Skip to content
Home » fetevay hindiyye ücretsiz pdf indirin

fetevay hindiyye ücretsiz pdf indirin

FETEVAY-İ HİNDİYYE

FETEVAY HINDIYYE
  • Kitap başlığı:
 Fetevay Hindiyye
  • Yazar:
Mustafa Efe
  • Kitap Sayısı
3660
  • Dil:
Türkçe
  • Görünümleri:

 1,578 total views,  10 views today

  • PDF Doğrudan  
İndirme için tıklayın
  • Satın al  
Kağıt Kapak için

FETEVAY HINDIYYE – Kitap örneği

FETEVAY-İ HİNDİYYE

(Fetâvâyi Alemgiriyye)

Sunar…

Önsöz

Giriş

KÎTÂBU’T –TAHARET

(Temizlik Kitabı)

Bu kitapta:

Abdest hakkındaki birinci bölüm de beş ayrı bölümden incelenecektir.

1- ABDEST

1- Abdestîn Farzları

1- Yüzü Yıkamak

Yüzün Hududu

2- Elleri Yıkamak

3- Ayakları Yıkamak

4- Başı Meshetmek

2- Abdestin Sünnetleri

1- Besmele Çekmek

2- Önce Bileklere Kadar Elleri Yıkamak

Eller Nasıl Yıkanır

3- Ağzı Yıkamak

4- Burnu Yıkamak

5- Misvak Kullanmak

Misvak Nasıl Tutulmalı

Misvak Ne Zaman Kullanılmalı:

Misvak Nasıl Kullanılmalı:

6- Parmakların Aralarını Ovmak (Hilallemek)

7- Sakalı Hilallemek

Sakalın HiIallenme Şekli:

8- Yıkanması Gereken Uzuvları Üçer Defa Yıkamak:

Yıkamanın Tamam Olduğu Nasıl Anlaşılır:

Abdest Azalarını Birer Defa Yıkamakla Yetinmek Nedir:

Abdest Azalarını Üç Defadan Fazla Yıkamak Nedir :

9- Başın Tamamını Bir Defa Defa Meshetmek

10- Kulakları Meshetmek

Kulaklar Nasıl Meshedilir:

11- Niyet

Niyyet Nasıl Yapılır:

Ne Zaman Niyyet Edilmelidir:

12- Tertibe Riayet Etmek

Tertib:

13- Müvâlât

Müvâlât:

Abdestin Müstehapları

1- Abdest Alırken, Uzuvları Yıkamaya Sağdan Başlamak.

2- Abdest Alırken, Enseyi Meslıetmek.

Abbestin Âdabı

Abdestîn Çeşitleri :

1- Farz Olan Abdest:

2- Vacib Olan Abdest:

3- Mendub Olan Abdest:

Abdestin Mekruhları

Abdesti Bozan Şeyler

1- Sebîleynden  İdrar, Dışkı, Yel, Vedi,  Mezi,  Meni,  Kurt Ve Taşcıklar

II- Sebileyden (Ön Ve Arkadan) Başka Bir Yerden, Çıkıpta, Etrafa Dağılan Kan, İrin, San Su Ve Hastalıktan Dolayı Çıkan Su.

III- Kusmak.

IV- Uyku

Bir Şeye Dayanarak Uyuyan Kimsenin Hâli :

Hasta Olan Kimsenin Uykusu:

Hayvana Binmiş Olan Kimsenin Uykusu:

Tandır Başında Uyuyan Kimse:

Uyuklama Hâli:

V- Baygınlık, Delirmek, Aklın Gitmesi Ve Sarhoşluk

VI- Kahkaha İle Gülmek

Kahkaha Teyemmümü Bozar mı?

VII- Mübâşeret

Erkeğin Kadına, Kadının Erkeğe Dokunması Abdesti Bozar mı?

Abdest Alırken Şübheye Düşmek

2- GUSÜL

Guslün Farzları

Tırnak Arasındaki Hamurun Durumu:

Kadınların Örülü Saçlarının Durumu:

Göbeğe Su Ulaştırmak:

2- GUSLÜN SÜNNETLERİ

3- GUSLÜ İCAB ETTİREN HALLER

1- Meninin, Dıfk İle (Atılarak), Dokunma Sebebi İle Girme, Olmaksızın Şehvetle Birine Bakmaktan Dolayı Veya İhti-Lâmla Veyahut Da İstimna İle (Elle Meni Çıkarmak Sureti İle) Çıkması

İhtilâm Olan Kimsenin Durumu:

Bayılan Kimsenin Durumu

2- İlâç (Girmek)

Guslün Çeşitleri

Farz olan gusüller;

Sünnet Olan Gusüller :

Müstehab Olan Gusül:

Mendub Olan Gusüller:

Gusülle İlgili Bazı Meseleler:

Guslü Tehir Etmek:

3- SULAR VE HÜKÜMLERİ

Kendisi İle Abdest Caîz Olan Sular

1- Akarsular:

İçine Pislik Atılan Suyun Durumu

Hava Sağır Küçük Havuzun Durumu

Akar Suyun Vasıflarından Birinin Bozulması :

2- Durgun Sular :

Küçük Havuzun Ölçüsü :

Ark Ve Su Oluğu

3- Kuyu Suları

Kuyuya Koyun ve Deve Kığısı Düşmesi

Kuyuya Bir Canlı Düşerse :

Kayrıayan Kuyunun Suyunu Boşaltmak:

Tavuk, Kedi, Güvercin ve Benzerlerinin Kuyuya Düşmesi:

Kuyudan çıkarılması müstehab olan suların miktarı:

Kendisi İle Abdest Almanın Caiz Olmadığı Sular

Ma-i Müstamel (Kullanılmış Su)

Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Meseleler

4- TEYEMMÜM

  1. Teyemmüm Hakkında Bilinmesi Zorunlu Olan İşler

Niyyetin Yapılış Şekli:

Teyemmümde Ellerî İki Defa Vurmak

Teyemmüm Edilen Azaların Tamamını Meshetmek

Kendisi Île Teyemmüm Yapılan Temiz Toprakla İlgili Meseleler

Tuza Gelince

Toz İle Teyemmüm Nasıl Yapılır:

Toprağın Bir Başka Şeyle Karışık Halde Bulunması:

Teyemmüm Ederken Üç Parmakla Meshetmek

Suyu Kullanmaya Gücü Yetmeme, Teyemmümün Sebeplerindendir

Mil, Nasıl Bir Uzunluk Ölçüsüdür:

Teyemmümün Sıhhati İçin, Talep De Gereklidir

Teyemmümü Bozan Şeyler

3- Teyemmümle İlgili Çeşitli Meseleler

Teyemmümün Yapılışı:

5- MESTLER ÜZERİNE MESHETMEK

Meshin Caiz Olması İçin Gereken Şeyler:

Meshin Yapılacağı Yer:

Mesh Nasıl Yapılır:

Hangi Halde Mestler Üzerine Meshedîlir:

Meshin Müddeti:

Mestlerin Delik, Yırtık Veya Sökük Olması:

Meshi Bozan Şeyler:

Sargılar Üzerime Meshetmek:

6- KADINLARA MAHSUS BAZI HALLER

1- Hayız

Hayzın Müddeti:

2- Nifas

3- İstihâze

4- Hayız, Nifas Ve İstihâze Hakkındaki Hükümler:

Hayız Ve Nifas Hakkında Müşterek Olan Sekiz Hüküm:

1- Namaz.

2- Oruç Tutmak.

3- Mescide Girmek

4- Ka’beyi Tavaf

5- Kur’an Okumak

6- Kur’an’a Dokunmak

7- Cima

8- Kan Kesilince Gusul

Hayza Mahsus Hükümler:

İstihâza Kanı:

Özürlü İle İlgili Bazı Hükümler:

7- NECASET VE HÜKÜMLERİ

Bu babda:

1- Necasetleri (Pislikleri) Temizlemek

1- Yıkamak:

2- Silmek:

3- Ovalamak:

4 – Sürtmek:

5-  Kurumak:

6- Yakmak:

7- Bir Şeyim Mahiyetini Değiştirerek, Temizlemek:

8- Tabaklamak, (Derilerde).

9 – Boğazlamak, (Hayvanlarda).

10- Çekmek Ve Boşaltmak Da (Kuyularda), Temizleme Yollarıdır.

Temizleme İle İlgili Diğer Bazı Mes’eleler:

2- Görünen Necaset (Pislikler)

1- Necaset-i Galîza:

2- Necaset-i Hafîfe (Hafif Pislikler)

Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Meseleler:

3- İstincâ

Taşlarla İstincâ Yapmanın Şekli:

İstinca Çeşitleri

Tuvalete Girileceği Zaman :

Heladan, Çıkıldığı Zaman.


FETEVAY-İ HİNDİYYE

(Fetâvâyi Alemgiriyye)

Sunar…

İslâm fıkıh tarihinde Fetâvâyî Hîndîyye ismi ile meşhur olan bu eser, gerek muhtevası ve gerekse hazırlanışı bakımından eşine ender rastlanan bir şaheserdir.

Eser hakkındaki açıklayıcı bilgi, kitabın ön sözünde verilmiş­tir.

Fetâvâyi Hindiyye’nin elinizdeki bu tercümesi aslına tamamen sadık kalnarak, Emekli Müftü Mustafa Efe tarafından yapılmış ve Ankara Merkez Vaizi İsmail Karakaya tarafından tamamen göz­den geçirilerek yayına hazırlanmıştır.

Bu muhteşem eser 16 ciltde tamamlanacaktır.

Eserde geçen ıstılahların açıklamaları, kitabların ve şahısların tanıtılması, mevzulara göre umumî fihrist gibi hususlar son ciltte verilecektir.

Akçağ, böyle şerefli bir hizmeti yapmakla gurur duymakta­dır.

Gayret bizden, tevfikse sadece Allahu Teâlâ’dandır.

Önsöz

Bu kıymetli kitap, hüküm verme durumunda olan kâdîler ve hâkimler, fetva verme makamında olan müftîler, ilim öğren­mek isteyen talebeler ve bütün insanlar için, kolay istifâde edile­bilecek bir me’haz, kaynak kitap olarak hazırlanmıştır.

Bu kıymetli eserin meydana getirilmesine, bütün bilgilerin bir araya toplanıp, bir kitap halini almasına, insanların bir emsalini görmediği ve bu gibi hizmet sahasında bir benzeri bulunmayan, Hindistan’ın büyük sultanı yüce halîfe Muhammed Evrengzîb Âlemgir sebep olmuştur. Her şeyden haberdar bulunan, lütfü ve keremi bol olan Allahu Teâlâ’nm rahmeti onun üzerine olsun.

Şüphesiz ki o, bütün şer’î hükümlerin âlimler arasında yayıl­masını arzu ediyordu. Ve o, insanların amellerinin, Ebû Hami? (r.a.)’nin mezhebi dahilinde, müftâbih (kendisi ile fetva verilen) oian kavle uygun düşmesini istiyordu.

Âlemgi Şah, zamanındaki kitapların ekserisinin zayıf riva­yetlerle dolu olduğunu ve bunlara hilâfiyât (üzerinde görüş ayrılı­ğı bulunan mes’eîelerj m da karışmış bulunduğunu görmüş ve bu kitaplardan istifâde etmenin pek zor olduğunu anlamıştı. Bu durum ise, ilmî meseleleri zat-u rabt altına alma imkânının azalması­na sebep oluyordu. Bu boşluktan istifâde eden bazı liyakatsiz kim­seler, yanlış ve hatalı şeyleri doğru imiş gibi ortaya atıyorlardı.

Âiemgir Şah, fer’i mes’elelerin hepsinin mu’teber brr kitapta, toplanmasını ve bu kitaptan her isteyen kimsenin kolayca, iste­diğini alabilmesinin, aradığını bulabilmesinin temin edilmesini ar­zu etti.

Hindistan’ın yüksek bilginlerinden en meşhurlarım bir ara­ya top’ayarak, bu kitabı telif etmelerini emretti. Bu âlimlere baş­kan olarak da Mevle’l-Hümâm Şeyh Nizâm’ı tensib etti. Ve bu âlimler topluluğu büyük bir gayretle işe başladılar. Niyyetleri te­mizdi ve Cenâb-ı Hakk’a güvenleri tamdı.

Âlemgir Şah, kütüphanesinde mahfuz bulunan, geniş lafsî-lath olan veya tahsüatsız bulunan, bu konu ile ilgili bütün kitapları okudular. Ve hükümdarın, bu kitap hakkındaki arzusunun, yerine gelmesine gayret ettiler. Cenabı Hak, bu çalışma ve gay­retlerinin sonucu olarak, eserin vech-i mahsus üzere tamamlanma­sını onlara nasip eyledi. Böylece de, kendisinden başka hiç bir fıkhî kitaba ihtiyaç hissettirmeyen ve bütün mes’elelerî içinde toplayan bu nadide kitap meydana geldi.

Bu kitap, hakikatleri en son noktasına kadar tamamen açık­layan, fer’î mes’elelerin en doğrusunu içinde toplayan bir ki­taptır.

Bu kitabın meydana getirilmesi ile, ilim talep edenlerin fıkhî mes’elelerde doğruyu öğrenmek isteyenlerin, takip edecekleri yol müracaat edecekri kayrıak da ortaya çıkmış oldu. Fikhî bilgiler, âlimler için bu kitapla açıklık kazandı.

Alimler, bu kitabın adını, Âlemgir Şah’a nisbet olsun diye Fetevâ-î Âlemgîrîyye koydular.

Bu, büyük hayrın, bu muhteşem eserin meydana gelmesine sebepolduğu için, Allahu Teâlâ onu, en yüce makamlarla mükâ­fatlandırsın. Sebep olduğu bu hayır sayesinde, fıkıh İlminden talep edilen büyük menfâatlerin tamamı hâsıl olmuştur.

Kendilerine verilen vazifeyi yerine getirerek, bu eserin mey­dana gelmesini te’min eden bu âlimler topluluğundan her bir milellife Allahu Teâlâ bol bol rahmet eylemiştir. Inşaallah.

Nakledildiğine göre, bu kitabın maliyeti yaklaşık olarak 200000 gümüş ruble’ye baliğ olmuştur.

Allah-u Teâlâ, o sultam, Cennet’inde dilediği her şeye eriştir­sin.

Peygamberlerin Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in yüzüsuyu hürmetine, bizi bu sonuca ulaştıran Allahu Teala’ya hamdolsun.

Selâmın tamamı, salâtın en üstünü, Peygamber (s.a.v.) Efen­dimizin ve Al-i ashabının üzerine olsun/Âmîn…

Günahlarının bağışlanmasını dileyen Abddurahman el-Hanefî el-Berâvî.

Giriş

Her türlü hamd, tek başına şer’î hükümleri koyan Allah-u Teâlâ’ya mahsustur.

Allah-u Teâlâ, haram ve helâl bilgilerim kaldırma hakkını kim­seye vermemiştir.

Allah-u Teâlâ, ilmin ve ilim güneşinin serdiğini âlimler top­luluğu için yumuşattı. îlmi, âlimlerin emrine amade kıldı.

Bu sayede alimler, ilim güneşinden rivayet aylarını aydınlattı­lar; insanları cahilliğin genel belasından korudular ve fetvâ’mn doğru yolunda gitmeleri için onlara rehberlik ettiler.

Salât ve selâm, zaman ve gönderilme yönünden Peygamberlik makamının musallası (namezgâhı), mekân ve rütbe cihetinden de­lâlet meydanının mücellâsı, yolların bütün bağlı kapılarını açan, peygamberlerin ve var olan her şeyin var olma, sebebi olan Pey­gamberimiz Efendimiz Hz, Muhammed Mustafâ (s.a.v.) üzerine olsun.

O ki, Allah-u Teâlâ’nın inkarcılara karşı hüccet olarak gönder­diği muazzam Peygamberdir.

O ki, bütün peygamberler içinde, Rabbımızin nübüvvet kapı­sını kendi ile mühürîediği en büyüt en son Peygamberdir.

Salât ve selâm… O’nun kerametli, âl’inin ve şerefli ashabının cümlesinin üzerine de olsun…

Gerçekten fıkıh ilmi, hidâyetle delâletin (doğrulukla sapıklı­ğın) arasını hakkiyle ayıran ve belirten tek ilimdir.

Fıkıh ilmi, amellerin değer ve kıymetlerini belirtmek için en doğru terazidir.

Fıkıh ilmi, derin denizler gibidir ve derinliğinin sonu yoktur.

Fıkıh ilmi, yüce dağlardan meydana gelmiş bir sıra dağlar sil­silesi gibidir ki, bu dağların küçüklerinin zirvesine bile gözler eriş­mez.

Fıkıh sahasında, gerçekten tasnif edilmiş olan kitablar elden ele dolaşmakta, te’lif edilmiş bulunan sâhifeler su gibi içilmektedir. Lâkin bu ilimde, hastaya tam şifa vereni yoktur. Âlimlerden bir kısmı, mes’elelerin yansını ele almışlar, çoğu da, delillerinde görüş ayrılığı bulunan rivayetlere yönelmişlerdir.

Hakikati arayan kimselerse, karanlık bir gecede susuz bir yerde, çok susayan kimseler ile çok karanlık bir gecede devesini kaybede kimseler gibi, hakikâti, arayıp bulmakta ve ona sarılmak­ta nice güçlüklerle karşı karşıya geldiler.

Bu yol, o kadar zahmetli bir hâle gelmişti ki, takvaya en yakın olanı bulmak ve almak için, gayret sarfeden kimsenin çektiği zahmetten dolayı gönlü daraldı.

Hatta, sünnetin aydınlığından çok kimsenin gözleri görmez oldu. Ve kişiler, bidatlerin ve bozuk inançların kötü yollarına doğ­ru yürümeye meylettiler.

Artık, doğru eğriden ayırdedilemez oldu; haklı kim, haksız kim bilinemez hâle geldi. Sanki, Tîh çölünün vadisinde uzaklığına dolaşmaya başladılar. (Yani bir çıkmazın içine girdiler.) İstekle­rine göre delil bulamadılar. Ahmağın akıbetine uğradılar.

Allah’u Teâlâ, yiğit ve ulu hükümdarın saltanatının sabahını aydınlatarak ve o sultana devlet ve ikbâl vererek, o insanlara da lütufta bu’undu.

O sultan ki, ulu bir kişidir; kavminin efendisidir. O, çok cö­merttir. Savaşlarda arslan kesilir. O, zor günlerin kalıramanıdır. O, halktan vergi toplarken adaletten ayrılmayan bir yiğittir.

O, daima Allah korkusu taşır; haramdan son derece kaçınır ve ibâdete gösterdiği ihtimamdan dolayı ekseriyetle oruçludur.

O, mü’minlerin kumandanı, müslümanlarm başkanı, gazile­rin önderi, mücâhidlerin serdârı, Ebû’l-Muzaffer gazi padişah Muhyiddin Muhammed Evrengzib Bahâdır Alemgîr’dir. Allah-u Teâlâ saltanatını daim eylesin; Hesab gününde, ehl-i ıyâline se­vinçle dönenlerden eylesin; O gün, ökçesinin üzerinde kınanmış ve kovulmuş olarak dönenlerden olmaktan uzak eylesin.

Gerçekten o büyük sultan, kâmil bir şekilde ve gösterişten uzak bir kitap te’lif edilmesini âlimlerden talep etti.

İstiyordu ki, o kitap, tertib itibariyle fıkhı kitapların en gü­zeli olsun; uzun ve usandırıcı olmaktan uzak bulunsun; sahih ve muazzam rivayetleri içinde toplasın; dirayete dayanan isabetli kavillerin büyüklerini içine alsın; rivayetlerin kuvvetlisini, zayı­fını, sağlamlığını, çürüğünü birbirlerinden seçip açıklasın; bu ki­tabın bir yaprağı diğer bîr yaprağına benzemesin (yâni içinde tek­rar bulunmasın)…

Ölüden diriyi yaratan ve indinde hak ile batılın daima belli bulunduğu Yüce Rabbimizin yardımı sayesinde, çok büyük ve zor bir iş gibi gözüken bu emri yerine getirmek zor olmadı.

Hükümdar, fıkıh ilminde çok geniş bilgisi olan alimleri bir araya topladı.

Ayrıca, fıkıhla ilgili inci mesâbesindeki bütün bilgileri karışık bir şekilde de olsa ihtiva eden kitapları da bir araya ge­tirdi.

Ve alimleri, mes’elelerin delillerini bıümak, onların çeşitli yönlerini araştırmak, bunları birbirlerinden ayırmak ve bir kitap ite’lif etmek üzere, bu kitapların üzerine şevketti.

Yeni te’lif edilecek kitap öyle bir kitap olmalı idi ki; zahir rivayetleri, üzerinde ittifak edilen ve akıllı kimselerin vermiş oldukları fetvaları içine almalıydı. Bu kitapta, alimlerin kabul ettiği nâdirattan olan ve fakat âlimlerin kabul etmiş bulunduğu kaviller de toplanmalı idi. Taki, bu sayede amelde itiyat zayi olmasın ve patalardan kaçınabilsin…

Alimler, hemen madenlerinden cevherleri çıkarmaya, gizlilik­ler arasından fıkhı incelikleri açıklamaya başladılar; inci ve mer­canlarını toplamaya, kuş ve ceylanlarını avlamaya, koyuldular.

Ve, tortusundan şırasını ayırdılar. Kitabın hududunu ta’yin edip önünü, arkasını, başını, sonunu belli ettiler. Dağılmış gümüş tanelerini dizdiler. Bu kitabın tertibinde, Hidâye’nin tertibini örnek aldılar. Açıklık ve kısalıkta da Nihâye’nin metodunu benimsediler. Rivayet ve zevâid kitaplarında bulunan tekrarlan terk eylediler.

Bir mes’elenin açıklığa kavuşması veya bir mes’elenin başka bir meseleyi içine alması hâli hâriç olmak üzere lüzumsuz delil ve şâhidlerden kaçındılar.

Ekseriyetle zâhirü’r-rivâye üzerinde durdular.

Dirayetlere ve nevâdir’e pek az iltifat ettiler. Buna da ancak, bir mes’elenin cevabını zahirü’r-rivâyade bulamadıkları zaman baş vurdular. Veyahutta, nevâdir’den olan bir kavil, “Müftâbih olan budur” kendisi ile fetva verilen budur” şeklinde işaretlen­miş olunca, nevâdir’e iltifat ettiler.

Bu kayrıaklarda buldukları muteber olan her bir kavli, riva­yet ederken, kendi ibareleri ile naklettiler.

Vecihlerinde bir zaruret olmadıkça, ibareleri bozmadılar.

Bir mes’ele hakkında, muhtelif cevaplar ve hükümler buldukların zaman, bunlar arasında, müftâbih olan kavli seçtiler ve onu işaret edip aldılar.

Fakat, bu cevapların hiç birinde de delilin ve burhanın kuv­vetine bir alamet bulamadıkları zaman, bu cevap ve hükümlerin hepsini de kitaba kaydedip yazdılar.

Doğruya ve isabetliye muvaffak eden, ancak Allah-u Teâla’dır.

Her türlü hamd âlemlerin Rabbı olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm da “Peygamberlerin en büyüğü olan Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e ve O’nun Âli’nin ve ashabının cümlesi­nin üzerine olsun…

KÎTÂBU’T –TAHARET

(Temizlik Kitabı)

Bu kitapta:

1- Abdest.

2- Gusül.

3- Sulların ahkam.

4- Teyemmüm.

5- Mesh.

6- Kadınlara ait özel haller.

7- Necaset olmak üzere yedi bölüm vardır.

Abdest hakkındaki birinci bölüm de beş ayrı bölümden incelenecektir.

1- ABDEST

1- Abdestîn Farzları

Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de:

“Ey İman edenler, namaz kılmak istediğiniz zaman yüzlerini­zi yıkayınız ve dirseklerinizle beraber etlerinizi de yıkayınız. Baş­larınızı mesnediniz. Ve topuklarla birlikte ayaklarınızı da yıkayı­nız.” buyurmuştur.[1]

Bu âyet-i kerîmeden de anlaşıldığı gibi abdestin, dört farzı vardır.

1- Yüzü Yıkamak

Gasl, isâle demektir. îsâle ise yıkanan uzvun üzerinden suyu akıtmak demektir. Mesh ise, dokunmak demektir. Hidâye’de de böyle ta’rif edilmiştir. Tahâvî Şerhinde:

“Abdestte suyu akıt­mak şarttır.” denilmiştir. Zâhiru’r-rivaye’de su damlamazsa, abdest caiz olmaz.

Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre, suyun damlaması şart değildir.

Kar konusuna gelince: Kar ile abdest alındığı zaman, eğer sulu olur ve ondanbi? İki veya daha fazla su damlarsa, onunla alınan abdest icmâen caiz olur.

Eğer, söylenenin aksi olursa, yani kardan hiç su damlamazsa, bu durumda İmâmı A’zam Ebû Hantfe (r.a.) ve İmâm Muhammed (r.a.)’in kavillerine göre, abdest caiz olmaz. İmâm Ebû Yû­suf (r.a.) göre ise, caiz olur. [2]

Sahih olan ise;

“İmâm-ı A’zam ve İmâm Muhammed (r.a.) in kavilleridir. [3]

Yüzün Hududu

Zâhirü’r-rivâye’de ve Bedâi’de yüzün haddi zikredilmemiştir. Muğnî’de ise:

“Yüz, saçın bittiği yerden, sakal ve çene altına, kulakların köklerine kadar olan yerdir.” denilmiştir. [4]

Başın ön kısmının saçı dökülmüşse, suyu oraya kadar ulaştırmak gerekmez. Esahh olan budur. [5] Zâhidî’de de sahih olarak zikredilen bu kavildir.

Saçı yüzüne inmiş olan kimsenin o saçı yıkaması vâcibdir. [6]

Gözlerin içine suyu iletmek, vacib de değildir, sünnet de değildir.

Suyun, gözlerin kenarına ve göz kapaklarının uçlarına varma­sı için; gözü kapatıp açmak mükellefiyeti de yoktur.[7]

Fâkih Ahmed bin İbrahim’den gelen bir rivayete göre, yüzü­nü yıkayan kimse, gözlerini şiddetle kaparsa abdesti caiz olmaz. [8]

Göz pınarlarına suyu iletmek ise, vacibtir. [9]

Ağrıdan dolayı gözü çapaklanmış olan kimsenin, gözle­rini kapattığı zaman, gözlerinin dışında kalan çapağın altına su­yun ulaşması vaciptir. İçte kalan çapağın altına ulaşması ise, va­cib değildir. [10]

Dudağa gelince: Dudaklar yumulduğu zaman, dışarıda kalan kısımları yüzün hududu içine girer. Bu durumda görünme­yen kısımları işe ağza tabidir. Sahih olan budur. [11]

Sakal başlangıcı ile kulak yumuşağı arasında kalan beyaz yerin abdest alırkeyıkanması ise her halükârda vacibtir. Tahâvî’de kitabında böyle demiş ve bunu sahih görmüştür. Alimleri­mizin ekserisi de bu görüştedir. [12]

Bıyığın ve kaşların kılları ile çenedeki sakal yıkanır. Kıl­ların dibine suyu iletmek ise yacîb değildir. Ancak, kıllar az oldu­ğu zaman, suyu altlarına ulaştırmak yani diplerim yıkamak gere­kir. [13]

Nısab’da:

“Abdest alan kimsenin, bıyığının uzun olmasından dolayı, su altlarına ulaşmazsa, bu kimsenin aldığı abdest caiz olur.” denilmiştir. [14]

Ancak, gusül bunun aksinedir ve suyu o kılların altına ulaş­tırmak gereklidir. [15]

Ebû Hanîfe (r.a.)’ye göre, sakalın dörtte birini meshetmek farzdır. [16]

İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe ve İmâm Muhammed (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, gerçekten sakalın üzerine suyun uğratıl­ması vacibtir. En sahih olan kavil de budur. Tebyîn’de de bu ka­vil sahih görülmüştür. [17]

Çeneden sarkmakta olan kılları yıkamak vâcib değildir. [18]

Çenedeki kıllar, yıkandıktan sonra tıraş edilse, çenenin yeni­den yıkanması gerekmez.

Kaş ve bıyığın tıraş edilmesi halinde de durum böyledir. Başa meshettikten sonra tıraş olmakla ve abdest aldıktan son­ra tırnak kesmekle, abdest bozulmaz veya bunların tekrar meshedilmesı yahut yıkanması gerekmek.[19]

2- Elleri Yıkamak

İmamlarımızın üçüne (yanî İmâmı A’zam, İmâm Ebâ Yûsuf ve İmam Muhammed)’e göre de dirseîdere kadar yıkamak, eli yıkamaya dahildir ve farzdır. [20]

El ve ayaklarda, normalden fazla olarak bulunan parmak ve sair şeylerin hepsini yıkamak da farzdır. [21]

Bir kimsenin, bir onıuzunda iki kol yaratılmış bulunursa, tam ve asıl olan, kolu yıkamak farzdır. Fazla olan diğer kolun da farz mahallinin hizasında olan kısmını yıkamak farzdır; bu lıizada olmayan kısmını yıkamak ise farz değildir. [22] Bil’akis bu hizada olmayan kısmın yıkanması mendüptur. [23]

Mâverâü’n-nehr alimlerinin fetvalarında:

“Abdesf azaların­da, eğer iğne ucu kadar kuru bir yer kalsa veya tırnağının altına kuru yahut baş çamur girip yapışmış olsa -abdesti- caiz olmaz, Ve eğer, eline hamur veya kına buiaşsa abdesti caiz olun” iba­resi vardır.

Debbûsî’den sorulmuş:

“Bir kimsenin eline hamur buiaşsa ve bu hamur da kurusa, o kimse de bu durumda abdest almış olsa, durumu ne olur?” Bebbûsî bu suale cevaben:

“Hamur az olduğu zaman abdesti caizdir”, demiştir. [24]

Abdest azalaruıdaki tırnakların altında hamur bulunursa, suyu, bu hamurun altına ulaştırmak vaciptir. [25]

Şeyh İmâmü’z-Zâhid Ebû Nasri’s-Safâ, Şerhinde:

“Gerçekten tırnak, parmak ucunu örtecek kadar uzun olursa, bu durumda onun altına suyun ulaştırılması vacibtir, eğer tırnak kısa ise vacib de­ğildir.” demiştir. [26]

Tırnaklar, parmak uçlarından dışarı çıkacak kadar uzamış olursa, bir kavle göre, o fazlalığı yıkamak vaciptir, Fetül-Kadîr’de de böyledir.

Camiü’s-Sağir’de nakledildiğine göre: Ebu’l -Kâsim’dan:

“Tırnaklarının altında kir bulunan veya çamurla uğraşan; parmaklarına kına yakan, hurma toplayan, boya boyayan kadınların -abdest bakımından- halleri nedir?” diye soruldu. O, soruya ce­vaben:

“Bu gibi hallerden, kolaylıkla kaçınmaya güçleri yetmediği zaman, bunların hepsinin de abdesti caiz olur. Bunlar, durum iti­bariyle birbirlerine müsavidirler”, demiştir. Fetva da bu gibilerinin -köylü, şehirli ayırmaksızm-abdestlerinin caiz olduğu üzerine­dir. Zehıyre’de de böyledir.

Zâhidî, Câmiü’s-Sağîr’den naklederek:

“Tırnakları hamur olan ekmekçi de böyledir.” demiştir.

Sirâcü’l-Vehhâc’da, Veciz’den nakledildiğine göre:

“Boya, top­lanır ve bu da kurursa, abdeste ve gusle mani” olur.

Mecmûu’n-Nevâzil’de:

“Parmaklarında yüzük bulunan bir kimse, abdest alırken eğer yüzük bol ise, onu yemıden oynatması sünnet olur. Lâkin o yüzük dar ise, altına suyun ulaşabilmesi için yüzüğü yerinden oy­natmak farzdır.” denilmektedir. Hulâsa’da da böyledir. Bu, rivayet-i zahiredir. [27]

3- Ayakları Yıkamak

İncikleri yıkamak bizim imamlarımızın üçüne göre de ayak­ları yıkamaya dahildir. İncik, ayağm üst tarafında bacakla ayağın bitiştiği yerde bulunan tümsek kemiklerdir. [28]

Bir kimsenin eli, ayağı kesilmiş olur ve dirseğinden veyâi inciğinden biri kakmamış bulunursa; bu uzuvları yıkamak -göre­vi- o kimsenin üzerinden sakıt olur.

Fakat, incik veya dirseğinden bir kısmı baki kalmış olsa, o ka­lan kısmı yıkamak farz olur. Bahrü-r Raik’te de böyledir. Keza, ke­sik olan bir yer de yıkanır. [29]

Yetime’de bildirildiğine göre:

“Hancedî’den, ayağının kop­tuğundan haberi olmayan kötürümün, abdest alırken ayağının du­rumunun ne olacağı sorularak:

“O kimseye ayaklarını yıkamak vacib olur mu” denilmiş; O da

“Evet, yıkaması vacib olur.” demiş­tir. [30]

Bir kimse, ayaklarım yağladıktan sonra abdest alsa ve ayaklarına su dökse, fakat su o, yağlı yeri ileri geçip deriye işleme­se, abdesti caiz olur. [31]

Mecmûu’rı-Nevâzü’de:

“Bir kimsenin ayağında yarık olsa da o yarığa don yağı koymuş bulunsa; o kimse, ayağım yıkadığı za­man su o yangın altına geçmezse, bakılır; eğer suyun o yangın al­tına geçmesi zarar verirse, abdesti caiz olur. Ve eğer zarar vermez­se, abdest caiz olmaz”. [32]

Bu k’mse, eğer o yangı diktirirse, her halinde abdest caizdir. [33]

Şemsü’l-Eirame Halvânî şöyle demiştir:

“Bir adamın bir uz­vunda yanık olduğu zaman, onu yıkamaktan aciz olursa, o kimse­den, o uzvunu yıkamasının farziyeti düşer. O uzvunun üzerine su dökmesi lâzımdır. Şayet su dökmekten de âciz olursa, meshetmesi kâfidir. Meshetmekten de âciz olursa, o kimseden meshetmek de sakıt olur. Sadece, o yangın etrafını yıkar, yank olan yeri olduğu gibi bırakır.” [34]

Bir kimsenin bir yarası bulunsa ve o yaranın derisi kalkmış olsa, fakat yaranın etrafı deri ile bitişik bulunsa, bu durumda da yaranın bir tarafından irin çıksa ve deri yıkanınca, kalkmış olan derinin altma su ulaşmasa, o kimsenin abdesti caiz olur. Çünkü, derinin altı açıkta değildir ve bu durumda onun yıkanması farz olmaz. [35]

Bir kimse, abdest alırken, azalarının bazısında çıban veya benzeri bir yara olduğu zaman, eğer o yaranın üzerinde ince deri bulunursa, o derinin üzerine su akıtır. Abdest aldıktan sonra, o de­riyi kopanrsa, kopardığı derinin altını yıkamasının lâzım olup ol­mayacağı hususunda şu durumlar vardır:

Eğer, yara iyi olduktan sonra iç acı duymadan kopanhrsa, o yeri yıkamak lazım gelir.

Fakat, yara iyi olmadan, elem duyarak kabuğu soyulmuşsa ve yaradan bir şey çıkıp akmişsa, o kimsenin abdesti bozulur.

Bu durumda, yaradan bir şey çıkmazsa, o yeri yıkamak lâzım gelmez.

En doğru olan da, her iki halde de bir şey lazım olmamasıdır.

Fevâid’de, Kâdî İmâm Ruknü’I-İslâm Aliyyü’s-Sağdı şöy­le demiştir:

“Bir kimse, bazı abdest azalarında sinek veya pire pisliği olduğu halde abdest alsa, su bunların altına geçmese bile, abdest caizdir. Çünkü, onlardan kaçınmak mümkün değildir.

Bir kimsenin, abdest azalarında balık derisi veya çiğnenmiş ekmek kurusu bulunsa da o kimse, bu hâli ile abdest alsa; eğer su, bunların altına geçmezse, abdest caiz olmaz. Çünkü, bunlardan ka­çınmak mümkündür.” [36]

Abdest alırken, bir azanın yaşlığı ile, diğer azayı ıslatan kimsenin abdesti caiz olmaz.

Fakat; bu yaşlıktan su damlamakta ise, bu şeki Meki gusül caiz olur. [37]

Kendisine yağmur isabet eden veya bir nehre düşen senin, bu durumda bütün vücuduna su isabet ederse, abdesti de guslü de caiz olur. Bu durumda, o kimsenin sadece, ağzına ve bur­nuna su vermesi kâfi gelir. [38]

4- Başı Meshetmek

Başı meshetmekte farz olan, nâsiye miktandir. [39]

Nasiye miktarı ise, muhtar olan kavle göre başm dörtte biri­dir. [40]

Meshederken, esah olan kavle göre, üç parmak kullanmak vacibtir. Kifiâye’de de böyledir.

Zâhirü’r-rivâye’ye göre, bir veya iki parmakla meshedilmiş olsa, bu caiz olmaz. [41]

Şayet, aralan açık olarak şehâdet parmağı ve baş parmakla meshedümiş olsa, bu iki parmak arasında avuç içinden de bir kısıra başa değmiş olsa, bu durumda mesh caiz olur. Çünkü bu durumda, üç parmak başa değmiş gibi olur. [42]

Bir kimse, başını sadece parmak uçları ile meshetmiş olsa, bu durumda eğer, parmak arından su damlıyorsa, bu mesh caiz olur. Şayet, su damlamıyorsa caiz olmaz. [43]

Başındaçok usun saçı bulunan bir kimse, üç parmağı ile meshettiği zaman, eğer su mesh altında başın bulunduğu kısma isabet ederse, bu mesh caiz olur. Fakat, meshettiği kısmın altında -baş değil de- alın veya boyun bulunursa bu durumda mesh caiz olmaz.

Bir kimse, kadınların yaptığı bibi saçını iki yanda bağlamış olsa, yani iki zülfü bulunsa ve o zülüflerin üzerine meshetmiş olsa, bu durumda din alimlerimizin bazıları;

“O zülüflerini salı­vermezse, msshi caizdir.” demişlerdir. Çünkü bu durumda, altında başının bulunduğu saçı üzerine meshetmiştir.

Bu hususta, umumun görüşü ise; zülüflerin, salınması veya salınmamasi halinde de meshin caiz olmayacağı şeklindedir. [44]

Bir kimsenin, sadece kulaklarını meshetmesi başını meshetmesi yerine naib olmaz. Yani, kulakları meshetmek, başı meshetmenin yerini tutmaz. [45]

Bir kimsenin, avuç içinde bulunan yaşlıkla başını meshetmesi caizdir. Çünkü, kaptan alman su ile, kolları yıkadıktan sonra avuçta kalan yaşlık müsavidir. Sahih olan da budur.

Fakat, bir kimsenin başını meshettikten sonra, mestlerini veya mestlerini meshettikten sonra avucunda kalan ıslaklıkla başı­nı meshelmesi, yukarıdaki hükmün hilafına caiz değildir. [46]

Bir kimsenin, azaların birinden aldığı yaşlıkla o uzuv ister yıkanmış olsun, ister meshetmiş bulunsun başını meshefemesi caiz değildir. [47]

Başını karla meshetmiş olan herhangi bir kimsenin, bu meshi, mutlaka caizdir. Kardan, suyun, damlaması ile damlamaması arasında bir fark yoktur. [48]

Bir kimse, yüzü ile birlikte başını da yıkamış olsa, bu du­rumda, baş meshedimiş sayılır ve bu caizdir; fakat böyle yapmak mekruhtur. Çünkü bu hâl, emrolunana muhaliftir. [49]

Bir kimse, başınm bir kısmını traş ettirmiş olsa da tıraş et-iş olduğu yere mesnetçe, bu caizdir. [50]

Huccet’de:

“Kişi, başının önüne mesUetrt:emiş olsa yani, başının arkasına veya sağ tarafına yahut sol tarafıyım veyahut da or­tasına (tepesine) mesh etmiş bulunsa, bu caizdir.” [51]

Tak’ka veya. sarık üzerine methetmek caiz delğildir. Kadının, baş örtüsüne meshetrassi de keza cais değildir. Fakat, kadın, baş örtüsüne mesh ettiği zaman; su saçına damlarsa, meyhi caiz olur. Hulâsa’da da böyledir. Fakat, bu durumda da suyun renklenmesini lazımdır. [52] Ancak, efdal olan, baş örtüsünün altını meshetmektir. [53]

Bir kimse saçı boyamış olursa ve bu boyanın üzerine mest ettiği zaman, yaşlık boya ile karışırsa, bu durumda başın meshedildiği su ma-i mutlak hükmünden çıkar ve yapılan mest caiz olmaz. [54] En iyisini bilen Allah-u Teala’dır.

2- Abdestin Sünnetleri

Mütûn’da abdestin 13 sünneti olduğu zikredilmiştir.

1- Besmele Çekmek

Dalgın olmayan kimseye besmele çekmek, hiç bir kayda bağlı o1 aaksızın mutlaka sünnettir ve bu kimsenin besmele’yi ab­destin maşında çekmesi muteberdir.

Hatta, bir kimse, başta besmele çekmeyi unutsa da, bazı uzuv­larını yıkadıktan sonra bunu hatırlamış olsa ve hatırlayınca da bes­mele’yi çekse, bu yemek ve emsalinin hilâfına sünnet yerine kaim olmaz. [55]

Bir kimse, abdestin evvelinde besmele çekmeyi unutmuş olursa, abdestinin besmelesiz olmaması için, hatırladığı yerde bes­mele çeker. [56]

Besmele, istincâdan önce de, sonra da çekilir. Sahih olan bu­dur. [57]

Çıplak bulunulan halde ve pis bir mahalde besmele çekil­mez. [58]

Tahâvî ve Üstâd Allâme Mevlânâ Falırü’d-dîn Mâtemurgî selefin besmele çekerken şöyle dediğini naklettiler:

“Bismillahil azîm ve’l-hamdü lillahi âlâ dîni’l-İslam.” Habbâziye’de de Peygamber (s.a.v.) Efendimizden böyle rivayet olunmuş­tur. Mi’racü’d-Dirâye’de de böyledir.

Bir kimse, abdestin evvelinde “Lâ ilahe illallah” veya “Elhamdülillah” veyahut da “Eşhedü enlâ ilahe illallah” demiş olsa, bu besmele çekme yerine kâim olur. [59]

2- Önce Bileklere Kadar Elleri Yıkamak

“Elleri yıkamak farzdır. Fakat önce yıkamak yani bura­daki tertibsünnettir.” denilmiştir. Fethü’l-Kadîr’de, Mi’râc’da ve Habbazîyye’de bu görüş ihtiyar edilmiştir. Bu hususta, İmam Muhammed’in el-Asl’daki kavli esas alınmıştır. [60]

Eller Nasıl Yıkanır

Eğer su kabı küçükse, su kabı sol ele alınarak, sağ elin üzerine dökülür. Bu üç defa tekrarlanır. Sonra da su kabı, ayrıı şekilde sağ ele alınarak sol elin üzerine dökülür.

Fakat, su kabı eğer küp gibi büyük olur ve yanında da küçük bir kab bulunursa, yine yukarıda söylediğimiz gibi yapılır.

Fakat, su kabı büyük olur ve yanında da küçük bir kap bulun­mazsa, sol elini, parmaklarını bitiştirip avucunu çukurlaştırarak su kabına daldırır, aldığı suyu sağ elinin içine döker. Temizlenene kadar, parmaklarını birbirleri ile iyice ovarak elini yıkar. Sonra sağ elini su kabına sokar ve sol elini yıkar. [61]

Tarif edilen bu şekil, o kimsenin elinde pislik bulunmaması halindedir. Eğer elinde pislik bulunursa, başka çareler arar. [62]

O Ellerin istincâ’dan önce mi, sonra mı yıkanacağı hususunda gerçekten ihtilâf edilnrştir. Fakat esahh olan, bir defa istincâ’dan önce ve bir defa da istincâdan sonra olmak üzere, elleri iki defa yıkamaktır. [63]

3- Ağzı Yıkamak

4- Burnu Yıkamak

Sünnet olan, önce ağzı üç defa yıkamak, sonra da burna üç defa su çekmektir.

Ayrıca, bunların her birisi için, her defa suyu yenilemek de sünnettir. [64]

Mazmaza’nın (yani ağza su vermenin) sınırı, suyun, ağzın tamamını kaplamasıdır.

îstinşâk’ın (yani burna su vermenin) sının ise, suyun genize ulaşmasıdır. [65]

Mazmaza ve İstinşak’ı terketmek gerçekten gunaht.tr ki, her ikisi de sünnet-i rnilekkededir. Ve onu terketmek, zevaidl sünneti terketmek gibi değildir; günahı gerektirir. Zevaidin terke­dilmiş olması ise kötülüğü gerektirme. [66]

Bir kimse, bir defada ovucuna almış bulunduğu suyu mazmaza esnasında üç defada kullanırsa, yani bir avuç suyun bir kısmını ağzına alır; sonra onu çıkarır; sonra avucunda kalan suyun bir kısmım daha alır ve onu da çıkarır ve son olarak da suyun kalan kısmını alıp çıkararak, bir avuç suyu üçe bölerek, onunlaüç defa ağzına yıkamış olursabu caizdir.

Fakat, bu işi burnunda yapmaya karkarsa caiz olmaz. Çünkü istinşak’ta su kullanılmış olarak geri döner. Mazmazada ise böyle bir durum yoktur. [67]

Bir kinsenin, avucuna aldığı suyun bir kısmı ile mazmaza yaptıktan sonra, kalan kısmı ile de istinşak etmesi caizdir.

