| Sunan Al Darimi Tercumesi |
| Imam al-Darimi |
| 2184 |
| Türkçe |
|
|
| İndirme için tıklayın |
| Kağıt Kapak için |
SUNAN AL DARIMI TERCUMESI – Kitap Örneği
Mukaddime – (SUNAN AL DARIMI TERCUMESI)
Alemlerin Rabb’ı olan Allah’a hamd olsun! Efendimiz, son peygamber Muhammed’e, âline ve ashabına salâtü selâm olsun!
Hz. Peygamber’in hadis-i şerifleri, İslâm tarihinin ilk yıllarından itibaren yazılmaya başlanmış ve zamanla onları bir araya getiren irili-ufaklı birçok eser meydana getirilmiştir. Bunlardan biri, takdim sadedinde olduğumuz bu Sünen’dir.
Büyük İslâm alimlerinden biri olan Dârimi’nin (181-255 h.) bu eseri, içlerinde İbn Hacer el-Askalânî’nin (v. 852) de bulunduğu bazı alimlerce, Sünenu İbn Mâce yerine Kütüb-i Sitte’nin altıncı kitabı sayılmaya lâyık görülecek kadar kıymetli bir eserdir. Eser, günümüze tam olarak ulaşan en eski “sünen” kitabı olma özelliği ile tarihî bir değere de sahiptir. Eserde ibadet, muamelât ve ahlâkla ilgili temel İslami hükümler, seçilip ahenkli ve mantıkî bir düzene konulan hadislerle anlatılmaktadır. Kitabın, mühim ve ayırıcı bir bölümü olan Mukaddime’sindeyse bir kısım siyer, hadis ve fıkıh usûlü konuları oldukça zengin rivayetlerle ele alınmıştır.
Bu mühim eserin dilimize kazandırılmasının büyük faydalar sağlayacağı düşünülmüş ve elinizdeki bu çalışma gerçekleştirilmiştir. Yapılanlar şunlardır:
1. Kitabın aslı ilk olarak tamamen harekelenmiştir. Bilindiği gibi, bazen farklı okunabilen hadis metinlerini okumada asıl olan, dilbilgisi kuralları değil, rivayet şekilleridir, yani onları, hocadan nasıl duyulmuş, alınmışsa o şekilde okumak esastır. Bunun için harekeleme yapılırken, rivayet şekillerine göre harekelenmiş olan diğer hadis kitaplarından istifade edilmiş, onlarda bulunmayan metinler ise dilbilgisi kurallarına göre harekelenmiştir.
2. Hadislerin, varsa, diğer kitaplardaki yerleri tespit edilip gösterilmiştir. Hadislerin yerleri gösterilirken Buhâri, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizî ve İbn Mâce’nin eserlerinde önce ana-bölüm (yani eser içindeki “kitab”) ismi, sonra alt-bölüm (“bâb”) numarası, ardından da parantez içinde cilt ve sayfa numarası verilmiştir. Müslim’in Sahîh’i ile Mâlik’in Muvatta’ında ise “bâb” numarası yerine hadis numarası verilmiştir. Bunların dışındaki kitaplarda ise cilt ve sayfa numarası ile yetinilmiştir.
3. Bilhassa Kütüb-i Sitte’de bulunmayan hadislerin sıhhat durumları, ilgili kitaplardan istifadeyle belirtilmeye çalışılmıştır.
4. Tercümede anlaşılır ve güzel karşılıklar bulmanın yanında metne bağlı kalmaya da gayret edilmiştir. Bununla birlikte, kitabın özelliğinden dolayı, ihtiyatlı davranılmış ve zaman zaman “tercüme kokma” pahasına, güzel ifade yerine metne bağlı tercüme tercih edilmiştir.
5. Metinlerin anlaşılmalarını kolaylaştırmak gayesiyle parantez içi cümlelerin kullanılmasından kaçınılmamıştır. Bu açıklayıcı cümleler, daha ziyade, hadisin diğer rivayetlerinden veya şerhlerinden alınmıştır.
6. Hadislerin bazılarına “Açıklama”lar yapılmıştır. Bunların kaynakları belirtilmeyenlerinde, ele alman hadisin Fethu’1-Bâri, Umdetu’1-Kari, Tuhfetu’l-Ahvezî ve el-Menhel’deki şerhinden istifade edilmiştir. Kitabımız “hadis kitabı” olduğu için, fıkhî konuların tafsilâtına girilmemiş, kısaca mezheblerin görüşleri, delillerine de işaret edilerek, verilmeye çalışılmış, bilhassa zahiren birbirine zıt görünen hadislerin izahı üzerinde durulmuştur.
7. Kitabın baş tarafına hadisin önemi, tarihçesi, kısaca usûlü ve Dârimi’nin hayatı ile eseri hakkında bir “Giriş”, sonuna da fihristler eklenmiştir.
Bu çalışmanın en büyük sermayesi, doğruya ve güzele ulaşmak için samimiyetle çabalama olmuştur. Ancak, beşer işi olduğuna göre hataların bulunması kesindir. Bunları yüce Allah’ın bağışlamasını, aziz okuyucuların da hatırlatmasını dilerim.
İçtimaî bir varlık olan insanın her çalışmasında çevresinin, şu veya bu oranda katkısı vardır. Bu anlayışla emeği geçeniere, bu meyanda, çalışmam boyunca yaptığı teşvik, destek ve gösterdiği sabırdan dolayı zevcem Emine’ye şükranlarımı sunarım. Çalışmak bizden, başarıya ulaştırmak yüce Allah’dandır. Abdullah Aydınlı Erzurum, 22.10.1992
Sünnet Ve Hadis
“Sünnet” ve “hadis” kelimeleri muhtelif İslami ilimlerde birbirinden az çok farklı mânâlarda kullanılmışlardır. Şöyleki;
Hadis alimlerinin kullanışında “sünnet”, Hz. Peygamber’den -sallallahu aleyhi ve sellem- nakledilen her türlü söz ve iştir. Hz. Peygamber’in peygamberliğinden önceki söz ve işleri de aynı ismi alır.
Fıkıh usûlü alimlerine göre “sünnet”, Hz. Peygamber’den Kur’an-ı Kerim dışında nakledilen ve şer’î bir delil olmaya elverişli olan söz, fiil ve takrirleri (yani gördükleri veya duydukları bir şeyi onaylamaları)dır.
Fıkıh alimlerine göre “sünnet” ise, Hz. Peygamber’den farz ve vâcib olmayarak gelen ve dinde uyulması istenen her şeydir. Diğer bir ifadeyle onların kullanışında “sünnet”, dinde farz ve vâcib olmayarak takib edilen yoldur.
“Sünnet” kelimesi “bid’at”ın zıddı olarak da kullanılmıştır. “Bid’at”, en kapsamlı bir mânâsıyle, Kur’an-ı Kerim’den ve Hz. Pey-gamber’in uygulamalarından ortaya çıkan esaslara aykırı olan şey demektir. Buna göre “sünnet’de, kaynağı Kur’an-ı Kerim de olsa, Hz. Peygamber ve ashabının uygulamalarına uygun olan şey demek olur. Bu kullanışa Ahmed b. Hanbel’in şu sözü örnek verilebilir: “Alî senedin peşine düşmek, öncekilerden gelen bir sünnettir. Çünkü Abdullah’ın talebe-arkadaşlan Kûfe’den Medine’ye gidip Hz. Ömer’den (ilim) öğrenir, (hadis) işitirlerdi.” “Falan ehl-i sünnettendir.” ifadesindeki “sünnet” kelimesi de bu mânâyadır.
“Sünnet’in, “vâcibliği veya mendûbluğu Hz. Peygamber’in emriyle bilinen şey” mânâsına bir kullanılışı da vardır. Meselâ; “Abdest Mekke döneminde sünnet idi.” sözü şöyle açıklanır: “Bunun mânâsı o sünnetle biliniyordu. Ama hükmüne gelince o (o zaman da) mutlaka farzdı!”
“Hadis” ise “sünnet’i bildiren haberdir. Bu kelimenin, Hz. Peygamber’in sadece sözü mânâsına kullanımı da yaygındır. Bu durumda Hz. Peygamber’in fiili “sünnet” ismini alır. Ancak bu iki kelime zamanla, Hz. Peygamber’in sözü, fiili ve takriri ile bunları bildiren haber mânâsına eşanlamlı olarak kullanılır olmuştur.
Biz de bu Giriş kısmında “sünnet” kelimesini hadis alimlerinin anladığı mânâda ve onunla “hadis” kelimesini eşanlamlı olarak kullanacağız. Burada hemen kaydetmeliyiz ki, hadisçilerin anladığı mânâda bir “sünnet”in fikhî hükmü yerine göre farz, vâcib, sünnet veya müstehab olabilir.
Hadisin Önemi
Hz. Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellem- her yönü ile ilgili haberleri içine alan hadisin önemi çok büyüktür. Hadisin bu önemi muhtelif açılardan sözkonusu edilebilir. Bunlar arasında hadisin müslümanlar için taşıdığı önem genel olarak iki ana başlık altında toplanabilir. Bunlar da “Kur’an-ı Kerim’i Anlamak” ve “Kur’an’ı Kerim’in Hükümlerini Uygulamak” dır.
A- Kur’an-ı Kerim’i Anlamak: Çok açık bir hususdur ki, müslümanlar Kur’an-ı Kerim’in emir ve yasaklarına uyarak onun istediği şekilde bir hayat geçirmekle yükümlüdür. Bu da Kur’an-ı Kerim’i yüce Allah’ın muradına uygun anlamakla mümkündür. Bu imkânı bize en büyük ölçüde ancak hadis sağlar. Şu olayda bu hususa işaret edilmektedir: Tâbiûn neslinin fazilet sahibi, büyük alimlerinden biri olan Mutarnf b. Abdillah eş-Şıhhîr’a (v. 95), hadislerin önemini kavrayamadığı anlaşılan biri;
“Bize sadece Kur’an’dan bahsedin!” demişti de o şöyle cevap vermişti:
“Vallahi, biz Kur’an’a karşılık bir bedel (yani onun yerine geçecek bir şey) murad etmiyoruz. Fakat biz Kur’an’ı daha iyi bilen kimseyi (yani Hz. Peygamber’i) istiyoruz![8]
Zaten Hz. Peygamber’e, kendisine indirilenleri tebliğ etmesinin yanında onları “tebyin: açıklama” görevi de verilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurur:
“Sana Zikr’i (yani Kur’an’ı) insanlara, kendilerine indirileni açıklayasın diye “Li-tubeyyine”) indirdik”.
“Sana Kitab’ı ancak hakkında ihtilâfa düştükleri şeyleri onlara açıklayasın diye (li-tubeyyine)… indirdik!” Bu âyetlerde geçen “tebyin” kelimesinin en yaygın mânâsı açma, vuzuha kavuşturma, izah etme, açıklamadır. Bununla beraber kelimenin “bildirme” mânâsı da vardır. Ancak zikredilen ikinci âyette bu kelimenin “ihtilâfa düşme” kelimesinin mukabilinde kullanılmış olması onun en yaygın yâni “açıklama” mânâsında kullanıldığına işaret sayılabilir. Çünkü “ihtilâfa düşüldüğünde”, daha ziyade, “izaha” ihtiyaç duyulur. Kelimenin bu mânâda kullanıldığını Hz. Peygamber’in tevatür derecesinde bize ulaşmış bulunan Kur’an açıklamaları da desteklemektedir. Zira Hz. Peygamber’e Kur’an-ı Kerim’i açıklama görev ve yetkisi verilmemiş olsaydı o onu muhtelif şekillerde açıklama yoluna gitmezdi.
Hz. Peygamber’in Kur’an-ı Kerim’i açıklamaları genel olarak dört şekilde olmuştur:
1. Mücmel âyetleri açıklamak: Kuranı Kerimde bazı âyetler “mücmel”dir, yani ele aldıkları konulara kısaca temas eder, onların geniş açıklamalarını, ayrıntılarım vermezler. İşte Hz. Peygamber sözleriyle bu tür ayetlerin geniş açıklamalarını yapmış, ayrıntılarını bildirmiş, fiilleriyle de onların nasıl uygulanacaklarını göstermiş, diğer bir ifadeyle söz ve fiilleriyle onları “beyan” etmiştir. Meselâ Kur’an-ı Kerim’de namaz kılma, oruç tutma, hacca gitme emirleri vardır. Ancak namazların kaçar rekât kılınacağı, oruçta uyulacak kaideler, hacda yapılacak ibadetler gibi birçok husus Kur’an’da yer almamış, bunların açıklaması Hz. Peygamber’e bırakılmıştır.
Bunun için Hz. Peygamber; “Beni namaz kılarken gördüğünüz gibi namaz kılın! “Hacda yapacağınız ibadetleri (“menâsikinizi” benden) alın!” Buyurmuştur. Hz. Peygamber’in söz konusu açıklamaları olmasaydı, ilgili âyetler yüce Allah’ın isteğine uygun anlaşılamaz ve ortaya çok farklı uygulamalar, böylece de ibadetler hususunda büyük kargaşalıklar çıkardı. Nitekim son yıllarda Hindistan’da sünnetin dindeki yerini ve değerini inkâr eden ve kendilerine “ehlu’l-Kur’an: Kur’an’cılar” diyen bazı kimseler namazın nasıl kılınacağının, devlet başkanı tarafından zamana ve yerine göre belirleneceği iddiasında bulunmuşlardır.
2. Müşkil âyetleri açıklamak: Hz. Peygamber anlaşılmaları güç olan bazı âyetleri de beyân etmiştir. Meselâ bir âyette şöyle buyrulur: “Tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, “seyahat edenler”… (işte bunlar da cennetliktirler)” Hz. Peygamber bu âyette geçen “seyahat edenler”i, “oruç tutanlar” şeklinde açıklamıştır”
Başka bir âyette ise; “O (yani Allah) takva ve mağfiret ehlidir! buyurulur. Hz. Peygamber bu âyetin mânâsını şöyle açıklamıştır: Allah -tebâreke ve teâlâ- buyurur ki; “Kendisine (karşı gelmekten) sakınılmaya lâyık olan benim. Kim de bana (karşı gelmekten) sakınır da benimle birlikte başka bir tanrı tanımazsa onu bağışlamaya lâyık olan da benim!” Diğer bir âyet-i kerimede ise şöyle buyurulur: “Beyaz iplik siyah iplikden sizce seçilinceye kadar yiyin, için…” Hz. Peygamber buradaki beyaz iplikle siyah iplikden maksadın gecenin siyahlığı ile gündüzün beyazlığı olduğunu beyan buyurmuştur. Nitekim daha sonra âyetin bu mânâya olduğunu gösteren “mine’1-fecr: yani tan yeri” açıklaması da nazil olmuş ve âyetin mânâsı şu hale gelmiştir: “Beyaz iplik siyah iplikden yani tan yeri sizce seçilinceye kadar yiyin” için!”
3. Geniş kapsamlı, genel ifadeli bazı ayetlere sınırlamalar getirmek: Hz. Peygamberin Kur’an-ı Kerim’i açklamasının bir kısmı, geniş kapsamlı, genel ifadeli (‘mutlak”,’âmm’) bazı âyetlere sınırlamalar getirmek (‘takyid’, ‘tahsis’) şeklinde olmuştur. Bu neviden açıklamalarına şu birkaç örneği verebiliriz:
Kur’an-ı Kerim’de, ölen bir kimsenin mirasının, hayattayken yapmış olduğu “vasıyyetinin” yerine getirilmesinden sonra taksim edileceği hükmü vardır/ Burada “vasıyyet” kelimesi mutlak olarak zikredildiği için buna göre kişi malından istediği miktarda vasıyyet yapabilir. Ancak Hz. Peygamber vasıyyetin, miras bırakılan malın üçte birinden fazla olmasını men ederek âyetin sozkonusu mutlak hükmünü takyîd etmiştir.
Bir âyet-i kerimede şöyle buyurulur: “Allah bey’i yani alışverişi helâl, faizi haram kıldı.” Bu âyette bey’ kelimesi mutlak olarak kullanılmıştır. Buna göre her türlü alışveriş helâl demektir. Ancak Hz. Peygamber aldanma, aldatma ve haksızlık ihtimali olan bazı alışverişlerle, şarabın alım-satımı gibi bazı alışverişlerin helâl olmadığını açıklamış ve böylece bu âyetin hükmünün mutlak olmadığını beyan buyurmuştur.
Bir diğer misal “zulüm” kelimesiyle alâkalıdır. Şöyleki; “iman edip imanlarına zulüm karıştırmayanlar, işte güven onların hakkıdır…” mealindeki âyet indiğinde sahâbe-i kiram endişeye kapılmış ve hemen Hz. Peygamber’e -sallallahu aleyhi ve sellem- başvurarak;
“Hangimiz nefsine zulüm (haksızlık) etmez ki?” demişlerdi. O zaman Hz. Peygamber;
“O sizin sandığınız gibi değil. Bilakis Lokman’ın oğluna dediği ‘Yavrum, Allah’a şirk koşma! Şüphesiz şirk büyük bir zulümdür!”Sözündeki gibidir.” buyurmuştu. Yani Enam sûresinin mezkûr âyetinde geçen “zulüm” kelimesinin “şirk” mânâsına olduğunu açıklamıştı. Bilindiği gibi “zulüm” kelimesi “haksızlık” mânâsına olup âmm (umûmî) bir lafızdır ve en küçüğünden en büyüğüne kadar -ki şirk, Allah’a karşı işlenen en büyük haksızlıktır. Her türlü haksızlığı kapsamaktadır. İşte Hz. Peygamber yukarıdaki açıklamasıyle bu kelimenin En’am süresindeki mezkûr âyette umûmi mânâsında değil husûsi bir mânâsında kullanıldığını, bu âyette Allah’ın muradının bu husûsi mânâ yani “şirk koşma” olduğunu beyân buyurmuştur.
for websites