KUDURİ

Giriş

Fıkhi Tabirlerden Bazıları

Lügatçe:

Temizlik Bahsi:

Abdestin Sünnetleri:

Abdestin Müstehabları:

Abdesti Bozan Şeyler:

Guslün Farzları:

Guslün Sünnetleri:

Guslü İcap Ettiren Şeyler:

Kuyular Bahsi

Teyemmüm Bahsi:

Mestlerin Üzerine Mesh Bahsi:

Hayız Bahsî:

Hayızlı Hanıma Haram Olan Şeyler:

Özürlünün Abdesti:

Nifas (Lohusa) Kanı:

Necasetler Babı:

Namaz Bahsî:

Ezan Bahsi:

Namazdan Evvel Yapılması Gereken Şartlar:

Namazın Sıfatları:

Cemaatla Namaz:

İmam Nelere Dikkat Etmelidir

Namaz Kılana Mekruh Olan Şeyler:

Geçmiş Namazların Kaza Edilmesi:

Kendisinde Namaz Kılmak Mekruh Olan Vakitler:

Nafile Namazların Babı:

Secde-İ Sehvin Babı:

Hasta Namazının Bahsi:

Tilâvet (Okumak) Secdesinin Babı:

Tilavet Secdesi Nasıl Yapılır?

Misafir Namazı Bahsi:

Cuma Namazının Bahsi:

İkî Bayram Namazının Bahsi:

Bayram Namazı Nasıl Kııjnır:

Güneş Tutulması Namazının Bahsi:

Yağmur İstemenin Bahsi:

Ramazan İbadeti Bahsi:

Korku Namazının Bahsi:

Cenazeler Bahsi:

Cenaze Namazı Bahsi:

Şehidler Bahsi:

Kabede Namaz Kılmanın Bahsi:

Zekât Bahsi:

Deve Zekâtının Bahsi

Sığırların Zekâtı Bahsi

Koyun Zekâtının Bahsi

At Zekâtının Bahsi

Gümüş Zekâtının Bahsi:

Altın Zekâtının Bahsi:

Ticaret Eşyasının Zekatı Bahsi:

Ziraatler Ve Meyveler Zekâtının Bahsi:

Kendisine Sadaka (Zekât) Vermek Caiz     ' Olup Olmıyan Şahıslar Bahsi:

Fitre Zekatının Bahsi:

'Oruç Bahsi:

Devir (Îskat) Bahsi:

Hac Bahsi:

Mikat (İhram Bağlama Yeri)

Haccı Kıran Bahsi:

Haccı Temettü Bahsi:

Cinayetler Babı:

İhsar Babı

Haccın Fevti Bahsi:

Hedy (Kurban) Bahsi:

(Muamelât)

Aliş Verişler Bahsi:

Muhayyerliği (Caymayı)  Şart Kılma Bahsi:

Görmek Suretiyle Cayma Bahsi:

Kusurdan Dolayı Cayma Babı:

Fâsîd  (Bozuk)  Alış Veriş Bahsi:

İkâle (Satışı Kaldırmak) Babı:

Mürabehe  (Kâr İle Devir Etmek) Ve Tevliye (Kârsız, Ve Aldığı Gibi Devretme) Bahsi:

Riba (Faiz) Bahsi:

Selem  Bâhsi:

Sarf  (Sarraflık)  Bahsi:

Rehin Bahsi:

Hâçr Bahsi:

İkrar Bahsi:

İcar Bahsi:

Şüf'a  Bahsi:

Şirket  (Ortaklık)  Bahsi:

.Müdarebe Bahsi:

Vekâlet Bahsi:

Kefalet Bahsi ,

Havale Bahsi:

Sulh Bahsi:

Hibe Bahsi:

Vakıf Bahsi:

Gasp Bahsi:

Vedia' Bahsi:

A'riye Bahsi;

Lakıt Bahsi:

Lukata Bahsi:

Hünsa Bahsi:

Mefkud (Kaybolan) Bahsi:

İbak (Kaçmak)  Bahsi:

İhyai Mevat (Çorak Arazileri İşletmek) Bahsi:

Mezun  (İzni Verilmiş Köle)  Bahsi:

Müzaraa (Ortak Ziraat Yapmak) Bahsi:

Musakat (Bostanı, Meyvenin Bir Kısmının Karşılığında Ortağa Vermek) Bahsi:

Nikâh Bahsi:

Bida (Memeden Süt Emmek) Bahsi:

Talak (Boşanma) Bahsi:

Ricat Bahsi:

İylâ (X) Bahsi:

Hul   Bahsi:

Zihar Bahsi:

Zihar Kefareti Bahsi:

Lia'n Bahsî:

İddet Bahsi:

(Hamlin Müddeti Bahsi):

(Nafakalar Bahsi:)

Hidane  (Besleme)  Bahsi:

Î'tak (Azat Etmek) Bahsi:

Tedbir Bahsî:

İstîlâd (Cariyesinden Veled Talep Etmek) Bahsi:

Mukatep  Bahsi:

Vela Bahsi:

Cinayet Bahsi:

Diyetler Bahsî:

Kasame (Yeminler) Bahsi:

Mea'kıl Bahsi:

Hadlar Bahsi:

İçkinin Cezası Bahsi:

İftira Cezası Bahsi:

Serîka (Hırsızlık) Bahsi:

Eşribe  (İçkiler)  Bahsi:

Sayd (Av) Ve Zebaih (Kesmeler)  Bahsi;

Kurban Bahsi:

Yeminler Bahsi:

Dava Bahsi:

Şahitlik Bahsi:

Şahitlikten Dönmek Bahsi:

(Kadının Adabı Hakkında:)

Taksîmat Bahsi:

İkrah (Zorlama) Bahsi:

Siyer Bahsi

Haram Ve Helâl Bahsi:

Vasiyetler Bahsi:

Feraiz Bahsi:

Asebe Bahsi:

(Hacp (Tamamen Veya Kısmen Payından Mahrum Olmak) Bahsi:

Red (Geri Vermek) Bahsî:

Öldürme Bahsi:

(Feraiz Hesabı Bahsi:)

Münasahat Bahsi:

(A'vl Meselesi Bahsi:)


KUDURİ

 

Giriş

 

Muhterem okuyucularım! Elinizde bulunan bu değerli kitap, bun dan dokuz jüz küsur sene evvel yazılmış çok mübarek bir eserair. Ha nefı Mezhebinde merci kitabı kabul edilerek muteber metinler arasım dahil edilmiştir.

Yazan merhum ve mağfurunleh Muhammed oğlu Ahmet Ebul Ha| san El-Kuduri El Bağdad'dır; Diğer bir rivayete, göre merhum pederleri] nin ismi Hamdan'dır,                                       

(Kudurî) kelimesi nisbetli bir kelimedir. Yani kudure mensup d mektir.

Kudur, ihtimal vardır ki, çömlek manasına gelen kıdrın cemi olsu: o takdirde tu sanata mensub demek oluyor ki, bu zat-ı muhteremm e dadında çömlekçilik yapanlar varmış ve bu nisbetie meşhur oımuşla Veya kudur, Bağdad köylerinden bir köyün ismidir. Bu yüce insan ve d ğerli âıim orada doğmuş, dünyaya gelmiş ve ü me^ân bu mekınie şeıe yab olmuştur.

Bu âlim insan (972 - 1037 Miladî - 362 - 428 Hicrî) tarihleri ar sınîla doğmuş ve yaşamıştır.

Altmış beş veya altmış altı sene gibi kısa bir zamanda çok eser âlem-i İslama ithaf etmiştir. Bunlardan en meşhuru Cihad isimli eseri olmakla beraber, şu anda elinizde bulunan Kuduri'sı de pek cihaddan geri kalmaz.

Cihad adlı eseri o.kadar mühimdir ki, Alman Müsteşriki «Rosen-müller» (1830 - 1767) (Şark lisanlarının hocasıdır) 1825 de Aimancaya tercüme etmiştir.

Elimizdeki El-kuduri'yi çok kişi Arapça olarak şerh etmişler, El-cevheret-tü neyyire, Elmeydanî gibi o şerhlerin bir kısmı elimizde mev­cuttur ve bu tercümemizi yaparken onlardan istifade ettik.

Bu mübarek kitap yalnız Arapça ile bırakılmamıştır, Belki zaman zaman başka dillere de tercüme edilmiştir.. Meselâ Sultan Abdülhamit zamanında Kars mutasarrıfı merhum Muhammed Emin Fehim bey ta­rafından Osmanlıcaya çevrilmiştir. Bu zat-ı muhterem çevirisine «Azi­ziye» ismini vermiştir. Ve bu kitabın başında Arapça bir mukaddimesi vardır. Orada; «Hanefî fakihî, Hemedanlı Cafer oğlu Muhammed oğlu Ahmed Ebûi-Hasan El-Kuduri'nin kısa metnini Erzurumlu Mütebehhir (deniz gibi alim) ve zamanın müdekkik âlimi Hocam faziletli «Mukdad Fehim» efendinin yanında okuduğum zamanlarda, Irak'ta Hanefî mez­hebinin reisliğine kadar yükselmiş, tercih âlimlerinden olan ve bütün

âlimlerce Kudurî'si dört meşhur metinden birisi addedilen bu zatın İd? tabını menfaati umumileşsin diye, Türkçeye tercüme etmeyi duşundum ve yaptım. Bu zamanda bu vazifeyi yapan pek nadir olduğu için kitabı1 ma ender bulunan manasına gelen «Aziziye» ismini verdim,» der.

Bu eserin tercümesine 1967 nin döidüncü ayında taşladım. İlk bas­kısını Salâh Bilici Kitabevi yaptı. Tashihli ikinci baskısını, binbir fakru - zaruret içinde kurmaya muvaffak olduğum ve halen haleflerim bulunan çocuklarımın adına büyük mahdumum Mehmet Arslan tara­fından idare edilen «Arslan Yayınları» yaptı. Allaha binlerce şü­kürler olsun. Ümid ederim ki, tercümemiz piyasada bulunan aynı k bin diğer tercümelerinden çek daha üstündür. Bu iddiamızın dcğrulı ğunu muhterem okuyucularımızın hakemliğine havale ediyoruz.

Muhterem dindaşlarım eğer tercümemde kusur görürseniz lûtfeı Allah rızası için gördüğünüz eksik ve yanlışları bir mektupla bana yazı nız ki, düzeltelim. Beni ikaz edeni, Allah hâb-i gafletten ikaz eylesin.

-Hepimize Allahtan hidayet talebiyle, başta Resulullaha, âline ve e; habma ve bilcümle müslümanlara Allah rızası için Elfatiha.

Mütercim Ali Arslan - Eski Tekirdağ Müftüsü:[1]

 

Fıkhi Tabirlerden Bazıları

 

Ef'al-i mükellefin: Mükellefin Yapacağı işler. Çok kısımlara ayrılır. Bazı kitaplar beşinibazı kitaplar da sekizini ve bazı kitaplar daha fazlasını sayar. Mesela Ömer Nasuhi Bey "Büyük İslam İlmihali" adlı eserinde on bir tanesini zikreder.

1- Farz

2- Vacip

3- Sünnet

4- Müstehap

5- Helal

6- Mübah

7- Mekruh

8- Haram

9- Sahih

10- Fasit

11- Batıl.

1- Farz. Hakkında hiçbir şüphe varid olmayan ve kesin delille lüzumlu olduğu sabit olan şer'i hükümdür. Namaz ve zekat gibi.

Farz dört kısma ayrılır:

a- Kat'i Farz: Kur'an'la veya Peygamberimizin sahih ve açık bir hadisi şerifiyle yapılması kesinlikle bildirilen vazifedir. Namaz, hac ve zekat gibi.

b- Zanni Farz: Kat'i delille yakın, bir zanni delille sabit olan hükümdür. Başın dörtte birini meshetmek gibi.

c- Farzı Ayın: Her mükellefe yapılması lazım gelen vazifedir. Otuz gün orucun ifası gibi.

d- Farzı Kifaye: Bir kısım mükelleflerin yapmasıyla diğerlerinden sakıt olan farzdır. Cenaze namazı kılma hafız ve alim yetiştirme gibi.

Kesin farzın inkarında küfür ve zanni farzın inkarında büyük günah vardır.

Vacip:Lazım oluşu, şüpheli veya kesin olmayan delille sabit olan hükme denir. Namazda fatiha suresini okumak, Bayram ve vitir namazları gibi.

Sünnet: Rasulullah'ın farz olmayarak yapmış olduğu şeydir. İki kısma ayrılır.

a- Sünnet-i Müekkede: Peygamberimizin pek az  terk ettiği sünnettir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi.

b- Sünnet-i Gayr-i Müekkede: Peygamberimizin ara sıra ibadet gayesiyle işlediği sünnettir. Yatsı ve ikindi namazlarından evvel kılınan sünnetler gibi.

Ayrıyeten Sünneti Hüda ve Sünnet-i Zevaid vardır. Cemaata devam etmek, ezan ve ikamet getirmek peygamberin yemesi, içmesi ve oturması gibi yapmak sünneti hüdadandır. Sakal bırakmak sünneti zevaiddendir.

Müekked sünnetin yapılmasında sevap ve terkinde itap (azarlama) vardır. Gayri müekked sünnetlerin yapılması çok iyidir. Terkinde hiçbir azap mevzubahis değildir. Yalnız arasıra (Rasulullah'a uymak için) yapılması gerekir.

Müstehap: Mendup ve gayr-i müekked sünnetin aynısıdır. Yani efendimizin bazan yapıp bazan terkettiği şeydir.

Helal: Şeriatın caiz gördüğü, yapılmasında ve kullanılmasında itap olmayan şeydir.

Mekruh: Sevilmeyen, yapılması doğru görülmeyip terkedilişi iyi görülen şeylerdir.

Kerahat: Tahrimiye, tenzihiye diye ikiye ayrılıp, birincisi harama yakın diğeri ise helale yakındır. Razı olunmayan fena görülen şeydir.

Haram: Biaynihi, biğayrihi diye ikiye ayrılır. Birincisi herkese, diğeri başkasına haram olandır. Kat'i delille yasak olan şeydir.

Sahih: Şart ve rükunlarına riayet edilen muameledir.

Caiz: Yasak olmayan şeylerdir.

Fasit: Nefsinde meşru iken, muteber olmayan yakınlığı ile bozulan şeydir.

Batıl: Rükun ve şartlarını toplamayan muameledir. [2]

 

Lügatçe:

 

[3]

 

Rahman Ve Rahiym Olan Allah'ın Adiyle Başlarım

 

Âlemlerin yaradanına hamdetmek yaraşır, güzel sonuç azaptan sa­kınanlarındır. Salât ve selâm Allah'ın elçisi Hz. lVluhammede ve izinde gidenlerin hepsine olsun. Âlim, Önder, en üstün kıymeti hâiz ve dünya­ya tapmayan, Hemedanlı Cafer'in torunu Muhammed'in oğlu Kuauri mahlasıyle meşhur bulunan Bağdatlı Ebul - Hasan Ahmed Hazretleri, (Allanın rahmeti O'nun üzerine olsun) dedi ki: [4]

 

Temizlik Bahsi:

 

Cenab-ı Allah (C.C.) «Ey iman nımyle şereflenenler. Namazı kıl­maya niyet ettiğiniz zaman yüzlerinizi, ellerinizi dirsekleriyle birlikte yıkayınız, başınızı mesh edip ayaklarınızı topuklarınızla beraber yıka-yunz» (Maide: 1) buyurdu. Öyle ise abdestin farzı üç (el, yüz ve ayak) azanın yıkanması ve başın (en az dörtte birinin) meshedilmesidir. Dir­sekler ve topuklar yıkanmaya dahildirler. Başın meshinde farz olan Na-siye (başın dörtte biri) kadardır. Çünkü Eshab-x Kiramdan Şu'be oğlu Hz. Mugîre (R.A.) rivayet buyuruyor ki: Resulü-Zişan (Â.S.J bir kavmin çöplüğüne gelip orada küçük taharetini ettikten sonra, abdest ala­rak Nasiyesini ve mestlerinin üzerini mesheyledi. (Bu hadisi şerif, başın dörtte birinin ve mestlerin üzerine meshetmenîn delilidir.) [5]

 

Abdestin Sünnetleri:[6]

 

1- Uykudan uyanıp abdest almaya başlarken ellerini, su çanağı­na sokmazdan önce, üç kere yıkamak.

2- Abdestin başlangıcında bes­meleyi yâni (Blsmillahil azim velhamdü lillahi alâ dinil İslâmı) oku­mak.

3- Misvak kullanmak.

4- Ağıza,

5- Buruna su vermek.

6- Kulakları meshetmek,

7- Sakal,

8- Parmak aralarını hilalla (Sıvaz­la) mak,

9- Her azanın üçer defa yıkanmasını tekrar etmektir. [7]

 

Abdestin Müstehabları:

 

1- Abdest almayı kasteden kimsenin taharete niyet etmesi,

2- Bütün başına mesh vermesi,

3- Abdesti tertip üzere alması,

4- Allah abdestin keyfiyetim belirten âyet-i celilesinde hangi azayı evvelâ zıkret-mişse ondan başlaması,

5- Sağ azalardan başlaması,

6- Boynuna, mesh vermesidir. [8]

 

Abdesti Bozan Şeyler:

 

1- İki yoldan (ön ve arkadan) çıkan her nesne.

2- Kan,

3- İrin.

4- Bedenden çıkıp temizlenmesi gereken mahallini (yerini) geçen sarı su,

5- Kusmuğu ağız dolusu olduğu zaman,

6- Yan üzerine,

7- Yahut bir kalçasına yasıanarak,

8- Veya sırtını bir şeye dayatarak uyumak­tır. Öyle ki; o dayadığı şey kaldırılırsa muhakkak düşecektir,

9- Ba­yılmak,

10- Deli olmak,

11- Rükûlü ve secdeli namazlarda yanında-kilerin işiteceği kadar gülmektir. [9]

 

Guslün Farzları:

 

1- Ağzına,

2- Burnuna, bol su vermek,

3- Bütün bedeni yıkamak­tır. [10]

 

Guslün Sünnetleri:

 

1- Gusül eden kimse için evvelâ ellerini ve avret mahallini yıka­mak,

2- Eğer bedeni üzerinde neca-set varsa gidermek,

3- Namaz abdes-ti aldığı gibi bir. abdest almak, ancak ayaklarını yıkamaz,

4- Suyu başına ve bedeninin diğer kısımlarına üçer defa dökmek,

5- Gusul ettiği yerden çıkarak ayaklarını yıkamak. Eğer su saç Örgülerinin altına (kök­lerine) erişirse, kadına örgülerinin çözülmesi lâzım gelmez ve vacip de değildir.. [11]

 

Guslü İcap Ettiren Şeyler:

 

1- Şehvetle ve dalgalı atmak üzere meninin erkek \fe kadından gel-i

2- Meni akmaksızın erkek ve kadının sünnet yerlerinin birbirine girmesi,

3- Hayız ve doğum (kanı) dır.

Resulullah (A.S.): Cuma, iki bayram, (Hac) ihramı (ve Arafat da vakfe için) gusül yaptı.

Mezi[12] ve vedi'nin çıkışı ile gusül vacip olmaz. Ancak abdest al­mak lâzım gelir.

Yağmur, dere, çeşme (kaynak) kuyu ve deniş sulariyle abdest al­mak caizdir. Ağaçlar ve meyvelerden sıkılan su ile abdest almak caiz değildir. Şerbetler, sirke, gülsuyu, bakla, çorba suları ve asfar denilen (zaîercn) çiçeğinin suyu gibi, başka nesnenin bol karışmasından dola­yı tabiatından çıkmış su ile abdest almak caiz olmaz. Kendisine sel su­yu, çoğan otu, sabun ve zâferan Katumiş sular gibi bir temiz nesne karış­mış (üç) vasfından birisini (taö, renk, koku) bozmuş su ile abdest al­mak caizdir. Her durgun suya pislik düştüğü zaman onunla -ister az isterse bol olsun- abdest almak caiz değildir.

Zira Efendimiz. (AfS,Lnecasetten suyu muhafaza etmeyi emrederek, demiştir kî: «Sizden birisi durgun suya bevl etmesin ve cünüplük için gusül de etmesin», yine buyurdu. «Biliniz uyapdığı zaman ellerini üç defa yıkamadan çanağa daldırmasın. Çünki ellerinin nerede gecele­diğini (nerelere değdiğini) bilmez.» Akan suya necaset düştüğü anda neca-setin eseri görülmedikçe, o su ile abdest aımak caizdir. Çünkü o ne­caset suyun akmasıyla gider. Bir tarafı diğer tarafın sallanmasiyle sal­lanmayan, gölün" iki tarafından bir tarafına necaset düşerse diğer ta­raftan abdest almak caizdir. Çünkü zahiren abdest aldığı tarafa necaset erişmemiş sayılır. Akan kanı olmayan hayvanların suda ölmesi suyu ne-cis yapamaz. Sivrisinek karasinek, ve akrepler gibi. Balık, kurbağa ve yengeç gibi, suda yaşayan hayvanın ölümü suyu fasit (necis) kılmaz. Bir defa kullanılmış suyun (ikinci) defa hadesîeri (abdestsizlik ve cünüp* lüklcri) gidermek de kullanılması caiz değildir.[13]

Kullanılmış su: Kendisiyle (büyük veya küçük) abdest alınmış ve1--ya ibadet veçhi üzere bedende kullanılmış olan suya denir.

İnsan ve domuz derilerinden başka tabağ edilen her (hayvanın) de­risi tahir (temiz) dîr. O deriyle namaz kılmak ve o deriden yapılmış, kaplardan abdest almak, caizdir. Murdar olmuş hayvanın tüyü, kemiği siniri ve boynuzu temizdir. [14]

 

Kuyular Bahsi

 

Kuyuya necaset düştüğünde, suyu çekilir (boşaltılır), içinde bulu­nan suyun boşaltılması o kuyunun temizlenmesidir.Kuyuda,,   sıçan, \ serçe, raund, sığırcık veya keler ölürse, o kuyudan yirmi ile otuz kova arasında su çekilir. Kovanın büyüklük ve küçüklüğü hesap., edilir.[15]

Eğer kuyuda güvercin yahut tavuk veyahut ta kedi ölse kuyudan, kırktan altmış kovaya kadar su çıkarılır.[16]

Eğer kuyuda, köpek veya koyun veya bir insan ölse kuyuda bulu­nan bütün su boşaltılır.

Eğer kuyuda 'hayvan ölüsü şişerse yanut parçalanıp dağılırsajku--yttda-bulunan bütün su çıkarılır. Hayvanın küçük ve büyüğü bu hü­kümde eşittir.                  

Kovaların adedi, şehirlerde kuyular için kullanılan normal kova ile itibar olunur (yani kuyudan herhangi bir hayvanın ölmesiyle çıka­rılması lâzım gelen suyun kovası en fazla kullanılan kova olacaktır).' Eğer kuyudan büyük kovanın azıyle normal kovanın ihata ettiği kadar su çıkarılırsa, onunla hesap olunur. (Ve kifayet edici miktarla iktifa edilir. İlle orta derecede de olan kova ile su çekmek şart değildir. Zira gaye; o kadar suyun çıkarılmasıdır.) Eğer kuyu alttan kaynayan kuyu. ve bütün suyunun çekilmesi mümkün değilse, (halbuki bütün suyun çıkarılması da vacip olmuştur) kuyuda bulunan suyun miktari tahmin edilerek o tahmin edilen su kadar su çekilecektir. Hasan oğlu Muham-med (R.A.) den rivayet olunmuş, demiştir ki: «Alttan durmadan kay­nayan kuyudan iki yüz ile üç yüz kova arasında şu çekilecektir.» (iki yüzün çıkarılması vacip üç yüze kadar götürmek ise daha ihtiyatlı olur.) Kuyuda fare veya başka bir hayvan ölüsü görünüp hangi zaman kuyuya düştüğünü bilmezlerse düşen hayvanda da şişmek ve dağıl­mak yok ise, (kuyudan abâest alanlar ve yıkananlar) bir gün ve bir ge­cenin namazını iade ederler. O, kuyunun suyu ile yıkanmış her şey ye­niden yıkanır.

Eğer kuyuya düşen hayvan şişmiş veya dağılmış îse İmam-ı Azara hazretlerine göre, üç gün, üç gecenin namazını iade ederler. îmam-ı Muhammed ve İmam-ı Ebu-Yusuf buyurdular ki; «Hayva­na n" 7nman düştüğünü tesbit edinceye kadar kendilerine hiç bir şeyin İadesi lâzım gelmez.»

İnsan oğlunun ve eti yenilen hayvanın su artığı temizdir. Köpek, domuz ve yırtıcı hayvanların artığı necıs (pis) tir. Kedinin, insan pis­liklerinin içinde gezen tavuğun, yırtıcı kuşun, yılan ve fare gmi evcil hayvanların artığı mekruhtur. Merkep ve katınn artıkları şüphelidir. (Yani ne temizdir diyebiliriz ne de necıstir. Zira Eshab-ı Kiramın bu konuda, ihtilâfları vardır.)                        .                   .

Merkep ve katırın artığından başka su bulunmazsa onunla abdest alır ve arkasından toprakla da (aynı namaz için) teyemmüm eder, (Bu abdest jile teyemmümün hangisine evvela başlarsa caizdir.)

 

Teyemmüm Bahsi:

 

Bir kimse, misafir olduğu halde veya şehir haricinde olup, şehir ile bulunduğu yerin arasında bir mil (dört bin adım) yahut daha fazla mesafe bulunursa ya da suyu bulabiliyor da, ancak. Hastadır suvn ku!-landığı takdirde hastalığının zîyadeleşeceğinden, veya cünüp olan şa­hıs soğuk su ile yıkandığı takdirde öleceğinden veya hasta düşeceğin­den korkarsa, o zaman temiz toprak ile teyemmüm eder. Teyemmüm: iki vuruştan ibarettir. Birisiyle yüzünü. diğerile iki ellerini dirsekleriyle beraber me-sheder. Cünüplük ve abdest-sizlik için teyemmüm etmek aynidir. (Aralarında herhangi bir îark yok­tur.) Ebû Hanife ve İmam-ı Muhammed'e göre toprak, kum, taş (tozu), kireç, alçı, sürme ve zırnık gibi yerin cinsinden oıan her §eyıe teyem­müm etmek caizdir. Ebû Yusuf'a göre ancak toprak ve kumla olabilir.

Teyemmümde niyet etmek farzdır. Abdestte ise müstehaptır. Ab-desti bozan her şey teyemmümü de bozar. Aynyeten kulıanmaga kud­reti yettiği takdirde suyun görünmesi de teyemmümü bozar. Teyem­müm ancak temiz toprakla caiz olabilir. Başta suyu bulamayıp ta vak­tin sonunda bulmasını ümit eden bir kimseye namazı vaktm sonuna doğru geciktirmek müstehap olur. Eğer o vakit suyu bulursa, abdest alıp namaz kılar, bulmadığı takdirde teyemmüm eder. Bir teyemmümüy-le istediği kadar farz ve nafile namazı kılabilir. (Şaiiîlere göre ancak bir farzı kılabilir bir teyemmümle)

Şehir içinde olsa dahi, cenaze hazır olduğu zaman, o cenazenin ve­lisi olmayan kimse için hasta olmasa bile, teyemmüm etmek caiz olur. Eğer abdest almakla meşgul olduğu takdirde cenaze namazının fevt ola­cağından korkarsa, derhal teyemmüm ederek cenaze namazını kılar,

Abdest almakla meşgul olduğu takdirde bayram namazının fevt olunmasından korkarsa yine teyemmüm ederek namaz kılar. Cuma na­mazına gelen, abdestle meşgul olduğu takdirde namazının geçmesin­den korkarsa bile teyemmüm etmez, ancak abdest almak mecburiyetin­dedir. Cumaya yetişirse kılar, yetişemezse öğle namazını dört rekât oia-. rak kılar. Bunun gibi vaktin darlığından dolayı abdest alıncaya kadar vaktin çıkmasından korkarsa bile teyemmüm etmez, ancak abdest, alıp namazını kaza olarak kılar.

Ebû Hanife ve İmam Muhammed (R.A.) göre, misafir, yanında su­yun olduğunu unutup teyemmüm ederek namazım kıldıktan sonra (da­ha vakit varken) -suyun olduğunu hatırlarsa (yeniden abdest alıp) na­mazı tekrar etmesi lâzım gelmez. Ebû Yusuf ise, «bu şahıs namazını tek­rar edecektir» dedi. (Çünkü ihmarkarlık yapmıştır,)

Teyemmüm edenin zannma (aklına) suyun yakın olduğu galip gel­mezse, suyu aramak lâzım gelmez. Su bulacağını ümit eden bir kimse­nin suyu aramaksızın teyemmüm etmesi caiz olmaz.

Eğer (Yol) arkadaşında su varsa teyemmüm etmezden evvel suyu istemesi lâzımdır, vermediği zaman teyemmüm edip namazını kılar. [17]

 

Mestlerin Üzerine Mesh Bahsi:

 

Tam abdestten sonra, mestlerini giydiğinde abdesti icap ettiren her abdestsizlikten mestlerinin üzerine mesh yapmak, hadisi şerifle caiz kı­lınmıştır» Mestleri ayağına giydikten sonra abdesti bozulan bir kimse, evinde ise, bir gün bir gece, misafir ise üç gün üç gece mesheder. Mesh müddetinin başlangıcı (mestleri giydikten sonraki) abdeştsizliğin he­men arkasından başlar.,

Mesh; İki mestin üzerine açık parmaklarla ayak parmaklarından başlayıp bacaklara doğru mesh etmektir. Meshin miktarı el parmakla-riyle üç parmak kadardır. Ayak parmağıyle üç parmağı gösterecek ka­dar deliğe sahip olan bir mestin üzerine mesh etmek caiz değildir. Eğer üç parmaktan az ise caizdir, Kendisine gusül (yıkanmak) vacip olan bir kimsenin mestler üzerine mesh etmesi caiz değildir, Abdesti bczan her şey meshi bozduğu gibi, mestin çıkarılması ve müddetin geçmesi de, meshi bozar. Meshin müddeti tamam olduğu zaman kişi abdestli ise iki mestini çıkarıp ayaklarını yıkar ve namazını kılar. Abdestin diğer aza­larının yıkanması lâzım değildir.

Mukim (evinde olan) önce iken mesh etmeye başlayan kişi, bir gün bir geceyi tamamlamadan önce sefere çkarsa, üç gün üç gece mesheder. Seferde iken meshetmeye başlıyan kişi, sonradan mukim olursa ve mestleri üzsrine bir gün bir gece veya daha fazla meshetmiş ise o zaman mestlerini çıkarması ve iki ayağını yıkaması lâzım gelir. Eğer bir gün bir geceden daha az bir müddet meshetmiş ise, bir gün bir gecenin mes-hini tamamlar, Mest^üzerine (temiz) çizme giyen bir kimse o çizme üze­rine mesh, edebilir. Ebû - Hanifeye göre, çoraplara rnesh vermek caiz -değildir. Ancak alt ve üstleri deriden olup altındaki deri dikili olursa (o vakit üzerlerine mesh vermek caiz olur), Ebû - Yusuf ve Muhammed dediler ki, çorap., suyu ayağa sızdırmayacak kadar sık ve kaim ise üzer­lerine mesh etmek caizdir. (Abdest alırken) sarık, fes, peçe ve eldiven üzerine mesh yapmak caiz değildir. Yaraya bağlanılan sargılar üzerine. abdestsiz olduğu, halde bağlanmış olsa dahi, mesh etmek caizdir...

Yara iyileşmeden evvel sargı kendiliğinden düşerse, mesh bozulmaz (tekrar bağlanır ve ayni meshle namaz kılınır). Eğer yaranın iyileçme-mesinden sonra sargı düşerse mesh bozulur. (Eğer namazda ise namazı­nı iade eder.) [18]

 

Hayız Bahsî:

 

Hayzın (kadın âdetinin) en az müddeti; uç gun, üç gecedir. Üç gün üç geceden az olan kan, hayız kanı değil, istihaze, (hastalık) kanıdır. Hayzın en fazla müddeti on gün on gecedir. Bu miktardan fazla akan kan istihaze kanıdır. Hayız günlerinde kadının gördüğü kırmızı, sarı ve bulanık kanlar hayız kanıdır. Saf olarak beyazı görünceye kadar böyle telekki edilir... Hayız kanı, hayızh kadından namazı düşürür, oruç tut­mayı haram kılar, öyle ise kadın geçmiş oruçlarım bilâhare kaza eder, namazlarını ise kaza etmez, [19]

 

Hayızlı Hanıma Haram Olan Şeyler:

 

1- Camiye giremez,

2- Kâbeyi ziyaret edemez. (Çünkü 2iyaret caminin içinde olur).

3- Kocasiyle cinsî münasebette bulunamaz.

4- Hayızh ve cünüp olana, Kur'an okumak caiz değildir. Abdestsize, Kur'anı ellemek caiz değildir. Ancak kılıfıyla olabilir. Eğer hayız.kanı on günden az bir müddette kesilirse, gusüî etmedikçe veya tam bir na­maz vakti geçmedikçe onunla cinsî münasebette bulunmak caiz değil­dir. Hayız kanı tam on günde kesilirse, yıkanmadan evvel yaklaşmak caiz olur. Hayız müddetindeki iki kanın arasında görünen temizlik (kansızlık) müddeti de, kanlı zaman gibidir. (Yâni o zaman da hayız-dahdir).

Temizliğin en az müddeti, onbeş gündür (hayizdan çıkan hanım en az onbeş güne kadar hayız görmez. Görürse de o kan hayız kanı de­ğildir.) Fazlasının hududu yoktur. (Kadın bütün ömründe kan görmez­se bi*e olur, namazını kılar, orucunu tutar.)

İstihaze (hastalık) kanı: Üç günden az veya on günden fazla ola­rak hanımdan akan kandır. O kanın hükmü (şer'isi) burundan dâima akan kan hükmü gibidir. Oruç tutmayı, namaz kılmayı ve temas etmeyi yasak kılmaz. Kan on günden fazla olursa - halbuki kadının da belli bir âdeti vardır - o zaman onun belli âdetinin günlerine dönüştürülecek­tir o adetten fazla olan istihaze sayılır. (Ve istihaze zamanında namaz kıbmr, orııc tutulur). Eğer hanım baliğ olmasıyle beraber istihazeye başlarsa, (yâni daima kendisinden kan akarsa) her aydan on gün hay? diğer günler istihaze sayılır. [20]

 

Özürlünün Abdesti:

 

îstihazeli kadın, âletinden sidik ve burnundan daima kan akan ki­şiler, ve daima akıntılı yara sahibi ancak her namazın Vaktinde abdest alıp aynı vakitte o abdestle istedikleri kadar farz ve nafile namaz kılar­lar. (Daima yellenen şahsın hükmü de böyledir).

Vakit çıktığında onların abdestleri bozulur, diğer bir namaz için yeniden abdest almaları lâzımdır.

 

Nifas (Lohusa) Kanı:

 

Doğumdan sonra çıkan kandır. Hâmile hanımın gördüğü ve doğum halınae ouaınan hanımın daha çocuk çıkmazdan önce gördüğü kan, istihaze kanıdır. Nifas (Lohusa) kanının en azının hududu yoktur. En fazlasının hudu­du ise kırk gündür. Kırk günden fazla gelen kan istihaze kanı onır. Kan, kırk günü geçerse, ve bu hanım daha Önce doğum yapmış olup nifasta belli bir âdeti varsa derhal onun âdetinin güruenne red (yanı eski âdet müddeti itibar) olunur. Eğer belli âdeti yoksa, nifasının müddeti kırk gündür, Bir defada ikiz doğuran hanımın nifası, Ebû - Hanifeye ve Efcû -Yusuf'a göre, birinci çocuktan sonra çıkan kandır. İmamı Muhammed ve İmam Zufere göre, ikinci çocuktan sonra çıkan kandır. [21]

 

Necasetler Babı:

 

Musallî (Namaz kılan) nin, namaz kıldığı yerden, elbisesinden ve bedeninden necasetin izalesi (temizlenmesi) vaciptir. Necasetin temiz­lenmesi, su ile -sirke ve gül suyu gibi - necaseti giderecek derecede .olan her temiz sıvı madde ile caiz olur, Meste, cirmi olan bir necaset isa­bet'edip görülürse/cnu yere sürterek gidermesi caizdir. İVieni necistir. Yaş ise, yıkanması vaciptir. Elbisede kurursa, oğmakla silinmesi   kâfidir. Necaset, aynaya veya kılıca isabet ettiğinde silinmesiyle iktifa edilir^ (yani bir boz parçasıyla silersen temiz olur yıkanmaya lüzum yoktur, bı­çak ta aynıdır). Bir yere necaset isabet ederse, bilâhare güne- ile kurur, eseri (rengi, tadı ve kokusu) giderse o yerde namaz kılmak caiz olur. Ay­nı yerden teyemmüm etmek ise caiz değildir Bir kimseye bir dirhem (dört grama yakın) bii dirhemden daha az, kan, kazurat (insanın bü­yük pisliği) sidik ve şarap gibi galiz necaset isabet ederse, onunla bera­ber namaz kılması caiz olur. Dirhemden fazla olursa, onunla beraber namaz kılmak caiz olmaz, Eğer -eti yenilen hayvanın sidiği gibi- ha­fif necaset isabet ederse, elbisenin dörtte birini kaplayacak kadar olma­dıkça onun'a beraber namaz kılmak caiz olur; Yıkanması (şer'an) vacip olan necasetin temizlenmesi iki vecih üzeredir. (İki çeşittir). ...

1- Gözle görünen necasettir. Bu çeşit necasetin temizlenmesi, ayninin izâlesi (giderilmesi, silinmesi)  iledir. Ancak izâlesi büyük bir

-güçlüğe muhtaç olan eserler (rengi veya kokusu gibi) den biri kalırsa- herhangi bir beis yoktur.

2- Gözle görünmeyen necasettir. Bu gibi necasetin temizlenmesi .vıkavın teiniz o duğuna kanaat getirinceye    kadar yıkamasıyle   sabit olur. îstincâ (su ile yıkanmaktan evvel başka bîr şeyle silinmek) sünnet­tir. Taş, ve taşın yetini tutan her şey istincâda kullanılır. İstincâ eden, istîncâ yerini temizleninceye kadar -silecektir.  İstincâda her hangi bir âdet sünnet edilmiş değildir. Pislik merkezini su ile yıkamak daha fazi-let'idir. Eeer necaset (pislik) merkezini geçmiş ve dağılmış ise, onun te­mizlenmesi ancak su (ve benzeri) ile olur. Kemikle, hayvan tezeğiyle, yemeıcıe ve soi eıinde özür olmadıkça sağ elle istincâ (temizlik) olmaz. [22]

 

Namaz Bahsî:

 

(Namaz dinin direğidir. Onu terkeden dinini yıkar.) Sabah namazının başlangıcı gök kenarlarında (sağa, sola) yayıl­mış beyazlıktan ibaret olan ikinci fecir[23] doğduğunda başlar, son vak­ti güneş doğuncaya kadar olur. Öğle namazının ilk vakti, güneşin zeva-la doğru kaydığı zamandır. îmam-ı Âzam Ebû - Hanife (R.A.) ye göre, (öğle zamanı güneşin göğün ortasından biraz batıya doğru kaymış hu-lunduğu zamandır ki) zeval (kayış) gölgesi hariç, her şeyin gölgesi iki misli olunca öğlenin sonudur. Ebû - Yusuf ve Muhammed diyorlar ki; her şeyin gölgesi bir misli olunca öğlenin sonudur. Her iki görüşe göre de Usindinİn İlk vakti öğlenin vakti çıkmcadır. Sonu güneş batıncaya kadardır. Akşam namazının ilk vakti" güneşin battığı zamandır. Sonu ise , Ebû - Hanifeye (R.Â.) göre, kırmızılıktan sonra gök-zamandır. Sonu ise Ebû ~ Hanifeye (R.A.) göre, Kırmızılıktan sonra gök­lerin etrafındaki beyazlıktan ibaret olan şafak batıncaya kadardır. Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) dediler ki; (güneş battıktan sonra görünen) kırmızılık kayboluncaya kadardır. Yatsının ilk zamanı şafak (yâni ak­şamın son vaktinin alâmeti) kaynolunca başlar. Son zamanı ise fecir (yâni sabah namazının başlangıcı) doğuncaya kadardır. Vitir namazı­nın ilk vakti yatsıdan sonradır, son vakti ise fecir doğuncaya kadardır. -Fecir (sabah) namazında ortalık ağarmcaya kadar gecikmek müste-haptır. Yaz zamanında öğle namazını biraz serinliğe tehir etmek, (yâni İkindiye doğru biraz tehir etmek) kış mevsiminde ilk zamanda kılmak, ikindi namazını güneş bozulmayıncaya (sararmayıncaya) kadar tehir etmek, akşam namazını acele ve ilk zamanda kılmak, yatsı namazım gecenin üçte birisinin geçmesinden az evveline kadar geciktirmek müs-tehaptır. Vitir namazını gece namazına alışmış insan için gecenin so­nuna kadar geciktirmesi müstehap kılınmıştır. Eğer uyanacağına tam güveni olmazsa-uyurcıadan evvel vitir namazını kılacaktır. [24]

 

Ezan Bahsi:

 

Beş vakit namaz ve cuma için ezan okumak sünnettir. Fakat bun­lardan başka (namaz) lar için sünnet değildir. Ezanın sıfatı- (keyfiyeti) müezzinin «döıt defa: Allahü ekber, iki defa: Eşhedüenlâ ilahe illalla-hü, iki defa: Eşhedü enne Muhammcdcn Resûlullâhi, iki defa: Ilayyc-aîessalât, iki defa: Hayyealel felah, iki defa: Allahü ekher ve sonunda Iâ ilahe illallah» demesidir. Ezanda önce gizlice (Şafiî Mezhebinde olduğu gibi) «eşhedü enlâilâhe illâllahü, Eşhedü enne Muhammeden Resûlul-lâh)> deyip -sonra yüksek sesle tekrar etmek yoktur. (Belki doğrudan gür sesle, okunacaktır) Sabah ezanında «Hayyealel felah» tan sonra iki de­fa «Es-salâtü hayrun minen nevm» (namaz uykudan daha hayırlıdır) ibaresini ilâve edecektir.

İkâmet aynen ezan gibidir. Şu kadar var ki, felahtan sonra iki de­fa «kad kaametissalât» (namaz başladı) ilâvesi yapılacaktır. Ezan, ke­limeleri ayırarak ve nefes alarak okunmalıdır. Kaamette ise kelimeleri arka arkaya takmak suretiyle biraz acele edilmelidir. Okuyan kişi, ezan ve kaamette kıbleye doğru durarak okuyacak, hayyeales salât ve hay­yealel felaha gelindiği zaman yüzünü sağa ve sola çevirecektir. (Yâni bi­rincisinde sağa ikincisinde sola çevrilecektir). Geçmiş namaz için hem ezan okunur, hem de kaamet getirilir. Eğer kişinin birkaç namazı geç­miş ise (ve onları kaza etmek istiyorsa) birincisine hem ezan okur, hem de kaamet getirir, ikincisi için ise muhayyerdir. İsterse hem ezan okur hem de kaamet getirir. İsterse yalnız kaametle iktifa eder. Ezan ve kaa-metin abdestli okunması (İslama) daha uygundur. Şu halde eğer ab-destsiz ezan okunursa caizdir, (amma sevabı azdır) abdestsiz kaamet et­mek ve cünüp olarak ezan okumak mekruhtur [25] Kişi bir namazın vakti girmeden onun için ezan okuyamaz.                                         ' .

 

Namazdan Evvel Yapılması Gereken Şartlar:

 

1- Evvelce beyan ettiğimiz gibi, necasetler ve abdestsizliklerden (küçük ve büyük abdestsizlik) temizlenmeyi musalli    (namaz    kılan)  daha namaza başlamadan evvel yapmalıdır.

2- Avretini örtmelidir. Erkeğin avreti; göbeğin altından dize ka­dardır. Diz cıe avrete dahildir. Eür hanımın bütün bedeni, (yüzü ile iki eli ve iki ayağı hariç) avrettir. Erkek için avret sayılaı: yerler câriye içinde avret sayılır. Bir de ayrıyeten cariyenin karnı ve sırtı avrettir. Cari­yenin karın ve sırtı hariç, diğer beden kısmı avret değildir.

3- Necaseti giderecek herhangi Dır nesneyi elde edemeyen kişi, necasetle beraber namazım kılar ve tekrar da etmez.

4 -Namaz kılmak için elbise bulamayan kimse oturarak, rüku ve .secdesi için ima (işaret) ederek namazını kılar.   Eğer böyle bir kimse  ayakta namaz kılarsa,, bu namazı kâfidir. Fakat birinci şekil daha efdaldir.                                                                                            

5 -İçine girdiği namaza niyetlendiği zaman niyetle -tahrîm tekbiri (yâni baştaki Allahü ekber)   arasına her.hangi bir amelin fasıl olarak girmemesine dikkat etmelidir.

6 -Kıbleye karşı duracaktır. Ancak (bir şeyden ötürü) korkarsa, o zaman hangi tarafa yüzünü çevirebilirse öylece namazını edâ eder. Eğer kişiye kıblenin ne tarafta olduğu şüpheli olursa ve aynı zamanda kıbleyi kendisinden soracağı bir kimse de yoksa, İçtihat (arama) yapa­cak ve («kıble bu taraftır» diye zannettiği tarafa durarak) namazını edâ edecektir. Namaz kıldıktan sonra yanlış olduğunu bilirse, namazını tek­rar etmez. Namazın içinde iken yanıldığını anlarsa kıbleye dö"ner ve kıl­dığının üzerine geri kalan kısmını bina eder.

 

Namazın Sıfatları:

 

Namazın farzîan altıdır:

 1- Tahrim tekbiri,

 2- Ayakta durmak (eğer kudreti varsa),

 3- Kur'andan bir şey okumak,

 4- Rükûa var­mak,

 5- Secdeye varmak,

 6- Bir teşehhüd miktarı (bir ettehiyyatüyü okuyacak kadar) son rekâtta oturmaktır. Bunlardan başkası sünnettir. [26] Kişi namaza girdiği zaman tekbir getirir, tekbirle beraber iki elini, baş parmaklar kulağın yumuşağıyle aynı hizada oluncaya kadar kaldı­rır. Eğer tekbirin yerine «Allahü eceli» (Allah her şeyden daha üstün­dür) veya âzam (her şeyden daha büyüktür) veya «Er-rahmânu ekber» (Rahman olan Allah daha yücedir) dese Ebû-Hanife ve Muhammed (R.A.) e göte, kâfidir. Ebû-Yusuf dedi ki: Namaza oaşlama ancak tek­bir lâfzı (yâni Allahü Ekber) île caiz olur. Sağ eliyle sol elini tutar, iki elini göbeğin altına koyar ve «Sübhanekellahümme ve bihamdik ve te-bare fcesmük ve Teâlâ cetldük ve la ilahe gayruke» yi okuyarak '-şeytan* dan Allah'a sığınmak mânasını taşıyan: «Euzü billâh* mineş şeytanirra-cim» İ ve Besmeleyi gizlice getirir, sonra Fatihatül kitap (kitabın bag-Iangıcı) ve .beraberinde bir sûreyi veya istediği her hangi bir surenin ü; âyetini okur. İmam: «Veladdâllin» in ardında «Âmin» dediğinde cemaat da yavaşça âmîn der, sonra tekbir getirir ve rükûa varır, rükû halinde iki eliyle diz kapaklarını tutar el parmaklarım açar, sırtını tam düzel­tir, başını dik veya başaşağı eğmez, (Belki tam sırtının hizasında tutar). Rükûda üç defa «Sübhâne Rabbîyel azîm» der. Üç defa demek en azı­dır, sonra başını kaldırır ve «Semîallâhü limen hamide» (Allah kendisi­ne hamdedenin hamdîni kabul etti) der. Cemaat ta «Rabbena leke! hamd» (Ey ulu Allahımız hamd etmek sanadır) der. Tam ayağa kalktı­ğı zaman tekbir getirip secdeye varır iki eliyle...yere dayanır, yüzünü iki elinin arasına koyar, burnu ve alnı üzerine sec­de eder. Ebü-Hanife'ye göre yalnız burnun veya   alnın üzerine   secde ederse kâfidir. Ebû-Yusuf ve Muhammed buyurdular ki: (Yalnız burun üzerine secde etmek ancak özürlü ise olabilir. Eğer kişi sarığının kıvrım­ları üzerine, veya elbisenin artığı (fazlası) üzerine secde ederse caizdir. Kanatlarını (kollarını) yanından uzak tutar, karnını    baldırlarından uzaklaştırır, ayak parmaklarını kıbleye ; evirir, secdesinde üç defa «Sübhane Rabbiyel âlâ (En yüce Allahımı ortaktan tenzih ediyorum) der. Bu kadarı teşbihin en azıdır. Sonra bacını secdeden kaldırarak tekbir geti­rir. Oturarak mutmain olduktan sonra   (istikrara kavuştuktan sonra) tekrar tekbir getirir secde eder, secdede mutma'in olunca tekbir getirir ayaklarının yüzü üzerine, oturmaksızm ve elleriyle yeve   dayanmadan ayağa kalkar. İkinci rekâtı da birinciyi yaptığı gibi yapar. Ancak iftitah (açmak) duası  (Sübhaneke) ve euzuyu okuyamaz. Ellerini ancak tah-rim tekbirinde kaldırır, ikinci rekâtın ikinci secdesinden başını kaldır­dığı zaman, sol ayağını yayarak üzerine oturur, sağını tam diker ayak parmaklarım kıbleye çevirir, iki ellerini baldırlarının üzerine koyar,  si parmaklarını salıverir ve teşehhüdü (Ettehiyyâtüyü) okur.   Teşehhüd: «Ettehîyyâtü lillâhî vessaîevâtü vettayyibatü Esselâmü aleyke eyyühen-nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtühü Esselâmü aleynâ ve âlâ ibâdul-lâhissalibin. Eşhedü enlâ ilahe illâllahü ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü» dür [27]. Birinci oturuşta bu kadardan daha fazla bir şey okumaz. Son iki rekâtta yalnız fatiha-i şerifeyi okur. Namazın eonunda oturduğu zaman birinci oturuş gibi, oturur, teşehhüdü okur. Peygamber (A.S.). üzerine saîâvat getirir, Kur'an kelimelerine ve Pey­gamberden (A.S.) rivayet edilen dualara benzer dualar okur. İnsan ke­lâmına benzer duaları okuyamaz. Sonra sağma selâm vererek aEsselâ-mü Aleyküm ve Rahmetullahi» der ve soluna da......

.aynisini söyleyerek selâm verir.

Sabah namazında, akşam ve yatsının birinci ikinci rekâtlarında eğer imam ise sesli, üçüncü ve dördüncü rekâtlarda da gizli okuyacak­tır. Eğer tek başına namaz kılıyorsa, muhayyerdir. İsterse kendisine din­letecek derecede sesli, dilerse gizli okuyacaktır. İmam öğle ve ikindi na-._mazlarm_(bütün rekâtını) da gizli okuyacaktır.

Vitir vacip üç rekâttır. Aralarını seıâm vermek suretiyle kesemez.  Üçüncü rekâtta bütün sene boyunca rüküdan-evvel kunut duasını oku­tacaktır. Vitrin bütün rekâtlarında fatihayla beraber zamm-ı sure oku- ; nacaktır. Kunut duası okunmak istendiği zaman (zammı sureden sonra daha rükû a varmazdan evvel) tekbir alınıp eller kulakların yumuşak­lığına kadar kaldırılarak tekrar bağlanır ve okunur -vitirden başka herhangi bir namazda kunut okunmaz. Hiç bir namazda muayyen bir sûrenin okunması yoktur kî, ondan başka sûre onun yerini tutmaz ol­sun. (Fatiha hariç) herhangi bir sûreyi bir namazda [28] daima okuyup ondan başkasını okumazsa [29] Mekruh olur. Ebû-Hanife (R.A.) ye gö­re; okumanın namazda kifayet edecek miktarının en azı kendisine Kur'-an ismi şâmil olan miktardır [30] Ebû-Yusuf ve Muhammed dediler ki; üç kısa veya bir uzun âyetten az olmaması lâzımdır. İmama tâbi olan cemaat okumaz (İmamın arkasında olanlar için imamın okuması kâfi­dir (hadis-i şerif). Başkasının namazına girmek isteyen (başkasına . uyan, onu kendisine imam eden) kişi iki niyete muhtaç olur.

 1-Na­maz niyeti,

 2- Mütâbiat (uymak) niyetidir.

 

Cemaatla Namaz:

 

Cemaatla namaz kılmak müekked (vacibe yakın) sünnetlerdendir.  İmamlığa getirilmek için en iyi ve en efdal kimse   (namaz   hakkında sünneti en iyi bilendir. Eğer orada bulunanlar sünnet bilmek bakımın­dan eşitseler en güzel okuyan, okumak bakımından eşitseler kötülükler­den en fazla kaçman, kötülüklerden kaçınmak bakımından eşitseler en yaşlıları imam olacaktır. Köle, çölde yaşayan göçebe fâsık, iki gözün­den kör ve veledi zina (nesebi gayri sahih) olan kimsenin öne geçip na­maz kıldırması mekruhtur [31] Fakat imam olmak üzere öne geçerler­se caizdir.                           

                                     ;

İmam Nelere Dikkat Etmelidir

 

îmama lâyik olan, namazı uzatmamaktır.   Kadınların tek başına cemaatla namaz kılmaları mekruhtur. Ancak yaptıkları zaman imam--,TT, lan tam ortalarında duracaktır [32] Tek bir kişiyle namaz kıldıran imam,  ' 1

0  kişiyi sağına alarak kıldıracaktır. Cemaat iki kişi îset İmam önlerine geçerek kıldıracaktır. Bir çocuğa veya bir kadına uyarak cemaatla na­maz kılmak erkekler için caiz olmaz.

Önce baliğ erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra hünsâ (erkekliği ve kadınlığı şüpheli olan) lar, daha sonra kadınlar saf olacaktır. Eğer, erkeğin tr»m yanında (hizasında) kadın namaza durursa her ikisi, aynı namazda müşterek (aynı imama uymuş) olduğu halde erkeğin namazı fasit olur. (Kadının namazı ise bozulmaz).                                    

Cemaata hazır olmak ve gitmek kadınlar için mekruhtur. YatSrykf akşam ve sabah namazlarına kocakarıların çıkmalarında hiç bir beis yoktur. Tâhir olan bir kişi, -selis (sidiği dâima akan) bir kişinin arka­sında, temiz olan kadınlar istihazeli kadınların arkasında, okuyan kişi okumamış kişinin arkasında, elbiseli çıplağın arkasında namaz kılamaz. Teyemmüm edenin abdestlilere, mest üzerine mesh verenin yıkayanla­ra imamlık yapması caizdir. Oturarak namaz kılana ayakta namaz kılan uyabilir. Ancak işaretle namazını kııana rükû ve secde ile namazını kı­lan, nafile namazı kılana farz kılan, ayrı ayn farz kılanlar bîribirine uya-mazlar. Nafile namaz kılan farz namaz kuanın arkasında namazını (na­filesini) kılabilir. Bir imama uyup sonra o imamın abdestsiz olduğunu öğrenen kişi, derhal namazı tekrar kılacaktır.

 

Namaz Kılana Mekruh Olan Şeyler:

 

 Namazda olan bir kişiye, elbisesiyle veya bedeniyle oynamak mec­ruhtur. Ufak taşlan çeviremez. Ancak secde etmesine mâni ise, bir de­faya mahsus elleriyle düzeltebilir. Parmaklarını çatlatmaz, elleririi kol­tuk altındaki büğüründe tutmamalıdır [33] Elbisesini giymiyerek, orta­sını başının ve omuzlarının üzerine atıp, taraflarını bedenin üzerine sahvermemelidir. Saçlarını başın arka kısmında bağlamamalıdır. Secdeye varmak istediği zaman elbisesini (pantolonunu) yukarıya doğru topla-mamalı ve çekmemelidir. Sağa sola bakmamalı, köpek oturuşu gibi otur­mamalıdır. Ne diliyle ne de eliyle selâmı almamalıdır. Özür olmaksızın bağdaş kurmamalıdır. Yememeli ve içmemelidir. Eğer namaz içinde ab-desti bozulursa, derhal abdest almaya gider, abdest alarak kıldığı na­mazın üzerine geri kalan kısmını bina etmelidir. Eğer böyle bir halde İmam ise cemaattan bir kişiyi çekerek yerine halife yapar* Fakat böy­le bir durumda namazını yeniden kılarsa daha faziletli olur. Eğer na­mazda uyuyup ihtilâm olursa, veya deli olur veya bayılırsa veya kahka­ha ile gülerse, hem namazını hem de abdestîni tazeleyecektir. Namazın içinden kasten veya unutarak konuşursa, namaz bozulur. Teşehhütten sonra (yâni son teşehhüdü okuduktan sonra) daha selâm vermezden evvel abdesti kendiliğinde bozulursa, yeniden afcdest aldıktan sonra se­lâm verir. (Zira selâm vermek namazda vaciptir. Ancak abdestle verilir.) Eğer bu durumda kasden abdestîni bozarsa veya konuşursa veya nama­za uygun düşmeyen bir harekette bulunursa, namazı tamam olur. Teyememüm ile namazını kılan bir kişi namazda iken suyu görürse na­maz bâtıl olur.

Eğer teyemmüm ile namaz kılan kişi teşehhüd miktarı oturduktan son­ra namaz içinde suyu "görürse, veya mestler üzerine mesh etmiş ol­duğu halde mesh müddeti biterse veya namazda az bir hareket ile mestlerini çıkarırsa veya namaza başlarken ckuma bilmediği halde ay­nı namazda bir sûreyi öğrenirse veya çıplak iken namaz başlar daha bi­tirmeden evvel bir elbise görürse, veya işaret ile kılarken, rükû ve sec­deye kaadir olursa veya bu namazdan evvel bir diğer namazın kazaya kalmış olduğunu hatırlarsa veya (okumuş) imamın abdesti bozulunca yerine cahil birisini halife seçerse veya sabah namazında iken güneş do­ğarsa veya Cuma namazında iken ikindi zamanı olursa veya sargı üze­rine mesh etmiş olduğu halde yaranın iyileşmesinden dolayı sargı dü­şerse, Ebû-Hanifenin içtihadına göre; bütün bu durumlarda namaz bo­zulur. Ebû-Yusuf ve Muhammed'e göre; bütün bu hallerde namaz ta­mam olur.

 

Geçmiş Namazların Kaza Edilmesi:

 

 Kişinin bir namazı geçmişse, hatırladığı zaman o vaktin namazın­dan evvel kaza eder. Ancak vakit namazının geçmesinden korkarsa, ev­velâ vakit namazını kılar, sonra kazaya kalmış namazı kaza eder. Eğer kişinin birkaç namazı kazaya kalmışsa, kazaya kalmazdan evvel tertibi vacip olduğu gibi tertipleyecektir., Ancak geçmiş namazlar altı vakitten fazla ise, o namazları kaza ederken tertip düşer [34] 

                           '

Kendisinde Namaz Kılmak Mekruh Olan Vakitler:  

 

1-Güneş doğarken,

 2- Tam göğün ortasında iken,

 3 -Ve ba­tarken (herhangi) bir namazın kılınması caiz değildir. (Bu üç vakit­ten evvel hazır olan) cenaze üzerine bile bu vakitlerde namaz kılınmaz, Tilâvet (okunma) secdesi yapılmaz. Ancak aynı günün ikindi namazı, güneş batmak üzere iken kilmabilir. Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar, ikindi namazından sonra güneş batmcaya kadar na­file namazın kılınması mekruhtur. Bu iki vakitte geçmiş farz namazla­rın kılınmasında bir beis foktur. Ve aynı zamanlarda tilavet secdesi ya­pılır. [35] Kâbe-i Muazzamayı tavaf (ziyaret) ettikten sonra kılmmas. gereken iki rekât namaz bu iki vakitte kılınmaz. Fecir doğduktan sonra sabah namazından evvel kılınması gereken iki rekât sünnetten fazla nafile namazın kılınması mekruhtur. Akşam namazından evvel nafile namaz kılınmaz [36].

 

Nafile Namazların Babı:

 

Namazdaki sünnetler: Fecir doğduktan sonra iki rekât, öğleden ev­vel dört, Öğleden sonra iki, ikindiden evvel dört rekât kılınır.

Eğer dilerse ikindiden evvel iki rekât olarak kılabilir. Akşam namazın­dan sonra iki, yatsı namazından önce dört, yatsıdan sonra döit, isterse iki rekât kaabilir. Gündüz kılman nafile namazım isterse ikişer rekâtı bir selâmla kılar, isterse döıt rekâtı bir selamla kılar, dörtten lazıasın? bir selâmla kılmak mekruhtur. Gece sünnetleri ise, Ebû-Hanıfe^e göre, sekiz rekât bir selâmla kılmırsa caizdir. Sekizden fazla-m mekruh olur. Ebû-Yusuf ve Muhammed; geceleyin bir selamla iki rekâttan fazlası mekruhtur dediler. Farz namazın bilinci ikinci rekâtlarında kıraat (oku­mak) vaciptir. Üçüncü ve döıduncü lekatlarda ise, kişi   muhayyerdir.

İsteise okur isterse sükût eder, isterse teşbih eder. (Üç defa)............. '

Nafile namazın ve vitr-i vacibin bütün rekâtlarında kıraat (oku­mak) vaciptir. Nafile namaza taşladıktan sonra bozarsa, derhal o na­mazı kaza etmelidir. Eğer dört rekât kıldığı zaman birinci ve ikincinin sonunda teşehhüt miktarı oturur sonra' diğer iki rekâtı bozaca iki re-. kâtım kaza etmelidir. Ayakta kılmaya gücü yetmediği halde, nafiie na-maamı oturarak kılabilir, Nafile namazını ayakta olduğu halde başlar­sa sonra oturarak tamam ederse, Ebû-Hanıie'ye (R.A.) göre caizdir, Ebû-Yusuf ve Muhammed'e göre caiz değildir. Ancak özürden do-ayı olursa caizdir,, Şehir haricinde olan kişi bineğin üstünde binek hangi ci­hete giderse, o cihet imâ ile işaretle) nafile namazını kılabilir,

 

Secde-İ Sehvin Babı:

 

Namazda yapılan fazlalık ve eksiklik için Secde-i sehv -vaciptir. Se­lâmdan soma iki secde yapıp, teşehhüdü okur ve selâm verir. Namazın ^ cinainden olup fakat o namazdan olmayan bir fiilin namazda yapıldığı zaman veya yapılması sünnet olan bir fiilin terkediîdiği zaman veya-fatiha-i çerîfenin veya kunut duasının veya teşehhüdün veya bayram na­mazı tekbirlerinin okunması terkediîdiği zaman veya gizli okunması ge­reken namazda imam sesli olarak okuduğu veya sesli okunması lazım gelen namazda gizli olarak okuduğu zaman Secde-i sehv lazım olur. amamın sehvi (unutması) imama uyana da secde etmeyi vacip kılar. E*er bu durumda-imam secde etmezse, cemaatta secde etmez. Eğer ima­ma uyan sehv (unutma) ederse, ne imama ne de imama uyana bir şey lâzım gelmez,    .dört rekâtlı farz namazının birinci teşehhüdünü unutacak ayağa kal-" kan kimse oturmaya ayakta olmaktan daha yakın ise geri dönerek otu­rur, teşehhüdünü okur (kendisine bu durumda secde lâzım gelmez) Eğer ayakta olmaya, oturmaktan daha yakınsa geriye dönüp oturmaz, na­mazına devam ederek, sehvi (unutması) için secde eder. Son oturuşu unutarak beşinci rekâta kalkan kişi beşinci rekâtın secdesini yapma­mış ise derhal beşinci rekâtı iptal ederek oturur ve sehvi (unutması) için secde eder. Eğer beşinci rekâtı secde ile kayıtlarsa farz namazı bo­zulur, namazı nafile namaza çevrilir. Altıncı rekâtı ekleyerek selâm ve­rir. (Nafile namazı tamam olur). Eğer dördüncü rekâtta teşehhüd mik­tarı oturduktan sonra ayağa kalkar birinci oturuştur diye selâm vermez-se, beşinci rekâtta secdeye gitmemiş ise oturur derhal selâm verir. Eğer beşinci rekâtı secde ile kaydederse (bağlarsa) diğer bir rekâtı da onla--ra ekleyerek namazı tamam olur. Eklediği iki rekât ona nafile nama:-! sayılır.

Namazında şüpheye düşerek üç mü veya dört rekât mı kıldığım bil­meyen bir kişi, böyle bir şeye ilk defa tesadüf ederse namazını yeni baş-tan iade eder. Eğer böyle şüpheler onda çoğu zaman peydan olursa o zaman zannı varsa zannının galibine kıymet verir ve onun üzerine bi­na eder. Eğer zannı yoksa yâkin üzerine bina edecektir. [37]

 

Hasta Namazının Bahsi:

 

Hastaya ayakta namaz kılmak güç gelirse oturduğu yerde rükû ve secde yaparak kılar. Eğer rükû ve secde etmeye kudreti yetmezse oturduğu yerden işaret ederek, secdesini rükûdan daha alçaltarak ya­par. Üzerine secde etmek için yüzüne doğru herhangi bir şey kaldınlma-

--malıdır. Eğer oturarak kamaya gücü yetmezse sırt üstü yatıp ayakları-' nı kıbleye doğru uzatır rükû ve secde için ima (işaret) eder. Eğer yüzu> kıbleye baktığı halde yan üzerine üzanır-sa ve başıyla   rükû ve secdeyi" ima (işaret) ederse caizdir. Başıyl,a ima (işaret) etmeye gücü yetmezse, namazını iyileşinceye kadar tehir tJer. İki gözü üe, kalbiyle ve iki kaş-lariyîe işaret ederek namaz kılamaz.   ,yakta durmaya gücü yetiyor, fa­kat rükû ve secde etmeye gücü yetmiyorsa bu kişiye ayakta namaz kıl­mak lâzım değildir. Böyle bir kişinin oturarak ima ile (işaretle) namaz kılması caizdir [38].

Not: Namazını ima (işaret) ile bile kılmaya iktidarı olmayanın kazaya kal­mış namazları çok olursa Hidâyeye göre kaza etmesi lâzımdır. Nehre göre lâzım değil tafsilât o kitaplardadır.                    (Meydani)

Sağlam kişi, namazının bir kısmını ayakta kıldıktan sonra hasta­lığa tutulursa rükû ve secde yaparak ve oturarak tamam eder. Rükû ve secdeye gücü yetmiyorsa imâ (işaret) ederek tamamlar. Şayet oturma­ya da gücü yetmiyorsa sırtüstü yatarak tamam eder. Hastalığından do­layı oturup rükû ve secde ile namaz kılarken iyileşen bir kişi geri kalan namazını, kıldığının üzerine bina eder. Eğer namazının bir kısmını imâ etmek suretiyle kılıp -sonra rükû ve secde etmeye gücü yeterse, namazı­nı yeniden kılacaktır. Bayılmaktan dolayı beş vakit veya daha az nama­zı kazaya kalan bir kişi iyileştiği zaman ö namazlarını kaza etmelidir. Eğer beşten fazla namazı kazaya kalırsa hiç birisi kaza edilmez.

 

Tilâvet (Okumak) Secdesinin Babı:

 

Tilâvet (okumak) secdeleri Kur'anda on dört   adettir:

 1 -Arat sûresinin sonunda (206),

 2 -Râd sûresinde (15),

 3 -Nahl sûresin­de (49),

 4 -İsrâ (107),

 5 - Meryem (58),

 6 -Hacc sûresinin birinci secdesi (18),

 7 -Fürkan (60),

 8 -Nemi (24),

 9 -Secde (16),

 10  -Sad (24),

 11- Secde Hâmîmi (37),

 12 - Necm (62),

 13 -İnşikak (21),

 14 -Alek (19), âyet-i celilerindedir. Bütün bu yerleide hem oku­yana hem de dinleyene, -ister kasden dinlesin i-ster tesadüfen dinle-' sin- secde, etmek vacip olur,, Eğer (namaz dahilinde) imam secde âye­tini okursa- cemaatla beraber secde eder. Eğer cemaattan birisi secde âyetini okursa, ne imam ne de me'mum (cemaat) secde edemezler. Eğer namazda oldukları halde, onlarla beraber ve namazda olmayan tir kişi­den secde âyetini dinlerlerse, o secdeyi namazda iken yapamazlar, an­cak namazdan sonra yaparlar. Eğer o, âyet için namazda iken   secde ederlerse, o secde kâfi değildir ve namazları da onunla bozulmaz. (Namazdan sonra tekrar secde ederler.) Namaz haricinde bir secde âyetini ..okuyup secde etmeyen kişi namaza girdikten sonra yine aynı âyeti yeni­rden okur ve tilâvet (okuma) secdesi yaparsa, o secdesi İki okuyuş,için "kâfidir. Eğer namaz haricinde okur ve secdesini yaparsa, namaza girer tekrar aynı âyeti okursa, ikinci bir defa secde etmesi lâzımdır, birinci secde iki okuyuşa kâfi gelmez.

Aynı mecliste aynı âyeti tekrar eden kişiye tek bir secde kâfidir.

 

Tilavet Secdesi Nasıl Yapılır?

 

Tilâvet secdesini yapmak isteyen bir kimse, secdeye varmak için tekbir getirir, ellerini tekbirle kaldırmadan, secdeye varır, sonra kalk­mak için tekbir getirir, başını kaldırır kendisine ne teşehhüd okumak, ne de selâm vermek düşer. (Namaz secdesinde ne denilirse, bu secdede de o denilir. Yani Sübhane Rebbiyil - Âlâ denir).

 

Misafir Namazı Bahsi:

 

' Bazı şer'î ahkâmı [39] değiştiren sefer, insanın Deve ve yaya yürü­yüşüyle üç gün üç gece uzakta olan bir yere gitmeyi kasdetmesidir. Bu müddet suaa olan yürüyüşle itibar olunmaz. Biz Hanefilere göre, misa­firin her dört rekâtlı namazda farzı iki rekâttır. İki rekâttan fazla kıl­mak misafire caiz değildir. Dört rekât kıldığı takdirde ikinci rekâtta teşehhüd miktarı oturmuş ise, ilk iki rekât farz yerine geçer, diğer iki rekât ta nafile namaz sayılır. İlk iki rekâtta teşehhüd miktarı oturma-dıysa, namazı bozulur. (Hepsi nafileye dönüşür.)

Misafir olarak evinden çıkan kişi, oturduğu yerin evlerini geçtiğin­den itibaren namazını ikişer rekât olarak kılar. Bir yerde en az on beş gün durmak niyetinde olmadıkça, sefer hükmü devam eder. Eğer böyle bir niyeti varolursa, derhal namazını tam olarak kılması lâzım gelir. Eğer on beş günden daha az bir müddete niyet ederse, namazını tam ola­rak kılmaz. Eğer bir beldeye girdiği zaman en beş gün kalmaya niyet etmeyip, ancak «yarın çıkarım veya yanndan sonra çıkarım» dediği takdirde birkaç sene bile durursa, yine de dört rekâtlı namazını ikişer rekât olarak kılacaktır. Askerler harp meydanına girdikleri zaman on beş gün kalmayı niyet ederse bile, namazlarım tamam kılmazlar. (Cünüplük için hava soğuk veya fırsat yoksa toprakla teyemmüm ederek namazlarını kılarlar.)                                            ,     .

Misafir, vakit çıkmadan evvel mukime uyarsa, namazım tamamla­yacaktır. Misafir sefer halinde kazaya kalmış bir namaz için Mukim imama uyarsa, imamın arkasında namazı caiz olmaz [40] Misafir, mu­kim cemaatın imamı olarak iki rekât kıldırabilir, selâm verdikten son­ra mukim cemaat namazlarını kalkıp tamamlarlar. Misafir olan ima­mın selâm verdiği zaman «sîz namazınızı tamamlayınız biz misafir kim­seleriz.» demesi müstchaptır. Misafir beldesine geldiği zaman namazı­nı tam kılar velev ki beldesinde durmaya niyet etmese bile...

Vatanından hicret ederek başka yeri vatan edinen bir kimse, bilâhere sefere çıkarak eski vatanına giderse bile namazını tam kılmaz'. (Zira Resulullah (S.A.V.) hicretten sonra Mekke'ye giderken namazını kısa ola­rak kılmıştır.)

Misafir Mekke ve Mina'da on beş gün durmaya niyet ettiği zaman namazını tam olarak kılmaz, ancak geceleri Mekke veya Mina'da ola­cağına kesinlikle niyet ederse.. Seferde namazı kazaya kalan kişi mu­kim olunca, o namazı iki rekâtlı olarak kaza eder. Mukim iken kazaya kalmış olan namazı, seferde dahi olsa ancak dört rekât olarak kaza eder. Seferde ruhsat bakımından âsî (isyan eden) ve mutî (Allaha itaat eden) birdirler, [41]

 

Cuma Namazının Bahsi:

 

Cuma namazı ancak Sultan (devlet başkanı) tarafından tayin olun­muş ve hükümetin emirlerini infaz eden emîri ve hakimi olan yerde veya o yerin namazgahında kılınabilir. (Bu şarttan mahrum) köylerde Cuma namazı caiz olmaz,

, Cumayı kıldırmak ancak devlet reisine veya devlet reisinin tayin ettiği kimselere caizdir. Cumanın şartlarından birisi vakittir. Cuma na­mazı ancak Öğle vaktinde sahihtir. Öğle vaktinden sonra sahih olmaz. Şartlarından birisi de namazdan evvel hutbenin okunmasıdır.

Imani iki hutbeyi aralarında oturmakla fasıla vererek, abdestli ve ayakta olarak okur. Ebû-Hanife'ye göre,, yalnız Allanın zikriyle hutbe­yi sona erdirirse caizdir. Ebû Yusuf ve Muhammed dediler ki: Hutbe adı ile adlandırılan uzun bir zikrin iradı lâzımdır. (En az üç âyet kadar olmalıdır.)

Eğer oturarak veya abdestsiz olarak hutbe okursa, caiz olmakla beraber mekruhtur. Cumanın şartlarından birisi de, cemaattır. Ebû-Hanife'ye göre, imamdan başka en azı üç kişidir. Ebû Yusuf ve Muham­med dediler ki, İmamdan başka iki kişidir, İmam her iki rekâtta da ses­li okuyacaktır. Cuma namazında muayyen bir sure-i celilenin okunma­sı yoktur. Köle, hasta, kadın ve misafirlere Cuma namazı farz değildir. Fakat hazır olup, cemaatla beraber Çumâ namazını kıldıkları takdirde kendilerinden o vaktin farzı sakıt olur, Cuma namazında hasta, köle ve misafirin imam olmaları caizdir. Daha imam Cumayı kıldırmadan ev­vel, özür olmaksızın birisi evinde o günün öğle namazını kılarsa, ken­disine bu namaz mekruh olmakla beraber caizdir Eğer bu adam nama­zından sonra Cuma namazına gitmek hevesine kapılıp Cuma yerim; doğru giderse, Ebû-Hanife'ye göre, gitmekle öğle namazı bozulur. Ebû-Vusuf ve Muhammed! «İmamla beraber namaza başlamazdan evvet bo­zulmaz» dediler.

Cuma günü, Cuma namazına özürden dolayı iştirak edemeyenlerin ce­maatla namaz kılmaları mekruhtur. Hapishanelerde olanlar için de hüküm böyledir.

İmama Cuma günü yetişen kimse, yetiştiği kadarını imamla kılar, yetişemediğini de imamla kıldığı miktar üzerine Cama namazı Olarak bina eder. Ebû-Hanife ve Ebû-Yusuf'a göre, teşehhüdde veya secdei se­hivde Cuma imamına yetişen kişi imamın selâmından sonra bu kada­rın üzerine Cuma namazını bina eder. İmarn-ı Muhammed diyor ki: Eğer ikinci rekâtın çoğuna yetişirse, onun üzerine Cumayı bina eder, eğer ikinci rekâtın az bir kısmına yetişirse, onun üzerine (imamın se!;V ramdan sonra) öğle namazını bina eder.

İmam, Cuma günü minbere çıktıktan -.sonra hutbeyi tamam edin­ceye kadar, cemaat namaz kılmayı ve konuşmayı terketmelidirler. Müezsin'er Cuma günü birinci ezanı okudukları zaman, halk aliş-verişi terkederek, Cuma namazına gideceklerdir. İmam minbere çıktığı za­man, oturur müezzinler minberin önünde ezan okurlar, imam hutbesi­ni bitirdikten sonra cemaat namaza kalkar.

 

İkî Bayram Namazının Bahsi:

 

Ramazan bayramı günü daha namazgaha gitmeden evvel insanın "bir şey yemesi, gusüi yapması, güzel koku sürünmesi müstehâptır. Ebü-Hanîfe nezdmde, namazgaha, giderken yolda tekbir getirmez. İmamey-ne göre, giderken yolda tekbir getirir, bayram namazından evvel   na­mazgahta nafile namaz kılınmaz.

Güneşin yükseTmesiyle bayram namazının kılınması helâl olduğu zaman namazın vakti girer, zevale kadar devam eder. Ne zamanki gü­neş batıya doğru kayarsa (yanı göğün ortasından batıya doğru giderse) o zaman namazın vakti çıkar.

 

Bayram Namazı Nasıl Kııjnır:

 

İmam cemaatla iki rekât namaz kılar, birinci rekâtta .iftitan (açış) tekbirini getirir, ondan sonra üç tekbir daha getirir, sonra fatihatülkl-tâp (Kuı'anm başlangıç sûresi) ve diğer bir sure-i celilei okuduktan sonra bir tekbir getirerek rükûa gider, sonra ikinci rekâtta evvelâ okur, okumaktan sonra üç tekbir alır ve dördüncü tekbiri getirerek onunla rükûa gider. İki bayram tekbirlerinde ellerini kaldırır ve yanına bıra­kır, bilâhare namazdan sonra iki hutbeyi iradeder, fitrenin hakikat ve ahkâmım o hutbede halka öğretir.

İmamla beraber bayram namazına yetişemeyen kişi, onu bilâhare kaza edemez. Eğer hava bmutıu olduğu için ayın görünmesi halk için muş-killeşirse, scnra şahitler devlet reisinin yanında öğleden sonra avı gör­düklerini irade eaeılerse, bayram namazını eitesi günü knaılar. Eğer ikinci günde namaz kılmaktan halkı aıakoyan bir özür meydana gelir­se, o günden sonra kılamazlar.

Kurban bayramı günü, gusül etmek, güzel koku sürünmek ve na­mazdan sonraya yemeği tehir etmek müstehaptır. Tekbir getireıek na­mazgaha doğru yol alır. Ramazan bayramı gibi Kurban Bayramını da iki rekât olarak kılar. Namazdan scnra kurbanın ahkâmını ve teşrik tek­birlerini öğretmek gayesiyle iki hutbe okuyacaktır. Eğer' Kurban bay­ramı günü herhangi bir özürden dolayı halk namazdan men olunursa, ertesi güne veya üçüncü güne tehir edilir. Üçüncü günden sonra kılın­maz. Zira namazın vakti kurban kesme vaktiyle mukayyettir, kui banın zamanı ancak üç gündür.)

Teşrik tekbirinin başlangıcı Arefe günü sabah namazından sonra başlar, sonu ise «Ebu Hanife'ye göıc; Kurban günü ikindi namazının sonuna kadardır.» Ebû Yusuf ve Muhammed dediler ki; teşrik günle­rinden son günün ikindi namazına kadardır, (yani yirmi üç namazdan sonra tekbir okunacaktır.) Farz namazların arkasında getirilmesi lâ­zım olan tekbir «AUahü ekber, AUahü ekber, Lâ ilahe illâllahü vallahii ckber, AUahiLekJber ye Hllahil hamd» dır.                               .

 

Güneş Tutulması Namazının Bahsi:

 

Güneş tutulduğu zaman, imam halkla beraber iki rekaat, nafile namazı gibi kılar. Her rekâtta tek bir rükû vardır. Her iki rekâtta da okumayı uzatır. Ebû Hanife'ye göre, gizli okuması lâzımdır. Ebû Yusuf vs-Muhammed'e göre, sesli okur. Namazdan -sonra güneş açılıncaya kadar dua eder. Halkın önünde Cuma namazını kıldıran imam, güneş tutulma namazını kıldıracaktır.

Eğer halkın toplanması sağlanamazsa "halk teker teker namazı ki? îarlar. Ayın tutulmasında cemaatla kılınacak namaz yoktur. Ancak her­kes tek basma namaz kılar. Güneş tutulması namazından sonra hutbe okumak yoktur.          ,

Yağmur İstemenin Bahsi:

 

Ebû Hanife: «Allanın rahmeti onun üzerine olsun» diyor ki,..,___

istiska (yağmur isteme) da cemaatla kılınacak herhangi bir sünnet na­maz yoktur. Eğer halk teker, teker namaz kılarlarsa caizdir. İstiskaa an­acak dua ve istiğfar (affı talep etmek) dan ibarettir.

Ebû-Yusuf ve Muhammed diyorlar ki; İmam halkla beraber iki re­kât kılar. Her iki rekâtta da.sesli okur sonra hutbe okur ve dua ederken de yüzünü kıbleye çevirir, abasını tersine döndürür, cemaat ise abala­rını çevirmezler. Devletin dahilinde yaşayan gayri müslimler yağmur duasında hazır olamazlar..

 

Ramazan İbadeti Bahsi:

 

Ramazan ayında yatsı namazından sonra halkın toplanması müs-tehaptır ta ki, imam onların önünde beş tervîhayî [42] kıldırabilsin, her tervîhada iki selâm vardır,, her iki tervîhanın arasında bir tervîhe kadar oturacaktır. Bundan sonra cemaatle vitri vacip namazını kıldırır. Ra­mazan ayından başka zamanlarda vitir namazı cemaatla kılınmaz.

 

Korku Namazının Bahsi:

 

Korku şiddetlendiği zaman, imam halkı iki gruba ayırır. Bir grup düşmanın karşısında durur, diğer bir grup ta imamın arkasında bir re­kât, namaz kılarlar, iki secde yapar, imam, başım ikinci secdeden kaldı-

Arınca arkasında namaz kılan bu grup düşmanın karşısına gider, orada bekleyen grup gelir imam, onların önünde de bir rekât kılar ve iki -sec­de yapıp teşehhüd okur selâm verir. Fakat cemaat selâm vermez ve düş­mana karşı gider, birinci grup gelir geri kalan bir rekâtlarını teker te­ker okumaksızm kılar. îkî secde yapar, ve selâm vererek düşmanın önü­ne giderler. Diğer grup gelip kalan bir rekâtı iki secde ve okumakla kılarlar, teşehhüdü okur selâm verirler., Eğer imam mukim ise, dört re-kâtlı namazdan iki rekâti birinci grupla kılar (onlar tamamlar selâm ve­rir harp cephesine giderler) diğer taife ile de, iki rekâtı kılar.

Akşam namazında birinci grup ile iki, ikinci grup ile de bîr rekât kılar, namazı kılarken çarpışmazlar, çarpıştıkları takdirde namazları bâtıl olur.                                                                        .

Eğer korku 'şiddetlenirse binici oldukları halde teker teker namaz kılarlar...

Eğer kıbleye dönmeleri mümkün olmazsa diledikleri tarafa   yüzlerini çevirerek rükû ve secdelerini ima (işaret) ederek yaparlar.

 

Cenazeler Bahsi:

 

Kişi ölüme hazırlandığı zaman sağ yanı üzerine yüzü kıbleye çev­rilir, iki şahadet (Eşhedü enlâ Üâhe Ulâllahü ve eşhedü enne Muham-nıedcn Resûlullah) kendisine telkin edilir, (yâni yanında sesli olarak' okunur) öldüğü zaman çenelerini bağlar, gözlerini kapatırlar, yıkanma­sını istedikleri zaman (teneşir) tahtası üzerine bırakır, avret yerlerini bir çaputla örter, elbisesini çıkarır, abdestmi aldırırlar, abdest aldırır­ken ağzına ve burnuna su vermezler, sonra cenaze üzerine su dökerler. Teneşiri tek olarak buhuriandınr, ölünün suyu «Ncbik» yaprağı veya çoğan otu ile- karıştırılarak kaynatılır, eğer bunlar yok ise saf su ile yı­karlar, ' ölünün başı ve sakalı «Hatmi» denilen ot ile yıkanır sonra sol yanına çevirirler. «Nebik» yaprağıyle karışık su ile yıkanır, sol tarafın bütününe suyun değdiğini görünceye kadar yıkamaya devam edilir. Bundan sonra -sağ tarafa çevrilir. «Nebik» yaprağıyle karışık su ile sağ kısmının bütününe suyun yetiştiğini sanıncaya kadar yıkanır. Bundan sonra gasil (yıkayıcı) ölüyü oturtur, arkasını dizlerine dayatır yavaşça karnını ovalar, eğer ölüden bir şey çıkarsa onu yıkar, ölünün yıkanma­sını da tekrarlamaz, scnra ölünün bedenini, temiz bir elbise (havlu) ile  kurutarak kefenlerine koyar, başına ve sakalına «Hanut» denilen güzel kokuyu sürer [43], secde azalarına da, «Kâfur» koyar. Er kişinin üç ke­fende: İzar (baştan ayağa kadar örtücü) Kamis (omuzdan ayağa kadar örtücü) ve bütün bedeni örten Lîfâfe de kefenlenmesi sünnettir. Eğer yalnız iki kefenle (İzar ve Lîiafla) iktifa ederlerse caizdir. En üst kefen  olan Lifâfeyi meyyite sarmak istedikleri zaman sol tarafından başlar,  sonra sağ tarafını sararlar.                                                 

 , Eğer kefenin çözülmesinden korkuiursa bağlarlar. Kadın kişi, beş kefende kefenlenir;

 İ - İzar,

 2 -Kamis,

 3 -Bacını ve yüzünü örten leçek,

 4 -Memelerini bağlamak için bir parça bez,

 5- (Hepsinin üs­tünde bir) lifâfe. Eğer hanımın üç kefende kefenlendirilmesini kâfi gö­rürlerse caizdir. Kadının baş ve yüzünü örten leçek, kamis üzerinde, liiâ-fe altında giydirilir. Kadının saçları göğsünde toplanılır. Meyyitin saç ve......salralı taranmas, tırnakları Kesilmez, saçları durulmaz, ölü kefene sokul­madan evvel kefen bir defa olarak güzel koku ile kokulandırılır. Oluyu kefenlendirdikten sonra namazını kılarlar. Devlet reisi hazırsa cenaze namazında imam olmaya en eidali odur, eğer hazır olmazsa o mahahe ve o cemaatin imamım öne geçirmek tnüstehaptır. İmamdan sonra meyyi­tin velîsi imam elmaya daha uygundur.

Eğer ölünün velîsi ve devlet reisinden başkası (veEüıın ssnî olmaksi-21u) namazı kıldırmışsa, velî o namazı tekrar edebilir. Eğer velî namazı kildırmışsa velîden sonra hiç bix kimseye yeniden namaz .kılmak (ye ktftirnnak) caiz değildir.         .                              

; fc&sr namazı kılınmadan evvel âcin edilirse, mezarı başında nama-n kılınır (ceseâm bozulmaması tahmin edilinceye kadar kıhnabilir,)

 

Cenaze Namazı Bahsi:

 

(Dört tekbirden ibarettir) birinci tekbirin arkasında «Sübhanekel -lâhünune ve bîhamdik ve tebare kesmük ve teâlâ ceddük ve celle senâük ve lâ ilahe gayrük» okuyarak Allaha hamdeder, sonra ikinci tekbiri ala­rak arkasında Peygamber efendimize selâtü-selâm getirecektir. Sonra üçüncü tekbiri getirir kendisine, ölüye ve müslümanlara duâ eder (1). Daha sonra dördüncü tekbiri getirir selâm verir, (Dördüncü tekbirden sonra duâ yoktur. Cemaattı camilerin içinde meyyitin namazı kılınmaz,) Cenazeyi sedye üzerine koydukları zaman sedyenin dört ayağından tutarak kaldırırlar ve seğirtmeksizin acelece götürürler; mezarına gel* dikleri zaman daha ölü, taşıyıcıların omuzlarından yere konmadan evvel halka oturmak mekruhtur.                                                       

 Mezar esiürken kıble tarafına ölünün koyulması için «Iahd» demlen bir çukur esilir. Ölü kıble tarafından kabre koyulur. Mezara koyulduğu zaman koyan zat «BismiUahi ve alâ milleti EesuHUah» diyecektir, yüzü­nü kıbleye çevirir, düğümleri çözer ve kabir üzerine kerpiçleri dizer. Kabrin kiremit ve kerestelerle örtülmesi mekruhtur. Kamışlarla ört­mekte bete yoktur. Sonra kabir üzerine toprak atılır. Kabir tümseklenir, su tutacak şekilde dümdüz yapılmaz.                                                 _

Doğduktan sonra kendisinde dirilik işareti (ağlamak, «karmak gi­bi) bulunan çocuğa isim verilir, yıkanır ve namazı kılınır. Eğer dinüK belirtileri yoksa bir bea parçasına sarılır (öylece defnedilir) üzerine na»

 

 Şehidler Bahsi:  

 .

Putperestler tarafından (hangi şekilde ohiraa olsun) öldürülen ve­ya muharebe meydanında kendisinde yara olduğu halde ölüsü bulunan veya haksız yerde müslümarüar tarafından diyeti vacip olmadığı halde

öldürülen kteHer şehittir                                  ,

«ebit yıkânmadatikefenlendirilir, namazı kılımr. Cünüb olan W şehit edildiğinde Ebû Haniie-ye göre, guslü yapılır, çocuk ta öyledir. Efeû yusuf m Muhammedi g-öre ne cünüb olarak şehit olana, ne de ço­cuk ikeri şehit edilene*yıkanmak yoktur.

Meşhur dua  Allahümmeğfirlehü verhamdü ve afihi vafü anhü ve ekrim nüzülehi ve vessi medhelehü ve tev. eSıa min azâbilkabtl ve a»bln-»ai» dır.   (Malik

Şehidin kanı yıkanmaz, elbisesi çıkarılmaz ancak kürkü, mesti, pa­muklu kaftanı ve silâhı çıkarılır, trtisastan sonra ölen şehit yıkanır. îrti-sas: Aklı başında olduğu halde yemek yemek, su içmek veya tedavi olun­mak veya bir namaz vakti geçinceye kadar yaşamak veya muharebe mey­danından diğer bir yere naklolunmak demektir.

Had (ceza) olunurken öldürülen veya kısasen (öldürdüğü için öl­dürmek) öldürülen yıkanır ve namazı kılınır. Bagi (hükümete karşı ge­len) lerden veya yol kesenlerden birisi öldürülürse namazı kılınmaz.

 

Kabede Namaz Kılmanın Bahsi:

 

Namazın farzını da, nafilelerini de Kâbenin içinde kılmak caizdir. Eğer imam Kâbenin içinde namaz kıldırırsa cemaatin bir kısmı arkası; nı imamın arkasına vererek namazını eda ederse, caizdir. Sırtını imamın yüzüne çevirerek namazını eda etmeye kalkışanların namazı caiz değil­dir. İmam, ŞJescid-i Haramda namaz kıldırdığı zaman cemaat Kâbenin etrafını sararak halka halinde imama uyarlar. İmamın durduğu taraf­tan değil diğer taraflardan imamdan Kâbeye daha yâkm olanların na­mazı caizdir [44]. Kâbe-ı Muazzamanın damına çıkarak orada namaz kı­lanın namazı caizdir.

 

Zekât Bahsi:

 

Âkil, baliğ ve hür müslümana, serveti tamamen kendisinin olduğu halde nisaba (zekât düşecek jniktara) yetişmiş ve üzerinden bir sene geçmiş ise, zekât farz olur. Çocuk, deli ve tam hür olmayan köleye ser­vetini kaplayıcı bir borca sahip olan bir kimseye zekât düşmez. Eğer ma­lı borcundan fazla İse ve fazlası da, nisaba yetişiyorsa fazlasının zekâtı­nı verecektir. Oturmak için yapılan evlerde, şahsî elbiselerde, ey eşyala­rında, binek hayvanlarında, hizmetçi kölelerde ve Özel silâhlarda zekât yoktur. Zekâtın verilmesi ancak verirken veya verilmek için ayırt edilir­ken beraberinde niyet olursa caiz olur. Zekâta niyet etmiyerek bütün servetini sadaka veren kişiden zekât farzı düşer.

 

   Deve Zekâtının Bahsi

 

Beşten az olan develerde zekât yoktur.   Ağzıyla yaylayan beş deve üzerinde bir sene geçerse, dokuza kadar bir koyun zekât olarak verilir. Ondan on dört oluncaya kadar iki koyun verilir. On beşten on dokuza kadar üç, yirmiden yirmi dörde ,kadar dört verilir. Yirmi beşten otuz be­şe kadar bir «Bjntü mahad» (bir yaşını doldurup ikinci yaşına  basmış deve) verilecektir. Otuz altıdan kırk beşe kadar bir «Bintü lebun»   (iki yasını doldurup üçüncü yaşına giren deve) verilecektir.  Kırk altı deve olunca altmışa kadar bir «Hıkka» (üç yaşını tamamlayıp dördüncü yaşı­na giren deve) verilecektir. Altmış bir olunca yetmiş beşe kadar bir «Ce-ze'a» (dört 5 aşını doldurmuş beş yaşına girmiş deve) verilecektir. Yet­miş altı olunca doksana kadar iki «Bintü lebun» verilecektir. Doksan bir olunca yüz yirmiye kadar iki «Hıkka» verilecektir. Yüz yirmiden sonra hüküm değişir, o zaman yüz yirmi beşte iki Hıkka ile bir koyun verile­cektir. Yüz otuzda iki koyun, yüz otuz beşte üç koyun,  yüz kırkta dört koyun, yüz kırk beşte yüz elliye kadar iki Hıkka ile beraber bir Bintü me-had verilecektir. Yüz ellide ise üç Hıkka verilecektir.   Bilâhare  farzın seyri değiştirilir. Bu adet (yüz elli) üzerine gelen beşte bir koyun, onda iki, on beşte üç, yirmide dört koyun verilir. Yirmi beşte bir Bintü mehad, otuz altıda bir Bintü lebun verilir. Ne zamanki yüz doksan altıya baliğ olursa iki yüze kadar dört Hıkka verilir. Bundan sonra daima hüküm değişir, yüz elliden sonraki gelen ellide değiştiği gibi... Safkan Arap de­veler ile diğer develer zekât verme babında birdirler. (Çünkü her ikisi­ne de deve denir.)

 

Sığırların Zekâtı Bahsi

 

Otuzdan az Olan sığırlarda zekât yoktur. Ağzıyla yaylayarak üzerin­de bir sene geçeri otuz sığırı, olduğu zaman, bir erkek veya dişi buzağı ze­kat olarak verecektir. Kırk sığırda iki yaşını doldurmuş üç yağma ayak basmış bir dişi veya erkek sığır zekât verecektir.

 Kırktan fazla olunca Ebû Hanife'ye (R.A.) göre, altmışa kadar faz­lası hesap edilerek zekâtı verilecektir. Oysa bir sığırın zekâtı, iki yaşım doldurmuş üçüncü yaşa basan sığırın onda birinin dörtte biridir, fazla olan iki sığırın zekâtı aynı sığırın onda birinin yarısıdır. Üç fazla sığırda aynı sığırın onda birinin dörtte üçü zekât olarak verilir. Ebû Yusuf ve  Muhammed (R.A.) dediler ki, kırktan altmışa kadar olan fazlalıkta bir şey yoktur. Altmış olunca iki erkek veya dişi «Tebîa» (Wr senesini bitir­miş ikinci seneye ayak basan buzağı» verilecektir, yetmiş olunca bir di­şi «Müsinne» (iki yaşım bitirmiş üçüncüye ayak basan bir düve) ile bir erkek Tebîa zekât olarak verilir. Seksen olunca iki Müsinne zekat veri­lir. Doksanda üç dişi Tebîa yerilir. Yüzde iki Tebîa, biıde dişi Müsinne ve­rilir. Bu kaideye binaen her. on (fazla olunca) da farz olan bir erkek Te-bîadan bir dişi Müsinne değişir. Camuslarla sığırlar birdirler. (Hepsi sı-ğırgülere dahildir)

 

Koyun Zekâtının Bahsi

 

Kırktan az oları koyunlarda zekât yoktur. Ağzıyla yaylayan ve bir seneden beri sahibinin elinde olan kırk koyundan yüz yirmiye kadar bir koyun zekât vardır. Bir fazla olunca iki yüze kadar iki koyun verilecek­tir. İki yüzden bir fazla olunca üç yüz doksan dokuza kadar üç koyun zekât verilir. Dört yüze yetişince dört koyun verilir. Bundan sonra her  yüz koyunda bir koyun zekât vardır. Koyun ve keçi bir sayılırlar. (Yani  ayna türdendir.)

 

At Zekâtının Bahsi

 

Atlar erkek ve dişi karışık Olduğu halde (veya yalnız dişi olduğu hal­de) kendi ağzıyle yaylarsa sahipleri muhayyerdir. İsterse her at için se­nede bir altın zekât verir, dilerse para ile takdir eder. Her iki yüz dirhem" için beş dirhem zekât verir. Yalnız erkek atlar olursa zekâtları yoktur [45] Ebû - Yusuf ve Muhammed dediler ki, atlar katırlar ve eşeklerin hiç birinde zekât yoktur [46]

Ancak ticaret için alınmış olurlarsa, o vakit ticaret zekâtı verilecek­tir. (Yani normal fiatla kıymetlendirilir zekatları verilir.)

Daha bir senesini doldurmayan deve yavrularında, birinci senesin­de olan kuzularda ve buzağılarda beraberinde büyük  baş hayvan  yok ise, Ebû Hanife ve Muhammed'e göre zekâ,t yoktur. Ebû - Yusuf diyor ki;  . onlardan birisi zekâtlarına verilecektir.                  

Kendisine bir erkek Müsinni zekât vermesi vacip 'olanın Müsinnisi yok ise zekâtı toplamakla vazifelendirilen zat ondan daha üstününü alır ve fazlasını mal sahibine geri verir.

veya Müsinrüden daha düşüğü ile beraber üste para alır. Zekatta hay­van yerine kıymet te verilir ve caizdir. Çalıştırılan, senenin yansı veya ekserisi yem yedirilen hayvanlar için zekât yoktur

Zekâtı toplayan memur, malın en iyisini almadığı gibi en kotusu-fcıti de alaamz, orta olaru alır. Zekâtı icap ettirecek miktar malı bulunan 'kişi senenin ortasında aynı'cinsten mal elde ederse onu da malına ilave ederek ikisinin zekâtını birden verecektir.

Saime- Senenin ekserisinde otlamakla iktifa eden hayvandır. Eğer kişi hayvanlarına senenin yansı veya daha fazlasında yem yedirırse o hayvanlara zekât düşmez. Ebû Hanife ve Ebu - Yusuf a göre, zekat an­cak nisap miktarında vardır. İki nisap arasındaki fazlalıkta yoktur [47]. irriam-ı Muhammed, «hepsinde vardın» dedi. Zekât vacip olduktanım-ra tehir edilir ve mal helak olursa yine zekât düşer. Nisaba sahip olduğu halde daha senesi tamam olmadan evvel zekâtını verirse caizdir. (Bu ze­kata, zekatı muaccele denir.)

 

Gümüş Zekâtının Bahsi:

 

İki yüz dirhemden [48] az olan gümüşte zekât yoktur. İki yüz dir­hem olup, üzerinden bir sene geçerse beş dirhemim zekât olarak vermelidir İki yüzden fazla olan dirhemler, iki yüz kırka varmayınca zekâtı voktur İki yüz kırk olunca bir dirhem daha verilir. Bundan böyle her kırk dirhemde bir dirhem ilâve edilerek verilir. Ebû - Yusuf ve Muham­med dediler ki; iki yüz dirhemden fazla olanın zekâtı hesaplanarak ve­rilmelidir (Meselâ bir dirhem fazla olursa, birinin (yani fazla olan bu bir dirhemin de) kırkta birini vermelidir.) Eğer turalı paraların yüzde ellisinden fazlası gümüş ise o para gümüş hükmünü alır. Eğer karıştı­rılmış madde gümüşten daha fazla ise, metre malı hükmündedir. Ne zaman kıymeti ile nisaba erişirse zekâtı verilecektir.

 

Altın Zekâtının Bahsi:

 

Yirmi Miskalden [49] daha az olan altında zekât yoktur. Yirmi mis-kal olmakla üzerinden bir sene geçerse yarım Miskal zekâtı vardır. Bila­hare her dört Miskalde iki kırat (her kirat beş arpa tanesi miktarıdır) zekât vardır. Ebû - Hanife (B.A.) ye göre, yirminin üstünde olan Mıskaller dörde varmayınca zekâtları yoktur. (Meselâ yirminin zekatı ne ise yirmi bir, iki ve üçün zekâtı da o kadardır.)

Altın ve gümüşün külçelerinde, onlardan yapılmış süs eşyasında ve kaplarda zekât vardır. (Altın ve gümüş ne şekilde olursa olsun zekat­ları behemehal vardır.)  

                            

Ticaret Eşyasının Zekatı Bahsi:

 

Ticaret eşyası ne olursa olsun....b

Kıymeti altın veya gümüşle takdir edilip, nisaba baliğ olursa zekâtı va­ciptir. Altın ve gümüşten hangisiyle takdir etmek fakir ve miskinlere daha uygun düşerse, onunla takdir etmelidir. Senenin iki tarafında ni­sap tamsa ortasında azalmak zekâtı düşürmez. Ticaret eşyasının kıy­metleri hesaplanarak, Altın ve gümüşe eklenecektir. (Öylece zekâtı ve­rilecektir) İmam-ı Âzam Ebû - Hanife (R.A.) ye göre, altının kıymeti ni­sap tamamlayıncaya kadar gümüşe eklenir ve bu suretle zekât verilir. Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre altın gümüşe kıymetle değil, cüzler (parçalar) halinde eklenir ve zekâtları verilir [50]

 

Ziraatler Ve Meyveler Zekâtının Bahsi:

 

İmam-ı Âzam diyor ki, odun, kamış ve otlar hariç yeryüzünün bitir­diği her ürünün azında ve çoğunda, nehir veya yağmur suyu ile sulan­dığı takdirde onda bir vardır. (On tenekede bir teneke zekât vardır.)

İmam-ı Ebû - Yusuf ile Muhammed <ledjler ki: Ancak meyvesi (bir sene ilâçsız olarak) dayanan bitkilerde beş VESK'a vardığı zaman onda bir vardır. Vask: Resulullahın (A.S.) sâ (Ölçek) iyle altmış sâ'dır (bin kırk dirhemdir) [51]. İki imama göre, sebzelerde (yeşilliklerde) onda bir yoktur.

İki kavle göre de, kova, dolap veya hayvan sırtıyla sulanan meyve ve ziraatın yirmide biri verilir. Ebû - Yusuf (R.A.) ölçü ile değil de tar­tıyla satılan zâferan ve pamuk gibi nesnelerde «Eğer kıymetleri, öl­çü ile satılanların en ucuz cinsinin beş vaskina tekabül ederse kendile­rine de zekât vacip olur» der. İmam Muhammed dedi ki: Eğer yerden alınan mahsul, nevinin takdir olunduğu en büyük ölçüyle beş misline yetişirse onda bir vacîp olur. O halde pamuk beş yük (her yük üç yüz ırak batmanıdır) olarak itibar olunur. Zâferanda beş batman (bir bat­man yirmi altı vâkîyedir)  [52] olarak itibar olunur.

Bal, üşürlü araziden elde edildiğinde ister az, ister çok olsun onda biri zekâta verilir. Ebû - Yusuf dedi ki; bal on ZİKKE'ye (tulum demek­tir. Beheri elli Irak batmanıdır) varmadıkça zekâtı yoktur. İmam Mu­hammed (R.A.) dedi ki; Beş FEAK'a varmadıkça zekâtı yoktur......

Her FERAK otuz altı batmandır. Haraç düşen araziden çıkan   şeylerdî onda bir (zekât) yoktur. (Bu arazide sadece haraç vardır.)

 

      Kendisine Sadaka (Zekât) Vermek Caiz     ' Olup Olmıyan Şahıslar Bahsi:   

 

Allah (C.C.) buyurur ki, «zekâtlar Allahtan bir farz olarak yoksul­lara, düşkünlere, zekâtları toplayan memurlar ma, kalbleri müslümanh-ğa ısındınlacaklara verilir; kölelerin borçluların, Allah yolunda olanla-rm ve yolda kalanların uğrunda sarf edilir.    Allah bilendir,   hakimdir»

(Tevbe: 61)                                       ,

Bunlar Âyet-i celîlede beyan buyurulan sekiz sınıftır. Kalbleri müs-lümanlığa ısındırılacaklar sınıfı ortadan kalkmıştır. Çünkü Cenabı Al­lah îslâmı aziz kılmış, artık İslâm onlara muhtaç değildir. Fakir; (yok­sul) az bir malı olandır. Miskin; (düşkün) hiç bir malı olmayandır. Ze­kâtı toplamakla vazifeli olan bir kimseye çalışmasının ücreti kadar ze­kâttan kendisine verilir. Kölelere, kendileriyle akdi kitabet (yani şu ka^ dar para getir seni âzât edeyim) edilenlere boyunlarını kölelikten kur­tarmak için zekâtla yardım edilir. Garım; borçludur (borcunu verecek malı yok ise zekât verilir). Allah yolunda: Fakirlikten dolayı ordudan geri kalan gazilerdir. Yolda kalanlar: vatanında malı olup kaldığı yerde bir şeyi olmıyandır. Zekatın sarfedilecek yerleri bunlardır. Mal sahibi isterse bunterm hepsine, isterse tek bir sınıfına zekâtını verebilir. Zekâ­tım gayri müslim vatandaşa veremez. Zekâtiyle mescit inşâ edemez. Ze-kâtıyle ölüyü kefenleyemez. Zekâtiyle âzât olunacak bir köleyi satın ala­maz. Zekât zengine verilemez. Zekâtını veren zat babasına, dedesine -ne kadar yukarı giderse gitsin- öz evlâdına, evlâdının evlâdına -ne kadar aşağı inerse insin- veremez. Koca, hanımına, hanımı da kocası­na, İmam-ı Azama göre zekâtım veremez. İmam-ı Ebû - Yusuf ve Muhammed dediler ki: Hanım, kocasına verebilir, (çünkü nafakasiyle mü-Icellef değildir) kişi, mukâtebine, kölesine, zengin bir kimsenin kölesine ve zenginin küçük çocuğuna, Beni-Hâşim'in temiz soyundan olanlara, -ki bunlar: Hz. Ali (R.A.), Hz. Abbas (R.A.), Hz. Cafer, Hz. Âkil ve Hz. Abdülmuttalip oğlu Hz. Hâris'in.aileleri ve azatlılarıdır- zekâtını (ma­lının kirini) veremez.

İmam-ı Âzam ve Muhammed dedi ki, fakir zannettiği birisine   ze-verir, sonra zengin veya Hâşimi veya kâfir...         

olduğu anlaşılırsa veya karanlıkta bir fakire verdiğini zannedip de son­ra babası veya oğlu olduğu anlaşılırsa, geri alınak yoktur. (Zekât yerine geçe^.) îmam-ı Ebû - Yusuf .dedi ki; geri almak lâzımdır. Eğer zekâtını bir şahsa verirse, sonra o şahsın kendisinin kölesi veya mükâtebi olduğu­nu anlarsa, bütün ulemânın kavline göre caiz değildir.

Hangi maldan olursa olsun, nisaba sahip olan şahsa zekâtın veril­mesi caiz değildir. Her nekadar sağlam ve çalışır olursa da nisâbdan az serveti olana, zekât verilir. Bir memleketten diğer bir memlekete, zekâ­tın nakli -fiâiz değildir. Ancak her memleketin halkının zekâtı onların içinde bulunan'falsirle.rine dağıtılır. Ancak insan, bir memleketten diğer bir memlekete akrabası , için veya . memleketinin fakirlerinden daha muhtaç olanları için zekâtını götürebilir [53]

 

Fitre Zekatının Bahsi:

 

Eğer nisaba erişen serveti, meskeninden, elbesisinden ev eşyaların­dan, binek atından, harp âletlerinden ve hizmet için beslediği kölesinden fazla ise hür ve müslüman olan kişiye fitre vacip olur. Küçük çocukları­nın ve kölelerinin fitrelerini vermek mecburiyetindedir. Ne kadar aynı evde iseler de hanımının ve büyük çocuklarının fitresini (izinleri olmak­sızın) veremez. Kendisiyle akdî kitabet ettiği kölesinin ve ticaret için aldığı kölelerinin de fitrelerini veremez. İki ortağın arasında olan köle­nin fitresi hiçbirisine düşmez. Müslüman, kâfir olan kölesinin fitresini vermelidir. Fitre, yarım SA* (520 dirhem) buğday veya bir SA" (1040 dirhem) hurma veya kuru üzüm veya arpadan ibarettir. İmamı Ebû Ha-riife ve îmanu Muhammed (R.A.) nezdinde, litre sekiz ırak batmanıdır. Ebû - Yusuf (R.A.) dedi ki; beş tam, üçte bir-batmandır.

Fitrenin vacip olunması Ramazan bayramının fecrinin doğmasına -bağlıdır, oysa bundan evvel vefâ,t edenin fitresi vacip olmaz. Fecir doğ­duktan sonra müslüman olan veya doğup dünyaya gelenin fitresi vâ-ciıp olamaz. Bayram gününde daha namazgaha çıkmadan evvel fitreyi (fakirlere) vermek müstehaptır. Eğer bayram gününden evvel verilirse caizdir. Şayet bayram gününden sonraya Xeför «derlerse- sakıt olmaz. Belki fitre vermek kendilerine düşer ve lâzımdır.

 

'Oruç Bahsi:

 

Oruç iki kısımdır: Farz ve nafile oruçlarıdır.

I -Farz olanı da iki kısıradır: Ramazan ve muayyen adak orucu gibi. Bir kısmı muayyen bir zamana bağlıdır. Bu oruç geceleyin edilen bir-niyetle caizdir. £ğer sabahlanınoaya kadar niyet, etmemişse, .fecirle zeval arasında yapacağı niyet kâfî gelir. Farz orucun ikinci kısmı; insa­nın zimmetinde sabit olan bir orucdur. Ramazanı şerifte kazaya kalmış oruç, mutlak nezir (adak) ve kefaret oruçları gibi. Bu kısım oruçlar an­cak geceleyin getirilmiş bir niyetle caiz olurlar. Bütün nafile oruçlar öğ­leden evvel yapılan niyetle caiz olurlar. Şaban ayının yirmi dokuzunda. Ramazan ayının hilâlini (ayım aramak halk için en uygun bir haıe«.et-tir. Eğer hilâli görürlerse ertesi gün oruç tutarlar. Eğer hava bulutlu oltip ayın görünmesi mümkün olmazsa Şaban ayını otuz gün olarak ta­mamlarlar, sonra oruç tutarlar.)

Tek başına Ramazan ayını görenin şahitliğini devlet reisi kabul et­mezse dâhi şahsî olarak orucunu tutmalıdır. Eğer gökte bulut varsa, devlet reisi hilâli gören bir tek âdil şahidin şahitliğini kabul edecektir* Bu şahit ister erkek, ister kadın, ister hür, ister köle olsun... Eğer bulut yok ise, tek kişinin şahitliği kabul olunmaz, ta ki haberleri ilim ifâde eden bir cemaat şahitlik etmezse... Orucun zamanı ikinci fecrin doğu­şundan başlar, güneş batıncaya kadar devam eder. SAVM (oruç): Niyet­li olarak gündüzleyin yemek, içmek ve cinsî münasebetten sakınmak demektir. O halde oruçlu, unutarak yer, içer ve cima. yaparsa orucu bo­zulmaz. Eğer (gündüzleyin) uyuyarak ihtilâm olursa veya bir kadına bakarak menisi akarsa, veya yağlanırsa veya kan aldırırsa veya gözüne sürme çekerse veya hanımını örierse orucu bozulmaz. Eğer öpmekten ve­ya ellemekten menisi akarsa günü gününe orucunu kaza eder (kefaret yoktur.)                                           .                              

Nefsinden emin olunca öpmekte beis yoktur. Eğer emin değilse mek­ruhtur. Eğer kişi zorla ve elinde olmıyarak kusarsa, orucu bozulmaz. Eğer isteğiyle ağız dolusu kusarsa kaza etmesi lâzımdır. (Kefaret lâzım gelmez.)                                            

Taş veya demir yutanın orucu bozulur - (kefâret yoktur.) İradesiy­le bir insanı ön veya arkadan cima eder, gıda veya deva alıp bir şeyi yer veya içerse orucunu günıi gününe kaza etmekle beraber.........

-sihar- (1) kefareti gibi bir kefaret verecektir. Fercin haricinde (bacakla­rın v.s.) cima yaparak meni gelirse, orucunu kaza eder, fakat kendisine keffaret lâzım değildir. Ramazan haricinde ifsat edilen oruç için kefa­ret yoktur. Arkasından şırınga ile ilâç, veya burun yoluyla herhangi bir sıvıyı alan veya kulaklarına bir şey akıtan veya karnın derinliğine veya dimağa doğru inen bir yarayı tedavi ederken, karnına veya dimağına ilâç kaçan bir kimsenin orucu bozulur, (Kaza eder, fakat kendisine fcefâ-rel-düşmez). Ebû Hanife (R.A.) nezdinde,'kişinin1 tenasül âletine bir sı­vı akıtılırsa, orucu bozulmaz. Ebû Yusuf «Bozulur» dedi. Ağzıyla bir şe­yi tadanın orucu bozulmazsa da mekruhtur. Eğer kadının başka imkânı varsa, çocuğu için yemek çiğnemesi mekruhtur. Sakızın çiğnenmesi oruçlunun orucunu bozmaz, fakat mekruhtur. Ramazanda hasta olan kişi, oruç tutmakla hastalığının uzanmasından korkarsa, orucunu bozar, bilâhare kaza eder. Eğer misafir orucu tutmaktan zarar görmezse, oruç tutması daha iyidir, fakat yeyip sonra kaza etmesi de caizdir. Eğer has­ta veya misafir aynı durumda oldukları halde ölürlerse kaza lâzım gel­mez. Eğer hasta iyileşir, misafir de evine geldikten sonra ölürlerse, sağ­lık ve ikamet ettikleri günler kadar kendilerine kaza düşer. Ramazan kazalarını kişi isterse ayrı ayrı, ve dilerse arka arkaya tutar. Eğer Rama­zan kazalarını diğer Ramazanın gelişine kadar te'hir ederse ikinci Ra­mazanı tutar ondan sonra, diğer Ramazanı kaza eder. Fidye (kefaret) yoktur. (Şafiî diyor ki, her çün için bu şekilde kefaret yardır.) Gebe (hâmile) ve süt veren hanımlar evlâtlarından (veya kendilerinden)*^ korktukları zaman oruçlarını bozar, bilâhare kaza ederler, kendilerine fidye (keffaret) düşmez. Oruç tutmaya gücü kalmıyan ihtiyar,~orucunu. boza.r, keffâretlerde yedirdiği gibi, her gün için bir miskini doyuracaktır.

 

Devir (Îskat) Bahsi:

 

Üzerinde Ramazan kazaları olduğu halde ölen kişi, vasiyet ederse velisi, her günü için bir miskine buğdaydan yarım SÂ hurttıa ile arpa­dan tam bir SÂ taam yedirecektir. Kim ki, nafile orucu tutar......

 (veya nafile-namazı kılar) tamam etmeden bozarsa kaza etmesi lâzım gelir. Çocuk baliğ ve kâfir müslüman olursa, o günlerinin kalmış kıs­mında yemez içmezler o günden sonra oruç tutarlar ve geçmiş zamanla­rı kaza etmezler. Ramazanda baygınlık geçiren kimse baygınlık geçirdi­ği günü kaza etmez, ondan sonraki baygın geçen günleri kaza eder, (Çünkü niyet yoktur) -

Deli olan kimse Ramazan ayının bir kısmında iyileşirse, bütün geç­miş günlerini kaza etmelidir [54] Kadın kişi, Ramazanda âdet görürse, orucunu yer, bilâhare kaza eder (nainaz kaza edilmez). Günün bir kıs­mında misafir seferden gelirse, kadın âdetten temizlenirse günün geri kalmış kısmında yemek ve içmekten sakınır. Fecrin doğmadığını zanne­derek sahur yiyene veya güneşin battığını sanarak akşam üzeri tftor We ne, bilâhare fecir doğması veya güneş batmaması görünürse, o gününü kaza eder, keffâret lâzım gelmez. Bayram hilâlini tek başına gören kişi bayram etmez. Gök bulutlu olursa, bayram hilâli hakkında ancak İki ki­şinin veya iki kadınla bir erkeğin şahitlikleri kabul olunur. Gökte her­hangi bir illet (bulut ve sis) yok ise, ancak haberleriyle yâkin (kesin-bil­gi) peydah olan bir cemaatin şahitliği kabul olunur. (Yâni iki erkek ve­ya iki kadınla bir erkeğin şahitliği kâfi değildir.)

Mikâp bahsi îtkâf müstehapür. ttikâf; Oruçlu olup, niyet ederek camide dur-[55]maktır. İtikâfa girene, cinsî münasebette bulunmak, hanımını eilem&s ve öpmek haram olur. Camiden, ancak ihtiyacı ve Cuma namazı İçin çı­kabilir. Satılan ve satın alınan mal ortada olmadığı halde camide sat­mak ve satın almakta bir beis yoktur. İtikâfa giren şahıs ancak hayırla konuşabilir. Sükût etmek de mekruhtur. îtikâfta olan zat, gece veya gün-düzleyin cinsî münasebette bulunursa, itikâfı bozulur. Birkaç günün itikâfını kendisine vacip eden (yani bir günlük itikâfı nezir eden, yani adayan) şahıs o günlerin gecelerini itikatla geçirdiği gibi ara vermeye­rek arka arkaya yapar, velev ki arka arkaya yapacağını şart koşmamış olsa bile...

 

Hac Bahsi:

 

Sağlam, alcılh, baliğ ve hür olan müslümanlara......

Yöİü"eminiöiup, gelinceye kadar aile efradının nafakasından, levazırnat ve meskeninden fazla olarak yol azığına ve bineğe sahipse hac farz olur. Kadını hacca götürecek mahremi veya kocasının beraberinde olması lâ­zımdır. Onl'arsjz Mekke'den üç gün veya daha fasla uzakta olan .bir ha-nunm hacca gitmesi caiz değildir. (Beraberinde mahremi olmayan ka­dın hacca gidemez.) (Hadîsi şerif)

 

Mikat (İhram Bağlama Yeri)

 

Ancak ihram ile geçilmesi câiz olan mîkatlar şunlardır: Medine eh­line (yani Medİne-i Münevvere yoluyla gidenler için) zulhuleyf e'dir.

İraklılara (yani o yoldan gidenlere) «Zâtü Irk» dır. Şamlılara «El* cuhfe» dir. Necdlilere «Karen» (lir. Yemenlilere «Yelemlem» dir. Eğer daha bu yerlere gelmeden evvel ihramını bağlarsa caizdir. Bu mikatlar-la Mekke arasında oturanların mîkatlari harem hududuna kadar olan arazîlerin hepsidir.

Mekke'de oturanların hac için ihram bağlama yerleri haremin ta kendisidir, ömre için ise, haremin haricine çıkıp «Kıla tâbir edilen yer­den, ihram bağlanır. İhramı bağlamak İsteyen, gusül eder veya abdest-alır, fakat gusül daha efdaldir. İki adet yeni veya yıkanmış peşkir bağ­lar. Birisini (göbekten aşağı) ki, buna izar denir, diğerini (göbekten yu­karı bağlar) ki, buna da Rıda denir. Eğer güzel kokusu varsa (ihram­dan) evvel koku sürer (ihramdan sonra) iki rekâ,t ihramın sünnetini kı­lar, selâmdan sonra şu duayı okur: «Ey ulu Allanun, ben hac etmeyi İrâ­de ediyorum, bana kolaylaştır ve benden kabul eyle» (bunu dedikten) ve namazdan sonra telbiye edecektir. Eğer ihramım yalnız hac için bağ-lamışsa hac niyetiyle telbiye eder. Telbiye şudur: «Lebbeyke AHahümme lebbeyk» (Ey Allahım işte hizmetine geldim, işte hizmetine geldim) Leb-beyke lâ şerike leke lebbeyk (işte hizmetine geldim, senin ortağın yok­tur. İşte hizmetine geldim) innel hamde venni'mete leke velmülke (şüp­hesiz hanıd ve nimetler senindir ve mülk de senindir) lâ şerike leke (se­nin ortağın yoktur).

Bu kelimelerin hiç birisini bozmak caiz değildir. Eğer bazı kelime­leri (sonuna) eklerse, caizdir. Kişi, Lebbeyke'yi okuduğu zaman ihrama girmiştir. O zaman ihramda yapılmasından Allahın sakındırmış olduğu şeylerden sakınsın. Rafes, (cima, fahiş konuşmak veya kadın huzurun­da cinsî münasebetten bahsetmek) Fücur (günahlar) cidal (mücadele etmek) den şiddetle kaçınsın. Avlanamaz, av hayvanlarını işaret ederek avcıya gösteremez, avcıya avın yerini söyleyemez, gömlek, don, sarık, fes, aba ve mestler giyemez. Ancak ayakkabı bulamazsa mestleri ayak bileklerinden aşağı gelmek üzere ağızlarım keserek pabuç yerme kulla­nabilir.

Başını, yüzünü örtmez. Bedenine koku sürmez, başım..ve bedeninin diğer tüylerini tıraş etmez. Sakalından almaz, tırnaklarını kesmez, üsfür, zâferan ve VERS bc-yalariyle boyanmış elbiseyi giyemez, ancak yıkanmış ve boyası çıkmamıza ihram olarak giyinebilir, İhram-Uya gusül etmesinde, hamama gitmesi evin, ve hovclecin gölgesinde göl­gelenmesinde hiç bir beis yoktur. Para kemerini beline sarar, başını ve sakalım «Humı» denilen köpüklü otla yıkayamaz. Namazlardan sonra bol bol telbiye getirir. Bir yüksekliğe çıktığında, bir vadiye (çukura) in­diğinde bir kafile ile karşılaştığında ve seher zamanlarında telbiyeyi ge­tirir.

Mekke'ye ilk girdiğinde, mescid-i haramdan başlar Kâbe-i Muazza-mayı gördüğünde tekbir (Allahü ekber) ve tehlil (La ilahe illallah) ge­tirir. Sonra Hacel'ül-esved (siyah taş) tan başlar/taşa doğru durur Al­lahü ekber der, iki ellerini kaldırarak taşa sürer, her hangi bir müslü-man'a zahmet vermeksizin gücü yetiyorsa taşı öper, Kabe kapısının ta­rafına gelen sağ kolu üzerine ziyarete başlar, daha ziyarete başlamaz­dan evvel göbekten yukarı bağlanan ihramını sağ koltuğu altından sol omuzu üzerine atıp (îzdiba' yaparak) yedi kere dönmek ile Beyt-i şerifi ziyaret eder (bir dönmek bir gavttir, yedi şavt bir ziyarettir) tavafı (zi­yareti) Hatîni'a (Hz. İsmail'in hücresi) girmezden yapmalıdır. İlk üç şavtta omuzlarını silke silke biraz acele edecektir. (Remi yapacaktır) Diğer dönüşlerinde normal yürüyüşüyle yürüyecektir.

Taşın yanından her geçtiğinde eğer gücü yetiyorsa, taşı eller ve zi­yaretini taşı elleyerek (ve öperek) sona erdirir. Bundan sonra Hz. İbra­him (A.S.) in makamına gelir, onun yanında veya mescidin mümkün olduğu herhangi bir yerinde iki rekât namaz kılar. Bu ilk tavaf (ziya­ret) kudüm (Mekke'ye ilk gelme) tavafıdır ve sünnettir. Vacip değildir. Ancak Mekke'de oturanlar için tavafıl kudüm yoktur. Bu ziyaret böyle­ce yapıldıktan sonra «Safa» denilen tepeye gelir, Safâ'nm üstüne çıka­rak kıbleye yüzünü çevirir tekbir, tehlil ve peygambere salâvat getirir ve ihtiyacı için Allaha yalvarır, ondan sonra «Merve» denilen tepeye doğru iner normal yürür, tam vadinin (eskiden varmış) ortasına gelince iki ye­şil direğin arasında koşa koşa yürüyecektir. Merve'ye gelinceye kadar normal yürüyüşüne devam edecektir. Merve'nin üstüne çıkar Safa'nm üstünde yaptığını burada da yapar, işte bu bir şavttir. Böylece yedi şavt yapar, Safa'dan başlar Merve'de bitirir.                      ,

Bu safa ile Merve arasındaki sa'yden sonra Mekke'de ihramını çıkarma­dan ve fırsat buldukça Beyt-i şerifi ziyaret ederek terviye (düşünce ve­ya su aîma manasınadır ve ayın sekizinci günüdür) gününden bir gün. evveline kadar kalır. O gün de devlet reisi bir hutbe okuyarak- o hutbe­de halka, Mina'ya gitmeyi, Arafatta namazın ne şekilde kılınacağı, vak­feye durmayı ve Arafat'tan Müzdelife'ye inmeyi öğretir. Kişi terviye gü­nü Mekke'de sabah namazını kıldıktan sonra Mina'ya gider. Arafat gü­nü sabah namazını Mina'da kılıncaya kadar Mina'da durur. Ondan son­ra Arafat'a doğru yola çıkar ve Arafat'ta vakfe (durak) eder.

Arife günü biraz geciktirerek öğle zamanında devlet reisi öğle ve ikindi namazlarını cem-i takdim ederek ikisini bir arada kıldırır, bir hut­be okur ve hutbede halka Araf ata nasıl vakfe edilir, Müzdelife'de nasıl durulur, Cemrelere (taş yığınları) nasıl taş atılır, Kurban nasıl kesilir, ziyaret (faiz) tavafı nasıl yapılır öğretir.

Öğle ve ikindi namazlarını öğle zamanında bir ezan iki kaametle kıldırır Ebû - Hanif e'ye göre kişi tek başına çadırında namazını eda eder­se, her namazı vaktinde kılar. Ebû - Yusuf ve Muhammed (Allanın rah­meti üzerlerine olsun) dediler ki tek başına namazını kılan dahi iki na­mazı cem eder. (Yani çadırında dahi kılarsa semeder)

Namazdan sonra durak yerine gider (Rahmet) dağına yakın bir yerde durur. (Dua eder, ta ki güneş batıncaya kadar.)

Arafat'ın her yeri duraktır, ancak «Batnu-ârne» (Arafat'ın karşı­sında ve soldadır) denilen yer haricdir. Devlet reisi, binici olduğu halde dua edip halka hac menâsikini (ibadetlerini) bildirecek durumda olma­sı daha uygun ve elzemdir.

Arafat'ta vakfe (durak) etmezden evvel, gusül etmek müstehaptır. Vakfede çok dua etmelidir. Güneş battıktan sonra, devlet reisi, halkla beraber normal bir şekilde yürüyerek Müzdeîife'ye inerler ve orada ko­naklarlar. Müstehap olanı «Küzeh» denilen ve üzerinde ateş yaktırılan dağın yakınına inmeleridir. Devlet reisi ezan ve kaametle halkın önün­de akşam ve yatsı namazlarını, yatsı zamanında cemi te'hir ve toplu ola­rak kıldıracaktır.              

Ebû - Hanife ve îmam-ı Muhammed (R.A.) nezdinde, Arafat'tan Müzdelife'ye gelirken yolda akşam namazını kılanın namazı olmaz. Fe­cir gelince imam halkla beraber sabah namazını GALES (karanlık) te kılar, sonra kendisi vakfe eder, halk da onunla beraber vakfe ederler (yani ayakta durup dua ederler). Müzdelife'nin bütünü vakfe yeridir. (Müzdelife'de sabah namazından güneşe kadar bulunmayana kurban lâzım gelir. Zira bu saatta Müzdelife'de bulunmak vaciptir.)

Ancak (RlüzdeÜIe'nhı-solmıtla olan) «MTIHASSÎR» vadinin içi Müz-delife'den değildir. Daha sonra devlet fçisi" beraberinde halk olduğu hal­de güneş doğmazdan evvel.«Miaa» denilen mühcrck yere getir. (Büyük S«ytan diye adlandırılan) «Cemıetü! AΣabs»den başlayarak vadinin için­de durarak (sırtı tam Mekke'ye yüıü IMLÎua'ya %'tlh) nohut kadar olan tunların benzeri olan yedi taşı c'ü^acetül AttitSıeye» atar, hor ts^ta tek­tir alır, Cemrenin yanında durmam, ilk taşı atarken telbiyeyi keser. Di­lerse bundan sonra kurban keser, kurbandan sonra başını tamamen tıraş veya bir kısım saçım makasla keser. Tamamen tıraş olunmak daha ef-daidir. Bunları yaptığında -kadınla '--düşüp kalkmak hariç- her şey kendisine helâl olur. O gün veya ertesi veya daha ertesi günü Mekke'ye gider ziyaret (farz) tavafı olarak Kâbenin etrafında yedi şavt (tur) zi­yaret yapar. îlk Mekke'ye geldiğinde yaptığı ziyaretten sonra Safa ve Merve arasında sâ'yi yapmış ise, bu farz ziyarette «Rami» (JCısa ve sert adımlar atarak göğsünü gere gere yürümek) yapmadığı gibi Safa ye Mer­ve arasında sâyi de yapmaz,

îlk ziyaretten sonra Safa ve Merve arasında sâ'yi yapmamış ise, bu fara ziyarette (ilk üç turlarında) rami yapıp ziyaretten sonra belirttiği­miz şekilde Safa ile Merve arasında sa'yi yapacaktır. Bundan sonra ka­dın da kendisine helâl olur. Hacda farz olan tavaf işte bu tavaftır.

: Bu üç günden sonraya bu tavafı tehir etmek tahrimen mekruhtur. | Eğer tavafı bu günlerden sonraya tehir ederse, İmam-ı Âzam Ebu -Hanife (R.A.) ye göre «Bir kası akıtması lâzımdır». Bu tavafı yaptıktan sonra Mtna'ya döner ve Mina'da kalır. Bayramın ikinci günü Öğle olduk­tan sonra Hayf mescidine yakın olan (küçük) cemreden başhyarak, ye­di taşı bu cemreye atar, her taş atışında tekbir getirir, bu cemrenin ya­nında biraz durur, sonra ortancaya gider aynisini yapar, biraz durduk­tan sonra cemretülakabeye gider ve öylece ona da yedi taş attıktan son­ra derhal uzaklaşır. Ertesi günü öğleden sonra yeniden üç cemreye aynı minval üzere yedişer taş atılır. Acele olarak dönmek isterse Mekke'ye dö­ner, Mina'da durmak, isterse, dördüncü gün öğleden sonra üç cemre-re taşları atsûr, böylece bitirir. Dördüncü günü fecirden sonra öğleden ev­vel taşlan atmak Ebû - Hanife'ye göre caizdir. Kendisi Mina'da tas, at­mak için kalıp ağırlığım daha Önce Mekke'ye göndermesi mekruhtur, Mekke'ye giderken «Mtihasseb» vadisinde iner......

Mekke'ye gelince Kâbenin etrafında yedi tur ramelsiz tavaf yapar. Bu tavaf seder (çıkış) tavafıdır. Mekkeliler hariç, diğer hacılara vaciptir. Bu tavaftan sonra Mekke'yi derhal terkeder, memleketine döner.

Eğer ihrâmh bir kimse Mekke'ye girmeden doğrudan Arafat'a gi­dip önce orada dediğimiz şekilde vakfe yaparsa, kendisinden kudüm (ilk geliş) tavafı düşer, kudüm tavafını terkettiğinden dolayı herhangi bir kan akıtmak ta yoktur. Arefe günü öğleden başlar bayram gününün şa­fağı sökünceye kadar bu arada Arafata vakfeye yetişen bir kimse hacca yetişmiştir. (Hac arefedir) Arafat'tan uyku Veya baygınlık halinde ve­ya Arafat'ta olduğunu bilmediği halde geçen bir kimseye bu geçişi vak* fe yerini tutar.

Kadm, haccm bütün menasikinde (ibadetlerinde) erkek gibidir. Ancak ihrâmh iken başını açamaz, sadece yüzünü açar, telbiyede sesini yükseltemez, tavafta ramel yapamaz. Safa ve Merve arasında sa'yi ya­parken yeşil direkler arasında normalden fazla yürüyemez, başını dip-ten tıraş edemez, ancak kasır (makasla birkaç tüyünü almak) yapar.

 

Haccı Kıran Bahsi:

 

Biz Hanefilerin nezdinde, Kıran, Temettü ve îf râttan daha efdaldir. Haccı kıranın şekli': Hac ve Ömre için mikâttan (ihram bağlar ve) yük^ sek sesle tekbir getirir. Namazından sonra «Ey ulu A İlahım ben hac ve ömreyi birden İrade ediyorum, onları bana kolayladır, onları benden ka­bul eyle» diyecektir. Mekke'ye girdiğinde ömre ibadetine başlar, Kâbeyi yedi tur ziyaret eder, ilk üç turda remel yapar, ziyaretten sonra Safa ile Merve arasında (yedi defa) sa'yi yapar. Bunlar ömre İçin yapılan iba­detlerdir. Ömre sa'yini yaptıktan sonra kucjûm ziyareti için ayriyeten tayâf ve Safa - Merve arasında sa?yi yapar, Haccı ifrâd (yalnız hacca ih­ram bağlamaJO da beyan ettiğimiz gibi, bunlar yapılır. Haccı kıran için ihramını bağlayan klsİ, kurban bayramı (büyük şeytana) cemretülaka-beye taş attıktan sonra bir koyun veya sığır veya deve, devenin veya sı­ğırın yedide birini kurban olarak îşeser bu kan, kıran kanıdır.

Eğer kurban kesmeye gücü yetmiyorsa, hacda sonuncu günü Ara­fat günü olmak şartiyle üç gün oruç tutar. Kurban günü gelinceye dek, oruç tutmamış İse artık kan akıtmaktan başka çaresi yoktur. Hacda üç gün oruç tuttuktan sonra memleketine geldiği zaman yedi gün orucu­nu da orada tutar (bununla.on gün tamam olunur.) [56].

Hacdan sonra Mekke'de yedi gün orucunu tutarsa caizdir.   Kârın (hac ve ömreye birden ihram bağlayan) Mekke'ye girmeden Arafat'a giderse Arafat'ta vakfe etmesiyle ömreyi terketmiş sayılır ve kendisinden

kıran için akıtılması gereken kan düşer, ancak ömreyi terkettiği için kan akıtması gerekir. Ömrenin kaza edilmesi de lâzımdır.

 

Haccı Temettü Bahsi:

 

Haccı temettü, bize göre haccı ifrattan daha efdaldir. Temettua ih­ram bağlamak iki kısımdır: 1 - Mutemetti (haccı temettua ihram bağ­layan) . Kurbanını beraberinde getirir, 2 - Mutemetti kurbanını bera­berinde getirmez. .Haccı temettuun keyfiyeti: Mikâttan ömreye ihramı­nı bağlar, Mekke'ye girer ömre için ziyaret, Safa - Merve arasında sa'yi yapar, tıraş olur veya makasla bazı tüylerini kırpar, böylece ömresinden çıkar.

Tavafa başlarken telbiyeyi keser, Mekke'de ihrâmsız olarak durur, terviye (düşünce güftti ki, Arafat'tan bir gün Öncedir) günü gelince Mescitte hac ihramını bağlar, hacet ifrada ihramını bağlayan hacının yaptığını yapar, Temettü için kendisine bir kan düşer, yoksa üç gün hac­da (yâni bayramdan evvel) yedi gün. de memleketine döndüğü zaman oruç tutar.

Mutemetti, beraberinde bir kurban getirmek istiyorsa, ihram bağ­lar ve -bizzat kurbanını sürerek götürür. Kurbanı deve ise, boynuna, da­ğarcık veya bir pabuç takar, Ebû - Yusuf ve Muhammed'e göre devenin iş'arı (ilânı) edilmesi lâzımdır. îş'ar: hörgücün sağ tarafının yarılma-siyle olur. Ebû - Hanife'ye göre iş'ar yoktur. Kurbanını beraber getiren Mekke'ye girdiği zaman tavaf eder, sa'yi yapar terviye gününde hacca ihram bağlaymcaya kadar ömre ihramından çıkartma. Hac için ihramı­nı terviye gününden evvel bağlarsa caizdir, fakat bu takdirde kendisine bir kan lâzım gelir. Kurban gününde tıraş, olduğu zaman her iki ihram­dan da (hac ve ömre) tehallül eder [57]. Mekkeliler için temettü ve kıran haccı yoktur, ancak onlar için haccı ifrâd vardır. Hedyi (kurban) getir­meyen bir kişi, (daha Arafat'a çıkmazdan evvel) Ömreden fariğ olunca ehline (memleketine) dönerse, temettü haccı bozulur.

Hac aylarından evvel ömre için ihram bağlayan ve o zaman dört veya daha fazla tavaf yaparsa, sonra ayni senede hacca giderse mute­metti sayılmaz.

Haç ayları: Şevval,.Zilka'de ve Zilhiccenin on günüdür.

Eğer bu aylardan evvel hacca ihram bağlarsa, caizdir ve hac olarak ihram bağlanmış olur.

Kadın ihram zamanında hayız (âdet) kanını görürse gusül edip, ihramım bağlar, erkek hacının yaptıklarını yapar, -ancak temiz olunca­ya kadar Kâbeyi ziyaret edemez [58] Eğer Arafat'ta durduktan ve farz ziyareti yaptıktan sonra hayız kanını görürse, Mekke'den veda tavafını yapmadan ayrılır ve seder (veda) tavafını terkettiği için herhangi bir şey de lâzım gelmez.

 

Cinayetler Babı: 

                           ,

İhrâmlıya, koku sürdüğünde keffâret lazım gelir. Tam bir azasına veya daha fazlasına koku sürerse bir kan akıtması gerekli olur. Bir âzâan az bir yerine koku sürerse sadaka vermelidir. Bütün bir gün dikili elbise giyer veya başını örterse kendisine bir kanın akıtılrnası düşer. Eğer bundan az ise sadaka vermekle yetinir.

Başının dörtte birini veya daha fazlasını tıraş ederse, kendisine bir kan düşer. Eğer dörtte birden daha az ise sadaka vermesi lâzım gelir. Et Hanife'ye göre^ kan aldırma yerlerinin tıraş edilmesiyle kan Ha­zımdır. Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre ise, sâdece sadaka düşer. (Bir meclisde) el ve ayaklarının tırnaklarını keserse, kendisine kan lâzım ge­lir. Yalnız bir el veya bir ayağının tırnağım keserse yine bir kan vacip olur. Beş tırnağından daha .az keserse, kendisine sadaka düşer. Ebü -Hanife ye Ebu - Yusuf'un (I?.A.) nezdinde, ayrı ayrı el ve ayaklardan ke­silen beş tırnak için ancak sadaka vardır. İmam-ı Muhammed (R.A.) dedi ki. kan vardır.

Bir özürden dolayı koku sürer, tıraş olur veya elbise giyerse muhay* yerdir. Dilerse koyun keser, dilerse üç sâ yiyeceği altı miskine sadaka verir, dilerse üç gün oruç tutar.

Hanımını şehvetle öper veya ellerse, bir kan akıtmak mecburiye­tindedir. Daha Arafat'ta vakfe etmezden evvel ön veya arkadan cimâî yapanın haccı bozulur, fasit olur...

Bu halde bir koyun keser, haccı fasit olmıyanlar gibi haccına devam eder, ve bilâhare bu haccını kaza etmek de kendisine düşer. Biz Hanefi-lere göre, hanırmyla birlikte haccını kaza etmeye geldiği zaman hanı­mından ayrılması lâzım değildir. (Zira cima'ın başlarına getirdiğini görmüşlerdir. Bir daha buna teşebbüs etmemeleri aşikardır.)

Arafat'tan sonra cima edenin haccı bozulmaz, ancak kendisine bir de«2iün kesilmesi lâzım olur. Eğer Mina'da tıraş olduktan sonra (ve zi­yaretten evvel) cima yaparsa bir koyun kesmelidir.

Ömrede dört tur ziyaret yapmazdan evvel cima. eden bir kimse öm-resini bozar, sonuna kadar bu bozuk Ömreye devam eder ve bilâhare ka­za yapıp, bir kurban kesmesi lâzımdır. Dört tur yaptıktan sonra ailesiy­le cima ederse, bir kurban kesmesi lâzımdır ve ömresi bozulmaz.

Unutarak cima eden kasden cima yapan gibidir. Abdestsiz olaTak kudüm (varış) tavafını yapana sadaka düşer, cünüp olarak yaparsa, kendisine bir koyunu kurban etmek düşer. Farz ziyaretini abdestsiz olarak yapana bir koyun, cünüp olarak yapana bir deve lâzım gelir. Bu durumda Mekke'de iken tavafını tekrar yapması daha efdaldir ve o za­man kan lâzım gelmez. Seder (veda) ziyaretini abdestsiz olarak yapana sadaka, cünüp olarak yapana bir koyun lâzımdır.

Farz tavafın üç veya daha az turunu terkedene bir koyunu kesmek* lâzım gelir.

Eğer dört turunu terkederse, o ihramla dört tur yapıncaya  kadar . ihramda kalır. Seder tavafından üç turu terkedene, sadaka düşer/. Bğer' seder tavafının tamamını veya dört turunu terkederse, kendisine bir ko­yun kesmek düşer. Safa ile Merve arasındaki sa'yi terkedenin haccı ta­mamdır, fakat bir koyunu kesmelidir.

Devlet reisinden evvel, Arafat'tan Müzdelife'ye inen bir kimseye kan düşer [59] Müzdelife'deki vakfeyi terkedene kan düşer. Bütün gün-'lerde cemrelere taş atmayı terkedene kan lâzım olduğu gibi sadece bir günün taşını terkedene de kan lâzım gelir.

Eğer (bir günde) yalnız bir cemrenin taşlanmasını terkederse, ken­disine, sadaka lâzım olur. (Her taş için yanm

Eğer kurban bayramı gününde cemretülakabe (büyük şeytân) nin taşlanmasını terkederse, bir kurban lâzım olun

îmam Ebû - Hanife (R.A.) nezdinde, kurban günleri çıkıncaya ka­dar tıraşını tehir edene kurban düştüğü gibi, ziyaret (farz) tavafını te­hir edene de kurban düşer.

İhramda olan, av öldürür veya öldürene gösterirse, caza lâzımdır. Ceza bakımından kasden av hayvanını, gösterenle unutarak gösteren, ilk vuranla ikinci vuran hepsi birdir. (Yâni hepsine ceza düşer) îmam-ı Ebû - Hanife ve imam-ı Ebû - Yusuf (R.A.) nezdinde ceza: av hayvanı­nı öldürdüğü yerde veya en yakını olan yerde -eğer çölde ise- takdir edilir, takdir edenlerin, iki âdil insan olması lâzımdır. Takdirden sonra cinayet işleyen kıymet hakkında muhayyerdir, - bir hedyin alınacağı kadarsa, isterse bir hedyi alır ve keser, isterse onunla yiyecek alır, her yoksula yarım sâ buğday, bir sâ hurma veya arpa verir. Yada yarım sâ buğdayın ve bir sâ. arpa yerine birer gün oruç tutar. Eğer taamdan ya­rım sâ'dan daha az bir miktar kalırsa yine kişi muhayyerdir; İsterse sa­dakaya verir, isterse yer ve yerine tam bir gün oruç tutar.

İmam-ı Mühammed (R.A.) «avlanan hayvanların benzeri varsa benzerini kurban etmesi lâzımdır» dedi. O halde, Geyik ve Sırtlanda Koyun, Tavşanda Oğlak, Deve kuşunda Deve ve Yerbû (yaban faresi) da dört aylık bir oğlak lâzımdır.

Av hayvanını yaralayan veya tüylerini yolan veya bir azasını kesen kimse, o hayvanın tamamını değil ancak hayvanda noksan olan kıymeti tazmin eder. Eğer bir kuşun tüylerini yolmak veya ayaklarını kesmekle, cnu başkalarından koruma imkânından mahrum ederse, o zaman kişiye, o hayvanın tam kıymetini tazmin etmek düşer. Av hayvanının yumurta­sını kıran kimseye, ancak yumurtanın kıymeti düşer. Eğer kırdığı yu­murtadan ölü bir yavru çıkarsa, onun diri iken kıymeti ne ise, tazmin etmek lâzım gelir.                                       ,

İhramda olan bir kimse için leş kargası, dulengeç kuşu, kurt, yılan, akrep ve farenin öldürülmesinde ceza yoktur. (Zira Buharî ve Müslim-de ihramımın dişleyici köpeği, fareyi, akrebi, yılanı ve leş kargasını öl­dürdüğü Resulullahın hanımlarından biri rivayet etmiştir.) Sivrisinek, pire ve kenelerin öldürülmesiyle, hiç bir şey lâzım gelmez. Bir biti öldü­ren ise dilediği sadakayı verebilir.

Bir çekirgeyi öldüren dilediğini sadaka verir. Bir hurma bir çekir­geden daha hayırlıdır.                                                                    

Eti yenilmeyen avlan -yırtıcı hayvan gibi- öldürene ceza düşer. Fakat o, cezanın kıymeti bir koyunu geçmemelidir. Eğer yırtıcı hayvan ihramda olan zata hücum ettiği için onu vurup öldürürse, kendisine hiç bir ceza lâzım gelmez. îhrâmlı, av etini yemeye mecbur olduğu için av­lansa, bile yine kendisine ceza lâzım gelir. (Ancak işlediği zaruretten oturü haramlıktan çıkar.)                                ,                          .

İhramımın, koyun, sığır, deve, tavuk ve keskere (Bagdada yakın bir yerdir) kazını kesmesinde hiç bir beis yoktur. Ayaklarında tüy olan bir güvercini veya evcil bir geyiği öldürürse, kendisine ceza düşer. Ih-ramda bulunan zat, bir av hayvanını keserse, (haramı işlediğinden) kes­tiği murdardır, yenilmesi helâl değildir. îhrâmlı zat, ihramda olmıyan avcıya avı göstermemiş ve avlamasını emretmemişse, onun avlayıp kes­tiği etten yiyebilir-

Helâl (ihrâmsız) bir insan, haremin hudutları içinde avlanır, In-râmda olan zat da ondan yerse, kendisine ceza düşer. Haremin bitkile­rini veya bir kimsenin malı ve insanların bitirdiklerinden olmıyan bir ağacını keserse, sadece kıymetini vermek kendisine düşer. Haccı ifrade ihram bağlayan için bir kanı icap eden suçları işlemekte, kırana ihram bağlayan için iki kan vacip ol«r, biri haca, diğeri ömresi içindir. Ancak nılkâtı ihrâmsız olarak geçerse sonra hac ve ömreye birden ihram bağ­lar (bu ihrâmsız geçişi için) kendisine tek bir kan düşer. İki ihramlı be­raberce bir av hayvanını öldürürlerse her ikisine de tam ceza düşer.

İki ihramsız birlikte harem hayvanlarından birisini avlarsalar, iki­sine bir ceza düşer. İhrâmlı kişi, bir avı satar veya satın alırsa, o alış ve­riş bâtıldır.

                                               .       ,     .

İhsar Babı [60]

 

îhrâma girmiş kişi, düşman veya kendisini ibâdete devam etmekten alıkoyan bir hastalıkla hac vazifelerinden geri kalırsa, ihramdan çık­mak-kendisine caiz olur. O zata; «haremde kesilsin diye bir koyun gön­der o koyunu götürene, muayyen bir gün söyle ki, o gönde kessin sonra sende o gün ihramdan çık» denir. Eğer haccı kırana ihram bağlamış ise, iki kam (kurbanlık) gönderir. İhsar için kesilen kan, anca]? haremde ke­silmesi caizdir.        

İmam-ı Ebû - Hanife'ye (R.A.) göre, ihsar için gönderdiği kurba­nın kurban gününden evvel kesilmesi caizdir.                      

Ebû - Yusuf ve Muhammed (R.A.) dediler ki, hacdan men edilene, kurban kesmek, ancak kurban gününde caizdir.   emreden men edilen,istediği zaman kesebilir.                                                              

Hacdan men edilen, tehallül ederse, (ihramım çıkarırsa) kendisine bir hacla bir ömre lazım gelir, ömreden men edilene ise, ancak o ömresini kaza etmek düşer. Haccı kırana ihram bağlayan, hacdan men edilir. se kendisine bir hacla iki ömre düşer.

Hacdan men edilen kişi, hedyi (kurban) göndererek ve götürenlerle muayyen bir günde kesilmesini konuştuktan sonra manı ortadan' kal­kar, yol açılırsa, duruma bakılır. Eğer hedyi ve hacca yetişmeye imkan varsa tehallülü (ihramdan çıkmak) caiz değildir. Devam etme»ılw m-dır e&er hedyi'ye yetişir, fakat hacca yetişemezse bu durumda tehallül eder, eğer hacca yetişmeye imkânı olup hedyi'ye yetişmeye imkân yoksa, kendisine istihsanen tehallül caiz olur.                               

Mekke-i Mükerreme'de muhasaraya alınan kışı, Arafat'ta vakfe w Kabe'yi ziyaretten men edilirse muhser sayılır (hedyim keser tehad) eder) eğer vakfe veya ziyaretten birisine gücü yetiyorsa, muhser sayıl­maz (hedyin kesilmesiyle tehallül 4« edemez.)

 

Haccın Fevti Bahsi:

 

Hacca, ihram bağlayan kişi, kurban günü fecire kadar Arafat'a ge­lip vakfe etmezse haccı fevt olur. Ancak ziyaret etmek, sa yi yapmak, ih­ramdan çıkmak ve gelecek sene de haccmı kaza etmek kendisine düşer,

fevt olmaz. Zira -*eş gün hariç     bütün sene­de ömre caizdir. Ancak o beş günde yapılması mekruhtur. O günler, are-

Kâbeyi ziyaret   etmek ve Safa-Merve arasında sa'yi yapmaktan ibarettir.

 

Hedy (Kurban) Bahsi:

 

Kâbe-i Muazsamaya gönderilen hedynin en azı tor »d". Hedy üç neviden olur: Deve, sığır ve koyun. Bunların Semyelen [61]ve daha İMarı kâfi gelir. Kulağının tamamı veya çoğu kesüen, kuyruğu kesı-feneü ayağı kesilen, bir gözü kör olan, zayıf olan ve mezbahaya glde-cek kudrette olffiayan topal hayvanın hedy olunması câız degildir.

Koyun her cinayette caiz olur...

beş, ve' camusun seniyesi iki, koyun ve Keçinin seniyesi bir yaşım idrâk edendir.

__Ancak iki yerde olamaz,

 1 -Ziyaret (Farz) tavaf mı. cünüp yapana

 2 -Araf atta vakfe yaptıktan sonra (Minada tıraştan evvel)   Cima, yapana koyunun kesilmesi caiz olmaz. Çünkü buralarda ancak devenin kesilme* si caizdir.

Bir deve ve sığır yedi kişiye kâfi gelir. Eğer yedisi de kurban için ke­siyorsa.. Eğer o yedi kişiden birisi kurban değil de evine et almak için ke­siyorsa, bu kurban diğer şeriklere de kâfi gelmez.

Sünnet temettü, muta ve kıran haccın hedyilerden (kurbanlıkların­dan) yemek caizdir. Diğer hedylerden caiz değildir.

Sünnet, temettü ve kıran- hedylerinin kesilmesi ancak kurban  gü­nünde caizdir. Diğer hedylerin kesilmesi ise her zaman caiz olur. Hedy-, lerin kesilmesi ancak haremi Mekke'de caiz olur.

Hedy etinin, harem fakirlerine ve diğer fakirlere verilmesi caizdir. ' Hedyleri Arafata çıkarmak caiz değildir. Kurban develerinde nahir [62] sığırlar ve koyunlarda zebh daha fedaidir. Eğer kesmeyi iyice biliyorsa, kurbanını kesmesi evlâdır. Kurban olan hayvanın çullan ve yuları sada­kaya verilecektir. Kasabın ücretini kurbandan vermemelidir. Deveyi kurban kesmek için getiren, eğer binmeye mecbur kalırsa, binecektir. Eğer binmeye ihtiyacı yoksa binmemelidir. Eğer kurban hayvanının sü­tü varsa sağılmaz, aksine çekilmesi için memelerine soğuk su serpilir.

Mütetavviin getirdiği hedy yolda Ölürse ikinci bir hedy almaya lü­zum yoktur. Vacip için getirilen hedy ise onun yerine başkasını alması lâzımdır.

Eğer hedye, kurban olmasını men edecek büyük bir kusur isabet ederse, yine yerine başkasını koymalı ve kusurlu olanında da istediği gi­bi tasarruf etmelidir..

Eğer sünneti hedyi devesi helak olmaya yüz tutarsa keser, boynu­na taktığı pabucu kanıyla boyar ve o kanlı pabucu onun   hörgücünün bir tarafına vurur, ne kurban sahibi ve ne de zenginlerden başka birisi .' onun etini yemezler. Eğer bu deve vacip hedyilerden ise yerine   başka­sını koyar ve onda da istediği şekilde tasarruf eder.

Tetavvu, temettü ve kıran hedylerinin boyunlarına bir şeyler takı­lır, taklid (boyunlarına gerdanlık takma) edilir. Fakat ihsar ve cinayet kanlarında taklid" yapmak yoktur. (Zira onların gizlenmesi daha uyr gundur. Çünkü cinayetten dolayıdırlar)

'   ,

     (Muamelât)

 

Aliş Verişler Bahsi:

 

Bey, {alış veriş) mâzî (geçmiş) lâfzı olan icap (sattım) ve kabul (satın aldım) ile münâkit (kesinleşir) olur. Alış veriş yapanlardan bi­risi bey'i vacip kılarsa (yâni tarafından caymayı kaldırırsa) diğeri muhayyer (serbest) dir; isterse o mecliste kabul, isterse aynı mecliste reddeder.                  

Kabul (satın aldım) den evvel hangisi meclisten kalkarsa icap (sattım) bozulur. İcap ve1 kabul tamamlandıktan sonra alış veriş ke­sinleşir, satıcı ve alıcıdan hiç birisi kusur veya görmemezlik olmazsa cayamaz.

'Alışverişi caiz olmak bakımından işaretle    gösterilen    nesnelerin miktarının bilinmesine ihtiyaç yoktur. Mutlak semen   (paha)   ancak miktar ve sıfatları (yâni nasıllıklan)  belli ise bey'i caiz olur.

Peşin ve veresiye alış veriş caizdir. Veresiye   ile   caiz   olunması, ' müddetin malûm olunmasına bağlıdır, eğer müddet muayyen olursa caizdir. Bey'ide semen mutlak olarak zikredihrse,beldenin  (memleke­tin) galip olan semeni kabul olunur. Eğer paralar muhtelif iseler ve birisini tâyin etmezse Bey' fasit olur.

Yemek ve tanelerin (hububatın) ölçekle ve tahminen genişliği bi-inmeyen bir kap ve ağırlığı belli olmayan bir taşla satılmaları caizdir

Bir yığın taamın, her bir ölçeğini bir dirheme satan kişinin bey'i imam-ı Ebû Hanefi (R.A.) ye göre, ancak tek bir ölçekte caiz olur, diğerlerinde fasittir, meğer ki ölçeklerinin adedini söylerse... Bir sûru koyunu, her birisini bir dirhemden satarsa, hepsinde bey'i fasittir. Böylece, bir elbiseyi beher metresi bir dirheme satarsa (fakat) ne ka dar metre olduğunu söylemezse bey'i caiz değildir. Bir yığını, yüz öl­çektir diye beher ölçeği bir dirheme mukabil yü2 dirhemle satın alır­sa yığını az gördüğünde alıcı muhayyerdir, isterse mevcut olan kısmın her ölçeğini bir dirheme kabullenir, isterse bey'i, kökünden iptal eder. Eğer yığını daha fazla bulursa, fazlası satanın malı olarak kalır

Bir elbiseyi on metredir diye, on dirhemle veya bir araziyi yüz metredir diye yüz dirheme satın alan kişi bunların daha az olduğunu görünce,.,..muhayyerdir, isterse bütününü kabullenir, dilerse terkeder. Eğer söy­lenen metrelerden daha fazla çıkarsa müşterinin malıdır, satana cay­mak hakkı yoktur.

Eğer «yüz metre olarak, beher metresi bir dirhemden yüz dirhem­le sana sattım» dese ve müşteri de bilâhare onu eksik bulursa o zaman muheyyerdir, isterse semenden mevcut olanın payına düşen miktarla kabul eder, dilerse terkeder. Fazla görürse müşteri serbesttir; dilerse hepsini beher metresi bir dirhemden alır, dilerse alış verişi fesheder. Bir evi satın alırken o evin temeli de satışa dahil olur, her ne kadar satışta temelden bahsedilmezse bile...

Bir araziyi satarken o arazide bulunan hurma ve diğer ağaçlar dahil olur, her ne kadar onlardan bahsedilmemiş ise dahi... Satılan araziye, o arazide bulunan ziraat mahsulü ancak isimlendirilirse da­hil olabilir.

Hurma veya başka bir meyveli ağacı salarsa, meyve satışa dahil değil satanın malıdır. Ancak alıcı meyvelerin de kendisinin olacağını şart ederse olur. Meyveler satıcının ise, satıcıyı "meyvelerini kes ağaç­ları aiana teslim et» denir.

Daha olmamış veya olmuş bir meyveyi    satarsa,    alıcıya derhal kesmesi (toplaması) düşer. Eğer alıcı, oluncaya kadar ağaçta durma­sını şart kılmışsa satış bozulur  (ağaçta olan)   meyveleri satıp, ancak birkaç batmanını ayırırsa caiz değildir. Buğday    sünbülünde     (başa-~^m~da)~"bakla kabuğunda olduğu halde satılmaları caizdir.

. Evin satıldığında, kilitlerin anahtarları satın alana ait olur. Sa­tılan malın ölçmek ve sarraflık ücreti satana aittir. (Hazır bir) şeyi satarsa, evvelâ alana «sen paia\ı ver» denilecektir. Müşteri parayı ver­diği zaman, satana «Teslim et» denilecek-. Eşyayı, eşya veya parayı para ile satanlara «Birbirinize beraberce teslim ediniz» denilecektir.

 

Muhayyerliği (Caymayı)  Şart Kılma Bahsi:

 

 "Satışda muhayyerliğin şart kılınması satıcı ve, alıcı için. caizdir. Her ikisi için üç-gün ve daha az zaman muhayyerlik şart edilmesi câ-' izdir. (Yâni ben üç güne kadar cayarsam malımı geri alırım veya geri veririm gibi) Ebû Hanife (R.A.) ye göre üç günden fazla muhayyer­lik caiz değildir.

Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) elediler ki; belli bir müddet söylen­diği zaman caizdir. (Meselâ on gün gibi).

; Satıcının muhayyerliği, satılan malın onun mülkünden çıkması­na mâni olur, o halde eğer o malı müşteri götürürse ve müşterinin elinde helak olursa müşteri ancak onun kıymetiyle mes'ul olur. *(Onun kararlaşmış fiyatiyle değildir). Müşterinin muhayyerlik şartım

ileri sürmesi, satılan malın satanın mülkünden çıkmasına mâni ola­maz. İmam-ı Ebû Hanife'ye göre, o mal, müşterinin mülkü de değil­dir. İki imama göre, müşteri, o malı mülk edinir, eğer müşterinin elinde helak olursa, aralarında kararlaştırılmış semeni (fiyatı) vere­cektir.

Eğer o mal kusurlu olursa hüküm yine böyledir.

Taraflardan kim, caymayı şart kılarsa müddetinde cayabildiği gibi satışı da kesinleştirebilir. Arkadaşı olmadığı bir yerde satışı ke­sinlikle kabullendiğini, söylerse, caizdir. Bozmaksa ancak diğerinin bulunduğu bir yerde bozabilir.

Kendisine caymak hakkı olan zatın, ölümiyle hakkı iptal olunur, varislerine intikal etmez.

Fırıncıdır veya yazardır diye, satın aldığı köle, aksine çıkarsa, müşteri muhayyerdir, dilerse, onu bütün fiyatla kabul eder, dilerse terkeder (yûm fiyat eksiltip almak yoktur.)

 

Görmek Suretiyle Cayma Bahsi:

 

Görmediği bir şeyi satın almak câizdii*, fakat gördüğü zaman ca­yabilir; isterse kabullenir, dilerse reddeder. Kişi, görmediği malını sa­tarsa, bilâhare gördüğü zaman cayamâz. yığının yüzüne, durulmuş el­bisenin görünür tarafına, cariyenin yüzüne veya hayvanın yüz ve sağrılarına (kalçalarına) bakarak satın alırsa, bîr daha kendisine piş­manlık (caymak) yoktur.                                                  '

Satın aldığı evin odalarını görmeyip ancak sofa (salon) sini gö­rüp alırsa caymak yoktur. Körün, alış verişi caizdir. Satın aldığı za-, man (aldannuş ise)  cayabilir. Eğer ellenmekle bilinir cinstense satı­lan mal, kör de onu elleyerek alırsa veya koklanmakla bilinen bir ma lı, koklamakla alırsa vey.a tatmakla bilinen malı tadarak alırsa caya maz. Arazide, kendisine vasıfları söylenmedikçe caymak hakkı    düş­mez.

Başkasının mülkünü satarsa, mülk sahibi muhayyerdir, dilerse satışı caiz kılar, dilerse fesheder. Bu şekil satışın caiz kılınması ancak..satılan malın varlığına ve satış yapan iki tarafın caymamalarına bağ­lıdır.

Satın aldığı iki elbiseden birisini görüp diğerini görmediği halde almışsa, sonra diğerini gördüğünde her ikisini de çevirebilir. Görüşten dolayı caymak hakkı olan kimse, görmezden evvel ölürse cayma hakkı düşer.

Bir şeyi görüp, aradan bir müddet geçtikten sonra onu satın alır­sa, eğer gördüğü keyfiyet üzere ise caymak hakkı yoktur, şayet bo­zulmuş olduğunu görürse cayabilir.

 

Kusurdan Dolayı Cayma Babı:

 

-Alıcı, satın aldığı malda, bir kusur görürse muhayyerdir, dilerse konuşulmuş olan bütün fiyatla kabul eder, dilerse geri verir. O malı kabul etmek ve kusur için de, paranın bir kısmını geri almak yoktur!.

Tüccarların nazarında fiyatın düşüklüğünü icap ettiren her şey, kusur sayılır.

Baliğ olmazdan evvel, hırsızlık yapmak, yatağa işemek ve efen­dinden kaçmak, küçük köle için kusur sayılır. (Müşterinin yanında) baliğ olunca bu kusurları birkaç defa, yapmadıkça kusur sayılmaz.

Câriye hakkında, ağız ve koltuk kokusu kusur sayılır, köle hak­kında ise, kusur sayılmaz. Ancak hastalıktan mütevellit ise, sayılır.

Zinacı olmak, zinacının velâdı olmak, câriye hakkında kusur sa­yılır, köle hakkında ise kusur değildir.

Müşterinin yanında, satın aldığı malda bir kusurun peydah ol­ması sayesinde Bayiin (satıcının), yanındaki eski bir kusura muttali oldu ise, yeni kusurun eksikliğini ödemekle o, malı, eski sahibine, -yeni kusuru ile beraber kabul eder ve razı olursa -verir. (Eğer sa­tıcı geri almazsa, eski kusurun eksikliğini alıcıya geri verecektir.)

Müşteri, aldığı kumaşı elbise olarak kesmiş ve dikmiş veya boyaya atmış veya satın aldığı kavutu (kavuzu) yağla karıştırmış, bunları yaptıktan sonra eski bir kusurun varlığına vâkıf olmuş ise, ancak o kusur sebebiyle vücuda gelen eksikliğin karşılığını geri alır, o, malın geri alınması ise, satıcıya düşmez.

Bir köleyi satın aldıktan sonra, âzât ettiği veya öldüğü zaman kusurlu olduğuna vâkıf oldu ise, ancak kusurdan dolayı noksanlığı geri alır. Müşteri, satın aldığı köleyi Öldürürse veya satın aldığı malı yerse, sonra kusurlu olduğuna vâkıf olursa, Ebû Hanife (R.A.) ye göre, hiç bir şey geri alamaz. Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) e göre alır.

Köleyi satarsa, alıcı da başka birisine satarsa ve ikinci satıcıya kusurundan dolayı geri verilirse, eğer ikinci satıcı, o, köKyi hâkimin hükmüyle kabullenmiş ise, birinci satıcıya geri yerebilir.

Eğer ikincfsatıcı hâkimin hükmü olmaksızın geri almışsa birinci sa­tıcıya geri veremez.

' Bir köleyi bütün kusurlarım (yâni o kölede ne kusur olursa olsun geri çevirmemek) kabul etmek şart.iyle satın alırsa, hiç bir kusurdan dolayı geri veremez. Velev ki kusurları teker teker isimlendirip söylemezse...

 

Fâsîd  (Bozuk)  Alış Veriş Bahsi:

 

Satılan veya fiyat olarak verilen eşyanın birisi veya her ikisi ha­ram olursa alışveriş bozuktur. Murdar olmuş et, kan, şarap veya do- -muzla yapılan alış veriş gibi...

Yine alışveriş bozuktur, eğer satılan köle değil de hür bir insan­sa Ümmül veled, (efendisinden bir çocuk doğurmuş cariye) müdeb-ber (efendisi kendisine «ölümümden sonra hürsün» diyen köle) ve mükâtep (efcndisiyle bir miktar mal üzerinde hür ve âzât olması ba­kımında anlaşan köle) nin satışları bâtıldır.    .

Sudaki balığın, havadaki kuşun satılması caiz değildir.

Cariyenin ve hayvanın karnındaki yavruyu, memeden sağılma­mış sütü, koyunun kırkılmamış yününü, elbiseden bir metreyi, tavan­dan bir ağacı torun denize bir defa yayılmasîyle çıkan balıklan ve «Bey'il Muzabene» denilen hurma ağacının daha kesilmemiş meyve­lerini tahmin ederek kuru hurma ile satması caiz değildir. Taş at­mak [63] veya ellemek suretiyle satış caiz değildir. İki elbiseden biri­sini lâaleUayin satmak caiz değildir.

Kölesini, "müşteri âzât etsin veya müâebber veya mükâtep kılsın

veya cariyesini müşteri Ümmü! veled yapsın» diye satarsa satış fasit­tir. Eğer kölesini bir ay çalıştırmak, evinde bir miktar oturtmak müşteri kendisine başka borç para.veya bir hediye vermek şarkiyle satar-. sa bütün hu suretlerde satış yine fasittir.

Kim ki. bir şeyini, ay başına kadar teslim etmemek şartiyle sa­tarsa bu satış fasittir. Hâmile cariyeyi, hamli dâhil olmamak suretiy­le satarsa satış fasittir.

Elbiseyi kesmek, iç gömlek veya aba olaıaK dikmek şartiyle satın alırsa veya kendisine ayakkabı yapmak veya bağ takmak şartiyle de­riyi alırsa satış (bu iki surette de) fasittir.

Nevruz, (baharın ilk günü) Mehrican, (güzün ilk günü) hırıs-tiyan orucu, ve Yahudi bayramı müddet göstererek borçla yapılan alış veriş satıcı ile alıcı bu zamanlan bilmezlerse fasittir. Hacıların geleceğine, bağ bozumuna, harman ve ekin biçimine kadar borçla sa­tış caiz değildir.  (Çünkü meçhuldür).

Eğer iki taraf, daha halk biçmeye ve harmana başlamazdan ve hacılar gelmezden evvel müddetinin kaldırılmasına razı olurlarsa, alış veriş caiz olur. Fasit alış verişte, müşteri satıcının emri ile malı teslim alır­sa ve muameledeki verilen ve alınan ivez mal ise, teslim aldığı mal, kıymetiyle onun malı olur. Fakat her iki taraf ta bu şekil alış verişi bozabilirler. O, halde eğer müşteri bu malı satarsa satışı caiz olur.

Hür insanı, köle ile birlikte veya kesümî.ş koyun (etiy) le murdar olunmuş koyunu bir arada satarsa her ikisinin hakkında da satış bâ­tıl olur. Eğer (tanı) köle ile müdenber köleyi veya kölesiyle diğer bir kimsenin kölesini birlikte satarsa, ancak semenden kölesinin hisse-siyleâkid caiz olur.

Resûl-i Ekrem (A.S.) «Neeeş (başkasını teşvik etmek için fiyatı arttırmak) den, anlaşmışların anlaşmasını bozmaktan, cele.blerin önü­ne giderek daha şehre varmazdan evvel satın almaktan, (eğer şehir­liler bununla mütezamr olurlarsa, aksi takdirde zarar yoktur) şehirli olan bir kimsenin göçebenin malını satmasından, (veya ibarenin mâ­nası: Şehirlilerin ihtiyacı olduğu halde onlara satmaz da, daha pahalı satmak için göçebelere satmaktan) ve Cuma ezanı okunduğu zaman alış veriş yapmaktan sakındırmıştir> Ancak bütün bunlar mekruhtur, bunlarla alışveriş bozulmaz.

Yekdiğerinin yakını olan iki küçük köleyi elde eden, onları ayırt edemez. Birisi büyükse de yine ayırdetmek yoktur. Eğer ayırtederse tahrimen mekruh olur. Fakat alışveriş caizdir. Eğer ikisi de büyük ise ayırdetmelerinde her hangi bir beis yoktur.

 

İkâle (Satışı Kaldırmak) Babı:

'

 îlk' fiyatın misliyle, alışverişte ikâle caiz olur. Eğer ilk fiyattan daha az veya daha fazlasının şartiyle ikâle yaparsa şart bâtıldır, an­cak ilk fiyatın misli verilir. Eoü Hanife (R.A.j ye göre, alıcı ile satıcı hakkında ikâle fesh (bozuk) sayılır. Diğerleri hakkında yepyeni bir satış sayılır. Semenin yok olması ikâlenin sahih olmasına mâni teşkil etmez. Satılan malın helaki ise ikâleyi 'men eder. Satılan malın bir kısmı helak olursa geri kalan diğer kısmında yine ikâle caizdir.

 

Mürabehe  (Kâr İle Devir Etmek) Ve Tevliye (Kârsız, Ve Aldığı Gibi Devretme) Bahsi:

 

Mürabehe: İlk âkidle elde ettiği malı, ana paraya kâr ekleyerek başkasına devretmektir.

Tevliye: Elde ettiğini, kârsız olarak birinci âkid ve sermaye ile başkasına devretmektir..

Mürabehe ve tevliye ancak misli (benzeri) olan sermaye ile alın­mışsa doğru olabilir.

Öz sermayeye, bez ağırdıcmın, [64]boyacının, nakış yapıcının, el­bisenin etrafını ipek veya pamukla örenin ücretini, masraflarını ve hamal ücretini eküyerek, onlân da sermayeden saymak caiz olur. An­cak devrettiği zaman bana şu kadara mal olmuştur diyecek, ben şu kadarla satın aldım demiyecektir. Eser ikinci müşteri, mürabehe me­selesinde hiyanet yapıldığına muttali olursa, Ebû Hanife (R.A.) ye gö­re, muhayyerdir, dilerse, denilen sermaye ile kabul eder, dilerse sreri çevirir.

Eğer tevliye meselesinde  hıyaneti  görürse  sermayeden  fazlasını düşürür. Ebû Yusuf (R.A.) dedi ki; her iki şekilde de düşürür. İmamı-Muhammed (R.A.) «ikisinde de düşüremeze dedi.

Menkul bir şeyi, satın alan, nakletmedikçe başkasına satamaz, Ebû Hanife ve Ebû Yusuf (R.A.) a göre. daha teslim almazdan evvel gayri menkul akarı (araziyi) satabilir. İmamı Muhammed «Arazinin de teslim alınmazdan evvel satılması caiz değildir» dedi.

Bir kimse ölçekle satılanı, ölçekle, tartıyla satılanı, tartıyle satın alıp teslimlenirse, sonra ölçekle veya tartıyîe başkasına satarsa, ikinci müşteriye bu malı tekrar ölçmeden ve tartmadan, ne yemesi ne de başkasına satması caiz olamaz.

Sermayede, daha vermezden evvel (sermayedarın) tasarruf et­mesi caizdir.

Alıcının, sövlenen fiyattan daha fazlasını satıcıya vermesi caiz­dir. Satıcının, alıcıya satılan maldan daha fazlasını vermesi caiz ol­duğu [65] gibi. Sermayeden eksiltmek caiz olur. İstihkak (başkasının malı olmak) hepsine (yâni asi iie eksilenin tamamına) teallûk eder [66]

Bir kimse hazır para ile satış yaparsa bilâhare malını bir müdde­te kadar borca verirse, alış veriş borca tahvil edilir. Zamanı gelmiş. alacağın sahibi, bir. müddet mühlet verdiği zaman o müddete tehir edilir. Ancak elden verdiği net paranın tehiri caiz değildir. Zamanı geldiğinde derhal verilmesi lâzımdır.

 

Riba (Faiz) Bahsi:

 

Her ölçülen ve tartüanda (velev kî yenHmese dahi) cinsiyle fazla olarak satılırsa, riba (fazlalık) haramdır.

Ribanın illeti: [67] cinsiyle beraber (satıldığı zaman) ölçek ve tar­tıdır.

 (Cevhere)

Eğer ölçek veya tartıyle satılan mallar, cinsleriyle eşit olarak satılırsa caiz olur. Eğer fazlasiyle satılırsa caiz değildir. Ribâlı nesnelerden iyi­yi kötü ile satmak ancak eşit olduğu halde caizdir (yâni birisi iyidir diye kötünün fazlasiyle satılması caiz olamaz). Eğer iki vq.sıf yok olur­sa yâni; ayni cinsten olmak, ölçek veya tartıyle satmak vasıfları yok olunca birbiriyle fazla ve te'hirü satılması helâl olur. îki vasıf bulun­duğu zaman fazlasiyle ve te'hirü (yâni biri hazır diğeri değil) satış haram olur. Eğer vasıflardan birisi bulunur diğeri bulunmazsa fazla­siyle satış helâl, te'hirli satış ise haram olur.

O, şey ki, Resûl-i Zişan (S.A.V.) onun, ölçek yönünden cinsiyle fazla satılmasını haram kılmıştır, halk, şu zaman ölçekle satılmasını terkederlerse dahi, o ebediyete kadar ölçülen şey kabul edilir. Tuz, hurma, arpa ve buğday gibi... O, şey ki Resulullah (S.A.V.) tartı yö­nünden cinsiyle fazla olarak satılmasını kesinlikle haram kılmıştır o şey daima tartılrmşlardan itibar olunur. Altın ve gümüş gibi... Re-sulullah (S.A.V.) in kesinlikle belirtmediği şey ise, halkın âdetine hamlolunur. (Eğer halk onu ölçekle satarsa ölçülenlerden, eğer tar­tıyle satarsa tartılandan sayılır.)

Semenlerin cinsi üzerine vâki olan sarf akdinde, (yâni sarraflık­ta) iki ivezin (paranın) da ayni mecliste alınmasına itibar olunur, (yâni lâzımdır).

Semenler üzerine vâki olmıyan faizli şeylerdeki sarraflık akdinde ancak tayin edilen itibar olunur, ayni mecliste teslim almak itibar olunmaz. Yâni şart değildir.

Buğdayın, unla veya kavutla (kavuzla) satılması caiz değildir.

Ebû Hanife ve Ebû Yusuf (R.A.) nezdinde kesilmiş etle canlı hay­vanı satın almak caizdir.

İmamı Muhammed «ancak kesilmiş et, canlı hayvanın etinden daha fazla ise caizdir» dedi.

Olmuş yaş hurmayı, kuru hurma, yaş üzümü, kuru üzümle eşit olarak satmak (değiştirmek) caiz olur. Zeytinleri, zeytinyağıyle, su­samları susam yağıyle değiştirmek, ancak net yağın, zeytin ve susam­da bulunan yağdan daha fazla olunması bilinirse'caiz olur. Ta ki, yağ misliyle değiştirilmiş ve fazlası da net yağın çıkartılmasının karşılığı olsun.

Ayrı hayvanların etlerini fazla olarak yekdiğeriyle değiştirilmesi caiz olur. Böylece sığır ve koyunun sütlerini, hurmadan yapılmış sir­keyi, üzümden yapılmış sirke ile değiştirmek caiz olur. Pişirilmiş ek­meğin buğday ve unla fazla olarak değiştirilmesi caiz olur...

Köle ile efendisi arasında, müslüman ile darı- harbde olan harp edici kâfir [68] arasında ribâ yoktur, (yânı bîr ölçek buğday verip on ol?ck buğday alabilir.)

 

Selem [69] Bâhsi:

 

Ölçülen tartılan, büyüklük bakımından aralarında pek fark ol­mayan ve tane ile satılan -ceviz ve yumurta gibi- ve metre ile satı­lan nesnelerde de selem (selef), caizdir. Sayı ile hayvanlarda, azala­rında ve derilerde, yük ile odunlarda ve bag ile yoncada selem caiz değildir.

Kendisi için selem parası verilen nesne, selem edilen çağdan tes-Um zamanına kadar dayananlardan olmadıkça selem caiz olamaz. Se­lem ancak gelecek zamanı bağlanırsa sahih olabilir. Ancak muayyen bir- zamana kadar olursa caiz olur.

Belli bir kişinin ölçeği ve metresiyle, belli bir köyün taamından ve belli bir ağacın hurmasından selem cMz olamaz. İmamı Ebu Hanıfe (R \) nezdinde selem âkid yapılırken ancak söylenen yedi şartla sa­hih olabilir:

 1 -Malûm cinS;

 2 -Belli nev'i,

 3 - Belli sıfat (iyisi, or­tası siM)

 4 - Malûm miktar,

 5 -Malûm bir müddet

 6 -Sermaye miktarının bilinmesinle âkîd ilgili ise,  (ölçülen, tartüan ve sayılanlar gibi)   bilinmesi

 7-Eğer malın teslimi için ücret lazımsa malın tes­lim edileceği yerin isîmiendirilmesidir. Ebû Yusuf ve Muhammed (R. A ) dediler ki; sermaye muayyense teslim edilecek yerin isimiendırıl-mesine ihtiyaç yoktur. Ancak akdin olduğu yerde teslim eder. Selem parasını alan şahıs, parayı almazdan evvel aynhrsa selem sahih olmaz. Ne sermayede ve ne de selem edilmiş malda alınmazdan evvel tasar­ruf etmek caiz olamaz. Selef edilmiş malda, başkasını ortak yapmak veva devretmek caiz değildir. Elbiselerde uzunluğu, genişliği ince ve­ya kalınlığı söylendiği zaman selem (selef)  caiz olur. Mücevher    ve boncuklarda selem caiz değildir. Muayyen bîr kalıp şart ettıgı zaman kerpiç ve kiremitlerde yapılan selemde beis yoktur.

Sıfatı mazbut ve miktarı bilinen her şeyde selem caiz olur.

Sıfatı mazbut olmayan ve miktarı bilinmeyen nesnelerde selef caiz de­ğildir. Köpek, pars ve diğer yırtıcı hayvanların satışı caizdir. İçki ve domuzun satışı caiz değildir. İpek böceğinin ancak ipeğiyle beraber, arının ancak kovaniyle beraber satışları caiz olur.

Zımmiler, alış verişlerinde müsîümanlar gibidirler. Ancak içki ve domuzda ayrılırlar. Zira onların içki satışı Müslümanların şıra satışı,, domuzu satmaları ise, nıüslüma.nm koyun satması gibidir.

 

Sarf  (Sarraflık)  Bahsi:

 

Sarf: İki tarafın para olduğu bir alış veriştir. O halde eğer gümü­şü gümüşle veya altını aîtmîa satarsa ancak tartı bakımından eşit olurlarsa caiz olur. Velev ki ayarı ve el emeği bakımından farklı ise­ler de.

Daha ayrılmazdan evvel iki paranın ayni mecliste verip alınması lâzımdır. Eğer altını gümüşle satarsa, fazla vermek caiz olur, fakat derhal ve aynı mecliste iki paranın verip alınması lâzım gelir. Eğer sarf muamelesinde daha iki para veya birisi alınmazdan evvel aynlır-salar âkid bozulur.

Sarraflık parasını almazdan evvel sarfetmesi caiz olamaz. Tahmi­ni olarak altını gümüşle satmak caiz olur. Donatılmış Ve süsü elli dir­heme müsavLolan bir kılıcı yüz dirhemle alan kişi, fiyatın elli dirhe­mini peşin verirse alışveriş caiz olur. Her ne kadar beyan etmezse bile o verilen para, kılıçta bulunan gümüşün karşılığıdır. Eğer «al bu elli dirhemi ikisinin parası yerinde» desa yine o para gümüşün karşılığı olur.

O, meclisten ayrılınca, bir şeyler verip almazsalar, hem hülye (süs) ve hem de kılıç hakkında muamele, hülyenin kılıçtan ayrılması kılıca zarar getirirse bozulur. Şayet zarar getirmeksizin ayrılırsa kılıç hakkında âkit caiz, ancak hülye hakkında ise batı] olur.

Gümüşten yapılmış bir kabı, (gümüş veya allınla) satın alıp pa­ranın bir kısmını aldığı bir kısmını p ladığı halde ayrılırsa alınma­mış miktar hakkında âkid bozulur, an-e&'k alınmışın hakkı sahih olur ve kab aralarında müşterek (ortak) olur. Eğer satıştan sonra kabın bir kısmının başkasının malı olduğu tebeyyün ederse, alıcı serbesttir; dilerse geri kalan kısmı pahasiyle kabullenil, dilerse geri çevirir.

Eğer külçeden bir parça satın aldıktan sonra, bir kısmının başka­sının malı olduğu anlaşılırsa geri kalanı, hissesiyle alır ve cayamaz.

İki dirhem ile bir altını, iki altın ile bir dirheme değiştirirse, alış verişi caiz olur. Cinslerin her birisi diğer cinsin karşılığı olur. Kim ki on bir dirhemi, on dirhem ile bir altına satarsa alışveriş caiz olur; on dirhem benzerlerinin karşılığıdır, bir altın ise bir dirhemin karşılığı olur.

İki saf, bir karışık dirhemin, iki karışık bir saf dirhemle değişti­rilmesi ,.câiz olur. Dirhemlerde çoğu gümüş ise gümüş sayılırlar, dinar­larda çoğu altın ise altın sayılırlar, saf gümüş ve altınlarda itibar olu­nan fazlasiyle satılmanın haramlığı, bu çoğu gümüş ve altın olanlar­da da itibar olunur.  

Eğer fazlaları katışık madde ise, dirhem ve dinarlar (altınlar) hükmünde değildir, O halde katıştıkları, çinsl.atiyle fazla olarak satı--lırlarsa caiz olur. Katışık para ile, bir malı satın alırsa sonra o para geçmez olursa ve halk onunla muameleyi terkederse imam-ı Azama göre bu alışveriş bozulur. Ebû Yusuf (R.A.) «alışveriş için günü kıy­meti ne ise onu vermelidir» dedi. îmam-ı Muhammed (R.A.): «En son olarak halk onu kaça bozarsa onu vermelidir» buyurdu. Belirtmese dahi, geçer pullarla (paralarla) alışveriş caiz olur. Eğer geçer değilse belirUneksizin onunla muamele caiz olamaz. îmam-ı Ebû Hanife (R. A.) nezdinde, birisi geçer para ile satarsa bilâhare o para tedavülden düşerse alışveriş bâtıl olur. Kim ki, bir şeyi fulüsün yarım dîrhemiyle satın alırsa alışveriş caiz olur, bir fulustan yarım dirhemle satılan bir şeyin öbür tarafa vermesi lâzım gelir.

Kim ki sarrafa tam bir dirhem verip ccbu dirhemin yarısiyle bana fulus (ufak para) ver, diğer yarısiyle bir tanecik eksik olmak suretiy­le yarım dirhem ver» dese imam-ı Ebû Hanîfe'ye göre hepsinde de alışveriş fasit olur.

Ebû Yusuf ve Muhammed dediler ki, fuiuslar hakkında alışveriş caiz, diğer kısım da bâtıldır. Eğer «yarını dirhemlik fulus, (bozuk para) ve ikinci yarımı da bir tane (para) eksik olarak bana ver» dese alışveriş caiz olur. O fuiuslar ve bir tanesi eksik olan yarımı, bir dir­hemle satın almış oluyor.

 

Rehin Bahsi:

 

Rehin, vermek ve kabullenmekle münakid, ve teslim almakla ta­mam olur. Mürtehin, (alacaklı) rehni, derli toplu, (borçlunun mül­künden çıkmış) ve ayırdedilmiş bir şekilde elde ederse, rehin akdi ta­mam olur. Alacaklı, rehini almadıkça, borçlu muhayyerdir; dilerse teslim eder, dilerse rehin vermekten cayar. Borçlu, rehini alacaklıya teslim edip oda kabullenirse, o mal alacaklının zimmetindedir.

Rehin ancak mazmun olan borç (yâni verilmesi kesin olan borç) için, verilir. Rehinin ve borcun kıymetinden hangisi daha azsa, rehin onunla alıcının elinde durur. (Eğer rehin telef olursa, o kıymetle alı­cıdan gider). Alıcının elinde iken rehin helak olursa, kıymeti de borç­la eşit ise alıcı hakkını hükmen almış sayılır. Eğer rehnin kıymeti ala­caktan daha fazla ise, fazla olan kısım alıcının elinde emanettir [70]. Eğer alacaktan daha azsa onun miktarı alacaktan düşer, geri kala­nını alıcı, borçludan alır. Taksim olunmamış malı, ağacın başındaki meyveyi,, ağaçsız, tarladaki ziraati tarlasız rehin vermek caiz olamaz. Nasıl ki, yeri ve ağacı,. ziraatsiz ve meyvesiz rehin vermek caiz de­ğilse...

Emanetler, mudarebe (kânna ortak olmak şartiyle verilen ser­maye) paralan ve şirket malı (gibileri) rehin vermek doğru olamaz.

Selem sermayesi, sarf fiyatı ve selem edilmiş mal rehin olarak verilebilir. Eğer âkid meclisinde rehin verilen selem ve sarf sermaye­leri helak olursa, sarf ve selef muamelesi tamam olur ve alıcı 4a hük­men hakkım almış sayılır. Eğer iki taraf rehni, âdil bir kişinin yanma bırakmaya razı olursalar caiz olur. Ne alıcı, ne de borçlu rehni tek başına âdil kişinin elinden alamaz. Eğer âdil kişinin elinde rehin he­lak olursa alıcının zimmetinden gider. Dirhem ve dinarların rehin olunması caizdir.

Dirhem, Dînar, ölçülen ve tartılan nesnelerin rehni caizdir. Cins­leri karşılığı rehnedilip helak olursalar borçtan benzerleri düşer, velev ki iyilik ve elemeği bakımından bir değilseler .

Başkasında alacağı olan, borçludan alacağının benzerini alıp sarf edip bilâhare katışık olduğunu anlarsa, İmama Ebû Hamfeye göre,. başka bir hak iddi& edemez. Ebû Yusuf ve Muhammed «katışığın ben-S geri verir, iyilerini alır» dediler, iki kölesini bin dirhem ıçm, rehin eden kişi, bir köleye düsen payı verirse borcun diğerini verme­dikçe o köleyi geri alamaz.

Borçlu alacaklıyı veya âdil bir kimseyi veya bunlardan başkası­nı borç zamanı geldiği için rehninin satılmasına vekil kılarsa bu çeşit vekâlet caizdir. Eğer rehnin ta akdinde vekâlet işi şart koşulmuşa, borçlu vekili düşüremez, azlederse dahi düşmüş sayılmaz.

Eğer borçlu (ve alacaklı) ölürse dahi vekil azlolunmaz. Alacaklı, borçludan hakkını ister ve alacağından ötürü borçluyu hapsettırebılır. E&er rehin alacaklının elinde ise, alacağını onun fiatından almadıkça borçluyu onda tasaruf etmekten men edebilir. Ne zaman ki, borçlu, ala­caklının alacağını verirse, o vakit alacaklıya «Rehni sahibine teslim et» denilecektir. Alacaklının izni olmaksızın borçlu rehni satarsa sa­tış muamelesi durdurulmuştur; alacaklı caiz kılarsa veya borçlu ala­caklının hakkını verirse satış caiz olur.

E£er verecekli, rehin olan köleyi azat ederse, azat olunur. Rehin olan köle azat olduktan sonra, borcun1 zamanı gelmişse, borçludan -zenginse^ borcunun edası istenecektir, daha vakti gelmeyen, borç­lardan ise azat olunan kölenin parası verecekllden alınır borcun za­manı gelinceye kadar kölenin yerinde rehin olunur.

Verecekli fakirse, köle, kıymetini kazannıcaya kadar çalıştırılır ve onunla borç ödenir. Verecekli rehni helak ederse yine hukum böy­ledir.

Bir ecnebi rehni helak ederse,.onun davacısı ve ödeticisi alacak­lıdır. Alacaklı o ecnebiden rehinin kıymetini alır, rehin olarak elinde tutar.

Verecekli, rehne karşı yaptığı cinayetini, ödemelidir. Alacaklının rehne karşı olan tecavüzün miktarı alacağından düşurulur.

Rehnin, verecekliye, alacaklıya  ve mallarına yaptığı zarar kendi­lerinden gider.

Rehnin muhafaza olunduğu evin kirası, alacaklıya aittir. Çobanın ücreti ve rehnin nafakası verecekliye (borçluya) aittir. Rehnin ziya­deleşmesi vereceklinin olmakla beraber asliyle birlikte rehin olarak kalır. Eğer ziyade olan miktar helak olursa karşılıksız olarak helak olur.

Eğer rehnin aslı helak olup ziyadesi kalırsa verecekli, o ziyadeyi hissesiyle rehinlikten çıkarır, borcu, rehin alman nesnenin alındığı gündeki kıymetiyle ziyadenin rehinlikten çıkarıldığı gündeki kıyme­tine taksim ederek rehnin aslına isabet eden miktar borçtan düşer, ziyadeye isabet eden miktarı derhal verip ziyadeyi kurtarır.

Relini arttırmak caizdir. İmam Ebû Hanife ve Muhammed (R.A.) nezdinde (rehne tam karşılık olsun diye) borcu arttırmak caiz değil­dir. Eğer borçta ziyadelik yaparsalar rehin o ziyadeliğin rehni olamaz.

Eğer tek bir şeyi iki kişiye ayrı ayrı olan borçlarından dolayı re­hin olarak verirse caizdir. O şeyin tümü her birisinin yanında rehin­dir. (Eğer helak olursa) her 'birisine, alacağı miktarı tazmin ettirilir. Verecekli iki kişiden birisinin alacağını verirse:, o şeyin hepsi diğerin elinde rehin olarak kalır, tâ hakkını alıncaya kadar.

Kölesini, müşteri kendisine belli bir şeyi rehin verecek şartiyle satarsa bilâhare müşteri de ayni şeyi rehin vermesinden imtina eder­se, verilsin diye zorlanamaz, öyle ise satıcı muhayyerdir, isterse o, rehinin terkine razı olur, dilerse alışverişi bozar, ancak müşteri pa­rayı hazır verip veya rehnin kıymetini rehin verirse alışveriş bozulmaz.

Alacaklı, rehni bizzat kendisi, ailesi, çocuğu ve evinde bulunan hizmetçisi koruyabilir. Eğer evinde olmayan birisiyle korursa veya emânet olarak birisinin yanma bırakırsa helak olunduğu zaman me­sul olur. Alacaklı, rehine saldırdığında gasip gibi, bütün kıymetini ta-zammün ecjer.

Alacaklı, rehini -vereçekliye âriye (teberru) yoluyle verdiği zaman alınmasiyle alacaklının zimmetinden çıkar. Burada vereceklinin elin­de helak olursa karşılıksız olarak helak olur.

Alacaklı, relini tekrar alabilir. O halde aldığı zaman mesuliyeti geri alır. Verecekli, öldüğü zaman vâsisi rehnı satar vereceğini ondan, öder. Öyle ise eğer vâsisi olmasa, kadı kendisine bir vâsi tâyin eder ve tâyin olunan vâsiye «malını sat, borcunu Öde» der.

 

Hâçr Bahsi:

 

Hacri icabettiren sebepler, üçtür:

 1-Küçüklük,

 2 -Kölelik,

 3 -Deliliktir.

Küçüğün tasarrufu ancak velisinin izniyle caiz olur. Köle ancak efendisinin izniyle taşaruf eder. Daima deli olanın tasarrufu hiç bir halde caiz değildir. Bu kişilerden berisi, alışverişi bildiği ve kasdettiği halde satar veya satın alırsa relisinin isteğine bağlıdır. Alışverişte maslahat varsa, caiz kılabildiği gibi fesih de edebilir.

Bu üç sebep, sözlerde hacri icap ettirir, fullerde ise icap ettirmez. Çocuk ve delinin ne alışverişleri, ne ikrâr.ları doğru ve ne de boşanma ve azat etmeleri sahih olur. Ama bir şeyi telef ederlerse mesuliyeti on­lara aittir.

Kölenin, kendisi hakkında söylediği nafizdir. Efendisinin hakkın­da ise, nafiz değildir. Eğer bir malı ikrar ederse, (yâni başkasının ma­lı bende var dese) hür olduktan sonra kendisine o malın ödenmesi lâ­zım gelir, kölelik halinde ise ödenmesi lâzım gelmez. Eğer had (ceza) ve kısası icap ettiren bir suçu ikrar ederse, derhal tatbik edilir. Köle­nin boşanması muteberdir.

İmam-ı Ebû Hanife (R.A.) dedi ki, sefih (aklı hafif olan) bir kim­se, baliğ, âkil ve-hür olduğu zaman üzerine hacr konulmaz, malında tasarrufu caizdir; ne kadar mübezzir, lehinde olmayan ve maslâhatsız yerlerde malını harcarsa bile.,.

Ancak Ebû Hanife (R.A.)- «Erkek çocuk gayrî reşit (sefili) olarak baliğ, olduğunda yirmi beş seneye varıncaya kadar Öz inalı kendisine teslim olunmaz» dedi.

 Fakat yirmi beşten evvel tasarruf ederse, tasarrufu nafizdir. (Çünkü hacr yoktur). Yirmi beş seneye varınca kendisinde reşitlik görülmese, bile malı kendisine teslim olunur.

Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) dediler ki: Sefih bir kimseye hacr konur, malında tasarruf etmekten men olunur.

halde eğer mahcur (hâcîrli) olan sefih, malını satarsa satışı nafiz olamaz. Eğer satışında bir maslahat varsa ancak hâkim onu ca­iz kılabilir.

Bir köleyi azat ederse nafizdir, fakat köleye, kıymetini ödemek için çalışmak düşer- Bir kadınla evlenirse nikâhı olur. Evlendiği ha­nıma vereceği mihrin miktarını belirtirse bile, belirttiği miktardan ancak mihri misli, (yâni o hanımın yakınlarının mihri) kadar mihir vermesi caiz olur, fazla kalan kısımsa bâtıl sayılır,

Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) dediler ki: Gayri reşit olarak baliğ olan bir kimsede reşitlik görülmezse malı ebediyyen kendisine teslim edilmez ve o malda tasarruf etmesi caiz olmaz.

Sefih kişinin malından zekâtı çıkarılır, ayni maldan çocukları­na, ailesine ve nafakası kendisine düşen yakınlarına nafaka verilir. Eğer haccetül İslâm (Farz hac) 'ı yapmak isterse men edilemez. Hac yoluna çıkınca, kadı, yol nafakasını kendisine değil, belki hacılardan emin ve güvenilir birisine verir o adam da yolda ona harcar.

Eğer hastalanır da hayır kapılarına vasiyetler yaparsa (Ölümün­den) sonra malının üçte birisinden vasiyetleri çıkarılır.

Erkek çocuğun baliğ olması, ihtilâm olmak, cinsi münasebette bulunduğu zaman gebe yapmak ve menisinin gelmesiyledir. Eğer bun­lar bulunmazsa Ebû Hanife (R.A.) ye göre, on sekiz senesini doldu­runca baliğ olur.            

Kız çocuğunun baliğ olması, hayız (âdet) kanını görmek, ihtilâm olmak ve gebe kalmakladır. Eğer bunlar yok ise on jıedi yaşını tamam edince baliğ olur.

Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed (R.A.): «Erkek ve biz çocuk­ları on beş senelerini doldurdukta baliğ olurlar» dediler. Erkek ve kız çocukları bulûğa yaklaşıp baliğ olup olmamalarında şüphe peydah olunca, kendileri «Biz baliğ olduk» dedikleri vakit söz onlarındır. On­lar baliğin hükmündedir [71].

İmam-ı.Ebû Hanife (R.A.) diyor kî: Borçtan dolayı, (kişiyi) hâcr (hapis) altına almam. O halde bir kişiye bir sürü borç yüklenirse,, alacaklılar da hapsetmesini ve hâcr altına alınmasını isterlerse ben onu hacr altına almam, eğer malı varsa hâkim malında tasarruf ede­mez, ancak malım satıp borcunu ödeyinceye kadar hapsedilir. Borcu dirhem olduğu halde dirhemleri de varsa -rızası olmasa bile- kadı, borcunu malından verebilir.

" Börcü dirhem olduğu halde dinarı .varsa, kadı, dinarlarını -bor­cunu ödemek için- satar;  

Ebû Yusuf ve Muhammed (R,A.) «alacaklı!ar( iflâs etmiş borçlu­nun hacrini isterlerse kadı, üzerine hacr koyar ve onu alışverişten, ta­sarruftan ve başkasına mal ikrar etmekten men eder, tâ ki, alacaklı­lara zarar vermesin. İflâs etmiş zat malını salıp borçlarını ödemekten imtina ederse, kadı, malını satar, alacaklılara hisselerine göre taksim eder,» der.

Eğer iflâs eden zat, hacr halinde iken başkasına hak ikrar eder­se, hazır malından eski borçları ödedikten sonra kendisine o hakkın' verilmesi lâzım gelir. Hacr zamanında iflâslı zata, eşine ve küçük ço-; cuklarına malından nafaka verilecektir.

İflâslınm malı olduğu bilinmez, alacaklılar da hapis edilmesini ister ve o da «benim malım yoktur» dese, hâkim satılan malın fiyatı, elden aldığı paranın bedeli ve âkitle kendisine lâzım gelen mihir, ke­falet gibi borçlar için derhal hapseder. Bu gibi borçlar hariç gasbettiği malın kıymeti, yaptığı cinayetlerin karşılığı ve kalan borçlar için hapis olunmaz. Ancak malının olduğu delille ispat edilir ve bu , gibi borçları vermezse hapsedilir.

- Kadı, böyle bir kimseyi iki veya üç ay hapsettiği zaman halini tetkik edecektir; eğer seryeti bulunmadı işe serbest bırakacaktır. Eğer delille malının olmadığı ispat edilirse yine bırakması lâzımdır. îflâslı kişi, hapisten çıktıktan sonra kadı, alacaklıları ondan uzaklaştıramaz belki onun arkasını takip ederler, fakat tasarruf etmekten, sefere çık­maktan men edemezler. Çalışmasından elde ettiği kazancının fazlası­nı alırlar, aralarında alacaklarına göre taksim ederler. Ebû Yusuf ve Muhammed «Hâkim onu müflis ilân ettiği zaman, alacaklıları on­dan uzaklaştırır, ancak malının olduğunu ispat ederlerse, uzaklaştır­ma yoktur» dediler. ...

Serveti için, ıslâh edici ise, fâsık bir kimseye hacr konulmaz. Eski fâsıklıkla yeni fâsıkhk arasında fark yoktur.

Kişi, belli bir kişiden (borçla) satın aldığı mal elinde olduğu hal­de iflâs ederse, o malın sahibi de diğer alacaklılara tâbidir. (Yâni bu benim mailindir, bari hepsini alayım diyemez.)

 

İkrar Bahsi:

 

Baliğ ve âkil olan hür insan (bir hakkın kendisinde olduğunu) ik­rar ettiği zaman, ikrar edilenin verilmesi kendisine lâzım gelir, ikrar ettiği hakkın miktarı meçhul (belirsiz) veya malûm olması eşittir. Meçhulü ikrar ettiği zaman kendisine «meçhulü beyan et» denir. Me­selâ: «Falan adamın bir şeyi bende vardır» dese o meçhul şeyi, kıy­meti olan bir nesne ile açıklamalıdır. (On kurnş gibi). Ancak bu açık­lamasında yeminle beraber sözü kabul olunur. Velev ki kendisi için hak ikrar edilmiş zat, ikrar edenin açıkladığı miktardan daha fazla bir hak iddia ederse dahi... «Falanın bir malı bende var» dediği za­man, o malın açıklanması için ikrar edene müracaat edilir, az ve çok ta onun sözü kabul olunur. Eğer «onun büyük bir malı bende vardır» deyip iki yüz dirhemden daha az tefsir ederse, sözü kabul edilmez. Eğer «çok dirhemleri vardır bende» deyip te on dirhemden az tefsir ederse yine kabul edilmez. Eğer «dirhemler» dese üç dirheme hamlolunur. Ancak üçten daha fazla bir rakamla tefsir ederse olur.

Eğer «onun bende bu kadar, bu kadar [72] dirhemi vardır» dese ön bir dirhemden az bir miktarla tefsir ederse (doğru) kabul edilmez. Eğer «bu kadar ve bu kadar dirhemi vardır bende» dese yirmi bir dir­hemden az bir miktarla açıklarsa doğru kabul edilmez. Eğer «onun için üzerimde ve tarafımda (vardır)» dese^bir borcun olduğunu ikrar eder. Eğer «yanımda veya beraberimde vardır» dese, elinde bir ema­netin bulunmasmMkrâr .eder. Eğer birisi muhatabına «benim sende: hin (dirhemim) vardır» dese, muhatabının; «Ölç veya bozuklarını ayırt veya bunun için bana müddet ver veya ben sana daha evvelden ver-, dini» demesi, o parayı ikrardır.

Gelecek bir borcu ikrar edeni, alacaklı borcun hususunda tasdik eder, fakat tehir hususunda yalanlarsa borcun derhal verilmesi lâzım gelir.

Kendisi için ikrar yapılan zat (alacaklı), borcun derhal verilip Verilmemesi hakkında yemine davet edilecektir. İkrar yapıp hemen ardında bir kısmını istisna (ayırtmak) yaparsa istisnası caiz ve geri kalan miktarın verilmesi kendisine lâzım gelir, tkrâr edilen miktarın, çoğunu veya azını istisna etmek eşittir.

İkrar ettiği miktarın tümünü istisna ederse, o miktarın hepsini vermesi lâzım gelir ve istisna bozulur. Eğer «onun üzerimde yüz dir­hemi vardır, ancak bir dinar veya bir ölçek buğday ondan eksiktir»

dediği zaman bir dinarın veya bir ölçek buğdayın kıymeti hariç olrnate üzere, yüz dirhemin verilmesi kendisine lâzım gelir. Eğer «onun ben­de yüz ve bir [73] dirhemi vardır» dese o yüzün tümü dirhem kabul olunur. Eğer «Onun bende yüzü ile bir elbisesi vardır» dese tek bir elbise kendisine lâzım gelir. «Yüzün» tefsirinde kendisine müracaat edilir.

Kim ki «eğer Allah dilerse falanın şu kadar hakkı bende vardır»

dese, ikrar ettiği miktar kendisine lâzım gelmez. Kim ki bir hakkı ca­yabilmek şartiyle ikrar ederse ikrar ettiği miktar kendisine lâzım gel­mekle beraber caymak şartı da bâtıl olur.

Bir evin (arsasının) başkasına ait olduğunu ikrar ederek üzerin­deki, bunları nefsi için istisna ederse, hem ev arsası hem de bina, ken­disi için ikrar yapılana ait olur.

Eğer «Bu evin binası benimdir, arsası falan adamındır» dese bu şekilde onun dediği gibi kabul edilir [74]. Bir kimse, sepette olan hur­mayı başkasınındır diye ikrar ederse, hem hurma ve hem de sepeti vermesi lâzımdır.

Ahırda olan hayvanın başkasının malı olduğunu ikrar ederse, yal­nız hayvanın verilmesi lâzımdır. Eğer dese ki: «Ben, mendilin içinde olan bir elbiseyi gasbettim» bu takdirde hem mendilin ve hem de el­bisenin verilmesi kendisine düşer.

Eğer: «Elbisenin içinde elbisesi bende vardır» dese iki elbisenin verilmesi kendisine lâzım olur.

Eğer «Onun on elbisesinin içinde bir elbisesi bende vardır» dese Ebü Hanife ve Ebü Yusuf (R.A.) nezdinde, ancak bir elbisenin veril­mesi kendisine lâzım gelir. İmam-ı Muhammed dedi: On bir elbise lâzım gelir. Bir kimse bir elbiseyi gasbettiğini itiraf eder ve kusurlu bir elbise getirip budur dese, yemin etmesiyle beraber sözü muteber­dir. Yine hüküm böyledir, başkası için kaç divhemi ikrar ettiği zaman « dirhemlerden gayem katışık dirhemlerdi» dese... Eğer «onun bende beşte beşi.vardır» der, çarpma ve hesabı irâde ederse, kendisine beş dirhem lâzım gelir. Eğer dese ki; «ben iki beşi irâde ettim» bu takdir­de kendisine onun verilmesi lâzım gelir. Eğer «onun bende birden ona kadar dirhemi vardır»» dese, kendisine, Ebû Hanefiye göre, dokuz dir­hem lâzım gelir. O halde birden dokuza kadar makbul sonuncusu olan onuncu ise sakıt olur.

Ebû Yusuf ve Muhammed: «Onun bütünü kendisine lâzım gelir» dediler.

«Ondan satın aldığım ve teslim almadığım kölenin parasından bende bin dirhemi vardır» c}eyip bir köleyi gösterirse kendisi için para ikrar edilen zata; «Eğer dilersen o köleyi ver, bin dirhemi al, aksi tak­dirde sana bir şey yoktur» denilecektir. Eğer bu para bir kölenin parasındandır deyip te köleyi tâyin etmezse Ebu Hanefi'ye göre ona bin dirhemin verilmesi lâzmı olur.

Eğer «Onun bende şarap veya domuz pahasından bin dîrnerm var­dır» dese bin dirhemin verilmesi lâzım olur ve açıklaması kabul edil­mez.

Eğer «Bir metâın (eşya) parası olarak onun bende bin katışık pa­rası vardır» dediğinde kendisi için itirafta bulunulan zat da, «Hayıı katışık değildir, belki saf paradır» derse imam-ı Ebû Hanife (R.A.) ye göre katışık olmayan bin (Ura) lâzım gelir [75].

Başkasına, bir yüzüğü ikrar edene, halka ile taşını birden vermesi lâzım gelir. Eğer kılıcı ikrar ederse, demiri, kılıfı ve takma kayışını vermelidir. Bir gerdek odasını (mahfeyi) ikrar ederse, odanın ağaç ve perdeleri dahil olur.

. Eğer falan kadının hamli için bende bin (dirhem) vardır, bu hami için filân adam bu miktarı vasiyet etti veya babası ölmüş ken­disine babadan kalma mirastır, derse, ikrarı doğru olur, eğer ikrarı müphem bırakırsa Ebû Yusuf (R.A.) a göre, ikrar sahih olmaz. Cari­yesinin veya bir koyunun hamlini başkasına ikrar ederse, ikrarı doğru olur ve ikrar olunmuş malın verilmesi lâzım gelir.

Daha evvelce borçlu olan bir kimse, ölüm döşeğinde iken bir ta­kım borçlarını ikrar ederse, hasta iken de belli sebeplerden bir takım borçlar altına girerse, bütün bu durumlarda sağlık zamanında ve belli sebeplerle hastalık zamanında kendisine lâzım gelen borçlar di­ğer borçlardan daha evvel verilir, bunlar verildikten sonra fazla mal kalırsa ölüm hastalığı halinde ikrar ettiği borcuna verilir. Sağ iken, hiç bir borcu yok ise, hastalık halinde yaptığı ikrarı caiz olur ve ken­disi için ikrar yapılan şâhıs, vârislerden daha evlâdır. (Yâni evvelâ ona, sonra vârislere verilir), pastanın vârisi için yaptığı ikrarı bâtıl­dır, ancak diğer vârisler hastayı doğrularsâlar" (ikrarı sahih ulur.)

Bir kimse, bir ecnebiye hastalığında mal ikrar eder, bilâhare o benim oğlumdur dese, ve oğlu olduğu da sabit,olursa (oğlu) için yaptı­ğı ikrar bozulur.

Ecnebi bir hanıma mal ikrar ettikten sonra onunla evlenirse, ona yaptığı ikrar bozulmaz. Hastalığında ailesini üç talâkla boşadıktan sonra, kendisinde alacağının olduğunu ikrar eder ve ölürse, hanım, ikrar edilen mal ve kocasından alacağı mirastan hangisi daha azsa onu alır.

Nesebi belli olmayan ve kendisinin evlâdı olabilecek bir erkek ço­cuğu evlâdımdır diye ikrar ederse ve o çocuk da (evet benim babam­dır, diye) onu doğrularsa hastalığı şiddetli dahi olsa çocuk onun olur vs mirasta vârislerle ortak olur. Kişinin, anne, baba, eş, ve âza*; eden efendiyi ikrar etmesi caiz olur.

n anne, baba, koca....ve kendisini azat eden efendiyi ikrar etmesi kabul olunur.

Ancak ikrar ettiği evlâdın kabul edilmesi, kocasının tasdikine ve­ya doğurduğuna dair ebe şahitliğine bağlıdır.

Ana, baba ve evlâttan başka, kardeş ve amca gibi bir nesebeyi ik­rar edenin ikrarı kabul değildir. Yakın veya uzak olan belli bir vârisi varsa, onlar mirası elde etmek bakımından «kardeşim ve amcamdı.?» diye ikrar ettiği şahıstan daha evlâdır.

Vârisi yoksa kendisi için «kardeşim veya amcamdır» diye ikrar yapılan şahsa miras düşer.

Babasının ölümünden sonra «kardeşimdir» diye birisini ikrar eden zatın, ikrarı ile kardeşliğini ispat etmeye çalıştığı zatın kardeşliği sa­bit olamaz, ancak mirasta ona ortak olur.

 

İcar Bahsi:

 

İcar, ivez (para) ile menfaatlerin üzerine yapılan bir âkittir. Men­faatler belli ve ücret malûm olmazsa, icar akdi caiz olamaz. Alışve­rişte semen olan nesnelerin icarda ücret olunması caizdir. Menfaatler, bazen müddetle belli olur, oturmak için evlerin, ziraat için arazilerin kiralanması gibi; bu. kiralanmada belli bir müddet ne kadar uzun olursa olsun- için anlaşmak doğrudur. Bazen de menfaatler çalışmak ve belirtmekle malûm olur. Elbiseyi boyamak veya dikmek için, bir hayvanı belli bir yük yüklemek veya belirttiği bir mesafede binmek için kiralamak gibi.

Bazen de menfaatler işaret etmekle malûm olur; bir kişiyi ken­disi için bir yiyeceği belli bir yere götürmek için kiralamak gibi. İçin­de neler yapacağını belirtmese dahi evler ve dükkânların icar edilme­si caizdir ve orada her şeyi yapabilir, ancak demircilik, bez ağırtıcılık ve değirmencilik yapamaz. (Ancak bunları yapmak için, kiralarsa ya­pabilir.)

Arazileri ziraat için icar etmek caizdir, o arazilere neyi ekeceğini belirtmedikçe, veya sana istediğin şeyi ekebilirsin diye veriyorum de­medikçe âlsid doğru olamaz.

Arsayı bina yapmak veya hurma ağaçlarını veya diğer ağaçtan dikmek için kiralarsa caiz olur. İcar müddeti......

tamam olunca binasını ve ağaçlarını kaldırmalı, arsayı boş olarak sahi­bine teslim etmelidir.

Ancak arsa sahibi evin ve ağaçların enkaz ve kesilmiş oldukları haldeki kıymetleriyle satiri almak ister, ev ve ağaç sahipleri de razı olur­sa, parasını verir kendisine baktırabüir. Veya bir müddet arsasında kal­maya razı olursa, o zaman ev icar edenin, arsa da sahibinindir. Hay­vanların, binmek ve yüklemek için icar edilmeleri caizdir. O halde eğer-binecek kimseyi belirtmeden binmek için kiralanmışsa, istediğini bindi-rebilir. yine istediğini giycürebilir, eğer elbiseyi giyecek olanı belirtme­den giymek için kiralarsa..

Eğer filân adam binsin veya elbiseyi giysin diye kiralarsa, bilâhare başkasını bindirir veya.başkasına gîydirirse ve bu suretle bir noksanlık olursa zâmin olur.

Böylece kullananın değişmesiyle hüküm de değişir.

Eğer bir kişinin oturması için evi kiralarsa, başkasını da oturtabi­lir. Eğer hayvana yükleyecek yükün nev'i ve' miktarı belli ederse, mese­lâ; beş ölçek buğday yüklerim dese, zarar vermek bakımında buğday benzeri veya daha hafifini -arpa ve susam daneleri. gibi- yükleyebilir. Buğdaydan daha zararlısını (ağırını) -tuz ve demir gibi- yükleye­mez. Eğer belli bir miktar pamuk yükletmek için kiralarsa, o pamuğun ağırlığı kadar demir yükleyemez. Eğer bir miktar buğday yüklemek için kiralarsa bilâhare ondan fazlasını yüklettiğinden dolayı hayvan helak olursa, ağırlığı ziyadeleştiren miktar kadar zâmin (mesulü) olur.

Eğer binmek içiri icar eder, sonra terkisine bir kişi daha alır ve bun­dan dolayı da hayvan helak olursa, yarı kıymetini vermek mecburiye­tinde bırakılır, bu mesuliyet ağırlıkla itibar olunmaz..

Eğer bindiği hayvanın-dizginini kendisine doğru çeker veya vurur­sa, hayvan da bu sebeple helak olursa İmam-ı Ebû Hanife (R.A.) ye gö­re, mesul olur.   .        '

Irgatlar (işçiler) iki kısımdır: Müşterek ve hususUşçi. Müşterek iş­çi o işçidir ki, çalışmayınca, ücreti hak etmez; boyacı "ve bez ağartıcısı gibi... Meta, işçinin elinde emanettir, eğer kaza ile helak olursa Ebû Hanife (R.A.) ye göre, hiç bir şeyin mesulü olmaz. Ebû -Yusuf ve Mu-hammed (R.A.) dediler ki, mesul olur. İşçinin çalışmasından ötürü te­lef olan şeyler, abartıcının vurmasından dolayı delinen elbise, hamraa-Im ayağının teaymasiyîe....kiracının yüke bağladığı ipin kopmasiyle ve (hızlı yürüttüğünden dolayı) geminin batmasiyle, telef olan malın kıymeti tazmin ettirilir. Ancak gemide boğulanla hayvandan düşüp ölenden mesul değildir.

Kan alıcı, kan aldığı, iğneci iğne vurduğu zaman, mûtadı (nor­mali) geçmezse o kan almak ve iğne vurmakla telef olanın mesulü olamaz

Hususi işçi: çalışmazsa bile belirtilen müddette kendisine çalış­madığı ve ücret sahibine teslim olduğu için ücrete müstehak olan iş­çidir. Bir ay müddetle hizmetçiliğe veya koyun çobanlığına kiralanmış bir kimse gibi... Hususî işçi elinde veya çalışmasında telef olan mal­dan mesul tutulamaz.

Şartlar, alışverişi "bozduğu gibi icarı da bozar. Hizmet için bir kö­leyi icar eden, o köleyi beraberinde sefere götüremez, ancak götürmeyi şart koşarsa. (O zaman götürebilir). Mekke'ye kadar bir hevdec [76] (mahmii) ile iki biniciyi bindirmek için bir deveyi kiralamak caiz olur ve halk arasında mutad olan bir mahmili yükletmelidir. Deveci daha evvelce mahmili görürse daha iyi olur. Bir deveyi zahiresini yüklet­mek için icar ederse, yolda o zahireden yerse, yediğinin miktarını yol­da tekrar yükletebilir.

Ücret yalnız âkitle vacip olamaz. Ancak üç sebepten birisiyle lâ­zım olur:

 1) Ya acele vermek şart koşulmakla,

 2) Veya şartsız olarak acelece vermekle,

 3)  Veya icar müddetinin tamamlanmasiyle    lâzım olur.

Bir evi kira edenden ev sahibi her günün ücretini isteyebilir. An­cak âkid yapılırken para vermek vakti beyan edilirse (o vakit gelmez­den evvel istenilmez).

Bir deveyi Mekke'ye kadar kiralayandan, deveci her konak başın­da o konağın ücretini isteyebilir. Bez ağartıcı ve terzi ücretini peşin almayı şart koşmadığı takdirde işi tamam etmezden evvel ücreti iste­meye yetkili değildir.

Bir fırıncıyı, evinde, bir ölçek unu bir dirhemle pişirsin diye kira­larsa, ekmeği tandır (yer fırını) dan çıkarmadıkça ücret alamaz

Düğün yemeğini pişirsin diye, bir aşçıyı kiralarsa,.yemeği kaplara boşaltılması da aşçıya düşer.

Kendisine kerpiç kessin diye bir kişiyi kiralarsa ancak kurumuş kerpiçleri yerinden kaldırdığı zaman -İmam-ı Azama (R.A.) göre- ücreti hak eder. Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) e göre, istif yapma­dıkça ücreti hak edemez. Eğer terziye: «Bu elbiseyi farisi biçiminde dikersen sana bir dirhem, Rumî biçimi dikersen sana iki dirhem var­dır» dese caizdir. Hangi biçimle dikerse o ücrete müstehak olur.

Eğer «Bugün dikersen bir dirhem, yaım dikersen yarım dir­hem var» dese, terzi birinci gün dikerse bir dirhemi alır, ikinci gün dikerse İmam-ı Ebû Hanife (R.A.) ye göre, ücretümisil (yâni benze­rinden ne alırsa ondan da onu alır)» fakat bu ücretilmisil de yarım dirhemi geçmemelidir. Eğer dese ki: «Bu dükkânda âttar (koku satan) olarak durursan kirası bir dirhem, haddad (demirci) olarak oturursan aylık iki dirhem olsun.» Bu iki şart da caizdir. Hangi işi yaparsa Ebû. Hanife (R.A.) ye göre, onun kirasını vermesi lâzımdır.

Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) dediler ki: Bu biçim icar bâ­tıldır.

Bir evi her ay bir dirhemle icar ederse tek bir ay için âkid doğru­dur. Diğer aylar için sahih değildir. Ancak bütün ayların adedini söy­lerse o zaman sahih olur, (meselâ on ay beheri için bir dirhem.)

Kiracı ikinci aydan tek bir saat kadar evde durursa ikinci ay hak­kındaki akitte caiz olur, ev sahibi, o ay tamam almadıkça onu çıkara­maz. Her ayki, başlangıcında bir saat filân durursa hükmü budur.

Bir senelik bir evi on dirhemle icar ettiği zaman «her ayın (umu­mî) ücretten karşılığı şu kadardır» diye belirtmezse bile caizdir. Ha­mamcı ve kan alıcının ücret almaları caiz olur. (Yâni hamam işlet­mek ve kan tahlili ve aldırması sanatinde çalışmakta hiç bir beis yok­tur.)

Tekenin keçileri aşması için, ücret almak caiz değildir. [77] Ezan okumak, ikamet etmek, [78] hac yapmak, türkü söylemek ve-ağlamak için başkasını kiralamak caiz olamaz.

Ebû Hanife (R.A.) ye göre, taksim olunmamış müşterek mal an­cak ortağa icarla verilir.

Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) dediler ki: Taksim olunmayan. mal, ortaklardan olmayanlara ola icar ile verilmesi caizdir. .

Malûm bir ücretle çocuğa dadı (sütannesi) icar etmek caiz olur. Dadıyı, yiyeceği, içeceği ve giyeceği ile kiralamak caizdir. Dadıyı ki­ralayan, kocasını cinsî münasebetten men edemez. Eğer gebe kalıp sütünün çocuk için muzır olacağından korkarlarsa icarı bozabilirler.

Dadıya, çocuğun yiyeceğini yararlı bir hale getirmek lâzımdır. Eğer dadı süt müddetinde çocuğa koyun sütü emzirirse kendisine ücret yoktur.

Çalıştığı işte etkisi olan her usta, -bez agartıcı ve boyatıcı gibi- işi yaptıktan sonra ücretini alıncaya kadar malı yanında bıraktırabilir. Çalışmasının her hangi bir tesiri olmayan -hamal ve kaptan gibi- ücretini alsın diye malı hapsedemez.

Ustanın çalışılması şart kılındığı zaman, usta, başkasını o işte çalıştıramaz. Eğer "Bana su işi yap» dese, usta birisini icar edip çalış­tırabilir.

Elbise sahibi; «kattan olarak dikmeni emrettim?» iddiasında, terzi de: «İç gömlek olarak dikmemi söyledin» derse veya elbise sahibi bo­yacıya: «Kırmızıya boyamanızı emrettiğim haide sarıya boyamışsın» dese yeminiyle beraber elbise sahibinin sözü kabul olunur. Elbise sahi­bi yemin ettiği takdirde terzi mesul olur (boyacının hükmü de bu­dur.)

Elbise sahibi :«Bana ücretsiz olarak dikti > diye iddia eder, usta da ücretle diktiğini söylerse, Ebû Hanife (R.A.) ye göre, elbise sahibinin yemin etmesiyle sözü kabul olunur.

Ebû Yusuf (E.A.) dedi ki, eğer bu usta daha evvelce de bu adama çalışıyorsa bu sefer de ücretini alacaktır, eğer daha evvel ona çalışma-mışsa bu defası ücretsiz olur. îmam-ı Muhamnıed (R.A.) dedi ki: Eğer ustanın böyle işleri ücretle yaptığı meşhursa «Ben ücretle yaptım» demesi kabul olunur.

Bozuk olan bir icarda ücreti misil (benzerinin ücreti kadar ücret) lâzımdır. Fakat söylenen -ücretten fazla almamak şartiyle oturmazsa hile kiraladığı, evi teslim aldığı zaman ücretin verilmesi kendisine lâ­zım olur.

Eğer birisi onun elinden kiraladığı evi gasbederse evin ücreti dil

Eğer kiracı evde durmaya zarar veren biv sey görürse, icar mua­melesini bozabilir. Kiralanan ev harap olursa veya arazinin veya de­ğirmenin suyu kesilirse icar muamelesi kendiliğinden bozulur.

Kendi nefsine icar akdettiği halde, iki t aı aftan birisi ölürse icar muamelesi bozulur. Eğer başkası için akdetmişse bozulmaz. Hayan şart (yâni cayma şartı) icar muamelesinde sahihtir, (doğrudur). İcar muamelesi özürlerle (eksiklikler) bozulur. Çarşıda ticaret yapmak için bir dükkânı icar edip iflâs etmek, evini dükkânını kiraya verdikten sonra iflâs etmiş, ancak ev ve dükkânın satılmasiyle ödeyebilecek borçlar kendisine terettüp eden kimse gibi. Bu surette-kadı, icar ak­dini bozar, onun evini ve dükkânını, borcunu ödemek için satar.

Sefer etmek için bir hayvanı icar edip sonra sefere gitmemesini icap eden bir hal beliren kimse gibi.. Bu zatın bu durumu özürdür. Eğer mikâreciyi (hayvanını kiraya vereni) seferden men edici bir sebep peyda olursa özür sayılmaz. (Zira bir insanı kiralayıp hayvanın başında gönderebilir.)

 

Şüf'a [79] Bahsi:

 

Evvelâ satılan malda ortak olana, ondan sonra satılan malın hak­kında -su ve yolu gibi- ortak plana daha sonra komşuya, şüf'a hak­kının tanınması vaciptir. Satılan malda ortak olan olduğu halde yol­da ve suda ortak ve komşuya şüf'a hakkı yoktur (ve iddia edemezler.)

Eğer satılan malda ortak olan zat Şüfadan vazgeçerse, yolda or­tak olana şüf'a hakkı intikal eder. Eğer o da vazgeçerse şüf'ayı komşu alır.

Şüf'a, satışın akdiyle vacip olur, (şufa hrtkkımı kullanırım diye) şâhid edinmekle istikrar bulur. Müşteri şuf'ayı teslim veya hâkim şufa ile hükmettiği zaman şuf'adar teslim alırsa mülk edinir. -

Şuf'adar, ortak malın satıldığını bildiği zaman hemen o mecliste suf'a hakkını talep edeceğine dair şâhid edinmeli ve ondan sonra ora­dan kalkmalıdır. Mal daha satıcının elinde ise, satıcının yanında şufa hakkını talep edeceğine dair şâhid edinir veya satın alana giderek ve­ya gayrimenkulun yanında şâhid edinir. Bunu yaptığı zaman şufa hakkı sabit olur. îmam-ı Ebû Hanife (R.A.) ye göre, şufadarm şufa hakkını biraz geçirmesi bilâhare isteme hakkını düşürmez.

 İmam-ı Muhammed  (R.A.)  dedi ki; Eğer şâhid edindikten sonra (özürsüz olarak)  bir ay şufa hakkını terkederse şuf'ası bozulur.

Taksimi mümkün olmadığı halde yine de gayri menkulde şuf'a vaciptir. Ticaret mallarında ve gemilerde şuf'a yoktur. Müsülman ile zımmîler şuı'ada eşittirler.

Mal olan bir paha ile mülk edindiğinde gayri menkulde şuf'a va­cip olur. Mihir olarak verilen, kadından hûi'u [80]bedeli olarak alı­nan, başka evin kirası olarak verilen, kasden öldürülmenin sulh yo­luyla bedeli olarak verilen ve karşılığında küle azat edilmiş evde şuf'a yoktur. Davalının hakkı inkâr etmesinden veya hakkı ikrar etmek­ten sükût etmesinden dolayı (davacıya malının geri verilmesi için) sulh yoluyla verilen evde de şuf'a hakkı yoktur. Eğer dâvâlı, sulh yo-lııyle hakkı ikrar edip ev alırsa şuf'a sabit olur.

Şufadar, kadıya gelip ortak malın satıldığını iddia edip şuf'a hakkım talep ettiği zaman, kadı dâvâlıdan sorar; Eğer dâvah davacı­yı şufadar yapan mülkünün olduğunu ikrar ederse (ne güzel) eğer itiraf etmezse kadı, davacıdan delilini getirmesini isteyecektir. (Yâni ispata çağıracaktır). O halde eğer, davacı ispattan âciz kalırsa, kadı, müşteriyi davacıyı şufadar kılan mülke sahip olduğunu bilmediğine dair Allaha yemin eder misin?» diye yemine davet eder.

Eğer dâvâlı, yemin etmekten imtina . eöer veya davacının şufadar olduğunu ispat eden bir delil bulunursa, kadı davalı­dan; »sen bu malı satın mı aldın yoksa?» diye soracaktır. Eğer dâvâlı satın aldığını inkâr ederse, şuf'adara; «dâvâlının bn malı satın aldı­ğını ispat et» denilecektir, eğer şufadar ispattan âciz kalırsa, kadı, müşteriyi (dâvâlıyı) «Allah'a yemin ederim, bu malı satın almadım veya onun (davacının) zikrettiği yönden bu evde bana herhangi bir şuf'a terettüp edemez» diye yemin ettirir.

Şufadar, semeni (parayı) kadı'mn meclisine getirmemişse bile şuf'a hakkında münazaa (münakaşa) caizdir. Kadı, şuf'adara hük­mettiği zaman kendisine derhal semenin getirilmesi düşer.

Şuf'a yoluyla elde ettiği evi, kusurunu görmek veya kendisini gö­rüp beğenmemek suretiyle çevirebilir.

Eğer şuf'a sahibi, satanı elinde satılmış mal olduğu halde kadı huzuruna getirirse şufa hakkında onunla münakaşa edebilir. Kadı şufaöann delilini, müşteriyi getirmeyince dinlemez. Ancak müşteri­nin huzurunda alışverişi bozar, şuf'ayı    satana    yükletir, onu mesul

kılar.

Şufa sahibi, ortak malın satıldığım haber aldığında ve şufa hak­kına kudreti   olduğunda   kullanacağına    dair şâhîd    edinmezse......

hakkı iptal olunur.   mecliste şâhid edinir.

Yine 5ufa hakkı iptal olunur yanında şâhid uf'â hakkı iptal olunur.

sTifadarın (caymak müddetinde)vacip olur sı yoktur. Eğer caymak şartını ka

 birisi şarap veya domuzla bir evi »tın alırsa, ve ole edi,         

mukabilinde hibe ederse o zam* sözü verilen kıymet hakkında^ihtilafa kabul olunur. Eğer MÜŞteri daha Uta. med (R.A.) e göre, 5"' '" T müşteriden para daha alınma­sın daha aZ parayayni zamanda sata-şuf'adardan da düşer.

Eğer satıcı, alıcıdan bütün parayı almazsa, şufadardan o para sakıt glamaz. Müşteri satıcıya fazla para verirse o fazla parayı ala­maz.

Birkaç şufadar, bir araya gelirse, paylarına düşen mülklerinin , azlık ve çokluğuna bakılmaksızın şuf 'a, aralarında eşit bir şekilde tak­sim olunur. Bir evi, ticaret mallariyle satın alırsa şufadar o evi malın kıymetiyle alır. Eğer bir evi ölçülen veya tartılan nesnelerle alırsa şufadar onların misliyle geri alır. Eğer bir gayri, menkulü, diğer bir gayri menkulle satarsa şufadar her birisini diğerin kıymetiyle alır. Şufadara malın bin lira ile satıldığı ulaştığı için şurasından vazge­çerse, sonra, daha az bir fiyat buğday veya arpa ve -ki, onların fiyat: bin lira veya daha fazladır- satıldığını haber alırsa, evvelki vazgeç­mesi iptal olunur, şuf a hakkı bakîdir. Eğer bu malın altınlarla satıl­mış olduki, o altınların kıymeti bindir- belli olursa, iptal ettiği şuf a hakkı yeniden geri gelemez.

Şufadara, alıcı falan adamdır dendiği için şuf'a hakkından vaz­geçtiyse sonra alıcının başkası olduğunu öğrenirse şuf'a hakkı ba­kîdir.    .              .                  

Başkası için bir evi satın alan bir kimse, şufa dâvasında dâvâlı­dır. Ancak evi müvekkiline'teslim ederse o zaman dâvahlıktan çıkar.

Şuf adarın tarafından bir zira'lık (Eski /amanın ölçü âletidir) mesafeyi bütün hudut boyunca bırakmak suretiyle evini satarsa, şuf­adara artık şufa hakkı yoktur. Eğer evinden bir parçayı bir fiyatla satar, sonra diğer kısmı da başka bir fiyatla satarsa komşusunun an­cak şuf a hakkı birinci kısımda vardır, ikinci kısımda ise şuf a-yoktur.

Evi para ile satın alıp ta sonra para yerine elbise verirse bile şuf­adar ancak söylenen para ile alır.

Ebû Yusuf (E.A.) a göre, hile yapıp sofayı düşürmek mekruh değildir. Muhammed (R.A.) e göre, mekruhtur.

Müşteri aldığı yerde ev yapar veya ağaç diktikten sonra şufadara şufa hakkı verilirse, şufadar muhayyerdir; dilerse verilen paraya ev ve ağaçların sökük fiyatlarını 4a katarak alır, isterse müşteriyi, evini ve ağaçlarım sökmeye zorlar. Şufadar araziyi alıp ev yapar veya ağaç dikerse, sonra başkasının malı olduğu meydana çıkarsa ancak arsa için verdiği parasını geri alabilir.

Eve ve ağaçların dikilmesine verdiği parayı "geri alamaz. Eğer satılan ev kendiliğinden yıkılırsa veya binası yânarsa veya bostanın ağaçları (kökleri) kurursa şuf'a sahibi muhayyerdir, dilerse verilen paranın bütününü verir alır,, dilerse terkeder, hakkından vazgeçer.

Eğer müşteri, binayı yıkarsa, .şuf'adar dilerse, arsasını fiyatiyle alır, isterse terkeder. Şuf'adar hiç bir zaman enkaz kısmını almaz. Ağaçlarında meyve olan bir yeri satın alırsa şuf'adar onu meyveleriyle beraber alır. Eğer müşteri o meyveleri toplarsa onların parası şuf'a-dardan sâkit olur. Şufadara, ev, kadı'nm hükmüyle verildiğinde daha evvelce görmemiş ise, gördüğü zaman beğenmese cayabilir, kusurlu görürse, kusurundan dolayı geri verebilir, her ne kadar müşteri ku­surunu kabullenmeyi şart koşmuşsa dahi..

Müşteri, borçla satın aldığında şuf'adar muhayyerdir; isterse ha­zır para verir alır, isterse borç zamanına kadar bekler, o zaman pa­rayı verir ve alır.

Ortaklar gayri menkulü aralarında taksim ettikleri zaman tak­simden ötürü komşularına şuf'a hakkı yoktur.

Satın aldığı evin üzerindeki şuf'a hakkından şuf'acı vazgeçerse, bilâhare müşteri de görmek,Şartlı caymak veya kadı'nın hükmüyle bir kusur gördüğünden geri verirse artık o malda şuf'adarm şuf'a hakkı kalmaz. Eğer kadının hükmü olmaksızın veya aralarındaki alış­veriş hükmünü kaldırmak suretiyle geri verirse şuf'adarın şuf'a hakkı vardır.

 

Şirket  (Ortaklık)  Bahsi:

 

Şirket, (ortaklık) iki kısımdır:

1 - Mülklerde ortaklık,

2 -Âkidler (alışverişler) de ortaklıktır.

Mülklerin ortaklığı: Bir ayni, iki kişi irs (varislik) yoluyla elde eder veya beraberse satın alırlarsa, birisi diğerinin izni olmaksızın ar­kadaşının payında tasarruf etmez. Yekdiğerinin payına da tasarruf etmek bakımında ecnebi gibidirler.

Âkidler ortaklığı olan ikinci kısmı dört nev'e ayrılır:

 1 -Mufaveze,

 2 - İnan,

 3; - Sanat ortaklığı,

 4 -Kredi ortaklığıdır.    olar. iki kişinin ortak

ile köle, çocuk kâlet ve kefalet üzere bu ortaklık

Bu iki arkadaştan birisinin satın aldı* mal ikisinin arasında or­tak olur Incak al efradının yemeği ve giyeceği hariçtir.

Ortak olmaya elveriri olan nesnenin karşılığında hangisine borç yüklenmişse, diğeri de o borçtan mesuldür.

gümüş külçeleri şirket kuracaklardır.

 yetine gelfe, ve.bir kısmiyle iştlı (kapitali) veya öbürünün kefili olacaK ta ta, müsavat tahakkuk etsin.

ilâ ortağın maldan (sermayeden) birisi, daha bir şey almazdan evvel helak olursa şirket bozulur. Eğer birisi maliyle (sermayesiyle, kapıtaliyle) (bir şeyler) satın alırsa ve diğerinin daha bir şey satın almaz­dan evvel malı (sermayesi) helak olursa şartlarına binaen satın alın­mış nesne aralarında ortaktır.

O nesneyi maliyle alan zat, ortağının hissesine düşen parayı orta­ğından bilâhare tahsil eder. Mallarını birbirine karıştırmasalar bile, ortaklık caiz olur. İki ortaktan .birisine kârdan belli bir miktar dır-hem şart edilirse ortaklık sahih olur. Mufaveze ve fnan ortaklıkları­nın iki ortakçısı için, «malı ticaret eşyasına çevirmek, sermaye, ye­rinde kalmak şartiyle kârda ortak olmak şekliyle başkasına vermek ve şirket mabnaa tasarruf etmeye şirket haricinden birisini vekil tâyin etmek»» salâhiyetini vermek vardır. O, vekilin elinde şirket malı ema­nettir.

Sanatta ortaklığa gelince: İki terzi, iki boyacı beraberce bir işi kabul edip hasılatını aralarında yarı yapmak üzere anlaşabilirler. Bu ortaklık caizdir. Her birinin kabullendiği işin yapılması, hem kendi­sine, hem de ortağına lâzım gelir. O halde eğer birisi çalışır, diğeri ça­lışmazsa dahi hasılat aralarında yanyarıyadır.

Kredi şirketine gelince, iki kişi, mallan olmadığı halde halkın ya­nındaki, itibar ve kredileriyle müşterek alışveriş yapacak şartiyle or­tak olmalarıdır. Bu şekilde ve bu minval üzere yapılan ortaklık sa­hihtir. Her birisi aldığı malda ortağının vekilidir.              .....     ;

Bu gibi ortaklıkta satın alınan malın parası aralarında yarıya olsun şartını koşarsalar, kâr da aralarında yanyarıyadır. Kârdan biri diğerinden fazla alırsa caiz değildir. Eğer satın alınan mal için «biri­sine üçte bir miktarı parası vermek şartım koşarlarsa kâr da böyledir.»» Odun toplamak, ot edinmek ve avlanmakta ortaklık yoktur. On­lardan her birisinin avladığı ve topladığı kendisinindir. Birisinin ka­tırı diğerinin tuluhu (tulumu) olduğu halde, katır ile suyu çekip sa­talım hasılat aramızda deseler, bu ortaklık sahih değildir. Su çekip satan, bütün hasılatı elde eder; eğer katırın sahibi ise, tuluhun (tulu­mun) ücretilmislini verecektir, eğer tuluhun sahibi ise katır sahibine katırın ücretilmislini verecektir......

 Her fâsid (bozuk) şirkette, elde edilen kâr sermayeye taksim   edi birisi için şart koşulan fazla kâr almak şartı bozulur.

Ortaklardan birisi Ölür veya irtidat edip darülharbe (kâfir mem­leketine) iltihak ederse, ortaklık bozulur.

1 Ortaklardan hiç birisi arkadaşının izni olmaksızın onun malının zekâtını veremez. Eğer yekdiğerine malının zekâtını vermek iznini ve­rirse ve her birisi de zekâtı eda ederse, ikinci defa zekât veren* ilkön­ce verenin zekât vermesinden haberi olursa veya olmazsa verdiği ze­kât kadar mesul olur.;

 

.Müdarebe Bahsi:

 

Müdarebe bir şirkettir ki, ortaklardan birisinin malı diğerinin çalışmasiyle kurulur. Müdarebe -daha önce beyan ettiğimiz ve or­taklığın sahih olmasında rolü olan- malla ancak sahih olabilir. Kâ­rın aralarında müşterek olması ve hiç birisine muayyen bir miktar belirtilmemesi nıüdarebenin şartmdandır.

Malın (kapitalin) çalışana teslim edilmesi lâzımdır. Mal sahibi­nin malda müdahalesi, kalmamalıdır. (Yâni çalışanı serbest bırakma:' malıdır). Kayıtsız ve şartsız bir şekilde müdarebe şirketi kurulduğu zaman, çalışana, satın almak,, satmak, sefere; gitmek, parayı, ticarî eş­yaya çevirmek ve kendisine vekil edinmek caiz olur. Malı ikinci bi­risine müdarebe şirketi kurmak için vermesi caiz olamaz. Meğer ki mal sahibi kendisine izin verirse ve başkasına müdarebe yoluyla mal verebilirsin dese.

Eğer mal sahibi, belli bir memlekette veya belli bir mal üzerinde çalışmayı tahsis kılrmşsa, onları geçmesi caiz olamaz. Yine geçmek; .caiz olamaz eğer müdarebe için muayyen bir müddet tâyin ederse. Bu. tâyin caiz olduğuna göre, o zamanı geçerse âldd bozulur.

Sermaye sahibinin, (köle) olan babasını, oğlunu ve onun malı ol­makla azat olunan başka bir kimseyi satın aimak müdarib (çalışan) için caiz değildir. O halde, eğer bunları .satın alırsa kendi nefsine al­mış olur. Müdarebe şirketine olamaz. Şirket malında kâr varsa müdarjp, kendisinin malı olduğu zaman azat olunan kimseyi satın  almaya yetkili değildir.

Eğer alırsa şirketin malından mesul olur, (çünkü öz nefsine satın alınış olur).

Eğer şirket,malında kâr yok ise, mezkûr şahısları satın alabilir.. Bilâhare kıymetleri artarsa, müdaribin payı azat olunur. ve mal sahibine karşı mesul olamaz. Âncaat olan Kimse, tamamen azat olması için payını ödemeye çalışmak ve demek düşer.

Malsahibi, iş ortağına izin vermediği halde diğer birisiyle müda-~ re.be şirketi kurarsa verdiği maldan ve ikinci iş ortağının o maldaki tasarrufundan kâr edinceye kadar mesul olamaz, ancak kâr ettiği za­man birinci iş ortağı mal sahibine karşı maldan mesul olur [81] Mal sahibi, malını kârı yarıyarıya olmak üzere mudarebeye verip, iş sahi­bine, bu malın ikinci bir müdarebe yoluyla verilmesi için de izin ver­diyse, ilk iş ortağı da başkasına kârın üçte birini vermek suretiyle parayı verirse; ve mal sahibi «Allah'ın rızık olarak verdiği kâr aramız­da yanyanya olsun» dediyse, mal sahibine kâim yarı, ikinci müdaribe (işçiye) üçte birisi ve birincisine altıda birisi düşer. Eğer mal sahibi «Allah'ın sana verdiği kâr aramızda yarıyarıya olsun» dedi ise, ikinci müdaribe üçte bir düşer, geri kalan ise mal sahibiyle birinci müdari-bin arasında yanyanya taksim olunur.

Eğer mal sahibi «AUaU'm verdiğinin yarısı benim olsun diye, ve­riyorum»» dese, o da malı ikinci birisine yanyanya verse ikinci müda­ribe kârın yarısı düşer, mal sahibine de yansı, birinci müdaribe ise hiç bir şey düşmez. Eğer, ikinciye kârın üçte ikisini şart ederse mal sahibine kârın yarısı ikirici müdaribe yarısı düştükten sonra, ayriye-ten ikinci müdarip, birinciden kârın altıda birisi (kadar para) alır.

 Mal sahibi veya bedenen çalışan zat, öldüğü zaman müdarebe şirketi bozulur. Eğer mal sahibi irtidat (dinden caymak) edip darülhar- be kaçarsa müdarebe şirketi bozulur.

Mal sahifbinin kendisini azlettiğinden haberi olmayan müdaribin, alışverişteki tasarrufu caizdir. Eğer azlolundıığunu haber alır, elinde­ki mal (para olmayıp) ticarî eşyası olursa, onları satabilir. Azloluşu onu bu satıştan men edemez. Sattıktan sonra onun parasiyle başka bir şey alması caiz değildir.

çalışanı azlettiğinde kapital tamamen dirhem 'nara (yâni paraya) çevrilmiş ise, müdarip için, bundan böyle herhan­gi bir tasarruf caiz olamaz.             ,

Ayrıldıkları zaman, halkta alacakları olup kâr da etmiş İse, hâ­kim o alacakların toplanmasiyle müdaribi yükümlü kılar. Eğer malda kâr yoksa yükümlü kılmaz, ancak kendisine «mal sahibini, alacakları tahsil etmekte vekil kıl» diyecektir.

Müdarebe malından heîâk olan kısım, kârdan- gitmiş sayılır, ka­pitalden değil. Eğer helak olan miktar, kârdan fazla ise müdarip me­sul kılınmaz, (Çünkü o mal onun elinde emanettir.)

Kârı aralarında taksim edip mudarebe şirketi de haliyle kalırsa, bilâhare malın tümü veya bir kısmı helak olursa, her ikisi de aldık­ları kârı geri getirirler; mal sahibi kapitalini kârdan alır, eğer bir şey fazla kalırsa yine aralarında taksim ederler. Eğer kâr, helak olan ser­mayeyi karşılamazsa, müdaribe, geri kalan kısmı tazmin ettirilemez. Eğer iki taraf kârı taksim etmek suretiyle mudarebe şirketini feshet­tikten sonra yeniden kurdukları ikinci şirketin malı helak olursa bi­rinciden elde ettikleri kân geri veremezler.

Müdarip için, peşin ve borçla muamele etmek caizdir. Müdarip, şirketin malından olan köleyi ve cariyeyi evlendiremez.

 

Vekâlet Bahsi:

 

însanın bizzat yapabileceği her işte, başkasını tevkil etmesi câ-izdir. Bütün haklar ve ispatlarında vekil edinmek caiz olur. Hakkı -Jalmak için, vekil edinmek caizdir. Ancak hadlar (cezalar) ve kısaslar^ da kendisi olmadığı halde vekil edinemez.

Ebû Hanife (R.A.) dedi ki: Husumetlerde, hasmın rızası olmaz­sa, vekil tutmak caiz olamaz, ancak müvekkil hasta veya üç gün ve daha fazla bir mesafede,ise, hasmın rızası olmasa dahi vekil tutabilir.

Ebû Yusuf ve ,îmam-ı Muhammed (E.A.) dediler ki: Hasmın rı­zası olmazsa bile, vekil tutmak caizdir.            .

Vekil edinmenin şartlarındandır ki; müvekkil (yckil edinen) ta-"sar/uf edenlerden ve kendisine ahkâm lâzım   gelenlerden   olmalıdır. Vekil ise akdin ne olduğunu bilip kastedenlerden olmalıdır. (Yâni i&i-si de âkil, baliğ ve müslüman gibi vasıflara hâiz olmalıdır.) (ergenleşen) nur veya rae'zun olan ûir kimse, oenzennı ve­kil edinirse caiz olur.

Eğer ticaret yapmaktan memnu, yalnız alışverişin ne olduğunu  bilen bir gocuğu veya hacr (tasarruftan men) altında bulunan bir kö­leyi vekil edinirlerse, caiz olur. Vekil edilen çocuk ve köleye değil, an­cak müvekillerîne hak taallûk eder.

Vekillerin yaptığı muameleler, iki kısma ayrılır.                    .

1-Vekilin nefsine izafe ettiği (yâni kendim için yapıyorum de­diği) satış, alış ve icar gibi muameledir, bu akitlerin haklan vekile aittir, müvekkille hiç bir ilgisi yoktur. Vekil satılan malı müşteriye teslim eder, parasını alır, satın aldığı zaman para kendisinden istenir, satın aldığı malı kabullenir kusuru varsa geri vermek için mücadele eder, (v.s.)

2- Müvekkiline izafe ettiği  (onun için yapıyorum dediği)  mü­vekkili için nikâh kabullenmek, hul' (para ile boşanmak) yapmak ve kasden akıtılan kandan ötür sulh yapmak gibi muamelelerde haklar müvekkile taallûk eder, vekil ile hiç bir ilgisi yoktur. O halde hanım kocasının vekilinden mihrini istemez. Hanımın vekili, onu kocasına teslim etmekle mükellef değildir.

Müvekkil parayı istediği zaman, müşteri ona vermezlik yapabilir, verdiği takdirde de caiz olur. Vekil ikinci bir defa o parayı isteyemez. Bir kişiyi bir şeyi almaya vekil yaparsa, o şeyin, cinsinji, sıfatını ne kadar para edeceğini belirtmelidir. Ancak umumî bir vekâlet ver­diği takdirde, gördüğünü bana al», diyecektir.

Vekil, satın aldığı malı teslim aldıktan sonra kusurlu olduğunun farkına varırsa, ve mal da daha elinde ise kusurundan Ötürü geri çe­virebilir.

Eğer satın alman hayvanı müvekkile teslim etmişse ancak onun izniyle geri verebilir.

Sarrafta para bozdurmak ve parayı seleme vermek akitlerde de vekil edinmek caiz olur. (Bu iki surette) vekil, karşı taraftan daha ma­lı almazdan evvel aynlırsa âkid bâtıl olur. Müvekkilin ayrılmasına ise itibar olunmaz.

Satın almak hususunda vekil edilmiş zat, parayı cebinden verip satın alınan malı alırsa o malı müvekkile vererek parasıru ondan ala­bilir. Eğer satın alman mal yanında hapsetmeden helak olursa mü­vekkilden gider. Vekilin parası düşmez. Vekil, parasını müvekkilden alıncaya kadar, satın aldırı malı hapsetmeye yetkisi vardır.

r Eğer malı parasını almak için, hapsedip, mal helak olursa Ebû Yusuf (R.A.) a göre, rehindeki mesuliyet, [82] İmam-ı Muhammed (R. A.) e göre, satılmış hayvanın mesuliyeti gibi mesul olur.

tki vekil tuttuğu zaman, ikisinden birisi diğerinin bulunmadığı bir sırada beraberce vekil olundukları dâvada tasarrufu caiz olamaz. Ancak husumet, parasız olarak ailesini boşamak, kölesini parasız azat etmek, yanındaki emaneti sahibine iade etmek veya borcunu vermek için vekil edinmişseler birisi bulunmadığı yerde diğeri tek başına bu gibi tasarrufları yapabilir. Vekil, vekil olunduğu işte başkasını vekil edinemez, ancak müvekkil vekil edinmesine ifci.ı vermişse veya ken­disine; «bildiğin gibi yap» demiş ise (ikinci vekili tutabilir). Eğer bi­rinci, vekil müvekkilinin izni olmaksızın ikinci bir vekil tutar. İkinci vekil, müvekkili (birinci vekilin) huzurunda muamele yaparsa caiz olur. Eğer esas vekil olmadığı bir zamanda âkid.yapar, birinci vekil de onun yaptığı akdi caiz kılarsa, akdi caiz olur.

Müvekkil, vekili vekâletten azledebilir. Eğer vekile, azil haberi ulaşmamışsa, haberi alıncaya kadar vekilliğine devam eder ve tasarru­fu caizdir.

Müvekkilin ölümü, devamlı deliliği ve darülharbe mürted ola­rak iltihakiyle vekâlet akdi bozulur. KendisiyJe kitabet muamelesi [83] yapılan köle birisini vekil tutar da sonra söz olunan parayı vermek­ten âciz olursa veya ticaret etmeye mezun kılman köle vekil tutar da sonra hacr [84] altına .alınırsa veya iki ortak vekil edinip bilâhare-ay-rıhrlarsa, bütün bu şekillerde vekâlet akdini bozarlar, ister vekilin haberi olsun, ister olmasın. Vekil öldüğü veya daimî bir deliliğe tutul­duğu zaman vekâleti bozulur. Eğer darülharbe: mürted olarak iltihak ederse, müslüman olup geri gelinceye kadar tasarrufları caiz ola­maz.

Herhangi bir şeyde çalıştırmak için vekil tuttuktan sonra, bizzat kendisi o şeyde tasarruf ederse vekâlet akdi bozulur.

Ebû Hanife (R.A.) ye göre, alışverişte vekil olan zat, babası, de­desi; evlâdı, torunu, ailesi, kölesi ve kitâbetlislyle müvekkili namına alış veriş yapamaz.

Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) "kölesi ve kitabetlisi hariç di­ğerlerinden günlük fiyatiyle satın alabilir» dediler. Ebû Hanife (R.A.) ye göre, alışverişe vekil edilen bir kişinin az ve çokla satışı caiz olur, Ebü Yusuf ve Muhammed (R.A.) dediler ki;......

Halkın benzerine kanmadığı bir azlıkla satarsa satışı caiz olamaz. J

Satın alınmaya vekil edilen bir kimse, normal kıymetin benzeri ve halkın kanabileceği bir fazlalıkla satın alması caiz olur. Halkın kanmıyacağı bir fazlalıkla satın alırsa caiz olamaz. Halkın kanmıya-cağı miktar: Eksperlerin (fiyat verenlerin) tahminlerine sığmayan miktardır.                       ,                     " .

Malın satışına vekil edilmiş şahıs, satın alana kefil olduğu zaman kefaleti bozuktur.

Efendi, kölesinin satışına birisini vekil yapar o da, kölenin yarı­sını satarsa, Ebû Hanifeye göre, bu satış caiz olmuştur. Bir kölenin satın alınmasına vekil eder o da, kölenin yarısını alırsa, o satın alın­ma muamelesi müvekkilin caiz kılmasına bağlıdır; diğer yarısını da alırsa müvekkile hepsinin kabul edilmesi lâzım olur. On batman eti Ur dirhemle almaya vekil edildiği zaman, o da, yirmi batman eti bir dirhemle satın alırsa -ki o gibi etin on batmanı bir dirhemle satılır- Ebü Hanifeye göre; müvekkil bu etten on batmanı yarım dirhemle kabul eder.

Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) «Yirmi batmanın hepsini ala­caktır» dediler. Belli bir şeyi almak için, vekil tutarsa artık vekil o malı öz nefsine alamaz. Belli etmediği bir köleyi satın almak için ve-kiİ edildiği zaman, bir köleyi satın alırsa, o köle vekilindir. Meğer ki, müvekkili için almasını niyyet eder veya müvekkilinin parasiyle sa­tın alırsa (o zaman köle müvekkilin olur.)

Husumette vekil olan bir zat, Ebû Hanife, Ebû Yusuf ve Mu­hammed (R.A.) e göre, sadece teslim almak vekilidir. Ebû Hanife (R. A.) ye göre; borcu almak için vekil tutulan bir zat, husumet için de vekildir. Vekil, Kadı'nm huzurunda dâvayı müvekkilinin aleyhinde ikrar ettiği zaman, ikrarı caiz olur. Ebû Hanife ve Muhammed'e göre, Kadı'nın yanında olmadığı takdirde vekilin müvekkili aleyhindeki ik­rarı caiz olamaz ve vekil bu ikrariyle dâva vekilliğinden çıkmış olur. Ebû Yusuf (R.A.) dedi ki; Kadı'dan başka olan zatların yanındaki ik­rarı 3a caizdir.

Kayıp şahsın alacağını tahsilde vekili olduğunu iddia eden    bir kimseyi, borçlu da doğrularsa, parayı ona teslim etmekle emrohmur...doğrularsa hakkım almış sayılır.-Doğrulamazsa, yeniden borçlu alacağını vermeye zorlanır.' Evvelce vekile verdiği mal daha mevcut ise, malını vekilden geri alır. Kişi, «sendeki emane­tim almak için falanın vekiliyim» dese, emanetçi de onu tasdik eder­se, emaneti ona teslim et diye emanetçi zorlanamaz.

 

Kefalet Bahsi ,

 

Kefalet iki türlüdür.

1 - Nefsiyle kefil olmak.

2 - Malıyla kefil olmak'.

1 -Nefsiyle kefalet caizdir. Bu kefaletle mesuliyet derecesi, ke­fili olduğu zatı, bulundurmaktır. Bu biçim kefalet, «Falanın nefsine, veya boynuna veya ruhuna veya cesedine veya başına veya yarısına veya üçte birine kefil oldum»'dediği zaman akdolunur. Ben ona zâmin (mesul) oldum, o benim üzerime olsun, ben onun önderiyim veya kefi­liyim, dediği zaman, kefalet akdolunur.

Kefil, kefili bulduğu zatı, muayyen bir vakitte teslim edeceğini şart koşarsa ve alacaklı da, o zamanda kefilden teslim edilmesini is­terse, hazır edilmesi kefile vacip olur; Eğer kefil onu hazır ederse ne âlâ, eğer hazır etmezse hazır edilinceye kadar, Kadı kefili hapseder. Ne zamanki kefil, kefili olduğu zatı hazır edip alacaklıya -mahkeme etmesine gücü yettiği bir yerde teslim ederse o zaman kefillikten kurtulur.

Kadı'nın meclisinde teslim etmek şartiyle kefil olursa ve getirip çarşıda teslim ederse, kefaletten kurtulur, çölde teslim ederse kurtu­lamaz. Kefili olan zat, öldüğü zaman, nefsiyla kefil olan şahıs kefalet­ten kurtulur.

Nefsiyle kefil olup borçlu falan vakitte borcunu edâ etmezse, bin lira borcunun zâmini olurum dese, o zaman da borçlu borcunu getir­mese, kefile malî mesuliyet lâzım olur, nefsiyle kefil olması onu kur­taramaz. Ebû Hanife (R.A.) nin nezdinde hadlar (cezalar) ve kısas­larda nefisle kefil olmak caiz değildir.

2 -Alınacak mal, sahih bir borç olduğu zaman -ister miktarı belli ister meçhul olsun malla kefil olmak caizdir. Meselâ: «Filânın üzerinde olan bin (liraya) veya....onda olan alacağına veya bu satışta sana düşeri payına kefil oldum demesi gibi.

Alacaklı muhayyerdir; Dilerse alacağını borçludan, dilerse kefil­den ister.

Kefaleti şarta bağlamak caiz olur, meselâ: «Eğer falan adama sa­tarsan benim üzerime olsun, veya onun üzerinde sabit olan hakkın benim üzerime olsun veya senden gasbettîği benim üzeripıe olsun» de­mesi gibi...

Kefilin «senin onda olan halikına kefil oldum» demesinden sonra delille sabit oldu ki, muhatabın onda bin (lirası) vardır, o zaman kefil o paradan mesul tutulur. Eğer delille alacağın miktarı belli olmasa yeminiyle beraber kefilin belirttiği miktar kabul olunur. Borçlu kefi­lin dediğinden daha fazlasını itiraf ederse bile, fazlasından kefil me­sul değildir (ancak borçlu itirafından mesuldür.)

Borçlunun isteğiyle kendisine kefil olunduğu gibi, isteği olmak­sızın da kendisine kefil olunmak caiz olur. Eğer kişinin isteğiyle kefil olmuşsa onun yerine verdiği parayı bilâhare ondan alır. Eğer teklifi olmaksızın kefili olmuşsa verdiği parayı bilâhare ondan alamaz (çün­kü teberrudur.)

Kefil, daha borcunu vermezden evvel borçludan para istemeye yetkili değildir, eğer borcun alınması için, kefil alacaklının takibine maruz kalırsa, kefili olduğu zatı, kendisini takip edilmekten kurtarıncaya kadar sıkıştırabilir. Alacaklı, borçluyu borçtan affettiği veya ora­dan borcunu tamamen aldığı zaman kefil de kurtulur. Alacaklı kefilin, zimmetini beri ederse (yâni kefili mesuliyetinden azat ederse) borçlu­nun zimmeti beri olamaz.

Kefil olmaktan çıkmayı, herhangi bir şarta bağlamak caiz ola­maz.

Alınması kefilden mümkün olmayan (had -ceza- lar ve kısaslar gibi) bir hakta kefil olması caiz değildir.

Müşterinin vereceği paradan dolayı, müşteriye kefil olursa caiz. olur. Satılmış maldan ötürü satıcıya kefil olursa, doğru değildir. Belli bir hayvanı yükletmek için icar ederse, kefil olmak doğru değil, belli, değilse doğrudur.

Kefalet ancak âkid yapılan mecliste alacaklının, kabullenmesiyle-doğru olabilir. Fakat bu hükümden bir mesele hariçtir. (Yâni o me­selede alacaklı kabul etmese bile kefillik caiz olur). O mesele şöyledir:: Hasta, vârisine der ki; «Halkın bendeki, alacaklarına kefil ol.»

Eacaklılar hazır olmadıkları halde de vârisin kefil olması câizdirr

Borç, iki kişide olup birisi diğerinin kefili ise, verdiği miktar, bor­cun yansından (yâni kendisine düşen kısımdan) fazla olmadıkça ar­kadaşından bir şey alamaz. Eğer yarısından tazla (yâni payından £az-(a) vermiş ise, o verilmiş miktarı arkadaşından tahsil eder.

İki kişi (arka arkaya) bin (lira) borcu olan bir zata, yekdiğerinin kefili olmak şartıyle kefil olursa, birisinin verdiği paranın yarısını -ister az olsun isterse çok olsun- ortağından alır.

Hürründe, kölenin de, bir kölenin kitabet borcuna kefil olun­ması caiz değildir.

Ebu Hanife (R.A.) ye göre, fakir olarak ölen bir kinişe için ala­caklılara nezdinde kefil olmak caiz olmaz. Ebû Yusuf ve Muhammed .«doğru olur» dediler.

  .

Havale Bahsi:

 

Borçlan havale etmek caizdir. Havale ancak verecekli, alacaklı ve kendisine borcun verilmesi, havale edilen zatların rızasiyle doğru olur.

Havale muamelesi tamam olduğu zaman, havaleyi yapan borçlu borçtan kurtulur, alacaklı havale yapan borçludan bir şey istemez. Meğer ki hakkı zayi olursa (o zaman esas borçlusundan hakkını talep -edebilir.)        -                 

Hakkın helak olmak mânasında olan (tevaa) Ebû Hanife (R.A.) ye göre, iki emirden birisiyle olur,, ya üzerine havale yapılan şahıs -havaleyi ispat eden delilin olmadığı için yemin ederek havaleyi in­kâr etmesi veya iflâslı olarak ölmesiyledir. (O zaman alacaklı, eski borçludan hakkını alır.)

. ,. Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre, bu iki şekille -beraber üçüncü bir-.şekli daha vardır. Şöyle ki: «Havaleyi kabul eden şahıs daha hayatta İken hâldin taralından müflis ilân edilmesidir.» (Yani bu şekilde dû .alacaklı eski borçludan hakkını tahsil eder.)

Borcun kendisine havale edilmesini kabullenen zat, borcu havale ettirenden o kadar mal istediğinde, havale yaptıran -sende alacağım vardır, ona karşılık sana bu borcu havale ettim» dese, sözü kabul olun­maz. Belki o borç kadar para vermesi lâzım gelir.

Muhil, (havale eden). Muhtal'a (havale edilene) «Benim için alır­sın diye sana havale ettim» dese havale edilen de «Hayır sende alaca­ğım vardı, onun karşılığı olarak bana havale ettin» dese havale yapa­nın sözü kabul olunur. Safatıç mekruhtur. Safatıç-. Alacaklıya yol em­niyetini temin eden borca vermedir [85]

 

Sulh Bahsi:

 

Sulh üç kısımdır:

 1- İkrarla sulh,

 2 -Sükûtla sulh -Davalı, dâvayı ne ikrar ve ne de reddeder-

 3 -İnkârla sulh. Bütün bunlar caizdir. İkrarla sulh, malla maldan vâki olursa, satılanlarda ne hüküm varsa onda da o hüküm itibar olunur. Eğer menfaatle maldan vâki olursa, icarda muteber olan hüküm burada muteber olur. Sükût ve inkârla yapılan sulh, dâvâlının hakkında yeminden halâs ve mücadele kapısının kapanması içindir. Dâva olunanın hakkında ise, muvazaa (karşılık) içindir. O halde müsalâha ev için yapıldığı zaman şuf'a yoktur. Ev ile yapıldığı zaman şuf'a vacip olur.

İkrarla sulh olunduğunda, dâva olunanın bir kısmı başkasının hakkı olarak ortaya çıktı ise dâvâlı o nisbette verdiği paradan geri alır. Eğer sükût veya inkârla sulh yapılırsa, bilâhare dâva olunan ma­lın (bütünü) başkasının hakkı olarak ortaya çıkarsa davacı münaka­şayı bu sefer malın yeni sahibiyle yapar, eski dâvâlıdan aldığını ona geri verir. Eğer dâva olunan malın bir kısmı başkasının hakkı olarak tebeyyün ederse, onun karşılığında aldığını geri verir. Onun için de yeni hak sahibiyle mücadele eder. Eğer bir evde beyan etmediği bir hakkı iddia ederek onun karşılığı olarak bir miktar parayla sulh ya­pılırsa, bilâhare o evin bir kısmı başkasının malı olarak ortaya çık­tığında, ev sahibi davacıya verdiğinden bir şey geri alamaz. Çünkü davacının hakkının geri kalan kısımda olması mümkündür. Mal, men-"îaat, kasden veya yanlışlıkla cinayet dâvalarında sulh caizdir. (AUa-hın hakkı olan) Hadd vurma dâvasında sulh eâi? değildir. Bir erkek, bir kadına karşı «nikâhlımda'» diye, iddia eder kadm da inkâr eder. ve dâvayı terketmesi için, erkeğe, bir miktar mal verip sulh ederse ca­izdir. Bu sulh aslında hul' (Talâkını satın almak) tır. Eğer bir kadm bir erkeğin nikâhlısı olduğunu iddia ederse, o erkek te kendisine, dâ­vasından vaz geçmek için biraz mal verip sulh ederse caiz değildir.

Eğer bir kişiyi, «kölcmdir» diye idda ederse, o kölenin kendisine verdiği bir miktar mal ile sulh yaparsa caiz olur. Bu gibi sulh, dâvâ­lının hakkında malla azat etmek mânasını taşır.

Borçlanma yoluyla başkasının hakkı olan şey üzerinde vâki olan sulh, bedel verme ve almaya hamlolunmaz. Belki hakkının bir kısmı­nı aldı, diğerini affetti mânasına gelir. Bir kişide, halis bin dirhemi olup karışık beş yüz dirhemle sulh edenin sulha caiz olur. Sanki hak-'' kının bir kısmından verecekliyi beri etmiş, diğer kısmını da almıştır. Eğer bilâhare alınacak bin dirhem üzerinde sulh ederse, caiz olur ve sanki alacağının ta kendisini tehir etmiştir. Eğer (Hazırda verilmesi gereken para yerinde) bir aya kadar tehirli verilecek altınlar üzerinde müsalâha yaparsa caiz olmaz. Eğer müeccel bin (lirasının) yerine beş yüz hazırla sulh yaparsa caiz olmaz. Eğer vereceklideki ibin siyah (li­ra) ya karşı beş yüz beyazla sulh ederse, caiz olamaz. Bir kimse, bir kişiyi .yerinde sulh etmeye vekil eder o vekil de hasımla splh etse, ken­disine sulh olunan miktarın verilmesi lâzım değildir. Ancak zâmin olursa, üzerinde sulh yapılan mal müvekkile lâzım olur. Eğer «Zeyd» (Ainrin) emri olmadığı halde onun yerinde bir şey üzerinde sulh ya­parsa, bu sulh dört kısma ayrılır:

1-Eğer mal üzerine müsaleha yaparsa veya mala zâmin olursa sulh doğru olur.

2 -«Seninle bin üzerinde snltı ettim» deyip, o bini teslim ederse sulh tamamdır.

3 -Eğer «Seninle bin üzerinde sulh ettim» deyip, teslim etmezse, o zaman sulh akdi muallaktır, eğer dâvâlı, caiz kılarsa caiz olur ve bini vermesi icap eder, eğer caiz kılmasa bâtıl olur. Borç iki ortak arasında müşterek olduğu zaman, birisi payı için bir elbise ile sulh ederse, diğer ortak muhayyerdir, dilerse borçludan yarı borcunu talep eder alır, dilerse alman elbisenin yarısını ortağından alır. Meğer ki ortağı kendisine borcun dörtte biriyle zâmin olursa  (yukarıdaki iki işlemden de feragat edebilir). Eğer ortak payının yarısını alırsa, diğer ortak o, aldığı malda ona ortak olup bilâhare her ikisi birden borçlu­dan diğer alacaklarını alırlar.

Eğer ortaklardan birisi alacaktaki payı ile bir eşya alırsa......

ortağı onu borcun dörtte birisiyle zâmin kılar. (Başkasiyle bir ta'mda) selem yapan iki kişiden birisi, ana parasını geri almak suretiyle sulh yaparsa, Ebû Hanife ve Muhammed'e göre, caiz olamaz. Ebû Yusuf «Sulh caiz olur» dedi. Metruke mal, birkaç varâsin ise o maldan biri­sine bir şey vererek sulh ederlerse, eğer o mal gayri menkul veya ti­caret -eşyası ise, bu sulh caizdir. İster verdikleri mal az, ister çok ol­sun... Tereke gümüşse, altın, altmsa gümüş verirlerse yine sulh caiz olur. Eğer tereke altın, gümüş ve bunların gayrisinden ibaretse ye vârislerin içinden biriyle, gümüş veya altınla sulh olsalar, verilen şey, o cinsten olan hissesinden çok olması gerektir. Tâ ki o, cinsteki payı misliyle Ödenmiş ve fazlası da mirastan diğer haklarının karşılığı ol­sun. Terekenin bir kısmı başkalarda borç olduğu halde, vârisler arala­rından birisiyle (bir varisle) borçtan istifade etmemek ve o borcun tümü onlara kalmak için, müsaleha ederlerse, bu sulh bâtıldır. Eğer o vârisle, borçluları, hakkından beri etmek ve bir daha da borçlular­dan bir şey istememek suretiyle sulh yapılırsa, caizdir.

 

Hibe Bahsi:

 

Hibe, icap (hibe ettim) ve kabulle (kabul ettim) caiz ve hibe edi­len nesneyi almakla tamam olur. Kendisine hibe yapılan zat, aynı mecliste hibe yapanın emri olmaksızın hibe olunan malı alırsa .caiz olur. Eğer ayrıldıktan sonra ise, ancak hibe edenin emriyle olması caiz olur. Hibe, «Sana hibe ettim, hakkımdau verdim, verdim ye bu yemeği sana yedirdim, bu elbiseyi sapa verdim, bu şeyi sağlığın müd-detince sana verdim. Seni bu hayvana bindirdim -Eğer bu sözden hi­be etmeyi niyet ederse,-» gibi sözleriyle münakit (olmuş) olur. Tak­sim olunan şeyde ancak sahibinin elinden çıkmış ve taksim olunmuş ise, hibesi caiz olur. Taksim olunmayan şeyde belli olmayan payın hi­besi caizdir.

Bir yerin belli olmayan bir parçasını hibe etmek fasittir. Meğer ki taksim edip teslim ederse, (hibesi caiz olur). Eğer buğdayda olan unu ve susamda olan yağı hibe ederse, fasittir, öğütüp teslim ederse bile, caiz olamaz. Hibe edilen âyin, kendisine hibe edilenin elinde ise verip, yeniden, almazsa dahi, hibe ile mülk edinir.

 Baba, küçük oğluna hibe ettiği zaman ,oğlan, hibe akdiyle o malı mülk edinmiş olur. Küçük çocuğa, ecnebi bir kimse bir şey hibe ederse babasının o malı kabullenmesiyle hibe muamelesi tamam olur. Ye­time hibe yapıldığında, velisi kabul ederse caiz olur. Eğer o yetim annesinin koynunda ise, annesi kabullenirse caizdir.

3ir ecnebinin yanında büyümekte ise, o ecnebi onun için kabul ederse caizdir. Çocuk bizzat hibeyi kabul ederse (yine) caiz olur. İki kişi birden birisine bir evi hibe ederlerse, caiz olur. Bir kişinin iki kim­seye bir ev hibe etmesi, Ebû Hanife (R.A.) ye göre, caiz olmaz. Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A-) «sahihtir» dediler. Bir kimse, bir yaban­cıya bir şey hibe ederse, cayabilir. Meğer ki yabancı, hibeciye karşı­lık bir şey vermiş, hibeye ayrılmaz bir şey ek'emişse ya da âkideyin (veren, alan) den birisi Ölür veya hibe edilen mal hibe olanın mül­künden çıkarsa. Eğer bir yakınına hibe yaparsa, caymak yoktur. Eş­lerden biri diğerine hibe ettiği zaman da caymak yoktur. Hibe alan, hibe verene «hibenin ivezi veya bedeli olarak ve karşılığında bu şeyi al» dese hibecî de alırsa caymak ortadan kalkar. Ecnebi bir kimse! hibe alanın yerinde -teberru yoluyla- bir şeyi ivez olarak hibeciye verirse, o da o, ivezi kabullenirse caymak hakkı ortadan kalkar. Hibe edilen malın yarısı başkasının hakkı olarak çıkarsa, hibe alan verdiği ivezin yarısını geri alır. Eğer ivezin Uyarısı başkasının hakkı olarak or­taya çıkarsa, hibe eden, bütün ivezi geri vermedikçe hibe edilen malı geri alamaz.

-r Hibeden caymak, ancak iki tarafın rızası veya hâkimin hükmüyle olur. Hibe edilen şey yok olduktan sonra, başkasının hakkı olduğu bi­linir, hak sahibi, hibeyi alanı zâmin kılarsa, hibeciden hiç bir şey geri almaz. İvez verecek şartiyle hibe yapılmışsa ,iki ivezde de almak lâ­zımdır, iki taraf yekdiğerine verdiklerini aldıkları zaman, âkid sahih olur ve alışveriş hükmüne girer. Ayıp ve beğenmemezlikten ötürü hi­be edilen mal geri çevrilir ve kendisinde şuf'a vacip olur. Ümra, (Ömür müddctînce birisine bir şey hibe etmek) caizdir. Hayatta oldukça, kendisine hibe yapılanındır, öldükten sonra vârislerine intikal eder. Rükbâ (Eğer senden evvel ölürsem bu ev senin olsun. Eğer sen ben­den evvel Ölürsen tekrar benim olsun). Ebû Haıiifc'ye ve Muhammed'e göre, bâtıldır. Ebû Yusuf «Caizdir» dedi.

Cariyeyi hamisizin hibe ederse hibesi sahih, istisnası bâtıldır. Sa­daka, hibe gibidir. Ancak kabizle (almakla) sahih olur. Taksimi ka­bullenen ortak maldan sadaka caiz olmaz. İki fakire bir şeyi sadaka ve­rirse caiz olur. Alındıktan sonra sadakadan caymak yoktur. Kim ki malını sadaka vermek için adarsa elinde bulunup kendisinde zekât va­cip olan malın cinsinden verir. Mülkünü sadaka vermeye adayan bir kimseye, bütün mülkünü vermek düşer.

Kendisine «Kendini geçindirecek bir malı edinceye kadar sana ve aile efradına yetecek miktarı elinde bulundur, malı edindiği a zaman elinde bulundurduğun mal kadarını» ver denilecektir.

 

Vakıf Bahsi:

 

Ebû Hanife'ye göre, vakfedenin mülkü, vakıf malından ancak hâ­kimin hükmü veya vâkifin ölümüne ta'lik edilmesiyle zail olur. Ölüme talik misali: «Öldüğüm zaman evimi falan adama vakfettim» deme-sidir.

Ebû Yusuf, «vakıf ettim demesiyle mülkiyeti zail olur» dedi. Muhammed «Mülkiyet, vakfedilen mal için bir mütevelli bulup teslim et­medikçe, zail olmaz» dedi. Bu imamların dediklerine göre vakıf sahih olduğu takdirde vâkifin (vakfedenin) mülkünden çıkar, mevkufun aleyh (kendisine vakıf yapılan) nin mülküne dahil olamaz. [86].

Taksim olunmamış bir malın vakfedilmesi Ebû Yusuf'a göre, ca­izdir, İmam-ı Muhammed «Caiz değildir» dedi. İmam-ı Azam ve Muhammed'e göre, sonunu, hiç bir zaman ortadan kaldırılmayan bir ci­hete bağlamadıkça vakıf tamam olamaz. Ebû Yusuf: «Ardı gelen bir cihete bağlarsa dahi caiz olur» dedi. O cihet yok olduktan sonra vakıf malı fakirlere -her ne kadar dememiş ise de intikal eder. Gayri menkulün vakfı, sahihtir. Naklolunan ve değiştirilen malın vakfı caiz değildir.'

Ebû Yusuf diyor ki, bir çiftliği, sığırları ve kölesi bulunan; hiz-metçileriyle beraber vakfederse caizdir. İmam-ı Muhammed «At ve silâhın vakfı caizdir» dedi.

Vakıf sahih olunduğu zaman, satışı ve başkasına mülk edilmesi caiz olamaz, ancak Ebû Yusuf'a göre, taksim edilmemiş mal ise, ortak da taksimi isterse taksim edilmesi sahih olur. İster vâkifi (vakfeden) şart etsin, ister etmesin, vakfedilen maldan gelen kârla o malın tami­ri vaciptir. Eğer bir evi, çocuğunun içinde oturması şartiyle vakfetse ta'miri oturana aittir. Eğer oturan yapmasa veya fakirse, hâkim evi icara verir. Ücretiyle ta'mir ettirir. Ta'mirdan sonra oturma hakkına sahip olan kimseye, geri verir. Eğer ihtiyaç varsa, hâkim tarafından vakfın yıkılmış bina ve âletleri diğer kısmın ta'mirine sarfedilir. Eğer ihtiyaç yoksa, oluncaya kadar saklanır, bilâhare sarfedilir. Hâkimin, yıkılmış kısmı müstahaklar arasında taksim etmesi caiz olamaz. Ebû Yusuf'a göre, vakfeden zat, vakfın menfaatini veya mütevelliğini, ken­disine kılarsa caizdir. Cami yaptığında, yol açmasıyla ve halka orada namaz kılma* için izin vermesiyle mülkünden ayırtmadıkça mülkiye­tinden çıkmaz. Ebû Hanife'ye göre, tek bir kişi orada namaz kıldığı zaman mülkiyetinden çıkar.'

=-dedi-kîy=-«Ben bunu cami yaptım» demesiyle, mülkünden -çıkaıv-Ebu-Hanife nezdinde, bir kimse arazisinde müslümanlara çeşme veya yol­culara han, kervansaray veya mazarlık yaparsa, hâkim hüküm verme­dikçe mülkiyetinden çıkmaz.» îmam-ı Ebü Yusuf'a göre, sözüyle, İma­mı Muhammed'e göre, çeşmeden su içtikleri, han ve kervansarayda oturdukları mezarlıkta defin yaptıkları takdirde mülkünden çıkar.

 

Gasp Bahsi:

 

Bir kimse, benzeri bulunan bir şeyi gasbedip, elinde helak olursa benzeri ile tazmin ettirilir. Eğer benzeri olmayan bir şey ise, kıymetini vermekle mükellef kılınır. Gasbedene, gasp ettiği şeyin aynisinin geri verilmesi lâzım gelir. Eğer helak olduğunu iddia ederse, hâkim onu, hakikati bilinceye kadar hapseder. Bilâhare bedelini vermekle hük­meder. Gasp ancak menkul şeylerde olabilir. O halde Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'a göre,, gayri menkulü gasbettiği zaman elinde helak olursa zâmin olmaz. İmam-ı Muhammed «Zâmin olur» buyurdu. Gâ-sibin (gaspedenin) fiiliyle ve oturmasiyle eksilen miktarı, bütün imam­lara göre, tazmin edilmesi lâzımdır.

Gâsibin elinde -gerek kendisinin fiiliyle, gerekse başkasının fi­iliyle helak olan malın cezasını vermek kendisine düşer. Gasbolunan nesne, elinde noksanlaşırsa, yine o noksanlık kadar ceza vermelidir.

Başkasının koyununu kesenin hakkında, koyun sahibi muhayyer­dir; dilerse onu kıymetiyle cezalandırır ve koyunun gövdesini kendi­sine teslim eder, isterse hâsıl olan eksikliğin bedelini alır.

Başkasının elbisesini az yırtarsa, noksanlığına zâmin olur. Eğer bütün değerini iptal edecek büyük bir şekilde yırtarsa, elbise sahibi, ona elbisenin bütün kıymetini ödetebilir.

Gasibin fiiliyle, ismi ve büyük değerleri silinecek derecede gasbo-, lunan malını aynisi bozulduğunda, eski sahibinin mülkiyetinden çı­kar, gasibin mülkü olur ve gasip ona zâmin olur.

Ve bedelini vermedikçe, ondan menfaatlenmesi de helâl olamaz. Su­nun misali: Bir koyunu gasbedip keserek kebap yapması ve pişirmesi, buğdayı gasb edip öğütmesi, yahut da demiri gasbedip kılıç yapması veya bakırı gasbedip kap yapması gibi.

Eğer gümüş veya altını gasbeder eritir ve para yaparsa Ebû Ha-nife'ye göre, sahibinin mülkünden çıkma:?. Saç ağacını gasbedip, üze-' rinde bir ev inşa ederse sahibinin mülkünden çıkar, gasibe, kıymeti­ni sahibine vermek lâzım gelir. Bir araziyi gasbedip bağ diktiği veya üzerinde ev yaptığı zaman «ağacı ve binayı kaldır, araziyi boş olarak sahibine teslim et» denilecektir. Eğer ağaç ve binanın sökülnlesiyle kıymeti azalırsa, arazi sahibi, onların sökük olduğu haldeki, kıymet­lerini gasibe verir onlar arazi sahibine kalır.

Bir elbiseyi gasbedip boyatırsa veya kavutu (kavuzu) gasbedip yağ ile kanştırırsa malın sahibi muhayyerdir: dilerse boyasız elbise­nin kıymetini ve yağsız kavutun benzerini gasipten alıp, onları da ga­sibe teslim eder, dilerse, onları öylece kabul ederek boyanın ve yağın parasını gasibe verir. Bir ayni^gasbedip gizlerse, malın sahibi, onu kıy­met, vermekle cezalandırırsa, o âyin gasibin mülkü olur. Malın kıyme­ti hakkında yemin ile beraber gasibin s,özü makbul olur. Meğer ki, malın sahibi, şahit ile onun dediğinden daha fazlasını ispat etse.

Eğer gasbolunmuş âyin bilâhare görünürse, kıymeti de mal sahi­binin sözü veya getirdiği delille veya gasibin yeminden çekinmesiyle sabit olan miktardan daha fazla ise, mal sahibi için pişmanlık yoktur. Eğer daha evvelce gasibin yeminli sözü ile kıymetlendirilmiş ise, sa­hibi muhayyerdir; dilerse, tazminata razı olur, dilerse tazminatı geri verir, malın kendisini alır. Gasbolunan malın yavrusu ve ziyadesi bos­tanın meyveleri gasibin (gasbedenin) elinde emanettir.

Eğer kusuru olmaksızın veya sahibinin isteğine rağmen verme­meye kalkışmaksızm gasibin elinde heîâk otursa, zâmin olmaz. (Ak­siyle helak olursa zâmin olur.)

Doğum ile, cariyede meydana gelen eksiklik gasibe yüklenir. Eğer doğan çocuğun kıymeti o eksikliği karşılarsa, o eksiklik çocukla' ta­mamlanır. Gasip eksikliğin cezasından kurtulur.

Gasip, gasbolunan malı kullanarak eksiltmezse, kıymetinden so­rumlu değildir. .

Müslüman, zımminin şarabını veya domuzunu helak ederse, kıy­metlerini vermelidir. Eğer müslüman, müslümamn şarap ve domuzu­nu yok ederse zâmin olamaz.

 

Vedia' Bahsi:

 

Vedia' (Muhafaza edilmek için başkasına tealim edilen mal) Müdâ'in (emanetçi) elinde emanettir. Helak olunduğunda, emanetçi me­sul değildir.

Emanetçinin kendisi de, emrinin altında bulunanlar da o ema­neti koruyabilir. Başkalariyle korur veya başkasına emanet ederse, zâ­min olur. Ancak evi yandığı zaman komşusuna leslim ederse, veya batmak üzere olan bir gemiden diğer bir gemiye atarsa mesul olmaz.

Eğer emanetçi, emaneti ayırdedilmiyecek şekilde, malına katarsa, zâmin olur. Emanet sahibi, emanetini istediği zaman emanetçi verebil­diği halde vermezse zâmin olur. Emanetçinin haberi olmadığı halde, emanet mal onun malına karışırsa, sahibiyle ortak olur.

Emanetçi, emanetin bir kısmını infak ederse, bilâhare mislini geri verip diğeriyle karıştırırsa hepsinin zâmini olur. Emanetçi, evvelâ emanette suiistimal yapar. -Meselâ hayvana biner, elbiseyi giyer ve­ya köleyi çalıştırırsa veya başkasına emanet 'bırakırsa- bilâhare sui­stimali kaldınrsa ve emaneti geri getirirse, zâminlik ortadan kalkar.                           .         '

Eğer emanet sahibi, emaneti ister, emanetçi de inkâr ederse, zâman olur. Bilâhare itiraf ederse bile zâminlikten çıkmaz.

Ağırlığı ve masrafı varsa bile emanetçi, emaneti beraberinde yol­culuğa çıkarabilir.

iki kişi birden, birisine emanet bıraktığında birisi tek basma ge­lip payını isterse İmam-ı Azama göre, diğeri gelmezden evvel ema­netçi gelene payını vermez. Ebû Yusuf ve Muhammed «paymı vere­cektir» debiler.

Bir kişi, taksim olunan bir şeyi, iki pişiye emanet ederse, birisi diğerine payım teslim etmez, ancak taksirifi eder herkes payını korur. Eğer taksim olunmayan şeylerden olsa birisi diğerinin izniyle hepsini muhafaza edebilir.

Emanet sahibi, emanetçiye, hanımına teslim etme dese, o da zev­cesine teslim ederse zâmin olamaz. Eğer bir odayı kastederek, bu oda­da muhafaza et dese, emanetçi de evin diğer bir odasında muhafaza ederse, zâmin olamaz. Başka bir evde muhafaza ederse zâmin olur.

 

A'riye Bahsi;

 

A'riye caizdir. A'riye: menfaatleri beclelsiz olarak başkasına mal etmektir. A'riye: Bu yeri sana a'riye verdim, sana yedirdim, -hibe kasdetmemek şartiyle- bu elbiseyi sana verdim. Seni bu hayvana bindirdim, bu köleyi sana hizmetçi yaptım, evim sana meskendir, evim sana hayatım boyunca meskendir, sözleriyle doğru olur.

MUUt'E (Bedelsiz olarak başkasına tir «eyi mülk eden) istediği anda a'riyeden cayabilir. A'riye emanettir, Eğer kendiliğinden helak olursa, hiç bir mesuliyet yoktur.

Müstei'r (A'riyeyi kabullenen) a'riye olarak aldığı şeyi icara ve remez. Fakat çalıştıranın değişmesiyle zarar görmeyen bir malı, di­ğerine a'riye suretiyle verebilir.

Dirhemlerin, dinarların (altınların), ölçülen ve tartılan malların a'riyeye verilmesi alanın boynunda borç olur.

, Ev yaptırmak ve ağaç dikmek için, bir araziyi a'riye suretiyle alırsa caizdir. A'riyeye malını veren zat, a'riyeyi alandan ev ve ağaçla­rının sökmesini isteyebilir. Eğer a'riyenin vakti yoksa, zâmin de ola­maz.

1-Eriyenin müddeti olduğu halde, Mui'r vakit gelmezden evvel ca­yarsa, ev ile ağaçların sökülmesiyle eksilen kıymetlerine zâmin olur.

A'riyeye verilen malın sahibine geri getirme ücreti *nüstei're (A'riyeyi alana) aittir. Ücrete verilen şeyin geri getirme ücreti ise ica-, ra verene aittir. Gasp edilen malın geri getirme ücreti gasbedene aittir.

Bir hayvanı a'riye yoluyla alıp kendiliğinden hayvanı sahibinin ahırına bırakırsa zâmin olmaz. Eğer bir ayni a'riye yoluyla alıp bilâ­hare sahibine teslim etmeksizin evine bırakırsa zâmin olmaz. Eğer emaneti, sahibine -teslim etmeksizin- evine bırakırsa zâmin olur.

 

Lakıt Bahsi:

 

Lakît (ehli tarafından nafakasından korkularak iterkedilen çocuk) hürdür. Nafakası hazineye aittir.

Onu alan kişinin elinden, hiç bir kimse alamaz. Eğer birisi «Oğ-lumdur» diye iddia ederse sözü kabul olunur. (Kendisine teslim edi­lir.) Eğer iki kişi bu iddiada ise, fakat birisi bedenindeki bir alâmeti söylerse buna verilir.

Çocuk, müsiümanlann bir şehrinde veya bir köyünde bulunduğu halde bir zımmî, «oğlumdur!» diye iddia ederse nesebi sabit olur, fa­kat kendisi (müslüman diyarında bulunduğu için) müslüraandır. Eğer zımmîlerin köyünde, Havrada veya kilisede bulunursa, zımmî sayılır.

Birisi «Lakît benim kölemdir» diye iddia ederse iddiası kabul olunmaz. Eğer bir köle «Oğlumdur» diye iddia ederse nesebi sabit olur, fakat hürdür. Eğer lakîtle bağlı bir mal üzerinde bulunursa o mal onundur.

Mültekit (çocuğu bulan) in lakîti evlendirmesi ve malında tasar­ruf etmesi caiz olamaz. (Çünkü velisi değildir.)

Lakîte yapılan hibeleri onun için kabullenmesi, lakîti sanata ver­mesi ve ücretle çalıştırması caiz olur.

 

Lukata Bahsi:

 

Korumak ve sahibine vermek için şahitli olarak yerden alınan hı-kata (kaybolan şey) emanettir. Eğer bulunan şey on dirhemden daha azsa, birkaç gün (bulduğu yerde) tarifini yapacaktır.

Eğer on ve daha fazla ise, bir sene müddetle halka bildirecektir. Eğer sahibi çıkarsa alır. Eğer çıkmazsa onun niyetiyle sadakaya verir. Bilâhare sahibi gelirse muhayyerdir, isterse sadakayı kabul eder, is­terse yerde bulan zatı, zâmın kılar (yâni parasını ondan alır.)

Sahipsiz koyun, sığır ve devenin ahnması caiz olur. Eğer alan adam, hâkimin hükmü olmaksızın bunlara nafaka verirse. kendiliğin­den vermiş olur. Eğer hâkimin emriyle yedinrse sahiplerinin borcu olur.

Bu hâdise, hâkime götürüldüğü zaman hâkim düşünür. Eğer hay­vanın kârı varsa ücretle verilecek ve ücretinden kendisine yedirilir. _Eğer menfaati yok ise. hâkim de yiyeceğinin kıymetini kapsamasın­dan korkarsa, satar parasının muhafaza edilmesini emreder. Eğer kendisine yedirmekte menfaat varsa, yedirmeye izin verir ve nafaka­yı sahibine borç kılar.

Hayvanın sahibi geldiği zaman besleyen, nafakayı alıncaya kadar vermeyebilir. Helâl ve haram (Mekke) arazisinden bulunan - Lukta (bulunan eşya) Icıra eşittir. (Hükümleri aynıdır).

Bir kişi, gelip luktanın kendisine ait olduğunu iddia ederse, şahit ve delil getirmedikçe kendisine verilmez. Alâmetini söylediği zaman, bulan zat, kendiliğinden verebilir. Fakat mahkemece vermeye zorlanmaz.

Lukta, zengine sadaka olarak verilmez. Eğer iuktayı bulan zat, zengin ise, ondan istifade etmesi haramdır. Eğer bulan zat, fakirse ondan menfaatlenmesinde beis yoktur. Luktayı bulan zat zengin ise, fakir olan babasına, oğluna, ve zevcesine verebilir. Allah (C.C.) (hu konuları) daha iyi bilir.

 

Hünsa Bahsi:

 

Çocukta, hem erkeklik hem dişilik alâmeti bulunduğu zaman ço­cuk hünsadır. Eğer erkeklik aletiyle idrarını yaparsa erkek, dişilik ale­tiyle yaparsa dişidir. Eğer her ikisiyle  (idrar) ederse, fakat idrar birinden daha evvel gelirse ona nisbet edilir.

Eğer her birisinden aynı zamanda bevl gelirse İmam-ı Azama göre, bi­risinden fazla akmasına itibar edilmez. Kbû Yusuf ve İmam-ı Muham-med (R.A.) «Hangi âletten daha fazla akarsa ona nisluet edilir» de­diler.          "

Hünsa, baliğ olduğunda sakalı biter, veya kadınlarla temas eder­se erkektir. Eğer kadın memeleri gibi memesi görünmeye başlar, veya memelerinden süt gelirse veya hayız (âdet kanı) görürse veya gebe kalırsa veya fercinden kendisiyle temas mümkün olursa, kadındır.

Eğer bunlardan hiç birisi görünmezse durumu meçhul bir hün-sadır. Namazda imama uyarsa erkek ile kadınlar safının arasında tek başına duracaktır. Eğer malı varsa, kendisini sünnet edebilecek bir cariye kendisine satın alınacaktır. Eğer malı yok ise, İrnam (Pâdişâh) hazineden kendisine bu cariyeyi alacak, sünnet olunduğu zaman ca­riyeyi satıp pahasını hazineye geri verecektir.

Ölen baba, bir erkek ile bir hünsa evlât vâris olarak bırakırsa Ebû Hanife (R.A.) ye göre, mal üç kısma ayrılır. Erkeğe iki kısım, Hünsaya bir kısım verilecektir. Hünsa irs meselesinde Ebû Hanife'ye göre, kadındır. Ancak erkeklik alâmetleri kendisinde bulunursa hü­küm değişir. Ebû Yusuf ve İmam-ı Muharnmed'e göre, mal ikiye bö­lünür. Yarısı erkeğin diğer yansı hünsanmdır.

Bu söz aynı zamanda şa'binin sözüdür. Imameyn bu sözün tevi­linde ihtilâfa düşmüşler. Ebû Yusuf «Mal aralarında yediye bölünür. Dördü erkeğe, üçü hünsaya verilecektir» dedi îmam-ı Muhammed: «mal on ikiye ayrılır erkeğe yedi, hünsaya boş verilecektir» dedi.

 

Mefkud (Kaybolan) Bahsi:

 

Kişi, kaybolunca bulunduğu yeri, diri veya ölü olduğu bilinmedi­ğinden Kadı, malını muhafaza, haklarını alan, malından ailesine ve çocuklarına nafaka veren birisini, tâyin eder.

Kaybolan zat ile hanımını ayırt edemez. Doğduğu günden itiba­ren yüz yirmi senesi tamam olduğunda ölümüne hükmederiz, artık ailesi iddetini çeker ve o zamandaki vârislerinin arasında malı taksim olunur. Daha evvel ölen birisi vâris olamaz. Kayıp zat, fcayıplık zama­nında ölenlerin hiç birisine vâris olamaz.

 

İbak (Kaçmak)  Bahsi:

 

Kaçan köleyi, üç günlük ve daha fazla bir mesafeden tutup geti­ren kişiye, kırk dirhem ücret verilir. Eğer daha az bir mesafeden çe­virirse ona göre hesaplayarak ücret alır. Eğer geri getirilen kölenin kıymeti kırk dirhemden daha azsa, getirene, bir dirhem eksik olarak kölenin kıymeti verilir.

Eğer köle, getirenin elinden kaçarsa getiren, hiç bir hak iddia edemez.

Köleyi geri getirene, ilkönce efendisine teslim etmek üzere götür­düğüne dair şahit edinmesi lâzımdır.

Eğer kaçan köle birisinin yanında rehin ise, geri getirmenin üc­reti alacaklıya (mürtehine) düşer.

 

İhyai Mevat (Çorak Arazileri İşletmek) Bahsi:

 

Mevat: Susuzluktan veya selden ötürü kabili menfaat ve ziraata elverişli olmayan arazi ve benzeridir. Köyün kenarında durup bağıran bir kimsenin sesi içinde duyulmıyacak kadar köyden uzak ya da hiç sahibi olmayan veya müslümanlarm zamanında sahibi olup bilâhare unutulan arazi mevattan sayılır. İmamın izniyle çalıştırana mülkü olur. Eğer izinsiz ihya ederse, Ebû Hanife'ye göre mülk edinmez. Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) e göre, mülk edinir.

Müslümamn ihya ile mülk edindiği gibi, zımnıî de mevatı ihya ile mülk edinir.

Bir araziyi himayesine alıp üstüste üç sene işletmeyen şahıstan, o araziyi imam (devlet reisi) alır işleten birisine  verir.

Köye yakın olan bir arazinin ihyası caiz değildir. Belki..köylülere, otlak ve harman yeri olarak bırakılır.

Kişi, çölde kazdığı kuyunun harimine (dört tu rafına) sahip olur. Deve ve diğer hayvanlar için, elle su çekilen kuyunun hârimi her taraftan kırk arşındır.

Deve ile suyu çekilen kuyunun hârimi, altmış zir;&' (arşın) dır. Eğer çeşme olursa hârimi üç yüz zira' olur.

Daha evvelce açılmış kuyunun hâriminde, diğer bir kuyu açmak isteyene imkân verilmez.

Fırat ve Dicle'nin,, terkedip başka bir mecraya aktığı, fakat tekrar, orada akmaları mümkün ve muhtemel olan yerin ihyası caiz olamaz. Eğer oradan bir daha akmaları mümkün görülmezse mevat gibidir. İhyası caiz olur. İhya edilen arazi aynı zamanda bir köyün hârimi ol­mazsa -imamın izniyle- ihya edenin mülkü olur.

Başkasının arazisinden geçen bir ark'a sahip olana Ebû Hanife'ye göre, hârim hakkı yoktur. Meğer daha evvelce olduğuna dair delil ge­tirirse. Ebû Yusuf ve Muhammed dediler ki: Kanalın kenarı, üzerin­de yürümek ve çamurunu atmak için onundur.

 

Mezun  (İzni Verilmiş Köle)  Bahsi:

 

Efendi, kölesine ticaret etmesi için umumî izin verdiği zaman, her ticarî tasarrufu caiz olur. Satın alır, satar, rehin verir, rehin alır.

Ticaretin bir nev'inde mezun kılarsa, diğer nev'ilerde mezun kılmasa dahi hepsinde mezun sayılır.

Muayyen bir şey için iznini verirse, diğerlerinde mezurı değildir..

Mezun bir kölenin, borcu ve gsapları ikrar etmesi caizdir. Mezun, köle, evlenemez, köleleri evlendiremez. Onlarla mukâtebe akdi yapa­maz. Mal karşılığında azat edemez, tvezli ve ivezsîz hibe yapamaz. An­cak yiyecekten az bir şey hediye eder veya misafiri kabul edebilir.

Mezun kölenin borçları kendisine aittir. Alacaklılarına verilmek, üzere köle satılır, meğer ki; efendisi borçlarını verirse. Kıymeti ala­caklılara, alacakları nisbetinde taksim olunur. Geri kalan borcunu, hürriyetine kavuştuktan sonra öder.

Eğer efendisi mezun köleyi alışverişten men' ederse, piyasaya bu hükmünü açıkça belirtmezden evvel, köle men' edilmiş sayılmaz.

Efendisi öldüğü yahut deli olduğu veya dinini değiştirerek darül-harbe kaçtığı zaman, mezun kölesi alışverişten men' olunur.

Me'zun köle, firar ederse mezuniyeti kalkar.

Ebû Hanife (R.A.) ye göre, mezuniyeti geri alınan kölenin, elin­de bulunan mal için bu mal başkasmmdır demesi caizdir.

Eğer kölenin borçları, hem elindeki matı ve hem de kendisinin kıymetini kaplarsa, efendisi kölenin elindeki mala sahip olamaz.

Eğer borçlu köle, elindeki kölelerini azat ederse «Ebû Hanife'ye» göre, azat olamazlar.

Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre, köle elindekine sahiptir. Efen­disinden normal fiyatla alırsa caizdir. Efendisine az bir fiyatla satar­sa caiz olamaz.

Eğer efendisi kendisine normal veya normalin altında bir fiyatla bir şey satarsa caizdir. Eğer efendisi, kıymeti almazdan evvel malı köleye teslim ederse fiyatın alınması iptal olunur. Eğer fiyatını alın­caya kadar malı elinde tutup vermezse caizdir.

Efendisi, mezun köleyi borçlu olduğu halde azat ederse, azat edilmesi caiz olur, efendisi, alacaklılara kölenin kıymeti kadar zâmin olur. Geri kalan borçta azat olunan kölenin zatına râcictir.

Mezun; bulunan cariye, efendisinden doğurduğu zaman mezuni­yeti ortadan kalkar.

Çocuğun velisi çocuğa, ticaret iznini verdiği zaman, eğer çocuk alışverişi bilir ise, alışveriş konusunda mezun köle gibidir.

 

Müzaraa (Ortak Ziraat Yapmak) Bahsi:

 

Ebû Hanife, (Allah ondan razı olsun) üçte ve dörtte   bir   almak şeklinde müzaraa muamelesi yapmak batıldır dedi.

Ebû Yusuf ve Muhammed caizdir dediler. Müzaraa, imameynin nezdinde dört şekilde yapılır:

1-Yer ile tohum birinin, çalışmak ile öküz de öbür ortağın oldu­ğu zaman müzaraa caiz olur.

2 -Arazi birinin, çalışmak, öküz ve tohum da diğerinin ise, mü­zaraa caiz olur.

3 -Eğer arazi, öküz ve tohum birisine ait, çalışmak ta birisine ait ise yine caiz olur.ve öküz birisinin, tohum ve çalışmakta diğerine ait  olduğu zaman müzaraa akdi caiz değildir.

Müzara'a ancak belli bir müddet için yapılabılmır.

Yerden alman mahsulün, müzaraa akdini yapanların arasında or­tak olması müzaraamn sartlarmdandır. Eğer ikisi bîrden, taraflardan birisine belli birkaç ölçek şart kılarsa, müzaraa bâtıldır. Eğer bırısme, büyük ve küçük nehirlerin kenarındaki tarlaları şart kılarlarsa ye­niden müzaraa fasit'olur. [87]

Müzaraa sahih olduğu zaman, şarta göre çıkan'mahsul, ikisinin arasında taksim olunur.     '                        .

Eğer hiç bir şey bitmezse, çalışana bir şey yoktur. Müzaraa akdi fasit olduğu zaman, çıkan mahsul tohum sahibinin olur Tohum arazi sahibinin ise, çalışana ücretilmisil, (yâni benzeri­nin aldığı ücret) verilir. Ancak bu ücret te mahsulden payına düşece­ği miktardan daha fazla olmamalıdır. İmam-ı Muhammed'e göre, üc­reti ne kadara baliğ olursa olsun verilecektir.

Eğer tohum, âmil (çalışan) dan olursa, yer sahibine ücretilmisiî verilir.

' Müzaraa muamelesi akdolunduktan sonra, tohum sahibi çalışmaktan vazgeçerse icbar olunamaz. Eğer diğeri çalışmak istemiyorsa, ha­kim, onu çalışmaya icbar eder.

Akd yapanlardan birisi öldüğü zaman, müzaraa bozulur. Müzarka müddeti, mahsulün yetişmesinden evvel biterse, mahsu­lün olgunlaşmasına kadar olan müddet için, muzarî' (ziraat akdini ya-nan) payına düşen ecrilmisli arazi sahibine verir. :-      Ziraata yapılan masraf, haklarına göre, her ikisine de düşer.

Ekini biçenin, taşıtanın, döğenin ve savuranın ücretleri hissele­rine göre, her ikisine düşer.

Eğer iki taraf akd yaparken bu masrafı âmile (çalışana) yüklet-mişseler akd bozulur.

 

Musakat (Bostanı, Meyvenin Bir Kısmının Karşı­lığında Ortağa Vermek) Bahsi:

 

Ebû Hanife (B.A.) dedi ki: Meyvenin bir kısmiyle yapılan müsa-kat muamelesi bâtıldır.

Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) «Eğer belli bir müddet ve mey­venin de belirsiz bir cüz'ünü zikrederse caizdir» dediler.    Hurmada, ağaçlarda, bağlarda, otlarda   (yonca gibi)    ve patlıcan köklerinde musakat caizdir.

Eğer, meyvesi olan bir hurmalığı musakata verirse ve çalışmak­tan dolayı da meyveleri fazlalaşıyorsa caizdir. Eğer gelişme sona er-mişse caiz olamaz.

Musakat akdi bozulduğu takdirde, çalışana ecrilmisil verilir. Musakat muamelesi, ölümle bozulur. İcar özürlerle bozulduğu gi­bi musakat da bozulur.

 

Nikâh Bahsi:

 

Nikâh, her ikisi geçmişi veya birisi -geçmişi diğeri geleceği belirten iki sözle yapılan icap ve kabulle sahih olur. Damadın «Benimle ev­lendir», Kız tarafının «Seninle evlendirdim» demesi gibi.

İki müslümanın nikâhı, ancak müslüman, akıllı, baliğ ve hür iki erkek veya bir erkek iki kadın, şahidin huzurunda yapılır, tster şahit­ler âdil, ister gayri âdil veya iftira cezasını çekmiş olsun.

Eğer bir müslüman erkek, zımrnî bir hanımla evlenirse iki zımmî-nin şahitliğiyle Ebû Hanifeye ve Ebü Yusuf'a göre caizdir.

İmam-ı Muhammed (R.A.) zımmi şahitlerin şahadetiyle yapılan nikâh caiz değildir, dedi.

Kişiye, annesiyle, nineleriyle, kıziyie ne kadar aşağı inerse insin evlâdının kıziyie, hemşiresiyle, hemşiresinin ve kardeşinin kızlariyle, teyzesiyle, halasiyle, (ister kıziyie temasta bulunsun, ister bulunma­sın) kayın vaüdesiyle, annesiyle cinsî münasebette bulunduğu üvey kıziyie (ister evinde olsun, ister olmasın) babasının ve dedelerinin ka-rılariyle, oğlunun ve torunlarının zevceleriyle, süt annesiyle, süt hem­şiresiyle evlenmek haram kılınmıştır.

Nikâhla iki hemşireyi bir araya getirmek, kardeş olan iki cariyeyi birlikte kullanmak caiz değildir.

Kadınla, teyzesini, halasını, kardeşinin ve hemşiresinin kızını ni­kâh edip bir araya getirmek caiz değildir.

Eğer birisi erkek olsaydı, diğeriyle evlenmesi caiz olmayan iki hanımı birden almak caiz olamaz [88]. Bir hanımı üvey kıziyle bera­ber nikâh etmekte hiç bir beis yoktur.

Bir kadınla zina edene, o kadının annesi ve kızı haram olur. Kişi, hanımını bayin talâkı ile boşadiğı saman iddeti bitinceye kadar onun hemşiresiyle evlenemez.

Efendi, cariyesiyle, hanım, kölesiyle evlenirse caiz değildir.

Kitap ehli olan hanımlarla evlenmek caizdir. Putperest ve ateş­perest hanımlarla evlenmek ise câîz değildir, Eğer bir Peygambere iman ve bir kitabı ikrar ederse «Sabi» [89] lerle evlenilir. Eğer yıldız­lara ibadet eder ve kitapsız iseler nikâhlanmalan caiz değildir.

İhramda bulunan erkekle ihramda bulunan kadmm ihram halin­de evlenmeleri caizdir.

Hür, âkil ve baliğ olan hanımın rızasıyle velisi olmasa dahi  nikâhı sahih olur. İster bakire ister dul olsun...

Ebû Yusuf ve Muhammed dediler ki: Ancak veli ile nikâh sahih olur.

Baliğ olan bir bakireyi nikâha zorlamak velisine caiz değildir.

Bakire kızdan velisi, izin istediği zaman, susarsa veya gülerse ve­ya ağlarsa bu haller izin vermek demektir. Eğer izin vermezse velisi onu evlendiremez.

Velisi, duldan izin istediği zaman, sözle rızasını belirtmesi lâzım­dır. Bekâreti, sıçramakla veya hayızla veya herhangi bir yara ile zail olan hanım bakireler hükmündedir.

Eğer bereketi zina ile zail olmuşsa, Ebû Hanife'ye göre, yine ba­kireler hükmündedir.

Kocası, hanıma: «Sana evlenme haberi geldiği zaman sen sükût ettin» dediği zaman, hanım da: «Hayır sükût etmedim belki reddet­tim» dese......

hanımın sözü yeminsiz kabul olunur.

Ebû Hanife'ye göre, nikâhta yemin istenilmez. Ebû Yusuf ve Mu-hammed nezdinde ise nikâhta yemin talep edilir.

Nikâh, tezviç, temlik, hibe ve sadaka bu köklerden gelen lâfız­larla nikâh münâkit olur. tcare ve ibaha kökünden gelen lâfızla münakit olamaz.

İster bakire olsun, ister dul, küçük erkek ve küçüjK kızın nikâhım velileri kıyarsa caiz olur.

Veli: Asabe (vâris) dir. Öyle ise, eğer baba ve decle evlendirirse baliğ olduktan sonra cayamazlar. Eğer baba ile dedenin gayrisi evlen-dirmişse, baliğ olduğu zaman her ikisine de hürriyet vardır; İsterseler nikâhı devam ettirir, isterse bozarlar.

Köle, küçük ve deli bir kimse (nikâhta) veli olamaz. Müslüman bir hanıma, kâfirler veli olamaz.

Ebû Hanife (R.A.), asabe olmıyan akrabalar da evlendirebilhier dedi.

Velisi olmıyan hanımı, azat eden efendisi evlendirirse caizdir.

En yakın veli, daimî bir şekilde kaybolursa, ondan daha uzak ve­lisi evlendirebüir. Daimî kaybolmak: Senede ancak bir defa kervan uğradığı bir beldede olmak demektir:                                   

Nikâhta kifaet (denklik) lâzımdır. O halde hanım küfvü olrruyan birisiyle evlendiği zaman veh'leri nikâhı feshedebilirler.

Kifaet: Nesepte, dinde ve malda muteberdir. Maldaki kifaet da­mat olan zatın, mihre ve nafakaya malik olması demektir.

Sanaatlarda  kifaet muteberdir. Hanım evlendiğinde mihrin-den eksiltirse Ebû Hanife'ye göre, velileri itiraz edebilirler. Ya mehr-i nrsli tamamlanarak kendisine verilir veya kocası kendisinden ayrılır.

Baba, küçük kızını evlendirdiğinde mehrini azaltırsa......

veya oğlunu evlendirip fazla, mehir verirse bu iki şekil de caiz olur. Ba­ba ve dededen başkasına bu şekilde hareket stmek caiz olamaz.

Koca olacak zat, nikâhta mehir belirtirse nikâh sahih olduğu gi­bi, mehir zikretmezse de nikâh sahih olur.

Mehrin en azı, on dirhemdir. Eğer ondan daha az söylerse, bile yine on dirhemi hanıma vermek mecburiyetindedir.

On veya daha fazla mihri vaadeden bir kişi,   .cinsî münasebette , bulunmakla veya ölmekle vaadettiği miktar kendisine lâzım olur

Eğer, temas ve halvetten evvel hanımını boşarsa/ vaadettiği mehrin yansını vermelidir.

Eğer mehir belirtmeksizin veya mehir olmaksızın evlenirse, cinsî münasebet veya ölüm olduğunda mehri misil hanıma verilir. Eğer dokunmazdan evvel boşarsa müt'a verilmesi lâzım gelir.

Mut'a: O hanimin benzerlerinin giydiği elbiselerden üç elbisedir.

Eğer müslüman, içki veya domuz üzerine evlenirse, nikâh caiz­dir. Hanıma mehrimisil verilir. .

Eğer mehrini.belirtmeksizin evlenirse, bilâhare ikisi bir miktar narada ittifak ederseler, cinsî münasebetten veya kocanın ölümünden sonra hanıma o, miktar verilir. Eğer, cinsî münasebetten evvel bo-şavsâ müt'a vermesi lâzımdır.

Eğer akdi nikâhtan sonra, koca mehri artünrsa cinsî münasebet­ten evvel boşanma olduğu takdirde kocaya fazla mehrin verilmesi de lâzımdır.

Eğer hanım, kocasından bir miktar mehrini atarsa, azaltması sahih olur Eğer cinsî münasebetten men'edecek bir durum olmadığı halde hanımiyle başbaşa kalırsa, sonra boşarsa bütün mehrım verme­lidir Eşler birisi hasta, veya ramazan münasebetiyle oruçlu, yahut da hac veya umre ile ihram bağlamış veya hanım hayızda ise, bu du­rumda başbaşa kalmak tam teslimiyet sayılmaz. Eğer bu durumda boşarsa mehrin yarısı düşer.    :

Âleti kesilen koca, ailesiyle başbaşa kaldıktan sonra (öoşarsa) Ebû Hanife'ye göre, tam mehir verecektir (imameyne göre yansı ve­rilir.) Her boşanmış hanıma müt'a vermek müstehaptır. Ancak daha evvelce mehri belirtilmediği halde boşanan hanıma müt'a yoktur.

Âkidlerden biri diğerinin ivezi (mihri) olmak üzere, başkasiyle -kız ve kızkardeşinin mukabilinde- kızını evlendirirse akd caiz olur. Ebû Hanife ve Yusuf'a göre, mehri misil verilmesi lâzım gelir. (Mu-hammed (R.A.) ecrü misil lâzımdır, dedi.)

Hür bir kişi, bir hanımla bir sene hizmetçiliğini yapmak veya Kur'an öğretmek mukabilinde evlenirse, hanım mehri mislini alır.

Eğer köle, efendisinin izniyle bir hür hanımla bir sene hizmetini yapmak şartiyle evlenirse, caiz olur. Deli bir hanımın hem babası ve hem de oğlu varsa, Ebü Hanife'ye ve Ebû Yusuf'a göre, nikâhında oğlu velisi olur. İmam Muharnmed, babası velisidir,

Kölenin ve cariyenin nikâhları ancak efendilerinin izniyle sahih olur. Köle efendisinin izniyle evlendiği zaman mehri kendisine ait olur. İcabında nıehr için satılır.

Efendi cariyesini evlendirdiği zaman kocasının evine gitmesine müsaade etmek kendisine lâzım gelmez. Belki efendisine hizmet etme­ye, devam eder. Kocası, fırsat buldukça temasta bulunabilir.

Bir kadın, kocası kendisini şehrinden başka yere götürmesin ve­ya üzerine kuma getirmesin diye, bin dirhem mehirle evlenirse, eğer koca şartını yerine getirirse, hanım bin dirhem mehdini alır. Eğer üzerine evlenir veya şehirden çıkarıp başka yere götürürse, hanıma mehri misil vermek gerekir. Hanıma belirsiz bir hayvanı mehir ver­mek suretiyle evlenirse, bu mehir doğrudur. Hanıma orta bîr hayvan verilir. Kocası muhayyerdir; isterse kendisine hayvanı verir, isterse hayvanın kıymetini verir.

Meçjıul bir elbise üzerine evlenirse, hanıma mehri mislini vere­cektir.

Mut'a nikâhı [90] ve muvakkat nikâh bâtıldır. Kölenin ve cariyenin, efendilerinin izni    olmaksızın evlenmeleri mevkuftur. Eğer efendileri doğrularsa caiz, reddederse bâtıl olur.

Yine nikâh mevkuftur, eğer kişi bir hanımı veya bir erkeği razılıklannı almaksızın evlendirirse.

Amca oğlu, amcasının kızını vekâlet edip kendisine alabilir [91]

Bir hanım herhangi bir erkeğe, beni kendinle evlendir şeklinde izin verirse, o da iki şahidin huzurunda akdi nikâh yaparsa caiz olur.

Kadının velisi mehrin zâmini olduğu zaman, zâminiyeti doğru olur. Bu takdirde kadın muhayyerdir; dilerse kocasından mehrini is­ter, isterse velisinden ister.

Temas olmazdan evvel, kadı, fasit nikâhtan ötürü iki tarafı ayı­rırsa, hanıma mehır düşmez, aralarında halvet olursa dahi... Eğer cinsî münasebette bulunulmuşsa, söylenilen miktardan fjazla olmamak şartiyle mehri misil hanıma verilir, iddet çekmesi gerekir ve olan ço­cuğunun nesebi sabit olur.

Hanımın mehri misli hemşireleri, halaları ve amca kuzlarının meh-riyle itibar olunur. Eğer annesi ve teyzesi kendisinin kabilesinden de-ğilseler, onların mehirleriyle itibar olunamaz.

Mehri misilde iki hanımın (benzerler) güzellikte, malda, akılda, dindarlıkta, şehirde ve zamanda bir olmaları nazarı itiıbara alınır.

İster müslüman, ister kitaplı olsun, cariyenin evlendirilmesi ca­izdir. Hür bir kadınla evli olan bir zatın, cariye ile evlenmesi caiz ola­maz. Fakat hür bir hanım, cariyesin üzerine kuma gelebilir.rHür bir erkek, dört hür kadın veya cariye ile evlenebilir. Dörtten fazla evlen­mesi yasaktır.

Küle ikiden fazla evlenemez.

Hür olan zat, dört hanımından birisini bain (1) talâkı ile boşar-sa ,onun iddeti tamamlanmazdan evvel başka birisiyle evlenemez.

Efendisi tarafından evlendirilen cariye, bilâhare azat olunursa,, ister kocası hür, ister köle olsun muhayyerdir. (Dilerse hürriyete ka­vuştuğunda nikâhım fesheder.) Böylece kendisiyle akdi kitabet yapı­lan cariye de muhayyerdir. Eğer bir cariye, efendisinin iznini almadan evlenirse, bilâhare azat edilirse nikâhı sahih olur ve pişmanlık da yoktur.

Kendisine nikâhı düşmeyen bir hanımla beraber başka bir hanı­mı bir âkidde nikâh ederse kendisine düşen hanımın nikâhı sahih, di­ğerinin nikâhı bâtıl olur.

Kadında ayıp varsa bile kocasına caymak yoktur.

(1) Talâk üç vecih üzeredir. 1 - En güzel talâk, 2 - Sünnet talâk. 3 - Bi­dat talâk. Bayın talâk, "bitte talâk ve Rici Talâkların ne olduğu talâk bahsinde-gelmiştir. Oraya müracaat ediniz.                                      (Mütercim)

Kocada, delilik vşya cüzzam veya beres denilen ci|t hastalığı ol­duğu zaman Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'a göre, kadına muhayyerlik. (caymak) yoktur.

Muhammed'e göre, kadın cayabilir.

Eğer koca i'nin (âleti gevşek cima kudreti olmaz) olursa, hâkim, bir sene mühlet verir, eğer o bir sene zarfında cima ederse ne âlâ, eğer yapamazsa hâkim onları -eğer kadın isterse- ayırır.

Ayrılmak, bayin talâkı sayılır. O halde kadına -eğer Şadınla baş-başa kalmışsa- tam mehir verilir. Eğer kocanın âleti Kesik ise, kadı, derhal ayırır, mühlet falan vermez. Âleti gevşek olana mehil verildiği gibi hasiyye (taşak) sıza da mehil verilir.

Kadın,, kocası kâfir olduğu halde müslüman olursa, kadı kocasına İslâmı teklif eder. Eğer müslüman olursa zevcesi kendisinindir. Eğer müslüman olmayı reddederse derhal ayırır, tmam-ı Azam ile Muham­med'e göre, bu ayrılış bain talâkı sayılır. Ebü Yusuf, «talâk olmaksı­zın bir ayrılıktır» dedi.

Eğer koca müslüman olup elinde bir putperest hanımı varsa, ona İslâm dini teklif edilir. Müslüman olduğu takdirde kocasının ailesi-dir, kabul etmediği takdirde, kadı derhal ayırt eder ve bu ayırmak da boşanma sayılmaz. Eğer duhul (cinsî münasebet) yapmış ise mehrini verir, eğer duhul yoksa mehir de, yoktur.     .."

Darülharpte kadın müslüman olursa, üç defa hayız görmezse ko­casından ayrılmış sayılmaz. Hayız gördüğünde kocasından ayrılır.

Bir semavî kitaba tapan hanımın kocası müslüman olduğu za­man, nikâhları devam eder.

Karı-kocadan birisi darülharpten müslüman .olarak çıkıp gelirse beynunet (ayrılık) aralarına girer.

Eğer birisi esir düşerse (yirie) aralarına ayrılık vâki olur. Eğer beraber esir edilirseler beynunet yoktur.

Kadın, bize muhacir olarak gelirse evlenmesi caizdir. Ebû Hani-fe'ye göre, iddet te çekmez. Eğer hâmile ise doğuruncaya kadar evle-nemez.

İki esten birisi İslâmdan irtidat ederse, derhal talâk (boşanma) sız aralarına ayrılık vâki olur......

 , müslüman hanımla cinsî münasebette bulunindisine mehir yoktur. Eğer duhulden sonra   irtidat    ederse butun mehri alır.

Eğer Kantoca beraber mürdet veya müduman olsalar nikâhları devam eder.

 Mürted (dininden dönen) olan bir kişi, ne müslüman ne kâfir ve ne dfmürted bir kadınla evleneme, (Çünkü ölüme mffcte^ak ohir Böylece mürted bir kadın, na müslüman ne kâfir ve ne de murted bu erkekle evlenemez.

Eşlerden birisi müslüman olduğu zaman çocuk onun dini üzere kabul olunur.

Böylece birisi müslüman olursa küçük çocuğu onunla müslüman oluverir Eğer ebeveynlerden birisi kitap ehli, diğeri puta tapanlardan ise, çocuk kitap ehli sayılır.

Eğer kâfir, şahitsiz veya diğer bir kâfirin iddetini çekmekte olan bir hanımla evlenirse ve bu gibi evlenme de dinlerinde caiz ise, bilâ-hareSTbirden müslüman olsalar ayni nikâh üzere durdurulur.

Putperest annesiyle veya kayte evlendiğinde bilâhare ikisi bir­den müslüman olursa derhal ayrılırlar.                             

Kişinin iki hür zevcesi olduğu aman, ister bakire olsun ister dul veya binsi bakire, dilen dul olsun aralarında yatmakta adalet etoest lâzımdır'                                                         .

Eğer birisi hür kadın diğeri cariye ise ttgfe iki hürün üçte bin de cariyenindir.

Sefer'halinde yatmaktaki haklan düşer. Koca hangisini dilerse onunla sefere gideren iyisi aralannda kur'a çeker, hangisinin kurası çıkarsa onunla sefere çıkar.

Hanımlardan birisi payını arkadaşına terketmeye razı olduğunda caizdir ve tekraren cayabilir.

 

Bida (Memeden Süt Emmek) Bahsi:

 

Rida'nm azı ve çoğu, emzirme zamanında meydana gelirse, eşittir ve haram olma keyfiyeti kendisine taalluk eder...

Ebû Hanife'ye göre, rida müddeti otuz aydır.

Ebû Yusuf ve Muhammed iki senedir dediler.

Rida müddeti geçtiğinde, rida herhangi bir haramlık terettüp edemez.              '                                                                          

Neseb ile ne haramsa rida üe de o haram olur. Ancak süt hem­şiresinin annesiyle evlenebilir. Nesebden olan hemşiresinin annesiy­le evlenmesi elbette caiz değildir.

Oğlunun süt hemşiresiyle evlenebilir. Fakat nesebden plan hem­şiresi ile evlenemez.

Nesebden olan oğlunun karısiyle evlenemediği gibi, süt oğlunun ailesiyle ete evlenemez.

Nesebden babasının ailesiyle evlenemediği gibi, süt tjabasımn ai­lesiyle de evlenemez.

Erkeğin sütüne, haramlık taallûk eder; şöyle ki: Hanımı, küçük bir kız emzirdiği zaman, bu kız kendisine babalarına ve evlâtlarına haram olur. Sütün sebebi olan koca, emen kızın babası olur.

Kişi, süt kardeşinin hemşiresiyle evlenebilir. Nesebden olan kar­deşinin hemşiresiyle evlenebildiği gibi, meseiâ: Baba bir olan kardeşi­nin ana bir olan hemşiresiyle evlenebilir.

Ayni memeden süt içen iki çocuğun, evlenmeleri caiz değildir.

Emziren hanım, emzirdiği çocukların hiç birisiyle evlenemediği gibi onların çocuklarıyle de evlenemez.  (Çünkü nineleridir.)

Süt emen çocuk, süt sahibinin kız kardeşiyle de evlenemez. Çün­kü sütten halası olur. Süt, su ile karıştığında eğer sudan daha fazla ise hararnhğı icap eder. Eğer, su daha fazla ise, haramhğı icap etmez.

Ebû Hanife'ye göre, süt yemeğe karıştırıldığında haram olmaya sebep olamaz, velev kî süt daha fazla ise bile.

Fazla olduğu halde, ilâca karışırsa haram olmaya sebep olur.

Ölü kadından süt sağılarak çocuğun boğazına akıtılırsa hürmete sebebiyet verir. Kadının sütü daha fazla olduğu halde koyunun sütü­ne karıştırılırsa hürmete sebebiyet vem. Eğer koyunun sütü daha fazla ise hürmete sebep olamaz.

Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'a göre, iki hanımın sütü karıştırıldığı za­man, hangisi daha fazla ise. haramhk hükmü ona taallûk eder. İmam-i Muhammed, her ikisine de taallûk eder, üedi.

Bakire kızın sütü akar ve bir çocuğa ıçırirse haram olmaya se­bebiyet verir (1). Eğer erkeğin memesinden süt akarsa, ve o, sütünü başka bir çocuğa îçirirse hüramete sebebiyet veremez.

İki yavru, bir koyunun sütünden içerlerse, yekdiğerinin süt kar­deşi olamaz. Kişi, bin küçük, diğeri büyük iki hanımla evlendiğinde büyük hanım küçüğü emzîrirse her ikisi de (eğer büyük hamınla te­mas etmişse) kendisine haram olur. Eğer büyük kariyle duhul etme­mişse ona mehır yoktur, yalnız küçük karıya mehrîn yarısını vere­cektir ve ceza olarak onu da Düyük hanıma -fesatlık için süt vermiş-se- alır. Eğer kasdı mahsusu yoksa, hiç bir ceza verilemez.

Rida meselesinde, tek olarak kadınların şahitliği kabul değildir. Rida (süt emzirme) ancak iki erkek veya bir erkek ile iki kadının şa­hitliğiyle sabit olur.

 

Talak (Boşanma) Bahsi:

 

Talâk üç çeşide ayrılır:

 1- En güzel talâk,

 2 -Sünnet talâk,

 3-Bidat talâktır.

En güzel talâk: Kişi hanımını bir talâkla, hiç cima etmediği bir tuhur (hayzzdan temizleme) de boşar ve iddeti bitinceye kadar kendi­sini terkeder.

Sünnet talâk: Kişi cima ettiği hanımını üç tuhurda. üç talâkla boşar.

CDYâiıl o, çocuk süt annesiyle ve bilâhare oîan kız evîâtlariyle, kız ise erkek evlâtlariyla evlenemez ve hakeza...

Bidat talâk: Kişi hanımını- bir kelime (cümle)-ile üç talâkla boşar veya bir tuhurda üç talâkla birden boşar.

Bunu yaptığı zaman, talâk düşer ve hanım kocasından ayrılır. Koca günahkâr olur.

Talâkta sünnet iki çeşittir:

 1-Vakitte sünnet,

 2 -Âdette sün­nettir. Âdette olan sünnet te, kendisiyle cima yapılan ve yapılmıyan hanım eşittir. Vakitte olan sünnet, ancak kendisiyle duhul yapılan banım hakkında sabit olur. Vakitteki sünnet: Cima yapmadığı bir tu-hurda hanımını bir talâkla boşamaktır.

Kendisiyle cima yapmadığı hanımını,  hayızda da,  tahir olduğu halde de boşayabilir.

Kadın küçüklükte veya büyüklükte hayız görmüyor ve kocası da sünnete uygun bir şekilde boşamak istiyorsa, o zaman bir talâkla bo­şar bir ay aradan geçince diğer bir talâkla daha boşar; bir ay daha geçince üçüncü talâkla da boşar (ve biter).

Hayız görmeyen hanımını, cima ile talâk arasına Kaman sokmak-sızın tatlik etmesi caiz olur.

Hâmile bir hanımm boşanması cimâdan sonra caizdir. Hamileyi sünnet şeklinde tatUk etmeli; üç talâkla her iki talâkın arasını Ebû fîanife'ye ve Ebû Yusuf'a göre, bir ay müddet vererek tatlik etmeli.

İmam-ı Muhammed, «sünnet hamileyi bîr   talâkla   boşamaktır»dedi.

Kişi hanımını hayız görürken boşarsa, boşanır. Fakat böyle bir hanımı tekrar müracaat şekliyle nikâhının altına geri alması müstehaptır. Ne zaman ki, temizlendi ve tekrar hayza düştü ve yine temiz­lendi o zaman kişi muhayyerdir; isterse yeniden boşar, isterse eş edi­nir.

Her kişi, âkil ve baliğ olduğu zaman boşanması nafizdir. Çocuğun, delinin ve uyuyanın boşanması nafiz değildir,

Köle, evlenip sonra boşarsa hanımı boşanır. Efendisinin boşatma-siyle kölenin hanımı boşanmaz.

Talâk iki kısma ayrılır:

 1-Sarih (açık'»,

 2 -Kinaye (kapalı) yoluyla boşanmaktır.

Sarih talâk: Kişinin: «Sen boşsun ve boşanmışsın, seni boşadım» sözüdür. Bu sözlerle ancak Rici'i talâk vâki olur've ancak bu sözlerle bir talâk düşer.

Birden fazla niyet ederse bile ancak bu sözlerle bir talâk gider ve bu sözlerde niyete ihtiyaç yoktur.

Kocanın, «Sen talâksın veya sen talâkı boşsun veya sen kesin ola­rak boşsun» sözü eğer niyeti yok ise, bir rici'i talâktır, Eğer buı sözüy­le üç talâk niyet ederse, üç talâk gider.

Talâkın ikinci kısmı, kinayelerdir. Ancak talâk niyet edilirse ve hal dalâlet ederse kinayelerle boşanma olur.

Kinayeler iki kısma ayrılır. Üç söz vardır ki, onlarla ancak bir ri-ric'i talâk vâki olur. Onlar şu sözlerdir: «İddet çek, rahpini temizlet ve sen birsin.»

Diğer kinayelere gelince, eğer onlarla boşanmayı niyet ederse bir bayin talâk düşer, eğer üç talâk niyet ederse, üç talâk gider. Eğer iki talâk niyet ederse tek bir talâk gider.

Kocanın «Sen bayin (ayrılmış) sın, senin ilgin kesilmiştir, sen ayrısın, sen haremsin, senin yuların hörgücüııün üzerindedir (dilediğin yere gidebilirsin). Ehline iltihak et, sen hâlisin, sen berisin, seni ehline hibe ettim, seni bıraktım, senden ayrıldım, sen hürsün, başına Örtünü  örtün, gurbete çık, kocaları veya kadınları ara» bu sözleri kinaye­dir. Eğer bu sözlerle beraber niyeti yoksa boşanma olmaz. Ancak karı ve koca boşanma müzakeresi yapıyorlarsa hüküm vermek bakımından bunlarla boşanma olur. Fakat kişi ile Allah arasında ancak niyet eder­se boşanma olur. Eğer eşler talâk bahsinde değil belki öfke ve kavga­da iseler, kendisinden sövmek kastedilrriiyen her kelime ile boşanma olur. Ancak sövmek maksadiyle sarfedilen kelimelerle boşanma niyeti yoksa talâk vâki olamaz.

Kişi, talâkı bir çeşit ziyade ve şiddetle tavsif ederse, talâk bayin olur «Sen bayin bir şekilde boşsun veya talâkın en şiddetlisi,..en fahiş veya şeytan vç bidat talâkla dağ ve evin dolusu talâkla boş­sun» demesi gibi.

Talâkı, kadının cümlesine (bütün cüzlerin) veya cümlenin yerin­de kullanan bir parçaya izafe ettiğinde talâk düşer. «Sen boşsun veya boynun boştur, ruhun veya bedenin veya gövden veya fercin (tenasül âleti) veya yüzün boştur» demesi gibi.

Yine talâk düşer, kadının belirsiz bir cüzünü boşansa «yarım veya üçte birin boştur» demesi gibi.

Eğer «Elin veya ayağın boştur» dese talâk düşmera.

Eğer karısını yarım talâkla veya bir talâkın üçte birisiyle boşarsa bir talâkı düşer. Zorlanan ve sarhoş olan bir kimsenin boşanması na­fizdir.

Ahras (dilsiz) in talâkı işaretle düşer. Talâkı (boyanmayı) nikâ­ha izafe ettiğinde nikâh olur olmaz talâk düşer. «Seninle evlenirsem sen boşsun veya her evlendiğim hanım boştur» demesi gibi...

Boşanmayı bir şarta izafe ederse, şartın var olmasından sonra derhal boşanır. Hanımına, «eve girersen sen boşsun» demesi gibi...

Talâkın izafesi, ancak tatük edenin talâka malik olmak veya mül­küne izafe etmekle sahih olur. Öyle ise eğer bir ecnebi hanıma «Eğer eve girersen sen boşsun» dese bilâhare aynı hanımla evlenir ve o ha­nım da eve girerse boşanmaz.

Şart kelimeleri: İn (eğer) İza (vakta) İzama (vakta ki) külle (Her) Küllema (Her zaman) Meta (ne zaman) ve metama (Ne za­man) kelimelerdir. Bütün bu şart aletleriyle yapılan şart bir defa mey­dana gelirse yemin tamam olur. Ancak «Küllema» kelimesinde, hü­küm değişir. Çünkü Küllemada ancak şartın tekrariyle talâk tekrar­lanır. Üç talâk düşünceye kadar. Eğer bundan sonra başka kocaya va­rır, ondan da boşanır, yine ilk kocasiyle evlenirse, şartın tekrarında hiç bir şey vâki olmaz. Yeminden sonra, nikâhın yok olması yemini bozmaz. O halde eğer şart -daha kocanın mülkünde iken- var olur­sa yemin yerine gelir ve talâk vâki olur.

Eğer şart -kocanın, mülkünde olmadığı halde- var olursa,   yemin yerine gelmiş olur ve her hangi bir talâk vâki olmaz.

Eğer eşler, şartın varlığında ihtilâfa düşerlerse, söz kocanındır.. Ancak kan, aksini delil ile ispat ederse, dâva değişir. Öyle ise, eğer şart, ancak hanımın beyaniyle bilinirse, söz hanımındır. Meselâ: Koca, ha­nıma «Eğer hayız görürsen boşsun dese, hanım da: Ben h;»yız gördüm» dediği zaman boşanır.

Koca, ailesine: «hayız gördüğünde hem sen, hem dip falan hanı­mım boşsunuz» dediğinde, hanım ben hayız gördüm dese kendisi boş, olur, fakat diğer hanım hoş olamaz.

Koca, hanımına «hayız gördüğün zaman sen boşsun» dediğinde, hanım ilk gördüğü kanla Üç gün devam etmedikçe boş olamaz. Üç gün tamam olunca biz, kan gördüğü andan itibaren boş olduğuna hükme­deriz.

Hanjmına, «bir hayız gördüğün zaman boşsun» dediğinde, hanım hayızdan; temizlenmeyince boş olamaz.

Cariyenin talâkı ikidir. İster kocası hür, ister köle olsun.

Hür hanımm talâkı üçtür. İster kocası hür, ister-köle olsun.     -

Kişi, temas etmezden evvel eşini üç talâkla hoşarsa her üçü bir­den düşer. Eğer talâkı tek tek atarsa [92] birinci talâk gider, ikinci ve üçüncü düşmerz. Ne zaman hanımına «Sen bir ve bir talâkla boşsun» dese bir talâk gider. Eğer: «Sen birden evvel, bir talâkla boşsun» dese bir talâk gider. Eğer dese ki, evvelinde bir talâk düşen bir talâkla boş­sun iki talâk gider. Eğer «Bîrle boşsun, ondan sonra bir daha ile boş­sun» dese tek bir talâk vaki olur. Eğer «Birden sonra veya birle bera­ber bîrle veya birin beraberinde birle boşsun» dese iki talâk düşer.

Ne zaman hanımına: «Eğer eve girersen, sen bir talâkla ve bir ta­lâkla boşsun» dedi ise ve hanım da eve girerse Ebû Hanife (E.A.) ye göre, bir talâk düşer......

Hanımına «Sen Mekke'de boşsun» dediği zaman, hanım nerede olursa -olsun (derhal) boş olur.

Hanımına «Sen evde boşsun» dediği zaman da derhal boş olur. Eğer hanımına «Sen Mekke'ye dahil olduğunda boşsun» dediğin­de Mekke'ye girmezden boş olamaz.

Eğer, hanımına «Sen' yarın boşsun» dese, ertesi günün şafağiyle talâkı düşer.

Hanımına «nefsini seç» deyip ve bununla boşanmayı niyet etti­ğinde veya kendisine nefsini boşat dese,' bütün bu durumlarda hanım o mecliste oldukça kendini boşayabilir. Eğer o meclisten kalkıp, baş­ka bir işle meşgul olursa emr onun elinden çıkar.

Eğer, kocasının «nefsini seç» demesiyle nefsini seçerse bir bayin talâkla boş olur. Koca niyet etse dahi, üç talâkla boş olamaz.

Kocanın veya hanımın sözünde nefis kelimesinin denmesi behe­mehal lâzımdır.

Eğer «Nefsini boşat» demesi mukabilinde nefsini boşatsa, bir rici talâk ile boş olur. Kocasının iradesine uygun olarak nefsini üç talâkla boşarsa, üç talâkı birden düşer.

Eğer koca, hanımına «istediğin zaman nefsini boşat» dese, ha­nım, gerek o mecliste ve gerekse ondan sonra kendini boşatabilir.

Başka bir ecnebi erkeğe, «Hanımımı boşat» dediğinde o vekil ge­rek o mecliste ve gerekse ondan sonra boşatabilir.

Eğer ecnebi bir erkeğe «istersen hanımımı boşat» dese, ancak ve­kil o mecliste boşatabilir.

Eğer bir kişi hanımına: «Eğer beni seviyorsan veya benden buğze-diyorsan sen boşsun» dese, hanım da «Ben seni seviyor veya senden buğzediyorum» dese -kalbindeki söylediğinin hilafı ise dahi- yine de boşanır.

Ne zaman ki, ölüm hastalığında kişi hanımını bayin suretiyle bo-şar ve daha iddet tamam olmazdan ölürse, hanım onun vârisi olur. Eğer iddet tamam olduktan sonra ölürse, hanıma mirası düşmez......

Kişi, hanımına ara vermeksizin: «Eğer Allah dilerse sen boşsun»

dediği zaman boş olmaz.

Eğer «Sen üç talâkla boşsun, ancak bir talâk hariç» dese hanımı iki talâkla boş olur. Eğer «Üç talâkla boşsun ancak iki talâk hariç»

Jcse. bir talâkla boş olur.

Koca hanımını veya her hangi bir parçasını mülk edinirse, hanım kocasını veya herhangi bir kısmını mülk edinirse derhal aralarına ay­rılık girer, yâni boş olur.

 

Ricat Bahsi:

 

Kişi hanımını bir veya iki rici talâkla boşadığı anman iddette -ister hanım razı olsun ister olmasın- tekrar nikâhının altına ala­bilir.

Ric'at: «Eğer hanım hazırsa seni nikâhınım altına aldım veya ha­nımımı nikâhımın altına aldım» demesi, veya cinsî münasebette bu­lunması veya hanımını, öpmesi veya şehvetle ellemesi veya şehvetle hanımın fercine bakmasıdır.

Ric'at ettiğine dair iki şahit edinmesi müstehaptır. Eğer şahit tutnıaksızın ric'at yaparsa ric'atı doğru olur.

İddet bittiği zaman, koca, ben hanımımı iddette iken ric'at ettim dese ve hanımda kendisini tasdik ederse ric'at olur. Eğer hanım ko­casını bu iddiasında yalanlarsa hanımın sözü makbuldür. Ebu Hanıfe'ye göre, yemin etmesi de lâzım değildir.

Koca hanımına: «Ben seni nikâhınım altına aldım» dediği zaman, hanım da, benim iddetim bitti diye cevap verirse, Ebû Hanife'ye göre, ric'at sahih değildir.

Cariyenin kocası iddetinin bitiminde, ben daha iddet bitmezden ric'at yaptım dese, cariyenin efendisi de onu doğrularsa, canye ya­lanladığı takdirde söz cariyenindir.

Kadının üçüncü hayzınm kam on günde kesildiği zaman, yıkan-masa dahi ric'at müddeti biter. Eğer on güne varmazdan evvel biter­se Ebû Hanife ve Yusuf'a göre, gusül yapmazdan veya bir namaz vak­ti'geçmezden veya teyemmüm edip namaz kılmazdan evvel ric'at za­manı bitmez.

İmam-ı Muhammed'e göre, teyemmüm ettiği zaman, namaz kıl­mazsa dahi ric'at müddeti biter.

Gusül yaparken bedenin bir parçasına su değmezse, o parça bir âza ve daha fazla bir yer ise, ric'at müddeti bitmez. Eğer bir azadan daha az ise, ric'at müddeti biter.

Ricî talâkla boşanmış bîr hanım, kocasına karşı şevkini izhar et­meli ve süslenmelidir. Kocası iznini almadan veya ayakkaplannın takırtısını işittirmeden evine girmemesi müstehaptır.

Ricî [93] talâk, cinsî münasebeti haram kılmaz (çünkü nikâhın aslı vardır).

Üç talâktan aşağı olarak bayın bir şekilde hanımını boşadığı za­man iddet içinde ve iddetten sonra hanımıyie evlenebilir.

Eğer hür hanımını üç talâkla veya cariye olan hanımını iki ta­lâkla boşamışsa, başka bir koca ile doğru bir nikâhla evlenip boşan-madıkça veya ikinci kocası ölmedikçe, birinci kocasına helâl qlmaz [94]

Mürahik bir çocuk (buluğa yaklaşan ve anlayışlı) tahlil (hülle) meselesinde baliğ gibidir. Yâni hanımla bir mürahik evlenirse sonra boşanırsa kocasına helâl olur.

Boşanmış cariyenin efendisi, cariye ile yatarsa birinci kocasına bu temasla helâl olamaz.

Eğer ikinci koca, sadece birinci kocasına helâl olsun diye hanımla evlenirse nikâh mekruh olur. (Fakat bozuk değildir). O halde eğer ikinci koca, hanımla temasta bulunur (ve bosnrsa iddet çektikten son­ra) birinci kocaya helâl olur.

Hür olan hanımını bir veya iki talâkla boşadığı zaman, iddeti bit­ti. Başka bir koca ile evlendi, bilâhare ikinci kocadan boşanıp birinci kocasiyle tekrar evlenirse, üç talâkla gelmiş olur. Çünkü ikinci koca, üçten az kalan talâkları -üç talâkı bozduğu gibi- bozar.

tmam-ı Muhammed'e göre, üçten aşağı olan talâkları bozmaz.

Hanımını üç talâkla boşadığında, hanım, benim birinci îddetim bitti, ve evlendim, ikinci kocanı temasta bulundu ve beni boşadı ve ikinci iddetimi de çektim dese ve aradan geçen müddette bunu istiap edebilirse birinci kocaya, hanımı doğrulamak caiz olur. Eğer zannı galibiyle onun doğru olduğunu tasdik ederse.

 

İylâ (X) Bahsi:

 

Kişi hanımına: «Allah'a yemin ederim sana ^. av kadar yaklaşmam» dediğinde muli (yeminli) olur. Eğer bu dört ay îcCe ^münasebette bulunursa yeminini bozmuş olur ve kendi»-lÇe kefaret lâTm olur ve iylâ ortadan kalkar. Eğer dört ay geçinceye "adar - yapmadıysa, hanım bir talâkla kendiden boş olur.

Eğer yata» dört ay üzerine yemin etmişse, dört ay geçince yemin düşer Eğer ebediyyen yaklaşmamak için yemin etmişse -bir talakla bofoldulansonra" yemin de daima varcur; 4 ay geçtikten Bonra tekrar hanımla evlenirse, iylâ (yemin) yine vardır, temasta bulunursa ke met verir ve boş olamaz. Eğer temas etmez ve dört ay geçerse, dıger b,r talâkirboş ota- Tekrar evlenir yaklaşmadan dört ay geçerse, dlger Ttafâkla'boş olur. Başka bir kocadan sonra o hanımla evlenirse artık o eski yeminle talâk düşmez, fakat yemin daha da vardır. Eğer ha-mmla, S münasebette bulunursa, yeminin kefaretim vermehdrr. Dört aydan az bir müddet için yemin ettiğinde, muli sayüma hacla veya oruçla veya sadaka veya köle azat etmek veya talakLa bir hac etmek lâzım gelsin veya kölem aza

Eğer, ricî talâkla boşanmış hanımından uzak olacağı için yemin ederse muli (yeminli) olur. Eğer, bayin talâkla boşattığı hanımından uzaklaşmak için yemin ederse, muli olamaz.

Cariyenin iylâ müddeti iki aydır. Eğer yemin eden koca, hastalı­ğından cima kudreti yok ise veya hanım hasta ise veya her ikisinin İasındaTyte bir mesafe vardır ki, iylâ müddetinde hanıma yeşmes. mümkün değildir. Böyle bir durumda kişinin cayması lisanıyla: «Ben SL« vapum,, demesidir. Bu sözü sö gediği = pa­tadan kalkar. Eğer bilâhare müddet içinde lyıleşırse, o lisanla yaptığı dönüş iptal olunur, ancak cimâa bağlanır.

(Dürer)

Hanımına «Sen bana haramsın» dediğinde niyetinden sorulur; Eğer deseki ben yalanı irade ettim sözü kabul olunur. Eğer "Ben boş­anmayı irade ettim» dese hanım beyin olarak boşanır. Ancak üç talak niyet ederse (Niyeti gibi olur). Eğer «Ben zihavi [95] irade ettim» dese zihar olur. Eğer «Ben haram olmayı irade ettim veya hiç bir şeyi irade etmedim» dese, bu söz yemin ve, kişi onunla muli olur.

 

Hul [96]  Bahsi:

 

Eşler ihtilafa düşüp, Allah'ın sınırlarına riayet etmemekten kork­tukları zaman, hanım nefsini bir miktar malla kocasının nikahından kurtarabilir ve beiste yoktur. Koca bu muameleye razı olduğu zaman hul ile bayin bir talâkı düşer ve hanıma söylenen malın kocaya veril­mesi lazım gelir.

Eğer huzursuzluk kocadan geliyorsa hanımdan bir şey alıp öylece boşanması bizce mekruhtur. Huzursuzluk hanımdan gelirse, hanıma verdiği sıdak ve mehirden fazlasını alması yine de mekruhtur. Ancak fazla alırsa hükmer câiz olur.

Eğer, koca. hanımını mal mukabilinde boşar, oda kabullenirse, talak bain olarak vaki olur ve hanıma o malıln verilmesi  lâzım gelir.

Hul'de alınacak ive: batıl olduğu zaman  Müslüman hanımın içki veya domuz üzerine hul yaptığı gibi - kocaya hiç bir şey verilmez ve talakta bayindir,

Eğer talakta söyleşilen mal batıl olursa talak rıca olur.

Mehir olunması caiz olan bir mal, hul meselesinde hulun bedeli olabilir. Eğer hanım, kocaasına «benim elimdekinin mukabilinde benî boşat» oda boşar ve bilahire elinde hiçbir malın olmadığı anlaşılırsa, koca hiçbir hak iddia edemez. Eğer «(Beni elimdeki malın karşılığında olabilir. Eğer hanım, kocasına «benîm elimdekinin mukabilinde beni boşat» o da boşar ve bilâhare elinde hiç bir malın olmadığı anlaşılırsa, koca hiç bir hak iddia edemez. Eğer «Beni elimdeki malın karşılığın­da boşat» dese ve elinde bir mal bulunmazsa, kocanın başta verdiği mehir kocaya geri verilir.

Eğer «beni elimdeki dirhem (para) lerin karşılığında boşat» dese bilâhare elinde hiç bir dirhemin olmadığı anlaşılırsa, kocaya, üç dir­hem vermek kendisine lâzım gelir.

Eğer hanım, kocasına «Benî o bin liranın) karşısında üç talâkla boşa» dese, o da bir talâkla boşarsa, binin üçte birine  sahip olur.

Eğer «Beni binin karşısında üç talâkla bo^ai» dese, koca da bir ta­lâkla boşarsa Ebü Hanife'ye göre. hanıma bu surette hiç bir şey lâzım gelmez [97]                                                                                  

Eğer koca, hanımına «Nefsini binle veya lıinîn üzerine üç talâkla boşat» dese, hanım da, bir talâkla nefsini boşarsa. hiç bir şey hanıma lâzım gelmez. (Yâni ne boşanır ne de mal falan lâzım gelir).

Mübaret (.yekdiğerini affetmek) hul gibidir. Ebû Hanife'ye göre, Hul ve mübaret, eşlerin yekdiğerinde olan nikâhla ilgili haklarım dü­şürür [98].

 

Zihar Bahsi:

 

Koca, hanımına «sen benini üzerime (için) annemin sırtı gibisin»

dediğinde hanım kendisine haram olur. Hanıma temasta bulunması, ellemesi ve öpmesi, ziharın kefaretini vermedikçe kendisine helâl ol­maz.

Eğer kefaret vermezden evvei hanımla cinsi münasebette bulu­nursa Allahtan af talep eder, ilk kefaretten başka kendisine herhangi bir kefaret lâzım gelmez. Ancak kefaret, vermedikçe bir daha temasta bulunmamalıdır.

Kefareti icap ettiren dönüş, hanımıyie emsi münasebette bulun­maya azim ve cezm eylemesıdir.

Hanımına: «Sen benîm için annenim Karın veya apışı veya ferci gibisin» dediğinde müzahir (zihar etmiş) olur. Yine müzahir olur. Eğer hanımı kendisine ebediyyen haram olan bir yakınma benzetirse hem­şiresi veya halası veya sütannesi gibi...

Eğer: «Senin başın benîm İçin annemin sırtı veya  veya yüzü veya boynu ya da yarısı yahut da üçte birisi gibidir» dese müzahir olur.

Eğer: «Sen benim üzerime annem gibisin;) dese niyetine müracaat olunur. Eğer, sen yanında şereflisin manasını irade ettim bu sözümle dese, sözü kabul olunur. Eğer, ziharı irade ettim dese, zıhar olur. Eğer, talâkı irade ettim dese talâkı bayın olur. Eğer hiç bir niyeti yoksa, hiç bir şey olamaz.

Zihar, ancak hanımı hakkında olabilir. O halde eğer carîyesiyle zihar yaparsa müzahir olamaz.

Bütün hanımlarına birden «sizler benim üzerime annemin sırlı gibi­siniz» diyen bir koca, hepsinden müzahir olur. Her birisi için bir kefa­ret vermesi icap eder.

 

Zihar Kefareti Bahsi:

 

Ziharın kefareti: Bir köleyi azat etmektir. Eğer yoksa arka arka­ya iki ay oruç tutmaktır. Eğer gücü ona da yetmezse altmış miskine yemek yedirmektir. Bütün kefaretler cimâdan evvel verilir.

Zihar kefaretinde, kâfir, müslüman, erkek, dişi, küçük ve büyük kölelerin azat edilmesi kâfidir. Kör, elleri veya ayakları kesik olan bir kölenin azat edilmesi kâfi değildir (yâni kefaret olamaz.)

Sağır, bir eli ve bir ayağı çaprazlama kesilen kölenin azat edilme­si kâfidir.

İki elinin baş parmaklan kesilen ve düşünce kabiliyeti olmayan deli bir kölenin azat edilmesi kâfi değildir.

Müdebber (efendisi, kendisine ölümümden sonra sen hürsün de­miş). Köle, ümmül veled (efendisinden doğurmuş) cariye ve biraz pa­rasını eda eden mükâtep, (azat olunması paraya bağlanan) köle kefa­ret olarak azat edilemez. Eğer hiç bir para efendisine vermeyen bir mükâtep köleyi (kefaret olmak için) azat ederse caiz olur. Eğer kefa­ret niyetiyle köle bulunan babasını veya oğlunu satın alırsa kefaret yerine geçer ve caizdir.

Ebû Hanife (R.A.) ye göre, ortak bir kölenin yarısını kefaret için azat ettiğinde diğer yarısının da kıymetine Kâmın olup onu da azat ederse, caiz olamaz.

Eğer kölesinin yansını kefaret için azat edip bilâhare cimâdan evvel kefaret için diğer yansını da azat ederse caizdir. Ebû Hanife'ye göre, kölesinin yarısını kefaret için azat edip, zihar yaptığı hanımiyle cîmâ ettikten sonra diğer yarısını azat ederse, caiz olamaz.

Müzahir azat edeceği köleyi bulamazsa kefareti -içinde ramazan ayı, ramazan bayramı, kurban bayramı ve kurban bayramından sonra gelen üç teşrik günleri bulunmayan hiç fasıla vermeksizin- iki ay oruç tutmaktır.  .

Ebû Hanife ve Muhammed (R.A.) e göte, zihar yaptığı hanımiy­le, o iki ay kefaret orucun meyanında geceleyin kasden veya unuta­rak gündüzleyin cima yaparsa yemden iki ay.oruca başlamalıdır.   .

Eğer o iki aydan tek bir gün orucu özürle veya özürsüz yerse ye­niden başlanması lâzım gelir.

Eğer köle hatunuyle müzahere yaparsa kefareti ancak oruç ola­bilir. Efendisi kendisinin yerinde bir köle azat ederse veya fakirlere yemek yedirirse caiz olamaz.

Müzahir, oruç tutmaya kudretli değilse, altmış miskine yemek yedirecektir. Her miskine yarım sa' buğday veya bir sa' hurma veya arpa veya bunun kıymetini verecektir. Eğer onlara sabah ye akşam yedirirse -ister az ister çok yesin- caizdir. Eğer tek bir miskine alt­mış gün verirse kâfidir. Eğer bir miskine bir günde bütürtünü verir­se, ancak bir günlük kefaret olarak kabul olunur. Eğer yemek yedir­diği zaman zarfında, zihar yaptığı hanımla cinsi münasebette bulu­nursa yeniden yedirmek lâzım gelmez.

Bir kimsede iki zihar kefareti varsa, iki köleyi tayin etmeksizin azat ederse her iki ziharın da kefareti olmak hesabiyle kâfi gelir. Dört ay oruç tutarsa veya yüz yirmi miskine yeme): yedirirse hüfcüm böy­ledir. Eğer bir köle azat ederse veya iki ay oruç tutarsa istediğinin kefaretini sayabilir.

 

Lia'n Bahsî:

 

İkisi şahitlik yapacak nitelikte ve kadında kendisine iftira atana had vurulacak kapasitede olduğu halde, kocası kendisini zina ile it­ham veya çocuğunun nesebini kadının İsteğine rağmen inkâr ederse kocaya lia'n düşer. Eğer koca lia'ndan men olursa lia'n yapıncaya ka­dar veya kendisini yalanlayıp kendisine had tatbik oluncaya kadar hâkim hapse atar. Eğer koca lia'n yaparsa hanıma da lia'n lâzım ge­lir. Eğer hanım lia'ndan men olursa, lia'n yapınca veya kocasını tas-dikleyinceye kadar hâkim hanımı hapseder...    .

Koca, kâfir, köle veya iftiradan dolayı kendisine had vurulmuş    bir kimse ise, hanımına zinayı isnat ettiğinde kendisine had düşer.

Koca, şahitlik yapacak nitelikte ise, hanımı, cariye, kâfir veya da­ha evvelce had yemişlerden veya kendisine iftira atana had vurulma­yacak tipten ise, kendisine zina isnat eden kocasına had vurulmaz ve lia'n da yoktur.

Lia'n nasıl yapılır?

Kadı, ilk evvelâ kocadan başlar. Koca dör: defa şahitlik yapar, her defasında: «Ben Allah'ı şahit kılıyorum ki, şüphesiz hanımımın hak­kında ileri sürdüğüm zina meselesinde, doğru söyleyenlerdenim» diye­cektir. Beşinci olarak: «Eğer, hanımıma zina meselesinde iftira atan­lardan isem, Allah'ın laneti üzerime olsun» diyecektir. Bütün bu ye­minleri yaparken hanımına işaret etmesi lâzımdır. Bundan sonra ha­nım dört defa şahitlik eder, beher defasında «Allah'ı şahit ederi!m, ko­cam bana atfettiği zina meselesinde yalancılardandır.» Beşincide «Eğer kocam bana atfettiği zinada doğru ise Allah bana gazap etsin» diyecektir.

Yekdiğerini lanetlediği zaman, kadı birbirinden ayırır. İmam-ı Azama ve Muhammed'e göre, bu ayrılık bayin bir talâk sayılır.

Ebû Yusuf: «Ebedî bîr şekilde o hanım kocasına haram olur» dedi.

Eğer kazıf (iftira) çocuğun inkâr edilmesiyle olursa, kadı çocuğun nesebesini yok eder ve çocuğu annesine ilhak eder (yâni annesine ve­rir ve ancak ona vâris olur).

Eğer lia'ndan sonra, koca cayıp kendisini yalanlarsa, kadı ona had vurur ve böylece hanımiyle tekrar evlenmek helâl olur. Eğer ha­nımından başka birisine zinayı atfedip had yerse veya bir kadın zina edip had vurulursa, bu şekilde kişi hanımiyle evlenebilir.

Hanımı küçük veya deli olduğu halde kendisine zina atfederse, aralarında lia'n olamaz.

Ahrasın (dilsiz) hanımına zina atfetmesi lia'nı icap edemez. Koca, hanımına «Senin hamlin benden değildir» dediği zaman aralarında lia'n olmaz.

Eğer hanımına: «Sen zina ettin bu hamlin zinadandır» dese lia'n muamelesi aralarında icra edilir. Fakat kadı, hamlin nesebini kaldıramaz.

Doğumun hemen akabinde veya tebrik edildiğinde veya doğum için âletler alındığı zamanda, hanımının çocuğunu inkâr ederse, id­diası doğrulanır ve bu iddiasından dolayı lia'n yapar. Eğer bu müd­detten sonra çocuğu inkâr ederse, lia'n yapar, fakat nesep sabit    ol-

Ebû Yusuf ve Muhammed: «Bütün ııii'as (lohusa) müddetincc ço­cuğu inkâr edebilir» dediler.

İkiz doğudan hanımın birinci çocuğunu inkâr edip ikincisini ka­bullenirse her ikisinin de nesebi sabit olur ve kocaya da had vurulur. Eğer birincisini kabullenir. İkincisini inkâr ederse her ikisinin nesebi sabit olur ve lia'n yapar.

 

İddet Bahsi:

 

Kişi hanımını bayin veya rici talâkla boşarsa veya boşanmadan başka [99] bir şekilde aralarına ayrüırk girerse, hanım da hür ve hayiz görür hanımlardansa iddeti üç kür'dir. Kür'lar hayızlardır (yâni bir kür1 bir hay izdir.)

Eğer küçüklük veya büyüklükten ötürü hayız görmezse iddetî üç aydır. Eğer hâmile ise iddeti hamlini doğurduğu zamana kadardır.

Eğer cariye ise, iddeti iki hayızdır. Eğer hayız görmez bir cariye ise, iddeti bir buçuk aydır.

Koca öldüğü zaman, hür hanımı dört ay on gün iddet çekecektir. Eğer cariye ise iki ay beş gün çeker. Eğer hâmile ise hamlini doğu-ruııcaya kadar bekler.

Hastalıktan boşanan hanım vâris olduğu zaman [100] en uzun id­deti çekecektir. (Yâni ölüm ve boşanma iddeti erinden hangisi daha uzunsa onu çekecektir.)

Eğer rici talâkın iddetini çeken cariye, o müddet zarfında azat edilirse iddeti hür hanımlar iddetine çevrilir. Eğer, bayin talâkla bo­şandığı ve kocası öldüğü halde azat edilirse, iddeti başka bir şekle çev­rilemez.

Eğer âyise (hayız görmez) olduğu için, aylarla iddet bekler, sonra hayız kanını görürse, geçmiş iddeti iptal olunur. Yeniden tiayızla İd­det görmeye başlar.

Fâsid nikâhla nikahlanmış şüphe ile cinsi  ebet*

ölümden soZp^h olursa iddeti o zaman dört ay pn gün olur. Kişi hanımım hayız halinde boşarsa o hayıfa Idfete başlamaz, iddet   çekmekte olan hanım,   şüpheli   olarak   kepdisireni bir iddet kendisine lâzım ^ördüğü hayız her iki iddete ikinci iddet daha bitmemişse, iddeti tamamlamak lâzım gelir.

Boşanmada, iddetin başlangıcı talâktan hemen de hemen ölümden sonra başlar. Eğer hanım, iddet müddeti totınce-Îe»boşanmasından ve kocasının vefatından habersiz ise, dahi id-deti bitmiştir.

Fâsid nikâhta, iddet eşlerin vekdjğermden ayrılmasiyle veya ko­canın cinsî münasebeti terkeylemeğe azmeylemesiyle başlar.. Mabtuta (ricaat hakkmdan mahmm bir şekilde boşumu, (at eden hanıma -Akil, baliğ ve müslüman olduğu halde- ıhdat lazım gelir.                      ;

İhdad- kokuyu, süsü, yag sürmeyi ve gözlerine sürme çekmeyi terketmektir Ancak özürden dolayı olursa beis yoktur. Ellerme kınaalı, usfur (bir nevi boyada-) ve za'feranla boyanm,herhangi bir elbiseyi giymemelidir. Kâfir ve küçük olan bir hanıma ihdad yoktur.

Cariyeye İhdad lâzımdır. Fâsid nikâhın ve ümmülveledin iddetinde ihdad yoktur.

İddet çekmekte olan bir hanıma evlenme teklifi lâyik ve uygun değildir. Fakat ta'rizde bulunmakta hiç bir beis yoktur.

Rici'i veya nıabtuta şeklinde boşanmış bir hanıma gece veya gün­düz evinden çıkmak caiz değildir.

Kocası ölen hanım ise, gündüzleyin ve gecenin bir kısmında çı­kabilir. Fakat evinden başka bir yerde yatamaz.

İddetini çeken hanım, ayrıldığı zaman kendisine atfedilen evde ancak iddet çeker.

Ölünün terekesinden kendisine düşen ev kendisine yetmiyor ve vârisler de paylarından çıkarıyorlarsa, başka eve gidebilir. Kişinin ri* ci'i talâkla boşadığı hanımiyle sefere çıkması caiz değildir. Kişi, hanı­mını bayin talâkla boşadıktan sonra iddette iken evlenirse ve daha duhul etmezden evvel tekraren bırakırsa, kocaya zevcesine vermek üzere tam mehir düşer, zevceye ise, Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'a göre, yeni bir iddet düşer.'

îmam-ı Muhammed (E.A.) «Kadına metilin yansı verilecektir ve birinci iddeti tamamlayacaktır,»' dedi.

Rici'i talâkla boşanan hanım, iddetinin bittiğini ikrar etmedikçe, iki sene veya daha fazla bir. müddet sonra doğurduğu çocuğun nesebi sabit olur. Eğer iki seneden daha az bir müddette doğurursa, kocasın­dan boş olur. Eğer iki seneden sonra doğurursa, çocuğun nesebi sabit olur ve hanım rici'i olur.

Mabtuta, iki seneden az bir müddette doğurursa, çocuğunun nese­bi sabit olur. Eğer ayrılık gününden tam iki sene sonra doğurursa ne­sebi sabit olamaz. Ancak koca, çocuk benimdir diye, iddia ederse, sa­bit olur.

Kocası vefat eden hanımın, vefat günüyle doğum arası iki sene olduğunda doğurduğu çocuğun nesebi sabit olur.

İddetli hanım, iddetim bitti diye, ikrar yaptığından sonra altı ay geçmezden bir çocuk doğurursa onun nesebi sabit olur. Eğer altı ay geçtikten sonra, doğursa nesebi sabit olamaz.

Ebû Hanife (R.A.) ye göre, iddet çeken bir hanım bir çocuk do­ğurursa nesebi sabit olamaz. Ancak  iki kişi veya bir kişi ile iki hanım doğurduğuna şahitlik yaparsa ne­sebi sabit olur. Meğer ki, göze çarpan gebelik veya kocası tarafından itiraf varsa, şahitlere lüzum kalmazdan nesebi .sabit olur.

Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed  (R.A.)   «bütün bu suretlerde tek hanimin şahitliğiyle nesebi sabit olur» dediler.

Evlendiği kadın, evlenme gününden itibaren altı aydan az    bir müddet zarîînda doğurursa nesebi sabit olamaz. Eğer altı aya veya daha fazla bir zamanda doğurur, kocası itiraf ve sükût ederse nesebi sabit olur. Eğer doğumu inkâr ederse, doğuma dair şahitlik yapan tek. hanımın şahitliğiyle nesebi sabit olur.

 

(Hamlin Müddeti Bahsi):

 

Hamlin en çok müddeti iki senedir. En az müddeti altı aydır. Zımmî erkek zımmî hanımını boşadığı zaman iddet bekinmesi yoktur.

Eğer zinadan hâmile kalan hanım evlenirse nikâhı caizdir. Fakat hamlini doğurmazdan kendisiyle cinsî münasebette bulunulmaz. Al­lah herkesten daha iyi bilir.

 

(Nafakalar Bahsi:)

 

İster kadın müslüman olsun ister kâfire, kocasının evinde nefsini kocasına teslim ettiği zaman, kocasına nafakası vacip olur.

İster kocası zengin, ister fakir olsun, her ikisinin hali nazarı iti-bare alınarak kocasına, meskeni giyeceği ve nafakası lâzımdır. Eğer mehrini alıncaya kadar, nefsini teslim etmekten men olursa kendisi-/ ne nafaka vermek elbet lâzımdır. Eğer kocasının evini terkederse, dönünceye kadar kendisine nafaka yoktur.

Eğer kendisiyle cima yapılmıyacak derecede küçük ise, nefsini ko­casına teslim ederse bile nafakası lâzım gelmez.

Eğer hanım büyük, kocası cima yapmayacak derecede küçük ise, kocasnın malından nafakası verilir.

İster rici'i, ister bayin olsun, kişi hanımını boşadığı zaman Ken­disine nafaka ve mesken verecektir.

Kocası ölmüş veya isyanından ötürü boşanmış hanıma nafaka ve­rilemez.

Eğer kocası tarafından boşandıktan sonra irtidad (dinden cay­mak) ederse, nafakası düşer. Eğer boşandıktan sonra kocasının oğlu­na (üvey evlâdına) nefsini teslim ederse nafakası kesilmez. Eğer bo­şanmadan evvel ise nafakası düşer,

Eğer, hanım borcundan dolayı hapsolunursa veya aorla bir kişi tarafından gasbolunup götürülürse veya mahremiyle hacca giderse bu müddette kendisine nafaka verilmez.

Eğer kocasının evinde hasta düşerse nafakası .

Koca zengin olduğu zaman, hanımının hizmetçisine nafaka ver­mesi farz olur. Bir hizmetçiden başka hizmetçilerin, nafakası farz değildir.

İçinde kimsenin bulunmadığı bir evde oturtması lâzımdır. Ancak hanım kendisi başkasının oturduğu evde oturmayı isterse olur.

. Eğer başka bir hanımdan çocuğu varsa o çocuğu üvey annesiyle beraber oturtmaya yetkisi yoktur

Koca, hanımının ebeveynlerini, başka kocadan olan evlâdını ve ehlini evine sokmamaya yetkilidir. Fakat bu kimselerin istedikleri za­man, hanımla konuşmalarına ve hanıma bakmalarına mâni olamaz.

Hanımının nafakasını vermekten âciz olan bir kimseden hanımı­nın boşanması talep edilemez. Ancak hanımına, «kocanın namına na­fakam borç et» denilecektir.

Servetini ve hanımının olduğunu itiraf edenin elinde malı oldu ğu halde, kişi kaybolursa, kadı o maldan kaybolan zatın hanımına, küçük çocuklarına ve ebeveynlerine nafaka takdir eder. Fakat hanı­mına takdir ettiği nafakayı vermek için hanımdan bir kefil alacaktır.

Kaybolan bir kişinin malında ancak bunlar için hüküm edebilir Kadı, hanıma fakirlik nafakasını takdir ettikten    sonra    kocası zengin olursa ve kadıya şikâyet ederse, derhal kendisine zengin na­fakasını tamam ederek verir.

Bir müddet geçtiği halde, koca, hanımının nafakasını vermemişse ve hanım da geçmişin nafakasını. isterse, hiç birL şey alamaz. Ancak kadı nafakasını farzetmiş veya koca, nafaka miktarı üzerinde kendi­siyle sulh etmiş ise, geçmişin nafakasını verecektir.

Kişi, kadı tarafından nafaka vermekle mahkûm olunduğunda bir kaç ay geçtiğinde nafakayı vermiyerek ölüp giderse nafaka kendisin­den sakıt olur.

Hanımına bir senelik nafaka verdikten sonra ölürse, hanımdan hiç bir şey geri alınmaz. İmam-ı Muhammed (R.A.) «Geçmişin nafa­kası hanıma hesaplanarak bırakır, geri kalan mal kocanın malıdır..»

dedi.

Köle, hür bir hanımla evlendiği zaman, nafakası boynunda borç kalır ve nafakanın ödenmesi için satılır.

Hür bir insan cariye ile evlendiğinde ve cariyenin efendisi, ken­disiyle evine gitmeye müsaade ettiğinde nafaka lâzım olur, Eğer evine gitmeye müsaade etmezse nafakası kocaya düşmez (belki efendisine aittir.)

Küçük yavruların nafakası yalnız babalarına düşer, Jıanımm na­fakası yalnız kocasına düştüğü gibi

Eğer küçük süt emiyorsa, annesine emzirmesi lâzım değildir. Bel­ki annesinin yanında olduğu halde emziren bir hanımı baba icar et­melidir.

Eğer, nikâhlı hanımını veya kendisinden iddet çeken bir hanımı çocuğuna süt anneliği, yapsın diye kiralarsa caiz olamaz. Eğer iddeti bittikten sonra çocuğunu ernzirsin diye, eski hanımını icar ederse caiz olur.

Eğer baba dese, ben annesini icar etmem ve başka bir ecnebi ha­nım getirirse, o esnada anne de ecnebi hanımın ücreti misline razı olursa, anneye vermek daha uygun düşer. Eğer, öz anne fazla ücret isterse, koca ille vermeye zorlanmaz:

Küçüğün nafakası, babasının dini ayrı ise dahi babaya düşer, na­sıl ki hanımın dini ayrı ise dahi nafakası kocasına düşüyorsa..

 

Hidane  (Besleme)  Bahsi:

 

Eşler ayrıldığında, anne çocuğun terbiyesine daha uygundur. An­ne olmadığı takdirde annenin annesi babanın annesinden (Jaha evlâ­dır. Eğer anneannesi yoksa, baba annesi küçüğün hemşirelerinden da­ha evlâdır. Eğer ninesi hiç yoksa hemşireleri hala ve teyzelerinden da­ha evlâdır.

Evvelâ anne ve baba bir olan hemşireye, sonra. anne bir hemşiresine sonra baba bir hemşiresine teslim edilir, dar-fta sonra annenin hemşireleri halalardan daha evlâdır, teyzeler, hem­şirelerin indiği gibi inerler, halâlar da öyledir.

Bunlardan her evlenenin hakkı sakıt olur, ancak nine hariçtir kocası dedesi olduğu zaman... Eğer çocuğa yakın kadınlardan hiç bir' kimse yoksa ve yakınları olan erkekler terbiyesi ve beslemesi için mü­nakaşa ediyorlarsa, asabe. bakımından en yakını hepsinden dana ev­lâdır.

Erkek çocuk, tek başına yer, içer, elbisesini giyer ve taharetini yapıncaya kadar annesi ve ninesi bakmasına daha evlâdır. Kız çocuk da hayız görünceye kadar annesi ve ninesi yanında olmalıdır.

Acaba evlenmeye iştahı açılıncaya kadar anne ve &nne annesin­den daha iyi kim kız çocuğa bakabilir?

Efendisi cariyeyi azat ettiğinde, ümmülveled çocuğundan ötürü. azat olunduğunda, hür kadın gibidir. Azat olmazdan evvel çocuk hak­kı, ne cariye olan anneye ve ne de ö ümmülveled olan cariyeye yok­tur.

Dinleri tefrik edecek çağa gelip küfründen korkmadıkça, pıüslti-man çocuk kâfir annesinden alınmaz.

Boşanmış, hanım, çocuğunu alıp şehirden çıkamaz. Ancak koca-siyle evlendiği vatanına götürebilir.

Dinde kişiye muhalif iseler dahî, fakir ebeveynine, dedeler ve ni­nelerine nafaka vermek mecburiyetindedir.

Din ayrılığında ancak nafaka hanımına, ebeveynlere, dedelere, ni­nelere, evlâda ve evlâdın evlâdına verilir,

" Ebeveynlerin nafakasında, hiç kimse evlâda ortaklık yapmaz. Kişinin mahremi olan her rahim sahibi fakir ve küçükse veya ba­liğ ve fakir bir kadms4 veya ;kötürüm yahut da kör bir fakirse, mi­rası nisbetinde nafakası yakınlarına lâzım olur.

Baliğ kızın, kötürüm çocuğun nafakası ügîü olarak ebeveynlerine; düşer, üçte iki babasına ve üçte bir de annesine düşer.

Yakmlariyle kişinin arasında din ihtilâfı   olduğunda vacip olamaz.

Fakir bir kimseye yakınlarının nafakası vacip değildir. Kayıp ev­lâdın malı varsa kadı evebeynin nafakasını o maldan verir, Eğer ba­bası nafakası için kayıp oğlunun eşyasını satarsa Ebû Hanİfeye göre, caizdir. Eğer gayri menkulünü satarsa caiz olamaz. t

Eğer kayıp çocuğun ebeveynin elinde malı olup o naaltjan nafa­kalarını alırlarsa zâmin olamazlar. Eğer malı başka birisinin elinde ise ve o kimse kadı'nın iznini almazdan o maldan mal sahibinin ebe­veynlerine nafaka verirse zâmin olur.

Kadı, evlâda, ebeveyne ve rahim sahiplerine nafaka vermekle hü­küm ettiğinde bir müddet geçtiği halde nafaka alınmazsa düşer. Me­ğer ki, kadı o evlâdın namına borç etmelerine izin vere.

Efendi, kölesine ve cariyesine infak etmek mecburiyetindedir. Eğer infak etmezse ve onların da çalışmaları varsa çalışır ve nafaka­larını temin ederler. Eğer çahşmalariyle nafakalarım temin etmese­ler, nafakalarını vermeyen efendileri satılmalarına zorlanacaktır.

 

Î'tak (Azat Etmek) Bahsi:

 

Âkil, baliğ bir hürün mülkünde azat etmesi mümkün olur.

Kölesine, veya cariyesine «Sen hürsün veya azat edilmişsin ve hür kılınmışsın, yahut seni hür yaptım, yahut da seni azat ettin» dediğin­de ister azat olmasını niyet etsin ister etmesin azat olunur. Yine hür olur eğer: «Senin başın yahut yüzün veya boynun veya bedenin hür­dür» dediği zaman veya cariyesine «Fercin hürdür» dediğinde.

Eğer kölesine: «Benim üzerinde mülküm yoktur» dese ve bu sözle hürriyetini niyet ederse azat olur. Eğer niyet yoksa azat olamaz.

Azat edilmenin kinayeleri hep böyledir.

Eğer «Senin üzerinde her hangi bir hakkım yoktur» dese ve azat olmasıiu niyet ederse yine azat olunmaz.

Eğer: «Bu oğlumdur» dese ve bu sözünde ısrar ederse veya «Bu benim azat ettiğimdir veya «Ey azatlım» dese azat olunur.

Eğer «Kölesine, ey oğlum, ey kardeşim» dese azat olunmaz. Eğer kendisinden büyük bir köleye «Bu oğlumdur» dese Ebu Ha-nifeye (R.A.) ye göre, azat olunur.

Cariyesine hür olmasını niyate ederek «Sen boşsun» dese azat olunmaz.

Kölesine; «sen hür gibisin» dediğinde azat olunmaz. Eğer «Sen  hürsün» dese behemehal azat olunur.

Kişi, rahminin sahibi bir mahremini köle olarak elde ederse ken­diliğinden azat olunur.

Ebû Hanife'ye göre, mevla (efendi) kölesinin bir kısmını azat etti­ği zaman o kısım azat olunur, geri kalan kısım için çalışır, efendisine para verir kendisini tamamen kurtarır.

Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) «kölenin bir kışını azat edildiği zaman tümü Uzat olunur» dediler.

Köle, iki ortağın arasında müşterek ise, birisi payınit  ederse, azat olunur. Eğer azat eden zat zengin ise, ortağı muhayyerdir. İster­se, o da payını azat eder. isterse ortağına yarısını yükler veya dilerse köleyi çalıştırır, parasını köleden çıkarır. Eğer ilk azat eden fakirse, ortağa iki yol vardır: İsterse azat eder, isterse köleyi çalıştırır yarı kıymetini ondan tansil eder.

Ebû Yusuf ve Muhammed dediler ki, eğer azat eden zenginse ona payını tazmin ettirmek, eğer fakirse köleyi çalıştırmaktan başka yol yoktur.

İki kişi birden birisinin köle olan oğlunu satın alırlarsa, pederin payı azat olunur ve diğer ortağa karşı mesul de değildir. İkisi birden bu köleye vâris olurlarsa, yine hüküm budur. Bu olduktan sonra di­ğer ortak muhayyerdir, dilerse payını azat. eder, dilerse köleyi çalış­tırmak suretiyle, payını alır.

Ortakların her birisi diğer ortağın köleden payına düşen kısmını azat ettiğine şahit yaptığı zaman, kölenin tümü s zat olunur. Ebû Ha­nife'ye göre, ister zengin ister fakir olsunlar, köle çalışıp her ikisinin de payına düşen parayı verir.

Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre, eğer zengin iseler, para" verme­ye hacet yoktur, her ikisi de fakir ise, köle çalışıp kendilerine fiatını öder. Birisi fakir diğeri zengin ise, yalnız zengin için çalışacaktır [101].

Fakir ortak için ise, çalışamaz. Allah için yahut şeytan için veya put için kölesini, azat edenin kölesi azat olunur.

Zorlanarak veya sarhoş olarak kölesini â?at edenin kölesi azat olunur.

Azat olmayı mülküne veya başka bir şarta izafe ederse talâkta sahih olduğu gibi sahih olur.

Bir köle, müslüman olarak darülharpten kaçıp bize geldiği zaman azat olunur.

- Hâmile bir cariyeyi azat ettiği zaman hamli de beraberinde azat olunur Yalnız hamli azat olunursa annesi azat olunmaz.

Kölesini bir malın karşılığında azat ettiğinde köle o malı verme­ye razı olursa, azat olunur ve kendisine malın verilmesi lâzım gelir.

«Eğer sen bana bini verdiğin zaman hürsün» dese hukmu doğru ve köle ticaret etmek için mezun olur.'Köle o malı getirdiğinde kadı, efendisini malı kabullenmeye zorlar ve köle azat olunur.

Cariyenin, efendisinden olan çocuğu hürdijr. Evvelki kocasından olan çocuğu ise efendisinin kölesi olur. Hür hanımın, köle kocasından doğan çocuğu hürdür.  

 

Tedbir Bahsî:

 

Efendi kölesine «Ben öldüğüm zaman sen hürsün veya benden eonra sen İıürsün veyahut sen müdöbbersin (yâni ölümümden sonra hürsün) veyahut ta ben seni müdebber kıldım» dediğinde köle mudeb-ber olur Satılması ve hibe edilmesi caiz değildir.

Efendi, müdebber köleyi çalıştıranıldiği gibi ücretle başkasına da

verebilir

Eğer müdebber cariye ise cinsî münasebette bulunabileceği gibi akdi nikâhla kendisiyle evlenebilir.                                                   

Efendisi öldüğünde müdebber malın üçte bırmden azat olunur. Eğer sülüs kâfi gelirse, eğer müdebberden başka malı yoksa, köle kıy­metinin üçte ikisini çalışarak (vârislere) verir (ve azat olur.)

Efendisi borçlu ise, .çalışıp bütün kıymetini alacaklılara ödemek mecburiyetindedir.

Müdebbere bir cariyeden doğan çocuk ta müdebberdir. Eğer köle­sinin müdebber sayılmasını herhangi bir sıfata bağlarsa normal ölü­müyle müdebber olmaz. Meselâ ben bu hastalığımdan veya bu sefe­rimde veyahut falan hastalıktan ölürsem (sen azat edilmişsin) demesi eibi Bu gibi kölenin satılması ise, caiz olur. Fakat efendisi zikretti­ği sifat üzere ölürse, müdebber köle gibi azat olunur. (Efendisinin ser­vetinin üçte bitinden sayılır.)

 

İstîlâd (Cariyesinden Veled Talep Etmek) Bahsi:

 

Cariye mevlâsmdan doğurduğu zaman «Üınmülveled» olur. Sa-tısı veya başkasına mülk edinmesi caiz olamaz. Efendisi ıçm kendi­siyle cinsî münasebette bulunmak, çalıştırmak, icara vermek ve ev­lendirilmek caizdir.                                                             

Evlâdının nesebesi, ancak efendisinin itiraûyle sabit olur.

Eğer ilk çocuğun nesebini itiraf ettikten sonra diğer bir çocuk doğurursa onun nesebi  ikrarsız da sabit olur.

Eğer efendisi (İlk çocuğu ikrar ettikten soıara) ikinci çocuğu in­kâr ederse, onun sözüyle nesepsiz olur.

Eğer cariyesini evlendirip bir çocuk doğurursa o çocuk annesinin hükmündedir.

Mevlâsı öldükten sonra cariye bütün malından azat plunur. Mevlâsının borcu varsa, alacaklılara o parayı ödemek için çalışması gerekmez.

Kişi, başkasının cariyesini nikâhla vatederse (cinsî münasebette bulunursa) ve cariye ondan bir çocuk doğurursa bilâhare onu efendi­sinden satın alırsa kendisine ümmülveled olur.

Baba, yavrusunun cariyesiyle münasebette bulunduğunda cariye bir evlât doğurursa ve baba da onun nesebini iddia ederse nesebi sa­bit olur ve cariye de babaca ümmülveled olur.

Ancak baba, cariyenin esas sahibi olan evlâdına kıymetini verir. Cariyenin «ukru» [102] ve çocuğunun kıymeti babaya düşmez. Eğer pe­deri hayatta olduğu halde dedesi cariye ile temas ederse doğan çocu­ğun nesebi sabit olamaz. Eğer babası ölü olduğu halde dedesi cariye­sini kullanır, çocuk meydana gelirse, dedesinden -babadan nesebi sa­bit olduğu gibi nesebi sabit olur.

Cariye, iki kişi arasında müşterek olup doğurduğu zaman birisi bu çocuk benimdir, diye iddia ederse, çocuğun nesebesi ondan sabit ve cariye onun ümmülveledi olur. Cariyenin yarı ukrunu ve yarı kıyme­tini ortağına vermelidir. Cariyenin doğurduğu çocuğun kıymetinden .ortağına .vermek kendisine düşmez.

Cariyelerinden doğup meydana gelen   çocuğu,   her ikisi de iddia ederse, her ikisinden nesebi sabit olur. Cariye her ikisinin de ümmül­veledi olur. Yekdiğerine maliyle ukrun yarısiyle borçlu olur. Oğlan, her-ikisinden de tam evlât irsini alır, fakat onların ikisi çocuktan bir baba irsini elde ederler [103].

Mevlâ, akdi kitabet yapmaş kölesinin cariyesiyle düşüp kalkar, ca­riye doğurduğu zaman çocuk benimdir diye iddia ederse -eğer mükâ-tep mevlâsını doğrularsa- çocuğun nesebi Mevlâdan sabit olur. Fakat mükâtebine cariyesinin ukrunu ve evlâdının kıymetini verir ve cari­ye de kendisine ümmülveled olamaz. Eğer mükâtep köle, efendisini iddiasında yalanlarsa, nesebi sabit olamaz.

 

Mukatep [104] Bahsi:

 

Mevlâ (efendi) si kölesini veya cariyesini mal karşılığında (yâni şart edilmiş ve kabullenmiş miktarın karşılığında) Mükâtep kılarsa köle Mükâtep olur (yân* her tasarrufunda serbesttir, çalışıp efendisine şart edilen parayı verecektir.)

Alınan mal, derhal veya başka bir zamanda toptan veya takitla verilmesi şart edilebilir.

Küçük köle, alışverişi biliyorsa kendisiyle kitabet yapmak cf.izdir. Kitabet akdi sahih olduğu zaman, mükâtep köle mevlâsınm elinden çıkar, fakat mülkünden çıkmaz. Bu köle için alış veriş ve sefere git­mek caizdir. Fakat mevlâsmın izni olmazsa evienemez ve bolca hibe edemez. Ve sadaka veremez. Ancak az bir şey verebilir.

Hiç bir surette başkasına kefil olamaz. Eğer kitabet muamelesin­den sonra kölenin öz cariyesinden bir çocuğu olursa o çoculk ta akdi-kitabete dahil olur, hükmü, babasının hükmü gibidir ve gocuğun ka­zancı babasına aittir.

Efendi, cariyesini kölesiyle evlendirir, bilâhare' her ikisiyle de ki­tabette bulunur ve bu akdi kitabetten sonra cariye bir çocuk doğurur­sa, o çocuk cariyenin kitabet muamelesine dahil olur ve ıpocuğun ka­zancı annesine aittir. Eğer mevlâ, mükâtep cariyesiyle cipsi münase­bette bulunursa, cariyeye. «Ukur» vermesi icap eder.

Efendi, mükâtep cariyeye veya çocuğuna karşı cinayet işlerse, kendisine cinayet bedeli vermelidir. Eğer malım telef ederse zâmin olur.

Mükâtep köle, köle olan babasını veya oğlunu satm aldığı takdir­de onlar da kitabet muamelesine dahil olur. Eğer ümmülveledini sa­tın alırsa, satın alman cariyenin çocuğu da kitabet akdine dahil olur. O halde o cariyenin satılması da caiz olamaz. (Çünkü çocuğuna tâ­bidir.)

Eğer mükâtep köle, mahremi olan fakat aralarında doğurmak il­gisi olmıyarj bir yakınını satın alırsa, Ebû Hanife (R.A.) ye göre, ki­tabet akdine dahil olmaz.

"Mükâtep bir taksiti vermediği zaman, hâkim onun haline bakar, eğer başkalarında bir alacağı veya gelecek malı varsa hemen acizliğine hüküm veremez; iki veya üç gün mühlet verir. Eğer parayı temin ede­cek bir tarafı yoksa ve efendisi de âciz sayılmasını talep ederse, hâkim âcizdir diye hüküm verip kitabeti feshedecektir. Ebû Yusuf «iki ay üzerinden geçmedikçe hâkim âciz olduğuna hüküm veremez» dedi.

Mükâtep âciz olduğu zaman tekrar kölelik hükümlerine avdet eder, elinde bulunan bütün kazancı mevlâsmmdır.

Mukâtebin malı olduğu halde ölürse, kitabet feshedilmez, belki taksitleri kazançlarından verilir ve......

hayatının son demlerinde azat olduğuna hükmedilir.

' Verilecek malı bırakmıyarak ancak kitabet zamanında doğmuş bir evlât bırakmışsa, o çocuk babasının taksitlerini vprmeye çalışa­cak, verdiği zaman babasının ölümden evvel â?at olunduğuna hükme­deriz. Babasiyle çocuk da azat olunmuştur.

Eğer satın aldığı evlâdını terkedecek olursa, çocuğunla «ya derha! babanın borcunu vereceksin veya    tekrar    köleliğe    denir.

Müslüman bir kişi, şarap veya domuz veya kendi nefsinin kıyme-tiyle kölesini mükâtep yaparsa, kitabet akdi fasittir. Eğer şarabı ve-rirfee azat olur, fakat çalışıp kıymetini vermelidir. Söyleşilen miktar-dari az olmaması belki daha fazla olması lâzımdır.

' Eğer belirsiz bir hayvan mukabilinde köîesiyle kitabet yaparsa, kitabet caiz olur. Eğer iki' köîesiyle birlikte bin (lira) mukabilinde ki­tabet akdi yapıp ta öderlerse ikisi birden azat olurlar, aksi halde kö­leliğe dönerler.

Biri diğerinin zaminidir diye ikisiyle akdi kitabet yaparsa, câız olur. Birinin ödemesiyle her ikisi de azat olur. Ödeyen bilâhare orta­ğından yarısını geri alır.

Mevlâ, mükâtep kölesini azat ettiğinde azat olur ve kitabet borcu düşer.

Mükâtep kölenin, mevlâsı vefat ettiğinde kitabet bozulmaz, belki kendisine «taksitlerin zamanında mevlâmn vârislerine parayı ver» de­nilecektir.

Eğer vârislerden tek birisi onu azat ederse nafiz olamaz. Bütün vârisler birden azat ederse- azat olunur ve kitabet parası düşer.

Mevlâ ümmülveledi olan cariyesiyle kitabet akdederse caiz' olur. Mevlâ ölürse kitabet parası cariyeden sakıttır. Zira azat olunur. Eğer kendisiyle kitabet akdi yapılan cariye doğurursa, muhayyer olur; is­terse kitabet akdine devam eder, isterse kendisini âciz addeder ve mevlâsımn ümmülveledi olur.

Müdebberesiyle akdi kitabet eden bir kişinin akdi caizdir. Mevlâ-sının malsız olarak öldüğünde, kitabetin bütününü vermek veya kıy­metinin üçte ikisini çalışıp ödemek arasında müdebbere muhayyer­dir.

Kitabet aRdi yaptığı cariyesini müdebber yaparsa sahihtir.

Fakat hanım muhayyerdir, dilerse kitabete devam eder, isterse kendisini âciz sayar ve müdebbere olur. Kitabete devam ettiğinde mev-lası servet bırakmadan ölürse, Ebû Hanifeye göre, cariye muhayyer­dir, dilerse söyleşilen miktarın veya kıymetinin üçte ikisini vârislere vermek için çalışabilir.

Mükâtep köle, kölesini mal karşılığında azat ettiği zaman caiz olamaz. Bir ivez karşılığında hibe ,de ederse sahih değildir. Eğer ken­disiyle kitabet yapılan köle, kölesiyle kitabet yaparsa caizdir. İkine* köle, efendisi olan birinci köleden evvel kitabet parasını verirse onun veliliği birinci kölenin velisine intikal eder.

Eğer, birinci mükâtebe, azat olduktan sonra parasını öderse, o za­man birinci kölenin mulisi olur. Yani mevlâsi, kendisiyle kitabet ak-teden birinci köle olur.

 

Vela Bahsi:    

                 

Kişi kölesini azat ettiğinde o kölenin velası onun olur. Kadın da kölesini âzat-edei'se hükmü hudur.

Eğer azat eden hiç kimseye veiası olmasın diye veya müslümanla-,ra velâsı olsun diye azat ederse şart batıldır. Velâsı azat edenin olur,

Mükâtep hakkını eda 'ettikten sonra, azat olunur ve velâsı efendi­sinin olur.

Mevlânın ölümünden sonra azat olunursa, yine hüküm böyledir.

Mevlâ öldüğünde, müdebber ve ümmülveled cariyeleri azat olurlar ve velâları da kendisine olur.                                                         

Kişi, .rahim sahibi, ve yakınlarını satın aldığında azat olurlar ve velâları da alıcınındır.

Kişinin kölesi, başkasının cariyesiyle evlenip cariye hâmile olduğu halde azat olunursa, hem cariye ve hem de hamli azat olunur, hamlin velası annesinin mevlâsına aittir. Hiç bir surette başkasının olamaz.

Anne azat oluşundan altı ay zarfında doğurursa, o evlâdın velası annesinin mevlâsına olur. Öyle ise, köle azat olduğu takdirde yavru­sunun veîasım annenin mevlâsmdan babanın mevlâsına getirir. Acem­lerden biri Aradın azat ettiği bir cariye ile evlenip o cariye kendisine birkaç çocuk doğurursa, Ebü Hanife'ye göre, o evlâtların velası anne­lerinin rnevlâlarına aittir.

Azat etmekten gelen velilik mevlâyı mirasta a'sabe Jular. Eğer azat olunanın nesepten asabeleri varsa, onlar mevlâda daha evlâdır­lar

Azatlının nesepten asabeleri yoksa, mirası azat eden zata aittir. Azatlı mevlâsmdan sonra vefat ederse, onun mirası mevlânm er­kek çocuklarınadır. Kız çocuklarına hiç bir şey yoktur.

Kadınlar, ancak azat ettiklerinin veya azatlısının kitabet yaptık­ları veya bunların kitabet yaptıklarının mevlâsı olabilirler.

Mevlâ, Öz oğluyla erkek ıuıabların:  bırakırsa azatlının mi­rası ancak öz oğluna verilir.

Velâ yakınlarındır.

Bir kişi, diğerin (Zeydin) eliyle müslüman olduğunda, müslüman edeni kendisine vâris ve yerinde cinayet bedeli versin diye mevlâ ya­par veya başkası vasıtasiyle müslüman olup, yine de onu (Zeydin) kendisine mevlâ yaparsa, velâ sahihtir ve cinayet yaptığı takdirde nakdî cezası mevlâsına aittir.

Varissiz öldüğünde, mirası mevlâsımn olur. Eğer vârisi varsa o vâris, mevlâsmdan daha evlâdır.

Muli, (kendisine mevlâ tutan) mevlâsı, cinayetin nakdi cezasını vermezse, mevlâsını değiştirebilir.

Mevlâsı, cinayetinin cezasını verirse, velâsmı başkasına nakletme­ye yetkili değildir

Azat etmekle muli olar. bir zat, mevlâlığuıı başkasına veremez.

 

Cinayet Bahsi:

 

Kati (öldürmek) beş çeşittir:

 1-Kasden öldürmek,

 2 -Kasden öldürmeye benzeyen kati,

 3 -Yanlışlıkla kati,

 4-Yanlışın yerine carî olan kati,

 5 -Sebepten ötürü katidir.

1-Katli amdi:  (Yâni kasden öldürmek) silâh ve silâh vazifesi gören parçalayıcı bir şeyle öldürmek demektir. Ağaçtan yapılan kesici,, taş ve ateş gibi...

Bu gibi bir öldürmenin mucibi, günahkârlık ve kısastır. Meğer ki ölünün velileri affetsinler. Kasden öldürmekte kefaret yoktur.

2 -Şüphi amd (kasden öldürmeye benzer bir Öldürme) Ebû Hanifeye göre, silâh ve silâhın yerine geçen nesne, olmayan bir şeyle vu­rup öldürmektir.

Ebû Yusuf ve Muhammed, «büyük bir taş veya ağaçla vurup öl­dürdüğü zaman, katli âmd olur. Şüphi amd (kasden öldürmenin ben­zeri) ise: Çoğu zaman öjdürülmiyecek bir şeyle vurmaktır» dediler.

Şüphi amd olan katlin -her iki tarife göre de- mucibi günah ve kefarettir, kısas ise burada yoktur.

Şüphi amd da katilin yakınlarına ağır diyet düşer.

3 -Yanlışlıkla Öldürmek iki çeşittir:

  1. Kastte yanlışlık; bir şahsı av hayvanı sanarak okunu atıp öl­dürdükten sonra insan olduğunu görmesi gibi...

b Fiilde yanlışlık, hedefine attığında bir insana isabet etmesi gibi.

Bu gibi katlin mucibi: Kefaret vermektir, katilin yakınlarına da diyet lâzım gelir. Burada günah yoktur. Çünkü irade dışı bir hare­kettir.

4 -Yanlışın yerine carî olan kati; uyuyan bir kimsenin başka birisinin üzerine düşüp öldürmesi gibi. Bunun hükmü yanlışın hükmü gibidir.

5 -Bir sebeple Öldürmek ise; mülkünde   değil,   başka bir yerde kuyu kazan veya taş diken bir kimsenin hareketi gibi...

 Bu biçim katiden ötürü insan helak olursa, cezası yakınlarına di­yetin terettüp etmesidir. Bir sebepten ötürü yapılan katilde kefaret yoktur.

Daimî bir şekilde kanı himaye altına alınmış bir kimseyi [105] kasden öldürülmesiyle, katil öldürülür.

Hur bir insan; hür, köle, ve zımmiyi öldürürse öldürülür. Müslü­man olan şahıs, emin kılınan kâfiri öldürdüğü takdirde yine hüküm böyledir.              ;                                                              .

Erkek kadını, büyük küçüğü, sağlam körü ve topalı öldürürse yi­ne öldürülür.

Kişi, öz oğlunu, kölesini, müdebber kıldığı kölesini, kendisiyle ki­tabet yaptığı kölesini ve öz evlâdının kölesini öldürürse, öldürülmez.

Bir evlât, babasına lâzım olan kısasa vâris olsa, o kısas düşer.

Kısas, ancak kılıçla yapılır. Mükâtep bir köle kasden öldürüldüğü zaman, mevlâsından başka vârisleri yoksa, meylâşı kısasını alır. Eğer kitabet parasını vermemişse ve mevlâsından başka vârisleri varsa, vâ­risleri kısas hakkına sahip değildirler, velev ki nıevlâsiyle beraber ol­muş olsalar.

Birisinin yanında rehin bulunan köle, öldürüldüğünde, rehin ge­renle, alan bir araya gelmedikçe katiline kısas tatbik olunmaz.

Bir kişi, diğer bir şahsı kasden yaralayıp yatağa düşürürse ve ya­ralı da bu sebepten ölürse, kendisine kısas lâzım olur. Kasden başka­sının elini mafsaldan kesenin eli kesilir. Ayağın hükmü ele elin. hük­mü gibidir. Burnun genzi ve kulak ta böyledir.

Başkasının gözüne vurup çıkarana- kısas düşmez. Eğer çıkma­mış fakat görmez hale gelmişse vurana kısas lâzım gelir.

Ayna kızdırılır ve suçlunun yüzüne ıslak pamuk bağlanır, gözü aynanın karşısına getirilir, ışığı azaimcaya kadar devam edilir.

Dişte kısas vardır.

Benzen mümkün olan her yarada kısas vardır. Dişten başka hiç bir kemikte kısas yoktur.

Kaste benzer kati (şüphi amd) ancak nefiste vardır. Nefsin hari­cinde kalan azalarda ancak amd veya hata yanı yanlışlıklar olabilir.

Nefis hariç, eşler arasında başka azalarda kısas yoktur. Hür ile köle ve iki köle arasında da nefis hariç kısas yoktur.

Müslüman ve zımmî kâfiri arasında azalarda kısas vardır.

Kişinin elini bileğinin yansından kesene veya iyileşen bir derîn yara açana, kısas vacip olmaz (belki diyet lâzımdır.)

Kesilenin eli sağlam, kesenin eli çolak veya parmaklan eksikse, kesilen dilerse o ayıplı eli keser ve (ayıptan dolayı) kendisine bir şey (tazminat) verilmez. İster bir elin ırşmı (diyetim) tam olarak alır. Bir kişinin iki boynuz arasını (yânî alnın üst tarafım) istiap edercesi­ne 'başını yaran zatın iki boynuz arasına o kadar yara sıkışmazsa, ya­ralı muhayyerdir; isterse yarası karşılığında hangi taraftan başlarsa başlasın suçlunun başını iki boynuz arasını istiap edecek kadar yarar. Dilerse para cezası alır.

Lisan ve tenasül âletinde kısas yoktur. Meğer ki tenasül âletinin sünnet yeri bulunan haşefesi kesilmiş olsun.

Katille ölünün velileri bir mal üzerinde sulh ettiklerinde kısas düşer, ister az ve ister çok olsun şart edilen miktar lâzım olur.

Ortaklardan tek birisi hakkını affeder veya bir şey karşısında sulh ederse, diğerlerin kısas hakları düşer. Aıîcak diyet olarak ^hakla­rını alırlar. Bir cemaat birlikte birisini öldürrse hepsi birden öldürü­lür. Bir kişi bir cemaati öldürürse......

velileri hazır bulunduğu zaman, o kişi o cemaat yerinde öl-r ve onlara başka bir şey de verilmez. Eğer tek bir kışının velisi haz r olursa onun yerinde öldürülür diğerlerin hakkı düşer.

Kendisine kısas lâzım olan zat, öldüğü zaman kısas kendiliğinden

düşer.

iki kişi birlikte bir kişinin elim kestiğinde her ikisine birden kı­sas düşmez, ancak (insan) diyetin yarısını vereceklerdir.

E?er bir kişi, iki kişinin sağ ellerini keserse, her ikisi de hazır ol­duğunda" beraberce sağını keser ve yarım diyet alıp yarıya takdim edebilirler.

Eğer birisi hüküm meclisinde hazır olursa, o sağını, kestirir, diğe­rinde diyetin yarısı verilir.

Köle birisini amden öldürdüğünü, ikrar ettiğinde, kendisin* kısas tatbik edilir Bir kişiye kasden ok atarsa ok cnu delip dıger birisim de öfdurürse, birincinin yerinde öldürülür ikincinin diyeti katılın va-rislerine düşer.

 

Diyetler Bahsî:

 

Bir kişi  diğerini şüphi amd olarak öldürürse, âküesine (yakınla fmmalieze diyet düşer ve kendisine de kefaret lâzım gelir.

Suphi amd (kasden öldürme) diyeti; Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'a .öre dört*  yüz devedir. Yirmi beşi, iki yaşma girmiş dişi deve, yirmi  dena girmiş dişi deve, yirmi  de dört yaşına, girmiş, dişi deve ve yirmi beşi de beş yaşına girmiş dışı devedir.

"   Tagliz  (aftırlık)  ancak develerde olur. O halde eğer diyet deve­lerden olmazsa, ağırlaştırılamaz.

Yanlış öldürmekle, öldürenin yakınlarına, diyet, kendisine de ke-faret vacfp olur, yanlışlıkla öldürmekte, diyet: develerden yus deve-dir, beş çeşittir.

iki yaşa varmış develerden yirmi dişi yirmi erkek, üç yaşa var­mışlardan yirmi diş!, dört yası, develerden yirmi ve beş yash develer-den yirmi adettir.

Paradan olduğunda, altından ise, bin dinard.r. Gümüştense on bin demdir ye göre, ancak diyet bu üç (deve, a.ün ve gümüş) ten olabilir.

ı Ebû Yusuf ve Muhammed (RA.), «Surdan ilû yüz siğır- koyundur ve süsten (elbiseden)  yüz sustu, Beher süsü iki elbiseden ibarettir» dediler.

Müslüman ve zımminin diyeti eşittir. Nefiste, burnun genzinde, lisanda, zeker (tenasül âletin) de diyet vardır. Birisinin başına vur­duğunda aklı giderse, akil için diyet var.

Sakal, tıraş edildiğinde bir daha bitmezse diyeti vardır.

Başın saçında, (bitmezse) kaşlarda, gözlerde, ellerdle, ayaklarda,, kulaklarda, dudaklarda, taşaklarda ve kadının memelerinde diyet var­dır. Bunların her birisinde diyetin yarısı vardır. (Her ikisinde tama­mı vardır).

Göz kirpiklerinde diyet vardır. Tek birisinde diyetin dörtte biri vardır.                                               ..    .

El veya ayakların her hangi bir parmağında, diyetin onda biri vardır. Bütün parmaklar eşittir. Her parmakta, üç mafsal vardır. Be­her mafsalda parmak diyetinin üçte birisi vardır.

İki mafsallı parmakta ise her mafsalın diyeti, tüm parmağın yarı diyetidir.

Her diş için beş deve diyet vardır. Ön dişler kesiciler ve diğerleri hep eşittir.

Bir azaya vurup, menfaatini tatil edene kestiğinde tam diyeti düştüğü gibi- tam diyeti lâzım gelir. Sakatlanan el ve ışığı kaybolanı göz gibi...

' Şecac (baş yangı) on çeşittir.

 1-Harise: Kan çıkmaksızın derii-yi tahriş etmek,

 2- Damiğa: Kan çıkıp sağa ve sola yayılmayan ya­ra,

 3 -Damiye: Kanı akan yara,

 4 -Badia: Derisi kopmuş yara,

 5 - Mütelahame: Derisinden sonra eti kesilen yara,

 6- Simhak: Etile baş kemiği orasındaki ince perdeye yetişen yara,

 7 -Mudiha: Kemiği görünen yara,

 8- Haşima: Kemiği kırılan yara,

 9 -Münekkile: Ke­miği kırdıktan sonra yerinden başka yere oynatan yara,

10-Amme: Dimağa yetişen yaradır.

Mudiha da, kasden yaparsa kısas vardır. Diğer yarıklarda kısak yoktur. Mudihanın haricindeki yaralarda, âdil bir insanın hükmettiği kadar para cezası vardır.

Yanlışlıkla olan Muduihada, diyetin yansının onda biri vardır. Haşimede, onda bir vardır. Münekkilde, diyetin onda bir buçuğu var­dır. Ammede, diyetin üçte birisi vardır.

Caife (tçe nüfus eden yara) de, diyetin Üçte biri vardır. Eğer de­ler öbür tarafa çıkarsa iki caife olur ve o zaman diyetin üçte ikisi lâ­zım gelir.

Bir elin parmaklarında, diyetin yarısı lâzımdır, parmakları elin. ayasiyle beraber kestiğinde de diyetin yarısı lâzım gejir, parmaklan bileğin yarısı ile .beraber keserse, ayanın kesmesi için diyetin yarısı, fazlası için de bir^âdil insanın hükmettiği ceza lâzımdır, fazla parma­ğın kesilmesinde bir âdilin hükmettiği miktar verilir.

Sağlamlığı bilinmediği takdirde, çocuğun gözüne  zekerinde (âletinde)  ve lisanında bir âdilin hükmettiği miktar

Kemiği görülecek derecede yaralı bir kimsenin başını tekrar kı­rar, aklının giderilmesine veya başın tüylerinin bitmemesine sebep olursa Mudiha'nın cezası diyete dahil olur (yâni diyet alınır ve iktifa edilir.)

Mudiha ile gözU kör olup, kulağı sağır veya ahres olursa, hem. mudihanm cezasını ve hem de diyeti verecektir.

Ayağının bir parmağını kestiğinde yanmdaki parmak ta sakat olursa iki parmağın ırşi (cezası) lâzım gelir. Ebû Hanife (R.A.) ye göre, bu kesişten dolayı kısas yoktur.

Kaldırdığı--dişin yerine diğer bir diş biterse cezası sakıt olur.

Ebû Hanife'ye (E.A.) göre, kırılan baş iyileşir yerinde tüyler bi­terse ceza sakıt olur. Ebû Yusuf «Elemin cezası olunur» dedi. îmam-ı Muhammed (R.A.) «Doktor ücreti vardır» dedi.

Bir kişiyi yaralayandan, yara iyileşmeyince kısas alınmaz. Bir ki­şinin elini yanlışlıkla keser sonra iyileşmeden öldürürse, diyet lâzım gelir ve elin cezası sakıt olur.

Her kasdi fiil ki, kısas onda şüpheden ötürü yok olur. (Babanın ev­lâdını öldürmesi gibi) onun diyeti, katilin malından verilir. (Yâni ya­kınlarına diyetin verilmesi lâzım değildir.)

Sulh ile vacip plan ceza, ancak katilin malından verilir,  Baba, oğlunu kasden öldürdüğünde, üç sene zarfında yavaş yavaş malından diyet verecektir.

Caninin itirafiyle sabit olan cinayetin cezası ancak Öz malından alınır. Yakınlarına doğrulanması lâzım gelemez. Çocuğun ve delinin kasten Öldürmeleri, hata (yanlışlık) tır. Burada diyet yakınlarına te­rettüp eder.

Müslümanların yolunda bir kuyu açarsa veya bir taş dikerse, onun­la bir insan ölür ise onun diyeti yakınlarına düşer. Eğer biç,-hayvan telef olursa onun tazminatı yapanın malından alınır.

Yol tarafına bir balkon veya su oluğu yapmışsa, bu da düşüp bir insanı öldürürse, diyet, yakınlarından alınır. Kuyu, kazan ve taş di­kene kefaret düşmez.                

Mülkünde açtığı kuyuya bir insan düşüp helak olursa, zâmin ol­maz.

Binici, bineğin ayağıyla ve eliyle bastığından veya ısırarak öldür­düğünden mesuldür. Ancak çifte ve kuyruğiyle yaptığından değildir

Binicinin bineği yolda terseder veya işerse ve onunla lb|r insan dü­şüp ölürse binici zâmin olamaz.

Hayvanı arkadan süren, hayvanın elinden ve ayağından çıkan zararlardan mesuldür.

Hayvanın yularından tutarak çeken, hayvanın eliyle yaptığı za­rardan sorumludur. Fakat ayağından sorumlu değildir.

Bir deve katarını (toplumunu) çektiğinde çiğnediklerinden mesul olur. Eğer beraberinde arkadan sürücü de varsa her ikisi birden zâ­min olurlar.

Köle yanlışlıkla cinayet işlediğinde mevlâsma, denir: Ya köleyi ci­nayetin karşılığı olarak ver veya fidye ile kurtar. Mevlâ, köleyi verdi­ğinde cinayet velisi köleyi mülk edinir, kurtarmak isterse, cinayetin cezasını vermek suretiyle kurtarır. Eğer köle ikinci defa cinayet iş­lerse,' hükmü birinci cinayetin hükmü gibidir.

Köle, iki cinayeti birden işlediğinde efendisine: Ya köleyi iki cina­yet sahibine ver aralarında haklan kadar paylaşsınlar veya her ikisi­nin ırşım (cezasını) vermek suretiyle kurtar, denilecektir.

Mevlâsı, cinayet işlediğini bilmediği halde azat ederse, kölenin kıymetinden ve cinayetin karşılığından hangisi daha az ise, onu ver­mek mecburiyetindedir.

Cinayet işlediğini bildiği halde satarsa veya azat ederse, cinayet ırşını vermek mecburiyetinde kalır.

Müdebber köle veya ümmülveled cariye yanlışlıkla cinayet işledi­ğinde mevlâsı kıymetinden ve ırştan hangisi daha azsa, ona çarptırı­lır. Mevlâsı Kadı'nm hükmüyle kıymetin fcir evveline verdiğinde, ikin­ci cinayet için bir şey mevlâya lâzım gelmez. Belki ikinci hak sahibi birinci cinayetin velisini takip edip onunla aldığında ortak olacaktır.

Mevlâ, kölenin   kıymetini, Kadı'nın hükmü olmaksızın vermişse.:ikinci cinayetin velisi muhayyerdir;  dilerse, mevlâdan isterse birinci cinayetin velisinden hakkını alabilir.

Duvarı, müslümanların yolunda mail-i inhidam olduğunda, sa­hibine yıkılması talep edilip ye bu talebe dair şahit de edindiği halde, yıkılması mümkün olacak bir müddet geçtiğinde hâlâ sahibi yıkma* mışsa sahibi, yıkılıp telef ettiği mal. ve candan sorumludur. İster yı­kılmasını müslüman bir kimse, ister zımmî bir kimse talep etsin.

Bir kişinin evine doğru meyletmişse, yıkılma talebi ancak o kişi­den gelmelidir.                                        .    . .

İki süvari birbirine çarpar ve ölürlerse, her birinin yakınına di­ğerin diyeti lâzım gelir.

Kişi, yanlışlıkla bir köleyi öldürdüğünde on bin, dirhemden faz­la olmamak şartiyle kıymetini vermelidir. Eğer öldürülen kölenin kıymeti on bin veya daha fazla dirhemse, katil, on bin dirhemden on dirhem eksik bir cezaya çarptırılır.

Cariyenin kıymeti, diyetten fazla olduğunda, beş bin dirhemden on dirhem eksik bir cezaya çarptırılır katil...

Kölenin elinin diyetinde beş bini geçmeyen yarı kıymeti verilir, ancak beş dirhem eksik verilir.

Hür bir insanın diyetinde takdir olunan, kölenin kıymetinde de takdir olunur. (Meselâ hür hakkında yarı diyeli icap ettiren, kölede de yan kıymeti icap ettirir.)

Hâmile bir hanımın karnına vurduğunda, ölü bir bebek düşürür-se, vurana «Gürrc» düşer.

Gürre: Diyetin onda birisinin yarısıdır. Eğer diri bir yavru düşü­rür, bilâhare ölürse, tam diyet vermek lâzım gelir. Bebeği ölü olarak düşürür, bilâhare annesi ölürse bir diyet ve bir de Gürre lâzımdır.

. Eğer anne öldükten sonra bebeği ölü olarak karnından çıkarsa, anne hakkında, vurana diyet düşer, fakat bebek hakkında hiç bir şey lâzım gelmez.

Düşürülen bebekten gelen mai vârisleri arasında taksim olunur.

Cariyenin bebeği için  erkekse diri olduğu kıymetinin onda bi­risinin yansı lâzımdır.

Kızsa kıymetinin onda birisi verilir. Düşürülen yavru hakkında Kefaret yoktur.

Yanlış ve şüphi amde (kaste benzer) katillerin kefareti: Mü'min bir köleyi azat etmektir. O olmadığı takdirde arka arkaj/a iki ay oruç tutmaktır, ancak altmış fakire yedirmek yoktur.

 

Kasame (Yeminler) Bahsi:

 

Katili belli olmadığı halele ölü. bir mahallede bulunursa, o ma­halle sakinlerinden ölü velisinin seçeceği elli kışı, Allah'a yemin eder­ler ki, biz bu adamı öldürmedik ve katilini de bilmiyoruz. Yemin yap­tıktan sonra o mahalle sakinlerine diyeti yüklenir.    '

Velisi, bunlar öldürmüştür, diye yemine davet edilmez. Yemin, ederse bile cinayetle hüküm verilemez.

Mahalle halkı elli kişiyi tamam etmezse, elli (kişi) tamam olun­caya kadar yemin tekrarlanır.

Çocuk, deli, kadın ve köleler kasamete    (yemin ektirmeye)  dahil olmaz.            -     ,

Kendisinde yara bulunmayan bir ölü bulunursa, ne kasamet ve ne de diyeti yoktur. Burnundan, arkasından ve ağzından kan akarsa yine kasamet ve diyet yoktur.

Gözlerinden veya kulağından kan akıyorsa öldürülmüş sayılır.

Bir kişi tarafından sürülen bir devenin sırtında biri öldürülmüş bulunursa, onun diyeti sürenin yakınlarına düşer. Bulunduğu ma­hallenin halkına gelince, onlara bir şey düşmez.'

Öldürülen şahıs, bir insanın evinde bulunursa, yemin etmek ev sahibine, diyet vermek te yakınlarına düşer.

Ebû Hanife'ye göre,- kiracılar ev sahipleriyle beraber  kasamete (yemin etmek muamelesine)  dahil değildir.

Ölü, bir yerde bulunursa, asıl olduğu için o yerin tapusuna sahip kimselere onlardan tek kişi bile kalsa yemin lâzım gelir. Alıcılara bir şey düşmez.

Gemide (bir kimse) Öldürülmüş olarak bulunduğunda, orada bulu­nan halka ister gemi sahibi, ister müşteri olsun kasamet (yemin). düşer. Ölü, bir mahallenin camiinde bulunursa, yemin o mahallenin sakinlerine düşer. Umumî camide veya büyük çarşıda bulunduğunda yemin yoktur. Bu durumda diyeti devlet bütçesinden verilir.

Yakınında köy ve benzeri bulunmayan bir çölde bulunursa, kanı heder olur (hiç kimseden alınmaz.) iki köy arasında bulunursa, en ya-kın köye diyet vermek lâzım gelir.                     :

Fırat nehrinin ortasında boğulmuş su ile giderken görülürse, ka­nı heder olur. Eğer suyun kenarında boğulmuş ve orada durmuş ise; o yere en yakın köye diyeti lâzım gelir.

Velisi mahalle sakinlerinden birisinin yakasını tutarsa bile, bütün mahallelilerden yemin ve diyet sakıt olmaz.

Mahalle sakinlerinden olmayan birisinin yakasına yapıştığı zaman..

mahallelilerden yemin ve diyet sakıt olur.    .

Öldürmediğine dair kendisinden yemin talep edilen zat, ben de­ğil'de falan adam öldürttü dediğinde, Allah'a yemin ettirilerek: «Ben öldürmedim ve falan adamdan başka da öldüreni tanımam» diye­cektir.

Hâdise yeri olan mahalle halkından iki kişi o mahalleli olmayan bir kişinin aleyhinde şahitlik ederek bu öldürdü deseler şahitlikleri ka­bul olunmaz.

 

Mea'kıl Bahsi:

 

Şüphi-amd .ve hataen (yanlışlıkla) yapılan öldürmenin ve öldür­mekle vacip olan diyet, öldürülenin âkilesine farz olur.

Eğer katil divana yazılnıışlardansa (yâni memur ise) âkilesi, diva­na yazılmışların hepsidir, diyet üç sene zarfında onların maaşlarından kesilir. Eğer maaşları üç seneden fazla veya az bir müddet için veri­lirse ona göre alınır. Divan ehlinden (memur) olmayan bir kimsenin âkilesi kabilesidir. Diyet üç sene zarfında beherine dört dirhemden fazla düşmemek şartiyle taksite bağlanır ve her senede bir dirhem iki danık [106] verilecektir. Bundan da azaltılabilinir.

Kabilesi buna kâfi gelmezse, başka kabilelerin en yakını kendile­rine bu taksitleri verme bakımından yardımcı olabilir.

Katil de diyet vermekte kabileye dahil olvmur ve kabilenin birisi gibi taksit verir.          .                                                              

Azat olunan kölenin âkilesi, azat eden meviânih kabilesidir.   .   ..

Müvalat yoluyle mevlâ edenin âkilesi, mevlâ edindiği zat ye; o sa tın kabilesidir.

Âkile, diyetin onda birisinin yarısından bz yüklenemez, onda bi­rin yarısını ve daha çoğunu yükler. Onda birin yansından az olan nak­dî ceza, caninin malından alınır.

Kasten yapılan katlin cinayeti âkile kabul etmez.

Caninin itirafiyle sabit olan bir cinayetin diyeti, âkileye düşmez, meğer ki caniyi tasdik etseler.

Sulh yoluyle lâzım gelen diyeti âkile veiTîiez.

Hür bir insan, yanlışlıkla köleye karşı cinayet işlerse, diyet âkileşine düşer.

 

Hadlar Bahsi:

 

Zina, delil ve ikrarla sabit olur.                             .

Delil: Dört şahidin, bir erkek veya kadının zina ettiğine dair şa­hitlik etmesidir.

îmam (hâkim) kendilerinden, zina nedir, nasıldır, nerede yapıldı, kiminle yapıldı ve ne zaman yapıldı diye soracaktır.

Şahitler bu şekilde beyanda bulundukları ve sürmelikteki mil gi­bi, hanımla cinsî münasebette bulunduğunu gördüklerini söyledikten sonra kadı, şahitlerin durumunu sorar, gizlice ve açıkça âdil gösteril­dikleri zaman, şahittikleriyle hüküm verir.

İkrar: Baliğ ve akıllı bir kimsenin dört mecliste dört defa zina ettiğini ikrar etmesidir.

Zina ettiğini'ikrar ettikçe kadı kendisini reddeder. Dört defa ikrârı tamam olduğu zaman, kadı, zina nedir, nasıldır, nerece ve kim­le zina ettiğini kendisinden sorar, bunu beyan ettiğinde kendisine haddi tatbik etmek lâzım olur.

Zânî evli ise, ölünceye kadar taşla recmedilir (yâni öldürülür) Zânîyi geniş bir sahaya çıkarıp evvelâ şahitler, sonra kadı ve daha sonra halk recmetmeye başlar.    

Şahitler, önce recim etmekten sakındıkları zaman, hadi sakıt olur.

Eğer zinası ikrar etmesiyle sabit olmuşsa, evvel kadı, daha sonra halk recmetmeye başlar.

Öldürüldüğünde, yıkanır, kefenlenir ve namazı kılınır.

Hür ve bekâr olduğu takdirde, haddi (cezası) yüz sopadır.

Kadı, elbisesinin çıkarılmasını, budaksız ve dalsız bir ağaçla ortalama bir vuruşla vurulmasını emreder. Vurmalar. baş, yüz ve te­nasül âleti hariç, bedenin diğer azalarına taksim edilir. Köle olduğun­da ayni şekilde- elli sopa kendisine vurulur.

îkrâr etmesiyle zâni addedilen kişi, haddin evvelinde veya or­tasında ikrarından cayarsa, dönüşü kabul olunur derhal tahliye edilir.

Kadı'nm, ikrar edeni caymaya teşvik etmesi, sünnettir. Kendisine «Belki öpmüşsün veya ellemişsin» diyecektir.

Erkekle kadın bu hükümde eşittirler. Meğer ki kadının deriden yapılmış veya ortası pamukla doldurulmuş elbisesi çıkarılır, diğer el­biseleri, çıkarılmaz.

Recm olunduğunda kadına bir çukurun eşilmesi caizdir. Kadının izni olmaksızın mevla (efendi) kölesine had vurmaz.

Recm olunmazdan evvel, fakat hüküm verildikten sonra, şahitler­den birisi şahitlikten feragat ederse, şahitlere iftira cezası olan had vurulur ve recm sakıt olur.

Eğer recm yapıldıktan sonra şahitlerden birisi şahitlikten cayar-'sa yalnız ona had vurulur ve diyetin dörtte birini ödeyecektir.

Şahitlerin adedi dörtgen azsa, kendilerine iftira cezası tatbik edi­lir.

Bir kimsenin recm olunmasının şartı: Hür,, baliğ, akıllı, müslü-man ve doğru bir nikâhla evlenip her iki tarafın had görmesinden ev­vel cinsî münasebette bulunmuş olmasıdır. Muhsin (evli) Pir kimse­de, hem sopa hem de recm bir arada tatbik olunamaz.

Bakire bir kimseye zina ettiğinde had ile sürgün beraberce tatbik olunamaz. Meğer ki, kadı uygun görürse, o zaman uygun gör­düğü kadar sürgün edebilir.

Hasta bir kimse zina ettiğinde, haddi (cezası) recme, derhal recmedilir, cezası sopa ise, iyileşinceye kadar tehir edilir.

Hâmile bulunan hamm zina ettiğinde, doğuruncaya kftdar cezası tehir edilir. Eğer cezası sopa ise, lohusa kanından da çıkıncaya kadar tehir edilir.

İftira cezası hariç, şahitlerin geçmiş bir had hakkında kadıdan uzak olmalarından değil, başka bir mâniden ötürü yapmadıkları şa­hitliği şimdi yaparsalar kabul olunmaz.

Ecnebi bir hanımla, iki yoldan başka münasebette bulunan bir kimse, ancak tazir (azarlama) olunur.

Evlâdının ve torununun cariyesini bana haram olduğunu bilir­dim dese bile kullanan bir kimseye had vurulmaz.

Haram olduğunu ifade ettiği halde, babasının, veya annesinin yahut hanımının cariyesini kullanan kişiye veya mevlasmın cariyesi­ni kullanan köleye had lâzım gelir. Eğer bu surette: «Ben bana helâl olduğunu zannettim dese» had yoktur.

Kardeşinin veya amcasının cariyesini kullandığında «Bana helâl olduğunu zannettim dese» bile had olunur.

Zevcesinin gayrisi gerdeğine götürülüp, kadınlar: «Bu senin ha-nunmdir desçler» buna binaen o da münasebette bulunsa kendisine had terettüp etmez. Ancak mehir verir.

Yatağında bulduğu hanimi kullanan bir kimseye had lâzım gelir.

Nikâhı kendisine düşmeyen bir hanımla evlenip münasebette bu­lunan bir kimseye had lâzım gelmez.

Ebû Hanife (E.A.) ye göre, bir hanımı arka yolda kullanan veya bir erkekle Lût kavminin amelini yapan bir kimseye had düşmez. An­cak ta'zir olunur.

Ebû Yusuf ve Muhammed «Zina gibidir» dediler.

Hayvanla düşüp kalkana had yoktur [107]

Darulharpte (1) veya bagîler diyarında zina eden bir kimse bilâ­hare bize gelirse had olunmaz.

 

İçkinin Cezası Bahsi:

 

şarabı içerken tutuklanan bir kimsede kokusu mevcut olur, içti­ğine dair sahîtlerlahadet eder veya içtiğini ikrar ve itiraf ederse bu kimseye had lâzım gelir, Kokusu gittikten sonra İçtiğini ıtınrf ederse hurma veya üzüm suyunu içerken sarhoş olan bir g     bulunan veya şarap kusa,  bir kimseye

nesiyle hurma Veya üzüm suyunu  ğu anlaşılmadan had vurulmaz, sarhoşluğu geçmeden de had tatbik

Hür bir insana şarap ve sarhoşluk cezası: Seksen sopadır. Zina cezasında dediğimiz gibi, bedenin muhtelif yerlerine vurulur.

Eğer içen köle ise, cezası kırk sopadır.

Evvelâ, şarap içtiğini ve sarhoş olduğunu ikrar edip bHâhareik-rârmdan cayan bir zata had tatbik edilmez. Kişinin içtiği, ita şahidin sannîiğivle ve kişinin bir defa ikrar etmesiyle sabit olur. Burada erkek­lerle beraber hanımların şahitliği kabul olunmaz.

 

İftira Cezası Bahsi:

 

Kişi muhsin bir erkek veya hanıma açıkça zina atfeder, iftiraya maruz kalan zat da cezalandırılmasını istediğinde, hakim -eğer ıf-«ıa eden hürse- seksen sopa vurur, kürkü ve pamuklu elbiselerinden başka ensesini çıkartmaz ve sopalar bedencin muhtelif yerlerine vurulur.,.

Müfteri köle ise, kırk değnek vurulur.

(Muıhsmin kökü olan) İhsan: iftiraya uğrayanın hur, akıl, bahg, müslüman ve zina fiilinden mahfuz olması demektir.

Babasının nesebim «sen babamn oğlu değilsin veya ey.sâ*  ha-mmm o*!u» demek suretiyle inkâr ederse, iftiraya maruz; kalan  zatın annesi de muhsine olarak ölmüşse, oğlu, anneme iftira ettiğinden dolayısıyla     a    olmasmı istiyorum elerse, müfteri derhal cezalandmhr

ölüye yapılan iftira cezasının tatbikini, ancak o iftiradan oturü nesebine halel gelen zat talep edebilir.

îftiraya maruz kalan muhsin ise, kâfir oğlu   ve kota müfteri­nin had edilmesini talep edebilirler.

 memleketi demektir. Bağiler: devlete, karşı gelenlerdir.

Hür olan annesine zina isnat ettiğinde, kine meviasmın had olun­masını talep edemez.

Kişi, müfteri olduğunu ikrar edip sonra ikrarından cayarsa kabul değildir (yâni cezadan kurtulamaz.)

Arap asıllı bir kimseye, ey Nebeti (Çingene) diyen had olunma?.

Bir kişiye, ey gök oğlu diyene had vurulmaz, Kişiyi, amcasına ve­ya dayısına veyahut,üvey babasına nisbet eden bir kimısş, müfteri sa­yılmaz.

Bir kimse, mülkinin gayrisinde haram bir şekilde cinsî münase­bette bulunursa, ona zina nisbet edene had lâzım gelmez,    '.

Çocuk doğurduğundan kendisiyle mülâaaet (lânetlime) yapılan hanıma zina atfedene had vurulmaz.

Bir köleye, bir cariyeye veya bir kâfire zina atfeden veya bir müs-Iümana zinanın gayrisini isnat edip: «Ey fâsık, ey kafir veya ey ha­bis» dese ta'zir olunur.

«Ey eşek veya ey domuz» dediğinde ta'zir edilmez. Ta'zirin en çoğu otuz dokuz sopadır, en azı ise üç sopadır.

Ebû Yusuf: «Ta'zir yetmiş beş sopaya kadar yükselebilir,» dedi. Hâkim ta'zirle beraber hapsetmeyi de faydalı görürse yapabilir.

Sopaların en şiddetlisi, ta'zir, sonra zina, sonra içki ve daha son­ra kazif (İftira) haddmda vurulan sopalardır..

Hâkim birisini had veya ta'zir ettiğinde ölürse, kanı heder olur.

İftiradan dolayı had yiyen müslümanın  tevbe etse bile şahit­liği kabul olunmaz.

Kâfir iken iftiradan had olunan bir kimse bilâhare müslüman olurusa şahitliği kabul olunur. Allah herkesten daha iyi bilir.

 

Serîka (Hırsızlık) Bahsi:

 

Âkil ve baliğ bir kimse, on dirhemi veya on dirnem kıymetindekî bir şeyi ister darbedilmiş para, ister külçe olsun- belli bir kasadan (muhafaza yerinden) çalarsa, elinin Kesilmesi vacip olur.

Köle ve hür insan el kesmede eşittirler (yâni her ikisinin de eli kesilir.)

Bir defa ikrarı veya iki şahidin şahadetiyle kişinin eli kesilir. Bir cemaat topluca hırsızlık yapar ve her birisine on dirhem düşerse. hepsinin eli kesilir. Ondan az cjüşerse kesilmez.

İslâm diyarında, bolca ve mubah olarak bulunan şeylerin çalışrnasiyle el kesilmez; odun, kamış, ot, balık ve av hayvanları gibi.

Yine el kesilmez eğer çalınan şey tez bozulan nevinden ise. Yaş meyveler, süt, et, kavun", ağacın dalındaki meyve ve biçilmemiş ekin­ler gibi...

Sarhoş yapan içkilerin, zurna ve Kur'anm çalmmasiyle el kesil­mez. Her ne kadar.Kur'an altın işlemeli ise de.

Altından yapılmış haç, satranç ve dama tahtası ve taşlarının ça­lınmasında el kesmek yoktur. Üstünde kıymetli zinet bulunursa dahi hür bir çocuğu çalanın eli kesilmez.

Büyük kölenin çalmmasmda el'kesmek yoktur. Küçük kölenin çalınmasında ise el kesilir. Hesap defterleri hariç, hiç bir defterin çalınmasiyle el kesilmez. Köpek, pars, saz, davul ve düdük çalınmakla el kesilmez.

Saç ağacı, mızrak, abnus ve sandal ağaçlarının çalmmasiyle el kesilir.

Elindeki emanette hainlik yapan erkek ve kadına, kefen soyan, yağmacı ve ihtilâsçı (devlet malını yiyen) nm eli kesilmez.

Devlet hazinesinden veya ortak olduğu bir maldan çalanın    eli kesilmez.

Ana ve babasından veya evlâdından yahut mahreminden çalanın eli kesilmez.

Yine el kesilmez, eşlerden birisi diğerinden çalarsa veya köle mev-lasmdan yahut mevlasmın hanımından veya mevlası bulunan hanı­mın kocasından çalarsa, mevla, mukâtep kölesinden, kişi ganimetten çalarsa eli kesilmez.

Hırz,  (kasa, muhafaza yeri)  iki kısma ayrılır:

1 -Kendisinde mevcut olan bir mânadan ötürü hırz olan,

2 -Bekçi ile hırz olandır. O halde bir şeyi gerek hırzdan ve   ge­rekse sahibi yanında bulunduğu ve koruduğa halde gayri hırzdan ça­larsa eli kesilmesi vacip olur.

Hamamdan ve herkesin görmesine açık bulunan bir evden bir şeyi çalanın eli kesilmez. Sahibi yanında olduğu halde camiden bir şey çalanın eli kesilir. Misafir, konağından bir şey çalarsa eli kesil­mez.

Hırsız, evi delip içeri girer ve malı dışarıda bekleyen birisine ver­mek suretiyle çalarsa, her ikisinin eli de kesilmez.

Malı, dışarıya atıp sonra çıkıp alırsa eli kesilir.

Bir merkebe yükleyerek dışarıya çıkarıp alırsa yine elli kesilir.

Malın muhafaza edildiği yerine bir cemaat girdiği .spinan,  kıs­mı malı almaktan men olursa dahi hepsinin eli kesilir.

Bir evi delip, elini delikten uzatıp bir şeyler çalarsa eli Kesilme?, Elini sarrafın sandığına veya başkasının koynuna sokup malım'alır­sa eli kesilir.

Hırsızın, sağ eli bilekten kesilir ve kaynar yağın içine sokulur. İkinci defa hırsızlık yaparsa sol ayağı kesilir, üçüncü yaptığında bir şeyi kesilmez, belki tevbe edinceye kadar hapse atılır.

Hırsızın sol eli sakat ise veya kesik veya sağ ayağı kesikse (bü­tün Iju durumlarda) sağ eli kesilmez.

Mal sahibi hazır olmadıkça ve kesilmeyi istemedikçe hırsızın eli kesilmez.

Eğer mal sahibi, çalman malı hırsıza hibe ederse veya satarsa ve­ya malın kıymeti hırsızlık nisabından (on dirhemden) az olursa hır­sızın eli kesilmez.

Bir ayni çalıp eli kesildikten sonra onu geri. sahibine verirse bilâ­hare bozulmamış ayni şeyi bir daha çalarsa eli kesilmez. Eğer hali de­ğişmişse, meselâ iplik iken çaldı, eli kesilip o mal da geri verildi, bi­lâhare o iplik dokununca çalarsa eli kesilir.

Hırsızın eli kesildiği halde çalınmış mal mevcutsa sahibine iade olunur, yok olmuş ise, hırsız zâmin olamaz.

Hırsız, çalman malın mülk edindiğini iddia ederse, delili yok­sa bile eli kesilmez.

Başkasının .saldırmasını defetmeye kudretli olan bir cemaat veya bir ferd yol kesmeyi kastederek yola çıkarsa daha kimseden mal al­mazdan ve bir nefis öldürmezden tutulurlarsa, tevbe edinceye kadar hâkim onları hapseder.

Bir müslümanm veya zımmînin malını alırlarsa o mal araların..

da taksim olunduğu halde her birisine, on dirhem veya kıymetinden daha aşağı düşmese, (fazla düşerse) hâkim hepsinin el ve ayaklarını çapraz olarak keser. Eğer mal almazdan yolcuları öldürürlerse had olarak imam onları öldürür, öldürülen yolcuların velileri onları affe­derse bile imam onların affına bakmaz ve derhal öldürür.

Hem öldürmüş ve hem de mal almışlarsa, imam, muhayyerdir; dilerse evvelâ el ve ayaklarını çapraz olarak keser, öldürür ve asar, isterse yalnız öldürür. İsterse asar. Her birisi diri diri asılır ve ölün­ceye kadar karınlarına mızraklar saplanır.

Üç günden fazla asılı kalmazlar.

Eğer yol kesenlerin arasında çocuk veya deli veya yolu esilenin yakını varsa, had diğerlerden de sakıt olur öldürmek, Ölünün velile­rine ait olur, dilerse Öldürür, dilerse affedebilirler.

Yolu o cemaatin tek kişisi keserse yine de hepsine had tatbik edilir.

 

Eşribe  (İçkiler)  Bahsi:

 

Haram olan itkiler dört nevidir:

1-Hamr (şarap) üzümün şırası kendiliğinden köpürür, köpük­lerini dışarı atarsa, şarap olur.

2 -Üçte ikisinden daha azı gidinceye kadar kaynatılmış şıra,

3 -Kuru hurma Naki'i.

4  -Kuru üzüm neki'i katılaştığmd şarap olur.

Hurma ve üzüm sicisi (ekşimiş hoşab-i) ki buna Nebîz derler az kaynatıldığında, katılaşırsa dahi, yeter eğlenmek ve neşelen­mek için içilmesin   tahminen sarhoş etmiyecek bir miktarın içilmesi helâldir.

Hurma ve üzüm naki'nin karışımından meydana gelmiş halita­nın içilmesinde beis yoktur.  .

Bal, incir, buğday, arpa ve darı sicisi (clcşimiş hoşafı) pişiril­mişe dahi helâldir [108].         

 Taze üzüm şırası üçte ikisi gidip üçte birisi kalıncaya kadar kay­nadığında katılaşırsa dahi helâldir.

Taze kabak, yeşil testi, ziftlenmiş küp ve ağaçtan yapılmış kap­larda hoşaf yapmakta beis yoktur.

Şarap sirkeye inkılâp edince, helâl olur. îster kendiliğinden veya içine atılan bir şeyle sirkeye tahvil olunsun.

Şarabı sirkeye çevirmekte her hangi bir kerahat yoktur.

 

Sayd (Av) Ve Zebaih (Kesmeler)  Bahsi;

 

Talimli köpek, pars, doğan ve alıştırılmış her yırtıcı hayvanla avlanmak caizdir.

Köpeğin talimli olması: Üç defa (üstüsto) avladığı hayvandan yememesidir.

Doğanın talimli olmayı: Çağırdığın zaman geri gelmpplflir. Avcı, talimli köpeğini veya doğanını yahut şahinin ava göndrediği zaman, Allah'ın ismini zikrederse, o hayvanın tutup yaladığı av ölürse "'yenilmesi helâl olur;

Köpek, avdan yediği takdirde avın eti yenilmez. Dpğan, kuşu, ye­diğinde yenir.

Aycı,.hayvan,daha sağ iken yetişirse, kesmesi vacip olur- Kesme­den ölüme tetkedilirse yenmez.

Eğer- köpek avladığını yaralamadan boğmak surefiiylp öldürürse yenmez.

Eğer talimli köpeğe, talimsiz bir köpek veya ateş perestin köpeği yahut besmelesiz salıverilmiş köpek yardım ederse avlanmış hayva­nin eti. yenmez.

Kişi,, besmele çektiği halde ava ok atarsa, isabet edip öldürülen hayvanın eti yenir.

Diri yetişirse kesmesi lâzımdır. Kesmediği takdirde eti yenmez.

Hayvana Qk isabet ettiğinde ancak avcının gözünden kaybolduk­tan sonra düşerse, avcı ölüsünü buluncaya kadar arar, görürse yiyebi­lir, aramadan vazgeçip bilâhare tesadüfen ölüsüne rastlarsa yiyemez.

' Av hayvanına ok attığında suya düşüp ölürse yenmez. Dama veya d&tğa düşer, oradan yuvarlanıp yere düşüp ölürse hüküm yine. böyledir ve yenmez- Eğer başka yere,düşerse yenir.

Okun eniyle vurulmuş, yarasız Ölmüş bir avın eti yenmez, eğer yara yaparsa yenir.

Balçıktan yapılmış gülle isabet eder öldürürse yenmez.

Avcı hayvanın; bir azasını koparırsa hayvanın etini, yer, fakat Kopmuş azasını yiyemez.,                                                     

Fazlası kuyruk tarafında kaldığı halde hayvanı üçe parçalarsa, bütün parçalar yenir.

Ateşe tapanın, rnürtedin ve putperestin avladığı yenmez.

Avcılardan birisi vurup kaçacak halden düşürmese diğer birisi vurup öldürürse av yenir ve ikincinin malı olur. Eğer birinci atıcı vu­rup kaçacak halden düşürürse ikincisi atıp öldürürse eti yenmez.

İkinci avcı, birinci avcının yaralamasiyie eksilen mjlçtar haricin­de kalan hayvanın kıymetiyle birinciye zâmin olur.

Eti yenen ve yenmeyen hayvanların avlanması câizdir.

Müslümanın ve ehli kitabın boğazladığı helâldir.

Ateşperest, mürted, putperest ve ihramda bulunan kişinin kestiği yenmez. Kasap, kasden besmeleyi terkederse, kesilen fyayvarı murdar­dır ve yenmez. Unutarak terkederse yenir.

Boğazlama: Halk (boğaz) ile göğsün başlangıcı, arasındadır.

Boğazlamada kesilen damarlar dörttür:

 1-Hulkum {Nefes bo­rusu)

 2 -Meri (Yemek ve içmek borusu),

 3 ve 4 -Boğazını iki ta­rafındaki kan boruları ki, bunlara «Vedeç» denir.

Bütün bu damarlar kesildiğinde yenmesi helâl ölür, Ebû Hanife (R.A.) ye göre, çoğunu (yâni üçünü)    Keserse    yine yenir. Ebû Yusuf ve Muhammed (R,A.) hulkum, meri vet Vedeçten bi­risinin kesilmesi behemehal lâzımdır, dediler.

Keskin kamış, kesici taş (çakmak taşı g'bî) ve her kan akıtıcı nesnelerle kesmek helâl ve caizdir. Ancak yerinden kaldırılmamış diş ve tırnak bu hükümden hariçtir.

Bıçağı bilemek kasap için, müstehaptır.

Hayvan ölmezden evvel boyun kemiğinin içindeki beyaz şeridi (omurga iliği) veya başını bıçakla kesmek mekruhtur. Fakat kesildi­ğinde yenir.

Ensesinden kesilen hayvan damarlar kesilinceye kadar diri kalır­sa bu kesiş caiz olur, fakat mekruhtur. Eğer damarlar kesilmezden evvel ölürse murdardır, yenmez..

Av hayvanlarından evcil olanların zebhi, boğazlanmaktır ki, zebh bunların hakkıdır Evcil hayvanlardan vahşileşenin kesişi boğaz­lamak ve yaralamaktırki ısdtırarîdir mecburîdir.

Devenin kesişinde «nahr» (göğsün bitişiğindeki damarları kes­mek müstehaptır,) fakat normal kesmek caiz olmakla beraber mek­ruhtur.

Sığır ve koyunda  (yâni boğazın    yukarısından    kesmek)müstehaptır.

Eğer bu iki cinsi de deve gibi nahr eylerse caiz olmakla beraber mekruhtur.

Deveyi nahr veya sığırı yahut koyunu kesip karnında ölü bir yav­ru bulursa ister tuylensin, isterse tüylenmesin yenilmez.

Yırtıcılardan azı dişleri olan, kuşlardan pençesi olanın eti yenmez. Ziraat kargasının yenmesinde beis yoktur. Cifeyi yiyen karga yen­mez. Sırtlan, keler, tilki ve diğer haşeratın etini yemek tahrimi şekil­de mekruhtur.

Ehli merkeplerin ve katırların eti yenmek haramdır.

Ebû Hanifeye (R.A.) göre, at etini yemek mekruhtur.

Tavşanı yemekte beis yoktur. Eti yenmeyen hayvan kesilirse, herri eti hem de derisi temiz olur. Ancak insan ile domuz bu hükümden ha­riçtir, Çünkü kesmek onların ikisinde de (insanın şerefi, domuzun ne­caseti için) tesir etmez. Su hayvanlarından ancak balık yenir.

Balıkların kendiliğinden Ölmüş ve su yüzüne çıkmış - olanları yen­mez. Sıcaktan soğuktan dolayı ölen veya kuşlar tarafından öldürülen balıklar yenir. Sazan ve yılan balığının yenmesinde hiç bir beis yok­tur. Çekirge yenir ve boğazlanması da yoktur [109]

 

Kurban Bahsi:

 

Kurban gününde, zengin, yerli, müslümaıı ve hür olan herkese, kendisi ve küçük çocukları için kurban kesmek vaciptir.

Her birisi için' bir koyun kurban keser veya bir deve yahut bir sığırı yedi kişi için kurban eder.

Fakir ve misafir bir kimseye kurban düşmez.

Kurbanın vakti: Bayram gününün fecri ile başlar, ancak İmam bayram namazını kıldırmadıkça şehirlilere kurbanın kesilmesi caiz değildir. (Bayram namazı kılman yerler hepsi bu hükme dâhildir.)

Köylülere (bayram namazı kılınmayan yerlere) gelince onlar fe­cirden itibaren kesebilirler. Kurban üç günde caizdir: Bayram ve on­dan iki gün sonrası (Bayramın bilinci, ikinci ve üçüncü günüdür. Bi­linci günü efdaldir.)

İkisi veya bir gözü kör, mezbahaya gidecek durumda olmayan topal ve çok zayıf hayvan kurban olamaz.

Kulağı ye kuyruğu kesik ve kulağının çoğu kesik bulunan hayvan kurban edilmesi kâfi gelmez. Eğer kulak veya kuyruğun çoğu kalmış­sa kurban edilmesi caizdir.

Boynuzsuz, burulmuş, derisi uyuzlu ve yaylanmasına halel getir­meyecek şekilde deli bulunan hayvanın kurban edilmesi caiz olur.

Deve, sığır ve koyun cinslerinden kesilen kurbanda «Senyi» ve daha fazla yaşlı olanı kâfidir.[110]

Ancak koyunda (cüsseli ise) altı aylığı da kâfi gelir. (Kesen) kur­banın etini yer, zengin ve fakirlere yedirir, birazını da zahire yapabilir.

Sadakaya verilen miktarın üçte birinden az olmaması müstehaptır.

Kurbanın derisini sadaka olarak verir veya evde kullanmak için ondan bir âlet yapar.

Kurban sahibi eğer kesmeyi güzelce biliyorsa kurbanını ken­di eliyle kesmesi daha efdaldir.

Kurban kitaplı bir kâfir keserse mekruh olur. îki kişi yamlarak birisi diğerinin kurbanını keserse, her ikisi için de kâfi gelir ve yekdiğerine karşı zâminde değildir.

 

Yeminler Bahsi:

 

Yeminler üçe ayrılır:

 1-Gamus yemin,

 2 -Mun'akide yemin,

 3 -Lağıv yemindir.

Gamus yemin: Geçmiş bir iş için bile bile yalanla yemin etmektir ki, bu yemini eden günahkâr olur. Fakat istiğfar etmekten başka her hangi bir kefaret vermek durumu yoktur.

Mun'akide yemin: Gelecek bir emri yapıp veya yapmayacağına dair yaptığı yemindir. Kişi bu yeminim yerine getirmezse kefaret ver­mesi lâzım gelir.

Lağıv yemin: Geçmiş bir iş için yemin ediyor. Fakat o işin dediği gibi olduğunu zannediyor, halbuki onun zanmnn tam tersinedir.

Allah'tan umarız ki, bu yeminin sahibim muahaze etmiyecektir.

Yemin babında, kasden, zorlanarak veya unutarak yemin etmek eşittir.  

Yapmamasına yemin ettiği bir şeyi zorlanarak veya unutarak yapmak eşittir.

Yemin: Lafza-i Celâl (Allah). Rahman ve Rahim gibi, Allah'ın her hangi bir ismi yahut izzetullah, celâlullah ve kıbriyaullah gibi, bir za­tı sıfatiyle yapılır. Ancak kişinin «Allah'ın İlmine yemin ederim» de­mesi yemin oîmaz.

Allah'ın fiilî sıfatlarından birisiyle (Allah'ın öfkesi gibi) yemin ederse, yemin etmiş sayılmaz.

Allah'tan başkasiyle Peygamber, Kur'an ve Kâ'be gibi  yemin eden bir kimse yeminli sayılmaz.

Yemin, kasem harfleriyle olur, kasem harfleri ise, Vav, Ba ve Ta harfleridir. Misali: «Vallahi, Billahi ve Tallahi» dir.

Bazen kasem harfleri takdirî olur o zaman da kişi yeminli sayılır. Allah'ı Lâ Efalenne Keza Yâni Allah'a ysmin ederim o şekilde yapmam.

Ebû Hanife (R.A.) der ki  Ve hakîkillehi (Allah'ın hakkına ye­min ederim) diyen yeminli değildir.

Kasem ederim veya Allah'a Kasem ederim yemin ederim veya Al­lah'a yemin ederim, şahitlik ederim veya Allah'a şahitlik ederim de­diğin de yeminli sayılır.

Benim üzerime nazır olsun veya Allah'ın nazarı üzerime olsun deme­si yemin olur.,

Bu işi yaparsam yahudi veya hıristiyan veyahut kâfir olayım de­se yemin olur.   .                                                            

Bu işi yaparsam, Allah'ın gazabı üzerime olsun veya zinacı ola­yım yahut şarap içici olayım veyahut da faiz yiyici olayım dese ye­min edici olmaz.

Yeminin; kefareti: Bir köleyi azat etmektir. Zihar meselesinde azat edilen köle, burada da azat edilir. Dilerse; köle azat etmek yerinde on fakiri giydirir. Her birisine bir elbise veya daha fazlasını giydirmeli-dir. Giydirilen elbise en az içinde namaz kılınabilecek kadar olacaktır.

Dilerse on miskine yedirir. Zihar kefaretindeki yedirmek gibi...

Bu üç (köle azat etmek, giydirmek ve yeclirmek) şeyden birisine gücü yetmezse üç gün arka arkaya oruç tutacaktır.

Evvelâ kefaret verip bilâhare yeminini bozarsa, kâfi değildir.

Günahkârlığa yemin eden Namaz kılmayacağına, babasıyle ko­nuşmayacağına veya falan adamı öldüreceğine yemin etmesi gibi bir zata yeminini bozup kefaret vermek daha uygundur.

Kâfir iken yemin edip sonra küfür halinde veya müslüman olduk­tan sonra yaptığı yeminin aksine hareket ederse kefaret düşmez.

- Mülk edindiği bir şeyi kendisine haram edene o, şeyi haram ol­maz. Fakat o şeyi mubah sayarak kullandığında yemin kefareti ken­disine lâzım gelir.       :

Her helâl bana haramdır dediğinde yalnız yemek ve içmek dahil olur, ancak onlardan başkasını niyetlerse niyet ettiği de dahil olur.

Mutlak bir nezr (adak) yapan behemehal nezrini yerine getirme­lidir.

Nezrini bir şarta bağladığında o -şartta tahakkuk ederse nezrettiği nesnenin ta kendisini yapmak mecburiyeti vardır.

Ebû Hanife'nin (B.A.) bu fetvadan döndüğü rivayet edilir ve de­miştir «şöyle yaptığımda bana bir defa hacca gitmek veya bir senenin orucu yahut mülk edindiği melır şeyin sadakaya verilmesi nezir olsun»

dediğinde bir yemin kefaretinin verilmesi kâfi gelir. îraam-ı Azamın bu fetvasından dönüşünü îmam-ı Muhammed söyledi..

Bir eve girmeyeceğine dair yemin edip sonra Kâbeye, mescide, kiliseye veya havraya girerse hanis olamaz. (Yâni kefaret kendisine düşmez.)

Konuşmayacağına yemin eden, namazda okursa hanis (yemini, bozucu) olamaz.

Elbiseli ve giyinik olduğu halde hiç bir elbiseyi giymiyeceğine ye­min eden, sırtındaki elbiseyi derhal çıkarırsa hanis olmaz.

Binek hayvanın sırtında iken bu hayvana bınmiyeceğine yemin edip derhal inerse yine hanis olmaz. Bir saat durup bilâhare inerse hanis olur (kefaret vermek lâzımdır.)

Evde iken, bu eve ,girmiyeceğine yemin ederse dışarı çıkıncaya kadar oturmakla hanis olmaz.

Eve girmiyeceğim diye 3remin edip bilâhare harabe bir eve girer­se hanis olmaz.

Bu eve girmem diye yemin edip bilâhare ev yıkılıp arsa olduğun­da girerse hanis olur.

Bu odaya girmiyeceğine yemin eder, yıkıldıktan sonra girerse ha­nis olmaz.                                     .                                          

Zeyd, hanımınla konuşmam diye yemin ederse ve bilâhare Zeyd o hanımı boşadıktan sonra konuşursa hanis olur.

Falanın kölesiyle konuşmam evine girmem diye yemin ederse bi­lâhare o kişi kölesini ve evini satarsa yemin eden de o köle ile konuşur ve o eve girerse hanis olmaz.

Bu kürkün sahibiyle konuşmam diye yemin ederse adamcağız kürkünü sattıktan sonra konuşursa hanis olur.

Bu gençle konuşmam diye yemin edip bilâhare ihtiyarlığında ken­disiyle konuşursa veya bu kuzunun etini yemem deyip te, koç olduğu zaman yerse yine hanis olur.

Bu hurma ağacından yemem diye yemin ederse meyvesine râcidir.

Bu, busur (ekşi hurma) dan yemem diye yemin edip bilâhare ye­tiştiği zaman o hurmadan yerse hanis olmaz.

Hiç bir busuru yemem diye yemin ettiğinde rütebi (olmuş hur­ma) yerse hanis olmaz.

Rüteb yemem diye yemin edip sonra kuyruklaşan (yeni yetişen) busur yerse Ebû Hanife'ye göre hanis olur.

Et yemiyeceğine dair yemin edip balık yiyen hanis olmaz.

Dicle nehrinden içmiyeceğine yemin edip bilâhare kova île su alıp içerse, Ebü Hanife'nin kavline göre boynunu uzatıp ağziyle içmeyin­ce hanis olmaz.

Dicle suyundan içmem diye yemin ederse bilâhare bardakla içerse hanis olur.

Bu buğdaydan yemiyeceğine yemin edip bilâhare ekmeğinden yi­yen hanis olmaz.

Bu undan yemem diye yemin edip ekmeğini yerse hanis olur.

Un olduğu halde avuçlayarak yerse hanis olamaz.

Falanla konuşmayacağına yemin edip, bilâhare sesini dinleyecek derecede kendisiyle konuşursa ancak kendisiyle konuşulan uykuda ise bile konuşan hanis olur.

Falan adamla ancak izni olursa konuşurun! diye yemin ederse, bilâhare izin yerdiğinden habersiz olarak kendisiyle konuşursa hanis olur. -

Şehrin valisi, bir kimseyi şehre giren her fesatçıyı kendisine ha­ber vermek üzere yemin ettirirse, bu yemin ancak o valinin zamanına mahsustur.

Falan adamın hayvanına binmem diye yemin edip, kölesinin hay­vanına binerse hanis olmaz.

Bu eve girmiyeceğine yemin ederse bilâhare damında durup veya salonuna girerse hanis olur. Kapı kapandığı takdirde dışarıda kalacağı şekilde kapı kemerine gîrese hanis olmaz.

Kebap yemem diye yemin ederse et kebabına hami olunur, patlı­can ve havuç kebabına hami olunmaz. Pişirmiş yemem diye yemin ederse, etin pişirilmişine hamlolunur.

Baş yemiyeceğine yemin ederse, tandırda pişirilen şehirlerde sa­tılan başlara hami olunur (yâni deve başını yiyebilir.)

Ekmek yemiyeceğine yemin ederse şehirde âdet edilerek yenilen ekmeğe hamlolunur. O halde kadayıf yese veya Irak'ta pirinç ekmeği ye­se hanis olmaz [111]

Alış veriş ve ücretle muamele yapmıyacağma yemin ederse, sonra kendisine bu konuda vekâlet eden birisini tayin ederek ona bu işleri gördürürse hanîs olmaz.

Evlenmiyeceğine veya boşanmıyacağma yahut azat etmiyeceğine yemin edip, bu işleri tedvir eden birisini vekil yaparsa hanis olur.

Yer üstünde oturmıyacağma yemin edip, halı veya hasır üzerinde oturursa hanis olmaz.

Karyola üstünde oturmıyacağma yemin edip, üstüne halı serili karyolada oturursa hanis olur. Eğer o karyolanın üstüne diğer bir kar­yola koyup onun üstüne oturursa hanis olmaz.

Bir döşekte yatmıyacağma yemin edip bilâhare üzerinde çarşaf olduğu halde yatarsa hanis olur.   -

Ancak o yatağın üzerine diğer bir yatak serip öyle yatarsa hanis ol­maz

Yemin edip hemen arkasından: «Eğer Allah dilerse» cümlesini ek--lerse hanis olmaz.

Yar m Zeyd'in jranına sıhhatli olursa geleceğine yemin ederse, beden sıhhatine hamlohmur, kuvvet ve kudrete değil.

Falan adamla bir hîn [112] veya bir zaman, muayyen bir hîn veya mu­ayyen bir ?aman konuşmayacağına yemin ederse, altı aya namlulunu?, Ebû Yusuf ve Muhmmed'e göre denir dese yine altı aya hajnlolunur.

Birkaç gün konuşmayacağına yemin ederse üç güne hamlolunı*r. İmam-ı Ebû Hanife'ye göre, günlerce konuşmayacağına yemin etti­ğinde, on güne hamlolunur.

Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre, günler haftaya hamlolunur.

Onunla aylarca konuşmıyacağına yemin ederse, Ebû Hanife'yş göre, on aya hamlolunur. Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre on. iki ayf) hamlolunur.

Şöyle yapmıyacağına yemin ettiği zaman ebedî terketmesi lazımdır.

Şöyle yapacağına yemin ederse bir defacık yapmasiyle yemini ye­rine gelir.

Hanımı izin almaksızın dışarı çıkmıyacağına yemin ederse, sonra izinle bir defa çıkarsa ikinci defa izni almaksızın çıktığında hanis olur. Her çıkışta izin vermesi lâzımdır.

Eğer ancak sana izin verdiğimde çıkabilirsin dese ve bir defa çık­masına müsaade ederse ondan sonra çıktığında hanis olmaz.

Kuşluk yemeğini yemiyeceğine yemin ederse, fecrin (şafağın) çı­kışından öğleye kadar dahildir. Akşam yemeği öğleden gece yarısına kadar dahildir, sahur, gece yarısından şafağa kadardır.

Borcunu yakın zamana kadar ödeyeceğine yemin ederse bir aydan az zaman irade edilir.

Uzağa kadar öderim dese, bir aydan daha fazla müddet irade olu­nur.

Bu evde oturmayacağına yemin ederse bilâhare kendisi çıkıp, eş­yasını ve aile efradını orada bırakırsa hanis olur.

Göklere çıkacağına veya bu taşı altın yapacağına yemin edenin yemini derhal münakit ve hemen hanis olur, (çünkü böyle yapmaktan âdet yönünden âcizdir.)

Falan adama, alacağını bugün vereceğine yemin edip, verirse bi­lâhare verilen paranın bir kısmı kalp çıkarsa......

"bakırı daha fazla veya başkasının malı çıkarsa yemin eden zat haniâ

olmaz.

Kalay veya satuka (karışığı çok fazla) çıkarsa hanis olur.    Alacağını müteferrikan almayacağına yemin edip bir kısmını alıp hepsini- ayrı ayrı parça parça almadıkça hanis olmaz. Alacağını    iki ölçüde alıp aralık ancak ölçmek kadar verirse hanis olmaz. Ve buna parça parça olmak da denilmez.

Basra şehrine gideceğim diye yemin ederse ölünceye katiar ged­mezse, hayatının en son anında hanis olur.

 

Dava Bahsi:

 

Terkettiği zaman husumete cebr edilmeyen müdde-i (davacı) olur. Müddeialeyh (dâvah) husumeteı mecbur edilendir. Müddeti, cin­sî ve miktarı malûm olan bir şeyi zikretmedikçe, dâvası kabul olunı maz. (Yâni dâva açılmaz.) Şikâyet mevzuu olunan şeyi davalının elin­de bir âyin ise, onun hazır edilmesi bakamından dâvâlı zorlanır. Tâi davacı dâvanın yürütülmesi bakımından ona işaret ederek, göstersin.

Dâva mevzuunu teşkil eden nesne hazır değilse, kıymetini zikret­melidir, dâvanın mevzuunu bir tarla teşkil ettiğinde hudutlarını zikret­meli, dâvâlının elinde bulunduğunu ve davalıdan istediğini söyleme­lidir.

Dâvâlının zimmetinde olan bir hakkı isterse, davalıdan o hakk] istediğini zikretmelidir.

Dâva sahih olunduğunda kadı, kendisinde bu hakkın olup olma­dığını davalıdan soracaktır. Dâvâlı evet bendo vardır diye, itiraf eder­se, o hakla dâvâlının üzerine hükmedecektir.

Davalı, dâvayı inkâr ettiğinde, kadı davacıdan delil ister, eğer de­lil getirirse, onun lehinde hüküm verir. Delilin getirilmesinden âciz olup hasmın yemin etmesini talep ederse, dâvah yemine çağrılır. Müd-dei (davacı) elimde hazır delil vardır ve dâvâlının yemin etmesini de isterim dese, Ebû Hanife'ye göre, yemine davet edilmez.

Hiç bir zaman yemin davacıya reddolunmaz [113].

Kayıtsız ve şartsız bir gayri menkulü elinde bulunduranın o ma­lın kendisine ait olduğu için delil getirmesi kabul değildir. (Çünkü dâvâlıdır.)                 .

Müddeialeyh (dâvâlı) yeminden kaçtığı zaman, kaçışından Ötürü aleyhinde hüküm verilir ve dâva edilen şey kendisinden istenir.

Kadı, «üç defa» sana yemin teklif ediyorum

 (Mütercim)

eğer yemin edersen kurtardın, yemin etmezsen dâva olunan şeyle üze­rine hükmediyorum, demelidir.

Üç defa bu teklifi yaptığı halde davalı sükût edip yemm etmezse yeminden kaçtığı için aleyhinde hüküm verir,

Dâva nikâh dâvası ise, Ebû Hanife (R.A.) ye göre, inkâr eden ye­mine davet edilmez.

Nikâh, ricat, ganimet, iyla, kölelik Ümrnülveletlik, velâ (yâni mevlâlik) ve hadlar meselelerinde dâvâlı inkâr ederse, yemin ettirmek yoktur.        ,

İmam-ı Muhammed ve Ebû Yusuf (R.A.) dediler; Hadler harig diğer meselelerde inkâr eden dâvalınm, yemin etmesi lâzımdır.

İki kişi, başkasının elinde bulunan bir aynı, iddia edip ve her bi­risi kendi açısından malın kendisine ait olduğ-unu delil ile ispat eder­se kadı her ikisine birden ortaklaşa hükmeder.

İkisi birden bir hanımın nikâhlısı olduğunu dâva edip delil ge­tirirse, kadı hiç bir delil ile hükmetmez. Ancak hanımın birisini tas­dik etmesine baş vurulacaktır.

îki kişi iddia ediyor: Ben Zeyd'ten bu köleyi satın aldım ve her ikisi de delil getiriyor. Her ikisi de muhayyerdir dilerse kölenin yarı fiyatını verp yarısına sahip olur, dilerse terkeder.

Kadı, ikisine ortaklaşa hükmettiğinde, birisi ben istemem dese, di­ğeri kölenin bütününü kabul etmeye zorlamak yoktur. Eğer bu iki da­vacıdan her birisi bir, tarih zikrederse, hangisinin tarihi daha evvel ise, ona hükmedilir.     '  

Tarih zikretmemekle beraber mal birisinin elinde ise, ona vermek daha uygun düşer.

' Birici satın aldığını iddia edip diğeri bana hibe edildi ve aldım dese ve her ikisi iddiasının doğruluğunu delHle tevsik edip fakat her ikisinde de tarih yoksa, satın alana hükmetmek daha uygundur.

'' Birisi ben Zeyd'in öküzünü satın aldım dîye iddia edip, hanım da aynı öküzü bana mihir vererek evlendik dese, her iki davacı da bura­da müsavidirler.

Birisi bu mal bana rehin verilmiş ve kabzettiğini söylerse, diğeri de bana hibe edilmiş ve kabz etmişim diye iddia ederse, rehin aldığı­nı söyleyene hükmetmek daha evlâdır.

İki yabancı, Ali'nin elindeki gayri menkulün kendilerine ait ol­duğuna dair delil getirip ve her ikisinin elinde de kendisine ait tarih varsa en uzak tarih sahibinindir o mal...

İkisi aynı adamdan satm aldığını iddia edip, satın alma tarihle­rine dair delil getirirse, birinci tarih sahibi daha evlâdır...

Yekdiğerinden satın aldığını iddia edip her ikisi de tarih zikre­derse her ikisi de eşittir.    -

Yabancı, tarihli olan bir gayri menkulün kendisine ait olduğunu delille ispat ederken aynı gayri menkulü elinde bulunduran daha ka­dim bir tarihten beri kendisinde olduğunu ispat ederse, mülkün ken­disine olması daha evlâdir.

Yabancı ile, malı elinde .bulunduran zatın her birisi, doğar hay­vanın yanında doğurduğunu delille ispatlarsa, malı elinde bulundu­ran daha velâdır. Tek bir defa dokunan elbisenin dokuması konuşuru da yapılan iddiada da hüküm budur.

Mülk edinmenin tekerrür etmeyen her sebebinde hüküm budur, Yabancı, mülkün kendisine ait olduğunu delil ile ispat ettiğinde, mtij-kü elinde bulunduran şahıs da ondan satın aldığına delil getirirse, elinde bulundurana vermek daha evlâdır.

Her birisi başkasından satın aldığına dair delil getirip ve hiç bi­rinde tarih yoksa iki delil de sükût eder (dâva mevzuu olan nesne ki­min elinde ise onda kalır.)

Davacı ile dâvâlının birisi iki şahit, diğeri dört şahit getirirse, her ikisi eşittirler.

Birisi, başkasında kısas hakkım vardır diye dâva açıp, davalı da bende böyle bir hak yoktur dese, davalıdan yemin etmek istenir. Ölüm­den başka bir dâvada yeminden istinkâf ederse; kendisine kısas lâzım gelir. Ölüm meselesinde yemin etmekten imtina ederse ikrar veya ye­min edinceye kadar hapsolünur.

Ebû Yusuf ve îmam-ı Muhammed «Her iki takdirde de, irş (diyet para cessası) verir» dediler.

Davacı, benim hazır delilim vardır, dediğinde, hasmına (dâvâlı­ya) anefsinden ötürü üç günlük bir kefil ver» denilir. Eğer kefil verir­se, ne âlâ, Eğer kefil vermezse davacı kendisini takip etmekle emrolu-mır. Meğer misafir ve yolcu ise, o. zaman kadı'nm meclisinden kalkın­caya kadardır takip müddeti, (yâni dâvâlıdan hak alınır öylece bıra­kılır.)

Dâvâlı, bu malı burada olmayan falan adam bana emanet veya bana rehin bıraktı veya ondan gasbettim ve buna dair delil de geti­rirse, onunla davacı arasında husumet kalmaz. Ben kayıp kişiden sa­tın aldım dediğinde, hasım olur

Davacı,   «bu   mal   benden   çalınmıştır» der   ve   delil   getirirse malı elinde bulunduran da, «bana falan adam emanet    bırakmıştır» dese ve delil de getirse husumeti defetmez.

Davacı, falan adamdan satın aldım dese, dâvâlı da falan adam bu malı bana emanet olarak teslim etmiştir derse husumet delilsiz ortadan kalkar.

Yemin, Allah'a yapılır, başkasına yapılmaz. Allah'ın sıfatlarını eklemekle tekitli olur.

Talâkla ve köle azat etmekle yemin edilmez.

Yahudi, Musa (A.S.) ya Tevrat indiren Allah'a yemin eder. Hris-tiyan İsa (A.S.) inen incile yemin eder. Ateşperest, ateşi yaratan Al­lah'a yemin eder. Mabetlerinde yemin ettirilemez. Müslüman kişiye, zamanla ve mekânla galiz (ağır) yemin verdirmek vacip değildir. (Y£-m cuma günü ikindiden sonra camide gibi.)

Ben bundan, kölesini bin liraya satın aldım, diye iddia edip kar­şıdaki zat da inkâr ederse, aranızda mevcut herhangi bir alışveriş ol­madığına yemin edermisin diye, yemin ettirilir. Ben satmadım diye yemin ettirilemez. Gasp meselesinde, Allah'a yemin ederim sana geri verilmesine müstehak değilsin diye, yemin ettirilir. Ben gasbetmedim diye Allah'a yemin etmez.

Nikâh meselesinde aramızda elan mevcut bir nikâh yoktur diye, yemin eder. Boşanma dâvasında, kadının dediği şekilde bu saatte ka­dın benden boş değildir, diye yemin eder, boşamadım diye yemin et­mez.                                      

Bir kişinin elinde bulunan bir evin bütününü birisi, yarısını di­ğeri birisi iddia eder ve her ikisi de delil getirirse, Ebû Hanfe'yei göre, hepsini iddia edene, dörtte üç pay verilir, yarısını iddia edene,-, dörtte bîr pay verilir. Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre, aralarında üçlü ola­rak taksim olunur. Ev ikisinin elinde ise, hepsini iddia edene yarısı hüküm bakımından yansı da hükümsüz şekilde olmak üzere hepsi verilir.

İkisi bir hayvan hakkında münazaa edip her ikisi de, yanında doğduğuna dair delil getirir ve her ikisi de tarih zikrederse, hayvanın sinni de iki tarihten birisine muvafık gelirse, o tarihin sahibine ver­mek daha evlâdır.                                        

Eğer isbatı zor olursa, her ikisinin, arasında e§it olarak kalır.

Birisi bindiği, diğeri dizginine yapıştığı bıv hayvan için münazaa ederlerse, binene verilmesi daha evlâdır. Birisinin yükü yüklü bir deve hakkınca münazaa ederlerse, yük sahibine vermek yine evlâdır. Bir} giyinmiş, diğeri yenine yapışmış bir iç gömlek hakkında da hükürn böyledir; giyene vermek daha uygundur.

Alışverişte iki taraf ihtilâfa düştüğünde birisi bir miktar yaty iddia-edip, satan ondan daha fazlasını iddia eder veya satan, satılan malın bir kısmını ikrar edip, müşteri daha fazlasını iddia eder ve bu esnada birisi delil getirirse ona hükmedilir.

Her iki taraf ta delil getirip fazla miktarı hangi delil ispaü edjerse onun sahibine hükmetmek daha uygun olur.

Her iki tarafın elinde delil olmadığı takdirde alıcıya «ya satanın iddia ettiği fiyatla iktifa et, yahut da alışverişi feshederiz» denir. Sa­tıcıya da «Müşterinin iddia ettiffi malı teslim et, aksi takdirde Jtey'i (alışverişi), iptal ederiz» denir. Bu takdirde her iki taraf da dâvayı kabul etmezse, hâkim her' iki tarafı diğerin dâvası batıldır diye, yemin ettirir, evvelâ müşterinin yemininden başlar. Ne zaman her iki taraf yemin ederse, kadı aralarındaki alışverişi fesheder. Eğer bu meyanda taraflardan birisi yeminden men olunursa dâva onun aleyhinde tecel­li eder.                                

Müddet hakkında veya muhayyerlik şartı yahut fiyatın bir kıs­mını almak bakımından ihtilâfa düşerse aralarında ihtilâf yoktur de­mektir. Yemin ederek muhayyerlik, ve zamanı inkâr edenin sözü ka­bul olunur.

Satılan mal helak olduktan sonra ihtilâfa düşerlerse, Ebû Hanife ve Ebû Yusuf nezdinde yemin ettirmek yoktur ve hüküm müşterinin sözüne göre verilir.

îmam-ı Muhammed (R.A.) «Yemin ederler ve helak olan malın kıymeti üzerinde alışveriş feshedilir,» decB.

İki köleden birisi helak olunduktan sonra fiyatında ihtilâfa dü­şerlerse Ebû Hanife (R.A.) nezdinde iki tarafın da yemin etmesi lâ­zım değildir. Meğer ki, satıcı helak olunan kölenin bahasından vazge­çerse. Ebû Yusuf (R.A.) der ki, her iki taraf ta yemin edip, dirinin za­tı ve ölünün kıymeti hakkında bey'i feshedilir. Bu kanaat ayni za­manda İmam-ı Muhammed'in de kanaatidir.

Karı, koca mihir hakkında ihtilâfa düştüğünde, koca, ben bin li­ra mihir mukabilinde hanımımla evlendim, diye iddia edip, hanım da «iki bin mukabilinde benimle evlendi» iddiasında bulunursa, iki eşten hangisi delil getirirse derhal kabul edilir. Eğer her iki taraf da delil getirirse, hanımın delili kabul olunur. Her iki tarafın delili yoksa, Ebû Hanife'ye göre iki taraf da yemin eder, nikâh feshedilmez, fakat mih-ri misille hüküm edilir. Mihri misil, kocanın iddiası kadar veya daha az ise, kocanın dediğiyle hükmedilir. Eğer hanımın iddiasına müsavi veya daha fazla ise, hanımın iddiasiyle hükmedilir. Eğer mihri misil, kocanın iddiasında fasla ve hanımın iddiasında az ise, hanıma mihri misille hükmedilir.

icar müddeti bitmezden evvel ihtilâfa düşerlerse, her birisi '(doğ­ru okluğuna dair) yemin eder ve birbirine malım geri verirler.

Müddet bittikten sonra ihtilâfa düşerlerse, yemin etmeleri belki müstecir (icar eden) in sözü kabul olunur (yeminiyle).

Müddetin bir kısmından istifade ettikten sonra ihtilâfa düşerler­se, yemin ederler,- geri kalan kısımda-akd feshedilir ve geçmişin hak­kında mUsteciriıa sözü makbuldür.

Mevlâ ile mükâtep kölesi, kitabet malının miktarında ihtilâfa düş­tüklerinde Ebû Hanife (R.A,) ye göre, yemin etmezler, Ebü Yusuf ve İmam-ı Muhammed'e göre, yemin ederler ve kitabet muamelesi bo­zulur.

Koca ile karısı, ev eşyaları hakkında ihtilâfa düştüklerinde er­keklere elverişli olan eşya erkeğin, kadına yakışır eşya kadınındır. Hem erkeğe hem de hanıma yakışır mal ise, erkeğindir.

Eşlerden birisi öldüğünde, ölenin vârisleri diğeriyle ihtilâfa dü­şerse, her ikisine uygun olan mal, sağ kalana aittir.

Ebû Yusuf «Kadınlara çeyiz yapıla» nesnelerin benzeri kadına verilir, geri kalan (yeminle) kocaya verilir.»

Kişi, bir cariyeyi sattığında cariye doğursa ve satan adam ço­ğun kendisine ait olduğunu iddia ederse satış gününden itibaren altı aydan az bir müddet zarfında doğurmuş ise, çocuk satanın oğlu­dur ve annesi ümmülveled olur, akd feshedilir ve para sahibine geri verilir.

Satıcının iddiasiyle veya ondan daha sonra alıcj da çocuğun ken­disine ait olduğunu iddia ederse, satıcının dâvası daha uygundur. Eğer altı aydan fazla bir müddette doğurursa, satıcının dâvası -ancak alı­cı tasdik ederse- kabul olunur.

Çocuk öldüğü halde, satıcı kendisine ait olduğunu iddia ederse ve annesi çocuğu altı aydan az bir müddet zarfında doğurmuş ise, annesi hakkında ümmülveledlik sabit olmaz.

Annenin vefatında, satıcı oğlanın kendisine ait olduğunu iddia ederse, -halbuki annesi de altı aydan daha az bir müddet de onu do­ğurmuştu çocuğun nesebi sabit olur ve satıcı onu teslim alır. Ancak Ebû Hanife'ye göre, aldığı paranın bütününü geri vermek mecburiyeti vardır.

Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre, çocuğun* hissesine düşen parayı geri verir, ölü annenin hissesine düşen parayı ise geri vermez.

İkizlerden birisinin nesebesini iddia edene, diğeri de nisbet edi­lir. Allah daha iyi bilir.

 

Şahitlik Bahsi:

 

Şahitlik yapmak farzdır. Müddei (davacı) istese şahitlik etmek farz ve terketmesi haram olur.

Hadd-i şer'iyi icap ettiren meselelerde iki şahit muhayyerdir; İs­terlerse örter, dilerlerse izhar ederler. Fakat örtbas etmek daha uygun­dur. Ancak hırsızlık şahidi, hırsız malı alırken gördüğünü şahitlik yapar ve der ki, «aldı» hırsızlık yaptı demez.

Şahitlik birkaç çeşittir:

1-Zina hakkında şahitliktir, Bu şahitlikte ancak dört erkek muteberdir. Kadınların şahitliği burada makbul değildir.

2 -Zina hariç, diğer had (ceza) lar ve kısas şahitliğidir. Bu gibi şahitlikte iki kişinin şahitliği kabul olunur. Kadınların şahitliği ka­bul olunmaz.

3-Bunlardan başka haklarda, iki kişi veya 'bir kişi iki kadının şahitliği kabul olunur, isterse, bu hak mal olsun, ister nikâh, talâk, vekâlet ve vasiyet gibi malî dâva olmayan dâvalar olsun.

-Doğum, bakirelik ve erkeklerin muttali olması mümkün ol­mayan yerlerde bulunan diğer ayıpların hakkında tek bir    hanımın şahitliği kabul olunur.

Bütün bu kısımlarda şahidin âdil olması, şahitlik kökünden 'gelen bir kelimenin bulunması lâzımdır. Öyle ise eğer şahit, bilirim veya ya-kinirn budur, gibi kelimelerle söyler, şahitlik ederim demese şahitliği kabul olunmaz.

Ebû Hanife (R.A.) «hadler ve kısaslar şahitliği hariç, diğer şahit­liklerde, hâlâm, müslümanın zahiri adaletiyle iktifa eder» dedi. Hadler ve kısaslarda ise, hâkim şahitlerin halini araştırır. Hele hasım onları itham ederse derhal hallerini tahkik eder. Ebû Yusuf ve Muhammed «Gizli ve açıkça şahitlerin halini tetkik etmek hâkim için behemelıal lâzımdır» dediler.

Şahidin, şahitlik yapacağı konu iki kısımdır:

1-Hükmü kendi nefsiyle sabit olan şeydir. Bey'i ikrar, gasp, kati ve hâkimin hükmü gibi. O halde şahit bunları işittiğinde veya gördüğünde bunlar hakkında her iki takdirde de şahitlik yapması ne kadar görmemişse de caizdir ve,sattığına dair şahitlik ederim   der. Ancak bana bunu gösterdi diyemez (yâni gözümle gördüm diyemez.)

2 -Hükmü kendisiyle sabit olmayan kısımdır. - Şahitlik üzerine şahitlik yapmak gibi...

Bir şahidin herhangi bir konuda şahitlik yaptığını işittiğinde, gö­züyle görmeyince onun şahitliği üzerine şahitlik yapması caiz değildir., Şahitlik ettiğine dair şahit ediniyor diye, işitirse, yine işitene (görme­dikçe) şahitlik yapmak caiz değildir.

Şahit, yazısını görüp hemen şahitlik yapmaya yeltenirse, caiz değildir, meğer ki şehadet hâdisesini hatırlarsa.

İki gözden kör olanın, kölenin, tevbe ederse bile iftiradan do­layı had yiyenin şahitliği kabul olunmaz.

Babanın evlâdına ve torunlarına şahitliği, evlâdın ebeveynlerine ve ecdadına şahitliği kabul değildir.'

Eşlerin yekdiğerine, mevlânın kölesine ve .mükâtebine, ortaklar­dan birisi diğerin lehinde yaptığı şahitlik eğer ortaklık malı ile il­gili ise kabul olunmaz.

Kişinin, kardeşi ve amcası için yaptığı şahitlik kabuldür.

Hovardanın, maternci ve şarkıcı hanımın, keyfi için daimi bir şe­kilde içkiye devam edenin, kuşlarla oynayan bir kimsenin, halka tür­kü ve şarkı söyleyenin, hadları (cezaları) mucip günahlardan birisini işleyenin, peştemalsız hamama girenin, faiz yiyenin, tavla, ve satranç ile kumar oynayanın ve hafifliği icap eden amellerde -yolun üstünde bevl etmek ve yemek yemek gibi bulunanların şahitliği ka­bul olunmaz.

Selefe (geçmiş sahibi ve müçtehitlere) küfredenin şahitliği mer-duttur. Hitabiye.;[114] akidesinde bulunanlar hariç, diğer sapık mezhep sahiplerinin şahitlikleri kabul olunur.

Zümmilerin bir kısmının diğer kısmı hakkında şahitlikleri kabul olunur. Milletleri-ayrı ayrı olursa bile (çünkü küfür tek bir milistir.)

Harpli bir kâfirin, zümmî bir kâfir hakkındaki şahitliği kabul değildir. Kişi, büyük günahtan sakınanlardan, olduğu halde hasenat­ları (fcayu'larO günahlarından daha fazla ise, bir küçük günah iş­lerse dahi- şahitliği kabul olunur.

Sünnet olunmamış, iğdiş edilmiş bir kimsenin ve evlâdı zinanın şahitliği.kabul olunur

 (erkeliği ve dişiliği   belli   olmayan    zat)  in şahitliği    câizdir.

Şahitlik, dâvaya uygun geldiğinde kabul olunur. Muhalefet eder­se kabul olunmaz.

Ebû Hanife (E.A.) nezdinde iki şahidin lâfz ve mânada müttefik olmaları muteberdir. Öyleyse birisi binle, diğeri iki binle şahitlik ya­parsa kabul olunmaz.

Birisi binle, diğeri bin beş yüzle şahitlik yaparsa dâva sahibi de bin beş yüzü iddia ediyorsa, her iki şahidin binle yaptıkları şahitlik­ler kabul olunur.

İki şahit de binle şahitlik yaptığında, birisi lıu binin beş yüzünü verdi diye, şahitlik yaparsa, binle yaptıkları şahitlikleri kabul olunur, ancak (beş yüzünü verdi.) sözüne bakılmaz. Moğer ki onunla o konu­da başkası şahitlik yaparsa kabullunur-

Davacının beş yüz lira aldığını bilen şahit için, davacı o beş yüzü ikrar etmeyince bin lira için şahitlik etmemesi gerektir.

İki şahit «Zeyd» in kurban bayramı günü Mekke'de öldürüldüğü­ne dair iki şahit te aynı gün «Küfe» de öldürüldüğüne dair kaclı'nın yanında bir anda şahitlik ederseler, her iki şahitlik te kabul olunmaz. Birisi daha evvelce yapıldığı için onunla hükmetmişse, ikincisi kabu} olunmaz.

Kadı, dâvâlının, şahitleri cerh (Fasik veya paralı olduklarını) et­mesini dinlemez ve onunla hükmetmez.  

Şahit için, görmediği bir şey hakkında şahitlik yapmak caiış de­ğildir. Ancak itimat ettiği bir kimseden işitnce nesep, ölüm, nkâh, evlenme,ve kadı'nın kadı olması hakkında şahitlik yapabilir.

Şüphe ile sakıt olmayan her hakta şahitlik üzerine şahitlik yap­mak caizdir. Meğer ki şüphe ile sakıt olunan hadler ve kısaslarda, caiz değildir.

İki şahidin aleyhinde ancak iki şâidin sâhidliği caizdir. Tek şahi­din diğer bir şahidin aleyhindeki sâhidliği caiz değildir.

Şahitliğine dair şahit tutmanın keyfiyeti: Asim şahidi ikinci şa­hide «Benim lalan oğlu falanın yanımda şunu ikrar ettiğini bizzat müşahede ettiğime ve beni kendisine şahit yaptığına dair şahitliğime şahit ol» demesidir. «Beni kendisine şahit yaptı» cümlesini demese de caiz olur.

Fer'î şahit (birinci şahidin şahidi) şahitlik yaptığı zaman '-şaha­det eylerim ki, falan kimse beni şahitliği üzerine şahit yaptı ki, o şe-hadct eder  falan oğlu falan benim yanımda şöylece ikrar eyledi ve şahitliğim üzerine şahitlik yap dedi» diyecektir.

Asıl şahitler, en az üç günlük mesafede bulunmadıkça veya hâkim huzuruna çıkmayı beceremiyecek kadar hasta düşmedikçe, feri şahit­lerin şahitlikleri kabul olunmaz.

Per'î şahitler, asıl şahitlerin âdil olduğuna şahitlik ederse caizdir.

Âdil olduklarından sükût ederse de caizdir. Kadı, onların tezki­yesi için başka kimselere başvurur.

Asıl şahitler, ikinci şahitlerin şahitliğini inkâr ederlerse, fer'j şa­hitlerin şahitlikleri kabul olunmaz.

Ebû Hanife (R.A.), yalancı şahit hakkında «Hiç bir sakınca gör­meden sokaklarda teşhir ederim» der. Ebû Yusuf ve Muhammed ı*Acı-tıcı darbeler vurur ve hapsederiz» derler.

 

Şahitlikten Dönmek Bahsi:

 

Şahitlikle hükmetmezüen evvel, şahitler cayarlarsa, şahitlik hükumsuz kalır. Şahitlikleriyle hükmolunduktan sonra ricat ederlerse, hüküm bozulmaz ve şahitlikleriyle telef ettikleri hakka zâmin olurlar. Şahitlikten dönmek, ancak hâkimin huzurunda caiz olur.

İki şahit, bir malın hakkında şahitlik edip, hâkim de onunla hük­mettikten sonra, dönerlerse,. aleyhinde şahitlik yaptıkları zata o malı 2âmin olurlar. Yalnız birisi şahitlikten cayarsa, malın yarısına zâmin olur.

Mal hakkında üç kişi şahitlik yaptığı halete birisi bilâhare şahit­likten cayarsa, kendisine hiç bir şey lâzım gelmez.  (Çünkü şahitlik nisabı baki kalır). Eğer diğer birisi de cayarsa dönen iki şahit malın  yarısına zâmin olurlar. -

Bir kişi ile iki kadın şahit oldukları halde bir kadın şahitlikten cayarsa hakkın dörtte birine zâmin olur. İki şâhid hanım birden ca­yarsa hakkın yansına zâmin olurlar.

Bir erkekle on kadın şahit olursa bilâhare sekiz tane kadın şahit­likten dönerse onlara hiç bir şey lâzım gelmez. Eğer dokuzuncusu da cayarsa hepsine birden hakkın dörtte biri düşer. Erkekle kadınlar bir­den cayarlarsa, Ebû Hanife'ye göre, hakkm altıda birisi erkeğe, geri kalan diğer altıda beşi kadınlara düşer.

Ebû Yusuf ve Muhammed «Erkeğe yansı, kadınlara da yansı lâ­zım gelir» dediler.

Bir kadının mihri misliyle evli olduğuna, iki şahit şahitlik yapar, bilâhare cayarsa kendilerine hiç bir tazminat terettüp etmez. Yine zâ-rnin olmazlar, eğer bir erkeğin mihri misille bir hanımla evlendiğine şahitlik ederseler. Mihri misilden fazlasiyle şahitlik edip cayarlarsa, fazlasına zâmin olurlar.

Kıymetin misli veya daha fazlasiyle bir alışverişe şahit olup bilâ: hare dönerlerse zâmin olmazlar. Eğer kıymetinden daha az bir mik­tarla şahitlik yaparlarsa, eksik kısmına zâmin olurlar.

Bir kişinin temastan evvel hanımını boşatiığma dair. şahitlik ya­par, bilâhare dönerlerse, mihrin yarısıan zâmin olurlar. Eğer temas­tan sonra ise, zâmin olmazlar.

Kölesini azat ettiğine şahitlik yapıp bilâhare dönerlerse, kölenin kıymetine çarptırılırlar.

Kısas hakkında şahitlik yapıp, aleyhinde şahitlik yapılan zat öl­dürüldükten sonra dönerlerse, ancak diyete çarptırılırlar ve öldürül­mezler.

Feri şahitler, caydıkları takdirde zâmin olurlar. Asıl şahitler, hü­kümden sonra dönüp, biz fer'î şahitleri şahitliğimize şahit yapmadık deseler zâmin olmazlar. Biz onları şahit yaptık, fakat yanlışlıkla yap­tık deseler zâmin olurlar.

Fer'î şahitler, asil şahitler yalan söyler veya şahitliklerinde yan­lıştırlar deseler de sözlerine bakılmaz.

Dört şahit, zina ile, iki şahit te aynî adamın evli olduğuna? şahit­lik eder, sonra evlilik şahitleri dönerse bile zâmin olamazlar. Şahitler hakkında tezkiyede bulunanlar cayarlarsa zâmindirler.

İki şahit Zeyd'in yemin ettiğine, iki.şahit te şartın vücuda gel­diğine dair şahitlik yapıp hüküm verildikten sonra cayarlarsa, ancak yemin ettiğine şahitlik yapanlar zâmin olurlar.

 

(Kadının Adabı Hakkında:)

 

Kadılığa tâyin olunan şahısta şahitlik şartlarına hâiz ve içtihat edecek derecede olmadıkça verdiği hüküm sahih olmaz.

Kadı'lık farzını yerine getirmesinden emin olan bir kimsenin ka­dı olmasında hiç bîr beis yoktur.

Acizliğinden korkar ve nefsinin zalimlik yapmasından emin olmayan bir kimse için, kadılık kabul etmek mekruhtur. Bir müslüma-nın kadılığı kalbiyle talep ve lisaniyle isteyişi hiç de uygun değil­dir [115].

Kadılık vazifesini yeni alan kadı, kendisinden evvelki kadının di­van (defter) mı teslim alır, hükümlülerin haline bakar.

Bir hakkı ikrar edene o hakkı ilzam eder. înkâr ederse, ancak azlolunan kadı'nm onun hakkındaki sözü, delil getirmekle beraber ka­bul olunur.

Azlolunan kadı, delil getirmezse, o mevkuf adamı hemen çarça­buk bırakmaz belki onun hakkında tellâl bağırtılır ve onun emri i?har edilir.

Yeni kadı, emanetler, ve vakıfların hasılatına bakar, delil nasıl isterse veya mezkûr hakları elinde tutan şahıs itiraf ederse o şekilde amel eder.                                                                ,                  ,

Düşük kadının sözü, ancak hakkı elinde tutan zat, düşük kadının kendisine bu hakkı teslim ettiğini itiraf ederse, kabul olunur.

Kadı, hüküm etmek için camide alenen oturur. Ancak mahremi olan bir kimseden veya kadı olmazdan evvel 4e daima hediyeleştiği bir kimseden hediye kabul edebilir. Umumî olmadıkça, herhangi} bir hususî davete gidemez. Cenazeye gider, hastayı ziyaret eder, hasım­lardan birisini, diğersiz misafir edemez.

Mahkemeye, iki hasım gelince, oturmakta ve onlara bakmakta ikisini bir tutar. Birisiyle gizli konuşamaz, işaret edemez ve kendisine herhangi bir delil telkin edemez.

Kadıya göre, hak sabit olduğunda, hak sahibinin isteğine uyula­rak verecekliyi acele tarafından hapse atamaz. Belki hakkı vermesini emreder. Vermediği takdirde eline geçen mal mukabilinde satın al­dığı malın bahası gibi veya herhangi bir âldtten dolayı -mihir ve kefalet gibi- kendisine lâzım gelen borç mukabilinde hapsedilir.

Bu şekillerin haricinde hiç bir şekilde hapsolunmaz, ben fakirim dediği zaman. Meğer ki, alacaklı, borçlunun malı olduğunu ispat ederse. Kadı, borçluyu iki veya üç ay hapsettikten sonra malının olup olmadığını araştırır. Eğer malın yokluğu sabit olursa tahliye eder: Hapisten çıkardıktan sonra onunla alacaklıların arasını kapatmaz (belki onu takip eğebilirler.X

Kişi ailesinin nafakası için hapsolunur.

Baba, evlâdının borcunu vermediği için değil, ancak yedirmesin­den men olursa hapsedilir.

Hadlar ve kısaslar haricinde kadının her şeyde hüküm vermesi caiz olur.

Kadı'nm yanında bir hak için şahitlik yapıldığı takdirde o kadı başka bir kadı'ya yazarsa kabul olunur.

Yazan kadı'mn yanında bir hasmın aleyhinde şahitlik yaparlarsa şahitlikle hükmedilir ve bu hüküm unutulmasın diye yazılır.

Hasım hazır olmadığı takdirde şahitlik yaparlarsa hükmedil­mez [116].

Hasmın bulunduğu şehrin kadı'sına yapılan şahitlikler hakkında yazı yazılır tâ ki o kadı, yazılarla hükmetsin.

Kendisine yazı yazılan kadı, ancak iki erkeğin veya bir erkek ile iki hanımın şahitliğiyle yazılan yazıyı kabul eder.

Yazar kadı'ya, öbür kadı'nın yanında yazı için şahitlik yapapak şahitlerin huzurunda yazdığının okuması farzdır. Tâ ki, yazıdaki hükmü anlasınlar.

Okuduktan sonra mühür (ve imza) ederek onlara teslim edeif.

Yazı, ikinci kadıya geldiğinde ancak hasmıri huzurunda kabul eder. Şahitler yazıyı teslim ettiğinde mührüne bakar. «Bu falan ka­dı'nın mektubudur- Hükmü yerinde okuyarak ve mühür ederek biz* teslim etti» diye şahitlik yaptıklarında kadı mektubu açar, hasma okur ve içindeki hükmü hasma lâzım kılar.

Hadlar ve kısaslar hakkında kadı'nın diğer kadıya yazması kabul değildir. Kadı, hükmetmek için yerine ancak me'zun ise naiplik yapa­cak birisini tâyin edebilir .[117]

Bir hâkimin hükmü, kitaba, sünnete, icma muhalif veya delilsiz bir söz olmadığı takdirde kadıya geldiğinde kadı onu infaz edebilir.

Kaybolan bir kimsenin aleyhinde, ancak yerinde vekâlet eden bi­risi bulunursa kadı hüküm verebilir.

İki kişi, bir zatı aralarında hükmetsin diye seçer ve hükmüne ra­zı olsalar verdiği hüküm caiz olur. Fakat o hâkemde hâkimlik sıfatla­rının olması lâzımdır.

Kâfir, köle, zümmî, iftiradan had yemiş, fâsık ve çocuğun hakem­liği caiz olamaz.

Hakemin hükmünden evvel hasımlardan birisi cayabilir. Hüküm verdikten sonra derhal her ikisi de o hükmü kabul etmelidir.

Hakemin hükmü kadıya geldiği zaman, mezhebine mutabık ise, derhal infazına hüküm verir, muhalif gördüğü takdirde iptal eder.

Hadlar ve kısaslarda hakem edinmek câi:z değildir. (Çünkü dev­let işidir.)

İki hasım, yanlışlıkla akıtılan bir kan dâvasında bir hakem seçip o hakem de diyeti katilin a'kilesine yüklerse, hükmü nafiz değildir.

Hakem için delili dinleyip, yeminden kaçanı, mahkûm etmek caiz olur.

Ebeveynleri, evlâdı ve hanımı lehinde hâkimin verdiği hüküm bâ­tıldır.

 

Taksîmat Bahsi:

 

Maaşı hazineden verilen bir. taksimatçmm tâyin edilmesi imama (devlet başkanına) lâzım gelen vazifelerdendir. Tâ ki, ücretsiz olarak halk arasında (müşterek malı) taksim etsin.

Maaşlıyı tâyin etmediği takdirde, ücretle yapan birisini tâyin et­mesi lâzım gelir: Âdil, emin ve taksimat konusunda âlim olma,si lâ­zımdır.

Kadı, halkı tek bir taksimatçiya işi bırakmaları yönünde icbar edemez. Taksimcilerin ortak çalışmalarına da göz yummaz.

Ebû Hanife. (R.A.) ye' göre, taksimatçüarın ücretleri taksmafa. dahil olanların adedine göre organize edilir.

Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) dediler ki, paylara göre taksim­ci memurun ücretleri verilir.                          '     

Ortaklar ellerinde bir ev veya bir başka gayri menkul olduğa hal­de kadının yanma gelip o malı falan adamdan, miras olarak elçje et­tiklerini iddia ederlerse Ebû Hanife'ye göre, malın esas sahibinin ol­duğunu ve vârislerin adedini delil ile ispat etfrıeyince o mal taksirn edilmez.

Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed'e göre, vârislerin itibarıyla ka­dı o malı taksim eder ve taksim evrakında «Vârislerin itirafiyle tak­simatı yaptım» diye meşruhat verecektir.

Eğer müşterek mal gayri menkulün gayrisi ise, bütün imamlara ,göre, onların itiraflariyle derhal mal aralarında taksim olunur. Gayri menkulü satın aldıklarını iddia ederseler aralarında derhal taksim eder. ÎVtülküniüzdür diye iddia ederlerse ve ne şekilde mülk edindiğini de beyan temezseler aralarında derhal taksimat yapılır.

Ortakların hepsi paylariyle menfaatlendiğinde birisinin isteği üzerine taksimat yapılır, birisinin payı çok olduğu için menfaatlenir diğer biris} de payı az olduğu için zarar etmekten şikâyet etsei bile yi­ne de taksimat yapılır [118].

Taksimatta çok pay alan taksim taraftan ise, derhal taksim ya­pılır. Fakat azm sahibi talep ederse, taksim onun talebine binaen ya­pılmaz. Ortakların her ikisi de zarar görecek iseler, ancak her iki ta­rafın rızasiyle taksimat yapılabilinir.

Eşya bir cinsten ise, taksimatı yapılır. İki cinsin ise, karışık 'bir halde taksim olunmaz.

Ebû Hanife, (R.A.) «Köle ile cevher taksim olunmaz» dedi. Çüncü her bir ferdi diğerinden farklıdır. İmam-ı Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed'e göre, kölenin taksimi caizdir.

Hamam, kuyu ve değirmen ancak ortakların rızasiyle taksim olunur.

İki vâris kadıya gelip murislerinin öldüğünü ve vârislerin adedini delille ispat ederse, ev de kendilerinin elinde ise, ve beraberlerinde de bayıp bir vâris varsa iki hazır vârisin talebine binaen taksimat yapar ancak kayıp vârise bir vekil tâyin eder ve o vekile kayıp vârisint malı teslim olunur.                    .       .                                                     

Ortaklar satın alanlarsa, birisi kaybolduğu halde mal taksim; olunmaz.

Müşterek mal kayıp vârisin elinde ise, diğer vârisler taksimtar raftar iseler de yine taksimat yapılmaz.

Bir vâris kadıya gelip taksimat isterse, taksim yapılmaz. Aynı şe­hirde birkaç ev bulunursa Ebü Hanife'ye göre, her ev ayrı ayrı telsim. edilir.

Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre; Eğer ortaklar için, hepsini bir arada taksimat yapmak daha hayırlı ise, kadı aynı şekilde taksimat yapar.

Ev ile arsa veya ev ile dükkân varsa her biri ayrı ayrı taksin* edilir.

Taksimat memuru, taksim ettiği arazinin haritasını çizmeli, taksimat paylarına göre tanzim edip ölçmelidir. Binaların kıymetini, takdir etmelidir. Her payın yolunu, suyunu diğerinden ayırmalıdır, tâ ki birinin payı diğerin payına karışmasın.

Bilâhare bir parçaya (paya) birinci, diğerlerine ikinci üçüncü ve buna göre isim verecektir. Bundan sonra kur'a çekecektir, kimin ismi ilk çıkarsa bir numaralı parça onun, ikinci parça ikincinindir.

Taksfmatçı memur, vârislerin rızası olmadığı halde dinar ve dir­hemleri (parajan) taksimata dahil edemez.

Birisinin, diğer bir hissectann arazisinde yplu veya su arkı olduğu halde taksimatta bu keyfiyeti belirtmeden taksim cihetine giderse, duruma bakılır; eğer yol ve su güzergâhının değiştirilmesi mümkünse-ne âlâ, değilse taksimatı derhal iptal eder (yeniden taksimat yapar.)

(Evin) alt katta müşterek fakat üst kat kendilerine ait değilse,, üst kat Kendilerine ait, alt kat başkasının veya alt, üst her ikisi de-kendilerine ait ise, her bir katı ayrı ayrı kıymetlendirecek ve kıymet, itibariyle taksim yapacaktır. Kıymetten başka taksim şekli düşünüle­mez. Ortakların ihtilâfa düştüğünde iki taksimcinin şahitliği kabul, olunur.

Vârislerden birisi, yanlışlığı iddia edip, bana düşen nesne ortağa mın elindedir dese, halbuki daha evvelqe o nesneyi teslim aldığına dair ikrarı vardır dâvası ancak hüccet ile sabit olur.

Hakkımı tamamen aldım dedikten sonra/ seâ hakkımın bir kıs­mını aldın diye ortağına haykırırsa, ortağın yeminli sözü sözdür, (kabul olunur).

Bana falan yere kadar düştüğü halde sen bana teslim etmedin, deyip iddia ederse daha evvelce hakkını aldığına dair herhangi  ikrarı da yoktur ortağı da onu yalanlarsa, her ikisi (doğruluğu dair) yemin ettikten sonra taksimat feshedilir.

Ortaklardan birisinin payına düşen belli bir miktar, başkasın»! hakkı olarak meydana çıkarsa Ebû Hanife (R.A.) ye göre, taksimat bozulmaz, ancak o kadarını ortağının payından geri alır. Ebü Yusuf (R.A.)  «taksimat bozulur» dedi.

 

İkrah (Zorlama) Bahsi:

 

Tehdidini, hükümdarlığından veya hırsızlığından tahakkuk ede­bilecek birisinden tehdit sadır olduğu zaman, ikrahın hükmü sabit olur-

Kişi, malını satmaya veya bir şeyi satın almaya yahut diğer bil kişinin bin lirası bendedir demeye ya da evini kiraya vermeye, zorlan­dığında hem de ölümle şiddetli darpla veya hapisle tehdit edildi­ğinde- malını satar, veya bir şeyi satın alırsa bilâhare muhayyerdir; isterse muameleyi olduğu gibi kabullenir, isterse fesheder, kendi ihti­yariyle malının kıymetini aldıysa satışı caiz kıldığının belirtisi olur, Zorlanma Suretiyle aldıysa caiz kılmış değildir.

Bu surette elindeki parayı  mevcut ise derhal geri. vermesi, icabeder.

Parasını ödemezden evvel ve zorla değil belki kendi ihtiyariyle kabullendiği halde müşterinin elindeki mal helak olursa kıymetine zâmin olur. Zorlanan dilerse zorlayanı zâmin kılabilir.

Ölü etini yemediği veya içki içmediği takdirde hapisle, vurmakla veya bağlamakla tehdit edilir, zorlanırsa, ancak nefsinden veya her­hangi bir azasının telef olunmasından korkarsa zorlandığı şeyi yapa­bilir. Yapmamakla bu tehditlerin tatbikine göğüs germesi caiz de­lildir

Cezayı tatbik edinceye kadar sabredip yemezse günahkâr olur.

Allah (C.C.) nin inkarına veya Resulü zişana sövmeye, kelepçe, tıapis yahut şiddetli darpla zorlanırsa, bu zorlanma sayılmaz, meğer ki, nefsinden veya âzalarının birisinden korkarsa, o zaman'istedikle­rini izhar edebilir. Fakat teverri (kalbinin hilafını söylemek) edecek­tir. Kalbi îman ile mutmain olduğu halde bu teklif edilen küfrü izhar ederse, hiç bîr günahı yoktur.

Öldürülmesine sabredip küfür etmezse me'cur olur (şehit sayılır.)

Bir müslümamn maimı telef etmeye zorlandığında nefsine veya âzalarının birisine zarar geleceğinden korkarsa telef edebilir. Malın sahibi zorlayanı tazmin ettirir.

Başkasını öldürmeye, ölümle zorlanırsa başkasının Öldürülmesine tevessül edemez. Belki ölümüne sabreder. Tehditten dolayı başkasını öldürürse günahkâr olur. Öldürmek kasden olursa kısas, (kana kan) zorlayana terettüp eder.

Hanımını boşanmaya veya kölesini âzaî etmeye zorlanır ve ya­parsa hanımı boş ve kölesi azat olur. Lâkin zorlayandan, kölenin tam kıymetini ve hanımın yarı mihrîni alır, meğer hanımla temas etme­miş olsa.

İmam-ı Ebû Hanife (R.A.) göre -Sultan hariç herhangi birisi tarafından zinaya zorlanan bir kimse, zina yaparsa had kendisine'va­cip olur.

Ebû Yusuf ve Muhammed, had lâzım değildir dediler. Mürdet olmaya zorlanan, mürted olursa hanımı kendisinden   bo­şanmaz.

                                                              '   .    ,

Siyer Bahsi

 

Cihad farzı kifayedir. Eir grup yaparsa diğerlerden sakıt olur.

Hiç bir kimse yapmazsa terkinden dolayı bütün müslüman halk günahkâr olur.,

Bizlere hücum edip harp açmasalar bile,    kâfirlerle harp etmek vaciptir.

Çocuğa, köleye, hanıma, köre, kötürüme ve eli kasik olana cihâd etmek vacip değildir.

Düşman bir memlekete hücum ederse o memleketi müdafaa et­mek yer yüzündeki bütün müslümanlara vacip olur.

Bu durumda kadın kocasının, köle mevlâsının izni olmaksızın harbe iştirak eder.

Müslümanlar, bir şehri veya bir kaleyi muhasaraya aldıklarında oranın ahalisini evvelâ İslâm dinine davet ederler, müslümanliğı ka­bullenirlerse derhal harpten vazgeçilir. Müslüman olmayı reddederler­se haraç vermeye davet edilirler, haraç verdikleri takdirde müslüman-larm kazandıkları hakları onlar da kazanır. Müslümanlara tatbik pdi-len kanunlar onlara da tatbik edilir,

İslâm dâvasını işitmemiş bir milletle ancak dâvayı duyurduktan sonra harp edilir.

Bir defa dâvayı işiten kimselere ikinci bir çağrı yapmak müs,te-haptır, vacip değildir, isterse ikinci çağrısız onlara ilânı harp eder. Müslüman olmaktan imtina ettiklerinde, müslümanlar onlara karşı Allahtan yardım talep edip, harp açar, onlara mahceniklerle taş yağ­dırır, eşyalarını yakar, üzerlerine sel bırakır, ağaçlarım [119] keser ve ziraatlerini ifsat ederler.

Kâfirler içinde esir. müslüman veya tacirler olursa dahi onları to­pa tutmak caizdir. Müslüman yavruları veya eslileri kendilerine siper yaparlarsa yine de dövülmelerinden vazgeçilmez. Ancak atıcı kâfirleri kasdederek atacaktır.

İslâm ordusu büyük bir ordu ise, beraberlerinde Kur'anı kerimin ve kadınların çıkmasında hiç bir beis yoktur. Çünkü emniyet vardır. Emniyetsiz ibir. çete ile kadınların çıkması mekruhtur. Düşmanın hü­cum zamanı hariç, kadın kocasının, köle efendisinin izni olmadığı takdirde harbe katılamaz.                                                             ,

Hile yapmamak, ganimet malından çalmamak, düşman esirleri­nin bazı azalarını kesmemek, kadın, takatsiz kalmış ihtiyar, çocuk, iki gözünden kör ve kötürümleri öldürmemek müslümanm şanından-dır. Meğer ki bu saydıklarımızdan birisi harp hakkında direktif veri­yorsa veya kadın kraliçe ise. (Deliler de öldürülmezler.)

Harpçüarla veya onlardan bir grubuyla, müslümanların maslahatı ve menfaati için'imam (Padişah) sulh, ederse hiç beis yoktur.

Bir müddet için sulh edip bilâhare sulhun bozulmasını daha men-faatli görürse suîhu -onlara bildirmek şartiyle- bozar ve harbe de­vam eder.                                                       ,         ' ,

Düşmanın bilittifak hiyanet ettikleri halde, îmam anlara bildir­meden harbe başlatır. İslâm ordusuna sığman düşman köleleri hür olurlar.

Darül harpte düşmanın malını hayvanlarına yedirmekte müslu-manlar için beis olmadığı gibi kendileri de bulduklarını yerler, odlun-ları yakarlar, yağlarla yağlanırlar ve elde ettikleri silâhla harp eder­ler Bütün bunlar ganimet paylaşılmazdan evvel caizdir. Bu malların hiç bir şeyini ne satarlar ne de mülk edinirler.

Düşmandan müslüman olan nefsini, küçük yavrularını, kendisin­de, müşlümanm veya zümminjn elinde bulunan bütün servetini müs­lüman olmak sayesinde emniyet altına alır.

Darül harbi zapt ettiğimizde daha evvelce müslüman olan o za­tın gayri menkulleri, ailesi ve onun karnındaki çocuk ve büyük ço­cukları Fe'y (ganimet) tir.

Harpli düşmana silâh satılmadığı gibi diğer malzemeler de onlara götürülme z.

Ebû Hanife (R.A.) ye göre, müslüman esirJeriyle kâfir esirleri de­ğiştirilmez.                        .

Ebû Yusuf ve Muhammed (E.A.) «Müslüman esirleriyle değiştiri­lirler» dediler.

Düşman esirlerini karşılık olmaksızın salıvermek caiz değildir.

İmam, bir memleketi zorla fethettiğinde isterse müslümanlara taksim eder, dilerse ahalisini yerlerinde haraç vermek bahasına bıra­kır. Esirler hakkında da imam muhayyerdir, dilerse hepsini öldürür, isterse köleliklerini kabul eder, isterse müslümanlarm zimmetinde bı­rakır dar-ı harbe,asla gönderemez.

İslâm ordusu geri dönmek istediğinde, İslâm diyarına getirmiyecekleri hayvanları varsa keserek yakarlar. Ayaklarını keserek bırak­mak veya diri bırakmak caiz değildir.

İslâm memleketine gitmedikçe, darı harpte ganimeti taksim et­mek caiz değildir. Ganimet taksimatında orduda geri hizmette çalı­şanlarla muharip askerler eşittirler.

Evvelce aldıkları ganimeti daha İslâm diyarına çıkarmadan ev­vel yardımcı ordu imdatlarına yetişirse son gelen asker de ganimette müşterektir.

Askeri sevkedenler harbe bilfiil iştirak etmedikçe ganimette pay­ları yoktur.

Hür bir müslüman erkek veya hanım, bir kâfire veya bir ate bir kalenin halkına yahut bir şehrin halkına emniyet sözünü ve^ rirse emin olurlar, artık hiç bir müslümana caiz değildir ki onlarla harp etsin. Meğer ki o müsalehada müslümanlann zararı olsun. O za­man imam bizatihi sulhu bozar.

Zümminin, düşmanın elindeki esir müslümanm ve o diyarlara ti­caret etmek için gidip gelen tacirin, düşmana emniyet sözü vermeleri caiz değildir.

Ebû Hanife, kölenin verdiği' emniyet sözü de muteber değildir, dedi. Meğer ki, mevlâsı harp etmeye mezun kıla, Ebû Yusuf ve Muhammed kölenin sözü makbuldür dediler.

Türkler, Rumlara galip gelip onları esir ve mallarını alırsalar mülk edinmiş olurlar, o halde biz, türklere galip gelirsek ele geçirdik­leri Rum malından bulduğumuz bize helâl olur [120]

Kâfir malımızı apanp memleketlerine götürdüklerinde mülk edin­miş olurlar, İslâm oldukları onların, memleketini istilâ ettiğinde mal sahibi müslümanlara taksim etmezden evvel mallarını bulurlarsa karşılıksız mallan kendilerine verilir, taksimattan sonra bulurlarsa is­tedikleri ıtakdirde ancak kıymet ile alırlar.

Müslüman bir tacir, darı harbe gidip o malları satın alır ve İs­lâm memleketine getirirse o malların sahipleri muhayyerdir; dilerse verdiği parayı tacire verir, malını geri alır, dilerse almaz.

Harpliler, üzerimize galip olmak sebebiyle müdebbir, mükâtep ve ümrnülveled kölelerimiz ve hürlerimize malik ve sahip olamazlar. An­cak biz bütün bunlarda onlarmîûne sahip oluruz. [121].

Müslümanm kölesi onlara kaçarsa Ebû Hanife (R.A.) nin kana­atine göre, mülk edinemezler. Deve kaçarsa tutup mülk edinirler.

Ganimet malını taşımak için devletin hususu taşıyıcıları yoksa darı İslama getirmek üzere ganimet malı gaziler arasında taksim edi­lir. Memlekete gelince imam hepsinden geri alır ve taksimat yapar/ taksimden evvel ganimet malının satılması caiz değildir.

Daha darı harpte iken ölen gazinin payı düşer. Ganimet malı İs­lâm diyarına çıkarıldıktan sonra ölenin payı vârislerine verilir.

Devlet başkanı harp halinde muhariplere paylarından fazlasını vaadederek, böylece harbe onları teşvik edebilir. «Düşmanı öldürene; düşmanın"selebi (Atı, silâhı ve diğer malzemeleri) olsun» diyebilir.

Bir çeteye «Devletin payı olan beşte birden sonra size ganimetin dörtte biri fazîa olarak verilecektir,» diyebilir.

Ganimet malı emniyete alınıp ve elde edildikten soriîa ancak dev­letin payı olan beşte birden teşvik için vaadde bulunabilir.

Öldürülen düşmanın soygunu öldürene söz verilmediği takdirde ganimetten sayılır. Öldüren ile diğer askerler orada eşittirler.

Selep: Ölünün elbisesi, silâhı ve binek hayvanı demektir.

Ordu darı harpten çıkınca artık ganimeti ne hayvanlarına yedi-rir ve ne de yerler. Darı harpte iken aldığı âlet ve yiyecekten bazı şey­ler kalmışsa ganimete katmak üzere geri verir.

Ganimet İmam (Devlet Başkanı) tarafından taksim edilir. Beşte "birini devlet payı olarak çıkarır, geri kalan dört payı ganimetçiler arasında taksim eder. Süvarilere iki, piyadelere bir pay verir. îmameyn (Ebû Yusuf ve Muhammed) süvariye üç pay verilir, dediler. Bir kişi­nin ancak bir atı hesaba katılır. Arap ve Acem atları eşittir. Yük ta­şıyıcı ata ve katıra pay yoktur.

Düşman memleketine atlı olarak girdikten sonra atını nafakasına sarfeden bir asker süvari payını alır. Piyade giderek bilâhare at alan piyade payı verilir. Köle, kadın, zümmî ve çocuklara pay yoktur. Fa­kat İmamın reyine göre onlara az bir şey verilir.

Ganimetin beşte biri ise üçe taksim edilir.

 1-Yetimlerin,

 2- Miskinlerin,

 3 -Yolda kalanlarındır. Peygamberimizin yakını bulunan fakirler bu üç sınıfa dahil olurlar, belki herkesten evvel onlara verilir (çünjtü zekât, fıtır ve sadaka alamazlar). Fakat zenginlerine hiç bir şey verilmez.

Soru: Peki âyet-i celilede ganimetin beşte biri Allahındır deniyor. Neden Allah burada zikredilir.

Cevap: Allah kelimesi burada ancak teberruk. için zikredilmiştir.

Peygamberimizin ganimetten olan payı ölümüyle Seffiy (peygam­berin ganimetten İhtiyar ettiği kılıç, cariye veya kürk gibi bir şey) de­nilen bayi gibi, düşmüştür, yakınlarının payına gelince, yakınları pey­gamberin hayatı zamanında yardım ettiklerinden verilirdi, bugün ise, ancak fakir iseler verilir.

Bir veya iki kişi, imamın izni olmadığı halde darı harbe hücum edip düşmandan bir şeyler alırlarsa, o malın beşte biri alınmaz. Kuv­vetli bir cemaat, imamdan izin almadığı halde düşmana hücum edip bir şeyler koparır getirirse getirdiklerinin beşte biri alınır.

Bir müslüman tacir olarak dar-ı harbe girerse, onların mallarına ve canlarına saldırması caiz ve helâl değildir. Hile yoluyla bir şey alıp getirirse, mahzurlu bir şekilde mülk edinmiş olur, onu sadaka ver­mekle emrolunur.

Harbî bir kâfir, «min edilerek memleketimize gelirse, kalmasıına müsaade verilmemelidir. İmam «Bîr sene burada kalırsan sana haraç yüklerim» diyecektir. Kaldığı halde haraç kendisinden alınarak zim-mî addedilecek ve bir daha dar-ı harbe gitmesine müsaade edilrniye-çektir. Dar-ı harbe (bu şartlara rağmen) avdet ettiğinde malını bir müslüman veya zürnmiye vedia bırakıp veya alacaklı kalırsa, gitme­siyle kanı mubah olur. İslâm diyarında kalan malı tehlikede olur, o halde esir düşer veya öldürülürse alacakları düşer, emanetleri gani­mete inkılâp eder.

Müslümanların harpsiz olarak elde ettikleri muharip kâfirlerin maîı ise, haraç gibi bütün müslümanm mesalihine sarfedilir.

Bütün Arap arazisi öşüriyye [122] (onda biri alınır) arazisidir. Arap arazisinin hudutları: (Küfeye tâbi) «Özeybe» (köyün) den Yemenin Mehdesindeki en son taşa ve Şam hududuna kadardır.

Sevvad (Bağdad Frak) arazisi tamamen haraç-arazisidir. Bu ara­zinin eni Özeybeöen Helvan körfezine uzunluğu ÂIsdan Abadana ka­dardır.

Sevvad arazisi, sahiplerinin mülküdür. Satabilir ve her türlü ta­sarruf edebilirler. (Çünkü mülkleridir.)

Sahibi kendiliğinden müslüman olan veya fethedilerek fatihlere taksim edilen her arazi Öşür arazisidir.

Fethedilerek haraç mukabilinde eski sahiplerine terkedüen her arazi haraç arazisidir.

Ebft Yusuf'a (R.A.) göre, ölü bir arazi hayy edildiği zaman etra­fına bakılır, arazi-i haraciyeye dahilse haraciyye, razi-i öşriyyeye da-hilse öşriyyedir. Ebû Yusuf nezdinde bütün ashab-ı kiramın ittifakiy* le «Basra» şehrinin arazisi Öşridir.

İmam Muhammed (B.A.) «kazdığı kuyu, çıkardığı güze, »icicı nehri Fırat veya hiç kimsenin tasarrufunda bulunmayan büyült ne­hirlerin şüyu ile sulandırarak kaybetmişse öşridir. Acemler tarafımdan açılan küçük nehir (JCanaI) larla -Melik ve Yezdcürd nehirleri gibi-r-sulandırmak şekliyle ihya etmişse, haraç arazi sayılır» dedi.

Hz. Ömer (R.A.), her altmış argınlık sulu yere bir Haşimî Kefiki, tam bir sa' ile bir dirhem ağırlığmdadır ([123]mahsul vergi ola­rak verilecektir demiştir. Yaş meyveli (karpuz gibi) altmış arşmlık yerden beş, arası sık üzüm ve hurmalıkların altmış arşınından on dir­hem vergi almış ve takdir etmiştir. Diğer sınıflara yerin gücüne göre vergi konulur.                  .            '     .

Yüklenen haracı verecek nitelikte değilse, imam imkânlı derece­ye irca edebilir ve etmelidir.

Haraç arazisini su basar, veya susuz kalır yahut ziraate herhangi bir semavi âfet isabet ederse, o arazileri işleten vatandaşlardan haraç-alınmaz.   |

Arazi sahibi keyfî olarak araziyi işletmezse haremi vermek mec­buriyetindedir. Haraç verenlerden birisi müslüman olduğunda durum değişmez. Müslüman'ın zümmnden haraç yerini satın alması caizdir ve haracı bundan böyle o müslümandan alınacaktır.

Haraç arazisinden çıkan mahsulün ondalığı (öşrü) yoktur. Haraç iki çeşittir:                  

1 -Ahalinin rızası ve sulh yoluyla konan harçtır ki, ittifaka gö­re takdir edilir.

2 -Kâfirlere galip geldiğinde imam tarafından başlatan haraçtır ki, serveti açık zenginlere senede kırk sekiz dirhem yükletilir. Beher ayda dört dirhem alınır.-                             '

Orta halliye yirmi dört beher ayda iki dirhemi tahsil edilir. Ça­lışan fakire on iki dirhem yükletilir. Beher ayda, bir dirhem alınır,

Haraç, Acemlerin kitaplı, ateşperest ve putperestlerinden alınır.

Arabm putperestlerinden ve irtidat eden müslümânlardan kabul edilmez. (Çünkü bunlara yaşama hakkı yoktur.)

Kadın çocuk, topal, iki gözü kör çalışamaz fakirden ve halka ka­rışmayan rahiplerden haraç alınmaz. Geçmişto haraç borcu olduğu halde müslüman olandan o haraç sakıt olur. İki senelik haraç bir ara­ya geldiğinde ancak bir senelik haraç alınır.

Dar-ı İslâmda yeni bir kilise veya havra yapılamaz. Ancak eski­leri yıkıldığında yenilenebilirler.

Zümmüeri müslümânlardan ayırmak için, elbise, merkep, eyet ve {eslerinde ayrı olmaya zorlanırlar. Ata binemez [124] ve silâh taşıya­mazlar. Haraç vermekten imtina eden, veya bir müslüman öldüren yahut peygamber (A.S.) i söven ya da bir müslüman kadınla zina eden bir zümmînin ahdi bozulmaz (ancak bu fiillerin cezalarını gö­rür) Ahidler, ancak dar-ı harbe iltihak etmek veya bir yeri ele geçirip bizimle muharebe etmekle bozulur.

Bir müslüman îslâmdan caydığı zaman kendisine Islâmın haki­kati anlatılır, şüphesi varsa, izale edilir ve üç gün hapse atılır. Müslü­man olursa bırakılır, küfründe ısrar ederse öldürülür. Mürtede İslâm arzedümezden evvel birisi .vurup öldürürse mekruhtur. Fakat katile hiç bir ceza terettüp etmez.

Kadın mürted olursa, Öldürülmez, belki müslüman oluncaya ka­dar hapsolunur.

Mürtedin malları îrtidadından dolayı muvakkat olarak mülküm den çıkar, tekrar müslüman olursa iade edilir, mürted olarak ölürse ve öldürülürse, müslüman iken kazandığı müslüman vârislerine, irti-dattan sonra kazandığı mal da ganimete intikal eder.

Mürted olduğu halde dar-ı harbe kaçar ve hâkim de kaçtığına dair hükmünü verirse, müdebbir ve ümmülveledleri azat olunur. Borç­larının zamanı derhal gelir. Müslümanlık zamanında kazandığı, müs­lüman vârislerine intikal eder o zamanki borçları da o zamanın kazan­cından verilir. İrtidad halinde kendisine lâzım gelen borçları da bu halde kazandığından verilir. İrtidat halinde iken sattığı, aldığı veya tasarruf ettiği mallar muvakkat olarak durdurulur. Eğer müslüman, olursa hepsi caiz olur. Mürted olarak ölür, öldürülür veya dar-ı harbe kaçarsa bâtıl olur.

Dar-ı harbe iltihak etmesine hüküm edildikten sonra müslüman olarak dar-ı İslama dönerse vârislerinin elinde bulduğu malını geri alır.

İrtidat eden bir hanım o durumda malında tasaruf ederse tasar­rufu caizdir.

Beni Tiğlep kabilesinden olan hristiyanlann malından müslümanlarm zekâtının iki misli alındığı (gibi) kadınlarından da haraç alınır. Ancak çocuklarından alınmaz.

Haraçtan Beni Tiğlep malından, muhariplerin imama hediye et­tiğinden ve cizyeden neyi toplarsa İmam, hepsini müslümanlarm iç­timaî (sosyal) hizmetlerine sarfedecektir. O malla hudutlar muhkem-leştirilir, köprüler yapılır, müslümanlarm kadılarına, zekâtı toplayan personele ve âlimlerine yetecekleri kadar verilir.

Harpçiler ve çocuklarının erzakları o maldan verilir.

Müslümanlardan bir grup, bir beldeyi elde edip devlete karşı baş-kaldırırsa, îmam ilkönce onları cemaate davet edip, şüphelerini iza­leye (gidermeye) çalışacaktır. Onlara önce harp açmaz, onlar başla­madıkça. Onlarla, harbe başladıkları takdirde, topluluklarını dağıtm-caya kadar çarpışacaktır. Arkaları olursa yaralılarını öldürür, kaçan­larını da takip ettirir. Arkaları olmazsa yaralıları öldürülmez, kaçan­larının arkası takip edilmez hiç bir şekilde çocukları esir edilip mal­ları taksim edilmez. Müslümanlar, mecbur kalırlarsa onlardan aldık­ları silâhlarla onlr.rı vururlar.

Tevbe edinceye kadar, imam mallarını hapsedip onlara geri ver­mez. Fakat taksim edemez. Tevbe ettiklerinde mallarını geri iade eder. Âsilerin elde ettikleri beldeden aldıkları haraç ve öşürü imam ikinci bir defa alamaz. Ancak bağiler yerli yerine sarfetmişlerse verilen kâfi gelir. Eğer yerine sarftmemişlerse verenlere sizinle Allah arasında ol­sun. Onu iade ediniz denir (dilerse versinler vermezlerse günâh onlara aittir.)

 

Haram Ve Helâl Bahsi:

 

İpeği giymek erkeklere haram, kadınlara helâldir. Ebû Hanifeye göre, yastık yapmasında beis yoktur. Ebû Yusuf ve Muhammed «Yas­tık edinmesi mekruhtur» dediler. Harpte erkek için ipeği giymek bu iki imama göre, zararsızdır, Ebû Hanife'ye göre, mekruhtur.

Mülhem denilen elbiseyi giymekte damarları ipek, eti (dokusu) pamuk veya şalteli olursa beis yoktur.

Erkekler için -gümüş yüzük kemer ve gümüşle süslenen kılıç ha­riç altın ve gümüşle süslenmek caiz değildir. Kadınlar için ise, altın ve gümüşün her türlüsüyle süslenmek caizdir.

Erkek çocuğa altın ve ipekli giydirmek velisi için mekruhtur.

Gerek erkeğe ve gerekse kadınlara altın ve gümüş kaplarda ye­mek, içmek, yağ ve kolcu sürmek asla caiz değildir [125]

buyurmuştur.

Cam billur ve akikten yapılan tabakların kullanılmasında hiç biı beis yoktur.

Ebû Hanife'ye göre, gümüş suyu ile süslenmiş kaplarda yemek, bu gibi eğerlere binmek ve tahtalarda oturmak caizdir. Mushafm her cun âyet4 celüesinin arasına ta'şir koymak ve noktalamak mekruhtur. Al­tın suyu ile Kur'anı Kerimi süslendirmek, caminin nakış ve zinetini yapmakta beis yoktur.

Burulmuş erkekleri, evde çalıştırmakta kerahet vardır.

Hayvanları burmakta, katır doğursun diye kısrağı eşekten yap­makta beis yoktur.

Hediye almak veya vermek hususunda ve izinde çocuk ve kölenin sözünü kabul etmek caizdir.

Muamelâtta fâsığın sözü kabul olunur. Fakat dinî meselelerde an­cak âdil bir kimsenin sözü kabul olunur.

Kişi, ancak ecnebisi olan bir hanımın yüzüne ve bileklerine ka­dar iki eline bakabilir. Şehvetten emin değilse hacet zamanı hariç yüzüne de bakamaz.

KacJı, bir hanımın aleyhinde hüküm, şahit ele aleyhinde şahitlik yapmak istediğinde şehvetten korkarsalar bile, yüzüne bakmaları caiz olur.

Hanımın hasta yerlerine tabibin bakması caizdir.

Diz kapağı ile göbek arası hariç, erkek erkeğin bedeninin diğer kıs­mına bakabilir, erkek, hanımın neresine bakabilirse, hanım da erke­ğin ayni yerlerine bakabilir.

Erkek erkeğin neresine bakabilirse, hanım da hanımın oralarına bakabilir.

Kişi, kendisine helâl olan cariyesinin ve hanımının fercine (tena­sül uzvuna) bakabilir. [126].

Erkek, mahremleri bulunan hanımların yüz, baş, göğüs, bacak ve pazularına bakabilir. Ancak sırt ve karnına bakamaz.

Bakabileceği .yerleri ellemesinde beis yoktur.

Başkasının cariyesine gelince, kişi öz mahremlerinin nerelerine bakabiliyorsa o cariyenin de oralarına bakabilir.

 Bir cariyeyi satın, almak istediğinde, bakabileceği yerleri şehvet­ten korksa bile ellemesinde hiç bir mahzur yoktur.

Burulmuş erkek, ecnebi bir hanıma bakmakta, burulmamışlar gi­bidir. Köle, mevlası bulunan bir hanımın ancak ecnebiler için bakıl­ması caiz olan beden kısımlarına bakabilir.

Erkek, cariyesinin izni olmasa bile cima anında menisini dışarıya dökebilir.

.   Hanımiyle yaptığı cimada ancak hanım izin verirse meniyi dışarı akıtabilir.

İnsan ve hayvan yeminde ihtikâr yapmak (yâni pahalanması fcfıj biriktirmek) eğer biriktirmenin zarar vereceği bir beldede ise mek­ruhtur.

Öz mahsulünü veya başka bir memleketten getirip biriktirirse ka­raborsacı olmaz.

Eşyanın fiatmı tâyin etmek sultana caiz değildir.

Fitne günlerinde silâh satmak mekruhtur. İçki yapacağını bilen birisine şırayı satmakta beis yoktur. (Yâni ateşperest ve zümmîîere satabilir.)

 

Vasiyetler Bahsi:

 

Vasiyet yapmak vacip değil, belki müstehaptır. Diğer vârisler caiz kılmadıkça herhangi bir vârise hususî vasiyet yapmak caiz değildir.

Terekenin üçte birinden fazlasiyle vasiyet yapmak caiz değildir. Kişi, kendisini öldürene vasiyet yapamaz. Müslümannvkâfire, kâfirin de müslümana vasiyet etmesi caizdir.

Vasiyet ancak ölümden sonra kabul edilir. Öyleyse kendisine va­siyet yapılan zat, Müsî daha hayatta iken o malı alırsa veya reddeder­se her iki hareket te bâtıldır.

Her insanın, sülüs (üçte bir) den daha az bir miktarı vasiyet et­mesi müstehaptır..

Kendisine vasiyet yapılan, vasiyet yapanın huzurunda kabul, ar­dında reddederse kabul etmiş sayılır, meğer ki yüz yüze iken redde­derse o zaman reddolunür.

Vasiyet, edilen nesne, kabulle mülk edinir. Ancak bir meselede hüküm değişir: Vasiyet eden öldükten sonra, kendisine vasiyet yapılan daha malı kabullenmezden evvel Ölürse, o mal doğrudan varislerine naklolunur. Kadı, köleyi, kâfir veya fasık bir kimseyi vâsi tâyin ede­nin vasiliğinden bunları çıkarır, bunlardan başkasını tâyin eder.   

Vârislerde baliğler olduğu halde, kölesini vâsi tâyin ederse, vasi­yeti sahih değildir.

Vasiyeti yerli yerine getirmekten âciz olan birisini vâsi tâyin eder­se, kadı, başka birini bu vasiye katar (ikisi beraber işi yürütürler.)

İki kişiyi birden vasi tâyin ederse, Ebû Hanife ve Muhammed'e °öre biri diğersiz hiç bir tasarrufta bulunmaz, meğer ki, kefen satın almakta, teçhiz yapmak, küçük çocukların yemeğini ve elbisesini te­minde muayyen bir emaneti sahibine geri vermekte, muayyen bir kö­lenin azat edilmesinde ve ölünün haklarını müdafaa etmekte tasar­ruf edebilir.

Bir şahsa, malının üçte birini, diğer bir şahsa da aynı malının üçte birini vasiyet ettiğinde, vârisler kabul etmezlerse, malın üçte biri ikisinin arasında yarıyanya bölünür. Bütün servetini kaplayacak ka­dar borçlu olan bir kişinin vasiyetinin caiz olması ancak alacaklılar alacaklarını affetmelerine bağlıdır.

Oğlunun payına düşecek malı vasiyet ederse, vasiyeti bâtıldır. Oğlunun payı kadarını vasiyet ederse, caizdir. İki oğlu olduğunda mü-sâleha malın üçte birisi düşer.                             .

Ölüm Hastalığında hatıra binaen az bir fiyatla kölesini satar ve­ya hibe ederse bütün bunlar sülüsten (üçte birden) sayılır, diğer va­siyet sahipleriyle üçte bir olan sülüste ortak olurlar.

ölüm hastalığında, evvelâ müsamaha ile muamele edip bilâhare kölesini azat ederse, Ebû Hanife'ye göre, ölümünden sonra muhaba (1) ile yapılan muamele nazarı itibare alınır.

Evvelâ azat eder bilâhare az bir fiyatla müsamahalı muamele ya­parsa bu takdirde her iki surette müsavidir.

Ebû Yusjıf ve Muhammed «İki meselede de azat edilmek nazarı itibare alınırsa daha evlâdır» dediler.

Servetinin bir payını vasiyet eden bir kişinin servetinden varisle­rin en az pajfı kadar çıkarılır. Ancak varislerin en az payı malın al­tıda biri olan südüsen az ise itibar olunmaz.

 Muhabanm sureti: üç yüz liralık bir atı bir kişiye yüz mtirsele (Belirsiz para): Serveti üç yüz liradan ibaret olan birisi, sahibine üçte iki, diğerine üçte biri verilir.              (Cevhere)

 Ancak südüs (altıda bir) den azsa südüs tamamlanır.

Malının bir cüzünü vasiyet ederse, varislerine «dilediğinizi veri­niz» denilecektir.                                                        

Allah, hukukundan bir şeyler vasiyet ederse, farzlar evvelâ yapıl­malıdır. İster Musi daha evvel yapılmasına veya tehirine taraftar ol­sun. O ilâhî haklar (Hac, zekât ve kefaretler gibi) farz olmayan kı­sımlardan, Musi dilediğini daha evvel yapabilir. Farz haccı vasiyet eden zat için, vârisler aynı memleketten bir vekil gönderirler, o gönderilen vekil binerek hacca gider ve gelir.

Aynı beldeden gidip gelmeye nafaka yetmezse, nereden yetiyorsa oradan vekil tutulur.

Hac niyetiyle memleketinden çıkıp yolda vefat eden «hacciım ya­pınız» diye vasiyet ederse, Ebû Hanifeye göre, memleketinden vekjl tutup hacca gönderilir.

Çocuğun ve mükâtep kölenin vasiyeti caiz değildir. Mükâtep köle borcunu ödeyecek bir miktar miras bırakırsa bile yine vasiyet etmesi caiz değildir.

Vasiyet yapan, cayabilir. Açıkça caydığını bildinr veya caydığına delâlet eden bir fiil yaparsa, caymış sayılır. Vasiyetini inkâr edenin inkâr hareketi caymak sayılmaz.

komşularına vasiyet yaparsa Ebû Hanifeye   göre,   ancak bitişik komşular dahildirler.

Kayınlarına vasiyet ettiğinde, hanımının bütün yakınları dahil olurlar.  ,    ,

Eniştelerine vasiyet yaparsa, mahremi bulunan her hanımın ko­cası (eniştesidir) dahil olurlar.

Akrabalarına vasiyet ederse, evvelâ mahremlerinin en yakınından yakınlık derecesine göre başlar, valideynleri ve öz evlâtları bu vasiyete dahil değildir. Akraba (çoğul) tâbirini kullandığında en az ikiden baş­lar .[127]     '.

Bu gibi vasiyet; yaptığında, iki dayısı ile iki amcası varsa Ebü Hanifeye göre, ancak iki amcasına verilir. Bir amcası ile iki dayısı varsa vasiyet edilen miktarın yarısı amcasına, diğer yarısı iki dayısı nın arasında taksim olunur.

Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) «akrabalara yapılan vasiyet, ilk müslüman blan dedesine mensup bulunan herkese verilir» dediler.

Bir kişiye, parasının veya koyununun üçte birisini vasiyet eder­ken paranın veya koyunun üçte ikisi helak olup, ancak üçte biri kalır .ve o da bütün servetin üçte birinden çıkabilirse......

servetin bütünü kendisine vasiyet yapılana verilir.

Elbiselerinin üçte birisini vasiyet ettiğinde, üçte ikisi helak olup üçte birisi kalırsa ve o kalan elbise umumî servetin üçte birisinden çıkartılırsa bile, yine kalan elbisenin üçte birisi verilecektir. Hazır serveti ve alacağı olduğu halde, birisine bin lira vasiyet ederse, eğer o bin lira hazır servetin üçte birinden çıkarsa j müsâlehe (kendisine vasiyet yapılana) verilir, kâfi gelmezse hazır servetin üçte bîrini verirler. Bin lirası tamamlanıncaya kadar, ne zkman alacağı alıpırpft üçte birisini alır. Vasiyet gününden itibaren altı aya varmazdan dçb ğarsa, hamle vasiyet, hami ile vasiyet caizdir

Birisine, gebeli cariyesinin karnındaki hami hariç olmak üzere, vasiyet yaparsa, hem vasiyet, hem de istisna caiz olur.

Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) dediler ki: «Zeyd» cariyesini (Ali'ye) vasiyet ederse Zeyd'in ölümünden sonra ve Ali'nin kabulün­den evvel cariye doğurursa, anne ile evlâdı servetin üçte birisinden sayılarak Ali'ye verilir. Sülüs (servetin üçte birisi) anne ile çocuğu kar­şılamazsa, her ikisinden de payını alır..

Ebû Hanife (R.A.) «Yalnız anneden hisse alır, fazla kaldığı tak­dirde çocuğundan alır» dedi.

Belli seneler için kölesinin îiizmeti ve evinden istifade etmeyi va­siyet etmek câizdir,olmak üzere de bunlarla vasiyet edebilir, fakat eğer köle servetin üçte birisinden çıkıyorsa hizmet için, kendi­sine vasiyet yapılana teslim edilir, köleden başka malı yoksa, iki gün. vârislere bir günde musaleha (kendisine vasiyet yapılana) hizmetten,, müsâlehe öldükten sonra, tamamen vârislerin olur.                    

Vasiyet eden daha hayatta iken müsaleh ölürse vasiyet bâtıl olur..

 Herhangi bir şahsın evlâtlarına vasiyet   yaptığında erkek, kız hepsine müsavi şekilde vasiyeti verilir. Bir şahsın varislerine vasiyet ettiğinde erkeklere, iki kadın kadar verilir. Malının sülüsünü Zeyd ile; Â Zeyd'in olur. «malının sülüsü Zeyd üe

. vasiyet ederse bilâhare çalışıp " zamanda, olan malının üçte birisi musalehe vasiyet yapılana) verilir. Allah daha

iyi bilir.

 

Feraiz Bahsi:

 

Vâris olmaları İttifakla sabit olan erkekler ondur:

  1-ölünün öz oğlu,

  2 - Torunu alabildiğine aşağı mer

  3.Ba­bası

  4 - Büyük babası alabildiğine yukarı çıkar,

  5 _ Kardeş

  6 idesinin oğlu (yeğeni),

  7 - Amcası,

  8 - Amcası oğlu,

  9 - Kocası,

  10 -Azat eden efendisidir.

Kadın vârisler yedidir:                                         .

' 1-Kızı

 2 -oğlunun kızı (torunu),

 3 - Annesi,

 4   ninesi    .

 5 kızkardeşi

6-Kendisini azat eden hanım

kimse vâris olamaz:

 1 - Köle,

 2 - Katil, öldürülene,

 3-İslam «en dlıen (mürted)

 4 - iki ayrı milletten olanlar yânı müsffiman kâfirden, kâfir müslümandan irsiyet götüremez.

Zhm Mtabın (Kur'an) da belirten farz (pay) lar alüdır:

1-Nıslt (varı),

 2 _ RUb' (flörtte bir)

 3 - Sümün (»dTtel»r)

4 - Su-msan (ü2 M)

 5 - Sülüs (üçte bir)

 6 - Südüs (altıda tar).

NzS (y⪠beş sınıfın payıdır

: 1 - ölünün km,

2 - Öz^ol-

5 - Ölünün evlâdı ve torunu olmadığı takdirde kocasının pay dır.

Rub' (dörtte bir) iki kişinin payıdır:

 1 - Evlâd ve torunu bulun­duğu takdirde kocasının,

 2 - Evlâdı ve oğlunun evlâdı bulunmadığı takdirde zevcelerin (ölünün hanımlarının) payıdır.                     

Sümün (sekizde bir), ölünün çocuğu veya oğlunun çocuğu olduğu

takdSülüsanr(ü^e"M>1)!yölünün kocası hariç, tek başına olduğu hal­de terekenin yarısını alan kimseler -iki ve daha fazla oldukları tak-

»üçte bir), ölünün çocuğu, oğlunun çocuğu, iki ve daha fazla kardeş ve taz kardeşleri olmadığı takdirde annesinin payıdır.

1 -Ölenin vârisi: Kocası ile ebeveynleri.      .

2-Veya hanımiyle anne ve babası olursa, bu iki meselede anne­ye ancak kocanın veya hanımın paylan çıkarıldıktan sonra gen kala-

mn lÎL'bir »er iki ve daha fazla oldukları zaman terekenin üçte Uriv"2 ^ir şekilde, erkek ve kadmlann arasta taksnn olunur.

Terekenin südüsü (altıda biri) yedi kimsemin payıdır. '

1-Ölünün öz evlâdı ve torunuyla beraber anne ve babasından her birinin

2 -Hangi cihetten olursa olsun ölünün kardeş ve kızkardeşleriy-le beraber olan annesinin.

3  -Çocukla beraber olan ninelerin,

4 -Çocukla birlik kalan dedenin (yâni baba tarafından olan dede)

5 -Öz kıziyle beraber olan oğlunun kızlarının,

6 -Ana-baba bir kızkardeşle beraber olan baba bir kızkardeşle-rin.

7 -Annenin tek bir evlâdının payıdır.

Nineleri, ölünün öz annesiyle, dedesi, kardeş ve kız kardeşleri ba-basiyle düşer terekeden mahrum olurlar.

Anne bir kardeşler dört kişiyle sakıt olurlar:

1 -Ölünün çocuğu,

 2 -Oğlunun çocuğu,

 3 -Babası,

 4 -Dedesiyle, sakıt olurlar.

Meyyitin (ölünün) kızları üçte ikinin tamını alınca, oğlunun kız­ları sakıt olurlar.

Ancak seviyelerinde veya bir derece daha aşağı oğlun oğlu olursa onları asabe (servetin geri kalanım aralarında taksim eden vârisler) kılar.

Anne - baba bir olan kızkardeşler, malın üçte ikisini tamamen alınca baba bir, kızkardeşler paysız kalırlar. Meğer ki' beraberlerinde kardeşleri bulunsun, bu takdirde onları asabe kılar.

 

Asebe Bahsi:

 

Asebelerin en- yakınları: Ölünün oğullan, sonra oğullarının oğul­ları, sonra, babası, sonra dedesi, sonra kardeşleri, sonra amcaları, son­ra dedesinin kardeşleridir.

Bir babanın evlâtları, derecelerinde eşit oldukları takdirde, ana baba bir olanlar daha evlâdırlar.

Ölünün oğlu, oğlunun oğlu ve kardeşleri, kızkardeşleriyle, erkeğe iki kız payı vermek üzere paylaşırlar. Bunlardan başka olan asebele­rin yalnız erkekleri pay alırlar, kadınları pay alamazlar.

Meyyitin nesebesinden asebeleri olmadığı takdirde, azat edilenin mevlası (azat edeni) asebesi olur, ondan sonra da onun en yakın ak­rabası asebe olur.

 

(Hacp (Tamamen Veya Kısmen Payından Mahrum Olmak) Bahsi:  

  .

Meyyitin öz evlâdı veya iki kardeşi olduğu zaman, annesinin payı üçte birden altıda bire düşer.

Kızlarının payından artan mal, erkeğe iki kadın kadar vermek üzere, oğlunun evlâtlarına taksim olunur.

Ana-baba bir olan kızkardeşlerin payından artan servet, baba bir olan kardeş ve kızkardeşlere erkeğe kadının iki payı kadar vermek üzere verilir. Meyyit, bir öz kızını, oğlunun kızlar ve oğullarını geride bıraktığı. zaman malın yarısı öz kızmındır. Geri kalan kısım erkeğe iki kadın payı kadar vermek üzere oğlunun evlâtlarına taksim olunur. Aynen böylece ana-baba bir kızkardeşin payından artan mal, erkeklere iki kadın payı vermek üzere baba bir kardeşlere ve kız kardeşlere verilir.

Meyyit, birisi ana bir olmak üzere, iki amca oğlunu geride bırakırsa, ana bir olana terekenin altıda biri pay olarak düşer geri kalan mal eşit bir şekilde ikisinin arasında taksim edilir.

«Müşerreke» [128] meselesi: Meyyite kadın, kocasını, annesini veya

ninesini, ana bir iki kızkardeşini ve ana-baba bir, bir kardeşini geride, bırakırsa, servetin yarısı kocasının ,altıda biri annesinin, ana bir kar­deşlere de üçte biri düşer. Ana-baba bir olan kardeşlerine hiç bir şey kalmaz.

 

Red (Geri Vermek) Bahsî:

 

Pay sahiplerinin paylarından artan serveti alacak asebeler yoksa, karı ve koca hariç, diğer pav Rahiplerinin paylarına fföre, o servet on­lara geri verilir.

 

Öldürme Bahsi:

 

Katil, öldürülene vâris olamaz. Küfrün hepsi bir millettir, (mem­leketleri bir olduğu takdirde) küfürden dolayı kâfirler birbirinin vârisi olurlar. Müslüman kâfire, kâfir de müslümana vâris olamaz.

Mürted (dininden cayan) in malı müslüman vârislerinindir. İrtî-dat halinde kazandığı parası da ganimet malıdır.

Bir cemaat suda boğulur veya üzerlerine duvar yıkılırsa hangisi­nin daha önce öldüğü bilinmezse her birisinin malı hayatta bulunan vârislerine verilir. (Beraber öldükleri için biri diğerine vâris olamaz.)

Ateşperestte iki yakınlık vardır ki, başka kişilerde olsaydı her iki­si de o yakınlık sayesinde vâris olurdu. Her iki yakınlığıyla da vâris olur. [129].

Ateşe tapanlar, dinlerinde helâl gördükleri fasit nikâhlarla vâris olamazlar. Nesebi gayri sahih ve anası ile babası mulaâne yapan bir kimsenin asabeleri annesinin (asebe ve) azat eden mevlasıdır.

Ebû Hanife (E.A.) ye göre, ölüp karısını gebeli bırakan bir kimsenin malı hanımı doğum yapıncaya kadar taksim olunmaz.

Ebû Hanifeye göre, öz decleşi mirası almak yönünde kardeşlerin­den daha evlâdır, Ebû Yusuf ve Muhammed «dede kardeşlerle malı paylaşır» dediler, meğer ki taksim onu servetin" üçte birinden aşağı düşürürse.

nineler toplandığı halde en yakınma altıda bir verilir.

 Dede annesini hacpeder (düşürür) meyyitin anasının babasının anası vâris olamaz.. Her nine anasını hacbeder.

, Ölünün asabeleri ve payları belli olan vârisleri olmadığı takdirde, biraz uzaktan akrabaları vârisleri olurlar. Uzaktan akrabalar on İtişi­dir

 1-Kızının çocuğu,

 2 -Kızkardeşinin çocuğu,

 3 -Kardeşinin tek bir kızı

 4 -Amcanın tek kızı,

 5 -Dayısı ve halası,

  6 -Annesi­nin babası,

  7 -Ana bir amcası,

  8 -Teyzesi,

  9 -Ana bir kardeşinin çocuğu,

 10-Bu dokuz sınıfın vasıtasiyle ölüye akraba olan kimse­lerdir.                                                                                     

Uzaktan akrabaların en yakını, ölünün çocukları (yanı kızıınu» çocukları) sonra ana-baba bir olan çocuklar veya birisinin çocukları ki, bunlar kardeşlerin kızları ve kızkardeşlerin çocuklarıdır, daha son­ra ölünün ana-babasınm ana babalarının birden veya birisinin evlât­ları gelir ki, bunlar dayılar halalar ve teyzelerdir.

Aynı derecede bulunan ve bir babanın evlâtları olan kimselerin, ölüye en yakınları bir vârisle (yâni bir pay sahibiyle) ölüye yakınlık peydah edendir. En yakınları en uzaklarından daha evlâdır.

Annesinin babası, kardeşinin ve kızkardeşinin çocuklarından da­ha yakındır.

Azat edenden başka bir asabesi yoksa, pay sahiplerinin payından artan mal uzak akrabalardansa, ona daha lâyiktir.

Mevlayı muvalat vâris olur [130].

Azat olunan zat öldüğü zaman, mevlasınm (azat edeninin) baba­sı ve oğlu hayatta ise, malı oğula gider, Ebû Yusuf «bu şekilde babaya altıda bir düşer, geri kalan oğlanındır» dedi.

Mevlasınm dedesi ve kardeşi hayatta ise Ebû Hanifeye göre, ma­lın tamamı dedesinindir, Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre aralarında taksim olunur.

Velayet, ne satılır ne de hibe edilir.

 

(Feraiz Hesabı Bahsi:)

 

Meselede iki nısıf (ikide bir) veya bir nısıf ile geri kalan bulundu­ğunda, meselenin aslı ikidendir. Meselede üçte bir ve mabek (geri kalan) veya üçte iki ile mabeka bulunduğu zaman, mesele üçten gelir, dörtte bir ile kalan veya dörtte bir ile nısıf (yan) bulunduğu takdirde mese­lenin aslı dörtten gelir. Meselede sekizde bir ile geride kalan veya se­kizde bir ile nısfı (yan) olduğunda meselenin temeli sekizden gelir.

Meselede yarı ile üçte bir veya altıda bir olduğu zaman aslı altı­dan gelir, (fakat bu mesele)

/e altı amcayı geride bıraktığı takdirde altı ve dört nısıfta (yanı her iki­sinin de yansı vardır) muvafıktır, O halde birisinin yansını diğerinin tümüne çarp, elde edilen adedi de meseleni naslına çarp, kırk sekizi. eide edersin. Bundan mesele doğru ve sahih olur, mesele sahih olduk­tan sonra her vârisin payım bütün terekeye çarp, çarpıdan sonra elde edilen meblâğı payların sıhhati için yapılan toplama taksim et o zaman her vârisin hakkı çıkmış olur.

 

Münasahat Bahsi:

 

Tereke taksim olunmazdan evvel vârislerden birisi ölürse, şayet, ilk ölüden aldığı hissesi geride bıraktığı vârislerine taksim olunursa her iki meselede birinci meselenin doğru .olduğu meblâğdan sahih olur, eğer taksim olunmazsa ikinci ölünün meselesi daha evvelce zik­rettiğimiz şekilde tashih edilip bilâhare birisinin tamamını -eğer ikin­ci ölünün birinci ölüden aldığı pay ile meselesinin son vardığı şekil arasında muvafakat yoksa- diğerine darp edilir, eğer aralarında mu­vafakat varsa ikinci meselenin kesrini birinci meselenin tamamına vur ne toplanırsa iki mesele de ondan tashih olunur.

Birinci meseleden payı olanın payı, ikinci meselenin vufküne (kesrine) çarparak alınır, ikinci meseleden payı olanın payı, ikinci ölünün geride bıraktığı terekesinin vufkuna çarpılarak alınır.

Münasahat meselesi düzgün olduğunda, sen her vârise düşen dir­hemleri bilmek istersen meselenin vardığı miktarı kırk sekiz habbeye taksim edersin ne çıkarsa her vârisin payından ona karşılık bir hab­be [131] elde edersin.

ALİ ARSLAN Tekirdağ: Müftüsü

 

(A'vl Meselesi Bahsi:)

 

Yediye, sekize, dokuza ve ona kadar a'vl (ziyade) olunur. Rub' (dörtte bir) ile üçte bir ve altıda bir olduğunda meselenin esası on ikidir.

On üçe, on beşe ve on yediye a'vl olunur (yükseltilir.)

Sümünle (sekizde bir) beraber üçte iki veya altıda bir olduğu tak­dirde meselenin esası yirmi dörtten gelir, fakat yirmi yediye yüksel­tilir.

Mesele kusursuz olarak vârisler arasında taksim edildiği takdirde, sahih addedilir.

Bir grubun payları kendilerine taksim olunmadığı takdirde o gru­bun adedini meselenin aslına çarp, a'vl mümkünse a'vl eyle nereye baliğ olursa ondan mesele sahih olur, misali: Meyyitin hanımı ile iki kardeşi kaldığında hanıma dörtte bir düşer iki kardeşe dörtte üç kalır ki, onlara taksim olunmaz. O halde ikiyi meselenin aslına (dörde) çarp sekize yükselir ve mesele tashih edilmiş olur.

Payları kendilerine taksim olunmaz grubun payları ile adetleri birbirine uygun ise, adetlerin muvafık bulundukları sayı meselenin aslına çarpılır.

Hanımı ile altı kardeşinin geride kalması gibi dörtte bir, bir pay olarak hanıma verilir.

-Altı kardeşi dörtte üç kalır. O'halde altının üçte birisi (ki iki eder) meselenin tamamına (dörde) çarpılır (sekize çıkar) orada mesele doğru bir şekil alır.

Varislerden iki veya daha çok grupların payları kendilerine tak­sim edilmezse bu takdirde gruplardan birisini diğerine bilâhare top-lamm üçüncü gruba son_ra hepsini birden meselenin temeline çarp, eğer grupların adetleri eşitse birisi çarpıldığı zaman diğerinin yerini tutar. Meyyitin, iki hanım ve iki kardeş terkettiği gibi... O zaman iki-yi meselenin esasına çarp (çıkandan.mesele sahih olur.)

Adetlerin birisi diğerinin bir parçası ise, en fazlası en azının ye­rine geçer. Yani en fazlası meseleye çarptırılır: Dört hanım ve iki kar­deşi geri bıraktığı gibi... DÖrtdü çarptığın zaman ikiyi çarpmaya lü­zum kalmaz. Adetlerden birisi diğerine bir kusurda muvaffak ise, bi­risinin muvaffak kesri diğerinin tümüne çarptırıldıktan sonra tümü meselenin aslına çarptırılır.

DÖRT kadm, bir kız kardeş......

 

 

 

[1] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: III-IV.

[2] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: V-VI.

[3] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: VII-VIII.

[4] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 2.

[5] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 2.

[6] Sünnet: Arap lisanında yol. demektir. Resulullahm fA.S.): «Kim ki, gü­zel bir sünnet (yolu) açarsa kıyamete kadar o yolda gidenleri:)'sevabı mikdan se­vap kazanır. Kim ki, kötü bîr sünneti (Yolu) açarsa o yolfla kıyamete kadar giden­lerin günahları kadar günah, yüklenir!» sözünde olduğu gibi. Şeriat lisanında Besulullah veya Eshab-ı Kiram tarafından devamlı bir şekilde yapılan nafile ibadete sünnet denir. Yapmasında sevap, terkediîmesinde ancak (Azap degtt belki) azarlama vardır. (Bak. Ccvhctün - Neyyire'cilt bir taljaret bahsına)

[7] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 2.

[8] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 2.

[9] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 2-3.

[10] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 3.

[11] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 3.

[12] Mezî: Kadın veya şehveti tahrik eden nesnelerle uyandıktan sonra te­nasül âletinden çıkan bir beyaz sudur. Vedi: Küçük abdestten sonra çıkan san bir sudur.

[13] Hadeslerde kullanılmaz demesiyle, necasetlerin temizlenmesinde kul­lanmasının caiz olduğunu işaret etti. Takrlp kitabında imam-ı Muham-med, îmam-ı Azamdan, kullanılmış suyun tahir olduğunu rivayet edi­yor. Bu söz tmamın sözüdür. Ve doğrudur. Fetva da buna göredir. Cev­here de Ebû Hanlfe bir defa kullanılmış su necaseti galizedir demiştir, diyor. Bu söz çok uzaktır. Ebü Yusuf'un rivayetine göre birinci defa: kullanılan su necaseti hafifedir. «Bulh» âlimleri bu fetva üzeredirler.. Irak meşayihi İmam Muhammed'in fetvası üzeredir. (Meydani cilt 1).

[14] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 3-4.

[15] Yirmi kovanın çekilmesi vaciptir. Otuz kova çıkarmak ise iyi ve ihti­yattır. Cevherde «Eğ;cr  kuyuya düşen fare kediden kaçar kuyuya düşerse bütün suyunu boşaltmak lâzımdır, çünkü korkusundan bevl eder. (Meydani)

[16] Camit .Sagîrde: Kırk ile elli kova arasında su çekilecektir, deniyor ve-açık da fetva da budur (Hidaye). îki kedi veya iki tavuk veya iki güvercin, kuyuda ölürse bütün suyu çıkarılacaktır (Cevhere ı.    Köpek ölmeksizln.. düşüp ağzı suya değmedi|i halde çıkar veya çıkarılırsa su temizdir, (Şurunbilâli)

[17] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 5-7.

[18] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 7-8.

[19] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 8.

[20] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 8.

[21] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 8-9.

[22] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 9-10.

[23] Bununla sabah vakti gerçekten girmiş olur, Bu cihetle buna «Fecri sadık» denir. Mukabili birinci fecirdir ki, gökte iki tarafı karanlık, uzun bir hat şeklinde beliren bir beyazlıktan ibaret olup az sonra kaybolur, kendisini bir ka­ranlık takip eder, bundan sonra ikinci fecir meydana gelir; Bu birinci fecir sa­bahın gerçekten girmesini göstermediği ve yalancı bir aydınlık olduğu için «Fec­ri kazip» adı verilmiştir. Bu fecir gece hükmündedir. Bununla ne yatsının vakti çıkmış, ne de sabahın vakti, girmiştir Oruçluya bu zamanda yiyecek haram de­ğildir (büyük İslim İlmihali sayfa 150).

[24] Ahmed Ebu'l-Hasan el-Kuduri el-Bağdadi, Kuduri Metni Tercümesi, Arslan Yayınları: 10-11.

[25] Fasık bir insanın ve çocuğun ezan okumaları da mekrfthtur. Fakat oku­dukları takdirde tekrar okunmaz. (Damad)

[26] Yalnız bunlardan bazıları vaciptir. Fatihadan sonra okunan zammı sure, fatihanın okunması, birinci oturuş, son oturumda ettehiyyatüyü okumak, gibi bunlara sünnet denmesi, çünkü bunlar sünnet (Hadisi şerif) le sabit olduğu İçindir.                                            .                  .           .

 

[27] HAŞİYE: (Sözlü İbâdetler, FMİ ibadetler re malî İbadetler Allah'a mah­sustur. Ey Peygamberi. Selâm, Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerine olsun. St-lâm bizim ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun. Allah'tan başka mabut olma­dığına, Muharmned'İn onun kulu ve Resulü (elçisi) oldu&uriS tanıklık ederim» meallndedir.                                                             (Mütercim)

[28]  Çünkü diğer âyetleri terkeder, bu ayetin diğerlerinden Üstün olduğu zannı doğar

[29] «Hel-etâ» ve «secde» suresinin her cuma sabahında okunması gibi Hidaye  )

[30] Zira Allah (C.C.) «Kur'andaıv müyesser olduğu kadar okuyunuz» buyuru­yor. Ancak bir âyetten a? olmamak lâzım, zira bu kadarın îemâla Kur'anlıktan çıktığı sabit olmuştur.          '                                      (Damad)   ^

[31] Çünkü köleier hizmetle meşgul oldukları için cahil kalırlar. Göçebelerde de cahillik daha fazla olur. Fasık ise dinde ittihamlı olduğu için, kör ise pislikler­den tevakki edemez. Zinadan gelen çocuk ise pederi malûm değil ki okutsun bil; gin olsun, bir de böylelerin imamlığından cemaat kaçar nefret eder. (Meydanı)

[32] Çünkü Haz. Âişe validemiz kadın cemaati müstehap. olduğu zaman böylece kıldırılmıştır sonradan  müstehanlık kaldırıldı.                          (Damad)____

 

[33] Çünkü böyle bir durumda el bağlama sünneti fevt olunur.- Bir de böyle . bir duruş mütekebbirlerin duruşudur.                             (Meydan?)

[34] Kazaya kalan namazlar altıdan fazla İse hem kendilerinin arasından hem de kendileriyle vakit namazı arasında tertip düşer. Kaza ede ede altı ka­lırsa yine tertip geri gelmez.                                          (Meydanl)

[35] Yâni sabah namazı ile güneş ve İkindi namaz ile batış arasındaki za­manlarda tilavet secdeleri yapılır.                              (Mütercim)

[36] Ancak safî mezhebinde ezan, ile akşam arasında iki rekât kılınır.

 

[37] Yani dört rekatli namazda zannma göre (yüzde almış) üçüncü rekâtta olduğuna kanişe diğer bir rekatın eklenmesiyle dört   rekatını tamamlar.   Eğer böyle bir zan yok ise şüpheye düşüp acaba iki rekat mı veya Üç rekat mı kıldım dese o vakit yâkin (kesinlik) olan ikiyi kabul ederek Üzerini tamam edecektir.

(Meydan!

[38] Yani bu kişi namazını dilerse oturarak ve ima    ederek kılar,   dilerse ayakta durarak ve işaret ederek kılar. Her iki şekilde caizdir. Fakat oturarak igaret edip kılarsa daha uygundur. Çünkü secdeye daha benzer,    başı toprağa daha yakın olur.                              (Meydani)                                       

[39] Ahkâmın değiştirilmesi: Dört rekâtlı namazın ikişer rekat olarak kılın­ması, orucun yenmesi, mestler üzerine meshin üç gün üç geceye çıkarılması gibi.

(Ilidaye)

 

[40] Çünkü vakit çıktıktan sonra sefer namazı değişmez, yâni iki rekâttan 4. rekâta çıkmaz. Nasıl ki vaktinde sonra bir yerde İkame etmek niyetiyle değiş­mezse öyle Isü bu durumda farz (sefer kazasının birinci duruşu) farz olmayana (imamın birinci oturuşu) bina ediliyor diye caiz olamaz.              (Iîldaye)

[41] Yani bir insan hırsızlık yapmak için sefere çıkmış birisi de hacca git­mek için çıkmış her İkisi de namazını kısaltır orucunu bayka bir /.amana bıra­karak yiyebilir. Şafiî mezhebinde hırsızlık, yo] kesmek ve diğer bir günah niye­tiyle sefere çıkanlar seferden istifade' edemezler, onların hakkında hükümler değişmez,  '                                             (Meydanı)

 

[42] Teravih namazı yirmi rekâttan ibarettir. Her dört rekâta bir terviha de­nir. Ceman beş terviha yapar. Terviha: İstirahat demektir. Çünkü kişi her dört rekâttan sonra dört rekât kadar istirahat etmelidir. İstirahat ederken istediği duaları ve âyetleri okuyabilir. Muayyen bir dua yoktur. Dikkat edilsin bidatlar-dan kaçınılsın.               .                            .                   (Meydanl)

 

[43] Dikkat edilsin alkollü kokular sürünmesin.

 

[44] Bugün maalesef imamın bulunduğu taraftan da imamın önüne geçilir ve namazlar eda edilir. Yapılan ikazlar nazar-ı itibara alınmamaktadır. Ancak. Hanbel mezhebinde böyle bir fetvanın varlığı iddia ediliyor Gerek Mescid-i ha­ramda olsun, gerekse Medine-i Münevvere'de olsun imamı, sureti katide geçilme­mek lâzım olduğu gibi Medine'de camii şerifin dışında kılınan namazlarda da ca­miin önüne kıble tarafından imamın hizasını geçmemelidir. Bu durumdan şid­detle kaçınılmalıdır.                                                    (Mütercim)

 

[45] Atların nisabı yoktur. Çünkü atların nisabı için ResuJullah (A.S.) tan bir rivayet yofftur, en doğru söz de budur.    :                          (Meydan!)

[46] Tehavî diyor ki, iki fetvadan en iyisi budur. Kâzî zeyd de Esrar kitabın­da bu sözü tercih etmiştir. Yenabîde fetva bu söz üzeredir demiştir.     (Meydani)

[47] Mesela  Ebu hanife ve Ebu-Yusuf'a göre, beş devede bir koyun   olduğu gibi altı yedi sekiz ve dokuzda da bir koyun lazımdır  on olunca iki oluyor Muhammed'e göre ise beşten (adasının zekât! da hesap edilerek verilmelidir

[48]  (561,2 gramdır).

[49] MİSKAL (4,8 gramdır (20x4,8 = 96) gramdır.

[50] Eğer yüz dirhem gümüş ile yüz dirhemin Kıymeti- bulunan beş   miskal altın varsa imam-ı Azama göre zekâtı verilir. İki imama göre verilmez.. .Çünkü m^şkaller on değildir. Eğer yüz dirhem gümüş ile yüz dirhem kıymetinde'on mis-kal altın bulunursa ittifakla zekât verilir.                           (H. Cevhere)

[51] Çünkü her sa' sekiz batman her batman yüz otuz dirhemdir.

[52] Vakye: bir ölçü nevidir.

 

[53] Bilmiş ol ki zekât*, fitre ve atmalarda evveli fakir kardeşlerin sonra kıskardeşlerin, saiırh çocukları, soîıra amcalar, sonra teyzeler, sonra evlatları sonra dayılar, ve kız kardeşi sonra evlâtları, sonra uzak akrabalar, daha son­ra komşular sonra mâhaİle sakinleri, sonra şehirde veya köyünde oturanlar gelir.

Bunların ihtiyarım gördükten sonra viiaydttod<sn. diğer bir vilâyet» nakle­debilirsin.                                                                    (Cevhere)

 

[54] Buhari ve Müslim Ebû Hüreyre'den (R.A.) rivayet ederler: Ramazanda, orucu bozan bir kişiye Resulullah (A.S.) «Ya bir köleyi azat et .veya  arkaya. İki ay oruç tut, veya yetmiş miskine yedir. ?ıhar keffareti gibi bir keffaret Tere-çektir» dedi. çünkü ahar keffareti Kur'anda zikredilmiştir. Eğer bir Ramazanda birkaç defa orucunu bozarsa tek bir kefîaretl sonunda verirse hepşintf kâfi gelir. Şger iki Ramazanda olursa iki keffaret lâzım gelir. Bu meselede ittifak-ı ulema, vardır.                                                    (Cevhere)

[55] Çünkü Ramazan ayının bütününün farz olması sebebi, ayın bir kısmım idrak etmektir. Dell olan kist Ramazanın son gününün öğleslndzfh sonra ifâke (iyileşme) ederce kendisine bütün bir ayı kaza lâzım olur.

(Damad)

 

[56] Allah (C.C.) «Kurbana g:ücü yetmiyene üw Bün haedavyedl günde döndü­ğünde oruçlardır. O tam on gündür» buyuruyor. Bu âyeti celile temettü hakkm-da vwtt,oHnuş İse ö# JStıc'anda temettü gibidir. Çünkü. İki ibadeti M* yürütüt»                                               (Ceyheml

[57] Hacda olan tıraş, namazdaki selâm gibidir, öyle ise, Hacdan tıraşla çı­kılır.

[58] Üç mezhebe göre, hayiz gören hanım, kam kesllinceye kadar bekler on­dan sonra Farz ziyaretini yapar ve ayrılır. Te'hirden dolayı Kurban lâzım gelmem, şayet kafilesi durmasa beraber gider, gelecek senede gelip haccını yapar. Fakat bu durumun zorluğu göz önündedir, bunun için çare aranmış ve tmam-ı Azam hazretlerinin bu konudaki fetvası görülmüştür. Şöyle kt, kafilesi hayızlı hanımı beklemezse, temizlik için yıkanır, kanlar yerlere akmasın diye göbekten aşa&ı muhkemce bir çaput bağlanır ye Kâbenin ziyareti yapılır. Ziyaretten sonra zenr ginse bir deve yoksa bir sığırı ceza kanı olarak keser ve bövlece haccı tamam olur. Bu kurban da diğer kurbanlar gibi ancak orada kesilir. Sakın kurbanlarımı mem­leketimde kesevim devip yanlış iş yapma. Çünkü Kurban kesme yeri ancak ha­remdir, yâni Mekke ve havalisidir ki bunun hudutları bellidir. Medine'de dahi t kurban kesmek caiz değildir.                        (Mütercim)

[59] Bugün yani (1400) Hicrî ve (1979) Miladi tarihli zamanımızda bu durum bilinmemektedir. Ancak hükümetin emri olduktan sonra Arafattan hareket edi­lir. Binaenaleyh bir mesuliyet varsa Suudi Arabistan hükümetine aittir.

(Mütercim)

 

[60] ,ihsar lûgatta Bir kimseyi matlubuna kavuşmaktan men ve hapsetmek mânasındadır: Şer'an «Hac için ihrama girmiş bir »tın Arafatta tavaftan umre için ihrama girmiş bir zatın da tavaftan men edilmesi» demektir. (Büyük İslâm İlmihali S. 526).

 

[61] Boynun en aşağısında ve göğsün yanındaki damarları kesmek demektir; Çünkü orada et yoktur, yani o damarlar etle örtülü değillerdir,    boğazın diğer kısmı etle örtülüdür. Nahir daha efdaldlr.                .         (Damad)              

[62] Mekke'nin haremi, Medine taralından üç, Irak, Taii ve Yemen tarafın­dan yedi, Cüu'rrane tarafından dokuz ve Cidde'de tarafından on mil mesafedir. Harem denildiği zaman Camii şerifin içi veya Mekke'nin içi sanılmasın.   Mana ve Müzdelifenin de bir kısmı haremdir. Dikkat buyurulsun.          (Mütercim)

[63] Bu biçim alış veriş cahiliyet devrinde var idi. Şöyle ki: İki kişi müzaye­deye girişirdi. Satılan malın üzerine taş kondurulduğu zaman satış tamam olur­du Velev ki diğeri razı olmazsa dahi. Kllemek şu şekilde ojuKhn Fiyat bakımın­da'münakaşa yapılırken müşteri .satılan malı ellerdi artık onun olurdu. Maıln sahibi ister razı olsun isterse olmasın.                          K.evher.-t

[64] Eski zamanlarda bezler dokunduktan sonra kalınlaşması için, bazı sıvı maddelere atılırdı, bilâhare dövüle dövüle beyazlaştırılırdı. işte bu işi yapana bez ağırtıcı denir.                                             

[65] Imam-ı Züfer (R.A.) diyor ki: Fazla olarak verilen miktar, akde dahil olamaz, ancak hibedir. Eğer alırsa olur, eğer almazsa yalnız o iptal edilir.

[66] Ziyade ve eksiltme akdin esasına taallûk ederler. Zira akdi (alışverişi) bir vasıftan diğer bir vasfa çevirirler.                                      (H.Y.)

[67] îmam-ı Safi (R.A.) ye göre ribanın illeti, yiyeceklerde cinsleriyle, sa­tıldıkları zaman yemekliktir, paralarda İse semenliktir. îmam-ı Malik'e   göre

azık edinen ve saklanabilen, cinsiyle satıldığı zaman fazla olursa riba olur. O halde bir ölçek; kireç verip iki ölçek alırsa bize göre, caiz değildir. Zira cinsle beraber Ölçek vardır. Şafi'ye ve Malik'e göre, caizdir. Çünkü, yiyecek değildir. Bir karpuzu, iki karpuzla satmak bize göre, caizdir, çünkü ölçek ve tartıyle de­ğil, tane ile satılmıştır, Şafi'ye göre. caiz değildir, çünkü yiyecektir.

Bir yumurtayı ikiyle değiştirmek bize göre caizdir. Çünkü,, ölçek ve tartı yoktur. Safiye göre değildir: Çünkü yiyecektir.         (Cevhere)

[68] Çünkü köle bütün maliyle beraber efendisinin malıdır. Harpçı kafirle­ mallan hangi yoldan olursa olsun alınması muslumana mubahtır   Ancak yoIuyla alınmamalıEmin kuman kâfir, böyle, değildir onun malı haramdır.

[69] Hazır parayı gelecek bir nesne için yatırmak demektir.     ,          M.

[70] Kasden öldürmedikçe zâmm olamaz.

 

[71] Baliğlara namaz, oruç zekât, hac cihad v.s. tarz olduğu gibi"bunlara da farzdır.                                                                  (Meydanı)

 

[72] Dikkat edilsin "bu kadar kelimesi iki defa denilmiştir ama iki kelime arasında atıf harfi yoktur, îkinci misalde ise atif vardır.                     (M.)

[73] Dikkat  buyurulsun  «Bir»   kelimesi   «yüz»   kelimesi  üzerine  atif  edilir.

(Mütercim)

[74] Birinci meselede İlk evvelâ «Bu ev falamnjjır» şeklinde her şeyin o fa­lana ait olduğunu ifade eden bir ibare kullanıyor, ikinci misalde ise h?ususiyet ifadesi kullanılır, aradaki fark bundan gelir.

(Mütercim)

 

[75] Katışık veya saf para, merhum müellifin zamanında varmış, kimi para tamamen gümüşten, kimisi tunç ve saire ile katışık imiş, bu durumu daima göz önünde 'bulundurmanız lâzımdır. Dirhem. Dinar, Danik. Pulus vesaire tâ­birler o zaman islâm diyarında kullanılan paraların adlandır. Malûm ola. Hat­tâ bu tâbirlerin bir kısmı bugüne kadar Arabistanda kullanılır.

(Mütercim)

 

[76] Ağaçtan yapılmış iki taraflıdır. Devenin sırtına vurulur, beher taralın­da birer insan oturur ve yolculuk yapar. Ecdadımız bu şekilde Ar abis tanların kumsal çöllerini katederek hacca gitmişlerdir. Elbette zahmetlerine göre se­vapları da fazladır. Uçakla, gemiyle ve kara vasıtaiariyle .gidenlerin kulağı çın­lasın.

(Mütercim)

 

[77] Çünkü imam-ı Buharı (R.D.) Ibni Ömer'den rivayet ediyor: Peygam­ber efendimiz (S.A.) Dölün ücretini yasakladı. Ancak döl neslin bekası için üc­retsiz olmalıdır.                             ,           - D -

[78] Zamanımızda müezzinlere verilen ücret veya maaş bu kabilden değil­dir. Belki caminin bakımı ve benzeri işler için bu kardeşlerimize "bu cüz* maaş; verilir. Sadece ezan için değildir.                                    (Mütercim)

[79] Lûgatta bitiştirmek manasınadır. Şer'an komşuluk ve ortaklıktan ötürü satın alınmak suretiyle ortağının veya komşusunun payını payına katmak de­mektir.                                                               <Damad)

 

[80] Hul'ü: Lügatça sökmek demektir. Şeriatça:  Kocanın geçüıemedigi ha­ramından boşanma karşılığında aldığı maldır.            (Meydanı)

 

[81] Bu rivayet îmam-ı Hasan'ın Ebû Hanefîden yaptığı rivâyett&r. tma-meyne göre, ikincisinin işlediğinde birincisi mesai olur, ister kâr ister zarar olsun mezhebin meşhur kavline söre, : Sermaye sahibi muhayyerdir. Hangisini mesul tutarsa tutabilir.                              (Tashih)

 

[82]   Omalın kıymet ve pahasından hangisi azsa o itibar olunur. Mesela: pahası on beş kıymeti on ise. vekil müvekkilden beg alır, yâni onda k«ıdilığm-den alır, üstüne koyar böylece mal sahibine on beş   verir.    (Biraz   değişiklikle

(Cevhere)

 

[83] Kitabet: Elden para alıp köleyi azat etmek veya borçla azat etmek de­mektir.                                     

(Meydanı)

[84] Her türlü muamele yapmaktan menetmek demektir.

 

[85] Şekil şöyledir: Eir tacire bin lira borç verir o borcumu falan yerdeki dostuma teslim et, der ve böylece malını yol tehlikesinden korurTSefatic, Suf-tec'in cemidir. Acemceûsn Arap lisanına geçmiş ve havale senedi demektir.

(Meydani)

 

[86] Çünkü eğer mülkü olsaydı satabilirdi. Halbuki kendisine vâkıf yapılan zat. o malı satamaz.         '              (Cevhere)

 

[87] Meselâ- Tarla sahibi, ekene, büyük ve küçük nehirlerin kıyısı «dakiler benim veya senin olsun, diğeri aramızda üçte bir veya dörtte' bir usulüyle olsun dese caiz olamaz. Çünkü belki mahsul yalnız o tarlalardan gelir. (M.şkat)

 

[88] Misal: iki kız kardeş gibi... Şayet birisi erkek olsaydı diğerini nikâhla-yamadığı gibi, ikisi "birden bir kocaya varamaz.

[89] Kimisi, hıristiyandan bir taifedir, kimisi yıldıza tapan bir gruptur dedi-

 

[90] Nikâh Mut'a; kişinin bir hanıma «Seninle şu kadar (Bir sene) müddet karı koca hayatı yaşayalan, bu kadar (bin lira) para mukabilinde» demesidir.

(Dürer)

[91] Kızın velisi odluğu zaman, bir taraftan asil olur. diğer taraftan da vekil olur Yine, hüküm böyledir, eğer amcanın büyük kızı kendisine vekâlet vermiş ise.

(Dürer)

 

[92] Sen. birle boşsun, sen birle boşsun, sen bir talâkla boşsun dediği gibi.

 

[93] Bayin ve rîci talâklar arasında fark; Talâkı tıayinde hanımına; sen ba-yinsin der. Talâkı ricide sen "boşsun der.

Bayin talâkta kadının rızası olmazsa idette olsa bile evlcnemez. Rici talâk ise tam tersidir

[94] «Yine erkek, hanımını (üçüncü defa olarak) boşarsa ondan stftıra, kadın kendinden başka bir ere nikahlanıp varıncaya kadar ona (birinci kocasına) he­lâl olmaz. Bununla beraber eğer bu (yeni) koca da onu boşar da onlar (birinci koca ile aynı hanım) Allanın sınırlarım ayakta tutacaklarını (tatbik edecekle­rini) zannederlerse tekrar birbirine dönmelerinde her ikisi için de vebal yoktur. Bunlar, bilir ve anlar bir kavm için, Allah'ın açıkladığı sınırlardır.» (Bakara: 230)

 

[95] Zihar: Hanımını annesinin beline veya bütününe benzetmektir. Tafsilât çok yakında gelecektir.

[96] Hul: Mal karşılığında hul kelimesiyle veya başka bîr kelime ile nikâhtan vazgeçmek demektir.                                                            (Dürer)

[97] Bu iki deyişin arasındaki fark: Birincisinde harf olarak «Ba» kullanıl­mıştır, ikincisinde «Alâ» kullanılmıştır. Dikkat buyurulsun       (Mütercim)

[98] Ancak iddet nafakası lâzım gelir. Ebû Yusuf Mubarat'dajjer hak düşer Hui'da düşmez. Muhammed'e göre ancak düşürülmesi şart    edilen    hak düşer,

(Meydanı)

 

[99] Karının irtidad etmesi gibi. Meselâ hanımı vâris olmasın diye boşar ve daha hanımın iddeti 'bitmez­den ölür, bu durumda hanım vâristir.

[100] Meselâ hanımı vâris olmasın diye boşar ve daha hanımın iddeti 'bitmez­den ölür, bu durumda hanım vâristir.

 

[101] Çünkü zengine ancak parasını köleden tahsjl etmek düşer. Fakir ortak ise arkadaşından tazminat istediğinden .köle onun için çalışmaktan kurtulur. Tazminat ta sabit olmadığı için mahrum kalır.                      (Damad)

 

[102] Ukur: Hürlerde mehir, cariyelerde kıymetinin onda biri, dul iee yirmide biridir,

[103] Çünkü şebebde birdirler yâni cariye ikisinin müşterek malıdır.

[104] Kölenin vereceği bir miktar mal mukabilinde azat edilmesi demektir."

 

[105] Müslüman ve zimmî

 

[106] Bir danık dirhemin altıda biridir, tki danık dirhemin üçte "birini teşkil eder

 

[107] Eğer hayvan eti yenmezdense kesilir ve yakılır, kıymeti failden alınır.

Eğer eti yenenlerdense kesilir, eti yenilir. İmam-ı .Azama göre İDöyledir.'"iEbû Yu­suf'a göre, eti  murdardır. Kıymeti failden alınır.

 

[108] Yemek hazmı, tedavi ve ibadet için bedenîn takviyesi niyetiyle içilirse-helâldir. Eğer zevklenmek içinse

haramdır.            (Durul Muhtar)

 

[109] Darekutni rivayet ediyor; Bize iki ölü ile iki kan helâl kılınmıştır, ölü­ler balık ile* çekirge kanlar ise, ciğer ile dalaktır.

 

[110] Devenin senyi: Beşinci yaşma girenidir. Siğırınki iki ve koyununki ise bir yaşma girendir.

 

[111] Çünkü ikadaif adetçe ekmek sayılmaz, pirinç ekmeği Irak'ta yemek ise âdet olunmamıştır.        ;          (Mütercim)

 

[112] Hin: Çok kısa bir zamandır.

[113] Çünkü hadls-i, şerifte «davacıya delil getirmek düşer, yemin ise dâvahya düşer.» denmektedir.                   

[114] Rafizilerin ifratçılarındandırlar. kendilerinden bulunan kimselerin    le­hinde şahitlik etmeyi vacip görürler.                         (Mütercim)

 

[115] Hadis-i şerifte vardır. «Kadılık isteyen kendi nefsine havale edilir. Ka­dılığa cebren getirilen ise, bir-melek nazil olur ve ona iyiyi ilhanî" eder.»

(Damad

[116] Çünkü kayıtan aleyhinde hüküm caiz değildir.           (Hidayc)

[117] Bu bölümün metninde «Elkeza» yerine Elkazı yazılmıştır. Malûm ola.(Mütercim)

 

[118] çünkü taksim etmekte bozulmayacak bir makla taksimat lâzım bir hak­tır. Fakat taksim ile bozulan (radyo gibi) malda hiç bir şekilde* taksim caiz de-:|Udir. Ancak satılır, parası taksim olunur.                   (Hidaye)

 

[119] Çünkü peygamberimiz. Beni Nadir kabilesini muhasara altına aldığında hurmalıklarının kesmesini emir buyurmuştur, Taiflilerİ muhasara ettiğinde de bağlarını kesmeyi emretmiştir. (Teslim olduktan sonra birin yerine bin diktirmiştir.)

[120] Bu eser yazıldığı zaman Türklerin bir kısmı daha Orta Asya'da idiler ve Jslâmiyeti kabul etmemişlerdi, çünkü kitabın müellifi Hamdan oğlu Ebû Hüse­yin Ahmed Bağdadlı Milâdî 972 - 1037 tarihlerinde yaşamıştır. (Mütercim)

[121] Yâni aldıkları müdebbir tekraren onlardan alındığı zaman taksim edil­mezden evvel sahibine iade edilir. Taksimden sonra kıymeti karşılığında alınır.

(Cevhere)

[122] öşüri arazi ile haraçlı arazi arasındaki fark: Haraçlı arazi ister ekilsin ister ekilmesin, sahibi mutlaka haracın; verecektir, öşüri arazi ancak ekildiği îaman onda biri alınır.               (Sarih)

 

[123] Yâni on dört kırat ağırhğındadır, Irak batmaîıiyle sekiz batmandır, orc dört kırat yapar.                  (Sarih)

[124] Bütün bunlar küfrün rezaletini ve küçüklüğünü.göstermek içindir.: Yoksa herhangi bir taassup burada bahis mevzuda  olamaz,      '   (Mütercim)

 

[125] Bu hadis-î şerif yemek ve İçmek hususunda varit olmuşsa da diğer kulla­nışlar buna kıyas edilmiştir.              (Damad)

[126] «Gözünü zevcen ve cariyen hariç diğerlerinden tut* Hadis-İ şerif                  

 

[127] çünkü mirasta olduğu gibi vasiyette de cemin (çoğulun) en azı ikidir.

 

[128] (Haşiye): Çünkü meselenin aslı altıdır. Yarısı üç eder, kocanın payıdır. Üçte birisi, iki-eder oda ana bir kardeşlerin payıdır. Altıda biri bir eder o da ananın payıdır. Böylece tereke biter ana-baba bir olan kardeşlere "bir şey kal­maz. Fakat Hz. Osman (R.A.) onları ana bir kardeşlerine ortak kılmıştır, Hz. Ömer de bilâhare Osman'ın içtihadını kabul etmiştir. Çünkü bir gün bu mese­lede hüküm verirken ana-baba bir olan birisi ayağa kalktı: «Ey Ömer tarzet ki babamız bir eşekti acaba anamız bir değil midir ki, onlara verir bizi mahrum

ediyorsun?» dedi. O zaman Ömer (R.A.) Osman'ın içtihadını kabul etti ve onları ortak yaptı.

Bu mesele feraizciler nezdinde bu adla şöhret bulmuştur. Artık bu ad bu meselenin özel ismi olmuştur.

[129] Bir mecusi (ateşe tapan) annesiyle evlenirse bir kızı olursa o kızın an­nesi öldüğünde,-kızı olduğu için terekenin yarısını ve torunu olduğu için de al­tıda birini alıyor.              (Cevhere)

 

[130] Mevlâyı muvs:at: Nesebi belli olmayan bir şahıs diğer birisine: «Sen be­nim mevlâmsın öldüğümde varis, öldürdüğümde kan bahasını vermekle mükel­lefsin» der. O şahıs da «Kabul ettim!» der.' Bu şekildeki âkid Hanefi ulemasına göre caizdir.

[131] Habbe, bir dirlıemin kırk sekiz parçasından bir parçadır.