Bunun aksine yapmak ise -yani önce istinşak adip sonra mazmaza yapmak- caiz değildir. [68]

5- Misvak Kullanmak

Misvağın acı ağaçtan olması uygundur. Çünkü bu ağaç, ağ­zın kokusunu temizler, dişleri kuvvetlendirir ve mideye de sağlam­lık kazandırır.

Misvağın kalınlığı, küçük parmak kalınlığında, uzunluğu ise bir karış uzunluğunda olmalıdır.

Dişleri parmakla yıkamak, misvak yerini tutmaz. Ancak, misvak bulunmazsa, sağ elinı bir parmağı ve dişleri temizlemek, misvak yerine kaim olur. [69]

Kadın için sakız çiğnemek, misvak yerini tutar. [70]

Misvak Nasıl Tutulmalı

Misvak, sağ elle tutulmalıdır. Mis­vakın ön kısmı, baş parmak alta ve şehadet parmağı da üste gelecek şekilde tutulur. Bu esnada orta parmak ve yanındaki yüzük parmağı da -şehadet parmağı gibi- misvakın üstünde olur. Küçük parmak ise baş parmak gibi misvakın altında bulunur. Misvakı bu şekilde tutmak menduptur. [71]

Misvak Ne Zaman Kullanılmalı:

Misvak kullanmanın vakti, mazmaza zamanıdır. [72]

Misvak Nasıl Kullanılmalı:

Misvak kıalianmaya, önce sağ ta­raftarı başlanılmalıdır. Dişlerin boyları istikametinde, altları da üstleri de misvaklanmalıdir. Sonra dişler, enleri istikametinde ide misvaklanmalıdırlar. [73]

Misvah’nı ağzmdaki hareketinden dolayı, kusacağnıdan korkan kimse, misvak kullanmayı terk eder.

Yatarken misvak kullanmak da mekruh’tur. [74]

6- Parmakların Aralarını Ovmak (Hilallemek)

Ovmak, su damlamakta olan parmakları, diğer parmakların arasına girdirmekle olur. Böyle yapmak ise, ittifakla sünnet-i milekkededir. [75]

Bu hüküm, suyun, parmakların arasıra ulaşması haline göredir. Fakat, eğer parmakların, arası, diğer parmakların giremiyeceği kadar bitişik olursa, buralara suyu ulaştırmak vacib olur. [76]

Ellerini suyun içine sokmuş olan kimse için su, durgun bile olsa parmak aralarını hilallemek zarureti yoktur.

Evlâ olan, ellerde tesbîk yani parmakları birbirleri arasına girdirmektir. Ayaklarda ise, sol elin küçük parmağı ile, sağ ayağın küçük parmağından hilallemeyebaşlanır ve bu iş sol ayağın küçük parmağın da bitirir. [77]

Hilalleme esnasında küçük parmak ayağın alt kısmından girdirilir. [78]

7- Sakalı Hilallemek

Kadihan, Camlü’s-Sağır Şerhinde:

“Üç defa yıkadıktan sonrasakalı hilallemek sürnettir.” Demiştir. Ebu Yusuf’un kavli de böyledir ve Kadihan bu kavli almıştır. [79] Mebsut’ta;

“Esahh olan da budur.” demiştir. [80]

Sakalın HiIallenme Şekli:

Parmaklar sakalın içine sokula­rak alt taraftan üste doğru, sakal hîlâUenir. Bu, Şemsül-Eimme’I-Kerderi’den naklolunmuş. [81]

8- Yıkanması Gereken Uzuvları Üçer Defa Yıkamak:

Yıkanması farz olan, eller, yüz ve ayaklar gibi azalan, üçer defa yıkamak sünnettir. [82]

Bu uzuvlardan birini yıkmaya başlayınca, ilk yıkama farzdır. Zahiriye’ de de böyledir. Sahih kavle göre diğer iki yıkayış ise sünnet-i milekkede’dir. [83]

Yıkamanın Tamam Olduğu Nasıl Anlaşılır:

Abdest alırken, yıkanmakta olan uzva su ulaşır ve ondan damla damla dökülüp akarsa, bu durumda yıkama tamam olmuş olur. [84]

Fetâvâyi Huccet’de:

“En uygun olan, abdestte yıkanması farz olan her uzvun her tarafına, her bir yıkayışta suyu ulaştırmaktır.” denilmiştir.

Birinci defadaki yıkamada, bazı yerler kuru kalmış olsa da ikinci yıkamada bunlardan bir kısmı giderilse, fakat yine bir kı­sım kuru yer kalmış bulunsa; üçüncü yıkamada ise her yer ıslanmış olsa, bu durumda azalar üç defa yıkanmış olmaz” denilmiştir. [85]

Abdest Azalarını Birer Defa Yıkamakla Yetinmek Nedir:

Bir kimse, bir ihtiyaçtan dolayı veya soğuk olduğu için veyahut da suyun azlığı sebebi ile abdest azalarını birer defa yıkamakla yetinse, bu mekruh değildir ve o kimse günahkâr olmaz. Fakat, sayılan sebeplerde hiç biri yokken abdest azalarım birer defa yıkamakla yetinmek günahtır. [86]

Abdest Azalarını Üç Defadan Fazla Yıkamak Nedir :

Kalbin mutmain olması Veya şüpheden kurtulmak veyahut da ikinci bir abdest almak niyyeti ile abdest uzuvlarını üçten fazla yıkamakta bir beis yoktur. [87]

9- Başın Tamamını Bir Defa Defa Meshetmek

Başın tamamı nasıl meshedilir : Kişi, iki avcunu ve parmak­larım, başının ön kısmından başlıyarak arka kısmına kadar, başın tamamını kaphyacak bîr şekilde çekerek mesheder. Sonra da, iki parmağı ile iki kulağını mesheder. Böyle yapınca su, müsta’mel kullanılmış su olmaz. [88]

Başın tamamını kaplama meshetmeyi devamlı olarak ve özürsüz bir şekilde terketmek günah olur. [89]

10- Kulakları Meshetmek

Abdest alan kimse, başını meshettiği su ile, kulaklarının ön ve arka tarafını da mesheder. [90]

Fakat, başın meshinden sonra elde bulunan ıslaklıkla değil de, başka taze bir su ile kulakları meshetmek daha güzel olur. [91]

Bir kimse, kulaklarının ön tarafını, yüzünü yıkarken, arka taraflarını da, başı ile beraber meshetse, böyle yapması caiz olur. Fakat, en faziletli ve üstün olanı, bir önceki -paragrafta söylemiş olduğumuz- şekildir. [92]

Kulaklar Nasıl Meshedilir:

Kulakların, dış tarafı, iki baş parmağın iç tarafı ile iç tarafları ise, şehâdet parmaklarının iç ta­rafları ile meshedilir. [93]

11- Niyet

Abdest alacak olan kimse, kendisinden hadesin kalkmasına ve ibadetlerden herhangi birinin abdestsiz sahih olmadığına niyyet etmesi gerekir. [94]

Niyyet Nasıl Yapılır:

“Allah-u Teâlâ’ya yakınlaşmak maksa­dı ile namaz kılmak için abdest almaya niyyet ettim.” diyerek niy­yet edilebilir. Veya “Hadesin kalkması için” “Temizlik için”, “Namaz kılmak için”, “Niyyet ettim” denir. [95]

Ne Zaman Niyyet Edilmelidir:

Niyyetin vakti yüzün yıkan diği zamandır.

Niyyetin mahalli ise kalbdir. Niyyeti dil ile söylemek isç müstehaptır. [96]

12- Tertibe Riayet Etmek

Tertib:

Abdesti, âyet-i kerimedeki sıraya riayet ederek al­mak, yani önce elleri, sonra yüzü yıkamak; sonra da başı mesnet inek ve en sonda da ayakları yıkamaktır. [97]

Kudûrî, niyyeti, tertibi ve basın tamamını -kaplama- meshetmeyi, abdestîn müstehablarından saymıştır.

Hidâye, Muhiyt, Tuhfe, İzah ve Vâfâ Sahibleri ise, bunları sün­netten saymışlardır. Esahh olan da budur. [98]

13- Müvâlât

Ortalama bir zamanda yıkanılmış bulunan bir uz­vun, yaşlığı kurumadan önce, diğer bir uzvu yıkamak demektir.

Bu hususta, şiddetli sıcağın, şiddetli soğuğun ve rüzgârın ku­rutmuş olması mu’teber değildir. Abdest alan kimsenin, normal hal­de bulunmasına itibar olunur. [99]

Abdest azalarından birini yıkadıktan sonra, ara verip daha sonra diğer abdest azasını yıkamak- eğer bu durumu meşru kılan abdest alan kimsenin suyunun bitmesi veya benzeri bir hal olması gibi- bir özür yoksa mekruhtur.

Böyle bir özür olması halinde, abdest alırken iki uzvu yıkama esnasında ara vermekte bir beis yoktur. Yani, özürden dolayı, bir uzvunu yıkadıktan sonra, ara verip daha sonra da öbür uzvunu yı­kamasında herhangi bir mes’uliyet yoktur. Ve bu kavil sahihtir. Gusül ve teyemmümde de bu kavil geçerlidir. [100]

Abdestin Müstehapları

Mütûn’da, abdestin iki nıüstehâbı olduğa zikredilmiştir.

1- Abdest Alırken, Uzuvları Yıkamaya Sağdan Başlamak.

Sağ eli sol elden, sağ ayağı sol ayaktan önce yıkamak, nıustehâbhr. Sahih olan kavle göre böyle yapmak fazilettir.

Abdest azalarından, çift bulunan, her asanın sağını, solundan önce yıkamak müstehabtır.

Hatta, abdest alan kimsenin elinin biri olmasa veya bir elinde herhangi bir illet bulunsa, bu durumda iki eli ile iki kulağını nıeshetmek mümkün olmayacağından, önce sağ kulağım, sonra da sol kulağını mesheder. [101]

2- Abdest Alırken, Enseyi Meslıetmek.

En­se ellerin arkası ile meshedilir. Boğazı meshetmek ise, bid’attır. [102]

Abbestin Âdabı

Alimlerimize göre abdestin edepleri ve bunlarla ilgili diğer ba­zı sünnetler de vardır. Şöyle ki:

1- Ayakları yıkarken su kabı, sağ elle tutulur. Sağ ayağın ön tarafından başlanılarak su dökülür ve sol el ile ovalanır. Bu şe­kilde üç defa yıkanır. Sonra su, sol ayağın önünden dökülerek, o da yukarıdaki şekilde ovularak üç defa yıkanır. Sünnet olan budur. [103]

2- Elleri ve ayaklan yıkamaya, parmak uçlarından baş­lamak da sünnettir. [104]

3- Başı meshederken, ön tarafından başlamak sünnet­tir. [105]

4- Mazmaza ve istinşakta da tertib (bunları sıra ile yap­mak) sünnettir. [106]

5- Mazmaza ve istinşakta mübalağa da sünnettir. Yani ağza ve burna suyu bol bol vermelidir. [107]

Yalnız, abdest alan kimse oruçlu olduğu zaman, mübalağa etmek sünnet değildir. [108]

Mazmazada mübalağa, suyu ağızda gargara etmekle olur. [109]

îstinşakta mübalağa ise, suyu -acı duyacak kadar- bur­nun üst tarafına -genize- şiddetle çekmekle olur. Ta ki su, yu­karıya kadar çıkmış olsun. [110]

6- Abdest alırken suyu israf etmemek ve onu pek az bir miktarda kullanmamak da edebdendir. [111] Bir kimse, nehir başında ahdest alıyor olsa ve hatta kendisi nehrin yani akarsunun sahibi bulunsa bile, abdest alırken israf etme­mesi gerekir.

Hatta su, temizlenmek veya abdest alınmak için vakfedilmişse, bu sudan fazla almak veya israf etmek -hilafsız olarak- haram olur. [112]

7- Abdest azalarını yıkarken konuşmamalı ve her uzvu yıkarken. Eşhedü enlâ ilahe İlellahu vahdehû lâ şerîkeleh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühû demelidir. [113]

Fakat, abdest alırken, zarurete binâen konuşmak edebsizlik sayılmaz. [114]

8- Abdest alan kimsenin, abdestle ilgili işleri bizzat kendi­sinin yapması.

9- Abdest bittikten sonra. (Sübbâneke Allahümme ve bi hamdik. Eşhedü enlâ ilahe illâ ente. Esteğfirüke ve etûbü ileyk. Ve eşhedü enlâ ilahe illellahü ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû) demesi.

10- İstinca yerlerini sildiği bezle, abdest uzuvlarını silmemesi.

11- İstinca dan sonra, abdest almak için kıbleye karşı otur­ması.

12- Abdest aldıktan sonra veya abdest esnasında.

(Allahümme’calnî mine’t-tevvâbîne vec’alnî minel mütetahhirîn) demesi.

13- Kerâhat vakti değilse iki rek’at namaz kılması.

14- Abdest aldıktan sonra -mutâkıb namaz için- su kabı­nı doldurması. [115]

15- Abdestten artan sudan, ayakta oîduğu halde ve kıbleye dönerek biraz içmesi.

16- Abdesti topraktan yapılmış bir kapla alması.

17- Abdest alırken damlaların elbisesine dökülmesinden ve sıçramasından sakınması. [116]

18- Abdest alırken ellerini çırpmaması. [117]

19- Mazmaza ve istinşakı sağ eli ile yapıp, sol eli ile sümkürmesi gibi, yukarıda saydığımız hususların hepsi de abdestin âdâbındandır.

20- Ebu’l-Leys’in Hazânetü’l-Fıkhı’nda, ayrıca Halef bin Eyyub’tan naklen şöyle denilmiştir. Kış günü abdest almakta olan bir kimsenin, abdest uzuvlarını, önce bir su ile yağlar gibi ıslatma­sı, sonra da üzerine su dökmesi uygun olur. Çünkü, kışın abdest azalarında yarılmalar olabilir. [118]

21- Abdest azalarını ovalamak.

22- Küçük parmaklan, kulakların deliklerine sokmak.

23- Abdesti vaktinden önce almak.

24- Suyu çarpmadan yüzüne yaymak.

25- Abdest alırken yüksekçe bir yerde oturmak gibi yukarı­da saydığımız hususlar da abdestin âdâbındandır. [119]

Ayrıca, şu sayacağımız hususlar da abdestin âdâbındandır:

26- Su kabının kulpunu üç defa yıkamak.

27- Abdest alırken pek acele etmeyip, uzuvları yavaş yavaş yıkamak.

28- Bir uzvu yıkarken, ovalarken, parmak aralarını hilâller­ken hassas davranmak.

29- Yüz ve eller yıkanırken, bunların tarif edilen hadleri ge­çilir ki, kalb mutmain olsun. [120]

30- Yüzü yıkamaya üst kısmından başlanır. [121]

31- Abdest temiz yerde alınır. Çünkü abdest suyuna, saygı göstermek gerekir. Bu husus Nehrü’l-Fâifc’te de böyledir ve bu ki­taba da Muzmarât’tan nakledilmiştir.

32- Küçük kabla, bu kabdan su dökülerek abdest almıyorsa, kab sol tarafa konur. Ve eğer büyük kabla abdest almıyor ve bu kabtan su avuçla almıyorsa bu kab sağ tarafa konur.

33- Kalben niyyet edilirken, bu niyyet dil ile de ifade edilir.

34- Her aza yıkanırken “Bismillah” denir.

35- Mazmaza vaktinde, “Allahümme e’nî ‘alâ tilâveti! Kur’âni ve zikrifce ve şükrike ve hüsnü ibâdetike” denir.

36- İstinşak zamanında: “Allahümme rıhnî râihatel-cenneti ve lâ tünhnî râihate’n-nâr” der.

37- Yüz yıkanırken: “Allahümme beyyıd vechî yevme tebyaddu vücûhün ve tesveddü vücuh” der.

38- Sağ kolunu yıkarken: “Allahümme a’tmî kitabî bi yemimi ve hâsibnî hisâben yesîrâ” der.

39- Sol kolunu yıkarken: “Allahümme lâ ta’tmî kitabi bi şimalî ve lâ min verâi zalırî” der.

40- Başına meshederken: “Allâhümme, ezıllenî tahte zilli arşıke yevme lâ zille zılle zillearşeke” der.

41- Kulaklarını meshederken: “Allâhümme’c’alnî min el tezine yeştemi’ûnel-kavle feyette-biûne ahsenehû” der.

42- Ensesini meshederken: “Allahümme’tik rafcabetî mine’n-nâr” der.

43- Sağ ayağını yıkarken: “Allahümme sebbit kademeyye ales-sıratı yevme tezüîlü’l-akdamü” der.

44- Sol ayağını yıkarken ise: “Allahümmecalnî zenbi mağfûranve sağyi meşkûrun ve ticâreti len tebûr.” der.

Ve her azasını yıkadıktan sonra da Peygamber (s.a.v.) Efen­dimizin üzerine salavct-ı şerife okur.

“Abdest suyunu bir müd’den noksan eylemez. Noksanlaşmışsa suyu ikmâl eder.” [122]

Abdestîn Çeşitleri :

Üç çeşit abdest vardır.

1- Farz Olan Abdest:

Namaz kılacak olan kimsenin abdesti yoksa, alması gereken abdest gibi.

2- Vacib Olan Abdest:

Kabe’yi tavaf için alınan abdest.

Bir kimse, şayet Ka’be’yi abdestsiz tavaf etmişse, vacibi terk etmiş olur ve fakat yapmış olduğu tavaf caiz olur.

3- Mendub Olan Abdest:

Uyku için alman abdest, devamlı abdestli bulunmak için alınan abdest, gıybetten ve şiir söyledikten sonra alman abdest, abdest üstüne alınan abdest, kahkaha ile gül­dükten sonra alınan abdest, ölü yıkamak için alınan abdest gibi… [123]

Abdestin Mekruhları

1- Suyu, yüze şiddetle çarpmak.

2- Mazmaza ve istinşakı sol elle yapmak.

3- Özürsüz olarak sağ elle sümkürmek. [124]

4- Bir su ile üç defa meshetmek.

5- Mescid’de kendisine yer ta’yin etmekte olduğu gibi, ab­dest almak için de bir kap tayin ederek o kabdan başkasına abdest aldırmamak da mekruhlardandır. [125]

Abdesten sonra, mendil ile silinmekte bir sakınca yoktur. [126]

Abdesti Bozan Şeyler

1- Sebîleynden [127] İdrar, Dışkı, Yel, Vedi, [128] Mezi, [129] Meni, [130] Kurt Ve Taşcıklar

Dışkı, az olsun çok olsun abdest almayı gerektirir.

Sidik ve arka taraftan yel çıkması da abdesti bozar. [131]

Erkeğin zekerinden, kadınm da fercinden çıkan yel ise, sa­hih olan kavle göre abdesti bozmaz.

Ancak, müfeddat (ferci ile dübürü birleşmiş) olan kadının, bu durumda, abdest alması müstehab olur. [132]

Kadında açılmış olan bir yaradan yel çıkmış olsa, pis ko­kulu geğirmenin abdesti bozmadığı gibi bu yel de abdesti boz­maz. [133]

Sidik, zekerin kamışına inmiş olsa abdesti bozmaz. Fakat o, zekerin kılıfına çıkmış olursa, abdest bozulur, Zehiyre’de de böy­ledir. Sahih olan da budur. [134]

Kadının idrarı, fercinin iç tarafına çıksa fakat dışına çıkmamış olsa, yine abdesti bozulur.

Zekeri kesilmiş olan bir kimseden, idrara benzer bir şey çıkmış olsa, eğer o kimsenin istediği zaman onu tutmaya veya iste­diği zaman onu bırakmaya gücü yeterse, bu durumda o şey, idrar­dır ve abdesti bozar. Fakat, istediği halde tutmaya gücü yetmezse, o şey çıkmadıkça, o kimsenin abdestti bozulmaz. [135]

Bir hünsanm erkek olduğu fetvalarla açığa çıkarsa, o kim­sede bulunan ferç, yara menzilindedir. Ondan bir şey çıkmadıkça, o kimsenin abdesti bozulmaz. [136] Bu husus Fetâvâyi Kâdihân’da, Zehıyre’de, Serahsî’nin Muhıyt’inde ve mu’teber kitapların çoğunda böyledir. Alimlerin çoğu da, o kimse­nin abdest almasının gerektiği görüşündedir. Tebyîn’de de böyle­dir, îtimat olunan ise, önceki görüştür. [137]

Bir erkeğin, zekerinde yara bulunsa ve bu yaranın iki başı olsa, bunların birinden çıkan idrarın çıktığı yerden çıksa ve diğer çıkan ise, o yoldan çıkmasa; birincisi ihlil (zeker deliği) yerinde­dir. Bu delikte idrar zahir olduğu zaman, dışarı akmasa bile abdest bozulur. Diğer delikten ise, bir şey çıkmadıkça abdest bozmaz.

Bir kimse, idrarın çıkmasından korksa da, zekerinin deli­ğine pamuk tıkasa, idrar pamuğun üzerine çıkmadıkça, pamuk ol­madığı takdirde çıkacak olsaydı bile, o kimsenin abderi bozulmaz ve pamuğu koymuş olmasında da bir beis yoktur. [138]

Bir kimsenin dübürü çıktığı zaman, onu, eli veya bir bez parçası ile yerine girdirse, abdesti bozulur. Çünkü, eline necaset­ten bir şey bulaşmıştır.

Şeyhu’1-imâm Şemsü’l-eimmetü’l-Halvânî:

“Dübünün çıkması ile abdest bozulur.” demiştir. [139]

Şehvetsiz çıkan vedi ve meni’nin bozduğu gibi, mezî de ab­desti bozar. Ağır bir yük taşımak veya yüksek bir yerden düşmek sebebi ile çıkan mezi de abdest almayı gerektirir. [140]

Erkeğin menisi kalındır, beyazdır; kokusu, çiçek kılıfının kokusu gibidir. Ve kadın için onda zevk vardır. Meninin çıkması ile zekerin gücü kırılır.

Kadının menisi ise, ince ve sarıdır.

Mezi incedir, beyaza yakındır. Kişi şehvetle ailesi ile oynaştı­ğı zaman çıkmaya başlar. Mezinin kadındaki karşılığı kazidir.

Vedi ise; koyu, kıvamlı idrardır. İdrardan ve cima gusülünden sonra gelir. [141]

Bir kimsenin arkasından kurt çıkmış olması, hadestir. Yani, o kimsenin abdesti bozulur.

Kadının veya erkeğin önünden çıkan küçük taşcıklar da kurt gibi abdesti bozarlar. [142]

Yağmur damlası, idrar deliğine girse ve sonra da çıkmış olsa, abdesti bozmaz. Bu durum, orucu da bozmaz. [143]

Bir kimse, idrar deliğine yağ akıtmış olsa da, yağ da ora­dan çık niş ve akmış bulunsa, o kimsenin abdestini iade etmesi lâzımdır. [144]

Alt taraftan içeri girip, geri çıkan her şey, içerdeki yaş­lıktan uzak olamiyacağı ve ondan ayrılamıyacağı için, bu şeyin bir ucu el;nde bulunup, tamamen girmemiş olsa bile abdesti bozar. [145]

II- Sebileyden (Ön Ve Arkadan) Başka Bir Yerden, Çıkıpta, Etrafa Dağılan Kan, İrin, San Su Ve Hastalıktan Dolayı Çıkan Su.

Seyelânm haddi, yaranın başına yükselip, etrafa da­ğılmaktır. [146] Esahh olan da bu­dur. [147]

Kan, yaranın üstüne yükseldiği zaman, yaranın başın­dan daha fazla bir yeri kaplamış olsa bile abdesti bozmaz. [148] Fetva da, bu gibi mes’elelerin abdesti boz­madığı şeklindedir. [149]

Kan, irin, sarı su, yara suyu, nufte, göbek, meme, göz ve kulaktan dertten dolayı çıkan su. en sahih kavle göre; bun­ların hepsi müsavidirler. Yani abdesti bozarlar. [150]

Bir kimse, kulağına yağ damlatmış olsa da o yağ, dima­ğında bir müddet durduktan sonra, kulağından veya burnundan tekrar dışarı aksa, o kimsenin abdesti bozulmaz.

İmâm Ebu Yûsuf (r.a.), bu hususta:

“Eğer ağzından çıkar­sa abdesti bozulur. Çünkü b, mideye varmadan çıkmaz. Mide ise, necaset mahallidir. Ve bu şey, istifra hükmünde sayılır.” demiştir. [151]

Buruna akıtılan ilaç, ağızdan çıksada ve bu da ağız dolusu miktarda olsa, abdesti bozar. Fakat bu aç, kulaktan çıkarsa, abdesti bozmaz. [152]

Bir kimsenin, yıkanırken kulağına sn kaçmış olsa ve bu su bir müddet bekledikten sonra, burnundan geri çıksa, o kimse­nin abdesti bozulmaz. [153] Nisab’da da:

“Esahh olan bu kavildir.” demiştir. [154]

Fakat bu durumdan çıkan, irin olursa, o takdirde abdest bo­zulur. [155]

Kişinin kulağından, irin veya sarı su çıktığı zaman bakı­lır, eğer bu şey, kulak ağrımadan çıkmışsa abdest bozulmaz. Fakat, eğer ağrıyarak çıkarsa abdest bozulur. Çünkü, ağrı ile birlikte çık­tığı zaman, bunun bir yaradan çıkmış olduğu açıktır. [156]

İmâm Muhammed (r.a.) el-Asl’da:

“Bir yaradan, az bir miktarda çıkmış olan kan, silinir ve sonra yine çıkarsa; ve tek­rar silinip bu halde terkedilince yine akacak olursa, abdesti bozar. Ama, akmazsa abdesti bozmaz. Ve yine, bu kanın üzerine kül ve­ya toprak akıtılsa, fakat kan yine çıkmış olsa; tekrar toprak veya külle kapatılsa, sonra bu iş yine tekrarlansa, bu durumlarda abdest bozulur”. [157]

Bir kimsenin başından, kulak ve burnun temizleme yerleri­ne kan inse, abdesti bozulur. [158]

Bir kimsenin ağzından kan çıkarsa, kan ile tükrük arasın­daki çokluğa i’tibar edilir.

Şayet, kan ile tükrüğün miktarı eşit olursa abdest bozulur. Ayrıca, bu hususta renge de itibar olunur. Ve eğer renk, kırmızı ise abdest bozulur. San ise, abdest bozulmaz. [159]

Abdest alan bir kimse, bir şeyi ısırsa da onda kan esen görse veya misvak kullanırken misvakta kan eseri bulsa, kanın at­tığı bilinmedikçe, bu kimsenin abdesti bozulmaz. [160]

Bir kimsenin gözünde yara olsa da bu yaradan çıkan kan gözün diğer bir tarafına varsa, o kimsenin abdesti bozulmaz. Çünkü o kan, yıkanması farz olan bir yere varmamıştır. [161]

Sıkmak sureti ile yaradan çıkan kan, eğer acıyarak çıkarsa, abdesti bozar. [162] Doğru olan da bu­dur. [163] En uygun olan da budur. [164]

Bir kabarcık patlasa da, ondan su, san su veya bir başka şey çıksa; eğer bu çıkan şey, yaranın başından akarsa abdesti bozar. Fakat, akmazsa abdesti bozmaz. Bu durum, kabarcığın kendiliğin­den patlaması ve içindekinin kendiliğinden çıkması hâlinde böyle­dir.

Fakat, bir kimsenin bu kabarcığı sıkması neticesinde, içindeki çıkmış olursa, bu hâl abdesti bozmaz. Çünkü, çıkan o şey, çıktığı yerin dışına taşıcı değildir. [165]

Bir kimse sümkürdüğü zaman, burnundan mercimek tanesi kadar, pıhtılaşmış kan parçası çıksa, o kimsenin abdesti bozulmaz. [166]

Gene denilen böcek, bir kimsenin her hangi bir uzvunu emer de, karnını kan ile doldurursa bakılır, bu böcek eğer küçük ise sivri sinek ve sinekte bozulmadığı gibi bu böceğin emmesi ile de abdest bozulmaz. Fakat, eğer gene denilen böcek büyük ise, abdest bozulur.

Yine, sülük bir kimsenin her hangi bir uzvunu emer de kar­nım doldurursa, o kimsenin abdesti bozulur. [167]

Gözde olan bir hastalık, yara mesabesindedir; ondan çıkıp akan şeyler de abdesti bozar. [168]

“Bir kimsenin gözlerinde ağrı olsa ve bu ağrı sebebi ile göz­lerinden devamlı su aksa, o akıntının sarı su olma ihtimali bulun­duğu için, o kimse her namaz için abdest almakla emrolunur.” de­nilmiştir. [169]

Bir yaranın başından kurt çıkmış olsa, bu abdesti bozmaz. [170]

III- Kusmak.

Bir kimse, ağız dolusu acı su, yemek veya su kusarsa abdes­ti bozulur. [171]

Ağız dolusu kusmanın hududu : Sahih kavle göre, kusuntuyu, zorlanmadan ve meşakkat çekmeden, ağızda tutamamaktır. [172]

Su içmiş olan bir kimse, o suyu olduğu gibi hiç karışma­dan, safî olarak kussa, yine abdesti bozulur. [173]

Bir kimse, ağız dolusu balgam kusmuş olsa, abdesti bozul­maz. Balgam karından çıkmışsa, İmâm-ı A’zam ve İmâm Muhammed’e göre, yine abdest bozulmaz. Fakat bu durumda İmâm Ebû Yûsuf’a göre abdest bozulur. Bu hüküm, bir kimsenin sırf balgam kusması halindedir.

Fakat, bir kimse, yemek ve diğer şeylerle karışık olarak balgam kusarsa ve bu durumda da yemek ağız dolusu olursa, o kimsenin ab­desti bozulur. Bu miktara ulaşmazsa abdesti bozulmaz. [174]

Bir kimse kan kusar ve bu kan da akıcı olarak baştan in­miş bulunursan o kimsenin abdesti bozulur. Bu hususta ittifak var­dır.

Fakat, eğer kusulan kan, pıhtılaşmış kan ise, yine ittifakla abdest bozulmaz.

Kusulan kan, karından çıkan kan ise ve bu kan pıhtılaşmışsa yine ittifakla abdest bozulmaz.

Fakat, bu kan ağız dolusu olursa, abdest bozulur. Ayrıca, bu miktar olmasa bile akıcı kan ise abdest bozu­lur. Ebû Hanîfe (r.a.)’nin kavlide bunun üzerinedir. [175] Muhtar olan Fakihlerin seçmiş bulunduğu da budur. [176] Bunu, bütün alimlerimiz sahih gör­müşlerdir. [177]

Bir kimse, azar azar kusmuş olsa, eğer kustuğu şeylerin top­lamı, ağız dolusu miktarına ulaşırsa, bu durumda, İmâm Muhammed (r.a.):

“Eğer bu kusmaların sebebi ayrıı ise, o kimsenin abdesti bozulur, sebep ayrıı değilse abdest bozulmaz.” demiştir. Sahih olan da budur. [178]

Kusma sebebinin, ayrıı olup olmadığı şöyle anlaşılır: Bir kimse heyecan ve gaseyan haline gelip kusar ve sakinleşmeden önce yine kusarsa, bu kusmalarda sebep birdir, ayrııdır. Fakat, kusar sonra sakinleşir ve sonra tekrar kusarsa, bu kusmalarda ıda sebep ayrıdır. [179]

İnsan vücudundan çıkan her şey pis midir?

İnsan bedeninden çıkan her hangi bir şey hades abdesti bo­zucu değilse, pis değildir. Az olan kusuntu, akıp dağılmayan kan gibi… [180] Sahih olan da budur. [181]

IV- Uyku

Namaz içinde veya namaz dışında, yatarak uyumanın, ab­desti bozduğu hususunda fukahâ arasında bir görüş ayrılığı yoktur.

Sol uyluğunun üzerine oturup da, ayaklarını sağ taraftan çıkararak uzanan ve bu şekilde uyuyan kimsenin abdesti de bozu­lur. [182]

Yüzükoyun başı üstüne yatan kimsenin de abdesti bozulur. [183]

Oturarak uyuyan kimsenin durumu; ökçeleri üzerine oturarak uyuyan kimsenin abdesti bozulmaz. Sahih olan budur. [184]

Bir Şeye Dayanarak Uyuyan Kimsenin Hâli :

Alındığı zaman, düşeceği bir şeye dayanarak uyuyan bir kimse­nin, maka’clı yere bitişik değilsebil icma abdesti bozulur. Eğer, yer bitişikse, bu durumda sahih olan, abdestin bozulmamasıdır. [185]

Ayakta uyuyan kimselerin, oturarak uyuyan kimselerin, eyer veya semer üzerinde oturarak uyuyan kimselerin, rükû halin­de veya secde esnasında uyuyan kimselerin, bu halleri namaz içinde veya namaz dışında meydana gelmiş bulunsa abdestleri bozulmaz.

Ancak, secdelerin sünnet üzre olması şarttır, Yani karnın uy­luklarından ayrı, kolları da yanlarından uzak olmalıdır. Eğer, sec­deler, sünnet olan şeklin dışında olur ve o kimse bu şekilde uyur­sa, abdesti bozulur. [186]

Zahirü’r rivaye’de, uykunun galebesi ile kasden uyumak arasında bir fark yoktur.

Fakat, Ebû Yûsuf’a göre, kasden uyunduğu zaman, abdest bo­zulur. Bu hususta sahih olan ise, zahirü’r rivâye’nin beyanıdır. [187]

Hasta Olan Kimsenin Uykusu:

Hasta olan kimsenin, uyumasının, abdestini bozup bozmayaca­ğı hakkında ihtilâf vardır. Hasta, eğer namazını yatarak kılarken uyumuş olursa, o has­tanın abdesti bozulur. Sahih olan da budur. [188]

Fetva da bunun üzerinedir. [189]

Oturarak uyumak :Bir tarafına eğilerek, oturduğu yerde uyuyan kimsenin, mak’adi çoğu kere yerden ayrılır. Fakat Şemsü’l-eimme Halvânî:

“O durum, gerçekten hades (abdesti bozucu) değildir.” demiştir. Zâhiru’l-mezheb de budur. [190]

Oturduğu yerde uyumakta olan bir kimse, yüzü üstüne ve­ya yanı üstüne düşmüş olsa, düşmeden veya düşeceği sırada uyanır­sa veya uyuyarak düşer fakat düştüğü anda uyanırsa, o kimsenin abdesti bozulmaz.

Fakat, o kimse, düştükten sonra da bir müddet uyur ve sonra uyanırsa, o kimsenin abdesti bozulur. [191]

Bağdaş kurarak oturmuş olan bir kimse, bu durumda uyursa abdesti bozulmaz keza müteverrik. [192]

Hayvana Binmiş Olan Kimsenin Uykusu:

Bir kimsenin bindiği hayvan çıplak olur ve bu hayvanda yokuş yukarı çıkmakta veya düz bir yolda gitmekte olursa, o kimse uyu­muş olsa bile abdesti bozulmaz.

Fakat, hayvan iniş inmekte iken üzerinde uyuyan kimsenin abdesti bozulur. [193]

Bir kimse, üzerinde palan olan bir hayvanın üstünde uyur­sa, o kimsenin abdesti bozulmaz.

Tandır Başında Uyuyan Kimse:

Bir kimse, tandırın başında uyur ve ayaklarını da tandıra uza­tırsa, o kimsenin abdesti bozulur. [194]

Uyuklama Hâli:

Bir kimsenin bakarak uyuklaması, ya ağır bir uyuklamadır veya hafif uyuklamadır.

Uyuklama, ağır bir uyuklama ise, hadestir; yani, abdesti bo­zar. Eğer hafif bir uyuklama ise, hades değildir, abdesti bozmaz.

Uyuklamanın hafifi ile ağın arasındaki fark şudur: Uyuklayan bir kimse, eğer yanında söylenenleri işitiyorsa, hafif bir şe­kilde, fakat, yanında söylenenlerin hiç birini işitmiyorsa, ağır bir şekilde uyukluyor demektir. [195] Bu husus Şemaili-eimme’nin fetvasında da anlatılmıştır. [196]

V- Baygınlık, Delirmek, Aklın Gitmesi Ve Sarhoşluk

Baygınlığın azı da çoğu da abdesti bozar.

Delilik, aklın gitmesi ve sarhoşluk da abdesti bozar.

Bu hususta sarhoşluğun haddi, bazı âlimlere göre, kişinin kendi kansını bilmeme halidir. Bu, Sadr’üş-Şehid’in ihtiyarı (se­çip beğendiği) dir.

Bu hususta sahih olan ise, Şemsü’l-Eimme Halvânî’den nakle­dilen şu kavildir. Sarhoşluğun hududu, bir kimsenin yürümesine, sallanma halinin gelmesidir. [197]

VI- Kahkaha İle Gülmek

Kahkahanın haddi, bir kimsenin gülmesinden dolayı mey­dana gelen sesi, hem kendisinin ve hem de yamndakilerin duymasıdır.

Dıhk (gülme)’in haddi ise, sesi kenidisinin duyması ve fakat yanındakilerin duymamasıdır.

Tebessüm ise, sessiz gülmek, gülümsemektir. Ne tebessüm eden kimse ve ne de yanındakiler bil şey duyabilirler.[198]

Kahkaha, namazm haricinde abdesti bozmaz.

Dıhk, namazın içinde olursa, namazı bozar; abdesti bozmaz, Tebessüm ise, namazı da abdesti de bozmaz.

Bir kimse, tilâvet secdesinde veya cenaze namazında, kah­kaha ile gülse, bu kimsenin, tilavet secdesi ve cenaze namazı bozu­lursa da abdesti bozulmaz. [199]

Sabinin (çocuğun) kahkahası, namazını bozar, fakat abdestini bozmaz. [200]

Namazda uyumakta olan bir kimse, uyuduğu halde kahkaha ile gülmüş olsa, namazı da abdesti de bozulmaz. Sahih olan da budur. [201]

Namaz kıldığı zannolunan kimse, kahkaha ile gülerse, esah olan kavle göre, o kimsenin abdesti bozulur. [202]

Bir özürden dolayı îmâ ile namaz kılmakta olan bir kimse veya bir hayvana binili olduğu halde farz veya nafile namazlardan birini imâ ile kılmakta olan bir kimse, kahkaha ile gülerse, abdesti bozulur. [203]

Kahkaha Teyemmümü Bozar mı?

Kahkaha, abdesti bozduğu gibi, teyemmümü de. bozar. Gus-lün abdestini bozmaz. Fakat, kahkaha dört a’zanm taharetini bo­zar, denilmiştir. Buna göre, gusleden kimsenin, namazda kahkaha ile gülmesi, namazını batıl eder. Ve, yeniden abdest almadan, namaz kılması caiz olmaz. [204] Sahîh olan da budur. [205]

VII- Mübâşeret

Çıplak ve yaygın bir halde, tenasül uzuvlarının birbirine do­kunması, karının ve kocanın abdestini bozar. İmâm-ı A’zam Ebû Hanife ile İmâm Ebu Yûsuf, istihsanen bu görüştedirler. İmâm hammed ise:

“Bu halde abdest yoktur. Yani, yemden abdest al­mak gerekmez.” demiştir. Bu bir kıyastır. [206] Nisâb’da da böyledir ve sahih olan da budur. Fetva da burnı üze­rinedir.

Tenasül uzuvlarının birbirine dokunmasındaki hüküm. [207] Erkeğin aletinin intişarı halinde, kadının abdesti bozulmaz. [208]

Erkeğin Kadına, Kadının Erkeğe Dokunması Abdesti Bozar mı?

Erkeğin kadına, kadının erkeğe dokunması, abdesti bozmaz. [209]

Mezhebimize göre, kişinin kendi zekerine veya başkasının zekerine dokunması da abdesi bozmaz. [210]

Bir kadınla, başka bir kadın veya bir erkekle genç çocuk arasındaki mübaşeret (tenasül uzuvlarını birbirine dokundurmak) Şeyhayrı’e göre abdesti bozar. [211] İki erkek arasında da böyledir. [212]

Abdest Alırken Şübheye Düşmek

El-Asl’da beyan edildiğine göre,: Bir kimse, abdest alırken, bazı azalarını yıkayıp yıkamadığı hususunda şüpheye düşse, eğer bu şüphe, o kimsenin ilk şüphesi ise, sadece şüphe ettiği yeri yıkar. Fakat, bu kimsede, bu şekildeki şüpheler çok vak’i oluyorsa, o şüp­heye iltifat edilmez.

Abdest aldıktan sonra vaki olan bu gibi şüphelere de iltifat edilmez.

Abdestinin bozulup bozulmadığı hususunda şüpheye düşen kimse, abdestsiz olmuş olsa bile abdestli sayılır.

O Fakat, abdest alıp almadığı hususunda şüpheye düşen kim­se, abdestsizdir. Bu durumda taharri ile abdestli olup olmadığını araştırıp, bir neticeye varmaya çalışmakla amel olunamaz. [213]

2- GUSÜL

Guslün Farzları

Guslün üç farzı vardır:

1- Mazmaza (ağza su vermek).

2- İstinşak (burna su vermek).

3- Bütün bedeni yıkamak. Yani, Mütûn’da zikredildiği üzere, bütün bedeni bir defa yıkamaktır.

Mazmaza ve istinşak ise Hulâsa’dan naklen abdest konu­sunda anlatılmış olduğu gibidir.

Cünüp olan bir kimsenin su içmesinin zararı yoktur. Su içer­ken, ağzının tamamına su isabet etmiş olursa, bu mazmaza yerine de geçer.

Dişi oyuk olan ve bu oyukta yemek artığı kalmış bulunan kimselerin; dişlerinin arasında yiyecek parçası kalmış olan kimse­lerin gusülleri, esahh olan kavle göre tamamdır. [214]

İhtiyata uygun olan ise, oyuk yerlerden yemek artığım çıkartıp, suyu oraya kadar ulaştırmaktır. [215]

Burunda bulunan kuru kir ise guslün tamamına mâni’dir. [216]

Tırnak Arasındaki Hamurun Durumu:

Tırnak arasında bulunan hamur, gusltin tamam olmasına mâni’dir. Fakat, bu durumdaki kir, gusle mâni değildir. Bu hususta, köylü ve şehirli birbirlerine müsavidir.

Tırnakta bulunan toprak ve çamur da gusüle mâni değildir.

Hurma toplayan kimselerle boyacıların tırnaklarına bulaş­mış olan şey, guslün tamam olmasına mânî’dir.

“Ancak, bunların hepsi zaruret ve temizlenmelerinde zor­luk olduğu zaman ve zaruret yerlerinde bulunduğu takdirde caizdir. Ve şer’î kaidelerden müstesnadır.” demiştir. [217]

Bir kimsenin bedenine balık pulu veya çiğnenmiş ekmek ya­pışmış olur ve bunlar da bedende kurumuş bulunursa; yıkandıkları zaman, bunların altına su ulaşmazsa, o kimsenin guslü caiz olmaz.

Fakat, bedeninde sinek veya pire pisliği bulunan kimsenin guslü caiz olur. [218]

Bir kimsenin vücudunda bir yara bulunsa ve bu yaranın ka­buğu kabarmış olsa, fakat etrafları henüz deriye bitişik bulunsa ve bu sebeblev altına su ulaşmazsa, bunda bir beis yoktur. Sonra­dan kabuk yerinden kopanlirsa, tekrar yıkanması gerekmez. [219]

Gusül esnasında, suyu gözlerin içine ulaştırmak farz değil­dir. [220]

Kadınların Örülü Saçlarının Durumu:

Gusül esnasında, şayet su, kadının saçının dibine ulaşıyor­sa, örülü saçını çözmesi lazım değildir. Yani, kadının, gusül esnasın­da, suyu zülüflerinin araşma ulaştırması gerekli değildir. [221]

Şayet kadının saçı çözülmüş olursa, onlara suyu ulaştırmak vacib olur.

Erkeğin de, sakallarının arasım yıkaması vacibdir. Nitekim, sakallarının diblerini yıkamakta vacibtir.

Erkeğin saçları örgülü olsa bile, aralarını yıkaması vacibdir. [222] Kadın, başına kokulu bir şey yapıştırmış olsa da, bu sebeple su saçlarının dibine ulaşmasa; suyun, saçların dibine erişmesi için, o şeyi izale etmek yani ortadan kaldırmak kadına vacib olur. [223]

Gusül esnasında, kadınm, küpesini ve dar olan yüzüğünü oy­natması vacibdir.

Şayet küpesi yoksa, yine küpe deliğine suyun ulaşması, guslü. caiz olması için şarttır. Eğer su girmezse, kadınm, buraya suyu ken­disinin ulaştırması gerekir. Fakat, kadın -su kolay girsin diye- küpe deliğine, çöp ve benzeri şeyleri sokmakla mükellef olmaz. [224]

Göbeğe Su Ulaştırmak:

Gusül esnasında, suyu göbeğin içine ulaştırmak vacibdir. Bunu temin edebilmek için de, bir kimsenin göbek deliğine parmağı­nı sokması uygun olur. [225]

Cünüplükten çıkmak için gusletmekte olan bir kimse, suyu, zekerinin kılıfı içine ulaştırmasa da guslü caizdir. Muhıyt’te de böy­ledir. Vâkıatu’n-Nâf’î’de de:

“Muhtar olan budur.” denilmiştir. [226]

Suyun, kılıfa girdirilmesi ise müstehabtır. [227]

Cünüblük halinde veya hayız ve nifas hallerinde, kadının, fercinin dışını yıkaması vacibtir; abdestte ise sünnettir. Serahsî’nin Muhıyt’ınde deböyledir.

Fetâvâ-i Gıyasiyye’de:

“Kadın, guslederken, parmağını fercine girdirmez.” denilmiştir. Muhtar olan da budur. [228]

Bir kimse, yağlanmış olsa da yağlandığı yerin üstüne su dökse, su altına ulaşmasa bile, o kimsenin guslü caiz olur. [229]

2- GUSLÜN SÜNNETLERİ

Guslün sünnetleri şunlardır:

1- Bileklerle beraber elleri üç defa yıkamak.

