Skip to content
Home » İSLAM HUKUKUNDA TEMEL HAK VE HÜRRİYETLER

İSLAM HUKUKUNDA TEMEL HAK VE HÜRRİYETLER

Islam Hukukunda Temel Hak Ve Hurriyetler
  • Kitap başlığı:
 Islam Hukukunda Temel Hak Ve Hurriyetler
  • Yazar:
Servet Armağan
  • Kitap Sayısı
312
  • Dil:
Türkçe
  • Görünümleri:

Loading

  • PDF Doğrudan  
İndirme için tıklayın
  • Satın al  
Kağıt Kapak için

Islam Hukukunda Temel Hak Ve Hurriyetler-Kitap örneği

ÖN SÖZ – İSLAM HUKUKUNDA TEMEL HAK VE HÜRRİYETLER

Ön sözüme başlarken, seneler süren niyazlarımı kabul buyurarak bana “ilim” nasip eden Rabbime hamd-ü senâ ederim. İlim öğrenebilmek ve öğre- tebilmek, şüphesiz bir bahtiyarlıktır. Beni böyle bir saadete eriştiren Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrederim. Lisanımla şükrettiğim gibi, buradaki satırlarımla da şükretmek istiyorum.

Elimizdeki kitap, İslam hukukunun az işlenmiş bir sahasına aittir. İslam hukukuna ait eski kitaplara bakacak olursanız, bu kitabın muhtevasını teşkil eden bahislerin bir arada değil, değişik başlıklar altında ve birbirinden uzak bahislerde yer aldığını görürsünüz.

Ayrıca, işaret ile iktifa edilmiş, kelimeler veya cümlecikler halinde kısa bir izahat olduğunu tespit edersiniz. Meselâ “mesken hürriyeti” veya “konut dokunulmazlığı” ismini verdiğimiz hak, bazen hadis kitaplarının edeb bölümünde, bazen de ceza hukuku bahisleri arasında yer almıştır. Üstelik, bizim bugün anladığımız ve anlattığımız metod ve muhtevaya uygun açıklama değil; sadece edebi ve ceza hukukunu ilgilendirdiği derecede ve dolaylı kısa bir açıklamadır.

Yeni kitaplar ise, bu konuda nispeten derli-toplu bilgilere yer vermekle beraber, yine de çok kısadırlar.

İşte bu kitap, İslam hukukunda temel hak ve hürriyetlerin, hukukî kayna- ğını tespit etme ve muhtevasını modern hukuk sistematiği içinde okuyucuya takdim teşebbüsünden ibarettir.

Konuyu modern hukuk sistematiği ile takdim etmek, elde örnek ve önder bir eser olmadığı için kolay değildir. Ancak, ifade edeyim ki, mesleki kariyerim esnasında temel hak ve hürriyetler sahasında senelerce çalıştım ve lâik hukukla ilgili olarak eser verdim.

Ayrıca, deneme mahiyetinde olarak, İslam hukukunda temel haklar, hürriyetler konusunda makaleler yayınladım, tercümeler yaptım. Seneler süren meslek hayatımın bana kazandırdığı bilgi ve tecrübemi de ilâve ederseniz, Cenab-ı Hakk’ın izni ve yardımı ile bu kitabı yazmak nasip oldu diyebilirim.

Konuyu yazmanın bir diğer zorluğu da, İslam hukuku kaynaklarındaki ibarelerden, bugün kullandığımız ve anladığımız mânada temel hak ve hürri- yetlere ait muhtevayı çıkarmakta görülür. Meselâ, Hadis kitaplarında “edeb” veya “âdab” bölümünde yer alan bazı hadislerin, bugün artık beşerî kanun- larda yer alan bir “temel hak” olduğunu tayin ve tespit hiç de kolay değildir.

Hatta bazen oluyor, İslam hukukuna ait bir kitapta bir hak ve hürriyet için verilmiş açıklama, bugünkü mânada o hak ve hürriyetin muhtevasına uyma- maktadır veya daha çok başka bir hak ve hürriyet ile ilgilidir. Bu tayin ve tes- pitte meslekî müktesebatımın rolü büyüktür.

Bir başka zorluk da, İslam devletlerinin bu konu ile ilgili tetkikatlarını ihtiva eden kaynakların ve hatta mahkeme kararları külliyâtının elimizde bulunma- masıdır. Eğer bunlar olsaydı, daha sıhhatli ve etraflı bir açıklama yapılabilirdi.

Bir diğer zorluk, daha geniş çaplıdır: Kitabı yazmaya başlayınca hemen anladım ki, İslam hukukunda temel hak ve hürriyetleri anlatmak, bir bakıma İslam dininin tamamını anlatma gayretidir. Çünkü, meselâ, “din ve vicdan hürriyeti”ni anlatırken, hem kişinin bu temel hakkını, hem de İslam dininin akide (inanç) esaslarını ortaya koymak zorundasınız. “Düşünce açıklama hür- riyeti”ni anlatırken, İslam dininin meşverete riayet etme özelliği ve emrine, dinin bir nasihat olduğu yolundaki Peygamber (s.a.s.) beyanına yer vermeniz gerekir. Mülkiyet hakkını anlatırken, esas mülk sahibinin Cenab-ı Hak oldu- ğunu belirten ayete veya ayetlere mutlaka temas mecburiyeti vardır. “Öğre- nim” hakkını anlatırken, İslam dininin ilme verdiği önemi herhalde belirtme- liyiz ki, bu hak layıkı ile anlaşılabilsin.

“Kişi dokunulmazlığı” ve hatta “düzeltme ve cevap hakkı”nın kaynağı ise, insanlara eziyeti yasaklayan hükümlerdedir ve bu sebeple, evvelâ bu hüküm- ler sıhhatlice tespit edilmelidir. Aynı şekilde, işçi ve işveren münasebetleri de, ancak, evvelâ İslam dininde sermaye-emek kavramlarının yeri belirtilerek açıklanabilir.

Görülüyor ki, İslam hukukunda temel hak ve hürriyetlerin muhtevasını sıhhatlice tespit ve hikmet-i teşriiyyesini (ratio legis), aslına uygun şekilde tak- dim edebilmek için İslam dininin tümüne ait genel esasları bilmek ve bunları, ilgili hak ve hürriyetle bağlantılı olarak sunmak ve açıklamak gerekiyor.

Bunda ne kadar muvaffak olduğumu okuyucuların takdiri ve zaman gösterecektir. Diğer taraftan belirtelim ki, bu zorluk İslam hukukunun büyük kısmının hâlâ “code” haline getirilmiş (tedvin edilmiş) olmadığının da bir neticesidir.

Kitapta, modern anayasanın sistematiği esas alınmış ve bu hukuk dalında kullanılan terimlerle İslam hukukunda temel hak ve hürriyetlerin esasları açıklanmıştır. Bu metod, hem bir zaruret, hem de elde örnek bir eser olmadığından bir zorluktur. Çünkü, günümüzün hukukçu ve münevverine, onun alıştığı ve kul- landığı dil ile hitap etmek icab eder. İhtisas sahama girdiği için, modern anayasa hukuku terimlerini yerinde kullanmak benim için zor olmamıştır.

Açıklamalarımızda kullandığımız metod ise şudur:

Evvelâ, bir temel hak ve hürriyetin modern anayasa hukukundaki genellik- le kabul edilen mânasına kısaca temas edilmiş, eğer varsa Türk anayasalarının ilgili maddelerinin metni verilmiştir.

Daha sonra, bu hak veya hürriyete temas eden ve onu düzenleyen İslam hukukunun kaynaklarına işaret edilmiştir. Varsa ayet, arkasından hadis zik- redilmiş; daha sonra ilim adamlarının bu ayet ve hadisi anlayış tarzlarına yer verilmiştir. Bazen, konu ile uzaktan da ilgisi olsa, bazı görüşlere ve eserlere (bkz.) kısaltması ile işaret edilmiştir. Bunu tâkiben, anayasa hukuku açısın- dan bu verilerin değerlendirilmesi yapılmıştır. Aslında bir ayet veya hadisin mânası, sadece bir tek temel hak ve hürriyete mahsus ve münhasırdır, demek doğru değildir; o ayet veya hadisin temas ve işaret ettiği mâna ve saha çok daha geniş ve şümullüdür.

En sonunda Türk anayasalarının ilgili maddelerine yer verilmiştir. Böylece okuyucuya, İslam hukukundaki bir hak ve hürriyet ile Osmanlı ve Cumhuri- yet dönemi Türk anayasalarındaki aynı hak ve hürriyeti düzenleyen maddeyi karşılaştırabilme imkânı sağlanmıştır. Yine aynı gaye ile, kitabın sonuna temel haklar ve hürriyetler mevzuunda en önemli milletlerarası belgelerin metinleri eklenmiştir.

Bu arada belirtelim ki, kitabın başında genel olarak temel hak ve hürriyet- ler teorisine ait bilgiler vermeyi uygun görmedik. Hatta yazdım ve giriş kıs- mına koymama rağmen, daha sonra çıkarttım. Çünkü bu, kitabımın hacmini lüzumsuz şekilde kabartacaktı.

Ayetler, sûre ismi ve ayetin numarası ile belirtilmiştir.

Hadislerde ise: Hadis külliyâtının müellifi, ilgili hadisin yer aldığı kitap ismi ve bab no’su belirtilmiştir. Meselâ: Buhârî, şirke, 1 demek, Buhârî isimli müel- lifin hadis külliyâtının (Sahih-i Buhârî) içinde “şirke” başlıklı kitabının 1 no’lu bab’ı demektir. Eğer müellif isminden sonra, sadece numara verilmişse, bu hâdisin, o müellifin, hadis külliyâtında belirtilen sıra no’sunda yer aldığı ve böylece bulunabileceği demektir. Müslim, 1732 gibi. Şayet hadisler, meşhur hadis külliyâtlarında yer almıyor, veya biz bulamamışsak, bulduğumuz kayna- ğı gösterdik.

Hadis tercümelerini, çoğu defa Türkçe’de muteber hadis tercümelerinden aldık, bazen de kendimiz tercüme ettik.

Belirtelim ki elinizdeki bu kitap, bir denemeden ibarettir ve bu sebeple muhtasar (kısa) tutulmuş, sadece konunun ana hatları verilmiştir. Böylece okuyucunun konu ile bağlantısı, hemen ve doğrudan doğruya kurulmuştur.

Yapılacak tenkit ve tavsiyelerle kitap belki de yeni bir vecheye kavuşabilir.

Kitabın yazılmaya başlanması ile elinize ulaşması arasında, elimde olmayan sebeplerle uzunca bir zaman geçmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı benden bu konuda bir eser yazmamı talep etti. Bir müddet düşündükten sonra kabul ettiğimi bildirdim ve çalışmaya başla- dım (1982 Temmuz).

Eserin büyük kısmını tamamladıktan sonra çalışmalarıma ara verme- ye mecbur kaldım. Çünkü ilmî araştırmalar yapmak üzere “İslam Kalkınma Bankası”na bağlı “İslam Araştırma ve Eğitim Enstitüsü”ne (Cidde’ye) git- tim (1983 Eylül). Buradaki ortama intibak ve araştırmalarım sebebiyle, kitabı tamamlamayı ihmal ettim.

Zamanın Diyanet İşleri Başkanı Dr. Tayyar Altıkulaç, Cidde’ye her gelişin- de, eseri beklediklerini belirterek beni çalışmaya teşvik etti.

Çalışmalarımdan fırsat buldukça, eseri, gerekli ilâveleri ve değişiklikleri yaparak tamamlamak nasip oldu. Kitap yeniden daktilo edildi, baştan sonu- na kadar tekrar okudum ve düzeltmeler yaptım ve böylece son şekline geldi (1987 yılı Ramazan ayının son günü).

Görülüyor ki, kitabı yazmaya başlamam ile bitirilmesi arasında, hiç de arzu etmediğim ve benim çalışmalarımda mutad olmayan uzun bir zaman geçmiş bulunuyor. Bir defa daha inandım ki: “Âlemlerin Rabbi olan Allah bir şey dileme- dikçe sizler bir şey dileyemezsiniz.” (Tekvir, 81/29)

Fakat, elde olmayan bir gecikmenin, eserin muhtevasına herhangi bir zara- rı olmamıştır; bilakis zamanla yeni düzeltmeler yaptığımdan, eser daha güzel- leşti denilebilir.

Sadece bu arada çıkan son yayınlara bakmaya fırsat bulamadım.

Cenab-ı Hakk’tan, eserin, İslam hukukunun anlaşılması uğrunda mütevazı bir hizmete nâil olmasını dilerim. Kitap, Türk hukukçu ve münevverleri ile mukayeseli hukuk sahasında çalışma yapanlara yardımcı olabildi ise, ne mutlu bana.

Her şeyi bilen Cenab-ı Hakk’a niyazım ve arzım şudur:

“Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma.”

IV – HÜRRİYET:

Bu kısımda İslam hukukunda hürriyet mefhumunun ana hatlarını ortaya koymak istiyoruz:

Her şeyden evvel belirtelim ki, burada “hürriyet” mefhumu, pozitif hukuk açısından ele alınmaktadır; felsefî açıdan hürriyeti ele almaya, bu çalış- ma çerçevesinde gerek görmüyoruz. Sadece şu kadarını söyleyelim ki, İslam filozofları ve ilm-i kelâmcılar, insanın başı boş olmayıp Allah’a karşı sorumlu olduğunu, insana verilen “irade-i cüz’iyye” sebebiyle, tasarrufunda, hukuk nazarında ve Allah önünde mesul olduğunu, ancak iradesi dışındaki hadisatta “meşiet-i ilâhiyye”nin söz konusu olduğunu, belirtmişlerdir.(( Mesela bkz, Abbud, 43 vd., 61 vd., 66 (Müellif çeşitli sistemlerdeki hürriyet anlayışını etraflıca ele alıyor (sh. 48 vd.) Neticede İslami anlayışta hürriyetin “mesuliyet” manasına geldiğini belirtiyor (sh. 66)))

İslam hukukçuları ve İlm-i kelâmcılarının üzerinde doğrudan ya da dolaylı olarak durdukları hürriyet mefhumunu hukuk açısından genel hatları ile şöyle özetleyebiliriz:

  1. İslam hukuku dinî bir hukuk sistemidir. Hürriyet kavramı da bu sebeple İslam inancı (akidesi) üzerine kurulmuştur ve bu açıdan değerlendirilecektir. İslam hukukunun özelliği olan bu neticeye yukarıda da temas etmiştik.
  2. Hürriyet, modern (lâik) “ne kendisine ne başkasına zarar verme- mek” tarzında bir anlayışla kabul edilmiştir. 1789 Fransız “İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi”nin 4. md. sine göre “hürriyet başkalarına zarar vermeyen her şeyi” yapmaktır. Montesquleu’nun fikirlerinden mülhem olan bu anlayış ile İslam hukukundaki hürriyet anlayışı arasında fark vardır. İçki içmek, uyuşturucu madde kullanmak, bedenine veya ruhuna eziyet etmek gibi, lâik kanunların suç kabul ettikleri veya etmedikleri fiillerin hepsi İslam hukukçularına göre, insana zarar verdiği için “hürriyet”in himâyesinden isti- fade edemez.
  3. “Mutlak hürriyet” yoktur. Yani insanın her aklına geleni ve arzu etti- ğini yapması “hürriyet” sayılmaz.(( el-Beyâtî, 162 vd.; en-Neccar, 108; Abbud, 63, 65)) Böyle bir davranış hürriyetin himaye- sinden istifade edemez; o halde hürriyetler sınırlıdır ve sınırlanabilir. Çünki İslam mantık ilminde yer alan bir kaideye göre “Mutlak takyit edilebilir” Ama “Âm, yani genel olan, takyit edilemez.”

Günahtan sakınmayarak hür yaşamak isteyenler, “sefih”, fâsık”, “ehl-i dalâlet” gibi terimler ile tavsif edilmişlerdir. Bu kimseler gerçekte hür yaşa- mıyorlar, bilakis nefs-i emmârenin veya şeytanın esareti ve istibdadı altına girmektedirler.

Mutlak hürriyet olamadığı gibi, mutlak eşitlik de sözkonusu olmaz. İnsan- lar arasında temel hak ve hürriyetlerde eşitlik vardır, ama buna rağmen, kabili- yet, öğrenim, vatandaş-yabancı olma sebebiyle, insanlar eşit olamazlar.

  • Görülüyor ki İslam hukukunda hürriyet, İslami hükümlerin sınırı içinde bir hürriyettir. Müellifler bu sebeple “şer-i hürriyet” tabirini kullanmakta- dırlar. Allah’a karşı kulluk idrakinde olan kimse, insanlar arasında küçülmeye ihtiyaç hissetmez ve hatta tenezzül de etmez. O halde imana ne kadar kuvvet verilirse, hürriyet o kadar kuvvet bulur.158
  • Hürriyet İslam toplumunun kaçınılmaz bir özelliğidir. Hürriyet insanın âdeta ayrılmaz bir parçasıdır. Çünkü:159
  • Şahsa bağlıdır.
  • Başkasına devredilemez, ve
  • Vazgeçilemez.

20. asırda modern lâik hukuk doktrininin kabul ve mevzuatının düzenledi- ği bu özellikler, İslam hukukunda da esasen kabul edilmiştir.160

6- Hürriyet sınırsız değildir. Onu kötüye kullanmaya karşı, tedbir alınmalı- dır. Çünkü hürriyetin suiistimali onun kaybedilmesine yol açar.

Diğer hürriyetler gibi, meselâ düşünceleri açıklama hürriyeti de, bazı sınır- lamalara tâbidir. Bu konuya, yeri geldiğinde temas edeceğiz.

“Hürriyet İslam toplumunda açıkça ortaya çıkan asil bir özellik ve karakterdir. O, İslâ- mın ferde ve toplum için gerçekleştirdiği hayata sağladığı ve hiçbir gaye uğruna feda edilmeyen mukaddes, bir emeldir.

Ey hayatım! Acaba hürriyetsiz hayatın bir kıymeti var mı? Acaba hürriyetini kaybeden bir toplumun artık beka gücü kalır mı? Şüphesiz İslam, toplumunda hürriyet nurunu saçar ve hürriyete doğru atılan ve etrafında gayrete gelen insanı her sahada gölgesi altında himaye eder.” (Abdülvahid, 88)

Yine aynı müellife göre, “hicret” bir yerden bir diğer yere gitmek değil, içinde cebir ve şiddetin olmadığını ve insan haklarının ihlal edilmediği “Hür bir İslam toplumu kurmak için zaruri bir hareketti.” Bu sebepledir ki, hicret, ihmali caiz olmayan farz bir emirdir. “Çünkü gerçekleşen, ferdin hürriyeti ve toplumun hürriyetinin tesisi idi.” (ibid, 102-103).

Aslolan hürriyettir, sınırlama istisnâidir. Çünkü İslam hukukunun temel bir kaidesi şudur: “Eşyada aslolan ibahedir.” Yani, bir davranışın helâl veya haram olup olmadığında, bir diğer deyişle, o davranışa müsaade edi- lip edilmediğinde tereddüd edilirse, verilecek ilk cevap, serbest olduğudur. Yasak olduğunu veya haram olduğunu ileri süren delil getirmek mecburiye tindedir. Hakkında yasaklayıcı bir nass bulunmayan, açıkça yasaklayıcı tanzimi bir tasarrufa (ayet, hadis, kanun vb.) mevzu olmamış bir davranış, serbestir, helâldir, müsaade edilmiştir. Yasaklanması, haram kılınması, ancak hakkında açık bir hükümle mümkündür.

“Beraat-i zimmet asıldır.” (Mecelle, md. 8) Bu anlayış İslam temel hak- lar ve hürriyetler mevzuunda da tatbik edilebilir.

  • İslam hukukunda aslolan vatandaşlar arasında, ırk, cinsiyet, renk, vb. farkı gözetilmeksizin eşitliktir ve herkesin kanun dairesinde aynı şekilde hak- lardan istifade etmesidir; kimseye imtiyaz ve üstünlük tanınamaz. Ancak zaru- retlerin ortaya çıkarttığı istisnalar vardır. Bunlar da kadın-erkek; zimmî-müs- lim ve hür-köle ayırımıdır. Bu konulara yukarıda, ilgili başlık altında temas etmiş bulunmaktayız. İnsanlar arasında fiilî ve hukukî eşitlik, yani adâletin gerçekleşme şartları ise ayrı bir konudur.
  • Nihayet son özellik, İslam hukukundaki haklar ve hürriyetler geniş kap- samlı olup, “klâsik hürriyetler” yanında, “sosyal haklar”ı da içine alır. Bu durum aşağıdaki açıklamalarımızla daha iyi görülecektir.161

V – HÜRRİYETİN KULLANILMASI VE KÖTÜYE KULLANILMASI:

Bu bölümde hürriyetlerin istimali ve suiistimali üzerinde durmak istiyoruz.

Bu konuda şu genel esasları belirtebiliriz:

  1. Hürriyetlerin kullanılmasına müdahale edilemez. Müdahale suç teşkil ediyorsa, ceza davası açılabilir, suç değilse idâri tedbir alınması istenebilir. Bu noktaya, hürriyetleri teker teker ele alırken temas edeceğiz. Zaten genel olarak hürriyetlerin kullanılması değil, belli ve muayyen bir hürriyetin kullanılması tabirini kullanmak ve konuya bu açıdan bakmak daha isabetli olur.
  2. Muayyen bir hürriyetin kötüye kullanılmasına müsaade edilemez. Hür- riyet, sınırlı bir anlayışla kabul edildiğinden, onun kötüye kullanılmasına karşı tedbir alınması da bu anlayışın, tabii bir neticesidir.

161 el-Beyâtî, 161. Burada hürriyetin tarih boyunca geçirdiği safhaları ele almaya konumuz müsait değildir. Sadece şunu belirtelim ki, insanlar İslam hukukunda hürriyete, Batı toplumlarındaki gibi asırlar süren bir mücadele vererek değil, Allah’ın ve Peygamber’in koyduğu hükümlerle kavuşmuş- tur. Ayrıca bkz. Abdülvahit, 90 vd; 198 vd.

  • 3-   Her şey gibi, hürriyetten tam istifade de ilim ile olur. Bilgisiz kişiler, diğer konularda olduğu gibi, sahip oldukları hürriyetlerden de gerektiği ölçü- de istifade edemezler. Bu kimseler esas itibariyle hürriyete sahiptirler, ancak kötüye kullanmaları halinde, önleyici tedbirler almak gerekir.
  • Hürriyeti kötüye kullanmak, ondan mahrumiyeti doğurur. Bu durum, eğer suç teşkil ediyorsa kişi, başta hapis olmak üzere, diğer cezalarla cezalan- dırılır. Suç teşkil etmiyorsa, o şahsın anormal şekil ve yollarla o hürriyetten istifadesine engel olunur. Sefih kimsenin hacir altına alınması, vb. tedbirler gibi.
  • İslam hukukunda “hürriyetleri yok etme hürriyeti” kabul edilemez. Yukarıdan beri belirttiğimiz espri, herhalde hürriyetleri boğma veya hürri- yetleri yok etme hürriyetine müsaade etmeyecektir. Zaten Batı demokrasi- lerinde bile, yukarıda bahsettiğimiz gibi, hürriyetleri yok etme derecesinde bir hürriyet tanımanın mümkün olmadığı kabul edilmiştir.162

VI – HAK VE HÜRRİYETLERİN KORUNMASINA DAİR SİSTEM VE MÜESSESELER:

Hürriyetlerin mutlak olmadığını, sınırlanabileceğini söyledik ve kötüye kul- lanmaya karşı alınacak tedbirlere kısaca temas ettik. Şimdi de, hürriyetin baş- kalarına karşı korunmasına ait esasları belirtmek istiyoruz.

Modern hukukta hürriyetlerin korunması iki açıdan ele alınmaktadır. Aynı metodu tatbik ettiğimizde, İslam hukukunda şu noktaları tespit edebiliriz:

a – Hürriyetleri diğer şahıslara karşı korumak:

Bu konuda, devletin kudret ve otoritesinden istifade etmek tek yoldur. Çünkü “bizzat ihkak-ı hak memnu’dur.” Yani şahıslar kendilerine bir zarar verildiği zaman, meselâ konumuzla ilgili olarak, hürriyetlerine müdahale edildiğinde veya haklarına karşı zarar verildiğinde, zarar veren ve müdahale edenlere karşı kuvvet kullanarak, haklarının iadesini ve zararının giderilmesini isteyemezler. Nitekim Mecelle’de:

“Zarar ve mukabele bizzarar yoktur.” (md. 19) kaidesi ile,

“Bir zarar kendi misli ile izale olunmaz” (md. 25), kaidesi bu mânayı ifâde etmektedir.

Meselâ bir kimse komşusunun çatısının kiremitlerini tahrip etse, o kimse de, kendisine zarar verenin damının kiremitlerini tahrip ederek, kendisine za rar verenlere karşı böyle bir tedbire tevessül edemez. Bunun ismi “intikam”- dır ve “şahsi adalettir.” Böyle bir anlayış, İslam hukukunda kabule şâyan değildir.

Zaten Lâik hukuk sistemlerinde de aynı esas şöyle ifade edilmiştir: “Biz- zat ihkak-ı hak yasaktır.” Aradaki fark, İslam hukukunun 14 asır önce bu esası kabul ve tanzim etmiş olmasıdır.

Kısacası, hürriyetlere engel olunduğu zaman, devlet kuvvetine başvurmak tek yoldur. Yani zarar gören, hürriyetine engel olan kimseye karşı, devlet kuv- vetlerine başvurmak suretiyle hürriyetinin korunmasını talep edebilir: Mah- kemeye başvurmak bunlardan biridir. Emniyet kuvvetlerine başvurmak bir diğer yoldur. Hatta dilekçe hakkını kullanarak idârî ve siyasî müracaat yolu- nu kullanmaya da hiçbir engel yoktur. Bu konuda Modern hukuk ile İslam hukuk sistemi arasında paralellik vardır.

b – Devlet kuvvetlerine karşı korumak:

Bu ihtimalde hürriyete müdahale devlet kuvvetlerinden geliyor demek- tir. Lâik sistemlerde, bu konuda çeşitli düşünceler ileri sürülmüş, sistemler geliştirilmiş, müesseseler kurulmuştur. Hemen söyleyelim ki, bu konuda da İslam hukuku ile Modern hukuk arasında yine paralellik vardır. Meselâ, İslam hukukunda da, devlet (idare) aleyhine idarî, kazaî veya siyasî müracaat yoluna başvurmaya bir engel yoktur. Yani devlet idaresinin (yürütme organının) bir işlemi veya fiili ile temel hak ve hürriyetlere müdahale edilirse, bu müdahale- ye karşı, idarî (dilekçe vermek), kazaî (mahkemelere başvurmak), ya da siyasî (yasama organına) yollara başvurmak mümkündür.163 Ama, yasama organının işlemleri yoluyla hürriyetlere müdahale halinde, aynı düşünceler ileri sürüle- bilir. Yani, yasama organının çıkardığı bir kanun, İslam’ın temel normları- na aykırı olursa, bu kanuna karşı vatandaşın itiraz edebilmesi, İslam huku- ku prensiplerine aykırı değildir. Vatandaşın bu şekildeki itirazı (dâva açması) üzerine, daha yüksek ilmî ve içtihat kabiliyetine sahip bir makam bu konuda son kararı verir.

Modern hukukta bu sisteme Anayasa Yargısı ismi veriliyor. Aslında bu konu üzerinde İslam hukuku açısından pek durulmamıştır. Ama zaten lâik sistemlerin hepsinde değil, az bir kısmında Anayasa Mahkemesi yoluyla norm kontrolü kabul edilmiştir.

Bütün bunlar hukukî tedbirlerdir. Hukuk dışı tedbirler ise iki grupta düşünülebilir:

Islam Hukukunda Temel Hak Ve Hurriyetler, Islam Hukukunda Temel Hak Ve Hurriyetler,Islam Hukukunda Temel Hak Ve Hurriyetler

Islam Hukukunda Temel Hak Ve Hurriyetler,Islam Hukukunda Temel Hak Ve Hurriyetleri, Islam Hukukunda Temel Hak Ve Hurriyetler

a- Dinî ve ahlakî tedbirler: Belirtelim ki, İslam dini, başkasının hak ve hür- riyetlerine saygı gösterilmesi ve hiç ir şekilde müdahale edilmemesi konusunda pek çok hükümler getirmiştir.

Islam Hukukunda Temel Hak Ve Hurriyetler” kitap hakkında daha fazla bilgi edinmek için Ücretsiz pdf olarak almak için aşağıdaki indirme düğmesini tıklayın

Bozuk bağlantıyı bildirin
Siteyi Yardim Et


for websites

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *