Skip to content
Home » Imam Es Satibi El Itisam pdf indirin

Imam Es Satibi El Itisam pdf indirin

İMAM EŞ ŞÂTIBÎ el İ’TİSÂM

IMAM ES SATIBI EL ITISAM PDF INDIRIN
  • Kitap başlığı:
 Imam Es Satibi El Itisam
  • Yazar:
Ahmet Yaman
  • Kitap Sayısı
347
  • Dil:
Türkçe
  • Görünümleri:

Loading

  • PDF Doğrudan  
İndirme için tıklayın
  • Satın al  
Kağıt Kapak için

IMAM ES SATIBI EL ITISAM PDF INDIRIN

İMAM EŞ ŞÂTIBÎ el İ’TİSÂM

Eserleri:

Kitâbu’ı-Makâsıd

  • Kanun Koyucunun Şeriatın Konulmasındaki Kasdı B- Şeriat Anlaşılmak İçin Konulmuştur
  • Şeriat Gereğiyle Yükümlü Tutulmak İçin Konulmuştur
  • Şâriin Mükellefin Şerî Hükümler Altına Girmesindeki Kasdı E- Yükümlülüklerde Mükellefin Maksadı
  • (Niyet) Mütercimlerin Önsözü
  • Eseri Tahkik Edenin Önsözü Kitap Hakkında
  • Müellifin Kitabı Takdimi “İslamın Garipliği”
  • Hz. Muhammed’in Peygamberlikle Görevlendirildiği Zaman İnsanların Durumu Mekke Döneminde
  • Müslümanlar
  • Bidatin İlk Ortaya Çıkışı
  • Ümmetin Parçalanması Ve Başkalarına Tâbi Olması Bid’atçi Bid’atine Davet Eder
  • Birlikten Sonra Ayrılığın, Kuvvetten Sonra Gurbetin Olacağına Dair Haberin Gerçekleşmesi Bid’at
  • Çıkarmanın Kötülenmesi Hakkında Selefin Sözleri
  • Bid’atçiler Arasındaki Sünnet Bağlılarının Durumu
  • Hutbede Geçmiş Halifelere Devamlı Dua Etmenin Bid’at Oluşu İslam’ın Garipliğinin Sebebi
  • Her Bid’at Bir Sünneti Öldürür Sünnetin İhyasını Teşvik
  • Bu Kitabın Yazılışındaki En Büyük Sebep

İMAM eş-ŞÂTIBÎ ve el- İ’TİSÂMI ÜZERİNE

Doç. Dr. Ahmet Yaman:

Endülüs’ün Gırnata kentinde doğan Ebu İshâk İbrahim b. Musa eş-Şâtıbî, hicrî 8/ milâdî 14. yüzyılın önde gelen bilginlerinden birisidir. Mâliki kültürü içinde yetişmiş müctehid bir hukukçu olmasının yanında o, hadis, tefsir, edebiyat ve Arap dili alanında da eserler vermiştir. Fakat onun en fazla temayüz eden yönü fıkıh usûlü ve nahivdir.[1]

İslam kültürü içinde yetişmiş şahsiyetleri ve eserlerini tanıtan biyobibliyografik (tabakât, terâcim ve a’lâm türü) eserlerde doğum yeri, hoca ve talebeleriyle eserleri dışında hayatına ait geniş bilgilere ne yazık ki rastlayamadığımız[2] İmam eş-Şâtıbî, Mağrip Mâlikî kültürü içinde yetişmiş müceddid bir alimdir

Özellikle İbnü’l-Fahhar el-Bîrî (veya el-İlbîrî) (v. 754/1353), Ebû Kasım es-Sebtî (v.760/1358), Ebû Abdillah et- Telemsânî (v. 771/1369), Ebû Saîd b. Lübb et-Tağlebî’den dil ve din ilimlerini tahsil eden Ebû İshak eş-Şâtıbî İslamî ilimlerin hemen her şubesinde telifi olan velûd bir alimdir.[3]

Eserleri:

1. El-Muvâfakât Fi Usûli’ş-Şerî’a: Fıkıh usûlü eserlerinden olan el-Muvâfakât’i klasik usûl kitaplarının sistem ve muhtevasından çok farklı bir yapıya sahiptir. eş-Şâtıbî bu eserinde metodolojik bilgiler yanında daha ziyade kanun koyucunun (şâriin) maksat ve gayesinin hukukî hükümlerdeki rolünü ortaya koymaya çalışmıştır.

İslam hukukunun ruhuna yönelik esprileri incelediği eserine önce “Unvânu’t-Tâ’rîf bi Esrâri’t-Teklîf” ismini veren eş-Şâtıbî, daha sonra bir hadiseden dolayı bu ismi “el-Muvâfakât fi Usüli’ş-Şerîa” olarak değiştirmiştir. Müellif, bu hadisenin seyrini, eserinin mukaddimesinde şöyle anlatır: “Kitabı yazmaya başladıktan sonra hocalarımdan birisi ile karşılaştım. Görünce bana şöyle dedi:

Dün seni rüyamda gördüm, elinde de hazırlamış olduğun bir kitap vardı. ‘Nedir o elindeki?’ deyince

‘el-Muvâfakât’ diye cevap verdin.

Bu kelimeyle neyi kastettiğini sorunca da,

“Ben onunla İbn Kasım (İmam Mâlikin en büyük talebesi) ile Ebû Hanîfe’nin mezhebinin arasını buldum’ dedin.”[4]

Kitabı tahkik eden Abdullah Draz’ın da takdim de ifade ettiği gibi eş-Şâtıbî eserinde, hükümlerin konulmasında kanun koyucunun maksatlarını kapsayan genel esasları tesbit etmiş, kaideleri belli temellere bağlamıştır. Kitabın bahislerini hukuk metodolojisi (usûl-i fıkıh) ile hukuk felsefesi (rûhu’ş-Şeria) arasında bağlantı kurarak işlemiştir.

Daha sonra kaleme aldığı anlaşılan el-İ’tisâm’da müellif, bu yönde bir çalışma yaptığına şu cümlelerle işaret

eder:

 “Aklım eşyayı kavramaya ve arzum bilgi doğrultusunda yoğunlaşmaya başladığından beri Şeriatın mantıkî bütünlüğünü ve hukukî tutarlığını; temellerini/usûlünü ve detaylarını/furüunu inceler oldum. Bunun için hiçbir ilmi gözardı etmedim. İmkan ve zaman ölçüsünde hepsini irdeledim. Fıtratımda bulunan yeteneğimi kullanarak derinlere daldım. Öyleki, neredeyse boğulacakken Rauf ve Rahmi olan cömert Rabbim sonunda bana lütfetti ve Şeriatın benim için tahayyül sınırlarımın dışında olan anlamlarını açığa çıkardı…”[5]

Buna göre şer’î hükümlerin kaynaklarından çıkarılabilmesi, yani istinbâtı için iki şart gereklidir: Biri. Arap dilini iyi bilmek; diğeri de İslam’ın esasını ve gayesini iyi kavramaktır. Usûlcüler genellikle birinci unsura yani dil bahislerine önem vermişler, bunun yanında İslâm hukukunun gaye ve hedeflerini (Makâsıdu’ş-Şerîa’yı) yeterince ele alamamışlardır.

İşte hicrî 8. asırda yaşayan eş-Şâtıbî, ikinci unsuru temel kabul etmiş ve kanun koyucunun maksat ve gayesini ortaya koyabilmek amacıyla bu eserini hazırlamıştır, eş- Şâtıbî’nin bu eserle ortaya koyduğu sonuçlar, dini tam öğrenmek, İslâm hukukunun sistem ve ruhunu kavramak ve teşriin esaslarına vakıf olmak gibi kabiliyetleri kazandırır.

Bu kıymetli eser ilk defa 1302/1884 yılında Tunus’ta neşredilmiştir. İkinci tanı neşri Kahire’de 1341/1923 yılında olmuştur. Abdullah Draz’ın yorum ve notlarıyla yapılan üçüncü neşri de yine Kahire’de (ty. Mustafa Muhammed Matbaası) yapılmıştır. Son tam neşri ise Muhammed Muhyiddin Abdulhamid’in tahkiki ile 1969’da Kahire’de olmuştur. Bu arada Kazan âlimlerinden Musa Cârullah da, başına eklediği bir Türkçe mukaddime ile 1327/1909’da Kazan’da bir bölümünü yayımlamıştır.

Mehmet Erdoğan tarafından Türkçe’ye yapılan çevirisi ise 1990-93 yılları arasında 4 cilt olarak İstanbul’da yayımlanmıştır.

  • Unvânu’t-Tarîf bi Esrâri’t-Teklîf: İlimler tarihi yazan Ö. Rıza Kehhâle tarafından İslâm hukuk ilminin esaslarına yani fıkıh usûlüne dair müstakil bir eser olarak tanıtılmıştır;[6] halbuki bu eser, el-Muvâfakât’in la kendisidir. Zira yazdığı esere önce yukarıdaki ismi vermiş sonra da “el-Muvâfakât” şeklinde ğiştirmiştir.
  • el-Mecâlis: İmanı Buhâri’nin (256/70) es-Sahih isimli hadis kitabının alışverişlerle ilgili bölümü olan Kitâbu’l-Bey’in şerhidir.
  • Şerhu’l-Elfiye: Dil bilimci İbn Mâlik’in nahivle ilgili olan “‘Elfiye” isimli eserinin şerhidir. Tam adı “Şerh ale’l-Hulâsa tî’n-Navh”dir. Bir nüshası Ezheriyye Kütüphanesi’nde 1487/10806 numarada bulunmaktadır.
  • el-İfâdât ve’1-İnşâdât: Edebiyatla ilgili bir eserdir.
  • Unvânu’l-İttifâk fi İlmi’l İştikak:Bu da Arap diliyle ilgili bir çalışmadır.
  • Makâsidü’ş-Şâfiye fi Şerhi Hulâsati’l-Kâfiye: Gramer kitabıdır.
  • Fetâvâ’1-İmâm eş-Şâtıbî: İslâm hukukunun pratik yönüyle ilgili bazı meselelerini ihtiva eder. Tunus 1984 9el-İ’tisâm: Bid’atlere karşı Kitap ve Sünneti savunan, bid’atin mahiyetine ve tehlikelerine işaret eden ve halk arasında yayılan hurafe ve bid’atleri açıklayıp tedavi yollarını gösteren kıymetli bir eserdir.

Yaşadığı devirde halk arasında yaygınlaşmış hurafe ve bid’atlerle kıyasıya uğraşan eş-Şâtıbî, toplumunu, Kuran ve Sünnet çizgisinde doğru bir İslâm anlayışına davet etmiştir. Üstlendiği İmam-hatiplik görevini bu yönde sürdürmüş, ama alışılmış bid’atlere karşı çıktığı için de birçok tenkide maruz kalmıştır. el-İ’tisâm’ın baş taraflarında eş-Şatıbî, kendisine yöneltilen bu tenkitleri şu cümlelerle nakleder:

“Çoğunluğun yaptığı gibi ben de imamlık ve hatiplik gibi görevler aldım. İstikamet üzere olup gidişatımı düzelteyim dediğimde çağdaşlarımın çoğunluğu arasında kendimi yabancı hissettim. Çünkü onların davranışlarını adetler bürümüş, aslî sünnetleri bid’atler kaplamıştı. Bunlar önceki dönemlerde bulunan bid’atler değildi. Selef, bu konuya pek çok defa dikkat çekmiştir. Meselâ Ebu ‘d-Derdâ ‘nın şöyle dediği nakledilir: Eğer Rasulullah şimdi çıkıp gelse, aranızda kendisinin ve dostlarının amelinden sadece namazı bulurdu.

Bu sözlere el-Evzâ’î,

Acaba Ebu’d-Derdâ bugünü görseydi ne derdi? İlavesini yaparken İsa b. Yunus da,

Ya el-Evzâ’î bugüne yetişseydi acaba nasıl değerlendirirdi? demiştir.

İşte ben, ya insanların uygulaya geldikleri adetleri/bid’atleri terkederek Sünnet’e uyacaktım ya da Sünnet’e ve selefin uygulamalarına rağmen âdetlere/bid’atlere kulak verecektim. Sonuçta Sünnet’e ittiba uğrunda karşılaşılan sıkıntının aslında kurtuluş olduğunu gördüm ve bu doğrultuda yavaş yavaş bazı konular üzerinde çalışmaya başladım. Tabi hemen kıyamet koptu, suçlandım, kınandım ve hedef tahtası haline geldim. Nasıl mı?

Namazdan sonra topluca yapılan dualara katılmadığım için duayı anlamsız bulmakla suçlandım. Hutbede Râşit halifelerin isimlerini anmadığım için Rafızîlik ve sahabe düşmanlığıyla, itham edildim. Yine hutbede dönemin yöneticilerini zikretmediğim için devlete isyan yanlısı okluğum söylendi. Herkesin gönlüne göre değil, sağlam nakil görüşlere göre fetva verdiğim için dini zorlaştırmakla suçlandım. Sünnete ters düşen bid’atçi sûfîlere karşı çıktığım için evliyaullah’a düşmanlık beslediğim söylendi. Bunların hepsi tabii ki bana yöneltilmiş birer yalandı. Her şeye rağmen Allah’a hamdolsun…”[7]

el-İ’tisâm ilk defa Kahire’de 1331/1913 yılında Muhammed Reşid Rıza tarafından neşredilmiş, bunu takiben değişik zamanlarda birçok defa yayımlanmıştır. Ömer Süleyman isimli bir araştırmacı da 1405 yılında Ehâdîsü’l- İ’tisâm li’ş-Şâtıbî ismiyle Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye Üniversitesinde bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır.

 Bid’at gerçeği ve bununla mücadele niyetinin bir ürünü olan el-İ’tisam üzerinde. eş-Şatıbî’nin daha önce kaleme aldığı el-Muvafakâtı’nın etkili olduğu görülmektedir. Bid’atlerin ortaya çıkışı, dînî tecrübedeki yeri ve insanları sünnete döndürme ekseninde kanaatlerini temellendirirken eş-Şatıbî et-Muvâfakâtın özellikle ikinci cildini teşkil eden Kitabu’l-Makâsıd’ına atıflar yapmaktadır. Hem bu atıfları anlamlandırabilmek, hem de el-İ’tisâm’ın fikir örgüsünü daha iyi tanıyabilmek için adı geçen Kitabu’l Makâsıd’ın muhtevasını ana başlıklar halinde buraya almak istiyorum:[8]

Kitâbu’ı-Makâsıd

A- Kanun Koyucunun Şeriatın Konulmasındaki Kasdı

  1. Şer’î yükümlülükler, yaratılış konusunda gözönüne alman zaruri, hâcî ve tahsînî maksatların korunmasına yöneliktir.
  2. Zarurî, hâcî ve tahsînî maksatlardan her birinin tamamlayıcı unsurları vardır. Fakat bu tamamlayıcı unsurlar aslı ortadan kaldırıcı bir mahiyet arzedemez.
  3. Zarurî maksatlar (zarûrîyyât) hâcî ve tahsînî maksadlar için asıl teşkil eder.
  4. Serî maksatlar genel ve süreklidir.
  5. Maslahat ve mefsedetlerin belirlenmesi nefsâni arzulara bağlı değildir,
  6. İslâm şeriatı, İslâm Peygamberi ve İslâm ümmeti hatadan korunmuştur. Şeriat, kaybolma ve tahrif edilme tehlikesine karşı korunma altına alınmıştır,
  7. Genel esasların korunması için detayların muhafazası gereklidir.[9]

B- Şeriat Anlaşılmak İçin Konulmuştur

  1. İslâm şeriatı Arapçadır; onu diğer dillerle anlamak mümkün değildir,
  2. Arap dilinin aslî ve tâbi olmak üzere iki delâlet şekli vardır,
  3. Hükümler, tâbi delalet yönlerinden de çıkarılabilir.[10]

C- Şeriat Gereğiyle Yükümlü Tutulmak İçin Konulmuştur

  1. Yükümlü tutmanın şartı, yükümlü tutulan şeyin güç yetirilebilir olmasıdır,
  2. İnsan tabiatında mevcut bulunan özelliklerin ve yaratılıştan gelen karakterlerin izalesi istenmez.
  3. İnsanın yaratılış özelliklerine benzer vasıflar onların hükmünü alır.
  4. Yüce Allah, yüklediği yükümlülüklerle kişilerin sıkıntıya sokulmasını istememiştir,
  5. Alışılmışın üstündeki meşakkatler teklife manidir. Mükelleften güçlük ve sıkıntı kaldırılmıştır.
  6. Arzu ve heveslere muhalefetten kaynaklanan meşakkatler teklife mani değildir,
  7. Uhrevî meşakkatler ile mükelleften başkalarına da dokunacak meşakkatler amaçlanmış değildir.
  8. Normal meşakkatlerin ne vukuu ne de kaldırılması kanun-koyucu tarafından amaçlanmış değildir,
  9. Şeriat, teklif (yükümlü tutma) konusunda orta yollu bir tutum izlemiştir. Eğer iki aşırı uçtan birine yönelmişse bu, mükellefi karşı uç taraftan orta yola çekmek içindir.[11]

D- Şâriin Mükellefin Şerî Hükümler Altına Girmesindeki Kasdı

  1. Şeriatın konulmasından maksat, ona uyulması ve böylece mükellefin ıztırârî kulluktan ihtiyarî/gönüllü kulluğa yüceltilmesidir.
  2. Zarurî esaslar, mükellef için peşin hazlar içerenler ve içermeyenler olmak üzere iki türdür. Şerîat birinci türden olan zarurî esaslar üzerinde fazla durmaz ve bu konuda fıtrî/cibillî motiflere dayanır. İkinci, türden olan esaslar üzerinde ise daha yoğun olarak durur.
  3. Fiillerde aslî maksatların gözönünde bulundurulması, o fiilin sıhhatine ve ihlalsi olmaya daha yakındır.
  4. Amellerde devamlılık göstermek, Şâriin maksatlarındandır.
  5. Kerametlerle amel edebilmek için serî bir esasa ters düşmemeleri gerekir.
  6. Zahirle ilgili herşeyin şeriata vurulması gerektiği gibi, bâtınla ilgili herşeyin de şeriata vurulması gerekir,
  7. Hükümler, şerî ya da vücûdî âdetlere tâbidir. Âdetlerin değişmesiyle hükümler de değişir. Cari âdetlerin şeran dikkate alınması zarurîdir.
  8. Küllî âdetler zaman ve mekanla değişmez; cüz’î âdetler zaman ve mekanla değişir,
  9. Tâatlar ve mâsiyetler içerdikleri maslahat ve mefsedetlerine göre büyük ya da küçük olurlar.
  10. İbâdetlerde asıl olan taabbudîlik, âdetlerde ise içerdikleri manalardır,
  11. Şeriat nimetlere karşı nasıl şükredileceğini bildirmek için konulmuştur.[12]

E- Yükümlülüklerde Mükellefin Maksadı (Niyet)

a- Ameller niyete göre değerlendirilir.

  • Mükelleften istenilen, niyetinin Şâriin maksadına uygun düşmesidir.
  • Şâriin kasdına (şeriata) ters düşen her fiil batıldır.
  • Kişinin kendi maslahatlarını gerçekleştirmekle bizzat görevli tutulması halinde, zaruret olmadıkça başkalarının onun maslahatını gerçekleştirme yükümlülüğü yoktur.
  • Başkalarının işlerini yüklenen kimselere (kamu çalışanları gibi) toplumun bakması gerekir.
  • Kul haklarında hakkın kullanılması kişinin kendisine verilmiştir. Allah haklarında ise kulun herhangi bir tercih ve müdahale yetkisi yoktur.
  • Hileler, Kitap ve Sünnete göre meşru değildir ve onlar, teşrîden gözetilen maslahatı ortadan kaldırıcı niteliktedir.

 Okuyucuyu, dikkatle ve sabırla okunması ama mutlaka anlaşılması gereken bu İslâm klasiği ile başbaşa bırakırken, yazanın asıl niyetini ve endişesini bir kere de kendi dilinden dinleyelim:

“Allah’a hamd ve layık olduğu şekilde sayısız şükürler olsun. Allah’ın bana verdiği imkanlar ölçüsünde O’nun yolunda yürümek için nefsimi güçlendirdim. Dinin îtikâdî ve amelî esaslarından/asıllarından işe başladım. Sonra bu esasların üzerine bina edilen fürûuyla devam ettim. Bu esnada sünnetlerin ve bid’atlerin ne olduğunu, aynca caiz olan ve münıteni/yasak olanın ne olduğunu açıkladım. Bunu da Usul-i Din (Kelam) ve Usul-i Fıkıh ilmine arz ettim (onların ölçüleriyle test ettim). Sonra Hz. Peygamberin (s.a.) kendisinin ve ashabının üzerinde bulunduğu yolu tarif ederken “sevâd-ı âzam” diye isimlendirdiği cemaatle birlikte olmayı ve alimlerin bid’at ve muhtelif ameller olarak haklarında hüküm verdiği bid’atleri terk etmeyi arzu ettim.

Ben bu esnada çoğunluğun yaptığı gibi hitabet, imamet ve benzeri görevler aldım. Yolda dosdoğru gitmek istedim. Fakat kendimi zamane insanlarının içinde bir yabancı gibi hissettim. Çünkü onların gittikleri yollara âdet ve gelenekler hakim olmuş ve aslî sünnetlerin içinde sonradan ilave edilmiş bid’at şüpheleri karışmıştı. Bunlar daha önceki zamanlarda mevcut değilken zamanımızda nasıl böyle olmuştu?

Salih seleften bu konuda pek çok uyarı nakl edilmiştir. Nitekim Ebu’d-Derdâ’dan da şöyle dediği rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.) şayet sizin yanınıza çıkıp gelmiş olsaydı, kendisinin ve ashabının üzerinde olduğu/yaptığı şeylerin içinde namazdan başka hiçbir şeyi tanıyamazdı. Evzâî dedi ki:

Ebu’d-Derda bu günü yaşasaydı nasıl derdi acaba? İsa İbn Yusuf da dedi ki:

Ya Evzâî şu zamana yetişseydi nasıl derdi acaba?

Ümmü’d-Derdâ’dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:

Ebu’d-Derdâ bir gün öfkeli bir halde içeri girdi. Ona:

Neye öfkelendin? dedim, şöyle dedi

“Allah’a yemin olsun ki insanların içinde, Muhammed’in yaptığı işlerden hiçbir şeyi tanıyamıyorum. Sadece onların cemaatle kıldıkları namazı tanıyabiliyorum. “Enes İbn Mâlik’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Lailâhe illallah” demenizin dışında Rasulullah (s.a.)zamanında gördüğüm, bildiğim şeylerin hiçbirisini sizde göremiyorum.”Biz dedik ki:

Gerçekten öyle mi ey Ebu Hamza? O şöyle dedi:

Güneş batıncaya kadar namaz kılmaktasınız; Rasulullah’ın namazı böyle midir? Yine Enes’ten rivayet edilmiştir: O şöyle dedi:

Şayet bir adam ilk selefin (yani Hz. Peygamberin) yaşadığı döneme yetişmiş olsa da sonra bu güne tekrar gelse, İslâm’dan hiçbir şeyi tanıyamaz (yani İslâmın tanınamaz hale geldiğini görür). Râvî der ki:

Enes elini şakağına koydu ve şöyle dedi:

Sadece şu kıldığınız namaz hariç. Enes daha sonra şöyle dedi:

Vallahi, doğrusu buna göre kim ki önceden görülmemiş ve salih selefin bilmediği şeylerin içinde yaşarsa, bir bid’atçinin bid’atine çağırdığını ve dünyaperestin dünyasına çağırdığını görürse Allah onu bundan korusun. Onun kalbi bu salih selefin hasretiyle dolsun, büyük bir sevaba nail olmak için onun yolarını sorsun, öğrensin, izlerinden gitsin ve yollarına tâbi olsun. İnşaallah siz de böyle olun.[13]

Mütercimlerin Önsözü

Büyük âlim İmam Şâtıbî, İslâmî ilimler tarihinde müstesna bir yere sahiptir. Çünkü o, gerek el-Muvâfakât, gerekse el-İ’tisâm isimli eseriyle İslâmî ilimlere yeni ufuklar açmış, Kur’ân’ı ve sünneti anlama ve yorumlamada milad sayılabilecek bir başarıya imza atmıştır.

İmam Şâtıbî’nin Kitap ve Sünnet’e bağlılığı en sistematik bir şekilde ele aldığı, bid’at ve sünnetin sınırlarını en güzel şekilde belirlediği el-İ’tisam isimli eserini yıllar önce okumaya başladığımızda bu eserin mutlaka Türkçeye kazandırılması gerektiği kanaatine varmıştık. Çünkü bid’at problemi sadece onun zamanının problemi değil, belki daha fazla ölçüde bizim zamanımızın da problemidir. Bundan sonra da bu konu bir problem olmaya devam edecektir.

Müellifin de dediği gibi bu konu âlimler tarafından ihmal edilmiştir. Konu ile ilgili meselelere daha önce ucundan kıyısından temas edilmiştir. Fakat bunlar, gereği gibi bilgilenmek için yeterli değildir. Bu eksiklik, konu ile ilgili Türkçe eserler açısından daha belirgin bir şekilde hissedilmektedir. Eserin Türkçeye tercüme edilmesi önemli bir boşluğu dolduracaktır. Ayrıca Şâtıbî gibi büyük bir âlimin duasının kapsamına girmeye de vesile olacaktır. Çünkü müellif eserinin bir yerinde bu konunun önemine ve âlimlerce ihmal edilmişliğine dikkat çektikten sonra şöyle demektedir:

“Bu itibarla kendimi yoracak bir çalışmanın içine girdim. Umarım ki Yüce Allah bu kitabı yazana, okuyana, yayınlayana, bundan faydalanacaklara ve tüm Müslümanlara yararlar ihsan edecektir. Çünkü o, rahmetinin genişliği ile bunu lûtfedici ve bunu gerçekleştirecek olandır.”(c.II, s. 143)

Allah Zülcelâl’in bizi de rahmetinin genişliğiyle bundan yararlandırmasını niyaz ediyoruz.

Bu münasebetle, okuyucularımızın bu eserden daha iyi yararlanabilmeleri için eserin ve yapılan tercümenin bazı özelliklerine dikkat çekmekte yarar görüyoruz:

Kitapta, alâkası dolayısıyla bazı fıkhî meselelere temas edilmiştir. Bu meselelerde şu iki husus göz önünde bulundurulmalıdır:

 1. Yazar Mâliki mezhebindendir. Değindiği konuda Mâliki mezhebi hükümlerine göre bir şeyler söylemesi

olağandır. Mâliki mezhebinden olan bir okuyucu bile bu meselede söylenileni doyurucu ve yeterli bulmayabilir. Çünkü bu kitap bir fıkıh kitabı değildir.

2. Mâlikî mezhebinden başka, Hanefî, Şâfıî gibi diğer mezheplerden olan okuyucularımız özellikle yukarıda söylediğimiz hususu göz önünde bulundurmalıdır. Mezhep hükmü ile ilgili bir şeyler söylemiş ise, mutlaka o konuda kendi mezhebinin kaynaklarına başvurmalıdır.

Eserde yer yer ”imam” deyimi geçmektedir. Tercümede genellikle bu ifade olduğu gibi kullanılmıştır. Bu ifade genel olarak lider, devlet başkanı, yönetici gibi bir mana kastedilerek kullanılmıştır. Özellikle Şiâ mezhebinden söz edilen yerlerde “İmam’ın özel bir manada kullanıldığı hatırlanmalıdır.

Yine eserin pek çok yerinde “taklit” ve “âdet” kelimeleri geçmektedir. Taklitten maksat, fıkıhtaki bir mezhep veya imama uymaktır. Âdet ise “gelenek” ‘”alışkanlık” veya “âdet edilen şey” anlamında olmayıp, ibadet dışında günlük hayatta insanların yaptıkları şeylerdir. Yedinci bölümün başlarında geniş bir şekilde buna temas edilmiştir.

Eserin bazı yerlerinde; “bu zamanlarda” “bizim zamanımızdan önce” gibi ifadeler kullanılmıştır. Bununla müellifin yaşadığı hicri sekizinci asır kastedilmiştir.

Kitapta geçen fıkhî meseleler konusunda ihtiyatlı davranmak gerekir. Çünkü bu kitap bir fıkıh kitabı değildir. Kitap fıkıh konularını ve meselelerini ele almak için değil -usûlî meselelere de değinmekle beraber- esasen bid’at problemlerini ele almak için yazılmıştır.

Erbabınca malum olduğu üzere usûlcülerin kendi aralarında kullandıkları ağır bir dil vardır. Onlar az ve öz kelimeyle gerekli manayı ifade etmeye çalışırlar. Bu sebeple konunun yabancısı olanlar bu dili anlamakta güçlük çekerler. Aynı özellik belli ölçüde el-İ’tisâm’da da vardır. Buna bir de müellifin Endülüslü bir âlim oluşu ve Endülüs ulemâsının kullandığı dilin ağdalı oluşu eklenince eserin dilindeki ve üslûbundaki zorluk bir kat daha artmaktadır. Bu zorluğu ve kapalılığı aşmak için yer yer parantezler açılmış, metnin ruhuna ve müellifin maksadına uygun takdirler ve izahlar yapılmıştır.

Muhakkik tarafından dipnotta yapılan bazı izahlar tercümeye taşınmıştır.

Eserin içinde geçen hadisler, Ebû Süleyman en-Nedvî tarafından tahkik edilmiş ve muhakkikin müracaat ettiği kaynaklar, kitabın sonunda bir liste halinde verilmiştir.

Eserin Arapça metninde yer yer parantez içi soru işaretleri (?) kullanılarak eksikliklere ve boşluklara dikkat çekilmiştir. Eserin yazma nüshalanndaki müstensih atlamalarının ve hatalarının bir sonucu olduğunu tahmin ettiğimiz bu boşluklar o bölümlerin tercümesini zorlaştırmıştır. Ancak yine de siyak ve sibaktan hareketle uygun manaya ulaşılmaya çalışılmıştır.

Tercümede elden geldiğince anlaşılır ve sade bir dil kullanılmış, bazı yerlerde kitaptan istifadeyi kolaylaştırmak için meseleler a-b-c veya 1-2-3 gibi maddeleşlirilerck tercüme edilmiştir. Önemli kavramlar ilgili sahifenin dipnotunda açıklanmış, ayrıca sıkça kullanılan bazı kavramlar için kitabın sonuna tarafımızdan açıklayıcı bir sözlük ilave edilmiştir.

Böyle bir eserin tercümesinin ne kadar zor ve sorumluluk gerektiren bir iş olduğunun bilincindeyiz. Yapmış olduğumuz çalışmada eksiklik ve hataların olabileceğini de kabul ediyoruz. Bu sebeple okuyucularımızın yapacakları yapıcı tenkitlerin kitabın daha sonraki baskılarında dikkate alınıp değerlendirileceğinin bilinmesini istiyoruz.

Birinci cildi Dr.Ahmet İyibildiren, ikinci cildi Dr. Mustafa Özcan tarafından tercüme edilen bu eserin, Müslümanların Kur’an’a ve Sünnet’e daha sıkı sarılmalarına ve bidatlerden uzak durmalarına vesile olmasını Yüce Mevlâ’dan niyaz ediyoruz.

Imam Es Satibi El Itisam” kitap hakkında daha fazla bilgi edinmek için Ücretsiz pdf olarak almak için aşağıdaki indirme düğmesini tıklayın

Bozuk bağlantıyı bildirin
Siteyi Yardim Et


for websites

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *