KUR'AN VE SÜNNET IŞIĞINDA CEHRİ ZİKİR FAZİLETLERİ

 

Önsöz

 

Bütün mahlukatm daim zikir ve teşbih ettiği Yüce Rabbimize Hamd ve Sena, O'nun Resûl-ü edibi, rehberi­miz, önderimiz, Hz. Muhammed Mustafa (SAV)'e salât, Peygamberimizin güzide âl ve ashabına ve hidayete tabi olanlara da selam olsun.

Bizlere usve-i hasene (güzel örnek) olarak gönderi­len Allah Rasulü, bi'setinden kıyamete kadar hiç değişikli­ğe uğramayacak olan İslam Dinine ait örnek yaşantısıyla biz ümmetinin dini ve dünyevi konularda takip etmesi ge­reken orta yolu göstermiş, ifrat ve tefride (aşırılığa) kaç­madan Kur'an ve Sünnete tabi olmayı her fırsatta tavsiye etmiştir.

Peygamberimizin Örnek yaşantısının ve bu tavsiyele­rinin sözlü ve yazılı ifade şekli olan hadislerin günümüze kadar sağlam bir yolla, ekleme ve çıkarma yapılmadan u-laşması ne kadar önemli ise onları doğru ve amacına uygun bir şekilde anlamanın da o kadar önemli olduğu kaçınılmaz bir gerçektir.

Cehri zikir konusunda rivayet edilen hadiselerin de aslına ve amacına uygun olarak anlaşılması İslam toplumu içerisinde bu konuda uygulana gelen yanlışların ortadan kaldırılmasına imkân hazırlayacak, taklidi bırakıp tahkike yönelmesi gereken Müslüman'ın, yerine getirdiği her iba­det ve davranışın nedenini ve nasıllığını şer'i ölçüler ışı­ğında Öğrenmesine dolayısıyla "Zamane Müslüman­lığından kurtulup "Sahabe Müslümanlığına tekrar dön­mesine imkân sağlayacaktır.

Elinizdeki bu küçük risale Abdulhay el-Leknevt'nin ilmi çalışmaları arasında hadis ve fıkhu'l-hadise verdiği önemi en iyi şekilde yansıtan ve içerisinde müfrid olmayan cehri zikirle alakalı 48 hadisin bulunduğu nadir, latif eserlendendir. Bu kitapta Leknevî, kudsi, merfu ve mevkuf olan hadisler ışığında; cehri zikri ifrat ve tefrid yoluna kaçmadan tarif etmeye çalışmış ve sadre şifa bilgiler ver­miştir.

Biz de bu kıymetli eseri insanlarımızın istifadesine sunmak ve Resulullah'ın "Burada duyanlar duymayanlara aktarsın" tavsiyesine uyarak görevimizi yerine getirmeye çalıştık.

Eserin tercümesinde kitabın aslına, kelime ve cümle yapılarına bağh kalmaya çalıştım ve hadislerin tamamının tahricini dipnotta gösterdim.

Kitabın başına Abdülhay el-Leknevî'nin özgeçmişini ve eseri tahkik eden Abdülfettah Ebu Güdde'nin bu esere yazdığı Önsözünü ilave ettim.

Amacım İslam Âleminde cehri zikir konusunda İslam adına yapılan yanlışları tespit edip bu konuya Kur'an ve Sünnet ışığında açıklık getirmek ve insanımızın bilmeden yaptığı bu yanlışlıklardan kurtulmasına vesile olmaktır. Gayret ve samimiyet bizden, tevfik Allah'dandır.

Hazırladığım bu tercümeyi üzerimde emeği geçen bütün hocalarıma ithaf ediyor, hadislerin yazımı konusun­da yardımını esirgemeyen Muhammed ONUK beyefendiye, muhterem hocam Prof. Dr. Zekeriya GÜLER'e ve Ahmet ÇELİK hocama, ayrıca eserin basımını gerçekleştiren ENSAR yayıncılığa şükranlarımı arz ediyorum.

Yüce Rabbimden, bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını temenni eder, bilmeden ve unutarak yaptığım ha­taları da bağışlanmasını niyaz ederim. Dua ve Selam ile

23.11.2005

MEVLÜT ERGEN

KONYA

 

LEKNEVI'NİN HAYATI, İLMÎ KİŞİLİĞİ, ESERLERİ VE GÖRÜŞLERİ

 

H.XIV. yy tanınmış şahsiyetlerinden, Câmiu'l-Ulûm (i-limleri kendisinde toplayan) sıfatına sahip olan Ebu'l-Hasenât Muhammed Abdulhay el-Leknevînin nesebi Pey­gamberimizin güzide ashabından olan Ebu Eyyûb el-Ensârî' ye (v. 50/670) dayanmaktadır. Banda beldesinde babası Muhammed Abdulhalîm, (v.1285/1868) Nevvâb Zülfikâr Medresesinde müderris iken, 26 Zilkade 1264, Salı günü (M. 7 Kasım 1847) dünyaya gelmiştir. Dinî hayatın hâkim olduğu bir evde yetişen Leknevînin ecdadı, itimle meşgul olan âbid ve zâhid kimselerden oluşmaktadır.[1] Leknevî, i-lim, irfan ve fazilet yurdunda yetişmiş olup tasnif ve te'lifin hamuruyla yoğrulmuştur.

Leknevî, neslinin ilim ve irfanla imtiyaz bulmasını, Dehli'de medfun olan Sultanu'l-Evliya Nizamûddin'in, Kutbuddin'in ecdadı için yaptığı "İlim, bunların neslinden devam etsin" şeklindeki duanın tesirine bağlamaktadır. Ayrıca bazı "Abdal"lannz [2] Kutbuddin'e buna benzer dualar­da bulunmalarındandır. [3]

Gözlerini ilim yuvasında açan Leknevî, babasını daima i-limle meşgul iken görmüş, ilmin rağbet görüp tavsiye edildiği bir aile ortamında yetişmiştir. Halen neslinden gelen torunları, ilimle meşgul olan, ilmin yayılması için çaba sarfeden kimse­lerdir. Leknevînin torunu Muhammed Eyyûb, dedesinin eserle­rinin basım ve dağıtımıyla meşgul olanlardan biridir.

Leknevî, amcası Mevlevi Hafız Muhammed Mehdi b. Mevlânâ Muhammed Yusuf'un kızıyla evlenmiş [4] bâkiyatü's-sâliha olarak âlime, sâliha bir kız çocuk sahibidir.

İlmin, tasnif ve telifin beşiği olan bir çevrede dün­yaya gelen Leknevî, çocuk denecek bir yaşta, beş yaşın­dayken dinin temel kaynağı olan Kur'ân-ı Kerim'i ezberle­meye başlamıştır.

İlk tahsilini babası Muhammed b. Abdulhalîm ve Hafız Kasım Ali el-Leknevî'den almıştır. Medresede okutulan ders kitaplarıyla beraber sarf, nahiv, me'ânî, beyân, mantık, hikmet (felsefe), tıp gibi aklî ilimler ile fıkıh, kelâm, hadis, tefsir ve usulleri gibi naklî ilimleri babası okutmuştur. On yedi yaşında ise genel olarak eğitimini tamamlamıştır.

İlme olan ilgisinde, gördüğü rüyanın da tesirinin bü­yük olduğunu belirten Leknevî, bu durumu şu cümlelerle ifade etmektedir.

"İlimle meşgul olduğum günlerde r'et-Tezkira", "et-Tecrubed" ve 'Tahrir-u Aklıdıs"ın müellifi Muhammed Nâsıruddin et-Tûsî'yi rüyamda gördüm ve ona bazı mesele­leri sordum. Beni bu ilimlerle meşgul olduğum için övdü; sevgisini belirtti. Sanki o, bana bu ilimlerde kemale erdiği­mi müjdeliyor ve bu ilimlerle uğraştığım için seviniyordu.[5] Leknevî, ilme olan sevgisini de şu cümlelerle ifade eder. "Allah Teala bana gençlik çağında hatta çocukluk döneminde tedris ve te'lif ile uğraşmamı nasibetti. Bu sa­yısız nimetlerinden dolayı Allah'a şükürler olsun. [6]

Uğraştığı ilimler arasında kendisine en sevimli olan ilim hadis ve "fıkhu'l-hadis" ile diğer naklî ilimlerdir. Ha­dis ve fıkhu'l hadis'te bulduğu lezzet ve süruru başka hiç bir ilimde bulamadığın) bir çok defa zikretmiştir. [7]

İngilizler Hindistan'ı idareleri altına aldıktan sonra "Medrese-i Cedide" adıyla, devletin kontrolünde kurdukla­rı eğitim kurumlarında, dinî ilimlerle beraber modern ilim­leri de okutmak istemişlerdi. Müslüman cemaatler ise bu değişikliğe karşı çıkmış ve "Medrese-i Nizamiyye" adında oluşturdukları yeni eğitim sistemiyle inanç ve kültürlerine bağlı olarak eğitimlerini devam ettirmişlerdir. Leknevînin babası Muhammed Abdulhalîm, Medrese-i Cedide'den olan Nevvab Zülfikâr Medresesi'nde görevli olduğundan, Leknevî, İlk eğitimini burada almış, diğer medreselere gitme fırsatı bulamamıştır. Babasının resmî kurumda gö­revli olması ve hükümetin baskısı da bunu zorunlu kılmış­tır. Çünkü, hükümetin görevlendirdiği ajanlar mescid ve medreselere devam eder, âlim ve hocaları daima gözetir ve hükümete rapor ederlerdi. [8]

Babasının 1285/1868'de vefat etmesi üzerine 1290/1873 [9] yılında Haydarâbâd'daki idarecilik görevinden, görev yapmamak şartı ile 200 rupi [10] aylık mukabilinde emekli olmuş, asli vatanı olan Luknov' a dönmüştür.

Leknevî, kısa ömründe üç defa çok şiddetli hastalığa yakalanmıştır.

Leknevî, yakalandığı hastalıklardan kurtuluşundan et-Ta'lîku'l- Mümecced'de, rukye hadisinin şerhinde [11] şöyle bahseder: "Rasulullah'dan rivayet olunan bu tür dualar, ruhanî ilaçlar, gerçekten çok faydalıdır. Hatta tıbbî ilaçlar bu dualara sarılmadan tam tesir etmezler. Bu duaların faydalarını bizzat yaşadım. Birçok defa tabiplerin tedavide aciz kaldıkları helak edici hastalıklara yakalandım. Bu dua­larla tedavi oldum, hastalıklardan kurtuldum."

Leknevî'nin kısa ama oldukça bereketli geçen ömrü­nün sonlarında hastalığı artmış, nitekim h.1304 yılı Rebi'ulevvel ayının son günlerinde Leknevînin arkadaşları çağrılmış ve Leknevî'nin de katıldığı bir sohbet ortamı o-luşmuştur. Arkadaşları ona moral vermeye çalışırken, Leknevînin o sohbetteki son sözü şu olmuştur: " Sohbet, ganimettir, (faydalıdır) Bu sohbetten sonra kimin yaşaya­cağını hiç kimse bilemez." 0 gün, bu şekilde geçmiş, gece olunca Leknevî, yatsı namazını kılmak için kalkmış, na­mazdayken sarası tutmuş, (bağırmıştır). Arkadaşları hemen yatağına almışlar, ikinci, üçüncü defa sarası tutmuş. So­nuçta kalbi bu ızdıraba dayanamayıp o gece saat 03.00' te ruhunu Allah'a teslim etmiştir. [12]

Leknevînin vefat ettiği hastalığın sebebini farklı yönden ele alan Abdurreşid İbrahim, Âlem-i İslâm adlı kitabında Hindistan'daki sihirbazlardan bahsederken, Hin­distan'da sihirbazların çok meşhur ve maharetli oldukları­nı, sihir yoluyla birçok insanı heder ettiklerini bildirdikten sonra şöyle der: " Pek muteber insanlardan, meşhur cihan, allâme-i zaman, Abdulhay Leknevî cenaplarının dahi sihir­den vefat ettiğini duydum. Tevatür derecesinde rivayet olunur. Bu zatın sebeb-i teshirinde rivayetler muhtelif o-lup, en garibi, İngilizlerin paralan mukabilinde sihir ya­pılmasıdır. Bu suretle para karşılığında pek çok insanın teshir olduğu bilinmektedir. Her ne kadar akla ve ilme u-zak olsa da gerçeğe yakındır. Milletlerin ruh hallerini bilen insanlar, ilmî açıdan tasdik etmezlerse de sonuca ulaşmak için ilim dışında dahi amel ederler. [13]

Her ne kadar bu açıklamalar ilmî gerçeklere uymasa da halk arasında böyle bir inancın (İngilizlerin, para karşı­lığı sihirle adam öldürmeleri...) yaygın olması, İnsanların inançlarını ve refah seviyelerini bozmaya, dolayısıyla ken­dilerine hizmetçi kılmaya çalışan İngilizlerin, bu emelleri­ne ulaşmada engel gördükleri kişileri, güç yetirebiidikleri ölçüde çeşitli yollarla ortadan kaldırmaya çalıştıklarını göstermektedir. Kimilerini hapse atmak, kimilerinin med­reselerini kapatmak, kimilerini de tehdit etmek suretiyle [14] emellerine ulaşmaya çalışmışlar, halk arasında tanınan, si­yasi gücü olanlara da, halk, arkasından isyan eder endişe­siyle farklı bir yol izlemişlerdir. Sihri de bu yollardan biri kabul etmişlerdir.

Genç yaşta hayata veda eden Leknevînin ölüm tarihin­de herhangi bir ihtilaf yoktur. O, 30 Rebi'ulevvel 1304/20 Aralık 1886' da vefat etmiştir. [15] Vefatı, herkeste derin yara­lar açmış, muhasımları dahi ilminin ve irfanının üstünlüğü se­bebi ile üzülmüşler ve bu üzüntülerini izhar etmişlerdir. Vehhabilikle itham edilen Sıddık Hasan,[16] (v.1307/1890) en büyük rnuhasımı kabul ettiği Leknevînin vefat haberini aldığı zaman  den dili tutulmuş, üç gün hanesine ka­panmış, ailsrcen kimseyi odasına kabul etmemiş "Hin­distan âfâkr eranhk kapladı, Abdulhay ölmedi, Hindistan öldü; keşke daha önce öleydim, benim yaşım kemâle erdi " diye'eı oir hafta adetâ yas tutmuştur. Leknevînin vefatından yazı yazmaz olmuş, akraba ve dostları "Niçin yazı «imayı bıraktınız?" dediklerinde, "Laf anlar adam kaim;:ı yazayım!" diyerek üzüntüsünü dile getir­miştir. [17]

Vefat ini her millet ve gruptan insanlar toplanmış, arkasından i; :efa cenaze namazı kılmışlardır. İlkini Mev­levi Muharre: Abdurrezzak (v.1307/1890), ikincisini Mev-Lâna Abduhr'ab, üçüncüsünü de Mevlevî Abdulmecid b. Abdulhalîrr 340/1922) kıldırmıştır. [18] Cenazesinde, yak­laşık 20.00C  hazır bulunmuştur. [19]

Lekne" evlâna Ahmed Abdulhak'ın bahçesi olan "Aslafa" karsanı'na defnedilmiştir. Kabrinin birazcık ba­tısında, HÜrian'da "Ders-i Nizamî" nin kurucusu, Molla Nizamuddir:.. Kutbuddin es-Sihalevînin kabri bulunmak­tadır.

Talebe Muhammed Abdulbâkî'ye göre " O öldüğü gün, dünyaiısEnlann gözlerinde kararmıştır. [20]

Abdı kabir taşı, öğrencilerinden Abdu'l-Ali el-Midrasî'nir izdıgı mersiyenin bir bölümünün yazılı oldu­ğu, yumuşa :eyaz mermerdendir. Bu mersiye, "Selâmün ala ibâdihiicnes-tafâ" kavl-i celîlinden sonra şu şekil­dedir [21]

Ey ziyaretçi, dur!  Bu mezara, Jhlâs, Seb'ul- Mesâni (Fatiha) ve Kunut oku. Burada âlemlerin imamı, Abdulhay vardır. Onun her ilimde allame olduğu sabittir. Yokluğuna çok üzülen tarihini belirledi.

Abdulhay yok oldu, Kayyûm ise diridir, ölmez. (1304)"

Kısa ama verimli Ömrünün büyük bir bölümünü aslî vatanından uzakta geçiren, ilim, te'lif ve tedrise olan sev­gisinden dolayı Haydarâbâd'daki kadılık görevinden az bir ücret mukabilinde hizmet yapmamak şartıyla emekli olan ve memleketine dönen Leknevî, "Sorumluluk ve hesap yö­nünden bazı zorluklan olmasıyla beraber, beni tedris ve te'lifden alıkoyar endişesiyle kadılık görevinden ayrılıp az bir ücrete kanaat ettim. Allah söylediklerimize şahittir. [22] cümleleriyle ilme olan sevgisini dile getirmektedir.

Vaktini her fırsatta ilim elde etmek için değerlendi­ren Leknevî, ilmin sonraki nesillere aktarılması için talebe yetiştirmeye özen göstermiştir. Yetiştirdiği bu talebeler ta­şıdıkları ilmî sıfat ve bilgileriyle ilmin Hindistan'da yayıl­masına katkıda bulunmuşlardır.

On yedi yaşında iKen tedris, telif ve tasnife başlayan Leknevî,[23] ömrünün sonuna kadar ilimle meşgul olmuş, el­de ettiği bilgileri kendinden sonraki nesillere ulaştırmada köprü vazifesi üstlenmiştir. Emekliye ayrıldıktan sonra. Hind yarımadasında yaygın olan, evlerde Him halkalarını oluşturmuş ve Ferengî Mahal'in sahip olduğu ilmî kariyeri devam ettirmiştir. Evini ilmin merkezi yapan Leknevî, il­minin derinliği sebebiyle uzak beldelerden gelen geniş ta­lebe kitlesine, ilmin lezzetini tattırmış, onların yetişme-sindeki rolü büyük olmuştur.[24]

Ders vermede üstün bir yeteneğe sahip olan Leknevî, talebelerine nfk ile muamele etmiş ve kusurlarını affederek, gönüllerini hoş tutmuştur. Yetiştirdiği talebele­rinden ehil olanlara diploma yerine geçen icazet belgesi vermiştir.

Şöhreti âlimler arasında yayılmış, tedris, tasnif ve mütaladan duyduğu lezzeti başka hiçbir şeyde bulamamış, emekli olduktan sonra tedris, te'Uf ve tahkik'e yönelmiştir.

Prof. Azamînin deyimiyle, eserleri kütüphaneleri zenginleştiren ve birçok akademisyenin ulasamadıği kapa­siteye sahip olmuştur. 0, gece yarılarına kadar te'lifle uğ­raştığını ve bundan da hiçbir bıkkınlık, yorgunluk duyma­dığını söylemektedir. [25] Vaktini iyi değerlendiren Leknevı, 39 yıl gibi kssa ömründe, 120 kadar küçüklü büyüklü eser te'lif etmiştir,

Okuyucuya bilgi vermek açısından telif ettiği eserle­rin adlarını vermeyi uygun gördüm.

 

1. Hadis İlmi ile İlgili Eserleri

 

  1. et-Ta'lîku'l-Mümecced alâ Muvatta'i Muhammed,
  2. Er-Raf u ve't-Tekmîl fi'l-Cerh-i ve't-Ta'dîl,
  3. Zaferu'l-Emânî bi Şerh-i Muhtasarı es-Seyyid eş-Şerif el- Cürcânî,
  4. El-Ecvibetü'l-Fadile li'L- Es'ileti'l-Aşereti'l-Kâmile,
  5. El- Asâru'l-Merfûa fi'l-Ahbari'L-Mevzûa,
  6. Hayru'l-Haber fi Ezan-ı Hayri'l-Beşer,
  7. Şerhu'l Hısnı-l-Hasîn,
  8. Zecru'n-Nâs ala İnkârı Eseri İbn Abbâs,

Hadis sahası dışındaki eserler ise özet olarak şunlardır,[26]

 

2. Fıkıh ve Fıkıh Usulü İle İlgili Eserleri

 

  1. Akâmu'n-Nefâis fi Edâi'l-Ezkâr bi Lisâni'l Fâris
  2. Cem'u'l-Gurerfi Reddi Nesri'd-Dürer
  3. el-Feleku'd-Devvâr fi Ru'yeti'l-Hilâl bi'n-Nehâr
  4. el-Fulku'l-Meşhûn   furta   Yeteallaku   bi   İntifâi'l-Mürtehin bi'l-Merhûn
  5. Gayetü'L-Mekâl fima Yeteallaku bi'n-Niâl
  6. Gaysu'l-Gamâm ala Havaşi İmamu'l-Kelâm
  7. Haşiyetü ala't-Tevzîh-i ve't-Telvîh
  8. 8. HaşiyetüVHidâye,
  9. Haşiyetün ale'l Câmii's-Sağîr
  10. el-Heshesetü bi-Nakzi'l-Vudûi bi"l-Kahkahati
  11. Hidâyetü'l-Mu'tedîn-ilâ Fethi'l-Muktedîn
  12. Husnu'l-Vilâye bi Halli Şerhi-l-Vikâye
  13. İfâdetü'l-Hayr fi'l-İstiyâk-ı bi Sivâki'l-Gayr
  14. el-İfsâh an Şehadeti'l Mereti fi'l İrza
  15. İhkâmüVKandera fi Ahkâmi'l-Besmele
  16. İkâmetü'l-Hucce  ala  Enne'l-İksara  fi't-Teabbudi Leyse bî Bid'ah
  17. İmâmu'l-   Kelâm   fi   ma   YeteaLlaku   bi'l-Kıraatı Hâtfe't-lfnâm
  18. el-İnsaf fi Hukmt'l-i'tikaf
  19. el-Kavlu'l Menşur fi HUal-i Hayri'ş-Şuhûr
  20. el-Kavlu'l-Câzim   fi   Sukuti'l-Haddi   bi   Nikahi'l-Mehârim
  21. el-Kavlu'l-eşref fi'l-Fethi mine'L-Mushaf
  22. el-Kavlu l-Mensûr IH-Kavli'l-Mensûr
  23. el-Kelâmu'l-Celîl fima Yeteallaku bi'l-Mindîl
  24. el-Kelâmü'l-Mebrûr fi Reddi'l-Kavli'l-Mansûr 25.el-Kelâmul-Mübrem fi Nakzi'l-Kavli'l-Muhakkıkı'lMuhkern
  25. Kûtü'l-Muğtezzîn bi Fethi'l-Muktedîn
  26. Mecmüatü'l-Fetâvâ
  27. Nefu'l-Müftî ve's-Sâil  bi  Cem"i  Müteferrikâti'l-Mesâi i
  28. Nuhbetü'l-Enzâr ala Tuhfeti'L-Ahyâr
  29. Nuzhetü'l-Fikri fi Sübhati'z-Zikri
  30. en-Nefhatü bi-Tahşiyeti'n-Nüzheti
  31. Red'ul-İhvân an Muhdesâti Ahir-i Cum'ati Rama­zân
  32. Raf'u's-Setri   an   Keyfiyyet-i  İdhâli'l-Meyyiti   ve Tevcîhihî ile'l-Kıbleti fi'L-Kabr
  33. es-Sa'yül-Meşkûr fi Reddi'l-Mezhebil-Me'sûr
  34. es-Siâye fi Keşfi Mâfi Şerhi'L-Vikâye
  35. Sibâhatü'l-Fikr fi'l-Cehr-i bi'z-Zikr
  36. et-Tahkıkul'Acîb fi't-Tesvîb
  37. et-Ta'Lik 'ale'l-Kavli'l-Câzim
  38. Ta'Likun ala Nûri'L-îmân bi Ziyareti Asâri Habîbu'r-Rahman
  39. Ta'likun ale'ş-Şerîfiyye Şerhu's-Sırâciyye
  40. Tedvîru'l-Fetek fi HusuLi'l-Cemâat-i bi'l-Cinni ve'l-Melek:
  41. Tervîhu'l-Cinân    bi   Teşrîhi'L-Hukmi    fi    Şurbi'd-Duhân
  42. Tuhfetu'l-Ahyâr fi İhyâ-i Sunnet-i Seyyidi'L-Ebrâr
  43. Tuhfetu'l-Kemele ala Havâşi Tuhfeti't-Talebe
  44. Tuhfetu'n-Nübela fi Cemâatin-Nhâ
  45. Tuhfetu's-Sikât fi TefâzHi'L-Lugat
  46. Tuhfetu't-Talebe fi Tahkik-i Meshi'r-Rakabe
  47. Umdetü'n-Nesâih fi Terki'l-Kabâih
  48. UmdetüV-Riâye fi Halli Şerhil-Vikâye
  49. Zaferu'l Enfâl ala Havaşi Gâyeti'l-Mekâl
  50. Zecru Erbabi'r-Reyyân an Şurbi'd- Duhan
  51. Zecru'ş-Şübbân eş-Şeybeti an İrtikabi'l-Gıybe

 

3. Ahlak ve Felsefe ile İlgili  Eserleri

 

  1. DefuVKelâl   an   TuLlâbi   Talikâtil-İkmâl   ale'l-Havaşi ez- Zâhidıyyeti'l-Müteallikati bi Haşiyeti't-Tehzîb li'l-Cetâl
  2. 2.  HaLlül-Mulak fi bahsi-UMechûli't-Mutlak
  3. 3. el-Haşiyetü Bediu'l-Mizân
  4. 4. el-Haşiyetü ala Şerhi't-Tehzîb li Abdillah el-Yezdı
  5. el-Haşiyetü   ala   Şerhi   Molla   Celâl   li    Kitabi Tehzîbi'l-Mantık
  6. el-Haşiyetü   ala   Şerhi'l-Mîbîziyyi   li   Hidâyeti'l-Hikme
  7. 7. el-Haşiyetü ale'ş-Şemsi'l-Bâziğa
  8. 8. Hidâyetü'l Verâ ila Livâi'l-Hüdâ :
  9. İlmu'l-Hüdâ ala Havaşi Nûr'i-l-Hudâ
  10. el-İfâdetüVHâtirah fi Mebhasi Nisbeti Süb'ü Arzın Şeîrah:
  11. el-Kelâmü'1-Metîn fi Tahrîri'l-Berâhîn
  12. el-Kelâmü'l-Vehbî fi Haili Ba'zı İbârâti-l-Kutbı
  13. Letâifü'l-Mustahsene  bi  Cem'i  Hutabi  Şuhûri's-Sene
  14. el-Meârif bima fi Havası Şerhi'l-Mevâkıf
  15. Mesâbini'd-Dücâ fi Livâi'l-Hüdâ
  16. Müfîdü'l-Hâizîn fi Cevâb men Redde ala Maîni'l-Gâisîn
  17. Müseyyiru't-Asîr fi Mebhasi'l-Müsennâti bi't-Tekrîr
  18. Nûr'ul-Hüdâ li Hamleti Livai'l-Hüdâ
  19. et-Ta'Likat ala Şerhi's-Sadri'ş-Şîrâzı li Hidâyeti'l-Hikme

2O.et-Ta'lîku'l   Acîb    Li    Halli    Haşiyeti'l-Celâl Mantiki't Tehzîb:

21 .Ta'lîku'l-Hamâil   ala   Ta'liki's-Seyyidi'z-Zahid el-Mütealliki bi Şerhi'L-Heyâkil

  1. Ta'likun ala Haşiyeti'z-Zahid Şerh'u't-Tehzîb li'd-Devvânî
  2. Ta'likun ala Havaşi'z-Zahid Ala Şerhi'l-Mevâkıf
  3. 24. Ta'likun     ala     Havaşi'z-Zahid     Ale'r-Risâleti'l-Kutbiyye

25.et-Ta'Uku'n-Nefîs ala Hutbetî Şerhi'l-Mû'ciz-ı li-nNetîs

  1. Tekmîletü Halli'n-Nefîs

 

4. Tarih, Teracim ve Siyer ile İlgili Eserleri

 

  1. Defu'l-Gavâye Ammen YutâHu Şerhe'l-Vikâye
  2. Derku'l-Meârib fi Şe'ni EbîTâlib
  3. Ferhatü'E-Müderrisîn     bi-Zikri'l-Müellefâti     ve'l-Müellifin
  4. el-Fevâıd'ul-Behiyye fi TerâcimiVHanefîyye
  5. Hasretü'l- Alem bi Vefâti Merciı'l-ALim
  6. Hayru'l-amel bi Zikri Terâcımi  Ulemâ'i  Ferengî Mahal
  7. îbrâzü1 l-Gayyîl-Vâkî fî ŞîfâiVAyy
  8. Mezîletü'd-Dirâye li Mukaddimeti'l-Hidâye
  9. Mukaddimetü Umdeti'r-Riâye fi Şerhi'l-Vikâye
  10. Akaddimetü'l-Hidâye :
  11. Mukadimetü't-Ta'lîki'l-Mümecced
  12. en-Nâfi'ut-Kebîr limen Yutâliu'lCârnia's-Sağîr
  13. 13. en-Nasîbu'l-Evfer   fi   Terâcimi    Ulemai'l-Mieti's-Sâüseti Aşer
  14. Risâletün fi Marifeti'l-Evail
  15. Risâletün    Uhrâ    fi    TerâcimTs-Sâbikîne    MinUlemâi'l-Hint
  16. et-Ta'lîkâtü's-Semyyeale'l-Fevaidi'l-Behiyye
  17. Tarbu't-Emasil bi-Teracirni'l-Efazil
  18. Tebsiratü'l-Besâir fi Ma'rifeti'l-Evâhir
  19. Tenbîh-u      Erbabi'l-Hıbrati      ala      MusâmahâtiMüeliifi'l-Hıttati
  20. 2Tezkiratü'r-Râşid bi Reddi Tebsırati'n-Nâkid

21.1'uhfetu'l-Emcâd bi Zikri Hayri'l-A'dâd

 

5. Akaid ile İlgili Eserleri

 

  1. 1. el-Ayâtü'l-Beyyınât    ala    Vucudi'l-Enbiyâ'i    fi't-Tabakât
  2. 2. Dâfful-Vesvâs fi Eseri İbfı Abbâs
  3. el-Haşiyetü ala Şerhi'l-Akaıdî'n-Nesefiyye
  4. el-Haşiyetü ala Havaşî-l-Hıyâlî ala Şerhi "I-Akaid

Kur'an ve sahih sünnete uyan bilgiyi her fırsatta sa­vunan Leknevî, doğru bilginin yayılması için zaman zaman çağdaşlarıyla münazaralar yapmış ve bu münazaralarda i-tidali elden bırakmamıştır.

İnsan fıtratının farklı yaratılmış olması, dinin, müphem ve mütesabih konularının farklı anlaşılmasına ve yorumlan­masına sebep olmuştur. İnsanlar yetiştikleri çevre, kültür ve bilginin sonucunda aynı delili kullanarak farklı sonuçlara ula­şabilmektedirler. İnsandaki doğruyu bulma çabası, anladığı­nın doğru olduğu bilinci ve bunu isbata çalışması insanlar a-rasında münazara ve tartışmalara sebep olmuştur.

Mezheplerin ihtilafını rahmet, kaynak ve delillerin faklı oluşunu da nimet olarak değerlendiren Leknevî reddiye yazmak, eserlerinde atıfta bulunmak veya karşılık­lı olarak çağdaşlarıyla münazaralarda bulunmak suretiyle doğru bildiği görüşleri isbata çalışmış, muhalifi olan insan­lara karşı edepli tavrını bozmamıştır.

Kuvvetli delil bulduğu zaman mezhebinin görüşünü terk etmesinden detayı kendisini taklitten çıkmakla itham edenlerden şikayetçi olmuş, insanların taklit ehli olmaktan ziyade tahkik ehli olmaları gerektiğine işaret etmiştir.[27] Âiimlerin Rasulullah'dan (s.a.v) ulaşan sahih görüşe uymaları gerektiğine de değinen [28] Leknevî, usul ve füruda Hanefî mezhebinden olmakla beraber mezhepte muteassıp da de­ğildir. Bir meselede imamının görüşüne sarih ve sahih delil­ler muhalefet ettiği zaman mutlak taklîdi terkeder, delil­lere tabi olurdu. Bu durumun taklîdi terk görünümünde taklîdin ta kendisi olduğuna inanan Leknevî, bunu şu cüm­leleriyle ifade etmektedir:

"Allah Teala'mn lütuflanndan biri de; beni ifrat ve tefrit arasında orta yolda kılmasıdır. 'Önüme gelen ve zıt görünen meselelerde orta yolu ararım. Fakihlerin görüşleri asla terkedilmez diyerek, şer'i delillere muhalefet eden bir konuda taklîd yolunu seçenlerden değilim. Bununla be­raber fıkhı tamamen terk edip fakihlere ithamda bulunan­lardan da değilim. [29]

"Allah Teala'mn lütuflarından bir diğeri de beni ha­dis ve fıkhu'l- hadis'e yömendirmesidir. Bir meselenin aslı ayet ve sahih hadise dayanmadığı zaman ona itimad et­mem. Apaçık sahih hadise ters düştüğü zaman da onu terkederirn. Bunda müetehidin mazur olduğuna hatta ecir aldığına kaniyim. Ancak avamın zihnini bulandıranlardan da değilim. Bilakisjnsanlara akıllarının kavrayabileceği şekii.de konuşurum. [30]

Sah Veliyyullah Dehlevi 'nin başlattığı hadisle amel fikrini benimseyen Leknevî, bu hususta haddi aşanlardan değildi. Bir meselede dehhnin kuvvetli olması sebebiyle imamının görüşünü terk eden kimseyi tan edenlerin âlime benzeyen avamlar oldu­ğunu, hatta hayvanlar gibi davranıp insanların zihnini bulandır­dıklarını belirterek ağır hakaretlerde de bulunmuştur.

İlimdeki otoritesi, saygınlığı dost düşman herkes ta rafından benimsenen Leknevî, "Müslümanların iyi (hasen) gördükleri Allah katında da iyi {hasen) din" haberi muci­bince sünnetin ihyası, bid'atlerin köreltilmesi [31] için çalışan son devir âlimlerinden bindir.

Hocası Muhammed Zahid el-Kevserî'nin tavsiyesi ü-zerine, Leknevî'nin eserlerinin birçoğunun tahkik ve tasni­fini gerçekleştiren Ebu Gudde, Leknevî'nin 39 sene gibi kı­sa Ömründe bu kad|$ telif ve tahkiki nasıl gerçekleştirdiği­ni anlamanın zorluğuna işaret ederek şöyle der :  "Eğer Ömrü telif ettiği sayfalara bölünse, insan bir günde telif ettiği  miktarı görünce hayrete düşer.  Kitapları mütala, tefkir, nesh, düzeltme, yeme, içme, uyuma, yolculuklar v.b. bu kısacık ömre nasıl sığdı? Fakat bilinmeli ki, Allah'ın, ilmin muhtevasını açıklamada, tahkik ve tedvinde zihinde karışık olan bilgileri zorlanmadan şüpheye düşmeden yazı­ya aktarmada kudret sahibi ve yetenekli kıldığı insanlar vardır.   Onların kendisi ve fikirleri ilmi doğru olarak akta­rırlar, yazılan da böyledir.  Böylece süzülmüş bal gibi orta­ya sağlam doğru bir eser çıkar. Bu Allah'ın dilediğine ver­diği bir lütuf dur. İşte İmam Leknevî onlardan bir gençtir. O, ilmin ve birçok faydalı telifin imamıdır, [32] Onunla, İmam Kevseri arasında üstün vasıf ve meziyet yönünden ilimde ince meselelerde, önemli telifler yazma bakımından bü­yük bir benzerlik olduğuna inanıyorum. [33]

Leknevînin talebesi Muhammed Abdulbâkî, hocasının hayatını anlattığı et-Tâcü'l-Mükellel adlı kitabının telifin­den bahsederken hocası hakkında şu ifadelere yer verir; " Bu kitap, âlemin hocası, sünneti hya eden, şeriat-ı garra sancağını yayan, kitabı her tarafta okunan, muhakkıklann, fikrinden faydalandıkları, Ebu'l-Hasenât el-Leknevînin ki­tabının bir tamamlayıciidır. [34]

Prof. Muhammed Erşed el-A'zamî en-Nedvî [35] ise Leknevî için şunları söyler: " Hindistanda, kütüphanelerin, ilmî kitaplarıyla zenginleştiği, İslâmi ilimlere büyük hiz­metler eden, ilim ve edep dünyasında asla unutulmayan birçok insan temayüz etmiş, ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları akademik araştırmacıların dahi yapamadığı ilmî çalışmaları, tahkikleri yapmışlardır. İşte Ebu'l-Hasenât Mu­hammed Abdulhay el-Leknevî bunlardan biridir O, büyük fakih, âlim ve yetenekli bir muhaddis, maharetli bir mü­derris, yeri dolduralamayan bir müellif, güzel yüzlü, par­lak biriydi. Kıvrak zekâlı, ilimlerde derya, şeriatın incelik­lerine vakıf, beliğ bir hatip, kabul edilen bir müfti, par­makla gösterilen ve fetvalanyla insanlar arasında tanınan, arkasında her zaman çeşitli bölge ve beldelerde ilim ve dine hizmet edecek seçkin talebelerin ulaşabilecekleri birçok eser bırakan biri idi. [36] Sonuç olarak o, zamanın ha­rikası ve Hindistamn iyi yetişmiş âlimlerindendir. İttifakla övgüye layık fazlından hiç tereddüt edilmeyen biriydi.[37]

Abdulhay el-Kettânî ise Leknevî'nin ilimdeki genişli­ğini şu cümlelerle ifade eder: O, Hind yarımadasındaki âmlerin en mükemmeli, en çok te'Eif edeni idi. Konulara vukufiyeti tam olup, hükme varmada insafı elden bırakmaz, orta yolu tercih ederdi. Eser yazmaya çok özen gösterir, yorgunluk nedir bilmezdi.[38]

Ebu'l-Hasen en-Nedvî ise: " 0, ilme susamışları kan­dıran, ilmi yayma da tecrübeli ve en iyisi olan fâzıl bir âlimdir. Birçok defalar meclisinde bulundum. O'nu parlak yüzlü, siyah gözlü, keskin bakışlı, seyrek sakallı, düz ve uzun saçlı, kıvrak ve keskin zekâlı buldum. Aklî ve naklî i-limlerde derya, mekasıd-ı şer'iyyeye vakıf, hükme varma­da ve problemli konulan çözmede mahir, Hind yarımada­sında fetva vermede tek şahsiyettir. Bu sebeple, her böl­genin ilim adamları tarafından celaletine işaret edilerek Rukban (başlıbaşına ilim) sıfatıyla anılır oldu. Usul ve furüda güçlü, sağlam ve güvenilir bilgisi vardı. Eğitimde başkalarının sahip olmadığı bir ustalığa sahipti. [39]Sonuç olarak o, zamanın harikalarından ve Hindistan'ın iyilerin-dendi. Tam manasıyla övgüye layık faziletli bîri- olduğunda herkes hemfikirdi. [40] diyerek, Leknevî' nin ilimdeki otori­tesine işaret etmektedir.

Ebu Gudde, Leknevînin büyüklüğüne işaret ederek şöyle demektedir " O, son devir âlimlerinin gururu, şere­fi, hakkı gözeten, muhakkıklann mükemmeli, muhaddis, fakiri, usulcu, mantıkçı, kelâma, tarihçi, araştırmacı ve eleştirmendir [41] Aklî ve naklî ilimlerde, bütün ilimlerin u-sul ve furûunda mahir, yetenekli bir âlimdir. [42]

Muhammed Zahid el-Kevserî'nin, İmam-ı Azam'ın mezhebini benimseyen muhaddislerden bahsederken Leknevî hakkında " Zamanın ahkâm hadislerini en iyi bi­lendi. [43] demesi ilimdeki üstünlüğünün bir göstergesidir.

Leknevînin en çok tartıştığı, aralarında çetin müna­zaraların olduğu Sıddık Hasan'ın, Leknevînin vefatında " Leknevî ölmedi, âlem öldü" diyerek üzüntüsünü dile ge­tirmesi, Leknevînin herkes tarafından saygınlığı kabul edi­len bir âlim olduğunu ortaya çıkarmaktadır.

Muhammed b. Abdullah b. Humeyd (v.1295/1878) [44] ise şöyle der: " O, bu zamanın harikası, Allah'ın insanlara gönderdiği bir nimettir. Onunla toplantıya katıldım. Onu hadisleri sunarken, fıkh-î delilleri kutlanırken, çeşitli ilim­leri tahkik ederken ve araştırırken yüzleri güldürecek se­vindirecek seviyede gördüm [45]

Muhaddis Muhammed Yusuf el-Bennürî (v. 1397/1977) ise: " O dirayet ve rivayet ilimlerin, aklî ve naklî ilimlerin arasını bulabilen rabbani âlimlerdendir. Ahlaklı, takva ve vera sahibi, ibadet ehli ve iyi bir rehberdir. [46]

Sonuç olarak; alimlerin Leknevî hakkında söyledikle­ri bu sözler, O'nun ne derece üstün meziyetlere sahip olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Ayrıca Abdürreşid İbrahim, Hindistana yaptığı seyahatinde Hindistandaki medreselerin azlığından bahsederken ff Her ne kadar medreseler az ise de hane ve camiilerde yetişmiş büyük âlimler vardır." diyerek bunlar arasında sadece Abdulhay ve Sıddık Hasan'ı zikretmesi [47] Leknevînin ne de­rece meşhur ve üstün olduğunu gözler önüne sermektedir.

 

1. BÖLÜM

 

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

 

Allah'a kendisini zikreden ve O'na şükredenlerin hamd ettikleri gibi hamd olsun. Peygamberlerin efendisi efendimiz Muhammed (s.a)'e, onun âl ve ashabına, kıya­mete kadar onlara ihsan ile tabi olanlara salât ve selam olsun.

39 sene dört ay kadar bir ömür süren Muhammed Abdulhay el-Leknevî (h.1264-1304)'nin "Sibâhatü'l-Fikr fi'l-Cehri bi'z-Zikr" adlı bu latif kitabı, içerdiği konu ba­kımından çok faydalı bir eserdir. Müellif, aralarında irili-ufaklı kitapların bulunduğu, önemli meseleleri ve zor mev­zuları içeren 12O [48] kadar eser telif etmiştir.

Leknevî merhum, ister son dönem imamlarından Ha­nefî mezhebine ait olsun, ister diğer mezheplere ait olsun ya da hassas konularda telif ettiği eserlerin hepsinde iti­dal, insaf, dikkat, araştırma, konuyu derinlemesine ince­leme ve kapsamlı olarak işlemesiyle tanınmıştır. Bu ne­denle de âlimler onun eserlerini hüsn-ü kabul ile karşılamışlar, övgü ve takdirlerini sunmuşlardır.

Ben bundan önce, Leknevî'nin, hadis ilminde, pek çok hakiki âlim olmasına ve bu güne kadar uzun bir dönem geçmesine rağmen alanında telif ettiği ilk ve tek kitap o-lan f(er-Raf-u ve't-Tekmîl fi'l-Cerh-i ve't-Ta'dîl" adlı kita­bında onun hayatını uzunca yazdım. Bu mümtaz, dahî mü­ellif hakkında daha geniş malumat isteyen okuyucunun anılan kitaba bakmasını tavsiye ederim.

Cehri zikir konusunda daha önce İmam Suyûtî "Netîcetü'l-fikr fi'l-Cehri bi'z-Zikr" adında bir eser telif etmişti. Leknevî bu eseri mutala etmiş ve incelemiştir. Bu eser pek çok kere İmam Suyûtî'nin "el-Havî li'l-Fetâvâ" adlı eserin 2. cildiyle beraber basılmıştır.

Fakat İmam Leknevî'nin bu eseri, daha geniş, daha titiz, derti toplu, bir bütün halinde hazırlanmıştır. Leknevî bu eserde cehr ve sırrın tariflerini araştırmış, cehri zikri kabul eden ve etmeyenlerin delillerini ve bunlara verilen cevapları zikretmiştir. Bu konulan gücü nispetinde derin­lemesine ve geride araştırma yapmaya gerek kalmayacak şekilde incelemiştir. Daha sonra da görüleceği gibi cehrin müstehap olduğu alanları delilleriyle beraber ayrıca cehri zikrin caiz ve mekruh olduğu yerleri okuyucunun istifade­sine sunmuştur.

Leknevî'nin bu eseri, Hindistan'da eski hind taş baskı­sı olarak dört defa basılmıştır. İlk baskısı müellif hayatta i-ken h.13G3 senesinde Hindistan Leknev'de Debdebe-i Ahmediyye Matbaasında Onun "Mecmuatu'r-Resâili's-Sitte" adıyla bilinen kıymetli, nadir risaleleri arasında yapılmış­tır. Bu risaleler şu eserlerden oluşmaktadır.

1- el-Heshesetü bi Nakzi'l-Vuzüi bi'l-Kahkaha

2- Hayru'l-Haberi fi Ezani Hayri'l-Beşer

3- Sibahatü'l-Fikr fi'l-Cehri bi'z-Zikr

4- en-Nâfiu'UKebîr limen Yutâliu'l-Câmia's-Sağîr (Yani Muhammed b.el-Hasen eş-Şeybânî'nin Câmiu's-Sağîr'i)

5- Raf'u's-Sitr an Keyyfiyyeti  İdhâli'l-Meyyiti fi'l-Kabr

6- Tarabu'l-Emasil bi Teracimi'l-Efâdil

İkincisi yine Leknev'de h.1320 yılında Yusuff Matbaa­sında, sonraki baskıları ise h.1322 ve h.1340 yıllarında aynı matbaada gerçekleşmiştir. Ancak bu son baskısında pek çok hata ve eksiklikler vardır. Bu eksiklik ve hataları tas­hih ederek yeniden baskıya hazırlıyorum. Bu eserin bütün baskıları yaklaşık 60 yıldır tükenmiş durumda, elde etmek oldukça zordur ve çok az bir bölümü de arap ülkelerine ulaşmıştır.

Baskısının azlığı ve elde etmenin zorluğu nedeniyle de bu ve diğer eserlerini el yazma eserler arasında görmek mümkündür.

Ben de kitaptan istifadeyi artırmak için, Arap ülkele­rinde Leknevî'nin eserlerinin bünyesinde kitabın parıl parıl net harflerle, güzel bir baskı ve layık olduğu şekilde ayrıca veciz, kısa ve özlü notlar ekleyerek baskısını uygun gör­düm. Kitabı okurken imkân ölçüsünde konunun önemine binaen hadislerin tahricini, sahih ve zayıflık yönünden de­recesini belirttim. Çünkü bu, araştırmanın temel direğidir. İşin fıkhi boyutunu fıkıh kitaplarına bırakmayı uygun gör­düm.

Okuma ve anlamada kolaylık olsun diye pek çok iba­reyi harekelendirdim, cümleleri birbirinden ayırdım. Ayrı­ca elinizdeki bu risalede aşağıdaki konulara ait bilgiler erdim.

 

Meşru Olan Ve Olmayan Zikirle Alakalı Birkaç Söz

 

Allah Teala'yı dil veya kalple zikretmek; müminlerin kalplerini ferahlatan, nefisleri sükunete erdiren, kalpler­deki maraz, üzüntü, keder ve sıkıntılardan kurtaran, salih amel ve hasenatlar arasında değeri yüce olan bir ibadettir.

Bu sebepledir ki Allah Teala mü'min kullarına "Ey inananlar, Allah'ı çok anın ve O'nu sabah akşam teşbih edin [49] buyurarak kendini zikretmelerini emretmiştir.

Yine bu sebepledir ki Ebu Hureyre'nin (r.a)'nin riva­yet ettiğine göre Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Kim bir mecliste bulunur ve orada Allah'ı zikretmezse o kişiye Allah'tan bir hüsran ve pişmanlık verilir.[50] Yine kim Allah'ı zikretmeden kalkarsa o kişiye Allah'tan bir hüsran ve pişmanlık verilir. Yine kim yatağına yatar ve Allah'ı zikretmezse o kişiye Allah'tan bir hüsran ve pişmanlık ve­rilir. [51]

Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.a)'den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Bir mecliste oturup da Allah'ı zikretmeyen bir topluluk yoktur ki kıyamet gününde hüsrana uğramasın.[52]

Ebu'd-Derda (r.a)'dan rivayet edildiğine göre Pey­gamberimiz (s.a.v): "Size amellerinizin en hayırlısını, Al­lah katında en temiz olanım, derecenizi en iyi yükselteni, sizin için altın ve gümüş infak etmekten,'düşmanla karşıla­şıp ölmeniz veya öldürmenizden daha hayırlı olanını haber vereyim mi?" buyurdu. Sahabe: "O nedir ya Rasulallah?" dediklerinde; "Allah Tealayı zikretmektir." buyurdular.

Muaz b. Cebel (r.a)'da buyurdu ki: "Allah'ın azabın­dan zikirden daha başka kurtarıcı hiç bîr şey yoktur. [53]

İbnu'l-Kayyırn (rh.a) Zâdü'l-Meâd'da "Rasulullahın zikirde takip ettiği yol" bahsinde şöyle buyurmaktadır: "Rasululiah (s.a.v), Allah'ı (c.c.) zikir bakımından mahlû-katın en mükemmeli idi. Onun bütün sözleri AUah'ı(c.c) zikirdi, boş şeyler değildi. Ümmetine olan emir ve yasakla­rı, koyduğu hükümler Allah Teala'yı zikirden bir parçaydı. Onun, Rabbin isimleri, sıfatları, hükümleri, fiilleri, vaad ve azabını bildirmesi, O'na dua etmesi, ümmetini teşvik ve uyarısı zikirden bir parçadır. Susması ve sessizliği Al­lah'ı (c.c.) kalbiyle zikretmesidir. O, her zaman ve her halde Allah Tealayı zikrederdi. Otururken, kalkarken, ya­tarken, yürürken, binerken, inerken, seferde ve hazarda iken, yaşantısının her anında Allah'ı zikirle meşgul idi. [54]

Allah Tealayı zikir sahası çok geniş olup, hayatın bü­tün yönlerini kapsamaktadır. Zikir, insanın amellerinde, konuşmasında, susmasında, gizli ve aşikâr, ister yalnız is­ter cemaatle olsun her anında mevcuttur. Edep ve şartla­rına uygun olması durumunda bunların hepsi meşrudur.

Alimlerin bir kısmı, ister münferid olsun, ister ce­maatle olsun cehri zikrin yasak oluşuna hükmetmişlerdir. Fakat İmam Leknevî'nin bu kitapta, ondan önce de Suyutî'nin araştırıp benimsedikleri gibi bu hususta doğru olan, usullere uygun olması şartıyla caiz ve meşru olması­dır. Bilinmeli ki bu iki âlimin yazıp benimsedikleri durum, meşru elan zikir hakkındadır. Ama bazı insanların tertipli ve düzenli hareketlerle, hoş, coşturucu sözlerle, atlayıp sıçrayarak, ileri-geri gidip gelerek yaptıkları zikir yasakla­nan zikirdir. Akl-ı selim bundan nefret eder. Allah'tan kor­kan bir kalp bundan kaçınır. Büyük tabiî Said b. el-Müseyyib'in de dediği gibi Kalp Allah'tan korkarsa azalan da korkar."

Bu zikir, selefi salihin döneminde, hayrı bilinen asır­da yaşayan selefin yaptığı zikir değildir. Bu sıçrama ve ha­reketleri, "Düşüncemizi Allah'tan başka şeylerle meşgul etmeyi önlemek içindir" gibi basit açıklamalarla irdelemek ve haklı çıkarmak hiç de uygun değildir. Böyle bir açıklama selefin yaşantısına göre reddedilmiştir. Halbuki onlar dü­şünce ve kalplerini korumada ve onları Allah ile meşgul kılmada bizden daha çok hırslı idiler. Onlar böyle yapma­dılar. Hatta onlara bu şekildeki zikir anlatıldığı vakit onu şiddetle reddettiler. Bunlar kendilerine tabi olunan ve mü­racaat edilen imamlanmızdandır. İşte onların sözlerinden Özetle bir demet sunalım:

İmam Buharî, İslam ehli için bayramın sünnetleri bö­lümünde Hz. Aişe {r.anha)'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Yanımda Ensar'dan iki cariye, Ensar'ın yevmi buas'da söyleye geldikleri sözleri (Buas harbi üzerine düzülmüş hamasi türküleri) nağmeli söylerken Ebu Bekir içeri girdi. Hâlbuki bu iki cariye şarkıcı da değillerdi.[55]

Hafız İbn Hacer "Mutasavvıflardan bir kısmı yanımda şarkı söyleyen iki cariye vardı" hadisini delil göstererek is­ter aletle ister aletsiz olsun musikî söylemenin ve dinle­menin mubah olduğunu söylemişlerdir. Halbuki Hz. Aişe'nin "Bu iki cariye şarkıcı değildi." sözü bu görüşün reddine kâfidir ve lafızla isbat olan bu hüküm mana yoluy­la çürütülmüştür. Çünkü "Gına" kelimesi sesi yükseltmek anlamına geldiği gibi, Arapların nasbe dedikleri şarkı, terennüm anlamına ayrıca kervanbaşının söylediği nağmeli söz anlamına da gelir ve bunları söyleyen­lere de şarkıcı denmez. Şarkıcı, çeşitli söz ve fuhşiyyatı içeren sözleri parça parça, canlı, heyecan verici ve eğlendirici bir şekilde ahenkli olarak söyleyen kimseye denir.

Muhaddis Ebu'l-Abbas b. Amr el-Kurtubî (Sahih-i Müslim sarihi, Müfessir Kurtubî'nin hocası) şöyle demekte­dir: Aişe (r.anha)'ın "O ikisi şarkıcı değildi" sözü "onlar şarkıcıların bildikleri şarkıları bilenlerden değildi" anla­mındadır. Bu ise Hz. Aişe'nin, tanınmış şarkıcıların mutad olarak ahenkli bir şekilde söyledikleri, insanları coşturan ve oynatan şarkılardan sakındırması anlamına gelmektedir.

Bu tür şarkılar kadının güzelliğini anlatan, içki vb. haram olan konulan içeren şiirlerden oluşursa bunun ha­ram oluşunda herhangi bir ihtilaf yoktur.

Mutasavvıfların bu konuda sürekli yapa geldikleri şey ise haram olduğunda ihtilaf edilmeyen kabilindendir. Bu­nunla beraber, şehevi arzularına bürünenler, hayra yönel­mek isteyenlerden daha çok ortaya çıkmaktadır. Hatta bunların çoğu mecnun ve çocuksu hareketler göstermeye başlıyor öyle ki çeşit çeşit parça parça uyduruk hareketleri ard arda ekleyerek raks ediyorlar. Bu durum, bir kısım yüzsüz, arsız gurubun bunu Allah'a yaklaşmak ayrıca Salih Amel olarak nitelendirmesine, böylece iyi yüce hallere erecekleri gibi bir görüşe kapılmalarına kadar gidi­yor. Halbuki bunun, zındıkların işleri, sahtekârların sözleri olduğu apaçık bir gerçektir. Allah yardımcımız olsun. [56]

Hafız İbn Hacer bu açıklamanın ardından, bunların görüşlerinin aksini söylemek daha doğru olur, "İyi, yüce hallere erecekleri" cümlesini "kötü, adi hallere (isi») erecekleri" diye okumak daha uygundur demektedir.

Bakınız şair, bu durumda olanların söz ve davranışla­rının kötülüğünü şu cümlelerle ifade ediyor.

Allah, benim için el çırp, türkü söyle mi diyor Bilmiyorum de, sonrada raksı zikir diye adlandır." İmam Kadı İyaz, İmam Mâlik (ra)'ın hayatını anlatır­ken şu cümlelere yer vermiştir: "Tinnusî şöyle anlatmıştır: "Biz, İmam Mâlik ashabıyla beraberken yanında idik. Ora­da bulunan Nasibin ehlinden bir adam şöyle dedi: Bizim oralarda kendilerine sufi denilen bir gurup var. Bunlar çok yer, kaside söyler sonra da kalkar raks ederler. Kimdir bunlar, nedir bunların durumu? Bunun üzerine İmam Mâlik: Onlar çocuk mu? diye sorunca adam, hayır cevabını verdi. Peki, mecnunlar mı? Adam yine hayır, onlar meşayıh guru­bundan olduklarını söyleyen akıllı kimselerdir. Bunun üze­rine İmam Mâlik: İslam ehli arasında hiç kimsenin böyle davrandığını asla duymadım, deyince adam; Hem iyi yiyorlar sonra da kalkıp şevk ve azametle raks ediyorlar. Kimi başını, kimi yüzünü çarpıştırıyor."dedi. Bu sefer İmam Mâlik güldü ve kalkıp evine girdi. İmam Mâlik'in as­habı, bu adama dönerek; Ne yaptın, arkadaşımıza uğursuz­luk getirdin, biz otuz küsur yıldır beraberiz, onu bu günün dışında asla böyle gülerken görmedik [57] dediler.

Mutasavvıf, müfessir Kurtubî, Enfal Sûresi'nin başın­daki: "Mü'minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğu zaman (o ayetler onların) imanlarını artırır ve (onlar) Rab-lerine tevekkül ederler [58] ayetinin tefsirini yaparken şu açıklamaya yer verir; Bu ayeti kerimede Allah Teala mü­minleri, kendini zikrederken korku ve ürperme ile vasıf­landırıyor ve bunu imanın kuvveti, Rabbin rızasını gözetme olarak sayıyor.

Yine "(Ey Muhammed) o alçak gönüllü, saygılı, sa­mimi insanları müjdele. Onlar ki Allah anıldığı zaman kalp­leri titrer. [59] ayeti ile "...Kalpleri, Allah'ı anmakla yatı­şır.[60] ayetinde de durum böyledir. Bu ancak imân-ı kâmil ve kalbin güvenilirliği ile gerçekleşir. Ayette geçen Allah'ın azabından korkma, ürpermedir. Bu nedenle her­hangi bir tezatlık yoktur.

Allah Teala bu her iki manayı yani kalplerin Al­lah'tan korkmakla beraber, Allah'a olan güven ve yakınlık­tan dolayı sükunete ermesini "Allah, sözün en güzelini (Kur'an ayetlerini güzellikle) birbirine benzer, ikişerli bir kitap halinde indirdi. Rablerinden korkanların, ondan deri­leri ürperir. (Ondaki müjde ve tehdidi duyunca tüyleri di­ken diken olur, sonra Allah'ın feyzi içine dolar, huzura ererler), sonra derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine yumu­şar..[61]   ayetinde toplamıştır.

Bu ise Allah'ı bilen ariflerin, güç, kuvvet ve cezasın­dan korkanların halidir. Yoksa cahil avamın, bid'atçilerin yaptıkları gibi bağırma, böğürme ve eşek anırmasına ben­zeyen ses çıkarmaları değildir. Bunlarla meşgul olup da bunu vecd ve huşu hali zannedenlere böyle yapmakla siz Allah'ı tanıma, O'ndan korkma ve O'nun azametini tazim konusunda ne Rasulullah'ın ve ne de ashabının haline ula­şamazsınız demekten başka yol yoktur.

Bununla beraber vaazlarda onların hali, Allah'ı an­lama, Allah korkusu sebebiyle ağlama olarak tanımlanır. Bunun için Allah Teala marifetullah sahibi kişilerin zikri î-şitmeleri ve Kur'an okumaları anındaki hallerini şöyle an­latıyor: "Rasule indirilen (Kur'an)'ı dinledikleri zaman, bildikleri gerçeklerden dolayı gözlerinin yaşla dolup taştı­ğını görürsün, derler ki; Rabbimiz, inandık, bizi şahitlerle beraber yaz!" [62]

İşte bu onların hali ve doktrinleridir. Bu şekilde dav­ranmayan, onların yoluna tabi olmamış sayılır. Dileyen on­ların yolunu takip etsin. Kim de mecnun ve delilerin halle­riyle meşgul olursa o.kişi en basit, adi hareketi sergilemiş olur. Hayret vericidir ki çok garip şeyler var şu dünyada.

Müslim, Enes b. Mâlik (r.a)'dan şöyle rivayet etmiş­tir; insanlar Peygamber (s.a.v.)'e çeşitli konularda soru sorarlardı. Bunu o kadar artırdılar ki bir gün Peygamberi­miz (s.a.v.) yanımıza geldi ve minbere çıkarak; "Bu ma­kamda durduğum sürece size açıklayacağım konulardan di­lediğinizi sorun, bunun dışında soru sormayın". Sahabe bunu duyunca sessiz donup kaldılar ve bu hitabın, vefatı­nın habercisi olmasından korktular. Enes (r.a); bu esnada başımı sağa sola çevirdim, bir de baktım ki bütün insanlar başlarını ellerinin içine gömmüşler, ağlıyorlar..." demekte­dir. [63]

Tirmizî'nin Irbad b. Sariye'den sahih olarak rivayet ettiğine göre o "Rasulullah (s.a.v) bize öyle bir vaaz eder­di ki gözlerden yaşlar akar, kalpler ürperirdi. [64] demiştir. "Bağırırdık, raks ederdik, depinirdik, dansözün yaptığı gibi ayaklarımızı yere vururduk veya kalkırdık dememiştir. [65]

Hanefi Fakih Ahmet Tahtâvî, Şürünbulâlt'nin "Merakı'l-Felâh'ının haşiyesinde "Muktedî (imama uyan), imam­dan sonra neler yapar" bölümünün sonunda şu cümlelere yer vermektedir; "Kendini mutasavvıf zanneden bazıları­nın yaptıkları gibi raks etmek, alkış tutmak, bağırmak, ne-fesli çalgı, zil veya saz çalmak icma ile haramdır. Çünkü bunlar kâfirlerin stilidir. Yani onların alameti ve işleridir."

Abdulfettah Ebu Gudde olarak ben de derim ki; keş­ke bu zikredenlerki bunlar bu ahengli hareketler en azın­dan mubahtır derler- alimlerimizin haram olduğunu söy­lemelerine rağmen bu hareketleri yapmasalardı da âlimlerimizin bu yasak ve haramdır sözlerine itibar etselerdi. Böylece bu hareket ve davranışları sergileme tehlikesi de ortadan kalkmış olurdu. Âlimlerimizin haramdır dedikleri bir konuda ondan uzak durmak suretiyle bu tür hareketlen de terk etmiş olurlardı. Zaten mutasavvıflar kendilerinin de ifade ettikleri gibi, şüpheli şeylerden sakınır, mekruh olana düşmek korkusuyla haramların yanında mubah olan hususların bir kısmını da terk etmektedirler. Bilinmeli ki Allah hidayete ermek isteyene doğru yolu gösterendir. Rabbim bizi sevdiği ve razı olduğu o hidayet yoluna iletsin. Sonuç olarak; Allah Teala'dan bu kitabı faydalı kıl­masını, böylece bu ümmet içerisinde Allah'ı zikreden ka­dın ve erkeklerin sayısını artırmasını, bu kitabın müellifini affetmesini, merhamet etmesini ve razı olmasını ayrıca bizi, anne babamızı, şeyhlerimizi (hocalarımızı) ve bütün Müslümanları bağışlamasını niyaz ediyorum. O Gafur'dur. Rahim'dir. Peygamberimiz (s.a.v)'e salât ve selam olsun. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a da hamd olsun.

1 Recep 1407

Riyad Abdulfettah Ebu Gudde

 

 

II. BÖLÜM

 

KUR'AN VE SÜNNET IŞIĞINDA CEHRİ ZİKİR

 

Giriş

 

Rahman (Esirgeyen) Ve Rahim (Bağışlayan) Allah'ın Adıyla

 

Kendini zikredenlere ve itaat edenlere büyük ikram­larda bulunan ve nimetini bol bol veren Allah'a hamd ve şükürler olsun. Ben, tevbeleri kabul edip bağışlayan Al­lah'tan başka ilah olmadığına, yüce ahlak sahibi Muhaım-med (s.a.v)'in O'nun kulu ye resulü olduğuna şahitlik ede­rim.

Rabbinin rahmetini arzulayan Ebu'l-Hasenât Mu-hammed Abdulhay el-Leknevî - Allah gizli ve açık bütün günahlarımı bağışlasın - olarak bana cehri zikrin caiz olup olmadığını sordular. Her ne kadar mekruhluğuna veya ha-ramlîğına hükmedenler olsa da arkadaşlarımıza, âlimleri­mizin çoğunluğunun haddi aşmamak şartıyla caiz olduğuna hükmettiklerini, bu konuda açık, sarih hadislerin bulundu­ğunu söyledim. Sonra bu konuda "Sibahatü'l-Fikr fi'l-Cehri bi'z-Zikr" adlı bu risaleyi yazdım.

Risalemi iki bölümden oluşturdum.

Birinci bölüm, bu konuda rivayet edilen hadislerden yola çıkarak Hanefi âlimlerimizin görüşleri doğrultusunda cehri zikrin hükmünü ele aldım.

İkinci bölümde ise; konuyla alakalı olduğunu umdu­ğum, cehrin kullanıldığı yerleri inceledim. Rabbimden beni doğruya ulaştırmasını dilerim.

 

Cehr Ve Sırr Kavram!

 

Yeri gelmişken cehr ve sırr'ın tanımı ile ilgili görüş­lere yer verelim; Âlimlerimiz cehr ve sırr'ın tarifinde üç görüşe ayrılmışlardır. Fakat kitaplarımızın çoğunda bun­lardan ikisi zikredilmektedir.

1- Kerhî ve bir kısım âlimlere [66] göre, cehr'in en alt derecesi, kişinin kendisinin duyması, sırr'ın en alt derecesi ise harflerin düzgün bir şekilde dil ile ifadesidir.

el-Cevheratü'n-Neyyira'da "Kudurî'nin "Eğer kişi namazını münferid olarak kılıyorsa, dilerse kendi işitecek kadar cehren okur" cümlesinin şerhinde "kendi işitecek kadar cehren okur" sözü cehrin tarifini vermektedir. Gizli okumadan maksat ise "harflerin dil ile ifadesidir" denil­miştir ki bu da Kerhı'nin görüşüdür. O'na göre cehrin en alt derecesi kişinin kendisinin duyması, en üst derecesi ise başkalarının duymasıdır. Bu ise ancak okuma ile gerçekle­şir. Çünkü "kıraat (okuma) dilin işidir, kulağın işi değildir" denilmektedir. [67]

Bedâî'de "Kerhî'nin sözü daha sahih ve kıyasa daha uygundur. İmam Muhammed'de namaz bahsinde buna işa­ret ederek "Dilerse içinden okur, dilerse kendisi işitecek kadar cehren okur" diyerek Kerhî'nin görüşünü benimse­miştir denilmektedir.

Gâyetü'l-Beyân'da ise şu görüşlere yer verilmiştir: "Kitabet (yazma) işi harflerin düzgün bir şekilde ifadesi ol­sa da kıraat (okuma) olarak adlandırılamaz. Çünkü kita­bette ses bulunmamaktadır" denilecek olursa, derim ki; Aslında bu Kerhî'nin sözüne itiraz değildir. Çünkü o zaten harflerin düzgün bir şekilde ifadesini sadece okumak ola­rak kabul etmemiş bilakis dil ve yazma ile de harflerin düzgün bir şekilde ifade edilebileceğini yazmanın ise dil yerine kalemle gerçekleşeceğini söylemiştir.

Yine, "kelam (söz), dilin ses ile yerine getirdiği iştir, harflerin ikamesi ise ses değildir", denilecek olursa, o za­man da derim ki; kelamın oluşmasını ses şartına bağlamak söyleyen kişiye göre kabul görür, başkalarını bağlamaz çünkü adam duymayabilir. Bununla birlikte kelam, dilsiz ve sükutla tezat oluşturur. Bu durumda ima ile mana ifade edilir ve sese de ihtiyaç duyulmaz."

Bil ki okuma her ne kadar dilin işi ise de onun olu­şumu da sözdür (kelamdır). Kelam ise harflerden oluşur. Harf ise ses ile ortaya çıkar, nefesle değil. Harfin sessiz olarak ortaya çıkması mahreç uzuvlarının imâsıdır ki bu, harf de değildir, kelam da değildir.

2- Fakih Ebu Cafer el- Hinduvânî ve İmam Ebu Bekir Muhammed b. Fazl'ın benimsedikleri görüşe göre cehr için başkalarının duyması şarttır. Cehrin en alt derecesi bir kişi de olsa başkalarının duyması gerekir. Sırrın en alt derecesi ise kişinin kendisinin duymasıdır. Sadece harflerin ortaya çıkışı sırr {gizli okuyuş) değildir. [68] Doğru olan da budur.

Fetava el-Hayriyye'de bu iki görüşe ait tanımlar zik­redildikten sonra şu bilgilere yer verilir: Alimlerin çoğu Hinduvânî'nin tanımını benimsediğinden "Tenviru'l-Ebsar'da geçen ifadeye güven duyuldu. Kudurî'nin tarifi ise Kerhî'nin tercih ettiği tarif olup hangisinin daha doğru olduğu konusunda âlimlerimiz ihtilaf etmişlerdir. Fakat Hinduvânî'nin tarifi, âlimlerimizden pek çoğunun benim­semesi sebebiyle daha doğru ve daha çok tercih edilen bir tanımdır.

İfadede geçen "başkaları" sözünden ne anlaşılması gerektiği konusunda da ihtilaf edilmiştir. Hinduvânfnin ta­rifinde geçen "Cehrin en alt derecesi başkalarının duyma-sıdır" cümlesinde bu "başkalarından maksat nedir? Genel olarak zikrettiğimiz cümlelerde "başkaları" sözü bir kişi anlamına gelmektedir. Eğer iki kişi işitirse o zaman cehrin en üst derecelerinden olur. Ancak Salâti'l-Mesûdî"de, "İmamın cehren okuması ilk safa duyurması ile gerçekle­şir" "Hülasa" ve "Mücteba"da ise "cemaatin tamamına duyurması ile mümkündür" denilmektedir.

Camiu'r-Rumuz'da ise "Bu iki açıklama da boş değil­dir. Çünkü eğer cemaat çok olur da imam bütün cemaate duyuramazsa bu sefer gizli okumuş mu sayılacak?" denil­mektedir.

Nehru'l-Fâik'de ki açıklama ise şöyledir: "Hinduvânî'ye göre "Cehr başkalarının duymasıdır" sözü ile Hülasa'da geçen "Eğer sessiz namazlarda bir ya da iki kişinin duya­cağı şekilde okursa bu okuyuş cehr olmaz, çünkü cehr bü­tün cemaatin duymasıdır" sözü problem teşkil etmekte­dir."

Dürrü'l-Muhtar'da "Gizli'nin en alt derecesi kişinin kendisinin ve yanındakinin duymasıdır. Bir ya da iki kişinin duyması cehr değildir" der.

İbn Abidîn ise Reddü'l-Muhtar'da "ve yanındaki kişi" cümlesi gerekli bir açıklamadır. Kühüstanî ise "veya" kelimesinin kullanılarak "veya yanındaki kişi" ibaresinin daha açık bir ifade olduğunu söylemektedir. Buna göre cehrin en alt mertebesi yakınında olmayan kişilerin duyması demek gerekir. Bu nedenle "Hülâsa", "el-Haniyye"de Camiu's-Sağir'den naklen şöyle denmektedir. "İmam, sessiz okun­ması gereken namazlarda bir veya iki kişinin duyacağı şekil­de okursa bu cehr olmaz. Çünkü cehr, herkesin yani ilk saf­taki cemaatin tamamının duymasıdır. Yoksa Kühüstânî'nin Mesûdiyye'den naklettiği "İmamın cehren okuması ilk saf-takilerin duyması ile mümkündür" sözüne binaen bütün ce­maatin duyması anlamına kullanılmamalıdır." Böylece Hülasa'da geçen sözün de problem olmadığı ortaya çıkmış ol­du. Bu durum Hinduvânî'nin tanımı ile de tezathk oluş­turmamaktadır. Aksine-bunu biraz daha açıklayan geniş bir tanımdır. Bilindiği gibi sessizin, gizlinin en alt derecesi ki­şinin kendisinin veya yanındaki bir veya iki kişinin duyma-sıdır. Cehrin en alt derecesi ise yakınında olmayan, birinci saftaki insanlar gibi başkalarının duymasıdır. En üst mer­tebesinin ise sınırı yoktur."

Bahru'r-Raik'de "Hinduvânî'ye göre cehrin en alt derecesi sözün kişiye duyulmasıdır. Müctebâ'da bu açık­lamaya ilaveten "Kulağı ve yanındaki kişi duymadığı müd­detçe cehr gerçekleşmez" dediği nakledilmiştir.

Zehira'da Halvânî'nin en sahih tarif budur dediği nakledilmiştir. Fakat bunu dördüncü bir tarif olarak gör­mek gerekmez. Çünkü bu tanım Hinduvânî'nin ilk sözüdür. Sözün duyulması, genelde yakınında bulunan kişinin duy­ması anlamına gelmektedir.

Yine Zehira'da, Kâdî Alâuddin "Muhtelifatih'in şer­hinde şöyle demektedir: "Bana göre doğru olan çeşitli uy­gulamaları "duymak" için yeterli görmektir. Bazı durum­larda da başkalarının duymasını şart koşmak gereklidir. Mesela; alışverişte, müşteri satıcıya iyice yaklaşır ve hafif ses de olsa duyarsa bu alışveriş için yeterlidir. Satıcı eğer sadece kendi duyarsa bu ise yeterli değildir. Yine başkası ile konuşmayacağına yemin eden kimse, uzakta ve tenha­da kimsenin duyamayacağı şekilde birine bağırsa yeminini bozmuş olmaz. Yeminler bahsinde bunun delilleri sunul­muştur."

3- Bişru'l-Merîsî'nin [69] benimsediği bu görüşe göre kı­raatin (okuma) oluşabilmesi için duyulmasa da sesin çıkması gereklidir. Fakat genel olarak duyulması da şart ko­şulmaktadır.

Fethu'l-Kadir'de ise "Hinduvânî'nin tarifinde geçen "başkalarının duyması" sözünden maksat herhangi bir en­gel yoksa sesin oluşmasından sonra duyulması şeklinde an­laşılmalıdır.

Bişr ile Hinduvânî aynı tarifi benimsemişlerdir. An­cak yaptıkları tariflerden bu meselede üç görüş olduğu or­taya çıkmaktadır.

Kerhî; "Okuma, ses duyulmasa da harflerin ortaya çıkmasıdır" derken, Bişr, duyulmasını şart koşmuştur. Hinduvânî ise kendisi ve diğerlerinin duymasının gerekli olduğunu söylemektedir. "Halbetü'l-Muhallî ve "Bahru'r-Raik"de de bu açıklamalara yer verilmektedir.

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

CEHRİ ZİKRİN HÜKMÜ

 

Alimlerimiz bu konuda farklı görüşlere sahiptirler, caiz olduğunu söyleyenler olduğu gibi, haram, mekruh ol­duğunu söyleyenler ile hakkında açık şer'i delil bulunanın dışındaki cehrin bid'at olduğunu söyleyenler de vardır. Şimdi bu görüşlere yer verelim.

Hidaye'de teşrik tekbirleri bölümünde şu açıklamaya yer verilmiştir; "Ebu Hanife'ye göre teşrik tekbirleri arefe günü sabah namazından sonra başlar. Kurban bayramının birinci günü ikindi namazından sonra biter. Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre ise teşrik günlerinin (kurban bayramının dördüncü gününe kadar) ikindi namazından sonra biter. Sahabe arasında da farklı uygulamalar mevcuttur. İmam Muhammed ve Ebu Yusuf ihtiyat ve temkinli davranıp Hz. Ali'nin rivayetini esas alarak çok olanla hükmetmişlerdir. Ebu Hanife ise İbn Mes'ud'dan gelen rivayeti esas alarak az ile hükmetmiştir. Çünkü ona göre tekbiri sesli, açıktan getirmek bid'attir."

Fethu'l-Kadir'de ise "Ramazan bayramında yolda a-çıktan, sesli tekbir getirilmez" sözünden tekbir getirilme­yeceği anlaşılmamalıdır. Burada cehren tekbir getirilme­yeceğinden bahsedilmektedir. Çünkü tekbir Allah'ı zikret­mektir, yasaklanamaz. İmam Muhammed ve Ebu Yusuf'a göre Kurban bayramında olduğu gibi Ramazan bayramında da cehren tekbir getirilir. Ebu Hanife ise getirilemeyece­ğini söylemektedir.

Hülasa'da tekbirin varlığı konusundaki tartışma yer­sizdir. Çünkü hiçbir zaman Allah'ı zikirden kimse engellenemez. Asıl gereken, tekbirin bid'at olan yönünün tartışılmasıdır.

Ebu Hanife zikirde sesi yükseltmek ayetin özüne ters olduğu için bid'attır. Allah Teala "Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret, gafillerden olma.[70] buyurarak bu konudaki şer'i hükmü ortaya koymaktadır. Yine Kurban bayramı ile ilgili olarak "Sayılı günlerde Allah'ı anın (tekbir getirin) [71] ayetindeki "anmak", sadece Kurban günlerinde tekbir getir­mek anlamındadır ve bununla yetinmek gerekir.

Sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdi­ğinden dolayı Allah'ı tekbir etmenizi ister.[72] ayeti ile Darekutni'nin "Peygamber (s.a.v) Ramazan bayramında evinden çıkıp namazgaha varıncaya kadar tekbir getirirdi [73] şeklindeki rivayetine göre tekbir getirmeyi sınırlan­dırmak mümkün değildir denilecek otursa bilinmeli ki; bayram namazında tekbir zaten vardır. Ayette belirtilen durum, yolda ve bayramda tekbir getirmek meselesi değil­dir. Ayette, tekbir getirmenin bir emir olduğu ifade edil­mektedir.

Yukarıda zikredilen hadise gelince senedinde bulu­nan Musa b. Muhammed b. Ata el-Makdisi sebebiyle zayıf­tır. Bununla beraber hadiste Peygamberimizin, tekbiri ses­li getirdiğine dair bir bilgi de yoktur. Tartışma konusu da budur.

Evet Darekutnî, Nafi'den mevkuf olarak, "Abdullah b. Ömer Ramazan ve Kurban günlerinde sesli tekbir getirerek çıkardı [74] şeklinde rivayette bulunmuştur. Ancak Beyhakî, ibn Ömer'in bu rivayeti ile hükmedilmernesini, sahabe sözünün kesin hüküm bildiren ayetle karşilaştınlmaması gerektiğini söylemektedir. Çünkü Allah Teala "Rabbini içinden zikret [75]  buyurmaktadır.

Peygamber (s.a.v)'in "Zikrin en hayırlısı gizli olanı­dır [76] hadisi İbn Abbas'ın; "Tekbir getiren bir gurup insanı işitip içlerinden birine, "İmam tekbir getirdi mi?" sorusuna "Hayır" cevabım alınca'"Öyleyse delirdi mi bunlar, biz Rasulullah (s.a.v. ) zamanında bu gibi durumlarla karşıla­şırdık da asla hiç kimse imamdan önce tekbir getirmezdi" sözüyle tezat oluşturmaktadır.

Gayetül-Beyan'da; "...tekbir getirmezdi" sözü, ceh­ren, sesii olarak tekbir getirmezlerdi dernektir. Çünkü tekbir güzel bir ibadet olup gizli olarak getirilmesinde hiç­bir ihtilaf da yoktur.

Ebu Bekir Razî, "Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin [77] ayeti ile Peygamberimiz (sav)in "Zikrin en hayırlısı gizli olanıdır" hadisine göre zikirde asıl olan gizli olması­dır. Kurban bayramında sesli tekbir getirilmesi hadislerle sabittir. Bu durum Ramazan bayramına mukayese edilemez. Çünkü cehr, asıl olanın hilafına bir durumdur." demektedir.

Aynî, "Binaye şerhu'l-Hidaye"de Ebu Bekir Râzi'nin "Âlimlerimizin, teşrik günleri ile Kurban bayraım dışında ancak düşman veya hırsızı korkutmak amacıyla ya da yan­gın ve korku gibi durumlarda sesli tekbir getirilir" dediklerini nakletmistir.

Dürrü'l-Muhtar'da namazı bozan ve mekruh olan hu­suslar bölümünde mescidlerin hükmü konusunda "Orada dilenmek haramdır, dilenciye vermek de mekruhtur. Eğer bir kimse zikretmek dışında yitiğini arar, yüksek sesle şiir söylerse haddi aşmış olur. Mescidde sadece öğretici kişi zi­kirde sesini yükseltebilir," denilmektedir.

Tealîki'l-Envâr'da [78] İbn Mesud'un mescidde yüksek ses­le "La ilahe illallah" diye tehlil getiren bir topluluğu görünce onlara, "Sizi bid'atçîler olarak görüyorum" deyip onların mescitten çıkarılmalarım emretmesi, Allah'ı yüksek sesle zik­retmenin uygun olmadığını göstermektedir" denilmiştir.

Ancak Allame Hıfnî, "Fazlu't-Tesbih ve't-Tehlil" adlı eserinde, "Zühd" adlı kitapta geçen "Ebu Vâil'in", bazıla­rı Abdullah b. Mesud'un zikri yasakladığını zannediyorlar, hâlbuki ben birçok kereler onunla beraber oturdum. O her meclisimizde Allah'ı yüksek sesle zikrederdi" sözüne da­yandırarak İbn Mesud'dan böyle bir rivayetin bulunmadığı­nı söylemektedir.

Yine Beyhakî'den rivayet edilen şu hadis zikirde sesi yükseltmeyi teşvik etmektedir; "Rasulullah (sav) mescidde yüksek sesle zikreden bir adama uğradı. Sahabeden biri; Ya RasuiaUah bu adamın riyakâr olmasından korkulur de­yince Rasulullah (sav) hayır yani Allah aşkının şid­detinden acı çektiği için inleyen kişidir [79] buyurmuştur.

Eğer düşünürsen bu durum zikirde sesi yükseltmenin caiz olduğunu ortaya koymaktadır.

Fetavâ el-Bezzaziye'de [80] el-Kadî, fetvasında şöyle demektedir: "Zikirde sesi yükseltmek haramdır. Çünkü ibn Mes'ud mescidde toplanıp sesli olarak "la ilahe illallah" diyen ve peygamber (sav)'e salât ve selam getiren bir top­luluğu işitti ve onlara "Biz Peygamber (sav) zamanında böyle yapmazdık. Sizi ancak bid'atçi olarak görüyorum" dedi. Bunun üzerine o topluluk hala zikre devam edince onları mescidden çıkardı.

"Allah'ın mescitlerinde, Allah'ın adının anılmasına engel olandan daha zalim kim vardır? [81] ayeti gereğince şayet cehri zikir mescidde olursa yasaklanamaz. İbn Mesud'un bu uygulaması da bu ayetle tezat oluşturmakta­dır.

Eğer mescidden çıkarma hadisesi gerçekten vuku bulmuş ise bu onların mescidde zikri ibadet kasdıyla yap­maları ve bunun bid'at olduğunu onlara bildirmek içindir. Bununla beraber caiz olan bir durum, gerekli görülen bir maslahat için yasaklanabilir. Veya caiz olmayan bir durum gerekli görülen bir maslahat gereği caiz (alınabilir. Nite­kim Rasulullah (sav) zaman zaman caiz olan durumları öğ­retmek için efdal olanı terk etmiştir.

Ayrıca Allah Teala "Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin [82] Yani ibadet ederek ihtiyaçlarınızı O'na sunun buyuruyor. Ayette geçen tazarru; boyun bükmek, yalvar­mak, hufye ise riya olmasın diye gizli davranmak demek­tir. "Çünkü o haddi aşanları sevmez. [83] ayeti ise Allah'dan başkasına yalvaran müşrikleri sevmez demektir.

Sahih-i Buharî'de rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav) tekbir getirirken sesini yükseltenlere: "Kendinize ayınız siz sağır veya olmayana dua etmiyorsunuz. Sizi du­yan ve size daha yakın olana dua ediyorsunuz [84] buyurmuştur.

Burada sesi yükseltmek de, bir maslahat, bir fayda olmadığı ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır. Yine bu olayın, bir savaş sırasında olması ve düşman tarafına sesi duyurrnamanın bir harp hilesi olduğundan Peygamber (sav) böyle istemiş olabilir. Bu sebeple harpte zil çalmak da ya­saklanmıştır.

Zikirde sesi yükseltmek ezan, hutbe ve hac'da caiz­dir. Teşrik tekbirlerinin sesli olarak getirilip getirilemeye­ceği konusunda ihtilaf edilmiştir. Ayrıca teşrik tekbirlerini sesli olarak getirmenin bid'at olduğuna işaret eden bir durum da yoktur. Bunun zaid sünnet olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Nasıl ki Öğlenin ilk sünnetini bir selamla mı yoksa iki selamla mı kılmak daha faziletlidir konusunda tek selamla kılmanın faziletli oluşu iki selamla kılmanın bid'at veya haram olduğu anlamını taşımazsa sesli tekbir getirmek de böyledir. Sessiz tekbir getirmenin daha fazi­letli oluşu sesli tekbir getirmenin mekruh veya haram ol­masını gerektirmez.

Fetavayi Hayriyye'de "Dımeşk âlimlerinden Şehy İb­rahim'e; tasavvuf erbabının, seleflerinin âdeti üzerine mescidde zikir halkası oluşturup sesli zikir yapmaları ve tasavvufî kasideler söylemeleri ve buna mukabil bir kısmı­nın kaside söylemek, zikirde sesi yükseltmek caiz değildir diyerek bunlara itiraz etmeleri şer'i şerife uygun bir dav­ranış mıdır diye sorulması üzerine o; zikir halkaları oluş­turmak, sesli zikir ve kaside söylemek hadis-i şeriflerde tavsiye edilen bir durumdur. Hadis-i şerifte "Benî bir top­lulukta zikredeni ben de onlardan daha hayırlı bir toplu­lukta zikrederim" Duyurulmuştur. [85] Hadiste geçen "toplulukta zikir", ancak cehren, sesli olur. Yine zikir halkası ve meleklerin onları tavaf etmeleri pek çok hadiste belirtil­mektedir.

Kur'an'ı sesli ve. gizli okumayı tavsiye eden hadisler olduğu gibi burada gizli zikri tavsiye eden hadisler de vardır. Bu farklı rivayetlere göre hüküm şahıslara ve durumla­ra göre değişebilir.

Cehri zikir "Zikrin en hayırlısı gizli olanıdır [86] hadisi­ne muhalif değildir. Çünkü burada gizlilik, riya olmasından korkulduğu veya namaz kılanı ya da uyuyanı rahatsız ede­bileceği endişesiyle tavsiye edilmiştir.

Âlimlerden bir kısmı sesli zikri daha faziletli görmüş­ler ve her ikisi de (sesli ve gizli) zikir olmakla beraber sesli zikrin dinleyenlere fayda sağlaması ve zikredenin kalbinin uyanmasına vesile olması bakımından çok daha etkili oldu­ğunu söylemişlerdir.

"Rabbini içinden zikret..[87] ayeti, gizli okumayı tav­siye eden "Namazında pek bağırma, pek de sesini gizle­me [88] ayetinde olduğu gibi Mekkî (Mekke'de inen) ayetler­den olup müşrikler işitip Kur'an'a ve onu indirene (Al­lah'a) sövmesinler diye nazil olmuştur.

Mâli kî âlimlerden bir kısmı ve İbn Cerîr; "Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susunuz [89] ayeti ile bağ­lantı kurarak ayette zikrin gizli olmasının tavsiye edilmesi "okunan Kur'an'a hürmet ve ta'zimden dolayıdır" diye yorumlamışlardır.

Tasavvuf büyükleri; "Ayetteki bu emir Peygamber (s.a.v) içindir. Kalp vesvese, basit ve âdi düşüncelerin ha­tıra geldiği bir yerdir. İnsanların kalplerindeki bu vesvese ve kötü düşünceleri defetmenin en iyi yolu sesli zikirdir" demişlerdir.

Yine Bezzâr'dan rivayet edilen "Sizden her kim gece namazı kılarken okuyuşunu sesli yapsın. Çünkü melekler onun namazının kabulü için dua ederler ve Kur'an okuyuşunu dinlerler [90] hadisini de delil olarak kabul etmişlerdir.

"Allah aşın gidenleri sevmez [91] ayetindeki aşırı git­me "emredilenin dışında hareket edip haddi aşmak" de­mektir. Bu ise asla kabul edilemez. Asıl olan cehrî (sesli) ve sırrî (gizli) zikir konusunda rivayet edilen delilleri aşırı­ya gitmeden orta noktada birleştirmektir.

"Haniyye"deki "Peygamberimizin 'Zikrin en hayırlısı gizli olanıdır' hadisine istinaden zikirde sesi yükseltmek haramdır" açıklamasına gelince, burada yasaklanan zikir, dinleyene zarar veren, haddi aşan sesli zikirdir.

Eşbâh'da ve Gayetü'l-Beyân'da "Cehren (sesli) tek­bir getirmek ancak Kurban bayramında, arefe gününde, düşman veya yol keseni uyarmada, yangın veya korkulu durumlarda getirilir" denilmektedir.

Tahavî, Marakı'l-Felâh Haşiyesinde "Gizli zikrin fazi­leti konusunda ihtiiaf edilmiştir. Bazıları bu konuda riva­yet edilen hadislere göre gizli zikir daha faziletlidir derken diğer bazıları da sesli zikir konusunda rivayet edilen hadis­lerin daha çok olmasını delil göstererek sesli zikrin daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Fakat bu hüküm, şahıs ve durumlarına göre farklılık gösterebilir" demektedir.

Bahru'r-Raik'de Ramazan bayramında yolda tekbir getirme bölümünde Fethu'l-Kadir'de geçen ibareyi naklettikten sonra; "Sonuç olarak bazı vakitler hariç her zaman sesli tekbir getirmek bid'attir" denilmiştir.

Kazı Han "Fetava" adlı eserinde ayrıca Musaffa adlı diğer bir kitapda cehri zikrin mekruh olduğu açıklanmıştır.

Fetava el-AUamiyye'de "Mutasavvıfın zikirde sesi yük­seltmesi ve el çırpması yasaktır. Aynî, Tuhfe'nin şerhinde bunun haram olduğunu söylemiştir ve bu şekilde davranan­ların kendilerini mutasavvıf zanneden fakat aslında muta-savvıflıkla alakası olmayan kişiler olduğunu ortaya koymuş­tur. "Künye" adlı eserde de belirtildiği gibi günümüzde i-mamların her sabah cemaatle beraber Ayetel Kürsi ve Baka­ra suresinin sonlarını (amenerrasulü) ve şehidallahu... vb. duaları açıktan okumalarını adet edinmelerini istisna tuta­rak. "Bunda bir beis yoktur. Fakat efdal olan gizli okumak­tır." Dedikten sonra şu açıklamaya yer verir. "Teşrik günle­rinin dışında sesli tekbir getirmek sünnet değildir. Ancak düşman veya hırsızı uyarmak ve buna kıyasla yangın ve kor­ku veren durumlarda yüksek sesle tekbir getirilebilir."

Yine "Künye"de "Alimlerin çoğunun teşbih ve tehlilde sesi yükseltmede bir sakınca görmedikleri belir­tilmiştir.

Allah'a dayanarak hakikate ulaşmayı temenni ediyo­rum. Bu açıklamalar arkadaşımızın sözleridir. Görüşlerinde nasıl tezat olduğuna, sözlerinin birbirine nasıl zıt olduğuna bir göz at. Bunlardan kimi caiz olduğunu, kimisi haram ol­duğunu söylemektedir. Bid'at ve mekruh olduğunu söyle­yenler de vardır.

Bu konuda en doğru olan, Hayr er-Remli'ninde tercih ettiği gibi "Haddi aşmadığı sürece sesli zikrin caiz olduğu" görüşüdür.

Şimdi Öncelikle sesli zikrin yasak olduğunu söyleyen­lerin delillerini ve savunmalarını, daha sonra da caiz olduğunu söyleyenlerin delillerini ve akabinde de her iki tara­fın sözleri arasındaki kargaşayı gidermeye çalışacağız.

 

Cehri Zikrin Yasak Olduğunu Söyleyenlerin Delilleri

 

1- Allah Teala: "Rabbini içinden yalvararak ve korka­rak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret [92] bu­yurmaktadır. Bu ayet zikrin gizli yapılmasına işaret etmek­tedir. Hakkında delil bulunan cehrin dışında cehr yasak­lanmıştır.

Bu görüşe birkaç yönden cevap verebiliriz.

Birincisi; her ne kadar bizce bilinmese de tasavvuf büyüklerince malum olduğu üzere bu emir Peygamber (sav)'e has bir emir olup, diğer insanlar bu emrin muhata­bı değildirler. [93]

İkincisi; bu farz veya vacip bildiren bir emir değildir ki bunun zıttı haram veya mekruh olsun. Bu irşadî, yönlendirme, bilgilendirme ve öğüt bildiren bir emir olup gizli ve tazarru ile olmasını öğütlemektedir.

Üçüncüsü; bu ayet "Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size rahmet edilsin [94] ayetinin de işa­ret ettiği gibi Kur'an dinleyen kimseler için bir tavsiyedir. Durum böyle olunca mana; İbn Cerir ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Zeyd'den naklettiği gibi "Ey Kur'an'ı dinleyen kişi, Rabbini gizli ve içinden tazarru ile zikret" şeklinde olur.

Suyutî "Neticetü'l-Fikr" adlı eserinde bu ayeti şu şe­kilde açıklar: "İnsanlara Kur'an okurken susmalarının emredimesi belki onların tembelliğe yönelmelerine sebep olur düşüncesiyle sanki Allah, onları Allah'dan gafil olma­maları için susmakla beraber kalbî zikirle de sorumlu tut­muştur. Bunun için ayeti "Sakın gafillerden olmayın" şek­linde bitirmiştir. Ayrıca bu ayette cehrin yasaklanmasına da işaret yoktur."

Dördüncüsü; İmam Fahreddin er-Râzi'nin de tefsi­rinde açıkladığı üzere bu ayet, cehrin yasak olduğuna de­ğil, aksine aşın olmayan cehrin varlığına delildir.

Çünkü "Rabbini'içinden zikret" ayeti "Allah'ı gizli olarak zikret" anlamındadır. ise "aşırı olan cehr dışında" anlamında olup "Namazında pek bağırma, pek de sesini gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut [95]  ayeti gereğince zikir, gizli ile aşikâr arasında bir konumda olması gerekmektedir.

Bu açıklamalara göre ayeti kerime, sırrî (gizli) ve cehri (sesli) zikrin caiz olduğuna bununla beraber tazarru ve gizlilik açısından sırrî zikrin daha faziletli oluşuna işaret etmektedir.

2- Cehri zikrin yasak olduğunu söyleyenlerin en kuv­vetli delillerinden birisi de İbn Ebî Şeybe, Ahrned b. Hanbel, İbn Merduveyh ve Beyhakî'nin "Esma ve's-sıfat" adlı kitabında Ebu Musa el-Eş'ari'den rivayet ettikleri: "Biz bir gazve'de Rasulullah (s.a.v) ile beraberdik. Ne aşa­ğı ve ne de yukarı ilerliyorduk. Sadece sesimizi yükselte­rek tekbir getiriyorduk. Bu esnada Rasulullah bize yaklaştı ve  Ey insanlar, kendinize acıyınız. Siz sağır veya yok ola­na dua etmiyorsunuz. Siz işiten ve gören (bir Allah'a) dua ediyorsunuz. Sizin dua ettiğiniz varlık, size binitinizin boy­nundan daha yakındır" hadisi şerifidir.

Bu hadis-i şerif Kütüb-î Sitte'de tahriç edilmiştir.

Tirmizî, Ebu Musa el-Eş'ari'den şöyle dediğini riva­yet etmiştir: "Biz Peygamber (s.a.v) ile bir gazvede bera­ber idik. Geri dönüp Medine'ye yaklaştığımızda insanlar yüksek sesle tekbir getirdiler. Bunun üzerine peygamberi­miz "Sizin Rabbiniz sağır veya yok olan bir Rab değildir. O sizinle binitinizin başı arasındadır" dedikten sonra Ey Ab­dullah b. Gays sana cennet hazinesinden bir hazine öğre­teyim mi? Bu "La havle vela kuvvete illa billahi" sözüdür. buyurdu.[96] Hadiste geçen o sizin aranızdadır sözü ise, O'nun ilmi ve kudreti buna yeter anlamına gelmektedir.

Müslim, Ebu Musa'dan şöyle dediğini rivayet etmiş­tir. "Bir seferde Rasulullah (s.a.v) ile beraberdik. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) "Ey insanlar, kendinize acıyınız. Siz sağır veya yok olana dua etmiyorsunuz. Siz işiten, dai­ma sizinle beraber ve size yakın olan (Allah'a) dua ediyorsunuz.

Ebu Musa (ra) anlatır: "Ben Rasulullah'ın arkasında idim ve "La havle vela kuvvete illa billah" dedim. Rasulullah, bana "Ey Abdullah, sana cennet hazinelerinden bir hazineye işaret edeyim mi?" dedi ben "evet" deyince o, "La havle vela kuvvete illa billah" sözüdür buyurdu. [97]

Yine Ebu Musa'dan rivayet edildiğine göre "Rasulullah (sav) ile beraber Seniyye Tepesi'ne çıkmışlar­dı. İçlerinden bir adam sesini yükselterek "La ilahe illal­lah, vallahu ekber" diyerek bağırmaya başladı. Bunun üze­rine Rasulullah (sav) "Siz sağır veya yok olana dua etmiyorsunuz" buyurdu.

Diğer bir rivayette Ebu Musa (r.a):  "Bir gazvede Rasulullah (s.a.v) ile beraberdik..." hadisini zikrettikten sonra şunu ekledi:.Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki: "Siz binitinizin boynundan size daha yakın olan (Allah'a) dua ediyorsunuz,"

Nevevî; kelimesi, kendinize kibar davranı­nız, rıfk ile muamele .ediniz ve sesinizi kısınız demektir. İnsan sesini yükseltirse karşısındakini uzaklaştırır. Şayet sesi yükseltmek için herhangi bir gereksinim yoksa zikirde sesi kısmak menduptur. Zikirde sesi kısmak vakar ve ta'zim yönünden daha uygundur. Sesi yükseltmeye ihtiyaç varsa o zaman da sesi yükseltir" demektedir. [98]

Ebu Davut, Ebu Musa (r.a)'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir seferde (savaşta) Rasulullah (s.a.v) ile bera­berdim. Medine'ye yaklaşınca insanlar sesini yükselterek tekbir getirmeye başladılar. Bunun üzerine Rasutullah (sav): "Ey insanlar, siz sağır ve yok olana dua etmiyorsunuz. Dua ettiğiniz varlık sizinle binitinizin boynu arasındadır, (size çok yakındır)" dedikten sonra Ey Ebu Musa; sana cennet hazine­lerinden bir hazineye işaret edeyim mi?..." buyurdu. [99]

Buharı, Ebu Musa'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasulullah (s.a.v) ile beraberdik. Bir vadiye vardığımızda sesimizi yükselterek tekbir (Allahu Ekber) ve Lehlil (La ila­he illallah) getirirdik. Bunun üzerine Peygamber (sav): "Ey insanlar kendinize acıyınız" buyurdu.[100]

Taberî: "Bu hadis zikir ve duada sesi yükseltmenin mekruh olduğuna işaret etmektedir. Sahabe ve tabiinin çoğu böyle söylemişlerdir" demektedir. [101]

Suyutî'nin belirttiğine göre İbni Mace ve Nesai bu hadisin benzerini rivayet etmişlerdir. [102]

Suyutî; "Bu hadis Peygamber (s.a.v) 'in zikirde sesi yükseltmeyi mekruh gördüğüne işaret etmektedir. Her ne kadar haram olmasa da en azından mekruhtur" demiştir.

Bu açıklamalara iki yönden cevap verelim.

Birincisi; Hadiste geçen (Acıyınız) emri vacip olduğunu bildiren bir kelime değil ki, sesi yükseltmek haram veya mekruh olsun. Acıma kelimesindeki emir, onlara kolaylık sağlamak amacıyla söylenmiştir. Bunun için Dehlevî, el-Lemeât fi Şerhi'l-Mişkat adlı eserinde sözü cehrin, kolaylık ve rıfkdan dolayı yasaklandığına işarettir. Yoksa cehrin meşru olmadığı anlamını taşımamaktadır" demektedir. Bun­dan da cehrin yasak olduğu değil, sırrın müstehap olduğu hükmü çıkar ki bunda da bir problem yoktur. Müslim, Sa-hih'inde, Nevevî'de şerhinde konu başlıklarına verdikleri i-simle buna işaret etmişlerdir. [103]

İkincisi; bu konuda rivayet edilen hadislerden de an­laşıldığı üzere hadiste yasaklanan cehr, müfrid (aşırı) olan cehr'dir. Fethu'l Vedud Şerhi Süneni Ebu Dâvud'da: "Ha­diste geçen  (seslerini yükselttiler) sözü cehr'de aşın gidildiğini gösterir. Bu ise cehrin mutlak ma­nada yasak olmasını gerektirmez." denilmektedir.

Aliyyü'l-Kârî; "el-Hirzu!s-Semîn Şerhu'-l-Hısnı'l-Hasîn" adlı eserinde "Eğer beni bir toplulukta anarsa ..." hadisinin şerhinde; burada geçen zikir; "Gafiller arasında Allah'ı zikreden, savaşta sabredip, sebat edenlerin, savaştan ka­çanlara olan üstünlüğü gibidir [104]  hadisininde işaret ettiği gibi topluluk içinde Allah'ı gizli zikretmek anlamına gele­ceği gibi toplulukla beraber Allah'ı zikretmek anlamına da gelebilir. Ancak bu, haddi aşan cehri (zikrin) caiz olmasını gerektirmez. Çünkü Peygamber (s.a.v) sesi aşırı yükselten sahabelere "Kendinize acıyınız" buyurmuştur" demekte­dir.

Bir üçüncüsü ise; Eğer Rasulullah (s.a.v) onları ya-saklamasaydı veya tasvip etseydi bu defa, seferde (savaşa çıkarken) veya tepeye çıkarken zikirde sesi yükseltmenin sünnet olduğu vehmine kapılınırdı. Bilindiği üzere sünnet, söz, fiil ve takrir (benimseme) ile sabit olur. Hâlbuki bura­da durum böyle değildir. Bu nedenle Rasulullah (s.a.v) şeddi zeraî (harama, mekruha giden yolu engellemek) için ayrıca ümmetine kolaylık olsun diye zikirde sesi yükselt­meyi yasaklamıştır. Fakat bunun, cehrin kesin olarak yasak olduğuna işaret etmediği apaçık ortadadır.

Yukarıdaki hadisleri delil olarak göstermelerine ge­lince bilinmeli ki; yasaklama peygamberden gelmiştir. Çünkü ortada zikirde sesi yükseltmeleri için herhangi bir gerekçe, maslahat yoktur. Olay bir gazve sırasında olmuş ve Peygamber (sav), seslerini yükselttiklerinde kâfirlerin onları duymaları ve başlarına bela gelmesinden endişe ettiğinden yasaklamıştır. Pek tabiidir ki Bezzazî'nin rivayet ettiği gibi hadiste "Harb hiledir [105] Duyurulmaktadır.

Rivayetin akışından anlaşıldığı gibi, olay gazveden dönerken olmuştur.

Evet, Begavi'nin "Mealimu't-Tenzîl" adlı kitabında bunun hilafına bir rivayet vardır. Bu rivayette Ebu Musa'dan şöyle rivayet edilmiştir; "Rasulullah (sav) Hayber seferine çıktığında Hayber'e doğru yöneldi. İnsanlar bir vadiye vardıklarında Allahu Ekber ALlahu Ekber, La ilahe il­lallah diyerek seslerini yükselttiler. Bunun üzerine Rasulullah (sav) "Kendinize acıyınız" buyurdu.

Bu rivayet, olayın Hayber'e giderken gerçekleştiğini göstermektedir.

Ancak birçok sahih rivayet, olayın, gazve dönüşü Medine-i Münevvere yakınlarında gerçekleştiğine işaret etmektedir. Doğrusunu Allah bilir.

3- Cehri zikrin yasak olduğunu söyleyenlerin üçüncü delilleri "Namazda pek bağırma, pek de sesini gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut [106] ayetidir.

Bu ayetin cehri zikrin yasak oluşuna delil olarak kul­lanılmasına birkaç yönden itiraz edilebilir.

Birincisi, bu ayet cehri, kesin olarak yasaklamamak-tadır. "İkisinin arasında bir yol tut" ayeti ile müfrid olan cehrin yasak olduğunu gösterir ki bu sizin değil, aksine müfrid olmayan cehrin caiz olduğunu söyleyenlerin delilidir.

İkincisi; bu ayet Peygamber (s.a.v) Mekke'de gizle­nirken inmiştir. Peygamber (s.a.v) namazında cehren (ses­li) okuduğunda müşrikler onu duyuyor, Kur'an'a ve O'nu indirene (Allah'a) sövüyorlardı. Bu nedenle Allah Teala cehri yasakladı ve "Namazda pek bağırma" buyurdu. "Pek de sesini gizleme, bu ikisi arasında orta bir yol tut" bu­yurmakla da aşırı cehr ile çok gizli arasında orta bir yol ta­kip etmesini emretmiştir.[107]

Durum böyle olunca cehrin yasaklanması, müşrikle­rin duyması ve sövmelerini engellemek içindir. Şu anda böyle bir durum söz konusu olmadığı için de yasaklama or­tadan kalkmıştır.

(Onların) Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah'a sövmesinler [108] ayetinde de durum aynıdır. Ayet putlara ve onlara dua e-denlere sövmeyi yasaklıyor. Çünkü onlar da bu sebeple Al­lah'a sövüyorlar. İbn-i Kesir'in tefsirinde [109] de belirttiği gibi bu durum ortadan kalkarsa yasaklama da ortadan kal­kar.

Üçüncüsü ise; bu ayet Taberânî, İbn Huzeyme ve Hâkim'in Aişe (r.anha)'dan rivayet ettiklerine göre na­mazda teşehhüdde okunan dua için inmiştir. Dolayısıyla mutlak manada cehri zikri yasaklamaz.

Ayrıca; "Buharî'nin Aişe(r.anha)'den rivayet ettiği "Namazda pek bağırma" ayeti dua için inmiştir." hadisi ile İbn Merduveyh'in Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet ettiği "Rasulullah (s.a.v) evde namaz kıldıklarında dua da sesini yükseltirdi. Bu sebeple bu ayet nazil oldu." hadisi sadece teşehhüdde dua etmeye mahsus değildir. Bu nedenle bu hadislerden cehrin, kesin olarak yasaklandığı anlaşılır" gibi bir açıklama asla uygun değildir.

Velev ki ayetin aşırı olmamak şartıyla cehrin mutlak manada yasak olduğuna işaret ettiğini varsaysak bile, herhalükarda zikirde sesi yükseltmeyi değil, duada sesi yükseltmenin yasak olduğuna işaret ettiği anlaşılır. Duada özelliği itibariyle gizli olanı daha makbuldür.

Bezzaziye'de belirtildiği gibi, öğreticinin cehren dua etmesi ve insanların öğrenmek için sesli olarak bu duayı tekrar etmeleri gibi zaruret halleri dışında icabete en ya­kın olan dua gizli olanıdır. İnsanlar öğrendikten sonra sesli dua edilmesi ise bid'attir.

Bunun için Allah Teala Zekeriya (a.s) kıssasını anlatır­ken "O Rabbine gizli bir seslenişle yalvarmıştı [110] buyurmak­tadır. Bu nedenle namazda istiaze (Euzübesmele)'nin gizli söylenmesi ittifakla müstehaptır. Çünkü bu duadır.

Bizim konumuzda zikirde cehrin yasak olup olmadığı meselesi olup yukarıda zikredilen ayet cehrin yasak olduğuna delil gösterilemez.

  1. Cehri zikrin yasak olduğunu söyleyenlerin dördün­cü delili ise; "Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez[111] ayetidir. İbn Ebu Ha­tim, İbn Cerîr ve Ebu Şeyh'in İbn Cureyc'den naklettikleri­ne göre Zeyd b. Eşlem ayetteki "haddi aşanlar" sözünü cehr'de aşırı gidenler olarak yorumlamıştır.

Buna da iki yönden cevap verebiliriz.

Birincisi; az önce de belirttiğimiz gibi duanın kendi­ne has bir özelliği vardır. Diğer zikirler gibi değildir. Duada cehrin yasaklanmış olması zikirde de cehrin kesin olarak yasaklanması anlamına gelmez.

İkincisi; ayetteki "haddi aşanlar" sözünün tefsirinde değişik yorumlar da mevcuttur. İbn Ebu Hatim, Said b. Cubeyr'in "haddi aşanları sevmez" ayetindeki "haddi a-şanlar" sözünü, "Mü'min erkek ve kadınlara şer, kötülük isteyerek haddi aşmayın. Çünkü bu düşmanlıktır" şeklinde yorumladığını nakletmektedir.

İbn Cerir, İbn Ebî Hatim'in naklettiklerine göre, Ebu Miclez; "haddi aşanları sevmez" ayetini "Peygamberler konumunu istemeyiniz" şeklinde yorumlamıştır.

Suyutî "Neticetül-Fikr" adlı eserinde, Hayru'r-Ramli ve bir kısım âlimlerin de işaret ettiği gibi bu ayetin tefsirinde tercih edilen görüş şudur: Haddi aşmak, emredileni aşmak ve şer'i hükümde yeri olmayan bir dua icad etmek­tir.

Abdullah b. Mugaffelden rivayet edildiğine göre, O, oğlunun "Ey Allah'ım şayet cennete girersem, cennetin sağından beyaz bir köşk isterim" dediğini duydu ve O'na "Ey oğlum Allah'tan cenneti iste, Cehennem'den O'na sı­ğın. Ben Rasulullah (s.a.v)'in şöyle dediğini duydum. "Bu ümmette dua ve temizlikte aşırı gidenler olacaktır [112] ha­disi de duada haddi aşmaya bir örnek teşkil etmektedir.

Sa'd b. Ebu Vakkas'dan rivayet edildiğine göre O, oğlunun "Ey Allah'ım senden cenneti, nimetlerini ve giysi­lerini istiyor, cehennemden, zincir ve kelepçelerinden Sa­na sığınıyorum" diye dua ettiğini işitince ona "Ey oğul, Al-lah'dan çok hayır istedin, pek çok şer ve kötülükten sığın­dın. Hâlbuki ben, Rasulullah (s.a.v)'în "Duada aşın giden, haddi aşan kimseler olacak" dediğini ve arkasından "Allah haddi aşanları sevmez" ayetini okuduğunu işittim. Ey oğul  Allah'ım cennetini, söz ve fiil olarak ona yaklaştıracak şeyleri senden istiyorum. Ce­hennem'den, söz ve fiil olarak ona yaklaştıracak şeylerden de sana sığınırım" demen senin için yeterlidir. [113]

Bu açıklamalara göre ayet, cehri zikrin yasak oluşu­na işaret etmemektedir.

5- Cehri zikrin yasak olduğunu söyleyenlerin beşinci deliller ise; İbn Mes'ud'un, mescitte sesini yükseltenleri "Sizi ancak bid'atçHer olarak görüyorum" diyerek onları çıkarmasıdır.

Bu detfle birkaç yönden itiraz edebiliriz.

Birincisi, her ne kadar fakihlerin çoğu zikretseter de bu eser [114] hadis kitaplarında bu­lunmamaktadır. Hatta bu rivayetin zıddına hadisler sabit­tir.

Suyutî; "Neticetü'l-Fikr'de "İbn Mes'ud'dan gelen bu haberin senedi ile kitaplarında tahric eden raviler hak­kında bilgi verilmesi gerekir. Aksine İbn Mes'ud'dan bu ri­vayetin tersine hareket ettiğini gösteren rivayetler vardır. Ahmed b. Hanbel "Zühd" adlı kitabında Hüseyin b. Mu-hammed senediyle Ebu Vail'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Abdullah'ın zikri yasakladığını zannedenler bilsin ki ben çok defa onunla aynı mecliste oturdum. O hep Al­lah'ı zikrederdi."

İkincisi; velev ki bu rivayet sabit olsa bile, aşırı ol­mayan cehrin caiz olduğunu bildiren açık ve sahih hadisle­re ters düşmektedir. Bu durumda da sarih ve açık olan ha­dis, sahabe sözüne tercih edilir.

Üçüncüsü ise Bezzazf nin "Fetava"sında belirttiği gi­bi eğer mescidden çıkarma hadisesi gerçekten vuku bul­muşsa bu onların mescidde zikri ibadet kasdıyla yapmaları ve bunun bid'at olduğunu onlara bildirmek içindir.[115]

6- Cehri zikrin yasak olduğunu söyleyenlerin altıncı delilleri;

Beyhakî'nin, Şuabu'l-İman'da, Sa'd b. Mâlik'ten merfu olarak rivayet ettikleri "Zikrin hayırlısı gizli olanı, rızkın hayırlısı da yeterli olanıdır [116] hadisidir. Bu hadis cehri zikrin şer olduğuna işarettir ki şer olan ya haram olur ya da mekruh olur.

Buna şöyle itiraz edilebilir.

Bu hadis cehrin yasak oluşuna değil, bilakis sırrın (gizli zikrin) daha faziletli oluşuna işaret etmektedir. Buna da bir sözümüz yok.

Bilindiği üzere âlimlerimizin de belirttiği gibi  (hayr) kelimesinin iki anlamı vardır.

Birincisi: Faziletli anlamına gelen kelimedir ki bunun zıttı şer'dir.

İkincisi: Üstünlük (efdaliyyet) bildiren kelimedir. Aslın­da bu kelime daha hayırlı anlamına gelen idi. Kural gereği baştaki hemze düştü ve kelime haline dönüştü.

Suyutî'ye "Yaşamım sizin için hayırlıdır. Ölümüm de sizin için hayırlıdır. [117] hadisinde nasıl olur da her biri (yaşamı ve ölümü) birbirinden hayırlı olur" diye soruldu. O; hayr için iki anlam vardır. Bu hadiste geçen "hayr" keli­mesi birinci anlamda yani faziletli anlamında kullanılmış­tır. Üstünlük anlamına kullanılmamıştır. Böyle olunca ha­dis Peygamber (s.a.v)'in hayatı da ölümü de tamamıyla hayırdır" şeklinde anlaşılmalıdır" diye cevaplamıştır.

Durum böyle olunca "Zikrin hayırlı olanı gizli olanı­dır" hadisindeki "hayr" sözü ikinci anlamda yani gizli zi­kirde cehri zikre göre daha fazla hayır vardır anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz.

Bu hadis delil getirenlerin anladığı gibi cehr'de (sesli zikirde) şer vardır anlamında asla anlaşılmamalıdır.

 

Cehri Zikrin Caiz Olduğunu Söyleyen Delilleri

 

1- Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet edilmiştir.

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

Allah Teala buyurdu: Ben kulumun hakkımdaki zan-nı üzereyim. Beni andığında onunla beraber olurum. O be­ni içinde anarsa ben de onu içimde anarım. O beni bir top­lulukta anarsa, ben de onu onlardan daha hayırlı bir top­lum içinde anarım. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşa­rak gelirim.

El-Cezerî, "Miftahu'l-Hısm'l-Hasîn'de; Bu hadis, cehri zikri yasaklayanların tam tersine cehri zikrin caiz o-luşuna delildir. Mutezile bu hadisi meleklerin Peygamber­lerden daha üstün olduklarına delil olarak kabul etmiştir. Ancak buna herhangi bir işaret yoktur. Çünkü peygamber­ler çoğu kere zikredenler olarak anılmazlar, peygamber, resul vb. kelimelerle ifade edilirler." açıklamasında bulu­nur.

Suyuti; "Toplulukta zikir ancak sesli olur. Dolayısıyla hadis cehri zikrin caiz olduğuna işaret etmektedir" öer.

Hadisin tahıici s.ll'de d.l9'da geçmiştir. Ayrıca iran'da nakietmiştir. Münzırî, Kit.bu't-Tergıb ve t Ferhib,

2- İbn Abbas'dan merfu olarak rivayet edilmiştir: "Allah Teala; Ey Âdemoğlu Beni tenhada anarsan Ben de seni tenhada anarım. Beni bir topluluk içinde anarsan Ben de seni Beni andığın o topluluktan daha hayırlı bir topluluk içerisinde anarım, buyurdu. [118]

3- Taberanî'nin Muaz b. Enes'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allah Teala; "Bir kimse Beni kendi içinde anarsa Ben onu meleklerden bir topluluk içerisinde anarım. O Beni bir topluluk içerisin­de anarsa Ben de onu mutlaka Mele-i Âlâ'da (Bana yakın melekler içinde) anarım" buyurdu. [119]

4- Enes (r.a)'den merfu olarak rivayet edilmiştir. "Al­lah Teala; Ey Ademoğlu Beni kendi içinde anarsan Ben de seni içimde anarım. Beni bir topluluk içerisinde anarsan Ben de seni onlardan daha hayırlı bir topluluk içerisinde anarım. Bana bir karış yaklaşırsan sana bir arşın yaklaşırım

buyurdu. [120]

5- Ebu Hureyre (r.a)'den merfu olarak rivayet edil­miştir. "Allah Tela'nın, yollarda dolaşıp zikredenleri ara­yan melekleri vardır. Allah'ı zikreden bir topluluk bulduk­larında birbirlerine; geliniz aradığınız buradadır diye seslenirler. Bunun üzerine melekler, zikredenleri dünya se­masına kadar kanatlarıyla kuşatırlar. Zikredenler dağıldığında semaya yükselip çıkarlar. Allah Teala kullarının hal­lerini meleklerden daha iyi bildiği halde, onlara;

Nereden geldiniz? diye sorar. Melekler:

Yeryüzünde Seni teşbih eden, tekbir getiren, Sana tehlil getiren (la ilahe illallah) kullarının yanından geldik derler. Allah Teala:

Beni görmüşler mi ki (böyle yapıyorlar)?Melekler;

Hayır görmemişler. Allah Teala:

Eğer Beni görselerdi (ne yaparlardı)? Melekler:

Seni  görselerdi Sana ibadetleri,  Seni  övme ve teşbih etmeleri daha çok olurdu. Allah Teala:

Benden ne istiyorlar? Melekler:

Senden cenneti istiyorlar. Allah Teala:

Onu görmüşler mi ki (istiyorlar)? Melekler:

Hayır görmemişler. Allah Teala:

Eğer görselerdi (ne yaparlardı)? Melekler:

Şayet onu görselerdi ona düşkünlükleri, onu iste­meleri daha fazla olur ve ona daha çok rağbet eder, yönelirlerdi. Allah Teala:

Neden sığınıyorlar? Melekler:

Cehennemden. Allah Teala:

Onu görmüşler mi ki (sığınıyorlar)? Melekler:

Hayır görmemişler. Allah Teala:

Peki görselerdi (ne yaparlardı)? Melekler:

Onu görselerdi, ondan kaçışları daha çok olurdu.

Bunun üzerine Allah Teala: öyleyse onları affettiği­me sizleri şahid tutuyorum. (Siz de şahid olun ki onların hepsini affettim).

Meleklerden biri: Ama filanca kişi bunlardan değil, sadece bir ihtiyacı için geldi deyince Allah Teala: Bunlar öyle iyi kimseler ki onlarla arkadaşlık yapan kötü olmaz." buyurmuştur. [121]

6- Muaviye (r.a)'den rivayet edilmiştir.

Rasulullah (s.a.v) bir gün ashabından halka oluştu­ran bir gurubun yanına çıkıp: Burada oturmanıza sebep o-lan şey nedir?" diye sordu.

Ashab: "Bize İslam yolunu gösterdiği ve onu bize ih­san ettiğinden dolayı Allah'ı zikretmek ve O'na hamdetmek için oturduk." dediler.

Rasulullah (s.a.v): "Allah aşkına, gerçekten bunun için mi oturdunuz?" buyurdu.

Ashab: Gerçekten sadece bunun için oturduk dedi­ler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v): Sizi töhmette bırak­mamak için yemin etmiyorum. Ancak bilin ki, Cebrail (a.s), Allah'ın (c.c) meleklere karşı sizinle iftihar ettiğini bana haber verdi" buyurdu. [122]

7- Ebu Said el-Hudri (r.a)'den Peygamber (s.a.v)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah Teala kıyamet gününde; "Mahşer halkı bu gün lütuf ve ihsana kimin layık olduğunu bilecektir." buyurur. Bunun üzerine ya Rasulullah lütuf ve ihsan ehli kimdir de­nilince Rasulullah (s.a.v): "Bunlar, zikir meclislerinde bu­lunanlardır", buyurdu. [123]

8- Enes b. Mâlik (r.a) anlatır. "Abdullah b. Ravaha Peygamberin ashabından biri ile karşılaşınca "Gel bir.anlık da olsa Rabbimize iman edelim (Yani bir süre Rabbimizi zikredelim)" derdi.

Yine bir gün bir sahabeye aynı sözü söyleyince saha­be buna kızıp Hz. Peygambere geldi ve "İbn Ravaha'nın yaptığına bak. Senin imanından yüz çevirip bir anlık imana davet ediyor" deyince Peygamber (s.a.v); "Allah Teala İbn Ravaha'ya merhamet etsin. 0 meleklerin imrendiği zikir meclislerini seviyor." buyurdu.[124]

9- Yine Enes (r.a), Rasulullah (s.a.v)'ın şöyle buyur­duğunu rivayet etmiştir. "Herhangi bir cemaat sadece Al­lah (cc) rızasını dileyerek O'nu zikretmek için toplanırsa, mutlaka, gökten bir münadi (melek) kendilerine: "Haydi günahlarınız bağışlanmış olarak kalkınız. Günahlarınız sevaplara çevrilmiştir." buyurur. [125]

10- Taberanî, Sehl b. Hanzaliyye (r.a)'den şöyle ri­vayet etmiştir. "Rasulullah (s.a.v): "Bir cemaat Allah'ı zikretmek için bir mecliste oturursa kendilerine daha o mec­listen kalkmadan, Allah sizi bağışlamış, (günahlarınız sevaba çevrilmiş) [126] olarak kalkın denilir" buyurdu.[127]

11- Beyhakî'nin Abdullah b. Mugaffel'den rivayet et­tiğine göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: "Herhangi bir cemaat Allah'ı zikretmek için toplanırsa, mutlaka, gök­ten bir münadi (melek) kendilerine; Haydi günahlarınız bağışlanmış olarak kalkınız" buyurur. [128]

12- Ebu Hureyre (r.a) ve Ebu Said {r.a) Rasulullah (s.a.v)'in şöyle dediğine şahid olmuşlardır: "Herhangi bir cemaat Allah'ı (cc) zikretmek için otururlarsa, mutlaka melekler onları kuşatır, rahmet kendilerini kaplar, üzerlerine huzur iner ve Allah (cc) onları katında bulunan meleklere anar. [129]

13- Ebu Hureyre (r.a) ve Ebu Saîd'den (r.a) merfu olarak rivayet edilmiştir; "Zikir ehli için şu dört şey verilir: Üzerlerine huzur, sekinet iner, rahmet onları sarar, me­lekler onlan kuşatır, Allah (c.c) onları katında bulunan (meleklere) anar. [130]

14- Cabir (r.a) rivayet etmiştir.

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın (c.c) gezici melekleri vardır. Yeryüzüne inerler ve zikir meclis­lerinde (zikredenlerle beraber) otururlar. [131]

15- Enes (r.a), Rasulullah (s.a.v)'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir. "Cennet bahçelerine uğradığınızda otlanı­nız (faydalanınız)." Sahabe: "Ya Rasulultah cennet bahçe­leri nerelerdir", deyince Rasulullah (s.a.v); "Zikir halkala­rıdır", buyurdu. [132]

el-Cezeri, Miftah'da: Bahçe, zikre; bahçeye dalmak da (zikir halkasına) otlamaya benzetilmiştir" der.

16- Ebu Hureyre (r.a) rivayet etmiştir: Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

Allah Teala'nın zikir halkalarım arayan gezici me­lekleri vardır. Zikir halkalarına uğradıklarında birbirlerine hemen oturun derler. Cemaat dua ettiğinde dualarına bunlar da âmin derler, Peygamber'e (s.a.v) salavat getir­diklerinde onlarla beraber (melekler de) salavat getirirler. Bu durum cemaat ayrılıncaya kadar böyle devam eder. Cemaat ayrılırken melekler birbirlerine, "Müjdeler olsun, bunlar affedilmiş olarak dönüyorlar." derler.[133]

17- Enes (r.a)'den rivayet edilmiştir. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur.

Allah Teala'nın, zikir meclislerini arayan bir takım gezici melekleri vardır. Zikredenleri bulduklarında onları kuşatırlar ve "Ey Rabbimiz, kullarından bir gurup insanın yanına geldik onlar senin nimetlerini tazim ediyor, kitabını okuyorlar, Peygamberine (s.a.v) salavat getiriyorlar. Sen­den ahiret ve dünyaları için hayır dilekte bulunuyorlar" derler. Bunun üzerine Allah Teala "Onları rahmetimle ku­şatınız. Onlar iyi arkadaşlardır ki kendileriyle arkadaşlık yapanlar da kötü olmaz" buyurur.[134]

18- İbn Amr (r.a)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ya Rasulallah, zikir meclislerinin ganimeti nedir?

Peygamberimiz (s.a.v): "Cennettir" buyurdular. [135]

19- Cabir (r.a) anlatıyor:

"Rasulullah (s.a.v) yanımıza çıkageldi ve bize "Ey in­sanlar Allah Teala'nın gezici melekleri vardır. Yeryüzüne iner ve zikir meclislerinde (zikredenlerle beraber) oturur­lar. Siz de cennet bahçelerinden otlanınız" buyurdu. Bu­nun üzerine sahabeler; cennet bahçeleri nerelerdir? de­yince Rasulullah (s.a.v): "Zikir meclisleridir. Aman ha, sa­bah akşam Allah'ı zikre koşunuz." buyurdu. [136]

20- İbn Abbas (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir.

"Peygamber (s.a.v) Abdullah b. Ravaha'ya uğradı. O arkadaşlarına va'z ediyordu. Peygamber (s.a.v) onlara; "Siz Allah'ın bana sizinle beraber sabretmemi emrettiği kimselersiniz." buyurdu ve "Nefsini, sabah akşam, rızasını isteyerek Rab'lerine yalvaranlarla beraber tut (onlarla be­raber bulunmağa candan sabret) [137] ayetin okudu.

Biliniz ki sizden bir topluluk zikir için oturursa, me­leklerden bir topluluk ta onlarla beraber oturur. Onlar Al­lah'ı (c.c) teşbih ettikçe melekler de O'nu teşbih eder. Onlar Allah'ı (c.c) hamd ettikçe melekler de O'na hamd ederler. Sonra Allah Teala'nın yüce katına çıkıp - O, kulla­rının halini en iyi bildiği halde şöyle derler: "Rabbimiz kulların Seni teşbih etti (yüceltti), biz de Seni teşbih ettik. Onlar Sana hamd ettiler, biz de Sana hamdettik". Bunun üzerine Allah Teala; "Ey meleklerim, onların hepsini affettiğime dair sizi şahid tutuyorum" buyurur. Melekler "Ama içlerinde filan kişi de vardı" deyince Allah Teala; "Onlar iyi arkadaşlardır ki kendileriyle arkadaşlık yapanlar da kö­tü olmaz." buyurur. [138]

21- Amr b. Abese (r.a)'den; Rasulullah (s.a.v)'in şöy­le dediğini işittim;

"Allah'ın lütuf ve rahmetine yaklaştırdığı -iki elini sağa yönelterek- bir takım kimseler vardır ki bunlar peygamberler de değildir, şehid de değildirler. Yüzlerinin pa­rıltısı kendilerine bakanların gözlerini kamaştırır. Allah'a olan yakınlıklarından dolayı peygamberler ve şehidler ken­dilerine imrenirler.

Ey Allah'ın Rasulu, onlar kimlerdir?" denildi. Pey­gamberimiz: "Onlar çeşitli kabilelerden Allah'ı (c.c) zik­retmek için toplanmış olan kimselerdir. Hurma yiyenin hurmanın iyisini seçtiği gibi, onlar da sözün güzellerini se­çerler" buyurdu. [139]

Münziri; "Hadiste geçen (£C4) kelimesi; farklı yer ve kabilelerden bir topluluk anlamındadır. kelimesi ise  kelimesinin çoğulu olup; yabancı demektir. Böyle o-lunca hadis "Onlar aralarında akrabalık, nesep veya ta­nışmışlıktan dolayı toplanmadılar, sadece Allah'ı zikret­mek için toplandılar" anlamına gelir" demektedir.

22- Ebu'd-Derda {r.a), Peygamber (s.a.v)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Allah Tela kıyamet gününde yüzleri nurlu bir takım kavimleri inciden minberler üzerinde diriltecektir. İnsanlar onlara imrenirler. Onlar peygamberler ve şehitler de de­ğildirler."

Ebu'd-Derda dedi ki; bir bedevi diz çöküp: "Ey Al­lah'ın Rasulü onları bize açıkla da bilelim" deyince Rasulullah (s.a.v); "Onlar çeşitli kabile ve memleketlerden olup Allah için birbirlerini sevenler ve Allah'ı zikretmek i-çin toplanıp O'nu zikredenlerdir, buyurdu. [140]

23- Ebu Said el-Hudri (r.a) Peygamber (s.a.v)'in şöy­le dediğini rivayet etmiştir: "Allah'ı o kadar çok zikrediniz ki size deli desinler.[141]

24- İbn-i Abbas (r.a)'dan rivayet edilmiştir. Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Münafıklar, size gösteriş için yapıyorsunuz (müra'isiniz) deyinceye kadar Allah'ı çokça zikrediniz. [142]

Suyutî, Neticetü'l-Fikr'de "Bu son iki hadisteki du­rumun gerçekleşmesi ancak cehri zikirle mümkündür" de­mektedir.

25- Beyhakî1 nin mürsel merfu olarak rivayet ettiğine göre "Münafıklar size mürâî deyinceye kadar Allah'ı çokça zikrediniz" buyrulmuştur.[143]

26- Abdullah b, Ömer (r.a)'den merfu olarak şöyle rivayet etmiştir: "Rasulullah (s.a.v) iki meclise uğradı. Bunlardan biri, Allah'a dua ediyor, O'na yalvarıyor, diğeri ise ilim öğreniyorlardı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v), her ikisi de hayır meclisleridir, fakat onlardan biri diğerin­den daha faziletlidir" buyurdu.

(Allah'dan istemek, O'na yalvarmak ancak O'nun ismini zikretmekle olur- Meclisteki dua, yalvarma da ge­nelde cehri, sesli olur.)

Kenz'de hadisin devamında "Dua edip Allah'a yalva­ranlara Allah (c.c) dilerse verir dilerse vermez, fakat ilim öğrenenler ise hem kendileri öğrenir hem de cahillere öğ­retirler. Muhakkak ki ben muallim olarak gönderildim. İşte bunlar daha faziletli olan gruplardır" buyurulmuştur. [144]

27- İbn Mes'ud (r.a)'den mevkuf olarak rivayet e-dilmiştir; "Bir dağ diğer bir dağa ismiyle ey filan bu gün sana Allah'ı (cc) zikreden biri uğradı mı diye seslenir. Evet cevabını alırsa onu müjdeler." Sonra Abdullah "Andolsun ki, "Siz pek kötü bir cür'ette bulundunuz. Neredeyse o (sözün dehşetinden gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp dağılacaktır [145] ayetini okudu. [146]

28- Muhammed b. el-Münkedir'den şöyle dediği ri­vayet ediimiştir: "İki dağ sabah olunca biri diğer arkadaşı­na ismiyle ey filan, bu gün sana Allah'ı zikreden biri uğradı mı?" diye sorduğu, "Evet" cevabını alınca da "Allah senin yüzünü aydınlatsın (gözün aydın olsun), bana bu gün Al­lah'ı zikreden uğramadı" dediği bana ulaştı. [147]

29- İbn Abbas'dan "Onlara gök ve yer ağlamadı (kötü insanlar oldukları için hiç acıyan olmadı) [148] ayeti hakkında şöyle dediği rivayet olunmuştur:  "Mü'min ise öldüaü zaman namaz kıldığı, Allah'ı zikrettiği yer ona ağlar" dediği rivayet olunmuştur.[149]

30- İbn Ebi'd-Dünya (r.a) Ebu Ubeyd (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Mü'min bir kimse öldüğü zaman yeryüzünden bir parça, "Mü'min olan Allah'ın kulu öldü" diye bağırır. Bunun üzerine yer ve gök ağlar. Allah Teala: "Sizi ağlatan nedir?" diye sorunca Ey Rabbimiz, hiçbir bölgemizde Seni zikretmeden asla yürümezdi" derler.

Suyutî; Yer ve dağların zikir için ağlamaları, zikrin cehren yapıldığına işaret etmektedir. Çünkü zikir, cehri olmasaydı yer ve gök, o kulun zikreden bir kul olduğunu anlayamazlardı." demektedir.

31- Zeyd b. Eşlem sahabenin şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Bir gece Rasulullah (s.a.v) ile beraber çıktım. Mescidde sesini yükseltip duran bir adama uğradı. Ben, "Ey Al­lah'ın Rasulü, herhalde bu adam riyakâr" dedim. Rasulullah (s.a.v) hayır, bilakis o çok inleyen dir" buyurdu. [150]

32- Ukbe'den rivayet edilmiştir:

Rasulullah (s.a.v) Zü'l-Bicadeyn denilen adama bu "evvâh" (çok inleyen)'dir." demiştir. Bu lakap onun Allah'ı zikretmesi sebebiyle verilmiştir.[151]

33- Beyhakî, Câbir (r.a)'den rivayet etmiştir: "Yüksek sesle zikreden bir adama; keşke sesini kıs­saydı diyen bir adama Peygamber (s.a.v); Onu rahat bırak, O evvâh (çok inleyen)dir buyurdu.

34- Şeddâd b. Evs (r.a) rivayet etmiştir: "Rasulullah (s.a.v)'in yanında idik. Bize: ellerinizi kaldırınız ve la ilahe illallah deyiniz buyurdu, biz de aynen yaptık. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu. "Allahım sen beni gönderdin, bana bu kelimeyi emrettin, bu kelime üzerine söz verdin. Sen sözünden dönmezsin.[152]

35- Abdurrahman b. Seni rivayet etmiştir: Rasulullah (s.a.v) evinde iken  "Nefsini, sabah ak­şam,  rızasını isteyerek Rab'lerine yalvaranlarla beraber tut. (Onlarla beraber bulunmağa candan sabret) [153] ayeti nazil oldu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) dışarı çıktı ve Allah'ı zikreden bir topluluk buldu. Onlarla beraber oturdu ve beni bunlarla beraber sabretmemi görevli kılan Allah'a hamd olsun" buyurdu. [154]

36- Sabit (r.a) rivayet etmiştir. "Selman (r.a) Allah'ı zikreden bir toplulukta idi. Rasulullah (s.a.v) onlara uğra­dı. Bunun üzerine zikri bıraktılar. Rasulullah (s.a.v) ise; "Size rahmetin indiğini gördüm, ben de bu rahmete ortak olmak istedim" buyurdu.

37- Ebu Rezîn el-Ukaylî Rasulullah'ın (s.a.v) şöyle dediğini rivayet etmiştir. "Sana işin özünü, esasını göste­reyim mi? Evet ey Allah'ın Rasulü deyince buyurdu ki "Zi­kir meclislerine devam et. Oradan ayrılıp boş kaldığın za­man da dilini Allah'ı zikretmek suretiyle hareket ettir. [155]

38- Enes (r.a)'den merfu olarak rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v) "Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar Allah'ı zikreden bir toplulukla beraber oturmam, bana üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha sevimlidir. Yine ikindiden sonra güneş batıncaya kadar Al­lah'ı zikreden bir toplulukla beraber oturmam bana dünya ve dünyadaki her şeyden daha sevimlidir" buyurdu. [156]

39- Yine Enes (r.a)'den merfu olarak rivayet edilmiş­tir. Rasulullah (s.a.v) "Güneş doğuncaya kadar Allah'ı zik­reden bir toplulukla beraber oturmam, bana İsmail (as)'ın oğullarından dört köle azat etmekten daha sevimlidir. I-kindi namazından güneş batıncaya kadar Allah'ı zikreden bir toplulukla beraber oturmam bana dört köle azat et­mekten daha sevimlidir. [157] buyurdu.

40- Amr b. Dinar (r.a) şöyle rivayet etmiştir: Bana İbn Abbas(r.a)'ın en sadık kölesi Ebu Ma'bed, efendisi İbn Abbas (r.a)'ın şöyle dediğini haber verdi: "İn­sanlar Rasulullah (s.a.v) zamanında farz namazlardan se­lâm verirken zikirde sesi yükseltirlerdi."

Yine Buharî ve Müslim aynı senedle İbn Abbas'ın "Ben Rasulullah'ın namazı tekbirle bitirdiğini biliyorum" dediğini rivayet etmişlerdir. [158]

Müslim'in rivaye.t-inde Amr b. Dinar'ın; bana bu hadi­si Ebu Ma'bed haber verdi, sonra ise onu inkâr etti" deme­sine mukabil, ravfnın rivayetini inkâr etmesi veya bir kıs­mını yalanlaması bu rivayete olan güveni düşürür diye bir sonuca varılamaz.

Çünkü muhaddisler tarafından da bilindiği gibi bunun çeşitli durumları ve ayrıntıları söz konusudur.

Ravi rivayeti yalanlar veya yalanlamaz. Yalanladı­ğında ise bazen sebebini açıklar bazen de açıklamaz. Eğer yalanlamarmşsa "Hatırlamıyorum" demiş olur ki bu hadis ittifakla kabul edilir. Şayet hem yalanlar hem de yalanla­ma sebebini açıklarsa bu hadiste ittifakla reddedilir. Ama ravi yukarıdaki Ebu Ma'bed'in bu rivayetinde olduğu gibi, hadisi yalanlar fakat sebebini açıklamazsa bunda âlimleri­miz ihtilaf etmişlerdir.

İbn Salah, bu konuda Hatib el-Bağdadi'nin görüşünü benimsemiş ve "Eğer sika (güvenilir) bir ravi başka sika bir raviden rivayet etmişse sonra da kendisinden rivayet edi­len ravi rivayetinden vaz geçerse o zaman tercih edilen görüş, takip edilmesi gereken yol şudur; Ravi, "Rivayet etmedim", "Bana yalan söyledin vb. sözlerle hadisi rivayet etmediğini söylerse birbirine ters iki durum (rivayet etme ve rivayet etmeme hali) ortaya çıkar. Böyle durumda da rivayet etmediği esas alınarak kabul edilir ve bu hadisin içeriği kabul edilmez. Ancak bu durum o ravi için cerh ka­bul edilmez. Bununla beraber ravi şeyhini (ravisini) yalan­lamış ve ona ters düşmüş olur.

Kendisinden hadis rivayet edilen ravi, rivayet ettiği­ni bilmiyorum, hatırlamıyorum gibi sözlerle rivayetini unuttuğunu söylerse Hanefilerden bir gurup dışında ehl-i hadis, fakihler ve kelamcılardan oluşan Cumhur'a göre ha­disin reddedilmesine gerek yoktur (hadis kabul edilir). Ha-nefilerden bir grup Hz. Aişe{r.anha) [159]'den rivayet edilen Peygamber (s.a.v)'in "Kadın, velisinin izni olmadan nikâh-lanırsa onun nikâhı batıldır, geçersizdir" hadisi ile alakalı olarak İbn Cüreyc'in, "Zühri ile karşılaştım, ona bu hadisi sordum, O da bilmiyorum dedi." sözüne dayanarak ravisinin inkâr ettiği hadisin kabul edilemeyeceğini söyle­mişlerdir. Bu konuda geçerli olan görüş cumhurun görüşü­dür. [160]

İbn Salah, ravinin "Bana yalan söyledin" diyerek ya­lancılığını açıklaması ile "O hadisi rivayet etmedim" diye­rek açıklama yapmaması arasında fark gözetmemektedir. Aynı zamanda bu görüş, Hafız ibn Hacer'in "Şerhu'n-Nuhbe'de belirttiği görüştür. Fakat Fethu'l-Bârî'de "Muhaddislere göre tercih edilen görüş hadisin kabul edilmesidir.

Ebu Ma'bed'in "Sana o hadisi rivayet etmedim" de­mesiyle beraber Amr b. Dinar'ın zikredilen bu hadisi Müs­lim'in rivayet etmesi, O'nun muhaddisin inkârıyla beraber sika ravinin rivayet etmesi şartıyla bu yolla rivayet edilen hadislerin sıhhatine hükmettiğine işaret etmektedir.

Bu muhaddisler, fakihler ve usulcülerden oluşan cumhurun görüşüdür. Onlar, ravinin "Bu hadisi ezberleme­dim" diyerek hadisi inkârını şüphe veya unutkanlıktan ola­bileceğini göz önünde bulundurarak bu tür hadislerle hükmedilebileceğini söylemişlerdir. Hanefilerden Kerhî ise buna muhalefet etmiş ve bu hadislerle hükmedilemeyece-ğini belirtmiştir. [161]

Bu hadisin muteber olduğu konusunda herhangi bir şüphe olmadığı apaçık ortadadır. Nasıl olsun ki? Buharî ve

Müslim Sahih'lerinde bu hadisi rivayet etmişlerdir. Bu da hadisin kabulü için yeterli bir husustur.

Bu her ne kadar cehri zikri isbat eden bir hadistir denilse de Hanefi ve Şafiî fakihlerden oluşan cumhura göre kendisiyle amel edilen (Ma'mulun bih) bir hadis olmadığı için, bu âlimler, namazdan sonra cehri zikrin sünnet olma­dığını, tam tersine sırrı (gizli) zikrin sünnet olduğunu açık­lamaktadırlar. Çünkü Nisabu'l-İhtisab adlı kitabda Nama­zın akabinde cehren (sesli) tekbir getirmek mekruhtur. Bu ise kurban ve teşrik günleri dışında bid'attır", açıklaması­na yer verirler.

Yine Nevevî, "Bu hadis, bazı selef âlimlerinin de be­lirttiği gibi "farz namazların arkasından yüksek sesle zikrin müstehap" olduğuna işaret etmektedir. İbn Hazm ez-Zahirî'de müstehap olduğunu söyleyenlerdir. [162]

"İbn Battal zikirde sesi yükseltmenin müstehap ol­madığı hususunda mezhep imamlarının ittifak halinde olduklarını belirtmiş ve İmam Şafiî'nin bu hadisi, her zaman değil, bazı anlarda cehren zikrederlerdi şeklinde yorum­lamıştır." diye iddia edilecek olursa, bilinmeli ki; hadisin, namaz akabinde cehri zikrin müstehapüğı konusunda amel edilmeyen bir hadis olması cehri zikrin kesin olarak yasak oluşu anlamına gelmez. Çünkü hadis sürekli olmasa bile bazı hallerde cehri zikrin kesin olarak caiz olduğuna işaret etmektedir ki zaten istenilen de budur.

41- Ömer (r.a)'den merfu olarak rivayet edilmiştir: Kim çarşıya girer de  tek olan olmayan ALlah'dan başka ilah yoktur. Mülk O'nundur. O'nadır. Dirilten ve Öldüren O'dur. Güç O'nundur her şeye kadirdir", derse Allah Teala ona bir milyon sesap yazar.

Bazı -ayetlerde  "derse yerine  "bağırırsa"  ifada geçmektedir. [163]

42- Buarî'nin ta'lik olarak zikrettiği hadiste "Ömer (r.a) Mina nesinde tekbir getirirdi. Mescid halkı bunu duyar, onlar da tekbir getirirlerdi. Hatta çarşı halkı da tekbir getr-erdi. Öyle ki Minayı tekbir sesleri kaplar­dı. [164]

Bu hadisler ışığında cehri zikrin mekruh olma­dığı ortaya cırnaktadır. Bu hadislerde apaçık veya işaret yoluyla olscehri zikrin caiz olduğuna hatta müstehap olduğuna işaret vardır. Nasıl olmasın ki; Cehri zikirde, sırrî zikirde buayan bir özelliğe, kalbin inceliğine etkisi vardır.

Evet. "ad noktasında aşırı olan cehri zikir, şer'an yasaklarım Yine haddi aşmamakla beraber uyuyan veya namaz kılan bir kimseyi rahatsız etme, riya şüphesinin ortaya çıkması, meşru olmayan bir durumun göze çarpması ya da farz ibadet gibi.zorunlu görme durumunda mekruh sayılmıştır.

Aliyyül-Kâri'nin "Şerhu'l-Mişkât'da, Haskafi'nin "Dürrül-Muhtar'da açıkladığı gibi pek çok mubah olan işler vardır ki gerekli olmadığı halde adet ediniLdigi veya özel ibadet ola­rak kabul edinildiği için mekruh olmuştur.

Cehri zikrin caiz oluşunun, Hanefilerin icmasına ters düştüğünü zannetme. Hanefi'ler cehri zikrin yasak oluşun­da icma ile hükmettikleri iddiası asılsızdır. Çünkü Hanefi âlimlerden Bezzâzî', "Fetavâ" adlı kitabında cehri zikrin caiz olduğunu belirtmektedir. [165]

Ayrıca Seyyid Hamevî'nin "Havaşi'l-Eşbah'da" Bezzâzî'nin "Fetava"sında cehri zikir için bazen haram, bazen de ca­izdir demesinde çelişki vardır" demesi doğru değildir. Çünkü Bezzazı cehri zikrin caiz olduğunu benimsemiştir. Haram olduğunu belirtmesi sadece Kadî'nin "Fetava"sından örnek vermesidir. Bu nedenle Bezzâzî'nin sözlerinde çeliş­ki yoktur.

Yine son dönem Hanefi âlimlerinden Hayreddin er-Ramlî, Fetava"sında cerhi zikrin caiz olduğunu söyle­yenler arasındadır.[166]

Caiz olduğunu söyleyenlerden bir diğeri de Abdulhak Dihlevî'dir. Dihlevî şu açıklamalara yer vermiştir.[167] Peyamberimiz (s.a.v)'in "Kim beni bir topluluk arasında zikrederse, Ben de onu o topluluktan daha hayırlı bir top­luluk arasında zikrederim" hadis-i kudsisi ile "...Atalarınızı andığınız gibi hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın.[168] ayetine göre zikir ve kur'an okurken sesi yükseltmek, zikir için mescid ve toplantı yerlerinde oturmak caiz ve meşru­dur. Yine Sahih-i Buharî'de İbni Abbas'(r.a) dan rivayet o-lunan "Biz Rasulullah (s.a.v) zamanında insanların namaz­dan zikirde sesi yükselterek selam verdiklerinden başka bir şey bilmiyoruz" [169] hadisi de bu konuda delil sayılmakta­dır.

Sahih-i Buharî'de geçen " Sahabe yüksek sesle açık­tan dedikleri rivayet edilmiştir. Bazı rivayetlerde bu durumun sabah ve akşam namazlarına mahsus olduğu belirtilmiştir.[170]

ffEy insanlar, kendinize acıyınız, siz sağır ve yok olan zata dua etmiyorsunuz" hadisindeki yasaklama, cehrin şer'an yasak olduğunu bildirmek için değildir. Bilakis te­enni ve kolaylık içindir.

Rasulullajı (s.a.v)'in pek çok konuda açıktan, cehren dua ve zikir ettiği ve selefi salihininde böyle amel ettiği sabittir.

Sahih-i Buharî'de geçen hadisi şerifte Enes (r.a)'den şöyle dediği rivayet olmuştur.

Sahabe hendek kazımıyla meşgul iken açtık onları perişan etmişti. Rasulullah (s.a.v) onların bu halini gördü ve (Allahım ahiret azığından başka azık yoktur. Ensar ve mu­haciri bağışla, merhamet eyle) diye dua ediyordu. Saha­beler de bu duaya  (Yaşadığımız sürece cihad üzerine - Muhammed'e bey'at eden erleriz) cevabını veriyorlardı. [171]

Genel olarak, hadislerde bildirilen alanlarda, özel durumlarda cehrin caiz oluşunda harhangi bir tartışma söz konusu değildir.

Tartışma konusu, bir konuda verilen hükmün umum ifade edip etmediğidir. Böyle olunca da muhalif görüşte olanlar "Bu, (cehrin caiz olduğu) durumlar, Özel bir sebep­ten dolayıdır" veya "Cetıren zikir ve dua için toplanmak caiz de, münferid olarak cehren zikir ve dua caiz değildir ki bu nedenle umum olarak caiz olduğuna işaret eden de­lilleri zikretmek gerekir." diyebilmektedirler.

Sadece zikir için toplanma konusuna gelince; Buharî ve Müslim'in ittifakla Ebu Hureyre (r.a)'den merfu olarak rivayet ettikleri "Allah Teâlâ'nın, yollarda dolaşıp zikre­denleri arayan melekleri vardır.[172] hadisi ile başka bir

rivayette "Herhangi bir cemaat Allah'ı zikretmek için otu­rursa, mutlaka melekler onları kuşatır, üzerlerine huzur iner ve rahmet kendilerini kaplar [173]  hadisi ile sabittir.

Bu hadislerdeki zikir kelimesini ilim mütala etmek veya Allah'ın nimetlerini anmak olarak yorumlamak müm­kün değildir. Zaruret olmadıkça bir kelimeyi, ilk anda akla gelen anlamının dışında tevil etmek uygun değildir.

Her birinin yalnız başına sırren zikir edebileceği göz önünde bulundurularak zikir için bir araya gelmek, o top­luluğun cehren zikretmelerini gerektirmez gibi bir yakla­şım içinde bulunulamaz.

Şayet zikir gizli olacak olsa idi, o zaman toplanmayı söylemenin bir anlamı kalmazdı. Hâlbuki dua için toplan­ma Hâkim'in Müslim'in şartlarına göre merfu olarak riva­yet ettiği "Bir topluluk bir araya gelir, bir kısmı dua eder diğer kısmı da âmin diyerek icabet ederse Allah onların dualarını mutlaka kabul eder [174] hadisi ile sabittir.

Kur'an okuma (tilavet) için toplanma ise Nevevi ve diğer hadis alimlarinin sahih olarak kabul ettikleri "Bir topluluk, Allah'ın evlerinden birinde toplanır, Kur'an okur, O'nu teşbih ederse melekler mutlaka onları kuşatır" hadisi ile sabittir. [175]

Bundan dolayı âlimlerimiz mescid ve toplantı yerle­rinde evrad ve hizb (dua, ayet ve hadislerin bölüm bölüm) okunmasını caiz görmüşlerdir.

İmam Mâlik ve arkadaşları, selefi salihinin amel et­memesi sebebiyle ayrıca sedd-i zerâi babından, bid'atin kökünü kurutmak, dinde ziyadeliğe gidilmesin ve hakk-ı mübinden çıkılmasın diye bütün bunları kerih görmüşler­dir. Ne yazık ki zamanımızda onların korkup sakındığı bu tür durumlara da şahid oluyoruz"

  1. YineŞeyh Dehlevî, Şerhu'l-Mişkad'da Ubeyye b. Ka'b'dan şöyle dediğini nakletmiştir. "Rasulullah(s.a.v) vitir namazından selam verince üç defa der ve üçüncüsünde sesini yükseltirdi"[176]

Bu, cehri zikrin meşru olduğuna işaret eden bir ha­distir. Cehri zikir şüphesiz şer'an (Kur'an ve sünnete göre) sabittir. Ancak gizli zikir daha faziletlidir.

Aliyyü'l-Kârî "Mirkad" adlı eserinde bu hadisi şerhederken müellif Müzhir'den şunları nakletmektedir "Bu hadis zikirde sesi yükseltmenin caiz olduğuna hatta dinde ri­yadan sakınılabiliyorsa, dinleyicilere (ilim) Öğretmek, insan­ları gafletten uyandırmak, zikrin bereketini sesin ulaştığı hayvan, ağaç, ve toprağa ulaştırmak, diğer insanlara hayırda rehber olmak, canlı cansız bütün varlıkları buna şahid kılmak için müstehap olduğuna işaret etmektedir.

Bir takım âlimler, riyadan uzak olması sebebiyle gizli zikri tercih etmişlerdir. Bu durum tamamen niyet ile ala­kalıdır.

Aliyyül-Kârî'nin benimsemediği görüş ve fikirlere kitap­larında cevap verme adeti göz önünde bulundurulursa "Müzhir"in görüşüne cevap vermemesi hatta kitabında aynen nakletmesi, onun, cehri zikrin caiz olduğunu söyleyenler ara­sında bulunduğunu göstermektedir. Her ne kadar bazı bölüm­lerinde buna karşı çıksa da "Şerhu Hısnu't-Hasm"deki bazı cümleleri cehri zikrin caiz olduğuna yöneliktir.

44- İbn Sad'dan, Muhammed b. Mesleme ve arkadaş­larının ölümü meselesinde şöyle rivayet edilmiştir. "Saha­be, Ka'b b. Eşrefi öldürüp geri dönerken Bakîü'l-Garkad'a vardıklarında sesli tekbir getirdiler. Rasulullah (s.a.v) o gece namaz kılıyordu. Sahabenin tekbirlerini duyunca tek­bir getirdi ve Kab'ı öldürdüklerini anladı..[177]

45- İbn Cabir (r.a)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir "Ebu Müslim Havlanî çocuklarla beraber yüksek sesle çok tekbir getirir ve: "Cahiller size deli deyinceye kadar Al­lah'ı çokça zikrediniz" derdi.[178]

46- Ebu Yunus (r.a)'den rivayet edilmiştir "Ebu Hüreyre (r.a) bir gün insanlara namaz kıldırıyordu. Selam verince yüksek sesle. "Dini hâkim, köle iken Ebu Hureyre'yi de imam kılan Allah'a hamd olsun" dedi.[179]

47- Mudarib (r.a)'den rivayet edilmiştir: "Bir gece yolculuk yapıyordum. Ansızın tekbir getiren bir adama rastladım. Devemi durdurdum. Bu tekbir getiren kimdir? dedim. Adam; Ebu Hırr dedi. Bu tekbir nedir dediğimde adam, şükürdür dedi. [180]

48- İbn Asakir, Ömer b. Hattab'ın Müslüman oluşunu anlatırken şöyle nekletmiştir: Rasulullah (s.a.v) Daru'l-Erkam'da ashabıyle beraber otururken Ömer, RasululLah'ın yanına gelip Allah'dan başka ilah olmadığına, senin Altah'ın Rasulu olduğuna şahidlik edi­yorum" deyince evde bulunanlar mesciddekilerin duyacakları şekilde (yüksek sesle) tekbir getirdiler. [181]

Bu konuda sözün özü şudur;

Tazarru ve riyadan sakınmak yönüyle gizli (sırrı) zik­rin, sesli (cehri) zikirden daha faziletli oluşunda şüphe yoktur.

Yine "Nefsinize acıyınız..." hadisi gereğinde müfrid olan (aşırı olan) cehrin yasak oluşunda da şüphe yoktur.

Aşırı olmayan cehri zikre gelince hadisler ve sahabe haberleri bunun caiz olduğunu bildirmekte ve desteklemektetir. Cehri zikrin haram veya mekruh oldu­ğuna işaret eden açık bir delil de bulamadık. Hadisçiler ve Şafiî alimleri ile bir kısım Hanefi alimlerimiz de cehri zik­rin caiz olduğuna delil getirmişlerdir.

Nihaye'de hac bölümünde bu duruma işaret edilmekte "Bize göz ezan, telbiye, hutbe gibi ilanı, duyuruyu gerektiren durumlar dışında zikrin gizli olanı müstehapdır." denilmek­tedir. "Mebsut'ta da buna benzer açıklamalar yapılmıştır.

"Cehr haramdır" diyenlerin Rasulullah (s.a.v)ın "Kendini­ze acıyınız...." hadisini delil göstererek aşın olan cehri kasdettikleri aşikardır. Sebeb-i vurudu göz önünde bulundurulur­sa hadisin, aşırı cehr hakkında olduğunu mutlak anlamda cehrin kasdedilmediğini görürsün. Velev ki öyle olsa bile zan ifade eden ahad haber ile mutlak manada haram kükmü çıkarılamaz.

Bid'atdır" diyenlere gelince; Özellikle {zikirde yan­lış uygulama ile) bid'ate düşerler ve şer'i hükümde olma­yan bir ibadet şekline bürünür endişesiyle bid'attir demiş­lerdir.

Ramazan bayramında yolda tekbir getirmeyi bid'at olarak kabul eden bu gurup, "Yolda cehren tekbir getir­mek özellikle Kur'ban bayramı için varid olmuştur. Rama­zan bayramında yolda sesli tekbir getirmek bid'attir" diye­rek bu görüşlerini desteklemişlerdir.

Bütün bu açıklamalardan sonra şöyle bir düşün; işin aslı ortaya çıkmıştır. Ama dikkat et. Nice ayaklar kaydı, nice insanlar şaşırdı. Kabul ve red konusunda acele davranma, acele karar verme. Çünkü acele karar vermek avam insanların davranışlarıdır

Ayrıca sırr ve cehri zikrin dışında bir de kalbi zikir vardır. Bazı fakihler böyle bir şey yoktur diyerek kabul etmeseler de gerçek şu ki; bu ancak dikkafalılıktır. Çünkü bilinmelidir ki zikir unutmanın zıddıdır. Bu ise aslında dilin değil, kalbin işidir. Evet dil ile zikir konusunda rivayetler ve açık hükümler vardır. Kalbi zikirde böyle bir durum söz konusu değildir. Ancak Dihlevi'nin "Tenbihu ehli'z -zikr bi riayeti âdabi'z-zikr" adlı kitabında da belirttiği gibi bu, zikri kalpden söküp atmayı gerektirmez.

Hırzu's-semin şerhu'l-hısnıThasîn"de "Beni yalnız­ken nefsinde zikredeni ben de nefsimde zikrederim" hadi­sinin şerhinde; Bu hadis Öncelikle kalbi zikrin en faziletli zikir olduğuna, sonra da dil ile gizli zikrin faziletine delil­dir. Çünkü, "Meleklerin duymadığı gizli zikre yetmiş misli sevap yazılır" ve "Zikrin en hayırlısı gizli olanıdır" rivayet­leri bu görüşü destekler mahiyettedir.

Musannifin "İster vacip olsun, ister müstehap olsun meşru olan her zikrin mutlaka zikreden tarafından duyul­ması gerekir" sözü Şârî'nin {Kur'an ve Sünnetin) namazda Kur'an okumak, teşehhüd ve namaz teşbihleri gibi dil ile zikrin emredildiği konular için geçerlidir. Yoksa "kim Al­lah'ı diliyle telaffuz etmeden sadece kalbiyle zikrederse bu şer'an kabul edilemez" anlamında kullanılmamalıdır. Çünkü kalbi devreye sokmadan zikre devam etmek düşünülemez. Bunun için bu {kalbi zikir), zikir çeşitleri a-rasında en faziletli olanıdır.

Aişe (r.anha)'den' merfu olarak rivayet edilmiştir. "En faziletli zikir, Hafaza (meleklerinin) bile duyamadıkla­rı gizli (hafi) zikirdir. Kıyamet günü o meleklere; "Bakın, bu kulumun herhangi bir ameli kaldı mı?" denilir. Melek­ler; "Bildiğimiz ve kaydettiğimiz her ne varsa onları saydık ve yazdık." derler. Bunun üzerine Allah Teala: "Benim ka­tımda senin de bilmediğin bir sır, gizli bilgi var. Ben seni onunla mükâfatlandıracağım. O gizli (hafi) zikirdir" buyurur.[182]

Câmî'de "Zikrin hayırlısı gizli olanı, rızkın hayırlısı da yeterli olanıdır" buyurulmaktadır. Ahmed b. Hanbel, İbn Hıbban ve Beyhakî rivayet etmişlerdir.

Kalbi zikrin bölümlerinden birisi de nefesi (nefesle) zikirdir ki "La ilahe illallah" veya benzeri bir zikir kelime­sini; nefesin yükseltilmesi ve alçaltılması (artması ve a-zalması Jile yapılan zikirdir. Bu, meleklere benzemeye se­bep olacak güzel bir zikirdir. Zira Ebu'ş-Şeyh, "Gece gün­düz teşbih ederler [183] ayetinin tefsirinde, Hasan'dan "Sanki Allah onların (meleklerin) nefes alıp vermelerini onların teşbihleri kıldım" buyuruyor dediğini rivayet et­miştir.

İbn Münzir, ibn Ebu Hatim ve Beyhakî'nin de "Şuabu'l İman'da"; Ebu'ş- Şeyh Abdullah b. el- Haris'in şöyle dediğini rivayet etmiştir. "Kâ'b'a "...hiç ara vermezler [184]sözü onların (meleklerin) sürekli elçilikle meşgul olduklarına mı yoksa ihtiyaçları ile meşgul oldukları anlamına mı gelir, ne dersin?" deyince Kâ'b " Sizin için nefes alıp vermeyi nasıl gerekli kılmışsa onlara da teşbihi gerekli kıldı. Sen nasıl ki, yer, içer, kalkar, oturur, gider, konuşur ve nefes alır verirsin onlar için de teşbihi gerekli kıldı. Onlar gece gündüz teşbih ederler, hiç ara vermez­ler" buyurdu.

Bu hadis zikri nefesi konusunda temel kabul edilen önemli bir kaynaktır. Zikri nefesi'ye devam et. O, vaktimi­zi güzel bir şekilde değerlendiren önemli bir ibadettir.

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

ŞER'I ÖLÇÜLERRE GÖRE CEHRİN KULLANILDIĞI YERLER

 

1-Ezan

 

Ezanın cehren okunacağı uygulamalarla bildirilmiş olup hadis âlimlerimiz bu konuda ittifak etmişlerdir. Nasıl olmasın ki, ezan zaten ilan, duyurmadır. Bu ise ancak cehr ile mümkündür. Bundan dolayı âlimlerimiz müezzinin sesi­nin gür olmasının müstehap olduğunu açıklamışlardır. Â-limlerimiz, Abdullah b. Zeyd'in rüyada ezanı duyması ha­disesini delil kabul ederek bu hükme varmışlardır. " 0 rüyasını Peygamber (s.a.v)'e anlatınca, Peygamber (s.a.v); onu Bilal'e aktar. 0 senden daha gür seslidir yani daha yüksektir, buyurdu. Abdullah'da kalktı Bilal'e aktardı. Bi-lal'de ezan okudu ve Peygamberimizin hayatı boyunca (ve­fat edinceye kadar) müezzinliğe devam etti.

Ebu Dâvud, Tirmizî, İbn Huzeyme Sahih'inde, Ahmed b. Hanbel Müsned'inde bu hadisi rivayet etmişler ve şu zi­yadeyi yapmışlardır. "Birgün Bilal sabah ezanını okudu ve Peygamberimizi (s.a.v) sabah namazına çağırdı. Peygam­berimiz uyuyor denildi. Bunun üzerine Bilal en yüksek se­siyle "Namaz uykudan daha hayırlıdır." dedi. Böylece bu kelime sabah ezanına eklenmiş oldu. [185]

Aynî, Hidaye şerhinde: "Müezzinin sesini yükseltmesi müstehaptır. Ebu Mahzura'dan rivayet edilen hadiste "Sesini yük­selt, sesini uzat [186] olarak, Abdullah b. Zeyd'den rivayet edilen hadiste ise "Onu Bilal'e aktar, çünkü o senden daha gür seslidir." olarak belirtilmesi ezanın duyuru olması sebebiyledir."

Bunun için müezzinin çevre etrafın en iyi şekilde du­yacağı minare gibi yüksek yerlerde ezan okuması daha faziletlidir.

Ebu Berze el-Eslemî "Ezanı minarede {yüksek yerde) okumak, kameti ise mescidde getirmek sünnettendir." buyurmuştur. Bu hadisi Ebuş-Şeyh, Hafız Ebu'l-Kâsım Temmam b. Muhammed er-Râzi rivayet etmişlerdir. Ancak müezzinin kendini yormasına, tüketmesine gerek yoktur. Aksi halde fıtık olmasından ve sesinin zayıflamasından korkulur." demektedir.

Camiu'l Müzmerat adlı kitapta ise; "Müezzinin, gü­cünden fazla sesini yükseltmesi mekruhtur." denilmektedir.

Sesi yükseltmek için yapılması müstehap olan hu­suslar şunlardır:

Birincisi; sesin yükselmesi için iki parmağı kulağa sokmak müstehaptır.

Hidaye'de müezzinin iki parmağını kulaklarına sok­ması iyidir. Böyle yapmasa da güzel olur. Çünkü bu asl'i sünnetlerden değildir." denilmektedir.

Hidaye sarihleri "Böyle yapmasa da güzel olur" cüm­lesinin şerhinde ihtilaf etmişlerdir.

Diraye'de: Yani "Ezan güzeldir, anlamına gelmekte­dir." Yoksa işin terki güzeldir anlamında kullanılmamıştır. Çünkü onu Rasulullah (s.a.v) Bilal'e emretti. Bu emrin ter­kinin güzel olarak vasıflandırılması uygun düşmez. Fakat aslî sünnetten olmadığı için yerine getirilmemesi ezanın güzelliğini ve tamlığım gidermez, denilmektedir.

İnaye'de ve Serucî el-Gâye'sinde aynı görüşü zik­retmişlerdir.

Tacu'ş-Şeria'da ise; "Evet bu durum böyledir. Çünkü ezan hakkında bilinen aslî sünnetlerden değildir.

Ezanın meşru kılınmasına sebep olan rüya hadisinde böyle bir şey zikredilmemiştir.

Nihaye'de; Ezan,için "güzeldir" kelimesinin kullanıldığı Fevaidu'z-Zahiriyye'de zikredilmektedir.

Şeyh şöyle demektedir: Bu hükmün bir benzeri Rasulullah (s.a.v)'in Ammar (r.a)'a; Eğer dönmeye zorlar-larsa dön" sözüdür. Yani ikrah'a zorlanırsan nefsini kur­tarmak için dön.[187]

Gayetü'l-Beyan'da "İki parmağı kulaklara koymak efdaliyyettir" denilebilir ki bu faziletli olanı da kapsar. Eğer böyle yapmak efdaliyyet ise terk et­mek de faziletli hasen (güzel) olur" denilmektedir.

Bütün bunlar Hidaye sarihlerinin sözüdür. Aynî, bu açıklamalardan sonra bunların hepsini reddetmiş ve şu a-çıklamalara yer vermiştir.

"Hepsi sınır dairesini aşmışlardır. Cümle yapısı her ne kadar karışık olsa da yapılan bu teviller asla kabul edilemez. (eğer yapmazsa) kelimesinde müezzine işaret eden gizli merfu bir zamir vardır. Mef'ulu ise hazfedilmiştir. (güzeldir) kelimesine gelince şartın cevabıdır, işin yapılmaması da güzeldir anlamına gelir.

O asli sünnetten değildir diyenlerin sözleri de geçerli değildir. Onlar böyle demekle sünneti, aslî ve fer'î olmak üzere ikiye ayırıyorlar ki hiçbir âlim böyle bir ayırıma git­memişlerdir. Ayrıca Allah Rasulunun (s.a.v) emretmiş ol­duğu bütün emirler güzel (hasen) dir. Bu konuda hadis â-limleri birçok hadis rivayet etmişlerdir. Nasıl olur da aslî sünnetlerden sayılmaz.

Serucî'nin (Ezanda iki parmağı kulağa sokmamak da güzeldir sözü de uygun değildir. Rasulullah {s.a.v) bunu emretmişken nasıl olur da bunu terketmek güzel olur.

Nihaye müellifi Sağnakî'nin "Güzel olduğu zahiriyye'de yazılıdır" sözü de yersiz, mesnedsizdir. Çünkü güzelliği e-zana nisbet etmek tuhaf bir açıklamadır.

Şeyh şöyle demektedir... diye başlayan açıklamada yersizdir. Bu benzetme nasıl olur. Bu ancak uzak bir tevilden başka bir şey değildir.

Gayetü'l-Beyan'da belirtilen ifade de tamamen sınır dairesinin dışındadır.

Bu konuda ancak "Eğer iki parmağını kulaklarına sokamıyorsa o iki parmağı kulakların üzerine koymak güzeldir" denilebilir. Çünkü Ahmed b. Hanbel'in Ebu Mahzura'dan "O dört parmağını birleştirdi ve kulaklarının üzerine koy­du [188] şeklindeki rivayeti, bu problemi çözmede yeterlidir.[189]

Ayrıca, İbn Mâce'den rivayet edilen ''Rasulullah (s.a.v) Bilal'e ezanda iki parmağını kulağına koymasını emretti ve bu sesini daha da yükseltir, dedi [190] hadisi ile Avn (r.a)'ın babasından rivayet ettiği "Bilal'ı ezan okurken iki parmağını kulaklarına koyarken gördüm [191] şeklinde rivayetler varken nasıl olur da parmaklan kulaklara koymak müstehap olur. Bu hadislerin hepsi Rasulullah'ın Bilal'e bu işi emrettiğine işaret ederken nasıl olur da müstehap olur, hâlbuki bu vaciptir" gibi bir soru yöneltuemez.

Çünkü bu hadislerdeki emir vucup (vaciplik) ifade etmez, müstehap olduğunu gösterir. Hadisteki "Bu sesini daha da yükseltir" sözü bunun delilidir. Burada iki parmağı kulaklara götürmenin hikmeti anlatılmıştır. Bunun zaruret olmadığı ifadelerden de anlaşılmaktadır.

Yine Buharî'nin ta'lik olarak, İbn Ebu Şeybe'nin de Mu­sannifinde zikrettikleri, Abdurrezzak'm İbn Ömer (r.a)'den naklettiği "O ezanda iki elini kulaklarına götürmezdi, eğer bu zaruret olsaydı ellerini kulaklarına götürürdü [192] haberi de iki

eli kulağa götürmenin vacip olmadığının delilidir.

Bazı âlimler [193] "Elleri kulaklara götürmek rüya hadi­sinde zikredilmediği için sünnet değildir, bu konuda da aslolan budur" demişlerdir.

Aynî'de bu görüşü paylaşmış ve Ebu'ş-Şeyh "Kitabu'l-Ezân'da Zeyd b. EnsarVden rivayet ettikleri "Rasulullah (s.a.v) ezana özen gösterirdi..." hadisinde "Bi­lal mescidin damına çıktı ve iki parmağım kulaklarına gö­türdü ve ezan okudu. Abdullah b. Zeyd'de rüyasında böyle görmüştü" sözünü nakletmiştir. [194]

Burada iki parmağı kulağa koymanın müstehap olma­sı demek, parmakların topluca kulağa girmesi mümkün olmadığı için işaret parmaklarının kulağa sokulması anla­mında algılanmalıdır. Kulak için en uygun olan parmak ise işaret parmağıdır. [195]

Parmaklan kulaklara koyma geleneksel bir durumdur. Suyutî, "Ezanda tek etini kulağına götüren ilk kişi Haccac'ın müezzini İbnu'l-EsanVdır. Bundan önce müezzinler iki elle­rini de kulaklarına götürürlerdi" demektedir. [196]

İkincisi: Ezanı yüksek bir yerde okumak müstehaptır. Kâdıhan ve Hülasa müellifinin zikrettikleri gibi rfMescidde ezan okunmazdı" sözünden maksat şudur; Ezanda sesi yük­seltmek sünnet olduğu için minare veya başka yüksek bir yerde okunur. Mescidde okunmaz"

Künye'de "Ezanı yüksek bir yerde, Kameti ise bulun­duğu düz bir yerde okumak sünnettir. Akşam ezanında ise âlimler ihtilaf etmişlerdir" denilmektedir.

"Bahr"de ise "Görünen odur ki akşam ezanını da yüksek bir yerde okumak sünnettir.

Üçüncüsü; Müezzinin sesi başka şekilde uzaklara u-laşmarnası sebebiyle, müezzinin minare etrafında dönmesi müstehaptır. Aksi halde sesi yükseltmek başka türlü fayda vermez,.

Tirrnîzî'nin sahih olarak rivayet ettiği gibi minare et­rafında dönme, Bilal'ın ezanında gerçekleşmiştir.

Ebu Davud'un Ebu Cuheyfe'den rivayet ettiği "Rasulullah (s.a.v) Mekke'de Kubbe-i Hamra'da iken yanı­na vardım... "hadisinin devamında "Bilal'ı vadiye çıkmış olarak gördüm ve Ezan okudu. Hayya ale's-salah ve hayya ale'l-felah'a ulaşınca boynunu sağa ve sola çevirdi, daire şeklinde dönmedi" hadisine göre minare vb, etrafında dönülmeyeceği apaçık bellidir denilemez.

Çünkü istidare (ezan okurken minare vb. etrafında dönme) diğer başka rivayetlerde zikredilmiştir. Aynî, Hidaye şerhinde, Ebu'ş-Şeyh, Taberanî ve Darekutnî'nin naklettikleri bu rivayetleri genişçe derlemiştir. Bilinmeli ki isbat (varlığını bildiren deliller) nefye {yok olduğunu bildi­ren delile) tercih edilir.

Dördüncüsü; Kadının ezan okuması mekruhdur. El-Muhîd Sahibi ve Kadıhan bunun sebebini kadının sesinin avret oluşuna bağlamaktadır. Ancak bu ta'lil zayıftır. Çünkü Münye, Bahr ve Dürrü'l-Muhtar'da da belirtildiği gibi doğru olan, kadının sesinin avret olmamasıdır.

Kadının ezan okumasının mekruh olmasının asıl se­bebi, Bahr'de de belirtildiği gibi "Ezanda sesi yükseltmek menduptur. Kadın ise fitne çıkma ihtimalinden dolayı bun­dan yasaklanmıştır. Yine bu sebepten dolayı kadınlar, ca­mide teşbih dualarını okumaktan ve âmâ kişiden Kur'an öğrenmekten yasaklanmışlardır.

Bilinmelidir ki bize göre ezanın her kelimesini yük­sek sesle okumak müstehaptır. Bunun için Şafiîlerin tarn tersine bizde tercî yoktur.[197] Şafiîlere göre Cuma günü i-kinci ezan dışında bütün ezanlarda şehadetleri bir yüksek sesle bir de alçak sesle tekrar etmek gerekir. Safilere gö­re, Cuma günü ikinci ezanda ilk ezandaki gibi sesi yük­seltmek gerekmez. Çünkü bu, kamet veya geçmiş namaz için okunan ezan gibi hazır olan cemaate bir duyurudur.

El-Bahr ve Nehru'l-Faik'de "Eğer kaza namazı cemaat­le kılmıyorsa ezanda sesi yükseltmek gerekir. Sahrada münferid kılınacak olursa da durum böyledir. Bu konuda mü­ezzinin sesini yükseltmesi hususunda teşvik edici rivayetler vardır. Sesi yükseltmekteki amaç ne insan, ne cin, ne de herhangi bir yaratık duyması için değildir. Sadece kıyamet gününde şahitlik etsinler diye ezanda ses yükseltilir. Evde münferid olarak kılacaksa sesini yükseltmez" denilmektedir.

 

2- Kamet

 

Hazır olan cemaatın duyması için müezzin kamette sesi yükseltir. Ancak Tatarhaniyye'de de belirtildiği gibi kamette ezan gibi sesi yükseltmek mendup değildir. Bunun için kameti minarede okumak sünnet sayılmamıştır. Bahr, Kunye'den bu şekilde nakletmiştir.

Kamette iki parmağı kulağa götürmek sünnet midir?

Tirmizî'nin Evzaî'den naklettiğine göre kamette de parmaklan kulaklara koymak sünnettir. Ama bize göre, ezandan  daha  hafif bir sesle gerçekleştiğinden  dolayı müstehap değildir. Bahru'r-Raik de böyle açıklanmıştır.

 

3-  Tesvib: (Ezan Cümlelerini Tekrar Etme)

 

Âlimler bunun bildiriyi hatırlatmak olduğunu, bu ne­denle sonuç alabilmek için sesi yükseltmek gerektiğini a-çıklamışlardır.

 

4-  Kur'an Okumak

 

Bilindiği üzere Kur'an ya namaz içinde ya da namaz dışında okunur. Namaz içinde okunması ise; farz, vacip veya nafile namazlarda okunur ki bunların her birinin ayrı ayrı hükmü vardır. Ayrıca namazın cemaatle veya münferid kılınması durumunda da kıraatin okunuşunda ayrı ayrı hüküm geçerlidir.

Namaz dışında Kur'an'ın nasıl okunacağı ile ilgili birbirine mutearız hadisler mevcuttur. Bu hadislerden bir kısmı cehrin faziletli olduğuna, bir kısmı da sırrın (gizli) daha faziletli olduğuna işaret etmektedir. İmam Nevevî'nin de belirttiği gibi bu mutearız (birbirine zıt görünen) hadis­leri şu şekilde birleştirebiliriz.

Kur'an'ın nasıl okunacağı, durum ve şahıslara göre fark­lılık arzeder. Kimileri için sırrı (gizli) okumak, kimileri için de cehrî (açıktan, sesli) okumak daha faziletlidir. Mesela; yapısı itibariyle riya, uçup vb. kötü hasletlerden uzak olan, okudu­ğunda başkalarını rahatsız etmeyen veya kendisini huşu ile dinleyenlerin bulunduğu kimseler için cehren (sesli) okuması müstehaptır. Aksi halde sırrî okunması gerekir. Sen buna göre mukayese eyle. Âlimlerimizin çoğu da bu görüşü benimsemiş­lerdir. Güvenilir olan, kabul gören görüş de budur.

Evet, seri hükümlerde belirtilmediği halde bir sûre veya bir bölümü, muayyen bir yerde daima sesli okunursa ve insanların da bunu kesin olarak yerine getirilmesi gere­ken bir husus zannetmelerinden korkulursa o zaman elbet­te mekruh olur. Bu durum ise toplumumuzda pek yaygın­dır. Bunun için Nisabu'l-lhtisab'da "Namazdan sonra ce­maatle sesli olarak fatiha okumak bid'attir" denilmiştir.

Yine bu minvalden olmak üzere; şükür secdesi aslın­da mubah olup teşvik edilmesine rağmen, vitirden sonra şükür secdesi yapmak mekruhtur demişlerdir.

"Kendisini dinleyen cemaate karşı Kur'an okuyan kim­senin, kendisini dinleyenlere şefkat göstermek için secde ayetlerini gizli okuması müstehaptır" demişlerdir. Dinleyen­lerden abdestsiz olup kerahiyete düşer endişesiyle bu hükme varmışlardır. Çünkü secdeyi vaktinden sonraya bırakmak mekruhtur. Hidaye şerhlerinde de böyle denmektedir.

"Zehira"da ve Muhammed, "El-Asl" adlı kitabında "Hamamda Kur'an okumakta bir sakınca yoktur" demişler­dir. Nehaî ise Kerih görmüştür. Aslında bu konuda ihtilaf yoktur. Nehaî, Kur'an okurken sesi yükseltir de, orada bu­lunan insanlar meşguliyetlerinden dolayı Kur'an okuyanı dinlemezler ve Kur'anı hafife almak gibi bir durum ortaya çıkar endişesiyle mekruh saymıştır. Bu durumlarda bize göre de mekruhtur.

Yine Kur'an'ın hafife alınması korkusuyla, Âlimleri­miz, sokakta Kur'an okuyan dilenciye tasaddukta bulun­mayı mekruh saymışlardır.

Fakih Ebu Cafer'in, Kur'an'ı ister cehren, ister gizli olsun, hamamda veya kendisiyle manevi pisliklerin yıkan­dığı suyun döküldüğü gusulhane, banyo vb. yerlerde o-kunmasını mekruh saydığını gördüm.

"Fetava"da; Ebu Hanife'ye göre kabirlerde Kur'an okumak mekruhdur. İmam Muhammed'e göre ise mekruh değildir." denmektedir. Sadru'ş-Şehid; "Âlimlerimiz bu son görüşü benimsemişlerdir" demektedir.

Muhammed b. Fazl el-Buharî ise Kabirlerde cehren Kur'an okumak mekruhtur. Sırrî okunursa mekruh olmaz" demiştir.

Fakih Ebu İshak el-Hafız, hocası Ebu Bekr Muhammed b. İbrahim'in "Kabirlerde Mülk suresini cehren veya sırren okumak da bir sakınca yoktur. Cehr ve sırr arasında hüküm bakımından herhangi bir fark yoktur" dediğini nakletmiştir.

Bazı âlimler "Kur'an'ı cemaatle beraber cehren hat­metmek mekruhtur" demişlerdir.

Fetava Kâdîhân da "Bir kimse Kur'an'ın sesiyle ünsi-yet kurmayı arzu ederek kabirde Kur'an'ı sesli olarak oku­yabilir. Eğer böyle bir niyeti yoksa sesli okumasına gerek yoktur. Allah onun her okuyuşunu duyar" denilmektedir.

Namazda Kur'an okunması meselesine gelince; İster eda isterse kaza olsun sabah namazında, akşam ve yatsının ilk iki rekâtında, cuma, bayram namazları, ramazanda kı­lınan teravih ve vitir namazlarında cemaatle kılınırken cehren okunur ve bu vaciptir, Bunları terk eden kimsenin sehiv secdesi yapması gerekir.

Munferid kılman farz namazlarda; gece kılınan nafile namazlarda olduğu gibi sesli veya sessiz okumak da serbest­tir. İmam olan kişinin sesli okuması gerekir. Öğle ve ikindi namazlarında ise kesin olarak sessiz okuması gerekir.

İbn Melek'in "Şerhu'l-Menar"da belirtip "Hidaye" de kabul gören görüşe göre; Öğle ve ikindi namazı vaktinde (gizli okunması gereken vakitler), cehren okunması gere­ken sabah, akşam ve yatsı namazlarının kazasını munferid olarak kılan kimse de sessiz okuması gerekir. Bazı âlimler ise sesli veya sessiz okunmasında serbestlik olduğu görüşü­nü tercih etmişlerdir.

Gündüz vakti nafile kılan kişi sessiz okur. Cehren, sesli okuması, "Binaye"de de belirtildiği gibi tahrimen mekruh olur. Bu konuda söz oldukça uzundur. Eğer uzun olmasından korkmasa idim konuyu genişçe anlatırdım. İnşaallah bu konuyu "Vikaye şerhi"nde ele alacağım.

Ebu Katade'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Rasullullah (s.a.v) öğle namazının ilk iki rekatînde Fatiha ve bir sure okur, birinci rek'atte sureyi uzatır, ikinci rekatte ise kısa tutardı. Bazen de ayetleri duyururdu (cehren okurdu) [198] Bu hadise göre; cemaate duyurmak veya öğretmek için bir veya iki ayeti cehren okumakta bir beis olmadığı hükmü çıkarılmıştır. Sırrî namazlarda bu durum cehr sayılmaz. Âllmlerimizin bir kısmı bu görüşü benimsemişlerdir.

Şemsu'l-Eirnme el-Halvârû; bu konuyla ilgili olarak "Kunye"de: "Namazda bir münkeri görür de onu defetmek için sesli okursa bu durum namaza zarar vermez" demektedir.

 

5- İmamın Namazda Tekbir Getirmesi

 

İmam ve mübelliğ (tekbirleri cemaate duyuran kişi), namaza başlama ve intikal tekbirlerini cemaate duyurmak için ihtiyaç oranında sesli getririr. Yine tesmî (semiallahu limen hamiden)ve selamı'da sesli getirir. Ancak imama u-yan veya munferid kilan kimse sadece kendisi duyacak ka­dar söyler. "Ziyaü'İ-Manevf' de böyle bildirilmektedir. "Siracu'l-Vehhac"da "ıhtiyaçdan fazla yüksek sesle okursa günah işlemiş olur" denmektedir.

Şeyh Muhammed b. Muhamrned el-Kadî, fetvaların­da; "İmam namaz İçin tekbir getirdiğinde, namazın sıhhati için bu tekbirin namaza giriş {iftitah tekbiri) kastıyla söy­lenmesi gerekir. Aksi halde sadece duyurma ve bildirme niyetiyle söylenirse o kişinin namazı olmaz.

Şer'i ölçülere göre istenen, tekbirde her ikisini de (namaza giriş ve duyurma) kasdetmesi gerekir."

Reödü'l- Muhtar'da "İftitah tekbiri şart ve rükün ol­duğundan gerçekleşmesi için namaza başlama kastsyla getirilmesi gerekir. İmamın "semiallahu limen hamiden", MübeUigin "Rabena leke'I name!" demeleri ve her ikisinin getirdiği intikal tekbirleri sadece duyuru kastıyla söylerinirse namazı bozmaz." denilmektedir. [199]

Nasıl ki namazda olduğunu başkalarına duyurmak i-çin "sübftanaUah" demenin namazı bozmadığı gibi "î'lam" (duyuru) niyetiyle söylemekte namazı bozmaz. Tekbirden maksat hem zikir hem de ı'lam, duyurudur. Eğer sadece duyuru kastını açıkça gösterirse isnki zikretmemiş olur. İftitah tekbirinin dışında zikir kastının o'marnası ise naması bozmaz. Bu konuda "Tenbihi zeyil -Efham Ala Hukmi't-Tebüg; Haife'l-lmam" adlı risalemizde geniş bilgi verdik,

Fethu'l-Kadir'de; "Sabfhayn'de Ubeydullah b. Abdui-Uh b. Jt.be b. Mes'ud'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir.

Hz. Aişe (r.anha)'nin yanına vardım ve bana Rasulullah (s.a.v)'ın hastalığından bahset dedim. Bunun üzerine şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v) hastalığı şiddetlenince insanlar na­mazı kıldılar mı? diye sordu. Biz, hayır seni bekliyorlar de­dik. Bana bir su getirin, dedi. Getirdiler ve bu suyla abdest aldı. Sonra güçlükle kalkarak yürüdü fakat bayıldı. Sonra a-yıldı ve insanlar namazı kıldılar mı? diye tekrar sordu. Biz ise hayır, insanlar yatsının son vaktine kadar beklediler de­dik. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) Ebu Bekir'i (r.a) na­maz kıldırması için gönderdi. Ebu Bekir namazı kıldırdı.

Daha sonra Rasulullah (s.a.v) kendinde bir hafifilik hissetti. İki kişinin yardımıyla (bunlardan biri Hz. Abbas i-di) öğle namazı için çıktı. Bu esnada Ebu Bekir namaz kıl­dırıyordu. Peygamberimizi görünce geri çekilmek için dav­randı. Rasulullah (s.a.v) geri çekilmemesi için işaret etti ve o kişiye; beni Ebu Bekir'in yanına oturtun, dedi. Ebu Bekir ayakta Rasulullah'ın (s.a.v) namazını kıldırıyordu. İn­sanlar da Ebu Bekir'in kıldırdığı namazı kılıyorlardı. Pey­gamber (s.a.v) de oturuyordu. [200]

Tirmizî, Hz. Aişe'nin (r.anha) "Rasulullah (s.a.v) ve­fat ettiği hastalığında Ebu Bekir'in (r.a) arkasında oturarak namaz kıldı." dediğini rivayet etmiştir ve bu hadis hasen-sahihtir demiştir. [201]

Nesaî, Hz. Enes'in (r.a); "Rasulullah (s.a.v)in cema­atle kıldırdığı en son namaz, tek parça elbiseye bürünmüş olarak Ebu Bekir'in arkasında kıldığı namazdır." dediğini rivayet etmiştir. [202]

İlk olarak burada rivayet edilen bu iki hadis, sahihayn'de rivayet edilen hadise muarız değildir.

İkincisi; Beyhaki bu konuda şu bilgilere yer verir;

Bu hadislerde tearuz yoktur. Rasulullah'ın imam ola­rak kıldırdığı namaz cumartesi veya pazar günü öğle na­mazıdır. Cemaat olarak (me'mun) kıldığı namaz ise pazartesi sabah namazıdır. Bu namaz ise vefatından Önce kıldığı en son namazdır.

A'meş; "İnsanlar Ebu Bekir'in namazını kılıyorlardı" sözü "Ebu Bekir insarUâra Peygamberin tekbirini duyuru­yordu" anlamına geldiğini söylemiştir.

Diraye'de "Bu hadisten, müezzinlerin cuma, bayram ve diğer namazlarda seslerini yükseltmelerinin caiz olduğu anlaşılmaktadır" demektedir.

Ancak bundan maksat, günümüzdeki gibi sesi aşın yükseltmek değildir. İntikal tekbirlerini cemaate duyura­cak kadar sesi yükseltmek gerekir.

Bilindiği gibi bu bölgelerdeki uygulama çoğu kez namazı bozacak durumdadır. Çünkü ya Allah lafzındaki hemze ya da ekber lafzındaki harfi olarak uzatılmaktadır. Bu ise namazı bozar. Ayrıca bu şekilde okuyanlar intikal tekbirlerini duyurma konusunda ihtiyaçtan fazla bağırmakla haddi aşmaktadırlar. Makam becerisini ortaya çıkarmak için nağmeli, makamh okumak; konuşmak ve bağırmak gibi değerlendirilir.

Bir kimse cennet veya cehennemin zikredilmesinden dolayı yüksek sesle ağlarsa namazı bozulmaz. Şayet bu ağlama bir hastalıktan dolayı ise namazı bozulur. Çünkü il­kinde cenneti isteme, cehennemden sakınma amacıyla, ikincisinde ise bir musibetten dolayı sesini yükseltmiştir. Eğer "vah ağrılarım" veya "beni duyun" gibi sözlerle sesini yükseltirse namazı bozulur. Çünkü bu bir nevi ağlamadır. Açıkça ortadadır ki böyle davranmaktan maksat insanların ilgisini çekmektir. Yine sesinin, makamının güzelliği duyul­sun diye sesini yükseltirse namazı bozulur.

Bunun dua ve istek anlamında olacağını tahmin etmiyorum. Bu oyundan başka bir şey değildir.[203]

Seyyid Ahmet Harnevî, "el-Kavlu'l-Beliğ"de; "Sırac'da

"İmam gereğinden fazla sesini yükseltirse kötü davranışda butunmuş olur. Bu ise kerahat'ın dışındadır ve bu namazı bozma­yı gerektirmez. Gereğinden fazla bağırmayı ağlamaya muka­yese edemeyiz. Çünkü bu belirli bir Lafzı terennüm etmektir ve hüküm kalpteki niyete göre değişmez. Namazı bozan lafzın kendisidir» Kalpten geçen düşünceler değildir. Bu konuda ki kıyas oldukça uzak bir kıyastır. Şayet bu kıyası kabul edecek olursak artık bundan sonra hiç kimse herhangi bir meseleyi başka bir meseleye mukayese edemez" demektedir.

İbn Abidin 'TenbihıTl-Efham Ala Hükmi't-Tebliği Halfe'l-İmam" adlı kitabında; "Kemal İbni Humam, namazın bozulma sebebi olarak sadece sesi yükseltmek olarak görme­di. Ve "Sirac" adlı eserde ffO sesi yükseltmeyi bağırma olarak mutala etmiştir ve namazın bozulma sebebi saymıştır.

Hamevî'nin gereğinden fazla bağırmayı ağlamaya mukayese edemeyiz..." sözü boş, yersiz bir sözdür. Çünkü Ebu Yusuf "Namaz kılan kişi, imamından başkasını uyar­mak veya müezzine cevap vermek ya da kendisine hoşuna gidecek bir durum haber verildiğinde "Elhamdülillah" vb. sözlerle karşılık verirse namazı bozulmaz demektedir.

Fetva İmam Muhammed ve Ebu Yusuf'a göre her halükarda namazın bozulması yönündedir. Çünkü burada öğretme, öğrenme veya hitap ve cevap verme vardır.

Zikrin niyete göre değişemez olması saçmadır. Bil­mez misin ki cünüp olan bir kişi şükür, övgü ve sena niye­tiyle derse caizdir.

İmam Muhammed ve Ebu Yusuf'a göre namazın bo­zulması, sözün namaza ait olmayan eylemlerden birini ifa­de etmesine bağlıdır. Bu kural birçok cüz'i meseleyi de içine olan genel bir kuraldır. Bizim incelediğimiz bu konu da bunun içindedir. Çünkü şüphesiz o bu davranışıyla zikri kastetmeyerek insanların dikkatini çekmek ve makam yapmak maksadıyla eşin bağırmak suretiyle namaza ait olmayan davranışlardan birini ifade etmiş olur.

Bu ise boş bir kîyas değildir. Aksine müctehidin söz­lerinin bir açıklaması veya tutarlı bir demlendirmedir.

 

6-  Hutbe

 

(Cuma ve bayram hutbesi veya nikâh sözleşmesi.)

Hatip önceden beri devam edegelen uygulama üzere sesini yükseltir.

Allah'ı anmağa koşun ve alışverişi bırakın [204] ayeti ile kavli ve fiilî hadisler buna işaret etmektedir.

Ancak Dürrü'l-Muhtar'da da belirtildiği gibi tekrar eden cümlelerde ikinci cümleler birinci cümlelerden daha kısık bir sesle okunur.

 

7-  Teşrik Tekbirleri

 

İmam ve cemaatten erkek olanlar sesli, kadınlar ise sessiz olarak teşrik tekbiri getirirler. Arefe günü sabah namazından, bayram günü ikindi namazına veya teşrik günlerinin (bayramın 4, günü) sonuna kadar devam eder­ler. Bu konuda iki görüş vardır.

Tercih edilen görüş bayram günlerinin sonuna kadar teşrik tekbirlerinin getirilmesidir. Bu konuda İbn Ebu'd-Dünya, Cabir b, Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasulullah (s.a.v) arefe günü sabah namazını kıldıktan sonra dizlerinin üzerine doğru eğilir ve bayramın son günü ikindi namazı sonuna kadar {her farz namaz sonrasında) (Allah en büyüktür, Allah en büyüktür. Ondan başka ilah yoktur. Allah en büyük­tür. Allah en büyüktür ve Hamd Allah içindir) derdi.

Ubeyd b. Umeyr'in şöyle dediği rivayet edilmiştir; " Hz. Ömer, Arafa günü sabah namazından bayram günleri öğle ya da ikindi namazına kadar tekbir getirirdi [205]

Umeyr b, Sa'd'dan şöyle rivayet edilmiştir, "İbn Mes'ud yanımıza geldi, Arafa günü sabah namazından bayra­mın son günü ikindi namazına kadar tekbir getiriyordu.[206]

Şakik'in şöyle dediği rivayet edilmiştir; "Ali (r.a) arafa günü sabah namazından sonra tekbir getirmeye baş­lar, bayramın son günü ikindi namazı sonuna kadar hiç ara vermezdi. (Her farz namazın arkasında tekbir getirirdi).[207]

Bu hadislere göre "Hidaye" de, Ebu Hanife'ye da­yandırarak geçen "Cehren tekbir getirmek bid'attir" sözü­nün zayıf bir görüş olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca hü­kümde hafif ve kolay olanı kabul etmek daha uygundur. Bu nedenle bayramın son günlerine kadar cehren tekbir ge­tirmenin meşru olduğuna işaret eden hadisler mevcut iken bunun bid'at olduğu söylenemez.

Müfessirler "Sayılı günlerde Allah'ı anın (tekbir geti­rin) [208] ayetini teşrik tekbirleri olarak yorumlamaktadırlar.

İbadet konusunda şüphesiz ihtiyat için az olanla de­ğil, tabiki çok olanı kabul etmek daha uygundur.

Yine Kurban bayramı namazına giderken yolda sesli tekbir getirmek bu konuda rivayet edilen hadislere göre ittifakla sabittir.

Muharremin onuncu günü sokakta sesli tekbir getirme meselesine gelince; bazı alimlarimiz önemli değil derken diğer bazıları da, hakkında Abdullah b. Ömer (r.a)'den riva­yet edilen hadisler bulunduğu için güzeldir demişlerdir.

Camiu't-Tefarik'de; "Ebu Hanife'ye: "Küfe ehlinin so­kakta ve mescidde teşrik günlerinde tekbir getirmeleri gerekir mi? diye sorulunca evet cevabını verdiği" nakledilmiştir.

Fakih Ebu'l-Leys; "İbrahim b. Yusuf muharremin o-nuncu günü sokakta tekbir getirilebileceği fetvasını vermiştir" demektedir.

Ebu Cafer el-Hinduvânî; "Bana göre insanların hayra yönelmelerinin azlığı sebebiyle, insanları bundan menetmek, yasaklamak gerekmez. Biz bu hükmü benimseriz. "Binaye" de de böyle .geçmektedir.

Şimdi, Ramazan bayramında yolda sesli tekbir getiri­lir mi, getirilmez mi? Buna bir göz atalım.

İmarn Muhammed ve Ebu Yusuf'a göre tekbir getiri­lir, Ebu Hanife'ye göre-cehren tekbir getirilmez, çünkü zikirde aslolan gizli olmasıdır. Ancak hakkında şer'i'bir delil bulunursa bunun dışındadır. [209]

Tahtavî, Merakı'l-Felah'ın Haşiyesinde şu bilgilere yer verir; "Halebî; ihtilaf cehrin müstehap olup olmadığı yolundadır. Yoksa mekruhluğu konusunda değildir. Çünkü İbn Münzir'in de "El-İşraf" da belirttiği gibi İbn Ömer, Ali, Ümame, Nehaî, Ömer b. Abdulaziz, İbn Ebî Leyla, Hakem, Hammad, Mâlik, Şafiî, Ahmed (b. Hanbel) ve Ebu Sevr gibi selefden pek çoğu cehr konusunda nakillerde bulunmuş­lardır." demektedir.

Hülasa'da "Ramazan bayramı günü tekbir getirilmez. İmam Muhammed ve Ebu Yusuf'a göre sessiz tekbir getirilir. Bu ise Ebu Hanife'den rivayet edilen iki görüşten biri­dir. Ancak sahih olan bizim de belirttiğimiz gibi tekbir getirilmemesidir" denilmektedir.

Burada ihtilaf konusu tekbirin kendisidir. Yoksa tek­birin nasıl getirileceğinde ihtilaf yoktur. Çünkü cehren tekbir getirilmemesi konusunda ittifak vardır.

İbn Hümam; "Cehren tekbir getirme de herhangi bir sakınca yoktur. Çünkü hiçbir zaman Allah'ı zikirden kimse alıkonulamaz. Üstelik bid'at olarak kabul etmek de uygun değildir" diyerek itirazda bulunur.

İbn Emir Hac'da "Halbetü'l~Mücellî"de "Ramazan bay­ramında (tekbir konusunda) ihtilaf vardır. Aslolan, İmam Mu-hammed ve Ebu Yusuf'un görüşü olan Tahavî'nin de tercih ettiği cehren tekbir getirir hükmüdür. İmamı Azarn'a göre sırren tekbir getirir." diyerek İbn'i Hümam'a tabi olmuştur.

"Nisab"da iki bayramda da sırren tekbir getirilir de­mekle haddi aşmışlardır. Yine Ebu Hanife'ye atfederek Ramazan bayramında asla tekbir getirilmez diyenler ve bunun sahih, doğru bir görüş olduğunu kabul edenler de bu konuda haddi aşmışlardır.

 

8. Telbiye

 

İhramlı kişi cehren telbiye getirir.

Hallad b. Sa'ib babasından merfu olarak şöyle riva­yet etmiştir, "(Peygamberimiz (s.a.v)); Cebrail bana geldi ve ashabıma tekbir ve tehlil'de (La ilahe iUallah'da) sesle­rini yükseltmelerini emretmemi bana emir buyurdu. Çünkü bu ikisi haccın şeâirindendir.[210]

Zeyd b. Halid el-Cühenî'den merfu olarak rivayet edilmiştir; "Cebrail bana geldi ve Ashabına telbiyede [211] seslerini yükseltmelerini emret, çünkü bu haccın şiarındandır"dedi. [212]

Yüksek sesle telbiye getirmek Peygamber (s.a.v) dö­neminden günümüze kadar tereddütsüz ve kesintisiz de­vam edegelen bir iştir.

Hidaye'de "Peygamberimiz (s.a.v)in "En faziletli hac; el-Âcc ve's-Secc"dir hadisine göre telbiyede ses yük­seltilir. El-Acc; telbiyede sesi yükseltmek, es-Secc ise; kan akıtmaktır" denilmektedir. [213]

Fethu'l-Kadir'de "Bil ki sesi yükseltmek sünnettir. Terk eden kişi kötü bir iş yapmış olur. Fakat herhangi bir ceza da gerektirmez. Ancak sesi yükseltirken aşırı gitmemelidir.

Kendini zorlamadan elinden geleni yapmalıdır.

'Tekbir getirirken kendini yormamah" sözümüz ile "el-Acc" kelimesinin anlamı olan "sesi yükseltmeye" işaret eden hadisler arasında herhangi bir tezat yoktur. Sesin yüksek ol­masıyla çaba göstermek arasında alaka yoktur. Çünkü kişi gür sesli olabilir ve hiç gayret, çaba göstermeden, yorulmadan yüksek sesle (telbiye) getirebilir" denilmektedir.

 

9-  Selam Vermek ve Almak

 

İnsanlara sesli selam verip almak gerekir. Şayet, ses­siz selam verilse idi insanlar selam vereni duymaz dolayı­sıyla sünnet yerine gelmezdi.

Yine ölülere selam vermek de böyledir. Hadislerde de belirtildiği gibi ses, kulaklarına ulaşsın ve cevap versin­ler diye cehren (sesli) selam vermek gerekir.

 

10-  Hapşırana  "Yerhamükaliah" Diyerek Cevap Vermek

 

"El-Haniye"de "Hapşıran kimse" ile "selam verene cevap verirken karşıdaki kişiye duyurmak şarttır. Karşıdaki kişiye (uzaklık vb. sebebiyle) duyuramıyorsa ağız hareket­leriyle selam verdiğini göstermek gerekir" denilmektedir.

 

11- Düşman Veya Hırsızı Defetmek İçin Sesli Tekbir Getirmek

 

El-Künye'de "Düşman veya hırsızı defetmek ve teşrik günleri dışında sesli tekbir getirmek sünnet değildir. Bazı

âlimler yangın, korku vb. durumlarda da sesli tekbir getiri­lebileceğini söylemişlerdir. "Binaye" de de aynı şekilde geçmektedir" denilmektedir.

 

12- Vitir Namazını Kıldıktan Sonra Sesli Teşbih Getirmek

 

Kırküçüncü hadisde de belirtildiği gibi bu konuda ri­vayet edilen hadislere göre vitir namazını kıldıktan sonra sesli olarak "Subhane'l-Meliki'l-Kuddus" denilir.

Sonuç olarak;

Bununla beraber bilinmeli ki; cenaze taşıyanın ve ya­nındaki kişilerin yüksek sesle zikretmeleri ve Kur'an okumaları tahrimen mekruhtur. Tenzihen mekruh diyenler de vardır.

Uzun bir süre susmak gerekir. Eğer zikretmek iste­nirse içinden, sessizce zikretmek gerekir. Fethu'l-Kadir'de böyle denilmektedir.

Reddu'l-Muhtar'da ise; kerahiyet, zikir ve dua amaç­lı olması durumundadır. Günümüzde cereyan eden orkest­ra, müzik vb. ile cenazede sesi yükseltenlerin durumu na­sıl olur. Onu sen düşün?" denilmektedir.

Cevahiru'n-Nefise Şerhu'd-Durreti'l-Münife"de; "Zi­kirde sesi yükseltmez. Yani cenaze arkasında tekbir, kıraat ve zikirde sesi yükseltmek mekruhtur." denilmektedir.

Bu konuda son söz budur. Celal ve İkram sahibi olan Allah'a hamd olsun. Mahlûkatın efendisine Âlîne ve yüce ashabına Satât ve selam olsun.

Bu eser, h. 28 Rebiu'l-Ahir 1287 senesi Perşembe günü sona ermiştir. [214]

 


[1] Azamî, Ba'su'/-İslâmi, XXXI./93.

[2] Abdal: Dünya ilgilerinden kurtularak kendisini Allah yoluna adayan ve ricalü'l-gayb diye adlandırılan evliya zümresi içinde yer aian sııfî veya erenler için kullanılır. Bkz.Uludağ, Süleyman, D.İ.A.. "Abdal1", 1, 59, İstanbul', 1988.

[3] Leknevî, er-Rafu ve't-Tekmil 20:  en-Nâfiu'l-Kebîr, 61.

[4] Veliyyuddin , El-İmâm Abdulhay el-Leknevî, 16, Dımeşk, 1995, 73-74 ( Leknevî, Hasretü'l-Alem s.90' dan) .

[5] Leknevî, er-Raf u ve't-Tekmîl, s.22; Leknevî, en-Nâfiu'1-Kebîr 62

[6] Azamî,   a.g.e., XXXI./92-93 (Mukaddimetü Umdetü'r-Riaye 29' dan naklen) .

[7] Leknevî,  Ecvibe,  13;   Tuhfefu'I-ahyâr, 33;  İmâmü'I-Kelâm, 23;  er-Raf'u  ve't-Tekmîl, 21; Azamî,    a.g.e.,    XXXI./93-94;     en-Nedvî, a.g.e., m/234.

[8] Abdurreşid a.g.e., II./93,  117,  119 ve 144.

[9] 1292/1876 yılında ikinci harana gitmeden iki sene kadar önce e-mekiiye ayrıldığını ve Luknov'a yerleştiğini belirten Leknevî'nin bu sözünden,  h. 1290'da 26 yaşlarında iken emekli olduğu anlaşılmak­tadır.

[10] Rupi; Hindistan'ın para birimidir. 1948 yılında Hindistan'dan ayrılan Pakistan'da, halen ekmek 1 rupidir.

[11] Osman b. Ebu'I-As,   Rasulullah (s.a.)'a gelerek " Ya RasuluSah beni helak edecek (öldürecek)   derecede şiddeili bir ağrım var" deyince, Rasulullah (s.a.),  O'na,   sağ eliyie ağrıyan yerini yedi defa ovmasını ve " Eüzu bi 'izzetülahi ve kudretini min şerri mâ ecîd." demesini bu­yurdu. Osman b. Ebu'l-As diyorki: "Ben de öyle yaptım. Allah, ben­deki bu ağrıyı giderdi. Daima aileme ve diğerlerine de, emredilen bu durumu uyguladım." Bkz. Leknevî,  et-Ta'lîku'1-Mümecced, III., 384. Babu'r-Ruk'â   877. hadis. ( Hadis için bkz. Mâlik, Muvatta, Ayn, 9; Müslim, Selam, 67; Ebu Davut, Tıp, 19; İbn Mâce, Tıp, 36)

[12] Veliyyuddin,     a.g.e.,   79  (el-Bendevî,  Kenzu'l-Berekât s.34'ten) Leknevî, Zafem'l-Emânt, 10, (Ebu Gudde'nin notu).

[13] Abdurreşid, a.g.e., II./131.

[14] Abdurreşid, a.g.e., H/132

[15] Leknevî, Ecvibe,  16; Veliyyuddin, a.g.e., 80 ( el-Bendevî, Kenzü'l-Berekât 34'den nakien ) .

[16] İngiliz hâkimiyeti dönemindeki Hint âlimlerinin meşhurlarından oian Sıddık Masan, hapiste vefat etmiştir. Abdurreşid, a.g.e., II./132.

[17] Abdurreş /92.

[18] Veliyyudir, 13.8- 80, (İnayetullah Muhammed,  Tezkiratü Ulema-i Ferengi Vü£ 132; Muhammed Abdulbâkî,    Hasretü'l- Fuhûl 14-15'ten nrfta

[19] Veliyyuc:.80, (El-Bendevî Kenzu'i- Berekât 36 dan) .

[20] Leknevî. VjC- '-Ahyâr, 37 (Ebu Gudde'nİn notu) .

[21] Leknevî. f-V- 'e't-TekmîI,   14-15. Mersiyenin tamamı için bkz., Leknevî. a,;,-- ."- Merfû'a, 145-146-147.

[22] Leknevî, er-Raf'u ve't-Tekmîi 35; en-NSffu'J- Kebîr, 64.

[23] en-Ncdvî. a.g.e., ViIL/234 ; el-Azamî, a.g.e., XXXİ/93.

[24] Leknevî, Zaferu'l-Emâni, 10; Leknevî, Ikâmetül-Hucce, 117.

[25] Leknevî, İkânıetü'l-Hucce Ala Enne'l-İksâra fi't-TeabbüdJ Leyse bi Bid'a (thk. Abdulfettah Ebu Gudde), 117-118, Kahire, 1410/1990.

[26] Eserlerinin üstesi için bkz. Leknevî, en-NSfiu'I-Kebt, 62-63-64; er-Raf'u ve't-Tekmîl 22-23-24-25-26-27; et-Ta'lîku'l-Mümecced 1/58-110, 111, 112 (Mukaddime); Veiiyyuddin, a.g.e., 166-298.

[27] Leknevî, Fevâidü'l-Bdıiyye s.2 .

[28] Lcknevî, en-N&fial-Kebîr, 22.

[29] Leknevî, a.g e., 65.

[30] en-Nedvî, a.g.e., VHI/235.

[31] Eserlerinin çoğunda terceme-i halini yazarken Allah (c.c.)'a bu şeksi­de duâ etmekte, bunun için çaba şenelmektedir.

[32] Leknevî,   et-Ta'lîku'!-Mümecced I./41 [Mukaddimede, Ebu Gudde­nin değerlendirmesi).

[33] Leknevî, er-Baf'u ve%Tekmîl. 15-16 (Ebu Gudde'nin sözü ) .

[34] Leknevî, Tuhfetu'l-Ahyâr, 32 (Mukaddime).; er-Rafu ve'î-Tekmfl, 15-16 (Mukaddime).

[35] Gucrat'ta Daru'1-ülûm Fellahu'd-Dâreyn Terkis'de, edebiyat profesö­rü.

[36] Azamî,   Ba'su'l-İslâmi, XXXI. 192 (Hindistan Müslüman âlimleri bölü­mü).

[37] Azamî, a.g.e., XXXI./94 .

[38] Leknevî, Imâmü'l-Keîâm, 26 (Mukaddime).

[39] en-Nedvî, a.g.e., VIII./234, 235 .

[40] en-Nedvî, a.g.e, VHI./235 .

[41] Leknevî, Ecvibe, 12 (Mukaddime) .

[42] Leknevî, Tuhfetu'l-Ahyâr, 5 (Mukaddime)

[43] el-Kevserî, Muhammed Zahid, Fikh'u EhH'l-frâk ve Hadısühüm, 77, thk.Abduifetiah Ebu Gudde. Karaçi, 1401/1.931.

[44] Es-Sahbü'I-Vâbile ala Zarâihi'l-Hanâbile adlı eserin müellifidir.  Mek­ke'de Hanbeli müftüsü ve aynı zamanda    tarihçidir. Veliyyuddin a.g.e., 5.

[45] Veliyyuddin,a.g.e., 5.

[46] Veliyyuddin,a.g.e., 6.

[47] Abdurreşid İbrahim, Alem-/İslâm, II./92.

[48] Abdulfettah Ebu Gudde, elinizdeki bu eserde Leknevî'nin 115 eseri ol­duğundan bahsetmektedir. Ancak "19.yy. Muhadd islerinden Abdulhay el-Leknevî ve Hadisçİliğİ" konulu yaptığım Yüksek Lisans çalışma­sında Leknevî'nin 120 eserini tespit ettim. Bu eserleri adlarıyla bera­ber ve konularına göre tasnif ettim. Bu eserler 18-24. sayfalarda be­lirtilmiştir. (Mütercim)

[49] Ahzab; 36/41-42.

[50] Allah'ı zikri terk etmeleri sebebiyle Allah'ın lütuf ve ihsanından mah­rum kalmasından dolayı pişmanlık duyma ve hüsrana uğrama.

[51] Ebu Dâvud, Sünen, Edeb (İV/365) (Hasen senedle); Nesaî, Amelu'l-Yevm ve'1-Leyle, 311.

[52] İbn Hanbel, Müsned, 11/224 (Sahih senedle).

[53] İbn Hanbel, Müsned, V/195; IV/447 (Hassn senedle); Tirmizî, Duâ, İbn Mâce, Edeb, Hâkim, Müstedrek, 1/496 (Hâkim, isnadı sahih olup, Buharı ve Müslim tarafından rivayet edilmemiştir, der. Zehebi, hadis sahihtir diyerek onaylar.)

[54] İbn Kayyım, Zadu'I-Mead, 11/37.

[55] Buharî, Sahih, fydeyn, bab no. 0/446.

[56] İbn Hacer, Fethu't-Bârî. Ü/442.

[57] Kadı İyaz, Teıiibu'l-Medârik 11/54

[58] Enfal, 8/2.

[59] Hac, 22/34-35.

[60] Ra'd, 13/28.

[61] Zümer, 39/23.

[62] Maide,5/S3.

[63] Müslim, Sahih, Fedaii, XV/115; Buharı, Sahih, Fiten XIII/43.

[64] Tirmizî, Camı, İlm, V/44 (Hadis hasan ve sahihtir der.)

[65] Kuriubî, el-Camiu liAhkami'lKur'an, Vll/365.

[66] Ebu   Bekir  et-Ameş  el-Belhİ,   el-Muhît'te;   İmam   Muhammed  ve Kuduri, el-Mücteba'da; Ebu Hasan es-Sevrî, Mesudî'den; Ebu Nasr b. Selâm, İtnâdîden, Camiu'r Rumûz'da belirtmişlerdir.

[67] Hidaye'.de de aynı şekilde geçmektedir.

[68] Vikaye, Nükaye, Mülteka'l-Ebhur'da da böyle açıklanmıştır. Bu Şeyhu'l- İslam'ın, Kadı Han'ın, Muhid sahibinin ve Halvani'nin tercih ettikleri görüştür. Mi'racû'd-Diraye'de de böyle geçmektedir. Vikaye, Nükaye, Mülteka'İ-Ebhur ve Hidaye sarihleri ile pek çok fetva ehli â-limlerimiz bu görüşü seçmişlerdir. "Muzmeraf'da da bu görüş benim­senmiştir.

[69] Btşr b. Gıyas el-Merîsi, -Bağdafda Meris sokağına nisbetîe - mutezile fakihlerindendir. Zındık olarak kabul edilen Merîsi, Merisiyye grubu­nun başı olup cehmiyye'nin görüşünü benimsemiştir. Fıkhı Ebu Yu­suf'tan öğrenmiştir. Ebu Yusuf bundan yüz çevirmiştir. Yaklaşık 70 yaşlarında h. 218 yılında vefat etmiştir.

[70] Araf, 7/205.

[71] Bakara, 2/203.

[72] Bakara, 2/185.

[73] Darekutnî, Sünen, iydeyn, 11/44, "Salim'den Abdullah b. Ömsr habtr vermiştir." Hâkim, Müstedrek, 1/298. Merfu olarak rivayet etmiştir. Bu rivayette de Cehren tekbir getirir şeklinde bir ibare yoktur.

[74] Darekutnî, Sünen, iydeyn II./45.

[75] Araf, 205. Ayet.

[76] Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid; X, 81 (Ahmed b. Hanbel, Müsned 1/172, 180 ve 1S7) Ebu Ya'ia rivayet etmiştir. Bu rivayette Muham­med b. Abdurrahman b. Lebibe vardır. İbn Hibban Sika olduğunu belirtmiş ayrıca Said b. Ebu Vakkas'dan rivayet ettiğini söylemiştir, ibn Msin zayıf kabu! etmiştir. İJiğer ravÜeri Sahih'İn rauilerindendir

[77] Araf 7/55.

[78] İzâhu'I-Meknûn, 1/294. (Abduimevlâ b. Abdullah ed-Dimyatf e!-Hanefi; Tealiki'l-Envar ale'd-Dürri'l-Muhtar Şerh-u Tenviri' 1-Ebsar7 dan)

[79] Heysemi, Mecmeu'z- Zevâid'de "Akabe b. Amir'den rivayet edildiğine göre "Peygamber (sav) Zü'1-Bİcadeyn denilen adama bu "Ewah"dır. (çok inleyendir) demiştir. Bu lakap onun Kur'an'ı Allah için çok okuması ve duada sesi yükseltmesi sebebiyle verilmiştir. Bu haber Ahmed b. Hanbel; Müsned, IV/159ıda geçmektedir. Taberant isnadı hasendir de­miştir. Yine Ahmed b. Hanbel'in Müsned'İnde IV/337 İbn Erda'dan şöy­le rivayet ettiği nakledilmiştir. "Ben peygamberi gözetiyordum. Bir gece dışarı çıktı ve elimden tuttu. SesÜ Kur'an okuyarak namaz kılan bîr ada­ma uğradık. Ben herhalde bu adam riyakârdır dedim. Peygamber (sav); "Asîa, o evvâb' (tevbekar, inleyenjdır. Bir de baktım ki bu adam Abdul­lah b. Zti'l-Bicadeyn'dİr" Kavileri sika ravilerdir.

[80] Bezzazî. el-Fetavâ VI/378.

[81] Bakara 2/114.

[82] A'raf, 7/55.

[83] A'raf, 7/55.

[84] Hadisin kaynağı, senedi ve tamamı dipnot 105'de belirtilmiştir.  

[85] Buharı, Sahih, Tevhîd, XIII/384; Müslim, Sahih, Zîkr, 11/17; Tirmizî, Sünen,  Da'avat, V/581  (Tirmizî Hasen Sahihdir demiştir); Nesaî, Kübrâ, IX/379; İbn Mâce, Sünen, Edep, H/1255; Ahrned b. Hanbel, Müsned, SI/315. (Sahih senedle Ebu Hureyrc'den rivayet etmişdir. Hadisin sonuna şu ilaveyi yapmıştır: "Kaiade dedi ki: "Allah çok ba­ğışlayıcıdır"

[86] Hadisin tahrici dipnot 78'de geçmiştir.

[87] Araf, 7/205.

[88] İsra, 17/110

[89] Araf, 7/204.

[90] Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, H/253 (Muaz b. CebePden rivayet et­miştir. Bezzar. bu hadisin senedindeki İbn Ma'dan Mu'az'dan işit­mem İştir" der. Heysemî; bu hadiste tercümesini bulamadığım raviier vardır " demektedir. Hadis zayıftır.

[91] Araf, 7/55.

[92] Araf, 7/205.

[93] Bu cevap kabul görmeyen bir cevap olup muteber değildir.

[94] Araf, 7/204.

[95] Isra, 17/110.

[96] Tirmizî, Camiî, Daavat, V, 458,509.  Sened; Tirmizî, bu hadis Hasen-Sahih. Senedde geçen en Nehdî'nin adı Abdurrahman'dır. Ebu Nuame'nin ismi Amr b. İ-sa'dır. Hafız Mizzi "Etraf" adlı eserinde (VI,426); "Tirmizî burada ya­nılgıya   düşmüştür.   Nuame'nin   adı   Müslim'in   de   belirttiği   gibi Abdurabbih'dir. Amr b. İsa ise Ebu Neame el-Adevi olup başka bir ravidir" demektedir. (Allah en doğrusunu bilir}.

[97] Müslim, zikir, XVII, 25. (Zikirde sesi kısmanın müstehap olduğu bö­lümünde)

[98] Nevevî, Şerhu Sahih-i Müslim, XVII/26

[99] Ebu Dâvud, Sünen, Saiât, H/182, İstiğfar bölümünde. Sened:  Aynca Ebu Dâvud; Müslim'de geçen rivayetin bir benzerini  senediyie rivayet etmiştir. Yine  senediyle Müslim'de geçen rivayeti zikretmiş ve bu hadiste "Ey insanlar kendinize acıymiz" İba­resini eklemiştir.

[100] Buharî, Sahih, Siyer, VI/135 (Fethu'l- Bari; Tekbirde sesi yükseltme­nin mekruh olduğu bölümde).

[101] Kastallanî, frşadu's-Sârî, V/135.

[102] Nesaî, Kübra,  ... Mizzi, Tuhfetu'l-Eşrâf VI/426; İbn Mâce, Sünen, IH/1256; La havle veiâ kuvvete illa biüah bölümünde.

[103] Müslim'in Sahih'inde kullandığı konu başlıkları Nevevî'nin belirttiği konu başlıklarıdır. (Nevevî Şerhu Sahihi Müslim, Mukaddime, 1/21) Müellif bu ifadeyi kullanırken bu ayrıntıyı gözden kaçırmış olmalıdır. (Ebu Gudde),

[104] Heysemi,   Mecmeu'z-Zevâid,  X/80  (Taberanî,   Kebir'de  Evsad'da; Bezzar, Abdullah b. Mes'ud hadisinden rivayet etmişlerdir. Evsad'ın ravilerî sika kabul edilmiştir.

[105] Hadis 17 sahabiden rivayet edilmiş olup mütevatirdir.

[106] İsrâ, 17/110.

[107] Ayetlerin  bu  şekildeki tefsiri  için  bakınız.   Buharî,  Sahih,  Tefsir, VIII/405;   Tirmizî,   Câmî,   Tefsir,   V/307.   (Buharî  ve  Tirmizî   İbn Abbas'tan rivayet etmişlerdir. Tirmizî, Hasen Sahih demiştir.)

[108] En'am, 6/108.

[109] İbn-i Kesîr, Tefsir, III, 73.

[110] Meryem 19/3.

[111] A'raf7/55.

[112] Bu Hadisi İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Hıbban, Beyhaki Ebu Dâvud, Hâkim ye İbn Mâce rivayet etmişlerdir. Ebu Dâvud, Sünen, Taharet, I, 73; İbn Mâce, Sünen, Dua, II, 1271; Hâkim. Müstedrek, Taharet, I,

  1. Zehebi hadis mürseldiı demiştir.

[113] Bu hadisi Tayalisî, İbn Ebî Şeybe, Ahmet! b. Hanbel, Ebu Dâvud, İbnÜl-Münzir, İbn Ebî Hatim, Ebu:ş-Şeyh ve İbn Merduveyh tahne etmişlerdir. Ebu Dâvud, Sünen, Salât. ÎI, 161: Ahmed b. Hanbel, Müsned.i 173,183.

[114] İbn Mes'ud'un bu rivayeti

[115] Bezzazı, el-Fetava, VI, 378.

[116] Hadisin kaynağı d.78'de geçmektedir.

[117] Bezzar, İbn Mes'ud'dan merfu olarak rivayet etmiştir. Heysemi, Mecmeu'z Zevâid !X/24 (Raviieri Sahih'in ravileridir. Bk. Münavi; Feyzu'l Kadir, IH/400).

[118] Suyutî, Neticetü'S-Fikr fetava'dan nakletmiştir senedle rivayet etmiştir.)

Leknevî, hadisin Tirrnizî, Ncsai ve ibn Mâce de rivayet edildiğini söy­lemektedir. Ancak bu üç kitapta geçmemektedir. Münzirî, Tergib ve't-Terhib, IV/201. Heysemi, Mecmeu'z-Zevâİd, X/78 f Bezzar'dan rivayet etmiştir. Bişr b. Muaz el-Akadî dışındaki ravileri, Sahih'in ravileridir. O'da sika­dır.).

Hadisin,   Mecmeu'z-Zevâid'de  zikredilmesi  Tirmizî,   Nesai  ve   İbn Mâce'de olmadığını da teyid etmektedir, 

[119] Münziri, Tergib ve't-Terhib, 111/2002 (İsnadı basendir), Heysemî, MecmauVZevâid, X/78. (Bazı rivayetlerde Refiku'1-Aiâ" olarak geç­mektedir.

[120] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV/138; Hcysemi, Mecmau'z-Zevâid, X/78; (Raviİeri Sahih'in ravileridir). Beyhaki, Esma-i ve's-Sıfat.

[121] Buharı, Sahih, Daavat, XI/208; Müslim, Sahih, Zikr, XVH/14; (Bura­da ?.ikredilen rivayet Buharî'nin rivayetine daha yakındır). Tirmizî, Sünen, Daavat, V/579; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 11/252; Ebu Nuaym, Hilyetül-Evlİya, VIII/117. İbn Hibban bu rivayetin ben­zerini rivayet etmiştir. Beyhakî. Şuabu'1-Iman, 1/531. (Benzer rivayet­leri zikretmiştir).

[122] Müslim,' Sahih, Zikr, XVII/22; Tirmizî, Sünen, Daavat, V/460, (Tİrmzî hadis hasen garib'dir. Sadece bu tarikle biliyoruz, der); Nesaî, Sünen, Adabu'l-Guzât, V1II/249; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV/92. İbn Ebu Şeybe'de rivayet etmiştir.  Münziri, Tergib ve't-Terhİb'de Mecalisi'z-Zikr bölümünde zikretmiştir.

[123] Ahmed b. Hanbel, Müsned, M'68, 76; Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, X/ 76 (Ahmed b. Hanbel ve Ebu Ya'lâ, iki senedle rivayet etmiştir. Bunlar­dan biri Hasen'dir.}; İbn Hibban ve Beyhaki'de rivayet etmişlerdir.

[124] Ahmed b. Hanbet, Müsned, III/265; Münziri, et-Tergib, III/211 (İsnadı Hasen'dir) Heysemi, Meotiau'z Zevâİd, X,76.

[125] Ahmed b. Hanbeİ. Müsned 3, 142; Heysemi, Mecmau'z-Zevâid. X,76 (Ahmed, Ebu Ya:lâ, Bezzar ve Taberam Eusat'ın da rivayet et­mişlerdir. Ahmed b. Hanbel'İn rivayetinde Mcymun b. Musa el-Mere-î vardır. Alimler sika olarak görürler. Ama zayıf noktalan mevcuttur. Ahmed b. Hanbel'in diğer ravileri Sahih'in ravîleridir.) Beyhakî, Ab­dullah b. Mugaffet'den rivayet etmiştir.

[126] Münzirİ, Tergibde bu ilave mevcuttur.

[127] Heysemi, Mecmau'z- Zevâİd, X/76. (Taberani rivayet etmiştir ve bu rivayette   Muhammed   b.   Ebi's   Sirri'nin   babası   Mütevekkil   b. Abdurrahman vardır ki onu tanımıyorum,   diğer raviieri sika'dır, de­miştir.) Bu rivayeti kuvvetlendiren başka rivayetler de mevcuttur.

[128]  9. hadisin benzer rivayeti olup Beyhakî'den rivayet edilmiştir.

[129] Ahmed b.Hanbel, Müsned, 11/442; Müslim, Sahih, Zikir, KV11/22; Tirmizî, Sünen, Dua, V. 459, (Tİrmizî Hasen Sahİh'dİr demiştir). îbn Mâce, Sünen, Edep, II, 1245. İbn Ebu Şeybe ve Beyhakî'de rivayet etmişlerdir.

[130] Bu hadis 12. hadisin bir benzeri olup İbn Ebu'd Dünya rivayet etmiş­tir.

[131] İbn Ebu'd Dünya'nın rivayet ettiği bu hadisin tahrîci 19. hadisin dip­notunda verilecektir,

[132] Tirmizî, Sünen, Daavât, V, 532 {Hadis, bu rivayetiyle hasen garibdir. Sadece Enes'den rivayet edilmiştir.); Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 150.

[133] Suyutî, el-Habaik fi Ahvali'l-Melaik , {İbn Neccâr Ebu Hureyre'den merfu olarak rivayet etmiştir. Kenzu'l-Ummal, I, 1876.

[134] Heysemi, Mecmau'z- Zevâid, X/77 (Bezzar, Zaide b. Ebu'd-Derda ve Zİyad en-Nemİri'den rivayet etmiştir. Her ikisi de zayıftır. Dolayısıyla hadis hasen olmuştur.)

[135] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/177,190; Heysemî, Mecmau'z- Zevâid, X/78   (Ahmed ve  Taberanİ  rivayet  etmişlerdir,   İsnadı  hasen'dir) Münziri, Terğib, 111/213.

[136] Hâkim, Müstedrek, Dua, 1/494 (Hadis, isnadı sahihdir. Ancak Buharı ve Müslim tahriç etmemişlerdir. Zehebi de hadis ravilerinden Ömer zayıftır der.); Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, X/77~(Ebu Yâ'İâ, Bezzar ve Taberanî'de Evsafda rivayet etmişlerdir. Bu rivayette Ömer b. Abdullah Mevla Gufra vardır. Birkaç kişi sika olduğunu, pek çok alim de zayıf olduğunu söylemişlerdir. Diğer ravileri Sahih'İn ravileridir.) Münzirî, Tergib> 111/213 (İbn Ebu'd-Dünya rivayet etmiştir. Bu riva­yetlerin hepsinde Ömer b. Abdullah Mevla Gufra vardır. Nesaî ve İbn Main zayıf olduğunu söylemişlerdir. Ahrned, leyse bihi be's demiştir. Diğer ravüeri "yuhteccu bihim"dir. Hadis hasendir.

[137] Kehf, 28. ayet

[138] Taberanî, Mu 'cemu's-Sağir, 11/109; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, X/76 (Taberani, Sağir'de Hasen senedle rivayet etmiştir. Rivayetinde Muhammed b. Hammad el-Kûfi vardır. Bu ravi zayıftır.) Münziri, Tergib, IH/212. (Hadisin zayıf olduğuna işaret etmek için laf­zıyla rivayet etmiştir.

[139] Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, X/77 (Tabemni rivayet etmiştir. Ravüsri. güvenilir ravıterdir.) Münziri, Tetğib, 111/214. (Hadisin senedi hk., Mugarib la be'se bihi der.)

[140] Münzİri,  Tvt&b, H/214 (Taberani rivayet etmiştir. İsnadı basendir,); Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, X/77.(Hadis hasendir).

[141] Ahmad b. Hanbel, Müsned ÎII/68. 71; Hâkini, Mtistedrek, 1/499, (Hâkim şeyle d&ftjgtfr: Bu hadis Meiritoa aft dup feıviüi sahilidir.

Ebu'I-Heysem Süleyman el-Itvâri, Mısır ehlinden olup sika'dır.) Zehebi bu ravi hakkında görüş bildirmemiştir; Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, X/75 (Ahmed, Ebu Yâ'lâ rivayet etmişlerdir. Bu rivayette Derrac vardır. Bazı â-lim onu zayıf saymıştır. Alimlerin çoğu sika kabul etmişlerdir. Ahrned'in bu iki rivayetindeki diğer raviler sika'dır.) Beyhakî, Şuabu'l-İman'da, İbn Hıbban, İbn'u's-Sünnî, rivayet etmişlerdir.

[142] Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, X/76 (Taberanî rivayet etmiştir. Bu ri­vayette Plcssan b. Ebu Ca'fer el-Cefrî vardır ki bu ravi zayıftır)

[143] Beyhakî, Şuabu'1-İman, 1/568. hadis; Ebu'l-Cevza'dan rivayet etmiş­tir.) Suyutî, Neticetû'1-Fikr, 11/25. (Havi Ii'1-Fetava'dan nakletmiştir.) Ebu'l-Cewa, Basra'lı tabiinden olup adı Evs b. Abdullah b. er-Rebeî'dir. 83 senesinde vefat etmiştir. Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, X, 76, Suyulî, Havî lil Fetavâ, 11/25.

[144] Kenzu'l-Ummal, X, H. 28873.

[145] Meryem, 89-90. ayetler

[146] Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, X, 79 (Taberanî rivayet etmiştir. Ravileri Sahih'in ravileridir.) Hadis İbn Mübarek, Said b. Mansur, İbn Ebu Şeybe, Ahmed b.  Hanbel, Zühd adlı kitabında, İbn Ebu Hatim, Ebu'ş-Şeyh, Kitabu:!-Azame'sinde, Taberanî, el-Kebir'inde, Beyhakî, Şuabu'l-İman'da ibn Mes'tıd'dan mevkuf olarak rivayet etmişlerdir.

[147] 27. hadisin bir benzeri otup, Ebu'ş-Şeyh e!-Azame adlı kitabında ri­vayet etmiştir

[148] Duhan, 44/29.

[149] îbn Cerir, hadisi tefsirinde rivayet etmiştir.

[150] Beyhakİ, Zeyd b. Eslem'den rivayet etmiştir. Hadisin kaynağı için bk. Dipnot 81. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV7159.

[151] Beyhaki'nin Akabeden rivayet ettiği bu hadisin kaynağı için bk. Dipnoî 81. Ahmed b. Hanbel, Müsned, İV/159

[152] Hâkim, Müstsdrek, I, 501; Zehebi, bu rivayette Râşid vardır. Dârakutni ve diğerleri onun zayii olduğunu söyler. Duhaym sika kabul etmiştir Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, X,81 şöyle de (Ahmed bu hadisi rivayet etmiştir, Bu rivayette Raşit b. Dâvud vardır. Bir çok kişi sika olarak ka­bul etmiştir. Ne varki onda zayıflık vardır. Diğer ravileri sikadır.)

[153] Kehf, 87

[154] Ibn Cerir ve Taberanî rivayet etmiştir.

[155] Asbahanî, Tergib ve't-Terhib; Kenzu'l-Ummal, XV, H. 43329. (Bu hadisi Ahmed b. Hanbel ve İbn Asakir rivayet etmişlerdir. Rivayet zincirinde Osman b. Ata el-Horasani vardır ki o da zayıftır. Ebu Nuayrn, bir beis yoktur derken Ebu Hatem, hadisi yazılır demektedir.

[156] Beyhakî ve Asbahanî, Enes (r.a)'den merfu olarak rivayet etmişlerdir.

[157] Ebu Dâvud, Sünen, İlim, IV/73, Ebu Ya'la Enes (r.a)'den hasen senedle rivayet etmiştir.

[158] Buharî, Sahih, Ezan, 11/324; Müslim, Sahih, Mesadd, V/83. Buharîve Müslim aynı senedle Amr b. Dinar'dan rivayet etmişlerdir.

[159] Sened:

[160] İbn Salah, Mukaddimem Usuli-I-Hadis, s. 105. 23. bölüm.

[161] Aynî, Fethu'I-Barî, ti/326.

[162] Nevevî, Şerhu Sahih-i Müslim, V/84.

[163] Hâkim, v^tdrek, Dua, I, 538. (Hâkim'in nüshasında [d&& ) ifadesi yer almaricadır. Hâkim ve Tirmizî hadisin çeşitli rivayetlerini ver­miş ve kzcsr. sonunda "Bir milyon kötülüğü siler ve cennette ona bir ev L-ş eder" ilavesini yapmışlardır. Tirmizî "hadis hasen garib'dir - b, Dinar hakkında hadis âlimleri çeşitli görüşlere sa­hiptirler  Hâkim "Yine Abdullah b. Vehb ve İsmail b. Ayyaş Ömer b. V.-ammed b. Zeyd b. Salim'den rivayet etmişlerdir." der. Zehebî; rsdinde Ezher b. Sinan el-Kureşî vardır ki İbn Adîy, O-nun hakkrcc (-4 a*U V *$j*-J) lafzını kullanır.

[164] Buharı. Sav Iydeyn, 11/461.

[165] Bezzazî, VI/378.

[166] Dürrü'l-Muhtar müellifi.

[167] Dihlevî'nİn "Bi tevsili'I -Mürid ilel- Murad bi Beyani Ahkami'l- Ahzabi Ve'l-Evrad" adlı eserinde cehri zikrin caiz olduğuna dair Farsça ola­rak verdiği bu uzun açıklama Leknevî tarafından arapçaya çevrilerek bu kitaba alınmıştır.

[168] Bakara, 2/200.

[169] Buharî, sahih, Ezan, 11/324.

[170] Buharî, Sahih, Ezan, 11/325, Daavât, XI, 133; Müslim, Sahih, Zikir, V/90 {Müslim'in lakı: Muaviye, Muğire b. Şu'be'ye; Bana Rasulullah'dan din­lediğin  bir şeyi  yaz  diye  mektup yazdı.   Muğire  de;   Rasulullah (s.a.v)'in namazı bitirdikten sonra dediğini duy­dum" diye yazdı)

[171] Buharî, Sahih, Cihad, VI/45.

[172] Dipnot 132'da tahrici verildi.

[173] Müslim, Sahih, Zikir XVH/21. - 12. Hadisin benzeridir.

[174] Hâkim, Müstedrek. 111/347. (Senedi Hasendir)

[175] Müsİim, Sahih, Zikir, XVII/21.

[176] Ebu Dâvud, Sünen. Salah, H/137; Nesaî, Sünen, Kıyamü'1-ley!, H/235; 249; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/123. Ayrıca İbn Ebi Şeybe ve Darekutnî rivayet etmişlerdir.

[177] İbn Sa'd-Tabakat, 11/31. Es-Siretü'ş-Şamiyye ve Mevahibu'l-Ledunniyye gibi siyer kitaplarında Ka'b b. Eşrefin öldürülmesi bölümünde zikre­dilmiştir.

[178] Ebu Nuaym, Hılyeti'l^Evliye, 11/125 (168.bölüm)

[179] Ebu Nuaym, Hılyetü'l-EvÜya, i/379 (85. bölüm)

[180] Ebu Nuaym, Hılyetü'l-Evtiya, 1/380 (85.bölüm).

[181] Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, IX/64. {Bezzar rivayet etmiştir. Bu riva­yette Usame b. Zeyd b. Eşlem vardır ki o da zayıftır) Haşiye de; Usame'den daha zayıf olan İshak b. İbrahim el-Huneynî vardır ki Bezzar onun rivayetinde yalnız kaldığını söyler. Ebu Nuaym, Hılyetü'l-Evliya, î. 2.bölüm, bu hadisi Taberanİ, "Beyhaki "Delaİl' in de zikretmişlerdir.

[182] Heysemî Mecmau:z~Zevâid, X/81 (Ebu Yâ'lâ el-Mevsılî, Müsned ' in­de rivayet etmiştir. Bu rivayette Muaviye b. Yahya es-Sadefi vördır ki o zayıftır) Suyutî, El-Buduri's-Sâfıra fi Ahvâli']-Ah ıra" adlı kitabında zikretmektedir.

[183] Enbiya, 21/20.

[184] Enbiya, 21/20.

[185] Ebu Dâvud, Sünen, Sahih, 1/337; Tirmizî, Sünen. Salât, 1/358; {Tirmizî, Hadis Hasen. Sahthdir der) İbn Mâce, Sünen, Ezan, 1/232; İmarn Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 43; İbn Huzeyme, Ezan, I, 191; ibn Hıbban, Sahih'inde Ceyyid senedle rivayet etmişlerdir.

[186] Ebu Dâvud, Sünen, Salât, 1/340; Tirmizî, Sünen, Salât, 1/366; Ibn Mâce, Sünen, Ezan, 1/234; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IH/408.

[187] Hidaye'de geçen "Müezzinin iki parmağını kulaklarına sokması iyidir. Böy­le yapmasa de güzel olur" sözü üzerine "Nasıl olur da sünnetin ve efda! o-lanın terki de sünnet olur? sorusuna Ebu Şeyh, Peygamber (s.a.v)'in Ammar b. Yasir'e verdiği cevapla açıklık getiriyor; Müşrikler ona Mu­hammed (sav)'i inkar etmesi hususunda eziyet edip buna muvafık olunca o Peygamber (s.a.v)'e gelmiş ve bu durumdan şikayetçi olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v) "Kalbini nasıl ^uluyorsun" sorusuna "imanla dop­dolu" cevabını alınca "Eğer dönmeye zotiariarsa dön" buyurmasmdaki "dön" sözü emir veya güzellik anlamında kullanılmamıştır. Yani eğer bu olay bir daha tekrar ederse dininden dönmüş gibi yapabilirsin, bu caizdir anlamında bir kelimedir. İşte Hideye'de geçen "böyle yapmasa da güzel olur" sözü de iki parmağı kulağa koymamanın caiz olduğunu, yoksa koy­mamak övülen güzel bir iş anlamında olmadığını göstermektedir. Ammar b. Yastr'in bu haberi için bk; İbn Kesîr, Tefsir, IV/228 (Nahl Suresi bölümünde; (bölümü) İbn Cerir, Tefsir, KIV/182 (Sahih Senedle).

[188] Ahrned b. Hanbel, Müsned, IH/408.

[189] Aynî, el-Bmaye fi Şerhi'I-Hidaye, 1/544.

[190] Hâkim, Müstedrek'inde Peygamber(s.a.v)İn müezzinlerinden Abdullah b. Ammar b. Sa'd el- Karaz'ın babasından, o'da dedesi Sa'd'dan riva­yet ettikleri hadiste "Rasulullah (s.a.v} Bilal'e "Ezan okuduğun zaman iki parmağını kulaklarına götür, bu sesini daha yükseltir" buyurdu. Serucî, Şehu'l-Hidaye'de İbn Hıbban'dan rivayet edilmiştir. Rasulullah (s.a.v) Bilal'e iki parmağını kulaklarına götürmesini emretti. Aynî, hadiste zikredilen İbn Hıbban değildir, İbn Hayyam'dır Adı; Ebu's-Şeyh el-Esbahânî'dir. Bu hadisi ezan babında zikretmiştir, der.

[191] İbn Huzeyme, Sahih, III. 408.

[192] Buharî, Sahih, Ezan, II, 114; Abdurrazzak, Musannif, 1, 466.

[193] Sağnckî, Nihaye'de, Tacu'ş-Şeria. Zeylâî. Şerhu'i-Ksnz'de belirtmişlerdir.

[194] Hadisin senedi: Aynî, hadisin ravilerinde Yezid b. Ebu Zİyad, hakkında birravidir" der.

[195] Gühüstanî ve bir kısım âlimler böyle demişlerdir.

[196] Suyuti, Evail, Saib b. Mansur ve İbn tbu Şeybe İbn Sirin'den rivayet etmişlerdir.

[197] Tercî: Ezan okurken, ezan kelimelerini bir yüksek sesle okumak bir de alçak sesle tekrar etmek.

[198] Buharı, Sahih, Ezan, II, 234; Müslim, Sahih. Salât, IV, 171; Ebu Da­vut, Sünen, Salât, I 503; Nesaî, Sünen, İftitah, II, 165; İbn Mâce. Sünen ikameti's-Saiah, I, 271.

[199] Seyyid Ah»» t Hamevİ "al- Kav'ul -Be'iğ H Kv.kmit- Tebliğ"

[200] Buharı, Sahih. Ezan, Ii, 172; Müslim, Sahih, Salât, IV,135.

[201] Tirmizî, Sahih, Salât, 11,196.

[202] Nesaî, Sünen, İmamet, il, 79.'

[203] Kemal İbn Humam, Fethu'I-Kadir, 1/261-263. Bahr, Durru'l-Muhtar ve Hılye'de bu görüşü benimsemişlerdir.

[204] Cuma, 62/9.

[205] Hâkim, Müstedrek, lydeyn, f/299 (Sahih senedle rivayet etmiştir); Bu hadisi, İbn Ebu Şeybe, İbn Ebu'd-Dünye ve Mervezî "Bayramlar bö­lümünde" zikretm işlerdir.

[206] Hâkim, Müstedrek, lydeyn, i/390- Bu hadis: İbn Ebu Şeybe ve İbn Ebu'd-Dünya'da rivayet etmişlerdir.

[207] Hâkim, Müstedrek, Iydeyn, 1/299 (Hâkim kitabında şu ifadelere yer verir; "Ömer, Ali, Abduliah b Abbas ve Abdullah b. Mes'ud'un yap­tıkları gösteriyor ki doğru olan, arafe günü sabahleyin başlayıp, bay­ramın son gününe kadar tekbir getirmektir" Daha sonra da senedleriyle bu rivayetleri verir.

Ayrıca bu hadisi İbn Ebu Şeybe rivayet etmiştir. Bu hadisin benzerini İbn Ebu Şeybe, Mervezî, ve Hâkim İbn Abbas'dan rivayet etmişlerdir.

[208] Bakara. 2/203.

[209] Bedaî, Siracu'l-Vehhac, Dureru'l-Bihar, Mülteka'l-Ebhur, Dûrer, İh­tiyar, Mevahibu'r-Rahman, Tatarhaniyye, Tecnîs, Muhtaratü'n-Nevazil, Kifaye, Mi'rac, Zadu'UFukaha, Gayetü'l-beyan ve Binaye gibi güvenilir kitaplarda bu ihtilaflar anlatılmıştır.

[210] Hâkim. Müstedrek, Menasik, I, 450; Ebu Dâvud, Sünen, Menasik il, 405; Tirmizî, Sünen, Hacc, III, 191 (Hadis Hasen, Sahihdİr demiştir) Nesaî, Sünen, Menasiki'1-Hac, V, 162; İbn Mâce; Sünen, Menasik, II, 975; İbn Huzeyme, Msnasik, IV, 173; Hametb. Hanbel, Müsned, IV, 55. Ayrıca İmam Mâlik. Şafiî ve İbn Ebu şeybe'de rivayet etmişlerdir.

[211] Telblye: (Buyur Allahım, buyur, senin ortağın yoktur. Sana geldim buyur, Hamd Senin içindir, Nimet Sendendir. Mülk Senindir. Senin ortağın yoktur)

[212] Hâkim, Müstedrek, Menasik, 1,450; İbn Mâce, Sünen, Menasik, II 975; İbn Huzeyme; Menasik, IV; 174. Ayrıca İbn Hıbban ve İbn Ebu Şeybe'de rivayet etmişlerdir.

[213] Hâkim, Müstedrek; Menasik, 1,451; Tirmizî, Sahih, Hacc, III, 189; İbn Mâce, Sünen, Menasik, II, 975; Zehebi, "Hadis Sahihtir" demiştir.

[214] Bu garip fakir kul, Abdulfettah b. Muhammed Ebu Gudde-Allah gü­nahlarını bağışlasın- der ki;

Bu eseri okuma, yazma ve inceleme yönüyle h. 28 Zilhicce 1404 se­nesi Çarşamba sabahı Pakistan Karaçi şehrinde baskıya hazırladım. Sonra tekrar gözden geçirdim ve bir takım ilaveler yaparak h. 15 Cemaziyel-Ahir 1407 senesi Cuma günü akşamı Riyad şehrinde ta­mamladım. Allah'a hamd olsun.