2- Avret mahallini yıkamak.

3- Bedende pislik varsa onları temizlemek.

4- Namaz için alman abdest gibi abdest almak. Fakat, ayakla­rı yıkamayı, guslün sonuna bırakmak. [230]

5- Gusül’de önce avret mahallini yıkamak da sünnettir. Bu hususta, avret mahallinde, necasetin olup olmaması müsavidir. Hades olsa da olmasa da, diğer azaları yıkamadan önce, abdest almakta sünnettir. [231]

Haseüi’in rivayetine göre gusleden kimse, başım meshetmez. Fa­kat sahih olan başın meshedilmesidir. [232]

6- Suyu başına ve vücudunun diğer yerlerine dökerek üç defa yıkamak. [233]

Sahih olan kavle göre, birinci yıkayış farz, diğer iki yıkayış ise, sünnettir. [234]

7 – Suyun dökülüş şurası şöyledir : Guslederken önce üç defa sağ omuza, sonra üç defa sol omuza, daha sonra da üç defa başa ve diğer yerlere su dökülür. Mi’râcü’d-Dirâye’de de böyledir. Esahh olan da budur. Zâhidî’de de böyledir.

8- Gusleden kimse, daha sonra yıkandığı yerden ayrıin ve ayaklarım yıkar. Muhıyt’te de böyledir. Ayaklarını sonra yıkamak, suyun ayak altında birikip kaldığı zaman yapılır.

Fakat, gusleden kimse bir tahta veya taş üzerinde yıkanıyorsa, yani dokunduğu su ayaklarının altında toplanmıyorsa, ayaklarını yı­kamayı sonraya bırakması gerekmez. Cevheretün – Neyyire’de de böyledir.

Şimdi de, bazı alimlerimizin zikretmiş olduğu, gusüîle ilgili sün­net ve edebleri sıralayalım :

9- Gusle, kalb ile niyyet ederek başlamak ve dil ile de “Cünüblüğün giderilmesine…” veya “Cünüblük için gusletmeye..”, “Niy­yet ettim.” demek de sünnettir.

10- Sonra da, ellerini yıkarken Allahu Teala’nın achnı anar (Besmele çeker.)

11- Gusleden kimse, bundan sonra istinca yapar. [235]

12- Guslederken, suyu normal bir miktarda kullanmak, faz­la veya noksan harcamamak da sünnettir.

13 – Guslederken, kıble cihetine dönmek de sünnettir.

14- Yıkanırken, bütün uzuvlarını iyice ovalamakta, guslün sünnetîerindendir.

15- Guslederken, kimsenin görmeyeceği bir yerde yıkanmak da sünnettir.

16- Guslederken hiç bir şey konuşmamak müstehabtır.

17- Guslettikten sonra, bir havlu ile kurulanmak da müste­habtır. [236]

3- GUSLÜ İCAB ETTİREN HALLER

Guslü icab ettiren hallerin birincisi cünüblüktür. Cünüblük, şu iki sebebten biri ile sabit olur.

1- Meninin, Dıfk İle (Atılarak), Dokunma Sebebi İle Girme, Olmaksızın Şehvetle Birine Bakmaktan Dolayı Veya İhti-Lâmla Veyahut Da İstimna İle (Elle Meni Çıkarmak Sureti İle) Çıkma­sı

Bu durumda, meninin uykuda veya uyanıkken, kadından veya erkekten çıkması arasında, cenabet olma bakımından bir fark yoktur. [237]

Meninin çıkışındaki şehvete itibar, meninin yerinden ayrılış zamanmadır. Meninin, zekerin deliğinden çıktığı vakte itibar edil­mez. [238]

İhtilâm Olan Kimsenin Durumu:

Bir kimse, ihtilâm o’duğu veya bir kadına bakmasından do­layı, menisinin şehvetle yerinden ayrıldığı zaman, şehveti sakinleşinceye kadar, zekerini tutsa da, sonra o kimseden meni aksa, İmâm-i A’zam ve İmâm Muhammed’e göre, o kimseye gusül lazım olur. İmâm Ebû Yûsuf’a göre ise, lazım olmaz. [239]

Kendisine gusül icab etmiş olan bir kimse, uyumadan ve bevletmeden önce yıkanmış olsa ve sonra da namaz kılsa, bundan sonra da meninin arta kalan kısmı çıkmış bulunsa, bu durumda İmâm-i A’zam Ebû Hanîfe ve İmâm Muhammed’e göre, o kimsenin tekrar yıkanması gerekir. İmâm Ebû Yûsufa göre ise, tekrar yıkan­ması gerekmez.

Fakat, her üç imamımıza göre de, kılmış bulunduğu namazı tekrar kılması (iade etmesi) gerekmez. [240]

Şayet, bevlettikten veya biraz uyuduktan veyahut da bir mik­tar yürüdükten sonra, o meni çıkmış olursa, bu durumda, o kimse­nin tekrar gusletmesinin gerekmediği hususunda, imâm-arımızın it­tifakı vardır. [241]

îhtilâm olan bir kimsenin menisi, yerinden ayrılır ve fakat zeker deliğinin başında görünmezse, o kimsenin gusletmesi gerek­mez. [242]

Bir kimsenin, bevlettiğinde, menisi çıkarsa, bu durumda eğer zekeri yaygın ise, o kimseye gusül lâzım gelir; değilse, abdest lazım gelir. [243]

Kocası ile cima ettikten sonra yıkanan bir kadından, yıkan­dıktan sonra, kocasının menisi çıksa; o kadına, gusül değil, abdest lâzım gelir.

Uyandığı zaman, yatağında veya uyluğunda yaşlık bulan bir kimse, ihtilâm olduğunu da hatırlamakta olsa; eğer, o yaşlığın, meni veya mezi olduğuna kanaat getirir veya meni mi, mezi mi ol­duğunda şüpheye düşerse, o kimse üzerine gusül lazım olur. Fakat, o yaşlığın vedi olduğuna kanaat getirirse, kendisine gusül gerek­mez.

Eğer, yaşlığı görür fakat ihtilâm olduğunu hatırlamaz ve yaşlığın da vedi olduğu kanaatine varırsa, yine, o kimseye gusül gerekmez.

Fakat, bu yaşlığın meni olduğu kanaatine varırsa, gusletmesi icabeder.

Eğer, o kimse, yaşlığın, mezi olduğuna inanırsa, yine gusletmesi icab etmez.

Şayet, bu yaşlığın, meni veya mezi olduğu hususunda şüpheye düşerse; İmâm Ebû Yûsuf’a göre, ihtilâm olduğuna kanaat getirme­dikçe, gusletmesi lazım olmaz. İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe ile İmâm Muhammed’e göre ise, bu durumda, gusletmesi gerekir. Bu kavilleri Şeyhu’l-İslâm nakletmiştir.

Kâdî İmâm Ebû Ali en-Nesefî, şöyle demiştir:

“Hisara, İmâm Muhammed’den, Nevâdir’de onun şöyle dediğini nakletti: Bir adam, uyandığı vakit, zekerinin deliğinde yaşlık bulsa ve ihtilâm ol­duğunu da hatırlamasa; eğer, zekeri, uyumadan önce yaygın idiyse, o kimsenin gusletmesi gerekmez. Fakat, o yaşlığın, meni olduğuna kanaat getirirse, o zaman gusleder. Fakat, o kimsenin zekeri, uyumadan önce, sakin idiyse, o senin üzerine gusül lâzım olur.

Şenısu’1-Eimme Halvânî:

“Bumes’ele çok zaman vuku’ bulur. Fakat, insanlar bundan habersizdirler. Bu meseleleri hıfzetmek (akü da bulundurmak) gerekir.” demiştir. [244]

thtilâm olduğunu hatırlayan ve inzal lezzetini duyan bir kimse, bir yaşlık görmese, o kimsenin gusletmesi lazım gelmez. Zâhârü’r-rivâve’de hüküm, kadın için de böyledir.

Kadının, üzerine guslün farz olması için, menisinin, fercinin dışma çıkmış ohnası şarttır. Fetva da bunun üzerinedir. [245]

Oturduğu yerde veya ayakta veya yürüdüğü halde uyuyan kimse, uyandıktan sonra, bir yaşlık bulsa; yatarak uyuyan kimse hakkındaki, hükme tabi’dir. [246]

Bayılan Kimsenin Durumu

Bayılmış olan bir kimse, ayıldığı zaman, uyluğunda veya el­bisesinde mezi bulsa, o kimsenin gusletmesi lazım gelmez. Sarhoş da böyledir. Bu haller, uyku gibi değildir. [247]

Bir kimse, uyandıktan sonra, ihtilâm olduğunu hatırlasa fakat bir yaşlık görmese, bir müddet bekledikten sonra mezi çık­sa, o kimseye gusül lazım gelmez.

Gece ihtilam olan ve fakat uyanınca yaşlık görmeyen bir kimseden, abdest alarak sabah namazım kıldıktan sonra, meni in­se, o kimseye gusül lazım olur. Zehiyre’de de böyledir. Ancak, bu kimse, kılmış olduğu sabah namazını iade eylemez, (tekrar kılmaz.)

Namaz kılarken uyuyup ihtilam olan bîr kimseden, meni, namazı tamamlanınca kadar inmese de, namaz bittikten sonra in­se, bu kimse gusleder; fakat namazını iade etmez. [248]

2- İlâç (Girmek)

Bil ki yoldan fere ve dübür birine, zekerin haşefesi girdiği zaman, bu işi yapana (faile) de, yaptırana (mef’ûle) de gusül farz olur.

Bu durumda, inzal vaki olması ile olmaması arasında bir fark yoktur. Bu, bizim, imamlarımızın takip ettiği yoldur. [249] Sahih olan da budur. [250]

Haşefesi kesik olan bir kimsenin, zekerinin geri kalan ye­rinden haşefe miktarı girdiği zaman, gusletmesi gerekir. [251] Hayvan, ölü ve cima olunmayan küçük çocuğa yapılan mücamaatta, inzâi vuku bulmazsa, gusül gerekmez. [252]

Kız veya dul olan bir kadına, fercinin haricinden cima yapılırsa da, meni kadının rahmine (döl yatağına) ulaşsa, o kadına gusül lazım olmaz. Çünkü bu durumda, ne haşefe girmiştir ve ne de inzân vuku bulmuştur.

Ancak, bu durumda kadın hamile kalmış olursa, gusletmesi ge­rekir. Çünkü hamilelik, inzalin vuku bulmuş olduğunu gösterir. [253]

Bir kadın, bu şekilde hamile kalmış olursa, gusletmesi ge­rektiği gibi, o mücamaatı yaptığı vakitten itibaren, kılmış olduğu namazları ıda iade eder. [254]

Bir kadın:

“Cinni, benimle mücamaattâ bulunuyor; ben de, kocamla yaptığım cima’nuı tadını buluyorum.” demiş olsa bile, o kadına, gusül gerekmez. Serahsî’nin Muhıyt’inde de böyledir.

On yaşındaki bir çocuk, balığa bir kadına cima etse, kadına gusletmek lazım olur; çocuğa ise, lazım olmaz.

Fakat, itiyaten ve alışması için,. o çocuğa da gusletmesi emredilir. Nitekim, bu sebeblerle, o yaştaki çocuğa, namaz da emredilir.

Eğer, erkek, buluğa ermiş bulunur, kız da henüz bâliğa ol­mamış olursa, erkeğin gusletmesi lazım olur; kadının ise lazım ol­maz.

Husyelerle cima yapılsa, faile de mef’ûle de gusûl gerekir. [255]

Bir kimse, zekerine bir bez sararak, (ferce) girdirmiş olsa fakat bu durumda da inzal vaki olmasa; âlimlerin bazıları:

“O kim­seye gusül gerekir” demişler; bazıları ise “Gerekmez” demiş­lerdir.

Esahh olan: Eğer, sarılan bez ince olur da, kişi fercin sıcaklı­ğım ve tadını hissederse, gusletmesi üzerine vacib olur. Fakat, bun­ları hissetmezse, gusletmesi gerekmez.

İhtiyata uygun olan, her iki halde de, o kimsenin gusletmesidir.

Hünsâ-i müşküle (erkeklik ve kadınlık aletlerinin her ikisi de bulunan veya her ikisi ide bulunmayan ve erkek mi, kadın mı ol­duğu bilinmeyen kişi), zekerini, bir kadının önüne veya arkasına girdirse, kendisinin gusletmesi gerekmez.

Hünsâ’nm ferci hakkında da, durum ayrııdır.

Eğer bir erkek, hünsâ-i müşkilin fercine zekerini ihlâl etse, o erkeğin gusletmesi gerekmez.

Tabiîdir ki, bu söylediklerimizin tamamı inzal vaki olmadığı vakittedir. Yoksa, inzal vaki olursa, bu inzal sebebi ile, o kimsenin gusletmesi gerekir. [256]

Hayız ve nifas halleri, guslün sebeplerindendir.

Hayız ve nifas kam, fercin haricine çıktığı vakit, kadına gus­letmesinin vacib olduğudur. [257]

Guslün Çeşitleri

Guslün, dokuz nev’i vardır. Bunlardan üçü, farz olan gusül; bi­ri, vacib olan gusül, dördü, sünnet olan gusül ve biri de, müstehab olan gusüldür.

Farz olan gusüller;

1- Cünüblükten dolayı gusletmek.

2- Hayız’dan dolayı gusletmek.

3- Nifas’dan dolayı gusletmektir.

Vacib olan gusül ise, ölünün gasledilmesidir. [258]

Cünüp olan kâfir, sonradan müslüman olursa, onun da, gusletmesi de vacibtir. [259]

Yalnız, hayız kanı kesilmiş bulunan kâfire bir kadın, müslüman olsa, onun gusletmesi vacib olmaz.

Sabiyye, (kız) hayz hali ile buluğa ermişse, hayzı kesildikten sonra gusleder.

Erkek de, ihtilâm sebebile buluğa erince, esahh olan kavle göre, gusletmesi vacib olur. [260] İhtiyata uygun oian, bu durumların hepsinde de, guslün vacib oluşudur.

Sünnet Olan Gusüller :

1- Cum’a günü yapılan gusül.

2- Bayram günü yapılan gusül.

3- Arefe günü yapılan gusül.

4- ihram zamanı yapılan gusül.

Müstehab Olan Gusül:

Cünüp olmadığı halde, müslüman olan kâfirin, gusletmesi müstehabtır. [261]

Sahih olan kavle göre, cum’a günü, namaz için gusül yap­mak da müstehabtır. [262]

Hatta, bir kimse, sabahtan sonra gusletmiş olsa da, sonra abdesti bozulmuş bulunsa; dolayisıyle, cum’a namazını abdest alarak kılmış olsa ve cumadan sonra gusletse; bu durumda, sünnet yeri­ne getirilmiş olmaz.

Şayet, cum’a günü bayram olsa ve kişi de ayrıı gün, cima etmiş bu’unsa; sonra da, hepsine birden bir gusül yapsa; bu kimse­nin guslü, hepsinin yerine geçer ve dolayısryîe, sünneti de yerine getirmiş olur. [263]

Kâfî’de zikredildiğine göre : Bir adam, sabahtan önce gus­letmiş olsa ve onunla cum’a namazı kılsa; Ebû Yûsufa göre, gus­letmiş olmanın faziletine kavuşmuş olur. Ebû Hasen’e göre ise, bu fazilete erişmiş olmaz. [264]

Mendub Olan Gusüller:

Bazı âlimlerimize göre, aşağıdaki durumlarda gusletmek, mendubtur:

1- Mekke’ye girmek için gusletmek.

2- Müzdelife’de, vakfe için gusletmek.

3- Medîne-i Münevvere’ye girmek için gusletmek.

4- Mecnunun cinnetten kurtulunca gusletmesi.

5- Buluğ yaşına eriştiği zaman, çocuğun gusletmesi. [265]

Gusülle İlgili Bazı Meseleler:

Guslü Tehir Etmek:

Cünüp olan kimse, hemen yıkanmaz da, gusletmeyi namaz vaktine kadar tehir ederse, günahkâr olmaz. [266]

Şeyh Sirâcüd-dîn el-Hindî, şöyle nakletmektedir:

“İcma’ya göre, abdesti olmayanın üzerine, abdest almak; cenabet, hayızlı ve nifash olanlar üzerine de, gusletmek; namazdan veya bunlar bulunmayınca, yapılması helâl olmayan bir şeyi yapmadan önce, vacib ol­maz.” [267]

1- Namaz kılmak.

2- Tilâvet secdesi yapmak.

3- Kur’ân-ı Kerîme el sürmek. ve bunlara benzer şeylerdir. [268]

Zahirü’r-Rivâye’de, şöyle zikrolunmuştur:

“Gusletmek için, bir sa (yaklaşık olarak 4.240 kg.) su, abdest için de, bir müd (yaklaşık olarak 1.60 kg.) su, kifayet eder.”

Âlimlerimizden bazıları:

“Abdest alınmayıp, sadece gusiledildiği zaman, bir sa su, kâfidir. Fakat, gusulle abdest bir arada yapı­lacaksa, gusül için bir sa, abdest için de bir müd su kullanılır.” de­mişlerdir.

Âlimlerimizin çoğu ise:

“Bir sâ’ hem abdest, hem de gusül için kâfidir.” demişlerdir. Esahh olan da budur.

Fakat, tabiîdir ki, bu miktar, kifayet miktarının en aşağı dere­cesidir ve kat’î takdir değildir. Yani, bu miktardan azı kafi gelirse, aşırı olmamak şartı ile suyu azaltır ve eğer bu miktar yetmez ise, israf etmeksizin suyu çoğaltır.[269]

Bir kimse, bir müd’den az su ile abdestini güzelce alabiliyorsa, bu da caizdir. [270]

Abdest için, bir müd takdir edilmiş olması, kişinin, istincaya muhtaç olmadığı zamandadır. Eğer, istinca’ya muhtaç ise, bir rıtl (yaklaşık 625 gr.) su ile istinca eder. Bir müd ile de abdest alır.

Şayet, bir kimsenin ayağında mesti bulunur ve istinca’ya muh­taç olmaz ise, rıtl su, abdest almasına kâfî gelir.

Fakat, bunların hiç birisi, -insanların tabiatları farBı oldu­ğundan- mecburî olan hükümler değildir. [271]

Karı ve kocanın, guslederken, ayrıı kapta yıkanmalannida bir beis yoktur. [272]

Ayrıca, cünüp kişinin, abdestlenmeden önce, uyumasında ve ailesi ile cima’ etmesinde de bir beis yoktur. Fakat, abdestlenirse, daha güzel bir iş yapmış olur.

Cünüp bir kimse, gusletmeden bir şey yemek ve içmek is­terse, ellerini Ve ağzını yıkaması uygun olur. [273]

3- SULAR VE HÜKÜMLERİ

1- Kendisi ile abdest caiz olan sular,

2- Kendisi ile abdest caiz olmayan sular, olmak üzere, iki bölüm vardır.

Kendisi İle Abdest Caîz Olan Sular

Kendisi ile abdest almanın caiz olduğu sular da üç nevidir:

1- Akar sular,

2- Durgun sular,

3- Kuyu suları.

1- Akarsular:

Saman çöpünü götürecek kadar akıcı olan sulara, akar su denir. [274]

Bu ölçü, anlaşılmasında güçlük olmayan bir haddir. [275]

Esahh olan kavil ise:

“Akar su, insanların, kendisini akıcı olarak kabul ettikleri sudur”. [276]

Fetvaya göre, akar su ile:

“Pislikten dolayı, kokusu, rengi veya tadı değişmemiş olan sudur,” [277]

İçine Pislik Atılan Suyun Durumu

Akıcı bir suyun içine, cîfe gibi, şarap gibi bir şey atıldığı zaman, onun rengini, kokusunu veya tadını değiştirmezse, su pislen­miş olmaz. [278]

Nehre düşen köpek leşinin üzerinden akan su, üzerinden akmayandan (yani, o leşe değip geçen su, değmeden geçen sudan az ise, o nehrin, alt tarafından abdest alınır. Durum bunun aksi ise, abdest alınmaz. Âlimlerimizden Ebû Ca’fer:

“Hocam bu görüş üze­re idi.” demiştir. [279] Tecnîs’de de bunu doğrulamıştır. [280]

İmâm Ebû Yûsuf (r.a.) ‘a göre, bu üç vasrfdan biri değiş­medikçe, akar su ile abdest almakta bir beis yoktur. [281] Fetva da bunun üzerinedir. [282]

Suyun altındaki cîfe, suyun saflığından değil de azlığından görünmekte ve cîfe, suyun aktığı arkın ortasında bulunmakta ise, bu durumda, suyun ekserisi, o cifeye dokunuyor sayılır.

Eğer, cîfe görünmüyor veya ancak arkın yansından azmi kap­lıyorsa, suyun ekserisi, o cîfeye dokunmuyor demektir. [283]

Bir damın üzerinde necaset bulunsa da, üzerine yağan yağ­mur, evin oluğundan aksa; bu durumda eğer, necaset oluğun yanında ve suyun tamamı veya ekserisi veyahut da yansı, o necasete do­kunarak akıyorsa, işte o su pistir. Durum bunun aksi ise, akan su temizdir.

Eğer necaset, damın üzerinde, oluğun başında değil de, ayrı âyrı yerlerde, dağınık bir vaziyette bulunuyorsa; oradan akan su, pis değildir. Bu su da, akar su hükmündedir. [284]

Bazı âlimlerimiz ise, fetvâlarında:

“Bu su, yağmur devamlı ya­ğıyorsa, akar su hükmünde olur. Ve bu su, damdaki pisliklere değdikten sonra, elbiseye sıçramış olsa, suyun üç vasıftan birisi değişememiş oldukça, elbise pis olmaz.” demişlerdir.

Yağmur, kendisinde pislik bulunan bir tavana isabet eder ve bu tavanda damlamakta olur ve bu damlalar da elbiseye dokunursa; sahih olan kavle göre, yağmur kesilmediği müddetçe, tavandan damlıyan bu su, temizdir. [285]

Tebiye’de:

“Müteğayyir değilse, yani, suyun bir vasfı değişme misse, temizdir.” denilmiştir. [286]

Fakat, yağmur kesilmiş olduğu halde, tavandan su damlarsa, iş­te bu su necistir, pistir. [287]

Nevâzil’de de:

“Müteahhirin de böyle demişlerdir. Sahih olan da budur.” denilmiştir. [288]

Bir nehrin veya bir kayrıağın suyu üzerinde bulunan bir pisliği taşıyıp götürüyor olsa ve fakat bu suyun rengi, kokusu veya tadı değişmemiş bulunsa; bir kimsenin, o pisliğin yanından avuçlayıp alması caizdir ve bu su temizdir.

Bir nehrin suyu, üst tarafından kesilmiş olsa ida, o nehir hakkındaki akıcılık hükmü, değişmez. [289]

Misafirin yanında, geniş bir oluk boru ve ihtiyacına yete­cek kadar da, su dolu bir kabı bulunduğu halde, kalbi suyun yetmiyeceğıne kanaat getirirse; Şeyh Ebû’l-Hasen’den rivayet edildi­ğine göre, bu durumda o misafir, (yolcu) arkadaşlarından birine, kabındaki suyu, oluğun bir tarafından döküp akıtmasını söyler ve bu su ile abdest alır. Oluğun diğer tarafına da temiz bir kap koyarak akan suyu o kabta toplar. Toplanan bu su, hem temizdir ye hem de temizleyicidir. Sahih olan da budur. [290]

Hava Sağır Küçük Havuzun Durumu

Küçük havuzdan (az bir su birikintisinden) bir kaç kişinin abdest alması, şu şekilde mümkün olabilir:

Bir kimse, bu su birikintisinin yanma bir ark (su yolu kazar) ve suyu oraya akıtarak abdestini alır. Böylece, başka bir yere akmış olan bu su, orada da toplanmış olur ve bir başka adam da,, suyun yeniden toplanmış bulunduğu yerin yanına, başka bir su yolu ka­zıp, o suyu akıtarak abdestini alır. Bir başka şahıs da, ayrıı usulle, suyu bir başka yere akıtarak abdestini alır.

Kazılan yerlerin arası, yakın olmuş olsa bile, bu kişilerin, hepsi­nin de, almış olduklan abdestleri caiz olur.

Hatta, çukur iki tane olur ve su birinden çıkarda diğerine akar­sa, bu durumda bile, bu iki çukur arasında abdest alınır. [291]

Bir çok kimsenin, bir akar suyun (nehrin arkın) kenarına, dizilerek, oturup abdest almaları halinde, abdestleri caiz olur. Sahih olan da budur. [292]

Su, bir küçük havuzun bir tarafından girip, diğer tarafından çıkıyorsa, o havuzun, her tarafından abdest almak caizdir. Bu du­rumda olan bir havuzda, 4×4 veya daha fazla olma gibi şartlar aranmaz. Fetva da bunun üzerinedir.[293]

Suyu pislenmiş olan bir küçük havuza, bir taraftan temiz su girer ve havuzun pis suyu diğer taraftan çıkarsa, bu durum hak­kında Fâkih Ebû Ca’fer:

“Bu gibi havuzların temizliğine hükmedi­lir.” demiştir. Bu, Sadrü’ş-Şehîd’in de görüşüdür. Muhıyt ve Nevâzi’de de böyledir. Bizde onu aldık. [294]

Bir küçük havuza, su girer fakat çıkmaz ise, insanların o havuzdan avuçları ile alıp dışarı dökmeleri halinde, o havuzun suyu temizdir. [295]

Avuçlarla su alınırken, havuzun suyunun, sakin durmaması esastır. [296]

Hamamın havuzunun suyu, içine pislik düştüğü bilinmedikçe temizdir.

Bir adam, üzerinde pislik bulunan elini, hamamın havuzuna sokarsa, bu durumda eğer, su sakinse ve kurnadan bu havuza su dökülüyorsa veya insanlar da avuçları veyahut da tasları ile su al­mıyorlarsa, o havuzun suyu pislenmiştir.

Fakat, eğer insanlar, o havuzdan taslan ile su alıyorlarsa; mus­luktan su akmıyor bile olsa veya bu durumun aksi vaki olsa yani mus’uktan su aksa da, insanlar tas veya avuçları ile havuzdan su almıyor olsalar, çoğunluğun görüşü, o havuzun pislenmiş olduğudur.

Şayet, insanlar; o havuzdan su alıyor ve musluktan da ha­vuza su akıyorsa; yine, çoğunluğun görüşüne göre, havuzun suyu pisienmemiştir. [297] Fetva da, bunun üzerinedir. [298]

Akar Suyun Vasıflarından Birinin Bozulması :

Akar suyun vasıflarından birisi bozulup, değiştikten sonra,bu değişiklik temiz bir su vasıtası ile giderilmedikçe değişmiş olan o suyun temizliğine değil, pisliğne hükmedilir. [299]

2- Durgun Sular :

Kendisi ile abdest almanın caiz olduğu suların ikincisi’de, dur­gun sulardır.

Durgun su, çok olduğu zaman, akar su mesabesindedir. Bu durumdaki bir suya, pislik girer ve fakat bundan dolayı, o suyun; rengi, tadı ve kokusu değişmiş olmazsa, bu suypis olmuş sayılmaz. Ulemâ, bu hususta ittifak etmişlerdir. Meşâyihin hepsi de, bunu ka­bul etmiştir. [300]

Durgun bir su içinde, necasetin göründüğü yerin pislenmiş olduğunda ittifak vardır. Bu durumda, necaset isabet eden yer bir küçük havuz genişliğinde bırakılır ve sonra, necaset görün­meyen yerden abdest alınır. Irak Meşâyihi bu görüştedir. Buhârâ Meşâyihi ise:

“Necasetin vuku bulduğu yerden de abdest alınır.” demişlerdir. Hulâsa’da da böyledir. Esahh olan da budur. [301]

Küçük Havuzun Ölçüsü :

Küçük havuzun ölçüsü 4×4=16 arşın murabba (kare) dir. (Bu da, bu günkü ölçülerle, yaklaşık olarak 6,5 metre karedir.) [302]

İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre, büyük çukur, akar su gib’dir. Vasıflarında bir değişiklik olmadıkça pislenmez. [303]

Çokla, azm arasını ayırıcı (fark); Bir su, kullanıldığı taraf­tan necaseti diğer bir tarafa ulaştırıyorsa, bu su, az sudur; aksi hal vâki ise, o suya da çök su denilir.

Ebû Süleyman el-Cûzcânî:

“Eğer bu suyun sathı 10×10=100 arşın (kare) olursa, işte bu su necaseti, bir taraftan diğer .tarafa ulaştırıcı sayılmaz.” demiştir. Meşâyih’in Umumîsi de bunu almış­lardır. [304]

Avuçlandığı zaman, dibi açılmayan suya, derin su denilir. Sahih olan da budur. [305]

Zira’ (arşın) da, mu’teber olan ise, bez ölçenlerin kullandığı arşındır. Ki buna zira’ı kırbası denir. Ve yaklaşık olarak 88,2 san­timdir. Zâhireyye’de de böyledir. Fetva da bunun üzerinedir. [306]

Bu arşına, Zîrâ’ı âmme de denir ki, 6 kabza (24 parmak=yaklaşık 88, 2 santimetre) miktarına bir ölçüdür. [307]

Eğer, havuz yuvarlaksa, 48 arşın kareye i’tibar olunur. [308] İhtiyata uygun olan da budur. [309]

Necaseti (pis olduğu) bilinmediği müddetçe, kokmakta olan havz-i kebîr’de, (büyük havuzda) abdest almak caizdir. [310]

Yazın, içinde su olmayan ve bu durumda iken insanların ve hayvanların kirlettikleri bir büyük havuza; kışın, su dolsa ve bu suyun üzeri de buz tuıtsa; eğer o su, pis bir yerden gelip dolmuş ise yani, pislik suyun havuza girdiği yerde bulunur ve su, bu pisliğe temas ederek girerse bu havuzdaki su da, buz da miktarca çok olsa bile pistir.

Şayet su,.bu havuzun, temiz bir yerinden akarak yine temiz bir yerine birikir ve bu temiz suyun alam, 100 arşın kare (yaklaşık 85 metre kare) olana kadar, bu şekilde temiz olarak ve temiz yere ak­maya devam ederse, bu durum da, bu havuzdaki su da, buz da te­mizdir. [311]

Bir kimse, kamışlıkta veya ekinleri bir birlerine bitişik sulu (bataklık) bir yerde, abdest alsa; eğer, suyun alanı, 100 arşın kare veya daha fazla ise, o kimsenin abdesti caizdir. Kamışların birbirine değmesi, aralarından suyun akmasına ve diğer taraftaki suya ulaşmasına, mani değildir.

Bir kimsenin, suyunun yüzü, tamamen yosun tutmuş bir ha­vuzda abdest alması; eğer bu yosunlar, suyun sallanması ile salla­nıyorsa, caizdir. [312]

Bir kimse, suyu buz tutmuş bir havuzda, abdest almış olsa; eğer suyu sallayınca, inceliğinden dolayı üzerindeki buz kınlıyorsa, o kimsenin abdesti, caiz olur.

Fakat, şayet buz, suyun üzerinde parça parça bir halde bulunu­yor ve ağır olmalarından dolayı, suyu sallamakla da sallanmıyorlar­sa, o havuzda abdest almak caiz değildir.

Fakat, buzun miktarı az olur ve suyu sallamakla buzlar da sal­lanırsa, bu durumda da, bu havuzdan abdest almak caiz olur. [313]

Bir kimse, bir büyük havuz (havz-ı kebîr) donmuşsa, üze­rindeki buzdan bir delik açarak, abdestini alır. Fakat, bu durumda su, buza bitişikse, abdesti caiz olmaz; bitişik değilse, caiz olur. [314]

Şayet su, açılan delikten yukarı çıkar ve buzun üzerine yayılın sa, bu durumda su; avuçlandığı zaman, alttaki buz açümıyorsa, bu­rada alman abdest caiz olur. Aksi takdirde caiz olmaz.

Su, açılan deliğin içinde, bir tasda durduğu gibi durmakta ise, bu durumda o delikten abdest almak caiz olmaz. Ancak, delik 100 arşın kare genişliğinde olursa, oradan abdest almak caiz olur. [315]

Ark Ve Su Oluğu

Su oluğu ve ark da havuz gibidir.

Bir oluğun veya arkın suyu donduğu vakit, eğer su, buzdan ayrı ise, her ne kadar az da olsa, o su ile abdest almak caiz olur.

Fakat, buz ve su, birbirinden ayrı değilde bitişikse, abdest almak caiz olmaz. Muhtar olan da budur. Hulâsa’da, da böyledir.

Bir havuzun görünen yüzü 100 arşın kareden az ve fakat alt kısmı 100 arşın kareden fazla bulunur ve havuzun üst kısmında da necaset olursa, o havuzun, üst kısmının pis olduğuna hükmolunur.

Fakat, sonra, bu havuzun suyu, azala azala, alanı 100 arşın kare olan kesime kadar düşse; esahh olan, burada, abdest almanın ve gusletmenin caiz olduğudur. [316]

Havuz, 100 arşın kareden az, fakat derin ova ve içine de ne­caset düşse; sonra su, yayılsa da alanı, 100 arşın kareye varsa, bu durumda bile, o havuz necistir.

Fakat, havuz 100 arşın kare iken, içerisine necaset düşmüş ve sonra, suyunun noksanlaşmasi ile sathı, 100 arşın kareden azal­mış olsa, bu durumda havuz temizdir. [317]

Bir havuza “Pistir” hükmü verildikten sonra, suyu yere çe­kilip, havuzun altı kurumuş olsa, o havuzun temizliğine hüküm ve­rilir.

Mezkur havuza, ikinci defa su dolmuş olsa, esahh olan kavle göre, pis’iği geri dönmez; yani, artık havuzdaki su ve havuz temiz­dir. [318] Bu kavlin, aksi görüşte olan­larda vardır.

3- Kuyu Suları

Kendisi ile teharetin caiz olduğu suların üçüncüsü de, kuyu sularıdır. Şimdi kuyularla ilgili hükümlere geçelim.

1- Kendisine, temizlenmesi vacib olacak miktarda bir neca­set düşmüş olan kuyunun içindeki su, temizlenirse; kuyunun da te­mizlenmiş olacağında, selefin ittifakı vardır. [319]

Kuyuya Koyun ve Deve Kığısı Düşmesi

Bîr kuyuya, koyun veya deve kığısı düştüğü zaman, bunların miktarı çok olmadıkça, kuyuyu ifsâd etmez. Kirlendirmez. [320]

İmâmı Azam Ebû Hanife Hazretleri, bu hususta:

“Bunlar, kuyuya bakan kimseye, çok görünüyorsa, çok; az görünüyorsa, az­dır.” buyurmuştur. İtimat, bunun üzerinedir. [321]

Bir de, her çekilen kovada, kığı bulunursa, bu çoktur. Aksi halde, azdır. Yani, her kovada bir veya daha fazla kığı çıkıyorsa, bu çok; “Arada sırada bir çıkıyorsa, bu da az demektir. Sahih olan da budur. [322]

Câmi’i-Sağîr’de:

“Kiğı’nın, bütün olması ile dağınık olma­sı arasında fark yoktur. Sahih olan budur. Yaş ile kurusu arasında da, fark yoktur.” denilmiştir. [323]

At, katır, eşek ve sığır tersi ile deve, koyun ve keçi kığdan arasında bir fark yoktur. [324]

Şehir kuyuları ile yaban kuyuları arasında da bir fark yok­tur. [325] Sahih olan da budur. Çünkü, hepsinde de zaruret vardır.

Hamamlar ve kervansaraylar da böyledir. [326]

Kuyuya Bir Canlı Düşerse :

Bir kuyuya; koyun, köpek veya insan, düşer ve ölürse veya hayvan kuyuda şişer veya parçalanıp dağılırsa; hayvan büyük olsun, küçük olsun, kuyunun suyu tamamen boşaltılır. [327]

Hayvanın, tüylerinin dökülmesi de parçalanıp dağılması gibidir. Yani, bu durumda da, kuyunun suyu tamamen boşaltılır. [328]

Bir kuyuya, koyun veya benzeri bir hayvan düştükten sonra canlı olarak çıkarılsa; sahih olan kavle göre, düşen hayvan bizzat pis değilse, vücudunda da pislik yoksa ve ağzı da suya değmemişse, o kuyu pislenmemiştir.

Şayet, hayvanın ağzı suya girmişse, o hayvanın artığına iti­bar olunur: Hayvan, eğer artığı temiz olan hayvanlardan ise, o ku­yunun suyu temizdir. Ve eğer, o hayvan, artığı pis olan hayvanlar­dan ise, kuyunun suyu pislenmiş olur.

Bu durumda, eğer, hayvan, artığı şüpheli olan hayvanlardan ise, kuyunun suyu yine tamamen boşaltılır.

Hayvan, artığı mekruh olan hayvanlardan ise, bu kuyunun suyu da mekruh olmuş olur. Bu durumda müstehâb olan, kuyunun suyunu tamamen boşaltmaktır.

Şayet, kuyuya düşen hayvan, domuz gibi bizatihi pis bir hayvan ise, ağzı suya girmemiş olsa bile su, tamamen pislenmiştir. Sahih olan kavle göre, köpek biayrıihî pis değildir; ağzı suya girmedikçe, su ifsâd olmaz. [329]

Eti yenmeyen vahşî hayvanlar ve kuşlarda böyledir. Kuyu­dan sağ olarak çıkarılırlar ve ağızları da suya değmemiş o’ursa, ku­yudaki suyu pislendirmezler. [330]

Kafirin ölüsü, yıkanmış olsa da, olmasa da pistir. [331]

Ölü bir müslüman, eğer, yıkanmadan önce bir kuyuya düş­müş olursa, suyu ifsâd eder; fakat, yıkandıktan sonra düşmüş olur­sa, suyu ifsâd etmez. [332]

Düşük bebek, ses çıkarttıktan sonra ölmüşse; hükmü, bü­yüklerle ilgili hüküm gibidir. Bu bebek de, yıkandıktan sonra kuyu­ya düşmüşse, suyu ifsâd etmez.

Fakat, eğer ses çıkarmamışsa, yıkanmış olsa bile, kuyunun su­yunu âd eder.

Kuyuya bir şehid düşmüş olursa; su, ne kadar az olursa ol­sun, ifsâd olmaz.

Fakat, şayet, kuyuya şehidden kan akarsa, o zaman, suyu ifsâd eder. [333]

Kayrıayan Kuyunun Suyunu Boşaltmak:

Bir kuyunun tamamını boşaltmak vâcib olur da suyun, fazlaca kayrııyor olmasından dolayı, bu mümkün olmazsa; o kuyudan, 200 kova su çıkarılır. [334] En kolay olan da budur. [335]

Bu durumda, en sahih olan ise: Kuyuda ne kadar su olduğu hususunda, iki kişinin görüşünü alarak, o kadar suyu çıkarmaktır. Fıkıhta, en uygun olan da budur. [336]

Tavuk, Kedi, Güvercin ve Benzerlerinin Kuyuya Düşmesi:

Tavuk, kedi, güvercin ve benzeri hayvanlar kuyuya düşüp öl­müş olsalar, bunlar şişip dağılmamişlarsa, kuyudan 40 veya 50 kova su çıkarılır. [337] En zahir olan da budur. [338]

Fare ve serçe, kuyuya düşüp öldüğü zaman, şişip dağılma­dan önce çıkarılırsa; kuyudan 20 ilâ 30 kova (20 kovadan 30 kovaya kadar) su çıkarılır. [339]

Fakat, fareyi çıkarmadan önce, çıkarılmış olan suya itibar edil­mez. [340]

Farenin, kuyuda ölmesi ile, dışarıda öldükten sonra kuyuya düşmüş.olması arasında,bir fark yoktur. Bu hüküm, diğer hayvanlar için de böyledir. [341]

Farenin kuyruğu, kopartılarak kuyuya atılmış olsa, kuyu­daki suyun tamamı boşaltılır.

Kuyuya “Yunda Kuşu” denilen kuşun düşmesi, farenin düş­mesi menzilesindedir.

Yaban güvercininin düşmesi.ise, kedinin düşmesi gibidir. Bu durumda, kuyudan 40 ilâ 50 kova su boşaltılır. [342]

Büyüklük itibariyle, fare ile tavuk arasında olanlar, fare menzilindedirler.

Tavuk ile koyun arasında olanlar ise, tavuk menzilindedirler. [343]

Görüldüğü gibi, daima küçüğün hükmü büyüğün hükmü gibidir. [344]

Kuyu temizlenmiş olunca; bu işte kullanılan kova, urgan. makara ile kuyunun etrafı ve suyu çeken kimsenin elleri de temiz­lenmiş olur. [345]

Bir kuyuya, pis bir odun veya pis bir bez. parçası düşmüş ve kuyuda kaybolmuş bulmuşa; kuyuya tâbi olarak, odun da, bez parçası da, temiz olmuş olur. [346]

Kendisinden, yirmi kova su çekilmesi vaeib olan bir kuyu­dan, ilk olarak çıkarılan bir kova su, temiz bir kuyuya dökülmüş olsa, bu ikinci kuyudan, 20 kova su boşaltılır.

Bu durumda aslolan, ikinci kuyu, birinci kuyu sebebi ile temiz­lenir.

Şayet, bu kuyuya, ikinci kova da dökülmüş olsa, bu kuyudan, 13 kova su boşaltılır. Eğer, onuncu kova dökülürse Ebu Hafs’ın ri­vayetine göre, bu kuyudan, 11 kova su boşaltılır. Esahh olan da budur. [347]

Bir kuyuda bulunan fare çıkarılıp, ikinci bir kuyuya bırakıl­sa ve bununla birlikte, ikinci kuyuya, birinci kuyudan 20 kovada su dökülmüş olsa; ikinci kuyunun temizlenmesi için, fareyi çıkarttık­tan sonra, 20 kova da su boşaltmak gerekir.

Yirmişer kova su çıkarılması icabeden iki kuyudan, birinin 20 kova suyu diğerine dökülmüş olsa, ikinci kuyudan da yirmi ko­va su boşaltılır. Daha fazla değil.

İki kuyudan birinden 20, ikincisinden 40 kova su boşaltmak lâzım geldiğinde, bu kuyulardan birinin suyu, diğerine dökülmüş olsa; kendisine su dökülen kuyudan, 40 kova su boşaltmak lâzım gelir.

Bu durumda da aslolan, kendisinden boşaltılması gereken ve kendisine boşaltılandan boşaltılması gerekene bakmaktır. İkisininde hükümde bir olması halinde, durum eşittir. Birisinden, diğerine nisbetîe çok çekilmesine hükmedilmişse, bu durumda da az olan, çok olanın hükmüne dahildir.

Buna göre, üç kuyunun, her birinden yirmişer kova su çekmek icab etse de, ilk ikisinin yirmişer kova suyu üçüncü kuyuya dökül­müş olsa, bu üçüncü kuyudan, 40 kova su çekmek icab eder. [348]

İki kuyunun birinden 20, diğerinden 10 kova su, üçüncü bir kuyuya dökülmüş olsa, bu kuyudan 30 kova su boşaltılır. [349]

Birinden 20, ikincisinden 40 kova su çekilmesi gereken iki kuyudan çekilen suyun tamamı, temiz olan üçüncü bir kuyuya dö­külmüş olsa, o kuyudan 40 kova su boşaltılır.

Eğer, 40 kova su çekilmesi gereken kuyudan, 20 kova çekil­mesi gereken kuyuya, 1 kova su dökülmüş olsa, o kuyudan da 40 ko­va su boşaltmak gerekir. [350]

Nevâdir’de, içinde bir farenin ölmüş bulunduğu bir miktar su, bir kuyuya akıtılsa, İmâm Muhammed (r.a.)’e göre, kuyuya akıtılan sudan fazlası ile birlikte, 20 kova da su çıkarılır. Esahh olan da budur. [351]

Fetvalarda:

“İçinde fare ölmüş olan suyun bir damlası bile bir kuyuya dökülmüş olsa, o kuyudan 20 kova su boşaltılır.” denilmiş­tir. [352]

Eğer fare, o su içinde dağılmış bulunursa; bu suyun, bir damlasının dökülmesinden dolayı, kuyunun tamamı boşaltılır. [353]

Pis olan bir kuyunun yanında bulunan su kuyusu; tadı, ren­gi ve kokusu değişmedikçe, temiz sayılır. [354] Aralarındaki mesafe, iki arşınla takdir ve tahdid edilemez.

Fakat, bu iki kuyunun arasında, on arşmhk bir mesafe bile bu­lunsa; eğer su kuyusunda, hela çukurunun eseri bulunursa, o kuyu­nun suyu pistir.

Ama, eğer bu iki kuyu arasında tek bir arşınhk mesafe olduğu halde, su kuyusunda pislik eseri bulunmazsa; o, su kuyusu da, kuyu­da bulunan, su da, temizdir. [355] Sahih olanında bu kavil olduğu, Serahsî’nin Muhıyt’inde -ayrıca- kaydedilmiş­tir.

Bir kuyuda, ne zaman düştüğü belli olmayan fare veya ben­zeri bir hayvan bulunmuş olsa, eğer o hayvan şişmemişse; o kuyu­nun suyundan alınmış olan abdestle kılman, bir gün ve bir gecenin namazı iade edilir.

Ayrıca, o suyun dokunmuş olduğu her şey, yıkanıp temizlenir.

Fakat, eğer o hayvan, şişmiş ve dağılmış ise, üç gün ve üç gecelik namaz iade edilir. Yeniden kılınır. Bu kavil, İmâmı A’zam (r.a.)’ın kavlidir. Diğer iki imamımıza göre ise, ne zaman düş­tüğü bilinene kadar, namazların iade edilmesi gerekmez. [356]

Şayet, bu hayvanın düştüğü vakit bilinirse, abdest ve nama­zın, o vakitten itibaren iade edileceğinde, icma vardır.

O su ile yoğrulmuş hamurun ekmeği, eğer ölen fare da­ğılmış ise, üç günlük ekmeği; dağılmamışsa, bir günlük ekmeği yenmez. Bu görüşü İmâmı A’zam (r.a.) kabul etmiştir. [357]

Kuyudan çıkarılması müstehab olan suların miktarı:

Bir kuyuya, fare düşmüş olursa, 20 kova su çıkarmak müstehabtır.

Kedi ve başı boş tavuk düşmüş olursa, 40 kova su çıkarmak müstehab olur. Çünkü, bu hayvanların artıkları mekruhtur. Ve, ku­yuya düşen bu hayvanların, ağızlarının suya değmiş olması, galib olan ihtimaldir.

Fakat suyun, bu hayvanların ağzına dokunmamış olduğuna gerçekten kanaat etmiş olsak; o kuyunun suyundan, hiç bir miktar­da su çıkarmak lazım gelmez.

Kuyuya düşen tavuk, başıboş bir tavuk değilse, yine kuyu­dan hiç su çıkarılmaz. Bu söylediklerimizin hepsi, Zâhirü’r-Rivâye’dir.

Kuyudan su boşaltmanın müstehab olduğu her yerde, çeki­len su, 20 kovadan az olmamalıdır. Bu hususa, İbrahim’in rivayet ettiğine göre, İmâm Muhammed (r.a.), Nevâdir’de işaret etmiştir. [358]

Suyu mekruh olan bir kuyudan, 10 kova su çekmek müstehabtır. [359] Bu hususu, çeşitli fetvalardan Bedâi’de böyle nakletmiştir.

Kuyuya, bîr koyun düşse de sağ olarak çıkarılmış olsa, kal­bin sakinleşmesi için, o kuyudan 20 kova su çıkartılır. Bu iş, tenûzlik için yapılmış değildir. Hatta, hiç su çıkarılmamış olsa bile, o ku­yunun suyundan abdest almak caizdir. [360]

Kendisi İle Abdest Almanın Caiz Olmadığı Sular

Karpuz, hıyar, acur ve gül suyu ile sirke gibi akıcı olan şeylerin içilenleri ile de, içilmeyenleri ile de, abdest almak caiz ol­maz. [361]

Tuz suyu ile abdest alınmaz. [362]

İncelikleri gidip katılaştıklan zaman sabun ve çöğen suları ile abdest alınmaz. Ancak, incelikleri bakî kalır ve letafetleri bulu­nursa, bunlarla abdest almak caizdir.

Üzüm çubuğundan akan su ile de abdest alınmaz. [363] Evceh olan da buldur. [364] Ehvat olan da budur. [365]

Sonbaharda, içine ağaçların yaprakları dökülerek vasıfla­rından her üçü de bozulmuş olan sudan abdest almak, bütün âlim­lerimize göre caizdir. [366]

Eğer, ince olur ve suyu galib bulunursa; za’feran, gül ve bo­ya suları ile abdest almak caizdir.

Fakat, eğer kırmızılığı galib olur ve kendi özelliklerini koruyu­cu bulunurlarsa, bunlarla abdest almak caiz olmaz.[367]

Bir suyun içine boya veya mazı atıldığı zaman, eğer onunla yazı yazılınca, kağıt üzerine nakış yaparsa iz bırakırsa, o su ile ahdest almak caiz olmaz. Aksi halde, caiz olur. Bahrü’r-Râık, bu hususu Tecmîs’dan nakletmiştir.

Çamur, toprak, kireç alçı sebebi ile veya uzun süre bekle­mekten dolayı bozulmuş olan, mutlak su ile, abdest almak caiz olur. [368]

Suyu ga^ib olup, ince olduğu zaman, her ne kadar toprak karışmış olsa da, sel suyu ile abdest almak caizdir. Sel suyunun, acı veya tatlı olması arasında da bir fark yoktur.

Fakat, eğer çamur gibi katı bir kıvama uiaşrmşsa, sel suyu ile abdest almak caiz olmaz.

Islanması için içine nohut, fasulye bırakılmış olan su, ta­dını ve rengini değiştirmiş olsa bile, inceliği kaybolmadıkça onunla abdest almak caiz olur.

Fakat, şayet o suyun içinde, nohut veya fasulye pişmiş olur ve bunların kokusu suya sinmiş bulunursa, o su ile abdest almak caiz olmaz. [369]

Temizliği fazlalaşsın diye, içinde sabun ve çöğen kayrıatılan su ile abdest alınmış olunursa; bu abdestin caiz olduğunda ittifak vardır.

Ancak, bu şekilde ‘kayrıatmakla su katılaşmış olursa, abdest caiz olmaz. [370]

Su içine ekmek ıslatılmış olursa, suyun inceliğinin bakı kal­ması halinde, onunla abdest almak caiz olur.

Fakat su, bu sebeple kalmlaşıp katılaşmış olursa, abdest caiz olmaz. [371]

Mutlak suya, temiz ve akıcı olan şeylerden sirke, süt, üzüm suyu (hoşaf) ve benzeri gibiler karıştığı zaman, bu yeni karışma “Su” ismi verilemiyorsa, onunla abdest almak caiz olmaz.

Bu durumlarda, yeni karışımın rengine de bakılır: Eğer, karı­şan şeyin rengi, suyun rengine muhalifse, -süt, boya za’feran ve benzeri şeyler gibi- bu durumda, rengin çokluğuna itibar edilir.

Fakat, eğer karışan şeyin rengi değişik olmaz da tadında bir değişiklik bulunursa, -beyaz olan üzümün suyu ve sirkesi gibi- bu durumda da, yeni karışımın tadına itibar edilir.

Şayet, suya karışan şeylerin, bu iki özelliklerinde de, suya göre bir değişiklik olmazsa, bu durumda da cüzlerine itibar edilir.

Cüzlerinin eşit olması hali ise, Zahirü’l-Rivâye’de zikrolunmamıştır. Ancak, “Bu durumda yeni karışımın hükmü, mağlub olan suyun hükmü gibidir.” demişlerdir. [372]

Ebû Hanife (r.a.):

“Hurma suyu ile abdest alınır. Hurma suyu ile abdest aldıktan sonra, ayrıca, temiz bir toprakla teyem­müm etmeye lüzum yoktur.” demiştir. Câmau’s-Sağîr’de, Şerhi Tahâvî’de ve ekseri metinlerde de böyledir.

Kitâbüs-Salât’ta da:

“Hurma suyu ile abdest alınır. Fakat, bununla birlikte, teyemmüm de edilmiş olursa, bu bana daha sevim­li gelir.” şeklinde de bir kavli vardır.

İmâm Ebû Yûsuf (r.a.):

“Abdest almak için, başka bir su bulunmasa bile hurma suyu ile abdest alınmaz. Bu durumda temiz bir toprakla teyemmüm edilir” demiştir.

İmâm Muhammed (r.a.) ise:

“İhtiyaten, bu ikisinin arası cem’edilir; yanî, bu durumda, bir kimse hem hurma suyu ile abdest alır ve ayrıı zamanda, hem de temiz bir toprakla teyemmüm eder. Bu ikisi arasında bir sıra yoktur; hangisi evvel veya sonra yapılmış olursa olsun caizdir.” demiştir. [373]

Esed bin Necm, Nuh bin Ebî Meryem ve Hasen, Ebû Hanîfe Hazretlerinden, gerçekten Ebû Yûsuf (r.a.)’un kavline benzer bir kavil de zikretmişler ve bu kavle sonradan döndüğünü bildir­mişlerdir. Sahih olan da Ebû Hanîfe (r.a.)’nin bu son kavil ve ayrıı şekildeki Ebû Yûsuf (r.a.)’un kavlidir. Şerh-i Câmiü’s-Sahîh’de de böyledir Fetva, da Ebû Yûsuf (r.a.)’un kavli üzerine­dir. [374]

Yukarıda söylediğimiz hususların tamamı, hurma suyunun tatlı olduğu veya ekşimiş bulunduğu durumlardadır.

Fazla, hurma suyu kayrıatılıp, kıvamının koyulaştığı ve köpürdüğü zaman, onunla abdest almak -ittifakla- caiz değildir. Çünkü, böyle yapıldığı zaman, o içki olmuş olur. Yanî, yukarıdaki hükümler çiğ olduğu zamanla ilgilidir. [375] Fakat, eğer hurma suyu. az bir miktar pişerse, bu durumda ister tatlı, ister acı ve isterse âz müskir olsun- onunla abdest almak caiz olur. Esahh oları da budur. [376]

Mtifîd ve Mezîd’di:

“Bir suyu içine hurmalar alılır ve su miktarını; fakat bu durumda yine ona su ismi verilirse ve inede olursa, o su ile abdest almanın caiz olduğu hususunda arkadaşlarımız arasında görüş ayrılığı yoktur.” denilmiştir. [377]

Hurma suyunun gayrisi ile abdest almak caiz değildir. [378]

Ayrıca, hurma suyu, pekmez gibi katı bir kıvama gelmiş olursa, onunla abdest almak da caiz değildir. [379]

Hurma suyu ile gusletme konusunda, âlimlerimiz arasında görüş ayrılığı vardır.

Ebû Hanîfe (r.a.) indinde, en sahih olan, onunla gusletmenin caiz olduğudur. [380]

Müfîd’de ise: Esahh olan, hurma suyu ile gusletmek caiz değildir. Çünkü, cenâbetlik, iki hadesin en ağırıdır. Cünüplükte olan zaruret, abdestle olan zaruretten -daha aşağıdır; bu durumda, onun üzerine kıyas edilemez. Tebyîn ve Câmiü’s-Sağîr’de de böyledir. Esahh olan da budur. [381]

Hurma suyu ile abdest alırken ve guslederken, niyyet etmek şart kılınmıştır. Nitekim, temiz bîr toprakla teyemmüm ederken de niyyet şarttır. [382]

Mâ-i mutlak (temiz su) bulunduğu yerde, hurma suyu ile abdest almak caiz değildir.

Bir kimse, hurma suyu ile abdest aldıktan sonra, temiz bir su bulursa, o abdesti bozulur. [383]

Bir kimsenin, kullanmaya gücü yettiği mekruh bir su var­ken, hurma suyu ile abdest alması da caiz olmaz.

Şayet, meşkûk (temiz mi, pis mi olduğu hususunda şüphe edilen) su, hurma suyu ve temiz toprak, bir arada bulunsalar; bu durumda, Ebû Hanîfe (r.a.)’ye göre, yalnız hurma suyu ile abdest alınır; Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre, şüpheli su ile abdest alınır ve aka­binde teyemmüm de edilir, hurma suyu ile abdest alınmaz; İmâm Muhammed (r.a.)’e göre ise, bu üçünün de arası cem edilir. Yani,hem her iki su ile ayrı ayrı abdest alınır ve hem de teyemmüm edilir. Bunlardan birini terketmiş olsa, abdesti caiz olmaz. Bunları takdim te’hir (öne almak, sona bırakmak) caizdir ve müsavidir.

Ma-i Müstamel (Kullanılmış Su)

Kullanılmış suyun, temizleyici olmadığında, ittifak vardır. Kullanılmış su ile abdest almak caiz olmaz.

Kullanılmış suyun, temiz olup olmadığında ise ihtilâf var­dır. İmâm Muhammed (r.a.):

“O temizdir.” demiş ve bu kavli Ebû Hanife (r.a.)’den rivayet etmiştir. Fetva da bunun üzerine­dir. [384]

Kendisi ile hades giderilmiş olan veya Allah’a yakınlık kastı ile kullanılmış bulunan su, sahih olan kavle göre, bir uzvun hadesini giderici gibi mâ-i müsta’meldir. [385] Hades, bü­yük olsun küçük olsun müsavidir. [386]

Bir adam kollarını yıkarken, başka birisi, ellerini altına tut­sa da, o su ile bir yerini yıkasa, caiz olmaz. [387]

Abdesti olmayan, cünüp bulunan veya hayızlı olan bir kim­se, su almak için, temiz olan elini, bir su kabına soksa, zaruretten dolayı o su, müsta’mel olmaz. [388]

İbriğini suya düşüren ve onu çıkartmak maksadı ile ellerini dirseklerine kadar suya sokan kimsenin, ellerini sokmuş bulundu­ğu bu su da, müsta’mel su olmaz.

Bir kimse, elini veya ayağım, serinlemek maksadı ile bir su kabına sokmuş olsa, bu su yukarıdakilerin hilâfına müsta’mel su sayılır. Çünkü, burada bir zaruret yoktur. [389]

İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’tan gelen ma’rûf bir rivayette, su­yun müsta’mel sayılması için, uzvun tamamının suya girmesi şart kılınmıştır. [390]

Bir veya iki parmağı sokmakla, su müstamel sayılmaz; fakat, avucun girmesi ile su müsta’mel olur. [391]

Cünüp olan bir kimse, kovayı almak için kuyuya dalsa, Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre, adam hâli üzeredir, (yani cünüptür) ve su da, hali üzeredir, (yanı temizdir.)

İmâm Muhammed (r.a.)’e göre ise ikisi de temiz sayılır. İmâm-ı A’zam (r.a.)’a göre ise, her ikisi de pistir.

Fetva ise, İmâm Muhammed’den gelen kavle göredir. Çünkü, adam sudan ayrılmadan önce, o suya, müsta’mel su hükmü verilme­miştir. Rivayetlerin en muvafık olanı da budur, [392]

Bir adam, namaz kılmak maksadı ile gusletmek için, bir kuyuya dalmış olsa, görüş birliği ile suyu ifsad eder.[393]

Hayızlı bir kadın, eğer, kanın kesilmesinden sonra kuyuya düşmüş ve azalarında da pislik yoksa, bu durumda, kadının düşme­si, cünübün düşmesi gibidir.

Ve eğer kadın, kuyuya kan kesilmeden önce düşmüşse, bu du­rumda o kadımn düşmesi, temiz bir erkeğin düşmesi gibidir. Çünkü, bu durumda o kadın, kuyuya düşüp çıkması sebebi ile hayız halin­den çıkmış ve temizlenmiş değildir. [394]

Abdest azalarının haricinde, uyluk veya yan gibi bir yer, bu­su ile yıkanmış olsa, esahh olan kavle göre abdest azalarının hila­fına olarak o su, müsta’mel olmaz. [395]

Bir kimse, abdestli iken, tıraş olmak için başını yıkamış ol­sa, o su müsta’mel olmaz. [396]

Abdestli olan bir kimse, çamur, hamur veya terini gidermek için abdest atea veya serinlemek için yıkansa, su müsta’mel olmaz. [397]

Abdestli olmayan bir kimse, serinlemek maksadı ile veya öğrenmek, öğretmek için abdest almış olsa, bu su İmâm-ı A’zam (r.a.) ve İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre, müsta’mel olur. İmâm Muhammed (r.a.)’e göre ise, müstamel olmaz. [398] Hisâmî’nîn Camîü’s-Sagîr’inde:

“Sabinin abdest alması ile, eğer o sabî (çocuk), aldı erer çağda ise, su müsta’mel olur. Fa­kat çocuk, aklı erecek çağda değilse, su müstağmel olmaz.” denil­miştir. [399]

Bir kimsenin yemek yemek için veya yemekten sonra elini yıkaması ile su, müsta’mel olur. Fakat, bunu bir sünneti yerine ge­tirmek kasdı ile yapmışsa su müstamel olur, değilse olmaz. [400]

Kadın, saçma başkalarının saçını eklemiş olsa, sonra da, o uladığı saçı yıkasa, su müsta’mel olmaz. Fakat, eğer kendi saçını yıkarsa, su müsta’mel olur. [401]

Ölü bir insanın, başının yıkandığı su, müsta’mel olur. [402]

Cünüp bir kimse yıkanırken, bedeninden, su kabına su sıçrasa, bu hâl, suyu ifsâd etmez.

Fakat, cünüp kimsenin bedeninden akmakta olan su, akarak su kabına girmiş olsa, suyu ifsâd eder.

Yine bu su, bir hamamın havuzuna az olarak dökülmüş .olsa, havuzun suyuna galebe elyemedikçe, İmâm Muhammed (r.a.) ‘e gö­re, havuzdaki suyu ifsad etmez. [403]

Ölünün yıkanmış olduğu su, İmâm Muhammed (r.a.)’e göre, esas itibariyle necistir. Çünkü ölü, genellikle pislikten hali değildir. [404]

Bir adam, sirke veya gül suyu ile abdest almış olsa, bütün âlimlere göre, bu şey müsta’mel olmaz. [405]

Kullanılmış su (mâ-i müsta’mel), bir kuyuya döküldüğü za­man, eğer kuyunun suyundan az olursa, onu ifsad eylemez.

Fakat, bu su, kuyunun suyuna galebe eylerse, o zaman, kuyunun suyunu ifsad eder. Sahih olan da budur. [406]

Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Meseleler

Bir hayvanın artığının hükmü ne ise, terinin hükmü- de odur. [407]

Eşeğin ve katırın teri ve salyaları, az miktardaki suya düş­tükleri zaman onu ifsad ederler. (Kullanılmaz hale getirirler.) Bun­ların ter ve salyalarının miktarı, az olsa da hüküm yine değişmez. [408]

Fakat bunlar, elbiseye değmiş olsalar, miktarları ne kadar çok olursa olsun, namazın cevazına mani olamazlar. Zahirü’r-Rivâye’de de böyledir. [409] İnsanın artığı temizdir.

Bu hükme, cünüp, hayızlı, nifaslı olanlarla kâfirler de dahildir.

Ancak, içki içenin artığı ile ağzı kanıyan kimsenin artığı, fevrî olarak (hemen içki içerlerken veya henüz ağızları kanamakta iken) gerçekten pistir.

Fakat, bu kimseler tekrartekrar tükürürlerse, sahih olan, ağız­larının temizlenmesi olduğudur. [410]

Yabancı erkeğin artığım, bir kadının içmesinin mekruh olduğu gibi yabancı kadının artığını içmek de, mekruhtur. Bu mekruh oluş, artığm temiz olmayışından değil, bilakis istilzaz (nefse lezzetli, tatlı gelmesi) korkusundandır. [411]

At’m artığı bü’icmâ temizdir, Esahh olan da budur. [412]

Eti yenen hayvanların ve kuşların artığı temizdir. Ancak, ba­şıboş tavukların, pislik yiyen sığır ve develerin artığı mekruhtur.

Tavuk, gagası ayaklarının altına erişemiyecek şekilde hapsedil­miş olarsa, onun artığı mekruh olmaz. Ancak, gagası ayaklarının al­tına erişen tavuk, muhallat (gezici, başıboş tavuk) durumundadır. [413]

İster suda, ister karada yaşasın, akıcı kanı olmayan hayvan­ların artıkları temizdir. [414]

Yılan, fare ve kedi gibi evlerde bulunabilen hayvanların ar­tıkları, kerâhat-i tenzîhiyye ile mekruhtur. [415]

Kedi, bir insanın avucunu yaladığı zaman, o kimsenin, ehni yıkamadan namaz kılması veya kedinin artığını yemesi mekruhtur. [416]

Kedinin artığını yemek, ancak zenginler için mekruhtur. Çünkü onların, kedinin artığı olan şeyin ayrıısını almaya güçleri ye­ter.

Kedinin artığını yemek, zaruretinden dolayı, fakirler için mek­ruh değildir. [417]

Bir kedi, eğer fareyi yer yemez bir kabdaki sudan içerse, o su pis olur. Fakat, eğer bir veya iki saat durur da sonra içerse, sahih olan kavle göre, o su pis olmaz. [418] Vahşi kuşların artıkları mekruhtur.

İmâm Ebû Yûsuf (r.a.) şöyle demiştir:

“Bir kuş hapsedildiği zaman, sahibi, onun gagasında pislik olmadığını biliyorsa, o kuşun artığı mekruh olmaz.” Bu rivayet, âlimlerce müstahsen görülmüş­tür. [419]

Bu durumda, eti yenmiyen kuşların da artıkları temizdir. Fa­kat, güzel olan, onların artıklarının mekruh olduğu kavlidir. [420]

Temiz suyun bulunduğu bir yerde, mekruh olan suyu kulla­narak abdest almak mekruh olur. Temiz su olmadığı zaman ise, mek­ruh olmaz. [421]

Köpeğin, domuzun ve yırtıcı hayvanların artıkları pistir. [422]

Dışına su sızdıran bir kabın dışını, bir köpek yalamış olsa, bu kabın içinde bulunan su temizdir. [423]

Bir kabı, köpek yalamış olursa, o kap, üç defa yıkanarak te­mizlenir. [424]

Katırın ve eşeğin artığı meşhuktur. (şüphelidir.) Sahih olan, bunların temiz olduğudur. Şüphe ise, temizleyici olup olmadıkları husûsundadır. [425] Cumhur da, bu görüş üzeredir. [426]

Katır ve eşek artıklarından başka su bulunmasa, o su ile abdest alınır; ayrıca, bu abdestle birlikte, teyemmüm de yapı!ir. Abdest ve teyemmüm arasında bir sıra gözetmek gerekmez, hangisi evvel ol­sa caizdir. [427]

Bu durumda, sadece ab­destle veya sadece teyemmümle yetinmek kâfî değildir. [428]

Bize göre, abdesti ve guslü önce yapmak efdâldir. [429]

Eşek artığı ile alınan abdestle, niyyet hususunda görüş ayrılığı vardır. İhtiyata uygun olan niyyet etmektir. [430]

Eşek artığı, temiz bir suya karışmış olsa; artık, bu temiz su­dan fazla olmadıkça, onunla abdest almak caiz olur. Nitekim, mâ-i müsta’melde de, durum böyledir ve mâ-i müsta’mel, temiz suya ga­lebe çalmadıkça, o su ile abdest almak caiz olur. [431]

Yarasanın bevli ve tersi, suyu ve elbiseyi pislendirmez. [432]

Sivrisinek, sinek, arı, akrep ve benzerleri gibi akıcı kanı ol­mayan şeylerin suda ölmeleri, o suyu pislendirmez.

Balık, kurbağa ve yengeç gibi suda yaşayan hayvanların, su içinde ölmeleri, o suyu pislendirmez.

Balıktan başka, suyun dışında yaşıyanlar, suda ölseler, suyu ifsâd ederler denilmiştiı. Fakat, sahih olan, bu durumda, suyun ifsâd edilmemiş olduğudur.

Kara ve su kurbağası hüküm bakımından eşittirler. Hidâye’de de böyledir. Ebûl-Kasım es-Saffer:

“Biz bu kavli alırız” de­miştir. [433]

Sahih rivayete göre, bunların, suyun içinde ölmeleri ile dışında ölüp sonradan suyun içine atılmaları arasında bîr fark yoktur. [434] Bunların, su içinde şişip dağılmaları halinde de hüküm ayrııdır. Fakat, bu durumda, o suyu içmek mekruhtur. Çünkü su, o şişip parçalanan şeyin eczasından cüzlerinden parçalarından hali değildir. Ve bu cüzler de, yenilmesi caiz olan şeylerden değildir. [435]

Suda yaşayan ve fakat doğumu ve yatma yeri su olmayan hayvanlar, içinde öldükleri suyu ifsâd ederler. [436]

Kendisine pislik bulaşmış bir ağaç veya kurumuş koyun güb­resi yansa ve kül olsa, bu kül de az miktardaki bir suya düşse, İmâm Muhammed (r.a.)’a göre, suyu ifsâd etmez. Fetva da bunun üzerine­dir. [437]

Ölmüş hayvanın kılı ve kemiği temizdir.

Yine ölmüş hayvanın siniri ve tırnağı, devenin tabanı, koyun ve keçinin çatal tırnağı, sığır ve geyiğin boynuzu ve yünü, devenin tü­yü ve kuşun kanadı, dişi, gagası ve pençesi temizdir.

Ölmüş olan insanın kılı ve kemiği de temizidir. Sahih olan da budur. [438]

Bu hükme göre, kılların temiz olabilmesi için, tras edilmiş veya kesilmiş olması lazımdır. Fakat, yolunmak sureti ile koparılmış bu­lunan kıllar, pistir.

Yani, ölü bir hayvanın yünü, kılı ve tüyü yolunarak alınırsa pis; kesilir veya tıraş edilirse temizdir. [439]

Ölmüş hayvanın memesinde olan ağız (doğum yapan hayva­nın ilk sütü) ve süt, çıkmış yumurtanın kabuğu, annesinden düşen kuzu veya oğlak -eğer ıslak olursa- Ebû Hanîfe (r.a.)’ye göre te­mizdir. [440]

Su dokunduğu halde bozulmayan misk göbeği, sahih kavle göre temizdir. Esahh olan ise, her halinde temiz oluşudur. [441]

Domuza gelince, onun bütün eczası (parçalan, cüzleri), ne? cistir. [442]

Kuyuya, üzerinde et ve yağ bulunan bir kemik düşmüş olsa, o kuyu pislenmiş olur.

Fakat, üzerinde et ve yağ bulunmazsa, kuyu pislenmiş olmaz. [443]

İnsan derisi veya derinin kabuğu bir kuyuya düşse; eğer ayak yarıklarından dağılan şey gibi az olursa, suyu ifsad etmez. Ve eğer, tırnak miktarı veya daha fazla olursa suyu ifsad eder, Tırn k ise suyu ifsad etmez. Hulâsa’da da böyledir. Aslan derisi da bağlanmaz suretiyle di bağlanır. Dibağlanan deri, gerçekten temiz olur. Dibağlanmış deride, na­maz kılmak veya ondan yapılmış bir kabla abdest almak caiz olur. [444]

Hakîkî dibağdan sonra, deriye su dokunmuş olursa, deri tek­rar pis olmuş olmaz.

Fakat, hükmî olan dibağdan sonra su dokunursa, zahir olan, de­rinin tekrar pis olmasıdır. [445]

Dibağla temiz olan deri deri, hayvanın kesilmesi ile de temiz olur.

Sahih kavle göre, kesilen bir hayvanın kanı hariç, bütün eczası (parçalan) temiz olur. [446]

İçinden, küçük bir kapla su almak maksadı ile, evin bir köşe­sine konmuş bulunan küpten; onda, pislik olduğu bilinmedikçe, ab­dest almak ve su içmek caizdir.

Kediden kaçmakta olan bir fare, su kabına dokunsa, Şemsü’I Eimme Halvânî:

“Kedi, eğer o fareyi yaralamışsa, topraktan ve­ya tahtadan olan kap pislenmiştir; yaralamamışsa, pislenmemiştir.” demiştir. [447]

Fakat bu durumda kap, her hâl ü kârda pislenir. Çünkü fare, ge­nellikle kediyi görünce bevleder. Muhıyt’te de böyledir. Muhtar olan kavil de budur. [448]

Bir kimsenin, içinde pislik bulunma korkusu olan bir havuz­dan pislik bulunduğuna kalbi tam kanâat getirmedikçe abdest alması caiz olur. Onun, temiz olup olmadığım başkasından sorması gerekmez.

Bir kimse, pis zannettiği bir havuzdan abdest almış olsa da, sonradan, o havuzun temiz olduğu ortaya çıksa, o kimsenin abdesti caiz olur. [449]

Bir kimse, vahşî hayvanların, uğradıklarını gördüğü bir ku­yudan su içtiklerini zanneder ve bu zannı, zann-ı galip olursa, o ku­yunun suyu pislenmiş sayılır. Fakat, bu vahşi hayvanların, o kuka­dan su içtiklerine dair, galip zannı bulunmazsa, o kuyu temizdir. Mübteğî’den naklen Bahrü’r-Râık ta da böyledir.

Fetâva-Hâbe’de:

“Salırada az bir su bulunsa, ondan abdest caiz olur.” denilmiştir.

Salırada az miktarda su bulan kimsenin, şayet eli pis ise ve yaınında da o suyu alacak bir kap yoksa, o kimse mendilini o suya batırır, elinin üzerine sıkar, eline su akarsa eli temizlenmiş olur

Suyu bulan kimse, o suyun kenarında, suya bir köpeğin girmiş olduğuna dair bir alamet bulur ve bu alamet de, suya yakın olursa ve köpeğin sudan içmeye gücünün yettiği anlaşılırsa, o sudan abdest almaz. Eğer böyle değilse, abdest alması caiz olur. [450]

Çocuklar veya köylüler, ellerini, kovanın veya kovanm urga­nının üzerine koymuş olsalar; kova, urgan ve kuyu temizdir. [451] Bu hüküm, onların ellerinde necaset bulunmadığı­na, tam kanaat getirilmesi halindedir. [452]

Çocuk, elini veya ayağını bir çömleğe (kaba) girdirdiği za­man, eğer, onun elinin temiz olduğu yakinen biliniyorsa, o kapta bu­lunan su ile, abdest almak caizdir.

Fakat, elinin temiz olup olmadığı kesin olarak bilinmiyorsa, müs tehab olan, -varsa- başka su ile abdest almaktır. O su ile de ab­dest almış olsa, caizdir. [453]

Bir adam, ayaklarını yıkadıktan sonra, hamamın içinde dökülü bulunan suya dalmış olsa, eğer hamamda cünüp kimselerin olduğunu bilmiyorsa, her ne kadar ayaklarını tekrar yıkamasa da, abdesti veya guslü caizdir.

Fakat, eğer hamamda cünüp kimselerin olduğunu biliyorsa, ayaklarını muhakkak yıkar.

İmâm Muhammed (r.a.)’ göre ise, ayaklarım yıkamaya lü­zum yoktur. Zahir olan da budur. [454]

Bir kimse, azalarım bir havlu ile silse ve bu havlu ıslansa; yaşlığın fazlalığından, azalarından elbiseliğine çokça su damlaları dökülse, o kimsenin, o elbise ile kıldığı namaz caizdir. Çünkü, İmâm Muhammed (r.a.)’e göre, mâ-i müsta’mel temizdir. Muhtar olan da budur.

Diğer iki imamımıza göre, o adam, temiz değilse bile, burada necâsetin, mekan zaruretinden dolayı düşmüş olduğuna i’tibâr olunur. [455]

Mâ-i müstatmeli içmek mekruhtur. [456]

Câmiu’l-Cevâmi’de:

“İçinde necaset düştüğü için pislenmiş miş olan az bir suyun, vasıflan da bozulmuşsa, o sudan, hiç bir ci­hetle fajrdalamîmaz, idrar gibi… O suyun, hayvanlara içirilmesine ise, cevaz vardır- O su ile çamur da karılır, fakat o çamur, mescitte kullanılmaz.” denilmiştir. [457]

Akar suya, idrar yapmak (akıtmak, işemek) mekruhtur. [458]

Aynı şekilde, durgun suya idrar yapmak da mekruhtur. Muhtar olan kavil de budur. [459]

İçinde, sıkılmış üzüm şırası gibi bir şey bulunan havuza, id­rar düşmüş olsa, eğer o havuz 10×10=100 arşın kare genişliğinde ise, idrar o havuzu ifsad etmez.

Fakat, eğer yüz ölçümü bu miktardan az olursa, idrar suda olduğu gibi o havuzu ifsâd eder. [460]

4- TEYEMMÜM

1. Teyemmüm Hakkında Bilinmesi Zorunlu Olan İşler

Teyemmüm baklanda, bilinmesi zaruri olan şeylerin birincisi, niyyettir.

Niyyetin Yapılış Şekli:

Maksud olan, temizlik olmayınca, sa­hih olmayan bir ibadete niyyet etmektir. Temizliğe veya namazın mubah olmasına niyyet etmek, namazı irade namaz kılmayı istemenin yerine geçer.

Teyemmüm ederken, abdest için mi, gusül için mi olduğunu belirtmeye gerek yoktur.

Hatta, cünüp bir kimse, abdesti irade ederek teyemmüm etmiş olsa, caizdir ve cünüplükten teyemmüm etmiş sayılır. [461] Fetva da bunun üzerinedir. [462]

Cenaze namazı kılmak niyyeti ile veya tilâvet secdesi yap­mak niyeti ile teyemmüm etmiş olan bir kimsenin, bu teyemmüm ile, farz namazları da kılması, hilafsız caizdir. [463]

Bir kimse, ezberinden veya yüzünden Kur an okumak, kabirleri ziyaret etmek, ölü defnetmek, ezan veya kamet okumak, mescide girmek veya çıkmak, (mescide girdikten sonra abdesti bozul­muş olan kimse için) veya Kur’an’a el sürmek gibi şeylerden birine niyyet ederek teyemmüm yapmış olsa, o teyemmümle namaz da kı­lar. Fakat, âmme-i ulemâ “Caiz olmaz” demişlerdir. [464]

Şükür secdesi için teyemmüm etmiş olan bir kimse, Ebû Hanife (r.a.) ve Ebû Yûsuf (r.a.)’un kavillerine göre, teyemmüm ile farz namazları kılamaz. İmâm Muhammed (r.a.)’e göre ise, kılabi­lir. Çünkü, İmâm Muhammed (r.a.)’a göre, muhakkak ki secde, Allah’a yakınlık demektir. [465]

Selâm vermek veya verilen selâmı almak nîyyeti ile teyem­müm etmiş olan kişinin, o teyemmümle namaz kılması caiz olmaz. [466]

Niyyeti,o teyemmümle namaz kılmak olmayan ve başkasına öğretmek maksadı ile teyemmüm etmiş olan bir kimsenin, teyemmü­mü, imamlarımızın üçüne göre de caiz olmaz. [467] Bu kavil, Zâhirü’r-Rivâyedir. [468]

Kâfir olan bir kimse, sadece müslüman olmak niyeti ile te­yemmüm etse ve müslüman olsa, İmâm-ı A’zam (r.a.) ve İmâm Mu­hammed (r.a.) a göre, o teyemmümle namaz kılması caiz olmaz. [469]

Hasta olan bir kimseye, bir başka kimse teyemmüm ettir­miş olsa; nîyyet etmek, teyemmüm ettirenin değil, hastanın vazife­sidir. [470]

Teyemmümde Ellerî İki Defa Vurmak

Teyemmüm edecek kimse, ellerini temiz toprağa vurduktan sonra, önce yüzünü mesheder. İkinci vuruştan sonra da, ellerini -dirsekleri ile birlikte- mesheder. [471]

Teyemmümde dirsekler de meshetmektir. [472]

Hılye’de:

“Sahih olan rivayete göre, teyemmüm esnasında, yüz meshediîirken, derinin ve sakal kıllarının dış tarafı meshedilir.” denilmiştir. [473]

Teyemmüm ederken zîâr’m (kulakla sakal ucunun arasında kalan beyaz yer) da meshedümesi şarttır. Fakat, insanların çoğu, bu husustan gafildirler. [474]

Teyemmümde, avuçlar da mesholunur mu. Sahih olan kavle göre, avuçlar mesholunmaz. Çünkü, onlar toprağa vurulmuştur ve bu kâfidir. [475]

Teyemmüm eden kimsenin, bir darb ile (ellerini toprağa bir defa vurarak) hem yüzünü ve hem de ellerini ve kollarını, bu bir darb ile meshetmesi caiz olmaz. [476]

Bir adam, ellerinden biri ile yüzünü, diğeri ile de kollarını meshetmiş olsa, yüzünün ve önce meshetmiş bulunduğu kolunun, meshi caiz olur. Fakat, ikinci kolu için, tekrar darb etmesi ve meshi yenilemesi gerekir. [477]

Bir kimse, teyemmüm etmeyi irade ederek, toprakta yuvarlansa ve eller ile de vücudunu ovalasa; eğer toprak, yüzüne, kolları­na ve avuçlarına isabet etmişse, teyemmümü caiz olur. Şayet, toprak buralarına isabet etmemişse, teyemmümü caiz olmaz. [478]

Elleri, bileklerinden kesik olan bir kimse; teyemmüm esna­sında kollarını mesheder.

Kollarının bir kısmı kesik olan kimse ise, kalan yerlerini mes­heder.

Kollan, dirsekten yukarıdan kesilmiş olanlara, mesh gerekmez. [479]

Bir adamın elleri çolak olsa, kollarım yere, yüzünü de duva­ra sürer. Bu caizdir. Namazını asla bırakmaz. Zehîyre isimli kitabın beşinci faslında, Teyemmüm Bölümünde de böyledir.

Bir adam, iki elini teyemmüm niyyeti ile yere vursa ve fakat henüz mesh etmeden önce abdesti bozulsa, o darb ile yapılacak mesh, caiz değildir. Nitekim, abdest alırken, bazı azalarını yıkadık­tan sonra, abdesti bozulan kimsenin durumu da böyledir. [480]

Kâdî el-İsbicabi’de:

“Biletine su dolduran adamın abdesti bo­zulmuş olunca, o suyu kullanmasının caiz olduğu gibi, bu da caiz olur.” demiştir.

Hulâsa’da da:

“Esahh oto, doğrusu, o toprağı kullanmamak­tır.” denilmiştir. Şemsül-Eimrae de bunu ihtiyar etmiştir. [481]

Teyemmüm Edilen Azaların Tamamını Meshetmek

Teyemmümde istî’ab (yüz ve kolların tamamını -kaplama- mesh etmek) de Zâhirü’r-rivâye’de vacibtir. [482]

Muhtar olanda budur. [483]

Hatta, bir kimse, kâşlarmm altı ile gözlerinin üstünde ka­lan yeri mesh etmemiş olsa, teyemmümü caiz olmaz. [484]

Teyemmüm eden kimsenin, yüksük ve bileziklerini çıkart­ması gerekir. [485]

Teyemmüm eden kimsenin, burun delikleri arasındaki perdeyi de meshelmesd lâzımdır.

Ve eğer toz, parmak aralarına girmemiş ise, oraları hilallemesi de vacibtir. [486]

Kendisi Île Teyemmüm Yapılan Temiz Toprakla İlgili Meseleler

Teyemmüm., yer cinsinden olan temiz şeylerle yapılır. [487]

Yanınca kül olan, odun, ot ve benzerleri gibi şeylerle, ateş­le yumuşatılıp eritilebilen, demir, bakır, tunç, cam, altun, gümüş ve benzerleri gibi şeyler, yer cinsinden değildirler. Özellik itibariyle, bunlara benzemeyenler yer cinsindendirler. [488]

Şu sayacağımız şeylerle teyemmüm yapılır:

Toprak, kum, suyun dışında topraktan oluşan tuz, kireç, alçı, sürme, zırnık (yal­dızlı bir maden), aşı, kibrit, fir£zer, (kıymetli bir maden) akîk, el­mas, zümrüt, zeberced. [489]

Yakut ve mercanla da teyemmüm yapılır. [490]

Kiremitle de teyemmüm yapılır. Sahih olan da budur. [491] Zâhirü’r-rivâye de budur. [492]

Toprak cinsinden olan testi ile teyemmüm yapılır. Ancak; testinin üzeri toprak cinsinden olmayan bir şeyle boyanmışsa, onunla teyemmüm yapılmaz. [493]

Üzerinde toz bulunan taşla teyemmüm yapılır.

Yıkanmış, üzerinde toz bulunmayan taşlada teyemmüm yapılır.

Kaypak taş, ufanmış olsun veya olmasın onunla da teyem­müm yapılır. [494]

Kırmızı balçıkla, beyaz balçıkla ve siyah balçıkla da teyem­müm yapılır. [495]

San çamurla da teyemmüm yapılır. [496]

Yeşil balçıkla da teyemmüm yapılır. [497]

Nemlenmiş yerle ve yaş çamurla da teyemmüm yapılır. [498]

Başka şeyden yapılan değilde, madeni olan (topraktan çı­karılmış bulunan) kalayla da teyemmüm yapılır. [499]

Tuza Gelince

Sudan meydana gelmiş tuz ile teyemmüm etmek, ittifakla caiz olmaz.

Tuz, eğer dağdan/topraktan meydana gelmişse, bu durumda, onunla teyemmüm yapılır diyenler de vardır; yapılmaz diyenler de vardır. Bu iki kavil de sahihtir. Fakat, fetva, onunla teyemmümün caiz olduğu üzeredir. [500]

Yanmış olan bir yerin toprağı ile teyemmüm etmek caiz­dir. Esahh olan da budur. [501]

Ufanmış veya uf anmamış inci (lü’lü) ile teyemmün ya­pılmış olsa, bu caiz olmaz.

Alın veya gümüşle teyemmüm yapılmış olsa, bunlar eğer eritilmiş iseler, teyemmüm caiz olmaz Fakat, eğer eritilmemiş ol­salar, yani topraktan çıkarıldı klan halde durmakta olsalar, on­larla teyemmüm caiz olur.

Altın ve gümüş, toprak’a karışık olduğu zaman, toprak faz­la ise teyemmüm caizdir. [502]

Kül, anber, kâfur ve misk ile de teyemmüm caiz olmaz.

Donmuş su (buz) ile de teyemmüm yapılmaz.

Toprağa gücü yetenin, toz ile teyemmüm etmesi ise caiz­dir. [503] Ve bu şahindir.

Toz İle Teyemmüm Nasıl Yapılır:

Toz ile teyemmüm yapılırken eller elbiseye veya üzerinde toz olan temiz keçeye, yastığa veya bunlara benziyen herhangi bir şeye vurulur. Bu vuruşla, ellere toz isabet ettiği zaman, teyem­müm edilir.

Hatta, bir kimse, elbisesini, toz yükselene kadar çırpar ve el­lerini havada olan toza kaldırarak, ellerine isabet eden toz ile de teyemmüm edebilir! [504]

Bir kimsenin, yüzüne ve kollarına toz isadet etmiş olsa, teyemmüm niyyeti ile onunla meshederse, bu caiz olur; mesh etmez ise, teyemmümü caiz olmaz. [505]

Bir kimse, ellerini buğday, arpa ve benzeri şeylerin üzeri­ne koymuş olsa ve bu sebeble ellerine toz bulaşsa, bu tozun eseri görünmekte ise, onunla teyemmüm etmesi caiz olur. [506]

Fakat, eğer ellerinde toz eseri görünmezse, teyemmümü caiz ol­maz. [507]

Toprağın Bir Başka Şeyle Karışık Halde Bulunması:

Toprak, kendi cinsinden olmayan bir şeyle karıştığı zaman bu karışımda, çok olana itibar edilir. [508]

Misafir (yolcu) bir kimse, çamurlu bir yerde bulunmuş ol­sa da orada, su ve temiz toprak bulumasa; elbisesinde ve eğerinde de, teyemmüm yapacak toz, bulunmasa, bu durumda, ebi sesine veya bedenine çamur bulaştırır ve kurduğu zaman onunla teyem­müm eder.

Fakat, bu durumda, vakit geçme korkusu olmadan, teyemmüm etmek doğru olmaz. Böyle yaptığı takdirde, zaruret olmadığı hat de, yüzüne çamur bulaştırmış olur.

Ancak, yine de böyle teyemmüm etmiş olması, İmâm-ı A’zam (r.a.) ve İmâm Muhammed’e (r.a.) göre caizdir. Çünkü ça­mur, toprak cinsindendir.

Çamurun içinde olan su, müstehliktir, (helak edicidir.) [509]

Şayet, çamur, su ile karıştığında, su daha çok ise, onunla te­yemmüm caiz olmaz. Serahsî’nin Mumyt’inde de böyledir.

Pis olan bir elbisenin tozu ile yapılan teyemmüm caiz ol­maz. Ancak, bu elbise kuruduktan sonra –üzerinde- toprak vaki olursa, bu durumda teyemmüm caiz olur. [510]

Bir yere pislik isabet etse ve sonra o yer kurumuş olsa da, orada, pislik eseri de kalmasa; yine o yerde, teyemmüm etmek caiz olmaz. [511]

Teyemmüm Ederken Üç Parmakla Meshetmek

Teyemmüm esnasında, azaları meshederken, üç parmaktan daha az parmakla meshetmek caiz değildir. Nitekim, abdest alırken de, başa veya mestler üzerine mesh ederken, üç parmaktan daha noksan parmak kullanarak meshetmek de caiz değildir. [512]

Suyu Kullanmaya Gücü Yetmeme, Teyemmümün Sebeplerindendir

Sudan, bit mil uzakta bulunan kimsenin, teyemmüm yap­ması caiz olur. Muhtar olan budur. Bu mesafenin, şehir dışında bu­lunması ile şehir içinde bulunması arasında bir fark yoktur. Sahih olan da budur. Teyemmüm edecek kimsenin, mukîm veya misa­fir yolcu olma halleri de müsavidir. [513]

Herhangi bir şehirde, susuzluktan dolayı teyemmüm etmek caiz olmaz.

Gündüz, halkının çoğu içinde bulunan köyde, şehir gibi­dir. Sülemî’nin, burada teyemmüm’ün caiz olacağını söylediği nak­ledilmiştir. Fakat, sahih olan ise, bu köyde de teyemmümün caiz ol­madığıdır.

Buradaki görüş ayrılığı, o muhitte suyu arayıp sorma halinden sonradır. Suyu arayıp sormadan teyemmümün caiz olmadığı husu­sunda, âlimlerimizin hepsi ittifak etmişlerdir. [514]

Mil, Nasıl Bir Uzunluk Ölçüsüdür:

Mil, fersahın üçte biridir. Yâni 4000 arşındır.

Her arşının uzunluğu 24 parmak ve her parmağın uzunluğu da birinin karnı, diğerinin sırtına bitişik altı arpanın mesafesidir. Bu hususta, sözlerin en isabetlisi budur. [515]

1 mil=3.032 metredir. (Yaklaşık olarak).

Bundan daha az olan bir mesafeye, ancak vaktin dar ol­duğu ve namaz vaktinin geçme ihtimalinin bulunduğu zaman itibar edilir.

Teyemmüm, vahşi hayvan veya düşman korkusundan do­layı da yapılabilir. Bu durumda, kendi cam veya malı dolayısıyla korkmuş olması müsavidir.

Inâye’de:

“Yılan ve ateş korkusu sebebi ile de teyemmüm yapılır.” denilmiştir. [516]

Suyun yanında, hırsız veya kendisine eza verecek zalim bir kimse bulunduğu zaman da, bir kimse teyemmüm yapabilir. [517]

Neti’de de:

“Eşyaları kaybetme veya borçlu olduğu şahsın alacağını istemesi korkusundan teyemmüm yapılır.” denilmiştir.[518]Bir kadın, suyun yanında bulunan fasık bir kim­senin kendisine tasallut edeceğinden korkarsa, teyemmüm eder. [519]

Kendisinin veya arkadan gelip kendisine kavuşacak olan kafilede bulunanların veyahut da bir hayvanın, av köpeğinin, bekçi köpeğinin susuz kalacağından korkan bir kimse, yanında bulunan su ile abdest almayı veya gusletmeyi terkederek teyemmüm eder.

Yanındaki suya, çorba pişirmek için değil de hamur yoğurmak için muhtaç olan kimse de, o su, yanında bulunmasına rağmen teyemmüm eder.

Şehir haricinde bulunan cünüp bir kimse, su ile yıkandığı zaman, öleceğinden veya hasta olacağından korkarsa, teyemmüm etmesi caiz olur.

İmâmı A’zam Ebû Hanife’ye göre, bu kimse, şehirde olsa bi­le, teyemmüm etmesi yine caiz olur. Fakat, diğer iki imamımıza gö­re caiz olmaz.

Buradaki görüş ayrılığı, o şehirde hamam bulunmadığı zaman­dır. Eğer hamam varsa, o kimsenin teyemmüm etmesinin caiz olma­dığı hususunda, imamlarımızın ittifakı vardır.

Bir kimsenin, hamamın suyunun çok sıcak olmasından do­layı, onunla gusletmeye gücü yetmezse, o kişinin teyemmüm etmesi caiz olur. Gusletmeye gücü yeterse, teyemmümü caiz olmaz. [520]

Abdesti olmayan bir kimse, abdest ahnea, suyun veya ha­vanın soğuk olmasından dolayı, öleceğinden veya hasta olacağından korkarsa, bu kişi teyemmüm eder. [521] Esrâr, Kavil ihtiyar edilmiştir.

Fakat, esahh olan, bu durumda teyemmümün caiz olmayışıdır ve bu husustada ittifak vardır. [522]

Ve sahih olan, o kimse için teyemmüm etmenin mubah olmayışıdır. [523]

Hasta olein bir kimse, abdest veya gusül için su bul­muş olsa; fakat, suyu kullanması hâlinde, hastalığının şiddetlenme­sinden veya hastalığının iyileşmesinin gecikmesinden korksa, bu irimse teyemmüm eder.

Hareket sebdbi ile damar ve kann ağrılarından şikayetçi olan kimse ile, kabarcık ve emsali bir hastalığı olan kimsenin, suyu kullanması arasında bir fark yoktur. Bunlar teyemmüm eder.

Bir kimsenin, bizzat kendisinin suyu kullanmaya gücü yet­mez ve kendisine abdest aldıracak birisi de bulunmazsa, bu kimse de teyemmüm eder.

Fakat, şayet bir hizmetçisi bulunur veya suyu dökmek üzere bir ücretli tutar veya yardım istediği zaman kendisine yardım edecek birisi olursa, zâhir-i mezheb üzere o kimsenin teyemmüm et­mesi caiz olmaz. Çünkü, o kimse suyu .kullanmaya gücü yetecek bir durumdadır. [524]

O Yukarıda bahsettiğimiz korkular; ya, delillerine bakılarak vuku bulacağına dair zann-ı galip hasıl olmakla veya tecrübe ile veyahut da fasıkhğı açıkça belli olmayan, müslümn hazık (bilgili) bir doktorun haber vermesi ile bilinebilir veya sabit olabilir. [525]

Eğer, bir kimsenin, vücudunda kabarcık veya yara bulunur­sa, bu durumda, abdestsizin veya cünübün, yarasının çokluk mikta­rına itibar edilir.

Cünüb kimsede itibar, o kimsenin vücudunun ekserisinin yara­lı olmasınadır.

Abdestsiz kimsede ise, abdest azalarının ekserisinin yaralı ol­masına itibar edilir.

Eğer, bedenin veya abdest azalarının çoğu, sağlam ve sıhhatli ve ancak azı yaralı ise, sağlam olan yerler yıkanır; yaralı olan yerler ise meshebdir. Hem yıkanıp hem de teyemmüm edilemez. Ya­ni, bunun ikisi bir arada yapılamaz.

Bedenin, yansınan sağlam ve yansının da yaralı oüması ha­linde, meşayih arasında ihtilaf vardır. Fakat, esahh olan, bu durum­da su kullanmayıp, teyemmüm etmektir. [526]

Cem’i’l-Ulûm’da:

“Sivrisinek veya şiddetli yağmur ile şiddetli sıcak korkusundan da teyemmüm edilir.” denilmiştir. [527]

Kuyunun başında bulunan bir yolcu (misafir) eğer yanın­da kovası yoksa teyemmüm eder.

Kovası olan, fakat yanında ipi bulunmayan yolcu da te­yemmüm eder. Ancak, “Bu kişinin teyemmüm edebilmesi, yanında (ip yerine geçecek bir bez parçası) bulunmaması şartına bağlıdır; yanında böyle bir şey bulunursa, teyemmüm edemez.” demişlerdir.

Şayet, yolcunun arkadaşının, yanında bir kovası olsa ve o kendisine:

“Ben su içene kadar bekle, kovayı sana vereyim.” de­miş olsa, müstehâb olan, yolcunun, arkadaşının kovasını vermesini beklemesidir.

Fakat, beklemeyip teyemmüm etmiş olsa, bu da caizdir. [528]

Kendisinde buzu delecek alet bulunan bir kimse, altında su bulunan buz tutmuş bîr nehrin yanında, teyemmüm yapmaz. Bu hususta, teyemmüm edebilir diyenler de olmuştur.

Buz veya kar’m yanında bulunan bir kimsenin, onlan erite­cek bir aleti var ise, teyemmüm yapması caiz olmaz. Bu durumda teyemmüm edebilir, diyenlerde olmuştur; fakat doğrusu, teyemmüm yapmasının caiz olmadığıdır. Bahrü’r-Râık’ta da böyledir.

Dâr-ı harb’de esir olan bir kimseyi, kâfir abdest almaktan, namaz kılmaktan, teyemmüm etmekten men ettiği zaman, o kimse îmâ ile namazını kılar. Kurtulduktan sonra da, bu namazlarını iade eder.

Bir adam; diğer bir kimseye;

“Eğer abdest alırsan, seni hapsederim veya öldürürüm” derse, bu kimse abdest almaz; teyem­müm ile namazını kılar ve sonra yine bu namazı iade eder. [529]

Zindanda mahpus olan bir kimse, su yoksa teyemmüm îe namazını kılar ve kurtulunca, bu namazları abdestle iade eder.

Çünkü bu durumlarda, suyu bulmaktan aciz kalmak, gerçekten kulların (ölümle, hapisle tehdid edenlerin veya hapsedenlerin) isteği ile tahakkuk ediyor. Ve kulların isteği, Allahu Teâlâ’nın hakkını: iskât etmiye, (düşürmeye) milessir değildir.

Bir kimse, yolculukta hapsedilmiş olsa, teyemmüm eder ve namazını kılar. Sonradan da bu namazları iade etmez. Çünkü, bu­rada hakiki acizlik durumuna, yolculuk özrü de inzimam etmiştir, (eklenmiştir, katılmıştır.) Ve galip olan ihtimâl de yolculuk esna­sında .suyun bulunmayışıdır. Bu durumda ise, suyun yokluğu her ci­hetten tahakkuk etmiş olmaktadır. [530]

Aslolan, nefsine veya malına bir zarar dokunmaması halin­de, bir kimsenin imkan ölçüsünde suyu kullanmasının vacib oluşu­dur.

Suyun mislinin değerinden fazlası zarardır. Mislinin değerinden fazla bir ücretle, -abdest için- su satın alması gerekmez. [531]

Teyemmümün Sıhhati İçin, Talep De Gereklidir

Bir yolcu (misafir), o civarda suyun bulunduğunu, galip bîr zann ile zannederse, bir ok atımı -400 arşın kadar- suyu sorup araması kendisine vacib olur.

Şayet, kendisine haber veren bulunmaz ve orada su bulu­nabileceğine, kendisinin de galip zannı olmazsa; su araması, o kim­se üzerine vacib olmaz. [532]

O civarda suyun bulunup, bulunmayacağı konusunda şüpheye düşerse, o kimsenin suyu araması müstehâb olur.

Fakat, böyle bir şüpheye düşmezse, teyemmüm eder. Efdal olanı, su aramayı terk etmemesidir. [533]

Bir ğulve, 400 arşındır. [534]

Bir adamın, su aramak için başka birini göndermiş olma­sı, bizzat kendisinin araması gibi kafî gelir.

Bir adam, suyu arayıp sormadan, teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra arayıp sorsa ve fakat bulamazsa; bu durumda» İmâm-ı A’zam (r.a.) ve İmâm Muhammed (r.a.)’e göre, o kimsenin namazım iade etmesi gerekir. İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre ise, iade etmesi gerekmez. [535]

Bir kimse, soracak kimse bulamadığından ve kendisinin de bilmediğinden dolayı, çok yakınında bulunan bir suyun yanında, teyemmüm edip namaz kılmış olsa, bu caizdir.

Fakat, eğer soracak kimse olduğu halde, sormadan teyem­müm eder ve namaz kılarsa; namaz kıldıktan sonra da bir kimseye sorar ve o da, suyun, yakın olduğunu haber verirse, kılmış bulundu­ğu namaz caiz olmaz. Tıpkı bir kimsenin, (yolcunun) ma’mûr bir yere inip de, su aramadan teyemmüm etmesinin caiz olmadığı gi­bi…

Fakat, bir kimse, suyu gördüğü halde, kendisine haber verilmez, o da, teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra, suyun yakınlı­ğı haber verilirse, o kimsenin namazı caizdir. Çünkü o kimse, üzeri­ne düşeni (arayıp sorma) yapmıştır. [536]

Arkadaşının yanında su bulunan ve istediği zaman kendisi­ne verebileceğini zanneden bir kimse, arkadaşından su istemeden, teyemmüm yapmış olsa, bu teyemmümü caiz olmaz.

Fakat, istediği halde, arkadaşı, yanında olan suyu vermezse o kimsenin teyemmümü caiz olur.

Fakat, bu kimse, arkadaşının, suyu verip vermiyeceğinde tereddüd eder, istemeden teyemmüm ile namaz kılar ve sonra, is­teyince arkadaşı da verirse; o kimse, kılınmış bulunduğu namazını iade eder. [537]

Fakat, o kimse şayet suyu, teyemmüme başlamadan önce vermez de, namaz bittikten sonra verirse, o kimsenin, kılmış bulun­duğu namazını iade etmesi gerekmez.

Fakat, eğer o adam, suyun değeri kadar para vermeden su­yu vermek istemez ve su isteyen kimsenin de parası olmazsa, teyem­müm eder. Fakat, parası varsa, suyu alır ve teyemmüm etmez.

Ancak, su sahibi, gabn-i fahiş değerinin iki misli bedelden aşağıya satmaz, o suyu olmayarak teyemmüm eder.[538]

Bu durumda, suyun kıymeti takdir edilirken, oraya en ya­kın olan yerin, suyunun kıymetine i’tibar olunur. [539]

Teyemmüm ile namaz kılmakta olan bir kimse, namaz es­nasında, arkadaşının suyunu görse, eğer, o arkadaşının, suyu kendi­sine vereceğine dair görüşü kuvvetli ise, namazını bozar.

Fakat, arkadaşının suyu verip vermiyeceği hususunda tereddüd ederse, namazına devam eder. Ve, namazını bitirince suyu ister. Şayet, arkadaşı suyu verirse, abdest alıp namazını iade eder. Eğer vermezse, namazını tamamlar.

Fakat, önce suyu vermekten kaçınır ve sonra da verirse, o kim­senin, teyemmümü de namazı da bozulmaz. [540]

Teyemmümü Bozan Şeyler

Abdesti bozan her şey, teyemmümü de bozar. [541]

Bir kimsenin, ihtiyacından fazla olan suyu, kullanmaya gücünün yetmesi hali de, teyemmümü bozar. [542]

Cünüp olan bir kimse, yıkansa da, vücudunun tamamını ıs­latmadan suyu bitse ve başka su da olmasa; o kimse, kuru kalan yer için, yeniden teyemmüm eder. Abdesti bozulan kimse de, abdest için teyemmüm eder.

Hem abdest almaya hem de gusletmeye yetecek kadar su bulan bir kimse, teyemmüm edemez. Bu suyu, abdest ve gusül için harcar.

Fakat su, ancak ikisinden birine yetebilecek kadarsa, o suyu, hangisine yetiyorsa, onda kullanır. Diğeri için de, teyemmüm eder.

Ancak, hangisine yeteceği tayin edilmeksizin birine yete­cek kadar suyu olan kimse, o suyu, kuru kalan yer4e kullanır; ko­desi içinse, teyemmümü iade eder. Bu kavil, İmâm Muhammed (r.a.)’in kavlidir. İmâm Ebû Yusuf (r.a.)’a göre, teyemmümü iade eylemez.

Şayet, o suyu, abdest için kullanmış olsa, bu da caizdir. İttifak­la, cünüplüğü için teyemmüm yapar.

kimsenin, eğer abdest için yetemmümü yoksa, bu su mevcut değilken de, kuru bir yerini yıkamadan önce teyemmüm etmiş olsa, İmâm Muhammed (r.a.) ‘e göre, bu teyemmüm caiz olmaz, İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre ise, caiz olur. Önceki görüş sahihtir.

Fakat, eğer o su, hiç birisine yetmiyecek kadarsa, teyemmümle­ri yerinde kalır.

Cünüp olan bir kimse, bedeninde kuru yer varken, teyem­müm etmeden önce abdest bozmuş olsa, ikisine bir niyyet ederek, bir teyemmüm yapar.

Şayet, hem abdest hem de guşul için teyemmüm ettikten son­ra, bunlardan birisine yetecek kadar su bulmuş olsa; suyu, cünüp iken gusletmek için, kuru yerlerine kullanır. Abdest içinse, yap­tığı teyemmümü yeniler. Bu, İmâm Muhammed (r.a.)’e göredir. [543]

Bir kimsenin, sırtında kuru yer kalmış Olsa ve abdest aza­larından birini de unutmuş bulunsa; bulabildiği su tla, ancak bun­lardan birine yetecek kadar olsa; bu kimse, o suyu, dilediği yere har­car. Fakat, abdest azasına harcaması, daha sevimlidir. [544]

Abdesti olmayan bir misafirin, (yolcunun) elbisesinde neca­set bulunsa ve yanında da, ancak bunların birine yetecek kadar su­yu mevcut olsa; o su ile, pisliği yıkaması, abdest için de, teyemmüm etmesi gerekir.

Şayet, önce teyemmüm edip, sonra pisliği yıkamış olsa, teyem­mümü iade eder. Çünkü, o önceki durumda, abdest almaya gücü ye­ter bir halde idi. [545]

O kimsenin, mevcut su ile abdest alması ve namazı, pis el­bise ile kılması da caizdir. Fakat, o kimse, böyle yapmakla günah­kâr olur. [546]

Teyemmüm yapma hakkına sahip olan bir hastanın, iyileş­tiği zaman, teyemmümü bozulur.

Bir misafir (yolcu) su olmadığı için teyemmüm yapsa; son­ra da, kendisine teyemmüm etmeyi mubah kılacak olan, bir hastalı­ğa yakalansa, mukim olduğu zaman, o teyemmümle kıldığı namaz, Caiz olmaz. Yeniden teyemmüm etmesi gerekir. Çünkü, ruhsat sebeblerinin ayrı olmasından dolayı birinci ruhsatın sebebi, ikinci ruhsatın sebebine maniî olacağından birinci ruhsat sanki yokmuş gibi olur. [547]

Teyemmümlü bir kimsenin, uyuyarak bir suyun yanından geçmiş olması, bütün âlimlerimize göre, teyemmümünü bozmaz. [548]

Bir kimsenin, düşman veya yırtıcı hayvan korkusundan dolayı tanına vamıya bir suya uğraması ile teyemmümü bozul­maz. [549]

Yanında ipi ve kovası olmadığı halde bir kuyuya rastlayan veya nefsinin helakından korkarak derecede susuz iken, sadece içeceği kadar bir suya uğrayan bir kimsenin de teyemmümü bozulmaz.

Bu hususta esas olan: Var oluşu, teyemmüme manî’ olan her şeyin, var oluşunun, teyemmümü bozmasıdır. Tabidir ki, var oluşu, teyemmüme mani olmayan su ise, teyemmümü bozmaz. [550]

Teyemmümlü olduğu halde bir suya uğrayan ve .teyemmüm­lü olduğunu da unutan bir kişinin, teyemmümü bozulur. [551]

Elinde, bir kişiye keyetecek kadar sn bulunan başka bir ki­şi, teyemmümlü bulunan bir kaç adama :

“İşte su. Onunla hanginiz isterseniz abdest alınız…” der­se, teyemmümlü bulunanların hepsinin teyemmümü bozulur.

Fakat, su sahibi :

“İşte sizin için su…” demiş olsa, teyemmümlü bulunan bu kimseler, o suyu almış bulunsalar bile, hiç birinin teyemmümü bozulmazaz.

Fakat, bunlar, kendi aralarından, birine abdest almak için izin vermiş olsalar, o kimsenin teyemmümü bozulur. Bu, îmâmeynin kavlidir; fakat kıyas, İmânı-ı A’ram (r.a.)’ın kavli üzerinedir ki, o kimsenin de teyemmümü bozulmaz. Sahih olan, hepsinin teyem­mümünün bozulmasıdır, [552]

Çölde yolculuk yapan bir kimse, küp veya benzeri bir şe ye konulmuş suya rastlarsa, o kimsenin teyemmümü bozulmaz. O kimse, o sudan abdset de alamaz.

Fakat, su çok ve çokluğu da içmek ve abdest almak için ora­ya konmuş olduğuna delalet ediyorsa, o zaman, yolcunun teyem­mümü bozulmuş olur ve o su ile de abdest alır. [553]

Müteyemmim (teyemmüm etmiş olan) bir kimse, yolculuk esnasında, ancak farz olan a’zalarmı birer defa yıkayabilecek mik­tarda bir su bulsa, öyleki bu su, sünnet üzere abdest alınacak olunca, kâfî gelmiyecek miktarda olsa, muhtar olan kavle göre, bu teyemmim yolcunun teyemmümü bozulur. [554]

Teyemmümdü bulunan bir kimse, irtidad etse, (İslâmdan çıksa) teyemmümü bozulmuş olur. Hatta, tekrar müslüman olsa ve o teyemmümle namaz kusa, bize göre, kıldığı bu namaz caiz olur. [555]

3. Teyemmümle İlgili Çeşitli Meseleler

Teyemmümün, yedi sünneti vardır. Bunlar da:

1- İki elini toprak üstüne koymak.

2- Elleri, toprağın üstünde ileri-geri sürtmek.

3- Elleri silkmek.

4- Parmakların arasını açmak.

5 – Teyemmümün başında “Besmele” çekmek.

6 – Tertibe riayet etmek.

7- Ve bütün bunları, arka arkaya yapmak, araya bir fasıla vermemektir. [556]

Teyemmümün Yapılışı:

Teyemmüm yapacak olan kimse, iki elini toprağa vurduktan sonra ileri iter ve geri çeker. Sonra ellerini kaldırır ve topraklar dağılana kadar silker.

İki eli ile yüzünde hiç bir boş yer kalmayıncaya kadar yüzünü mesheder.

Daha sonra ise, ellerini önceki gibi yere vurup, dirsekleri ile beraber kollarım mesheder. [557]

Âlimlerimiz “Parmak uçlarından dirseğe varıncaya kadar, sol elinin dört parmağı ile sağ elinin dış tarafını meshettikteri son­ra, sol elinin içi ile dirsekten itibaren sağ elinin iç tarafını, bileğe varıncaya kadar ve sor elinin baş parmağının içini sağ elinin baş parmağının dışına sürerek sağ eliyle de ayrıı şeyi yapar; en lâyık olanı da budur.” demişlerdir. [558]

Bir kimsenin, vakit girmeden önce teyemmüm etmesi, bi­ze göre caizdir.

Fakat, suyu bulacağına zann-ı galibi olanlar ve suyu bulacağını ümid ettiği yerle kendisi arasında bir milden daha az bir mesafe bulunanlar için, vaktin sonuna kadar, teyemmümü tehir etmek müstehabtır. [559]

el-Hucnedî:

“Vaktin, caiz olabileceği son zamanına kadar te’hir edilir” demiştir. Başkaları ise:

“Caiz olan, son vakte kadar te’hir etmek müstehab’tır.” demişlerdir. Sahih olan da budur. [560]

Fakat, suyun varlığına ümidi olmayan kimse, te’hir et­meyip teyemmüm eder. Namazını da müstehâb olan ilk vakit­te kılar. [561]

Yolculuk esnasında, bir cünüp, hayızdan temizlenmesi ge­reken bir kadın ve bir de cenaze bulunsa; ancak, bunların birisine yetecek kadar da su olsa, bu su, hangisine ait ise, onun kullanması evlâdır.

Şayet bu suya, hepsi de ortaksa, o su, hiçbirisine harcanmaz ve bunların her birine teyemmüm mubah olur. Bu durum, her ne kadar mubah ise de, o suyu, cünüp olan kimsenin kullanması daha evlâdır. [562] Sahîh olan da budur.[563]

Hatta, hayızlınm yerinde, abdesti olmayan bir kimse bu­lunsa, su, yine cünübe sarfedilir. Hulâsa’da da böyledir.

Su, baba ile oğulun arasında olursa, babanın, suyu kullan­ması evlâdır. [564]

Cünüb iken yanında, abdeste yetecek kadar suyu bulunan bir kimse, teyemmüm eder. O sü ile abdest alması icab etmez.

Fakat, bu kadar suyu olan bir kimse, cünüp olur ve bununla birlikte abdest almayı gerektiren bir hades vaki olursa, o kimse­nin, abdest alması gerekir.

Abdesti olmayan bir kimsenin yanında bulunan ve abdest aza­larından bir kısmını yıkayacak kadar birazcık suyu olan bir kimse, o su ile bir yerini yıkamaz, teyemmüm eder. [565]

Seferi (yolcu) bir kimse, yükü arasında su bulunduğunu bilmese veya suyun varlığını unutsa ve teyemmüm ederek namaz kilsa kıldığı bu namaz İmâmı A’zam (r.a.) ve İmâm Muhammed (r.a.)’e göre caiz olur. İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre ise, caiz olmaz.

Buradaki görüş ayrılığı, suyu, bizzat kendisinin koymuş bu­lunmasına ve bir başkasına, yüküne su koymasını emretmiş olma­sına göredir. Emretmiş olmamasına rağmen, koymuş bulunduğu­nu bilmesi de ayrıdır.

Fakat, suyu kendisi koymamış veya bilgisinin dışında konmuşsa, namazını iade etmiyeceği hususunda ittifak vardır. Bu du­rumda, suyu, namazın içinde veya namazdan sonra hatrlaması da müsavidir. [566]

Seferi bir kimse, çadırını, içinde su bulunan fakat üzere örtülmüş olan bir kuyunun başına kurarak su olduğunu bilmeden veya bir nehrin kenarında bulunduğu halde sudan haberi olmadan, teyemmüm edip namaz kilsa; namazı, İmâmı A’zam (r.a.) ile İmâm Muhammed (r.a.)’e göre caiz olur. İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre ise, caiz olmaz. [567]

Bir kimse suyunun olup olmadığı konusunda tered­düt etse veya suyunun bitmiş olduğunu zannetse ve bu durumda, teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra, suyunu bulsa; o kimsenin, namazını iade edeceğinde ittifak vardır. [568]

Su, bir adamın sırtında veya boynunda takılı bulunan bir kapta olsa veyahut da yanına konulmuş bulunsa da, o kimse, bu suyu unutarak teyemmüm etmiş olsa; bu kimsenin teyemmü­münün; caiz olmadığında ittifak vardır.

Su, palanın (eşek veya katırın semerinin) üzerinde asılı o’muş olsa; eğer bir kimse bu hayvana binmiş olarak gitmekte ve su da, semerin arka tarafında ise, o kimsenin teyemmümü caiz olur. Fakat, su ön tarafta ise, o kimsenin teyemmümü caiz olmaz.

Fakat, eğer adam, bu hayvan sürerek götürmekte ise ve suda semerin arkasında bulunuyorsa, teyemmümü caiz olmaz; su, seme­rin önünde bulunuyorsa, teyemmümü caiz olur.

Fakat, adam, hayvanı çekerek götüren biri ise, bu kimsenin te­yemmümü, her halde caiz olur. [569]

Bir kimse, hasta olsa ve abdest almaya da teyemmüm et­meye de gücü yetmese, ayrıca, yanında, da, abdest aldıracak veya teyemmüm ettirecek kimsesi bulunmasa, İuıâmeyn’e göre, o adam, namaz kılmaz.

İmâm Fazl bin Muhammed:

“Ben, Kerkî’nin Câmiu’s-Seğîrı’nde, şöyle yazılı olduğunu gördüm:

“Elleri ve ayakları kesilmiş, yüzü de yara olan bir adam, abdestsiz ve teyemmümsüz namaz kılar ve iade etmez.” demiştir. Esahh olan da budur. [570]

Mahpus olup da, su ve temiz toprak bulamayan kimse, na­maz kılamaz. Bu, İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (r.a.) ve İmâm Mu­hammed (r.a.)’in kavildir ve yerden veya duvardan bir şey çıkar­maya imkân olmadığı vakit içindir. Fakat, bu kimsenin toprak çı­karma imkanı olursa, teyemmüm eder ve namazını kılar. [571]

İzâh’da:

“Abdest aldığı zaman idrarını tutamıyan kimse, teyemmüm edince idrarını tutabiliyorsa, teyemmüm etmesi caizdir.” denilmiştir. [572]

Çölde bulunan bir kimsenin, yanında, ağzı lehimlenmiş bir ibrik içinde zemzem bulunsa, o kimsenin, teyemmüm etmesi caiz olmaz. [573]

Hazır olan bir cenazenin namazının, kendisi abdest alın­caya kadar kılınacağından korkan bir adamın, cenazenin sahibi değilse, teyemmüm etmesi caizdir. Fakat, kendisi cenazenin sahibi ise, teyemmüm etmesi caiz değildir. Sahih olan da budur.

Velî’nin, cenaze namazını kıldırmasını emrettiği kimse de, te­yemmüm edemez. Fakat, bu hususta, cenaze namazını kıldırmaya kendisinden daha yetkili bir velî hazır olunca, yetkisi az olan kim­senin, teyemmüm etmesi caiz olur. Çünkü, yetkisi az olan kimse, kendisinin, cenaze namazım kılmak için beklenmemesinden korkabilir.

Cenaze namazım kıldırmak için, bir başka kimseye izin vermiş olan velî’nin de, teyemmüm etmesi caiz olur. [574]

Bir adam, teyemmümle bir cenaze namazı kıldıktan son­ra, ikinci bir cenaze daha gelmiş olsa; eğer, birinci cenaze ile ikinci cenaze arasında, bir abdest alacak kadar vakit yoksa, o teyem­mümle, ikinci cenazenin namazını da kılar. Fakat, vakit varsa kı­lamaz; yeniden teyemmüm yapar. [575]

Vaktin çıkmasından korkmadıkça, bayram namazına baş­lamadan, önce, imâmın teyemmüm etmesi caiz olmaz. Fakat, vak­tin çıkmasından korkuyorsa, teyemmüm caiz olur.

Muttedî’de, eğer, abdest alıncaya kadar, namazın kılınıp bite­ceğinden korkmuyorsa, teyemmüm etmesi caiz olmaz; fakat, nama­zın kılınacağından korkuyorsa, teyemmüm etmesi caiz olur.

Teyemmümle namaza başlamış olan bir kimsenin, abdesti bozuîsa; bu kimsenin, tekrar teyemmüm edip, namaza devam edeceği hususunda, hiç bir ihtilâf yoktur.

Fakat, abdestle namaza başlamış olan bir kimsenin, abdesti bozulmuş olsa; bu kimse eğer, vaktin çıkmasından korkarsa, bil icinâ, teyemmüm ederek namaza devam eder.

Fakat eğer, bu kimse, vaktin çıkmasından korkmaz ve imâm, namazı bitirmeden, abdest alıp ona yetişeceğini ümid ederse; bu kimsenin teyemmüm etmesi, bil-iemâ mubah olmaz. Şayet, bunu iunid etmiyorsa, o kimse, teyemmüm edip namazına devam eder. Bu, İmâm-ı A’zam (r.a.)’a göredir. Diğer imamlarımız ise, buna muhaliftir. [576]

Aslolan, edâ edilmediği zaman, onun yerini tutabilecek bir şeyin .olmaması halinde, teyemmüm etmek caizdir;

Fakat, bir ibadetki onun halefi (yerini tutacak bir şey) varılır, onun için teyemmüm etmek caiz değildir. [577]

İki kimsenin, ayrı zamanda ve ayrı yerde teyemmüm etmesi caizdir. [578]

Bir adamın, ayrıı yerden tekrar tekrar teyemmüm etmesi de caizdir. [579]

Cühüp olan bir kimsenin, teyemmümle, cenaze ve bayram namazlarını kılması caiz olur. [580]

Bir kimse, teyemmümlü olduğuna kani oldukça, abdesti bozulduğu şüphesine düşünceye kadar teyemmüm üzeredir. Abdestsiz olduğuna kani olunca da, teyemroümlü olduğuna ina­nana kadar abdestsizdir. [581]

Teyemmüm üstüne teyemmüm etmek, sevab değildir. [582]

Misafir, (yolcu) suyun olmadığını bilse bile, cariyesi ile cima’ edebilir. [583]

Teyemmümle namaz kılan bir kimseye, bir hiristiyan aidese, o kimse namazım bozmaz. Çünkü, nasranînin sözü sana suyunftu, Hüsranının sözü istihza olabilir. Namaz ise, şüpheli olan bir şeyden dolayı bozul­maz. Namazı bitirdikten sonra o su istenir. Eğer, Nesrânî suyu ve­rirse, o kimse, teyemmümle kılmış olduğu o namaza iade eder. [584]

5- MESTLER ÜZERİNE MESHETMEK

Bu babda,

1- Meshin caiz olmasının şartları.

2- Meshi bozan şeyler, olmak üzere iki bölüm vardır.

Mestler üzerine meshetmek bir ruhsattır. Bir kimse, meshin caiz olduğunu görüp bildikten sonra azimet yolunu tercih etmiş ol­sa, yani ayaklarım yıkasa, bu daha evla olur. [585]

Meshin Caiz Olması İçin Gereken Şeyler:

Mestle yol yürümenin mümkün olması ve onun topuk ke­miklerini örtmesi, meshin caiz olması için gereklidir.

Topuklarının üst tarafını örtmesi şart değildir. [586] Hatta bir adam, ancak topuğunu örtecek kadar olup fazla uzun olmayan bir mest’e, meshetmlş olsa, bu caizdir.

Üstü ve altı deri ile kaplanmış olan çoraba, meshedilir. [587]

Altına deri konularak, nalın şeklinde getirilmiş olan çora da bunun üzerinedir. [588]

Bir yere dayanmaksızın, ayakta dikine durabilen ve altı görünmeyen, derişiz kalın çoraba da meshetmek caizdir. Fetva da bunun üzerinedir. [589]

Bir adam, ayakları ve topukları görünmeyen ancak bir veya iki parmak miktarı görünen, bir fotin (ayakkabı) giyse, onun üzerine meshetmesi caizdir. Bu ayakkabı, koncu olmayan mest yerinedir. [590]

Ham bez veya benzeri bir şeyden yapılmış olan bir çizme giymiş bulunan kimsenin, bu çizmenin üzerine meshetmesi caiz ol­maz.

Fakat, sahtiyandan veya benzeri şeylerden yapılmış olan çiz­meler üzerine meshetmek caizdir.

Mestleri üzerine bezden veya benzeri bir şeyden yapılmış çizme giyen bir kimsenin, o çizmenin üzerine meshetmesi caiz ol­maz. Fakat bu çizmeler, çok ince olur da, meshedilirken elin yaşlığı, altındaki mestlere geçerse, bu durumda meshetmek caiz olur.

Eğer, çizmeler sahtiyan (deri) ve benzeri şeylerden yapılmış olur ve o kimse, çizmelerini, ayaklanriı yıkamak sureti ile aldığı abdest bozulduktan fakat, mestlerinin üzerine meshetmeden önce giymiş veya ayrıi abdesti bozulduktan ve mestlerinin üzerine mesh ettikten sonra giymiş ise, o çizmelerin üzerine meshetmesi, bil-icmâ caiz olmaz. Fakat, eğer abdesti bozulmadan önce giymiş ise, o çizmelerin üzerine meshetmesi, bize göre caiz olur. [591]

Bir kimse, mestlerinden birinin üzerine, çizmelerinden bi­rini giymiş olsa, mestin biri ile, o tek çizmenin üzerine meshetme­si caiz olur. [592]

Sahtiyan (deri) den veya benzerinden iki kat olarak yapıl­mış bulunan mestin üzerine methedilir. [593]

Türklerin keçeden yaptıklar mestleri, meshetmek caizdir. Çünkü onunla yola gitmek, yürümek mümkündür. Bu hususta, sa­hih olan yol da budur. [594]

Çarık, eğer ayağı örter, ayağın üstü ve topuklar görünmez ise, onun üzerine meshetmek caizdir. Ayaktan, veya İki parmak miktannea, bir yerin görünmesi daima müstesnadır ve meshe mani’ değildir.

Çarık, söylenildiği şekilde olmaz, fakat çarık giyen kimse aya­ğım deri ile örter ve dikerek o deriyi çarıkla da bitiştirirse, yine, çarığın üzerine meshetmek caiz olur.

Fakat, bu deriyi dilemez de bir şeyle bağlarsa, bu durum­da meshetmek caiz olmaz. [595]

Demirden, camdan ve odundan yapılmış olan mestlere, meshetmek caiz değildir. [596]

Meshin Yapılacağı Yer:

Her mestin üzerinde, el parmaklarından üç parmak kadar bir yerin meshedilmesi gerekir. Esahh olan da budur. [597]

Mestin altını, ökçesini, koncunu, etrafını ve topuklarını meshetmek caiz olmaz. [598]

Bir kimse, ayağının birinin üzerine iki parmak miktarı, diğerine de beş parmak miktarı meshetmiş olsa, bu caiz olmaz. [599]

Ayaktan hâlî olan (içinde ayak bulunmayan) mestin üzere­ne, meshedilmiş olmasına itibar edilmez.

Bir kimse, geniş olan mestinin boş kısmına, ayağmı iletse de, o ayağın üzerine mesh etmiş olsa, bu caiz olur. Fakat, ayak o yer­den ayrılırsa, meshi iade eder. [600]

Bir kimsenin, ayaklarının birinde cerahat (yara) olsa da, onu yıkamaya ve meshetmeye gücü yetmese, bu kimsenin diğer ayağına meshetmesi caizdir.

Ayağının birisi, topuğunun yukarısından kesilmiş olan kim­senin de, diğer ayağım meshetmesi caizdir.

Şayet, kesilmiş olan ayağında, üç parmak miktarı bir yer kal­mışsa, o kimsenin her iki ayağına da meshetmesi caizdir.

Fakat, kesilen ayakta meshedilecek yer kalmasa da, yıkanacak yer kalmış olsa, bu durumda, her iki ayağmı da meshetmesi caiz olmaz, (yani yıkaması gerekir). [601]

Bir adamın, mestleri üzerine giydiği çizme geniş olsa da o kimse, eiini çizmenin içine sokarak, mestlerinin üzerine meshetke, bu caiz olmaz. [602]

Mesh Nasıl Yapılır:

Sahih olan kavle göre, meshin, üç parmak ile yapılması ge­rekir.

Hatta, bir kimse, bir parmağı ile, suyu tazlemeden üç yere birer defa (toplamı üç defa) meshetmiş olsa, bu caiz olmaz.

Fakat, bir parmağı ile, her defasında yeni su alarak, ayrı ayrı yerlere üç defa meshetmiş olsa, yaptığı bu mesh caiz olur. [603]

Bir kimse, şayet baş parmağı ile şehâdet parmağının iyice açılmış hâli ile meshetmiş olsa, bu caiz olur. [604]

Bir kimse, üç parmağını, mestinin üzerine koymuş olsa fakat onları sürterek çekmese, meshi yine caizdir. Yalnız, bu hal sünnete muhalif olur. [605]

Bir kimse, mestlerini, parmaklarının ucu ile meshettiği za­man, eğer parmaklarından su damlarsa, meshi caiz olur; damla­mazsa, caiz olmaz. [606]

Şayet, meshedilmesi gereken yere su dökülmüş olur veya yağmur yağmış olmasından veyahut da otlakta yürümekten dolayı, mestler üç parmak miktarı ıslanmış olursa, bu haller, mesh yerine caizdir. Sahih kavle göre, çiğ de yağmur gibidir. [607]

Yıkanan yerin ıslağı ile meshetmek caizdir. Bu ıslağın, damlaması ile damlamaması eşittir;

Fakat, meshettikten sonra, elde kalan ıslakla meshetmek caiz değildir. [608]

Mesh, sağ elin parmaklarını, sağ ayaktaki mestin önüne; sol elin parmaklarını da, sol ayaktaki mestin önüne koyarak ve parmakların arasını da açık bir şekilde bulundurarak, elleri, to­pukların üzerine doğru, bacağa varıncaya kadar çekmektir. Bu mes­hin, sünnet olan şeklinin ta’rifidir.

Ancak, bacaktan başlayıp, parmaklara kadar veya enine bir şekilde, meshetmek de caizdir. [609]

Bir kimse, avuç içlerini, mestlerinin üzerine kor ve sürte­rek çekerse veya avuç içi ile birlikte, parmaklarını da kor ve sür­terek çekerse, bu da güzeldir. En güzeü ise, elin tamamı ile meshetmektir.

Avucun dış tarafı ile meshetmek de caizdir. Ancak, müslehab olan, avucun iç tarafı ile meshetmektir. [610]

Zahirür rivâye’de, parmak izlerini açığa çıkarmak şart değildir. Ancak, parmak çizgilerini açığa çıkarmak müstehabtır. Vîesh’te, tekrar, sünnet değildir. [611]

Mest’ler üzerine meshederken, niyyet sari değildir. Sahih olan da budur. [612]

Bir kimse, tehâret niyyeti ile değil de, sadece öğret­mek niyyeti ile abdest alsa da mestlerinin üzerine meshetse,bu ab­esti, abdest olarak caizdir ve sahihdir. [613]

Hangi Halde Mestler Üzerine Meshedîlir:

Meshih caiz olabilmesi için, mestleri giymeden önce veya giydikten sonra, alman abdest, araya hades girmeden tamamlan­mış olmalıdır. [614]

Hatta, bir kimse, önce iki ayağını yıkamış ve sonra da mestlerini giymiş; fakat, henüz abdestini tamamlamadan hades vâki olsa (yani abdesti bozulsa), giymiş bulunduğu mestlerine, mesh caiz olmaz. [615]

Bir kimse, abdestsiz iken, mestleri giyüi halde ve suya girerek yıkansa ve ayaklarına su dolsa; sonra da, diğer azalarını yılayarak abdestini tamamlasa; bu şekilde almış olduğu abdest, tamamlandıktan sonra, bozulsa; bu kimsenin tekrar abdest alırken, mestleri üzerine meshetmesi caiz olur. [616]

Bir kimse, eşeğin artığı olan su ile abdest alsa ve bu abdestle birisle teyemmüm de yaparak mestlerini giydikten sonra, ahdesti bozulsa; eşeğin artığı ile abdestde alır, teyemmüm de eder; mestleri üzerine de, mesheder.

Abdesr. alırken, tertibe ilîyet etmek, sünnettir. Buradaki durum tertibe (himi’den abdrın alınması, halinde söz konusudur.

Bu kimsenin, ikinci defa adbest aldığı su; şayet, eşeğin artığı olan su değil de, içinde hurma ıslatılmış su olsaydı, mesh yapılmazdı. (Yani ayaklar yıkanırdı.) [617]

Fetvalarda:

“Eşek artığı ile abdest alan bir kimse, mest­lerini giyse ve abdesti bozulana kadar da teyemmüm etmese; o kimse, tekrar, eşek artığı olan su ile abdest alır, mestlerine mesheder ve sonra da teyemmüm ederek namazını kılar. [618]

Teyemmümle mest giyen kimsenin, abdesti bozulunca, o mestlerıeshetmesi caiz olmaz. [619]

Cünüp olan kimse, ister mestlerini giymeden önce, İsterse mestlerini giydikten sonra, cünüp olmuş olsun, mestleri üzerine mesh yapılmaz. [620]

Ancak, bu kimse, cünüplükten temizlenmek için teyemmüm eder, abdestsizükten dolayı da abdest alırsa ve ayaklarını yıkadıktan sonra da mestlerini giyerse; müddeti içinde, her abdest alması sı­rasında, o mestlerle mesh etmesi caiz olur. [621]

Cünüp olan bir kimse, yıkandığında, abdest azalarının ba­zı yerleri kuru kalarak oralara su ulaşmamış ve o kuru yeri yıkamadanda abdesti bozulmuş olsa; bu durumda, giyilmiş bulunan mestlerin üzerine, mesh yapılmaz. [622]

Meshin Müddeti:

Mesh, belli bir müddet için yapılmalıdır.

Müddet, mukîm (yolcu olmayan) için, bir gün ve bir gece­dir. Misafir (yolcu) içinse, üç gün ve üç gecedir.

Yolculuk, ister ibadet için olsun, ister kabahat için olsun, müsavidir. [623]

Müddetin başlangıcı: Mestleri giydikten sonra, abdestin bozulmuş olduğu zamandır.

Sabah vakit abdest alıp, mestlerini giymiş olan bir kimsenin, ikindi vaktinde, abdesti bozulur ve tekrar abdest alıp, mestlerine meshederse, o kimse için mesh müddeti, eğer, kendisi seferi de­ğilse bir gün sonranın ikindi vafcinde abdestin bozulduğu ana kadardır. Fakat, eğer misafirse, dördüncü günün ikindi vaktine ka­dardır. [624]

Mukim, (yolcu olmayan) misafir olursa, (yola çıkarsa), mesh müddetini, misafir gibi uzatır.

Mukimin, mesh müddeti tamam oluktan sonra, yolculuğa çık­ması gerekiyorsa; mestleri çıkarır, ayaklarını yıkar ve tekrar mest­lerini giyer. [625]

Misafir, mestlerini mesh müddeti tamam olmadan mukim olsa, mestlerini çıkarır ve ayaklarını yıkar.

Şayet, ikamet müddeti bitmeden mukim olursa, mestlerini, o müddete tamamlar. O müddet tamamlanıncaya kadar çıkarmaz. [626]

Özürlü olan bir kimsenin, abdest alıp mestlerini giyerken özürü bulunmazsa, özürü olmayanlar gibi mesh müddeti içinde, mestlerine mesheder.

Şayet, bir kimsede, abdest alırken veya meshin birini giyerken, özür bulunursa, onun için mesh müddeti, içinde bulunduğu vaktin dahilidir. Mesti üzerine meshetmesi, yalnız o vaktin içinde caiz olur. o vaktin haricinde, caiz olmaz. [627]

Mestlerin Delik, Yırtık Veya Sökük Olması:

Mestte, ayak parmağının küçüğü ile, üç parmak miktarı yırtığın, bulunmaması gerekir. Sahih olan da budur. [628]

Esahh olan kavle göre, üç parmak miktarı yırtığın, tama­men görünmesi şarttır.

Yırtığın, mestin iç yüzünde, dış yüzünde veya ökçe tarafında olması müsavidir. [629]

Fakat yırtık, mestin boğaz kısmında bulursa, meshin caiz olmasına mani olamaz. [630]

Yırtıklarda, üç küçük parmak miktarına itibar edilmesi, mestlerde, parmakların haricinde olan yerin açılması halindedir.

Fakat, bizzat parmakların bulunduğu yer açıldığı zaman, müteber olan, hangisi olursa olsun, üç parmağın açılmış olmasıdır.

Hatta, baş parmakla yarımdaki parmak açılmış alsa, aslında bu iki parmak, küçük parmaklardan üç parmak miktarında olma­larına rağmen, -bunlar, iki parmak oldukları için-, mesh caizdir.

Fakat, yanlarındaki de açılır ve açık parmak sayısı, üçe çıkmış bulunursa mesh, caiz olmaz.

Parmaklan kesilmiş olan kimselerde, -mestin durumunu tesbit ederken- başkalarının parmaklarına itibar edilir. [631]

Yırtıkların, bir mestte olması itibare alınır. İki mestteki yırtıklar, bir araya toplanarak değerlendirilmezler.

Mestin bîrinde bir parmak, diğerinde de iki parmak miktarı yırtık bulunsa, bu mestlerin üzerine meshetmek caizdir.

Fakat, bir mestte, mesttir önünde, ökçesinde ve yanında bı rer parmak miktarı yırtık bulunmuş olsa, bu mestin üzerine mesh etmek caiz olmaz. [632]

Dikiş araları gibi çok küçük yıllıklar, bu meseleye dahil değildir. Onlara itibar edilmez.

Meshetmeye mani olan yırtık, açıhp altı görünen veya bi tişik olsa bile, yürüyünce açılan ve ayağı gösteren yırtıktır.

Fakat, her ne kadar yırtık uzun olsa da, eğer altı açıhp görün müyorsa meshe mâni değildir.

Dışı açılmış olan mestin, iç kısmında dikilmiş deri veyu bez astra bulunsa, bu şekildeki yırtıkda meshe mani değildir. [633]

Mest, çorap veya çarık, ayağın üst kısmında yarılmış (yırtılmış, sökülmüş) olsa fakat düğmelerle üzeri bağlanınca o yani kapansa, bu durumda o yarılmamış gibidir.

Eğer, ayağın üst kısmından bir şey, açığa çıkıp görülürse, ilk durumda -yarılma da- mestin yırtılması gibidir. [634]

Meshi Bozan Şeyler:

Abdesti bozan her şey meshi de bozar.

Ayrıca, mestlerin ikisinin veya birisinin ayaktan çıkmış olması da meshi bozar.

Mesh müddetinin sona ermesi de, meshi bozan şeylerdendir. Bu hüküm, su bulunduğu zaman geçerlidir. Fakat, su bulunmazsa, bu durumda mesh bozulmaz. Bilakis, onunla namaz kılmak caiz olur. Hatta, bir kimse, namaz kılmakta iken, mesh müddeti bitmiş fakat su bulamamış olsa; o kimse, namazına devam eder. Esahh olan da budur. Fakat, bazı alimler:

“Bu durumda, o kimsenin na­mazı bozulur.” demişlerdir. Bu da eşhebdir. [635]

Bir kimse, abdestli iken mestini çıkardığı zaman, yeniden abdest alması gerekmez. Bu kimsenin, sadece ayaklarını yıkaması kâfî’dir. Abdestli olduğu halde, mesh müddeti biten kimse de böyle yapar. [636]

Mestlerini çıkardığı zaman, ayaklarının soğuktan donaca­ğından korkan bir kimse için, her ne kadar mesh müddeti uzamış (geçmiş) olsa da, meshetmek caiz olur. Bu durum, sargı üzerine meshetmek gibidir. [637]

Sahih olan kavle göre, ayağın, mestin koncuna çıkması, mestin -tamamen- çıkması demektir. [638]

Mest, geniş olsa da, ayağı, mestin içinde kaldırınca, ökçe yerinden çıksa; fakat, ayağı basınca ökçe yerine dönse, bu durumda, o mestin üzerine meshetmek caizdir.

Topal olan bir adam, ayaklarının dışına basarak yürüyor ve gerçekten ökçesi, ayakkabının içindeki yerinden ayrılıyorsa, bu kimsenin ayağı, mestinin koncuna çıkmadıkça, mesh etmesi mu­bahtır.

Mestlerinin üzerine astarlı mest giyen kişi, bu giymiş ol­duğu şeyi çıkarınca, diğer mesti üzerine- tekrar mesh etmez:

Mestlerinin üzerine kıllı bir şey giyip de, o şeyin i kıllarını traş eden kişi ne mestlerinin üzeri soyulan yani derisi kavlayan kişi de, mestlerinin üzerine meshi, yenilemez. [639]

Bir kimse, çizmelerinin, üzerine meshettikten sonra, onları çıkartmış olursa, altta bulunan mestlerinin üzerini, yeniden mesheder. [640]

Bir kimse, şayet çizmelerinden birini çıkartmış olsa. onun altından açığa çıkan mestin üzerine, mesheder. Ve, diğer çizmeye de, meshi yeniler. [641]

Mestlerini, kâmil bir tehâretle (yani, ayaklarını da yıkaya­rak abdest almış olarak) giymiş olan bir kimsenin ayağının birine sonradan su girmiş ve giren bu su da topuğuna kadar çıkmış olsa, hatta, -bu sebebten- ayağının tamamı yıkanmış bulunsa, bu kimsenin, diğer ayağım da yıkaması gerekmez. Bu görüş zayıftır. Sahih olan: Bu kimsenin meshi bozulduğu için, diğer ayağını da yıkamasıdır.

Ayağının ekseri ıslanmış olan kişi için de, durum ayrııdır. Esahh olan da budur. [642]

Bir adamı abdest alıp, sargısını bağlayarak, sargı üze­rine meshetse veya ayaklarını yıkayıp mestlerini giys’e; sonra da, abdesti bozulsa, bu durumda, abdest alarak sargının ve mestlerinin üzerine, mesheder.

Eğer, abdest bozulmadan yara iyi olursa, yaranın yerini yıkar ve mestlerine mesheder. Şayet, o abdest bozulduktan sonra yara iyileşmiş olursa; yeniden abdest alırken, mestlerini de alması gerekir. [643]

Sargılar Üzerime Meshetmek:

Sargılarüzerine meshetmek İmâm-i A’zam Ebû Hanfife (r.a.)’ye göre, farz değil, vacibtir. Sahih olan da budur. [644]

Sargılar üzerine, ancak altını yıkamaya gücü yetmiyenler meshedebilir.

Sargılar üzerine, yaraya su dokumasının zarar vermesi veya sargının çözülmemesi halinde, meshedilebilir. [645]

Sargının çözülmemesi bunun bir kimsenin, sargıyı bizzat ken­disinin bağlayamayacağı yerde bulunması veyahutda bağlayacak başka bir kimsenin olmaması halidir. [646]

Eğer, yarayı soğuk su ile yıkamak zarar verir de, sıcak su ile yıkamak zarar vermezse, onu sıcak su ile yıkamak lâzım olur. Zahir olan da budur. İmâm-ı A’zam Ebû Hanafe (r.a.) ise:

“Zarar vermese bile, yarayı yıkamak terkedilebilir.” demiştir. Diğer iki İma­mımıza göre, bu durumda, yarayı yıkamak terkedilmez. İtâbiyye:

“İmâm-ı A’zam (r.a.) da, İmâmeyn’in bu görüşüne dönmüş­tür” demiştir. Fetva da, bu görüşe göredir. [647]

Eğer sargı, bizzat yaranın bulunduğu yerden daha fazla yer işgal ediyor yâni, yaranın kapladığı yerden daha fazla geniş bir alan, sargı ile sarılmışsa ve sargının çözülmesi veya çözül­dükten sonra yaranın meshedilmesi zarar veriyorsa, hem yaranın üzerindeki ve hem de yarasız yerin üzerindeki sargıya meshedilir.

Fakat, eğer yaranın üzerini meshetmek zarar verir de, sargının çözülmesi zarar vermezse; o zaman, yaranın üzerinde bulunan sargının üzerine meshedilîr, yaranın etrefmdaki sağlam yerler ise yıkanır. Yara da bizzat meshedir.

Yara ile kırık, çıkık gibi haller müsavidir. Yani, yaranın üzerindeki sargı hangi hükme tabii ise, kırık ve çıkıkların üzerin­deki sargılar da, o hükme tabi’dirler. [648]

Sargının ekserisi üzerine meshetmek kâfidir. Fetva da buna göredir.

Sargının, yansının veya yarısından daha az bir kısmının üzerine mesh etmek, caiz olmaz. Bu husus, bi Memâ böyledir. [649]

Kan aldıran bir kimse, yaranın üzerinde bulunan birinci sargıya meshetse de, onun üzerinde bulunan sargıya meshetmese, bu caizdir. [650]

Ele bağlanmış bulunan iki ayrı sargının arasında, sargısız yer bulunsa, iki sargının arasındaki 6 yere ile meshetmek kâfi ge­lir. Sahih olan da budur. [651]

Yara iyi olmadan, üzerindeki sargı düşmüş olsa, yarayı yıkamak gerekmez ve mesh de bozulmuş olmaz.

Ancak, iyi olduğu zaman, bir yaranın üzerindeki sargı düşerse, bu yaranın yıkanması gerekir. Çünkü, bu son durumda, mesh de bozulmuştur. [652]

Abdest alan bir kimse, yaranın üzerinde bulunan ilacın üzerine su sürer ve sonra da, yaranın iyileşmesinden dolayı bu ilaç düşmüş olsa; o şahsın, bu yaranın yerini yıkaması gerekir. Aksi tak­tirde, yani üç düşmemişse yıkaması gerekmez. [653]

Tırnağı kırılmış olan bir kimse, kınlan tırnağının üzerine, ,ilaç koyduğunda veya sakız yapıştırdığında, bunların kaldırılması zarar verirse, kaldırmayıp, üzerlerine mesheder. Meshetmek de za­rar verirse, bu durumda, onu da terkeder.

Uzuvlarında yarık olan bir kimse, gücü yeterse onların üzerine su dökerek yıkar; yetmezse buların üzerini mesheder. Ona da gücü yetmezse, terkeder ve yarıkların etrafım yıkar. [654]

Üzerine meshedihniş olan sargısı düşen ve bunu başka bir sargı ile değiştirmiş olan kimsenin, yeniden, -bu yeni sargı üze­rine- meshetmesi en doğru davranıştır. [655]

Parmağında bulunan bir çıbandan dolayı, onu, bir ilacın içine sokmuş olan bir kimsenin, bu durumda; ilaç çıbanın bulun­duğu yerin daha ilerisine geçmiş olursa, bu kimse, abdest alır ve o çıbanın -üzerindeki ilacın- üzerini mesheder. Bu durumda, ya­pılan meshin caiz olması için, meshin sargıyı geçmiş olması gerekir.

Kan aldıran kimse hakkındaki hüküm de, böyledir. Fetva da bunun üzerinedir.

İki kolunda cebair (tahta sargılar) bulunan bir kimse, meshetmek niyyeti ile, bir kapdaki suya, iki kolunu da daldırmış olsa; bu kimsenin meshi caiz olmadığı gibi, kollarını soktuğu suyu da ifsâd etmiş olur.

Sargının, el parmaklarında veya avuç içinde olması hali, bu­nun aksinedir. Yani bir kimse, meshe niyyet ederek, tahta ile sa­rılmış olan ellerini, bir kapta bulunan suya batırsa, meshi caiz ol­duğu gibi, o su fasid olmaz. [656]

Kırıklarda kulanılan tahta sargılar ile yaralar için kulla­nılan bez sargıların üzerini meshetmek buların altını yıkamak gi­bidir. Ancak, yıkamaya bedel değildir. Hatta, sargı, ayaklardan birinde olsa ve onun üzerine meshedilmiş bulunulsa, diğer ayağın yıkanması gerekir. [657]

Bu meshler, bir vakitle kayıtlı değildir ve sargıların, abdestli veya abdestsiz olarak sarılmış olanları arasında da bir fark yoktur. Büyük ve küçük hadesler, de (icabettiği halde gusletmemiş veya abdest almamış olmakta da) bir fark yoktur.

Meshedilirken, niyyetin şart olmadığı hususu, ittifakla rivayet olunmuştur.

Sahih rivayetlere göre, -her defasında- bir kere meshetmek yani meshi bir defada birkaç kere tekrarlamamak kafidir. [658]

Sargıların üzerinde bulunan sargı katlan düşse, alttan çıkmış olan sargıya yeniden meshetmek icab etmez [659]

Bir kimsenin, ayağının birisini yıkaması ve diğer ayağın­da bulunan mestin üzerini meshetmesi; yani yıkama işlemi ile meshetme işlemini bu şekilde bir araya getirmesi caiz olmaz. [660]

Ayaklarından birinde yara olan ve bu yara üzerinde sargı bulunan bu adam, abdest alırken sargılı ayağına mesh, diğer aya­ğını ise yıkar; sonra da üzerine mestini giymiş olursa, o mestin üzerine meshetmesi caiz olmaz.

Fakat sargının üzerine mesheder ve iki mestini de giyerse, o mestlerin üzerine meshetmek caiz olur. [661]

Ayaklarının birinde, sivilce (kabarcık) bulunan bir kimse obdesi alıp, mestlerini giyindikten sonra, abdesti bozulsa ve yeniden abdest alsa ve mesıtlerinin üzerine mesh eylese; bu abdestle de na­mazlar kılmış olsa, mestlerini çıkardığı zaman o sivilceyi (kabar­cığı) patlayıp yarılmış ve ondan kan akmış olduğunu görse ve sivilcenin de ne zaman varıldığını bilmese; eğer yaranın başı ve bu şahıs da mestlerini, ferin tulü’u (ortalığın aydınlanma imanı giymiş ve çıkarışı da yatsı namazından sonra vuku’ bulmuşsa, sabah namazını yeniden kılmaz, diğer namazları ise yeniden kılar.

Ve eğer, bu yaranın başı kanla ıslaksa, kılmış bulunduğu namaz yarın hiç birini iade eylemez. [662]

Bir sargı ile sarılmış bulunan yaranın kam veya cerahati, argının dışına çıkarsa, abdest bozulur. Fakat böyle bir ıslaklık sargının dışına çıkmazsa abdest bozulmaz.

Şayet, sargı iki kat olur da, ıslaklık bir kısmına geçmiş bulunursa, bu durumda abdest bozulur.

Eldivenlere mesHetmek caiz değildir. [663]

Bir adam, diğer bir şahsa, kendisinin mestlerine mesh eyle­mesini emretse de o da meshetmiş oka, bu mesh caiz olur. [664]

Mestler üzerine meshetmek hususunda, kadınlar da erkek­ler gibidir. Mestlere meshetmenin caiz olup olmamasında, her ikisi de eşittir. [665]

6- KADINLARA MAHSUS BAZI HALLER

Ancak, hayız müddetinde görülen kanlar, hayız kanı sayılır.

Hayız müddeti içinde bir gün kan görüp, dokuz gün kan gör­meyen veya iki gün kan görüp de daha sonraki günlerde temiz olan bir kadın için, İmâm Muhammed (r.a.)’in İmâm-ı A’zam (r.a.)’dan rivayet ettiği “Hayız temizlikle başlamadığı gibi, temizlikle de bit­mez” kavline göre “Hayızlıdır” denilemez.

Ebû Yûsuf (r.a.)’un rivayetine göre ise; “Gerçekten temizlik, iki kan arasında, on beş günden az olmamalıdır.” Yani, bir kadının, hayızlı sayılmaması için, en az on beş gün kan görmemesi gerekir.

Müteahhirin (sonra gelen âlimler) bu rivayete göre fetva ver­mişlerdir. Çünkü, bir sual karşısında, bu cevap müfti için çok ko­laydır. [666] Bu görüşü almak da kolaydır. [667] Şehîd Hüsâmeddin de bunun üze­rinde karar kılmış ve bununla fetva vermiştir.

İki kan arası on günü geçmez ise, temizlik (zamanı) da, kan (görüldüğü zaman) da hayızlıdır.

Bu durumda, kanın ilk defa görülüyor olması ile adet olmuş olması arasında, bir fark yoktur.

Şayet, iki kan arası, on günü geçerse; bu durumda, henüz hiç adet gören hakkında, bu halin on günü, hayızdır. Adetli olan hak­kında ise, hayz bildiği günler kadarı, hayzdır. Temizlik bildiği gün­ler kadarı ise, temizliktir. [668]

Temizliğin, önü ve sonu kan olduğu zaman, o temizlik de, hayza dahildir. [669]

Temizlik, (kan görmeme hali) on beş gün veya daha fazla olduğu zaman, fasılaya itibar olunur. Ve iki kandan biri veya her ikisi de hayız sayılır. [670]

Temizliğin en az müddeti on beş gündür. Çoğu içinse, bir sınır yoktur. Ancak, kanın devamlı olması gibi adet nasbma ihtiyaç olduğu, zaman o kadının, her aydan on gün hayızlı olduğu takdir edilir. Ve bu kadın, diğer günlerde temiz sayılır. [671]

2- Nifas

Nifas: Doğumu takib eden kandır. [672]

Doğum yaptığı halde, kan görmemiş olan kadının, guslet­mesi icab etmez. Bu görüş, Ebû Yûsuf (r.a.)’un görüşüdür. İmâm Muhammed (r.a.)’den de böyle rivayet olunmuştur. Müfîd’de:

“Sahih olan da budur.” denilmiştir. Fakat, o kadının abdest alma­sı vacib olur. Çünkü, çocukla beraber, pislik de çıkmıştır. [673]

İmâm-ı Azam (r.a.)’a göre ise, o kadının gusletmesi gerekir. Âlimlerin çoğu da, bu görüşü almışlardır. Sadrü’ş- Şehîd’de, bu­nunla fetva vermiştir. Ebû Aliyyü’d-Dekkâk da:

“Biz de bu görüşü alırız.” demiştir. Fetvalarda da,

“Fahih olan budur.” denilmiştir. [674]

Kadının, nüfesâ (nifaslı) olması için, çocuğun, yarısından daha fazla kısmının çıkması gerekir.

Çocuk, karında parçalanmış ve ekserisi de çıkmış bulun­sa; eğer, düşüğün tırnak, parmak, saç gibi uzuvlarından bazıları belli oimuşsa, kadın nüfesâ sayılır. Aksi takdirde, kadın nüfesâ sa­yılmaz. [675]

Eğer, düşüğün uzuvlarından hiç birisi belli olmamış ve açığa çikmamışsa, o kadın için nüfesâlık yoktur. Eğer, o kadım hayızlı saymak mümkün olursa, kadın hayızlı sayılır. Bu mümkün ol­mazsa, kadının kanı, istihâza çözür kanıdır.

Bir kadın, düşükten önce veya sonra kan görür ve düşü­ğün yaratılışı da açık, -uzuvları belli- olursa, kadının önceki gör­müş olduğu kan, hayız kanı değildir, düşükten sonra kan gördüğü için, o kadın nüfesâ sayılır.

Fakat, düşüğün yaratılışı belli olmamışsa, önceki gördüğü kan; eğer, kadını hayızlı saymaya imkân varsa, hayız kanıdır. [676]

Kadın, göbeği cihetinden doğursa; şöylrki, karnında yara olsa da, karnı yarılarak çocuk oradan çıkarılsa, o akıcı yaranın sa­hibi olan kadın, nüfesâ değildir. [677]

Yalnız, çocuğun göbekten çıkmasını müteakib, fercden kan çı­karsa, işte o zaman kadın nüfesâ olur. [678]

İkiz doğuran kadın, ilk çocuğu doğurduğu andan itibaren nüfesâ’dır. [679]

İkizlikte şart, iki çocuk arasındaki zamanın altı aydan az olma­sıdır. Üçiz olması halinde de, üçüncü ile ikinci arası da, yine böy­ledir. Fakat, birinci ile üçüncünün arası altı aydan fazladır.

Sahih olan, ikizliğin şartı, yüklülüğün bir olmasıdır. [680]

Nifasm en az müddeti, kanın, bir saatcik olsun bulunması­dır. Son haddi ise, kırk gündür. Fetva bunun, üzerinedir. [681]

Eğer kan, ilk başlangıçta veya adetlilerde kirk günden fazla olursa, -yukarıda işaret edildiği gibi- bunun kırk gününün, nifaslı olduğuna itibar edilir.

İki kan arasında, temizlik (kansızlık hali) on beş günden fazla bile olsa, Ebû Hanîfe (r.a.)’ye göre, bu -zaman- da nifastır. Fet­va da bunun üzerinedir.

Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre, nifasta adet, bir defa değişik şeklini görmektir. [682]

3- İstihâze

Bir kadın, hayız ve nifas hallerinin en son haddinden faz­la temizlik müddetinden az kan görmüş olsa; eğer bu hal, kadının ilk hali veya adetli kadının da adetinden sonra ise, bu kan, istihaze (hastalık, özür) kanıdır.

Bir kadın; hayzın en az müddetinden, daha az bir süre kan görmüşse, bu kan da istihaze kanıdır.

Yaşı büyük kadınlarla, küçük sayılan kızların gördükleri kanlar da, istihaze kamdır. [683]

Bir kadının, hamile iken veya doğum yapacağı vakit, do­ğumdan önce görmüş bulunduğu kanlar da, istihaze kanıdır. [684]

4- Hayız, Nifas Ve İstihâze Hakkındaki Hükümler:

Bunların hiç birinde, kan çıkıp görülmedikçe, hüküm sabit olmaz. Âlimlerimizin takip ettiği yol budur; Ve âttnilefm ek­serisi bu görüş üzerinedir. Fetva da buna göredir. [685]

Hayız Ve Nifas Hakkında Müşterek Olan Sekiz Hüküm:

1- Namaz.

Hayız ve nifas halinde, namazın edası da kazası da düşer. [686]

Kadın kanı gördüğü vakit, o andan itibaren namazı terk eder. Fakîh “Biz bunu alırız.” demiştir. Nevâzîl’den naklen Tatarhânilyye’de de böyledir. Sahih olan da budur. [687]

Kadın, hayızlı olduğu veya nifase bulunduğu, zaman, nama­zın farzı düşer. Ondan önceki zamanda, içinde namaz kılma imka­nı olduğu halde, kılmamış bulunduğu vakitlerle ilgili namazların, hükmü baki kalır.

Zehayre’de de böyledir.

Bir kadın, vaktin sonunda o vaktin namazını kılmaya başlamış da, sonradan hayızlı olmuşsa, -nafilenin hilâfına- son­radan, o namazı kaza eylemez. Hulâsa.[688]

Hayızlı bir kadının, namaz vakitleri girdiği zaman, abdest alıp, evinin bir köşesine oturarak teşbih çekmesi, “Lâ ilahe illallah” demesi, müstehabtır. Bunu mümkün olduğu kadar yapmalıdır. Çünkü temiz olsa idi, namazı eda edecekti. Sirâciyye’de de böyledir.

Suğra isimli kitabta:

“Hayızlı bir kadın, secde ayetim işit­tiği zaman, secde eylemez.” denilmektedir; Tatarhâniyye’de de böy­ledir.

2- Oruç Tutmak.

Hayız ve nifaslının oruç tutması haramdır. Bunlar, bu oruçları sonradan kaza ederler. Kifâye’de de böyledir.

Nafile bir oruca başlamış olan kadın, oruçlu iken hayız olursa, ihtiyaten o orucu kaza eder.

3- Mescide Girmek

Hayizli veya nifaslı veyahut da cenabet olan kimseye, is­ter oturmak için olsun, isterse ibadet etmek için olsun, mescide girmek, haramdır. Münyetü’l-Musallî’de de böyledir,

Tefazîb isimli kitahta; “Cemaat için, hayızlı, mescide gi­remez.” denilmiştir.

Hüccet’de ise;

“Hayızlı, başka yerde buJamiyorsa, su için, mescide girebilir.” denilmiştir. Hüküm de böyledir.

Hayızlı bulunan veya cünüp olanın, vahşî hayvanlardan ve­ya hırsı dan veyahut da soğuktan korktuğu zaman, mescidde dur­masında bir beis yoktur. Bu durumla karşılaşanlar için, evlâ olan ise, mescide tazim ederek, teyemmüm etmektir. [689]

Mescidin üzeri de, mescid hükmündedir. [690]

Sahih kavle göre, cenaze ve bayram namazlarım kılmak için tanzim edîlmiş olan yerler, namazgahlar mescid hükmün­de değildir. [691]

Hayızlı veya cenabet planın, kabir ziyaret etmesinde, bir beis (sakınca ve mesuliyet) yoktur. [692]

4- Ka’beyi Tavaf

Hayızlı ye nifaslı olana, dıştan da olsa, Kabe’yi tavaf et­mek haramdır. [693]

Cünüp olan da, Ka’be’yi, dıştan bile olsa tavaf edemez. Bu da, haramdır ve memnudur. [694]

5- Kur’an Okumak

Hayızlı, nifaslı ve cünüp olanlar, Kur’an-ı Kerîm’den bir âyet veya daha az miktarda da olsa, -hiç bir şey- okuyamazlar. Sahüı kavle göre, Kur’ân okumalarının haram olmasında, bunların üçü de, birbirlerine müsavidirler.

Ancak, bunlar, bir ayetten az olan bir miktarı, Kur’ân okuma kastı olmaksızın okuyabilirler. Meselâ: Şükretmeyi irade ederek “El-hamdü lillâh” demek veya yemeğe başlamak veya başka bir niyyetle “Bismilüah” demek gibi… Bunlarda bir beis yoktur. [695]

Konuşma, esnasında, lisanda cereyan eden ve Kur’ân âyet­lerinde bulunan “Sümme nazara”, “Lem yelid”, “Ve lem yûled” gibi ilâhî lafızları teleffuz etmek de, yukarıdaki hükme tabi’dir. Hulâsa’da da böyledir.

Okunması helâl olmayan bir şeyi okumak için, cünüp kimse ağzını yıkamış olsa bile yine hüküm değişmez. Seraksî’nih Muhıyt’ınde de böyledir. Sahih olan da budur. [696]

Hayızlı ve nifaslı olanların Zebur, Tevrat ve İncil’i okuma­ları da mekruhtur. [697]

Kur’ân öğretmekte olan kadının, hayızlı olduğu Vakit, iki kelimenin arasını keserek, kelime kelime okutup öğretmesi lâzım­dır. Uygun olan da budur. O kadının, Kur’ân heceleyerek okuma­sında ve okutmasında kerahet yoktur. [698]

Zahirü’r-rivâye’de, kunut dualarını okumak da mekruh değildir. [699]

Cünüp ve hayızlı olanların, duaları okuması, ezane cevap vermesi ve benzeri şeyleri yapması da caizdir. [700]

6- Kur’an’a Dokunmak

Hayızlı, nifash ve cünüp olanlarla abdesti olmayanların, Kur’an’a dokunmaları da haramdır.

Ancak, Kur’ân, meşin veya benzeri bir şeyden yapılmış bir kılıfla kılıflanmış bulunursa, sayılan kimseler, bu durumda Kuran’a dokunabilirler. Sahih olan da budur. Fetva da bunun üze­rinedir. [701]

Sahih olan kavle göre, Mushaf’ın kenarına ve beyaz olan “Yazısız olan” yerlerine de, el sürmek memnû’dur. [702]

Kur’an’a dokunma hususunda, taharet azalarının dışında kalan uzuvlarla, tahareti tamamlanmamış azalar arasında, görüş ay­rılığı vardır. Esahh olan, her ikisinin de memnu oluşudur. [703]

Bu durumda olan kimselerin, giydikleri elbiselerle Kııtf-an’a dokunmaları da caiz değildir. Tefsir, Fıkıh ve Hadîs kitapları­na dokunmaları da mekruhtur.

Kur’an’a, sırtındaki elbisenin yakası ile dokunmakta (onu tutmakta) bir beis yoktur. [704]

Yine bu gibi kimselerin, içinde tam bir ayet yazılı olan, tah­ta, para ve bunlardan başka şeylere dokunmaları da caiz değildir. [705]

Şayet, Kur’an farisice yazılmışsa, İınam-ı A’zam Bbû Hanife (r.a.)’ye göre, ona da dolçunmak (el sürmek) mekruhtur. Sa­hih kavle göre, İmâmeyn’in görüşleri de böyledir. [706]

Âlimlerin umumuna göre Kur’an haricinde, içinde Allah’­ın zikri geçen kitaplara dokunmanın, mekruh olduğu görüşü de vardır. [707]

Cünüp, hayızlı ve nifoslı olanların, Kur’an’a bakmaları mekruh olmaz. [708]

Cünüp veya hayızlı olanların, yazmakta oldukları satırla­rın aralarına; Kur’an’dan bir âyeti yazmaian da mekruhtur. Fakat, yazdıkları bu âyeti okumazlarsa mekruh olmaz.

Cünüp olan kişiye, Kuranı Kerim’i yazamaz. Ancak, yazılan sahife yerde olursa, Kur’an’ı yazabilir; fakat yazdığı, şeyin üzeri­ne elini koyamaz. Âyetin haricinde kâğıdın yani henüz âyet ya­zılmamış olan boş kısmına ise elini koyabilir.

İmâm Muhammed (r.a.);

“Bu kimselerin, Kur’an yazma­maları bana göre en sevimli davranışıtır. demiştir. Buhara âlimleri de, bu görüşü alip benimsemişlerdir.”

Sahih kavle göre, sabi çocuklara, abdestleri olmasa bile, Kur’an’ı vermekte, bir beis (sakınca) yoktur. [709]

7- Cima

Bu gibilere cima’da,. haram yasak, memnudur.

Erkek için, hayızlı veya nifasü bulunan karısını öpmek, onunla yatmak, göbeği ile diz kapağı arası hâriç, bütün vücudundan faydalanmak serbesttir. Bu hüküm İmâm A’zam Ebû Hanîfe (r.a.) ve İmam Ebû Yûsuf (r.a.)’a göredir. [710].

Bir kimse, bu durumda, haram olduğunu bilerek cima ederse, o kimsenin, tevbe ve istiğfar etmekten başka, yapacağı bir şey yoktur. Bir dînar veya yarım dînar, tasadduk etmesi müstehab olur. [711]

8- Kan Kesilince Gusul

Hayızlı veya nifaslının, kan kesilince gusletmesi vacibtir. Kifâye’de de böyledir.

Hayız müddetinin en son haddi olan, on gün geçtikten sonra, ister ilk defa hayız gören kadın olsun, isterse adetli bulun­sun, yıkanmadan önce, cima’ etmesi helâl olur. Yıkanana kadar, cima etmemek ise müstlehâbtır. Muhıyt’te de böyledir.

On günden daha az bir sürede kan kesilirse, yıkanana ka­dar veya üzerinden bir namaz vakti geçene kadar, cima etmek caiz olmaz. Çünkü namaz, ancak vaktin sonunda yıkanacak kadar bir vakit bulanın üzerine, farz olur. Zâhidî’de de böyledir.

Fakat kan, vaktin evvelinde kesilir ve kesilme, -kan gö­rülmeme hâli- yakit geçene kadar devam ederse, bu durumda bek­lemek şart değildir. Nihâye’de de böyledir.

Bir kadının hayız kam, adeti olandan daha az bir sürede kesilmiş olsa, o kadın için mukârenet, cima adeti geçene ka­dar, yıkanmış olsa bile mekruh olur. Fakat, o kadının bu durum­da, ihtiyaten, namaz kılması ve oruç tutması gerekir. Tebyîn’de de böyledir.

Kanı on günden önce kesilen, fakat gusletmek için su bula­mayıp, teyemmüm eden bir kadına, Ebû Hairife (r.a.) ve Ebû Yû­suf (r.a.)’a göre, namaz kılana kadar cima etmek helâl olmaz.

Su bulursa, yıkanana kadar Kur’an okuması haram ve fakat cima’ etmek helâl olur. Zâhidî’de de böyledir, el Cühandî:

“Sahih olan budur.” demiştir. Sîracü’l-Vehhâc’da da böyledin

Ne zaman ki, ilk hayız gören bir kadın on günden önce ve adetli olan bir kadın da adetinden daha kısa bir sürede temiz­lenmiş olsa; (yani kan kesilse) abdest ve guslünü, namazın son vak­tine kadar tehir eder. Fakat, bu tehiri, namazın kerâhat vaktine gir­mesine sebep olabilecek kadar, fazla olmamalıdır. Zâhidî’de de böy­ledir.

Hayza Mahsus Hükümler:

Bu hususta, beş hüküm vardır:

1- İddetin bitmesi.

2- İstibrâ.

3- Bulûğ yönünden hüküm.

4- Sünnet olan talakla bid’at olan talak’ın arasını ayırmak, Kîfâye’de de böyledir.

5- Oruçta tetâbu’u (arka arkaya olma halini) kesmemesinin yokluğu Tebyîn’ de ve Muzmarât’ın Keffâret-i Zihar bahsin’de de böyledir.

İstihâza Kanı:

İstihâza kanı, devamlı burun kanaması gibidir. Namaz kıl­maya, oruç tutmaya ve cima etmeye ma’ni değildir. [712]

İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre, adetin, -başka bir şekle- çevrilmesi, bir defada olur. Fetva da bunun üzerinedir. [713]

Bir kadın, iki temizlik arasında adeti olmayarak, ya faz­lalıkla veya noksanlıkla veya -normalini- ileri geçmekle veya ge­ri kalmakla veyahut da her ikisi ile (yani hem ileri geçmekle, hem de geri kalmakla), istihâza kanı görür ve on günü ileri geçmezse, hakîki olsun, hükmî olsun, yeni kan günlerine intikâl eder.

Şayet, on günü ileri geçerse, bilinen on gün hayız, kalan günler­deki kan ise, isıtihâze kanıdır. Bu durumda, adet de değişmiş ol­maz.

Mesele, çok önemli olduğundan dolayı, biraz daha açıklayalım: Meselâ, bir kadınm adetine göre, hayız müddeti yedi gün olsa; bu böyle devam edip giderkşn, bu yedi gün, sekiz güne çıkar veya altı güne inerse veya o kadın, adetinden bir gün önce hayz olur ve bir gün sonra da temizlenirse (yanî, ayda 23 gün olan temiz günleri, bir gün baştan, bir gün de sonradan eksilerek 21 güne düşerse) bu ka­dının hayz müddeti, birinci hale göre 8 güne, ikinci hale göre 6 gü­ne ve üçüncü hale göre de 9 güne çevrilmiş olur.

Nifas’ta da durum ayrııdır : Eğer bir kadın, kırk günü geç­memek şartiyle, adetinin dışında kan görse, (Meselâ: Âdeti 20 gün iken 15 günde kan kesilse veya kan 25 gün devam etse, birinciye göre, adeti 15 gün; ikinciye göre de, adeti 25 gün olmuş olur. [714]

Kırk günden fazla kan görüldüğü zaman, âdeti kaç gün ise, kadın ona döndürülür. Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre, bunun, kan ile veya temizlikle bilinmesi müsavidir. [715]

Adeti belli olan bir kadın, kanı devam ettiği veya hayz günlerinin sayısının tamam olup ölmaıdığı hususunda şüpheye düştüğü veyahut da hayz yerinde ve deveranında tereddüt ettiği zamanı araş­tırır; hangi şey üzerine kanâat getirirse, o durumda karar kılar. Fakat, bir şey hususunda kanâati ve re’yî meydana gelmezse, tayin üzere temiz veya hayızlı olduğuna hükmedilmez. Ancak, ihtiyatla hareket edilir. Bu durumdaki kadın, haylzhnm kaçındıklarından kaçınır ve her namaz için yeni abdest alır. [716]

Bu durumdaki kadın, farz, vacib ve sünnet-i milekkede olan na­mazları kılar, nafileleri bırakır, kılmaz. Sahih olan kavle göre, farz ve vacib miktarı Kur’an okur. Farz namazların, son iki rek’atin’de de Kur’an okur. Sahih olan budur. [717]

Bu durumda olan kadın, eğer bazı haller üzerinde şüphe­ye düşer, temizlikle hayzın girmesi arasında tereddüt ederse, her vakit namazını, yeni abdestle kılar.

Ve eğer, bir kadın, temiz mi olduğu, hayızlı mı bulunduğu husu­sunda tereddüt ederse, her namaz için istihsânen gusleder; Necmü’d-Dîn en-Nesefi:

“Gerçekten o kadın, her namaz için gusle­der.” demiştir. Sahih olan da budur. Muhıyt’te ve İmâm Seraharün Mebsût Şerhü’nde:

“Esahh olan budur.” denilmiştir.

Kanı kesilmeyen, yani yukarıdaki gibi şüphede bulunan kadın ramazan ayında bir şey yemez. Ramazan ayı çıkınca da, hayızlı günlerinde tutamadığı oruçları kaza eder.

Bu durumdaki bir kadın, (yani şüphe içinde bulunan kadın) eğer, hayzınm gece başladığını bilirse, o kadının, 20 günlük orucu kaza etmesi gerekir. Şayet, hayzınm gündüz başladığını bilirse, ih­tiyaten 22 günlük orucunu kaza eder.

Ve eğer, gece mi, gündüz mü başladığını bilemezse, âlimlerimi­zin çoğuna göre, 20 günlük orcunu kaza eder. Fakîh. Ebû Cafer:

“İhtiyaten 22 günlük orucunu kaza eder.” demiştir.

Bu oruçları, dilerse hemen ramazandan sonra, dilerse daha sonra kaza eder. Bu ise, adetinin devrinin her ay bir defa olduğunu bildiği zamandır. Eğer, bunu bilmez ve hayzinm başlangıcının da gece olduğunu bilirse, ihtiyaten 25 günlük orucunu kaza eder. İster­se, bu oruçları arka arkaya, isterse ayrı ayrı tutar. Şayet, hayzını başlamasını gündüz vaktine rastladığım bilirse, Ramazandan he­men sonra ihtiyaten 32 günlük orucu kaza eder. Bu durumda Ra­mazana bitişik olmadan ayrı kaza ederse, 38 günlük orucu kaza eder. Hayzinm başladığı vakti bilmez ve bitişik kaza ederse 32 gün­lük oruç kaza eder. Ayrı kaza ederse, 38 günlük kaza eder. Bu, ra­mazan tam (yani 30 gün) olduğu zamandadır. Eğer, ramazan nok­san ise, işte o zaman, 37 günlük kaza etmesi gerekir. [718]

Adetli kadın, veladetten (doğumdan) sonra, kan görüp adetini unuttuğu zaman, eğer bu kan, kırk günden fazla devam et­mezse, o kadın, kırk gün sonra, tam bir temizlikle temizlenir. Kıl­madığı namazları iade etmez.

Eğer, kan kırk günden fazla devam eder veya kırk günü geç­mez; fakat, bu kırk günden sonraki temizlik (kan görmeme) süre­si, 15 günden daha az devanı ederse, kadının, durumunu araştırma­sı lâzım gelir: Eğer, kanâati ve re’yi, nifas adeti olan adet üzere olursa, bu böyle devam eder. Ve eğer, böyle bir re’y ve kanaati ol­mazsa, 40 günlük namazın tamamını kaza eder. Şayet, kan o halde devam ediyorsa, on gün bekler, sonra o 40 günlük namazı ikinci defa kaza eyler. [719]

Malıreçten (fercten) düşen şeyin, tam ilkat olup olma­dığı kestirilemez ve kan da -akmakta- devam ederse; bu şey, eğer kadının adet günlerinin evvelinde düşmüş ise, kadın, bildiği adeti kadar, namazım terk eder. Çünkü o, hayızlıdır veya nifashdır. Sonra, şüphe sebebi ile guslederek, nîfash veya temiz olma ihtima­linden dolayı, temizlikteki adetince namazını kılar.

Bu kadın, hayızlı geçen günlerinin kesin sayısı kadar namazını terk eder. Çünkü, ya nifasli veya hayızlıdır. Sonra, eğer düşme vak­tinden başlıyarak, 40 gün tamamlanmışsa, gusleder ve temiz oldu­ğunu bildiği günlerin sayısınca namazını kılar. Ancak, 40 günü ta­mamlamamışsa, temizlik günlerine dahil olan şüphesi kadarım, son­ra bu adet üzerine devam eder. Bildiği kadarını da kılar. Ve eğer, adet günlerinden sonra düşmüş ise, o kadın, düşük yaptığı vakitten itibaren temizlikteki, şüphesinden dolayı, adeti kadar namaz kiiar. Sonra, kesinlikle bildiği hayız adeti kadar, namazını terk eder.

Hasılı kelam, şüphe için hüküm yoktur. İhtiyatlı hareket etmek icâb eder. [720]

Özürlü İle İlgili Bazı Hükümler:

Başlangıçta, özrün sabit olmasının şartı: Bu hâlin, tam bir namaz vaktini, devamlı olarak kaplamasıdır. Zahir olan da bu­dur.

Vaktin tamamını kaplamayan, inkıta (kesilme) gibi sabit ol­maz.

Hatta, bir kadının kanı, namaz vaktinin bir kısmında akmış, kadın da, abdest alıp namaz kılmış olsa ve vakit çıksa ve ikinci na­maz vakti girse ve kadının kanı da bu vakitte kesilmiş olsa; -vak­ti tam- kaplama -hâli-bulunmadığı için, o namazı yeniden kıl­ması gerekir.

Fakat, eğer kanama ikinci namaz vaktinde de, vakit çıka­na kadar kesilmemiş ise, bu durumda, vakti tam kaplamış olduğun­dan, o kadın, namazı iade eylemez.

Özrün, devam etmekte olmasının şartı: Bu özürlü hal üze­rinden, bir farz namaz vaktinin geçmesidir. Tâki, mübtelâ olduğu özür, o vaktin içinde bulunmamış olsun. [721]

Müstehâze (özürlü kadın) veya yel boşalan, devamlı bur­nu kanayan, ishal olan, veyahut da akıcı yara sahipleri, her namaz vakti için, abdest alırlar ve o abdestle farz ve nafile namazların­dan, diledikleri kadarını kılabilirler. [722]

Bir kimse, eğer kan akarak abdest alırda, inkıta (kanın kesilmesi) halinde namazını kımuş ve kanın kesilmiş olma hali de, ikinci vakti kaplayarak şekilde devam etmiş olursa, o kimse, kıldığı namazı iade eder. Münye Şeri’nde de böyledir.

Yukarıdaki şekilde abdest alan kimsenin kanı, namaz için­de kesilmiş ve bu kesilme hali de, yine yukarıdaki gibi devam et­miş olsa, o kimse, yine bu namazını iade eder. [723]

Bu şekilde alınmış bulunan abdest, farz olan namazın vak-lı çıkınca batü olur, bozulur. Hİdâye’de de böyledir. Sahih olan da budur. Muhıyt’de “Abdesti bozan şeyler” bahsinde de böyledir.

Hatta özürlü bir kimse, bayram namazı için abdest alsa; İmâm-ı A’zam (r.a.) ve İmâm Muhammed (r.a.)’e göre, o kimse, bu abdestle, öğle namazını da kılabilir. Sahih olan da budur. Çün­kü, bayram namazı, kuşluk namazı hükmündedir.

Özürlü bir kimse, öğle namazı için, vaktinde abdest almış olsa, ikinci bir abdesti de yine aynı vakitte ikindi namazı için al­mış olsa; İmâm-ı A’zam (r.a.) ve İmâm Muhammed (r.a.)’e göre, bu kimsenin bu abdestle ikindi namazını kılması caiz değildir. Hidâye’de de böyledir. Sahih olan da budur. [724]

Özürlünün abdesti, abdest aldığı zaman kan akmakta ise veya vakîi. içinde abdest aldıktan sonra kan akmaya başlamışsa ancak o zaman bozulur.

Hatta, bir kadın, kam kesik olduğu zaman, abdest almış ve bu hali devam etmekte iken de vakit çıkmış olsa; o kadın, abdest üze­redir. Ve o kadının, o abdestle, kan akmadıkça veya başka bir şe­kilde abdesti bozulmadikça, namaz kliması caizdir. [725]

Özürlü bir kimse, ihtiyaç olmaksızın vakit içinde abdest alsa ve sonra da kan aksa, ihtiyaç olunca, yeniden abdest alması gerekir.

Kan akmanın dışında, başka bir hades için abdest almış olan kimseden, abdestten sonra kan akmış olsa, o kimse, yeniden ab­dest alır. [726]

Bir kimsenin, akıcı kabarcıkları bulunsa da o adam, abdest aldıktan sonra, önceden akmıyan bir kabarcık aksa, bu kimsenin abdesti bozulur. [727]

Yine; burnunun birinden kan akmakta olan kimse, abdest aldıktan sonra, diğer burnundan kan aksa; bu kimsenin, tekrar ab­dest alması gerekir. [728]

Özürlü bir kadın, abdest alıp nafile bir namaza başlasa ve onun henüz bir rek’atım kılınca da vakit çıksa, o namaz fâsid olur. Kadının ihtiyaten o namazı kaza etmesi gerekir. [729]

Bir adamın gücü, akan kanı bağlamaya veya pamuklayıp akıntıyı durdurmaya yettiği veya adam oturduğu zaman, kanın ak­ması duruyorsa; o adamın, bu kanın akmasını, durdurması vacibtir.

Bu kimse, kanın akşını bu şekilde dundurmakla, özür sahibi ol­maktan çıkar.

Hayızlı ise, bunun aksinedir. O kanı durdursa bile dahi yine hayızlıdir. [730]

Nifaslı ve özürlü kadınlar, pamuk koydukları zaman, kanı durdurmuş olsalar; yine, nifasîı ve özürlü olmaktan çıkmış olmaz­lar. [731]

Bir adamın gözünden, göz ağrısı gibi bir hastalık sebebi ile yaş akıyor olsa; o kimseye, namaz için, her vakit abdest alması emredilir. Çünkü, o yaşın, sadid (kanla karışık su) olma ihtimali vardır. [732]

Bir adamın akıcı bir yarası olsa da bu yaranın üzerini, iyi­ce sarıp, bezle bağladıktan sonra, o beze veya elbisesine, fazla mik­tarda kan isabet etse; eğer o kimse, isabet eden bu kanı, bu vazi­yette yıkar fakat namazı bitirmeden, bez ayrıı şekilde ikinci defa kirlenirse; o kimsenin, o bezi yıkamaması ve yıkamadan önce de namaz kılması caiz olur. Aksi takdirde caiz olmaz. İhtiyar olunan görüş de budur. [733]

Bir kimsenin burnu kanasa veya yarısından kan aksa, bu durumda vaktin sonuna kadar bekler; eğer kan kesilmezse abdest alır. ve vakit çıkmadan evvel, o kanı da yıkamadan önce namazım kılar. [734]

7- NECASET VE HÜKÜMLERİ

Bu babda:

1- Necasetleri temizlemek.

2- Görünen necaset.

3- İstinca, olmak üzere 3 bölüm vardır.

1- Necasetleri (Pislikleri) Temizlemek

Pisliklerin temizlenmesi, şu on yoldan biri ile mümkündür.

1- Yıkamak:

Necaseti, (pisliği) su ile veya kendisi ile necasetin, gideril­mesi mümkün olan, sirke, gül suyu ve benzeri gibi her nevi temiz mâi (akıcı şey) lerle temizlemek caizdir.

Sıkıldığı zaman, sikılabilen ve suyu çıkan şeyler de, temizleyici olanlardandır. [735]

Yağ gibi sıkılmıyanlarla, pisliği temizlemek, (necaseti gi­dermek) caiz değildir. [736]

Pekmez ve süt gibi, sıkılabilenlerle de necasetin giderilme­si caiz değildir. [737]

Mâ-i müstamel (kullanılmış su) da akıcılardandır. Bu, İmâm-ı A’zam (r.a.)’dan İmâm Muhanuned (r.a.)’in rivayet etti­ği kavildir. Fetva da bunun üzerinedir. [738]

Pisliğin giderilmesi: Eğer pislik, görünen bir pislikse, onun giderilmesi, kendisinin ve esirinin giderilmesidir. Eğer pislik, eseri giderilen bir şey ise, onda sayıya, miktara itibar edilmez, [739]

Pisliğin kendisi, bir defa yıkanmakla giderilmiş olsa, onunra iktifa edilir. Fakat; bir defada giderilmez ise, üç defa yıkanır ve yıkamaya, pislik giderilene kadar devam edilir. [740]

Ve eğer, necasetin eserinin, temizlenip giderilmesi, kolay olmaz ve bu ancak, meşakkatle mümkün olan bir jş olur ve onun te­mizlenmesi için de, suyun gayrinde, sabun gibi başka bir şeye ihti­yaç hissedilirse; kişi, onun giderilmesi ile teklif olunmaz. (Mükellef olmaz). [741]

Bu durumda olan kimse, kayrıar su ile yıkamakla da teklif olunmaz. [742]

Bir adam, elbisesini veya elini boyasa, veya necfes ipis) bir kına ile kmalansa, o şeyi, yakidığı su, safi olana kadar yıkar. O şey, rengin durulması ile birlikte, temizlenmiş olur. [743]

Bir kimse, elini pis olan bir yağın .içine daldırsa veya bu yağ elbisesine bulaşsa; bu kimse, sonra da, elini veya elbisesini, sadece su ile (sabunsuz) yıkamış olsa; yağın eseri, elinde veya elbisesinde baki kalmış olsa bile, eli ve elbisesi temizlenmiş olur. Ebû’l-Leys’ de, bu görüşü ihtiyar etmiştir. Esahh olan da budur. [744]

Bu şekilde yıkanan şeyin her defasında, sıkılması da şart kılınır ki, içinde olan sıkılmış olsun. Sıkmanın, üçüncü defada yapı­lanında, mübalağa edilir. Hatta, bu üçüncü defada, o kadar sıkılır ki, bundan sonra bir daha sıkılacak olsa, sıkılan o şeyden su akmaz.

Sıkma hususunda, her şahsın kendi kuvvetine itibar edilir.

Bazı rivayetlerde de:

“Bir defa sıkmak yetişir.” denilmiştir. Bu kolay bir yoldur. Nevâzil’de de, fetva buna göredir. [745]

Fakat, ahvat olan ise, önceki görüştür.

Kuvveti yetiştiği halde, elbise daha fazla yıpranmasın dü­şüncesi veya onu korumak maksadı ile, sıkarken mübalağa etme­miş olan kimsenin, bu şekilde yıkaması caiz olmaz. [746]

Bir kimse, eğer, üç defa yıkadığı ve her defasında da sıktı­ğı halde, o şeyden, sonra damlalar düşer ve bir şeye dokunursa; bu durumda, eğer üçüncü sıkışını gücü yettiği! kadar yapmışsa; şayet kendisi sıktığı zaman o şeyden su akmayacak kadar sıkmış ise o elbise de, o şahsın eli de, sonradan düşen damlalar da temizclir. Aksi takdirde hepsi de pistir; [747]

Tarif edilen bu şekil, yıkanacak olan şeyin, pisliği içine çok çektiği zamanda uygulanır. Yıkanacak şey, eğer, pisliği içine almaz veya pek az alırsa, o zaman bu şey, üç defa yıkamakla te­mizlenmiş olur. Muhıyfte de böyledir.

Bir kadın, içkinin içinde, buğday veya et pişirse, o kabın temiz olması için îmâm Ebû Yûsuf (r.a.) ‘a göre, içinde üç defa su kayrıatır ve her defasında, kabın içindeki suyu iyice boşaltır. İmâmı A’zam Ebû Hanife (r.a.)’ye göre ise, o kap, ebediyyen temiz olmaz. Fetva da bunun üzerinedir. [748]

Kendisine isabet eden necaseti, içine çeken bir şeyin pislen­mesi; bir bıçağa pis su verilmesi, yeni yapılmış olan çanak, çönaleK gibi şeylerin içlerine içki bulaşması; kendisine içki bulaşmış ve bu­nu emmiş bulunan, buğday gibi sıkılması mümkün olmayan şey­lere necaset bulaşması ile pislenen şeyler, İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre, şöyle temizlenir. .

Pis su verilmiş olan bıçağa, yeniden üç defa temiz su verilir. Toprak kaplar, üç defa yıkanır ve her defasında kurutulur.

Buğdaya gelince: içkiyi emip şiştiği gibi, üç defa, suyu emip şi­şene kadar yıkanır, her defasında da iyice kurutulur.

Bu işlemler yapılınca, mezkûr şeylerin temiz olduğuna hükmolunur.

Buğday, eğer içki isabet edince şişmemişse, üç defa yıkamakla temizlenir. Her defasında kurutmak gerekir. Böylece buğdayın te­mizlenmiş sayılması, onda içkinin tadının ve kokusunun bulunma­dığı vakittedir. [749]

Topraktan yapılmış olan (kiremit) kap, eğer eski ise, onu bir defa da üç kerre yıkamak kafi gelir. [750]

Bal pislenmiş olursa, bir tencere veya tavaya konarak üze­rine su doldurulur ve bu vaziyette, bal aslî ağırlığına inene kadar kayrıatılır. Bu iş, üç defa tekrarlanınca, bal temizlenmiş olur.

“Pekmezin de, temizleme işi, ayrı şekilde yapılır.” denilmiştir.

Pislenmiş olan yağ üç defa yıkanır. Yağın yıkama işlemi şöyle yapılır: Yağ bir kaba konur: üzerine de kendi ağırlığı kadar su döküîür ve karıştırılır. Sonra hâli üzere, yağ, suyun üzerine çı­kana kadar bırakılır. Bu iş tamamlanınca, suyun üzerindeki yağ alınır. Veya kabın altı delinerek, altta bulunan su boşaltılır. Bu du­rum, üç defa tekrarlanırsa, yağ temizlenmiş olur. [751]

Pis elbise, üç defa yıkanır ve kurutulur. Veya bir defada üç kerre yıkanır; her defasında sıkılır. Bu şekilde temizlenmiş olur. Eğer, böyle olmamış olsaydı, insanlar için elbette zor olacaktı,

îçinde temiz olmayan bir uzuv yıkanmış olan kap ve istincâ etmeksizin, içinde cünüp bir kimsenin yıkanmış olduğu kuyu, elbise gibidir; bu su da, suyun bulunduğu kap veya kuyu da, pislenmiştir.

Elbisede olan dördüncü su temizdir; azadaki ise, temiz değildir. Çünkü o su ile, yakınlık ikâme edilmiştir. [752]

Bir şeye dokununca, o şey, üç defa yıkanınca temizlenen . veya bir şeye dokununca, o şey, iki defa yıkanınca temizlenen; ve­yahut da bir şeye dokununca, o şey, bir defa yıkanınca temizlenen, mâilerin (suların) üçü de pistir; düzensizdir. [753]

Bir suda, birinci elbise yıkandığı zaman, o suyun hükümü ne ise, ikinci elbise yıkandığı zaman da, hükmü odur.[754]

Yıkanan şeye tabi olarak, üçüncü kap temiz olur. Bakır kabın kulpunun, kaba tâbi olarak veya içindeki içki, sirkeye dönüş­türülen küpün, temiz olması gibi… [755]

Boğazı, ham bezden yapılmış olan bir mestin içine, pis su girmiş olsa, mest elle ovalanarak yıkanır. Sonra da, içine üç defa su doldurulur ve boşaltılır. Yalnız bu şekil, mestin sıkılmasının kolay olmadığı zaman tatbik edilir. Bu durumda, artık mest temiz­lenmiş olur. Muhtar’da da:

“Mest, her defasında darr lalar kesilinceye kadar bırakılır.” dâhilmiştir. [756]

iplikle işlenmiş ve dış târafk tamamen bükülmüş iplikten yapılmış olan meste, Horasan mesti elenir. Bu mestin altına pislik dokunursa, o mest, üç defa yıkanır ve her defasında da kurutulur.

Bazıları da:

“Bu mest, yıkanır ve suları, tamamen damlaymcaya kadar terk edilir. Sonra, ikinci ve üçüncü defa da böylece yıkanır, demişlerdir. Doğru olan da budur. Evvelkisi ise, ihtiyata daha uygundur.”

Toprağa (yeryüzüne) ve ağaca pislik isabet ettiği zaman, yağmur yağar ve bu sebeple, onlarda pislik eseri kalmazsa, temiz­lenmiş olurlar.

Odun da böyledir. Oduna necaset isabet edince, yukardaki gibi kendisine yağmurun isabet etmesi ile, temizlenmiş olur. Bu durum, yıkama yerine geçer.

Yer, idrarla pislendiği zaman, insanların onu temizlemeye ihtiyâo olunca; eğer yer, (toprak) yumuşak olursa üzerine üç defa su dökmekle temizlenmiş olur.

Fakat, “Eğer yer (toprak) sert ise, üzerine su dökülerek ovala­nır.” demişlerdir. Sert toprak, bundan sonra da, yün veya bezle ku­rulanır ve bu iş, üç defa yapılır. Böylece o yer de temizlenmiş olur.

Şayet, o yerin üzerine bol.miktarda sü dökülür ve pislik, oradan rengi de, kokusu da kahnıyacak şekilde oradan ayrılmış olursa; o yer, kuruyunca temizlenmiş olur. [757]

Bir hasıra isabet eden necaset eğer, kuru ise, onu elbette ovalamak gerekir ki, yumuşasın. Ve eğer, bu necaset yaş ve hasu­da, kamıştan veya ona benzer oir şeyden yapılmışsa, bu hasır, yı­kamakla temizlenmiş olur. Başka bir şey yapmaya ihtiyaç yoktur. [758]

Bu durumdaki hasırın, yıkamakla temizlenmiş olacağı husu­sunda, görüş ayrılığı yoktur. Çünkü o, necaseti emmez ve içine çek­mez. [759]

Eğer hasır berditden veya ona benzer bir şeyden yapılmışsa, -kendisine necaset isabet edince- üç defa yıkanır ve her defa­sında da kurutulur. İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre -ancak- bu şekilde temizlenmiş olur. Münyetü’l- Musalitü’de de böyledir. Fatvâ da bunun üzerinedir.

Berdiden yapılmış olan hasıra, önceden pis su bırakılmış olsa, üç defa yıkanır ve her defasında da sıkılır veya kurutulur. İmâm Ebû Yûsuf (r.a.) ve diğer bazı meşayih’e göre bu hasır, böy­lece temzlenmiş olur. Kâdihân’ın “Hamam” bölümünde de böyle­dir.

Pislenmiş olan sergi, (yaygı) nehre bırakılarak bir gece üzerinden su akmış olursa, temizlenir. [760] Sahih olan da budur. [761]

içindeki içki bulunan toprak bir kabın temizlenmesi için, İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre, eğer kap yeni ise, içkiyi döküp, bir­er saat ara ile kabın dibine, üç defa su doldurmak (ve süre sonunda bunu boşaltmak) lâzımdır. Hulâsa’da da böyledir.

İçki kabı eski ve kullanılmış ise, îiç defa yıkanıca temizlenmiş olur. [762] Bu kabın temizlenmiş sayılması için, kendisinde, içki kokusu kalmamış olması gerekir. [763]

Kendisine necaset isabet etmiş olan, dibağlanmış deri, eğer sert ve sertliğinden dolayı pisliği emmemişse, yıkamakla temizlenir.

Bu deri, eğer pisliği emmiş ve şayet sıkma imkânı da varsa, üç defa yıkanır ve her defasında da sıkılır. Bu deri, böylece temiz­lenmiş olur. Şayet, sıkma imkânı yoksa. İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre, üç defa yıkanır ve her defasında ve bu elbisenin, temiz olduğuna hükmedilir. Muhtar olan da budur.

da kurutulur. [764]

Elbisenin bir tarafı pislenir ve ne tarafının pislenmiş.ol­duğu unutulursa, araştırmaksızm, her hangi bir tarafı yıkanır Bir kimse, bu şekilde yıkanmış olan bir elbise ile bir kaç vakit namaz kılmış ve Sonra da necasetin, yıkanan yerde değil de bir başka tarafta olduğu açığa çıkmış olsa; o kimse, o elbise ile kılmiş olduğu namazları, yeniden kılar. [765] îhtiyata uygun olan, o elbisenin tamamını yıkamaktır.

Yakasının birine, necaset isabet eden ve fakat hangi yaka­sına isabet ettiğini bilmeyen kimse de, her iki yakasını da yıkar. [766]

Bir elbise, pislendiği zaman, onu üç defa yıkamak vacip olur. Bir kimsenin, böyle bir elbiseyi bir gün bir defa, başka bir gün de iki defa yıkaması caizdir. Çünkü, bu durumda da, maksad hasıl olmaktadır. Kâdîhân’ın Kuyuya düşenler hakkındaki bölümünde de, böyle beyan edilmiştir.

2- Silmek:

Silmek de, temizleme yollarından biridir.

Katı olan ve fakat kaba olmayan cilalı kılıç ve bıçak gibi demir ve çelikten olan veya cam, ayrıa ve benzeri gibi şeylerin üze­rine pislik bulaşsa, bular, temiz bir bez ile silmekle temizlenmiş olurlar.

Ancak, pis su verilmiş olan bıçak ve kılıç gibi şeyler, bu yoîla temizlenmezler. Onların, yeniden temiz su verilmek sureti ile te­mizlenebilecekleri, yukarıda geçmişti. [767]

Bu gibi şeylere bulaşan pisliğin, yaş veya kuru olması ara­sında bir fark yoktur. Bu pisliğin, cirmi hacmi olup olmaması arasında da bir fark yoktur. Fetva hususunda, muhtar olan da bu­dur. [768]

Eğer, demir sert olmasına rağmen, kaba veya nakışlı ise, silmekle temizlenmiş olmaz. [769]

Şişe vurulan yer, ayrı ayrı üç defa yaş bezlerle silinmekle temizlenmiş olur. Bu, yıkama yerine geçer, Çünkü bu, yıkama işini yapmaktadır. [770]

3- Ovalamak:

Ovalamak da, temizleme yollarından biridir.

Elbiseye meni bulaştığı zaman, eğer meni yaş ise, onu yı­kamak gerekir. Fakat, meni elbise üzerinde kurumuş ise, onu güzelce ovalamak caizdir. tnâye’de de böyledir. Sahih olan kavle gör meninin erkek veya kadın menisi olması arasında bir fark yoktur.

Ovaladıktan sonra, meninin izinin kalmış olması -temizliğe- bir zarar vermez. Bu durum, yıkandıktan sonra meninin izi nin kalması gibidir. [771]

Meni, şayet, idrarla pislenmiş olan zekerin başında bulu­nursa, ovalamakla temizlenmiş olmaz. [772]

Meni, eğer insanın bedenine bulaşmış olursa, yaş olsun ku­ru olsun, o, İmâm Ebû Hanîfe (r.a.)’den gelen bir rivayete göre, ancak yıkanmakla temizlenir. Usûl’den naklen Kâfî’de de böyledir. [773]

Fakat, bazı âlimlerimiz:

“Bedene bulaşan ve kurumuş olan meni, ovalamakla temizlenir; Çünkü onda, zahmet çok şiddetlidir.” demişlerdir.. Hidâye’de de böyledir.

Çarşafa nüfuz etmiş olan meninin temizlenmesi için de, ovalamak kâfidir. Sahih olan da budur. [774]

Meste meni bulaşmış olur ve o meni kurumuş bulunursa, onu, ovahyarak temizlemek caizdir. Kâfi’de de böyledir.

Meni, elbisede bulunur ve ovalandığı vakit eseri gitmiş olur, fakat oraya su dokununca eseri meydana çıkarsa bu durumda iki rivayet vardır; lâkin, bu rivayetlerden muhtar olanı, bu durum­da necasetin geri dönmiyeceğidir. [775]

4- Sürtmek:

Bazı şeyle bulaşan necaset de, sürtmek yolu ile temizlenir.

Bir meste pislik butaşa; eğer bu pislik, insan pisliği, hayvan pisliği ve meni gibi cisimli ve kuru ise o pislik sürtmekle temizlenir.

Fakat, yaş ise, Zahirü’r-rivâye’ye göre ancak yıkamakla temiz­lenir.

İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre, mübağla ile silinip, kendisinde pislikten eser kalmamış olduğu zaman temizlenmiş olur. Umumun helva olduğu için… Fetva da bunun üzerinedir. [776]

Eğer, pislik, cisimli (sabit şekilli) değilse; üzerine atılmış olan, toprak veya benzeri bir şeye yapışan, içki ve idrar gibi şeyler; üzerine yapışmış bulundukları bu gibi şeylerle silinirlerse, temizlen­miş olurlar. Sahih olan da budur. Zarurete binâen, fetva da bunun üzerinedir. [777]

Fetevâ-i Hücceti’l-ferr’de:

“Cisimli (sabit şekilli veya akıcı olmayan) bir pislik, bir şeye bulaştığı vakit, kuru ise, sürtmekle temizlenir; mestin temizlendiği gibi…” denilmiştir.

5- Kurumak:

Bir pisliğin, kuruyarak eserinin kaybolması da, temizlik yol­larından biridir.

Yer (Toprak) kurumakla ve bu sebeble, üzerindeki neca­set eserinin kaybolması ile, üzerinde namaz kılmak ve kendisi ile teyemmüm etmek için, temiz olmuş olur. [778]

Güneşle, ateşle, rüzgarla veya gölge ile kurumak arasında bir fark yoktur. [779]

Kurumakla temizleme hükümü, yer üzerinde sabit olan her şey için müşterektir. Duvar, ağaç, ot, kamış gibi şeyler yer üzerinde kaim ve daim oldukları müddetçe, yerle ayrıı hükme tabidirler.

Ancak, ot, odun ve kamış gibi şeyler, yerden koparıldıktan sonra kendilerine necaset bulaşmış olursa, bu durumda, kurumakla temiz­lenmiş olmazlar; ancak yıkanmakla temizlenmiş olurlar. [780]

Serilip döşenmiş olan kiremit de, yer, hükmündedir; kuruunen temiz olur.

Fakat, nakletmek veya değiştirmek için konmuş bulunan kire-mite necaset İsabet etmiş olursa, onu muhakkak yıkamak gerekir. Muhıyt’de de böyledir.

Taş ve tuğla da kiremit gibidir. Münyetü’l-Musallîde’de böyledir.

Bu şeyler, kuruyarak temizlendikten sonra, yerlerinden ko parıhp çıkarılsa, pisliğin bu durumda, onlara avdet edip etmiyeceği hususunda iki rivayet vardır. Bazıları:

“Bu durumda, onlara pislik avdet eder.” bazıları da:

“Avdet etmez.” demişlerdir. [781]

Çakıl taşları, yerin içinde bulundukları zaman, yer hükmün­dedir.

Fakat, yerin üstünde bulundukları zaman, kurumakla temiz olmazlar. [782]

Yer kurumakla temizledikten sonra, kendisine su isabet eylese; sahih olan, ona pisliğin -geri- dönmüş olmamasıdır. Bir kimse, kurumakla temiz olmuş olan yerin üzerine, su serper ve sonra ora­ya oturmuş olursa bunda bir beis yoktur. [783]

6- Yakmak:

Yakmak da, temizleme yollarından biridir.

Hayvan tersi, kül oluncaya kadar yakıldığı zaman, İmâm Muhammed (r.a.)’e göre, o şeyin temiz olmuş olduğuna hükmedilir. Fetva da bımun üzerinedir. [784]

İnsan tersi de, aynı hükme tabi’dir.

Kana bulanmış koyun başı; kellesi, yakılıp ütüldüğü zaman, bu kan, kaybolunca, onun temiz olduğuna hükmedilir.

Pis çamurlar, çanak, çömlek ve tas yapılıp, pişirilince, te­mizlenmiş olurlar. [785]

Çamuru, pis su ile karılmış olan tuğla da, ateşte pişirilin­ce, temizlenmiş olur. [786]

Bir kadın, tandırını iyice ısıtıp kızdırdıktan sonra, onu, pis bir paçavra veya bezle süse ve sonra da, o tandırın içinde ekmek pişirse; eğer, ateşin harareti, suyun ıslaklığını; ekmeği tandıra ya­pıştırmadan önce yemiş yok etmiş ise, ekmek pislenmiş olmaz. [787]

Hayvan gübresi ile ısıtılan tandırda ekmek pişirmek, mek ruhtur. Fakat, bu durumda, tandıra sû serpilince, kerâhat ortadan kalkar. [788]

7- Bir Şeyin Mahiyetini Değiştirerek, Temizlemek:

Her hangi bir şeyin, mahiyetini değiştirmesi de, temizlenme yollarından biridir.

Taze bir küpteki içkiyi, sirke yapmakla, hem içki hem de, küp ititifakla temizlenmiş olur. [789]

Hamuru içki ile yoğrulan ekmek, yıkamakla temizlenmez. Ancak, hamurun içine sirke dökülmüş ve bu sebeble, içkinin eseri kaybolmuş bulunsa, temizlenmiş olur. [790]

Yufka ekmek, içkinin içine atıldığı zaman; içkinin içine, luz atılarak, o içki, sirke yapılır ve içki kokusu kalmazsa, sahih olan kavle göre, o ekmek, temiz olur.

İçkinin içine soğan atıldıktan sonra, bu içki sirkeleştirilmiş olsa, soğanın içine girmiş bulunan, içkinin cüzleri de, sirke olmuş­tur. [791]

İçki, suyun içine veya su, içkinin içine düşse ve bu karışım sonradan sirke olsa, temiz olur. [792]

Bîr çorbaya içki dökülmüş olsa; bu çorbaya sirke döküldü­ğünde, eğer çorba, ekşilikte, sirke gibi olursa, temizdir. [793]

İçkiye fare düştüğü, fakat bozulup dağılmadan çıkarıldığı zaman, daha sonra bu içki sirkeye döndürülürse, o sirkeyi yemekte bir beis yoktur.

Fakat, fare, içkinin içinden, tefessüh edip koktuktan sonra çıka­rılmış olursa; bu içki, sonradan sirkeye dönüştürülmüş olsa bile, bu sirkenin yenilmesi helâl olmaz.

Bir köpek üzüm şırasını yalasa, sonra o şıra içki olsa ve daha sonra da sirkeye ıdönüştürülse; yine, o sirkeyi yemek, helâl ol­maz. Çünkü, köpeğin salyası, onun içinde kaimdir ve o sirke hâline getirilmez. [794]

tekinin üzerine idrar dökülse, sonra da o içki, sirkeye çev­rilse, o sirkenin de yenmesi helâl olmaz. [795]

Pis olan sirke, içkinin içine .dökülse ve bu içki, sirkeye dü nüşse; içkiden donen bu sirke, pis olur; çünkü, necis değişmez. [796]

Domuz veya eşek, tuz gölüne düşmüş ve -orada- tuz hâ­line gelmiş olsalar; İmânı A’zam (r.a.) ve İmânı Muhammed (r.a.) göre, temiz olurlar. İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre ise, temiz olmazlar. [797]

“Üzüm suyunun, kabının şiddetle kayrıadığı, köpüğünü atıp kayrıamasının durduğu, eksilip sonra içki olduğu zaman, eğer içine sirke bırakılır da, uzun müddet beklemek sebebi ile sirkenin buharı,” üzüm suyunun kabının başına kadar yükselirse, temiz olur.

İçki bulaşan elbise de, sirke ile yıkandığı zaman temiz olur. [798]

Pis yağ, sabun yapılmış olursa, o sabunun, temiz olduğunu hükmedilir. Çünkü, -mahiyeti- değişmiştir. [799]

8- Tabaklamak, (Derilerde).

9 – Boğazlamak, (Hayvanlarda).

10- Çekmek Ve Boşaltmak Da (Kuyularda), Temizleme Yollarıdır.

Buradaki temizleme yollan ile ilgili geniş izahlar, daha önce geçmişti.

Temizleme İle İlgili Diğer Bazı Mes’eleler:

Bir adamın bazı azalarına, necaset isabet edip bulaştığı za­man, o kimse, necasetin eseri (izi, alameti) gidinceye kadar onu dili ile yalasa, temizlenmiş olur.

Bir kimse, pislenen bıçağı; dili ile yalar veya onu tükrügü ile silerse, bıçak temizlenmiş olur. [800]

Bir kimse, elbisesinde olan necaseti, eseri kayboluncaya kadar yalamış olsa, o elbise, muhakkakki temizlenmiş olur. [801]

Bir kimse, ağız dolusu kustuğu zaman, ağzını yıkamasa cima abdest alsa ve namaz kilsa, namazı caiz olur. Çünkü, o kimsenin aptiikrüklc temizlenmiştir.

Sabi çocuk, annesinin memesine kussa, sonra da o memeyi tekrar tekrar emse, meme temiz olur. [802]

Atılan (çırpılan) yün veya pamuk, pis olursa; atılıp didildiği vakit, eğer tamamı veya yansı pis idi ise, o temizlenmez. Fakat, eğer pis olan kısmı, az olurda, atılıp çırpılmakla temizlenme ihtimali bu­lunursa, bu işlemden sonra, temizlenmiş olduğuna hükmedilir. [803]

“Harmanda düven sürerken, öküzün veya eşeğin, bevl veya terslerinin isabet etmiş olduğu buğdayların bazısı, bazısına (yani, pisi temizine) karışsa, sonra, bunlardan bir kısmı, ayrılıp yıkansa, sonra da hepsi birbirine karışmış olsa, bunların yenilmesi mubah olur.” denilmiştir.

Bu durumda olan buğdaylar, ayrılmış olsa da bir kişiye bağış: lansa veya sadaka olarak verilse, yenilmesi yine mübâh olur.

Pis mum, erimekle temizlenmiş sayılmaz; fakat, pis kalay, erimekle temizlenmiş sayılır. [804]

Donmuş halde bulunan bir yağın içinde, fare ölmüş olsa, farenin olduğu yerin etrafı, oyularak atılır; geri kalan yağ, temizdir, yenilir.

Fakat, eğer yağ, cıvık akıcı ise, bu durumda yenilmez. An­cak, yemenin dışında, ondan faydalanılır. Meselâ: Onunla kandil yakılabilir, deri tabaklanabilir ve benzeri şeyler yapılabilir… [805]

Pis yağla, deri tabaklanmış olursa, o derinin, yıkanılması emre­dilir. Sıküabiliyorsa, üç defa yıkanır ve sıkılır. Fakat, sıkılmaz ise, İmâm Ebû Yûsuf (r.a.)’a göre, üç defa yıkanır ve her defasında da kurutulur. [806]

Yağın, akıcı veya donucu olduğu şöyle anlaşılır: Oyulup da alman pis yer, ayrıı saatte kendiliğinden- düz bir hale gelmezse, o yağ, donmuş katı yağdır. Fakat, bu durumda, yağ düzelirse, o yağ, akıcı cıvık bir yağdır. [807]

2. Görünen Necaset (Pislikler)

Necaset iki türlüdür:

1- Necaset-i Galîza (Ağır, kalın pislikler)

2- Necaset-i Hafife (Hafif pislikler)

1- Necaset-i Galîza:

Necaset-i galîza’nın, ancak, bir dirhem miktarında olanı afvolunmuştur.

Dirhem hakkındaki rivayetlerde de, görüş ayrılığı vardır. Sahih olan, bu gibi çisimli pislikler konusunda, dirhemin ağırlığına itibar edilir. Onun ağırlığı da, bir dirhem miktarıdır ki, büyük miskaldir.

Necâset-i galîza’nın dışında kalanlarda ise, kirlettiği yerin me­sahasına (alanına) itibar edilir. O da, avuç içi kadar (bir alan) dır. Tebyin, Kâfi ve pek çok fetva kitaplarında da böyledir.

Miskâl’in ağırlığı 20 kırattır. Şemsü’l-Eimme’den rivayete güre; itibar her zaman dirhemedir. Sahih olan görüş evvelki görüş­tür, îzâh’tan naklen, [808]

İnsan vücudundan çıkmış olan ve abdesti veya guslü gerek­tiren bütün şeyler, necaset-i galîza’dır: İnsan tersi, idrar, meni, mezi, vedi, irin, sarı su, ağız dolusu olan kusuntu gibi…[809]

Keza, kan ve hayız, nifas, istihâze kanı da, necaset-i galîzadır. [810]

Ekmek yiyecek çağda olsun veya olmasın, küçük oğlan ve kız çocuklarının bevilleri de, birbirlerine müsavidir ve necaset-i galîza’dır. [811]

İçki, akan kan, ölmüş hayvan eti, eti yenmeyen hayvanların sidiği, at, katır ve merkep tersleri, sığır tersi, köpek tersi, tavuk, kaz ve ördek tersleri de, necaset-i galîza’dır. [812]

Yırtıcı hayvanların tersleri, kedi ve farenin tersleri ve id­rarları, yılanın tersi ve idrarı, büyük gene ve keler denilen hayvanın kanı (eğer akıcı olursa) da yine necaset-i galîza ağır pislikleridır.

Bunlardan her hangi biri, bir elbiseye, bîr dirhem miktarı bulaşırsa, o elbise ile namaz kılmanın cevazına, caiz olmasına ma­ni olur. [813]

2- Necaset-i Hafîfe (Hafif Pislikler)

Hafif necasetin, elbisenin dörtte birinden daha az mikta­rında olanı, afvedip, bağışlanmıştır. Ekseri’l-mütûn’de de böyle­dir.

Dörtte birin tesbiti hususunda, neye itibar e’dileeeği ko­nusunda ihtilaf vardır. “Mu’teber olan, hafif pisliğin bulaştığı tara­fın dörtte biridir, denilmiştir. Etek, yaka, kol, bacak ve benzeri gi­bi, elbisenin bölümlerinin, dörtte birine itibar olunur. Bu hüküm, pislik bulaşan şeyin, elbise olması halindedir.

Eğer, pisliğin bulaştığı şey; el, ayak gibi bedenin uzuvla­rından biri olursa, bu durumda, bu uzvun, dörtte birine itibar olu­nur. Tuhfe Sahibi, Muhıyt, Bedai, Müctebâ, Sîrâcü’l-Vehhac, bu görüşü sahih bulmuşlardır. Bakâık’ta ve Bahrü’r-Râık’ta da, fetva bunun üzerinedir.

Eti yenen hayvanlarla atın bevli ve eti yenmiyen kuşların tersleri, hafif pisliklerdir. [814]

Hafif necaset, elbisede, meydana çıkıp görülür. Elbise, su­yun içinde olursa, görülemezler. [815]

Şehidin kanı, üzerinde durduğu müddetçe temizdir. Fakat, ondan ayrılınca pis olur.

Her hayvanın salyası, bevli idrarı gibidir. [816]

İğne ucu gibi olan idrar sıçrıntılari, elbiseye dolsa bile, zaruretten dolayı bağışlanmıştır. [817] Îğnenin ucu kadar değil de, iğnenin arkası kadar olan, idrar sıçrmtılai hakkındaki hüküm de, aynıdır.

Bu hüküm, sıçnntılann, elbise veya bedene vâkil olmaları da öndedir. Fakat, bunlar, suya sıçramış olurlarsa, onu pislendirirler ve bu durum,.bağışlanmış olmaz. Çünkü, suyun temizliği, bedenle^ rin, elbiselerin ve yerlerin temizliğinden daha kuvvetlidir. [818]

İdrar serpintileri, büyük iğnenin başı kadar olursa, ondan men olunur, çünkü bu durumda, o necistir ve bağışlanmaz. [819]

Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Meseleler:

Yılan, boğazlanmış olsa bile, onun derisi pistir. Çünkü, yı­lan derisinin, tabaklanmasına ihtimal yoktur. [820]

Yılanın gömleği temizdir.

Uyuyanın salyası (ağızdan çıkan su) temizdir. Salya, ister ağzından çıksın, ister kamından gelsin, İmâm Ebû Hanîfe (r.a.) ve İmâm Muhammed (r.a.)’e göre, müsavidir. Fetva da bunun üzeri­nedir.

Ölünün ağzından çıkan su ise, pistir. [821]

İpek, böceğinin suyu da, tersi de temizdir. [822]

Eti yenilen kuşların tersi temizdir. Güvercinler ve serçe­ler gibi… [823]

Sahih kavle göre, eşeğin südü temizdir. [824] Fakat, yenilmez. [825]

Boğazlanmış bulunan hayvanın, damarlarında kalan kan, çok olsa bile, elbiseyi pislendirmez. [826]

Etin içinde kaîan ve akıcı olmayan kan da temizdir. [827]

Akıcı kandan, ete yapışan kısım, pistir. [828]

Ciğer ve böbrek kanları, pis değildir. [829]

Sivrisinek, pire, bit, kazıl böcek gibi hayvanların kanları, çok olsa bile, elbiseyi pislendirmez. [830]

Balığın ve diğer, suda yaşayanların kanı, elbiseyi ifsad et­mez. Bu hüküm, İmâmı A’zam (r.a.) ve İmâm Muhammed (r.a.)’e göredir. [831]

Fare tersi, buğday ambarına düşmüş ve onunla birlikte öğü­tülmüş ve un haline gelmiş olsa, unu ifsad etmez. Fakat, ünün tadı­nı, bozmamış olması da şarttır.

Fare tersi, yağ kabına düşmüş olunca, onu da, ifsad eylemez. Yine, yağın tadını bozmamış olması şartıyla.

Fakîh Ebûl Leys:

“Biz de bu görüşü alırız”, demiştir. 9 Ebû Hafs’ın meselelerinde:

“Fare tersi, şıra ve sirke kabma düştüğü zaman, onları ifsad ey­lemez.” denilmiştir. [832]

Şayet, bir elbiseye, pis bir yağ bulaştığında, bu yağın mik­tarı, dirhemden az olur, fakat, daha sonra, .etrafa yayılmakla dirhem miktarından fazla olursa; bazıları:

“Bu durum, namazın cevazına manidir.” demişlerdir. Âlimlerin ekserisi de, bu görüşü aldılar. [833]

Pis bir elbise, temiz bir elbiseye bitişse, yaş olan necasetin eseri de, temiz olan elbise de görünse ve bu temiz elbiseyi ıslatmış olsa, fakat, sıkıldığı zaman, o elbiseden şayet bir şey akmaz ve dam­lamazsa, esahh olan, o temiz elbisenin, pis olmamış olmasıdır.

Temiz bir elbise, pis bir elbisenin üstüne serilse veyahut da bu temiz elbise, ıslak ve pis olan bir yere serilmiş ve pisliğin izi de, o temiz elbisede görülse; fakat, -yukarıda bahsedildiği gi­bi- elbise yaş olmasa, yani, sıkıldığı zaman, ondan bir şey damla­nı asa fakat, geriden bakılınca, ıslanan yer belli oluyor olsa, esahh olan kavle göre, o elbise pis olmaz. [834]

Bir kimse, ıslak ayağını, pis ve ıslak olan bir yere veya pis bir yaygının üzerine koymuş oba, o kimsenin ayağı, pislenmiş olmaz.

Eğer bir kimse, kuru ayağını, yaş ve pis bir yaygının üzerine ko­yar ve bu kimsenin ayağı ıslanırsa, pislenmiş olur. Fakat, nemlen­miş, rutubetlenmiş olmasına itibar edilmez. Muhtar olan da budur. [835]

Çamurun içine gübre döküldüğü zaman, o çamurun yüksek­çe ve kuru olan bir yerinin üzerine, ıslak bir bez parçası konsa, o bez parçası, pis olmaz.

Kuru bir gübreyi veya pis bir toprağı, rüzgâr estiği zaman, ıslak bir elbiseye dokundurmuş olsa; pislik eseri görülmedikçe, o el­bise, pis olmuş olmaz. [836]

Rüzgâr, pisliğe uğrar ve onu sürükleyip getirerek yaş elbiseye dokundurur ve elbisede pisliğin kokusu bulunursa, elbise pislenir.

Fakat, pis buharların elbiseye dokunması ile, o elbise, pis­lenmiş olmaz. Sahih olan da budur. [837]

Pis duman, elbiseye veya bedene dokunursa, sahih olan, onu pislendirmemesidir. [838]

Fetvalar da:

“Bir evde pislik yakılsa da, o pisliğin dumanı ve buharı, yükselerek tavana yetişse ve orada toplanıp yoğunlaşsa; sonra da, erişe veya tavan terlese, dökülen damlalar da elbi­seye bulaşsa, -onda herhangi bir- necaset izi görülmeden, elbise pislenmiş olmaz.” denilmiştir, İmâm Ebû Bekr Muhammed bin FazI’da, bununla fetva vermiştir. [839]

Ahır, sıcak olduğu, penceresinin üzerinde bir tavan bulun­duğu veya tuvalet çukurunun üzerinde tavan olduğu vakit, tavan terlese ve damlasa; dokunduğu elbise, kendisinde necadet eseri gö­rülmedikçe, pis olmaz.

İçinde pislik yakıiıp, duvarı ve kublesi terlediği zaman, ha­mam da b.öyledir. [840]

Bir kimse, su ile istinca yapsa (su ile önünü ve arkasını yıkasa) da, bir havlu ile silinip kurulanmadan yellense, umumun gö­rüşüne, göre, bu yellenmesi etrafını pislendirmez.

Bir kimsenin donu, terledikten veya su ile ıslandıktan son­ra, o kimse yellense, donu pislenmez. [841]

Bir kimse, kışın, ıslak bedeni ile bir davar ağılma girse ve­ya oraya ıslak elbise, veya benzeri bir şey götürse; bedeni veya gö­türmüş olduğu şey, ağılın sıcaklığından kurumuş olsa, bunlar pis­lenmiş olmazlar. Fakat, ıslak gömleğinde sararma görülmesi veya götürdüğü şeyin orada kuruyunca sararması gibi, necasetin eseri görülürse, o şey pislenmiş olur. [842]

Bir adam, yatağında uyuduğu vakit, yatağa bulaşmış olan meni kurumuş olsa ve adam terleyerek yatak ıslansa; şayet o kimse, bedeninde bu ıslaklığın izini görmezse, bedeni pislenmiş sayılmaz.

Eğer, ter çok olur da, yatak ıslanır, sonra da yatağın ıslaklığı adamın bedenine geçer ve bedeninde, o meninin eseri görülürse, o adamın bedeni, pislenmiş olur. [843]

Bir eşek, suya bevletse de, o sudan sıçrayan serpintiler, bir kimsenin elbisesine dokunsa, bu durum, namazın cevazına mani olmaz. Fakat, sıçrayan şey çok olur ve kişi onun bevl (idrar) olduğuna kanaat getirirse, bu durum, namazın cevazına mani olur.

Bir suya pislik atılsa da bu esnada meydana gelen sıçıntılar, bir elbiseye isabet etse eğer, eseri elbisede belli olursa, elbi­seyi pislendirir. Aksi halde, pislendirmez. Muhtar olan kavil de bu­dur. Ebû’l-Leys de bunu almıştır. Suyun, akar su olması ile durgun su o’ması da müsavidir.

Ebû Bekr Muhammed bin Fadl:

“Ayağında pislik olan bir at, suda yürürken, su serpintileri binicinin elbisesine sıçrarsa, o el­bise, pis olur. Suyun, akıcı veya durgun olması halleri müsavidir.” demiştir. Fakat, esahh olan görüş, evvelki görüştür. [844]

Tuvalet sineği, bir elbiseye konmakla, onu ifsad eylemez. Fakat, sayı itibariyle, çok olurlar da, -elbisenin, kondukları kısmı­nı görünmez edecek kadar- galebe çalarlar, o zaman, ifsad ederler. [845]

Kendisine çamur bulaşan veya çamurda yürüyen bir şahıs, ayağını yıkamadan namaz kılsa -bu çamurda- pislikten eser ol­madıkça, kıldığı namaz caiz olur. İhtiyaten abdest almak ise, daha güzeldir. Vâkiât-ı Hüsâmiyye’den naklen. [846]

Pis samanın, çamura karıştırılması halinde, eğer saman, çamurdan çok duruyor (gözüküyor) sa, o çamur pis,- aksi halde ise, temizdir. [847]

Fakat, bu çamur kurumuş olunca, onun temiz olduğuna hükmedilir. [848]

Köpek, insanın elbisesini veya bir yerini tutmuş olsa, ıs­laklık eseri zahir olmadıkça, sadece tutmuş olması sebebi ile, tuttu­ğu yer pislenmiş olmaz. Köpeğin, öfkeli hali ile rıza hali de müsa­vidir. [849] Sıyifiyye’de de:

“Muhtar olan budur.” denilmiştir. [850]

Üzeri ıslak olmayan köpek, mescidin hasırının üstünde uyuşa, hasır pislenmez. Köpek ıslak olsa bile, necaset eseri zahir olmadıkça, yine pislenmez. [851]

Filin kemiği temizdir. Esahh olan da budur. [852]

Filin salyası, (ağız suyu) arslan ve kablanınki gibi pistir. Hortumu ile, bir elbiseye bulaştirsa, o elbise pislenmiş olur. [853]

Geviş getiren her hayvanın gevişi, gübresi gibidir. [854]

Devenin ve koyunun tersinde bulunan arpa, yıkanır ve ye­nir. Sığırın tersinde bulunan, bunun aksinedir. Çünkü onda, salâbet (katılık) yoktur. [855]

Ekmeğin içinde, fare tersi bulunsa; eğer o ters, sert ise, çıkarılıp atılır ve ekmek yenir. [856]

Deve, koyun ve keçi tersi (kığısı), süt sağılırken, süt kabı­nın içine düşse ve o anda alınıp atılmış olsa, bunda bir beis yok­tur. Eğer, kığı, sütün içinde ufanmışsa, süt pis olur. Ve daha sonra, temizlenme imkanı da yoktur.

Köpek kılından uçkur bağı yapılmasında, bir beis yoktur. [857]

Koyun beyli ve insan bevli, bir şeye isabet ettiği zaman, -onda bulunan- hafif necaset, ağır necasete tabi kılınır.[858]

3- İstincâ

İstancâ: Sebileyn’den (ön ve arkadan) çıkan pisliği, temiz­leyip, pâk etmektir.

Daha açık bir ifade ile, kazayı hacetten (büyük ve küçük abdestten) sonra, erkek ve kadının, ön ve arkasını temizlemesidir.

İstincâ; su, taş, kesek, ağaç, parçası, toprak, bez, deri ve bunlara benzer şeylerle yapılır.

Çıkması mutad olan şeyin çıkması ile, mutad olmayan şeyin çıkması arasında, bir fark yoktur.

Arka ve ön yollardan çıkan şey, necaset ve idrar olmaz da, kan veya irin olursa, bunlar da, taş veya diğerleri ile temizlenirler.

İstincâ mahalline, hariçten bir necaset bulaşsa, bu da istincâ yolu ile temizlenir.

Taşlarla İstincâ Yapmanın Şekli:

İstincâ’ yapacak olan kimse, gücü yettiği kadar, kıbleye, rüzgara, güneşe ve ay’a dönmemek üzere, sol tarafına meylederek, oturur. Yanında olan üç taştan birisini, önden arkaya doğru; ikinci­sini, arkadan öne doğru; üçüncüsünü ise, yine önden arkaya doğru sürtmek sureti ile istincâ’mı yapar.

Ebû Ca’fer’e göre, yaz günlerinde, yukarıda anlatıldığı gi­bi, kış günlerinde ise, önce arkadan öne, ikinci ile önden arkaya ve üçüncü ile de yine arkadan öne doğru sürtmek sureti ile istincâ yapılır.

Kadın ise, her zaman, erkeklerin, kış günlerinde yaptığı istincâ gibi istincâ yapar.

Taş ile yapılan istincâ mahallinden çıkan ter, müteahhirûn’a göre, temizdir. Ve o terin isabet ettiği yerler, pislenmiş sayıl­maz.

Taşla istincâ eden kimse, o halde, az bir suyun içine otur­sa, o su, Tebyîn’in beyanına göre, pis olur. [859] Sahih olan da budur.

İstincâ’da adet, sünnet değildir. Yâni, istincâ taşlarının, 3, 5, 7, 9, gibi muayyen sayılarda olması, sünnet değildir.[860]

İstincâ’da şart, temizliktir. Tek taşla temizlik vâki olmuş olsa, yine sünnet yerini bulmuş olun Fakat, üç taşla temizlik hasıl olmamış olsa, sünnet de hasıl olmamış olur. [861]

Müstehâb olan, istincâ sırasında, kişinin, temiz olan taş­lan sağ tarafına koyup, kullanılanları, necis olan yerleri alt tarafa getirmek suretiyle, sol tarafa bırakmasıdır. [862]

Şayat, avret yerinin açılma ihtimali varsa, su ile değil, taş ile istincâ yapılmalıdır. Bu durumda, efdal olan budur.[863]

En üstün istincâ şekli, önce taşla ve sonra da, su ile yapı­lanıdır; yani, hem taş hem de su kullanılan istincâdır. [864]

“Zamanımızda sünnet olan istincâ, taş ve su ile bitlikte yapılan istincâ’dır.” denilmiştir.

En sahih olan sünnet ise, mutlak temizliktir, hangi şekil ile olursa olsun. Fetva da bunun üzerinedir. [865]

Taşlarla istincâ, necasetin az olduğu ve çıkış yerinin efr rafına dağılmadığı zaman caiz olur. Yoksa, dirhem miktarından faz­la olan ve nıak’adın etrafına taşan necaseti, taşlarla temizlemek kâ­fi gelmez. Bu durumda, su ile temizlik farz olur.

Zekerin deliğinden, etrafına yayılan idrar, dirhem mikta­rından fazla olursa, onu da, su ile yıkamak farz olur.

Necaset, çıkış yerinin etrafında, dirhemden az veya dürhm miktarı olursa, taşla istincâ’, İmâmı Azam (r.a.) ve İmâm Muhammed (r.a.)’e göre caizdir. Hatta, çıkış yerinin necaseti ile etrafmdaki necaset birleştiği zaman, dirhemden fazla olsa bile, taşlarla is­tincâ’ caiz olur. Su ile yıkamaya ihtiyaç kalmaz. Bu durum, kerîh de değildir: [866] Sahih olan da budur. [867]

Necaset, istincâ mahallinde, dirhem miktarından fazla ise, taşlarla istincâ’ yapılır ve yıkanması gerekmez. Tahâvî Şerhi’nde de böyle zikredilmiştir. Bu hususta görüş ayrılığı vardır. Bazdan:

“Üç taşla silmek temizler, bu caizdir.” demişlerdir, Esahh olan da budur. Fakih Ebû’l-Leys de böyle söylemiştir. [868] Muhtar olan da budur. [869]

Zekerin deliğinin bir tarafındaki necaset, dirhem1 miktarından az fakat, diğer yerde olanla birleşince, dirhemden fazla olsa, mes’ele yine ayrııdır. [870] Sahih olan da budur. [871]

Mak’adı büyük olup da onda dirhemden fazla necaset bu Kınan fakat, etrafına taşmamış olan necasetin temizlenmesi meselesinde de görüş ayrılığı vardır. Ebû Şüccâ ve Tahâvî’ye göre, bu durumda da taşlarla istincâ caizdir. Biz de bu kavli alıyoruz. [872]

Bevüden istincâ’ ederken, zeker sol elle tutulur. Duvara, taşa veya kerbice sürtülür. Taş ve zeker, sağ elle tutulmaz. Taş, sol elle de tutulmaz. Zaruret olursa, keseği iki topuğun araşma alır, sol eliyle zekerini o keseğe sürer. Ve eğer, özürü varsa, taşı sağ eliy­le tutar. Onu hareket ettirmez. [873]

İstibrâ (idrar yerini temizlemek), kalb artık idrarın gel­mediğine karar kılıncaya kadar, vacibtir. [874]

Bazıları:

“Bir kaç adım yürüdükten sonra istibrâ yapılır” de­mişlerdir.

Bazıları da:

“Bevlettikten sonra ayağını yere vurur” “Öksürür gibi yapar”, “Sağ ayağını sol ayağına sarar”, “Yukarıdan aşağıya iner oturur gibi yapar” sonra da istibrâ yapar demiş­lerdir.

Sahih olan: Kalbin kanaati, istincâ’ ve istibrâ’da esastır. [875]

İstincâ ve istibrâ’da da, -namazdaki gibi- şeytanın ves­vesesine iltifat etmeyip, abdestten sonra, eteğine biraz su serpmelidir ki, gördüğü yaşlığı, o suya hamletsin. [876]

Bir kimse, eğer oruçlu değilse, tamamen gevşedikten son­ra, su ile istincâ’i, sol eli ile yapar. Önce, orta parmağını diğer parmaklarının üzerine yükseltir ve tehâret mahallini temizler. Sonra, küçük parmağın yanmdakini yükselterek temizlik yapar. Daha sonra da, küçük parmağını yükselterek istincâ mahallini yıkar. Sonra da, şehadet parmağını yükselterek, kalbi mutmain oluncaya veya temizlendiğine dair zann-ı galibi hasıl oluncaya kadar temizlik yapar. Şayet, oruçlu değilse, bu işte mübalağada bu­lunur. Yani, iyice yıkar. Sayı takdir etmez, Ancak, bu kimse ves­veseli ise, üç defa iyice yıkar. [877]

İstincâ’da, üç parmaktan fazlası kullanılmaz. Ve parmak­ların uçları ile değil de, enleri ile istincâ yapılır. [878]

İstincâ sırasında su, gayet yavaş dökülür ve avret mahal­line su sertçe çarpılmaz.

İstincâ esnasında, avret mahalli yavaş yavaş, mülâyemetle ovalanır.

Din büyüklerinin umumî görüşlerine göre, istincâ’ esnasın­da, parmakları kaldırmamah ve avuç içi île istincâ yapmalıdır.

Kadınlar hakkında, âlimlerin tamamı şöyle demişlerdir:

“Kadınları, bacakları açık şekilde otururlar. Avuç içleri ile, avret mahallerinin dışını yıkarlar. Parmaklarını, avret mahallerine girdir­mezler” [879] Muhtar olan da budur. [880]

Kadınlar, erkeklerden daha açık otururlar. [881]

Ebû Hanîfe (r.a.) ye göre, avret yerlerinden, önce arka, sonra da ön yıkanır.

İmâm Ebû Yûsuf (r.a.) ve İmâm Muhammed (r.a.)’e göre ise önce ön, sonra arka yıkanır. [882]

Gazvî’nin görüşü de, îmâmeyn’in görüşüdür ki, eşbah olan da budur. [883]

îstinca’ mahallinin temizlenmesi ile birlikte, istincâ yapan el de, temizlenmiş olur. [884]

İstincâ’dan sonra el yıkamak ise, daha önce yıkanmasında olduğu gibi, daha temiz ve daha nazîf olur. (Şüphesiz ki, Peygam­ber (s.a.v.) Efendimiz’in, istincâ’dan sonra elini yıkadığı rivayet olunmuştur.) [885]

îstincâ, yaz mevsiminde mübalağa ile yapılır. Kış mevsiminde ise, tam bir temizlik hasıl olsun diye daha mübalağalı yapılır. Bu, daha fazla mübalağa hali, su soğuk olduğu zaman gerekir. Su sıcak olursa, kışın da yaz günü gibi yapılır. Fa­kat, soğuk su ile yapılan istincâ’nın sevabı, sıcak su ile yapılandan daha çok olur. [886]

Aybaşı hali ve lohusalık dışında, kan gelen müstehâze kadı­na, eğer, büyük veya küçük abdest vâki olmamışsa, her namaz vak­ti için, istincâ gerekmez.

Sol eli olmayan kimse, yardım edip su dökeni yoksa istincâ’ etmez. Eğer gücü yeterse, akar sudan istincâ yapar.[887]

Abdest olmaya güç yeüremiyen hasta bir adamın, kansı veya cariyesi yok da, oğlu veya kardeşi varsa, bunlar, ona, istincâ etmeksizin, abdest aldırırlar. Çünkü, Onun avret mahalline el sü­rülemez, dolayısıyle ondan, istincâ şakıt olur. [888]

Hasta olan kadının, kocası olmaz ve kendisi de abdest al­maya güç yetiremezse, kızı veya kız kardeşi, ona, abdest aldırırlar. Ondan da, istincâ düşer. [889]

İstincâ halinde, ön ve arka tarafı, kıble istikâmetine, çe­virmek mekruhtur. Eğer, helada, gafletle o yöne oturulmuşsa, müstehab olan, imkân dahilinde, yün çevirmektir. [890] Sahrada olsun, binalarda olsun, bize göre, bu hususta görüş ayrılığı yoktur. [891]

Kadınların, çocuklarını, kıbleye karşı tutup, abdest boz­durmaları mekruhtur. [892]

Kemikle, tezekle yani sığır, deve, at ve emsalinin gübresi ile, yenilecek şeyle, etle, camla, çanak-çömlek parçası ile, ağaç yaprağı ile, kıl ile istincâ etmek mekruh olduğu gibi sağ elle istin­câ etmek de mekruhtur. [893]

Sol elinde, istincâya mani bir özrü bulunan kimsenin, bu durumda, sağ eli ile istincâ yapmasmda kerâhat yoktur.[894]

Necis şeylerle, kendisinin veya başkasının istincâ yapmış bulunduğu taşla, istincâ’ yapılmaz. Yalnız, taş büyük veçok köşeli ise, her defasında bir tarafı ile istincâ yapılması, mekruh değildir. [895]

Beyaz olan kağıtla da, istincâ yapmak mekruh olur. [896]

Kiremitle, kömürle, ipek gibi kıymetli olan şeylerle, istin­câ yapmak da mekruhtur. [897]

İstinca Çeşitleri

Beş türlü İstincâ Vardır:

Bunlardan ilk ikisi vacib, üçüncüsü sünnet, dördüncüsü müstehâb ve beşincisi de bid’at olan istincâ’dır. Şöyle ki

1- Cünüblükten, hayızdan ve nifastan dolayı, necaset ma­hallini yıkamak vacibtir.

2- Mahrecini, (çıktığı yeri) geçip dağılan necaset, az olsun, çok olsun, İmâm Muhammed (r.a.)’e göre, onu yıkamak da vacibtir. îmâmeyn’e göre, dirhem miktarından fazla olan bu gibd necase­ti, yıkamak vacibtir. Çünkü, taşlarla istincânm caiz olması, neca­setin, malıreç üzerinde olması halindedir. Dış tarafa taşmış olan ne­caseti ise, yıkamak gerekir.

3- Necaset, çıkış yerini ileri geçmediği zaman su ite is­tincâ sünnettir.

4- Küçük abdest yapıp da, büyüğünü yapmadığı zaman, ze­kerini veya fercini yıkamak müstehabtır.

5- Yellendikten sonra, istincâ yapmak ise bid’attir. [898] Tuvalete girmek isteyen kimsenin, mümkünse, namaz kıl­dığı elbisenin haricinde, başka bir elbise ile tuvalete girmesi, değil­se, gücü yettiği kadar, elbisesini, necasetten ve mâ-i müstamelden korumaya çalışması, müstehabtır.

Tuvalete, başı örtülü olarak girmek de müstehabtır.

Üzerinde, Allahu Teâlâ’mn isimlerinden birisi yazılı olan yüzükle veya üzerinde, Kur’ân’dan bir şey yazılı olan, herhangi bir şeyle, helaya girmek mekruhtur. [899]

Tuvalete Girileceği Zaman :

“Allah’ım; pis olan şeytanın erkeğinden ve dişisînden sana sığınırım” demek, sol ayağı atarak helaya girmek ve sağ ayağı ata­rak dışarı çıkmak da müstehabtır.

Helada, ayakta iken avret mahalli açılmaz. Oturunca, ayakların arası açılır; sol tarafa doğru meyledirilir; konuşulmaz; Allahu Teâlâ zikredilmez; selâm verenin selâmı alınmaz; milezzinin okumakta olduğu ezana icabet edilmez. Heladaki kimse aksırırsa, dilini oynatmadan, kalbinden hamdeder. İhtiyaç olmaksızın,avret yerlerine bakmaz. Avret yerinden çıkanlara da bakılmaz.

Sümkürülnıez, tükürülmez, tanahmıh edilmez, öksürür gibi yapılmaz. Sağa-sola sallanılmaz. Vücûdu ile oynanılmaz. Helada olan kimse, gözlerini havaya dikip bakmaz, küçük ve büyük abdest için,

İhtiyaçtan fazla oturmaz. [900]

Heladan, Çıkıldığı Zaman.

“Bana eziyet vereni çıkarıp, fayda vereni bırakan Allah’a hamdederîm” denir. [901]

Durgun suya, akar suya, nehre, kuyuya, havuza, ekin içine, pınar etrafına, meyveli ağaç altına, gölgesinden faydalanılan ağaç altına, cami civarına, bayram namazı kılman yerlere (namazgahla­ra), mezarlıklara, yollara ve toplu halde bulunan hayvanların ara­sına, büyük veya küçük abdest bozmak mekruhtur.

Ayrıca, bir yerin alt tarafına oturup da, üst tarafına işemek; fare, yılan ve karınca deliklerine işemek; ayakta veya yatarken işe­mek ve özürsüz olarak çıblak iken işemek de mekruhtur. Bir özür varsa, bu son şekil mekruh olmaz.

Abdest alman ve gusledilen yere, bevletmek de mekruhtur. [902]

O Sert bir yere işlemek zorunda kalan kimse, ya bevledeceği yeri taşla vurarak yumuşatır veyahut da oraya bir çukur kazar ki, idrar sıçrantılan üzerine isabet etmesin.


[1] Mâide: 5/6.

[2] Zehiyre.

[3] Muzmarât.

[4] Hidâye Şerhi Aynî.

[5] Hülâsa.

[6] Hidâye şerhi Aynî.

[7] Zâhiriyye.

[8] Muhıyt.

[9] Hulâsa.

[10] Zahidi.

[11] Hulâsa.

[12] Zehiyre.

[13] Fetâvâyi Kâdîhân.

[14] Fetvâ.

[15] Muzmarât.

[16] Vikaye Şerhi.

[17] Zâhidî.

[18] Mu­hıyt.

[19] Fetâvâyi Kâdîhân.

[20] Muhıyt.

[21] Sirâcü’l-Vehhâc.

[22] Fethül-Kadîr.

[23] Bahrür-Raik.

[24] Zâhidî.

[25] Hulâsa.

[26] Muhıyt.

[27] Muhıyt.

[28] Muhıyt.

[29] Muhıyt.

[30] Tatarhânîye.

[31] Zehıyre.

[32] Muhıyt.

[33] Hûlâsa.

[34] Zehıyre.

[35] Fetâvâyi Kâdıhan.

[36] Muhıyt.

[37] Hûlâsa.

[38] Sirâciyye.

[39] Hidaye.

[40] Muhtar Şerhi İhtiyâr.

[41] Tahtâvî Şerhin.

[42] Muhıyt’te ve Fetâvâyi Kâdîhân.

[43] Zehiye.

[44] Muhıyt.

[45] Şirâciyye.

[46] Hulasa.

[47] Zehıyre.

[48] Fetâvâyi Bürhânî.

[49] Muhıyt.

[50] Cevheretü’n-Seyyire.

[51] Tatarhaniye.

[52] Zahiriyye.

[53] Fetâvayi Kadihan.

[54] Hulasa.

[55] Tebyîn.

[56] Sirâcü’l-Vehhâc.

[57] Hidâye.

[58] Fethü’l-Kadîr.

[59] Kınye.

[60] Bahrür-Raik.

[61] Muzmarât.

[62] Hülâsa.

[63] Fetâvâyi Kâdihân.

[64] Serahsî’nin Muhryt.

[65] Hulâsa.

[66] Sirâcü’l-Velîhâc.

[67] Muhıyt.

[68] Siracü’l-Vehhac.

[69] Muhıyt ve Zahiriyye.

[70] Bahrü’r-Raik.

[71] Nebrü’I-Fâik.

[72] Nihâye.

[73] Cevheretü’n-Neyyire.

[74] Sirâcü’l-Vehhâc.

[75] Nehrü’l Fâik.

[76] Tebyîn.

[77] Nehrü’l-Faik.

[78] Muzmarat.

[79] Zahidi.

[80] Mi’raci’d-Diraye.

[81] Muzmarat.

[82] Muhıyt.

[83] Cevheretü’n-Neyyire.

[84] Hulâsa.

[85] Muzmarat.

[86] Mi’râcü’d-Dirâye.

[87] Nihâye’de ve Sirâcü’l-Vehhâc.

[88] Tebyîn.

[89] Gunye.

[90] Tahâvî Şerhi.

[91] Bahrü’r-Râik.

[92] Tahâvî Şerhi.

[93] Sirâcü’l-Vehhâc.

[94] Tebyîn.

[95] Sirâcü’l-Vehhâc.

[96] Cevheretü’n-Neyyire.

[97] Tebyîn.

[98] Mi’racü’d-Dirâye.

[99] Cevheretü’n-Neyyîre.

[100] Sirâcü’I-Vehhâc.

[101] Cevkeretü’n- Neyyire.

[102] Bahrü’r-Raik.

[103] Muhıyt.

[104] Fethül-Kadîr, Keza, Muhıyt.

[105] Zâhidî.

[106] Hulâsa.

[107] Kâfî’de de, Tahâvî Şerhi.

[108] Tatarhânîye.

[109] Kâfi.

[110] Muhıyt.

[111] Hülâsa.

[112] Bahrü’r-Râik.

[113] Muhıyt.

[114] Bahrü’r-Raık.

[115] Muhıyt.

[116] Zahîdî.

[117] Sirâcü’l-Vehhâc.

[118] Bedâi.

[119] Tebyîn.

[120] Mi’râcü’d-Dirâye.

[121] Nehrül-Fâik.

[122] Tebyîn.

[123] Fetâvâyi Kâdîhân.

[124] Ebû’l-leys’in Fıkhın.

[125] Vecizul Kerderî.

[126] Teb­yîn.

[127] Arka ve ön yollardan çıkan.

[128] İdrar yolundan çıkan beyaz bir su.

[129] Şehvet netice­si, idrar yolundan çıkan vedi’den daha kaim beyaz bir su.

[130] Zekerden atılarak çıkan beyaz ve mezi’den daha kalın bir su.

[131] Muhıyt.

[132] Cevheretü’n-Neyyire.

[133] Kınye.

[134] Bahrü’r-Râık.

[135] Fetavayi Kadihan.

[136] Sirâcü’I-Vehhâc.

[137] Nehrü’l-Fâık.

[138] Fetâvâyi Kâdîhan.

[139] Zehıyre.

[140] Muhıyt.

[141] Tebyin.

[142] Fetâvâyî Kâdîhân.

[143] Zahirıyye.

[144] Serahsî’nin Muhıyt.

[145] Vecizül-Kerderî.

[146] Serahsî’ntn Muhıyt.

[147] Nehrül-Fâık.

[148] Ahiriyye.

[149] Muhıyt.

[150] Zâhidî.

[151] Serahsî’nin Muhıyt.

[152] Sirâcü’l-Vehhâc.

[153] Muhıyt.

[154] Tataraniye.

[155] Muzmarat.

[156] Fetâvâ-i Şemsül-Eimme Halvânî, Muhıyt, Zahare, Tebyîn ve Sirâcü’l-Vehhâc.

[157] Zehıyre.

[158] Muhıyt.

[159] Tebyin.

[160] Zâhiriyye.

[161] Kifâye.

[162] Vecîzlü Kerder.

[163] Gınye.

[164] Halebi’nin Münye Şerhi.

[165] Hidâye.

[166] Hulâsa.

[167] Serahsî’nin Muhıyt.

[168] Fetâvâyi Kâdîhân.

[169] Tebyîn.

[170] Muhıyt.

[171] Zahiriyye.

[172] Mu­hıyt.

[173] Sirâcü’l-Vehhâc.

[174] Serahsî’nin Muhıyt.

[175] Münye Şerhi.

[176] Tebyîn.

[177] Bedâi.

[178] Muzmarat.

[179] Kâfi.

[180] Tebyîn.

[181] Kâfi.

[182] Bedâi.

[183] Bahrü’l-Râık.

[184] Serahsî’nin Muhıyt.

[185] Tebyîn.

[186] Bahrü’r-Râık.

[187] Muhıyt.

[188] Muhıyt’te, Tebyîn’de, Bahrü’r-Râık.

[189] Nehrü’l-Fâık.

[190] Fetâvâyi Kâdîhân.

[191] Tebyîn.

[192] Hulâsa.

[193] Muhıyt.

[194] Fetâvâyi Kâdîhân.

[195] Muhıyt.

[196] Zehiyre.

[197] Zehiyre.

[198] Zehiyre.

[199] Fetâvâyi Kâdîhân.

[200] Muhıyt.

[201] Tebyîn.

[202] Zahiriyye.

[203] Fethü’l-Kadîr.

[204] Muhıyt.

[205] Tatarhâniyye.

[206] Muhıyt.

[207] Tatarhâniyye.

[208] Kınye.

[209] Muhıyt.

[210] Zâhidi.

[211] Kınye.

[212] Mi’râcü’d-Dirâye.

[213] Hulâsa.

[214] Zâhîdî.

[215] Fethü’l-Kadîr.

[216] Zâhidî.

[217] Zâhiriyye.

[218] Muhıyt.

[219] Zâhiriyye.

[220] Serahsî’nin Muhıyt..

[221] Hidâye.

[222] Serahsi’nin Muhıyt.

[223] Sirâcü’l-Vehbâc.

[224] Bahrü’r-Râik.

[225] Serahsî’nin Muhıyt.

[226] Tatarhâniyye.

[227] Fethü’l-Kadîr.

[228] Tatarhâniyye.

[229] Vikaye Şerhi.

[230] Mühradat.

[231] Şemnî.

[232] Zâhidîde ve Kâdîhân.

[233] Zâhidî.

[234] Sirâctü’I-Vehhâc.

[235] Cevheret’ün-Neyyire.

[236] Münye.

[237] Serahsî’nin Muhıyt’in, Hidâye.

[238] Tebyîn.

[239] Hulâsa.

[240] Zehıyre.

[241] Tebyîn.

[242] Fetâvâyi Kâdîhân.

[243] Hülâsa.

[244] Muhıyt.

[245] Mi’râcü’d Dırfiye.

[246] Muhıyt.

[247] Muhıyt.

[248] Fethü’l-Kadîr.

[249] Muhıyt.

[250] Fetâvâyi Kâdîhân.

[251] Sirâcü’l-Vehhâc.

[252] Muhıyt.

[253] Fetâvâyi Kâdîhân.

[254] Mültekat.

[255] Muhıyt.

[256] Sirâcü’l-Vehhac.

[257] Zahirîyye.

[258] Serahsî’nin Muhıyt.

[259] Zahirü’r-Rivâye.

[260] Zahidî.

[261] Serahsî’nin Muhıyt.

[262] Hidâye.

[263] Zahidî.

[264] Fethü’l-Kadir.

[265] Tebyîn.

[266] Muhıyt.

[267] Bahrü’r-Râik.

[268] Serahsî’nin Muhıyt.

[269] Serahsî’nin Muhıyt.

[270] Tahâvî.

[271] Mebsût Şerhi.

[272] Muhıyt.

[273] Sirâcü’l-Vehhâc..

[274] Kenz, Hülâsa.

[275] Vikaye Şerhi.

[276] Tebyîn, Nısa.

[277] Muzharat.

[278] Münyetü’l-Musallî Şerhi (HaIebi-Sagir), tarafımızdan sadeleştirtlip Akçağ tarafından neşredilmiştir. Münyetü’l-Musallı.

[279] Vikaye Şerahi, Muhıyt. Hidâye Sahibi.

[280] Bahrü’r-Râik.

[281] Şerh-i Vikaye.

[282] Muzmarat.

[283] Muhıyt.

[284] Sirâcü’l-Vehhâc.

[285] Muhıyt.

[286] Tatarhâniyye.

[287] Muhıyt.

[288] Tatarhâniyye.

[289] Fetâvâyî Kâdîhan.

[290] Zehiyre.

[291] Muhıyt.

[292] Münyetü’l-Musallî.

[293] Şerh-i Vikâye, Zâhidî’de ve Mırâcü’d-Dirâye’de de böyledir.

[294] Tatarhânayye.

[295] Zahiriyye.

[296] Zâhidî.

[297] Fetâvâyi Kâdîhân.

[298] Muhıyt.

[299] Muhıyt.

[300] Muhıyt.

[301] Serâcü’l-Vehhâc.

[302] Kifâye.

[303] Fethü’l-Kâdîr.

[304] Muhıyt.

[305] Hidâye.

[306] Hidâye.

[307] Tebyîn.

[308] Hulâsa.

[309] Serahsî’nin Muhıyt.

[310] Fetâvâyi Kâdîhân.

[311] Fethü’l-Kadîr.

[312] Hulâsa.

[313] Muhıyt.

[314] Fethü’l-Kadîr.

[315] Fe­tâvâyi Kâdhân.

[316] Muhıyt.

[317] Hulâsa.

[318] Sirâcü’l-Vehhâc.

[319] Hidâye.

[320] Fetâvâyi Kâdîhan.

[321] Tebyîn.

[322] İmânı Serahsî’nin, Mebsût Şerhi, Nihâye.

[323] Hulâsa.

[324] Hidâye.

[325] Tebyîn.

[326] Muhıyt.

[327] Hidâye.

[328] Sirâcu’l-Vehhâc.

[329] Tebyîn.

[330] Serahsî’nin Muhıyt.

[331] Zahiriyye.

[332] Tatarhâniyye.

[333] Fetâvâyi Kâdîhân.

[334] Tebyîn.

[335] İhtiyâr.

[336] Kâfî’de, Şerh-i Mebsûd, Teb­yîn.

[337] Serahsi’nin Muhıyt.

[338] Hidâye.

[339] Muhıyt.

[340] Tebyîn.

[341] Bahrü’r-Râık.

[342] Fetâvâyi Kâdîhân.

[343] Zahirü’r-Rivâye, Tatarhâniyye.

[344] Cevheretü’n-Neyyire.

[345] Serahsi’nin Muhıyt.

[346] Zâhiriyye.

[347] Bedâi.

[348] Bedâî.

[349] Serahsî’nin Muhıyt.

[350] Bedâi.

[351] Serahsî’nin Muhıyt.

[352] Sirâcü’I-Vehhâc.

[353] Hazânâtu Müftîn.

[354] Zahiriyye.

[355] Muhıyt.

[356] Hidâye.

[357] Muhıyt.

[358] Muhıyt.

[359] Hulâsa, Nihâye ve Fethü’l-Kadîm.

[360] Fetâvâyi Kâdîhân.

[361] Fetâvâyi Kâdîhân.

[362] Hulâsa.

[363] Muhıyt, Kâdîhân.

[364] Bahrü’r-Râık ve Nehru’l-Fâik.

[365] Münyetü’l-Musallı Şerhi.

[366] Sirâcü’l-Vehhâc.

[367] Fetâvâyi Kâdî­hân.

[368] Bedâi.

[369] Fetâvâyi Kâdîhân.

[370] Serahsî’nin Muhıyt.

[371] Fetâvâyi Kâdîhan.

[372] Bedâi.

[373] Şerh-i Tahâvî.

[374] Kenz’in şerhi olan Aynî.

[375] Şerh-i Tahâvî.

[376] Müfid ve Mezîd’den naklen Hidâye Şerhi Aynî.

[377] Emir Hâcc’ın Münyetü’l-Musallî Şerhi.

[378] Hidâye.

[379] Kâfi.

[380] Şerh-i Mebsût’ta, Kâfî, Fetâvâyi itâbiyye.

[381] Tatarhâniyye.

[382] Zâhiriyye.

[383] Münyetü’l-Musallî Şerhi.

[384] Muhıyt.

[385] Hîdâye.

[386] Kenz’in Şerhi olan Aynî.

[387] Fetâvâyi Kâdîhân.

[388] Tebyîn.

[389] Hulâsa.

[390] Muhıyt.

[391] Zahirriyye.

[392] Hidâye ve Tebyîn.

[393] Nihâye.

[394] Hulâsa, Fetâvâyî Kâdîhân.

[395] Hülâsa.

[396] Zâhiriyye.

[397] Fetâvâyi Kâdîhân.

[398] Hulâsa.

[399] Muzmarat.

[400] Serahsî’nin Muhıyt.

[401] Sîrâcül-Vehhâc, Zâhiriyye.

[402] Serahsî’nln Muhıyt’.

[403] Hulâsa.

[404] Zâhiriyye.

[405] Tatarhâniye.

[406] Serahsî’nîn Muhıyt.

[407] Hulâsa.

[408] Muhıyt.

[409] Hazânetü’l-Müftîn.

[410] Sirâcü’l-Vehhâc.

[411] Nekrü’l-Faik.

[412] Zâhidî.

[413] Serahsî’nin Muhıyt.

[414] Tebyîn.

[415] Hulâsa.

[416] Tebyîn.

[417] Sîrâcü’l-Vehhâc.

[418] Zâhirriyye.

[419] Hidâye.

[420] Mebsût Şerhi.

[421] İhtiyar.

[422] Kenz.

[423] Hulâsa.

[424] Hidâye.

[425] Fetâvâyi Kâdihân.

[426] Kâfî.

[427] Sirâcü’l-Vehhâc.

[428] Hazânetül-Müftîn.

[429] Bahrü’r-Râik.

[430] Fethü’l-Kadîr.

[431] Serahsî’nin Muhıyt.

[432] Fetâvâyi Kâdîhân.

[433] Muzmarat.

[434] Tebyîn.

[435] Se­rahsî’nin Muhıyt.

[436] Hidâye.

[437] Muzmarat..

[438] İhtiyar.

[439] Sîrâcü’l-Vehhâc.

[440] Serâhsi’nin Muhıyt.

[441] Tebyîn.

[442] İhtiyâr.

[443] Mirâcü’d-Dirâye.

[444] Zâhîdî.

[445] Muzmarât.

[446] Serahsî’nin Muhıyt.

[447] Tahâvî Şerhi’.

[448] Hulâsa.

[449] Hulâsa.

[450] Tatarhâniyye.

[451] Zâhiriyye.

[452] Fethül Kâdîr.

[453] Muhıyt.

[454] Muhıyt.

[455] Bedâi.

[456] Hulasa.

[457] Tatarhâniyye.

[458] Hulâsa.

[459] Tatarhâniyye.

[460] Hulasa.

[461] Tebyîn, Nisab.

[462] Tatarhâ­niyye.

[463] Muhıyt.

[464] Fetâvâyi Kâdîhân.

[465] Zehiyre.

[466] Fetâvâyî Kâdihân.

[467] Hulâsa.

[468] Kâdîhân.

[469] Hu­lâsa.

[470] Kunye.

[471] Hidâye.

[472] Fetevâ-i Kâdihân.

[473] Mî’râcü’d-Dirâye, Fethül-Kadîr.

[474] Zâhîdî.

[475] Muzmarât.

[476] Fetâvâyi Kâdihân .

[477] Sirâcü’l-Vefahâc.

[478] Hulâsa.

[479] Serahsî’nin Muhıyt.

[480] Seyyid Ebû Şücca.

[481] Fethü’l-Kadir.

[482] Muhıyt, Serahsî.

[483] Muzmarât.

[484] Serahsî’nin Muhıyt.

[485] Hulâsa.

[486] Tebyîn.

[487] Teb­yîn.

[488] Bedâi.

[489] Bahrü’r-Râık.

[490] Tebyîn.

[491] Bahrü’r-Râık.

[492] Tebyîn.

[493] Hazânetü’l-Fetâvâ.

[494] Fetâvâyi Kâdîhân.

[495] Bedâi.

[496] Hulâsa.

[497] Tatarhâniyye.

[498] Be­dâi.

[499] Serahsî’nın Muhıyt.

[500] Bahrü’r-Râık.

[501] Zahîriyye.

[502] Serahsî’nin Muhıyt..

[503] Sirâcü’l-Vehhâc.

[504] Muhıyt.

[505] Zahîriyye.

[506] Sirâcü’I-Vehhâc.

[507] Bahrü’r-Râık.

[508] Zahîriyye.

[509] Bedir.

[510] Nihâye.

[511] Fetâvâyi Kâdîhân.

[512] Tebyîn.

[513] Tebyîn.

[514] Sirâcü’l-Vehhâc.

[515] Tebyîn.

[516] Tebyîn.

[517] Kunye.

[518] Zahidi ve Kifâye.

[519] Bahrü’r-Râık, Nehrü’l-Fâık.

[520] Sirâcü’l-Vehhâc.

[521] Kâfî.

[522] Nehrü-Fâık.

[523] Hulâsa, Fetavâyi Kâtîhân.

[524] Fethü’l-Kadîr.

[525] İbrâhîm Halebî’nin Münyetü’l-Musallî Şerhi.

[526] Hulasa’da ve Muhıyt.

[527] Zâridi, Kifâye.

[528] Fetâvayî Kâdîhân.

[529] Fetâvâyî Kâdîhân.

[530] Seraha’nin Muhıyt.

[531] Bahrü’r-Râık.

[532] Kâfi.

[533] Sîrâcü’l-Vehhâc.

[534] Zâhîriyye.

[535] Sirâcü’l-Vehhâc.

[536] Serahsî’nin Muhıyt.

[537] İtâbi’nin Ziyâdât Şerhi, Kâfi.

[538] Kâfi.

[539] Fetavâyi Kâdihân.

[540] Serahsî’nin Muhıyt.

[541] Hidâye.

[542] Bahrü’r- Râik.

[543] Vikaye Şerhi.

[544] Itâbî’nin Ziyâdât Şerhi.

[545] Serahsî’nin Muhıyt.

[546] Fetâvâyi Kâdîhân.

[547] Fusûlü’l-Imâdiyye’de Temizlik Kitabının Hastalarla ilgili Hükümler bölümünde de böyledir.

[548] Zâhidî.

[549] Sirâcü’I-Vehhâc.

[550] Bedâi.

[551] Hazanetü’l-Müftîn.

[552] Sirâcü’I-Vehhâc.

[553] Fetâvâyi Kâdihan.

[554] Hulâsa.

[555] Fetâvâyi Kâdihan.

[556] Nehrü’l-Fâık.

[557] Tebyîn.

[558] Bedâi.

[559] Mi’racü’d-Dîrâye.

[560] Sirâcü’l-Vehhâc.

[561] Bedâi, Tahâvî Şerhi, Kâfi.

[562] Fetavâyi Kâdihân.

[563] Zahîriyye.

[564] Fetâvâyi Kâdîhân.

[565] Vikaye Şerhi.

[566] Hidâye.

[567] Muhıyt.

[568] Sirâcü’l-Vehhâc.

[569] Serâhsî’nin Muhıyt.

[570] Zahîriyye’.

[571] Fetâvâyi Kâdîhân.

[572] Sirâcü’l-Vehhâc.

[573] Hulâsa.

[574] Bahrü’r-Râık.

[575] Muzmarât.

[576] Nihâye.

[577] Cum’a namazı gibi Cevheret’ün-Neyyire’de de böyledir.

[578] Serahsî’nin Muhıyt.

[579] Fetâvâyi Tatarhâniyye.

[580] Zahîriyye.

[581] Hulâsa.

[582] Künye.

[583] Hulâsa.

[584] Fetâvâyî Kâdîhân.

[585] Tebyîn.

[586] Muhıyt.

[587] Kâfi.

[588] Nehrü’l-Fâık.

[589] Nehrü’l-Fâık.

[590] Fetâvâyi Kadîhân.

[591] Muhıyt.

[592] Fetâvâyî Kâdîhân.

[593] Kafî.

[594] Şerh-i Mebsû’t.

[595] Hulâsâ.

[596] Cevhertü’n-Neyyrre.

[597] Serahsi’nin Muhıyt.

[598] Tebyîn.

[599] Fethü’I-Kadîr.

[600] Sirâcül-Vehhâc.

[601] Muhıyt.

[602] Kunye.

[603] Kâfî..

[604] Fetâvâyi Kâdîhan.

[605] Münyetü’l-Musaaf.

[606] Zehiyre.

[607] Tebyîn.

[608] Muhıyt.

[609] Cevheretü’n-Neyyire.

[610] Hulâsa.

[611] Tahâvî Şerhi.

[612] Fethü’l-Kadîr.

[613] Hulasa.

[614] Muhıyt.

[615] Kâfî.

[616] Tebyîn.

[617] Kâfî.

[618] Serahsî’nin Muhıyt.

[619] Hızânetü’l-Müftın.

[620] Tebyin.

[621] Muzmarât.

[622] Tebyîn.

[623] Sirâciyye.

[624] Serahsî’nin Muhıyt.

[625] Muhıyt.

[626] Hulâsa.

[627] Bahrü’r-Raık’.

[628] Hidaye.

[629] Muhıyt.

[630] Hulâsa.

[631] Tebyîn’.

[632] Muhıyt.

[633] Tebyin.

[634] Zâhidi.

[635] Tebyin.

[636] Hidâye.

[637] Bahrü’r-Râık.

[638] Hidâye.

[639] Serahsî’nin Muhıyt.

[640] Muhıyt.

[641] Zahirü’r-rivâye, Fetâvâyi Kâdihân.

[642] Zahiriyye.

[643] Sirâcü’l-Vehhâc.

[644] Serâhsî’nin Muhıyt.

[645] Vikaye Şerhi.

[646] Fethü’l-Kadir.

[647] Vikaye Şerhi.

[648] Fethü’l-Kadir.

[649] Sirâcü’l-Vehhâc.

[650] Vikaye Şerhi.

[651] Tatarhâniyye.

[652] Muhıyt.

[653] Muhıyt.

[654] Tebyîn.

[655] Zehiyre.

[656] Hulâsa..

[657] Tebyin.

[658] Muhıyt.

[659] Bahnü’r-Râık.

[660] Kâfi.

[661] Serahsi’nin Muhıyt.

[662] Muhıyt.

[663] Kâfi.

[664] Hulâsa.

[665] Muhıyt.

[666] Tebyîn, Zâhldî.

[667] Hidâye.

[668] Sîrâcü’l-Vehhâc.

[669] Tebyîn.

[670] Muhıyt.

[671] Hidâye.

[672] Muhıyt.

[673] Tebyîn.

[674] Muhıyt, Muzmarât ve Cevheretü’n-Neyyire.

[675] Tebyîn.

[676] Nihâye.

[677] Zâhiriyye, Tebyîn.

[678] Tebyin.

[679] Kâfî.

[680] Tebyîn.

[681] Sirâdiye.

[682] Hulâsa.

[683] Muhıyt.

[684] Hidâye, Muhıyt.

[685] Muhıyt.

[686] Kifâye.

[687] Tebyîn.

[688] Nihâye.

[689] Tatarhâniyye.

[690] Cevheretü’n-Neyyire.

[691] Bahrü’r-Râık.

[692] Siraciyye.

[693] Kifâye.

[694] Tebyîn.

[695] Cev­heretü’n-Neyyire.

[696] Sirâcü’l-Vehhâc.

[697] Tebyîn.

[698] Muhıyt.

[699] Tebyîn, Tecnîs.

[700] Sirâdiye.

[701] Hidâye, Cevheretü’n-Neyyire.

[702] Tebyîn.

[703] Zâhebî.

[704] Tebyîn.

[705] Hulâsa.

[706] Hulâsa.

[707] İhâye.

[708] Cevheretü’n-Neyyıre..

[709] Sirâcü’l-Vehhâc.

[710] Sirâcü’l-Vehhâc.

[711] Serahsî’nin Muhıyt.

[712] Hidâye.

[713] Kafi.

[714] Muhıyt.

[715] Sirâcü’I-Vehhâc.

[716] Tebyîn.

[717] Bahrü’r-Râık.

[718] İmâm Serahsî’nin Mebsût.

[719] Muhıyt.

[720] Fethül-Kadîr.

[721] Tebyîn’.

[722] Bahrü’r-Raık.

[723] Muzmarât.

[724] Sirâcü’l-Vehhâc.

[725] Tebyîn.

[726] Kâfî.

[727] Sirâcü’l-Vehhâc.

[728] Bahrü’r-Râık.

[729] Zahîriyye.

[730] Bahrü’r-Râık.

[731] Tebyîs.

[732] Tebyîn.

[733] Muzmarât.

[734] Zehıyre.

[735] Hidâye.

[736] Kâfi.

[737] Muhıyt.

[738] Zâhidi.

[739] Muhıyt.

[740] Sirâciyye.

[741] Tebyin.

[742] Sirâcü’l-Vehhâc.

[743] Fethü’l-Kadir.

[744] Zehıyre.

[745] Tatarhâniyye.

[746] Fetâvâyî Kâdihân.

[747] Muhıyt.

[748] Nısâb, Kübrâ, Muzmârât.

[749] Muhıyt.

[750] Hulâsa.

[751] Zâhîdî.

[752] Kâfi.

[753] Serahsî’nin Muhıyt ve Tenvîr.

[754] Serahsî’nin Muhıyt.

[755] Zahidî.

[756] Tatarhâniyye.

[757] Fetâvâyi Kadîhân.

[758] Muhıyt.

[759] Fetâvâyi Kâdihân.

[760] Hulâsa.

[761] Münyetü’l-Musallî.

[762] Kâdihân.

[763] Kübrâ, Tatarhânîyye.

[764] Fetâvâyi Kâdî­hân.

[765] Hulâsa.

[766] Serahsî’nin Muhıyt.

[767] Muhıyt.

[768] İnâye.

[769] Tebyîn.

[770] Serahsî’nin Muhıyt’.

[771] Zâhidî.

[772] Serahsî’nin Muhıyt.

[773] Kâdîbân, Hulâsa’.

[774] Cevheretü’n-Neyyire, Tebyin.

[775] Hulâsa.

[776] Fetâvâyi Kâdihâ.

[777] Tebyîn, Mi’racü’d-Dirâye.

[778] Kâfî.

[779] Bahrü’r-Raık.

[780] Cevher­etü’n-Neyyire.

[781] Fetâvâyi Kâdihân.

[782] Muhıyt.

[783] Fetâvâyi Kâdihân.

[784] Hulâsa.

[785] Muhıyt.

[786] Fetâvâyi Garâib.

[787] Muhıyt.

[788] Gunye.

[789] Gunye.

[790] Zâhiriyye.

[791] Fetâvâyi Kâdihân.

[792] Hulâsa.

[793] Zehıyre.

[794] Fetâvâyi Kâdihân.

[795] Hulâsa.

[796] Fetâvâyi Kâdihân.

[797] Serahsî’nin Muhıyt.

[798] Fetâvâyi Kâdîhân.

[799] Zahidî.

[800] Fetâvâyi Kâdîhân

[801] Muhıyt.

[802] Fetâvâyi Kâdîhân.

[803] Hulâsa.

[804] Gunye.

[805] Hulâsa.

[806] Bedai.

[807] Fetâvâyi Garâib.

[808] Sirâcü’l-Vehhâc.

[809] Bahrü’r-Râık.

[810] Siracü’I-Vehhâc.

[811] İhtiyar Şerhi Muhtâr.

[812] Fetâvâyi Kâdîhân.

[813] Muhıyt.

[814] Kanz.

[815] Kâfî.

[816] Zahîriyye.

[817] Tebyîn.

[818] Serâcü’l-Vehhâb.

[819] Bahrü’r Râık.

[820] Zehıyre.

[821] Sirâcü’l-Vehhâc.

[822] Kunye.

[823] Sîrâcü’l-Vehhâc.

[824] Tebyin.

[825] Nihâye, Hulasa..

[826] Fetâvâyi Kâdîhân.

[827] Serahsî’nin Muhıyt.

[828] Münye.

[829] Nazânetü’l-Fetâvâ.

[830] Fetâvâyi Kâdîhân.

[831] Fetâvâyi Kâdîhân.

[832] Muhıyt.

[833] Mün­ye.

[834] Hulâsa.

[835] Sirâcü‘l-Vehhâc.

[836] Fetâvâyi Kâdîhân.

[837] Zehıyre.

[838] Sirâcü’l-Vehhâc.

[839] Fetâvâyi Gıyasiyye.

[840] Fetâvâyi Kâdîhân.

[841] Hulâsa.

[842] Zehıyre.

[843] Fetâvâyi Kâdîhân.

[844] Münye Şerhin.

[845] Fetâvâyi Karahân.

[846] Fetâvâyi Karahân.

[847] Fetâvâyî Kâdihân.

[848] Muhıyt.

[849] Münyetü’l-Musallî.

[850] Keza, İbrahim Halebî Şerhin.

[851] Fetâvâyi Kâdîhân.

[852] Muhıyt.

[853] Fetâvâ­yi Kâdihân.

[854] Sirâcü’l-Vehhâc.

[855] Zahîriyye.

[856] Fetâvâyi Kâdîhân.

[857] Hulâsa.

[858] Zabîriyye.

[859] Zehiyre.

[860] Tebyîn.

[861] Muzmarât.

[862] Sirâcü’l-Vehhâc.

[863] Fetâvayi Kâdîhân.

[864] Tebyîn.

[865] Siracü’I-Vehhâc.

[866] Zehiyre.

[867] Zad..

[868] Muhıyt.

[869] Sirâciyye.

[870] Hulasa.

[871] Tebyîn.

[872] Tebyîn.

[873] Zâhidî.

[874] Zahîriyye.

[875] Münyetü’l-Musalî’de ve Muzmarât.

[876] Zahîriyye.

[877] Tebyîn.

[878] Serâhsî’nin Muhıyt.

[879] Sirâcü’l-Vehhâc.

[880] Sıyifiyye’den naklen Tatarhâniyye.

[881] Muzmarât.

[882] Tatarhâniyye.

[883] İbn-i Emîril-Hacc’ın Münyetü’l-Musallî Şeri.

[884] Siradiye.

[885] Tebyîn.

[886] Muzmarât.

[887] Hulâsa.

[888] Muhıyt.

[889] Fetâvâyî Kâdîhân.

[890] Tebyîn.

[891] Vikaye Şerhi.

[892] Sirâcü’l-Vehhâc.

[893] Tebyîn.

[894] Sirâcü’l-Vehhâc.

[895] Muhıyt.

[896] Muzmarât.

[897] Zâhidî.

[898] Muh­tarın Şerhi, İhtayâr.

[899] Sirâcü’l-Vehhâc.

[900] Sirâcü’l-Vehhâc.

[901] Tebyîn.

[902] Sirâcü’I-Vehhâc.

Fetevay Hindiyye” kitap hakkında daha fazla bilgi edinmek için Ücretsiz pdf olarak almak için aşağıdaki indirme düğmesini tıklayın

Bozuk bağlantıyı bildirin
Siteyi Yardim Et


for websites

5 thoughts on “fetevay hindiyye ücretsiz pdf indirin”

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *