| Suneni Darimi |
| Abdullah AYDINLI |
| 2184 |
| Türkçe |
|
|
| İndirme için tıklayın |
| Kağıt Kapak için |
SUNENI DARIMI TERCÜMESI
MUKADDİME – SUNENI DARIMI TERCÜMESI
- Her halükârda en mükemmel şekilde hamdolsun, alemlerin rabbi edan Allah’a! En tam ve en mükemmel salât ve selâm olsun, resullerin efendisi Muhammed’e, onup. âline, ashabına ve diğer peygamberlere!
Yaratıkların en noksanı olan, hatta gerçekte hiç bir şey olmayan, samed, temiz ve ulu Rabbi’nin rahmetini uman, Asîl lakablı Mu-hammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ebi’t-Tâhir -Allah ona nefsinin ayıplarını göstersin ve bugününü dününden daha hayırlı eylesin!- şöyle diyor:
- Bize hocamız, önder alim, halk arasında hadiscilerin üstadı, Resullerin Efendisi’nin sünnetlerine çağına, ümmetin ve dinin temiz insanı İbrahim b. Muhammed b. Mübarek b. Ebi’1-Harb el-Huncî, Şîraz’deki Cami-i Atik’de 830 yılının aylarında, benim kendisine okumam suretiyle haber verip dedi ki bize hocamız, önder alim, halkın kadılar kadısı, Resullerin Efendisinin mihrabının imamı, hafız ve müctehidlerin sonu, ümmet ve dinin süsü, İbnü’l Irâkî diye meşhur Abdurrahim İbnu’l Hüseyin haber verip dedi ki, bana önder alim, İslam’ın kadılar kadısı, dinin değerli insanı Abdulaziz b. Muhammed el-Kinânî haber verip (dedi ki) bize bir topluluk -ki Ali b. Muhammed b. Harun onlardandır- haber verip (dediler ki) bize Abdullah b. Ömer el-Harîmî haber verip (dedi ki) bize Abdulevvel b. İsa haber verip (dedi ki) bize Abdurrahman b. Muhammed ed-Dâvudî haber verip (dedi ki) bize Abdullah b. Ahmed haber verip (dedi ki) bize İsa b. Ömer es-Semerkandî haber verdi ki önder alim Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahman el-Hâfız ed-Dârimî el-Müellif -Allah ondan razı olsun ve onu razı etsin!- şöyle dedi:[1]
Açıklama
- Burada Dârimî’nin Sünen’inin senedi verilmiştir. Yani onu, Dârimî’den itibaren birbirinden duyarak okuyarak alıp nakledenlerin isimleri, tarihi sıra içinde zikredilmiştir.
Kitapların ve öncelikle haberlerin (hadislerin) bu şekilde, nesilden nesile senedleriyle aktarılması biz müslümanlara has bir usûldür.[2] Bu usûl, hadislerin güvenilir bir şekilde sonraki nesillere intikalini sağlamak için, İslâm tarihinin çok erken devirlerinde düşünülüp geliştirilmiş ve üzerinde ehemmiyetle durulmuştur. Çünkü nakledilen malûmatın teminatı, onların senedleriydi. Sened olmasaydı, dileyen herkes dilediğini söyleyebilirdi. Bu sebeple senedli rivayet dinden sayılmıştır. Böylece hadislerin, asıllarına uygun bir şekilde sonraki nesillere intikali büyük ölçüde sağlanmış oldu. Senedin üstlenmiş olduğu bu mühim görev, hadislerin meşhur hadis kitaplarına dercedilmeleriyle hemen hemen sona ermiş, dolayısıyla sened bundan sonra eski ehemmiyetini kaybetmişti. Artık, “rivayet asrı” dediğimiz hicrî ilk üç asırdan sonra bir hadisin teminatı, onun, bilinen meşhur bir hadis kitabına geçene kadarki senedi kabul edilmişi[3] daha sonraki râvîlerin durumu dikkate alınmamıştır. Zira, müellifine ait oluşu meşhur olan, herkesçe bilinen bir kitaba geçmiş olan bir hadis, o kitabın müellifine kadar, o senedle kasin olarak gelmiş demektir. Binaenaleyh daha sonraki râvîlerin durumlarının hiçbir önemi-hadisin sıhhati açısından- olmamalıdır ve hadisin değerlendirmesi, onun hadis kitabına geçene kadarki senedine göre yapılmalıdır.[4] Yine de, ümmet-i Muhammed’e (sallallahü aleyhi ve sellem) has olan senedli rivayet usûlü, sırf bu özelliğinden dolayı asırlarca, bilhassa kitapların rivayetinde, muhafaza edilmiş ve İslâm âleminin bazı yerlerinde günümüze kadar gelmiştir.
Tercümesi sadedinde olduğumuz bu Sünen’in senedi hicri, 9. asra kadar gelmektedir. Buna göre Dârimî’den sonra kitabın rivayetinde on zatın emeği geçmiştir. Kitabı 6 asra yakın bir zaman içinde birbirinden duyarak-okuyarak alıp nakleden, böylece sened usûlünün muhafazasına katkıları olmuş olan bu zevat hakkında kısa malûmat sunmayı faydalı görüyoruz:
- İsa b. Ömer es-Semerkandî: Ebû İmrân İsa b. Ömer ibni’l-Abbâs b. Hamza b. Amr b. A’yen, sadûk (doğru sözlü) bir muhaddistir. Dârimî’nin talebe-arkadaşı olup ondan Sünen’ini rivayet etmiştir. Dârimî’nin hemşehrisi yani Semerkand’lı olan İsa hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Ondan Ebû’l-Hasan Muhanımed b. Abdillah el-Kâğadî ve Abdullah b. Ahmed b. Hammûye rivayette bulunmuşlardır. Dârimî’nin Sünen’ini rivâyetiyle meşhur olan İsa’nın vefat tarihi de bilinmemektedir. Ancak h. 320 yılında, Semerkan’da hayatta olduğu, Sahihu’l-Buhârî’nin meşhur râvisi el-Ferebri’nin (v.320) tabakasından olduğu için, vefat tarihlerinin birbirine yakın olabileceği nakledilmektedir.[5]
- Abdullah b. Ahmed: Ebû Mahammed Abdullah b. Ahmed b. Hammûye b. Yûsuf b. A’yen, büyük bir âlim, doğru sözlü (sadûk) bir muhaddistir. 293 yılında doğmuştu. Sika ve, kendine ait güzel hadis kitabı nüshalarına (usûl) sahip olan Abdullah, el-Ferebrî’den 316 yılında Sahihu’l-Buhârî’yi, İbrahim b. Huzeym eş-Şâşî’den, Abd b. Hu-meyd’in el-Müsnedu’1-Kebir ve et-Tefsir’ini, İsa b. Ömer es-Semerkandî’den, Dârimî’nin Sünen’ini “sema”‘ etmişti. Kendisinden ise Ebu Zerr el-Herevî, Abdurrahman b. Muhammed ed-Dâvûdî ve diğerleri rivayette bulunmuşlardı. Abdullah b. Ahmed, 381 yılının Zu’l – Hıcce ayında vefat etmişti .[6]
- Abdurrahman b. Muhammed ed – Dâvûdî. Cemâlu’l-İslâm Abdurrahman b. Muhammed İbni’l Muzaffer b. Muhammed ed-Dâvûdî, Büşenc’li büyük bir alimdir. 374 yılında doğmuştu. Mühim ilim merkezlerini gezerek ilim tahsil etmiş ve ilim, fazilet, rivayet noktalarında Horasan’ın önde gelen hocası olmuştu. Şafii ve diğer mezheplerin fıkıhlarında, edebiyatta yetkili biri olan Abdurrahman ed-Dâvûdî, öğretim, va’zü nasihat, müftülük ve tasnifte bulunmuş, hadis rivayeti meclisleri akdetmişti. Sahihu’l- Buhârî’yi, Musnedu Abd b. Humeyd’i, Tefsiru Abd b. Humeyd’i, Sünenu’d-Dârimî’yi, Bûşenc’de Abdullah b. Ahmed b. Hammûye’den “sem┑ etmişti. Sahihu’l-Buhârî’yi (ve diğerlerini?) “semâ’ı , kendisi altı yaşındayken 381 yılının Safer ayında olmuştu. Abdullah b Ahmed’den en son rivayette bulunan kimse olan ed-Dâvûdî’den Ebu’1-Vakt Abdu’l Evvel b. İsa rivayette bulunmuştu. ed-Dâvûdî 467 yılında vefat etmişti.[7]
- Abdulevvel b. îsa: Ebu’1-Vakt Abdulevvel b. İsa b. Şuayb es-Siczî büyük bir alim, âli senedli, zâhid, sûfi bir zat idi. Herât’da 458 yılının Zu’1-Kade ayında doğmuştu. 465 yılında, Buşenc’de ed-Dâvûdî’den Sahihu’l-Buhârî, Sünenu’d-Dârimî ve Musnedu Abd b. Humeyd’i “sema”‘ etmişti. Daha pek çok hocadan, bu arada , müridi olduğu Şeyhu’l-İslâm Ebu İsmail el-Ensâri’den “semâ'”da bulunmuş olan Abdulevvel, Horasan, İsfahan, Kirman, Hemezân ve fiağdâd’da rivayette bulunmuştu, ed-Dâvûdî’den en son rivayette bulunan Abdulevvel olmuştur. Kendisinden ise İbn Asâkir, es-Sem’ânî, İbnu’l-Cevzi, Abdullah b. Ömer ve sair pekçok kimse rivayette bulunmuştur. Abdulevvel, Bağdâd’da 553 yılında vefat etmişti.[8]
- Abdullah b. Ömer el-Harımî: Ebu-1-Munecca Abdullah b. Ömer b. Ali b. Zeyd ibni’l-Lettî el-Bağdâdi el-Harîmî, 545 yılında doğmuştu. Amcası 549 yılında onu Ebu-1-Kâsım el-Beğavî’nin meclisinde hazır bulundurmuş ve, “huzur” yoluyla ondan “semâ'”ını sağlamıştı. “Semâ'”ı sahîh olan el-Harimî, Ebul-Vakt Abdulevvel’den, Sünenu’d-Dârimî, Muntehabu Musnedi Abd b. Humeyd vb. pek çok şey “semâ” etmişti. Bağdâd, Haleb, Dimeşk ve el-Kerek de çokça rivayette bulunmuş olan el-Harîmî’den İbnu’n-Neccâr, Muhammed b. Kaymaz, Hediyye bnt. Asker, Zeyneb bnt. Şükr gibi pek çok kimse hadis rivayet etmiştir. el-Harîmî Bağdâd’da 635 yılının Cumâde’1-Ûla ayında vefat etmişti.[9]
- Ali b. Muhammed b. Hârûn et-Teğlibî ed-Dimeşkî 626 yılında doğmuştu. İbâdete düşkün, alçakgönüllü, kendisini halka sevdirmiş biri idi. Çokça rivayette bulunmuş, bazı kitapların rivayet hakkı yalnız kendisinde olduğu için, ilim yolcuları ona çok gelip ondan rivayette bulunmuşlardı. 712 yılının Rebîu’1-Ahır ayında vefat etmişti.[10]
- Abdulaziz b. Muhammed el-Kinâni: Izzu’d-Din Ebû Ömer Abdulaziz b. Muhammed b. İbrahim İbn Cemâ’a el-Kinânî eş-Şâfii, ‘kadılar kadısı’, büyük bir alim idi. 694 yılında doğmuştu. Ömer İbn’l-Kavvâs, Ebu’1-Fadl İbn Asâkir ve el-Hafiz Şerefuddin ed-Dimyâtî’nin meclislerinde “hâzır” bulundurulmuştu. Daha sonra ilim yolculuğuna çıkmış Dimeşk, Mekke, Medine ve Kâhire’de zamanın alimlerinden semâ’da bulunmuştu. Bir çok defalar Mısır Bölgesi kadılığında bulunmuş olan el-Kinâni öğretim ve müftiliğin yanında faydalı eserler de kaleme almıştı. el-Kinâni 767 yılında Mekke’de vefat etmişti.[11]
- Abdurrahim İbnu-1-Husevn: Abdurrahim İbnu-1-Huseyn b. Abdirrahman Ebu’1-Fadl, el-Irâki veya İbnu’l-Irâki diye bilinir. 725 yılında doğmuş, küçüklüğünde büyüklerin meclislerinde “hâzır” bulundurulmuş, 8 yaşında Kur’an-ı Kerim’i ezberlemişti. Önceleri “Kıraat” ilmiyle meşgul olan el-Irâki, hocası İbn Cemâ’a’nın teşvikiyle sonraları hadis ilmine yönelmişti. Diğer İslâmî ilimleri de tahsil eden el-Irâki nihayet hadis ve fıkıh öğretiminde bulunmuş, bu arada mühim eserler kaleme almıştı. Medine-i Münevvere kadılığı, hatipliği ve imamlığında da bulunmuş olan el-Irâki 806 yılında vefat etmiş.[12]
- İbrahim b. Muhammed b. Mübarek b. Ebi’1-Harb el-Hunci: Şirâz’lı bir muhaddistir. Alim, güvenilir, zâhid bir zattı. Zeynu’ş-Şeria Ali b. Muhammed b. Ali el-Hunci’den, eş-Şemsu’l-Kirmâni’den ve, diğerleri meyânında, 770 yılından sonra Medine-i Münevvere’de kendisiyle karşılaşmış olduğu el-lrâkî’den ilim tahsil etmiş, “semâ”da bulunmuştu. el-Huncî, 835 veya 836 yılında vefat etmişti.[13]
- Senedin son râvisi Muhammed Asil hakkında, elimizdeki rical kitaplarında, bir bilgiye rastlayamadık.
- Son râvîye gelinceye kadar, Sünen’in rivayetine katılmış olan zatlar, görüldüğü gibi, bu sahada meşhur, yetkili kimselerdir. Senedde yer alan ilk râvîler yani Abdullah b. Ahmed – Abdurrahman b, Muhammed – Abdulevvel, aynı sıra ileSahihu’l-Buhârî’nin, îbn Hacer[14]ve el-Ayni’ye[15] varan senedlerinde de bulunmaktadırlar, ez-Zehebi’nin de, Abdullah b. Ömer’den itibaren aynı olan bir senedle Sünenu’d-Dârimî’ye sahib olduğu anlaşılmaktadır.[16] Bunlar bu Sünen’in erken dönemlerde büyük bir alâkaya mazhar olduğunu gösterir.[17]
1. Hz. Peygamberin -Sallellahu Aleyhi Ve Sellem- Peygamber Olarak Gönderilmesinden Önce İnsanların İçinde Bulundukları Cahillik Ve Sapıklıklar
- Bize Muhammet! b. Yûsuf, Sufyân’dan, (o) el- A’meş’den, (o) Ebû Vâ’ilden, (o da) Abdullah’dan (naklen) rivayet etti (ki Abdullah) şöyle dedi:
Bir adam Resûlullah’a – sallellahu aleyhi ve sellem-gelip:
“Ya Resûlellah, dedi, kişi cahiliye (kâfirlik) döneminde yaptıklarından dolayı hesaba çekilir, (cezalandırılır) mı?” Şöyle buyurdu:
“Kim müslümanlıkda güzel hareket ederse, cahiliye döneminde yaptıklarından dolayı hesaba çekilmez. Kim de müslümanlıkda kötü hareket ederse önceki (yani cahiliye dönemindeki) ve sonraki (yani müslümanlıkdaki)lerden dolayı hesaba çekilip (cezalandırılır)”‘[18]
Açıklama
Dârimî’nin, kitabında ilk olarak bu hadisi zikredişi güzel bir seçiş, güzel bir başlangıçtır. İslâm ahkâmının hadîslerle anlatılacağı bir kitabın böyle bir hadisle başlatılması, insanın, müslüman olmakla, fıkhı yönden, hayata âdeta yeniden başlamış olacağını, anlatmak içindir. Nitekim ilgili ayet ve hadislerden çıkarılacak mânâ da budur. Bir âyet meali şöyledir: “O küfredenlere söyle ki eğer (sana düşmanlıkdan) vazgeçerlerse geçmiş (günahları) bağışlanacakdır”.[19] Hz. Peygamber -Sallellahu aleyhi ve sellem- de buna müvâzî olarak; “İslâm, kendinden önce (yapılmış olan kötülükleri) yıkar, kökünü kazır.”[20] buyurmaktadır. Buna göre, müslüman olmayan bir insanın kâfirlik halinde yaptıkları müslüman olunca yok edilmekte, silinmektedir. Ancak söz konusu bu insan, müslüman olurken kâfirlikte yapmakta olduğu bütün kötü hareketlerden pişmanlık duyarak, onlardan tövbe etmiş olmalıdır. Şayet sadece îman (tasdik) etmekle yetinir, yapmakta olduğu kötü hareketlere devam etmeyi düşünürse, bu durumda, her iki halde de yani kâfirlikde ve müslümanlıkta da yapmış olacağı kötülüklerden mesul olacakdır. Bu şekilde, insanın kâfir iken yapmış olduğu kötü ameller de cezalandırılmış olacaktır. Nitekim aynı halde yapmış olduğu, “ibâdetler” dışında kalan; akrabayı ve komşuyu gözetme, fakirlere yardım, güzel muamele cinsinden bazı iyi amelleri de, ahirette cezasının hafifletilmesi ve benzeri suretlerle, mükâfatlandırılacaktır.[21]
İslâm’ın, önceki kötülükleri silip hayata yeniden başlamak için gayr-ı müslim her insana tanıdığı bu imkân, şüphesiz büyük bir lütuftur. Aynı imkân, tövbe yoluyla mümin insana da verilmektedir. Şöyle ki; yapılmış olan kötülüklere içten pişmanlık duyarak bir daha işlememek üzere onları terkedip Allah’a yönelmek, önceki kötülüklere mukabil iyiliklerde bulunmak, bu mümkün olmadığında sadece derinden bir pişmanlık duygu hali yaşamak, müslümanı günahsız bir insan haline getirebilir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Eğer yasak edildiğiniz büyük (günah)lardan kaçınırsanız sizin (öbür) kabahatlerinizi örteriz ve sizi şerefli bir mevkiye (getirip) sokarız.[22] Hz. Peygamber’in de -Sallallahu aleyhi ve sellem-; “Günâhdan tövbe eden kimse hiç günâhı olmayan kimse gibidir.”[23] “Kötülüğün peşinden iyilik yap ki onu yok edesin!”[24] buyurduğu rivayet edilmektedir. Ancak, işlenmiş olan günâh kul haklarına raci ise, hak sahiplerinden, imkânlar elverdiğince helâllik almak gerekir.[25]
- Bize el-Velid ibnun-Nadr er-Remli, Lahm kabilesinin el-Hâris b. Ebi’l-Harâmoğulları (kolundan olan) Sebre b. Mabed’den, (o da) el-Vadîn’den (naklen) haber verdi ki bir adam Hz. Peygamber’e -sallellahu aleyhi ve sellem- gelip şöyle dedi:
“Ya Resûlellah! Bizler, cahiliye insanları ve putlara tapan kişiler idik. Bu sebeple çocukları öldürüyorduk. Yanımda bir kızım vardı. Büyüyüp, kendisini çağırdığımda, çağırmamdan dolayı sevinecek (bir yaşa geldiği) zaman bir gün onu çağırdım, o da peşimden geldi. Ben de, ailemin uzak olmayan bir kuyusuna kadar gittim. (Kuyunun yanına varınca) elini tutup onu kuyunun içine attım. Ondan hatırımda kalan son şey;
“Babacağım! Babacağım! demesidir.” Bunun üzerine Resûlellah -sallellahu aleyhi ve sellem- göz yaşları boşalıncaya kadar ağladı. Resûlallah’ın -sallellallahu aleyhi ve sellem- yanında oturanlardan bunu gören bir adam, olayı anlatana;
“Resûlallah’ı -sallellahu aleyhi ve sellem- hüzünlendirdin!” dedi. (Resûlullah) bu adama;
“Bırak onu, buyurdu, çünkü o, kendisini ilgilendiren, endişeye sevkeden bir şeyi sormaktadır.” Sonra olayı anlatan zata;
“Haberini bana tekrar anlat!” buyurdu. O da tekrar anlattı. (Resûlullah da) göz yaşları sakalına ininceye kadar ağladı. Müteakiben şöyle buyurdu:
“Allah cahiliye (dönemi insanların)dan, yapmış oldukları şeyleri kaldırmıştır. Binaenaleyh ameline yeniden başla.”[26]
Açıklama
Cahiliye, İslâm öncesi döneme verilen addır. Ferdî, içtimaî bütün güzellikleri kendisinde toplamış olan İslâm çağının zıddı olan dönemdir. İslâm’ın anladığı mânâda iman, hayatın tüm yönlerini kapsadığına göre, cahiliyeye “imansızlık” dönemi diyebiliriz. Cahiliyenin tezahürleri olan kargaşa, zulüm, ahlaksızlık, puta tapıcılık gibi kötülükler, kaynaklarını bu “imansızlık”tan almaktadırlar. Karşısındakine güven telkin etmeyi (îman, mü’min), din kardeşine güleryüz göstermeyi , selâm alıp-vermeyi, yoldaki eziyet verici şeyleri kaldırmayı… “îman’ın içinde mütâlâa eden bir anlayışın olmadığı zamana “cahiliye” denmiştir. Nitekim Hz. Peygamber de küfrün başına Ebû Cehil adını takmıştı. Bu cahiliye döneminin insanlık dışı, îman dışı işlerinden biri, burada bir örneği anlatılan, kızların diri diri gömülmeleri, öldürülmeleri âdetiydi. Kur’an-ı Kerimde şu âyetlerle bu kötü âdete işaret edilmektedir: “Ve sorulduğu zaman o diri diri toprağa gömülen kıza: “Hangi günâh(ı) yüzünden öldürüldü.” diye”[27] Kur’an-ı Kerim, münhasıran kızların öldürülme sebepleri hakkında bir açıklama yapmaz. Fakat iki yerde “fakirlik korkusuyla çocuklarınızı ‘(evlâdeküm) öldürmeyiniz” buyrulmakta[28] kız-erkek ayrımı yapılmamaktadır. Ancak, nakledildiğine göre, erkeklerin baskınlara, yağmalara katılma ve çalışma yollarıyla kazanma imkânlarına mukabil kızlar bu işleri yapamıyorlardı. Üstelik kızların ileride fakirlikleri halinde içtimai yönden dengi erkeklerle evlenme şansları yoktu. Dengi ile evlenmemek de büyük bir utanç sebebi idi. Ayrıca, fakirlik halinde, büyük ölçüde kötü yollara düşme ihtimali vardı. Binaenaleyh daha ziyade kızlar öldürülüyordu ve bunun temel sebebi, Kur’an-ı Kerim’in işaret buyurduğu gibi “ekonomik”idi. Ahlâki endişeler bunun uzantısıydı. Şu halde Araplar, fakirlik ve onun yol açtığı utanç verici durumlar sebebiyle kızlarını öldürüyorlardı. İslâmiyet, ilk günden itibaren cahiliye döneminin kötü âdetlerini bertaraf etmeye girişmiş, bu meyanda kızları diri diri gömme, öldürme âdetinin kökünü kazımak için, alınan biatlara, “çocukları öldürmeme” maddesini koymuştu.[29] Böylece İslâmiyet sayesindedir ki kadın insan olma onuruna kavuşmuştur.[30]
- Bize Hârûn b. Muâviye, İbrahim b. Süleyman el-Mueddib’den, (o) el-A’meş’den, (o da) Mücâhid’den (naklen) haber verdi.
(Mücâhid dedi ki) mevlâm (yani beni âzâd eden efendim) bana şöyle haber verdi:
“Ailesi onu, içinde kaymak ve süt bulunan bir tasla tanrılarına gönderdiler ve, onlardan korktukları için, kaymağı yemememi bana tenbih ettiler. (Ben de tası götürüp putların önüne koydum). Sonra bir köpek geldi, kaymağı yedi, sütü içti, ardından da putun-ki bu İsaf ve Nâ’ile putuydu.- üzerine işedi.” Harûn dedi ki;
“cahiliye döneminde adam yolculuğa çıktığı zaman beraberinde, üçünü tenceresi için(sac ayağı gibi kullanacağı),birine de tapacağı dört taş alırdı[31] (Cahiliye insanı) köpeğini besler-büyütürdü ama çocuğunu öldürürdü.”[32]
Açıklama
Cahiliye döneminin en belirgin görünümlerinden biri putatapıcılıktır. Gerçi bu dönemin insanlarında bir Allah inancının varlığı bilinmektedir. Kur’an-ı Kerim’de buna işaretler vardır.[33] Ancak onlar, belki ilk örneği tanrı sembolü olarak ortaya çıkmış olan putları ona ortak koşarak şirke düşmüşlerdi. Bu putculuğun o zamanki Arabistan’a Amr b. Luhayy tarafından sokulmuş olduğunda İslâm tarihçileri görüş birliği içindedir.
Zamanla; önceleri saygı duyulan, iyi, salih insanların anılarına dikilmiş heykellerine, tapanlarınca tanrıları sembolize eder heykellere ve çeşitli şekillerde ortaya çıkmış diğer heykellere tapınmayı da içine alacak derecede değişik boyutlar kazanmış olan putatapıcılık ve şirkde, genel olarak yıldızlara, kahramanlara, vehmedilen tanrılara ve ağaçlara tapınma söz konuydu.
Bilhassa, tanrıların üzerlerinde oturdukları vehmedildiği için, taşlara tapma adeti çok yaygındı.[34] Hemen hemen puta tapan her ferdin, her kabilenin bir putu olduğu gibi daha geniş çapta tapınmaya konu olan putlar da vardı. Câhiliye döneminin geniş alâka gören bazı putları Kur’an-ı Kerim’de de zikre dilmekte dir.[35] Yukarıda Mü-cahid’in naklettiği haberde cahiliyenin meşhur iki putundan bahsediliyor. İsaf ve Nâ’ile adlı bu putlar, anlatıldığına göre, aslında iki insan imişler. Bunlar Kabe’nin içinde zina ettikleri için taş haline gelmiş, sonra da Kabe’nin yanına dikilmişler.Yerleri zaman zaman değiştirilmiş olan bu taşlar, önceleri, ibret için ziyaret edilirmiş. Amr b. Luhayy, bölgeye putçuîuğu sokunca onlara da tapmılmasını emretmişti. Tahirul- Mevlevi, İsaf ve Nâ’ile’nin taşlaşması haberini oldukça esatiri bulduğunu itiraf ettikden sonra yine de bunun, Allah’ın kudret ve azametine göre mümkün olduğunu söyler ve, Allah’ın azameti “ufacık beyinlerine sığmayan” kimseleri inandırmak için bu olayı şöyle yorumlar:
“İsaf ile Na’ile o edepsizliği icra ederken yakalanmış, ihtimâl ki Kabe önünde taşa tutularak kanlara bulanmış ve yılan öldürülür gibi kafaları ezilmiş, teşhir ve terzil olunmaları için de kaba taslak heykelleri yapılıp Safa ve Merve tepelerine konulmuştur. Zaman geçtikçe bu heykellerin konulmasındaki hikmet unutulmuş, haklarında türlü türlü rivayet çıkarılmış, daha sonra Amr b. Luhay tarafından da rezalet âbideleri, ma’budluk mertebesine çıkarılmış (Vellahü A’lem).”[36]
- Bize Mücahid b. Musa rivayet edip (dedi ki) bize Reyhan -ki o İbn Sa’îd es-Sâmi’dir.- rivayet edip (dedi ki) bize Abbâd -ki o ibn Mansûr’dur.-, Ebu’r-Recâ’dan, onun şöyle dediğini rivayet etti:
“Bizler, câhiliye döneminde güzel bir taş ele geçirdiğimizde ona tapardık. Bir taş bulamadığımızda biraz kum toplar, sonra bol sütlü deveyi getirir, o da bunun üzerinde, (sağılacak şekilde) ayaklarını açar, biz de, bu kum yığınını tamamen ıslatıncaya kadar, onu sağardık. Müteakiben de o yerde kaldığımız sürece bu kum yığınına tapardık.”
Ebû Muhammed (ed-Dârimî) dedi ki;
“(Arapça metinde geçen) “es-safî” kelimesi “sütü çok alan” demektir.” “Ayaklarını açar”dan da, sağılmak için dişi devenin ayaklarının arasını açtığı zamanı kasdediyor. (“Ayaklarını açar” fiiliyle aynı kökten gelen) “el-fecc”, “geniş yol” demektir, (el-fecc’in) çoğulu “ficâc”dır.[37]
[1] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/ 67
[2] Şerefu Ashâbi’l-Hadis, 40. “İsnadsız hadis rivayeti zimmi işidir. Çünkü hadisi senedle rivayet etmek, Allah azze ve celle’nin ümmet-i Muhammed’e (aleyhi’s-salâtü ve selâm) bir lütfudur.” (Edebu’1-İmlâ, 6). Bu konuda bkz. Tecrid Mukaddimesi, 71 vd; Bazı Hadis Meseleleri, 8-12; Hadis Edebiyatı Tarihi, 120-130: Mürsel Hadisler, 13 vd.
[3] Rivayet asrında senediyle bir hadis kitabına geçmemiş olan bir hadisin, hadis usûlü nokta-i nazarından bir değeri yoktur.
[4] Bkz. Ulûmu’l-Hadis, 12-13; Tecrid Mukaddimesi, 239.
[5] Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, 14/248.
[6] el-Lubâb, 1/392; Siyeru A’lâmİn-Nubelâ, 16/492-493; Şezerât, 3/100
[7] Tabakâtu’ş-Şâfi’iyye. 5/117-119; Fevâtu’l-Vefeyât, 2/295-296; Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, 18/ 222-226; el-Bidâye, 12/112; Şezerât, 3/327.
[8] Vefeyâtu’l-A’yân, 2/392-393; Tezkiretu’l-Huffâz, 4/1315; Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, 20/303-311; Şezerât, 4/166; el-Bidâye, 12/238.
[9] Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, 23/15-17; Şezerât, 5/171.
[10] ed-Dureru’1-Kâmine, 3/196.
[11] ed-Devru’l-Kâmine, 2/489-491; Zeylu Tezkireti’l-Huffaz, 41-42.
[12] ed-Dav’u’1-Lâmi; 4/171 vd.
[13] a.g.e., 1/1-158.
[14] Bkz. Fethu’1-Bârî, 1/20-23.
[15] Bkz. Umdetu’1-Kârî, 1/4-5..
[16] Bkz. Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, 12/229-231-232; Tezkiretu’l-Huffâz, 2/536.
[17] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/ 67-71
[18] Buhârî, İstitâbe, 1 (8/49); Müslim, îmân, 189 (1/111); îbn Mâce, Zühd, 29 (2/1417); Ahmed b. Hanbel, 1/379, 409, 429, 431, 462. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/73
[19] Enfâl: 8/38
[20] Müslim, İmân. 192 (1/112); Ahmed b. Hanbel, 4&99.
[21] Feyzu’1-Bâri, 1/135-136; Fethul-Bâri, 9/97.
[22] Nisa: 4/31.
[23] Ibn Mace, Zühd, 30 (2/1420)
[24] Tirmizî, Birr, 55 (4/355); Dârimî, Rikâk, 73 (2/323); Ahmed b. Hanbel, 5/153.
[25] Bkz. İhya, 4/35 vd.; Peyzu’l-kadîr, 1/120, 3/276. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/73-74
[26] Bu haberin senedi çok zayıftır. Bir kere el-Vadîn (v. 149 veya 156) Hz. Peygamberle aralarındaki ravileri zikretmemiştir. Bunun için hadis mu’daldır. Diğer taraftan el-Velîd ve hocası Sebre hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Yani mechûl ve mestur râvîlerdir. Bu sebeple haberleri de meçhuldür. Mu’dal ve mechûl haberler, zaîf haberler grubuna dahildirler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/75-76
[27] Tekvîr: 81/8-9.
[28] Bkz. En’âm: 6/151; İsrâ: 17/31.
[29] Bkz. Mumtehine: 60/12; Buhârî, İman, 11 (1/10).
[30] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/76-77
[31] Krş. Kîtâbu’l-Asnâm, 22 (Türkçe kısmı, a. 39.)
[32] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/77
[33] Bkz. Mü’minûn: 23/89 vd.
[34] Tarih boyunca dünyanın bir çok yerinde “taş’lara alâka duyulmuş, bütün taşlara veya özellikleri olan yahut öyle kabul edilen, sembol sayılan bazı taşlara saygı gösterilmiş, kutsanmış ve hatta, câhiliye Araplannda olduğu gibi, tapılmıştir. Hint geleneğinde de taş, sürekliliği ve bozulmazlığı temsil ettiğinden kutsaldır. (Bkz. Dinlerin Dejenerasyonu, K. Demirci, İst. 1985, s. 38).
[35] Mu’cemu’l-Buldan, 1/70. Arap putatapıcılığı hakkında bkz. Putlar Kitabı (Kitâbu’l-Asnâm) , İbn Al-Kalbî, çev. Beyza Düşüngen. Ankara, 1969; Asr-ı Saadet Peygamberimizin Tebligat ve Talimatı, 1/297 vd.; İslâm’dan Önce Arap Yarımadasında Putperestlik ve Yayılışı, H. Atay, İlahiyat Fak. Dergisi, 1-1V, 1957, s. 81-89; Müslümanlıkta İbadet Tarihi, s. 3 vd.
[36] Müslümanlıkta İbadet Tarihi, 6. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/ 77-79
[37] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimi es-Semerkandi, (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Dârimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 1/ 73-79
for websites