ziyade lâzım olan nikâh nafakası, kablelfarz müdde­tin müruru veya vefat vukuu ile sakıt olub zevce için taleb hakki sabit olmadığı cihetle iddet nafakası da bitarikilevlâ sakıt olur, mu’tedde için mütalebe hakkı sabit olmaz. Mebsut.

188 – : Rıza veya kaza ile takdir olunan bir iddet nafakası, kavli muhtara göre tediyesi lâzım bir borç olur. Velev ki mu’tedde, bilfi’l is-tidane etmiş olmasın. Binaenaleyh mu’tedede, bu nafakayı iddetinin mü­rurundan sonra da kocasından isteyib alabilir. Bu nafakadan müterakim mikdar, hâkimin emriyle borç alınmış ise iddetin inkızasmdan evvel ve­ya sonra zevç ile zevceden birinin vefatiyle de sakıt olmaz.

189 – : îddet nafakası tamamen veya kısmen tesviye olundukdan sonra iddetin inkızasından evvel zevceynden biri vefat etse makbuz olan nafaka, istirdad olunamaz. Belki zevcenin vefatı takdirinde mevcud ise­ler vârislerine mevrus olur.

190 – Bir kadın başka bir yerde bulunan kocası tarafından tatük edilse kocasının nafaka cinsinden olan mallarından kifaye mikdarı ala­rak iddetinin inkızasına kadar nefsine infak edebilir.

191 – Zevç ile zevce arasında iddetin nihayet bulub bulmadığına dair ihtilâf olunsa söz, yeminile zevcenin olur. Binaenaleyh iddetinin ni­hayet bulmadığını iddia edii.ce nafakaya müstahik olur. Fakat hâkimin huzurunda yeminden nükûl ederse nafakava müstahik olmadığım ikrar etmiş olur.

192 – : Zevç, mu’tedde olan zevcesinin inkızai iddeti ikrar eyledi­ğine beyyine ikame etse kabul olunarak nafakadan beri olur. Çünkü ik­rarın beyyine ile sübutü, bilmuayene sübutü gibidir. Mebsut. Şu kadar var ki, iddetin inkızasına müsaid bir müddetin geçmiş olması şarttır. Za­hiri hal, mükezzim olmamalıdır.

193 – : Bir mu’tedde, hamil olduğunu zevci mutallıkımn inkârına

mukarirı iddia etse söz, kendisinin olub talâk ânından itibaren iki sene­ye kadar nafaka alabilir. Bu’halde kabilenin muayenesine veya hamlin zuhur ve inkişafı için bir müddet intizara hacet yokdur. Şayed mezkûr müddet geçer de yüklü olmadığı tebeyyün etdiği halde mu’tedde: «Ha yiz görmediğini ve kendisinin gebe olduğunu zan eylediğini ifade eder­se makbuzi olan nafaka kendisinden istirdat olunamaz.   İbni Nüceym, Dürri Muhtar.

Şayed bu kadın «ben yüklü olduğumu zannetmiştim, halbuki ben mümteddettüttuhr bulunuyorum» diyib kocası da «sen gebelik iddiasın­da bulundun, bunun ekser müddeti ise iki senedir.» dese buna iltifat olu­namaz. O kadına üç hayiz görünceye veya iyas sinnine baliğ olub ba­dehu üç ay geçinceye kadar nafaka vermek lâzım gelir. Reddi Muh­tar.

194  – : Bir mu’tedde gebe olduğunu iddia edipte   zevci mutallikı, tekzîb ederek ileride gebe olmadığı tebeyyün ettiği   takdirde nafakayı reddetmek şartiyle kendisine inf akda bulunsa bu şart, bâtıl olduğundan muteber olmaz.

Binaenaleyh bu mu’teddenin gebe. olmadığı tebeyyün etse makbuz olan nafakayı tazmine mecbur olmaz. Reddi Muhtar,

195 – : Yukarıdaki mesele, bir mu’tedde, iddet nafakasını uzun bir müddet aldıkdan sonra füîân tarihden itibaren iddeti nihayet bulub ge­be olmadığını ikrar etse iddetin inkızasından- sonra almış olduğu nafa­kayı zevcine zamin olur. Reddi Muhtar.

196 – : Zevcenin ademi inkızai iddete aid ifadesi, kocasının nafa­kadan başka cihetlerdeki hukukuna tesir edemez. Binaenaleyh bir er­kek, boşamış olduğu zevcesinin iddeti nihayet bulduğunu, İnkızai iddete müsaid bir müddet sonra ifade etse, o zevcesinin   cem’i caiz olmayan me-haliminden binle, meselâ : hemşiresile evlenebilir.

197 – : Bir kimse, kendi mu’teddesile iddet nafakasından sulh ol­sa bakılır: eğer iddet, hayz ile olursa, müddetin cehaletine mebni sulh, caiz olmaz. Çünkü tuhrun = temizlik halinin imtidadı muhtemeldir. Hâ­mil de zatülhayz hükmündedir.

Fakat iddet, aylar ile olursa sulh caiz olur. Binaenaleyh böyle bir mu’tedde ile üç ay veya dört ay nafaka verilmek üzere sulh yapılabilir. Dürri Muhtar.

198 – : Bir muteddenin nafakaya istihkakı için,   vefatdan dolayı değil, talâk veya feshden dolayı iddet beklemesi ve kendisinin hurre ve­ya tebvie edilmiş cariye bulunması ve nüşuz halinden berî olması şartdır.

Binaenaleyh kocası vefat eden kadın için asla iddet nafakası lâzım gelmez. Gerek hâmil olsun ve gerek olmasın. Bu halde müteveffanın sa­ir varislerine isabet eden mallardan izinleri munzam olmadıkça zevce­sinin taamına, kisvesile süknasına bir şey sarf ve tahsis edilemez. Çün­kü nafaka, mehr gibi defaeten vacib olmayıb iddetin müruru hasebiyle şey’en feşeyen vacib olur. Zevcin vefatı halinde ise terikesi, varislerine intikal edeceğinden veresenin mallarından nafaka verilmesi caiz ola­maz.

Nikâhı fâsid ile menkûhe iken kocasının vefatından dolayı mu’tedde olan kadın hakkında, da hüküm böyledir.Çünkü nikâhı sahih ile menkû­he, vefat nafakasına müstahik olmayınca fâsid nikâh ile menkûhe, ev­lâ bittarik müstahik olamaz. Bedayi.

Kezalik : tebvie edilmemiş bir cariye, zevciyyet nafagasma müs­tahik olmadığı gibi mu’tedde olunca da iddet nafaaksma müstahik ol­maz.

Kezalik : nâşive” olduğu halde ric’iyyen veya bainen boşanan veya boşandıkdan sonra nâşize olan, yani : özürsüz yere beyti iddetden çıkan kadına da nüşuzü müddetince nafakası lâzım gelmez. Fakat nüşuzünü terk ederek beyti iddete avdet edince avdet tarihinden itibaren nafaka­ya müstahik olur. Çünkü iddet nafakası, habsi nefse mukabil, ıveze mü­şabih bir sıladır. Binaenaleyh nefsi habsden imtina, nafakanın lüzumu­na mani olur. Bu maniin zevali takdirinde ise memnu olan nafaka avdet eder. Mekaut, Bedayi.

Borcu.istifa gibi bir sebebe mebni haklı yere habs olunan veya hacce azimet eden bir mu’teddenin nafakası, kendisini boşamış olan kocası üzerine lâzım gelmez. Beyti iddet için hidad mebhasine müra-ceat!..

Bu meseleler, bütün Hanefî mezhebine göredir.

(Maîikîlere göre de iddet nafakası hakkında şu gibi hükümler ca­rîdir :

(1) : Ric’iyyen mutallâka, gebe olsun olmasın,    kocasının izni ol­maksızın beyti iddetden  çıksın    çıkmasın iddet  nafakasına müstahik olur. Fakat iddeti içinde kocası vefat ederse iddeti, vefatiddetine inti­kal ederek nafakası sakıt olur. Bu halde yalnız hakkı süknası sakıt ol­maz. Meğer ki sükna,kocasının indlkü olmayıb icare ile tedarük edilmiş olsun.

(2) : Bainen mutallâka, hâmil olmayınca siiknadan başka nafaka­ya müstahik olmaz. Fakat iddeti bitinceye    kadar süknaya müstahik olur. Gebe olduğu takdirde ise üç nevi nafakaya, yani : taama, süknaya ve zamanı hulul etmiş ise kisveye müstahik olur. 6u nafaka, haddi zatın da hami içindir. Onun tevellüdüne kadar lâzım gelir. Bu nafaka, beyti iddetden çıkmasiyle sakıt olmaz.Şayed bu mu’teddenin daha hâmlini vaz etmeden kocası vefat etse nafakası sakıt olur. Yalnız hakkı süknası, hamlini vaz edinceye kadar de­vam eder. Bu halde mesken, gerek kocasının mülkü olsun Ve gerek icare ile tedarük edilmiş bulunsun müsavidir.

Mesken hususnda hail olan mu’teddei baine hakkında da hüküm böyledir. Böyle bir mu’tedde süknaya müstahikdir. Bu hak, kocasının hayatında zimmetine teallûk etmiş olacağından mevtile sakıt olmaz. Bu sükna ücreti, terikesinin re’sül malinden ödenir.

(3) :  Bir mu’tedei baine, gebe olduğunu    iddia etse de süknadan başka nafakaya- müstahik olmaz. Meğer ki gebe olduğu, hamlin hareke­tiyle zahir olsun. Bu zuhur ise gebelikden itibaren ancak dört ay sonra kabil olur. Hami zuhur edincenafaka, hamlin ihtidasından itibaren hisab edilir.

Bazı zatlara göre vaz’ı hami vaki olmadıkça nafaka verilmez. Vaki olunca mebdeinden itibaren hisab edilir.

(4) : Kocasının vefatından dolayı idet bekleyen bir kadın, gebe ol­sun olmasın nafakaya    müstahik olmaz. Şu kadar ki, kocasının mülkü olan bir meskende ikamet etmekde ise iddetinin inkızasına kadar sük­naya müstahik olur.

(5) : Malikî mezhebine nazaran bainen boşanmış olan kadınlar, id­det nafakasına müstahik olmadıkları cihetle bunların imtidadı tuhr id-diasile nafaka almalarına mahal  yokdur.    Ric’iyyen mu’tedde olan bir kadın da mümtedettüttuhr olduğu bahanesile uzur bir müddet nafaka olmaya teşebbüs etdiği  takdirde bainen    tatlik olunabilir. Binaenaleyh ric’iyyen mu’tedelerin de fazla nafaka olmak için iddet ile telâubde bu­lunmalarına meydan müsaid değildir. Elmuğnî, Elmezahibül’erbea.)

(Şafiîlerce de iddet nafakası hakkında şu gibi hükümler vardır   :

(1) : Mu’teddei rie’iyye, hurre olsun,  cariye olsun, gebe bulunsun bulunmasın,  iddet nafakasına müstahik  olur. Fakat böyle bir mu’ted-deye gebe bulunması zannile verilen fazla nafaka, hilafı zahir olunca is-tirdad olunabilir.

(2) : Bainen mutallâka, gece olmayınca nafakaya müstahik olmaz. Çünkü   bunun   üzerinde,   kocasının    sultası   kalmamıştır.    Fakat   gebe bulunursa   hamlini    vaz    edinceye    kadar    nafakaya    müstahik   olur. Şu kadar var ki, beyti iddetden hâcetsiz yere çıkacak olursa   nafakası sakıt olur.

(3) : Gebe olduğunu biliddia nafaka almış olan bir mn’teddei ba-inenin gebe olmadığı bilâhare zahir olsa bu nafakayı zamin olur.

(4) : Kocası vefat eden bir kadın, gebe olsa da süknadan başka na­fakaya müstahik olmaz. Fakat bir kimse, gebe olan zevcesini bainen bo-şayıb da henüz iddeti bitmeden vefat etse bu îddet, olduğu gibi devam eder, nafaka kesilmez. Çünkü bu kadının, iddeti, vefat iddetine müntakil olmaz. Talâkı ric’î ile mu’tedde ise böyle değildir.

 (5): Şübhe ile veya nikâhı fâsid ile jnukarenetden dolayı mu’ted-de olan bir kadın, gebe olsa da nafakaya müstahik olamaz. Tuhfe, El-mezahibürerbea.)

(Hanbelîlere göre de iddet nafakası hakkında şu gibi hükümler ca­rîdir :

(1) : Ric’iyyen mü’tedde, zevce gibi nafakaya müstahik olur. Yalnız nezafetine müteallik şeylere müstahik olamaz. Çünkü istimtaa müstaid bir halde değildir.

(2) : Bâinen mutalâka veya muhtelia bulunan veya nikâhı fesh edi­len bir kadın, nafakaya müstahik olmaz. Fakat gebe bulunduğu takdir­de nafakaya müstahik olur. Çünkü hami, zevcin çocuğudur. Buna infak lâzımdır. Buinfak ise validesine infak ile mümkün olabilir. Binaenaleyh reza’ ücreti lâzım olduğu gibi bu nafaka da lâzım olur.

Böyle bir kadın, gebe olmadığı halde süknaya müstahik olmaz mı? Bu hususda iki rivayet vardır. Birine göre müstahik olur. Nitekim İmam Mâlik ile îmam Şafiînin ve Medinei Münevvere fukahasmın kavulleri de böyledir. İkinci rivayete göre müstahik olmaz. Zahiri mezheb olan da bu­dur. Ata, Tavus, Ikrime, Davudun kavulleri de ix5yledir. Fakat gerek Hanefiyeye ve gerek îbni Şübrüme ile îbni Ebî Leylâya ye Sevrîye göre her halde mutallâkalara iddetleri içinde nafaka ve sükna lâzım gelir. Ta­lâk, gerek ric’î ve gerek bain olsun müsavidir.

(3) : Bir muhtelia, kocasını hamlinin nafakasından ibra etmiş olsa ne kendisine ve ne de sütden keseceği zamana kadar çocuğuna nafaka verilmesi lâzım gelmez.

(4) : Bâinen mu’tedde olan bir kadın, gebe olduğunu iddia etse ken­disine üç ay nafaka verilir. Sonra kabilelere gösterilir. Çünkü üç aydan sonra hami anlaşılabilir. Hâmil olmadığı hayz ile veya kabilelerin ifade-lerile anlaşıldığı takdirde nafakası kesilir. Bu halde verilmiş olan nafaka, bir kavle göre kendisinden istirdat edilebilir. Diğer bir kavle göre istir-dad edilemez.

(5) : Bâinen mu’teddenin gebe olduğu bilâhare anlaşılırsa iddetin bidayetinden itibaren nafakaya istihkakı bulunmuş olur.

(6) : Lian voliyle kocasıtndan ayrılmış olan kadına da nafaka ve sükna verilmesi lâzım, gelmez. Meğer ki hâmil bulunsun. Fakat hamlinin nesebi de nefy edilmiş ise yine nafaka lâzım gelmez.

(7) : Kocasının vefatından dolayı iddet bekleyen bir kadın, hâmil olmayınca nafakaya da, süknaya da müstahik olmaz. Çünkü mevt ile ni­kâh zail olmuştur. Fakat hâmil bulunursa bir rivayete  göre nafakaya ve süknaya müstahik olur. Çünkü kocasından hâmildir, âdeta kocasın­dan hayatında iken ayrılmış gibi bulunur. Diğer bir rivayete göre müsta­hik olmaz. Zira kocasının mali varislerine intikal etmişdir. Eaah olan da budur. Elmuğnî, Elmezahibürerbea.) [81]

 


[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/267-271.

[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/271-275.

[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/275-280.

[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/280-283.

[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/283-285.

[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/285-290.

[7] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/290-291.

[8] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/291-293.

[9] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/293-294.

[10] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/294-298.

[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/298-300.

[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/300-308.

[13] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/444-445.

[14] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/309-310.

[15] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/310-312.

[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/312-314.

[17] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/314-316.

[18] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/316-317.

[19] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/317-318.

[20] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/318-321.

[21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/321-322.

[22] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/322-324.

[23] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/325.

[24] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/325-327.

[25] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/327-329.

[26] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/329-330.

[27] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/330-334.

[28] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/334.

[29] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/335.

[30] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/335-338.

[31] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/338-341.

[32] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/341-344.

[33] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/344-349.

[34] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/349-354.

[35] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/355-359.

[36] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/359-362.

[37] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/362-366.

[38] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/366-368.

[39] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/368-369.

[40] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/369-371.

[41] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/371-377.

[42] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/377-381.

[43]

[44] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/381-383.

[45] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/383-384.

[46] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/385-393.

[47] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/394.

[48] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/395-396.

[49] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/ 397.                                 

[50] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/398.

[51] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/398-400.

[52] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/400- 404. 

[53] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/404-407.

[54] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/407-412.                                                                                                          

[55] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/412-416.

[56] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/416-424.

[57] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/425.

[58] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/425.

[59] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/425-428.

[60] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/428-432.

[61] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/432-435.

[62] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/435-438.

[63] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/438-441.

[64] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/441-442.

[65] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/442-443.

[66] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/444.

[67] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/444-445.

[68] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/446-448.

[69] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/448-454.

[70] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/454-458.

[71] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/458-463.

[72] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/463-466.

[73] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/467-472.

[74] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/472-473.

[75] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/473-474.

[76] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/474-476.

[77] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/476-480.

[78] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/480-484.

[79] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/484-486.

[80] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/486-488.

[81] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/488-494.

Hukuki Islamiye” kitap hakkında daha fazla bilgi edinmek için Ücretsiz pdf olarak almak için aşağıdaki indirme düğmesini tıklayın

Bozuk bağlantıyı bildirin
Siteyi Yardim Et


for websites

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *