İRTİDÂDEV TA'RİFİ, ŞARTLARI VE İRTÎDÂDI MUCİP KİLLER
Bakara Süresindeki Ayetin Tefsiri
Kur'ân'da İritîdadın Anlam Olarak Zikri
3 - Sünnet'de İrtîdâd'la İlgili Hadîsler
4- Fıkıhda İrtidâd Île Îlgîlî Bahisler Ve Hükümler
Çocuğun İslamlığını Sahih Bulmayanlar
Sabî'nin Îrtidadını Doğrulayanlar
Sabinin" İrtîdâbınî Doğrulamayanlar
Mürtedd Bülûğden Önce Öldürülmez
1- Baskı Karşısında İrtidâd Eden
2- Baskı Karşısında Müslüman Olan
Üçüncü Fasıl «İrtîdâd Ne İle Hâsıl Olur»
1- Allah-U Teala Hakkında Îrtîdâdı Mucip İtikat:
2- Kuran Hakkında İrtidâdı Mucip İtikat:
3- İrtîdadı Gerektiren İtikadı Meseleler :
Komünîzm'e İnanmak Îrtidâd Mıdır?
Komünizm'e Göre Dînlerin Doğuşu :
1- Allah'a Yalan Yere Yemîn Ve Allah'dan Başkasına Yemîn
Peygamber (S.A.V.) E Sövmenin Hükmü
4 - Peygambere Sövmek İrtîdâddır: "
5- Peygamber'in Hanımlarına, Dört Halîfeye Ve Sahabeye Sövmek:
6- Başkasına Kafir Diye Hitap Eden Kafir Olur Mü?
7- Kavlî İrtidâddan Sayılanlar :
Iı- Mürtedin Başkalarını Yaralaması
Iv - Mürteddîn Mala Zarar Vermesi :
Vı- Mürtedîn Mürted Olmadan Önceki Suçlardan Mesul Tutulması
Vll- Mürteddin Düşman Ülkesine Kaçması Ve Bunun, Suçlarına Tesiri:
Toplu Hâlde Îslâmı Terk Etme Ve Mürteddlerîn Suçlarından Mesuliyetleri :
Mürtedd İçin Verilecek Diyetin Miktarı :
II- Öldürmenin Dışında Mürtedde Yapılan Tecavüz :
Iv- İslâm Ülkesinde, Başkalarının Mürteddin Mallarına Zarar Vermeleri :
İrtidadı Sebebiyle Mürteddin Cezalandırılması:
II- Mürteddin Tevbeye Davet Edilmesi
Tevbeye Davet Edilmemesine Hükmedenlerin Delîlî :
Tevbeye Davetin Müddeti Ve Adedî :
2- Tekrar Tekrar Îslâmı Terkedenin Tevbesî :
Iv - Mürtedd Erkek Ve Kadının Öldürülmesi :
A - Mürtedd Erkeğin Öldürülmesi:
Mürtedd Öldürülünce Ne Yapılır?
b- Müktedd Kadının Öldürülmesi :
1- Mürtedd Kadının Öldürüleceği Görüşünde Olanlar :
Mürtedd Kadının Öldürülmesini Îleri Sürenlerin Delili
2- Mürtedd Kadının Hapsedilmesi :
Mürtedd Kadının Öldürülmemesîne Hükmedenlerin Delilleri
B- Mürteddln, Borçlarını Kabul Etmesi :
İttifakla Muteber Olan, -Hiç Muteber Olmayan- İttifakla Durdurulan Tasarrufları :
B- Îslamı Terk Halinde, Mürtedin Malına El Konur:
Mürtedîn Tasarruflarının Durdurulacağına Hükmedenlerin Delîlî
C- Mürtedd Müslüman Oldugu Takdirde Malı Kendisine İade Edilir?
Şuf'a Hakkı Olan Mürtedd Olursa Ne Olacaktır
6- Kollektîf Şirket Ve Mudarebe :
Îslâmı Terk Halînde Evlilik Aktînîn Durumu
Bîr Komünistin Evliliği Batıl Mıdır?
Ebeveyni Öldüğü Takdirde Kafir Çocuğuna Müslüman Denilebilir Mi
Mürtedin Malları Hazînenindir. (Beyt-Ül-Malindir)
Amellerin Boşa Gitmesi Ve Ölümle Alâkası
Iı- İslamı Terk Edişin Mürteddîn ' İbâdetlerine Tesiri
Murteddin Kestiği Hayvan Yenir Mi, Yenmez Mi?
KİTABIN TELİFİNDE FAYDALANILAN KAYNAKLAR
e -) Zahiriyye Fıkhı (Yazmalar)
f -) Şia'dan İmamiyye Mezhebinin Fıkhı (Yazmalar)
Şia'dan İmamiyye Mezhebinin Fıkhı (Matbular)
g -) Zeydiyye Fıkhı (Yazmalar)
h -) İbaziyye Mezhebinin Fıkhı (Matbular)
i- Ismailiye'nin Behre kolunun Fıkhı
Okuyucularımıza
Bn bitabın Arapça aslından Türkçeye tercümesi. Birinci Bâb, 4 - 150. sayfalar arası Osman Zeki Soyyiğit.
İkinci Bâb 151 den sonuna kadar Ahmet Tekin tarafından yapılmıştır. Naşir.
Dizgi, baskı: Fatih Matbaası Tel. : 27 23 72 İSTANBUL - 1970
İslâm fıkhında Mürtedd'e ait hükümlerin başhcalan-m içine alan bu kitab Bağdat Üniversitesinde Doçent olan N. Abdürrezzak es-Samarraî tarafından Doçentlik tezi olarak hazırlanmıştır.
Zamanımızda maddi düşünüşün tesiri altında kalarak, İsîâm'm doğru yolunu ve açık hükümlerini araştırmaya bir bakıma vakit bulamayan veya buldurulmayan; bir bakimdanda araştırmayı lüzumsuz ve faydasız saydığı için yapmayan, nüfus kâğıdındald «Dini îslâm» kaydım kendisi için yeter görenlere bu eser gereken bilgiyi verecektir.
Eseri O. Zeki Soyyiğit ve Ahmet Tekin tercüme ettiler. Onu, Türk okuyucularına sunan Sönmez Neşriyat ve Matbaacılık A. Ş. ilmî ve dinî bir hizmette bulunmaktadır. Çalışıp, hazırlayıp sunmak bizden, okuyup öğrenmek, okutup öğretmek sizlerden, Tevfik ve İnayet Allah'tandır.[1]
Önsöz
Hama olsun alemlerin Rabbi Allah'a. Salât-ü selâm olsun efendimiz Muhammed (S-A.V.)'e ve cümle âline ve ashabına... [2]
Tezîn Takihçesî :
Bu tezin, 885. Hicret yılında irtihâl eden imam Bnrhanüddin EI-Bikaî hakkında olması umulmakta idi Bu zat'ın şahsı ve eserleri hakkında malûmat topladım. Bu nıeyandaki çalışmalarım takriben 6 ay sürdü. Elde ettiğim ma'lûmâttan onun ismi ile anılan ve büyük bir tefsir kitabı olup henüz basılmamış olan Nazmu-d'Dü-rer [3] adlı eserinin tahkiki için bir önsöz meydana getirmek niyetinde idim.
Bu eşsiz ilmî şahsiyeti etüt ederken onun bir mihnete düştüğünü ve anlayamadığım bir yönden küfür ile ittihâm edildiğini gördüm, [4]
Aradan altı ay'ı mütecaviz bir zaman geçmişti ki Bağdat Üniversitesi tslâmî Araştırmalar Enstitüsü, konuyu değiştirmekliğim ve intihap edeceğim yeni konunun ya Fıkıh veya Ahkâm ayetleri ile ilgili olmak şartı ile «Tefsir» olması gerektiğini bana bildirdi.
Bu arada Bağdat Vakıflar Kütüphanesi'nde bir yazma kitap elime geçti. Gazalî'nin İmam-u'l-HaraTneyn'den ders arkadaşı El-Keyya El-Herrasî'ye (450 - 504 H.) ait olan bu kitabı, üzerinde durulmaya ve neşredilmeye değer bir eser olarak buldum. Bu defa El-Herrasî hakkında ma'lûmât toplamaya başladım. Fakat Şam Üniversitesinden bazı hocaların aynı kitabı tetkik etmekte olduklarını ve bu meyandaki çalışmalarının sona ermek üzere bulunduğunu öğrenince bundan da sarf-ı nazar ettim.
Aradan üç aydan fazla bir zaman geçmiş ve ben bu konuda oldukça ma'lûmât toplamış bulunuyordum. Bu adamın da küfür ile ittihâm edildiğine rastladım. Hattâ o devrin Abbasi Halîfesi, Hoca'yı muhakkak bir Ölümden kurtarmak için onun lehinde şehâdet etmek zorunda kal-mışdı. Ona da tevcih edilen töhmeti tahkik edemedim. Bu iki âlimin küfür ile ittihâm edilmelerinin yankı lan içinde 3. turda îslâm Fıkhına yöneldim. îslânıî Araştırmalar Enstitüsü'ne Fıkh'a dâir bir kaç konu takdim ettim. Bunların arasından «İslâm şeriatında mürteddin hükümleri» adlı konu tercih edildi. Bunun üzerine hemen Mısır'a gittim. Mısır kütüphanelerine aylarca mülâze-met ettim. Bu kütüphanelerin yazma eserleri arasında tezimin konusu ile ilgili ve oldukça istifade ettiğim batezimin konusu ile ilgili ve oldukça istifade ettiğim bazı eserler, Muhyiddin El-HanefV [5] nin Yahn Kılıç) Bedr-ür-Reşid El-Hanefî'nin Yalın Kılıç risalesi) E&'Subkî es'Şafiî'nin Yalın Kılıç) îbn-ü Teymiye'nin = Yalın Kiltç) adlı kitablar el?me geçti.
Sonra, matbu' eserlere yöneldim. Ön çalışmalarımı denetleyen olmadığı için çalışma metodumu kendim tayin ettim. Konuyu önce Kur'an'da inceledim. Sarahaten veya dolaylı bir şekilde irtidaddan bahseden ayetleri buldum. Tefsir kitaplarına müracaat ederek bu âyetlerin izahlarını çıkardım. Sonra Hadîs kitaplarına yöneldim. Daha sonra da Fıkıh kitaplarına. Tezimin konusunu dört mezhepte olduğu gibi Zâhiriyye, îmâmîyye, Zeydiyye ve îbaziyye mezheplerinde de inceledim.
1- Bütün Fakîhler (islâm hukuk adamları) «Mürteddin hükümleri» konusuna temas etmişlerdir. Ancak bu konuya kimi az yer vermiş kimi de çok. Kimi küfrü sınırsız olarak kullanmış [6], kimi de: «Ancak beni tekfir edeni tekfir ederim» [7] demiştir. «Devrimizin hükümdarına âdil diyen kâfir olur» [8] şeklinde fetva veren ve bu gibi mütâlâalarda bulunanlar da olmuştur.
Konu, ilmî yönden dağınık durumda idi. Derli toplu bir şekilde işlenmemiş ve bu meyanda eser verenlerin hepsi de konuyu bir veya bir kaç yönden ele almıştır. Bu i'tibârla konu, toparlanma ve vuzuha kavuşturulma ihtiyacında idi. Oysa her müslüman için küfürden sakınmak, ancak küfrü îcâb ettiren hususları bilmek, ayni zamanda mürteddin öldürülmesi, karısından ayrılması, mal ve çocuklarının kaderi gibi irtidâd üzerine terettüp eden hükümler hakkında yeteri kadar ma'lûmât sahibi olmakla kaabildir.
2- Konuyu toplama işinde bir hayli güçlüklerle karşılaştım. Öyleki mevzu' bir çok fıkıh kitaplarına dağılmıştı. «Namaz babı» ndan «Ahvâl-i Şahsiyye bâbı»na, «Muamelât» «Cinayet» ve diğer fıkıh bâblarma kadar.. lbn-ü Hacer Heytemî [9],.bu yolların geçilmez hâle sokulduğunu, hattâ taşkınlığın -müşkülât şöyle dursun va-zihatta bile- ilme mensup kişilere şahdamanndan daha yakın olduğunu ileri sürmekte ve konunun derlenme ve toplanmaya şiddetle muhtaç olduğunu belirterek şöyle demektedir:
«İmamların irtidâd hakkındaki görüş ve ifâdelerine gelince; bunlar, oldukça karışık ve "çelişiktir. Bu vâdîde Çoklarının ayağı kaymıştır. Gerek zâtı ve gerek hükümleri i'tibâriyle büyük bir ehemmiyeti hâiz olan bu konunun başlı başına bir telif olmak elbette hakkıdır...». Bs-San'ânVye [10] göre; âlimlerin çoğu, şeriatın nasslarını doğru anlayamadıkları ve bütün yönleriyle mevzuu ihâ-tâ edemediklerinden başkalarını tekfirde ağır hatâya düşmüşlerdir.
Karşılaştığım güçlüklerden biri belki en önemlisi, yazma risalelerden nakil meselesi idi. Bunlar, unvanı ve fihristi bulunmayan, çoğu da «Fankale» türünden eserlerdir. Mevzu' ile ilgili kısımları çıkarabilmek için bütün bir kitabı baştan sona kadar okumak gerekir.[11] Ba-zan da araştırmacının, başından sonuna kadar okuduğu risalede konusu ile ilgili olarak bir şey bulamadığı da vâki'dir. Eski el yazılarının okunaklı olmayışı ve sayfalann numarasız oluşu da nakl işini ayrıca güçleştirmektedir.
3- Ben, gerek tefsîrei, gerek hadîscî ve gerek hukukçu olsun, şeriat bilginlerinin gerçeğin taliplileri, zekâ ve mevhibelerini istihdam ederek Kur'ân'dan ve Sün-net'den gerçeği istinbât etmek çabasında olduklarına inanmıştım ve hâlâ inanmaktayım. Fakat *zekâ ve anlayışların ayni seviyede olmasına imkân yoktur. Bu yüzden ve diğer bazı sebeblerden ötürü bilginler arasmda ihtilâfın vuku* bulmasını kaçınılmaz bir gerçek olarak kabul ediyorum.
İşte bu açıdan hareket ettim. Hiç bir kimseye tarafgirlik etmek veya muayyen bir mezhebin görüşünü benimsemek teşebbüsünde bulunmadım. Gücüm yettiği kadar Şeriat'ın ardından yürümeye ve hükümlerini pürüzsüz olarak umûmî efkâra aksettirmeye çalıştım. Çünkü «Şeriat bâbı»nda yazı yazmak ve te'lif vermenin yarın huzur-i Rabb-i 1-Âlemîn'de ağır hesabı vardır.
Müctehidlerin kavillerini -hasb-el-ittilâ'- kaydettim. Tercihe şâyân gördüğüm kavilleri tercih ettim. Bazılarını da, onlara İlâve edecek bir şey bulamadığım veya rüchaniyet tarafını anUyamadığımdan aynen zikretmekle yetindim. Nakl hudutlarım aşmamakla beraber yeni meseleler hakkında, görüşlerimi açıkladım. Bu konuyu daha da genişletmek arzusunda idim. Fakat bir takım kaahir sebebler, bu arzumun tahakkuk etmesine engel oldu.
4- Bu risalede takib ettiğim metoda gelince, önsöz, İki bölüm ve sonsöz olarak tezimi başlıca dört bölüme ayırdım. Önsöz'ü, te'lifde ta'kib ettiğim metodun îzâhma tahsis ettim. Birinci bölüm ise üç fasıl ihtiva etmektedir. Birincisinde îrtidadd'm lügat ve şer'î ma'nâlarını açıkladım. Bütün sözlükler Mürted) kelimesini, «İsîâmdan donen» anlamında kullandıkları için bu hususta fazla nakl yapmaya lüzum görmedim. Kur'-ân-ı Kerîm'de «îrtidâd» dan kimi yerde sarahaten ve kimi yerde dolayh bir şekilde bahsedildiğinden irtidâd hakkındaki bütün âyetleri, çeşitli tefsirlere müracaat ederek araştırdım. Bu arada mürtedd hakkındaki ölüm cezasının Kur'ân'da değil yalnız Sünnet'de varit olduğu nazar-ı dikkatimi çekti.
Aynı zamanda Sünnet'in, konuya geniş yer verdiğine ve irtidâdı bütün yönleri ve hükümleriyle açıkladığına şâhid oldum. îslâm hukukçuları ise Kitab ve Sünnet'den çikarılabildikleri kadar hüküm çıkarmışlar ve aralarmda tabiî olarak ihtilâf vuku' bulmuştur.
İkinci fasılda «îrtidâd»m şartları yer almaktadır. Bunlar üçtür: Bulûğ, akl ve ihtiyar. İrtidâd eden bir müslümanın küfrüne hüküm verebilmek için bu şartları hâiz olması gerekir.
«Bulûğ bahsi» nde, önce çocuğun müslümanlığmdan bahsetmeyi gerekli buldum. Çünkü çocuğun mürtedd olabilmesi, «Müslümanlığa girmiş olmasının» kabul edilmesine bağlıdır. Şayet islâmı sahih değil ise, îslâm sebkat etmemişse, irtidâd olamaz. Sonra da irtidâdından bahsettim.
«Akl bahsi» nde de delinin ve sarhoşun irtidâdından söz ettim. Zîra delilik ve sarhoşluk, insan aklına taallûk eden meselelerdendir.
«İhtiyar bahsi» nde zorlamadan ve cebir karşısında irtidâd eden kişinin irtidâdınm doğru olup olmadığından söz ettim. Cebir ve zorlama ile müslüman olan fakat daha sonra ilk dinine bağlılığı meydana çıkarılan kişinin, mürtedd sayılıp sayılmıyacağı meselesine de temas ettim.
Üçüncü fasılda, mürtedd olmayı gerektiren hususlardan söz ettim. Gerçekten bu fasıl, risalenin en önemli
ve en ağır faslıdır. Biz bu fasılda önce müslümanın mür-teddliğine hüküm verecek sonra da kanının heder edilmesi, malına el koyulması, karısından ayrılması, kestiğinin etinin yenmemesi... gibi hükümleri sıralayacağız. Bu fasıl, âdeta akla karayı seçtirdi bana. Çünkü aralarında münâsebet bulunmayan bir takım meseleleri, birbirine eklenmiş ve i'tikadî meseleleri, ayırt edilmeden ve bölüm-lenmeden kavlî ve fi'lî mesaile karıştırılmış ve genel kaideler ile cüz'î meseleleri, bir araya getirilmiş olarak buldum. Birinci vazifem, bu dağınık ve yaygın meseleleri bir çember içine almak ve sonra bölümlemek oldu. Bu mesaili, dört bölümde toplamış bulunuyorum:
1- İ'ükatta irtidâd,
2- Kavide îrtidâd,
3- Amelde îrüdâd,
4- Terk mürteddliği.
1, 2, 3. bölümler, bazı İslâm hukukçuları tarafından zikredilmiştir. Sonuncu bölüm ise (Terk Mürteddliği), başlı başına bir sınıf teşkil ettiğinden onu da önceki bölümlere eklemeyi uygun buldum.
Bu bölümlerin birbiri içine girebileceklerini söylemek zaittir. Her hangi bir şeye itikat eden kişi, bu itikadını ya dili veya hareketlerinden biri ile ifâde edebilir ve bölümler arası tedahül (iç içe girme) buradan ileri gelir.
«î'ükatda irtidâd» bahsinde Allah'a, Kur'ân'a ve diğerlerine karşı irtidâdı gerektiren sapık inançlardan söz ettim. Bahsin sonunda Komünizm'i ve ona i'tikat eden bir müslümanın mürtedd olup olmıyacağı meselesini inceledim. Ehliyet şartlarını hâiz olup Komünizm'e akide olarak inanan müslümanın mürtedd olduğu sonucuna varmış bulunuyorum.
«Kavide irtidâd» bahsinde söz dallanıp budaklandı ve uzadı. Öyle ki bu bahsi yedi ara bölüme ayırmak zorunda kaldım:
1- Yalan yere Allah'a yemin etmek.
2- Allah'a sövmek.
3- Peygamberimize sövmek^
4- Peygamberlere sövmek. (S.A.)
5- Peygamberimizin ailelerine sövmek.
6- Başkasına kâfir demek.
7- Geçen bölümlerden ayrılan sözler.
Aynı zamanda ( Devrimci ideoloji, = inkılâp İdeolojisi) adlı eseri, irtidâd kaidelerini onun üzerinde uygulayarak okudum.
Kendisinde yukarıdaki mevzuatı inceleme payı bulunan bazı eserlere, ayrıca işaret ettim.
Sonra «Mushafı necasete atmak» ve «put'a secde etmek» gibi «Amelde irtidâd» dan bahsettim. Daha sonra «Terk mürtedliği» nden, bir müslümanm veya müslüman hükümdarın, İslâm'ın ber hangi bir hükmünü uygulamaktan imtina' etmesinden söz ettim. [12]
Îkînci Bölüm
İkinci bölüm ise dört fasıl ihtiva etmektedir:
1- Mürteddin işlediği ve mürtedde karşı işlenen cinayet,
2- Mürteddin medeni hükümleri,
3- Mürteddliğin ibâdetler üzerindeki etkisi,
4 - Mürteddin kestiği.
Birinci fasılda mürteddin cana, bedene, ırza ve mala karşı cinayetlerinden, irtidadtan önceki sorumluluklarından, düşman ülkesine sığınmasından ve toplu irtidadtan söz edilmektedir. Mürteddin canına, beden, ırz ve malına karşı işlenen cinayetlerden de söz edilmiştir. Bunu müteakip Mürteddin İslâm'daki cezasından bahsettim. Söze, irtidâdm sabit olma keyfiyetinden başladım, îrtidâd sabit olunca mürteddin tövbeye çağırılacağını, tövbe etmediği takdirde boynunun vurulacağını belirttim. Böylece önce istitabeden (tövbeye da'vetten), sonra tövbeden ve daha sonra haddin ikame edilmesinden (ce-zâmn uygulanmasından) bahsetmiş oluyorum. Cinayette tabiî teselsül de budur. Sonra kadın mürteddin katli meselesini ele aldım ve bu konuda bütün tarafların görüşlerini, delilleriyle beraber uzun uzun naklettim.
îkinci fasıl, mürteddin malî ve şahsî meselelerinden doğan medenî hükümlerin beyânına tahsis edilmiştir.
«Malî hükümler bahsi» nde mürteddin borç ve mallarından ve bunların kime intikal edeceğinden ve vekâlet, rehin, ticâret, şüf'a, hibe, kefalet ve mudârebe (bir yandan sermaye, öte yandan da emek konularak kurulan şirket) gibi bağlantılarının neticesinden bahsettim.
«Şahsî meseleler bahsi» nde nikâhdan, karı-kocadan birinin veya ikisinin irtidâd etmesiyle nikâhın irtidadtan Önceki ve sonraki durumlarından ve mürteddin, irtidadtan önce veya sonra doğan çocuklarının kaderinden söz ettim. Bahsin nihayetinde mürteddin mirasının kime, vârislere mi yoksa devlet hazinesine mi intikal edeceğini açıkladım ve vasiyetinin geçerli veya geçersiz olması hususuna da temas ettim.
Üçüncü fasılda, irtidâdm müslüman iken yapılan ibâdetler üzerindeki etkisinden, Kur'ân-ı Kerîm'de varit olan
oL~- ) «amellerinin hükümsüz olması»
ta'birinden ve mürtedd, tövbe ettiği takdirde eski İbâdetlerini iade edip etmemesi meselesinden bahsettim.
Dördüncü ve sonuncu fasılda, mürteddin kestiği hayvanlardan söz ettim. Mürtedd, hiç bir dine mensup olmadığından kestiği etten yemenin zinhar caiz olmadığı üzerinde tam ve kâmil bir ittifaka varıldığına şâhid oldum.
Risale, bir hatime ile nihayet bulmaktadır. Bu son-sözde, risalede yazılanların ve kendi istintaçlarımın -bir dereceye kadar- özetini çıkardım. [13]
İRTİDÂDEV TA'RİFİ, ŞARTLARI VE İRTÎDÂDI MUCİP KİLLER
Bîrîncı Fasıl
1- Îrtîdâd'ın Lügat Ma'nası
1- (Cemheretü'1-lûga) [14]
İrtidâd) arapça bir kelime ve kökünden türevdir. Onu reddettim, Ya'ni ge-ri çevirdim. oj' : Onu reddederim. Geri çevirmek, O geri çevrilmiştir. Çirkin yüzlü olan hakkında denir: Onun yüzünde redde (baktığı zaman gözü tiksindirip geri çeviren çirkinlik) var Bir işdeıı mcü' etmek. İslâm'dan dönmek.
2- (Lisânü'l - Arab) [15]
Ondan yüzçevir(ü. Kur'ân'da denilmiştir [16] (Sizden her Idm dîninden dönerse.,.) İrtidâd anlamında isimdir ^M- İslâm'dan dönüm. Müslüman iken kâfir olan kişi hakkında denir: Filân dîninden döndü......
Es-Sihah [17] Tâcül-Arûs [18] Mu'cem metnü'l - lûğa [19] ve El-Mu'cemül-vasît [20] gibi diğer lügat kitapları da irtidâd maddesinden ayni şekilde bahsetmektedirler. Bundan anlaşılacağı veçhile bütün sözlükler İrtidâd) dan isim olan Riddenin, İslâm dininden dönme anlamını ifâde ettiği üzerinde mutabık kalmışlardır. [21]
Kür'ân'da Îrtidâd
irtidâd), İslâm'dan dönme anlamında sarahaten ve kendi lâfzı ile Kur'ân-ı Kerîm'in iki yerinde zikredilmiştir. Biri, Bakara sûresinde:
«Sizden her kim dîninden döner ye kâfir olarak ölür ise, işte onların dünyâ ve âhirette amelleri geçersiz ve kendileri de cehennem ehlidir. Onlar cehennemin ebedî sakinleridir [22].» îkincisi de Mâide sûresinde:
«Ey îmân edenler! Sizden her kim dîninden döner ise (bilmiş olsun ki) Allah, ileride bir kavın getirecektir ki onları sever ve o'nlar da Onu severler, mü'-m inlere karşı son derece mütevazı, kâfirlere karşı izzetlidirler, Allah yolunda cihâd ederler ve kınayanın (hiçbir) kınamasından (Dedikodusundan) korkmazlar.
Allah'ın lûtfudur bu. onu dilediğine verir. Ve Allah lûtfu bol ve ilmi derin olandır [23]
Bu iki âyetten her birinin tefsiri için birer müstakil bahis ayıracağız. Kur'ân-ı Kerîm'in diğer âyetlerinde ir-tidâd, lâfzı ile değil ma'nâsı ile varit olmuştur. İleride bu âyetlere de temas edeceğiz. [24]
Bakara Süresindeki Ayetin Tefsiri
KurtuU'âe [25] Sizden her kim dinînden dönerse): îslâm'dan küfre dönerse. işte onların amelleri geçersizdir):
Bâtıl ve fasittir. maddesinden gelen JaJ-1 hayvanların fazla ot yemelerinden mütevellit iç organlarının şişmesi ve karınlarının bozulmasına denir ki bu hâl, ba-zan hayvanın ölümüne sebebiyet verir. Âyet, İslâm dininde sebat etmeleri için müslünıanlara bir ihtardır.»
Zemahşerî'de [26]Sizden her kim dînininden döner ise): Sizden her kim dîninden onların dînine döner ve onlara perestiş ederse (Şiddetli sevgi duyarsa) ve akabinde kâfir olarak ölür ise): İrtidâd üzere ölürse.
İşte onların dünyâ ve âhirette amelleri geçersizdir):
Çünkü irtidâd etmekle İslâm'ın dünyada müslünıanlara âit semerelerinden ve Âhirette büyük ecir ve sevabından kendilerini mahrum etmişlerdir.»
Neysaburî' (Nişdburî) de [27]
Sizden her kim dininden döner ve akabinde kâfir olarak ölür ise): Mürtedd olarak ölürse İşte onlarm dünyâ ve âhirette amelleri geçersizdir):
Dünyada ise İslâm'ın âcil menfaatlerinden mahrum olur. Ele geçerildiğinde boynu vurulur. Kovuşturulur. Mü'min-lerin destek, yardım ve sevgisini kaybeder. Ailesinden ayrılır. Mirasdan mahrum edilir. Âhirette ise Allah-ü Teâlâ'nm İşte onlar cehennem ehlidirler, onlar cehennemdin ebedî sakinlerdir) sözü, mürteddlerin vahim akıbetlerini tasvire kâfidir...».
«Tabarsî» de [28]
«... Bu, irtidadın nihayette azaba müncer olacağı beyan edilerek yapılan bir sakındırmadır. ve akabinde kâfir olarak Ölür ise): Küfrü üzere ölürse İşte onların dünya ve âhîrette amelleri geçersizdir): Zîrâ bu ameller, işlenmesi emrolunan şekilde imlenmediğinden işlenmemiş hükmündedir...».
Kaasimî'de [29]
Sizden her kim dîninden döner İse): İslâm'dan irtidâd ederse. Burada (jU"j! = îrtidad) fi'Hnin tekellüfü muş'ir sığası ile gelmesi, hak dîne mübaşeret eden kişinin ondan zahmetsiz ve külfetsiz ayrılmasının uzak ol-
duğuna işarettir.
İşte onların dünyâ ve âhîrette amelleri geçersizdir):
Onların, kendilerine faydalı olacak bütün mesaileri boştur.» Âlûsî'de [30]
Onların ıdlâl ve iğvası veya düşmanlıklarından korkarak hak olan dininden irtidâd ederse.
Ve akabinde kâfir olarak ölür ise): Tövbesiz giderse. İşte onlar): Şile'nin hayyizinde gelen irtidâd ve küfür üzere ölüm ile mutta-sıf oluşu itibariyle, Mevsul'e işarettir. Uzaklık ifâde eden işaret zamirinin kullanılması da, mürteddin şer ve fesatta yerinin uzaklığını iş'ar içindir. Çoğulluk ve tekillik ise lâfız ve ma'nâ itibariyledir............».
. Bütün bunlardan anlaşılacağı veçhile (îrtidad), genel olarak İslâm'dan küfre intikal anlamın; taşımaktadır. Mürteddin başka bir dine girmesi ile hiç bir dîn kabul etmemesi arasında fark yoktur. Âyet'ten arta kalan «Amellerin geçersizliği» kısmını, özel bir bahisde ele alacağız. [31]
Mâîde Suresi Âyetinin Tefsîrî
«Ey îmân edenler! Sizden her kim dîninden döner ise (bilmiş olsun ki) Allah ileride, bir kavm getire-çektir ki onları sever ve o'nlar da Onu severler, Mü'-minlere karşı son derece mütevazı, kâfirlere karşı izzetli (dirler) Allah yolunda cihat ederler ve kınayanın (hiçbir) kınanmasından (dedikodusundan) korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lûtfudur, onu dilediğine verir ve Allah, Lûtfu bol ve ilmi derin olandır» [32]
Müfessirler, bu Âyet-i Kerîme'nin tefsirinde Peygamber (S.A.V.)'m irtihâlinden sonra vuku bulan irtidâd hareketinden, irtidâd eden topluluklardan ve Allah, ileride bir kavim getirecektir ki onları sever ve onlar da onu severIer) Âyetinden maksadın ne olduğundan bahsederek bu me-yanda bir çok isimler ve yığın yığın haberler zikretmektedirler. Burada onları zikretmeye lüzum görmüyoruz. Ancak tefsirin diğer yönlerinden birer nebze zikretmekle yetineceğiz.
Tdberî'&e [33]
«Allah Celle Celamhü, kendine ve Resulüne îmân edenlere diyor ki: Ey iman edenler):
Allah ve Resulünü tasdik eden ve peygamberleri Muham-med (S.A.V.)'in getirdiklerini ikrar edenler.
- Sizden her kim dîninden döner ise):
Sizden her kim bugün üzerinde bulunduğu ve hak olan dîninden döner de küfre, Hıristiyanlık, Yahudilik ve küfrün diğer sınıflarından birine girerek İslâm'ını tebdil ve tağyir ederse, Allah'a hiç bir şekilde zarar vermiş olmaz.
Allah ileride bir kavm getirecektir ki onları sever ve onlar da onu severler):
Allah, dînlerini tebdil ve tağyir etmeyen mü'minlere, teb-dîl ve tağyir edenlerden daha hayırlı, sevdiği ve kendileri tarafından da sevildiği bir kavm verecektir. Bu, Alla hu Tealâ'mn, Peygamber (S.A.V.)'in irtihalinden sonra irtidât edeceklerini bildiği kimselere ve dinlerini tebdîl ve tağyir etmeyen mü'minlere va'didir. Peygamber (S.A.V.)'in irtihalinden sonra Arap yarım adasında bazı gpçebe ve köylüler irtidâd edince, Allah, onların yerine daha hayırlı bir kavm getirerek mü'minlere olan va'dini yerine getirdi ve mürtedler hakkındaki vaîdini icra etti».
NeysabûH' (Nişaburî) de [34]
«............: Sizden her kim, kâfirler ile birlik olur ve dininden dönerse bilmiş olsun ki Allah, bu dîne en beliğ şekilde hizmet edecek olan bir kavm getirecektir. El-Hasan diyor ki: «ÂUah, Peygamber (S.A.V.)'in irtihalinden sonra bazı grupların İslâm'dan irtidât edeceklerini bildiğinden ileride; «sevdiği ve kendileri tarafından da sevildiği bir kavm» getireceğini onlara haber verdi. Âyet, gaybden ihbardır ve aynen vuku' bulmuş olduğundan mu'cize olur.» «El-keşşâf» tefsirinde irtidâd eden grupların Onbir fırka olduğu kaydedilmektedir............
kelimesi in çoğul şeklidir. Güçlüğün karşıdı den gelen kelimesinin çoğul şekli ise değil ancak dir. Buradaki ta'birinden, onların mü'minler katında değersiz ve itibarsız oldukları kasdecül-, memiştir. Ancak mü'minlere kargı yumuşak huylu ve alçak gönüllü oldukları ifâde edilmektedir, Zelîl) vasfı burada kibirlenme ve yükselme vasfının kar-şıdıdır. Ayni zamanda kelimesi ile değil de Alâ) ile taaddi ettiğinden şefkat ve atıfet ma'nâsmı mütezammmdır. Böylece onların nıü1-Ktinlere karşı şefkatli ve âtıfetli oldukları belirtilmekte veya şerefli ve üstün kişiler olmakla beraber tevazu' fazfletini de ahlâkî meziyetlerine eklemek için, mü'minlere kanad gerdikleri kaydedilmektedir. Kâfirlere karşı izzetlidirler): Onlara sertlik ve yücelik gösterirler. yenmek ve üstün gelmek anlamında olan dendir. = Kâfirlere karşı sclîd ve kendi aralarında merhametlidirler) âyeti de bu anlamdadır. kavlîndeki ya Haliye içindir: yâ'ni onlar cihat ederler ve cihattaki durumları, Yahudi dostlarının kınamasından korkan münafıkların durumlarından başkadır. Veya Atıf iğindir............».
Kurtubî'de [35] Sizden her kim dîninden döner ise) cümlesi şartıye ve Allah ileride bir kavın getirecek) cümlesi onun cevabıdır. Şam ve Medîne ehlinin kıraati ile diğerlerinin idgam iledir. Âyet, Kur'ân'm mu'cizelerinden birini teşkil eder. Peygamber (S.A.V.)» kendisinden sonra vuku' bulacak bir hâdiseyi önceden haber vermiştir ki bu gaybden ihbardır ve bir müddet sonra aynen vâkf olmuştur. İbn~ü îshak diyor ki:
(KesülüUah (S.A.V.) irtihâl edince Arap yarını adasında Üç, Mescidden maadası irtidâd etti. Bunlardan biri Medîne Mescidi, biri Mekke Mescidi, biri de Cüâsâ Mescididir. (Cüâsâ, Bahreyn'de bir kalenin adıdır. Hadisde varit olduğuna göre, Medine'den sonra ilk Cuma namazı orada kılınmıştır; En-Nihaye'den).».
«irtidâd edenler iki kısım idi: Bir kısmı, Şeriat'ı tamamen reddetmiş ve ondan ayrılmıştı. Bir kısmı da yalnız Zekât farizasını reddediyor ve diyordu ki: Oruç tutarız, Namaz kılarız fakat Zekât vermeyiz; Halîfe Ebu-BeMr, cümlesine kargı savaş açtı ve Hz. Hâlid Bin El-Velid'i islâm orduları başında onların üzerine gönderdi İslâm ordusu onlardan bir kısmını kati ve foir kısmını esir etdi. Hadis, siyer ve tarih kitaplarında bu savaşın tafsilatı genişçe vardır.
Zemah§erî'de [36]
Imam'ın nıushafmda iki iledir. Bu, Kur'ân'da vuku'undan önce haber verilen hâdiselerdendir. İrtidâd ehlinin Onbir fırka olduğu ve bunlardan üçünün Peygam-ber (S.A.V.)'in devrinde irtidâd ettiği ileri sürülmüştur Allah ileride bir kavm getirecektir ki onları sever ve onlard a O'nu severler): Kulların Rabblerine kargı sevgileri O'na itaat % etmek, rızâsını araştırmak ve gazabını mucip hareketlerden sakınmaktan ibarettir. Allah'ın, kullarına karşı sevgisi de onları, itâatlan mukabilinde en iyi şekilde mükâfatlandırmaktır. Allah, kullarını yücelttir, onları över ve onlardan razı olur. Fakat, Sûf (Tasavvuf) nâmı altında bir fırka teşkil edenlerin inançlarına gelince kelimesi in Cem'idir. ün cemi ise dir. Onun, güçlüğün karşıdı kökünden geldiğine zâhib olanlar, meselenin hakîkatına erememişlerdir. Zîrâ ün çoğul şekli, değil -az önce belirttiğimiz gibi dir. Sonra nin neden ile taaddi ettirilerek denmediği hakkında iki vecih vardır: Ya kelimesine şefkat ve atıfet anlamını yüklemek suretiyle onların tezellül ve tevazu' şeklinde mü'minlere karşı şefkatli ve âtıfetli olduklarını belirtmek, ya da şerefli, yüksek tabakadan ve üstün meziyetli kişiler olmakla beraber mü'minlere kanad gerdiklerini ifâde içindir
Er~Râzî'de [37]
Râzî diyor ki: «Ayet'in ma'nâsı şöyledir: Ey îmân edenler! Sizden her kim kâfirler ile birlik olur ve dîninden irtidâd ederse bilmiş olsun ki Allah, bu dîne en be-lîğ şekilde yardım edecek bir kavm getirecektir. El-Hasan diyor ki: Allah, Peygamber (S.A.V.)'in irtihâlinden sonra bir takım kişilerin dinlerinden irtidâd edeceklerini bildiğinden, sevdiği ve kendileri tarafından da sevildiği bir kavm getireceğini onlara haber verdi. Bu takdirce, Âyet, gaybden ihbardır ve aynen vuku' bulmuş olduğuna göre mu'cize olur; .........».
TdbersV&e [38]
Tabersî diyor ki: «Allah-ü Tealâ, münafıkların hâlini, mü'minlere karşı husûmetlerini ve dâima pusuda olduklarını beyân ettikten sonra, Peygamber (S.A.V.)'in irtihâlini müteakip onlardan bir kısmının dinlerinden irtidâd edeceklerini, fakat umduklarına nail olamıyacak-larım ve insanlar arasından üstün vasıfları hâiz bir kavmi, İslâm dînine yardımcı kılacağım haber veriyor ve diyor ki:
Ey îmân edenler! Sizden her kim dîninden döner ise): Sizden ve sizin topluluğunuzdan her kira îmân izhâr ettikten sonra küfre dönerse Allah'a hiç bir şekilde zarar vermiş olmaz. Çünkü Allah, dînini hamisiz ve yardımcısız bırakmayacaktır. Allah, ileride bir kavm getirecektir ki onları seyer ve onlar da onu sevsrler): Allah onları sever ve onlar da Allah'ı severler Mü'minlere karşı 'son derece mütevazı, kâfirlere karşı izzetlidirler): Mü'minlere karşı şefkati; ve merhametli, kâfirlere karşı »la sert ve katıdırlar.
yumuşaklık ma'nâsına olan dendir. Aşağılık" ma'nâsma olan den değildir ............». [39]
Kur'ân'da İritîdadın Anlam Olarak Zikri
«Onlar ki îmândan sonra kâfir oldular ve küfür yönünden ilerlediler (küfürlerinde sebat ederek onu takviye ettiler) Onların tövbeleri kabul edilmeyecek ve işte onlar sapıkların ta kendileridir» [40]
Kurtubî [41] bu âyetin tefsirinde, çoğu Yahûdî ve Hıristiyanlar hakkında, kimi de diğer milletler hakkında olmak üzere bir çok görüşler kaydetmektedir. Fakat biz, lâfzın genel anlamım nazar-ı i'tibâre alırsak, âyetin, müslümanlardan irtidâd edenlere de şâmil olması mümkündür. Dîninden irtidâd eden müslüman da îmandan sonra kâfir olmuş sayılır. Hattâ küfürde sebat ederek kâfirliğini geliştirebilir1. O hâlde onunda tövbesi kabul edilmez ve o da sapıklardandır.
«Kimi yüzlerin ak ve kimi yüzlerin kara olduğa günde, yüzleri kara olanlara gelince (onlara denilir ki:) Siz îmân ettikten sonra kâfir mi oldunuz? Şimdi, kâfirlik ettiğinizden dolayı azabı tadın bakalım» [42]
Kurtubî [43] bu âyetin tefsirinde de bir kaç görüş nakletmektedir. Bunlardan Katade'nin görüşüne göre Âyet, mürtedler hakkındadır. Ayni zamanda Ebû Hü-reyre (R.A.)'den bir hadîs rivayet etmekte ve bu hadîsin, âyetin mürtedler hakkında olduğuna gâhid olabileceğine işaret etmektedir. Hadîs şudur :[44]
- Kıyamet gününde ashabımdan bir grup havuza gelecekler fakat havuzun başından dağıtılacaklardır: Ey Rabbim; diyeceğim, Benim ashabım onlar. Hemen diyecektir ki: Onların senden sonra neler ihdas ettiklerini bilmiyorsun sen. Onlar irtidâd ederek gerisin geri küfre döndüler;
«Onlar ki iman ettiler sonra kâfir oldular sonra iman ettiler sonra kâör oldular ve sonra küfürlerini arttırdılar. Allah onları affetmiyecek ve doğiu yola ilet-miyecektir» [45]
Kurtubî [46], bu âyetin Yahûdî, Hıristiyan ve diğer milletler hakkında olduğunu naklediyor ve sözlerinin nihayetinde şöyle diyor: «............ Âyet, ayni zamanda mürteddlerin hükmünü de mütezammındir. Mürteddlerin hükmü Bakara sûresinde Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölür ise) âyetinin tefsirinde geçti.». Hatırlanacağı gibi bu âyetin tefsirini orada nakletmiş bulunuyoruz.
«Kalbi îmân ile mutmain olduğu hâlde icbar edilen müstesna, velâkin her kim îmânından sonra Allah Teaîâ'yı inkâr eder de küfre sîne açarsa işte onların üzerine Allah'tan bir gazâb vardır ve onlar için pek büyük bir azap da vardır.» [47]
Eurtubî [48] diyor ki: âye- Ahilerinizi te'kitledikten sonra bozmayınız) âyetine bağlıdır. Bu da: Peygamber (S.A.V.)'"i bey'atinden irtidâd etmeyiniz; anlamındadır. Ya'ni her kim îmândan sonra kâfir olur ve irtidâd ederse Allah'ın gazabı onun üzerinedir.....».
«İnsanlardan kimi de Allah'a eğreti olarak ibâdet eder. İyilik gördümü gönlü mutmain olur ve bir musibete uğradı mı (İslâm'dan) yüzçevirerek dünyâ ve âhiretinı kaybeder. İşte bu, apaçık hüsrandır» [49]
Eurtubî [50] diyor ki:............. Müfessirler, bu âyetin bedeviler hakkmda nazil olduğunu söylüyorlar. Peygamber (S.A.V.)'e gelerek müslüman olurlar, fakat bolluk gördükleri müddetçe müslüman kalırlar ve darlık görünce de irtidâd ederlerdi. Bu âyetin, En-Nadr-ubn-ü Haris hakkında nazil olduğu da ileri sürülmüştür......».
tedibini Şart üzerine) diye tefsir edenler de olmuştur. Şöyle ki; Şeybet-ü Bn-ü Rebia, durumu meydana çıkmadan önce, Peygamber (S.A.V.)'e (Benim için Rabbine duâ et) dedi, (Bana para, deve, at ve evlât versin ki ben de sana îmân edeyim ve dînine gireyim). Peygamber (S.A.V.) ona dua etti. Cenâb-ı Hak,istediklerini verdi ona. Sonra Allah, onu iptilâ ve imtihan etmek istedi. Oysa ne hâlde olduğunu biliyordu. Müslüman olduktan sonra ona verdiklerini geri alınca hemen irtidâd etti, Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu.
= İnsanlardan kimi de Allah'a eğreti olarak ibâdet eder): Ya'ni gart üzerine ve şartlı olarak ............
Hayır gelirse ona): Beden sağlığı ve geçim bolluğu gelince memnun olur ve dînini devam ettirir. Belâ gelirse ona); îptilâ ve imtihan şekillerinden birine uğrarsa.
Yüzçevirir -İslâm'dan-): ya'ni irtidâd eder ve küfür üzere olduğu eski hâline avdet eder ......».
«Allah, îmân ettikten ve Peygamberin hak olduğuna ye beyj inat ile geldiğine şehâdet ettikten sonra küfreden bir kavmi nasıl hidâyete erdirir (muvaffak eder) ? Allah, zâlimler güruhunu hidayete götürmez. [51]
Kurtubl'nuı [52] naklettiğine göre, tbn-ü Abbas (R.A.) bu âyetin Ensâr'dan bir müslüman hakkında nazil olduğunu söylemiştir Bu kimse, irtidâd edip müşriklere iltihak ettikten sonra nadim oldu ve Medine'deki kavmine haber göndererek tövbe etmek istediğini bildirdi. Onlar da durumu, Peygamber (S.A.V.)'e aksettirince îmân ettikten sonra kâfir olan bir kavmi Allah, nasıl hidayete erdirir (muvaffak eder) ? âyeti nazil oldu. (Hadîs, En-Nesaî tarafından tahric edilmiştir.)
«Küfretmiş ve kâfir oldukları hâlde ölüp gitmiş kimseler, her hâlde bunların her biri kendini kurtarmak için dünyâ dolusu altın verecek dahî olsa hiç birinden kabul edilin ek ihtimali yoktur, bunların hakkı elîm bir azâbdır ve kendilerini kurtaracak da yoktur».[53]
Bu âyetin tefsiri, ileride «irtidâddan sonra ibâdetlerin durumu» bahsinde gelecektir. İslâm hukukçularının bu Âyet-i Kerîme'den mürtedd hakkında ne gibi hükümler istintaç ettiklerini orada göreceğiz. KurtuH [54] ise, lâfzı ve cümlesinin başındaki harfi ile kendini bir hayli meşgul etmektedir.
«İmânı bırakıp küfrü satın alan onlar, Allah'a hiç bir şeyle zarar veremezler. Onlar için pek acıklı bir azâb vardır» [55]
KurtvM [56] Satın alma) kelimesini Mübadele.) üe tefsir ediyor ve diyor ki:
«îbn-ü Abbas, bu âyetin tefsirinde, [dalâleti aldılar ve hidâyeti terkettiler] diyor. Bunun ma'nâsı mübadele ve
küfrü îmâna tercihtir. lâfzının kullanılması ise tevessü' içindir. Zîrâ şirâ ve ticâret mübadeleye râci' hususlardır. Araplar, her çeşit mübadelede (Şirâ) lâfzım kullanırlar.»
Onlar ki küfrettiler ve Allah yolundan saptılar ve hidâyeti tebeyyün ettikten sonra Peygambere karşı isyan ettiler, Allah'a hiç bir şeyle zarar veremiyecekler ve Allah onların amellerini geçersiz kılacaktır» [57]
Bu Âyet'in kâfirler veya münafıklar hakkında olması muhtemeldir.[58] Çünkü önceki âyetlerin siyakı, bu iki husustan birine delâlet etmektedir. Ayni zamanda bu, rahmetli Şehit Seyyit KutuVun görüşüdür . [59]
3 - Sünnet'de İrtîdâd'la İlgili Hadîsler
«İrtidâd» lâfzının Sünnet'de çok yerde zikri geçmektedir. Bazan ıstılahı ma'nâsı olan İslâm'dan küfre intikal etme anlamı ile [60]. Bazan da lügat ma'nâsı ile [61]. Fakat ekseri hadislerde «Küfür» lâfzı ile varit olmuş [62] ayni zamanda «Tebdils lâfzı üe [63],ve kimi vakit «Dînini terkeden ve cemâatten ayrılan» ta'biri ile [64] gelmiştir. Birinci Nevin. Misali :
îbn-ü Abbas (R.A.)'dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Peygamber (S.A.V.), bir gece beyt-i makdis'e (Kudüs) iletildi ve o gece döndü. Kureyş'e bu gidişini, Beyt-i Makdis'in alâmetini ve yoldaki kervanlarını haber verince Hasan dedi ki: (iki râviden birinin adı) Bazıları: Biz Muhammed'in söylediğine nasd inanırız; dediler ve İslâm'dan irtidâd ederek kâfir oldular. Allah, Eb-u Cehil ile beraber onların da boyunlarım vurdu.» [65]
ikinci Nev'in Misali :
Fatıma Bint-ü Kays'm hadîsinden: « ............ Peygamber (S.A.V.) dedi ki: Senin onda nafaka ve mesken hakkın, onun da sende dönüş hakkı yoktur. Sana iddet lâzım gelir, hemen ümm-ü şerik'in yanma taşın ...............». [66]
Bu hadîsde İrtidâd'tan ' isim olan «Ridde», lûğâvî ma'nâsmda ya'ni «dönüş» anlamında kullanılmıştır.
Üçüncü Nev'in Misali:
îbn-ü Ömer (R.A,)'dan rivayet edilmiştir: «Peygamber (S.A.V.) buyurdu M:
- Bir adam din kardeşine: yâ kâfir; derse, küfür onlardan birinin üzerinde kalır. Kendisine kâfir denilen kişi gerçekten kâfir ise (küfür yerini bulmuştur). Şayet değil ise; söyleyene döner.» [67]
Dördüncü Nev'in Misali:
îkrime (R.A.)'den rivayet edilmiştir, Diyor ki: «İbn-ü Abbas dedi ki: Peygamber (S.A.V.):
- Dînini tebdü edeni (değiştireni) öldürün; buyurdu.» [68]
Beşinci Nev'in Misali:
Abdullah (R.A.)'den rivayet edilmiştir: «Peygamber (S.A.V.) dedi ki:
- Bir Müslümamn kam ancak üç şeyden biri ile helâl olur: Kvlendikten sonra zînâ eden, cana kıyan (kısas) ve dînini terkedip cemâatten ayrılan». [69]
Hadis-î Şerif:
- Dinini değiştireni öldürün.
En-Nesâî, bu hadîsi Sünen'inde rivayet ediyor. İslâm hukukçuları, bu hadîs ile çok istighâd etmiş, fakat ma'nâsı hakkında aralarında hayli ihtilâf vuku' bulmuştur. Kimi, hadîsi zahir ma'nâsı üzere alarak İslâm diyarında din değiştiren her insanın Öldürülmesini söylemiş, kimi de bu hükmün yalnız muslumanlara mahsus olduğunu belirterek, «bir müslüman dîninden irtidâd ederse o öldürülür, fakat kendisinden islâm'ı kabul etmesi mat-lub olan gayr-i müslim nasıl Öldürülür?» demiştir.
Bu hadîs, ayrıca İslâm hukukçularının, kâfirlerin millet-i vahide mi (tek millet) yoksa müteaddit milletler mi olduklarından söz etmelerine zemin hazırlamıştır. Şayet küfrü, bir millet olarak kabul edersek, bir gayr-i müslimin, dinini değiştirerek İslâm'dan başka bir dîne girmesinde, değişen bir şey yok demektir.
Kimi de Katolik ve Protestan gibi ayni dinde birbirini tekfir eden mezheplerin bulunduğunu ileri sürerek, Katolik olan bir Hıristiyanın Protestan mezhebine geçmesine mâni' olmak lâzım gelir mi?, muslumanlara nis-beten bunun faydası nedir?, ya da İslâm dînini kabul etmeye mecbur edilmeli midir? gibi meselelere temas etmişlerdir.
El-Huraşî El MâMâ'nin görüşü [70]
«(Bir kâfirin başka bir küfre intikalini ikrar ederiz) : Bir kâfirin başka bir küfre intikal etmesine i'tirâ-zımız yoktur. Küfr, bir millet olduğuna göre onun bu hareketini ikrar ederiz:
- Dînini değiştireni Öldürün; hadîsi ise şer'an nıu'-teber olan İslâm dinine mahmuldür. (Bir kâfirin...) sözünden anlaşılacağı veçhile bir müslünıanın küfre intikali tasvip edilmez. Ancak kâfir, îslâm dînine intikal ederse ikrar olunur.»
«El-Kurtubî» nin görüşü [71]
Kurtuin, tefsirinde diyor ki: «...Küfürden küfure intikal eden hakkında ihtilâf vardır. îmam Mâlik ve Cüm-hur-u Fukaha ona ilişilmez diyorlar. Çünkü başlangıçta, sonradan intikal ettiği küfür üzere olsaydı gübhesiz ikrar edilecekti. îbn-ü Abdİlhakem'ûen rivayet edildiğine göre îmam Şafiî, Öldürülmesine hüküm vermiştir. Zîrâ:
- Dînini değiştireni öldürün; hadisi, müslüman ile kâfiri ayırt etmemektedir.
îmam Mâlifo'e göre söz konusu hadîs İslâm'dan küfre intikal eden hakkındadır. Küfürden küfre intikal edene şumûlü yoktur. Bu, aynı zamanda cumhurun sözüdür.
El-Muzenî ve Er-Rabti'm rivayetlerine göre îmam Şâ/iî'nin bu bâbda meşhur olan kavli şöyledir: imam (İslâm Hükümdarı), Zimmîlerden dînini değiştireni hudut dışı etmek ve ona harbîler (gayri müttefik düşmanlar) gibi muamele edilir. Zîrâ îslâm devletinin zimmî-leri himâyesi, muahedenin akdinde bulundukları din üzere kaaim olmaları esasına bağlıdır.»
«Kadın mürtedd hakkında da ihtilâf edildi. îmam Malik, El-Evzâî, îmam Şafiî ve El-Leys-ü îbn-ü Saad «Kadın nıürtedd, erkek mürtedd gibi öldürülür» dediler. Delilleri:
- Dînini değiştireni öldürün; hadîsinin zahir ma'nâsıdır. Hadîs'de kişi anlamına gelen ( -y, ) kullanılmıştır ki bunun zevil-ukûlden erkeğe de kadına da şumûlü vardır. İmam Es-Sevrî, İmam Ebû Hanîfe ve arkadaşları ise; «Kadın mürtedd Öldürülmez» demişlerdir. Bu, aynı zamanda İbn-ü Şübrüme'nin kavlidir. îbn-ü Aliyye'-nin görüşü de bu merkezdedir. Atâ ve El-Hasan da bu görüşü savunmuşlardır. Bunların mezheplerinin delili şudur: îbn-ü Abbas (R.A.), Peygamber (S.A.V.) den:
- Dînini değiştiren kimseyi öldürün; hadîsini rivayet ettiği halde kendisi, kadın mürteddi öldürmemiştir. Mutlaka hadîsin onca ma'lûm olan bir te'vili vardır... Öncekiler de Peygamber (S.A.V.) in:
- Müslüman kişinin kanı ancak üç şeyden biri ile helâl olur; îmândan sonra kâfir olan...; hadîsini delil olarak göstermektedirler. Bu hadîs, îmândan sonra küfreden her insana şâmil olmakla öncekilerin mezhebi daha sahîhtiir.»
Zâhiriyye'den (îbn-ü Hazm) in görüşü [72]
Nassm zahirî ma'nâsına şiddetli temessükü ile ma'-ruf olan îbn-ü Hazmım, bu meselede îmam Şafiî'nin yanı başında yer alması kadar tabiî ne olabilir. îbn-ü Hazm da'vayı, fukahâ arasında çekişme mahalli olan kâfirin yeni bir küfre intikal etmesi açısından ele almaktadır. Çünkü müslümamn küfre intikal etmesi ve kâfirin İslâm'a girmesi meselelerinde ihtilâf yoktur. Bu i'tibarla etüdlerine yalmz bu açıdan başlamakta ve şöyle demektedir :
«...Başı boş bırakılmaz. Hattâ ondan ancak İslâm kabul edilir veya kılıç.. Yoldaşlarımız da böyle söylemişlerdir...».
Sonra -kendine has üslûbu ile- iki tarafın da delillerini serdediyor, fakat hilâfına olarak bu meselede yalnız hasmının delillerini çürütmekle yetinmiş ve kendinden, gerek naklî ve gerek aklî bir deiîl getirme teşebbüsünde bulunmamıştır.
İnsan, her İki tarafın görüşlerini inceleyince zihninde şöyle bir soru belirebilir:
- Dînini değiştiren kimseyi öldürün; hadîsi, genel anlamını muhafaza etmekte midir? Böyle ise müslüman olan gayr-i müslimi de, dînini değiştirdiği için öldürmek gerekecektir. Fakat böyle değildir ve hadîs tahsis edilmiştir. O, dîninden dönen müslüman hakkındadır Ve çünkü gayr-i müslimin islâmı matluptur. AHah-u Tealâ, İslâm'dan maada din kabul etmiyeceğini bildirerek diğer dinleri adem-i kabulde eşit kılmıştır. Ayni zamanda insanları iki zümreye ayırarak buyurmuştur ki:
«Müslümanları mücrimler gibi mi kılalım..» [73]
Küfrün tek bir millet olduğu, hadîsde de varit olmuştur:
.__ Küfr bîr millettir; Hâl böyle iken bir Hıristiyanın Yahûdî veya bir Yahudi'nin Hıristiyan olmasının ve Protestanın Katolik veya bir Katoliğin Protestan olmasının müslümanları ilgilendiren tarafı nedir? [74]. Onu müslüman olmaya zorlama meselesine gelince hem lüzumsuz bir hareket olur hem de zımmîlik andlaşmasina aykırıdır.
Hadîs, bütün tarafların ittifakı ile genel anlamında olmadığına göre yalnız müslümanlar hakkındadır. îr-tidâd hakkında varit olan diğer hadîsler de bu hususu takviye edici mâhiyettedir.
Hadis-i şerif:
- Bir miislümanin kanı ancak üç şeyden biri ile helâl olur...
Çok istişhâd edilen hadîslerden biri de şu aşağıdaki hadîstir:
Osman (K.A.) diyor Jd: «Peygamber (S.A.V.) den duydum, buyurduki:
- Müslüman kişinin kam ancak üç şeyden biri ile îıelâl olur: Evlendikten sonra zi&â eden, bunun cezası recimdir. Kasden adam öldüren, bunun cezası kısastır. Müslüman olduktan sonra irtidâd eden, bunun cezası idamdır.[75]
Belki de bu hadîsin fukâha tarafından çok istişhâd edilmesinin sebebi, üç hadde müştemil olmasıdır. Bakalım bu hadîsin şerhinde neler var?
«Eş-Şevkânî» nin [76] görüşü:
Şevkânî, bahis konusu hadîsi muhtelif lâfızlar ile naklettikten sonra şerhediyor. Hadis'in nassı şöyledir:
Ibn-i Mes'ûd (K,A.) den rivayet edilmiştir: «Peygamber (S.A.V.) buyurdu
- Lâ ilahe illa-llah, Muhammö-ü rrasûl-ü İlah, diyen müslüman bir Idşinin kanı ancak üç şeyden biri île mubah olur: evlendikten sonra zina eden, kana karşı kan (kısas), dînini terkedeııı ve cemaattan ayrdan;
Peygamber (S.A.) in Dinini terke-den) sözü, irtidâd küfrün hangi çeşidi ile olursa olsun cezasıniiî Ölüm olduğunu meydana koymaktadır. Cemaattan murâd, İslâm cemâatidir. Ancak şakilik, bid'at ve benzeri hâllerle islâm cemaatından ayrılmak irtidâdı mucip değildir. Buna her ne kadar (ayrılmak) ismi ıtlak olunursa da hadîsdeküllî ayrılmak kasdedilmiştir ki bu ancak küfr iledir. Sonra islâm cemaatından ayrılma, dinî hasletlerden birini terketmeden ileri geliyorsa, islâm'ın her hangi bir hasletini terkederek âsi olan kişinin öldürülmesinin caiz olmadığı üzerinde ittifak vardır. Evet şakilerin ve haydutların, serlerini def için öldürülmeleri, keza müslüman fertlerden birinin, canına veya malına kasdedeni öldürmesi caizdir. Fakat bunlar, bahis konusu hadîsin sahay-i şümulüne dâhil değillerdir. Hadîs yalnız dînini terkederek cemaattan ayrılan kâfirler hakkındadır. Başka bir hadîsde Peygamber (S.A.V.) in Veya müslüman olduktan sonra kâfir oldu) sözü, ayni zamanda Marndan çıkar) sözü, buna delalet eder...».
«Es-San'ûm» nin [77] görüşü:
topHını) dan murâd, İslâm toplumudur. Bu toplumdan ayrılmak ancak irtidâd ile olur. Erkeğin kanının mubah olmasının bir sebebi de irtidâd-tır. Fukahâ (İslâm hukukçuları) bu hususta müttefiktirler. Fakat kadın mürteddin öldürülüp öldürülmeyeceği meselesi üzerinde ihtilâf etmişlerdir...
cemaattan ayrılan) sözünden icmâ-ı ümmet'e (müc-tehitlerin sözbirliği) muhalefet eden, anlamı çıkanlabilir ve bu, «îcmâ-i ümnıet'e muhalefet eden kâfir olur» diyenler için bir delîl teşkil edebilir. Nitekim bazılarına bu yüzden, kâfir denmiştir. Oysa bu kolay bir mesele değildir.. İcmâ' meselelerine gelince, bunlara bazan tevatür eşlik eder. Namazın farz olması gibi. Bazan da etmez. Birinci bölümden olan meseleleri inkâr eden, icmâ'a muhalefet ettiğinden değil tevatüre muhalefet ettiği için kâfir olur. İkinci bolüm, kâfir olmayı gerektirmez. Ma'-kulatta akıldâne olduklarını iddia eden bazı felsefe bozuntuları, hudûs-i alem (alemin sonradan yaratıldığı) meselesinde muhalefetin, icmâ'a muhalefet kabilinden olduğunu zannediyorlar ve İcmâ'a muhalefet eden kâfir olmaz kaidesine dayanarak bu meselede de muhalefetin küfrü mucip olmadığım ileri sürüyorlar. Oysa bu söz, tamamen sakıttır... Çünkü hudûs-i alem, icmâ' ve tevatürün ittifakıyle sabit olmuş bir meseledir. Buna muhalefet eden, icmâ'a muhalefet ettiğinden değil, tevatüre muhalefet ettiği için kâfir olur. Ayni zamanda bu hadîs ile istidlal edilerek, namaz kılmayan kişinin öldürülmesinin caiz olmadığı söylenmiştir. Çünkü Peygamber (S.A.Y.), müslüman kişinin kanının mubah olmasını üç yerde toplamış bulunmaktadır.» [78]
4- Fıkıhda İrtidâd Île Îlgîlî Bahisler Ve Hükümler
Kimi Fukahâ, irtidatın ta'rifini ihmâl etmiş, belki bilindiği ve çekişme mevzuu olmadığı için buna lüzum görmemiştir. Çünkü bu meyanda fukahâ arasındaki ihtilâf, irtidâdın kendisi üzerinde olmayıp onun tahakkuk etme şartları ve benzeri gibi hususlar üzerindedir.
Fukahâ arasından irtidâdı ta'rif edenler de olmuştur. Bu ta'riflerin bazıları şunlardır:
(El-Hwreşî El-Mâlikî'nin ta'rifi [79]
«...El-Karafî'ye göre, irtidât, mükelleften İslâm'ı kesmekten ibarettir. (İbn-ü Arafe/ye göre irtidâd, şe-hâdeteyni (şehâdet kelimesinin iki tarafı) getirmek ve . hükümlerini iltizam etmek ile takarrür eden (yerleşen) İslâm'dan sonra kâfir olmaktır. (El-Hureşî) nin kendisi de irtidâdı şöyle tarif ediyor: İrtidat, islâmı takarrür eden bir müslümanm kâfir olmasıdır. Ergine de ve ihtilaflı olarak ergin olmayana da şâmildir. îslâ-mm takarrür etmesi, ancak şahâdeteyni getirmek ve hükümlerini iltizâm etmek iledir. Bu kayd, şahâdeteyni getirip hükümlerini iltizâm etmeden önce dönen kimseden ihtiraz içindir. O- yalnız te'dip edilir. Müslüman kaydı ile de, Yahûdînin Hıristiyan olması veya Hıristiyanın Yahûdî olması gibi gayr-i müslimlerin din değiştirmelerinden ihtiraz edilmiştir ki onların bu hareketleri ikrar olunur,»
(Alîş El-Mâlikî) nin ta'rifi [80]
«İrtidâd, bir müslümamn sarih bir ifâde ile veya irtidâdı gerektiren söz veya hareketle kâfir olmasıdır.»
(îbn-ü KuMma El-Haribelî) nin ta'rifi [81]
«Mürtedd, İslâm'dan küfre dönen kimseye denir. Allah-u Tealâ.
Sizden her kim dînînden döner ve akabinde kâfir olarak ölürse işte onların dünyâ ye âhirette amelleri geçersizdir. İşte onlar cehennem ehlidirler. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır) buyurmuştur.
Peygamber (S.A.V.) de, . Dibihi değiştiren kişiyi öldürün) buyurmaktadır...».
(îbn-ün-Neccar El-Haribelî) nin ta'rifi [82]
«Mürtedd, -Mümeyyiz de olsa- müslüman olduktan sonra gerek şaka ve gerek haklı zorlama ile olsun gönüllü olarak küfrü kabul eden kimseye denir...».
(Osman El-Hanbeli) nin ta'rifi [83]: Mürteddi §öyle ta'rif ediyor: «Mürtedd, lûgatta mürteci' ma'nâsmadır. (Mâide 21) âyet-i kerîmesinde bu ma'nâda kullanılmıştır. Mür-teddin şer'î ma'nâsı ise, Müslüman olduktan sonra küfrü îcap ettiren bir harekette bulunan kimsedir...».
(Kalyûbî Eş-Şafiî) nin ta'rifi [84]
«İrtidâd, küfür niyeti veya küfür kavli veya fi'li ile islâm'dan kesilmektir. Küfrü gerektiren sözün §aka veya inat olması ile bir inanç eseri olması arasında fark yoktur.»
(El-Bâcûrî Eş-Şâfiî)'nm Ta'rifi [85]
«irtidâd, küfür niyeti veya küfür kavli veya puta secde etmek gibi küfür fi'li ile, gerek şaka, gerek inat ve gerek inanç kabilinden olsun, islâm'dan kesilmektir.»
(Ömer Berakât Eş-Şafiî)'mn Ta'rifi [86]
«İrtidâdın lügat ma'nâsı, bir şeyden başka bir şeye rucu' etmektir. Şer'î ma'nâsı ise, talâkı sahih olan kişinin kesin niyet, söz veya fiil neticesi kâfir olmasına denir.»
(Semerkandi El-Hanefî)1 nin Ta'rifi [87] «irtidâd, îmândan rucu etmekten ibarettir.»
(îbn-ü Teymiye)'nm Ta'rifi [88]
Mürteddi şöyle ta'rif ediyor: «Müslüman olduktan sonra küfrü kabul edene denir. Allah'a, şirk koşan veya rubûbîyetinİ inkâr eden veya sıfatlarından birini tanımayan, kitaplarından veya peygamberlerinden birine inanmayan veya Allah'a, söven kâfir olur...».
(Et-Tûsî El-îmamî)'nln Ta'rifi [89]
Et-Tusl, Eb-û Ca'fer'in mürtedd hakkındaki ta'rifini nakletmekte ve şöyle demektedir: «Muhammed-übn'ü
Müslim'den rivayet edilmiştir. Diyor ki: Ebû Ga'fer'e mürtedd kimdir diye sordum. Dedi ki: Müslüman olduktan sonra islâm'dan yüzçeviren ve Peygamber (A.S.V.)'e indirilene inanmayandır...».
(ffl-Meraği)'nm Ta'rifi [90]
«İrtidâdın ma'nâsı, islâm dîninden rııcû' «ıraaaam um umi, etmektir
trtidâdın rüknü, îmândan sonra el-iyazübillah küfür kelimesini dile almaktır.»
Bu ta'riflerin en ekmeli, Şafiî mezhebinden Kalyubî'-nin ta'rifidir. Çünkü o, irtidâdı bütün yönleri ve nevi'le-ri ile.tanıtmıştır. [91]
İRTİDADIN ŞARTLARI
Müslümanın mürtedd olması, kendisinde bazı şartların tahakkuk etmesine bağlıdır. Bunlar. büîûğ (ergin-ii), akıî ve ihtiyar (serbest irâde) dir. [92] ileride bu şartları birer birer tartışacağız. [93]
Birinci Bahis: Erginlik
îslâm hukukçuları, erginlik bahsinde çocuğun irtidâ-dmdan ve ayni zamanda İslâmlığından söz etmektedirler. Zîrâ islâm ile irtidâd arasında belli bir miilâzemet olduğu gibi, îslâm sebkat etmemiş irtidâd tasavvur edilemez, O hâlde biz de sabinin islâramdan söze başlıya hm. [94]
1- Sabinin İslamlıgı
Haııfoelî mezhebinden îbn-ü Kudâme [95], sabinin islâmlığı konusunda şöyle diyor: «... Sözün özeti, sabinin islâmlığı umumiyetle sahihtir. Ebû Hanîfe, İmameyn -Ebu Yusuf ve Muhammed- [96], tsha~k, îbn-ü Ebi Şeybe ve Ebu Eyyup sahih olduğunu söylemişlerdir. Şafiî [97] ve Züfer, bulûğa erinceye kadar sabinin İslâmlığının sahîh olmadığını ileri sürmektedirler. Çünkü Peygamber (S.A.V.) - Kalem, üç kişiden kaldırılmışta-: Sabiden, bülûga erinceye kadar... buyurmuştur. Hadîs hasendir. Çünkü îslâm, kendisi ile hüküm sabit olan bir ikrar olduğundan, sabinin hibesi sahîh olmadığı gibi islâmı da sâhîh değildir. Çünkü o, kalemin kaldırıldığı üç kişiden biridir. Delilinin ve uykuda, «Müslüman oldum» diye sayıklayanın islâmlığı sahîh olmadığı gibi onun da islâmlığı sahîh olmaz. Çünkü o, mükellef olmadığından, sinn-i temyizin dû-nunde olan küçük çocuğa benzer.»
«Bizim delilimiz Peygamber (Ş.A.V.) in,
- Lâ Uâhe illa-llah diyen cennete girer: ve:
- Müşriklere karşı savaşmakla emrolundum, tâ ki «lâ ilahe illallah» diyeler. Bunu söyledikleri zaman canlarını ve mallarını elmıden kurtarırlar, ancak hakkı ile -mutalebe edilirler- ve hesabları Allah'a havale edilir; sözlerinin genel anlamlarıdır. Yine Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:
- Her çocuk fıtrat üzere doğar ve akabinde anr.e ve babası onu yahûdîleşürir veya hıristiyanlaştırırlar. Neticede lisanı,, ya mü'min veya kâfir olarak onöasi Iıa-ber verir; Sabî, bu hadîslerin genel anlamına dâhildir. Ve çünkü İslâm, ibâdet-i mahza (sırf ibâdet) olduğundan, müemeyyiz olan çocuğun namazı sahih olduğu gibi islâmlığı da sahîhdir. Çünkü Allah, kullarını Dar-us'Selâma da'vet etmekte ve icabet etmeyenleri ateş ve acıklı bir azâb ile tehdit etmektedir. Hâl böyle iken Allah'ın da'vetine icabet etmek ve tarîk-ı Hakk'a sülük etmek isteyen çocuğa mâni olmak, Allah'ın ateşinden ve azabından kurtulmak istediği halde onu azaba bağlamak ve ateşe mahkûm etmek caiz değildir. Çünkü bizim zikrettiğimiz husus (çocuğun islâmlığının sahîh olduğu) icmâ'a dayanmaktadır. Nitekim Mz. Ali (Kerremellahü Veçhen), çocukken nrüslüman oldu.. Urve (Iİ.A.) diyor ki:
«Ali ve Zübeyr, Sekiz yaşında müslüman oldular. Siîbeyr'in oğlu, Yedi veya Sekrâ yaşında Peygamber (S.A.V.)'e bey'at etü. Peygamber (S.A.V.) ise, küçük ve büyüklerden kimsenin imânını reddetmiş değildir.»
Peygamber (S.A.V.)'in = Kalem üç kişiden kaldırıldı: Çocuktan, ihtîlam oluncaya kadar...) hadîsine gelince; bu hadîsde onlar için hüccet yoktur. Zîrâ hadîs, çocuğun aleyhinde olan durumlarda kalemin işlemiyeceğini iktizâ etmektedir. Oysa islâm, onun aleyhinde değil lehindedir. Dünyâ ve âhiret saadeti İslâm iledir. Keza sahibinin, üzerine farz olmadığı hâlde kıldığı namaz ve diğer mahza ibâdetler sahîh olduğu gibi islâmı da sahihtir. Gerçi malında zekât ve müslüman akrabası için nafaka lâzım gelir, kâfir akrabasının mirasından mahrum olur ve nikâhı feshedilir. Zekâta gelince; sevabından maada malının artması ve nemâdar olmasına vesîle olduğundan çocuğa menfaattir. Miras ve nafaka meselelerine gelince bunlar hayâl çeşidinden şeyler olmakla beraber, müslüman akrabalarından miras alması ve kâfir akrabaları için nafakanın düşmesi ile telâfi edilir. Sonra bu zarar, dünyâ ve âhiret mutluluğunu elde etmesi, iki cihanın kutsuzluğu ve cehennem azabının sonsuzluğundan kurtulması yanında sönük ve silik kalır. Böylece yediği yemek sebebiyle malında hâsıl olan zarar ve bu uğurda bedenen, harcadığı enerji derecesine indirilir ki, devam ve bekası için gerekli olan şeyi yapmak zarar sayılmaz. Meselemizde elde edeceği menfaat, hasıl olacak zarardan kat kat üstündür.»
«Mesele aydınlatılmış oldu ise El-Harakî, sabinin isiâmınm sahih olması için iki şart koşmaktadır:
A- On yaşını doldurmuş olması. Çünkü Peygamber (S.A.V), on yaşını dolduran çocuğun namaz için dövülmesini emrediyor.
B- İslâm dînini anlamış olması [98]. Ya'ni Rabbinin Allaİı olduğunu, şeriki olmadığını ve Muhammeâ (S.A.V.) in onun kulu ve Resulü olduğunu bilmesi. Bu şartın gerekli olduğunda ihtilâf yoktur. Çünkü mümeyyiz olmayan çocuktan İslâm inancı tahakkuk etmez. Onun sözü ancak laklaka (boş ve ma'nâsız lakırdı) dan ibarettir. Çocuğun On yaşını doldurmuş olması şartına gelince; is-lâmmın sahîh olduğunu söyleyenlerin çoğu, İbn-ü Mün-sit'iıi îmam Ahmed'den rivayet ettiğine göre ne bu şartı koşmuş ne de bir yaş haddi tayin etmiştir. Bunlara göre, maksûd ne zaman hâsıl olursa fazlasına ihtiyaç yoktur. îmam Ahmed'den gelen diğer bir rivayete göre, çocuk Yedi yaşını doldurmuş ise islâmlığı İslâmlık'dır. Çünkü Peygamber (S.A.V.)
- Yedi senelik (Yedi yaşını doldurmuş) çocuklara -namaz kılmayı emredin: buyurmuştur. Böyîece çocuğun ibâdetlerinin sahîh olması için bir yaş haddi koyulmuştur. Bu hadd, islâmlığının sahîh olması için de geçerli olur. İbn-ü Ebi Şeyhe, Beş yaşındaki çocuğun İsiâmınm sahîh olduğunu söylemektedir. Belki Uz. Ali (K.A.)'m Beş yaşında müslüman olduğu kanâatindedir. Çünkü onun, El-lisekiz yaşında irtihal ettiği de rivayet edilmiştir. Bu' takdirde Beş yaşında iken müslüman olmuştur...»
«Ebu Eyyub diyor ki: Üç yaşındaki çocuğun islâmlığı tecviz edilmiştir. Küçüklerden veya büyüklerden gerçeğe ternâs edenleri biz de tecviz ederiz. Oysa bu yaştaki sabi İslâm'ı anlayamaz, ne söylediğini bilmez ve sözü ile hüküm sabit olmaz; Fakat müslüman olduğunu söyler de sözleri ve hareketleri İslâm'ı tanıdığını ve onu fehmettiğini gösterirse, başkaları gibi onun-da islâmı sahîhdir. AHah-u A'lem.»
îbn-ü Kudâme'nin mufassal olarak takdim ettiği bahis budur. Hanefî mezhebinden Es-SeraJısî bu görüşleri tartışmakta, bazı ilâveler yapmakta ve ta'lil etmektedir. Onun önemli görüşlerini özetleyeceğim. Fazla ma'lûmat isteyenler, Serahsînin Mebsuttaki kelamının tamamını mutalea edebilirler [99]
Es-Serahsî'ye göre mümeyyiz olan çocuğun bulûğdan önce islâmlığı, kıyasen değilse de istihsânen sahihtir.
Çünkü Peygamber (S.A.V.), - lisanı, ya mü'min veya kâfir olacak ondan haber verinceye kadar) buyurmuştur. Onun lisanı, burada mü'min olduğunu belirtmiştir. Artık kâfir kılınmaz Ali (R,A.), çocukluğunda müslürnan oldu. Çocuk, İslâm için ehildir, islâm dünyâ ve âhirette sırf menfaat olduğundan (kazanmanın ve ebedî saadetin yegâne sebebi olduğundan) çocuk ile İslâm arasına girihnemesi gerekir. [100]
Çocuğun İslamlığını Sahih Bulmayanlar
Geçen bahisde îbn-ü Kudâme3 İmam §â/iî'mn vg Hanefiîerden Züfer'in, çocuğun islâmlığını sahîh bulmadıklarını (doğrulamadıklarını) belirterek onların bazı delillerini zikretti. Serâfısî de [101], bu meyanda ayrıca bir takım hüccetler zikrediyor. Bunları da kaleme al makta fayda mülâhaza etmekteyim. Serahsî diyor ki:
«... Çocuğun islâmlığı, dünyâ hükümleri bakımından kıyâsen sahîh değildir. Züfer ve İmam Şafiî'nin kavlidir
- Çünkü Peygamber (S.A.V.),
- Üc kişiden kalem kaldırılmıştır.
Çocuktan, ilıtilanı oluncaya kadar...» buyurmuştur. Dünyevî hükümler, kalemi kaldırılmış olan kişinin sözü üzerine bina' edilmez. Çocuk, sinn-i bulûğa ermedikçe muhatap değildir. Telkin edilen şeyi anlamadan tekrar edene benzer ki islâmmın sahîh olduğuna hüküm verilmez. Meselenin tahriri birkaç yöndendir:
1- Bulûğdan Önce çocuğun aklı mu'teber değil-' dir. Din ve vatan meselelerinde gayr-i âkil derecesinde başkasına tâbidir. Şöyle ki ebeveyninden bîri müslüman olsa, kendisi küfrü mu'tekid olsa bile islâmma hüküm verilir. Böylece çocuğun öz inanç ve bilgisi, sabit olan bir şeyin (küfrünün) devamın da mu'teber olmadığı hâlde mevcud olmayan bir hususu (islâmlığını) isbât için nasıl mu'teber olur? Onun bir hükümde asıl olması ile bizatihi tâbi olması arasında zıddiyet tarikiyle mugayeret vardır.
2- Çocuğun îslâmda müstakil bir varlık olduğunu söylemek imkânsız olduğuna göre, onun kendi başına islâmlığı sahîh olsa, müslümanlığın onun hakkında farz olması ve farz olması zaruretinden çocuğun muhatap (mükellef) olması gerekir. Oysa çocuk, ittifakla muhatap değildir. O halde sahîh kılınması farz olmayınca aslen de sahîh olmaz. Şâir ibâdetler böyle değildir. Onlar, farziyet ile nefil arasında gidip gelmektedir. Velisine tâbi' olarak müslüman kılınması da başkadır. Çünkü asılda farsiyet sıfatı, tâbi'de itibarını gerektirmez. Lisan ile ikrar ve kalb ile i'tikad meselesinde olduğu gibi. Ve çünkü çocuğun aklının buîûğden önce itibarı, ona ihtiyaç zarureti içindir. Bu ise, başkası tarafından çocuk için tahsili mümkün olmayan şeylere mahsustur. Ama başkası tarafından onun için tahsili mümkün olan işlerde, onun aklının itibarına ihtiyaç olmadığından mu'teber değildir. Bunun delîli, çocuk âkil olduktan sonra İslâm'ı vasfedemese karısı İle kendisi arasında beyııûnet vâki olmaz. Dinde aklı mu'teber olsaydı, nitelendirmeyi beceremediği takdirde beynûnet lâzım gelirdi. Bulûğden sonra olduğu gibi. Çünkü İslâm'ın dünyevî hükümleri onun kavli üzere raebnîdir. Kavli İse ya ikrar veya şehâdettir ki şâir ikrar ve şehâdetler gibi ona şer'in hükmü taallûk etmez. Ama kendi ile rabbi arasında söylediğine inancı varsa, âhiret ahkâmı bakımından müslü-man olduğunu teslim ederiz.,.».
Serahsî [102]'nin kendisi bu delilleri tartışmakta ve şöyle demektedir: «Bizim hüccetimiz, Peygamber (S.A.V.)'m . - Lisanı, ya mü'min veya kâfir oiarak ondan haber verinceye kadar) hadîsidir. Burada mü'min olduğunu belirtmiştir M artık onu kâfir kılanlayız Hz. Ali (K.V.), gocuk iken müslüman oldu ve islâmlığı güzeldi.. Sonra çocuk, peygamberlik için ehil olduğuna göre tslâm için de Biz ehildir. Cebnâb-ı Hak, mü -peygamberliği- çocuk ikesı verdik) [103] buyurmuştur. Bundan çocuğun İslâm için ehil olduğu, ister istemez anlaşılmaktadır. Sonra bir husus gerçekten var olduktan sonra onun i'tibardan düşmesi ya Şeriatce hacir sebebiyledir ki, bunun burada yeri yoktur. Çünkü bütün insanlar İslâm'a da'vet edilmişlerdir. İslâm'dan hacir ise küfürdür. Ya da çocuğun aleyhinde olacağı düşünülerek islâmmın sahîh olduğuna hüküm verilmez. Bu da İslâm dini hakkında vârid değildir. Sîrâ İslâm, kazanmanın ve ebedî saadetin yegâne sebebi olduğundan dünyâ ve âhirette sahibine sırf menfaattir. Kâfir olan müverrisînin mirasından mahrum olmasının ve kâfire karısının beynunetinin sebeb ve illetini, çocuğun müslüman olmasına değil, onların habasetine atfetmek gerekir. Başkasına tâbi kılındığında da bu hükmün sabit olduğu görülmektedir. Tebaiyet meselesine gelince bu, zarar şaibesinin karışmadığı mahza menfaat olan hususlarda geçerlidir. Bu yüzden çocuğun, anne ve babasından biri müslüman olursa ona tâbi' kılınması, ancak kendisine menfaat te'mini içindir... Tebaiyet ve asalet ma'nâları-nın 'arasını birleştirmek, ancak aralarında tezadlık olursa mümkün değildir. Fakat biri diğerini takviye edici mâhiyette ise bu birleşim doğrudur... Ebebeyninden birinin müslüman olması yanında çocuğun öz inancının mu'teber olmaması, çocuğun menfaati îcâbı olduğundan, anne ve babası kâfir iken müslüman olan çocuğun inancının mu'teber olması da menfaati icâbıdır. Şu kadar var ki çocuk, edâ ile muhatap değildir. Bu da, edadan imtina1 ettiği takdirde güçlükle karşılaşmasını önlemek içindir... Nitekim seferi olan kimse, Cuma namazını kılmakla mükellef değildir. Fakat kılarsa farz yerine geçer...»,
Geçen görüşlerin muvâzenesinden anlaşılacağı vec-hîle sabinin islâmlığı sahihtir. Onun için bir yaş haddi ta'-yin etmek gereksizdir. Çünkü çocuklar anlayış, zekâ ve bilgi bakımından eşit seviyede değillerdir. Böylece küçüğün İslâm'ı vasıflandırması, kendisinde telkin olmayan gerçek anlayışa dayanıyorsa, islâmlığın kabul edilmesine engel olacak mâni' nedir? Peygamber (S.A.V.)'in, küçük veya büyük hiç kimsenin islâmlığı reddetmediğini öğrenmiş bulunmaktayız. Bu yüzden çocuğun uğraması muhtemel olan zararlara gelince bunlar, islâmlığı üzerine terettüp eden dünyâ ve âhiret menfaatleri ile kaabili kıyas değildir. [104]
2- Sabî'nin Îrtîdadı
Sabinin kendi başına veya anne ve babasına tâbi' olarak islâmından uzunca bahsettik. Çocuk, bülûğden önce irtidâd ederse onun irtidâdı mu'teber midir, değil midir? Mu'teber ise küçükken Öldürülür mü, yoksa erginlik çağma erinceye kadar bekletilir mi? İslâm hukukçuları, sabinin islâmlığı bahsinde, kabul edenler ve etmeyenler olarak ikiye ayrıldıkları gibi burada da ikiye ayrılmışlardır. Bir kısmı da, ileride geleceği gibi çocuğun islâmlığını kabul ve irtidâdmı reddetmiştir. [105]
Sabî'nin Îrtidadını Doğrulayanlar
Muhammed B. Abdurrahman [106] diyor ki: «... Mümeyyiz olan sabinin irtidâdı sahîh midir, değil inidir? îmam Ebû Ranîfe, evet sahihtir diyor [107]. îmam Mâ-Zifc'in mezhebinden zahir rivayet ve îmam Ahmed'&en [108] meşhur olan kavil de budur, imam Şafiî [109], çocuğun irtidâdınm sahîh olmadığına kaail olmuştur. Bu anlamda bir rivayet de îmam Ahmed'âen [110] yapılmıştır..». Hanbelî mezhebinden îbn-ü Kudâme [111], bu meyan-da şöyle diyor: «...Sabi müslüman olduğunda ve biz onun aklına ve delillerine dayanarak islâmlığının sahîh olduğuna hüküm verdiğimizde döner de ne söylediğimi bilmiyorum derse, sözü makbul değildir ve önceki islâmlığı bâtıl olmaz. îmam Ahmed'den, sözü kabul edilir ve İslâm'a zorlanmaz dediği rivayet edilmektedir. Ebu Bekir [112] de, îmam Ahmed'in sözüne ihtimâl vermekte ve şöyle demektedir: Sabi, eksiklik şübhesi içinde olduğundan doğru söylemiş olması mümkündür. Oysa amel, birinci kavil üzeredir. Çünkü sabinin islâmlığı anlayıp kavraması, râşitler gibi davranıp onlar gibi konuşması ile sabit olmuştur. Onun aklının derecesini ölçmek ancak bununla kaabildir. Nitekim bülûğden sonra onun râşitliğine, fiil ve hareketlerine bakarak hüküm vermekteyiz. Delinin deliliğini ve akıllının akıllılığım, her birinden saadır olan fiil, söz ve durumlara göre tanıyoruz. Bildiğimiz ve kanâat getirdiğimiz bir husus, onun yalın iddiası ile zail olmaz. Böylece her kim, İslâm'ı telâffuz ettikten veya kendisini müslüman olarak tanıttıktan sonra, bilerek söylediğini inkâr ederse, inkârı kabul değildir ve mür-tedd sayılır. îmam Ahmed, bunu bir kaç yerde kesin* likle belirtmiştir.»
«Mesele aydınlatılmış oldu İse, irtidâdd eden sabinin irtidâdı sahihtir. îmam Ebû Hanife'nin kavli ve îmam Mâlik'in mezhebinden zahir rivayet budur. îmam Şâfi'nin indinde sabinin islâmlığı da irtidâdı da sahîh değildir. İmam Ahmed, bir rivayete göre, islâmlığının sahîh olduğunu, fakat irtidâdınm sahîh olmadığını söylemiştir. Çünkü Peygamber (S.A.V.),
Kalem üç kişiden kaldırılmıştır:
Çocuktan, ihtilâm oluncaya kadar...) buyurmuştur. Bu, çocuğun Üzerine günah nâmına bir şey yazılmamasını iktizâ eder. Çocuğun irtidâdı sahîh olsa, elbet onun üzerine yazılacaktır. İslâm ise sabinin aleyhinde değil lehinde yazılmaktadır. Sonra irtidâd, katli mucip olan bir meseledir. Sabinin hakkında zinanın hükmü sabit olmadığı gibi irtidâdın hükmü de sabit olmaz. İslâmlığının sahil; olması ise, İslâm'ın onun hakkında sırf menfaat olduğundan ileri gelmektedir. İrtidâd ise, sırf mazarrat ve mef-sedettir. Bu yüzden sabinin irtidâdmm sahîh olması lâzım gelmez. Böylece irtidâd eden sabi, irtidât etmemiş kimse hükmündedir. Bulûğa erdikten sonra küfrü üzerinde İsrar ederse işte o zaman mürtedd sayılır.» [113]
Sabinin" İrtîdâbınî Doğrulamayanlar
Haaefî mezhebinden Serahsî [114] diyor ki: «Mümeyyiz olan çocuk irtidâd ederse, Ebû Yusuf, irtidâdmm sahîh olmadığını söylüyor. Bu, îmam Ebû Hanîfe'den bir rivayettir ve aynı zamanda kıyastır. Çünkü irtidâd, çocuğa zarar verir. Oysa çocuğun bilgisi ve aklı, ancak kendine faydalı olan yerde mu'teber ve zarar veren yerde mu'teber değildir. Nitekim hibeyi kabul etmesi sahîh ve reddetmesi ise bâtıldır..»
Şafiî mezhebinden tbn-ü Hübeyre diyor ki [115] «Mümeyyiz olan çocuğun irtidâdmm sahîh olup olmadığı üzerinde ihtilâf edildi. Sahîh olduğunu söyleyenler oldu, îmam Şafiî, sahîh değildir dedi. îmam Ahmed'den de böylece rivayet edildi.»
Hanbelîler'e gelince; onlar, dava hakkında müte-addid görüşlere ayrılmışlardır. BaJU, mezhebinin gÖrüşlerini [116] şöyle kaydediyor: «...bunlardan biri de ço-. cuğun islâmı ve irtidâdı meselesidir. Zahir mezhebe göre sabinin islâmlığı da, irtidâdı da sahihtir. İmam Ahmeâf-den, ikisinin de sahîh olmadığı rivayet edilmiştir. Diğer bir rivayete göre islâmlığı sahîh fakat irtidâdı sahîh değildir.»
Zeydiye mezhebi de bu konuda birden fazla görüşe sahiptir. (El-Bahr-uz-Zahhar) müellifi [117] diyor ki: «Ebû Talip, Şafiî ve Züfer'e göre kuvvetli olan, sabinin islâmmm ve irtidâdmm sahîh olmamasıdır. Peygamber
(S.A.V.) kalem üç kişiden kaldırılmıştır...) buyurmuştur. îmam Ebû Hanîfe ve Muham-med El-Bettî'ye göre, islâmlığı da irtidâdı da sahihtir. Fakat bulûğdan Önce aklının kemâle ermesi mümkün olduğundan, bulûğa erinceye kadar öldürülmez. Ebül-Ab-bas ve Ebu Yusuf'a, göre, islâmlığı sahîh, fakat irtidâdı sahih değildir. Nitekim Peygamber (S.A.V.), Ali (K.V.) nin bülûğden önce islâmlığına hüküm vermiştir. Fakat Ebû Talip, Ebül-Abbas'm tahricini zayıf bulmuş ve hadise dayanarak sabinin islâmımn ve irtidâdmm sahih olmadığını söyleyen Hâdi'nin görüşünü doğrulamıştır.
îmam Yahya diyor ki: Sabinin islâmlığı ve irtidâdı dînen (akide olarak) sahîh ise de ger'an (kanun nazarında) sahîh değildir. Fakat müslüman olan sabi ile kâfir olan ebeveyni arasında girilerek onu azdırmalarına engel olunur.» [118]
Mürtedd Bülûğden Önce Öldürülmez
Sabinin irtidâdının sahîh olduğuna kaail olan fakîh-ler [119] onun bülûğden önce öldürülmeyeceği üzerinde mutabık kalmışlardır. Hanbelî mezhebinden îbn-ü Kudâ-me [120] bu konu hakkında şöyle demektedir.
«...Bulûğa erinceye ve bulûğunun üzerinden üç gün geçinceye kadar Öldürülmez. Eğer küfrü üzere sebat ederse o zaman öldürülür.
Konuyu şöylece Özetleyebiliriz: Sabi, irtidâdı sahîh olsa da olmasa da öldürülmez. Çünkü sabinin fi'li üzerine ceza terettüp etmemektedir. Nitekim zina ve hırsızlık gibi haddi mucip olan hükümlerin çocuğa taallûku yoktur. Sabi, kısas yoluyla da öldürülmez. Ancak sinn-i bulûğa vardığında irtidâdı üzere sebat ederse, irtidâ-dının hükmü o zaman sabit olur ve üç gün müddetle tövbeye da'vet edilir. Tövbe etmediği takdirde Öldürülür, îster bülûğden önce mürtedd olduğu söylensin ister söylenmesin, îster esas dîni İslâm olduğu halde irtidâd etsin, ister kâfirken çocukluğunda müslüman olup akabinde irtidâd etmiş olsun hepsi birdir.»
imam Şafiî [121] bülûğden önce veya sonra irtîdât eden sabinin öldürülmesine hüküm veriyor ve diyor ki: «Bülûğden önce -mümeyyiz de olsa- mü'min olduğunu ikrar eden, sonra bülûğden önce veya sonra irtidâd eden sonra da bülûğden sonra tövbe etmeyen kimse öldürülmez. Çünkü onun îmânı, erginlik çağında vuku' bulmamıştır. Ancak ona îmân etmesi emrolunur ve bu uğurda Öldürülmeksizin baskı yapılır...».
Bilindiği üzere İmam Şâ/iî'nin görüşü şudur: mümeyyiz olan çocuğun bülûğden önce islâmlığı da, irtidâdı da sahîh değildir. Sabi, bülûğden önce irtidâd ederse onun irtidâdını kabul etmediği aşikârdır. Çünkü islâm sebkat etmemiş irtidâd olmaz. Şafiî'nin nazarında burada îslâm sebkat etmemiştir ve irtidâd yoktur. Fakat işkâl, bülûğden sonra irtidâd eden kimsededir. Neden irtidâdını kabul etmemiştir Bülûğden sonraki irtidâdını, büiûğden önceki islâmına atfettiği için mi? Oysa kendisi bülûğden önce İslâmlığın sahîh olmadığına kaail-dir [122]
Bunu kabul edilmiş farzedelim. Fakat müslüman olarak baliğ olan ve bir müddet sonra irtidât eden kimse hakkında ne buyuruluyor? Bulûğdan sonraki ve irtidâda kadar uzanan müddet zarfından müslüman olarak kalmış olması doğru değil midir? O hâlde irtidâdını kabul etmesi lâzım gelir [123]
Mümeyyiz olan sabinin islâmlığını tercih ediyoruz, çünkü Peygamber (S.A.V.), kimsenin îmânını reddetmemiş ve çünkü İslâm, insan oğlu için hayır, bereket ve mutluluktur. Ama sabi, müslüman olduktan sonra döner de irtidât ederse -hukukçularımızın söyledikleri gibi- bekletilir ve şübhelerinin izâlesine çalışılır. Çünkü sabi, hüküm giyenlerden değildir. [124]
İkinci Bahis: Akıl
Akıl, teklifin sebeî) ve vesilesidir. Aklı olmayan kişi mükellef değildir. «Verdiğini alınca vacip kıldığını düşürür» sösü bu gerçeğin ifadesidir. İnsanın kesbi, akıl ve irâdesine dayanır. Şayet akimi -meselâ delirmek suretiyle- tamamen kaybederse, o zaman kesb de yoktur, hesap da. Fakat sarhoş edici veya uyuşturucu bir madde tenavül etmek suretiyle aklını kısmen kaybeden kimse, sorguya çekilir mi? yoksa çekilmez mi? Delilik veya sarhoşluğu sırasında irtidâd ederse, bu irtidâdm neticesi nedir? [125]
1- Delinin İrtidadı
Delinin ve deli hükmünde olan her şahsın islâmlığı da irtidâdı da salıîh değildir [126]. Ancak islâmî hükümlerin mef'ulü, onun hakkında sâri olarak kalır. îmam Şafiî [127] bu meyanda şöyle diyor:
«içkili olmamak şartı ile, aklına mağlûp olarak ir-tidâd ederse, îmam tarafından hapsedilmez. O durumda ölmüş olsa, mirası müslüman vârislerine kalır. Çünkü irtidâdı, kaleminin kaldırıldığı bir durumda vuku' bulmuştur,.. Ayık olarak [128] irtidâd ettikten sonra bayıl-sa veya birsama (hayalî hislere) kapılsa veya aklını oy-natsa, tekrar ayılıncaya kadar öldürülmez ve akabinde tövbeye da'vet edilir, gayet aklı başında olarak tövbe etmekten kaçınırsa öldürülür. Aklı kaçık durumda töv-besiz Ölürse bütün malı devlet hazinesine intikal eder.»
Makdîsi [129], İrtidâd eden deliyi Öldüren kaatildir ve hakkında kısas lâzım gelir diyor: «Deliliği sırasında irtidâd eden deliyi Öldüren kaatüin cezası kısastır...». Makdîsî, delinin irtidâdını mu'teber saymadığından, onun kaatiline, bir müslümanı Öldürmüş gibi ceza kesmektedir. Müslümanı öldürenin cezası ise, kısas yoluyla öldürülmektir.
Kimi vakit deli ve kimi vakit aklı başında olan kişi hakkında hüküm nedir? Buna Hanefî mezhebinden Kâ-şânî [130] cevap veriyor ve diyor ki: «Kimi vakit deli ve kimi vakit aklı başında olan kişi, deliliği sırasında irtidâd ederse, irtidâdı sahîh değildir. Fakat aklı başında olduğu sırada irtidâd ederse, sahihtir. Bunun nedeni, dönme delinin iki durumdan birinde bulunup diğerinde bulunmamasıdır...» [131]
2- Sarhoşun Îrtîdadı
Sarhoş edici bir maddeden içen ve sonra irtidâd eden kimsenin irtidâdı, hiç içmeyen gibi sahîh midir? Yoksa kuvâ-yi akliyesi muattal olmuş, ayılıncaya kadar sözlerinin itibarı olmayan ve ayılınca ya Islâm'ın'a döner ve mesele halledilir veya irtidâdı ihtiyar eder ve hakkında irtidâdm hükümleri uygulanır kimse olarak mı kabul edilmelidir?
Hanbelî mezhebinden îbn-ü Kudüme, meseleyi tartışmakta ve şöyle demektedir [132]
«Sarhoş olarak irtidâd eden kimse, ayılıncaya ve ir-tidâdınm üzerinden tam üç gün geçinceye kadar öldürülmez. İrtidâdı sırasında ölürse, kâfir olarak öldüğüne hüküm verilir.» îmam Ahmed'den [133] rivayetler muhteliftir. Bir rivayette, sarhoşun irtidâdımn sahîh olduğu belirtilmektedir. Ebül-Hattab diyor ki: iki rivayetten en zahir rivayet budur. Ayni zamanda bu, İmam Şafiî'nin [134] mezhebidir. îmam Ahmed'den diğer bir rivayete göre [135], sahîh değildir. Ebû Hanîfe de [136] sahih olmadığına kaail olmuştur. Çünkü irtidâd, kasıt ve itikada taalluk eden bir meseledir. Oysa sarhoşun, bunamışlar gibi akdi de kasdi de sahîh değildir. Çünkü sarhoş, aklı zail olmuş kişidir. Uyku içinde irtidâd eden kimseye benzer ki irtidâdı sahîh değildir. Çünkü sarhoş, gayr-i mükelleftir. Deliler gibi onun da irtidâdı sahîh olmaz. Gayr-i mükellef olduğunun sebebi ise, akıl teklifte şarttır. Bu şart, sarhoşda tahakkuk etmediğinden mürtedd olmaz ve tövbeye çağırılması gerekmez.
Bizim delilimiz, Sahabe (R. Anhiim) iftira mazan-nasını (şübhesini) iftira yerine ikame ederek, sarhoş hakkında müfterinin haddini vacip kılmışlar ve demişlerdir ki:
= Sarhoş olunca saçmalar ve saçmalayınca iftira eder. Siz de onu, müfterinin haddi ile nadlandırın.) Ve nitekim sarhoşun talâkı sahihtir. Ayık kimse gibi irtidâdı da sahîh olur. Mükellef değildir sözünü kabul etmeyiz. Namaz ve İslâm'ın sair rükünleri sarhoşun üzerine farzdır ve haram olan şeyleri irtikâp etmekle günahkâr olur. Bizce teklifin anlamı budur. Sarhoşluk ise onun akimi tamamen izâle etmez. Mahzurlu şeylerden korunur. Sevindirici hâllerde sevinir ve can sıkıcı hallerde bozulur. Sarhoşluğu da uzun sürmez. Bu yüzden uyuklayan ve pinekleyen kişiye benzer. Uyuyan ile deliren böyle değildir. Fakat aklının tamamen avdet etmesi, söylenenleri anlayabilmesi ve şübhelerinin izâle edilmesi için tövbeye Çağrılması ayıklık zamanına kadar geciktirilir, gayet küfrü mu'tekit olarak söylemiş ise. Nitekim çok susama ve çok acıkma durumlarında da tövbeye çağrılması, susuzluğunun ve açlığın giderilmesinden sonraya bırakılır. Çocuk ise, sinn-i bulûğa erinceye ve aklı olgunlaşincaya kadar geciktirilir. Çünkü öldürmek, zecir içindir. Sarhoşluğu anında öldürülmesiyle zecir hâsıl olmaz. Keza sarhoş iken onu öldüren kaatil, kanını tazmin etmez. Zîrâ onun, irtidâd sebebiyle ismeti zail olmuştur.
Ölür veya Öldürülürse vârislerine miras düşmez. îr-tidâdının üzerinden üç gün geçmeden de öldürülmez. Şayet sarhoşluğu üç günden fazla sürerse, kendine gelinceye kadar öldürülmez ve kendine geldikten sonra tövbeye çağrılır. Tövbe ederse bırakılır Etmez ise bekletilmeden öldürülür. Sarhoşluğu sırasında müslüman olanın islâmlığı sahihtir. Ancak ayıldıktan sonra ona sorulur. İslâmlığı üzere sebat ederse, kabul ettiği andan i'tibâren müslümandir. Küfrederse, o andan itibaren kâfir sayılır. Çünkü islâmlığı sahîhdi ve sadece istihzar kabilinden sorulmuştu. Sarhoş olarak müslüman olduktan sonra ölürse, müslüman olarak öldüğüne hüküm verilir. Sarhoşun, gerek aslen kâfir olsun ve gerek mürtedd olsun, sarhoş iken islâmlığı sahihtir. Çünkü sırf mazarrat ve bâtıl sÖ2 olmasına rağmen irtidâdı sahîh olursa, sırf menfaat ve hak söz olan islâmlığının öncelikle sahîh olması gerektir, gayet «ne söylediğimi bilmiyorum» diyerek islâmmdan dönerse, sözüne iltifat edilmez ve İslâm'a zorlanır. Eğer müslüman olursa bırakılır, olmazsa öldürülür...».
Sözü, Hanefî mezhebinden Serâhsî'ye [137] bırakalım. Sarhoşun irtidâdmın sahîh olmadığına dâir görüşünü açıklasın ve delillerini göstersin. Serahsî diyor ki:
«Sarhoş irtidâd ederse kıyâsen karısı ile kendisi arasında beynûnet vâki' olur. Çünkü sarhoş sözlerinin ve fiillerinin mu'teberliği bakımından ayık kimse gibidir. Hattâ karısını bogasa kendisinden boş olur. Satsa veya bir şeyi ıkrâr etse, satışı da ikrarı da sahihtir. Fakat (İmam) istihsânen karısının kendisinden boganmadığını söylemiştir. Çünkü irtidâd, itikat üzere mebnî bir husustur. Oysa biliriz ki sarhoş, söylediklerinin mu'teki-di değildir. Sonra sarhoş, âdeten sarhoşluğu sırasında küfür kelimesini telâffuz etmekten kurtulamaz. Bu hükmün menşei şuradan geliyor: Rivayet ediliyor ki, içki henüz yasaklanmamış iken Ashâb'ın ileri gelenlerinden biri sarhoş oldu ve Peygamber (S.A.V.)'e yanındakilere Siz benim ve atalarımın ancak köleleri olabilirsiniz) dedi. Peygamber (S.A.V.), onun bu sözünü küfür olarak saymadılar. Sarhoşun biri de, Akşam namazında El - kâfirûn) surelerini okurken 'ları düşürerek okudu. Bunun üzerine şu Âyet-i Kerîme nazil oldu:
«Ey îmân edenler! sarhoş olduğunuz hâlde namaza yaklaşmayın, tâ ki -ayılıp- ne söylediğinizi bilin-ceye kadar.» [138] Bunda sarhoşun ve ayni zamanda delinin irtidâdına hüküm verilmediğine dair delîl vardır. O hâlde karısı da kendisinden boş düşmez.»
Görülüyor ki Hanefîler'in istihsalimi, gönül rahatlıkla kabul ediyor. Bunun sebebi; sarhoş olup ta saçmalamayan hemen hemen yoktur. Ekseriya sarhoşun dilinden, ayıklık anlarında irtidâdı mucip olan lâkırdılar boşanır. Sonra sarhoşda, söz ve irâde esası üzerine kurulan itikadın varlığını tasavvur etmek imkânsızdır. Bu yüzden Hanefîler'in istihsanı yerindedir. [139]
Üçüncü Bahis: İhtiyar
irtidâd, ancak sahibinin ihtiyar ve hürriyetiyle vuku bulursa mu'teberdir. Bu takdirde zor kullanılarak ve baskı yapılarak irtidâd ettirilen müslüman, mürtedd sayılır mı veya sayılmaz mı?
Baskı karşısında kalarak müslüman olan ve sonra küfrünü açığa vuran kimse, mürtedd mi sayılır yoksa önceki küfrünün devam edip geldiğine mi hüküm verilir? [140]
1- Baskı Karşısında İrtidâd Eden
Önce baskının kendisinden söz etmek isteriz. Baskı probleminin muhtelif şekilleri var. Üstad Berdîsî [141], bunları üç bölümde toplamaktadır:
Â- Zorlayan baskı: Hoşnutluğu idam eder ve ihtiyarı bozar. Canın tehlikeye maruz kalması, vücut organlarından birinin telef olma tehlikesine maruz kalması ve ağır dayak gibi. Bu, baskı probleminin en ağır şeklidir.
B- Zorlamayan baskı: Malın kısmen itlafı meya-nmda yapılan tehdit ve uzvun telef olmasma sebebiyet vermeyecek şekilde dayak gibi. Fakat tehdit, bütün malı telef etme cihetine yönelirse bu takdirde onu birinci bölümden kılmak mümkün olur.
C- Edebî baskı: Hoşnutluğun tamamını kaldırır, fakat ihtiyarı bozmaz. Usûl ve Furûdan olan akrabaları hapsetme tehdidi gibi.
Berdîsî, bu taksimin Hanefî mezhebinden Falvr'ul-İsîâm'm görüşü olduğunu, belirtmekte ve üçüncü bölümün, âlimlerin çoğu tarafından reddedildiğini ve baskının nevi'lerinden sayılmadığını sözlerine eklemektedir. Hanbelî mezhebinden îbn-ti Kudâme [142] diyor ki: «Bir kimse, baskı kargısında küfür kelimesini telâffuz etse kâfir olmaz.» îmam Mâlik [143] İmam Ebû Hanîfe [144] ye İmam Şafiî [145] de kâfir olmadığına kaail olmuşlardır. Muhammed B. El-Hasan, «zahirde kâfirdir» diyor. Karısı kendisinden talâkı bain ile boş olur. [146] Müslümanlar ondan miras yemezler ve öldüğü zaman namazı kılınmaz, ancak Allah ile kendi arasında müslüm andır. Zîrâ küfür kelimesini telâffuz etmesiyle muhtar olan kişiye benze-mistir. Bizim delilimiz ise Allah-u Tealâ'nın:
Ancak baskı yapılarak -irtidat ettirilen ye kalbi îman İle mutmain olan değil, fakat gönülleri küfre açılanlar kî Allah'ın gazabı işte onlaradır»
kavl-i şerifidir [147]. Müşriklerin, Ammar (K.A.)'e işkence yaparak istediklerini ona söylettikleri rivayet edilmiştir. Ammar (K.A.)j hâdiseyi müteakip Peygamber (S.A.V.)'e gelerek durumu bildirince Peygamberimiz ona
- Şayet dönerlerse sen de dön -Onlar işkenceye dönerlerse sen de istediklerini söylemeye dön- buyurdular. Keza müşrikler, hamisiz müslümanlara işkence yaparlardı. Cümlesi, müşriklerin isteklerine cevap vermek zorunda kalmış, fakat yalnız Bilâl (R.A.),- birdir bir) diyerek tevhidinde İsrar etmiştir. Ayni zamanda Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır:
- Ümmetimin yamlarak, unutarak ve basla altında kalarak işledikleri bağışlanmıştır. Sonra o, haksız yere zor kullanılarak ve baskı yapılarak söyletilmiş sözdür. Zorla alman ikrar gibi hükmü sabit olmaz. Fakat haklı olarak dayatılmış ise, iki husus arasmda muhayyerdir. Hangisini ihtiyar ederse hakkında onun hükmü sabit olur. Ancak kâfir olmadığı tebeyyün ederse, baskı durumu kalktıktan sonra, islâmlığını izhâr etmesi emrolunur ona. İzhâr ettiği takdirde, islâim üzere bakî olduğunas aksi takdirde küfrü telâffuz ettiği saatten itibaren küfrüne hüküm verilir. Zîrâ küfrü, isteyerek ve gönül açılarak kabul ettiğini böylece tebeyyün etmiş oluruz. Küfür kelimesini küffâr nezdinde mahpus veya tutuklu olarak durumunda telâffuz ettiğine dâir beyyine (delil) ka-aim olursa, irtidâdma hüküm verilmez. Zîrâ bu durumun, baskı cinsinden olduğu aşikârdır. Eğer küfrü nutketti-ğtnde güven içinde olduğuna şahadet ederse -ya'ni karısı- o zaman irtidâdnıa hüküm verilir. Şayet vârisleri, onun İslâm'a döndüğünü iddia ederlerse, bu iddiaları beyyinesiz kabul olmaz. Çünkü asıl olan, bulunduğu hâl üzere bakî kalmasıdır.»
Zevaller de, yukarıda geçen Âyet-i Kerîme ve Hadîslere dayanarak, baskı karşısında irtidâd eden kişinin ırtidâdınm sahîh olmadığına kaail olmuşlardır [148]
2- Baskı Karşısında Müslüman Olan
Baskı kargısında islâmlığını i'lân eden adanı, baskı kalkdıktan sonra müslüman olmadığını söylerse sözüne kulak verilir mi? Yoksa mürtedd sayılarak tövbeye mi çağırılır? Bu hususta zimmî (İslâm devletinin uyruğu olan gayr-i müslim), müste'men (İslâm ülkesinde ikametine müsaade edilmiş kişi) ve harbîler (İslâm devletinin gayr-i müttefik düşmanı) eşit midirler yoksa aralarında fark var mıdır?
Hanefî mezhebinden Serahsî [149], baskı ile müslüman olup, sonra irtidâd eden kişinin Öldürülmemesine kaail olmakta ve şöyle demektedir: «...Baskı ile müslüman olan kimse irtidâd ederse istihsanen öldürülmez. Çünkü zahire bakarak islâmlığına hüküm vermiş idik. Oysa İslâm, inançsız tahakkuk etmez. Fakat onun kılıç korkusu ile müslüman olması inançsız olduğunu gösterir ki bu durum, katlin kendisinden düşürülmesi için şübhe eder. Buna rağmen bütün ahvâlde İslâm'a zorlanır. MÜslüman olmadan önce öldürülse kaatiline bir şey lâzım gelmez.»'
Haabelî mezhebinden îbn-ü Kudâme [150], müste'men ve zimmîlere baskıdan söz ederek diyor ki:
«Zimmî ve müste'men gibi zorlatılması caiz olmayan kişi, İslâm'a zorlatüır ve müslüman olursa, gönüllü olarak İslâm'ı kabul ettiğini gösteren bir durum olmadıkça islâmlığının sahih olduğuna hüküm verilmez. Meselâ baskı kalkdıktan sonra İslâm dini üzere sebat etmesi gibi. Baskı süresi içinde ölürse kâfir hükmündedir. Küfre dönerse öldürülmesi de ve İslâm'a zorlatılması da caiz değildir. Bu, ayni zamanda ÎTnam Ebû Ha-nîfe ve îmam Şafiî'nin [151] kavilleridir. Muhammed B. El-Hasan diyor ki: Zahirde müslüman olur. İrtidâd eder ve İslâm'a dönmeyi kabul etmezse öldürülür. Peygamber (S.A.V.)'in
- Müşriklere karşı savaşmakla, emrolundum tâ ki lâilahe üla-llah diyeler. Bunu söyledikleri zaman canlarını ve mallarını elinden kurtarırlar, ancak hakkı ile -muteber edilirler- ve hesaplan Allah'a havale edilir;
sözünün umumî anlamı, bunu ifade eder. Ve çünkü hak sözü söylemiştir ki hükmünü iltizâm etmesi gerekir. İslâm'a zorlatılan harbî gibi
Bizce o, zorlatılması caiz olmayan şeye zorlatılmıştır. Küfre dayatılan müslümanın küfrü sahih, olmadığı gibi onun da islâmlığı sahîh değildir. Allaiı-u Taalâ'nın:
«Binde zorlama yoktur» kav-li §erîfi [152], zorlamanın haram olduğuna delildir. Nitekim ilim adamları, âmmîlik vecîbelerine riayetkar olan zimmî ile ikamet şartlarını ihlâl etmeyen müste'menin antlaşmasını bozmanın veya onları iltizâm etmedikleri bir hususa zorlamanın caiz olmadığı üzerinde mutabık kalmışlardır. Harbî ise, baskı karşısında müslüman olduktan sonra irti-dâd ederse irtidâdı sahihtir. Baskının zevalinden önce ölürse, müslüman hükmündedir. Çünkü zorlama, haklı olarak yapılmış olduğundan islâmlığının sahîh olduğuna hüküm verilir. Bu bir müslümanı zorlayarak ona namaz kıldırmak gibidir. Fakat iç i'tibâriyle Allah ile kendi arasında İslâm'a inanarak gerçekten müslüman olmuş İse o, Allah katında müslümandır ve gönüllü olarak İslâm'ı kabul edenlerin ecir ve sevabına nail olur. Şayet İslâm'a inanmamış ise, küfrü üzere bakidir ve İslâm'dan nasibi yoktur. Bu hükümde, zorlatilmasi caiz olan da olmayan da müsavidir. Çünkü itikadı olmayanın İslâmlığı da olmaz. Nitekim münafıklar, müslüman olduklarını söyledikleri ve hattâ İslâm'ın vecîbelerini yerine getirdikleri hâlde müsiüman sayılmamışlardır.»
Mâlikîler'e [153] gelince; baskı ile müslüman olan kişinin irtidâdı hakkında ihtilâf ettiler. Bazılarına göre öldürülmez, fakat müslüman olması emredilir ve hapsedilir. Bazılarına göre de serbest bırakılır. Zeydüer [154], gerek müste'men ve gerek harbî olsun, baskı ile müslüman olanın islâmlığını kabul etmektedirler. Bu i'tibarla bunlardan mürtedd olan hakkında irtidâdm hükümleri câri olur. Ancak zimmîye göre hüküm değişiktir. Dokunulmazlığı nedeniyle zimmîyi îslâma zorlamak caiz olmadığından, islâmlığı sahîh değil ve dolayısiyle irtidâdı da sahîh değildir.
Her şeye rağmen îmân, serbest inanç ve tam ihtiyarın eseri olmalıdır. İhtiyarını kaybetmiş, zorlatılan ve irâdesi selbedilen kişinin îmânı olmaz. Allah-u Teâlâ,
«Dinde ikrah yoktur» ve «İnsanları mü'min olmaya sen mi zorlayacaksın?» [155] buyurmuştur. Bu itibarla zorlatılmış kişinin islâmlığı, her ne kadar kendisi hakkında hayır vesilesi ise de, hoşnutluk ve kabul göstermediği takdirde mu'teber değildir. Fakat gönül hoşnutluğu ile ve İslâm'ı tanıyarak müslüman olup bilâhare irtidâd eden kimseyi islâm'a zorlamak veya Öldürmek, nass ile sabit olan bir hükümdür ki burada içtihadın yeri yoktur. [156]
Üçüncü Fasıl «İrtîdâd Ne İle Hâsıl Olur»
İhtimâl bu bölüm, risalenin en önemli ve en ince bahsidir. Çünkü bu bölüm, bütün diğerleri için asıl teşkil etmektedir. Çünkü biz, önce bir şahsın irtidât edip etmediğine hüküm vereceğiz ve sonra onun hakkında irti-dâd maddesinin hükümlerini tatbik edeceğiz. Veya ir-tidâd da'vasmı reddedecek ve onu, irtidâd hükümlerinin mahall-i tatbiki olmaktan kurtaracağız.
Güçlük, bu kuralların teferruatlı bir şekilde sınırlandırılmış olarak bırakılmış olmasındadır. Şöyle ki; da'-va, kimi vakit direnmelere ve kimi vakit tesahüllere konu ola gelmiştir. İrtidâd ne ile hâsıl olur? Bir müslüman ne zaman mürtedd olur?
İslâm hukukçularından bazıları, konuyu bölümlere ayırma işlemine baş vurmuş, fakat diğerleri -ki bunlar ekseriyeti teşkil etmektedirler-, sahibinin irtidâdın-dan maada aralarında her hangi bir münâsebet bulunmayan bir çok cüz'î mesâil hakkında hüküm vermekle yetinmişlerdir.
Konuyu, itikadı irtidât, kavlî irtidat, amelî irtidat ve terk irtidadı olarak Dört bölüme ayırabiliriz. Bu bölümler arasında bazan tedahül (iç içe girme) meydana geldiğine gâhid olacağız. Burada son yılların getirdiği ve bazı müslüman çocukları tarafından benimsenen ve savunulan bir takım prensip ve fikir akımlarına dair sözlere, bunları söz kaynaklarına ve sahiplerine irca ederek temas edeceğiz. [157]
1- Allah-U Teala Hakkında Îrtîdâdı Mucip İtikat:
İslâm hukukçuları Allah'a şirk koşan veya Allah'ı inkâr eden veya sabit sıfatlarından birini bilerek nef-yeden veya Allah'a oğul isnat etmek gibi O'nun «yok» dediğine «var» diyen veya ölümden sonra dirilmek hesap, cennet, cehennem, melekler ve azâb gibi O'nun «var» dediğine «yok» diyen, kimsenin kâfir olduğu üzerinde müt-tefikdirler [158]. Gerek ciddî ve gerek gayr-i ciddî bir şekilde Allah'ı hafifsemek, küfrü muciptir. MâHkîler [159], âlemin ezelî veya ebedî olduğunu söyleyen veya bunda şüphe eden kimsenin kâfir olduğunu kaydederek şu delilleri ileri sürmüşlerdir:
Zat-i sübhânisinden maada her şey fânidir) [160]
Onun -dünyânın- üzerindekilerin cümlesi fânidir) [161]
Şafiî mezhebinden Hısnî'nin [162] kavli de budur. İbn-ü DaMk [163] ise, konuyu başka bir açıdan ele almakta ve şöyle demektedir:
«îcmâ' meselelerine gelince bunlara bazan tevatür eşlik eder. Namazın farziyeti gibi. Bazan da etmez. Birinci bölümden olan meseleleri inkâr eden, icmâ'a muhalefet ettiğinden değil tevatüre muhalefet ettiği için kâfir olur. îkinci bölüm meselelerin inkârı, küfrü mucip olmaz. Ma'kulâtta akıldâne olduklarını iddia eden bazı felsefe bozuntuları, hudus-i alem (âlemin sonradan yaratılmış olması) meselesinde muhalefetin, icmâ'a muhalefet kabilinden olduğunu zannediyor ve «icmâ'a muhalefet eden kâfir olmaz» sözüne dayanarak bu meselede muhalefetin küfrü gerektirmediğini ileri sürüyorlar Oysa bu söz, tamamen sakıt ve bâtıldır. Ya basiret körlüğünden veya kara cehaletten ileri gelmektedir. Çünkü hudus-i alem, icmâ' ve tevatürün ittifâkiyle sabit olmuş bir meseledir. Buna muhalefet eden, icmâ'a muhalefet ettiğinden değil tevatüre muhalefet ettiği için kâfirdir.»
AEah'a inanmayan kişinin, alemin kadîm (ezelî) olduğunu söylemesinin yadırganacak tarafı yoktur. Bu âlemin bir yaratıcısı bulunduğuna inanmadığından, insanın kâinat tasavvurundan doğan problemin onca çözüm şekli, âlemin veya maddenin kadîm olmasıdır. Fakat Allah'a kâinatın ve kâinattaki bütün varlıkların hâliki, mükevvini ve mucidi olarak inanmış kimsenin, âlemin kadîm olduğunu söylemesi elbette apaçık küfürdür. Çünkü bu söz, bir tarafdan kâinatın yaratıcısı bulunmadığı, diğer taraftdan da kadîmlerin taaddüt etmesi lüzumu, anlamındadır. Oysa bunu ne akıl kabul eder ne de nakil. Hanbelîler [164], Allah ile kul arasında aracılık meselesini ele almakta ve bu konuda aracılığa taraf-girlik edenin küfrüne kaail olmaktadırlar. Bu meyanda Mak-disî [165] şöyle diyor: «... Veya Allah ile kendisi arasında aracı bulundurur, ona bel bağlar, duâ eder ve ondan dilekte bulunursa, ittifakla kâfir olur.» [166]
2- Kuran Hakkında İrtidâdı Mucip İtikat:
Bilindiği üzere Kur'â-n'ın tümünü veya bir kısmını [167] inkâr eden kâfir <»lur. Bazıları bir kelimesini [168] bazıları da bir harfini [169] inkâr etmekle küfrü sınırlandırmış bulunmaktadır. Keza Kur'ân'ın çelişik ve karışık olduğu itikadı, veya i'câzmda ve benzerinin getirilemez olduğunda şübhe etmek, veya dokunulmazlığını kaldırmak [170] veya ona bir şey ilâve etmek, küfrü mucip hâllerdendir.
Kur'ân'm tefsîr ve te'viline gelince bu, yanılan ve isabet eden beşerin fi'linden mütevellit ictihâdî bir mesele olduğu için inkâr ve reddi küfrü mucip değildir.
Hanlteîî mezhebinden İbn-ü Kudâme [171], Hâriciler' in yaptıkları gibi, Kur'ân-ı Kerîm te'vil edilerek ma'sum kişilerin kan ve mallarının mubah kılınmasının küfrü mucip olmadığım nakletmektedir. Belki de bu istihlâl (mubah kûma hareketi), küfrü gerektirmeyen yanlış ic-tihâdın [172] eseri olduğundan bu hükme bağlanmıştır. [173]
3- İrtîdadı Gerektiren İtikadı Meseleler :
Bir kimse Peygamber (S.A.V.)'in AUah'dan haber verdiği şeylerin bir kısmında yalancı olduğuna kaaü olur [174] veya zina etmek ve şarap içmek gibi haram olduğu üzerinde ittifak edilen bir hususun helâl olduğunu i'tikat ederse [175] kâfir ve mürtedd sayılır. Zâhiriyye'den İbn-ü Hazm [176] diyor ki: «İslâm'dan olan bir şeyin, siyah ve kırmızı her kesin anlayabileceği zahir ma'nâsmdan başka bir de bâtın ma'nası, bulunduğunu her kim söylerse kâfirdir ve mutlak surette öldürülür. Çünkü AUah-ü Taalâ:
«Ancak elçimizin vazifesi apaçık tebliğdir» [177] ve «İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için.»
[178] buyurmuştur ki buna muhalefet eden Kur'ân'ı tekzip etmiş olur.»
Şâfiîler'den bazıları [179], gelecekte kâfir olmayı tasarlayan kimsenin, şimdiden kâfir olduğuna kaail olmuşlardır. Hanefîler'den Bedr'ür-Reşid de [180], küfür üzerinde mütereddit olan kimsenin kâfir olduğunu kaydetmektedir.
Şia mezhebinin îmamiyye kolundan bazıları, bir takım hususatı mu'tekit kimsenin küfrüne münferit olarak hüküm vermektedirler. Bunlara göre:
«El-Gadîr» hadîsini inkâr eden kâfirdir [181]
Takiye, [182] zaalimler devletinde üzerimize farz ve lâzım olan bir vazifedir. Bunu terkeden Îmamiyye dînine muhalefet etmiş ve ondan ayrılmış olur [183]
Takiyye'yi terkeden Namazı terkeden gibidir [184]
İmam Ali ve İki oğlunun velayetinden çıkanlar ye onlara itaat etmeyenler, takva sahibi olsalar da kâfirdirler[185]
İmam Ali'nin düşmanları, kendi dinlerinde her ne kadar âbit, zahit ve müttakî kişiler olsalar da cehennemde ebedî kalacaklardır [186]
Ali (K.V.)'ye inananlar, durumları her ne olursa olsun cennette ebedî kalacaklardır [187]
Ali'ye ve onun evlâdına düşmanlık nasbeden kişi kâfirdir, kanı mubahtır ve mü'minlerden onu öldüren kimseye kısas lâzım gelmez [188]
Ayni zamanda tmam Ali (K.V.)'den şöyle bir hadîs rivayet etmektedirler:
«Peygamber ($.AoV.)Jden rivayet edilmiştir: - Murcie, Kaderiye, Haruriye -havari c-, beni Umeyye ve nâsıb -düşmanlık besleyen- kâfirdir. İşte bunların islâm'dan hazz-u nasibi yoktur» [189]
Komünîzm'e İnanmak Îrtidâd Mıdır?
Bir vatandaş, Ezher'in Fetva Komisyonuna soruyor ı Komünist olarak tanınmış ve komünistliği üzerinde İsrar eden, bir genç, müslüman olan kızıma talip oldu. Bu genç ayni zamanda İslâm adını taşımakta ve Müslüman bir aileden gelmektedir. Bu izdivacın tamamlanması, îslâm nokta-i nazarından doğru mudur?
Fetva Komisyonu, bu soruyu şöyle cevaplandırıyor: Komünizm, Allah'a inanmayan, bütün dinleri inkâr eden ve hurafe sayan materyalist bir doktrindir. Komünist olarak tanınmış ve hâlâ komünistliği üzerinde musir olan kişi, İslâm kurallarına göre mürtedd hükmündedir. İslâm, müslime bir kadının müşrik bir erkek ile evlenmesine cevaz vermiyorsa, hiç bir dîne mensup olmayan bir erkeğe nisbeten bunun yasak olması, elbet daha evlâdır [190]
Fetva komisyonunun bu mütâlâası yerindedir. Irak âlimleri de bu şekilde fetva vermişlerdir. Biz, bunun doğru olduğunu iki yerde delillerle isbât edeceğiz:
Birincisi, Komünizm'in genel olarak dinler ve özel olarak Allah hakkındaki tutumu.
İkincisi, Zina hakkındaki tutumu. Filvaki' bu, komünizm'in dinleri inkâr etmesinden müteferri' bir meseledir. [191]
A- Komünizm Ve Dînler :
Komünizm'in dinlere karşı düşmanca tutumu tabiîdir. Çünkü din nazariyesi ile Komünizm teorisi arasında temel ayrılık bulunmaktadır. Dinler Allah'a, rûhi-yât ve gaybiyâta inanırken Komünizm yalnız maddeye ve maddenin kudretine îmân eder. İşte onların akidelerini temsil eden sözleri, bizzat kendi kitaplarından aynen iktibas ediyoruz:
«Dindar kişinin siyâsî bağımsızlığı, ancak devletin Yahudilikten, Hıristiyanlıktan ve genel olarak dinden kurtulması ile kaaimdir...» Kari Marx [192]
«Devlet, bütün dinleri ilga ve iptal etme derecesine kadar gitmelidir. Devletin buna muktedir olduğu bedi-hîdir...» Kari Marx [193]
«Biz hangi anlamda ahlâk ve sülûkun karşısındayız? Biz burjuvanın (zengin tabaka) Allah'ın öğütlerinden türetip tebşir ettiği anlamda ahlâk tanımıyoruz. Bu sadedde tabiî olarak Allah'a inanmıyoruz da deriz...» Lenin [194]
«Devlet için dînî bir kayıp varsa o da dînin mevcut olmasıdır. Dînin genel hayatta tecellî etmesi ile özel hayat yaşaması arasında fark yoktur. Hattâ insanları ifsat eden din, Özel hayat yaşayan dindir.. Genel olsun veya Özel olsun dîne bağlı olan devlet, gerçek ve vakiî bir devlet değildir. Mutlaka bir yönden bozuk olacaktır» Kari Marx [195]
«Siyâsî bağımsızlık zaruretinden başlamalı ve dînin kaldırılması zaruretine kadar varmalıyız. Sadece genel dînin değil özel dinin de kaldırılması gereklidir...» Kari Marx [196]
«Dînin kaldırılmasının zarurî olmadığını zannedersek yanılıyoruz demektir. Çünkü dînin kaldırılması vazgeçilmez ve elzem bir meseledir» Kari Marx [197]
«Sadece dînin kaldırılması ile mücâdele sona ermiş olmaz. Çünkü pasif izâle şeklini ancak genel dîn hakkında tasavvur edebiliriz. Oysa gerçek mücâdele, vicdanlarda dîni yaratan sebeplerle karşı amansızca savaşmaktır» Kari Marx [198]
«Biz, hususiyetle dîni toptan kaldırmadıkça, sadece devleti dinsiz yapmamızda bir fayda yoktur. Kari Marx [199]
Komünizm'e Göre Dînlerin Doğuşu :
Komünizm'in, dinlerin doğusunu tefsir eden bir nazariyesi vardır. Bu nazariyeyi de ekonomik güce bağlamaktadır. Böylece ekonomik münâsebetlerin gelişmesiyle dînlerin âtisinin ilga ve iptal olmak olduğu sonucuna varıyor. îşte Friedrich Engels, [200] bu teoriyi takdim ederken şöyle diyor:
«Din, bir takım acâib kuvvetleri insanların zihninde aksettiren ve onların günlük yaşayışlarına musallat olup tahakküm eden bir in'ikâsdan ibarettir. Fecr-i târih-de (tarihin başlagıcmda) en evvel in'ikâs eden şey tabiattır. Sosyal kuvvetin tabiat kuvvetleri ile yanyana bu in'ikâs içinde çalıştığı devir uzak değildir. Birbirini takip eden gelişme merhaleleri mecrasında sayısız ilâhlara isnat ettirilen içtimaî ve tabiî değerlerin tümü, daha sonra tek ve kaadir ilâh'a intikal etmiştir. İşte eski Yunan felsefesinde aşırı gitmenin en son neticesi olan tevhîd diyanetinin menşe'i budur... Burjuva cemiyetinde dinî in'ikâsın fi'lî tesiri, hâlâ müstahkem mevkidedir: Dillerde dolaşan «Tebdîr insanın, takdir ise Allah'ındır» meseli [201], hâlâ tesirini icra etmektedir. Ancak cemiyet, bütün istihsâl vâsıtalarını ele geçirdiği ve onları sistemli bir şekilde çalıştırmaya başladığı zaman kendini ve çocuklarını, bugün içinde bulunduğu bütün kayıtlardan kurtaracaktır, insanın vazifesi, ne zaman sadece tefkîr olmaktan kurtulur ve ayni zamanda tedbîre şâmil olursa işte o zaman dînî in'ikâsın en son kuvveti izmihlal edecek ve onun izmihlali ile dînî esaslar da Önemini kaybedecektir..» [202]
2- Komünîzm'in İbahiyyesî: [203]
Önce Komünizm'in dinlere karşı tutumundan söz ettik. Şimdi de Komünizmin ibahiyyesi ile ilgili ikinci şıktan bahsedeceğiz.
Komünizm'in aile ve fuhuş hakkındaki görüşleri nelerdir?
Kari Marks [204] diyor ki:
«...Aile, kâmil varlığı ve tamam bünyesi ile ancak burjuvada bulunur. Fakat bunun daha ekmeli, Proleter-ya'ya nisbeten bütün ailelerin cebrî ilgası ve bunu müteakip alenî fuhuştur.»
KAKL MARX [205] diyor ki:
«...Bu takdirde Komünistlere tevcih edilecek en bü-, yük ittiham şu olacaktır: Onlar, riya ve kuruntu altında gizlenen kadın işâasini, açık ve resmî işâaya tahvil et-ınek istiyorlar.» [206]
Friedrich Engels [207] diyor ki :
« ............... Özei mesken idaresi, genel hidmet ve çocukları koruma ve büyütme işlemi genel da'va hâline gelir. Cemiyet, izdivaç eseri olan veya olmayan bütün çocukları eşit seviyede yetiştirmeyi deruhte eder. Böylece zamanımızda sosyal, ekonomi ve ahlâk bakımından en önemli âmil olan bir takım neticeler yüzünden genç kızların kalblerini saran ve sevdikleri erkeklere teslim olmalarını engelleyen korku ve endişe de sırra kadem basmış olur. îki cins arasında serbest vuslatın tedricî bir şekilde başlaması için kâfi bir sebeb değil midir
bu? ...............».
Engels [208] diyor ki :
............ Kendisinden son derece emîn olduğumuz bir husus varsa o da kıskançlığın, oldukça son devirlerde türemiş olmasıdır. Mahrem düşüncesi hakkında da ayni şeyi söyleyebiliriz. Kendi aralarında karı-koca gibi yaşamak, sadece kardeş ve bacıya has bir şey değildir.[209] Hattâ müteaddit milletlerde çocuklar ile aileleri arasında da cinsî münasebetler günümüze kadar hâlâ devam etmektedir».[210]
KAVLİ ÎRTİDÂD
1- Allah'a Yalan Yere Yemîn Ve Allah'dan Başkasına Yemîn
Allah'dan başkasına yemîn eden veya yalan yere Allah'a yemîn eden müslüman, mürtedd olur mu? Mirza Hüseyin El-İmamî [211] diyor ki: «Ebû Abdullah (R.A.), bir adamın diğer bir adama: Senin aziz hayatın hakkı için şöyle ve şöyle oldu; dediğini duydu. Ebû Abdillâh (R.A.): O adama gelince o kâfirdir, dedi, çünkü onun hayatından hiç bir şeye mâlik değildir».
Şevkânî Ez-Zeydî [212] de, İslâm milletinden başkasına yemîn etme hakkında Peygamber (S.A.V.)'den iki hadîs rivayet etmekte ve ayni zamanda bu hadîsleri açıklamaktadır. Birinci Hadîs:
Sabit Bin Dahhâk'dan rivayet edilmiştir. Peygamber (S.A.V.) buyurdu ki:
Her kim, İslâm'dan başka bir millet ile bir §ey üzerine yalan yere yemin ederse o, söylediği gibidir; Ebû Dâvûd müstesna, cemâat tarafından rivayet edilmiştir». İkinci Hadîs :
Büreyde (K-.A.)'dan rivayet edilmiştir. Peygamber (S.A.V.) buyurdu ki :
- Her Mm, ben islâm'dan beriyim derse, yalancı ise o, söylediği gibidir. Doğru ise İslâm'a salimen dönemez; îmam Ahmed, Nesâî ve îbn-ü Mâce tarafından rivayet edilmiştir).
Açıklama: «........ Burada iki türlü yemin şekli vardır :
1- Âtiye taallûk eden yemin. «Şöyle yaparsam Yahûdî olayım» sözü gibi.
2- Maziye taallûk eden yemin «Yalan söyledimse Yahûdî olayım» sözü gibi ...... Mazi şeklinde yapılan yeminden ancak ta'zîm kasdedildiği takdirde kâfir olur. Bu meselede Hanefîler arasında ihtilâf vardır. Çünkü bu sözde incâz ma'nâsı bulunduğundan, «Ben Yahûdîyinı» demek hükmündedir. Bazılarına göre bu sözün yemin olduğunu bilmiyorsa kâfir olmaz. Fakat hanîs olmakla kâfir olacağını biliyorsa kâfirdir. Çünkü küfrü kabul ederek bu fi'le ikdam etmiş olmaktadır. Şâfiîler'den bazıları, hadîsin zahirine göre «Yalan söylüyorsa küfrüne hüküm verilir», demişlerdir. Oysa meselenin tahkikinde tafsile lüzum vardır: Eğer zikrettiği şeyin ta'zîmini kasdetmiş ise kâfirdir. Fakat maksadı sadece ta'lik ise o zaman bakılır. Şayet onunla muttasıf olmayı mürâd etmiş ise; kâfirdir. Çünkü küfrü murâd küfürdür. Eğer maksadı ondan uzaklaşmak ise kâfir olmaz. Fakat bu, haram mıdır yoksa tenzihen mekruh mudur? Meşhur olan ikinci kavildir».[213]
2- Allaha Sövmenin Hükmü
İslâm hukukçularının kısm-ı âzami [214] gerek şaka, gerek ciddî ve gerek alay tarzında Allah'a sövmenin, küfrü mucip olduğu üzerinde mutabık kalmışlardır. Al-Iah-ü Taalâ, bunun hakkında buyuruyor ki :
«Onlara sorarsan, elbette dalıyor ve eğleniyorduk diyecekler. Söyle -o gafillere- Allah'ı, onun âyetlerini ve peygamberlerini mi eğlenceye alacaksınız! Özür dilemeyin. Siz, îmândan sonra kâfir oldunuz bile» [215]
Bâzı fukahâ, müslim veya gayr-i müslim [216] olsun Allah'a söven kimsenin katline kaail olmuştur. Bu kişinin tövbesi kabul müdür yoksa değil midir? Muhyittin Hanefî [217]tövbesinin kabul olduğuna zâhip olmakta ve bunu şöyle ta'lil etmektedir :
«...... Bir kimse Allah'a söver ve sonra tövbe ederse, tövbesi sebebiyle katli zail olur. Çünkü Allah ayıplardan münezzehdir (beridir). Peygamber (S.A.V.)'e nisbeten hüküm değişiktir. Allah'ın mükerrem kıldığı kişi olması başka, fakat beşer cinsinden olduğu için ona utanç ulaşır. (Şifâ) kitabında deniliyor ki: Âlimlerden bazılarına göre, Müslüman olan kişi, sövmek sebebiyle tövbeye çağrılıncaya dek öldürülmez. Yahûdî ve Hıristiyan da böyledir. Eğer tövbe ederlerse, tövbeleri kabul edilir. Fakat istinkâf ederlerse öldürülürler. Ve bu irtidâddır ......».
İbn~ü Kuââme El-Earibelî [218] «tövbe edip yeniden müslümanlığmı ilân etse bile te'dip edilmesi ve cezalandırılması zarurîdir» diyor.
Hureşî El-MâliJâ [219], müslüman kişinin tövbeye çağırılması üzerinde âlimler arasındaki ihtilâfı anlattıktan sonra, tövbesinin kabul edilmesi hususunu tercih ediyor.
İbn-i Muflih El-Hanbelî [220], sövme, üç defa tekerrür etmemiş ise tövbesinin kabul edilir olduğunu rivayet etmektedir.
Bu hususta îbn-ü Teymiye'den iki söz nakledilmiştir: «tövbesi makbuldür» ve «değildir» diyor. Allah'a sövmek ile Peygamber'e sövmek arasında fark yoksa, tövbe de yoktur. Fakat birbirinden ayrı ise, Allah'a sö-venin tövbesi kabul, lâkin Peygamber'e şovenin tövbesi kabul değildir. îbn-ü Teymiye [221], bu hususu şöyle îzâh etmektedir :
«...... Allah'a sövmek ile Peygamber'e sövmek arasında fark gözetenler diyorlar ki: Allah'a sövmek dosdoğru küfürdür ve o, Allah'ın hakkıdır. Gerek aslî ve gerek irtidâdî olsun mücerret küfrün tövbesi bü-ittifak makbul ve sahibinden ölüm cezasını kaldırıcıdır. Nitekim Hıristiyanların, «Üçün üçüncüsü» diyerek ve O'na oğul isnat ederek Allah'a sövmeleri de buna delâlet eder...... O'nun, tövbe eden kulundan kendi hakkını iskat ettiği, zât-ı sübhânîsinden öğrenilmiştir. Kişi, yer dolusu küfür ve ma'sıyet işler ve sonra Allah'a tövbe ederse, O'nun tövbesini gene kabule şâyân kılar. Sövüp sayma ile O'nun zât-ı sübhânîsine ne bir alçalma, ne de bir utanç ulaşır. Sövüp saymanın zararı, bizzat sahibine döner. Kulların gönüllerindeki Allah saygısı, bir müc-terînin cür'etinin onu ihlâl edebilmesinden daha büyük ve daha yücedir. Allah İle Peygamber arasındaki fark, bununla tecellî ediyor. Oradaki sövme, insan hakkına taalûk etmektedir. İnsan hakkının gerektirdiği ceza ise, tövbe ile saakıt olmaz. Peygamber beşerdir. Sövme sebebiyle ona utanç ve horluk ulaşır. O'nun saygısını yaşatmak ve gönüllerdeki yerini takviye etmek için O'na dil uzatanı haşlamak gerekir. Zîrâ Peygamber'e tevcih edilen yergi ve sövgüTar, bir çokları nezdinde O'nun saygısını azaltabilir. Bu konu, saygısızları cezalandırmak suretiyle hıfz-u himaye edilmezse, iş çığırından çıkar ve bozuntuya doğru yönelir ......». [222]
3- Peygamber (S.A.V.)'E Söven
îbn-ü Teymiye Yalın Kılıç) adlı eserini bu konuda te'lif etmiştir. Bu eser, bir nasrânînin Peygamber (S.A.V.)'e sövmesi üzerine kaleme alındı. îbn-ü Teymiye, kılıcını çekerek onun ardmdaD yürümüş ve sonunda onu öldürmüştü. O, bu eserinde müslim ve gayr-i müslim kişilerden Peygamber (S.A.V.)'e söven kimsenin hükmünü beyân etmektedir. Bu kitapta, dört mesele ele almıştır ve kitabın bütün fasılları bu dört meseleden ibarettir:
1- Söven kimse, müslüman veya kâfir olsun, öldürülür. Bu mesele, kitabın 224 sayfasını doldurmuştur.
2- Sövücü, Zimmî de olsa mutlak surette öldürülür. Bu mesele 51 sayfa doldurmuştur.
3- Sövücü öldürülür ve tövbeye çağırılmaz. Bu mesele, 218 sayfa sürmüştür.
4- Sövücünün küfrü ve sövgü ile mücerret irti-dâd arasındaki farkın beyanı. Bu da 78 sayfa almıştır.
Eser, bu meseleyi bütün yönleriyle inceleyen objektif bir etüddür. Konular üzerinde, başkasına nasîb olmayan bir dikkat ve hassasiyetle durulmuştur. Müellifin, Kitab ve Sünnet hakkındaki geniş bilgisi, bu eserin meydana gelmesinde şüphesiz önemli bir rol oynamıştır. Şâfsî mezhebinden Takıyyüddin Es-Sübkî de bu konuda Peygamber (S.A.V.)'e Sövene Çeîdlen Kılıç) adlı bir eser vermiştir. Bu eserde sövücünün öldürülmesi gerektiğini kaydederek, Kitab, Sünnet ve Kıyas'dan deliller getirmekte ve bunları birer birer tartışmaktadır. Ayni zamanda Tövbe ve Tövbeye çağırılması meselesine de temas etmektedir. Bu konuda eser verenlerden biri de Hanefi mezhebinden Muhyiddin'dir. Peygamber'o Sövene ve Zındığa Çekilen Kılıç) adlı eserinde yukarda-ki konuları ele almıştır. Biz de konuya, Önce sövgünüıı tarifi ile başlayıp sonra hükmüne geçelim. [223]
Sövgü Nedir?
îbn-ü Teymiye [224] sövgüyü ta'rif ederek diyor ki: «Sövgü, kendisinden değerden düşürme ve hafifseme kastedilen sözdür. O, muhtelif akidelere sâhib insanların akıllarında tel'in, takbih ve benzeri gibi sövgü anlamını ifâde eden sözdür. O, AİIah-u Tealâ'ıun:
«Allah'dan başkasına tapanlara sövmeyin. Onlar da haddi aşarak nadanlıkla Allah'a söverler» [225]
kavl-İ şerifinin delâlet ettiği anlamdır. Sövgü, dilin te-fevvüh ettiği (kullandığı) en ağır sözdür. Gerçekte ve hükmen sövgü olduğu hâlde kimi insanlar tarafından dîn olarak itikat edilip, doğru ve gerçek görünen ve kendişinde alçaltına ve ayıplama olmadığı sanılan söze gelince bu da küfrün bir nevidir ve bu sözün sahibi, ya ir-tidâdını meydana koyan mürtedd veya nifakını gizleyen münafık hükmündedir......».
Sübkî [226], Peygamber (S. A. Y. )'e söven, onu veya diğer peygamberlerden birini istihfaf eden kimsenin bil-ittifak kâfir olduğunu naklettikten sonra, söv-günün ta'rifine geçmekte ve şöyle demektedir :
«...... Kaadı îyaz diyor ki: Bilmiş ol ki Peygamber (S.A=V.)*e her kim söver veya ta'yip eder, veya gerek kendine, gerek nesebine, gerek dînine ve gerek hasletlerinden birine noksanlık izafe eder veya ta'rizde bulunur veya sövgü, hakaret, şanını küçültme ve alçaltına ve ayıplama yolu ile O'nu her hangi bir nesneye benzetirse Peygamber (S.A.V.)'e sövmüş olur ve katîi lâzım gelir ...... Keza Peygamber (S-A.V.)'i tel'in eden veya beddua eden veya kötülük dileyen veya zemm tarikiyle, makamına lâyık olmayan bir şeyi izafe eden veya safsata, kaba, çirkin ve yalan sözlerle mübarek hasletlerinden birini taşlayan veya mihnet ve meşakkat anlarında başından geçenlerden biri ile ta'yip eden veya hasbel-beşeriye ma'hûd ve câri olan arızalardan biriyle tahkîr eden kimse de öldürülür. Bütün bunlar, Sahabe (R. Anlıüm) devrinden bu yana âlimlerin ve fetva imamlarının ittifakına dayanmaktadır ......
îyaz diyor ki: Bâzı âlimlerimize göre, ulemânın bir kısmı, Peygamberlerden birine veyl veya çirkin ve müstehcen bir kelime ile dil uzatan kimsenin, tövbeye çağrılmadan öldürülmesi üzerinde ittifak etmiştir......
Keza ben de, her hangi bir Peygamberi kasıtlı olarak tahkir eden ve çobanlık veya yanılmak ve unutkanlık veya sihir veya bâzı ordularının uğradığı hezimet veya düşmanından gördüğü eziyet ve kadınlarına meyli ile ta'yir eden kimsenin hükmünün katil olduğunu kaailim». Mâlikîler'den Behram [227] ise, peygamberliği üzerinde ittifak edilen bir Peygambere şovenin,istitabesiz (tövbeye davet edilmeksizin) öldürüleceğinden söz ettikten sonra, (Peygamberimiz (S.A.V.)'e sövüp sayma bahsine geçiyor ve diyor ki:
«...... Keza O'na söver veya ayıplar veya iftira eder veya hakkını istihfaf eder veya sözü ile Peygamber (S.A.V.)'in sözünü reddetmeyi kasdeder veya O'na kara derili, kısa boylu veya sakalı uzamadan öldü; der veya yanılmak, unutmak, sihir, bâzı ordularının hezimeti, yoksulluk şiddeti veya kadınlarından bazılarına meyli sebebiyle noksanlık izafe eder veya mertebesini ve ilminin veya zühdünün çokluğunu düşürür, lâyık veya caiz olmayan bir şeyi zemm yolu ile O'na isnâd eder veya yanında: Peygamber hakkı için; denildiğinde O'na söver ve çirkin lâflar eder ve evvelkisinden daha ağır olarak tekrar ederse...... Keza kâfir kişi, küfrünün iktizâsı olmayan başka bir şeyle O'na söverse...... Miskin Muhammed, güya cennettedir, diyen veya: O bize değil yalnız size gönderildi, bizim Peygamberimiz Musa veya İsa'dır; diyen veya: O, peygamber değildir, Kur'an da Allah kelâmı değil, O'nun düzmesidir; diyen ve bu gibi münasebetsiz lâkırdılarda bulunan kâfirin katli vaciptir».[228]
Peygamber (S.A.V.) E Sövmenin Hükmü
îslâm hukukçularının çoğu [229], Peygamber (S.A.V.) e söven kimsenin küfrüne hüküm vermiştir. Kimi de, bu hususta ittifaka [230] varıldığını rivayet etmektedir.
A- Peygamber (S.A.V.)'e söven irtidâden mi yoksa hadden mi öldürülür?
Peygamber (S.A.V.)'e söven, bil-ittifak öldürülür. Fakat mürtedd olduğu için mi yoksa hadden mi öldürülmektedir. Sonra öldürülmesinin sebebi, mücerret irti-dâd mıdır yoksa dahası da var mıdır?
1- Siibkî [231], iki görüşü cem'ederek, «mürtedd olur ve hakkında hadd lâzım gelir» diyor:
«...... Kati, irtidâdın umumu veya sebebin hususu veya birarada ikisi için midir? Hukukçunun tedkik noktası işte burasıdır. Küfrün umumuna gelince hayır... Irtidadın, gerek îemâ' ve gerek nusûs ile katli mucip olduğunda şüphe yoktur. Sebebin hususu ise tu.". Her ldm, bir Peygambere söverse onu Öldürün; hadîsine binâen sebbin (sövmenin) mûcebidir ki hükmün (katlin) eza üzerine ve vasfın hususu üzerine terettüp etmesi ile kendisinin illet olduğunu muş'irdir. Sövücü müslüman ise onda her iki ma'nâ da yâni irtidad ve sebeb (sebb) mevcuttur. Böylece katlini gerektiren iki illet bir araya gelmiş olur. Eu illetlerden her biri, başlı başına katli muci'btir ve kati, bunlardan herbirini had-didir. Nitekim bir ma'lülde iki hukukî sebebin bir araya gelmesi vâkidir. Sövgünün kâfirden saadır olmasında, bu bahsin belli bir etkisi vardır. Bu takdirce sebb (sövgü), irtidâddan ayrılmaktadır......».
Bu arada Subkî [232], müteaddit, görüşler naklettikten ve bunları tartıştıktan sonra dönüp müslüman sövücü hakkındaki görüşünü ve onun kaderini açıklıyor ve diyor ki :
«...... Biz bu konuda bast-ı kelâm ederek (açık ve seçik konuşarak) deriz ki: Bunu (Peygaml>er (S.A.V.)'e sövmeyi irtidâd olarak görmeyen de, onun, hadden katlini vacip kılmakta ve bunu iki ayrıntı ile söylemektedir. Ya aleyhinde isbât edilen da'vayi inkâr ederek bundan el çektiğini ve tövbe ettiğini açıklar. Bu takdirce Peygamber (S.A.V.) hakkında ondan küfür kelimesi sabit olduğundan ve Allah'ın ta'zîm ettiğini tahkir ettiği için hadden Öldürülür...... Veya hâl ve durumu, bu sövgüyü mübâh kabul ettiğini gösterir. Bu takdirce küfründe şüphe yoktur...... Şayet tövbe ederse o zaman hadden öldürülür ve gerisi Allah'a bırakılır...... Fakat tövbe izhâr etmediği ve aleyhinde sabit olan da'vâyı itiraf ettiği takdirde Allah'ın dokunulmazlığını ve Peygamber (S.A.V.)'rn dokunulmazlığını ihlâl etmeyi helâl ittihâz ettiği için bilâ-hilâf (ihtilafsız) kâfir olarak öldürülür......».
2- îbn-ü Teymiye'nin görüşü :
Konuyu bütün yönleriyle ele alan îbn-ü Teymiye [233], müslim ve zimminin Peygamber (S.A.V.)'e sövmesi meselesinde zimmînin mutlak surette katline hüküm vermekte ve müslüman hakkında tafsil yapmaktadır. Biz burada onun son görüşünü kaydedeceğiz. Diyor ki: [234] «..... Sonra meselenin maksûduna dönelim ve diyelim ki: Kanı mubah kılan her sebb-ü şetim küfürdür, fakat her küfür sebb değildir......».
3- îbn-ü Huzm'in görüşü :
îbn-ü Hazm'e gelince sövücüyü mürtedd olarak kabul etmiş ve sövücü hakkında mürteddin hükmünü uygulamıştır. Fakat tövbe da'vâsını ihmâl etmektedir. Oysa ihtilâfın cevherinin zahir olduğu mecal, tövbe da'vâsı-dır. Çünkü sövgü, mücerret irtidâd ise tövbesi kabuldür. Ama irtidâd ve dahası ise, o zaman tövbesi reddedilir
ve katli lâzım gelir. Ebu Muhammed [235] diyor ki:
«...... Peygamber (S.A.V.)'e şovenin küfrü, bununla sabittir...... Sövücü, böylece kâfir ve mürtedddir ve hakkında mürteddin hükmü uygulanır......».
B- Peygamber (S.A.V.)Je Şovenin Tövbesi Kabul müdür ?
Bu meselenin sövücünün hükmüne bağlı olduğu geçti. Peygamber (S.A.V.)'e söven kimse yalnız mür-tedd midir yoksa irtidâdmın dahası da var mıdır? Şöyle ki; islâmlığını ilân etse bile Peygamber (S.A.V.)'in hakkı üzerinde kalır. Bu ise kul hakkıdır ve hak sahibinin hakkından tenâzül ettiği bilinmemektedir. Bu cihetle hakkında kazif haddi lâzım gelen kişiye benzer ki, meselâ bu adam irtidâd ettikten sonra tekrar müslüma/ı olsa, islâmlığını müteakip gene hadd ikame edilir.
Sövücünün tövbesinin makbul veya gayr-i makbul olduğunu söyleyenlerin hepsinin de nakli ve aklî delilleri var. îbn-ü Teymiye Yalın Kılıç) adlı eserinde bütün bu görüşleri delilleriyle beraber kaydetmeye çalışmış ve bunlar, kitabının 210 sayfasını doldurmuştur. Yalnız sövücünün istitabesiz (tövbeye çağrılmaksızın) öldürülmesine dâir kaleme aldığı deliller bahsi tam 54 sayfa sürmüştür. -Ayni kitabın 298. sayfasından 350. sayfasına kadar- Aşağıda onun meseleyi incelemesinin bir Örneğini veriyoruz. Diyor ki [236] :
«...... O, gerek müslüman ve gerek kâfir olsun tövbeye çağrılmaz. îmam Ahmed b. Haribel rivayetinde diyor ki: Her kim Peygamber (S.A.V.)'e söver ve ona noksanlık izafe ederse müslüman olsun veya kâfir olsun öldürülür. Ben de öldürülmesini ve tövbeye çağrılmamasını doğru görüyorum......».
Sonra Hanbelîler'den, tövbeye çağmlmamasma kaail olanların sözlerini serdetmeye başlıyor ve her görüşü tevcih etmeye çalışarak diyor ki [237]
«Peygamber (S.A.V.)'e şovenin tövbeye çağrılmasına kaail olan kimse de bunun küfrün bir nev'i olduğunu söylemektedir. Zira Peygamber'e söven veya peygamberliğini inkâr eden ...... bütün bunlar, dînlerini değiştirmiş, onu terketmiş ve cemaatten ayrılmışlardır ki başkaları gibi onlar da tövbeye çağırılır ve tövbeleri kabul edilir. Nitekim Hz. Ebu Bekir (R.A.)'in söven kadın hakkında muhacirlere yazdığı mektupta:
(Peygamberlerin haddi başka haddlere benzemez, bunu bir müslüman yaparsa mürteddir veya bîr müttefik yaparsa düşmandır) sözü, tövbesinin kabul edilmesi hususunu teyit etmektedir. İbn-ü Abbas (R.A.)'den rivayet edilmiştir :
(Hangi müslüman, Allah'a veya peygamberlerden birine söverse, Peygamber (S.A,V.)'i tekzip etmiş olur. Bu ise irtidâddır. Tövbeye çağırılır ve tövbe etmediği takdirde öldürülür.)
Ayni zamanda sövücünün öldürülmesi ya müslüman iken kâfir olduğundan veya sebebin hususundan (sövmesinden) ileri gelmektedir. İkincisi ise caiz değildir.
Çünkü Peygamber (S.A.V.)
«Lâ ilahe illâ-llah diyen bir müslüman kişinin kanı ancak üç şeyden biri ile mubah olur: İslâm'dan sonra kâfir olan veya evlendikten sonra zina eden veya adam öldüren ki cinayeti sebebiyle öldürülür;» buyurmuştur.
Bu, müteaddit yönlerden doğrudur. Çünkü bu adam zina etmemiş ve adam öldürmemiştir. İslâm'dan sonra kâfir olduğu için öldürülemiyorsa katli mümtenidir.
Böylece İslâm'dan sonra kâfir olduğu için Öldürüldüğü meydana çıkmaktadır, İslâm'dan sonra kâfir olanın tövbesi ise makbuldür. Allah-u Teâlâ:
«A İS ah, îmândan sonra kâfir olan bir kavmi nasıl hidayete erdirir....... Ancak ondan sonra tövbe eden ve ıslah olanlar......) [238] buyurmaktadır. Geçen deliller de, mürteddin tövbesinin kabul edilmesini naatıktır. Ayni zamanda Allah-u Tealâ'nın;
«Söyle kâfir olanlara, eğer vazgeçerlerse -küfürlerinden- Onlara geçmiş -günahları- bağışlanır) [239] kavl-i
şerifinin umumu (genel anlamı) ve Peygamber (S.A.V.İ in Müslim tarafından rivayet edilen:
«.....îslâm, makablini keser ve islâm, kendisinden önceleri yıkar;» hadis-î şerifi de, müslüman olan kişinin geçmiş bütün günahlarının bağışlandığının kesin bir ifadesidir......AUaJı-u Tealâ'nın
«Eğer tövbe ederlerse haklarında hayırlı olur, fakat yüz çevirirlerse Allah onlara azâb-ı elim ile bir azâb eder» [240] kavl-i şerifi ise İslâm'dan sonra kâfir olan ve sonra tövbe eden münafığın, dünyâ ve âhirette azab-i elim ile muazzep olmayacağım (ağır cezaya çarptırılmayacağım) ifâde etmektedir. Kati, ağır ceza olduğundan onun öldürülemiyeceği anlaşılmıştır».
2- Sübkî ve Kelvezânî'nin görüşü [241] : Sövücünün tövbesinin kabul edilip edilmediği hakkında geçen görüşleri delilleriyle birlikte sunmuş fakat bunlara her hangi bir ilâvede bulunmamışlardır. Ancak SubMj daha sonra Kaadî îyaz'm görüşüne dönerek bu görüşe muvafakatini kaydediyor ve diyor ki [242]
«...... Kaadî îyaz'm sözünü nakletmekten kasdımız, mürtedd ve sövücünün bu hükümde müsavî oldukları hakkındaki açıklamasıdır. Arkadaşlarımızın genel ifâdelerinin muktezası da budur, trtidâdı lâfızlarla temsil ederken sövmeyi de bu lâfızlardan saymışlardır. Sonra mürteddin tövbeye çağrılmasından söz etmiş ve bunu kesinleştirmişlerdir......».
3- Nahavî Ez-Zeydî'mn Görüşü [243]
Nahavî, irtidâdı gerektiren çeşitli hâllerden söz etmekte, Peygamber (S.A.V.)Je sövmeyi irtidâttan saymakta ve «Bunlar tövbe ederlerse, tövbeleri kabul edilir» demektedir.
4- Mirza Hüseyin îmamî'nm Görüşü [244]: Peygamber (S.A.V.)'e veya ehli beytine veya peygamberlerden birine şovenin mürtedd olduğunu belirterek hakkında irtidâdın hükümlerini uygulamakta ve şöyle demektedir: «Rivayet ediliyor ki efendimiz Muhanı-med (S.A.V.)'i ve ehli beytinden (Aleyhim-u s-Selâm) birini, makamlarına lâyık olmayan bir sözle anan veya taan eden kimsenin katli vaciptir......»
îmam Aliyy-uı'Rıza Rivayeten isnad ettiği «Sahîfeci'ğin-de ataları... (Aleyhimus-Selâm)'dan rivayet ediyor. Peygamber (S.A.V.) buyuruyor ki
- Her kim bir Peygambere söverse öldürülür ve Peygamberin arkadaşına söverse celbedilir Sâdûk, «Eî-Mukni» adlı kitabında söyle diyor: Maı-lûm ola ki islâm'dan irtidâd edip Muhammed (S.A.V.)'-in nübüvvetini (peygamberliğini) inkâr ve O'nu tekzip eden bir müslim oğlu müslimin kanı, bunu onun ağzından her kim işitirse ona mubahtır ve irtidâd ettiği andan itibaren karısı kendisinden boş olur. Artık ona yaklaşamaz...... Eğer îmam'ın (îslânı Hükümdarı) yanına getirilirse tövbeye çağirmaksizın onu öldürmesi gerekir.»
Mirza Hüseyin, [245] daha önce îmam Ebu Ca'fer (R.A.)'dan :
«Taraf-ı ilâhîden gönderilmiş bir Peygamberin nübüvvetini inkâr edenin kanı mubahtır;» hadîsini rivayet etmekte ve şöyle demektedir: Ebu Ca'fer (K.A.)'a sordular. «Bu durumda sizin imamlardan birini inkâr edenin hâli nicedir?». « Oda kâfirdir» dedi «Ve bu durumda onun da kanı mubahtır. Ancak Allah'a döner de söylediğinden tövbe ederse...»
Bundan İmam'ı inkâr eden, ondan ve onun dîninden berî olduğunu söyleyen mürteddin tövbesini, kabul ettiği anlaşılıyor. Oysa Peygamber (S.A.V.)Ji inkâr edeni de mürtedd saydığı hâlde onun tövbeye çağrılmamasına hüküm vermiştir. Lâkin tövbe ile geldiğini farzede-lim, bu durumda tövbesi kabul edilir mi yoksa öldürülür mü? Mirza Hüseyin bu hususa temas etmemektedir.
5- Züîmecdeyn Bl-İmamVrân görüşü [246]
Peygamber (S.A.V.)'e söven kişinin müslüman veya zimmî olsun derhâl ödürülmesine hüküm vermekte ve onu mürtedd olarak adlandırmaktadır. Diğer mezheplerden de nakil yapmaya çalışmışsa da bu hususta yeteri kadar muvaffak olamamıştır. Diyor ki:
«...Peygamber (A.S.)'e söven kişinin derhal Öldürülmesine yalnız tmamiyye kaail olmuştur. Diğer hukukçular buna muhalefet etmişlerdir.» [247]... Sonra diğer mezheplerin görüşlerini anlatmaya başlıyor ki bunların ekserisi onunla ayni görüştedir. Züîmecdeyn, daha sonra mezhebinin doğruluğunu isbât için delîl getirmektedir. Onun «Derhal öldürülür» sözünden, sövücünün tövbeye çağrılmaması ma'nâsı anlaşılıyor. Fakat şayet tövbe ederse Zülmecdeyn'e göre tövbesi kabul edilir mi veya edilmez mi? Burası bizce ma'lûm değildir. Çünkü kendisi bu hususu açıklamamıştır.
6- Muhyi Eî-Hanefî'rdn görüşü [248]
Mürteddin tövbeye çağrılmaması" görüşünde olan Hanefîler'in, Peygamber (S.A.V.)'e şovenin tövbesini reddedecekleri tabiîdir. Çünkü onlara göre bu meselede hem irtidâd hem de kul hakkına taallûk eden sÖvgü var.
Muhyittin El-Hanefî, mezhebinin görüşünü böylece naklediyor ve diyor ki:
«... Sövücüye gelince El-Bezzaz'm «Fetevâ» 'sında Peygamber (S.A.V.)'e veya peygamberlerden birine sö-venin hadden öldürülmesi gerektiği ve onun için tövbenin mevzu-u bahs olmadığı kaydedilmektedir. Ele geçirildikten,ve suçu sabit olduktan sonra tövbe etse veya kendiliğinden tövbe ederek gelse de hüküm aynıdır. Tövbe, vacip olan bir haddi düşüremez ve kimsenin buna muhalefet etmesi de tasavvur edilemez. Çünkü bu, kul hakkına taallûk eden bir haktır ki şâir insan hakları ve kazif haddi gibi tövbe ile saakıt olmaz. Bu, imam A'zam'm ve ayni zamanda Ebu Bekir Es-Sıddîk'ın mezhebi, bu da onun ibâ-residir. Rum-Ili âlimleri, günümüze kadar böylece fetva vermişler ve Osmanlılar bu fetvayı kabul etmişlerdir. Bu hüküm, katlin illetinin Peygamber (S.A.V.)'İ ve dolayısiy-le ümmetini incitme olduğu esasına dayanmaktadır. Tövbe, ancak mahza (sırf) Allah hakkı olan yerde kabul edilir. Fakat bu hakkı olan yerde tövbenin geçerli olabilmesi, o kulun hayatta iken rızâsına bağlıdır. Nitekim Peygamber (S.A.V.), İslâm'ın başlangıcında hikmet ve maslahat îcâbı bir çoklarını affetmiştir. Fakat kendisinden sonra rızâsına dâir kesin foir delîl bulunmadığından katli lâzım gelir..' Ma'lûm ola ki âlimler, hâkimin bu meselede bu kabîl müstehcen kelimâtı isti'mal eden kişinin durumuna, onun ağzından bu gibi mesmuâtın çokluğuna, dînde müttehem olması, sünneti tanımaması ve ilhada da'vet etmesi gibi hususlara ve yanılmak veya dil kayması gibi durumlara bakarak münasip bir hüküm vermesi gerektiğine kaail olmuşlardır...».
7- îbn-ül Davyan El-HanbelVnin görüşü[249]
Tövbeleri kabul edilmeyen, kişilerden söz ettikten sonra, Peygamber (S.A.V.)'e söven kimseden bahsederek bunun da tövbesinin kabul olmadığını belirtmekte ve şöyle demektedir:
«... Veya Allah'a veya O'nun Resulüne veya meleğine söverse günâhının cidden büyük olması, onun akidesinin fasit olduğuna delâlet eder. îmam Ahmed, Peygamber ($.A.V.)'e söven kişinin tövbesinin kabul olmadığını söylemiştir...». Bunu müteakip, Peygamber (S.A.V.)'e sövdükten sonra nıüslüman olan kâfirden söz ediyor ve diyor ki: «...Ve öldürülür. Hattâ kâfir iken nıüslüman olsa bile. Çünkü onun katli, Allah ve Peygamber'e kargı kazfinin cezası olduğundan, başkalarını kazfi gibi bu da tövbe ile sakıt olmaz...».
Bence bu görüşte garabet vardır ve öyle tahmin ediyorum ki bu görüşün naklî bir delili yoktur. Hattâ aksini isbât eden delîl mevcuttur. Şayle ki Peygamber (S.A.V.), irtidâd eden bâzı kimselerin [250] kanlarını mubah kıldıktan sonra, îbn-ü Ebi-s Şerh gibi [251] onlardan tövbe edenlerin tövbesini kabul etmiş bulunmaktadır [252]
Bütün bu geçenlerden sonra diyebiliriz ki, Peygamber (S.A.V.)'e söven kişinin kâfir olduğuna delâlet eden bir çok hâdiseler bulunmaktadır. O kimse, eğer müslüman ise tövbeye çağrılmaksızm katli caizdir. Fakat kendiliğinden tövbe ederse, tövbesi kabul edilir. Nitekim bu, Kur'-an-ı Kerîm'de varit olan müteaddit nasslarm genel anlamına uygundur: ondan sonra tövbe eden ve ıslah olanlar müstesnadır-» [253]
lerinden e kâfir olanlara, eğer vazgeçerleree gecnıls günâhları onlara tıafrelsuıın[254]
«Eğer tövbe ederlerse haklarında hayırlı olur, fa-yüzçevirirlerse Allah onlara azab-ı elimi île ağır ceza verir-» [255] Ve bu anlamda buna benzer âyetler vardır. Peygamber (S.A.V.)'in: İslâm, makablini keser -kendinden önceki suçları genel affa uğratır- ibaresi ve emsali hadîsleri de bu hususu teyit eder mâhiyettedir. Bu arada Hanen mezhebinden Muhy'ittin'in sövücünün durumu ile ilgili hususların nazar-ı i'tibâre alınması hakkında ki görüşüne de burada yer vermek gerekir. Hâkim, tövbenin kabulüne veya adem-i kabulüne karar verirken elbet Sünnet'den ve İslâm dîninin âdil ruhundan dışarı çıkmayacaktır. [256]
4 - Peygambere Sövmek İrtîdâddır: "
Alimlerimizin mahall-i ittifakı olan Peygamberlerden birine sövmek, kendi Peygamberimiz (S.A.V.)'e sövmek gibidir. Peygamberimize söven kimse kâfir olduğu gibi, peygamberliği kesinleşmiş olan bir peygambere söven kimse de kâfirdir. Bu, îbn-ü Teymiye [257] . MalîM'den Beh-ram [258], Hanefî'den Muhyittin [259] ve îbazîyye'den Atfîş'in [260] kavlidir.
Şayet Peygamberliği kesinleşmemiş ise ona söven kişiyi sıkmak, te'dip etmek ve işkence etmek gerekir, fakat öldürülmez. Bu, İbaziyye'den Atfîş [261]. ve Hanefî'den Muhyittin'in [262] kavlidir.
îbn-ü Hazm [263], her hangi bir peygambere söven veya onunla alay eden kimsenin mutlak olarak küfrüne hüküm vermektedir. îmamiyye'den Mirza Hüseyin [264] ve Şafiî'den El-Hısnî [265] de mutlak olarak küfrüne kaail olmuşlardır.
Lâkin açıklamamış olsalar da «peygamberliğinin kesinleşmiş olmaması» kaydını onların sözlerinden anlamak mümkündür. Zîrâ peygamberliği kat'îleşmemiş olan bir peygamberde, peygamber olmama şübhesi vardır ki bu gübhe, sövücünün öldürülmesine mâni'dir. [266]
5- Peygamber'in Hanımlarına, Dört Halîfeye Ve Sahabeye Sövmek:
Hukukçularımızın kism-i âzami, Âişe (Ayşe) validemiz (R. Anhâ)'ya. söven veya onu yeren kimsenin kâfir olduğu üzerinde mutabık kalmıştır [267]. Bunun delili, Kur'an-ı Kerîm'den Hz. Âişe validemiz hakkında Âyet nazil olmasıdır. Bu durumda O'nu yeren kimse, Kur'ân'm sarahatini tekzip etmiş ve dolayısiyle kâfir olmuş olur. Allah-ü Tealâ, ifk (iftira) hâdisesinde Hz. Âişe validemizi tebriye ettikten sonra «Allah îkaz ediyor sizi, onun -o hâdisenin- benzerine bile asla dönmeyesiniz, eğer mii'min iseniz»
[268] buyurmuştur. Her kim dönerse mü'nün değildir. tbn-ü Teymiye [269], Hz. Âişe validemizi yerenin öldürüldüğüne dâir müteaddit hâdiseleri kaleme almıştır.
Peygamber (S.A.V.)'in diğer hanımları da Hz. Âişe hükmünde midir, bu hususta ihtilâf vardır. îbn-ü Teymiye [270], onların da Hz. Âişe hükmünde olduklarını nakletmektedir. Allah-u Tealâ'nın
«Kötü kadınlar, kötü erkeklerin ve kötü erkekler, kötü kadınların, iyi kadınlar, iyi erkeklerin ve iyi erkekler, iyi kadınlarındır. İşte bunlar, onların -kötü kadm ve erkeklerin- söylediklerinden beridirler. Onlar için mağfiret ve mutlu maişet vardır» [271] kavli gerîfi ile bu bâbta istidlal mümkündür. Ve hem Peygamber (S.A.V.) m hanımlarını yermekten bizzat Peygamber'in kendisini yermek, O'nu ta'yir etmek ve incitmek lâzım geleceğinden bütün bunlar memnû'dür.
İkinci görüşe göre onlar, sair Sahabe hükmündedir-ler. Onlara sövme, kazf olduğu için her kim söver ise dayak cezası verilir.
Îbn-ü Hazm [272], birinci görüşü benimsemiştir. Hanefî'den Muhyittin ise iki görüşün ikisini de almış fakat birincisini tercih etmiştir. Şafiî'den Es-subkî [273] Han-belî'den El-Makdisi [274] de birinci görüşü tercih etmektedirler. Mâükî'den El-Hure§î [275] Hz. Âişe (K.A)'ya iftira edenin veya Sahabeyi veya Dört Halîfe'yi tekfir edenin kâfir olduğunu nakletmekte ve şöyle demektedir:
«...Hz, Âişe, AUa& tarafından tebriye edildiği halde, zina etti diyerek ona iftira eden veya Ebû Bekir'in Sahâbeliğini inkâr eden veya Aşere-i mübeşşere'nin is-lâmını veya bütün Sahabenin islâmmı reddeden veya Dört halîfe'yi veya onlardan birini tekfir eden kâfirdir.» Es-SubM [276] İkinci Halîfe Hz. Ömer'in, Ashâb'dan birine söven bir adamın dilini kestiğini rivayet etmektedir. Diyor ki:
«...Ömer Bin El-Hattab'dan rivayet ediliyor: Ubey-dullah Bin Ömer'in, Eî-Mikdad Bin EI-Esved'e sövdüğü için dilini kesti. Bu hususta kendisine müracaat edildiğinde: (Bırakın beni) dedi (Onun dilini keseyim ki bir daha Muhammed (S.A.V.)'in Ashabına dil uzatmasın.)
Burada şunu da kaydetmek gerekir ki Hz. Âişe'yi ancak Kur'ân'ın tebriye ettiği hususla yermek, küfrü müstelzimdir. Çünkü ancak bu takdirce Kur'ân'ı tekzip etmiş olmaktadır. Fakat bunun hâricinde yapılan seb-ü şetimde Hz. Âişe ile Peygamber (S.A.V.)'in diğer hanımları arasında hüküm bakımından fark yoktur. [277]
6- Başkasına Kafir Diye Hitap Eden Kafir Olur Mü?
İbtm-ü Ömer (R. anhumâjdan rivayet edilmiştir: Peygamber (S.A.V.) buyurdu ki:
- Bir adanı -din- kardeşine «yâ kâfir» derse ikisinden biri mutlaka Jtüfür ile döner. -Kendisine kâfir denilen adam gerçekten kâfir ise,. küfür yerini bulmuştur. Eğer değilse söyleyenin kendisine döner[278]
Şafiî'den îbn-ü Hacer El-Heysemî [279], bu hadîs üzerinde uzun uzun durumuş ve âlimlerin görüşlerini naklederek bunları eleştirmiştir. Kendi görüşünün özeti şöyledir: Bir müslümana te'vilsiz olarak «yâ kâfir» diyenin kendisi kâfir olur. Çünkü o, İslâm'ı küfür diye adlandırmıştır ve bu, küfrü müstelzimdir. İhn-ül Hacer, «Es-Zevadr» adlı eserinde de ayni da'vadan, ayni görüşü iltizâm ederek ve meseleyi açıklayarak bahsetmekte ve şöyle demektedir[280]
«... Bir insanın bir müslümana (ey kâfir) veya (ey Allah'ın düşmanı) diye hitap etmesi, İslâm'ı küfür olarak adlandırmak suretiyle onu tekfir etmeyi düşünmemiş ve yalnız bu sözden mücerret sövgü kasdetmîş ise, küfrü mucip değildir.
Buhârî ve Mmim tarafından bu konuda tahrîc edilen hadislerin birinde:
- Bir kimse, bir adamı «kâfir» diye çağırır veya ona «Allah'ın düşmanı» derse ve o adam da böyle değilse, mutlaka bendine döner»; yani söylediği söz kendine âit olur buyurulmuştur. Gene Buhârî ve Müslim'den bir rivayette, Bir mü'miııi küfür ile ittihâm etmek onu öldürmek gibidir» buyurulmaktadır. [281]
Tenbih:
Bu, yâni küfrün veya Allah düşmanlığının veya günah bakımından Öldürmek gibi olmasının söyleyene dönmesi ağır bir vaîddir. Bu i'tibarla bu iki sözden her biri ya küfürdür veya kebîredir. Şayet bir znüslümanı, islâm vasfını hâiz olduğu için «kâfir» veya «Allah düşmanı» diye adlandırmış ise bu takdirce islâm'ı Allah'ın düşmanlığım iktiza eden küfür olarak tesmiye etmiş olduğundan kâfirdir. Eğer bunu kasdetmemiş ise bu takdirce küfrün veya Allah düşmanlığının kendisine avdet etmesi hususu, cezasının ve günâhının ağırlığından kinaye olur ki bu, kebîrenin emârelerindendir. Böylece bu iki sözün kebâirden sayıldığı da meydana çıkmış oldu. Buna daha önce raslamamıştım. Fakat sonraları bâzı âlimlerin, bir müslümanm küfür ile ittihâm edilmesini kebâirden saydıklarını gördüm. Bir müslünıana, «Allah imanını yok etsin» demek ve buna benzer sözlerde bulunmak, müte-ehhhirîn ulemâsından bazılarına göre küfürdür.»
«Sünnefden Seçmeler» [282] heyeti, Allah'dan başkasına yemin etmek, birisine piçlik izafe etmek, nesebe dil uzatmak, ölü üzerine ağlayıp sızlamak, mü'mine karşı savaşmak ve sövüşmek gibi bir çok hadîslerde varit olan küfür lâfzım, irtidâd ve şirk küfrü olarak değil yalnız küfran-i ni'met olarak tefsir etmiştir.
Şeltut, bunun benzeri olan bir da'vayı başka açıdan incelemekte ve şöyle demektedir [283]
«Âlimlerden çoklarının, hadd-i şer'.înin ahâd (tek râvili) hadîslerle sabit olmadığı ve kam mubah kılan hususun küfrün kendisi değil, müslümanlara karşı savaşmak, onlara saldırmak ve onları dînlerinden bozmaya çalışmak olduğu görüşünde olduklarına dikkat edilirse bu meselede nokta-i nazar değişebilir...»
îbn-ü Dakîk'm [284] namaz kılmaktan kaçman kimse meselesinde: «Müslümanlara karşı savaşmadıkça öldürülmez» sözü, Şeyh §eltuFun bu görüşünü yâni kam mubah kılan nesnenin küfrün kendisi değil, müslümanlara karşı savaşmak olduğu, görüşünü takviye edici bir mahiyet arzetmektedir. İbn-ü Dakîk diyor ki:
«...Bir şey üzerine mukatele (vuruşma) ile kati (vurma) arasında fark vardır. (Mufâale) babından gelen mukatele, ancak iki tarafın da birbirine karşı silah çekmesi ile hâsıl olur. Bu i'tibarla Namaz üzerine mu-katelenin mubah olmasından katlin mubah olması lâzım gelmez. Fakat namazı terkederek bunun üzerine vuruşmaya hazırlanan bir kavme kargı savaşın meşru' olduğunda işkâl yoktur. İhtilâf, bir insanın vuruşmayı ta-sarlamaksızın Namâz'ı terketmiş olmasındadır. Bu se-bebden dolayı öldürülür mü veya öldürülmez mi? Namaz üzerine vuruşma ile vurma arasındaki farkı ve Namaz üzerine vuruşmanın mubah olmasından vurmanın da mubah olması lâzım gelmediğini düşünün.»
Es-San'ânî [285] ; geçen bahis hakkında bir yorumda bulunmakta ve şöyle demektedir:
«Onun (İbn-ü DaMk'ı kasdediyor), [... farkı düşün] sözüne cevaben derim ki: Evet bu söz doğrudur. Fakat burada vuruşmadan vurma kasdedîldiği ve Peygamber (S.A.V.)'in ta'birini vurma anlamında kullanıldığı da söy-lenebilir.Nitekim bu ma'nâ, AUah-u Taalâ'nın
«Müşrikleri nerede bulursanız öldürün... Ancak tövbe eder ve namaz kılar ve zekât verirlerse, -o zaman-- Bırakuı yollarını» [286] kavli şerifine muvafıktır. Âyet, müşriklerin Öldürülmesi için bir emirdir. Ancak üç şeyi: Şirkten tövbe, namaz kılma ve zekât vermeyi yaparlarsa kurtarırlar. Bunu teemmül et.»
Bence bu meyanda, zekât vermekten kaçınan kimse ile istişahd etmek daha evlâdır. Zekât, ondan cebren alınır. Fakat silâh kaldırmadıkça vurma ve vuruşma, yoktur.
Eî-Maîöâisî [287] ortalama bir çözüm şekli koymak ta ve şöyle demektedir: «gâri' (kanun vâzn), başkalarına piçlik izafe etmek, fal baktırmak ve falcının söylediklerine inanmak gibi hâllerde bir kimsenin mutlak olarak küfrüne hüküm verirse bu küfür, İslâm'dan çıkaran küfür değil, sadece teşdittir......».
Hanefî'den Semerkandî [288], söyleyicinin tekdir edilmesine hüküm veriyor ve diyor ki: «Tekdir ise (Ey kâfir) veya (Ey fâsık) veya (Ey fâcir) gibi haddi mucip olmayan suçlarda lâzım gelir....:.». [289]
7- Kavlî İrtidâddan Sayılanlar :
îslâm hukukçularının, küfrü mucip sözlerden uzun uzun bahsettiklerini görüyoruz. Hattâ bu konuda «Bed-rü'r-Reşîd» ve şerhi [290] «Es-Seyfül-Meşhûr» [291], «Es-Seyfül-Meslûl [292], «El-İ'lâm Bi-KavaWil-îslâm [293] ve «Es'Saarİm'ül-Meslûl» [294] gibi kitap ve risaleler kaleme alınmıştır. Bu arada cüz'iyyâttan fazlaca bahsedilmiş fakat konu, derli toplu bir şekilde ele alınmamış olduğundan, da'valarm en önemlisi olan tekfir da'vasmda, bâzan yersiz hükümler, bâzan da sü-i istimaller olmuştur. Oysa Peygamber (S.A.V.),
- «Bir adam -din- Kardeşini tekfir ederse, ikisinden biri mutlaka küfür ile döner» [295] buyurmuştur.
Bütün bunlara rağmen derlediğim malûmatı, der-li toplu bir şekilde aksettirmeye çalıştım. Meselelerin iç-içe girmiş olması hususuna nazaran, tekrardan mümkün olduğu kadar kaçındım.
inanç bakımından mürtedd olan kimse, irtidâdını dili ile açıklarsa kavlen mürtedd sayılır. Fakat gizlerse o, münafıktır ve irtidâdını meydana koyuneaya kadar ona müdahale edilmez. Hukukçular, muhtelif mezheplerden olmalarına rağmen Peygamber (S.A.V.)'e sövmenin yukarıda gördüğümüz gibi küfür ve irtidâdı mucip olduğunu açıklamışlardır. Hanbelîler [296] Peygamber (S.A.V.)'e buğzetmenin de küfrü mucip olduğunu kaydetmişlerdir. Mâlikîler'den bazıları, Peygamber (S.A.V.) i öksüzlük [297], çirkinlik ve yakışıksızlıkla niteleyen veya adalete, evliliğe, çocuk öğretmenine, Arab'a ve Hâşim oğullarına [298] la'net eden kimsenin katline hüküm vermişlerdir. Hanefîler'den bazıları da [299], mü-tevâtir haberleri inkâr edenin küfrüne kaail olmuştur. Peygamber'in Hadîsini reddeden kişi de -bazılarına göre mütevâtir olmak şartı ile- kâfirdir. Mâlikîler'den bazıları [300] Peygamber (S.A.V.)'in yalnız Arab'a gönderildiğini veya Sahabenin tümünün kâfir olduğunu söyleyenin küfrüne hüküm vermektedirler.
İbn-ü Kudâme diyor ki [301]
«Bir kâfir, Kelîme-i Şahadeti getirdikten sonra, müslüman olmayı kasdetmedim derse mürteddir......»
Fakat bunu müteakip îmam Ahmed'den, onun mürteci olduğunu doğrulamayan ikinci bir görüşü nakletmektedir.
Hanbelî'den ibn-ü n-Neccar [302] ve başkaları zinanın ve domuz etinin haram olması veya meselâ ekmeğin helâl olması gibi açık ve keskin bir hükmü inkâr edea veya bunda şüpheye düşen kimse hakkında şöyle diyorlar: Eğer bu, cehaletten ileri geliyorsa öğretilir ve öğretildikten sonra gene isrâr ederse o zaman öldürülür, îmamiye'den Mirza Hüseyin [303], hakkı inkâr edenin kâfir olduğunu nakletmiştir. Zeydiyye'den «El-Bahr-u z-Zahhar» yazarı [304], Mueyyed'in şu sözünü nakletmektedir: «İhtiyarî olarak küfür kelimesini ağzına alan kimsenin, buna inancı olmasa da küfrüne hüküm verilir ve karısı, talak-ı bâin ile kendisinden boş olur». Yazar, El-Mueyyed Bi-llah'm sözünü açıklayarak diyor ki: «Onun. küfür olduğunu biliyor ve onu bir baskı veya bir maksada binâen söylememiş ise, tslâm'ı mühimsemediğin-den dolayı buna evet derim. Fakat bilmiyorsa veya bu mesele onun ilmî seviyesinin üstünde ise veya nikâhı bozmak gibi belli bir maksada dayanıyorsa, hayır. Çünkü küfre gönlü açılmamıştır. Bu ise şarttır ».
Şafiî'den tbn-ü Hacer [305] diyor ki: «Bir müslüman. diğer bir müslümana (dinsiz) diye hitâb ederse, eğer ikinci şahsın üzerinde bulunduğu dînin, din sayılmadığını kasdediyorsa kafirdir. Tövbe etmediği takdirde öldürülür. Şayet muamelâtta ve diğer hususlarda dinsizce hareket ettiğini kasdetmiş ise kâfir olmaz».
Es-Sübkî [306] sözleriyle milleti tadlîl eden (şaşırtan) kimsenin kâfir olduğunu nakletmektedir.
Bu, cidden Önemli bir meseledir, "ünkü zararı, bütün ümmete gâmil olacak derecede büyüktür. Onun cinayeti de buradan gelmektedir. Kavlî Irtidâddan bir örnek : «Inktlâp İdeolojisi» [307]
Bu Mtap, 1030 sayfadan müteşekkildir. Müellif, -isimden de anlaşılacağı gibi- bu kitabta Inkilâp ideolojisini etüt etmektedir. Müellife göre bu ideoloji, dünyanın her tarafında birdir ve ayni kanun gereğince yürümektedir. Bilmezlikten gelinmesi, atlatılması, tahvil veya tebdil edilmesi gayr-i kaabil bir gerçektir bu. Sonra bu ideolojinin, dînin bütün anlam ve etkilerini bünyesinde toplayan bağlı başına bir din haline geldiğini kaydediyor. Müellif, bu anlamı münâsebet geldikçe tekrarlamıştır [308]. Meselâ diyor ki: «...... Inkilâp ideolojisi, insanların gönüllerine sahip olmakta eski dinlerle boy ölçüşen yeni bir dîni temsil etmektedir. Bu itibarla onun bizzat hayatı, dinlere karşı kaydedeceği kesin zafere bağlıdır......» [309]. Kitabın başka bir yerinde şöyle diyor:
«...... Modern ideolojiler, dîni baltalamalarına ve dîne karşı mukavemet etmelerine rağmen, gerçekte onlar
da birer yeni dîndir......» [310] Ve sonra diyor ki: «...... Modern ideolojiler ve inkılâplar, yeni dînlerdir
veya dînin fizik ötesi tabiatına sahiptirler......» [311]
O hâlde müellif, yeni bir din olabilecek kaabiliyet-te yeni bir ideâl tebennî etmek istemektedir. Fakat içinde yaşadığı ortamın kendine göre bir ideâli bulunduğundan, önce bunu yıkmak ve sonra onun yerine yeni bir ideâl yani yeni bir dîn getirmek istiyor. Kitabın önsözünde diyor ki: «....... İnkılâp düşüncesinin birinci vazifesi, aklı eski düşünce ve inançların pençesinden kurtarmak, bu düşünce ve inançları yıkmak, bunların sürüp gitmesine veya yetişen nesilleri etkilemesine meydan vermemektir...» [312]
Kitabın bütün hedefi, işte budur. O, eski dînin atılması ve onun yerine yeni bir dînin tebennî edilmesi için yapılan bir çağrıdır. Eğer istintacım (vardığım netice) doğru ise kitap, bu anlamı ile İslâm'ın atılmasına ve onun yerine ayni kudsiyet ve ayni saygıya sahip yeni bir akidenin yerleştirilmesine davet ediyor. Bir adamın kalbinde iki dînin barınmasına imkân yoktur.
Müellif, bu arada Allah-u Tealâ'dan da söz etmekte ve O'nu arazî (eğreti) bir varlık olarak göstermektedir. Bu meyanda şöyle diyor: «Fizik ötesi bir gerçeğin veya ilmin haricî bir konusu olduğu gibi dînin de haricî bir konusunun bulunduğunda şübhe yoktur. Fakat bu konunun, dinlerin kısmı âzamına oranla ilâhî bir varlık olması, felsefî yönden bir anlam ifâde etmez ve bu, sadece arazî (eğreti) bir meseleden ibarettir......» [313]
Müellif, bununla da yetinmeyerek dünyâ mülhidle-rinin (dinsizlerinin) genel olarak dinler ve özel surette Allah hakkında bütün kötüleme ve çekiştirmelerini kitabında toplamakta ve bunları, gûyâ belirli şartların mantıkî bir neticesi imiş gibi göstermeye çalışmaktadır. Bilindiği üzere küfrün nâkili, küfürden memnun ise kâfirdir, değilse kâfir değildir. Müellif, başkalarından naklen diyor ki: «...... Tann'nın varlığı, insanın mutluluk, haysiyet, karakter, ve hürriyeti ile bağdaşamaz. Tanrı -eğer mevcut ise-, hürriyet ve insan da'vasma saygı gösterebilmesi için tek bir yol vardır. O da kendi varlığını feshetmesidir......» [314]
Ve diyor ki: «...... Tanrı da'vası, onun varlığının
veya yokluğunun meselesi değil, aklı ondan kurtarma meselesidir. Şayet Tann'nm mevcut olduğu doğru ise
du durumda onu öldürmemiz gerekir...... Ve sen ey Tanrı, ey çaresizleri istibdâd ve zilletin pençesine teslim eden, seni tel'in ederim» [315]
Ve diyor ki: «...... Tevhîd dînlerinin, [316] insanların gönüllerini ve kafalarını bozduğu devirler istisna edilirse, târihin bütün devirleri insanî yönden mutlu geçmiştir......» [317]
Üçüncü Bahis Amelî İrtidâd
Muhtelif mezheblerden fakîhler, Mushafı [318] veya Mushahn bir parçasım [319] çöplüğe atmanın veya O'nu pisliğe bulamanın müslüman kişi hakkında küfrü mucip olduğunu kaydetmişlerdir. Hadîs-i Kudsi [320] ve Hâdîs-i Nebevi de Mushaf gibidir. Keza Kar'an-ı Ke-rîra'i küçümseyen kimse [321], hakkı ta'zîm olunmak olan Allah kitabına hor baktığı için kâfirdir. Peygamber (S.A.V.)'in Hadîsini de küçümseyen kimse kâfir olur. Çünkü onu tahkir etmek, akidenin bozuk ve sönük olduğuna delâlet eder ki bu durumda küfrüne hüküm vermenin hayretâmiz tarafı yoktur. Ayni zamanda bâzı fakîhler, küfre rızâ gösteren veya başkasının kâfir olmasından haz duyan ve buna sevinen [322] veya islâm'ı ve ehlini tahkir edip küfrü ve ehlini ta'zînı eden [323] kimsenin küfrüne kaail olmuşlardır. Zîrâ bu kimse, böylece küfrünü ve İslâm'dan yüzçevirmiş olduğunu meydana koymaktadır. Puta veya güneşe veya aya secde edenin [324] veya dinle alay tarzında [325] sarih bir söz veya harekette bulunanın kâfir olduğu üzerinde Fu-kahâmn goğu müttefiktir. Çünkü secde, yalnız Allah için meşru'dur. Alla-h'dan. başkasına secde eden kimse, onu ta'zîm etmiş olur. Bu ise, İslâm'a kargı çıktığının delilidir. Alay etme hususuna gelince Allah-u Tealâ, kâfirlerden söz ederek buyuruyor ki:
«- Söz verdikten sonra antlaşmalarım bozar ve dînimize dil uzatırlarsa küfrün sergerdelerine -elebaşlarma- karşı savaşın. Hem onlar antlaşması olmayan -antlaşmalara karşı saygı göstermeyen- Kişilerdir ve belki -onlara karşı savaşırsanız kiifürlerine-sonverirler» [326] Böylece dine dil uzatılması, savaşmayı gerektiren sebeblerden biri olarak sayılmıştır. Ve AJlah-u Tealâ buyuruyor ki:
«Söyle -onlara-, Allah ve onun âyetleri ve Peygamberi ile mi alay edecektiniz......» [327]
Bâzıları, haşişi (esrar) mubah gören [328] kimsenin ihtilafsız kâfir, olduğunu nakletmektedirler. İhtiyarî olarak harp diyarına [329] kaçan ve müslümanlara karşı savaşan kimsenin de küfrüne kaail olmuşlardır. Çünkü Peygamber (S.A.V.), düşmanlara iltihak eden kişiden berî olduğunu bildirmiş ve bunu yasaklamıştır. Keza Peygamber (S.A.V.)'in, isnadında şüphe olmayan bir hükmünü inkâr eden de kâfirdir. İkinci Halîfe (Hz. Ömer) (R.A.), Peygamberin hükmüne boyun eğmediği için adamın birini öldürmüştür [330] Allah-u Tealâ'nm «Senin Rabbin hakkı için küçük veya büyük- Baş gösteren her anlaşmazlıkta senin hükmüne müracaat edip, verdiğin hükme karşı gönüllerinde kırgınlık duymayarak tam teslim olmadıkça Mü'nıin olamazlar» [331] Kavl-i şerifini buna delîl göstermek mümkündür.
îmamiyye, bâzı hususlarda faillerin küfrüne münferit olarak hüküm vermektedir. Nitekim Îmamiyye fakîhlerinden bâzılarına göre hilâfet konusunda İmam Ali (Kerremellahu Veehe)'yi çekiştiren kimse kâfirdir. Bu meyanda şöyle bir hadîs iddia etmektedirler.
- Hilâfet konusunda Ali (K.V.) ile çekişen kimse kâfirdir [332]
Keza âdil bir hükümdara karşı savaşmayı» ona isyan etmeyi ve itaattan ayrılmayı bizzat Peygamber (S.A.V.) e kargı gelme hükmünde sayarak bu kimsenin de küf-,, rine hüküm vermişlerdir [333]
Bu arada îmam Ali (K.V.)'den [334] kendine karşı savaşanları, aşağıdaki Âyet-i Kerîme ile iştighat ederek' tekfir etiğini iddia etmektedirler :
«...... Allah dileseydi Peygamberlerden sonra ümmetleri vuruşmazlardı ...... Fakat ihtilâf ettiler ve onlardan kimi Mü'min İdmi de kâfir oldu» [335] «İhtilâf vuku' bulunca biz Allah Azze ve Celle hazretlerine, O'nun dînine, Peygamber (S.A.V.)'e, Kur'ân'a ve hakka daha yakındık. îman edenler bizleriz. Küfredenler de onlardır. Allah, bizden onlara karşı savaşmamızı diledi. Biz de O'nun meşîeti ve irâdesi ile savaşa girdik», derler. [336]
Dördüncü Bahîs Terk İrtidadı
İbâdetleri ve özellikle Namazı terkeden kâfir olur mu?
Meseleyi bütün yönleriyle en iyi şekilde etüd eden, aklî ve naklî bütün delilileri tartışan yazarın, «Namaz ve Namazı terkedenin hükmü» adlı eserinde îbn-ül-Kayyim olduğunu söyleyebiliriz.
ibâdetlerin terki, ya tembellikten veya inkârdan ileri gelir. Önce bunu ele alalım.[337]
1- Namazdan ve diğer ibadetlerden imtina eden:
Zekât vermek ve namaz kılmaktan imtina eden kimse, ya inkarcıdır veya değildir. Eğer namaz ve zekâtı inkâr ediyorsa kâfirdir. Fakat ikrar ettiği hâlde tembellikten ileri geliyorsa kâfir olmaz. Buharı Şârihi Bedrüddin Mahmud-ül Aynî bu hükmü belirterek şöyle diyor:
«...... Farz olduğunu ikrar ettiği hâlde zekât vermekten kaçınan kimse, eğer aramızda yaşıyor ve bize kargı silâh çekmiş ve harp istemiş değilse, zekât, ondan cebren alınarak fakirlere verilir ve öldürülmez. Ebû Bekir (R.A.)'ın zekât vermeyenlere karşı savaşması ise, onların kılıç çekmiş ve ümmete kargı harp kurmuş olmalarından ileri gelmiştir. Bir farzı veya tahakkuk eden bir kul hakkını yerine getirmekten imtina ederek harp kuranlara karşı savaşmanın meşru' olduğu üzerinde bütün âlimler müttefiktirler. Bu durumda onlara kargı savaşmak vaciptir. Eğer vuruşmadan vazgeçmezlerse kanları mubahtır. Namaza gelince, cemâatin mezhebine göre namazın farziyetini inkâr ederek cerkeden kimse mürteddir. Tövbeye çağrılır. Tövbe ederse bırakılır, etmez ise öldürülür. Şâir farzları inkâr eden de böyledir. Fakat tembellik yüzünden namazı terkeden ve «kılmayacağım» diyen kimse hakkında ulemâ arasında ihtilâf vardır, imam Şafiî'ye göre, bir vakit namazını terkeden ve onu vaktinden yani zaruret vaktinden çıkaran kimse, tövbeye çağrılmasını müteakip terk üzerinde isrâr ederse öldürülür. Şafiî'de sa-hîh olan, hadden Öldürülmesidir, küfren değil, imam Mâlik?in. mezhebine göre, vakit içinde namaz kılması emredilir ona. Eğer vakit çıkıncaya kadar namaz kılmamak üzerinde İsrar ederse öldürülür.
Yine ulemâ arasında ihtilâf vâki' oldu. Kimi, «Tövbeye çağrılır ve tövbe etmediği takdirde öldürülür» diyor. Kimi de doğrudan doğruya öldürülmesine hüküm veriyor. Çünkü bu, ikame edilmesi gereken bir haddir. JNfamâz kılarak tövbe etmesi ile bu hadd saakıt olmaz. Fakat kâfir olarak değil de zina eden ve adam öldüren gibi faasık olarak öldürülür. İmam Ahmed'e göre, namazı terkeden kâfir ve mürteddir. Malı devlet hazînesine intikal eder ve müslümanlarm mezarlığında defnedilir [338] Namazı inkâr ederek terketmesi ile tembelliği yüzünden terketmesi arasında fark yoktur.
î?nam Ebû Hanlfe, Es-Sevrî ve El-Muzenî'ye göre, öldürülmez ve durumu Allah'a bırakılır. İmam Ebû Hanîfe'mn mezhebinde meşhur olan, namaz kılmcaya kadar ta'zir (tekdir) edilmesidir. Bazı arkadaşlarımız da, derisinden kan çıkıncaya kadar dövülmesine hüküm, vermektedirler.»
El-Merdâvî [339], Hanbelîler'den rivayet ederek diyor ki :
«...... Bir kimse, Beş ibâdetten birini, ihmal kabilinden terkederse kâfir olmaz. Yani onu hiç yapmamaya azmederse, mürtedd gibi vücûben tövbeye çağrılır. Bu durumda eğer İsrar ederse yine kâfir olmaz, fakat hadden öldürülür...... Bir rivayette Hacc farizasının gayrisinde kâfir olur. Haccı her ne suretle tehir ederse etsin kâfir olmaz..... Bir rivayette hepsinde de kâfir olur...... Bir rivayette küfür, yalnız Namâz'a mahsustur. Mezhepde sahîh olan rivayet budur ve cumhur bu kavil üzeredir...... Bir rivayette küfür, Namaz ve Zekât'a mahsustur. Eğer İmanı (İslâm Hükümdarı), Namaz ve Zekât üzerine savaşıyorsa...... Ve bir rivayette de yalnız Oruc'un ve Haccın terki ile kâfir olmaz ve öldürülmez.»
Hainbelî'den îbn-ü Rudâme [340], diyor ki:
«Namazı terkeden kimse, üç gün namaza da'vet edilir. Kılarsa bırakılır. Kılmazsa, namazı inkâr etmiş olsa da olmasa da Öldürülür.
Namâzm farziyetini bilerek inkâr eden kişinin küfrü hakkında ulemâ arasında ihtilâf yoktur. Fakat yeni nıüslüman olmuş veya küfür diyarında büyümüş veya kasabalardan uzak, çölün ücra bir köşesinde kalmış kimse gibi namazın farziyetini bilmeyerek inkâr ederse ulemâ, bu adamın küfrüne hüküm vermemektedirler. Ancak öğrendikten ve namazın farziyetine dair delilleri bildikten sonra inkâr eder ise o zaman kâfir olur. Ama namazı inkâr eden kimse kasabalarda ve İlim adamları arasında yaşıyorsa mücerret inkârı ile kâfir olur. İslâm'ın diğer rükünleri hakkında da ayni hüküm varittir. Zekât, Oruç ve Hacc gibi. Çünkü bunlar îslâmm temel rükünleridir. Kitap ve sünnet bu rükünlerin farziyetine dâir delillerle dolu. İcma-î ümmetin ittifakı), bu rükünlerin farziyeti üzerine münakit-tir. Hâl böyle iken bu rükünleri iltizâm etmekten kaçman kimse İslâm'a karşı muannit, Allah'ın kitabını, Peygamberinin Sünnetini ve ümmetin icmâ' (ittifak) mı kabul edici değildir».
Hanbelîler'den Eî-Makdisî [341] ve İbn-ü Kudâme [342]' nin görüşleri de bu merkezdedir. Hanbelî'den îbn'ün-Neccar [343], namazı inkâr eden veya namaz kılmaya çağ nldığı halde ihmalkârlık edip reddeden kimsenin öldürülmesi gerektiğine hüküm vermiştir. îbn-ün- Necar'a, göre şâir ibâdetler arasından yalnız namazdan veya na-mâzm bir şartından veya üzerinde ittifak edilen bir rüknünden imtina eden kişi kâfir olur [344].
îbn-ü l-Kayyim'e gelince bu konuda şöyle diyor [345]:
....... Bir kimse namazın farziyetini inkâr etmediği
hâlde tembelliği yüzünden onu geciktirirse namaz kılması emredilir. Sonraki namazın, vakti daralmcaya kadar namaz kılmamak üzerinde isrâr ederse o zaman katli -vacip olur. Bir rivayette üg namaz terketmesi ve dördüncünün vaktinin daralması ile katli vacip olur. Ve katli vacip olduktan sonra üç gün müddetle tövbeye Çağrılır......».
Hanefîler*den Bedr'ru-reşîd [346], namazı inkâr eden kişinin kâfir olduğunu nakletmektedir. îbn-ü Hübeyre [347], namazın farziyetini inkâr ederek terkeden kimsenin mürtedd olduğu üzerinde ittifaka varıldığını, fakat farz olduğuna inandığı hâlde terkeden kimse hakkında ihtilâf edildiğini naklediyor. îmâmiyye'den Et-Tûsî [348], namazı inkâr ederek terkedenin kâfir ve inkârsız olarak terkedenin de fâsık olduğuna hüküm vermektedir. El-Bahrânî [349]ve El-Âmilî [350]de, namazı inkâr edenin katline kaail olmuşlardır.
Mirza Hüseyin [351], namazı inkâr veya kasden terkedenin ve ayni zamanda Zekâtı men'edenin [352] mürtedd olduğunu naklediyor. Zeydiyye'den îmam Ahmed de, inkâr edenin kâfir olduğunu söylüyor [353].
Bütün bunlardan anlaşılacağı veçhile namazı inkâr eden kimsenin küfrü hakkında fukâha arasında ihtilâf yoktur. Çünkü inkarcının küfrüne dair bir çok deliller, vardır. Peygamber (S.A.V.)'in, Abdullah Bin Ömer'den rivayet edilen :
- Müşriklere karşı savaşmakla emrolundum, tâ id La ilâh e illallah Muhanımedür-Resûlüllah deyip namaz kılalar ve zekât vereler. Bunu yaptıkları zaman canlarını ve mallarını benden kurtarırlar. Ancak İslâm'ın hakkı ile -mutâlebe edilirler-. Ve hesapları Allah'a havale edilir; hadîs-i şerifi, bu delillerden birini teşkil eder. [354]
Keza namazı inkâr edenin küfrü, icmâ'-ı ümmet ile sabittir. Ve çünkü namazın her dîndeki yeri, gözden kaybolacak nitelikte değildir. Bu itibarla namazı inkâr, dînden bizzarûra ma'lûm olan bir hükmü inkârdır ve onu inkâr eden mükâbir ve mürteddir. Fakat işkâl, farziyetini ikrar eden kişinin bu meyanda ihmalkârlık göstermes indedir. Biz burada onun öldürülmesi veya hapsedilmesine dâir görüşleri, delilleriyle beraber sı-rahyacağız.
2- Namazı terkedenin katli :
Tembellik ederek namazı terkeden kimsenin öldürülüp öldürülmeyeceği hakkında, fukahâ arasında ihtilâf edildiğini gördük, İbnü-1-Kayyim [355], iki tarafın da adlarım tahdîd etmekte ve şöyle demektedir :
«...... Sonra katlinde ve küfründe ihtilâf ettiler. Süfyan Bin Saîd Es-Sevri, Ebu Amr El-Evzâî, Abdullah Bin El-Mübârek, Harrvmad Bin Zeyd, VeW Bin Eî-Cer-rah, Mâlik Bin Enes, Muhammed Bin İdris Eş-Şâfiî, Ahmed Bin Haribel, İshak Bin Raheveyh ve arkadaşları katline fetva veriyorlar......».
Ölüdürülür diyenlerin hücceti :
Namazı terkedenin öldürülmesine kaail olanlar, müteaddit naklî ve aklî delîllere istinat etmektedirler. İbn-üla-Kayyim [356], «Namaz-» adlı eserinde bu delilleri toplamıştır. Biz burada, bunların en Önemlilerini zikredeceğiz.
A- Allah-ü Tealâ buyuruyor ki :
- «Müşrikleri -gerek haremde ve gerek haremin dışında- Nerede bulursanız öldürün, -esir- alın, muhasara edin ve geçiş yollarını gözetleyin. Eğer tövbe eder namaz kılar ve zekât verirlerse bırakın yollarına»
[357] Bu, tövbe edip namaz kılıncaya ve zekât verinceye kadar müşriklere karşı savaşma emridir...
B- Sahîh-i Müslim'de Ümmü Seleme (K. Anhâ)' dan rivayet ediliyor. Peygamber (S.A.V.) buyuruyor ki :
- Başınıza bir takım devlet ricali getirilecek, -kimini-tanıyacak -kimini de- tanımayacaksınız. Tanımayan kimse berî ve hoşlanmayan kinişe selâmettedir. Fakat her kim rızâ gösterir ve -onların kafilesine- eklenirse...
Dediler ki: Ya Resûlellah! Onlara karşı savaşmayacak mıyız? Buyurdu ki:
- Namaz kıldıkları müddetçe hayır...»
C- Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiştir. Peygamber (S.A.V.) buyuruyor ki:
- Müşriklere karşı savaşmakla emrolımdnm. Tâ ki îâ ilahe illa 1-Iah Muhammed-ü r-resûlüllâh deyip namaz kılalar ve zekât \ereler. Sonra canları ve malları bana haram olur ve Allah tarafında nisaba çekilirler;
Hadîsi, îmam Ahmed ve îbn-ü Huzeyme rivayet etmişlerdir. Peygamber (S.A.V.), namaz kıhncaya ve zekât verinceye kadar savaşmakla emrolunduğunu, canları ve mallarının masuniyetinin, kelîme-i şahadeti getirip namaz kılma ve zekât vermelerine bağlı bulunduğunu ve bundan önce kanlarının da mallarının da mubah olduğunu haber vermektedir.
3- Namazı terkeden, hadden mı yoksa küfren mi öldürülür?
Namazı terkedenin katline kaail olanlar, onun hadden mi yoksa küfren mi öldürüleceği üzerinde ihtilâf etmişlerdir. îbn-ül-Kayyim [358], da'vayı tartışmakta ve şöyle demektedir :
«...... Kaatil ve zâni gibi hadden mi öldürülür yoksa mürtedd ve zındık gibi küfren mi öldürülür? Meselede ulemânın iki kavii vardır ve bu iki kavil de îmam AJımed'deiı rivayet edilmiştir. Birine göre mürteddin öldürüldüğü gibi öldürülür. Bu ise Saîd Bin Cübeyr, Âmir Eş-Şa*b% ibrahim En-Nahaî^ Ebû Amr El-Evzâî, Ebu-s Bıhtiyan, Abdullah Bin El-Mübârekj îshak Bin Rahaveyh ve Mâlikî'den Abdülmelik Bin Habîb'in kavlidir Şafiî mezhebinde iki rivayetten biri de budur. Tahavî, bunu îmam Şafiî'nin bizzat kendisinden rivayet etmektedir. Ebû Muhammed Bin Hazm de bunu Ömer Bin El-Hattab, Muaz Bin Cebel, Abdurahman Bin Avf, Ebû Hüreyre ve diğer sahabîlerden rivayet etmiştir. İkincisine göre küfren değil, hadden öldürülür. Bu, Mâlik ve Şafiî'nin kavlidir. Ebû Abdillah Bin Batta da bu rivayeti ihtiyar etmiştir.
Birinci Kavi : Namazı terkeden kâfir olarak Öldürülür.
Bunun ihtilaflı bir mesele Uduğunu gördük. Zey-diyye'den Eş-ŞevMnî [359], bu daVâyı ve kendisinden, namazı terkedenin öldürülmesi ma'nâsı anlaşılan Hadîsleri [360] ilmî ve dakîk bir şekilde etüd etmektedir [361].
Ayni zamanda îbn-ü Kayyım [362], söz konusu da'-vâyı Kitab, Sünnet ve İcmâ'dan gelen bütün delilleriyle ele almıştır îtâle-i kelâmdan sakınarak burada onun özetini zikretmekle yetineceğiz. Diyor ki [363] :
«...... Maksuda gelince namazı terkedenden îmânın selbedilmesi, kehâir işleyenden selbedilmesinden daha evlâdır ve ondan İslâm isminin kaldırılması, dilinden ve elinden müslümanlara zarar gelenden kaldırılmasından daha elyaktır. Namazı terkedene ne müs-lüman nede mü'min denir...... Namaz kılmamak üzerinde isrâr eden, başının ucunda kılıcın parladığım gördüğü ve ölüm sephâsma getirildiği ve gözleri bağlandığı hâlde ona «ya namaz kılarsın veya seni öldüreceğiz» denildiğinde, «Öldürün beni, asla namaz kılmam» diyen bir kimsenin küfründe §üphe etmek, doğrusu hayret vericidir......»
îbn-iÜ-Kayyim, na mazı terketmenin küfrü mucip olduğunu söylemekte ve namazı terkedenin küfren Öldürülmesine hüküm vermektedir. îbn-ü Hubeyre [364], İmam Ahmed'in, namazı terkedenin katline hüküm verdiğini rivayet ediyor. Fakat hadden mi yoksa küfren mi öldürülür? İmam. Ahmed'den. bu meyanda iki rivayet vardır. îbn-ü Kudâme [365], îmam AhmeÖf-den böylece nakletmektedir. Bl-Merdâm de iki rivayeti naklettikten sonra: «Kâfir olarak öldürülmesi mez-hebimizdir» diyor. îbn-ü l-Kayyim de îmam Ahmed'den böylece rivayet ediyor [366].
îldnci Kavi : Namazı terkeden hadden öldürülür..
Âkil ve baliğ olan bir §ahıs, namazın farziyetini ikrar ettiği halde namazı terkederse, îmam Ahmed'den bir rivayete göre küfren değil hadden öldürülür. /bn-ü Kudâme [367], bu meyanda şöyle diyor:
«...... İkinci rivayete göre, İslâmlığına hüküm vermekle beraber evlenmiş olarak zina eden gibi hadden öldürülür. Bu rivayeti ihtiyar eden Ebû Abdillah^ küfrüne hüküm verenlerin sözünü reddetmiştir ve mezhebimiz bu hüküm üzeredir. Namaz kılmayanın kâfir olmadığı hakkında mezhebimizde ihtilâf yoktur. Ayni zamanda bu, Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şafiî gibi fukahâ-nm ekserisinin kavlidir. Nitekim Peygamber (S.A.V.),
- Allah'ın rızâsını kasdederek Lâ ilahe ilîa-llah diyen kimse ateşe haramdır; buyurmuştur. Ubâdet-ü bmi Saamit'den rivayet edilmiştir. Peygamber ( buyuruyor ki:
- Allah'dan başka ma'bud-ı hakîki olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna, isa'nın Allah'ın kulu ve Meryem'e ilka edilen kelimesi ve O'n-dan bir ruh olduğuna, cennetin ve cehennemin hak olduğuna şahadet eden kimseyi Allah, yaptığı amel üzere cennete koyacaktır; Enes ( E. A, )'den rivayet Peygamber
(S.A.V.) buyuruyor ki :
edilmiştir. La ilahe illa-llah diyen ve kalbinde onunla tartılacak kadar hayır olan kişi cehennemden çıkar......;
Bu hadîs müttefekun Aleyh'dir...... Keza namazı terkedenin kâfir olmadığı icmâ-ı ümmetle sabittir. Çünkü namaz kılmayanların çokluğuna rağmen hiç bir devirde namaz kılmayanın cenazesinin yıkanmadığını, namazının kilmmadığını, mirasından mahrum edildiklerini ve karı-kocadan birinin namazı terketmesi ile aralarının ayrıldığını daha bilmiyoruz. Eğer kâfir olsaydı, bu hükümlerin onun hakkında sabit olması gerekirdi. Sonra namazı terkeden kimse hakkında geçirdiği namazların kazası lâzım geldiği meselesinde müslü-nıanlar arasında bir ihtilâf görmedik. Oysa mürtedd hakkındaki ihtilâfları meydandadır. Kendisinden küfür ma'nâsı anlaşılan hadîslere gelince bunlardan teşdit ve küffâra teşbih kasd edilmiştir...... Şeyhimiz, iki kavlin en doğrusu budur diyor». İbn-ü l-Kayyim de [368], ayni delilleri zikretmekte olduğundan tekrara lüzum yoktur. Eş-Şevkânî [369] ise bu delilleri zikrettikten sonra bunlara bâzı yenilerini eklemiştir. Fazla ma'lûmat isteyen ona müracaat edebilir.
Eî-Kalyûbî'ye gelince, namazı inkâr edenin kâfir olduğunu ve tembellik ederek namaz geçirenin kâfir olmadığını, fakat hadden öldürülmesi gerektiğini açıklamakta ve şöyle demektedir [370]:
«Namazın farziyetini bilerek inkâr eder ve terke-derse, dînden bizzarure ma'lûm olan bir hükmü inkâr ettiği için kâfir ve hakkında mürteddin hükmü carî olur.- Henüz müsîüman olmuş kişinin, namazın farziyetini inkâr etmesi, öğrenmemiş ve bilmiyor olması ihtimaline hamlen küfrü mucip değildir. Veya tembellik ederek namazı terkederse bu takdirce küfren değil de hadden öldürülür. Nitekim Peygamber (SAV.)» Buharı ve Müslim rivayetinde
- Müşriklere karşı savaşmakla emrolundum. Ta ki lâ ilahe illa İlah Muhammedür-Resûlüllah diyeler ve namaz kılarlar......; buyurmuştur. Ve diğer bir Hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır :
- Allah, kullarına beş vakit namaz farz kılmıştır. Bunları getiren ve küçümseyerek onlardan hiç bir şey zayi' etmemiş olan kimse Allah katında cennete girmeye hak kazanır. Fakat bunları getirmeyenin Allah katında bir hakla yoktur. Allah, dilerse ona azâb eder ve dilerse cennetine koyar; Ebû Dâvud ve îbn-ü Hibban taraf mdan rivayet edilmiştir......».
Şafiî'den El-Hısnî'mn [371] görüşü de bu merkezdedir.
4- Namazın farziyetini inkâr etmeyerek terkeden kimse öldürülmez :
Fukâhanın bir kısmı da, namazı terkeden kişinin öldürülmesine dâir görüşleri reddederek hapsedilmesine kaail olmuştur. îbn-ül-Kayyİm'e göre [372]. Ibn-ü Şihab, Saîd Bin El-Museyyib, Ömer Bin Abdülazi^ Ebû Ha-nlfe, Dâvud Bin Ali ve El-Mtızenî hapsedilmesine kaail olan fakıhlerdendir. Nitekim Ebû Hureyre (B.A.)'den şöyle rivayet edilmiştir: Peygamber (S.A.V.) buyuruyor ki:
- Müşriklere karşı savaşmakla emrolundum, ta ki lâ ilahe illallah diyenler. Bunu söylediklerinde kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak frsldu ile -mutalebe edilirler-; Buharı ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir.
îbn-ü Mesûd (K.A.)'den rivayet edilmiştir: Peygamber (S.A.V.) buyuruyor ki:
- Allah'dan başka ma'bûd-i lıaidki olmadığına ve benim Allah'ın Resulü olduğuma şehâdet eden müslü-man kişinin kanı ancak üç şeyden biri ile mubah olur: Evlendikten sonra zina eden, kana karşı kan ve dînini terkederek cemaattan ayrılara; Buharı ve Müslim, tarafından tahrie edilmiştir.
Yukarıda adları geçen faküıler bu Hadîslere istinaden ve namaz, amelî ibâdetlerden olduğu için, Oruç, Zekât ve Hacc gibi terkinin katli mucip olmadığına kaail olmuşlardır».[373]
Mürteddîn İşlediği Suçlar
Mürtedd, bir başkasına karşı ya kasten veya ha-tâen suç işler. Her iki hâlde de, ya bir müslümana, ya bir zimmîye, ya bir mülteciye veya kendisi gibi bir mürtedde tecâvüz eder. İşlenen suç, ya bir öldürme hadisesidir, ya bir yaralama hadisesidir; zina ve kazf [374] gibi ya ırza tecâvüzdür. Hırsızlık ve yol kesicilik gibi ya mala tecâvüzdür. Bütün bu suçlar, bazan İslâm ülkesinde cereyan eder. Sonra mürtedd düşman ülkesine {dar-ı harp) kaçar veya kaçmayabilir. Suç, düşman ülkesinde işlenir. Sonra mürtedd İslâm ülkesine döner.
Mürtedd, suçu ya müslümanken veya mürteddken işleyebilir. Mürteddlikte devam eder veya tekrar İslâm'a döner. Mürtedd tek başına bu suçu işleyebilir, bir cemâatle beraber işleyebilir, bir şehir halkı ile beraber işleyebilir. Bu konu, ülkenin durumuna bağlıdır. Acaba, ülke düşman ülkesi mi sayılır, yoksa İslâm ülkesi olarak mı devam eder? Bir başkasının mürtedde karşı işlediği cinayette de, bütün bunlar göz önüne getirilebilir. [375]
Mürteddin Suçları
I- Mürteddin Bir Şahsı Öldürmesi :
- a)Bir mürted, bir müslümanı kasten öldürürse durum ne olur?
Mürted, bir müslümanı kasten öldürürse, ona kısas lâzım gelir. Hanbelîler'den İbn-i Kudame [376] ve Makdı-sî [377]bu görüştedirler. Her ikisi de, denk olma şartını ileri sürerler. İmam Şafii [378] ve Malikîler'den AIîş [379] de aynı görüştedirler. Fakat İmamı Şafiî der ki: «Farz olan kısastır. Dinsizlik sebebiyle öldürülmesi ise dolayısıyla yerine getirilmiş olur. Mürtedken Öldürülmesi, Allah'ın emridir. Kısas ise kul hakkıdır. Kul hakkı, Allah'ın hakkından önce gelir. Bu sebeple, kısasdan dolayı öldürülmesi gerekir.
îmamiyye'den Hıllî ise [380], hemen kısasdan dolayı öldürülmesini belirtmiştir. Eğer öldürülenin velîsi afve-derse, dinsizliği sebebiyle öldürülür. Kelvezarû [381] hepsini özetler ve der ki: «... Mürteddin, mala ve cana verdiği zarar kendisine tazmin ettirilir...»
Yukardakilerin hepsinden anlaşılan şudur: Mürted, bir müslümanı kasten öldürürse, kısas olarak o da öldürülür. Dinden çıkmasının cezası olarak değil. Kabul edilen görüş budur. Çünkü, ölümü hak eden bir şahsın, dokunulmazlığı olan bir şahsa tecâvüzü vardır. Bu sebeple, mürteddin öldürülmesi farzdır.
b- Mürtedd, bir zımmî veya müste'meni [382] kas-den öldürürse durum ne olur?
Mürtedd bir zımmî veya bir; müste'mene tecâvüz eder ve onu öldürürse; ceza olarak mürtedd öldürülür mü, öldürülmez mi? Fukahânm çoğunluğu, öldürüleceği görüşündedir. Bir kısmı ise öldürülüp öldürülmeyeceği hususunda görüşlerini ileri sürmemişlerdir. Hanbelîlerden îbn-î Kudame [383] ve Makdisî, öldürüleceği görüşündedirler.
Makdisî [384] der ki: «Zimmiyi öldüren mürted de, kısas olarak Öldürülür. Kısas, (öldürdüğünün cezası) İslâ-mi terki sebebiyle öldürülmesinden önce gelir. Eğer, velîsi kısası diyete çevirirse, mürteddin, maktulün diyetini vermesi gerekir...» tbn-i Teymiye [385] de şöyle der: «Zımmîye bedel olarak, mürtedd öldürülür...» îmam Şafiî'nin [386] bu meselede iki görüşü vardır. Bu iki görüşünü delîllendirmeye çalışır ve der ki: «Bir müslüman, İslâm'ı terk etse ve bir zımmîyi öldürse; îslâm'a dönmeden Önce veya döndükten sonra - İkisi arasında fark yoktur - maktulün ailesi kısas isteseler, durum ne olur? Bu hususta iki görüş var: Birincisine göre kısas gereklidir. Doğru olanı da budur. Çünkü, katil, müslüman değil, mürteddir. İkinci görüşe göre kısas gerekmez. Ya tekrar islâm'a döner kurtulur veya İslâm'ı terkinden dolayı öldürülür.
Şafiî fakihlerinden Sabbağ [387] meseleyi açıklamaya ve delîllendirmeye çalışır ve der ki: «Bir mürted, bir hıristiyanı öldürse, sonra tekrar îslâm'a dönse, her iki hâlde de iki görüş vardır:
Birincisine göre, kısas gerekir. Doğru olan da budur. Meselenin özeti şudur: Mürtedd, bir hristiyam öldürse, kısas gerekir mi? Bu hususta iki görüş vardır: Birisi, kısas gerekir. Bu îmam Şafiî'nin ve İmam Müzenî'nin kabul ettiği görüştür.
İkincisi ise, mürtedd ister islâm'a dönsün, ister îslâm'a dönmesin takdirde kısas gerekmez, imam Şafiî El «Ümm» adlı kitabında der ki: İslâm'a dönmesi ile dönmemesi arasında fark yoktur. Eğer, kısas gerekmez dersek, mürted, îslâmın icaplarıyla mükelleftir, demektir. Kendisine ibâdetler farzdır. Girdiği dinde bırakılmaz. îslâm'a davet edilir.
İkinci görüş, öldürdüğü zimmî karşılığında öldürülmesidir. Çünkü, her ikisi de kâfirdir. Üstelik, mürted kâfir olarak bırakılmaz, öldürülür. Zimmî böyle değildir. islâm'ın icaplarıyla mükellef olması, ne kanın akıtılma-masmı gerektirir, ne de dokunulmazlık sağlar. Suçu sabit olduğu takdirde, ne de kısasa mâni' olabilir. Eğer, kısas gerekmez, dersek, diyet gerekir... Biz her ne kadar Öldürülür, diyorsak da yine de velî serbesttir. Dilerse, öldürülmesini ister. İşlediği cinayetten dolayı, kısas olarak öldürülmesi, islâm'ı terki sebebiyle öldürülmesinden öncedir. Çünkü kısas kul hakkıdır.»
Burada ikinci görüşün tercih edildiği açıktır. Sabbağ birinci görüşün delillerini çürütmüş ve iptal etmiştir. Zımmî'nin dokunulmazlığı ve dîninde bırakılması sebebiyle, mürtedden üstün olduğunu meydana çıkarmıştır. Mürteddin, İslâm'ın icaplarıyla mükellef olmasına gelince, bu dikkat ister: Kaldı ki, İslâm'a göre Zımmî de İslâm'a davet edilir. Hattâ usul âlimlerinden bir kısmı, kâfirin, dînin usul ve fürûuna muhatab olduğu görüşündedirler.
İmamiye'den Hiilî [388] de, Şafiîler gibi iki görüşe sahiptir. Ve onun gibi, görüşlerinin illetini bildirir. Der ki: «Bir mürtedd, bir zımmîyi öldürdüğü takdirde, kısas olarak mürtedin öldürülmesinde tereddüt vardır. Dayanağı da, mürteddin, manen müslüman sayılmasıdır. Küfürde müsavi oldukları için öldürülme tarafı daha kuvvetlidir. Nasıl bir yahûdî karşılığında, hıristiyan öldüıülürse, aynen bu da böyledir. Küfür, ne çeşit olursa olsun, hepsi bir millet sayılır. Burada «Tereddüt yönü» açıkça îzâh edilmemiştir. Mürteddia, manen müslüman sayılması ifadesinden de bir şey anlamıyoruz. Çünkü, dokunulmazlığının kaldırılmasında ittifak vardır. O kadar ki, herhangi bir kimse, hâkimin izni olmadan mürteddi öldürse, öldürülen kimseye tazir [389] cezası verilir.
Hillî, bu görüşünü, «Şerâiu-1-îsîâm» [390] adlı kitabında yazmıştır, ikinci görüşü ise, «mürteddin kısas olarak öldürülmesidir.» Bu daha güzel. Çünkü zimmî ile mürtedd küfürde müsavidir. Bu sebeple, mürtedd öldürülür.
Mâlikîler'den Behram [391] der ki: Eğer bir mürtedd, bir zimmî öldürürse, malından diyet alınır: (Bir mürtedd, köle veya zimmî öldürürse, sahîh olan görüşe göre, malından diyet ahnır). Mâlikîler'den Huraşî [392] de bu görüştedir.
c- Bir mürtedd, diğer bir mürteddi kasten ve ha-tâen öldürürse netice ne olur?
Fukahâ, mürteddin çeşitli suç ihtimâllerini, kendisine yapılan tecâvüzleri genişçe inceledi. Fakat, -bana göre- mürteddin, kendisi gibi bir mürtedde kargı tecavüzü hususunda tafsilât vermediler.. Her hâlde, meselenin açık olması sebebiyle bununla uğraşmadılar. Çünkü, bir müslüman Islâmı terkederse kanı helâl olur. Fakat öldürülmesi îslâm devlet başkanına veya vekiline aittir [393]. Eğer bir başkası onu öldürürse ona ta'zir cezası verilir [394]. Hem katil hem de maktul mürteddse, öldürülmesi îcâbeden bir kimse, kendisi gibi bir kimseye karşı suç işlemiştir. Katil -eğer tevbe etmemişse- İslâm'ı terkinin cezası olarak öldürülür. Eğer, îslâm devlet başkanının veya vekilinin izni ile öldürülmüşse, hiç bir şey gerekmez. İzinsiz öldürülmüşse ta'zir cezası verilir. Bu, kasten Öldürme durumuna göredir. Eğer hatâen öldürürse, katilin öldürülmesinden daha tabiî bir şey olamaz. Çünkü diyetin şartı, dokunulmazlıktır. [395] Halbuki mürteddin de dokunulmazlığı yoktur. [396]
Hata Yoluyla Öldürme
a- Mürtedd hatâen bir müslümam öldürdüğü takdirde durum ne olur?
Mürtedd, bir başka şahsı veya kuşu nişan alır da hataen bir müslümam öldürürse, bu maksatlı bir öldürme-değildir. Şu âyete göre, bu türlü öldürmede, katilin diyet vermesi gerekir:
«Kini hataen bir mü'mini öldürürse, mü'min bir köle azâd etmesi ye kısasdan vazgeçtikleri takdirde akdi Blrabasma diyet vermesi gerekir.» [397] Diyet, katilin malından mı ahrnır, yoksa, âkilesinin [398] mi vermesi gerekir? Fukahâ bu hususta farklı görüşlerdedir. Haabelîler'den îbn-i Kudâme [399], katilin malından alınacağı görüşündedir. «... Eğer kazara öldürürse, diyetin, malından alınması gerekir. Çünkü mürtedd katilin, âkılesi ile alâkası kesilmiştir.» Hanefîler'den İmam Muhammed b. Hasan [400] ve îmam Serahsî [401], Şâfîler'den İmam Sabbağ [402], Han-belîler'den İmam Makdisî, [403], îmâmiyye'den Etili [404] de bu görüştedirler. îmam Şâfi' [405], mevzu'u açıklar ve der ki: «Eğer sug, kazara işlenmişse, diyet, aynen akilesinden alındığı gibi, katilin kendi malından alınır. Eğer katil Ölmüşse, âkilesi, onun mürteddken işlediği cinayetten dolayı diyet ödemez. Mürtedd, bir adam öldürdüğü takdirde, diyet, malından üç sene taksitle ahnır. Mürteddken öldürülür veya ölürse, bu da ayrı bir durumdur...» îmam Muhammed [406] de, katilin âküesine hiç bir şey gerekme diği görüşündedir.
Çünkü mürteddin âkilesi yoktur. Der ki: «- Mürtedd, kasten veya kazara bir cinayet işlerse, diyetini âkilesi mi öder?
- Hayır
- Niçin?
- Çünkü, kani helâldir. Düşman sayılır.» Mâlikîler'den Huraşî [407], Hataen, hür bir müslümana karşı işlenen cinayetin diyetini, devletin ödeyeceğini nak-letmiştir.
b- Mürtedd, bir zinımî veya müste'meni yanlışlıkla öldürürse durum ne olur?
Mürtedd, yanlışlıkla, bir zimmî veya müste'meni öldürürse diyet vermesi gerekir. Şu âyet, buna delildir:
«Eğer maktul, aranızda andlaşma olan bir millet-tense, ailesine diyet verilir ve bir de nıü'min köle azâd edilir».[408]
Şöyle ki, her ikisinin de dokunulmazlığı vardır. Onlara karşı cinayet, diyeti îcâbettirir. Hanefiler'den İmam Kâsânî [409], bu sebeple diyetin şartlarından bahsederek bunu ortaya kor ve der ki: «Diyetin farz olmasının asıl şartı iki çeşittir: Birisi dokunulmazlıktır. Yani, maktulün dokunulmazlığının olmasıdır. Düşman ve İslâm devletine isyan edenin öldürülmesi sebebiyle diyet gerekmez. Çünkü, dokunulmazlıkları yoktur. İslâm, ne katil, ne de maktul, için, diyeti îcabettiren şartlardan değildir. Katil veya maktul, ister müslüman, ister zimmî isterse müste'men olsun aralarında diyet verme bakımından bir fark yoktur. Diyet vermek hepsinin üzerine vaciptir...»
Mâlikîler'den Behram [410]diyor ki: «Mürtedd, zimmî yi kasten öldürdüğü takdirde, diyet malından alınır. Kazara öldürdüğü takdirde, -tevbe etmemişse- Hazineden alınır. Eğer tevbe etmişse, burda bir kaç görüş vardır.
(... Mürted, bir köle veya zimmî'yi kazara öldürmüşse ve tevbe de etmemişse, diyeti hazine öder. Eğer tevbe etmişse diyet malından alınabilir, âkilesinden alınabilir; müslümanlardan alınabilir; kendi gibi mürteddlerden alınabilir.) Mâlikîler'den Hureşi [411]: «Diyeti, devlet öder» der. Mürtedde kargı işlenen cinayette de, diyeti devletin ödemesi gerektiği gibi. [412]
Iı- Mürtedin Başkalarını Yaralaması
a- Bir müslümanı, kasten yaralaması: Mürtedd, bir müslümanı yaraladığı veya bir organını kestiği takdirde, bunun hükmü nedir? Bir cemaat, mutlak olarak tazmin edileceği görüşündedir. Çünkü, müslüman olması ve İslâm'ı itiraf etmesiyle, İslâm hükümlerini kabullenmiştir. İslâm'ı terki veya inkârıyla bu hüküm düşmez. [413] Buna, kabullendikten sonra borcunu inkâr edeni misâl verirler. Hanbeliler'den İbn-ü Kudame [414] ve Kel-vezânî [415] bunlardandır. Şâfiîler'den Sabbağ [416] tek başına işlediği suçla, topluluk içinde işlediği suçu birbirinden ayırmıştır. «Sadece tek başına işlediği suçları Ödetilir.^ der.
Mâlikîler'den Aliş [417] de, mürteddin, hür olmayan köle ve zimmîye karşı işlediği suçun para cezası olarak tazmin, ettirilmesini söyler. «... Mürtedd, kasten bir köle veya zimmî'yi öldürdüğü takdirde, diyeti malından alınır. Mürtedd, onlara bedel olarak öldürülmez. Çünkü, köleye; hürriyeti sebebiyle, zimmîye de; hükmen üstündür. Bu sebeple diyet gerekir. îrtidadı sebebiyle, diyetten vaz geçilemez. Bu, Ebû Kasım'm (Muvaziye) isimli kitabındaki görüşüdür. Hiç bir müslümanda durum böyle değildir. Çünkü, bu durumda kısas gerekir. îrtidadı sebebiyle öldürülmesi ise dolayısiyle olur. Eğer, tekrar islâm'a dönerse, trtidadı sebebiyle Öldürülmesi düşer. Kısas olarak Öldürülür.»
Aliş'in yukardaki sözlerinden ne kasdetdigini anlamıyoruz. «... Her ikisine bedel olarak da, katil mürtedd öldürülmez. Çünkü, köleye hürriyetiyle, zimmîye de hükmen üstündür.» diyor. Haydi, köleye üstünlüğünü kabul edelim. Fakat, zimmîye hükmen müslüman sayılacağını mı kastediyor. Çünkü, mürtedd, İslâm'ın dışındaki dînlerde bırakılmaz, Tevbe etmesi muhtemeldir. Eğer bunu kastediyorsa yine kabul edemeyiz. Çünkü, mürtedd, İslâm'ı terkettikten sonra, İslâm ile ilişiği kesilmiştir. O kadar ki, can emniyeti varken kaldırılmıştır. Buna göre, öldürülmesinin caiz olması gerekir.
Sonra, mürteddin zimmî'ye üstünlüğünden maksat nedir? Bir defa zimmî'nin dokunulmazlığı vardır, dîninde bırakılır. Hâlbuki mürtedd girdiği dinde bırakılmaz. Eğer Alİş'in maksadı başka ise, nedir?
b - Mürteddin, bir zimmî veya müste'meni kasten veya hatâen yaralaması:
Umûmî hükümlere ve mürteddin, can [418] ve mala yaptığı bütün zararları ödeyeceği kaidesine göre, mürtedd, zimmî ve müste'mene verdiği zararları öder. Ancak, mürtedd, îslâmı terkten önce bir suç işlemişse, hüküm değişir. Sabbağ [419], kısasın gerekmediği görüşündedir. Sebep de, yaralama sırasında, yaralayanın, yaralanana denk olmamasıdır. İmamiye'den HüB [420] de aynı görüştedir. Aynı sebebi ileri sürer.
Malikîler'den Ali§ [421]. meseleyi başka bir yönden ele alır. Mesele gudur: Mürtedd, zimmîye tecâvüz ettikten sonra, tekrar islâm'a döndü veya dönmedi. Netice ne olur? Aliş der ki: «İbn-i Araf e, îsa b. Kasım'd&n mürtedd hakkında şunları rivayet etmiştir: Mürtedd, İslâmı terki sırasında bir hıristiyam öldürür veya yaralar, akabinde de müslüman olursa, öldürdüğü hıristiyana bedel olarak ne öldürülür, ne de yaralamasına karşılık olarak kısas icra edilir. Çünkü, mürtedd öldürmesi veya yaralaması sırasında hiç bir dîn üzere bırakılmaz. Eğer müslüman olmuşsa, müslümanm tâbi olduğu muameleye tabidir. Bir müslümanı yaralarsa, kısas îcâbeder. Bir hıristiyam öldürürse, onun kargılığında öldürülmez. Eğer onu yaralarsa, kısas da îcâbetmez.»
îbn-i Teymiye [422]. meseleyi, tam tersine îzâh ediyor Şöyle ki: Mürtedd bir zimmî'yi yaralar; yaralı ölmeden Önce veya sonra mürtedd müslüman olursa, mürtedd, ona bedel olarak öldürülür.» .,. Bir zimmî veya bir mürtedd, bir zimım'yi, bir köle bir köleyi yaralar, sonra, yaralanan ölmeden önce veya sonra yaralayan müslüman olur, köle âzâd edilirse, mütecaviz öldürülür. Bu katidir. Öldürülmez de deniliyor...»
«Öldürülür» diyenler, cânî mürteddin kanının helâl olmasına bakarlar. «Öldürülmez,» diyenler de, mürteddin müslüman olacağını göz önünde bulundururlar.
c- Mürteddin, bir mürteddi kasten veya hatâen yaralaması:
Mürtedd, kendisi gibi bir mürteddi kasten yaralar ve yaralanan, mürteddken ölür veya öldürülürse, cânîye higbir şey gerekmez. Çünkü, can emniyeti kalkan birisini öldürmüştür. Cinayet, hatâ yoluyla da işlense durum aynıdır.
Cinayete maruz kalan, müslüman olarak ölür, cânî de mürtedd olarak kalırsa, durum ne olur? Cânî olan miir-tedd kısas olarak mı, yoksa mürtedd olduğu için mı öldürülür ?
Cinayet sırasında caniyi ve tecâcüze uğrayanı ele alan kimse, cânîye hiçbir şey lâzım gelmeyeceğini soy-ler. Çünkü, cinayet sırasında, ölenin kanı helâldir. Cinayete kurban gidenin tevbe edip, tekrar müslüman olacağı ihtimâlini göz önüne getiren ise, cânînin öldürülmesine hükmeder. Eğer cânî İslâmı terki sebebiyle öldü-rülmüşse, kısas sebebiyle öldürülmüş sayılır. Çünkü kısas diğerinden öncedir. Kısas, kul hakkı, İslâmı terkin cezası ise Allah hakkıdır.
Burada, bir başka mesele ortaya çıkıyGr. O da, mürteddin kendisi gibi birisinin bir yerini kesmesidir. Câtıî, tekrar İslâm'a döner cinayete maruz kalanda mürtedd olarak ölür veya İslâmı terki sebebiyle öldürülürse, cânîye hiçbir ceza terettüp etmez. Çünkü, dokunulmazlığı kalkan bir şahsı Öldürmüştür. Bu kasten yapıldığına göredir. Hatâen olursa haliyle netice değişmez.
Olması muhtemel olan bir başka mesele de: Mürteddin yine kendisi gibi birisini yaralaması, yaralayanın ve ölmeden önce, yaralananın İslâm'a dönmesidir. Bunda da yukardakiler gibi ihtilâf vardır. [423]
lll- Mürteddîn Irza Tecâvüzü:
Irza tecâvüz, ya zina veya kazif şeklinde olur.
a- Zina:
Mürtedd zina ederse, cezalandırılır. Zimmînin zim-ğ cezalandırılmasına mâni' olmadığı gibi, mürteddin de, irtidâdı, haliyle, cezalandırılmasına mâni' değildir. Mürtedd, tecâvüzü sırasında ya evli veya bekâr olur. Eğer, bekârsa, dayak cezasına çarptırılır.
Eğer evli iken zina ederse, evliliği ortadan kalkıp, bekâr sayılarak dayak cezasına mı çarptırılır.? Yoksa, evliliği devam eder de recm [424] cezasına mı çarptırılır? Bunda görüş ayrılığı vardır. İhtilâf, ihsanın şartlarmdaki ihtilâftan ileri gelmektedir. Acaba, İslâm ihsanın şartlarından mıdır, değil midir? Hanefîler, [425] Mâlîkîler, [426] bir görüşte Zeydfler [427] gibi, Islâmm, ihsanın şartı olduğunu ileri sürenler derler ki: «İslâmı terkedenin ihsanı bâtıl olur, Ancak tevbe eder, ikinci defa evlenirse, ihsanı tekrar geri gelir.»
İslâmı ihsan şartlarından saymayanlar: «Mürtedd zina ederken evli de olsa, ihsanı bakidir» derler. Mürtedd evli iken zina ederse recmedilir. İmam Şafiî [428] ve HaribeMler [429] de böyle derler.
Hanefîler'den Semerhandî [430] meseleyi açıklıyarak der ki: «İhsan, bize göre yedi şeyin bir araya gelmesi demektir: a) Bulûğ, b) akıl, c) İslâm, d) hürriyet e) sahih nikâh, f) inzalsiz guslü icabettirecek cinsî münâsebet, g) münasebette bulunan her iki şahsın da evli bulunması.
tmam-ı Ebu Yusuf'tan rivayet edildiğine göre, İslâm, ihsanın şartı değildir. Bu Şafiî'nin görüşüdür. Keza, ona göre, cinsî münâsebet de şart sayılmaz. Cinsî mü nâsebet ihsanın vasıflarına dâhildir.. O kadar ki, müs-lüman bir erkek, kâfir bir kadınla cinsî münâsebette bulunsa, erkek yine muhsan sayılır. İhsanın şartlarından biri bulunmazsa reem değil: dayak îcâbeder,
«Onlardan herbirine yüzer sopa vurun» [431].
Hem sopa hem de recm cezası birlikte verilemez.» «î§ârât»m yazarı delilleri en güzel şekilde karşılaştıran ve münâkaşasını yapan zâttır. Der ki [432]: «Zina eden erkeğin müslüman olması ihsanın varlığı için şarttır; EM Yusuf buna zıt görüştedir. Hanefîîer'den EM Yusuf ve İmam Şafiî buna muhaliftir. Ne sebepten muhalif olduklarını bilmiyoruz. Yalnız, her ikisi de aynı görüştedir. Birisinin görüşünü reddetmek, diğerini de red sayılır.
O der ki: Recm cezasının gerekmesi için evlilik na-zar-ı i'tibâre alınır. Çünkü, zînâ fiilinin tam olması iğin evlilik lüzumludur. Eğer, bekâr olsaydı, recm değil de, yüz sopa vurulacaktı Evli olunca, recmedilir. Çünkü, evlilik hâlinde, dîne râcî' olan şeyler, recm cezasının gerekmesi için şart sayılır. Çünkü evlilik, helâl olması sebebiyle zinaya ihtiyaç bırakmaz. Evliliğin helâllik vasfı sebebiyle, zinadan men' hususunda tesiri vardır. Evlilik, zinadan müstağni olmak için bir sebep sayılmıştır. Evlilik meşru' olunca zinadan müstağni olmak asıldır. Din, zinadan men edici olması sebebiyle nazar-ı i'tibâre alınmıştır. Zimmînin dîni de, inandığından dolayı, müslüma-nın dîni gibi, zinadan men edicidir. Her ne kadar dîn bakımından ayrılıyorlarsa da, kâfirle-Zimmîyi kasdediyor-müslüman dînlerince zinadan men' edilmelerinde müsâvî-dirler.
Biz deriz ki: Men' edici dîn, suçun tam olmasının şartı sayılmıştır. Şöyle ki: Din İşlenen fiilin çirkinliğinin artmasında müessirdir. Suçun tam olmasında, işlenen fiildeki fazlalığın tesiri vardır. Bu inkâr edilmeyen bir prensiptir.
Fiilin, çirkinliğinin artması da, ni'nıetlerin tam olması sebebiyledir. Üzerinde Allah'ın fevkalede nimetleri olan kimsenin işlediği suç çok çirkindir. Her ne kadar kafirin de kendisini men' eden bir dîni varsa da o, bir ni'met değildir. Müslümanm dîni ni'mettir. Suçun tam olmasında, bu vasfm tesiri olduğunu anlattık.»
Geri kalan fukahanın yukardakilerden fazla bir de-lîlini bulamadık. Bunlarla iktifa edeceğiz.
Zina edenlerden biri evli değilse durum ne olacaktır?
Bu, evlilik hükmünün bir tarafının açıklanmasını hedef tutan bir meseledir. Evlilik, her şahsın, müstakil olarak kendisine âit olan bir meseledir. Zina evli bir erkekle, bekâr bir kadın arasında veya bunun aksine cereyan etmiştir. Hiçbirinin diğerine tesiri olmaz. Bilâkis, herbiri, bekârlık ve evli olma durumlarma göre cezalandırılırlar Hanefîler'den Kâşânî [433], Şâfitter'den Hısnî [434], Mâlikîler'den Aliş [435] bunu kesinlikle belirtmişlerdir. Bu, caiz ve kabul edilen bir görüştür.
b- Mürteddin, başkasına iftirası: (Kazfi):
Mürtedd, bir başkasına iftira ederse iftirası sebebiyle, ittifakla cezalandırılır. Ancak, bu suçu düşman ülkesinde (Dar-ul-Harpde) [436] işlemişse, burada, İslâm kanunları uygulanamadığından cezâîandırılamaz. Hüküm iftiranın şartlarına göre verilir. O şartlar da iftira edilenle eden arasında çeşitlidir. Sekiz tanedir. Üçü iftira edene aittir: Baliğ olmak, akıllı olmak, iftira edilenin babası olmamak. Bu üç şart içinde islâm şartı yoktur. Mürtedd, ne zaman şu şartları taşıyan birisine iftira ederse cezalandırılması gerekir. O şartlar: İslâm, Bulûğ, Akıl, hürriyet ve iffettir. Ş&fiîler'den HısnS [437], Hanefîler'den Kâsâni [438] de böyle der.
Mürtedd, İslâm ülkesinde bir şahsa iftira eder, düşman ülkesine (Dar-ûl-Harbe) kaçar, sonra yakalanır, îslâm ülkesine iade edilirse, cezalandırılır. Çünkü iftira kula tecavüzdür.
îftirâda, iftira edilenin ve ailesinin şerefi mevzuba-hisdir. Çünkü Zillet ve tecavüze maruz kalmışlardır.
Mâlikîler'den Huraşî [439] de katiyetle bunu söyler.
Başkalarına iftira atan mürtedd, irtidadmda ısrar eder ve ölümüne karar verilirse, önce iftirasının cezasını çeker. [440] Çünkü bu kul hakkıdır. Allah hakkından önce gelir. İftira edilen temize çıktıktan sonra iftira eden öldürülür. Bu daha önce de, geçmişti. [441]
Iv - Mürteddîn Mala Zarar Vermesi :
îrtidâd hiçbir zaman bir imtiyaz olamaz. îslâm ülkesinde, mürtedd bir kimsenin malına tecâvüz eder ve zarar verirse, verdiği zararı ödemesi gerekir, Haııbelîler-den îbn-i Kudame [442] ve Kelvezanî [443] Mâlikîlerden Hureşî [444] ve Aliş [445] Şâfiîler'den Sabbağ [446] imâmîler'-den Hıllî [447] aynı görüştedirler.
Aliş [448] der ki: «Mürtedd, müslümanken ve mürtedd-Hği sırasında işlediği suçlardan sorumludur.» Kelvezanî [449] der ki: «Mürteddin, müslümanken veya mürteddken başkasına verdiği zararlar, malından alınarak ödenir.»
Hanbelîler'den Kelvezanî, mürteddin tek başına veya cemâat içinde işlediği suçlar neticesinde yaptığı zararları Ödeyeceğini nakletmiştir. Der ki: «Mürteddin, mür-tedken mala veya cana verdiği zararları ödemesi gerektir. Tek başına olmakla, cemâat halinde irtidât etmek arasında fark yoktur. Cemâat hâlinde olan irtidâd, İslâm Devleti tarafından harple men edilir. Harp hâlinde müteddlerin verdiği zararların ödenmeyeceği muhtemeldir.» Şâfiîler'den Sabbağ meseleyi genigçe açıklamıştın [450] Der ki: «Mürteddin, cana ve mala verdiği zararlar tazmin ettirilir. Mürtedd, bir insanı yaralar veya bir mala zarar verirse bakarsın: Kuvvetli değilse tazminat vermesi gerekir. Eğer kuvvetli ise ve zararı da harpten önce veya sonra vermişse, gene tazminat verir. Eğer müslü-nıanlarla yaptıkları harp sırasında vernıişse, tazminat vermesi hususunda iki görüş vardır:..» [451]
V - Hırsızlık Ve Yol Kesme
Bir müslümanın bir malı çalmasıyla, bir mürted'in çalması arasında fark var mıdır.?
Fukahânm saydığı hırsızlığın şartlarını görenler, bu şartlar arasında îslâm şartına rastlamazlar. Bu sebeple, hırsızlığın cezasında müslünıanla mürtedd eşittir. Çünkü hırsızlık, bir başkasının malına, meşru olmayan bir yolla tecâvüzdür. Ne zaman bu hâdise meydana gelir ve şartları tamam olursa eezâ gerektir. Hırsızın, muslüman veya mürtedd olması arasında fark yoktur.
Şartlar [452].
1- Bulûğ olmak
2- Akıl,
3- Nisâb [453]
4- Çalman malın muhafazalı olması, (Hırz)
5- Başkasının malı olmak ve kendisine ait olduğunda şüphe olmak. Ne zaman bu şartlar tamam olursa, hırsız cezâlandırırlır.
Yol kesme: Bu da hırsızlık gibidir. îslâm, yol kesmenin şartlarından değildir. İslâm ülkesinde yol kesen ister muslüman ister mürtedd olsun cezalandırılır. Fu-kahâ arasında, «öldürme» «öldürme ve asma» «sadece kesme» gibi, âyetin tatbikinde ihtilâf vardır.
Ancak, bir hususta mürteddin diğerlerinden farklı bir durumu vardır. Mürtedd tevbe etmezse öldürür. Öldürme cezası yol kesmeden dolayı değil başka bir sebeple verilir. Bu mesele sürüp gelen ihtilâf gibi. [454]
Vı- Mürtedîn Mürted Olmadan Önceki Suçlardan Mesul Tutulması
Bir muslüman suç işledikten sonra îslâmı terkeder, mürtedd olur. Ya mürtedlikte devam eder veya tevbe edip tekrar Islama döner. Her iki hâlde de durum nedir. ?
a- Mürteddin, irtidâdından önceki suçları ve mür-teddlikte devamı:
Bir muslüman bir suç i§ler, akabinden de mürted olduğunu i'lân ederse hükmü nedir? Müslümanken dokunulmazlığı olan birine tecavüz etmiş cinayetten sonra islâmı terk ettiği için kanı mubah kılınmıştır, cinayetinin hükmü nedir?
îmam §âfiî [455] mutlaka suç işleme anına bakar: Cinayet taammüden, ölen ve öldüren de müslümansa kısas gerekir. Eğer hataen öldürmüşse akilesinin diyet vermesi gerekir. Çünkü, katil, müslümanken cinayet işlemiştir. Eğer öldürülen zimmî ise, kısas gerekmez. Çünkü, katil, mü'minken onu öldürmüştür. Fakat kendi malından diyet vermesi ve ta'zir edilmesi gerekir. Öldürülmesi kısastan dolayı değil, mürtedliği sebebiyledir.
Hanbelîler''den Makdisî [456] de, zimmî hususunda Şafiî'nin görüşündedir. Der ki: «Kâfir bir zimmîye mukabil, köle de olsa ve İslâmı da terketse gene bir müslü-man öldürülmez...» Aynı zât bir taraftan da, zimmî karşılığında mürteddin öldürüleceğini söyler. Şu sözüne bakınız [457]:
«Mürtedd, zimmiye bedel olarak öldürülür. Kısas, mürtedliği sebebiyle öldürülmesinden Önce gelir...» Yine der ki: Katilin kasten öldürmesi neticesinde durum böyledir. [458] Mürtedliği sebebiyle öldürülmesi önce de olabilir, sonra da olabilir. Maktulün velîsi, ölümünü istemekle afvetmek arasında muhayyerdir.
MâlihMer'den Aliş [459] de yukarıdaki görüştedir. Hür bir müslümanı amden öldürene kısas; köle veya zim-mîyi amden öldürene diyet gerektirdiğini söyler ve der ki: «Mürteddin, bir köleyi veya zimmîyi, teammüden öldürmesinin diyetini alırını. Çünkü mürtedd, bu ikisi karşılığında öldürülmez. Köleye hürriyetiyle, zimmîye de hükmen üstün sayılır. Gerekli diyeti mal olarak vermesi gerekir. îslâmı terki sebebiyle de, bu borcundan kurtulamaz. Hür bir müslümanı öldürmesi, böyle değildir. O zaman kısas gerekir. Mürtedliği sebebiyle Öldürülmesi, dolayısıyla yerine getirilmiş.» Hane filer'den îmam Serahsî [460] de, amden; hataen öldürmede, aynen Şafiî'nin görüşündedir, ve onun delillerini ileri sürer. îmamiyye'&en H%U% [461], Şâfiiler'den Sabbağ [462] zimmî hakkında da aynı şeyi söylerler. Fakat Sabbağj, cânî mürteddin akilesinin olmadığı görüşündedir. [463] Bir müslü-man oku atar, sonra İslâmı terkeder, ok da herhangi bir vatandaşı öldürürse, katilin âkilesi, onun diyetini ödemez. Çünkü, katil, okun öldürmesi sırasında, mürteddir. (Yâni İslâmı terki ve yakınlarıyla ilişkisinin kesilmesi dolayısıyla, hiç kimse onun diyetini vermez).
b- Müslümanm irtidad etmeden önce işlediği suçlar ve tekrar İslama dönmesi:
Bir müslüman bir suç işler, İslâmı terkeder ve sonra tevbe ederse, suçları sebebiyle kendisine nasıl bir ceza verilecektir.? Mürtedlik araya girmesi sebebiyle suçlarım cezasız mı bıraktıracak, yoksa bıraktırmayacak mıdır?
Mürteddin, müslümanken işlediği suçlardan bahsederken Aliş [464] der ki: «Cânî mürtedd, tekrar İslama girerse, mürtedliği sebebiyle ölümü düşer. Kısas tatbik edilir. Çünkü o, müslümanken cinayet işlemiş, sonra, tekrar Islama dönmüştür. İşlediği suçun hesabını vermesi gerekir. Irtidat hiç bir zaman, işlenilen suçu ortadan kaldıramaz.» İbn-i Kudame [465] de bu fikirdedir: «Kim bir cezaya çarptırılır, sonra îslâmı terkeder, sonra İslama girerse, cezası infaz edilir. İmam Şafiî de böyle der. Mürteddken, düşman ülkesine sığınmasıyla, sığınmaması neticeyi değiştirmez.
Katâde der ki: Bir müslüman bir suç işledi, sonra Bzansa kaçtı ve daha sonra yakalandı, îslâmı terketmiş-se cezalandırılmaz. Terketmemişse cezalandırılır, imam Ebu Hanîfe ve îmam Bevri de bu görüştedir. Ancak, insan haklarına tecâvüzü cezasız bırakılmaz. Çünkü bir müslümanın îsîâmı terki amelleri mahveder. Üzerindeki, Allah'a ait hakları da düşürür. Bütün amelleri, müşrik bir insanın amelleri gibidir. Ve İslâm, kendisinden önce yapılan her şeyi siler, süpürür.
Bize göre, nıürtedd cezaya hak kazanmıştır. Kul hakları gibi suçlarının cezası hiçbir zaman düşmez. Ve müşrikken işlediği fiillerden de ayrıdır. Zîrâ müşrikken yaptığı amellerin hükmü yoktur. (İslâm, kendisinden öncekileri siler süpürür) derken, bir insanın kâfirken yaptığı ameller kastediliyor. Eğer, îslâmı terkten önceki suçlar kastedilseydi, îslâmı terkin -o en büyük günahtır- affettirmesi gerekirdi. Ve o zaman, çok suç işleyip cezalandırılması gereken bir kimse, telâmı terkeder, sonra müslüman olurdu. Dolayısıyla günahları af-volumır cezaları düğerdi.»
İslâmı terkedip sonra tevbe eden bir şahsa, müslü-manken işlediği suçundan dolayı ceza vermek, daha doğrudur. Eğer böyle olmazsa, cezalandırılmaktan kurtulmak için bir kapı açılmış olur. Çünkü, herkes, Îslâmı terkedip, sonra tevbe edebilir, dolayısıyla, cezadan kurtu-muş olur. îbn-i Kudame'nin dediği gibi, îslâraı terk bir imtiyaz olur. Günâhlarının afvina sebep olmuş olur. Eu tehlikeyi önlemek için cezayı hak eden bir kimsenin tekrar İslama dönse de cezalandırılması gerekir. Allah'ın haramlarına saygısızlığı önlemek için de cezalandırılması gerekir.
îmam Şafiî, meseleyi bir başka yönden tasvir ediyor. Faraza, bir müslüman, diğer bir müslümanı ağır ya-ralasa, cânî îslâmı terk etse ve sonra tevbe edip ölse, daha sonra da yaraladığı kimse\ölse, katilin âkilesinin sadece, diyetinin yarısını vermesine hükmedilir.
îmam Şafiî der ki [466]: «Bir kimse müslümanken suç işlese, birisinin elini kesse, sonra Îslâmı terkedip, tekrar müslüman olsa ve ölse, daha sonra eli kesilen ölse, katilin âkilesi diyetin yarısını öder. Ölümün diyetini ödemezler. Çünkü, suçlu îslâmı terketmiştir. Dolayısıyla, âkilesinin diyet ödemesi düşer. Bu, mürteddken suç işleyen bir kimsenin âkilesinin diyet ödeme mükellefiyeti olmamasına benzer. Mürteddin tecâvüzünden doğan zarar, kendi malından alınarak tazmin edilir. (İmam Şafiî der ki) Bir de işlenen cinayet karşılığında, katilin âkilesinin diyet ödeme durumu vardır. Cinayet ve ölüm, o müslümanken meydana gelmiştir. İmam Reb% bana göre doğru olanı bu ikinci görüştür; der.
îmam Rebî'in kabul ettiği görüşün daha doğru olduğu gözüküyor. Çünkü cinayetin başlangıcına bakılırsa, eânî müslümandır. Hataen işlediği cinayette âkilesine diyet gerektiği gibi, teammüden islediği cinayette de kendisinin diyet vermesi gerekir. Cinayetin neticesine, bakılırsa, cani gene müslümandır. İslâmı terkin araya girmesine bakılmaz. Eğer îslâmı terk, tecâvüze uğrayan taraftan olursa, bu husus da dikkat ister ki, ilerde anlatılacaktır. [467]
Vll- Mürteddin Düşman Ülkesine Kaçması Ve Bunun, Suçlarına Tesiri:
Bir müslüman Islâmı terkeder, düşman ülkesina kaçarsa, hükmü ne olur?
Müslümanken, İslâm ülkesinde bir suç işler, sonra düşman ülkesine kaçarsa hükmü ne olur?
îslâmı terkeder, İslâm ülkesinde suç işler, sonra düşman ülkesine kaçarsa, hükmü ne olur?
îslâmı terkeder, düşman ülkesine kaçar ve orada suç işlerse hükmü nedir?
a- Bir müslüman Îslâmı terkeder düşman ülkesine kaçarsa hükmü ne olur?
Bir müslüman îslâmı terkederse, öldürülmesi gerekir. Fakat bu iş islâm devlet reisine veya vekiline aittir. Herhangi bir kimse, bunların izni olmadan öldürürse, ona ta'zir cezası verilir. Ancak, mürtedd, düşman ülkesine kaçarsa, herkesin onu öldürme ve mallarını alma hakkı vardır.
îbn-i Teymiye [468] der ki: «İslâm devlet reisinin izni olmadan mürteddi öldürene ta'zîr cezası verilir. Mürtedd düşman ülkesine kaçarsa, tevbeye dahî davet etmeksizin herkes onu öldürebilir ve beraberinde bulunan mallarını alır.»
b- Mürtedd, cinayet işler, sonra düşman ülkesine kaçarsa hükmü ne olur?
Bir mürtedd, îslâm ülkesinde suç işler, sonra düşman ülkesine kaçarsa hükmü nedir? MâlikUer'den Beh-rwm, [469]der ki: «Kasten, bir müslümanı öldürdükten sonra, düşman ülkesine kaçsa, maktulün ailesi kısastan vazgeçmiş de olsalar- diyet olarak mürteddin malından hiçbir şey alamazlar. Sahîh olan görüş budur. Eğer, mürtedd, bir köle veya zimmîyi [470] öldürüp de kaçmışsa, sahîh olan görüşe göre, bu ikisinin diyeti, mürteddin malından alınır.»
Hür müslümanm velîleri, kısasdaıı vaz geçmiş de olsalar, gerekli olan, mürteddin malından, maktulün ailesine diyet verilmesidir. Çünkü velî kısasla diyet arasında muhayyerdir. Katil mürteddin düşman ülkesine kaçmasıyla kısas imkânsızlaşırsa, kısas diyete çevrilir. Köle ve zimmî için diyetle hüküm verildikten sonra, hür bir müslüman için haydi haydi verilir. Çünkü, katil mürtedd, bu ikisi karşılığında öldürülmez. Düşman ülkesine kaçan mürtedd, imkânsızlık sebebiyle öldürü-lemeyen bir kimse durumundadır.
îbn-i Kudame [471] özellikle bu meseleden bahsederken der ki: «...Mürteddin, düşman ülkesine kaçmadan Önce işlediği suçlar sebebiyle cezalandırılması gerekir.
Cana ve mala yapılan tecâvüzler gibi, insan hakla-larıyla ilgili cezalar, tatbik edilir. Çünkü, cânî mürtedd îslâm ülkesindedir. Zimmî ve müste'mene karşı işlediği suçların cezasını görür. Bir de, zina, içki içme ve hırsızlık gibi, sadece AUah'ı ilgilendiren cezalar vardır. Eğer mürtedd, irtidâdı sebebiyle öldürülürse, diğer cezalar, kendiliğinden düşer, ölüm cezası ile bir başka ceza bir-leşirse ölüm cezası ile yetinilir. Mürtedd, tekrar İslama dönerse, zina ve hırsızlık cezası infaz edilir. Çünkü, İslâm ülkesi halkmdandır. Mürtedde, içki içme cezâsınm tatbik edilmeme ihtimali vardır. Çünkü mürtedd kâfirdir. Diğer kâfirler gibi, kendisine sarhoşluk cezası tatbik edilmez. Mürteddin, sarhoşluğu sebebiyle cezalandırılma ihtimali de vardır. Çünkü mürtedd, İslâmı terk etmeden önce, lalamızı hükümlerini kabul etmiştir. Bu ceza da îslâmın hükümlerindendir. islâmı inkârıyla, ceza düşmez.
Mürtedde, içki içtiğinden dolayı ceza verilmemesi daha doğru olsa gerek. Çünkü, bu suçu mürteddken işlemiştir. Sonra, zararı da kendisinedir. Zina ve hırsızlık suçları gibi değildir. Zina ve hırsızlığın zararları baş-kasmadır. Zina ve hırsızlık suçundan dolayı hem müslüman hem zimmî cezalandırılır. Mürteddin de içki içme suçu müstesna, diğerlerini işlediği takdirde, mantıken cezalandırılması gerekir.
İmâmiyye'den Hüll [472]: Umûmî ve mutlak bîr hüküm vermiştir. İster İslâm ülkesinde, ister düşman ülkesinde olsun mürtedd zarar verdiği her şeyi öder. Hülî der ki: «Mürtedd, bir müslümana verdiği her türîü zararı öder. Düşman ülkesinde veya islâm ülkesinde bulunması, harp ve mütareke hâli olması neticeyi değiştirmez. ..»
c- Mürteddin, düşman ülkesine kaçtıktan sonraki suçları :
Bir mürtedd, düşman ülkesine kaçsa, sonra orada bir takım suçlar işlese, hakkmda nasıl hüküm verilir. Bu suçlar, ya bir kâfire veya bir müslümana karşı işlenmiş olabilir. Eğer, kâfire karşı işlenmişse tabii olan, islâm devletince sorumlu tutulmamalıdır. Çünkü suç, İslâm ülkesi dışında, kendisi gibi bir kâfire karşı işlenmiştir. Fakat asıl müşkül bir müslümanı öldürdüğü; malına zarar verdiği veya ona bir başka şekilde tecâvüz ettiği takdirde gözükür. Acaba, mürtedd sorguya çekilir mi çekilmez mi?
İbn-i Kudame'mn naklettiği gibi, İmam Ahmed'e göre mürtedde hiçbir şey lâzım gelmez. Çünkü o müşriktir. Ibn-i Kudame [473] der ki: «îmam Ahmed'e sordum: Bir müslüman İslâmı terketti. Düşman ülkesine kaçtı. Orada bir müslümanı öldürdü. Sonra tevbe edip müslüman olarak İslâm ülkesine dündü. Öldürülenin velîsi de onu yakaladı. Katile kısas gerekir mi?
İmam Ahmed dedi ki: Gerekmez. Çünkü, müşrikken bu susu işlemiştir. Müşrikken hırsızlık yaparsa da durum böyledir; sonra durakladı: Bu hususta bir şey söyleyemiyeceğim, dedi.»
İmam Ahmed'in, mürteddin cezalandırılmamasına illet olarak, müşrikliğini ileri sürmesi yetersiz gözüküyor. Çünkü, müşrik, İslâm ülkesinde bir müslümanı öldürürse, öldürülmesine hüküm verilmeyecek raidir? Hırsızlık yapsa, elinin kesilmesine karar verilmeyecek midir?
Fakat îmam Ahmed, «Cinayet, müslümanlarm ekseriyetini teşkil etmediği, islâm kanunlarının tatbik edilmediği düşman ülkesinde işlenmiştir» delilini ileri sür-seydi daha iyi olurdu. Ancak İbn-i Kudame [474], bundan Önce, düşman ülkesinde, bir müslüman öldürene kısas gerektiğini nakletmiştir. Der ki: «Kısasın gerekmesi için, cinayetin İslâm ülkesinde işlenmesi şart değildir. Bilâkis, ne zaman, düşman ülkesinde bir müslümanı kasten, müslüman olduğunu bile bile öldürürse ona kısas gerekir. Maktulün oraya göçmesiyle, göçmemesi arasında fark yoktur. Şafiî de böyle der. Ebû Hanîfe de der ki: İslâm ülkesi dışında işlenen öldürme suçu sebebiyle kısas gerekmez. Eğer maktul göçmemişse, ister kasten, isterse hataen öldürsün, ne kısas ne de diyet lâzım gelir. Eğer îslâm ülkesine sığman iki müslüman gibi, biri arkadaşını Öldürmüşse, diyetini öder. Kısas îcâbetmez. îmam Ahmed'den de böyle bir rivayet nakledilmiştir. Düşman ülkesinde bir müslüman esiri, kasten veya hataen öldürse ancak diyetini öder. Bizim delilimiz âyet ve hadîslerdir. Kendisine denk olan birisini zulm olarak kasten öldürse, kısas gerekir. İslâm ülkesinde Öldürmesi gibidir. Devlet başkanı olan her ülkede kısas tatbik edilir. Eğer devlet başkanı yoksa, İslâm ülkesindeki durum gibidir.»
Hanbelîler'deiı îbn-i Müflih [475] aynı hükmü ve delili nakletmiştir. îmamîye'den HıM [476] ise, cinayet ister İslâm ülkesinde ister düşman ülkesinde vuku bulsun umûmî bir tazminat ileri sürmüştür. Der ki: «Mürtedd, müslümana. verdiği her türlü zararı, düşman ülkesinde veya îslâm ülkesinde, harp ve sulh hâllerinde tazmin eder. Düşman böyle değildir. Çok kere, borç sebebinde eşit oldukları için her iki hâlde de zaruretler buna mâni olur.» [477]
Toplu Hâlde Îslâmı Terk Etme Ve Mürteddlerîn Suçlarından Mesuliyetleri :
a- Toplu irtidâd ne demektir?
Müslüman bir cemâatin veya bir şehir halkının Is-lâmdan ayrılmasıdır. Aynen ilk Halîfe Ebû Bekir (R.A.) zamanında olan hâdise gibidir.
Eğer böyle bir hâdise meydana gelirse, onların hükmü ne olacaktır? Onlarla savaşılacak mıdır, savaşılmayacak mıdır? Mallarının durumu ne olacak? Aldıkları ganimetler ne olacak? Öldürdükleri müslümanlar ne olacak? Ülkeleri düşman ülkesi olacak mı, olmayacak mı?
Mürteddlerle savaşın vücubu üzerinde Fukahâ müttefiktir. [478] Bu husustaki delilleri de, ilk Halîfe Ebû Bekir'in, mürteddlere yaptığı muameledir. Sadece, İs-lâmı terkle, ülkelerinin düşman ülkesi olup olmayacağı üzerinde ihtilâf halindedirler. Yoksa, düşman ülkesi olması için bir takım şartları mı vardır?
b- Mürteddlerin yaşadığı bölge düşman ülkesi sayılır mı? Sayılırsa ne zaman?
îmam Şafiî, îmam Ahmet, îmam Mâlik, İmam, Ebû Yusuf ve îmam Muhammed derler ki: Halkı îslâmı ter-keden veya hâkimiyeti onlar tarafından ele geçirilen bölge, düşman ülkesi sayılır. Bu hususta Şâfiiler'den İbn-i Hübeyre [479]. der ki: «Fukaha, bir şehir halkının Islâmı terkedip, orada hükümrân olmasında ihtilâf ettiler. Acaba, onların bulunduğu memleket düşman ülkesi sayılır mı? İmam Ebû Hanîfe sayılmayacağını söyler... îmam Mâlİkî'nm mezhebinden anlaşılan ise, bir şehirde, küfür kanunlarının yürürlüğe girmesiyle, orası düşman ülkesi sayılır. İTnam Şafiî ve îmam Ahmed'in görüşü de budur...»
îmam Ebû Hanîfe'mn muayyen şartları vardır. İslâm ülkesinin düşman ülkesi sayılması için o şartların tahakkuk etmesi gerekir.
îmam Serahsî [480] der ki: «...Bir topluluk îslâmı terk etti. Müslümanlarla harp edip, şehre hâkim oldular. Ebû Hanîfe'ye göre, şehirlerinin düşman ülkesi sayılması için üç şart lâzımdır:
1- Küfür diyârma bitişik olmalı. Bu ikisi arasında İslâm ülkesi bulunmamalıdır.
2- Orada, kendilerine inanan hiçbir müslüman veya zinımî bulunmamalıdır.
3- Orada şirk kanunlarını tatbik etmelidirler. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise, orası, şirk kanunlarının yürürlüğe girmesiyle düşman ülkesi sayılır. Çünkü bir ülke, kuvvet ve üstünlük i'tibâ-riyle bizim veya onların olur. Her nerede ki girk kanunları geçerlidir, orada kuvvet müşriklerindir. Bu durumda orası, düşman ülkesi sayılır. Ve her nerede ki İslâm kanunları geçerlidir, orada da kuvvet müslümanla-rmdır. Fakat Ebû Hanîfe, üstünlük ve kuvvetin tamaraini nazar-ı i'tibâra alıyor. Çünkü bu ülke, İslâm ülkesine dâhildir ve müslümanları muhafaza eder. Bu koruma işi ancak, üstünlüğün tamamının müşriklerin eline geçmesiyle ortadan kalkar. Bu da üç şartın bir araya gelmesiyle olur.
Yukarda yazılanlardan îmam Ebû Yusûflz, İmam MuTıammed'in düşman ülkesi sayılması için tek bir şart koştukları anlaşılıyor. O da, orada şirk kanunlarının ge* çerli olmasıdır. Şirk kanunları orada yürürlüğe girince, orası küfür diyarı sayılır. Orada, o kanunların hükmü geçer.
c - Mürteddelerin toplu olarak suçları ve mesuliyetlerinin sınırları:
Mürteddlerin yurdunun düşman ülkesi sayılıp sayılmamasından bahsettik. Şimdi de, onlar müslümanlar-dan birini Öldürdükleri veya müslümanlarm mallarını ele geçirdikleri takdirde, nıüslünıanlar onları mağlûp ettikten sonra, öldürme hâdisesinin neticesi ne olacaktır. Kısas gerekecek midir ? Ellerine geçirdikleri müslümanlarm malları sahiplerine iade edilecek midir, ele geçirilen onların mallarının durumu ne olacaktır, bunlardan bahsedelim.
Fukahâ, mürteddlerin mallarının ganimet olacağında müttefiktir. Fukahâmn çoğu bunu [481] nakletmiş-tir. îbn-i Hübeyre'mn [482] naklettiği gibi, fukahâmn bu hususta icmâ'ı vardır.
Mürteddlerin zarar verdikleri müslümanlarm mallarının ödenmesinde fukahâ farklı görüşlere sahiptir.
İmam Şafiî der ki [483]. «Mürteddlerin irtidâdları sırasında veya tevbe ettikten sonra, savaşta -kuvvetleri varken- savaşın dışında, ayaklanmada veya diğer bir hareketle müslümanlara zarar vermeleri arasında fark yoktur. Aynen müslümanlarm uğradıkları cezaya çarpılırlar. Diyette, kısasda, yaptıkları zararı tazminde ihtilâf yoktur. Bu hususta üstün olup olmamaları tevbe edip etmemeleri arasında da fark yoktur. Katiyyen değişmez.»
Fakat bu umumî hüküm bu şekliyle aşağıda açıklanacağı gibi, kabul edilemez.
Haribelîler''den Kelvezani [484]. hem tazmin edilmesini hem de, edilmemesini söyler. Yine Hanbelîler'den İbn-i Kudame, mürteddlerin verdiği zararları Ödemeleri gerektiğini nakletmiştir. Der ki -[485] «Bir topluluk İs-lâmı terkeder, müslümanlarm mallarına zarar verirse, verdikleri zararı ödemeleri gerekir. Üstün olmaları, kuvvetli olup olmamaları neticeyi değiştirmez. Bbü Be-kir Hallâl böyle söyler. Kadı: bu, İmam Ahmed'in sözünün açık mânâsıdır. Şafiî der ki: Can ve mala zarar veren mürteddlerin göreceği muamele, âsîlerin göreceği muamele gibidir. Mürteddlerin tazminat ödemeleri, tekrar îslâma dönmemelerine sebeb olur. Bu bakımdan âsîlere teşbih etmişlerdir; der.
Bizim delilimiz Ebû Bekir (R.A.)'den gelen rivayettir. Mürteddler İslama dönünce Ebû Bekir (R.A.) onlara dedi ki:
«- Bizden aldığımızı bize geri vereceksiniz. Biz sizden aldığımızı size geri vermeyeceğiz. Siz bizim ölülerimizin diyetini vereceksiniz. Biz sizin Ölülerinizin diyetini vermeyeceğiz; Onlar:
- Kabul ey Allah'ın Resûlü'nün Halîfesi; dediler. Ömer (R.A.) dedi ki:
- Bütün dediklerini kabul ediyorum. Ancak, bizim ölülerimizin diyetini vermelerini kabul etmiyorum. Çünkü ölenlerimiz, Alîaİı yolumda öldürülüp, şehîd oldular.»
Ve onlar, savaşta müslümanları Öldürdüler. Zimmüere benzetildiler. Ölülere gelince, ölüler sebebiyle onlara verilecek hüküm, âsîlere verilen hüküm gibidir. Buna de-lîl olarak Ebû Bekir ve Ömer (E.A.) 'nın yaptıklarını gösterebiliriz. Ayrıca, Esed kabilesinden Tuleyha, aynı kabileden Ukkâşe b. Mulısin ile Sabit b. Esrem'i öldürmüş, onların diyetleri ödettirilmemiştir. Beni Hanife Ye-mâme'de bir çok müslümanları öldürmüş, onlara da hiçbir şey ödettirilmemiştir.
İmam Ahmed'in sözünün şöyle anlaşılma ihtimâli vardır: Malların Ödenmesi sözünden kasıt harcadıkları değil de, ellerinde olanın, kuvvetsizken ve harp dışında verdikleri zararın Ödenmesi demek olur. Harpte verdikleri zararı Ödemeleri gerekmez. Onlar kuvvet kazandıkları zaman, kâfir sayılırlar. Düşmana benzetilirler. Ebû Bekir (R.A.) sözünün, ellerinde kalan mallara dâir olması muhtemeldir. Bu durumda, bu hususta İmam Ah-med'le Şafiî'nin mezhebleri bir olur. İnşallah daha âdil ve daha doğru olan da budur.»
İbn-i Kudâme'nin kabul ettiği görüş hakîkaten güzel gözüküyor. Özellikle, elinde, ilk Halîfe'nin mürtedd-lere tatbik etiği, naklî ve tatbikî deliller var.
ÎJm-i Teymiye [486] ve «Kâfi) adlı kitabında İbn-i Kudame [487] zararların tazmîn etirilmiyeceğinden bahsederler. Hâlbuki, tbn-% Kudame «Muğni» adlı kitabında malların tazmîn ettirilmesi gerektiğini kabul ediyor. Fakat «Kâfi» de anlaşıldığına göre, îbn-i Kudame rivayetin bir kısmını alıyor, geri kalanını bırakıyor. Firuz âbâdî [488] ise meseleyi genişçe ele alıyor. Eğer tecâvüz, savaş dışında olmuşsa müslümamn can ve malına verilen zararın tazmîn etirilmesi gerekir. Eğer zarar savaşta olursa iki görüş nakleder:
Birincisi, âsiler gibi muamele görürler.
ikincisi ise yapılan zararlara tazminat verilmesidir. Sonra, birincisinin sahîh olduğunu söyler. Mürteddlerin olayında Tarık b. Şihâltfm rivayetine dayanarak verilen zararın tazmîn etirilmesi gerektiğini kabul eden FiruzâbâdViim İbn Kudâme'nin yaptığı gibi bir şeyler ilâve etmeksizin, sadece sahabenin sözlerini delîl kabul ettiği gözüküyor.
Şâfiîler*den Sabbağ [489] meseleyi açıklamaya uğraşıyor. Çeşitli yönlerden inceliyor. Yapılan zararların taz-nıînâtı hususunda iki görüşte karar kılıyor. Aynen âsîler için verilen hükümde olduğu gibi. Bu, suçun harp sırasında işlendiğine göredir.
îmam Muhammed b. Hasan [490] ise: İslâm ülkesinde değil de, düşman ülkesinde mürteddin müslümanlar ve zimmîlere karşı işlediği cinayetleri anlatıyor ve diyor ki:
«__ Bir topluluk îslâmı terketti. Şehre hâkim oldu.
O şehirde müslümanlardan ve zimmîlerden kimse kalmadı. Yerleri küfür diyarı oldu, düşman topraklarına iltihâk ettiler. Orada, müslüman ve zimmüerin mallarına el koydular. Düşmandan esir aldılar. Sonra, ellerinde olanın hepsiyle îslâma girdiler. Ellerindekinin hepsi kendilerine mi aittir?
- Evet.» [491]
I- Cana Tecavüz
a- Bir müslümanm mürteddi öldürmesi : îslâmı terkeden birinin kanının helâl oluşunda fu-kalıâ [492] söz birliği etmiştir. Herhangi bir müslüman, devlet başkanının veya vekilinin izniyle onu öldürebilir. Bir kimse onu izinsiz öldürürse, ta'zîr cezasına çarptırılır. Çünkü bu hareketi îslâm devlet başkanının selâhi-yetine tecâvüzdür. Cezalandırmak ve infazı ona aittir. O hâlde, izinsiz onu Öldürene devlet başkanı ta'zîr cezası verir.
b- Bir zimminin mürteddi öldürmesi : Mürteddin kam helâldir, islâm devlet başkanının izniyle onu birisi öldürse, öldürene hiçbir şey lâzım gelmez. Eğer onun izni olmadan öldürürse, devlet başkam ona ta'zîr cezası verir. Eğer öldüren zimmî ise, bu hususta ihtilâf vardır. Hanbelîler'den Sîerdâvi [493] kısas icâ-betmediğini söyler. «(Katil zimmî de olsa, düşmanı, mürtedd, zina eden eviiyi öldürmesiyle kısas îcâbetmez.)
Tutulan yol budur. Fukahâmız da bu görüştedir. Riâyede der ki -Pürûda da bu görüşü kabul eder-: Zim-mînin öldürülmesi muhtemeldir. Bazı âlimlerimiz de buna işaret ederler. Bunu Teraib de söyler. Ceza bize aittir. Devlet başkanı bir vekildir. Fürûda da bunu nakleder. Mezhebimize göre zimmîye diyet de gerekmez. Muharrerde, Vecizde, Fürûda ve diğerlerinde, bu kesinlikle söylenmiştir.
Mezhebimize göre bunu yapan, Devlet başkanının emrine tecâvüz ettiği için kendisine ta'zîr cezası verilir. Aynen düşmanı öldüren bir kimse gibidir.»
Şâfiîler'den Sabbağ [494] bu meselede bir kaç görüş nakleder. Ve der ki: (Bir hıristiyan, mürteddi öldürürse, bu hususta üç görüş vardır):
1- Ebû Ali b. Ebû Hubeyre'den edilen rivayete göre, katile kısas icâbeder. Eğer velîsi kısastan vaz geçerse diyet gerekir. Çünkü onu öldürme işi, mürteddliğin-den dolayı müslümanlann hakkıdır. Hakkı olmayan birisi onu öldürse kısas îcâbeder. Aynen, kısası hak eden birisim", maktulün velîsinden başkasının öldüıme hâlinde olduğu gibidir.
2- Ebû Tayyîb b. Seleme -der ki: Kısas gerekir, Eğer kısas düşerse, öldüren hıristiyana diyet icabetmez. Çünkü hıristiyanm, inancından dolayı kısas edilmesi ica-beder. Mürtedd ona denktir. Ve kanı muhafaza edilmiştir. Diyet gerekmez. Çünkü, mürteddin kanının kıymeti yoktur.
3- Ebû îshak der ki: Kısas da diyet de gerekmez. Çünkü mürteddin kanı (öldürülmesi) mubahtır. Harpte düşmanı öldüren gibi, onu öldürene kısas îcâbetmez.
Ebû Hübeyre, mürteddi öldürmek [o, Müslümanlara gerekir] diyor, [müalümanlarm fertlerine gerekir] demesi lâzımdı. Çünkü öldürme işi İslâm devlet başkanına aittir. Sonra onların inançları nazar-ı itibâre alınmaz. Ancak, İslama göre, bedel vermesi nazar-ı ftibâra alınır. Aynen, savaş dışında bir düşman öldürmesi gibidir.
Biz üçüncü görüşü uygun buluyoruz. İkinci görüşe gelince: hüküm parçalanmaz. Mürteddin ya kanı helâldir, kısas ve diyet gerekmez; yahûd can emniyeti vardır, kısas îcâbeder. Mürteddin ailesi kısasdan vazgeçerse, katilin onlara diyet vermesi gerekir. Kanı helâl olduğu sabittir. O hâlde hükmü parçalamaya mahal yok-> tur. Hıristiyanm inancı nazar-ı i'tibâre alınmaz. Çünkü o, müslümamn kanının helâl olduğuna inanır. Bu da kabul edilir mi? Bu hususta fiiline bakılır, inancına değil.
Şâfiîler'den Ebû Ali Hüseyin [495]: mürteddi Öldüren zimmînin tazminat vermesi gerekir; der. MâliMler3-den Behram [496] ise, bir mürteddi öldürdüğü takdirde, hıristiyanm öldürülmemesini söyler. îmâmiyye'den HıM [497] ise mürteddi öldüren zimmînin öldürülmesini söyler: «Bir zimmî, bir mürteddi öldürürse ona bedel olarak zimmî de öldürülür. Çünkü mürteddin zimmîye göre kanı muhafaza edilmiştir...»
Anlaşıldığına göre, HıM, sadece müslümanlara göre mürteddin kanını helâl sayıyor. Müslümanlardan başkasına göre ise kanı ma'sumdur. Bunun kaynağını bilmiyoruz. Acaba naklî midir yoksa aklî midir? Keşke delillerini de söyleseydi. [498]
Mürtedd İçin Verilecek Diyetin Miktarı :
Bir şahıs mürteddi öldürür -kabul edenlere göre-diyet de îcâbederse, miktarı ne olacaktır?
Malikîler [499], bir müslümana verilecek diyetin on-beşte birini kabul ederler. Dinlerine geçtiği kimselere verilen diyet kadar da, diyenler vardır.
Bir müslümanın diyeti memlekette alış-verişte kullanılan mallara göre değişir. Bu sebeple, Fukaha, çöl halkının diyet olarak yüz deve, Şam ve Mısır'da bin dinar, Irak ve iran'da ise oniki bin dirhemdir, derler. [500]
II- Öldürmenin Dışında Mürtedde Yapılan Tecavüz :
Bir şahıs -katlin dışında? mürteddi yaralar ve yara ölüme sebep olmazsa, hükmü ne olacaktır? Bir kimse mürteddi yaralar, fakat yara ölümüne sebep olur ve mürtedd tevbe edip müslüman olarak Ölürse hüküm ne olacaktır ?
a- Tekrar İslama giren veya girmeyen mürteddî yaralamak :[501]
İmam Muhammed'e göre her iki hâlde de mürteddi yaralamak helâldir. Çünkü tecâvüz anında kanı helâl olduğu için, mürteddi yaralamak da helâldir. İmam Mu-hammed [502] der ki:
«- Bir kimse îslâmı terketti. Bir adam da, kasten veya hataen onun elini kesti veya gözünü çıkardı, yâhûd bir başka yerini yaraladı. Bir mesuliyeti var mıdır? Ne dersiniz?
- Hayır, yoktur.
- Niçin?
- Çünkü, kanı helâldir. Elini ayağını kesmesi, yaralanıası veya bir başka şekilde tecâvüzü neticesinde ona hiçbir şey lâzım gelmez.
__Böylece yaralı olan kimse müslüman olsa, sonra,
o yaradan ölse netice ne olur?
- Bunu yapana, hiç bir şey lâzım gelmez.» Çünkü, îmom, Muhammeâfe göre, mürteddin, cinayet anındaki hâline bakılır.
İmam Şafiî [503], Hanbelîler'den Makdisî [504], îbn-i Teyitliye [505] de bu görüştedirler. Delilleri de, İmam Muhammed'in ileri sürdüğü delildir.
b- Yaralanan bir müslümanın mürtedd olarak ölmesi :
Bir müslüman yaralanır, sonra yaralanan müslüman, îslâmı terkeder ve mürtedd olarak ölürse, hükmü ne olur? Yaralayana kısas mı, diyet mi lâzım gelir? Yoksa hiçbir şey gerekmez mi?
Hanefîler'den İmam Serahsi [506] der ki: «... Kasten eli kesenin malından, elin diyeti verilir. Hataen kes-mişse, kesenin âkiîesi diyeti verir. Çünkü el kesmek tazminat îcâbettirir. îslâmı terk neticesinde can emniyetinin kalkmasıyla, ölüme sebebiyetin cezası düşer.
Ölüme sebep olmayan elin kesilmesinde olduğu gibidir.
Hanefîler'den Kâşâni [507]. yaralandıktan sonra, İs-lâmı terkeden ve ölen bir müslümanın kanın;n helâl olduğunu söyler. Der ki: «Bir kimse, bir müslümanı yaralar, sonra yaralı İslâmı terkeder ve mürteddken ölürse, onun kanı helâldir. Çünkü önceki yara ölümüne sebep olmuştur. Ve îslâmı terk ile hükmen durum değişmiştir. Cinayetin başlangıcında işlenen fiilin öldürme kastı yoktur. Aynen, cinayetin başlangıcında yaralananın hakîkaten mürtedd olması gibidir.
Mâlikîler'den Behraın [508] da, Hanefîler gibi yalnız ele kısas gerektiğini söyler.
Hanbelîler'den Makdisî [509] orta bir hâl çâresi ileri sürer. Yaralayana kısas gerekmediğini fakat en azından bir insan diyeti kadar vermesi gerektiğini söyler.
İmâmîyye'den Hdlî [510] ise bu meselede iki görüş zikreder: Birincisi İmam Muhammed'in görüşü [511] gibidir. İkinci görüşe göre ise, ne kısas ne de diyet lâzım gelir. Bunu da şöyle ta'lil eder. «Azaların, kısası ile diyeti birbirine karışmıştır» der.
Bir uzvu kesme hususunda, Şâfiîler'den Sabbağ [512] hem kısas yapılmasını, hem de yapılmamasını nakleder. Der ki: «Bir şahıs, bir müslümanın bir yerini keser, sonra yaralı îslâmı terkeder ve bu hâlde ölürse, ne kısas, ne diyet, ne de keffâret gerekir. Çünkü yaralı mürtedd olarak ölmüştür. Bu sebeple, can masuniyeti kalkar. Bir uzvu kesmede, kısas gerekir mi, gerekmez mi? Burada, kısas îcâbeder. «Ümm» adlı kitabında İmam Şafiî de böyle der... Ancak mesele şu iki görüşle bilinir.
1- Kısas gerekmez. Bu Ebû Abbas'm kabul ettiğidir. Şöyle bir muhakeme yapar: El, insan demektir.
Madem ki insan için kısas yapılmıyor. O hâlde, el için de yapılmaz.
2- Kısasın gerektiğini kabul edersek, yara ölüme
sebep de olmasa, kesme hadisesiyle kısas îcâbeder. Bu sebeple, yara ölüme sebep olursa, ölenin velîsi, suçlunun, Önce elinin kesilmesini, sonra da öldürülmesini isteyebilir. Ancak, canın diyeti verilince, azaların da diyeti îcâ-betmez.
îbn~i Kudame [513] tafsilât vererek, hiç bir şey lâzım gelmeyeceğini söyler: «Bir müslümanın eli kesilse, sonra îslâmı terkedip, yaranın tesiriyle ölse, ne kısas, ne diyet, ne de keffâret gerekir. Çünkü ölen mürteddir, can emniyeti yoktur, tazminat da verilmez... Ele gelince, sahîh olan görüşe göre ona da kısas gerekmez. Kâdî ele kısas gerekmesi hususunda bir başka görüş ileri sürüyor. Kesmenin hükmü, ölüme sebep olmasıyla kesinleşiyor. Bunu, bir azayı kesip de sonra Öldürmeye benzeti' yor. Yahûd bir başka şey yapıp da, sonra öldürene benzetiyor. İmam Şafiî'nin de kısasın gerekliliği hususunda iki görüşü vardır.»
Bizim üzerinde duracağımız ölüme sebep olan bir kesme hadisesidir. Bu sebeple, bir karşılık olsrak ne öldürme ne de kesme îcâbeder. Aynen eklem yerleri dışındaki kesme suçları gibidir. Kısas yaptıkları şey arasında da fark vardır. Çünkü kesme ölümle neticelenmemiştir.
Kesilen uzva diyet gerekir mi? Bu hususta iki görüş vardır:
Birincisi, diyet gerekmez. Çünkü, cinayetin can masuniyeti olmayan birisine karşı işlendiği meydandadır.
İkincisi: Diyet gerekir. Yaranın ölüme sebep olma cezasının düşmesi, diyetinin düşürülmesini îcâbettirmez. Aynen, bir şahsın bir uzvunun kesilmesi ve sonra bir başkası tarafından öldürülmesi gibidir.
Bu durumda, kesilen yerin diyeti ile beraber tazminatı mı gerekir?. Yoksa, diyet ve tazminatın en azı mı gerekir?
Bu hususta da iki görüş vardır:
Birincisi; kesilen yerin diyeti gerekir. Bir kimse, bir müslümanın ellerini ve ayaklarını kesse, sonra müslü-man, îslâmı terketse ve ölse, İki diyet gerekir. Çünkü, îslâmı terk, ölüme sebep olma cezâsmı ortadan kaldırmıştır. Ölüme sebep olma hükmünün ortadan kaldırılma sı, yaranın iyileşmesine, veya yaralının bir başkası tarafından öldürülmesine benzetilmiştir.
İkinci görüşe göre ise, diyet ve tazmînâtm en azı gerekir. Çünkü eğer îslâmı terketmemiş olsaydı, bir insanın diyetinden daha fazlası olmayacaktı. İslâmı terkle, haliyle daha fazla olmayacaktır. Ölümle neticelenen bir kesip yaralamada, diyetten fazlası verilemez. Aynen, İslâmı terketmeden önceki hâli gibidir. Birincisi ile arasında fark vardır. Birincisi ölümle neticelenmemiştir. İyileşme ve bir başkasının öldürmesi, yaranın Ölüme se bep olma durumuna mâni'dir. îslâmı terk, yaraya tazmî-nât verilmesine mâni'dir. Yaranın öldürmeye sebep olmasına mâni' değildir.»
c- Bîr müslümanın yaralanması, İslâmı terketme-si, sonra tekrar İslama girip müslüman olarak ölmesi :
Bir müslüman yaralanmış, fakat îslâmı terketmiş, sonra İslama girmiş ve müslüman olarak ölmüş. Burada ona karşı tecâvüz, müslümanken olmuş, ve aynı durumda ölmüştür. Fakat araya îslâmı terk hâdisesi girmiştir. O nasıl bir hüküm verilecektir?.
îmam Serahsî [514] meseleyi münâkaşa eder ve der ki: «Düşman ülkesine geçmeden önce îslâma girse ve bu yaradan ölse, İmam Ebû Hanîfe ve imam Ebû Yusuf'a, göre, istihsan yoluyla., ölene diyet verilmesi gerekir, îmam Muhammed ve İmam Züfer'e göre, kıyas yoluyla ancak kesilen elin diyeti verilir, ölenin diyeti verilmez. Çünkü ölüme sebep olma cezası, İslâm'ı terkin, can masumiyetinin ortadan kaldırmasıyla, hükümsüz kalmıştır. Sonra, tekrar İslama dönüşle dokunulmazlığının yok olmadığı kesin değildir. Ölüme sebep olmanın cezası kalktıktan sonra, tekrar yürürlükte olamaz. Bu yara yüzünden ölmesiyle, bir başka sebepten ölmesi arasında fark yoktur. Görmüyor musunuz?. Düşman ülkesine geçse, sonra ikinci defa dönse bu yara yüzünden de ölse, yaralayan ancak elin diyetini verir. Düşman ülkesine geçmeden önceki durum da böyledir. Yaralamanın ve ölüme sebep olmanın nazar-ı i'tibâre alınması, İslâm'ı terkle, hakkının kaybolmasından sonra kesinlik kazanır. Bu durumda o, yarası ölüme sebep olmayıp iyi olan kimse gibidir... Ölüme sebebiyetin cezasında, İslâm'ın varlığı, aynen yokluğu gibidir.
îmam Ebû Hanîfe ile îmam Ebû Yusuf derler ki: Kabul ettiğimiz üzere, îslâm'ı terkle onun hakkı durdurulmuştur, îslâma girmesiyle bu durdurma ortadan kalkar ve araya giren şey -irtidâd- sanki hiç olmamış gibi kabul edilir.»
Hanbelîler''den Makdisî [515] ölüm neticesinde kısası kabul eder.
Şâfiîler'den Sabbağ [516] mevzuu genişçe açıklar. Ve der ki: «Bir kimse bir müslümanı yaralasa, sonra yaralı İslâm'ı terketse, sonra tekrar müslüman olsa ve ölse, diyet ve keffâret lâzımdır. Bunun özeti şudur: Bir kimse, bir müslümanı yaraladı. Yaralanan islâm'ı terketti. Sonra tekrar İslâm'a girdi ve öldü. Bakarım: Mürtedlikte bir müddet kalmış, yara kendisi kadar genişlemişse, kısas îcâbetnıez. Kısas, yara ve bütün vücûda sirayetle gerekir. §öyle ki: bir kimse, mürtedden yaralanır, sonra İslâm'a girerse, kısas îcâbetmez. Müslümanken yaralanır, sonra İslâm'ı terkeder ve ölürse durum yine böyledir. Kısası îcâbettirmeyen bir durumda, kısası icabetü-ren bazı şeyler meydana gelirse hepsi düşmez. Aynen bazı hak sahiplerinin afvederek kısasdan vazgeçmesi gibidir. Ama, Mürtedlik süresi, yaranın, ölümüne sebep olması için, kendisi kadar büyümesine sebep olmamışsa; bu hususta iki görüş vardır:
1- Kısas gerekmez. Çünkü, ölmüş olsaydı, kısası îcâbettirmeyen, bir hâl İle neticelenecekti. O hâlde, yara sebebiyle kısas gerekmez. Bu aynen bir kimsenin, hastalığında karısını üç talâkla boşanmasına, sonra kadının İslâmı terketmesine, kocanın ölmesine benzer. Kadın, kocasının vârisi olamaz.
2- Mutlaka kısas gerekir. Çünkü, yaralama ve yaranın ölüme sebep olması müslümanken meydana gelmiştir. Araya irtidat girmeyen bir hâle benzetilmiştir. Yukarıdaki kadın misaline benzetilmez. Çünkü, islâm'ı terk, kadının nikâhım düşürmüştür. Hâlbuki miras nikâhlıya verilir. Şafiî'de bir konuda, bunun benzeri bir meselede iki görüş üzerinde durur. Mesele şudur:
Bir Müslüman, diğerinin elini kesti; Kesen İslâmı terketti; O mürteddken yara genişledi. Kesen islâm'a girdi. Eli kesilen de öldü. Birinci görüşe göre, diyetin yarısı âkilenin, yarısı da suçlunun malından alınması gerekir. Çünkü mürteddin cezasını âküesi ödemez, ikinci görüş ise, diyetin tamamını âkilesinin vermesidir. Çünkü içinde bulunulan hâle i'tibâr edilir.»
d- Karşıdaki hedef mürteddken mermi silahtan çıkar, müslümanken isabet ederse netice ne olur?.
Bazı fukahâ farazi bir mesele ortaya atıyor. Meselâ bir adam mürteddin tarafına bir mermi sıktı. Mermi kendisine isabet etmeden önce mürtedd müslüman oldu. Acaba, atan suçlu mudur, değil midir?
Atış anı nazar-ı i'tibâre alınırsa vurulacak olan mür-teddir. Kam da mubahtır. Atana hiç bir şey lâzım gelmez. Netice nazar-ı i'tibâre alınırsa, bir müslümana tecâvüz vardır. Bunu yapanın tazminat vermesi gerekir. Bu, fukahâ arasmda ihtilaflı bir meseledir.
İbn-i Teymiye [517] ve Makdisî'den [518] her biri, vuranın tazmînât vermeyeceğini söylemişlerdir. Mâlikîîer'den Behram/da, [519] vuranın, müslümanm diyetini vermesi gerektiğine hükmetmiştir. İmam Şâfü [520] ise, vurulan mürtedd olduğu zaman, diyetin gerekmediğini söylerken, şunu da ilâve eder:
«Bir adam islâmı terketti. Bir başkası da onu vurdu. Mürted, müslüman olunca, kurşun ona isabet etti. Vurulması sebebiyle Öldü. Yâhûd kurşunla onu yaraladı. Vurana kısas gerekmez. Çünkü atış, vurulanın diyet ve kısas hakkı olmadığı zamanda meydana gelmiştir. O anda öldüğü takdirde, vuranın, kendi malından diyet ver mesi gerekir. Eğer o anda ölmemişse yaranın tazminatı gerekir. Çünkü kasıt vardır. Diyet düşmez. Hedef mürteddken kurşun silâhtan çıkmıştır. Bu aynen şuna benzer:[521]
Bir adam, birisine atmış olsa sonra ihrama girse, İhrama girdikten sonra ok bir av hayvanına isabet etse, atan o hayvanı öder . [522]
III- Mürteddîn Irzına Tecâvüz
Mürteddin ırzına tecavüz ya zina suretiyle veya kazf suretiyle olur.
a- Mürtede zina suretiyle tecavüz ;
Mürtedd bir kadınla zina, aynen bir başka kadınla zina gibidir. Bu ikisi arasında fark yoktur, ihtilâf edilen husus, yukarda geçtiği gibi, mürteddin ihsanının olup olmamasındadır. Kim, mürtedd bir kadınla zina ederse, evli değilse, kadına dayak atılır. Eğer dul ise, mürteddin ihsanındaki [523] ihtilâf gibidir. «İhsanı yoktur» diyenlere göre, dayak atılır, «ihsanı bakîdir» diyenlere göre de recmedilir. Bunun sebebi, kadının kadınlığından istifadedir. Dinle hiçbir ilgisi yoktur, işte bu bakımdan Allah Teâlâ, zina âyetini mutlak olarak indirmiştr.
«Zina eden kadın ve zina eden erkek...» [524].
b- Mürtedde İftira (kazf) :
Bir şahıs mürtedd kadm veya erkeğe iftira ederse, cezalandırılmalı mıdır, cezalandırılmamalı mıdır?.
iftira edilenin şartlarına bakınca beş tane olduğunu görürüz.[525]
1- İslâm,
2- Bulûğ,
3- Akıl,
4- Hürriyet,
5- İffet.
Bu şartlardan bir?si eksik olursa, kazf bozulur. İftira eden cezalandırılmaz, ta'zir cezası ile yetmilir. Bu hususta Hanefîler'den Kaşânî [526] der ki: «İftira edilene ait olan iki şeydir: Birisi, kadm olsun, erkek olsun muh-san olmasıdır. İftiranın, ihsan şartları beştir: Akıl, bulûğ, hürriyet, islâm, iffet. Çocuk, deli, köle, câriye, kâfir ve afif olmayanlar, iftiraları sebebiyle cezalandırılmazlar... İslâm ve zinadan korunma şu âyet sebebiyle şarttır:
«İffetli, namuslu, gafil mü'min kadınlara iftira edenler.» [527] Bu âyette zikredilen, hür, zinadan korunan, kötülük bilmeyen mü'min kadınlardır. Bu âyet, îmânın, zinadan korunmanın (iffetin), hürriyetin şart olduğuna delâlet ediyor. Allah'ın Resûlü'nün şu hadîsi de böyledir:
-« Kim Allah'a şirk koşarsa, o muhsan değildir;» Bu da, Islâmın şart olduğuna delâlet eder. Ceza, aneatî iftira edilenden zinanın utancını gidermek için îcâbeder. Kâfirdeki küfrün utancı ise daha büyüktür.
imam Şafiî [528] mürtedd kadına iftira edenin cezalandırılmayacağım açıkça belirtmiştir. Ancak, İbn-i Hazm naslarm zahirine bakarak kâfir kadına iftira ede^ nin cezalandırılmasına karar vermiştir. Islâmı ihsanın şartlarından saymamıştır. Aynı hükmün mürtedde de tatbik edilip edilmemesinden niçin bahsetmediğini anlı-yaraıyoruz. Çünkü, mürtedd de, kafirler zümresindendir. Fakat bazı hükümlerde onlardan ayrılır.
îbn-i Hazm'm [529], bu hususta söylediklerine kulak verelim: «... AUah teâlâ buyurur ki:
«Namuslu, kötülük bilmeyen kadınlara iftira edenler yok mu? Onlar Dünyâda ve âhirette lanetlenmişlerdir.»
Ebû Muhammed der ki: ...Câriye ve hür kadına iftira eşit şekilde, bu âyetin içine girer. Çünkü, Allah hiçbir mü'min kadım, diğerinden ayırmamıştır. Geriye kâfire iftira kalıyor. Allah'ın şöyle buyurduğunu görüyoruz:
«İffetli kadınlara iftira atıp da, sonra dört şahit getiremeyenler yok mu? İşte onlara seksen sopa vurunuz.» [530] Bu umûmî bir âyettir, içine kâfir kadın da mü'min kadın da girer. Tevbe eden müstesna, onlara iftira eden fasıktır. O, bundan sonra der ki: [531] «Ebû Muhammed der ki: Biz kâfire iftira edenin cezalandırılmasının gerektiğini zikrettik.»
Üstelik, kâfir, kendisi gibi bir kâfire iftira ettiği takdirde yine cezalandırılacağı görüşündedir. [532] Çünkü bu, Kur'ânın nassıyla sabittir. [533]
Iv- İslâm Ülkesinde, Başkalarının Mürteddin Mallarına Zarar Vermeleri :
Gelecek bölümde, mürteddin mallarının durumundan bahsederken bu husustaki ihtilâfı göreceğiz. Tevbe-sini i'lân edinceye kadar bekletilip, kendisine mi verilecektir.? Yahut mevcut ihtilâfa göre, vârislerine veya hazineye intikali bakmamdan öldürülünceye veya ölünceye kadar bekletilecek midir? tekrardan kaçınmak için bu hususları yeri geldiğinde açıklayacağız.
Mürteddin tevbe edip, mallarına kavuşmasıyla, öldürülüp veya mürteddken ölmesi arasında fark yoktur. Hiç bir fakîh, mürteddin malının mubah olduğunu, isteyenin alabileceğini söylememiştir. Bu sebeple ne şekilde olursa olsun, bu mallara tecâvüz yasaktır. Verilen zarar ödetilir. Bu sebeple, mürteddin malına zarar veren herkesin, verdiği zararı ödemesi normaldir. Çünkü, mala tecâvüze şer'an izin verilmediği gibi, caiz de değildr. Bunların hepsi «Miirtedin mallarının dununu» bahsinde açıklanacaktır.
Bu konunun, mürteddin mallarının durumu bahsinde işlenmesi doğru idi. Fakat, mürteddin mallarına yapılan bir tecâvüz olması bakımından burada zikrettim. [534]
İrtidadı Sebebiyle Mürteddin Cezalandırılması:
Yukarda geçtiği üzere belli şartlar tahakkuk edince, mürteddin irtidadi sebebiyle öldürülmesi îcâbeder. Bu îrtidadm tesbit edilmesi lâzımdır. Sonra tevbeye davet edilmelidir. Belki tevbe eder, belki de mürteddlikte ısrar eder. Bu sebeple tevbeye davetten söz etmemiz lâzımdır. Bir de tevbe etmesi vardır. Tevbenin, öldürülüp öldürül-memesi üzerinde tesiri de vardır, o hâlde konuyu dörde böleceğiz:
1- îrtidâdm tesbiti,
2- Tevbeye davet,
3- Tevbe etmesi,
4- Ceza olarak mürteddin öldürülmesi. [535]
I- Îrtidadın Tesbitî
Islâmı terk yani irtidâd, ya mürteddin kendi ikrarı veya bu husustaki şahitlerle tesbit edilir. Eğer, mürtedd, îslâmı terkettiğini ikrar ederse, bu ikrar en iyi delildir. Aşağıda tevbeye davet konusunda geleceği gibi, bu konuda bazı mühim hususlara dikkat edilmesi îcâbeder. Eğer hakikaten terketmişse, yukarda geçtiği gibi, Öldürülme şartlarını taşıyorsa -erkekse- ölüm cezâsma çarptırılır. Kadmsa, aşağıda geleceği gibi, ölümle, hapis hususunda ihtilâf vardır. Eğer, Islâmı terk, şahitlerin şe-hâdeti yoluyla tesbit edilecekse, bunun bazı şartları vardır.
a- Şahitlerin sayısı :
îrtidâdın tesbitinde şahitler kaç tane olacaktır? iki mİ dört mü olacaktır? îmam Hasan hâriç, îbn-i Kuda-mG [536] fukahânın iki şahitle yetinilmesinde ittifakını nakleder. Ve der ki: «Âlimlerin çoğunun görüşüne göre, îslâmı terkin tesbitinde iki âdil şahit kabul edilir.» îmam Mâlik, Bvs:âi> Şafiî veEshab-ı Rey bu görüştedirler. îbn-i Münzir der ki: İmam Hasan'dan başka bunlara muhalefet eden bilmiyoruz. îmam Hasan der ki: Öldürme cezası ancak ve ancak dört şahitle infaz edilir. Çünkü, öldürme cezasını îcâbettiren bir hususta, şahitlik mevzuu bahs-dir. Bu hususta, zinaya kıyas edilerek ancak dört şahit kabul edilir.»
Bizim için zinanın dışındaki şahitler esastır. Hırsızlığa şahitlikte olduğu gibi, iki âdil şahit kabul edilir. Bunun zinaya kıyası doğru olamaz. Bekârın zinasındaki durumu delîl kabul edilerek öldürme cezasında da ölüm sebebinden dolayı dört şahide lüzum yoktur. Bir defa zinada öldürme hâdisesi mevcut değildir. Dört şahide sebep zinadır. Bu da, îslâm'ı terk hâdisesinde yoktur. Sonra aralarında fark vardır. Bir kimseye; zina etti; diye iftira etmek seksen sopayı îcâbettirir. Bu: İslâm'ı terketti, diye edilen iftiranın tam aksinedir.
b- Taisilâth şahitlik :
îslâmı terki îcâbettiren hallerdeki, fukahânın ihtilâfı sebebiyle, her şahidin tafsilâtlı şahitlik yapması zarurîdir. İrtidad sayılmayan bir hâlin, irtidaddır, kanâatinden kurtulunması için bu şarttır.
Mâlibîler'den AHş [537] bu hususa dikkati çekmiş ve demiştir ki: «Bu husustaki şahitlik, bir miislümanın kâfir olması hakkındaki şahitliktir. Bu şahitlikle, müslüma-mn kanı dökülecek, dokunulmazlığı kalkacak, malı haczedilecek, vârisleri mirasından mahrum edilecektir. Burada âdil bir şahidin: Ben gehâdet ederim ki, o kâfir oldu ve Islâmı terketti; demesiyle yetinilmez. Küfrü îcâbetti-ren hallerdeki ihtilâftan dolayı, neyi inkâr ettiğini açıklamalıdır. Şâhid, küfür sayılmayan bir hususta, onu küfürle itham edebilir. Sözün zahiri, şahidin tafsilâtlı şekilde anlatmasının lüzumudur. îbn-i Şâş da, tafsilât olmadan, îslâmı terkteki şahitliğin kabul edilmemesi gerektiğini söyler. Çünkü, birisinin kâfir olduğu hususunda hüküm vermek, mezhepler arasında ihtilaflı bir mevzuudur. »
Zeydiyye'den İmam. Ahmed, [538] tafsilâtsız olduğu takdirde, mürted hakkında yapılan şahitliğin kabul edilmeyeceğini söyler. Der ki: «Şahidin, küfrü îcâbettirme-yen şeye, küfrü îcâbettirir, diye inanması ihtimâlinden dolayı, mürteddilİk hususundaki tafsilâtsız şahitlik kabul edilmez.»
Mâlikîler'den Hure§î [539] böyle bir görüş ileri sürmektedir.
c- Mürtedd, kendisine yapılan isnadı kabul etmediği takdirde durum ne olar?
Şahitler, bir şahsın Islâmı terkettiğini söyleseler, o da, mürtedd olduğunu kabul etmese, o şahsın sözüne güvenilir, müslümandır. Bunu îbn-i Teymiye [540] nakleder. İmam Ebû Hanîfe, İmam Şafiî ve İmam Ahmed'e ait olduğunu ileri sürer. Hanbelî mezhebinden îbn-i Müflih [541] de buna benzer bir görüş nakleder. Şâfiîler'den Sabbağ genişçe îzâh eder ve İslama muhalif olan bütün dînlerden uzaklaşmayı şart koşar. Aynen, bir kadının kocasının Islâmı terkettiğini iddia etmesi, kocasının da bunu kabul etmeirfesinde olduğu gibi, meseleyi münakaşa eder, der ki [542]: «İki şahit, onun İslâmı terkettiğine şahitlik etse, o da kabul etmese, ona, şöyle demesi teklif edilir: Allah'-dan başka ilâh olmadığını, Muhammeâ*'in Allah'ın Resulü olduğunu, İslama muhalif olan bütün dînlerden uzaklaştığını kabul edersen, bize yeter.
Sözün kısası, mürteddle kâfirin İslama girmesi arasında fark yoktur. İmam, Şafiî [543] burada, İslama muhalif olan bütün dînlerden sıyrılmayı şart koşmuştur. Bir başka yerde de şart koşmamıştır... Bir kimsenin İslâmı terkettiği sabit olduğu zaman yukardakileri aynen söylerse, başka bir şey istemem. îslâmı terkine dâir delîl getirilir, hanımı zifaftan önce, Islâmı terkettiğini iddia ederse, -Müslümandır, müslümanm vasıflarını hâizdir diye hüküm de verilse- ayrılığa karar verilmesi gerekir. Çünkü bu durum kadının hakkıyla alâkalıdır.» [544]
II- Mürteddin Tevbeye Davet Edilmesi
Bir müslüman îslâmı terkedince, îslâmı terki sabit olduktan sonra öldürülür mü, yoksa, tevbeyc mi davet edilir? îslâmı terkte ısrar ederse, öldürülür mü, yoksa mühlet mi verilir?
Tevbeye davet konusunda, tevbeye daveti kabul etmeyenle eden fukahâ arasında büyük ihtilâf vardır. Bunlarm hepsini DımeşJcî [545] özetlemiştir. Dipnotta, onun sözlerini te'yit eden, mezheplerin kitaplarına işaret edeceğim. «İmamlar, îslâmı terkedenin öldürüleceğinde müttefiktirler. Sonra, acaba hemen öldürülecek midir? Yoksa, öldürülmesi tevbeye davete mi bağlıdır? Tevbeye davet farz mıdır? Yoksa müstehâb mıdır? Tevbe etmezse, mühlet verilir mi, verilmez mi? Bu hususlarda ihtilâfa düştüler. İmam Ebû Hanîfe [546] der ki: Tevbeye davet edilmesi gerekmez. O anda Öldürülür. Ancak, mühlet isterse, üç gün mühlet verilir; Ebû Hanîfe'nm. esbabından: mühlet verilir, diyenlere [547] göre; mühlet istemese de, vermek daha iyi olur. îmam Mâlik [548] der ki: Tevbeye davet edilmesi gerekir. O .anda tevbe ederse, tevbesi kabul edilir. Tevbe etmezse, tevbe edebilir ümidiyle üç gün mühlet verilir. Yine de tevbe etmezse öldürülür.
İmam §âfUJmn [549] tevbeye davetin lüzumunda iki görüşü vardır. En çok tutulanı, tevbeye davet edilmesinin gerekliliğidir. Yine îmam Şafiî'nin, mühlet verilmesi hususunda da iki görüşü vardır. En çok tutulanı, istese de mühlet verilmemesi, bilâkis, mürteddlikte ısrar ettiği takdirde, hemen öldürülmesidir. İmam Ahmed'ten [550] de iki rivayet vardır: Birisi İmam MâMk'in görüşü gibidir. İkincisine göre ise, tevbeye davet gerekmez. Mühlet vermeye gelince; üç gün mühlet verilmesi gerektiğinde, mezhebi ihtilâf halindedir. Hasanlı Basri'den [551], mürteddin tevbeye davet edilmeyeceği, hemen öldürülmesi gerektiği rivayet edilmiştir. Atâ [552] der ki: Eğer müslüman olarak doğmuş, sonra İslâmı terketmişse, o tevbeye davet edilmez. Eğer kâfirken müslüman olmuş, sonra îslâmı terketmişse, bu, tevbeye davet edilir. Sew*'den [553] de, ebedî olarak tevbeye davet edileceği rivayet edilir. Acaba mürtedd kadın, aynen mürtedd erkek gibi midir, yoksa değil midir?
İmam Mâlike İmam Şafiî ve İmam Ahmed, erkekle kadının, islâmı terkle doğan neticelerde müsâvî olduğunu, İmam Ebû Hanîfe ise, kadının öldürülmeyip, hapsedileceğim söylerler.
Mürtedd kadının öldürülmesi veya hapsi meselesi, mürtedd erkekle kadının öldürülmesinden bahsederken, tafsilatıyla zikredilecektir,
İmânüyye'den Tusî [554], mürtedd erkeğin iki defa tevbeye davet edileceğini ileri sürmüştür. Önce tevbeye davetin lüzumunu söyler, sonra bu fikrinden cayar. Ve sadece mürtedd kadmm tevbeye davet edileceğini söyler. Tevbeye davetin müddetinden bahseder, müddetle tahdîd olunmamasını söyler. Bu hususta der ki: «Beşinci mesele: Tevbeye davet gereklidir. Altıncı mesele: Tevbeye davet edilen mürtedd hakkındadır. Mezhebimizin fakihleri, tevbeye davet süresini tahdit etmemişlerdir... Bize göre, tahdidle sınırlamak delile muhtaçtır. Aynı zamanda IV. Halife Hz. Ali'den şöyle bir rivayet vardır.
«Bir müslüman hıristiyan oldu. Onu çağırdı ve İslama dönmesini söyledi. O da, Islama dönmedi. Hz. Alî, onu öldürdü. Bekletmedi.» Bu hareketinin mânâsı, tevbeye davet müddetinde bir tahdid olmamasıdır. Peygain-ber'den şöyle rivayet edilir: Buyurur ki:
- «Kim dînini değiştirirse ona öldürünüz.» Bu hadîsin açık mânâsı da, mürteddin tevbeye davet edilmeden öldürülmesidir. Ancak tevbeye davetini gerektiren bir delilin bulunması müstesna bir haldir.[555]
Fakat Tusî, bir başka yerde, üç gün mühlet verileceğini söylüyor. Diyor ki: [556] «Sehî b. Ziyâd.. Mü'min-lerin halifesi der ki: Mürtedden karısı ayrılır. Kestiği yenmez. Üç gün tevbeye davet edilir. Tevbe etmezse dördüncü gün öldürülür; Tusî tevbeye davetle etmemeyi böyle naklediyor.
Nahvî, [557] Zeydiyye'den Siyağî [558] üç defa tevbeye davet edilmesi gerektiğini söylüyorlar. [559]
Tevbeye Davet Edilmemesine Hükmedenlerin Delîlî :
îbn-i Teymiye [560], mürteddin tevbeye davet edilme-mesindeki delîl hususunda şöyle der: «Çünkü, Peygamber'(S.A.V.) dînini değiştireni, dînini terkederd, cemâatten ayrılanı öldürmeyi emretmiştir. Mürteddin tevbeye davet edilmesini emretmemigtir. Allah Teâlâ da, tevbeye davet etmeksizin müşriklerle savaşmayı emretmiştir. Ancak, tevbe ederlerse, biz onlara dokunmayız. Bu da, mürteddin, kâfirden, küfürde daha katmerli olduğunu te'yid eder. Tevbeye davet edilmeden düşman esirimin öldürülmesi caiz olursa mürtedin öldürülmesi evleviyyetle caiz olur. Bizim, kâfiri, tevbeye davet etmeden öldürmeyi caiz görmemiz Hz. Muharomed'in, îslâma davetinin, kendisine ulaşmama ihtimâlinden dolayıdır. Islâmdan haberi olmayan bir kimsenin öldürülmesi caiz değildir. Mürtedde ise, İslama davet ulaşmıştır. Kendisine davet ulaşan kimsenin kâfir gibi, öldürülmesi caizdir. îşte bu, tevbeye daveti müstehâb sayanların delilidir. îslâma davet kendilerine ulaşmış olsa da, harp sırasında, kâfirleri Islama davet etmemiz müstehâbdır. Mürtedd de, böyledir. Hem kâfirin, hem de mürteddin tevbeye davet edilmesi gerekli değildir. Evet, mürtedin, tekrar îslâma dönüşün caiz olduğunu bilmediği farz olunsa, bu durumda tevbeye davet zarurîdir. Peygamber'in, Mekke'nin fethinde Abdullah b. 8ad b. Ebi Serh'in, Makis b. Sababe'nm Abdullah b. Ha~ tal'm öldürülmesini emretmesi buna delâlet eder. Bunlar mürteddiler. Bunları tevbeye davet etmedi. Bilâkis ikisini öldürdü, İbn-i Ebi Serh'le de, beyat etmekten çekindi. Belki, müslümanlardan biri onu öldürebilirdi. Bundan, müslüman olmadıkça öldürülmesinin caiz olduğu, tevbe-ler. Bu sebeple, aslen kâfir, zina eden, yol kesen v.s. yapıp, ölümü icabettiren bir şeyle İslama terkeden Ura-nîler'i cezalandırdı. Onları tevbeye davet etmedi. Çünkü onlar, kanlarını mubah kılan sebeplerden birini işlediler. Bu sebeple, aslen kafir, zina eden, yol kesen ve v.s. gibi, mürtedd tevbeye davet edilmeden önce öldürülür.* Mürteddin, aslen kâfir olan gibi düşünülmesi, kabul edilemez. Çünkü, her birinin ayrı hükümleri vardır. Kanları, malları ve tasarrufları bakımından birbirinden farklıdırlar. Kâfirden cizye alınır, emniyet içinde yaşar. Mürtedd ise, ya islâm olur veya Öldürülür. Bu ikisinden başkası kabul edilmez. Cizye ve fidyeleri kabul edilmez. Mürteddin mallarında ise, ihtilâf vardır. İslama döndüğü takdirde malları kendisine ait olur. Öldürülür veya mürteddken Ölürse, vârislerine veya müslümanlara kalır. Kâfirin malı böyle değildir.
Peygamber'in «öldürme» emri çıkardığı îslâmı terkeden dört kişi, aynı zamanda, Peygamber'e ve İslâm'a sövmüşler ve onlara dil uzatmışlardır. Bununla beraber hepsini Öldürmemiş, bazılarının tevbesini kabul etmiştir. Ureynelilel'e gelince, [561] onlar, müslüman olan bedevîlerdendi. Allah'ın Resulü, sütlerini içmeleri için, onları zekât develerinin yanma bıraktı. Fakat onlar, İslâmı ter-kettiler, çobanları öldürdüler, develeri götürmeye kalktılar. Peygamber, peşlerinden adam gönderdi. Onları öldürttü. Onlar sadece, mürtedd değildiler. Hem çobanlan Öldürmüşler, hem de, soygun yapmışlardı. Yol kesiciler durumuna düşmüşlerdi. Bu sebeple, Peygamber, onları tevbeye davet etmeksizin öldürttü.
Mürtedd yol kesici gibi değildir. Herbirinin kendisine has hükümleri vardır. Mürtedd zina eden evli gibi da değildir. Çünkü, zina eden evli, cezası belli olan bir suç işlemiştir. Bu suçu işledikten sonra, tevbesi mümkün değildir. Bu iki suç arasmda hiçbir bakımdan benzerlik yoktur. îbn-i Kudame [562] şöyle derken haklıdır: «...Mür-teddin İslahı mümkündür. Islâhına çalışmadan öldürülmesi caiz değildir...» [563]
Tevbeye Davetin Müddeti Ve Adedî :
Mürteddin tevbeye davet edileceği görüşünde olan fukahâ, üç kere tevbeye davet edileceğini, üç gün mühlet verileceğini söylerler. Bu hususta HanefîIerMen İmam Serahsi [564] der ki: «...Ancak, mürtedd, mühlet isterse, üç gün mühlet verilir. Anlaşılan, kalbine şüphe girdiği için Islâmı terketmiştir. Bu sebeple, kalbindeki şüphesini gidermemiz gerekir. Veya, hakkı anlayabilmek için düşünmeye muhtaç olabilir. Bu da ancak, kendisine mühlet vermek suretiyle olur. Eğer mühlet isterse, hâkimin mühlet vermesi gerekir. İslâm hukukunda, muhayyerlik müddetinde olduğu gibi, düşünme müddeti de üç gündür. Bu sebeple, mürtedde üç gün mühlet verilir. Bundan fazla verilmez... Bu hususta bir de rivayet vardır. Bir zât, [565] Ömer b. Hattab'ın huzuruna çıkmış ve Hz. Ömer ona
__ Mağribeden haber var mı? demiştir.
__ Evet, İnandıktan sonra inkâr eden bir adam.
- Ona ne yaptınız?
- Onu yakaladık. Boynunu vurduk.
- Keşke üç gün hapsetseydiniz. Her gün de birer kuru ekmek verseydiniz. Belki tevbe eder, tekrar hakka dönerdi; Sonra Hz. Ömer ellerini kaldırdı:
- AHahun, ben, ne bu hâdiseye şâhid oldum ne de, duyduklarımdan hoşlandım; dedi.
Bu hadîs, başka bir tarîkla da rivayet edilmiştir. Hz. Ömer:
- Eğer sizin yerinizde ben olsaydım, onu üç gün tevbeye davet ederdim. Tevbe etmediği takdirde öldürürdüm; demiştir. Bu hadîs, mühlet vermenin müstehâb olduğunun delilidir...»
İbn-i Hazm, hâdiselerin özetini sunmuştur. Bir kıs mında Üç günde, üç defa [566] tevbeye davet, var. Bir kıs mmda bir defa [567] tevbeye davet vardır. Bir diğerinde de, Halîfe Hz. Ali, bir nıürteddi, bir ay [568] tevbeye davet etmiştir. Mürtedd inadında ısrar etmiş, Hz.- Ali de onu öldürmüştür.
Yukarıda geçenlerin hepsine bakarak şöyle diyebiliriz: Tevbeye davet hususunda Hulefâ-i Râşidîn zamanında, halifelerin görüşleri ayrı ayrıdır. Bu görüş ayrılıkları, fukahâ arasmda da cereyan etmiştir. Fakat tevbeye davet, hangi hâl olursa olsun, zarurî gözükür. Çünkü, îmân eden bir kimsenin, ikinci defa küfre dönmesi uzak bir ihtimâldir. Ancak bir hususta kalbine şüphe girebilir. Mühlet verilip, şüphesi giderildiği takdirde, mürteddin tevbe
etmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu da, yeteri kadar, ona mühlet verilmesini gerektirir. En iyisi, müddet için sınır koymamak ve işi hâkime bırakmaktır. Duruma ve mür-teddin şüphesine göre, müddeti hâkim tayin etmendir. Naklî delillere göre müddet üç günden aşağı olamaz.
Eğer İslâmı terkeden bir kişi değil de, bir cemâai olursa ve mühlet isterlerse, maksatları da müslümanlan oyalamak ve vakit kazanmak olmazsa, mühlet verilmesinde higbir mahzur yoktur. Belki harp etmeden, tevbe edebilirler. Eğer, mühlet istemekten kasıtları müslü-manian oyalamak, kendilerini derleyip toparlamak, müs-lümanlarla savağa hazırlık ise, onlara mühlet vermemek en iyisidir. Bunların hepsi devlet bagkanma bırakıhnıstır. Çünkü bu iğde bütün nıüslümanlarm menfaati vardır. Devlet başkanı da bu menfaatlerin koruyucusudur. Bu hususta Hanefîler'den İmam Serahsi [569] der ki: «Eğer, düşünmek için mühlet isterlerse, bunda müsiümanların menfaati varsa, müsiümanların onlarla karşılaşacak güçleri de yoksa, mühlet vermekte hiç mahzur yoktur. Çünkü, kalplerine şüphe girdiği için islâmı terketnıişlerdir. Düşündükleri vakit, şüpheleri gidebilir.» Mürtedde, mühlet istediği vakit mühlet verileceğini açıkladık. Ancak, müsiümanların, onların, başlarını ezebilmeleri için üç günden fazla mühlet verilmez.
Müslümanların onlarla savaşacak güçleri olmayabilir. Bu durumda, müslümanlarm kuvvetlerini muhafaza etmeleri, onlara mukavemet edememeleri sebebiyle, nıür-teddlerin istediği mühleti vermekte mahzur yok. Eğer müsiümanların, onlarla savaşacak güçleri varsa ve harp, müslümanlar için daha hayırlı ise, onlarla harp ederler.
Onlarla müslüman oluncaya kadar savaşmak farzdır. Allah Tealâ:
«Savaşırsınız yâhud müslüman olurlar.» buyurmuştur. Kudretli iken farzı yerine getirmeyi geciktirmek caiz değildir.» [570]
III- Mürteddin Tevbesi :
Mürtedd tevbe etmek isterse mutlak olarak tevbesi kabul edilir mi? Tevbesi kabul edilmeyen de var mıdır?
Nasıl tevbe edilir?
Önce İslâmı terk sebebini ve hangi sebeple İslâmı terk ettiğini tayin etmek lâzımdır. Çünkü mürteddin tevbesi, ancak, inkâr ettiğinden vaz geçmesi, onu kabul etmesiyle makbul olur. Üçüncü kısımda da geçtiği gibi, İslâmı terk gerçekten bir takım fullerle meydana gelir.
1- Mürtedd belli bir şeyi inkâr ettiği zaman, tev-besinin sahîh olması için, inkâr ettiği şeyi kabul etmesi gerekir. Şehâdet getirmesi kâfi gelmez. Bu hususta, Han-beiîler'den îbn-i Kudame [571] der ki: «Kim şehâdetin dışında bir şeyi inkâr ederse, ancak inkâr ettiğini tekrar kâdî önünde tasdik ettiği takdirde İslama girmiş olur. Bir kimse Muhammedi (S.A.V.)'in Peygamberliğini tas-dîk eder bütün dünyâya gönderildiğini inkâr ederse, Mu-hammed'in bütün mahlûkata peygamber olduğunu tas-tik etmedikçe, müslüman olamazlar.
Yahûd, gehâdetle beraber, îslâma muhalif olan bütün dînlerden uzak olmadıkça, müslüman olduğu kabul edilmez. Muhammed (S.A.V.)'in Allah'ın Resulü olduğunu kabul eder, son peygamberi olduğunda şüpheye varırsa Kadıyanî'l&r gibi-; getirdiği dînin Allah'ın son dîni ve kendisinin de son peygamberi olduğunu tasdik etmesi gerekir. Yalnız kelime-i şehâdetle yetinirse, kendi inandığını kasdetmesi ihtimali vardır.
Bir müslüman bir farzı inkâr etmek suretiyle İslâmi terkederse, inkâr ettiği farzı tasdik etmedikçe, kelime-i şehâdet'i tekrarlamadıkça, müslüman olamaz. Çünkü, inandığı şey sebebiyle Allah ve Resûlü'nü yalanlamı§tır. Bir peygamberi, Allah'ın Kitabından bir âyeti, kitaplarından bir kitabı, Allah'ın melekleri olduğu kat'î bilinen meleklerden birisini inkâr ederse, yâhûd bir haramı helâl sayarsa; müslüman kabul edilebilmesi için, inkâr ettiğini tasdik etmesi gerekir...»
2- Mürtedd Kelime-i gehâdet getirdiği takdirde durum ne olur?
Bir şahsın Islâmı terkettiği tesbît edilir, mürtedd, Kelime-i Şehâdet getirirse, Cumhur-u fukahâ, tevbesinin sahîh olduğunu söyler. Kelîme-i Şehâdetle kâfirin müslüman olması sahîh olur. O hâlde' onunla mürteddin tev-besi de sahîh olur. Hanefîler'den, İmam Muhammed [572], îffiam Serahsî [573], Şâfiîler'den İbn-i Hâcer [574], Sab-bağ [575], Hanbelîler'den Merdavi [576], Makdisî [577], İbn-i jSfeccar [578], Kelvezani [579], Osman [580] İbn4 Davyan [581], İfm-i Kudame [582] ve îmamiyye'den HıUî [583] aynı gö-rüştedirler.
Bu hususta İbn-i Kudame [584] der ki: «Delîl veya başka bir şeyle, bir müslümanm îslâmı terk ettiği tesbît edilirse, mürtedd, Allah'dan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet ederse, bunun üzerine başka bir şeyi açıklaması istenmez. Serbest bırakılır. Hz. Peygamber'in şu hadîsine dayanarak, tasdik ile mükellef tutulmaz:
«- Ailah'dan başka ilâh yoktur deyinceye kadar, insanlarla savaşmaya emrolundum. Kelime-i Tevhidi söyledikleri zaman, benden canlarını ve mallarını emniyet altına almış olurlar. Ancak haksızlıklarının cezalarını görürler. Hesapları da Allah'a kalmıştır.» [585] Hadîs nıüttefekun aleyh'dir.
Kelime-İ Tevhîd'le, aslen kâfir olan müslüman oluyor. Mürtedd de olur. Müslüman olması için Islâmı terk sebebini açıklamaya lüzum yoktur. Mıkdât (R.A.) rivayet ediyor. Diyor ki:
- Ey Allah*in Resulü! Kâfirlerden birisiyle karşılaştım. Benimle doğuştu. Kılıcı ile elimin birisine vurdu ve kesti. Sonra bir ağacı bana karşı siper aldı. Ve: «Müslüman oldum.» dedi. Bu sözü söyledikten sonra ben onu öldürebilir miyim? Ne dersiniz?
- Onu öldüremezsin. Eğer onu öldürürsen, o, öldürmeden önce senin durumuna yükselir. Sen de, onun kelimeyi söylemeden önceki durumuna düşersin; dedi.»
Bir mürtedd müslüman olduğunu iddia eder, kelime-i gehâdeti söylemezse, müslüman sayılmaz. Çünkü o, müslüman olduğunu iddia edip, kelime-i gehâdeti söylememekle, canını korumak istiyor. Hanbelîler'den Makdisî [586] de bu görüştedir.
3- Mürtedd kelime-i şehâdet getirmez, yâhûd müslüman olduğunu iddia etmez. Fakat namaz kılarsa, buna, «nıüslüm andır» denilebilir mi? Merdavî [587] Hanbelî mezhebine göre; «müslümandır» diye hüküm verileceğini, nakleder. Der ki: «Kâfir, namaz kılarsa, İsJâma girdiğine hüküm verilir. Bu mezheb, mutlak olarak bunu kabul etmiştir. Fakihlerimiz de bu görüştedir. Onlardan çoğu bunu kesinlikle belirtmişlerdir. Bu hüküm, mezhebin kabul ettiği bir meseledir. Teym kabilesinden Ebû Muhammedi «İrşâd Şerhi» nde, tek basma değil de, cemâatle namaz kıldığı takdirde, kâfirin müslüman olduğuna hüküm verilir. Demiştir. Fâik'ta. der ki: Namaz kıldığı için mi, yoksa namazın kelime-i şehâdeti ifâde etmesi dolayısıyla mı, müslüman olduğuna hüküm verilir? Bu hususta iki görüş vardır...» [588]
I- Tevbesi Kabul Edilmeyen
Bazı büyük hadîs kitaplarında [589] zikredilmiştir. Müslümanlardan biri, Peygamber zamanında îslâım ter-ketmiştir. Sonra pişman olmuş ve tevbe etmiştir. Peygamber, bunun tevbesini kabul etmiştir. Bu, her îslâmı terkedenin, tevbe edince, tevbesinin kabul edileceğini ifade eder mi?
Kanbelîler'den îbn-i Kudame [590], zındîk'ın [591] tevbesinin kabul edilmeyeceğini açıkça belirtmiştir, -zındık, küfrünü gizlemek ister- Çünkü eski hâlinden hiçbir şey değişmemiştir. Küfrünü gizleyerek müslüman görünmüştür. Tevbe ettiğini iddia ettiği zaman, bunun üzerine fazla bir şey ilâve etmemiştir.
Ancak, Şâfiîler'den Sabbağ [592], zındîk'ın tevbesinin kabul edileceğini nakletmiştir. Der ki: «Açık veya gizli sızdıklıktan ne çeşit inkârla îslâmı terkederse etsin, sonra tevbe ederse, öldürülmez. Hülâsa: Bir kimse, İslâmı terkeder sonra tekrar, İslama dönerse, müslüman sayılır... Küfrü ister açık, ister zındıklık gibi gizli olsun far-ketmez...»
Zeydîyye'den îmam Ahmed, [593] bir görüşünde, zın-dıkın tevbesinin kabulünün caiz olduğunu nakletmiştir.
Bu ince ve dikkat isteyen bir meseledir. Zmdîk zayıf, bencil bir şahıstır. Onun tevbe edip etmediğini ner-den biliriz? Hayatının gizli ve açık olmak üzere iki yönü vardır. Bu hâlde yaşar. Bu hâli yüzünden, fukahâ arasında, tevbesi hususunda ihtilâf devam ederken, çok kere en ihtiyatlı olanı, bu hususu, mahkemeye ve kadının kanâatine terketmektir.
Hanbelîler'den Merdavi [594], İbn-i Kudame [595], îbn-i Neocar [596], İbn-i Davyan [597], Hanefîler'den îbn-i İsrail [598], Allah ve Resûlü'ne şovenin tevbesinin kabul edil-miyeceğini nakletmişlerdir.
Allah'a şovenin tevbesinin kabul edilmemesi hususunda dikkat gerekir. Allah her türlü incinmekten uzaktır. O, kullarına kargı lütûfkârdır. Kendisiyle ilgili haklarda müsamahakârdır. O'nu ayıplamak, insanlarda olduğu gribi, hiç bir zaman Allah'ı küçültmez. Of çok müsamahakârdır. :
«Allah kendisine şirk koşulmasını afvetmez. O-nun dışındaki şeyleri dilediği kimse için afveder.» [599]
Tevbesi kabul edilmeyenlerden birisi de sihir yapan ve büyücüdür. Ancak uzun bir müddet sihiri terkerîerse. tevbesi kabul edilir. Hane filer'den Bedr-ûr-Reşîd [600], Şâfiîler'den LHmeşkî [601] bu hususu kesin olarak belirtmişlerdir. [602]
2- Tekrar Tekrar Îslâmı Terkedenin Tevbesî :
Bir defa îslâmı terkedip,. sonra tevbe edenin tevbesi kabul edilir. Bu gayet makuldür. Belki şüpheye düşmüş, şüphesi, onu, İslâmı terke sürüklemiş olabilir. Fakat, birden fazla İslâmı terkedip, tevbe etmişse, tevbesi kabul edilir mi, edilmez mi?
Fukahâ bu hususta, ikiye ayrılıyor. İbn-i Kudame [603] bu husustaki görüşleri özetler ve der ki: «...Mürtedd tevbe ettiği zaman tevbesi kabul edilir. Ne çeşit bir inkâr olursa olsun, öldürülmez... Bu Şafiî ve Hanbelî mezhebinin görüşüdür. Bu, Hz. Ali ve tbn-i Mesud'dan rivayet edilir. îmam Ahmet'den gelen iki rivayetin biridir. Ebû Bekir HaîlâVm kabul ettiği görüştür. Ve Ebû Be-hir, Ebû A'bdııTla'h'm mezhebinde, bunun tercih edildiğini söylemiştir. Diğer rivayet de, zındık'ın ve birkaç defa îslâmı terkeden kimsenin tevbesinin kabul edilmeyeceğidir. Bu, Mâlik'in, Leys'in, İshak'm görüşüdür. Ebû Hanîfe'den de, aynen böyle iki rivayet vardır. Bir kaç defa îslâmı terkedip, tevbe edene gelince; Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:
«Şunlar ki iman ettiler, sonra tuttular kâfre gittiler, sonra yine iman ettiler, sonra yine küfre gittiler, sonra da küfürde ileri gittiler. Allah onları mağfiret edecek de değil, doğru bir yola çıkaracak da değildir»[604]
Esrem, Zabyan b. İmare'ye isnâd ederek rivayet eder: Benî Sa'd dan bir zât, Benî Hanîfe Mescidine uğradı. Bir de ne görsün, Müseyleme'nin safsatalarını okumuyorlar mı? Hemen Îbn4 Mesudy& gitti, vaziyeti ona anlattı. îbn-i Mesud, onlara adam gönderdi ve getirtti. Hemen onları tevbeye davet etti. Onlar da tevbe ettiler,. İbn-i Nevaha denilen biri müstesna, diğerlerini bıraktı. Dedi ki:
- Seni bir defa daha getirtmiştim, Tevbe ettiğini iddia etmiştin. Görüyorum ki, gene geldin; İbn-i Mesud onu öldürdü. İlk rivayetin dayanağı şu âyettir:
«İnkâr edenlere de ki: İnkârlarına nihayet verirlerse, geçmiş günâhlarının hepsi affolunur.» [605]
Bir zâtın, Peygamber'e, biri hakkında bir şeyler fısıldadığı rivayet edilir. Peygamber de onu açıkça söyler. Meğer, müslümanlardan birini öldürme hususunda izin istermiş. Peygamber buyurur ki:
«- Allah'dan bagka ilâh olmadığını kabul etmiyor mu?
- Evet. Fakat inanmayarak söylüyor.
- Namaz kılmıyor mu?
- Evet, fakat hakikî namaz değil.
- Onlar, Allah'ın beni Öldürmekten men ettiği kimselerdir.»
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
«Münafıklar cehennemin en alt derekesindedirler. Onlara asla hiçbir yardımcı bulamazsın. Tevbe edenler müstesna» [606] İbn-i Mesud'un hadîsi, onların küfürlerini gizlemelerine rağmen, tevbelerinin kabulü hususunda delildir. İbn-i Nevahâ'yı Öldürmesine gelince; her hâlde tevbe-sinde yalan olduğu belli olmuştur. Çünkü, o açıkça tevbe etmiş, küfründe de ısrar ettiği açığa çıkmıştır. Herhalde, İbn-i Mesud, Müseyleme'nin elçisi-geldiğinde, Peygamber'in söylediği şu sözünden dolayı öldürmemiştir:
- Elçiye zeval olsaydı, seni öldürürdüm; Onu, Peygamberin bu sözüne dayanarak öldürmemiştir. Bu sebeb-ten öldürmediği rivayet edilmiştir...
Birkaç defa îslâmi terkedip, tevbe edenin tevbesinin kabul edileceğini, Şâfiîler'den Sübki [607] de nakleder. Der ki: «...Böylece ,daimî olarak tevbeye davet edilir. Her îs-lâma dönüş ve terkedişte, Peygamber, İslâmı terkeden Key-yan'ı dört veya beş defa tevbeye davet etmiştir. Bu îmam Şafiî ve învam Ahmed'in görüşüdür. îbn-i Kayyım de bunu söyler. îmam îshaft, dördüncü defasında Öldürüleceği görüşündedir...»
Sâfiîler'den îmam Şafiî [608] ve Sabbağ [609] Hanefî-Zer'den îmam Muhamed [610] bunu nakleder.
Hanbelîler, bir kaç defa İslâmı terkedip tevbe edenin, tevbesinin kabul edileceğini kabul etmezler. îbn-i Kudame [611] îbn-i Neccar [612], Osman [613] ve îbn-i Davyan [614] bunu rivayet ederler.
Delilleri îbn-i Davya'mn [615] anlattığı gibidir. O da, şu âyet:
Şunlar İd iman ettiler, sonra tuttular küfre gittiler, sonra yine iman ettiler, sonra yine küfre gittiler. Sonra da küfürde ileri gittiler. Allah onları mağfiret edecek de değil, doğru bir yola çıkaracak da değildir.» [616]
Ve şu âyettir.
«İnandıktan sonra inkâr edenler, sonra inkârda ileri gidenler yok mu? Onların tevbesi ebediyyen kabul edilmeyecektir» [617]
Çünkü, tekrar tekrar islâmı terk, inançlarının bozuk-luluğunu, İslâm ile ilgilerinin azlığını gösterir. [618]
Iv - Mürtedd Erkek Ve Kadının Öldürülmesi :
A - Mürtedd Erkeğin Öldürülmesi:
İslâmı terkedip, tevbe etmeyenin kanı helâl olur. Öldürülmesi de, İslâm devlet başkanına veya vekiline aitti) tir. Şâfifler'den Ömer Berekât [619], Zeydîler'den İmam Ahmed [620], Haııbelîler'den İbn~i Neccar [621] ve İbn-i Ku-dame [622] bu görüştedirler. Ibn-i Kudâme [623] der ki:
«Mürted,, dinsizlikte ısrar ederse, kılıçla öldürülür. (Öldürdüğünüz zaman, eziyet çektirmeyin) hadîsine göre kılıçla öldürülür. îslâm devlet başkanından başkası onu öldürenıez. Çünkü, Aîîah hakkından dolayı gereken bir öldürmedir. Bu da, zina edeni öldürme hadisesi gibi, îslâm devlet başkanına aittir. İzinsiz olarak, devlet başkanından başkası onu öldürürse, kötü bir hareket yapmış . olur. Ona ta'zîr cezası verilir. Çünkü devlet başkanının vazifesine tecavüz etmiş olur. Diyet vermez. Çünkü, dokunulmazlığı kalkan birisini öldürmüştür.
Ancak, mürtedd kâfirlerin elçisi olursa öldürülmez. Çünkü Peygamber (S.A.V.) Müseyleme'nin elçilerini öldürmemiştir [624].
Bazılarına göre, mürteddi Öldürme meselesi, ağır gözüküyor. Fakat, harp meydanında da olsa, insanın, Kelime-i Tevhidi söyleyerek canını korumasının mümkün olduğunu görünce, büyük sayılmaz. Bir insanın, İslama girdiği gibi çıkması da tabiîdir. Bu hususta tesbit etiği-miz en iyi şekil, Mikdâd ile Peygamber arasında geçen şu konuşmadır, îbn-i Kudâme [625] bunu, şöyle nakleder. «Mikdâd dan. Mikdâd der ki :
- Ey Allah'ın Resulü, kâfirlerden biriyle karşılaştım. Bana hücum etti. Kılıcıyla elimin birisine vurdu ve kesti. Sonra bana kargı bir ağacı siper edindi ve «Müslüman oldum» dedi. Bu sözü söyledikten son^a, onu öldürebilir miyim, ne dersiniğ Ya Resûlüllâh?
- Onu öldüremezsin. Eğer onu öldürürsen o, öldürmeden önceki senin durumuna yükselir. Sen de, bu sözü söylemeden önceki onun derekesine düşersin, dedi.
Sadece müslüman olduğunu ilân etmek dokunulmazlık sağlarsa, İslâmı Kabul etmeme de dokunulmazlığı kaldırır. Verebilen, alır da.
Sonra, İslâm, sadece bir din değildir. Aynı zamanda bir vatandaşlık bağıdır. îslâmdan çıkmakta, îslâm milliyetinden ayrılmak da düşünülür. Bu da, bir hıyanetir, vatan severlikten, düşmanlığa geçmektir. Şeyh Ahmed ibrahim [626] bunu aynen böyle açıklar. Mürtedd, haliyle, Islâmın iyi olmadığını anlatarak, başkasının imanını zayıflatır. Başkalarının, İslama girmelerine mani olur. Zararı, sadece kendisine değil, hem kendisine, hem de başkasına dokunur. Sonra, küfründe devam edebilir. Bazan, bir sebep veya başka bir şeyden dolayı insanların önünde mazur olabilir. Fakat, mürtedd, îslâmı tanıyıp, yaratanı anladıktan sonra, ne özrü olabilir? Seyyit Kutub [627] der ki: «İmandan önceki küfür afvedilir. Batıl içinde bocalarken İslâmı görmeyen özürlü sayılır. Fakat, inandıktan sonra küfür, işte o büyük günahtır. Ne affedilir, ne de, o hususta mazeret ileri sürülür. Küfür bir perdedir. O perde düştüğü an, insan yaratanına kavuşur, yolunu kaybeden, kafileye ulaşır, kökler su kaynaklarına kavuşur. Bundan sonra İslâmı terkedenler, ancak, yaratılışa karşı geliyorlar, kasten zulme dalıyorlar. İsteyerek sapıklığa gidiyorlar.
Bundan sonra ne af, ne de hidayet var. Onlar, kendilerini zorla ölüme sürüklediler. Özellikle, imandan sonra küfür, tekrarlanırsa. «Şunlar ki iman ettiler, sonra tuttular küfre gittiler, sonra yine iman ettiler, sonra yine küfre gittiler, sonra da küfürde ileri gittiler. Allah onları mağfiret edecek de değil, doğru bir yola çıkaracak da değildir.» [628] Onların küfürde ileri gitmeleri, bu gerilemenin, hidayetten sonra delâletin, tabiî bir neticesidir. Bu kesin ve adil neticeye son hazırlayıcıdır. [629]
Mürtedd Öldürülünce Ne Yapılır?
Mürtedd, tevbe etmez, sonra öldürülür veya mürtedd-ken Ölürse, o müslüman değildir. Şafiîleı^den Hısnî'nin [630] dediği gibi, şöyle hareket edilir: «...Yıkanmaz, namazı kılınmaz, müslümanlarla beraber gömülmez. Çünkü, o kâfirdir. Ona saygı gösterilmez.» [631]
b- Müktedd Kadının Öldürülmesi :
Tevbe edip etmemesi hallerinde mürtedd erkekten bahsedildi. Sıra mürtedd kadına geldi. Eğer Islâmı terke-der ve tevbe ederse, hiçbir şey lâzım gelmez. Fakat, tevbe etmez, dinsizlikte ısrar ederse, erkek gibi öldürülür mü? Yoksa, sadece hapis mi edilir?
Bu hususta fukaha muhtelif görüşlere sahip. İhtilâflarının sebebi, bu konudaki mevcut rivayetlerdir. Bir kısmı, mürtedd kadının Peygamber zamanında öldürüldüğünü bildiriyor. Bir kısmı da, harpte, kadınların öldürülmesinin men edildiğini bildiriyor. Bunlara bir de, nasslan anlayışlar, iıasslann etrafında söylenilenler,
her tarafın dayandığı aklî delililer ilâve ediliyor. Bu meselede her görüşü savunanı, delüleriyle beraber anlatacağız. [632]
1- Mürtedd Kadının Öldürüleceği Görüşünde Olanlar :
Şâfiîler [633], Hanbeffler [634], Zeydîler [635], Malikîier [636] tevbe etmediği takdirde, mürtedd kadının öldürüleceği görüşündedirler. Malikîier öldürülmesi iğin kadının hayzdan temizlenmesini ileri sürerler. Eğer emzikte ise, çocuğun emeceği başka bir kadın bulununcaya kadar öldürülmez. Hanefîler'den İmam Serahsi de [637] eğer kadın, ileri gelen söz sahibi idareci birisi ise öldürüleceği görüşündedir.
İmam Şafiî [638] der ki: «... Doğurmadıkça hamile kadın öldürülmez. Sonra tevbe etmediği takdirde öldürülür..» Hanbelîler'den Makdîsi [639] de aynen böyle der. [640]
Mürtedd Kadının Öldürülmesini Îleri Sürenlerin Delili
Eserlerini gördüğüm müctehidler içinde, mürtedd kadının öldürülmesini, en iyi şekilde delîllendiren, Ha-nefîler'den îmam Serahsi'dir. Bu sebeple, onun ileri sürdüğü delilleri nakledceğim. İmam Serahsi ikinci defa bu konuya döner, öldürülmemesi hususunda Hanefîler'in ileri sürdüğü delilleri anlatırken, ilk delillerini çürütür.
îmam Serahsi [641] der ki: «Şafiî, Peygamberin: (Kim dinini değiştirirse, hemen onu Öldürün) [642] hadîsini delîl olarak ileri sürdü. Bu hadîs, erkekleri de kadınları da içine alır. Aynen (Sizden kim Ramazan ayına şahit olursa, oruç tutsun) [643] âyeti gibidir. Ölümü gerek tiren şeyin dini değiştirmek olduğu açıkça gözüküyor. îl-leti açıklamak için, Kur'an'daki âyeti misal getirdi. Din değiştirmenin hükmü tahakakkuk etmiştir. Bir hadîste, Peygamberimizin, Üramü Mervan denilen bir kadını Öldürdüğü sabittir. Ebû Bekir'in de, Ümmü Firlsa denilen bir kadını öldürdüğü rivayet edilir. Çünkü, bu kadın, batıl olduğunu bile bile, batıl bir dine inanmıştır. Mürtedd erkek gibi öldürülür. Öldürme, dinsizliğin cezasıdır. Hakkı tasdikten sonra inkâr, en büyük günahtır. Bu sebeble, mürteddi öldürmek sadece Allah hakkıdır. Sadece Allah hakkının ihlâli de, cezasız bırakılmaz. Zina, hırsızlık, içkinin cezalarında olduğu gibi, diğer suçların cezasında da erkeklerle kadınlar müsavidirler. Böylece, îslâmı terk halinde işlenen cinayet, kâfirken işlenen cinayetten daha ağırdır. Çünkü hakkı tasdikten sonra inkâr, başlangıçta küfürde ısrardan daha kötüdür. Aynen diğer haklarda olduğu gibidir. Mürtedd kadının suçu ağır olmadıkça öldürülmez. Bu, tamamen suçu ağır olunca öl dürülür manâsına da gelmez. Kâfirliğinde yaptığı hareketler gibi. Mürtedd kadın, savaşçı, sihirbaz veya orduyu savaşa teşvik ve sevk eden hükümdar olursa, öldürülür. İslâmı terk ettikten sonra da aynı muamele yapılır. Buna da delîl, islâmı terkten sonra hapsedilmesi, cezalandırılması ve İslama zorlanmasıdır. Bunlar kâfir bîr kadına yapılmaz. İhtiyarlar, inzivaya çekilenler, rahibler de böyledir. İslâmı terk ettikten sonra öldürülürler. Kâfirken Öldürülmezler. Körler gibi özür sahipleri kötü-rümler de böyledir. Kâfir elinde köle olmak da öldürmeye manidir. Esirin köle edilmesiyle böyle bir hadise meydana gelir. îsîâmı terk durumunda hiç birisi öldürmeye mani değildir. Sonra aslî küfürde kendi başına bırakılmaz. Müslümanların yararına köle yapılır, islâmı terkten sonra da, kendi başına bırakılmaz. Öyleyse öldürülür.
Aynî [644] der ki: «Abdullah h. Ömer, Muhammed b. Müsüm-îz-Zünrî, îbrahim-un-Nehaî derler ki: Mürtedd kadın öldürülür. Buna göre mürtedd erkekle, mürtedd kadın arasında fark yoktur. Her ikisi de, hükümde müsavidirler. İbn-i Ömer'in görüşünü îbn-i Ebi Şeybe Veîâ,-den, o Ebû Süfyan'dan, o Abdülkerim'den, o da İbn-i Ömer'i dinleyenden nakletmiştir. Telvih'in müellifi (Sadettin Teftezânî) der ki: «Mürtedd kadının öldürülmesi doğrudur» diyene göre, Buharî'nin kestirip attığına itibar edilir. Zühri'nin kadın hakkındaki görüşü: Abdur-razzak, Mussanefinde, Ma'mer'den, o da Musannefm.de. Zührî'den rivayet etmiştir. Bir kadın İslama girdikten sonra, dönüp kâfir olmuştur. Ne dersin? Zührî der ki: Tevbeye davet edilir. Tevbe etmezse öldürürüm. İbrahim Nehaî'nin görüşü de aynen bunun benzeridir
Yine Abdurrazzak Ma'mer'den, o Said b. Ebî Urve-den, O Ebi Ma'şer'den, o da, İbrahim Nehaî'den. İbrahim'den rivayette mürtedd kadının öldürülmeyeceğini söylersen, (Ubeyde zayıftır) derim. Birinci rivayet daha doğrudur...» Şihabüddîn Ahmed Kastalâni [645] derki: «...İbn-i Ebi Şeybe kanalıyla gelen rivayette Abdullah b. Ömer, Abdurrezzak kanalıyla gelen rivayette Muham-med bin Müslim-iz-Zührf ve İbrahim-ün-Nehaî» tevbe etmediği takdirde mürtedd kadının öldürüleceğini söylerler. Ebû Hanîfe'nin İbn-i Abbas'dan getirdiği rivayette, İslâmı terkettikleri takdirde, kadınların öldürülmeyeceği vardır. Bu görüşü İbn-i Ebi Şeybe ve Dâre Kutni rivayet etmişlerdir. Hadîs hafızlarından bir cemâat, metnin lâfzında, onlara muhalefet etmişlerdir. İbn-i Münkedir kanalıyla, Cabir'den gelen rivayeti Dare Kutni naklet-miştir: Bir kadm, Islâmı terketti Peygamber (S.A.V.) de onun öldürülmesini emretti. Askalânî Feth-ül-Bari'de, tbn-i Kilâ'm Ahkâm bahsinde nakletiği rivayeti kabul etmeyerek der ki: O, Peyganıber'in, (S.A.V.) mürtedd bir kadını öldürdüğünü rivayet etmemiştir.»
Kastalâni [646], İbn-s Abbas'm, kadının öldürülme-mesi hususundaki rivayetine cevap vermiştir. Der ki: «...îbn-i Abbas, burada hadîsin ravîsi olması hasebiyle cevap verildi. Mürtedd kadının öldürüleceğini söylemiştir. Ebû Bekir, (R.A.) Hilâfeti sırasında, telâmı terkeden bir kadını öldürmüştür. O vakit bunu gören ve duyan Sahabe de çoktu. Fakat, hiçbiri ona bu hususta itirazda bulunmadı. Muaz b. Cebel'in (K.A.) hadîsinde. Peygamber (S.A.V.) kendisini Yemen'e vâlî gönderirken demiştir ki: «Islâmı terkeden hangi erkek olursa oisun, onu tekrar Islama davet et. Dönmezse, boynunu vur. İslâmı terkeden hangi kadın olursa olsun, onu tekrar îslâma davet et. Dönmezse boynunu vur.» Feth-ül-Bari de İmam İbn-i Hacer der ki: Senedi hasendir. Bu, ihtilâf konusunda (Mürtedd kadının öldürülüp öldürülmemesi hususunda) bir delildir. Bunu kabul etmek gerekir. [647]
2- Mürtedd Kadının Hapsedilmesi :
Hanefî fakihleriyle [648] İmamiyye fakihleri [649] mürtedd erkekle mürtedd kadmı hüküm bakımımdan ayırdılar. Derler ki: Mürtedd erkek, tevbe etmezse öldürülür. Mürtedd kadına gelince, öldürülmez, tevbe edinceye kadar hapsedilir. Harplerde, harp bölgesinde bulunup da harbe iştirak etmeyen kadınların öldürülmesini mene-den hadisleri delîl olarak gösterdiler. Nakledilen hadîsler ve haberler, mürtedd kadının öldürülmesini söyleyenlerin delilleri, onları kadınları da Öldürmeye mecbur etmesine rağmen, onlar bu görüştedirler. Ben İmam Se-rahsi'yi seçtim. O, meseleyi, bütün incelik, derinük ve genişliğiyle inceleyecek tek insandır. Böylsi çok az bulunur. [650]
Mürtedd Kadının Öldürülmemesîne Hükmedenlerin Delilleri
Yukarıda, mürtedd kadının öldürülmesine hükmedenlerin delilleri geçti. Bu delilleri Hanefîler'den İmam Serahsi ileri sürmüştü. Burada da bu hususta geçen bütün münakaşalarla beraber, öldürülmeyeceğinin delillerini ileri sürüyor. Der ki: [651] «...Bizim bu husustaki delilimiz, Peygamberin (S.A.V.) kadınları öldürmekten men etmesidir. [652] Bu hususta iki hadîs var. Onlardan birisi, Eebah b. Rebia'nın rivayet ettiği hadistir. Peygamber (S.A.V.) bir savaşta, bir şey etrafında toplanan bir gurup görmüş, niçin toplamldığmı sormuştur. Öldürülmüş bir kadma baktıklarını söylemişlerdir. Peygamber (S.A.V.) birisine:
- Halid b. Valide yetiş ve de M: Katiyven işçileri ve çoluk çocuğu öldürmesin.
İkinci hadîs, İbn-i Abbas'ın hadisidir. Peygamber (S.A.V.) ölmüş bir kadın görmüş.
- Bunu kim öldürdü demiştir. Bir zât :
- Ben, ey Allah'ın Resulü. Onu terkime bindirdim. Beni öldürmek için, kılıcıma sarıldı. Ben onu Öldürdüm.
«- Kadınları öldürmek de ne oluyor? Onu defnet ve bir daha yapma.» demiştir. Peygamber (S.A.V.) Mekke' nin fethinde, öldürülmüş bir kadın görünce, «bu savaşmıyordu ki», demiştir. [653] Bu hadisede, savaşanın ölümü hak ettiği gözüküyor. Buna göre, kadınlar öldürülmezler. Çünkü onlar savaşmazlar. Ve yine burda, kâfirlikle, mürteddlik arasmda fark yoktur. Rivayet edilen hadîs zahirine göre yerinde değildir. Değiştirmek -yani kim dinini değiştirirse, onu hemen öldürün, hadisi- İslama giren, kâfir hakkında söylenmiştir. Bu hadîsin umumî olduğunu biliyoruz. Bir hadiseden dolayı o, hususî kılınmıştır. Zikrettiğimiz delile göre, bu hadîs erkeklere aittir deriz. Öldürülen mürtedd kadın -ki bu İmam Şafiî'nin delillerine bir red teşkil etmektedir- savaşan kadındır. Ümm-ü Mervan, hem savaşıyor hem de savaşa teşvik ediyordu. Orduda sözü dinlenen bir kadındı. Ümü Mrkâ'-nın da otuz oğlu vardı, onları müslümanlarla savaşa teşvik ediyordu. Onun öldürülmesiyle oğullarının cesareti kırılır. Her halde Ebû Bekir (R.A.), bunları müslüman-ların faydası ve ibret-i âlem için yapmıştır. Peygamberin (S.A.V.) ölümüne sevindiklerini anlatmak için def çalan kadınların elinin kesilmesini de bu maksatla emretmiştir. [654] Bu hareketinin manâsı o kâfir bir kadındır. Asıl kâfir kadın gibi öldürülmez. Bu öldürme hadisesi, Islâmı terkin cezası değildir. Bilâkis o ceza, küfürde ısrar neticesinde verilmiştir. Baksanıza, eğer müslüman olsa, dinsizlikte İsrar etmediği için cezası düşer. Hak edilen bir ceza, hadlerde olduğu gibi düşmez. Tevbe sebebi, Kâ-dî önünde ortaya konduktan sonra ceza tevbe ile düşmez, Yol kesicilerin cezası, tevbe ile düşmez. Onların tev-besi, yakalanmadan Önce malı sahibine iade etmektir. Bundan sonra kâdî önünde sebep açıklanmaz. Din değiştirmek ve küfür, en büyük suçtur. Fakat kul ile Allah arasmda olan bir suçtur. Cezası da öbür âleme bırakılmıştır. Canı korumak için verilen kısas cezası, malı korumak için verilen hırsızlık cezası, namusu ve nesli korumak için verilen iftira cezası, aklı korumak için verilen içki cezası gibi, dünyada verilen cezalar meşru bir gaye gütmekte ve islâmin bekasını hedef tutmaktadır. Küfürde İsrarla bir kimse, müslümanlarla savaşan biri sayılır. Bu sebeple, savaşı önlemek için öldürülür. Allah teâlâ Kur'an'da bazı yerlerde, şu sözüyle savaşın illetini belirtmiştir: (Eğer sizinle savaşırlarsa onları öldürün.) [655] Bazı yerlerde de illet şirktir. Öldürmek için savaş nazar-ı itibare alındığına ve kadının da savaşacak bir bünyesi olmadığına göre, o halde kadın ne kafirken, ne. de mürtedken öldürülür. Fakat kadın hapsedilir. Kafirken kadını hapsetmek meşrudur. Ona cariye muamelesi yapılır. Ona cariye muamelesi yapmak haps etmek demektir. Sonra hapis, hapsi icabettiren diğer suçların cezalarında olduğu gibi, kabul ettiğini inkâr eden herkese, meşru olması sebebiyle verilmiştir, küfrü ve savaşması sebebiyle değil. Cinayetin ağırlığı iddiası da kuvvetli değildir. işlenen cinayette, delil ortaya konduktan sonra, kabulden dönüş, inkârda ısrar cinayetle, müsavidir, ısrar bir bakımdan da ağırdır. Çünkü, İslâmı terkten sonra inandığı hiçbir şeyde bırakılmaz. Tasdikten önceki bir şey tasdikten sonrakinden daha zayıftır.
Cinayetin ağırlığını kabul etsek bile, ancak, küfür diyarında, cinayeti büyük görülen kimse ile mukayese edilir. O kimse de, müşrik arap kadındır. O öldürülmediği gibi bu kadın da öldürülmez. Eğer mürted kadın, savaşçı; melike veya sihirbaz olursa, zararlarını önlemek için öldürülür.
Burada, kadını öldürmeden; hapsetmek, İslama zorlamak suretiyle de maksat hasıl olabilir. Kölelik, kâfirken onları öldürmeye mani değildir. Köleler de, hürler gibi öldürülür. Ancak köle muamelesi yapmak onlara emniyet sağlamak demektir. Zimmilik anlaşmasıyla, ken dilerinden cizye alınması caiz olan kimselerle savaşılmaz Kendilerinden cizye alınması caiz olmayan kimselerle savaşılır. Aynen Arap müşrikleri gibidir. Mürtedd-lerden de cizye alınmaz. Bu sebeple zimmilik anlaşmasıyla, onlarla yapılan savaşa nihayet verilmez. İhtiyar, ileri gelen söz sahibi birisi ise kâfirken öldürülür. îslâmı da ancak düşünebilen birisi terkedebilir. Zaten, Islâm-dan sonra ruhbanlık iddiası kabul edilmez. Çünkü, hak dine yardım için çalışmak her müslümana farzdır. Peygamberimiz: (Mâmda ruhbanlık yoktur) buyurmuştur. Ruhbanlık olmayınca, hükmü de olmaz.
Alimlerimiz, Arap müşriklerinden Özür sahipleri hakkında ihtilâf ettiler. Bir kısmı, küfürleri sebebiyle öldürülürler, der. Çünkü, özürlü olmak zimmilik anlaşması gibidir. Özür sebebiyle savaş ortadan kalkar. Kafirken, zimmilik anlaşmasıyla, öldürülmesinden vazgeçilmeyen bir kimse nasılsa, özürlü de aynen böyledir. Bu görüsna göre, özürlü mürteddler öldürülürler. Özürlülük kadınlık mesabesindedir, deniliyor. Çünkü, özürlünün savaşacak sağlam bünyesi yoktur. Bu görüşe göre de, İslâmı terkten sonra mürteddler öldürülmezler. Küfürleri sebebiyle öldürülmedikleri gibidir. Mürtedd kadının öldürülmeyeceği katileşince. deriz ki, düşman ülkesine iltica ettiği takdirde cariye muamelesi görür. Bu hususta sahabenin ittifakı vardır. Beni Hanife kabilesi îslâmı terk ettiği vakit, Ebu Bekir (R.A.) kadınlarını köle yapmıştı. Bu esirlerden bir cariyeyi de Hz. Ali aldı. Bu cariyeden Hz. Alinin Muhammed b. Hanefiyye isimli bir oğlu doğdu.
Asım, Ebu Rezin'den, o da îbn-i Abbas'dan kadınlar hakkmda şöyle bir rivayet zikretmiştir. Kadınlar, îslâmı terkettikleri zaman esir edilirler, öldürülmezler.
Böylece onlar, düşmana (harbiye) benzetilmiştir. Düşmanı köle yapmak da meşrudur. (Sabiler müstesna)
Rivayetin zahirinde- Kadın, İslâm ülkesinde bulunduğu müdetçe köle muamelesi görmez. Çünkü mevcut hürriyeti, İslâmı terkle yok olmaz. Ve kendisinin köle edilmesine manidir. İslâm ülkesi kölelik diyarı değildir. Nevâdir'de [656] İmam Ebu Hanife'den bir rivayet var: Kadın cariye edilir. Kadını, mağlup düşman mesabesinde kabul edince, emniyette değil demektir. Dolayisiyle köle edilir. [657]
MÜRTEDDE AİT MALÎ HÜKÜMLER
I - Mürteddîn Borçları
a- Mürteddin Borçlarının Ödenmesi
Mürtedd ölür veya öldürülür, borçları da olursa, Önce bu borçları ödenir. Hanbelilerden îbn-i Kudame [658] bu hususta der ki: «Mürtedd, öldürülür veya mürtedd-ken ölürse, önce borçları, suçlarının cezaları, karısının ve yakınlarının nafakaları verilir. Çünkü bu türlü hakların geciktirilmesi caiz değil. Mevcut malından almaya hak kazanan bunlardır.»
Piruzâbâdi [659] Merdavi [660], Hanefilerden İmam Mu-hammed [661] de bunun benzerine kabul ederler,
Hanefiler, borçların Ödenmesi meselesini münakaşa etmişler ve bu hususta görüş birliğine varamamışlardır. Acaba, borçlar mürteddin, müslümanken kazandığından mı alınıp ödenecektir? Veyahut her iki kazancından mı alınıp ödenecektir? Bu meselenin ortaya çıkışının sebebi, Hanefilerin, mürteddin müslümanken kazandığı ile tnürteddken kazandığı malları hususunda ihtilâf etmeleridir. İmam Serahsi [662] bu hususta der ki: «...Mürteddin borçlarının ödenmesi hususunda, İmam Ebu Hani-feden gelen rivayetler . muhtelif tir. İmam Ebu Yusuf, İmam Ebu Hanifeden mürteddin borçlarının, mürtedd-ken kazandığı malından Ödeneceğini rivayet etmiştir. Eğer mûrteddken kazandığı malları borçlarını Ödeye-mezse, bu takdirde, müslünıanken kazandığından açığı kapatılır. Çünkü, müslümanken kazandığı varislerinin hakkıdır. Varislerinin, mûrteddken kazandığından hakları yoktur. Mûrteddken kazandığı, sadece kendisinindir. Bu sebeple, öldürülünce hazineye kalır.
Borçlarının sadece kendine ait olan mallardan Ödenmesi de en iyisidir. Buna göre deriz ki: Rehin akti de, borcunu ödemek içindir. Mûrteddken kazandığı mallarından borçları veya rehinli borçları ödenirse, yapılması icabe-den şeylerin ta kendisi yapılmış olur. Bu sebeble, bu işlem muteberdir. Hasan b. Ziyâd İmam Ebu Hanİfe'den rivayet eder: Önce müslümanken kazandığı mallarından borçları ödenmeye başlanır. Bu kâfi gelmezse, bu takdirde mûrteddken kazandığından alınır. Çünkü borç, borçlunun malından Ödenir. Müslümanken kazandığı kendi malıdır. Bu sebeple, önce borçları Ödenir. Borçları kapatıldıktan sonra, geri kaJan varislerinindir. Mûrteddken kazandığı ise kendi malı değildir. Borçları, bu mallardan ödenmez. Ancak diğer mallarından Ödenemiyorsa, bu mallardan ödenir. Buna göre, müslümanken kazandığı malları borçlarını karşıladığı takdirde, mûrteddken kazandığı mallarından rehin ve borçlarının ödenmesi hususundaki tasarrufu muteber değildir.
İmanı Züfer, İmam Ebu Hanİfe'den rivayet etmiştir: Müslümanken edindiği borçları müslümanken kazandığından ödenir. Mûrteddken yaptığı borçları da mûrteddken kazandığı mallarından ödenir. Çünkü, her iki halde de, borcu ieabettiren sebebe bakılır. Yapılan her borç. hangi halde yapılmışsa, o halde kazanılandan ödenir. Böylece borç, alacağa denk olur. İmam Züfer bunu kabul eder.
Mürtedd bir suç işlese âkilesi diyet vermez. Çünkü, âkilesinin diyet vermesi, suçluya yardım gayesini güder. Halbuki mürtedd âkileden kuvvet alarak suç işleyebilir. Hiç kimse mürtedde yardım edemez. Yahut âkile-nin diyet vermesi, hata sebebiyle suçlunun suçunu hafifletme gayesini güder. Mürtedd, cezanın hafifletilmesini hak eden birisi değildir. Bu sebeple suçunun cezası kendi malından alınır. Gasp ettiği ve zarar verdiği malların tazminatı da kendi malından alınarak ödenir. Çünkü hepsi kendi borcudur. Eğer malı yoksa, mûrteddken kazandığı ile borçları ödenir. Çünkü, bu da onun kazancıdır. Mükâtebin [663] kazancı gibi, hepsi borçlarına mahsub edilir.
Hanefilerden Kasanı [664], ve Merginânî [665] de bu görüştedirler.
Mûrteddken ettiği borçları, mürteddin malından ödenir mi, ödenmez mi? îbn-i Teymiye [666] mûrteddken yaptığı tasarruflarda olduğu gibi, bu hususta da ihtilâf nakleder. Mûrteddken yaptığı harcamaları caiz görenler, borcunun, malından ödenmesini söylerler. Caiz görmeyip de, malının hazineye ait olduğunu kabul edenler, borçlarının ödenmiyeceği görüşündedirler. [667]
B- Mürteddln, Borçlarını Kabul Etmesi :
Mürtedd, Islâmı terkten önceki, senetli borçlarını mutlaka öder. Müslümanken veya mürteddken ettiği is-bat edilen borçlarını da öder. Borcunu kabul etmesi de muteberdir. Bu hususta imam Şafiî [668] der ki: «Eğer mürtedd, müslümanken senetli bir borç yapmış, sonra Islâmı terk etmişse, o borcunu hemen ödemesi icabedi-yorsa, hemen öder. Bir vadesi varsa, o vade dolunca borcunu öder. Ancak mürtedd ölürse, vade bitmiş olur. Eğer Isîâmı terkten önceki borcun senedi yok ve kabul de etmemiş fakat birisine, müslümanken borcu olduğunu sÖylemişse, bu beyanı senet hükmündedir. Mürteddken, borcunu ikrarından başka bir delil bilinmiyorsa, ikrarı muteberdir. Maundaki tasarrufu durdurulmadan önce mürteddken yaptığı borçlarına gelince, eğer bir şey satın almışsa, iade edilir. Faizsiz bir borç yapmışsa el konur. Mürteddken ölürse, borçları düşer. Tekrar Islama dönerse, borçlarını öder. Çünkü, tekrar İslama dönmesiyle, malının elinden çıkmadığını biliyoruz.»
Hanefilerden îftiharuddin [669] der ki: «Mürteddken bir borç yaptığını, bu borca karşılık, müslümanken veya mürteddken kazandığı bir malı rehin verdiğini kabul eder, sonra müslüman olursa, ikrarı muteberdir. Eğer mürteddken öldürülür, paraya çevrilebilen rehin de, rehni alanın yanında zayi olursa mürteddin müslümanken kazandığını satar, o rehni öder. Yani kıymetini varislere verir. Borcu, mürteddin daha sonraki kazancından Ödenir. Rehinli alacaklı, mürtedd olmadan önceki kazancından ister. Bu, imam Ebu Hanife'nin görüşüdür, imam Ebu Yusuf'la imam Muhammed derler ki: «Mürteddken kazandığı ile daha önceki kazancı arasında fark yoktur. Hepsi varislerine kalır. Rehni, alış verişi, köle âzâd etmesi hasılı bütün işleri muteberdir. Ancak kestiği yenmez. Nikâhı muteber olmaz.»
Zeydiyeden imam Ahmed [670] der ki: «Mürteddken, borçlunun, ettiği isabetli ikrar sahih olur. Bu husus dikkat ister...»
İmam Muhammed [671] der ki: «Mürtedd, borcunu, gasp ettiği malı; verilen vedia veya aldığı ariyeti ikrar ederse, îmanı Ebu Hanife der ki: Müslüman olursa ikrarı muteberdir. Eğer mürteddken öldürülür ve düşman ülkesine kaçarsa, müslümanken kazandığı malları hususunda ikrarı muteber değildir. Mürteddken kazandığında muteberdir. İmam Ebu Yusuf der ki: Mürtedd Öldü-rülse, ölse veya İslama girse, her türlü halde bütün ikrarı muteberdir. Alacaklılar, mürtedde müslümanken verdikleri borçları alırlar, imam Muhammed der ki: Mürteddken öldürülür veya ölürse, mürteddken borcunu kabulü hastanın ikrarı mesabesindedir. Önce müslümanken yaptığı borçları ödenir. Malı artarsa, mürteddken ettiği borçları ödenir. Kanı helâl olunca hasta mesabesinde kabul edilmiştir. Baksanıza karısı kendisinden ayrılıyor ve iddeti içinde de ona varis oluyor. Çünkü mürtedd hasta durumundadır, imam Ebu Hanife, imam Ebu Yusuf ve imam Muhammed'e göre, bunlarm hepsi kadın hakkındadır. İmam Ebu Hanife der ki: Mürtedd kadınm ikrarı da muteberdir, Mürtedd erkek mürtedd kadına benzemez.
Bir mürtedd kendisini borç altına sokan bir şeyi ikrar etse; müslümanken kadının nikâhlı olduğunu ikrar etse, İmam Ebu Hanife'ye göre hiçbiri muteber değildir. Mürtedd Öldürülse, ölse veya düşman ülkesine kaçsa, îmam Ebu Yusuf'a göre caizdir. İmam Muham-nıed'in görüşü de budur. Öldürülen veya düşman ülkesine kaçan hasta bir müslümanm ikrarı mesabesindedir.
Mürtedd bir kadın veya erkek, iftiranın, hırsızlığın veya zinanın cezasını ikrar etse, bu muteberdir. Bu hususta hür bir müslümana verilen ceza bunlara da verilir. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre, kadının, kasten veya hataen yaralaması hususundaki ikrarı da böyledir. [672]
Mürteddin Alacakları
Yukarda anlattıklarımız mürteddin borçlarıyla alâkalıydı. Eğer mürteddin başkalarında alacağı olursa ne olacaktır? İmam Şafii [673] der ki: «Eğer mürteddin hemen alınması icabeden bir alacağı varsa alınır ve malının içinde durdurulur. Eğer vadeli bir alacağı varsa vadesi doluncaya kadar kalır. Alınınca da hazineye intikal eder.
Bu görüş, îmam Şafi'nin, mürteddin malları hususundaki görüşüne dayanmıştır. Şöyle ki: Mürteddin mallarına el konur. Tekrar İslama girerse, malı kendisine iade edilir. Eğer Öldürülür veya mürteddken ölürse, malları ganimet olarak müslümanlara kalır (Mürteddin malları ve tasarrufları bahsinde anlatılacaktır.) [674]
II- Mürteddin Malları :
a- Mürteddin Mallarının Durumu ve Tasarruflarının Neticesi :
Fukaha, mürteddin mallarına ve mallarındaki tasarrufa özel bir itina gösterdi. Mürtedd İslama girer; Öldürülür, mürteddken ölür veya düşman ülkesine iltica ederse mallar kime kalacaktır? Mürteddin mallarından bahsetmeyen hiçbir âlim kalmamıştır. Çok kerre, bir çokları, mürteddin diğer durumlarını ihmal etmişlerdir. Bu sebeble, bu hususta çok söz söylenmiş, birçok ihtilâflar olmuş, konu dallanıp budaklanmıştır. Allah'ın izniyle görüşleri bir araya getirmeye bir çok farazi kısımları terkederek, görüşleri ehemmiyet derecelerine göre sıralamaya çalışacağız.
Önce malından başlayalım. Sadece îslâmı terkle malının mülkiyeti elinden çıkar mı? îslâmı terkle dokunulmazlığının kalkıp kalkmaması gibi midir? Yoksa, tekrar İslama döneceği nazar-ı itibare alınarak, kendisine iade edilmesi için malları bekletilir mi?
Sözü, Şafiilerden Firuzabâdi'ye [675], bırakalım. Meseleyi münakaşa eder ve der ki: «Bir kimse İslâmı terke-dince, malı varsa, bu hususta üç görüş var :
1- Malının mülkiyeti bakidir. Bu İmam Müzeni'nin kabul ettiği görüştür. Çünkü kanını helâl kılan sebepten başka bir sebep mevcut değildir. Bu da, katil olması ve zina etmesi gibi, malının mülkiyetinin elinden çıkmasını gerektirmez.
2- Malının mülkiyeti elinden çıkar. Sahih olan da budur. Delil, Tarık b. Şihab'm Ebu Bekr'in Büzâha ve Ga-tafan heyetlerine şöyle dediğine dair rivayet ettiği hadiştir: Bizim sizden aldıklarımız ganimettir. Siz ise bizden aldıklarınızı iade edeceksiniz. Çünkü can ve mal masumiyeti İslâm ile sağlanır. Sonra, îslâmı terketmesiyle müslümanlar kanma sahip olurlar. Dolayısıyla, Îslâmı terkiyle mallarına sahip olmaları gerekir.
3- Malına el konarak bekletilir. Eğer tekrar İslama girerse, malının mülkiyetinin elinden çıkmadığına hükmettik. Öldürülür veya ölürse, malının mülkiyetinin elinden çıktığına hükmettik. Çünkü malı, kanıyla beraber sahihtir. Sonra, tevbe edinceye kadar öldürülmesi durdurulmuştur. Dolayısıyla malına el konarak, mülkiyetinin elinden alınması gerekir.
Buna göre, av, alış veriş ve başka suretlerle mür-teddin mülkiyetine giren malları üzerinde üç görüş vardır. Birincisi mülkiyetine sahip olur. İkincisi, sahip olamaz. Üçüncüsü de el konarak bekletilir. Eğer, Islamı terkle malının mülkiyetinin elinden çıkacağını kabul edersek, malı müslümanlara ganimet olur, hazineye konur. Eğer mülkünün elinden çıkmayacağını veya el konup bekletileceğini kabul edersek, kısıtlanır, nalındaki tasaruflarmdan men edilir.
Çünkü o malında müslümanların hakkı vardır. Mür-tedd, o hakkı kaybetmekle itham edilmektedir. Sefihin malı gibi, mürteddin ki de muhafaza edilir. Malmdaki tasarrufuna gelince, kısıtlamadan sonra tasarrufu sahih değildir. Çünkü kısıtlama, kâdî kararıyla sabittir. Kısıtlanan sefihinki gibi, mürteddin maîmdakı tasarruf da sıhhatli değildir. Eğer mürteddin tasarrufları kısıtlamadan önce ise, bu hususta üç görüş vardır. Bu görüşler, malmm mülkiyetinin devammdaki görüşlere dayanmıştır. 1 - Muteber olan tasarrufları. 2 - Muteber olmayan tasarrufları. 3 - El konan tasarrufları.»
İkinci görüşün -Ki, ilk halîfenin, mürted Arapların mallarında yaptığı muameleyi delil edinerek mürteddin malının mülkiyetinin elinden çıkması idi- delili sağlam gözükmüyor. Çünkü bu, savaşan mürteddlerin mallarının ganimet olarak alınacağının delilidir. Fakat geri kalan ve ganimet olarak alınmayan mallarım, Halife Ebu Bekir (R.A.) almayı emretmemiştir. Bilakis sahiplerine kalmıştır, gafiilerden Sabbağ [676] da Firûzabâdi'nin görüşündedir.
Hanefilerden İmanı Serahsi [677] mürteddin tasarruflarını dörde ayırır. Der ki: «Mürteddin tasarrufları dört çeşittir: 1 - İttifakla muteber olan tasarrufları 2 - Hiç muteber olmayan tasarufları, 3 - İttifakla durdurulan tasarufları, 4 - İhtilaflı tasarrufları. [678]
İttifakla Muteber Olan, -Hiç Muteber Olmayan- İttifakla Durdurulan Tasarrufları :
İttifakla muteber olan tasarrufu, bir kimsenin kendi çocuğu olduğunu kabul etmesidir. Cariyesi bir çocuk dünyaya getirir, mürtedd de, kendisinin o çocuğun babası olduğunu iddia ederse, çocuğun babası olmuş olur. Bu çocuk, diğer varisleriyle beraber miras alır. Cariye de, onun ümm-ü veledi [679] olur. Çünkü, çocuğun, babasının malmdaki hakkı, babanın, çocuğu doğuran cariyedeki hakkından daha kuvetlidir. Bir babanın, birisinin, kendi çocuğu olduğunu kabul etmesi sahilidir. Mürted-din de, birisinin, kendi çocuğu olduğunu kabul etmesi haliyle sahihtir. Hiç muteber olmayan tasarrufu ise, nikâhı ve kestiği hayvandır. Bu ikisinin helâl olması dine bağlıdır. Mürteddin de, dini yoktur. Şöyle ki, bulunduğu dini terketmiştir. Yeni girdiği dinde de bırakılmaz. İttifakla durdurulan tasarrufu ise girdiği kollektif ortaklıktır. Mürtedd bir başkasıyla, bir ortaklığa girerse, ittifakla ortaklık vasfı durdurulur. Asıl şirketin bütün, islerine el konulması hususunda ihtilâf edilmiştir. [680]
İhtilaflı Tasarrufları
Bazı tasarruflarında da, ihtilaf edilmiştir, imam Ebu Hanife'ye göre, yukarıdaki tasarruflarının dışındaki tasarufları ya tekrar İslama girmesiyle muteber olur, yahut, ölür, mürteddken öldürülür veya düşman ülkesine iltica ederse, batıl olur. İmam Ebu Yusuf'la, İmam Muhammed'e göre ise bu türlü tasarrufları da muteberdir. Ancak İmam Ebu Yusuf der ki: normal bir insanınki gibi muteber olur. Bütün malını bağışlaması bile muteberdir. İmam Muhammed'e göre, hastanın tasarrufları gibi muteber olur. Her iki İmamın da bu husustaki delili, mürteddin tasarrufa ehh'yetli olmasıdır. Kendi malından tasarruf yapmaktadır. Haliyle muteber olacak. Bunun manası: Tasarruf bir sözdür. Tasarrufa ehliyet ise, İslâm hukukuna göre, o sözü söylemesi demektir. Bu da Islâmı terkle yok olmaz. Bir mala hürriyetle sahip olunur. Mal sahipliği vasfı da, Islamı terkle ortadan kalkmaz. Ancak, Islâmı terk, kanını mubah kılar. Recm ve kısas cezası giyen bir kimse gibi, mürteddin de Islanu terki mülküne tesir etmez. Buna delil şu: Mükâtebiıı Islamı terkten sonraki tasarufu ittifakla muteberdir. Tasaruf hususunda,, hürün durumu, hürriyete kavuşacak birisinin durumundan üstündür. Islâmı terk mademki, hürriyete kavuşacak birisinin mal sahibi olmasına mani bir sebep teşkil etmiyor, tasarrufu muteber oluyor. O halde hürün mal sahibi olmasına da mani olmaz. Tasarrufu da muteberdir.
Ancak İmam Muhammed der ki: Mürtedd pek ya-kmda öldürülecektir. Malmdaki tasarrufunda, bir hasta durumundadır. Görmüyor musunuz, «Kaçak» kararı verilerek, karısı ona varis oluyor. Bu da, ancak hastada tahakkuk eder. İmam Ebu Yusuf da der ki: Mürted tekrar İslama davet edilmesi sebebiyle, kendisini Ölümden korumaya muktedirdir. Hasta gibi kabul edilemez. Kendisini bir dağın zirvesinden atmaya niyet eden bir kimse, hükümde hastaya eşit olamaz. İmam Ebu Yusuf izah eder: Recm ve kısas cezalarını giyen bir kimse hapiste oldukça, hasta gibi değildir. Çünkü, iftiraya uğra dıklarını iddia ederek ölümden kurtulabilirler. Mürtedd de haliyle kurtulur.
İmam Ebu Hanife de der ki: Islamı terkle bir kimsenin malı ehliden gıkar. İslama girmesiyle, kendisine iade edilmek üzere bekletilir. Tasarrufu da malına bağlıdır. Malına el konmasıyla tasarrufu da durdurulur. Bunun delili: Mülk sahibi olmak kudret ve üstünlük demektir. Bu da, ancak hükmen masum olmakla sağlanır. Görmüyor musunuz, şeriat can ve mal masumiyetini tek bir sebebe bağlamıştır. Can masuniyeti İslamı terkle ortadan kalkar. O kimse öldürülür. Malının masuniyeti de böyledir. Bunun delili: Mürtedd hükmen ölmüş sayılmaktadır. Eğer ölüm hakiki olsaydı, mal sahibi olmaya bir engel teşkil ederdi. Malına el konması, hak sahibi olmasına mani değildir. Borcu ödeyebilen bir miras gibidir. Hükmen ölüm de böyledir. îslamı terkin, mülk sahibi olmaya mani oluştaki tesiri, köleliğin tesirinin üstündedir. Kölelik, mal sahibi olmaya mani olur. Fakat, evlenmeye mani değildir, lalamı terk, her ikisine de engel teşkil eder. Bu, recm ve kısas cezası giyenin tam tersinedir. Bu iki cezaya çarptırılanın, can ve mal masuniyeti bakidir. Ancak, can ve mal masuniyetine tecavüz sebebiyle, bu cezaları hak etmişlerdir. Malının masuniyetinden dolayı, gerçekten masuniyeti mevcuttur. Fakat Islamı terk halinde masuniyet ortadan kalkmıştır. Can masuniyeti varsa, mal masuniyeti de vardır. Mal masuniyeti can masuniyetine tabidir.
Mürteddin malındaki tasarrufu, mükâtebin malın-daki tasarufunun aksinedir. Mükâtebin tasarrufu, akitle-dir. îslamı terkin buna tesiri yoktur. Görmüyor musunuz, tabii ölüm, bir meblağ karşılığında, kölelikten âzâ-dm devamına mani değildir. Hükmen ölüm de haliyle mani olmaz. Bu sebeple mükâtebin düşman ülkesine ilticasından sonraki tasarrufları muteberdir. Halbuki, İs-lamı terk halinde, düşman ülkesine iltica eden mürteddin malındaki tasaruflari ittifakla muteber değildir. Bilakis malındaki tasarrufları durdurulur. Düşman ülkesine ilticasından önceki durum da böyledir. Mürteddin Ölümü, düşman ülkesine ilticasıyla değil, îslamı terkiyledir. Kabul etiğimiz gibi, mirasının intikali de, îslamı terkine göredir. Şöyle ki: Müslümamn müslümana varis olması için, miras intikali, îslamı terkten önceki duruma dayanır. Buna da sebep o, İslamı terketmekle düşman olmuştur. Bu sebeple öldürülür. Elimizde olan, mağlup düşmanın ise, aynen esirler gibi tasarrufu durdurulur. Ancak, esirlerin farklı bir durumu var: Ya köle edilir, ya öldürülür veya îslamin bir. lütfü olarak serbest bırakılır. îs-lamı terkeden ise ya tekrar Islama girer veya öldürülür. Sonra esirlerin durumları belli olmadığı için, tasarrufları da durdurulur., Mürteddin ki de böyledir. Bir mürtedd kölesini azad ederse, oğlundan başka varisi de olmazsa her ikisinin azadı da muteber değildir. Mürtedd âzad edemez. Tasarruflarına el konmuştur. Ölümüyle tasarrufu batıl olur. Varis de âzad edemez. Çünkü, mürtedd ölmeden Önce varis onun malına konamaz. Mülk mürteddin hakkı olmak üzere bekletilir. Varisin tasarrufu muteber değildir. Bu, borca gömülmüş bir terekenin tam aksinedir. Varis, bir köleyi âzad ettiği zaman borç düşer çünkü, varis olma sebebi tamam olmuştur. Tasarruflarına el konması ise, alacaklıların hakkından dolayıdır. Mülkiyet sebebinin tamam olmasından sonra, âzad işlemi durdurulamaz. Burada, asıl sebep, îslamı terkle meydana gelmiştir. Fakat, meseleyi gerçekten ve hükmen halletmek için tamam değildir. Vekil, asıl yokken muteberdir.
Bu sebeple, bundan sonra sahip de olsa, varisin tasarrufları muteber değildir. Çocuk âzadlı bir köle ve babasını bırakarak ölür; sonra babası da, âzadlı birisini bırakarak ölürse, babanın mirası çocuğun değil, babanın âzadlısına kain1. Açıkladığımız gibi, asıl sebep her ne kadar îslamı terkle meydana gelmişse de, sebebin tamamlanmasından Önce, baba öldümü, bu batıl olur. Çünkü, sebebin, tamam olma anma kadar devamı şarttır. Bu kısımdaki muhtelif rivayetleri açıkladık. Mürteddin İslamı terk halinde kazandığı, imam Ebu Hanife'ye göre, ganimettir, imam Ebu Yusuf'la, İmam Muhammed, mürteddin, mürteddken kazandığı mallarındaki tasarrufunun muteber olduğu hususunda, îmam Ebu Hanifeye karşı deh'l ileri sürerler. Mürtedd, îslamı terk halinde kazandı-ğmdan borcunu Ödese veya rehin verdiği şeyi kurtarsa, bu muteberdir. Müslümanken kazandığı da böyledir. Bizim mezhebimizin fukahâsı arasında kabul eden ve ihtilâfla uğraşanlar vardır. Derler ki: Mürteddken kazandığı servetteki tasarrufunun muteber oluşu, mülkü olduğu için değil, kazancı olduğu için muteberdir. Çünkü İslamı terk mülk edinmesine mani olur. Müslümanken kazandığındaki tasarufunun muteber oluşuna gelince, mülkü olduğu için muteberdir. Malına el konmasını açıkladık. Doğru olan, imam Hanife'ye göre, her iki halde de, bütün tasarruflarına el konur. Ölümüyle, bu ortadan kalkar.» İmam Serahsi'nin görüşü sona erdi. Bu meseleyi, diğerlerinin bu kadar derin ve açık olmayan münakaşalarından kurtulmak için genişçe naklettik.
Hanbelilerden îbn-i Kudame [681] sadece İslamı terkiyle mürteddin malının mülkiyetinin elinden çıkmayacağını nakleder. Ancak, ya ölümü veya mürteddken Öldürülmesiyle elinden çıkar. Der ki: «... Ekseri ulemaya göre, sadece İslamı terkle mürteddin malmm mülkiyetinin elinden çıkacağına hükmedilmez. îbn-i Münzir der ki: Kendilerinden ilim öğrendiğimiz alimlerin hepsi bunda birleşmiştir. Buna göre, öldürülür veya ölürse, malmm mülkiyeti elinden çıkar. Eğer tekrar İslama girerse, mülkü kendisinindir. İmam Ebu Bekir Hallâl der ki: îslamı terkiyle mülkü elinden çıkar.
Eğer tekrar Islama dönerse, yeni bir mülk olarak malı kendine iade edilir. Çünkü can ve malının masuniyeti, ancak İslam ile mevcuttur. İslamı terki, can ve mal masuniyetini yok eder. Aynen düşman ülkesine ilticası gibidir. İslamı terkiyle, müslümanlar onu öldürmek hakkına sahiptirler. Aynı hadise sebebiyle malına da sahip olmaları gerekir... Bize göre İslamı terki, kanını mubah kılan bir sebeptir. Mülküne tesiri olmaz. Aynen, bir evlinin zinası, kendisine denk olan bir kimseyi kasten öldürme gibidir. Masuniyetinin kalkması, mülkünün de elinden çıkmasını gerektirmez. Buna da delil, zina eden bir evlinin, savaşta adam öldürenin ve düşmanın malının elinden çıkmamasıdır. Onların masuniyetleri olmamasına rağmen, mülkleri mevcuttur...»
Yukarda da geçtiği gibi, imam Serahsi'nin sözleri bi-ır kâfi gelmiştir.
Imamiyeden Tusi [682] ise, doğuştan müslüman elanla, sonra müslüman ola.ni birbirinden ayırmıştır. Der ki: «Eğer mürted, doğuştan bir müslümansa, malının mülkiyeti elinden çıkar ve tasarrufu da batıldır. Eğer mürted, küfürden Islama geçen birisi ise, malmm mülkiyeti elinden çıkmaz. Tasarrufu da muteberdir.... Birinci açıklamaya delilimiz: Bir kısım ulemanın, mürteddin öldürülmesine, malının varisleri arasında taksimine, karısının iddetini doldurmasına karar vermeleridir, ikinci açıklamaya delilimiz: Mülkünün elinden çıktığı hususunda bir delil yoktur. O halde aslolan mülkünün devamıdır. Kim mürtedin mülkiyetinin elinden çıktığını iddia ederse, delil göstermesi gerekir.»
Bu, delili eksik olan bir ayırımdır. Bir tarafın delilinin olmaması, diğerinin delili olamaz ki.
îbn-i Teymiye [683], bu meselede, bütün görüşlerin özetini nakletmiştir. Der ki: «Mürted, mülkünde ve tasarrufunda aynen müslüman gibidir. O halde onun mirasını müslüman varisleri veya dinlerini seçtiği kimseler alır, deriz.
Eğer, malı ganimet sayılır dersek, mürted olarak ölümünden itibaren bu hüküm yürürlüğe girer. O görüşlerden biri de, sadece îslamı terkle malının ganimet sayılacağıdır. İmam Ebu Bekir Hallâl de bunu kabul etmiştir. O görüşlerden biri de, mürted olarak Ölmesiyle İslanu terk anından itibaren, malının, ganimet olduğu görüşüdür. Birincisine göre, malları elinde bırakılır. Malından ödediği borçları muteber olur. Bağışları durdurulur. Mürted olarak ölürse, yapılmış olan ve ölüme bağlı olan bağışları üçte biri geçmese de, kabul edilmez. Şufa hakkı olan bir şahsa satışta da bulunmuş olsa, sattığı şey alı-nır. İkinci görüşe göre malı hazineye kalır. O maldaki tasarrufu muteber olmaz. Fakat tekrar İslama girerse, yeni bir mülk olarak malı kendisine iade edilir. Üçüncü görüşe göre, malı, hakim korur, bütün tasarruflarını durdurur. Eğer tekrar Islama girerse tasarrufları muteberdir. Girmezse değildir. Ancak ikinci rivayete göre nafakasını vermesi icabettiği kimselere nafaka verilir, borçları ödenir. Hakikatte, Îslamı terk halinde, ne kimseye nafaka verir, ne de, o müddet içinde yaptığı borçları ödenir. Bir kimseye tecavüzde bulunmuşsa ödettirilir. İslama girerse maundan tasarruf eder. İmam Ebu Bekir Hallâl der ki: bunu, düşman ülkesinde veya kuvvetli mürted bir cemaatin içinde yaparsa Ödettirilmez. İslama girdiği takdirde, sadece Allah hakkının tazminatı istenmez deniliyor.» [684]
B- Îslamı Terk Halinde, Mürtedin Malına El Konur:
îmam Ebu Hanife, mürtedin malına el konması suretiyle elinden çıkacağı görüşündedir. Eğer tekrar İslama girerse, mab. kendisine verilir. Mürtedin malının mülkiyetinin elinden çıkmayacağı hususunda, İmam Ebu Yu-sufla îmam Muhammedin görüşü yukarda geçmiştir.
Hanbeliler [685] der ki: Sadece Islamı terkle niürtedn* mülkü elinden çıkmaz. Yalnız el konur. Eğer tevbe ederse, tasarrufu muteberdir.
Öldürülür veya mürtedken Ölürse tasarrufu muteber değildir. Fakat borçları ödenir. Kendisine ve nafaka vermesi icafeedenlere, malından nafakası verilir. Cinayetlerinin tazminatı da malından ödenir, iddeti içinde boşanmış karısının nafakası verilir. İmam Şafii'den [686] gelen rivayete göre, o da malına el konması görüşündedir. Fakat, acaba bütün hallerinde kısıtlanmış bir kimse gibi midir? Yoksa ondan farklı mıdır.? Bu hususta iki görüş var. Birisi, durdurulmadığı takdirde mürtedin tasarruflarının caiz olduğunu söyleyenlerinki gibidir: «Bir kimse îslamı terk ettiği takdirde malına el konmaz Islamı terkten önceki yaptığı tasarrufları gibi, malından yaptığı bütün tasarrufları caizdir. Malına el konduğu takdirde, bu devam ettiği müddetçe, ne bir karşılık ne başka bir sebeple malından hiçbir şey harcamaya, kendisi için imkan yoktur.» Malikilerden Aliş [687] der ki: Böylece, sadece Îslamı terkle, mürtedin mallarındaki tasarrufu dur durulur. Tevbeye daveti sona erinceye kadar böylece devam eder. Hanefiler mürtedin tasarruflarını dörde ayırmışlardı. Birisi de ittifakla durdurulan tasarrufu idi ki, o da mürteddin girdiği kollektif ortaklıktır. [688] Hanbelilerden İbn-i Kudame [689] der ki: Mürteddin mülkiyeti elinden çıkmaz. Ona el konmuştur. Fakat İbn-i Kudame mülkiyetinin muteber olduğunu belirtmiştir. Der ki: «Bir kimse İslamı terkettİğİ takdirde mülkiyeti bakidir. Çünkü îslamı terk, kanını mubah kılan bir sebeptir. Zina eden bir evlininki gibi mülkü bakidir. Eğer, av veya satın alma gibi, mülk edinmeyi icabettiren bir sebep mevcutsa o sebeple bunları mülk edinebilir.
Kadının, malından el çektirmediği ve malındaki tasarruflarına mani, olmadığı müddetçe de durum böyledir..» [690]
Mürtedîn Tasarruflarının Durdurulacağına Hükmedenlerin Delîlî
Mürteddin tasarruflarının durdurulacağı hususundaki îmara Ebu Hamf e'nin görüşü yukarda geçti. Bu husustaki delilleri îmam Serahsi'nin [691] anlattığı deliller kadardır. Burada bazı fukahamn ileri sürdüğü bir takım deliller daha vardır. Onlar, ibn-i Kudame'nin [692] bu hususta anlattığı şeyleri delillendiriyorlar: «..... Çünkü, o
kimsenin îslamı terkiyle, malında İslam cemaatinin hakkı vardır. Bu, hastanın varisine yaptığı bağışa benzetilmiştir...» [693]
C- Mürtedd Müslüman Oldugu Takdirde Malı Kendisine İade Edilir?
Mürteddin malındaki tasarrufu birkaç halle neticelenir. Ya tekrar İslama döner, ya öldürülür, ya mürtedd-ken ölür veyahut düşman ülkesine iltica eder.
Eğer tekrar Islama dönerse, fukaha malının kendisine iade edileceğinde ve tasarrufundaki hürriyetinde müttefiktir. Fakat, acaba bu durum maniin [694] ortadan kalkmasıyla mı meydana gelmektedir? Yoksa, yeniden [695] mülk edinme yoluyla mı meydana gelmektedir? Bu hususta görüş ayrılığı var.
Bazıları [696] daha ileri gider, tevbe de etmiş olsa, mürteddin mallarının kendisine iade edilmeyeceğini söylerler.
Delillere bakanlar, fukahanın ekseri görüşünde, mürteddin kanma göre malmı muteber saydığını görürler. Kanı helal olduğu zaman mahndaki tasarruflarmdan men edilmiştir. Eğer tevbe eder, tekrar İslama girerse, can masumiyeti de geri döner. Malının tamamının veya elde mevcut olanın kendisine iadesi de tabiidir. Çünkü mâni - ki küfürdür - ortadan kalkmıştır. Bilindiği gibi, mâni ortadan kalkınca yasak edilen avdet eder. [697]
III- Mürteddin Akitleri
Mürteddin tasarruflarından ve mallarının durumundan bahsettik. Yine fukaha arasında müslüman olup, malı kendisine iade edilinceye kadar, yahut öldürülüp, malı hazineye ganimet olarak intikal edinceye kadar veyahut ihtilafa göre, varislerine geçinceye kadar tasarruflarına el konacağını söyleyenlerin bulunduğunu açıkladık. Bu hususta, Hanbelilerden Ibn-Kudame [698] der ki: «Mürtedd mülk edinmeyi icabettiren bir fiil işlese, mesela avlansa, bir şeyler toplasa, hibe alsa, bir şeyi satın alsa, ücretle veya bir ortaklıkta çalışsa, bunların mülkiyetini elde etmiş olur. Çünkü mülk edinme hakkına sahiptir. Böylece malları da kendisinin olmuş olur. Malının elinden çıkacağını, mülkünün kendisinin olmayacağını söyleyenler de var. Çünkü mürtedd, mülk edinme hakkına sahip değildir. Bu bakımdan mevcut malları da elinden çıkar. İslama dönse de, yine de, kendisinin hiçbir şeyi olmaması muhtemeldir. Çünkü, sebebin hükmü mevcut değildir. Bu takdirde, mülkün, kendisinin olması muhtemeldir. Sebep mevcuttur. Ancak, ehliyetsizliğinden dolayı, hüküm verilememiştir. Ehliyeti olursa, şart gerçekleşmiş olur. Bu taktirde mülk kendisinindir. Ehliyetsizliği sırasında elinden çıkan malları da kendisine verilir. Buna göre, ölür veya Öldürülürse, mülk, malın kendisine intikal ettiği kimsenindir.
Hanefilerden Merginânî [699], bu tasarruflarını anlatır. Sonra, bu tasarruflar hakkında, mezhebin görüşünün bir yönünü aksettirir. Der ki: «(mürteddken, sattığına, satın aldığına, azâd ettiğine, hibe ettiğine, rehin olarak verdiğine, veya malından yaptığı tasarruflarına el konur. Islama girdiği takdirde, bu akitleri sahih olur. Ölür, öldürülür veya düşman ülkesine iltica ederse, akitleri batıl olur.) Bu, İmam Ebu Hanife'ye göredir. îmanı Ebu Yusuf ve İmam Muhammed derler ki, her iki türlü yaptığı da caizdir.
Mürteddin tasarrufları kısımlara ayrılır: İttifakla muteber olan tasarrufları, bir çocuğun babası olduğunu iddia etmesi, ve boşaması gibi: Çünkü, bu iki şey ne gerçek mülke ne de velayetin tümüne muhtaçtır. İttifakla batıl olan tasarrufları, nikahı ve kestiği hayvandır. Çünkü, bu türlü tasarruflar dine dayanır. Halbuki mürteddin de dini yoktur. İttifakla durdurulan tasarrufları, kollek-tif şirkette ortak olması gibi. Çünkü bu türlü şirket eşitliğe dayanır. Mürtedd müslüman olmadığı müddetçe, bir müslümanla bir mürtedd arasında eşitlik yoktur. Durdurulması ihtilaflı olan tasarrufları. Bunları yukarda saydık. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhamnıed'e göre sıhhat, ehliyete, mürteddük, mülk sahibi olmaya dayanır. Mürtedd, nıuhatab olduğu için de, ehliyetinin varlığında bir gizlilik yoktur. Keza, daha önce de söylediğimiz gibi, ölümünden Önce idaresi üzerinde olduğu için mülkü de vardır. İmam Ebu Hanife'ye göre, malına el konmasında, tasarruflarının dudurulmasında, kabul ettiğimiz üzere, mürtedd, hükmümüz altında elimizdeki bir düşmandır. Buna göre, mürtedd bir düşman gibi kabul edilmiştir. Ülkemize, anlaşmasız olarak giren, yakalanan, cezalandırılır, hapsedilmesi sebebiyle de tasarrufları durdurulan bir düşman gibidir. Öldürülmeyi hak etmesi, her iki halde de, masuniyet sebebinin batıl olması yüzündendir. İslamı terk ehliyette de bir kusur meydana getirmiştir....»
Zeydiler de, İmam Ebu Hanife'nin görüşündedirler. İmam Ahmet [700] der ki: «Kasîmîler - Zeydilerden bir gurup - İmam Ebu Hanife, bir görüşünde îmanı Şafii, ve îmanı Malîk derler ki: Mürteddin ölümünden ve düşman ülkesine ilticasından önceki, Allah'a yaklaştıran ameller-deki akitleri muteber değildir. Bunun dışındakilerde sahihtir. Satış ve hibe akitleri gibi durdurulmuştur. Durdurulan her akit gibi, bunlar da ölümü veya öldürülmesiyle batıl olur.
İmam Muhammed der ki: Hastanın tasarrufu gibi, üçte biri geçmeyen tasarrufları muteberdir. Deriz ki: Hasta, mürtedin aksine, üçte biri geçen tasarruflarından kısıtlanamaz. Hastanın hiç bir kaydı yoktur. İmam Ebu Yusuf der ki: Bilakis, mürtedd mal sahibi olduğu için, bütün mallarındaki tasarrufu muteberdir. Deriz ki: İslama döndüğü takdirde evet, mürtedd olarak öldüğü takdirde, hiçbir hakkı yoktur.»
Zeydîlerden îbn-i Miftan [701], yukarıdaki açıklamayı aynen nakleder. Allah'a yaklaştıran amelleri hükümsüz sayar. Diğer akitleri de durdurulur. Başkası namına, se-lahiyetli olmadığı halde yaptığı akit gibi. Eğer müslü-man olursa, muteberdir. Ölürse batıldır. Ancak birisinin kendi çocuğu olduğunu kabul etmesi ile köle a zad etmesi istisna teşkil eder. Bunlar, bütün hallerde mutebrdir.
Kısaca, akitlerindeki ihtilafı Öğrendikten sonra, genişçe, birer birer açıklamaya başlıyacağız. Önce vekalet: [702]
I- Vekalet
Bir şahsın diğeri yerine tasarufta bulunmayı taahhüt etmesidir. Eğer mürted böyle bir vekâlet verirse ya İslam ülkesinde veya düşman ülkesinde yapmıştır. Düşman ülkesine ilticasından sonra yapmışsa, vekaleti batıldır. Çünkü, düşman ülkesine ilticasından sonra, mallarında tasarruf etmeye hakkı yoktur. Bu sebeple, vekaleti de sıhhatli olmaz.
Bu hususta İmam Muhammed [703] der M: «Mürtedd, düşman ülkesinde iken bu hususta vekil tayin eder ve İslam ülkesindeki malından bir şeyin satılmasının vekaletini verirse, bu caiz değildir. Mürtedd nıüslüman da olsa, bu vekalet caiz değildir. Çünkü, mal sahibi olmadığı halde vekalet vermiştir...» Ama, bu durumun dışındaki, vekaletinin hükmü, mürteddin geri kalan tasarruflarının hükmü gibi ihtilaflıdır. Bu hususta Şafiilerden Sab-bağ [704] der ki: «.... Mürtedd, maundaki tasarrufa bir müslümanı vekil tayin ederse, bu hususta üç görüş vardır: Mülkünün elinden çıktığını veya çıkmadığım fakat tasarruflarının sahih olmadığını kabul edersek, vekaleti de sahih olmaz. Mülkü baki, tasarrufu da muteberdir, dersek vekaleti de sahihtir. Malına ve tasarrufuna el konduğunu kabul edersek, vekaletine de el konmuştur. Bir nıüslüman diğer bir müslümanı vekil tayin eder, sonra vekalet alan îslamı terkederse, vekalet, yukarda anlattığımız görüşlere tabidir.»
İmam Muhammed [705], Hanefilerin prensiplerine göre vekaleti mütalea eder. Mürteddin müslüman olma ve olmama durumuna göre, vekaletin durdurulması ve batıl olmasına hükmetmiştir. Der ki: «Mürtedd, alım, satım, rehin.... alacaklarını almak veya borçlarını ödemek için bir vekil tayin eder, o sırada mürtedd müslüman olursa, bütün hususlardaki vekaleti caizdir. Nikahı, boşaması, azâd etmesi, vereceği bir karşılıkla karısını boşaması, bir meblağ karşılığında köle azâd etmesi hususunda bir vekil tayin eder, mürteddken ölür; Öldürülür; düşman ülkesine iltica ederse, bunların hepsi batıldır. Ne mürteddi, ne de, varislerini borç altına sokar. Borç altına sokan ve sokmayan bütün hususlarda vekil, köle, mûkatep, hür, zimmi, kadın, cariye [706], müdebber [707] anlaşmalı bir düşman veya mürtedd obuası neticeyi değiştirmez.
Bir kimse, birisini, kendisini belli bir kadınla evermesi için vekil tayin eder, sonra, müvekkil İslâmı ter-kedip, düşman ülkesine iltica eder, vekil de, evliliğin, o müslümanken meydana geldiğini iddia eder, varisler de vekili yalanlarsa, kimin sözü kabul edilecektir.?
imam Muhammed [708] der ki «Bir kimse birisini, belli bir kadınla evermesi hususunda vekil tayin eder, sonra müvekkil, îslamı terkedip, düşman ülkesine iltica eder, vekil de; onu müslümanken everdim der, varisler de bunu yalanlarsa, varislerin sözüne itibar edilir. Ne kadının, ne de vekilin sözü kabul edilmez. Hepsi de delil ileri sürerse, kadının delili nazar-ı itıbare alınır. Çünkü, ö iddia sahibidir. Erkek müslüman olsa, kadınla da bu hususta aralarında anlaşmazlık olsa bu husustaki sözs birinci babtaki söylenilen gibidir. Nikahı sabit de olsa kadın miras alamaz. [709]
Kadının Vekaleti
Mürtedd bir kadın bir şahsı, alacaklarını tahsil için tayin ederse erkekten bir farkı var mıdır. ?
Kadın hakkında, fukahanın ikiye ayrıldığını biliyoruz. Cumhur, kadının Îslamı terkedip, tevbe etmemesi halinde, öldürüleceği görüşündedir. Buna göre, diğer hükümlerde de, mürtedd kadın mürtedd erkek gibidir. Vekalet de bu hükümlerden birisidir.
Hanefiler, kadının öldürülmeyip, hapsedileeeği görüşündedirler, îmamiye de bu görüştedir. Bu sebeple, mürtedd kadınla, mürtedd erkek arasında fark vardır. Vekaletinde de fark vardır. îmanı Muhammed [710] düşman ülkesine iltica etmediği müddetçe vekaletinin sahih olduğunu söyler: «Mürtedd bir kadın, davacı veya davalı olarak, aralarında düşmanlık olan bir kimseden, hakkı olan alacağını alması için bir vekil tayin ederse, bu caizdir. Vekil işi tamamlamadan önce, mürtedd kadın düşman ülkesine iltica ederse, vekalet bozulur. Düşman ülkesine ilticasından sonra vekil işi tamamlarsa, gene caiz ve muteber değildir. Kadın, eğer düşman ülkesine ilticasından önce mürtedd olarak ölürse, vekalet batıl olur. Onun ölümünden sonra vekilin yaptığı hiçbir §ey muteber olmaz. Eğer vekil, ben, o hayatta iken aldım, sattım, alacakları topladım, borçlarımı Ödedim derse, harcadığı şeylerdeki tasarrufu kabul edilir. Harcanmayan şeylerdeki tasarrufu kabul edilmez. Vekilin, ancak delil getirdiği hususlardaki sözleri kabul edilir...»
Mürtedd bir kadın, birisini, ahm-satım, borç ödeme, kiralama, teslim alma ve vedia hususlarında vekil tayin ederse, hepsi caizdir. Çünkü, mürtedd kadın öldürülmez, imam Muhammed [711] der ki «Mürtedd bir kadın, kendi köle veya cariyesini satma, satm alma; borç Ödeme, rehin verme, kiralama, âzâd etme; belli bir meblâğ karşılığında bir köleyi kölelikten kurtarma hususunda vekil tayin ederse, caizdir. Bu hususlarda, mürtedd kadın, mürtedd erkek gibi değiidir. Çünkü, erkek müslüman olmamakta ısrar ederse, Öldürülür. Kadın Öldürülmez. Bu hususlarda mürtedd kadın, aynen mürtedd olmayan bir kadın gibidir. Mürtedd bir kadın, mürteddken birisini, kendisini evlendirmesi için vekil tayin eder, vekil de bu kadmı evlendirirse, bu batıldır. Müslüman oluncaya kadar onu evlendirmese de, sonra evlendirse, bu caizdir [712] Birincisi batıldır. Çünkü mürtedd kadının nikahı caiz değildir. Mürted bir kadın alım-satım, bir meblağ karşılığında kölelikten âzâd etme, , mutlak âzâd etme; rehin verme, kiralama hususunda bir vekil tayin etse sonra ls-lamı terketse ve tekrar müslüman olsa, vekil de bunların hepsini yapsa caizdir. Kadının İslamı terki bu hususlardaki vekâleti ne fesada uğratır, ne de, bozar. Mürtedd bir kadın alım-satım hususunda bir vekil tayin eder, yahut, bir müslüman o kadmı, bu hususlarda vekil tayin ederse, caizdir. Mürtedd kadından başkalarında caiz olduğu gibidir.» [713]
2- Rehin:
Bu da vekalet gibidir. Mürteddin mallarının ve tasarruflarının durumundaki umumi prensiplere tabidir. Bu sebeple, Hanefilerden İftiharuddin [714] der ki: «Mürtedd, bir müslümana, bir zimmiye veya bir mürtedde bir şey karşılığında rehin bıraksa ve çok geçmeden müslüman olsa, caizdir. Mürtedd olarak öldürüldüğü takdirde batıldır. Rehin, rehni alanın yanında helak olsa, borç ve rehinde, mürteddin, müslümanken kazandığından olsa, rehnin en azından kıymeti hesabedilir, borçtan düşülür. Bir müslümandan rehin alsa, sonra mürtedd olarak ölse veya düşman ülkesine iltica etse, rehin batıldır. İslama girse rehin caizdir.»
Kadına gelince, birincisi Öldürülmez. İkincisi de malları ya kendisinin veyahut varislerinindir. Bu sebeple, rehin vermesi de alması da - Hanef îlere göre - caizdir. Ha-nefîlerden İftiharuddin [715] der ki: «Mürtedd kadının rehin vermesi de alması da caizdir. Çünkü öldürülmez...» [716]
3- Alım Satım Ve Şuf'a:
Mürteddin alması, satması caiz midir.? Düşman ülkesine iltica ettiği takdirde, satışlarının neticesi ne olacak.? Kadınla erkek arasında bu hususta bir fark var mıdır. ?
imam Muhammed [717] der ki: «Mürtedd bir ev satın alır, sonra mürteddken Öldürülür veya Ölür, yahut düşman ülkesine iltica ederse, bu muamele batıldır. Komşunun da bu evde şûf'a hakkı caiz değildir. Görmüyor musunuz, mürtedd müslüman olsa, satın alma işlemi caiz oluyor. Şûf'ada muhayyerlik vardır. Satan mürtedd (öl-dürülse, ölse, veya düşman ülkesine iltica etse, satın alma işlemi batıldır. Komşunun da, bu malda, şûf'a hakkı yoktur. Her ne kadar satan muhayyerse de durum böyledir. Eğer müslüman olsa ve düşman ülkesine iltica etmese satış caizdir. Komşunun da bu evde §üf'a hakkı vardır.
Düşman ülkesine iltica etse, sonra dönüp müslüman olsa, ve İslama tekrar girişi de düşman ülkesine ilticasından ve mirasın taksiminden sonra olsa, komşunun bu evde şûf'a hakkı yoktur. Çünkü satış işlemi, düşman ülkesine iltica anmda bozulmuştur. İmam Ebu Yusuf ve imam Muhammed derler ki: Biz mürteddin alım-satımının caiz olduğunu görüyoruz. Öldürülse, ölse veya düşman ülkesine iltica etse yine caizdir. Komşunun da Şûf'a hakkı vardır.»
İmam Muhammed [718] alım satımın ne zaman caiz olacağım anlatmıştır. Ne zaman caiz olmaz? Der ki:
- Bir adam İslamı terketti. Mürteddken sattı ve satın aldı; hibe etti; kendisinin bir kölesini âzâd etti veya o kölenin hürriyete kavuşmasını Ölümüne bağladı; bir cariyesi vardı, onunla münasebette bulundu, cariye ondan hamile kaldı ve çocuk iddia etti; bir köleyi belli bir meblağ karşılığında azad etmek için anlaşma yaptı, veya bir mal karşılığında onu âzâd etti. Sonra İslama girdi. Bunların hepsi caiz görülür mü?
- Evet.
- Öldürülse düşman ülkesine iltica etse, malı da taksim edilse, alım satımını, köle azadını, hibesini, tedbirini [719] ve belli bir meblağ karşılığında köle azadını caiz görür müsün.?
-. Bunlardan hiçbirini caiz görmem. Birisinin, kendi oğlu olduğunu iddia- etmesi müstesna. Ben bu çocuğun ne sebebini tesbit ederim. Bu çocuk diğer varislerle beraber varis olur.....» [720]
Şuf'a Hakkı Olan Mürtedd Olursa Ne Olacaktır
Birisi bir ev satın aldı. O evde, gûf'a hakkı olan da mürteddi. Ya varisleri bu haktan vaz geçer. Yahut, mürtedd mürteddken öldürülür. Veya düşman ülkesine iltica eder. Mürteddin veya varislerinin Şûf'a hakkı var mıdır?
İmam Muhammed [721] der ki: «Birisi bir ev satın aldı. Orada şûf'a hakkı olan, mürteddi. Mürtlddin varisleri şuf 'a hakkından vazgeçti.
Sonra mürtedd, müslüman olmadan öldürüldü veya öldü. Satış meydana geldiği günde, mürtedd hayatta iken, varisler şuf'a hakkını alamazlar. Şuf'a varislerine düşmez. Mürtedd Öldürülür veya ölürse, şuf'a batıl olur. Mürtedd düşman ülkesine iltica etse, sonra mirasın taksiminden önce ev satılsa, daha sonra da, miras taksim edilse, mirası hak ettikleri andan itibaren şuf'a varislere aittir. Görmüyor musunuz, mürteddin kafir bir oğlu olsa, baba, düşman ülkesine İltica ettikten sonra oğul müslüman olsa, çocuk miras alamaz. Düşman ülkesine iltica anından itibaren miras diğer varislerinindir. guf'a da onlarındır.»
Mürtedd şuf'adan vazgeçse, sonra müslüman olsa, şuf'a hakkı düşer. İmam Muhammed der ki [722]: «Birisi bir yer satın aldı. O yerde, şuf'a hakkı olan da miirterddi. Şuf'adan vazgeçti. Sonra nıüslüman oldu. Şuf'a hakkı
yoktur. Müslüman olmasa da durum böyledir......»
Mürtedd, şuf'a isterse, durum ne olacaktır.? Kaadî guf asını iptal eder sonra mürtedd müsliinıan olursa, durum ne olacaktır.? imam Muhammed [723] der ki: «Şuf'a hakkı olan mürteddse, mürteddken şuf'a hakkına dayanarak, yeri de almak istiyorsa, ancak, İslama girdiği takdirde arzusuna uygun karar verilir. Kaadî, şuf'a hakkını iptal etmiş, bundan sonra da mürtedd müslüman olmuşsa, şuf'a hakkından istifade edemez. Eğer kaadî, mühlet vermek için şuf'ayı durdurmuş, sonra da mürtedd müslüman olmuşsa o yeri alır. Eğer şuf'a hakkım istemez, günler geçer, sonra müslüman olursa, satışı öğrendiği andan itibaren şuf'a hakkı düşmüştür.» [724]
Mürtedd Kadının Şuf'a Hakkı
Mürtedd kadının şuf'a hakkı sabittir. Şuf'a daki durumu diğer akitlerdeki durumu gibidir, imam Muhammed [725] der ki: «Mürtedd kadın, mürteddken bir ev alıp satarsa, bu caizdir. Şuf'a hakkı da olsa alabilir. Bu hususta, kadın erkek gibi değildir. Bu imam Ebu Hanife'nin görüşüdür. Şuf'a hakkını alır.
Mürteddken ölürse yahut düşman ülkesine iltica ederse, bu yer varislerine kalır. Eğer daha parasını ödememişse borcuna sayılır. Mirasın taksiminden önce bu ödenir.» [726]
4- Mürteddin Bağışları:
Mürtedd bir şey bağışlarsa, bu bağış muteber midir.? Neticesi öğrenilinceye kadar durdurulur mu? Müslüman olunca muteber olur mu? Mürteddken öldürülünce batıl mıdır.? imam Ebu Hanife, ictihad usulüne göre, mürteddken öldürülmesi veya ölmesi yahut düşman ülkesine ilticasına hüküm verilmesiyle, bağışları batıldır der. Bu hususta Merginanî [727] der ki: «Mürteddken sattığı, satın aldığı âzâd ettiği, bağışladığı., şeylere el konur. Müslüman olduğu takdirde akitleri sahihtir. îmanı Ebu Hanİfe'ye göre, Ölür, öldürülür veya düşman ülkesine iltica ederse, akitleri batıldır. îmanı Ebu Yusuf ve imam Muhammed, her iki halde de yaptıklarının caiz olduğunu söylerler.
imam Muhammed [728] de, bunun benzerini söyler.
Hanefilerden İftiharuddin [729], hibeden ve hibedeki karşılıktan bahsederken der ki: «Mürtedde hibe verilse, mürtedd de karşılık verse, veren ve alan teslim alsalar, sonra mürtedd müslüman olsa caizdir. Her ikisi de akit-lerinden dönemez. Mürtedd olarak öldürülse, düşman ülkesine iltica etse, hibe caizdir. Mürteddin verdiği karşılık caiz değildir, islam devlet reisi huzurunda mürteddin varisleri bağışlayandan o karşılığı alırlar, imam Yakup, (imam Ebu Yusuf) müslümanm verdiği karşılık gibi, mürteddin verdiği karşılığın caiz olduğunu söyler. Varisleri onu alamaz, imam Muhammed de, verdiği üçte hit karşılık caizdir, der. Hasta müslümanınkinin caiz olması gibidir. Bağışlayan mürtedd olsa, bağışı alan da kargılık verse, sonra murtedd öldürülse, yahut düşman ülkesine iltica etse bağışı, varislerine geri verilir. Kargılık da har-canmamışsa sahibine iade edilir.
Eğer harcanmışsa, mürteddin malından alınır. Diğerinin, onun murtedd olduğunu bilip bilmemesinde fark yoktur. Murtedd müslüman olmadıkça, kaadî huzurunda hibesi caiz değildir. Hibe teslim edilmemişse, diğeri de karşılıktan dönebilir. Murtedd bundan sonra müslüman olsa, anlattığımız üzere, bütün yaptıkları caizdir...»
Zeydiyelerden îmanı Ahmed [730]: Murtedd tarafından yapılan bağışa el konacağını nakleder. Ve der ki: Ka-sîmiler, imam Ebu Hanife, bir içtihadında İmam Şafii ve imam Malik derler ki: Bütün durdurulan akitlerinde olduğu gibi, hibe de, mürteddin öldürülmesi veya ölmesiyle batıl olur. imam Muhamnıed der ki: Hastanın tasarrufu gibi, mürteddin de üçte bir tasarrufu muteberdir. Biz deriz ki, hasta, mürteddin aksine malının üçte biriyle kısıtlanamaz. Onun hiç bir kaydı yoktur, imam Ebu Yusuf der ki: O mal sahibi olunca, bütün malmdaki tasarrufu muteberdir. Yine biz deriz ki, Islama döndüğü takdirde, evet. Murtedd olarak ölürse, hiç hakkı yoktur....»
Bu, onlarm, mürteddin tasarruflarının durdurulması görüşüne dayanmıştır.
Kadına gelince, onun bağışı caizdir. Çünkü, malları kendisinindir. Hanefilerin nazarında da müslümandır. îmanı Muhammedin [731] söyledikleri bunlardır. [732]
5- Mürteddin Kefaleti
Murtedd bir şahsa kefil olursa kefaleti sahih midir.? Murtedd olarak öldürüldüğü veya düşman ülkesine iltica ettiği takdirde hükmü nedir.? Şahsa kefalet, mala kefalet gibi midir.?
imam Taberi [733] buna şöyle cevap veriyor: «Murtedd, mÜ3Îüman bir kimsenin şahsına veya mal borcuna kefil olur, sonra murtedd öldürülürse, kefalet borcu, hayatta iken kendisinden istenmeınişse, kefaleti sebebiyle mürtedin malından, alacaklı olana hiç bir şey verilmez. Hayatta iken alacaklıdan başkası tarafından istenmiş fakat kefil, gerekeni ödememişse, öldürülmesinden sonra malından Ödenir. İşte buna sebep, hayatta iken böyle bir borç altına girmesidir. Hayatta iken borçlandığı çoluk çocuğun nafakası mesabesinde bir borçtur, öldürülmesinden sonra malından ödenir. Şahsa kefaletine gelince, murtedd ölünce batıl olur.
imam Ebu Hanife der ki: Ne mala ne de şahsa kefaleti caizdir, imam Ebu Yusuf der ki: Mala kefaleti caizdir. Mürteddken öldürülürse, malının üçte birindeki kefaletinin durumu, hastanınki gibidir.îmam Ebu Hanife ve eshabı derler ki: Öldürülmeden önce, İslama girse kefaletinin hepsi caizdir. (Bizim görüşümüz de, Hanefi-lerinki gibidir.) ister müslümana ister zimmiye, ister mürtedde kefil olsun, farketmez. (Bizde de, Hanefilerde de öyledir.) Yaşayan, Islama dönen veya mürteddken öldürülen murtedd erkek ve kadının kefaleti (bize göre de) müsavidir. Bu, murtedd erkekle murtedd kadının, kefil oldukları takdirde, kefaletleri sebebiyle, borç altına girmeleri hususunda imam Malik ve Şafii'nin sözlerinin kıyasının neticesi müsavidir. (Bize göre) murtedd kadın da, murtedd erkek gibi öldürülür. (İmam Ebu Hanife ve eshabı derler ki): Murtedd kadının mala kefaleti caizdir. Öldürülmeden önce, mürteddken ölse de, kefaleti yine caizdir. Yine (derler ki): Eğer düşman ülkesine iltica ederse, esir edilir. Bu takdirde kadının şahsa kefaleti batıldır. Şahsa kefil olan cariye mesabesindedir. Derler ki) Mala kefaleti, bıraktığı malındaki bir borçtur. Bir gün âzâd edilse şahsa ve mala kefaletinin karşılığı alınmaz. Esirlik, bütün kefaleti ve bütün hakları yok eder. Çünkü, esir ganimet sayılır. Şu kadar var ki, mala kefaleti, düşman ülkesine iltica ettiği takdirde malından alınır. Bize göre, şahsa veya mahdut bir meblağ ile mala kefil olan bir kadın hakkında sözün doğrusu; öldürülün-ceye kadar, düşman ülkesine ilticası ile İslam ülkesinde ikameti arasında fark yoktur. Şahsa ve mala kefaleti muteberdir.
Hayatta iken kefil olunan kimse, kefalet bedelini isterse, hepsi alınır. Ölümünden sonra, şahsa kefaleti batıl olur. Mürteddken ölür veya öldürülürse, hayatta iken vermesi icabeden kefalet bedeli, onun malından alınır. Hiç kimsenin onu ödemesi caiz değildir. Mürtedd kadının düşman ülkesine ilticası neticeyi değiştirmez.)
imam Muhammed [734] kadının kefaletinin caiz olduğu görüşündedir. Der ki: «imam Ebu Hanife, İmam Ebu Yusuf ve imam Muhammed'e göre, mürtedd kadının mala kefaleti caizdir. Öldürülmeden önce ölse de, gene böyledir. Düşman ülkesine iltica ederse esir edilir. Şahsa kefaleti de batıl olur. Şahsa kefil olan cariye mesabesindedir. Mala kefaleti, bıraktığı malından alınacak bir borçtur. Eğer, bir gün esirlikten kurtulsa ne şahsa, ne de mala kefaletinin bedeli alınır. Esirlik kadın tarafından olan her türlü vecibe ve kefaleti düşürür. Çünkü kadın, ganimet sayılır. Fakat mala kefalet, düşman ülkesine iltica ettiği takdirde, malından alınır.»
Mürtedd, bir müslfımana malıyla kefil olur, sonra kefil olduğu kimse Islâmı terkeder; daha sonra her ikisi de,, müslünıan olur veya mürtedd kefil müslüman olursa, mal ödenir, imam Muhammed [735] bu hususta der ki: Bir müslüman mürtedde kefil olur, sonra mürtedd düşman ülkesine iltica ederse, hükmü ne olacaktır? Bütün bu hususlarda imam Muhammed der ki: «Bir müslüman, borçlu bir mürtedde kefil olsa, mrütedd düşman ülkesine iltica etse yahut, kefaleti kabulde rnüslü-manken, kefaletten sonra Islâmı terketse, düşman ülkesine iltica etse, kefil yine kefildir. Borçlu kayıpken, kefil onu bulup getirmedikçe, kefalet borcunu ödemek mecburiyetindedir. Borçlu ölürse, şahsa kefaletinden kurtulur. Şahsa kefalette, kefil, borçlunun düşman ülkesinde Islâmı terk ettiğini öğrenirse, kefile, bulunduğu yerden oraya gidip gelinceye kadar bir mühlet verilir. Bu müddet içinde, borçluyu getirmediği takdirde kendisinden kefalet bedeli alınır. İmam Muhammed der ki: Kefil borçluyu getirmeye muktedirse, bir görüşe göre yakalanır. Eğer buna gücü yetmiyorsa bırakılır, onu getirinceye kadar hapsedilmez. Mala kefil olan biri durumundadır. Buna gücü yetmediğini itiraf ederse, buna gücü ye-tinceye kadar serbest bırakılır.
Borçlu îslâmı terkeder, düşman ülkesine iltica ederse, kefil kefaletten kurtulamaz. Çünkü borçlu Ölmemiş-tir. İmam Muhammed [736] imam Ebu Hanife'den bunu nakletmiştir. Fakat, mala ve şahsa kefil olan mürteddse, sonra düşman ülkesine iltica etmişse durum ne olacaktır?
îmanı Taberî, meseleyi izah eder ve der ki [737]: «Bir mürtedd mala veya şahsa kefil olur, sonra mürteddken düşman ülkesine iltica ederse, alacaklı, borçludan önce mürtedden bunu istemişse, mürtedd kefil islâm ülkesinde ev, akar veya başka çeşit mallar birakmışsa alacaklının da borçludaki alacağı sabitse, mürtedd de buna kefil olmuşsa, kaadînin bunun malından ödenmesine karar vermesi gerekir. Eğer islâm ülkesinde mal veya başka bir şey bırakmamışsa îslâm ülkesine döndüğü takdirde, bunların hepsinin alınmasına hükmedilir. Veya yakalanınca da bu olabilir. Düşman Ülkesine ilticası yukarda-kilerden hiçbir şeyi batıl etmez. Çünkü iltica, hükmü değiştirmez. O îslâm ülkesinde ikamet ederken de, mevcut olmayan bir sebeple hesaba çekilmez. İmam Ebu Hanife der ki: Şahsa ve mala kefil olan, mürtedd olarak düşman ülkesine iltica ettiği takdirde, bunların hepsi batıl olur. îmanı Ebu Yusuf'a gelince, o der ki: Kefalet bedeli olan mal, malından alınır. O, şahsa kefilmiş, gibi muamele görür. Eğer öldürülürse, İmamların hepsine göre, şahsa kefaleti batıl olur. Müslüman olarak dönerse, İmam Ebu Hanife ve esbabına göre, şahsa kefaletini yerine getirir. İmam Ebu Hanifeye göre, mala kefaleti de avdet eder ve onu öder. Bir müslüman nıürteddin üzerindeki borca kefil olsa, mürtedd düşman ülkesine iltica etse veyahut, mürtedd müslümanken, kefaletten sonra îslamı terketse, onu getirinceye kadar, kefil yakalanır. Yakalamaya muktedirse böyle yapılır. Yakalanmazsa, bu takdirde de gene kefil mesul olur...»
Kefil mürteddse, mürteddliği yüzünden öldürül-müşse, mesele, mürteddin bilinen tasarruflarmdaki ihtilâf gibidir. îmam Muhammed [738] der ki: «Mürtedd müslüman bir kimsenin kendisine veya malına kefil olur, sonra, irtidâdı sebebiyle öldürülürse, îmam Ebu Hanife der ki: Ne mala, ne de şahsa kefaleti caiz değildir, îmam Ebu Yusuf der ki: Mala kefaleti caizdir. Aynen hür bir müslümanm malı imiş gibi onun malından alınır. îmam Ebu Hanife der ki: Öldürülmeden önce müslüman olursa, her türlü kefaleti caizdir. İmam Ebu Yusuf ve İmam. Muhammed de aynı şeyi söylerler...» [739]
6- Kollektîf Şirket Ve Mudarebe [740] :
Bir kollektif şirkette, mürtedd de bir ortak olursa, bu caiz olur mu?
Hanefiler, mürteddin ortak olduğu kollektif şirkete, ittifakla el konulacağına hükmettiler. İmam Serahsi [741] böyle nakletmiştir. Her halde, buna da sebep, kollektif ortaklığın tam bir müsavatı gerektirmesidir. Mürtedd-le müslüman arasında ise, ne mal, ne can, ne de din bakımından eşitlik'var. Müslümanın kanı ve malı masundur. Mürteddin ise kanı da malı da helâldir. Onun ancak müslüman olması kaibul edilir. Din bakımından farksa, çok açıktır.
Kollektif şirket, ya iki müslüman ortak tarafından kurulur, biri îslâmz terkede,r, yahut biri düşman ülkesine iltica eder, yahut bir mürteddle bir müslüman tarafından kurulur. Her türlü şekilde durum ne olacaktır?
İki müslüman tarafından kurulur sonra birisi îs-lamı terkederse, İmam Muhammed [742] der ki: «tki ortaktan biri îslâmı terkedip, düşman ülkesine iltica ettiği takdirde, şirket inkıtaa uğramış olur. Kaadî onun îslâmı terkettiğinİ ve düşman ülkesine iltica ettiğini tesbite karar vermeden önce, o müslüman olarak geri dönerse, ortaklık devam eder. İslâm ülkesinde de bulunsa, kaâdi-nin kararından önce İslama girerse, ortaklık yine devam eder. Düşman ülkesinde iltica edince, hakim de onun ilticasına ve ölü mesabesinde olduğuna karar verse, ortaklık dağılır. Müslüman olarak dönse de, ortaklık tekrar devam edemez.
Görmüyor musunuz? îslâmı terkedip, düşman ülkesine -iltica etse, hakim bu hususta karar verip, onu ölü saymadıkça, müdebberi azâd edilemez, borcu hemen ödenmez. Ortaklık da böyledir... îmanı Ebu Hanife der ki: İki ortaktan birisi îslâmı terkeder sonra tekrar müslüman olursa, şirket devanı eder. Eğer öldürülürse, ayrılık meydana gelir. Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre: öldürülmediği, düşman ülkesine iltica etmediği, hakim ilticasına karar verip, ölü saymadığı müddetçe, mahdut iş ve mesuliyetli bir ortaklık olarak, ortaklık devam eder.» [743]
A- Mubârebe ;
Mal sahibi mürtedd olduğu takdirde, durum ne olacaktır? Mal sahibi sanki müslümannıış gibi, şirket bu halde devam eder. îmam Muhammed [744] der ki: «Mür-ted birisi, müslüman bir kimseye çalıştırması için mal verse, alıp satar, kazanır veya zarar eder sonra mürtedd Öldürülür düşman ülkesine iltica eder; Ölür, öldürülmeden Önce müslüman olursa, her türlü halde bir müslüman durumundadır. Müslüman birisine ticaret için mal veren, malı verdikten sonra îslâmı terkeden birisi gibidir. Bunların hepsi müsavidir. Her iki hâlde de durum anlattığım gibidir.»
B- Mal sahibi îslâmı terkettiği takdirde, durum ne olacaktır? Ortaklık müslümanken kurulup, sonra mal sahibi İslâmı terkettiği takdirde ortaklık caizdir. îmam Muhammed der ki: [745] «Bir kimse, birisine, ticareti yarı yarıya olmak üzere mal verdiği takdirde, mal sahibi İslâmı terkeder, parayı çalıştıran alır, satar, kazanır veya zarar eder. Sonra mürtedd öldürülür veya müslüman olmadan önce ölürse, yahut düşman ülkesine iltica ederse, daha sonra da, çalıştıran malı kaadıya teslim ederse, hakim bu çalıştırmayı caiz görür. Sermayeyi ona tazmin ettirir. îmam Ebu Hanife'nin kavline kıyasen kazanç ve ya zarar, çalıştırana aittir. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise sermayeyi çalıştıran verir. Kazanç, ileri sürdükleri şartlara göre pay edilir.
Zarar maldan ödenir. Bütün bunlarda mesuliyet çalıştıranındır. Eğer, çalıştıran mal sahibinin malını, o, düşman ülkesinden müslüman olarak dönünceye kadar, hakime teslim etmezse, mal sahibi adına alım satım caizdir. Tabii hal üzere devam eder. Kazanç ileri sürdükleri şarta göre taksim edilir. Zarar maldan ödenir. Mal sahibi öldürülmeden veya Ölmeden önce müslüman olsa, mal sahibi namına, çalıştıranın yaptığı bütün tasarruflar caizdir. Ortaklık devam eder. Kazanç ortaya koydukları şarta göre, zarar da maldan ödenir.»
C- Parayı veya malı çalıştıran îslâmı terk ettiği takdirde durum ne olacaktır?
Parayı ve malı çalıştıran Îslâmı terkettiği takdirde alım satım caizdir, imam Muharnmed [746] der ki: «Birisi diğerine kârı yan yarıya ortak olmak üzere sermaye verir, sonra çalıştıran İslâmı terkeder; parayı işletir, kazanır veya zarar eder, sonra mürteddliği yüzünden öldü-rülürse, mal sahibi namına parayı işletmesi ve sermayede olan değişiklik caizdir. Zarar mal sahibine, kazanç ortaya koydukları şarta göre ortaktır. Sattığı şeylerden bütün mesuliyet İmam Ebu Hanife'nin kıyasma göre, mal sahibine aittir. Çalıştıranın mesuliyeti yoktur. Çünkü mürtedd olarak satmış ve satın almıştır. Sonra Îslâmı terki yüzünden öldürülmüştür. Bunun mesuliyeti yoktur. Görmüyor musunuz, birisi mürtedde kendi kölesini satmasını emretse, o da satsa, sonra mürtedd olduğu iğin öldürülse, satış caizdir, mesuliyet emredenindir. Bir müslüman bir müslümana, kölesini satmasını emretse, emredilen Îslâmı terkedip köleyi satsa sonra öldürülse satışı caizdir. Bu husustaki mesuliyet emredene aittir. Parayı işleten de böyledir. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise, bu caizdir. Zarar mal sahibine aittir. Kazanç kendisinin ileri sürdüğü şarta göredir. Mesuliyet mürtedde aittir. Mürtedd irtidâdı yüzünden öl-dürülmezse, fakat mürteddken eceliyle ölse, yahut düşman ülkesine iltica etse, onların bu husustaki görüşleri, irtidâdı yüzünden Öldürülen mürtedd hakkındaki görüşleri gibidir.
Parayı işleten, alıp satsa, zarar veya kâr etse, sonra müslüman olsa, bu husustaki görüşleri tektir. Ahm-satım caiz, mesuliyet çalıştıranın, zarar mal sahibine ait, kazanç şartlarına göre pay edilir.»
D- Parayı çalıştıran Îslâmı terk edip, düşman ülkesine iltica ederse durum ne olacaktır?
Parayı çalıştıran, îslâmı terk edip, İslâm ülkesinde durmuyor. Mallarla beraber düşman ülkesine iltica ediyor. Orada ticaret yapıyor, müslüman olarak dönüyor. Hakkında nasıl hüküm verilecektir? İmanı Muhammed [747]der ki: Parayı çalıştıran îslâmı terkedip, düşman ülkesine iltica etmiş, malı da beraberinde götürmüş, orada sermayeyi çalıştırmış, sonra mallarla beraber müslüman olarak dönmüşse, bütün kazancı kendisinindir. Hiç bir şeyi tazmin etmez. Çünkü, düşman ülkesine girdikten sonra muhalefet etmiştir. Düşman ülkesinde de, ona tazminat gerekmez. Görmüyor musunuz, mürtedd olarak düşman ülkesine iltica etse, sonra dönse, malı alsa ve harcasa, ödemez. Bu da böyledir.»
Bu Hanefilerin görüşüdür. Mezhepler arasında, üzerinde ittifak edilen bir mesele değildir.
E- Parayı işleten veya mal sahibi kadın olur, ve îslâmı terkederse ne olacaktır?
Mal sahibi mürtedd bir kadın olursa, Hanefilere göre, müslüman bir kadın gibidir. İmam Muhammed [748] der ki: «Mürtedd kadın, çalıştırması için bir müslümana sermaye verirse, bu , kadın, aynı gaye ile birine sermaye verip, sonra İsiâmı terkeden bir müslüman kadın mesabesindedir. Her ikisi de ıbu hususta eşittir. Çünkü, kadinin ortaklıktan önce veya sonra İslâmı terki arasında fark yoktur.»
Parayı çalıştıran kadın, fakat İslâmı terketmiş; alım satımı caizdir. İmam Muhammed [749] der ki: «Bir kimse, bir kadına, çalıştırması için sermaye verir, kadın İslâmı terkeder, parayı çalıştırır, kazanır veya zarar eder, sonra Ölür veya düşman ülkesine iltica ederse, mukaveleye göre alım satımı caizdir.
Kazancı şartlarına göre, aralarında taksim edilir. Zarar sermayeden ödenir. İmam Ebu Hanife, imam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre, mesuliyet kadma aittir. İmam Ebu Hanife'ye göre, kadınla erkek arasında bir benzerlik yoktur. Çünkü, ona göre, erkek öldürülür, kadın öldürülmez. İmam Ebu Yusuf ve îmam Muhammed'e göre ise her ikisi de müsavidir.» [750]
Îslâmı Terk Halînde Evlilik Aktînîn Durumu
Bir müslüman, ya evli iken islâmı terkeder, ya bekârken terkeder, sonra evlenir. Yahut karısıyla beraber aynı anda terkeder, veya sadece karısı terkeder.
a- Bir müslüman, evli iken İslâmdan döndüğünde, karısı kendisinden talak-ı bâin ile boş olur. Bu hususta, İslâm fıkhında muhalefet eden hiçbir fakihe raslamiyo-ruz. Hanefiler [751], Şâfiiler [752], Hanbeliler [753], Malikîler [754], îmamîler [755], Zeydiler [756], hatta İsmailîler'in Behre kolu [757] bu görüştedirler.
Bu hususta, Hanefîlerden İmam Serahsi [758] şöyle der: «Eğer bir müslüman, dininden dönerse, karısı kendisinden Talâk-ı bain ile boş olur. Karısı, ister müslüman, ister ehl-i kitaptan olsun, ister onunla münasebette bulunsun, isterse bulunmasın, bize göre katiyyen ona yaklagamaz. İmanı Şafii der ki: Eğer onunla evlilik hayatı yaşamamışsa durum böyledir. Ancak, evlilik hayatı yaşamışsa, nikâhın bozulması, islâm kısmında açıkladığımız gibi zifafla nikâhın katileşip, katileşmeyeceği arasındaki fark bahsinde belirttiği prensibine göre, üç hayız müddetinin dolmasına bağlıdır. İmam Şafii, dinden dönme ile, sadece din ayrılığım kastediyor. Hanımın da ayrı olacağını değil. Nikâh katileştikten sonra, dinden dönmeye ilave edilen bir başka sebep yoksa, sadece dinden dönme, hemen ayrılığı gerektirmez. Nitekim, karı-kocadan birinin İslama girmesinin ayrılığı gerektirmediği gibi. İbn-i Ebi Leyla der ki Zifaftan önce veya sonra, karı-kocadan birinin îslâmdan dönmesiyle ayrılık meydana gelmez. Mürtedd, tevbeye davet edilir. Eğer tevbe eder, tekrar İslama girerse, eski karısı yine karışıdır. Eğer koca ölür veya öldürüliirse, karısı ona varis olur. Bu, yukarda açıkladığımız gibi, karı kocadan birinin İslama girmesine kıyas edilmiştir. Fakat bizim fikrimiz şudur: Îslâmdan dönme evliliğe manidir. Evlenmeyi haram kılan sebepler gibi, evliliğe mani bir sebebin bulunması, doğrudan doğruya ayrılığı gerektirir. Din ayrılığı, evliliğe engel teşkil etmez. Bir müslüman erkekle ehl-i kitaptan bir kadın arasında evlilik akti caizdir. Evlilik büyük bir nimettir. Ve ancak İslâm ile bu nimet korunmuş olur. Bu sebeple, karı ve kocanın ısrarı üzerine ancak hakim kararıyla boşanma işlemi yapılır. Îslâmdan dönen koca karısıyla evlilik hayatı yaşamamışsa, ayrılık neticesinde mihrin yarısını verir. Karısıyla evlilik hayatı yaşamışsa iddet içinde kadının nafakasını da verir.
Hanbelî Mezhebinden îbn-i Kudame, Hanefilerle Şa-fiiler arasındaki görüş ayrılığının faydasını şöyle açıklar: «Eşlerden biri veya her ikisi birden dinden dönerse, aralarında evlilik hayatı yasak edilir. Eğer iddet içinde münasebette bulunmuşlarsa, -boşanmanın hemen tahakkuk edeceğini kabul edersek- kendisine nikâh düşen birisiyle cinsî münasebette bulunduğu için, erkek, kadına, akranlarının mihri kadar1 bir mihir ödemekle mükelleftir. Çünkü erkek nikâhsız bir kadınla münasebette bulunmuştur. Dolayısıyla kadına akranlarının aldığı mihir kadar bir meblâğ ödemesi gerekir. Boşanmanın, iddetin dolmasına bağlı olduğunu kabul etsek, eşlerden îslâmı terkeden veya her ikisi birden iddet içinde tekrar müslüman olsalar, Îslâmı terkeden de kadın olsa, bu münasebetten dolayı, erkek kadına mihir vermekle mükellef değildir. Çünkü nikâh hâlâ mevcuttur. Ve erkek, karısıyla münasebette bulunmuştur. Eşlerden biri veya her ikisi, İddet doluncaya kadar İslama tekrar girmemekte di-renseler, bu münasebetten dolayı, erkek, kadına, akranlarının aldığı mihir kadar bir mihir ödemekle mükelleftir. Çünkü erkek, nikâha benzeyen nikâhsızlık içindeyken cinsî münasebette bulunmuştur. Dinlerin ayrıldığı andan itibaren boşanma meydana geleceğinden, nikâh düşer.
Hanefiler der ki: Mürteddin tevbe etmesi ve İslama girmesiyle ayrılık ortadan kalkmaz. Çünkü ayrılık, erkeğin Îslâmı terkiyle meydana gelmiştir. İslama girmesiyle de ortadan kalkmaz. Hanefilerden Kaşâni [759] der ki: «Müslüman olmakla ayrılık ortadan kalkmaz.»
Zeydiyye de bunun gibi bir görüşe sahiptir. [760] îmanı Şafii'ye [761] gelince, iddetin dolmasını nazar-i itibare almıştır. Eğer koca iddet doluncaya kadar Islâma girmezse, kadın talakla değil, evlilik aktinin feshiyle boş olur. Bu hususta şöyle der: «Kocanın, tevbe edip İslama dönmesinden önce, kadının iddeti dolmadıkça eşler arasmda ayrılık meydana gelmez. Kocanın tevbesin-den önce kadının iddeti dolarsa, kadın boş olur. Katiyen onunla cinsi münasebette bulunamaz. Kadının boş olması, talâkla değil, evlilik aktinin feshiyledir. Kadın tasdik edilecek bir şekilde iddetin dolduğunu iddia ederse kabul edilir. Erkek yeniden îslâma da dönse, katiyen karısıyla münasebette bulunamaz.»
Malikîler [762] de imam Şafiiye yakın bir görüştedirler.
İmamiye gelince, onlar da şöyle derler: Kişinin Islâ-mi terk etmesi, karısının ayrılığını gerektirir. Bu hususta Hanefilere yakındırlar. Fakat diğer hususlarda, onlara zıt görüştedirler. Tusî [763] der ki: «Bir erkek İslâmı terkederse, üç talâkla boşanmış gibi karısı boş olur. Ve kadın aynen, talakla boşanan gibi bekler. Eğer İslama döner ve evlenmeden önce tevbe ederse, eski karısına evlenme teklifinde bulunabilir. Kadının, eski kocasıyla evlenebilmesi için iddetini doldurmasına lüzum yoktur. Ancak bir başkasıyla evlenebilmesi için beklemesi gerekir, îddet dolmadan önce koca ölür veya öldürülürse, kadın, kocası ölen bir hanım kadar bekler.
Iddet içinde kocasına varis olur. Eğer kadın ölürse, İslâmdan dönen kocası, ona varis olamaz,
b- Bir müslüman, İslâmdan döner sonra evlenirse fnkaha indinde evliliği sahih ohnaz. Çünkü o bir dinsizdir. Dinsiz bir kimsenin de, ne bir müslüman, ne bir kâfir ne de bir dinsizle evlenmesi caiz değildir. Hanefiler [764], Şafiiler [765], HanbeÜler [766], Malildler [767], İmami-ler [768], bu görüştedirler Aynea kızını veya velisi olduğu bir kadını, velayetindeld kusurundan dolayı evlendire-mez. îmam-i Şafii [769], İmamiyye [770], Hanefiler [771], HanbeÜler [772] bu görüştedirler. [773]
Bîr Komünistin Evliliği Batıl Mıdır?
Bir müslüman, kızım isteyen müslüman gözüken bir komünistin, [774] kızıyla evlenip evlenmeyeceğine dair İslâmın görüşünü, Ezher Üniversitesi Fetva heyetine sormuştur. Cevap: «Evlenemez. Çünkü o bir mürted-dir.» olmuştur.
Ehram gazetesi, Ezher Üniversitesi Fetva heyetinin fetvasını yayınlamıştır. Bu fetva ile müslüman gözüken bir komünistin, bir mürtedd sayılacağına hükmedümiştir. Ve gazetede şu metin yayınlanmıştır. [775] «...Komünistlik, maddî bir ideolojidir. Allah'a inanmaz, dinleri inkâr eder ve hurafe sayar. Komünistliğiyle tanınan ve koministlikte İsrar eden bir kimse, islâm nazarında mürtedd sayılır, islâm, değil bir dinsizin, Allah'a sirk koşan (yani batıl da olsa, bir nevi dini olan) birisinin müslüman bir kadınla evlenmesini haranı kılmıştır. Bu sebeple dinsizin, birisiyle evlenme yasağından daha tabii bir şey olamaz ki.»
c - Eşler beraber İslâmı terkeder ve tekrar beraber Islama girerlerse evlilik batıl olur mu, olmsz mı? Bu hususta görüş ayrılıkları vardır.
Hanbeliler ve Maliküer, evliliğin batıl olacağı görüşündedirler. Hanbelilerden İbn-i Kudame, bu hususta der ki [776]: «Eşler beraber İslâmdan dönerlerse bunun hükmü, eşlerden birinin, zifaftan önce İslâmı terketme-sinin hükmü gibidir. Hemen ayrılık tahakkuk eder. Eğeı zifaftan sonra olursa, ayrılık hemen tahakkuk eder mi? Yoksa iddetin dolmasına mı bağlıdır? İki rivayet var: îmam-ı Şafii'nin görüşü: İbn-i Mansur'un rivayetinde Ahmet der ki: Eşler beraber îsîâmdan dönerlerse veya birisi dönerse, her ikisi birden veya dönen tevbe ederse iddet dolmadığı müddetge, karısı, halen karısı olmakta devanı eder. İmam Ebu Hanife der ki: Is-tihsan yoluyla nikâh fesholmaz. Çünkü aralarında din ayrılığı olmamıştır. Bu durum beraber müslüman olan eşlerin durumuna benzetilmiştir. Bize göre, dinden dönme nikâha sonradan arız olan bîr durumdur. Dinden dönmeye bağlı olarak, nikâhın feshi gerekir. Eşlerden birinin islâmı terk etmesi halinde olduğu gibi. Bir kimse tek başına İslâmdan dönünce nasıl her şeyinden mahrum edilirse, kendisiyle beraber başka birisi de îsîâmdan dönünce, aynı haklardan mahrum edilir. Malından mahrum edildiği gibi. Onların söylediği şey, müsîümar; bir koca ile yahudi karısının hıristiyanlığa girmelerine göre nikâhın batıl olmasıdır. Nikâhları feshedilir. Karı koca ;bir dine geçmişlerdir. Fakat karı-koca beraber müslüman olurlarsa, her ikisi de Hak Dine girdiklerin den durum değişir. Dinden dönmenin aksine olarak, evli' üklerine devam ederler.
Hanefilerden imam Serahsî der ki [777]: «Eşler beraber İslâmdan dönerlerse, bize göre, istihsan yoluyla evliliklerine devam edebilirler. Kıyas yoluyla, aralarında ayrılık gerekir. Bu îmam-ı Züferin görüşüdür. Çünkü, eşlerden birisi değil, ikisi birden dinden dönmüştür. Eşlerin İslâmı terketmeleri, evliliğe mani olursa, evliliğin devamına da mani olur. Fakat biz, sahabenin icmauıdan dolayı, kıyası terkediyoruz. Beni Hanife kabilesi zekatı vermemek için islâmı terkettiler Hz. Ebu Bekir, onları tevbeye davet etti. Tevbeden sonra, nikâhlarının yenilenmesini emretmedi. Eshabdan da hiçbiri böyle bir fikir ileri sürmedi. O kabileden bazıları, diğerlerinden önce İslâmdan döndü denilemez. Zaten Hz. Ebu Bekir bunun üzerinde durmamıştır. Her iki durum da, tarihen bilinmediğine göre, ikisi beraber olmuş kabul edilir. Bunun manası şudur: Eşlerden birinin islâmı terk etmesi halinde, ayrılık hadisesinin meydana gelmesi, tertemiz müslü-manla, kirli mürtedin münasebetine engel olma gayesini güder. Eşler beraber İslâmı terkettikleri takdirde, bu durum ortadan kalkar. Netice: Eşlerin ns dinlerinde, ne de yurtlarında farklılık yoktur. O halde, münasebetleri eskisi gibi devam eder. Bu, iki kafir eşin müslüman olmasına benzer. Başlangıca göre devam nazariyesi fasittir. Çünkü, iddet evliliğe manidir. Evliliğin devamına mani değildir. Bu ikisi arasında fark yoktur. Eşlerden birinin İslâmı terki, münasebetin yasak olmasını gerektirir. Fakat bu yasak ebedi değildir. Eşlerden biri müslüman olsa, diğeri de dinsizlikte ısırar etse aralarında ayrılık olur. Çünkü, evlilik hayatıyla biri temiz diğeri pis iki eşin karşılaşmaması gerekir. Kadın zifaftan önce müslüman olsa, erkeğin ona mihrin yarısını vermesi gerekir. Eğer müslüman olan koca ise, hiç bir şey lâzım gelmez. Çünkü boşanmaya dinsizlikte ısrar eden sebep olmuştur. Birinin İslama tekrar girmesinden sonra, diğerinin dinsizlikte ısrarı, yeniden îslâmı terk etmek gibidir.
Maliki mezhebinden Behram [778], bu meselede Han-belilerin görüşüne yakın içtihatlar nakletmiştir «...Bir koca, karısını üç talak ile boşasa o kadın tekrar eski kocasına dönemez. Koca tevbe ederse, ancak kadın bir başka erkekle evlenip, boşandığı takdirde, sonra eski kocasıyla evlenebilir. Fakat dinden dönmede, durum böyle-değildir. Eşler beraber İslâmı terkedip beraber müslüman oldukları takdirde, koca, doğrudan doğruya eski karısıyla evlenebilir.»
Bunun, şöyle anlaşılması mümkündür. Eşler, beraber İslâmı terkettikleri takdirde, ayrılık talak-i bain gibi değil, talak-ı nc'i [779] gibidir. Şöyle ki: Kadın bir başka erkekle evlenmeden, eski kocası doğrudan doğruya, nikah tazelemeden, onunla birleşir. İslâmı terk edip, karısını üç talak ile boşarsa, karısı bir başka erkekle evlenip boş anmadıkça, kendisi de tevbe edip müslüman olmadıkça, eski eşi kendisine helal değildir.[780]
Eşler beraber İslâmı terkettikleri takdirde, Hane-filerin, istihsan yoluyla eşlerin boşanmayacağı görüşü gayet güzeldir. Çünkü, din bakımından aralarında bir fark meydana gelmemiştir. Bu hususta, Beni Hanife kabilesinde cereyan eden olayı ve eshabın icmaını, açık bir delil sayabiliriz. Eshabtan hiç bir kimse, bu hususta Hz. Ebu Bekri tenkit etmemiştir.
d- Sadece karı, İslâmı terk ettiği takdirde durum nedir. ?
Kadının Islanıl terk etmesi, zifaftan önce veya sonra olabilir.
1- Zifaftan önce îslâmı terk ettiği takdirde, Ha-nefilere göre, kadının irtidadı devam ettiği müddetçe kocasından talep edecek hiç bir hakkı yoktur. Şayet koca da îslâmı terkederse o zaman kadına mihrin yarısını verinekle mükelleftir. Bu hususta İmanı Serahsi der ki: [781] «Eğer, koca, zifaftan önce îslânu terketmişse, karışma mihrin yarısını vermekle mükelleftir. Eğer, zifaftan sonra îslâmı terketmişse karısına iddet boyunca nafaka da verir. Eğer zifaftan önce kadın îslâmı terketmişse koca kendisine mihir vermekle mükellef değildir. Zifaftan sonra da iddet içinde nafaka vermesi gerekmez.»
Hanbelilerden İbn-i Kudame de, bu görüştedir. [782] imam Şafii der [783]: Zifaftan önce, eşlerden biri Is-lamı terkederse, evlilik akti bozulur. Kadın için de, iddet gerekmez. «Koca, zifaftan önce îslâmı terketmişse karısı kendisinden Talak-ı bain ile boş olur. Zira kadın için iddet gerekmez. Koca Islâmdan yüz çevirdiği takdirde, mihrin yarısını vermesi gerekir. Çünkü, ayrılığa kendisi sebep olmuştur. Kadın îslâmı terkederse, kendi lehine hiç bir hak taleb edemez. Çünkü ayrılığa sebep kadın olmuştur...»
2- Kadının, zifaftan sonra îslâmı terk etmesi: Cinsi münasebetten sonra, îslâmı terkeden kadınsa, iddet gerekir, fakat nafaka alamaz. Hanefiler [784] de bu görüştedirler: «Eğer îslâmı terkeden kadınsa ve eşler henüz evlilik hayatı yaşamamışlarsa kadına mihir verilmez. Boşanma zifaftan önce olmuşsa nafaka da verilmez.»
imam Şafii der ki: [785] Ancak, kadın imandan yüz çevirmişse, iddet içinde ve dışında, erkeğin malından kadına nafaka verilmez. Çünkü, bu kadın, kendi kendini erkeğe haram kılmıştır.»
Hanbeliler de, yukarıdaki görüştedirler, ibn-i Kudame der ki [786] «Kadın, cinsi münasebetten sonra Îslâmı terketmişse, nafaka hakkı yoktur, iddet doluncaya kadar tekrar Islama girmemişse nikahı bozulur.»
İmam Ahmet'ten gelen rivayete göre: Eşlerden birinin, cinsi münasebetten sonra îslâmı terketmesinde, kafir iki eşden birinin Islama girmesinde olduğu gibi ihtilaf vardır, ilk rivayete göre, hemen boşanma işlemi yapılır, imam Ebu Hanife ve İmam Malik; Hasan, Ömer Bin Abdülaziz, sevri, Zufer, Ebu sevr, îbn-i Münzir'den böyle rivayet etmişlerdir. Çünkü, nikahın feshini gerektiren şeyin, zifaftan önce ve sonra mevcut olması arasında bir fark yoktur. Süt kardeşliğinde olduğu gibi.
İkinci rivayete göre, boşanma iddetin bitmesine bağlıdır. Eğer mürted iddet dolmadan önce tekrar Islama girerse nikah bakidir, iddet bitinceye kadar müslüman olmazsa dinlerin ayrılmasından itibaren aralarında talak-ı bain meydana gelir. Bu imam şafiinin görüşüdür. Çünkü bu, boşanmaya sebep olan bir hadisedir. Dinden dönme olayı zifaftan sonra meydana gelmişse, boşanma, talak-ı nc'ide olduğu gibi bekleme süresine bağlıdır. Hemen evlilik aktinin bozulmasını gerektirmez. Meselâ: Bir harbinin [787] karısının müslüman olması gibi. Dinden dönmenin, eşlerden birinin İslama girmesine benzetilmesi, süt kardeşliğine benzetilmesinden daha yakındır. Nafakaya gelince, eğer hemen boşanmanın tahakkuk edeceğine hükm edersek, kadının nafaka hakkı yoktur. Çünkü kocasından talak-i bain ile boştur. Boşanmanın, iddetin dolmasına bağlı olduğuna hükmedersek ve Islâmı terkeden de kadın olursa gene nafaka hakkı yoktur. Çünkü kocası, ne karısına dönebilir ne de evlenebilir. Bu durumda iddetten sonra olduğu gibi kadının nafaka hakkı yoktur. Eğer Islâmı terkeden koca ise nafaka vermesi gerekir.
Hanefilerden îşarat'ın yazarı [788], irtid&dın boşanma meydana getirip getiremeyeceğinin münakaşasını yapar ve der ki: «İmam Ebu Hanife, şöyle demiştir. Er keğin dinden çıkması, kadının dinden çıkması, gibi talak sayılmaz. Çünkü erkekle kadın arasında din bakımından meydana gelen ayrılık nikâhı ortadan kaldırır. Zaten is-lamı terk erkeğin kadın üzerindeki bütün haklarını yok-eder. O halde süt kardeşlik ve nikaha sonradan engel teşkil eden diğer sebepler gibi, nikaha mani bir sebeple nikah yok olur. Koca, Islama girmemekte direnirse imam Ebu Hanife'ye göre, kadın boş olur. Zira boş yere kadını nikâh altında tutmakla zulmetmiş olur. Hadım olması ve zina sebebiyle boşandığı gibi hemen boşanması gerekir. Kadın tarafından boşanma olamaz. Ayrılık, kadın tarafından olursa boşanma sayılmaz. Çünkü boşanma ne onun elinde, ne de, ona aittir. İmam Ebu Yusuf der ki: Kocanın Islama girmemekte ısrarı dinden dönüşünde olduğu gibi boşanmaya lüzum kalmadan karısı boş olur. Çünkü tslam eşlerin müşterek vasıflarındandır. Ayrılık, eşlerin müşterek vasfı olan İslama göre düşünüldüğünde, îslâma girmemede direniş talakı gerektirmeyip, doğrudan doğruya boş olmayı gerektirir, imam Muhammed der ki:
Koca tarafından gelen her ayrılık, boşanma meydana getirir. Islâmı terkle İslama girmemekte direnme arasında fark yoktur. Çünkü ayrılığa erkek sebep olmuştur. Boşamak ona aittir. Dolayısiyle bu ayrılık boşanma meydana getirir.»
3- Iddet süresi içinde, mürted öldürüldüğü veya bir düşman ülkesine sığındığı takdirdeki durum:
Kadının iddet süresi içinde, mürted koca öldürülürse kadın kocasına mirasçı olur. Düşman ülkesine sığındığı takdirde de, durum böyledir. İmam Muhammed [789], bu konuda şöyle der:
- Karısını, ona varis kılabilir misin?
- Karısı iddet içinde iken koca öldürülür veya düşman ülkesine sığınırsa bu durumda karısını, ona varis kılarım. Fakat, kadın iddetini doldurduktan sonra, koca öldürülürse hiç bir şekilde, kadını, ona varis kılamam.
- Koca, kadınla evlilik hayatı yaşamamişsa, kadın ondan miras alabilir nü? Kadının beklemesi icap eden id-deti yok mudur.?
- Alamaz ve iddet gerekmez.
- İddet gerekenle, gerekmeyen arasındaki fark ner-den ileri geliyor. ?
- Kadın iddetini doldurunca, evlenmesi helal olur. Görmüyor musun dilerse evleniyor. Bir başkasıyla evli iken nasıl ilk kocasının mirasına sahip olabilir? Fakat, iddete riayet ederse mirasçı olabilir. Çünkü, iddetini doldurmadıkça, evlenmesi helal değildir.» [790]
Mürtedîn Çocuklarının Durumu
îslâmı terkeden bir müslümanin hanımı ve çocukları olabilir. Bu gocuklar, henüz babaları müsliimanken dünya ya gelmiş olabilir. Yahut babaları müslümanken ana rahmine düşmüş, mürtedliğinde dünyaya gelmiş olabilir. Veyahut, ana rahmine düşmeleri de doğumları da, babalarının mürtedliği sırasında olabilir.
Mürted, mürtedliği sırasında öldürülür veya Öldürülmez. Bütün bu hallerde, çocuğun durumu ne olacaktır. ?
a- Ailesi müslümanken doğan çocuk da, müslü-mandır:
Ailesi müslümanken doğan çocuk da, müslümandır. Çünkü o, müslüman ana babadan dünyaya gelmiştir. Dolayısıyla, çocuk da, müslümandır. Ebeveynin irtidadıyla çocuk ta irtidat etmiş olmaz. Bu hususta, İslâm fıkhında ihtilafa Taslamıyoruz. [791] Hanefilerden Kaşani der ki [792] «Mürtedin çocuğu, ya ebeveyni müslümanken, veya mürtedken doğmuştur. Çocuk, ebeveyni müslümanken doğmuş da, sonra ebeveyni İslâmı terk etmişlerse, İslâm ülkesinde bulunduğu müddetçe, çocuk miirteddir, diye hüküm verilmez. Çünkü, doğduğu zaman, ana babası müslümandi.»
Ebeveynin îslâmı terketmesiyle çocuk da İslâmı terk-etmiş olmaz. Ancak, bu durumda ebeveyne değil de, vatana tabi olmuş olur. Ebeveyne tabi olduğu sırada, vatan başlangıçta, her ne kadar tabiiyeti isbat için elverişli değilse de, tabiyetin devamı için elverişlidir. Çünkü tabüvetin devamının isbatı, yeniden kazanılmasının isbatın-dan daha kolaydır. [793] Müslüman vatanında kaldığı müddetçe, vatana tabi olarak, müslüman hükmüyle yaşar. [794]
b- Ebeveyni müslümanken, ana rahmine düşüp; mürteddken dünyaya gelen çocuğun durumu:
Ebeveyni müslümanken ana rahmine düşen fakat mürteddken dünyaya gelen çocuk, ebeveyni müslümanken doğan çocuk gibidir. Çünkü, ebeveyni müslümanken ana rahmine düşmüştür. Şafiilerden Sabbağ, bu hususta şÖy-le der: [795]» ...Mürted ebeveynin çocukları ana babalarının irtidatlarmdan önce dünyaya gelir veya çocuk ana rahminde iken îslâmı terkederlerse, çocuklar müslüman-dırlar. Ebeveynlerine tabi değildirler. Çünkü, İslâm her şeyden üstündür. îslamda ebeveynlerine tabi olurlar da, küfürde onlara tabi olmazlar.»
Zeydiyye mezhebinden İmamı Ahmet b. Yahya der ki [796]: «Ebeveyni müslümanken ana rahmine düşen çocuklar, şu ayetle hükümlendirilir: (Zürriyetlerini de onlara tâbi kıldık.) Artık ebeveynin İslâmı terkiyle çocuklara da «mürtedlik» damgası vurulamaz.» gafillerden Firuzabadî de böyle der [797]
c- Ebeveyni mürtedken ana rahmine düşen ve doğan çocuğun durumu:
Ebeveyni mürtedken ana rahmine düşen ve doğan çocuk hükmen kâfirdir. Çünkü o, kafir ana babadan dünyaya gelmiştir. Bu hususta, görüş ayrılığına raslamıyo-ruz. Ancak, Merdavinin, [798] çocuğun küfürde devam edip etmemesine dair rivayetini biliyoruz. Sonra o da, Hanbeli mezhebinin, çocuğun küfürde devam ettiği fikrim kabul etmiştir.
Malikîlerden Behram [799] bir rivayetinde, çocuğun îs-lamı kabule zorlanacağını söylüyor. Baba tek basma İs-lamı terkeder, ana nıüslüman olarak kalır, îslâmı terk ettikten sonra da olsa bir çocuk doğurursa çocuk müs-lümandır. Eğer kadın ehl-i kitaptan olsaydı, çocuk kafir olurdu. Bu hususta, Şeyh Ahmet ibrahim şöyle der [800]: «Mürted bir babanın, müslüman karısından, İslâmı terk ettikten sonra hamile olduğu bir çocuğu dünyaya gelirse bu çocuk, annesine tabi olarak müslüman sayılır. Mürted baba ölürse, çocuk, ona mirasçı olur. Çünkü, müslüman mrütedde varis olabilir. Eğer anne ehl-i kitap-yahu-di veya hıristiyan - ise çocuk, babasına tabidir. Babası îs-lamı terk ettikten sonra da çocuk, ona varis olamaz. Çünkü çocuk, bu durumda anneye değil, babaya tabidir. Buna da sebep mürtedin Islama daha yakın olmasıdır. Çünkü mürted Islama dönmeye zorlanabilir. Bu sebeple çocuk, mürted hükmündedir. Mürted, mürtede ve başkalarına varis olamaz. Eğer anne kitabî ve çocuğa da, babası islâmı terk etmeden önce hamile olmuşsa, çocuk müslüman sayılır. Annesinin, çocuğa hamile olduğu andan itibaren, babasına tabidir...> Safilerden Firuzaba-dî [801] der ki: «islâmı terkinden sonra babanın hıristivan yahut yahudi karısından bir çocuğu olursa, çocuk kafirdir. Çünkü iki kafirden dünyaya gelmiştir...»
d- Mürted baba öldürülürse çucuğu müslümandır.
Mürted ya tevbe eder, tekrar Islama döner, yahut irtidatta İsrar eder ve Öldürülür. Çocuğun babası, dinsizliğinden dolayı öldürülürse küçük çocuğun durumu ne olur?
Babasına tabi olarak kafir midir? yoksa müslüman mıdır?. Malikîler der ki: İster islâmı terkinden önce, isterse sonra doğsun çocuk müslümandır. Bu hususta Malikîlerden Huraşi der ki: [802] «Çocuğu müslüman olarak kalır.» yani, mürted, mürtedliği dolayısıyla öldürülürse çocuğu müslüman olarak kalır. Mürtedlik hususunda, babasına tabi olmaz. Ancak, baba hak din üzerine olursa, tabiiyet babaya aittir. Yukarıdaki ifade ile, anlatılmak istenen şudur: Çocuk müslüman olarak kalır. Yani, bu mezhebe göre, îslâmı terkten önce veya sonra doğan, küçük veya büyük çocuk müslümandır.»
Malikîlerden Aliş [803] ve Karâfi [804] de bu görüştedirler. [805]
Ebeveyni Öldüğü Takdirde Kafir Çocuğuna Müslüman Denilebilir Mi
Bu mesele, islâm ülkesinde yaşıyan kafir bir baba öldüğü taktirde, çocuğu müslüman mıdır, değil midir? esasına dayanır. İslâm ülkesinin, bu meselede, tesiri var mıdır, yok mudur?
Hanbelilerden İbn-i Kudame [806] şöyle der:.,. Ana babadan biri kafirken ölürse, çocuk, miras hakkını alır. Ebeveynden birinin ölmesiyle de, çocuk müslüman olur» yani kafir ebeveynden biri öldüğü takdirde, çocuk onun ölümüyle müslüman olur, hissesine düşen mirası da alır. Fukahamn çoğunluğu, ebeveynden birinin veya ikisinin ölümüyle çocuğun, müslüman sayılamayacağı görüşündedir. Çünkü küfrü, ebeveynine tabi olarak mevcuttur. Çocukta, hiç bir islâm belirtisi de yoktur. Tabi olduğu kimse de, müslüman değildir. O halde, içinde bulunduğu hal üzere devamı gerekir. Çünkü, ehl-i kitaptan birisinin babası ölünce, İslama zorlanacağına dair ne peygamber (S.A.V.) den, ne de halifelerinden (R.A.) bir rivayet nakledilmiştir. Üstelik, o devirde ehl-i kitaptan yetimler de eksik değildi.
Biz peygamber (S.A.V.) in şu sözüne bakarız. «Her doğan islam fıtratıyla doğar. Ebeveyni onu yahudileş-tirir, hıristiyanlaştırır, mecusileştirir.» Müttefekun aleyh bir hadistir. Çocuk ebeveyni vasıtası ile kafir olur. Ebeveyninden birisi ölünce, tabiiyetlerinden çıkar. Bu durumda, doğduğu andaki fıtrat üzerine devamı gerekir. Babası islâm ülkesinde ölen hakkında böyle olması farzdır. İslam ülkesi demek, halkı müslüman olan ülke demektir. Bu sebeple, bu ülkede bulunana, raüslüman hükmünü veririz. Ancak, kafir ebeveyni olan çocuk kafirdir. Ebeveynin ikisi birden veya birisi yok olursa, yaşadığı ülkenin hükmü üzere bırakılması gerekir. Çünkü, Islâmı inkar eden islâm, tabiyetinden de çıkmıştır. Çocuk, mirastan hissesini alır. Çünkü, çocuğun müslüman ahkamıyla muamele görmesi, mirasına hak kazandığı kafir babasının ölümüyle tahakkuk eder. Bu hem müslüman olmahem de, mirasa hak kazanmasının sebebidir. Burada islâm, mirasa hak kazanmasına mani olamaz. Ölüme bağlı hürriyet, mirası icabettirmez. O halde, ölüme bağlı müslüman olmak da mirası almaya mani olmaz. gu çocuğun islâm ülkesinde yaşadığı duruma göredir. Çünkü, çocuk ebeveyninden birinin veya her ikisinin tabiiyetinden çıkınca, ülkenin hükmü tahakkuk eder.
islâm ülkesinde gayri müslim.-mrütedd değil-ebevey-ni ölünce, küçük çocuğunu müslüman saymamız en makul olanıdır. Çocuğa, küçüklüğü ve korunması; küfre dönmemesi için ülkenin hükmünü veririz. Fakat ebeveyninden biri öldüğü takdirde, nasıl çocuğa müslüman hükmünü veririz. Çocuk, ebeveyninden sağ kalanın tabiiyetinden çıkmış mıdır.? Sonra bu hususta nerede nakli deliller? Ancak, ebeveynden birinin değil, ikisinin vefatını içine alması ihtimali olan rivayet, bunun dışındadır. Özellikle nass, (hadis-i şerif) birisinin değil, ikisinin tesirini ifade ediyor: «...Ebeveyni onu, yahudileştirir, hıristiyan-laştmr, mecusileştirir.»
Bu sebeple, ebeveyninin ikisinin birden vefatıyla çocuğun müslüman olduğunu kabul edersek, birisinin vefatıyla, bunu kabul edemeyiz. Çünkü, bunda zorlama vardır, Ve zorlama da, dinen yasaktır. [807]
Mürtedin Mirası
a- Mürted öldürülür veya mürtedken ölürse durum nedir?
Mürted tevbeyi kabul etmediği takdirde, ya mürted-lik cezası olarak öldürülür veya, eceliyle mürtedken ölür.
Mallarının durumu ne olacaktır? Varislerine mi, fey olarak [808] hazineye mi kalacaktır? Yoksa bir kısmı hazineye, bir kışımı varislerine mi kalacaktır?
Rahmet-ül-Ümme'nin müellifi, bu meseleyi açıklar ve der ki [809]: «Mürtedd öldürülür, veya mürteddken ölürse, mallarının durumu hususunda birbirinden farklı üç görüş vardır.
1- Bütün malları, ganimet olarak hazineye kalır. Bu îmam Malik, îmam Şafii ve İmam Ahmet'in görüşüdür.
2- Müslüman varislerine kalır. Müslümanken veya murtedken kazandığı mallar arasında bir fark gözetilmez. Bu imam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'in görüşüdür.
3- Müslümanken kazandığı, müslüman varislerine aittir. Murtedken kazandığı hazinindir. Bu da, îmam Ebu Hanifenin görüşüdür.
Mesele belli bir prensibe dayanır: O da: Müslüman kafire mirasçı olabilir mi, olamaz mı?
Müslümanın, kafire varis olmasını doğru kabul edenler derler ki: Mütedin malı varislerine kalır. Sonra, mürtedin müslümanken kazandığı ile murtedken kazandığı arasında, fark gözetildi. Bazıları, böyle bir ayırım yapmadılar. Mirası varislerden men' eden, İmam Ebu Hanife ve eshabımn dışında kalanlardır. Bu durumda, tabii olan, mürtedin malının hazineye kalmasıdır. Aşağıdaki esaslara göre, mürtedin mallarına dair bu iki meselenin münakaşasını yapacağız. Miras kime kalacak?
1- Müslüman kafire varis olamaz.
Müslümanın, kafire mirasçı olamıyacağına hükmedenler, Ölümünden sonra, mürtedin mallarının da, va-riserine intikal edemiyeceğine hükmetmeleri gerekir. Bunların, hem akli, hem de nakli delilleri vardır.1 îbn-î Kudame der ki [810]: «Eshabm ve fukahanın ekseriyeti, müslümanın kafire varis olamıyacağı görüşündedirler. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Usame b. Zeyd. ve Cabir b. Abdullah (r.a.) hazretlerinden böyle rivayet edilir. Ömer b. Osman, Urve, Zühri, Ata, Tavus, Hasan, Ömer bin Abdülaziz, Amr Bin Dinar, Sevri, İmanı Ebu Hanife ve eshabı îmam Malik, İmam Şafii, ekseri fukaha bununla amel edilmesine hükmederler. Ve yürürlükte olan da budur. İmam Ahmet: «Müslümanın kafire varis olamıyacağı hususunda fukaha arasında ihtilaf yoktur» der.
Biz, Üsame bin Zeydin (r.a) Peygamber (S.A.V.) den ettiği rivayeti nazarı itibara alırız. Buyurmuştur, ki: «Kafir müslümana, müslüman kafire varis olamaz.» [811] Müttefekun aleyhdir bu hadis, Ebu Davut Ömer bin Şu-aybden, o babasından, o da dedesi Abdullah Bin Arardan rivayet etmişlerdir. Der ki: Allah'ın Resuli, şöyle buyurmuştur: «Farklı dinlere mensup kimseler, birbirlerine mirasçı olamazlar.» Müslümanla kafir arasındaki alâka kesilmiştir. Kafir, müslümana mirasçı olamadığı gibi, müslüman da, kafire mirasçı olamaz.
Diğerlerinin dayandığı şu hadistir. «İslâm artar, eksilmez» Bu hadisle, Islama girenler, fethedilen ülkelerle İslâmın artacağını, îslâmı terkeden kimselerle İslâmın eksilmiyeeeğini kastetdikleri muhtemeldir. Çünkü, din-sizleşenler az, İslama girenler çoktur. Onların hadisleri mücmel, [812] bizimki müfesser, [813] olanların delili, olan hadisin naklinde ittifak yok, bizim ki müttefekun aleyhdir. O halde, bizimkinin nazarı itibare alınması gerekir. Hz. Ömer den sahih olarak rivayet edildiğine göre, buyurur ki: «Diğer din mensuplarına mirasçı olamayız. Onlar da bize varis olamazlar.» Eg'asm halası hakkında der ki, «Kendi dinin mensupları ona varis olabilir.»
Buhâri Sarihi Ayni der ki [814]: «Müslüman kafirden miras alabilir mi, alamaz mı? Sahabenin ekseriyeti alamaz, der. Bizim alimlerimiz ve İmam Şafii de, bunu kabul etmişlerdir. Bu, istihsan yoludur. Kıyasen varis olabilir. Bu da Muaz Bin Cebel ve Muaviye bin Ebi Sûfya-nin görüşüdür. Mesruk, Hasan, Muhammed b. Hanefiy-ye, Muhammed bin Ali bin Hüseyin de, bunu kabul etmişlerdir. Müslüman, mürtedin, müslümanken kazandığı malından miras alabilir. İmam Ebu Hanife der ki Müslüman mürteddin, müslümanken kazandığına varis olabilir. Mürtedden kazandığına değil.
Zerkani nakleder: [815] «...Allah'ın Resulünün şöyle buyurduğu, Zeyd bin Üsameden (r.a.) rivayet edilmiştir:
Müslüman, kafire mirasçı olamaz.» kafir de, müslümana, Hadisin geri kalan kışımı böyledir. İbn-i Abdil-Berr der ki: Eshabm ve tabiinin geri kalan kısmının belli başlı ilim merkezlerindeki İslâm âlimlerinin üzerinde ittifak ettiği hüküm müslümanm, kafire varis olmıyacağıdır. Bu hadisle amel edildiği için, haliyle kafir de, müslümana varis olamaz. Müslümanların ihtilafa düştükleri hususta, delil, Allah'ın kitabıdır. Eğer bu hususta, o bir açıklamada bu-lunmamışsa, o taktirde, delil sünnettir. Peygamber (S.A.V) den de, güvenilir hafız âlimlerin rivayetiyle «Müslüman kafire varis olamaz» hadisi meydandadır. Buna muhalif olan herkese, bu hadis delil getirilir. Üzerinde birleşilen görüş, tereddüd edilmeyen sünnet, memleketimizdeki alimlerin kanati yakınlık veya bir alâka ile müslümanm kafire varis olamıyacağidır. (Müslüman kafire varis olamaz, kaidesine göre akrabalık alakasıyla da, miras alınamaz.
İbâziyye'den Etfeyş [816] ve müfessirlerden Kurtubî [817] bu görüştedirler. îbn-i Hazım da mürtedin oğlunun, babasının malından miras alamıyacağmı, açıkça yazdı. Çünkü çocuk müslümandır. Müslüman kafire varis olamaz, îbn-i Hazm der ki [818]: «Ebu Muhammed der ki: İhtilaf ettikleri zaman bu hususta bakarız. Peygamberden (S.A.V.) rivayet edilen, müslümanm kafire varis ola-mıyacağı delili, mürted babanın malından, çocuğun miras almasına manidir. Çünkü, baba kafir, çocuklar müs-lümandırlar... Usame Bin Zeyd (r.a.) den, Peygamberden, (S.A.V.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: «Ne müslüman kafire, ne de, kafir, müslümana varis olabilir.» Bu, Peygamberin (S.A.V.) ortaya koyduğu umumi bir kaidedir. Kafirden başka, mürtedi de, özellikle zikretmedi. Allah teâlâ «Rabbin hiçbir zaman unutmaz» buyurur. Eğer Allah, mürtedi de özellikle zikretmeyi dilesey-di, ne unutur ne de ihmal ederdi. Allah, mürteddin, kafirlerden olduğunu açıkça bildirmiştir. «Sizden kim onlarla dost olursa, o da onlardandır.» Ibn-i Teymiye [819] de bu görüştedir.
Mürtedin mallarına varisleri mirasçı olamazsa, bu mallar kime aittir? Ya hazineye aittir. [820] Yahut kendi gibi mürteddlere aittir. Bu mesele, Cessas'm naklettiği görüşler arasında yer alır [821]
Mürtedin Malları Hazînenindir. (Beyt-Ül-Malindir) [822]
Bir müslüman, İslamı terkeder, bu sebeple öldürülür veya mürtedken eceliyle ölürse malı hazineye kalır. Rabîa bin Abdülaziz [823] Ibn-i Ebi Leyla, İmam Malik [824] imam Şafii [825] bu görüştedirler.
imam Şafii, bu hususta der ki: «Mürtedin, mürtedken kazandığı ile, müslümanken kazandığı arasında fark yoktur. Hepsi ganimet sayılır. Çünkü Allah canı, islam ile teminat altına almıştır. Ve yine İslâm ile, mal emniyetini sağlamıştır. Bir kimse, İslâm dairesi dışına çıkarsa, küfrü sebebiyle, can emniyeti kalkar. Can emniyeti ortadan kalktığı gibi, mal emniyeti de ortadan kalkar. Malının mubah olması, kanın mubah olmasından daha kolaydır. Çünkü, mal emniyeti, can emniyetine tabidir. Can masuniyeti yok olunca, mal emniyeti, haydi haydi yok olur. Mürtedi, Islâmı terkettiği için öldürmemiz ne zina, ne savaş, ne de muharebede öldürmemiz gibidir.. Bunlar cezadır. (Haddir) Bunlarla, onu, İslâm dairesinin dışında bırakamayız. O, bu durumda, hem varis, hem de mev-rustur. Bu işleri yapmadan önceki durumu gibidir. Fakat, mürted böyle değildir. Üsame bin Zeyd'den rivayet edildiğine göre, Allanın Rasuli şöyle buyurmuştur. «Müslüman kafire varis olamaz. Kafir de müslümana» İmam Şafii der ki: Mürteddi; kafir mi, müslüman mı sayıyorlar?. Cevaben Hayır, hayır, kafirdir. Biz de, deriz ki: Allah'ın Rasulu, müslümanın kafire, kafirin müslümana varis olamıyacağmı bildirmiştir.»
tbn-i Kudame [826] ve Kelvezani [827] îmam Ahmetten üç görüş naklederler:
1- Ölümünden itibaren, mürteddin malları hazineye kalır. Merdavinin [828] söylediği gibi bu bir görüştür.
2- Müslüman varislerine kalır.
3- Dinlerine girdiği, kafir varislerine kalır. îmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed derler ki:
Mürtedin, mürtedken elde ettiği malları öldürülmesinden veya mürtedken ölmesinden sonra hazineye kalır.
II- Müslümanın kafirden Miras alması :
Cumhuru fukaha [829] müslümanın kafire varis kılı-namıyacağı görüşündedirler. Şeyh Ahmet İbrahim [830] der ki: «Miras bahsinde, din ayrılığının mirasa engel teşkil ettiğine hükmedilmiştir. Fakat bu umumi prensipten, mürtedin mirası istisna edilmiştir.»
Ayni [831], bu meselede, sahabenin bir kısımdan caiz olacağım, çoğundan da caiz olamıyacağmı nakletmiştir.
«...Müslüman, kafirden miras alabilir mi, alamaz mı? Es-kabın ekserisi alamaz, der. Bizim alimlerimiz ve imam Şafii de bunu kabul etmiştir. Bu intihsan yoludur. Kıyas yoluyla mirasını alabilir. Bu da, Muaz bin Cebel, Muavi-ye bin Ebi Süfyamn görüşüdür. Mesruk, Hasan, Muhammed bin Hanefiye, Muhammed bin Ali bin Hüseyn de bunu kabul etmişlerdir. Müslümanın mürtedden miras alma durumuna gelince, mürtedin, müslüman olma durumuna göre değişir. Bu sebeple îmam Ebu Hanife der ki: Müslüman, mürtedin, müslümanken kazandığından miras alabilir. Mürtedken kazandığından değil. Mürted, mürtedken, kendisine bir ceza olmak üzere müslüman-dan miras alamaz.
Minhat-ül-Ma'bud'da [832] Muaz b. Cebel, müslüman bir çocuğu, gayri muslini babasına varis kıldığı yazılıdır. Bize rivayet etti. Eb-ül-Esved-id-Duelîden, dedi ki: Muaz bin Cebel, gayri müslim olarak ölen, müslüman bir çocuk bırakan bir adamın evine uğradı. Muaz çocuğu babasına varis kıldı. Ve dedi ki: Allahm Rasulünün şöyle buyurduğunu işittim: «İslâm artar eksilmez» Şeyh Ahmet Ibrahimin dediğine, Ayninin naklettiği kıyasa, hadis-i şerife, Sahabeden Muazın görüşüne göre, İstisnai olarak müslümanın mürtedin mirasını alacağına dair yukarıda bahsedilen bilgi doğru ise, müslümanın, mürtedin mirasını alması makbuldür. Şimdi meseleyi araştıralım.
Mürtedin Malları Müslüman Varislerinindir.
Bu meseleyi, enine boyuna inceleyenlerden biri de Cessas dır. [833] Cessas bu meseleyi hakkıyla incelemiş, açıklamış ve delillendirmiştir. Der ki: «Selef, mürte-din müslümanken kazandığı mallarınm veraseti hususunda üç ayrı görüşe sahiptir. Hz. Ali, [834] Abdullah, Zeyd bin Sabit, Hasan-ül-Basri [835] Saîd bin-il-Müseyyeb [836] îbrahim-ün-Nahaî, Cabir bin Zeyd, Ömer bin Abdülaziz [837], Hammad bin-il-Hakem, Ebu Hanife, Ebu Yusuf, Mu-hammed, Züfer, îbn-i Şübrüme [838], sevri [839], Evzaî [840] ve Şureyk derler ki: Mürted, mürtedken öldüğü veya öl-dülrüldüğü takdirde, müslüman varisleri onun mirasını alır... Sonra, mürted olarak öldüğü veya öldürüldüğü takdirde, mürteddken kazandığı mallarda görüşleri ayrıldı. Ebu Hanife ve Sevrı derler ki: Mürtedken kazandığı ganimettir. İbn-i Şübrüme, Ebu Yusuf, Muhammed, iki rivayetten birinde de Evzâi derler ki: Mürtedken kazandığı da müslüman varislerinindir. Ebu Bekir de der ki: «Allah, çocuklarınız hakkında size tavsiyede bulunur.» Miras ayetinin zahiri, müslümanm mürtedden miras alabileceğini ifade eder. Çünkü ölmüş bir müslümanla hükmen ölmüş sayılan mürted arasında fark yoktur. Eğer, Usame bin. zeydin «Müslüman kafire varis olamaz» diye rivayet ettiği hadis, kafirin müslümana mirasçı kılınacağını tahsis ettiği gibi, bu ayeti de tahsis eder, denilirse, biz de deriz ki, her ne kadar bu âhad bir hadis ise de, Ulema bunu kabul etmiştir. Bunu, kafirin müslümandan miras alamıyacağı hususunda kullanmıştır. Dolayısıyla bu hadis mütavatir derecesine yükselmiştir. Çünkü miras ayeti bilittifak hâstır. Ahâd hadis ise, böyle ayetleri tahsis etmekte makbuldür. Usamenin hadisinde «İki ayrı din mensupları birbirilerine varis olamaz. Müslüman kafire varis olamaz» deniliyor. Bu hadisin anlatmak istediği, iki ayrı din mensupları arasmda veraseti ortadan kaldırmaktır. îrtidat başlı basma bir din değildir. Çünkü, bir müslüman hıristiyanlığa veya yahudiliğe geçse, o dinlerde bırakılmaz. Yani, yeni girdiği dinin mensuplarının tâbi olduğu muameleye tabi değildir. Hiç duymadın mı? Hıristiyanlık veya yahudiliğe girenlerin kestikleri yenmiyor. Eğer kadınsa evlenmesi caiz olmuyor. Böylece görülüyor ki, irtidat bir din değildir. Usamenin hadisi ise iki ayrı din mensupları arasmda, veraset intikalinin olamıyacağına mahsustur. Bu durum, yukarıdaki hadisi tefsir eden bir hadisde açıklanmıştır. O da, Haşim'in Zûh-riden rivayet ettiği hadistir. Der ki: Ali bin Hüseyin, Amr bin Osmandan, o da, Usame bin Zeydden rivayet ederek bize nakletti. Zeyd, Allahın Rasulünün şöyle buyurduğunu söyler: «Farklı iki dine mensup kimseler birbirlerine varis olamazlar. Müslüman kafire, kafir de müslümana varis olamaz» Bu hadisle Peygamber (S.A.V.) in farklı din mensuplarının, birbirlerinin mirasını alamıyacağma işaret etmiştir. İmam Ebu Hanife, prensip olarak, der ki: Mürteddin malları Islamı terketnıesiyle elinden çıkar. Ölür veya öldürülürse, varislerine geçer. Bu sebeple, nıürtedin müslümanken kazandığı mallarını harcamasına müsaade etmez. Müslümanlardan birisini mirasçı eder. Bu durumda, mürted hayatta iken ona nasıl varis tayin edebilir denilirse, cevaben, hayattakine varis tayin etmek yasak değildir, denilir. Allah teala «Ben sizi onların yerlerine ülkelerine, mallarına mirasçı kıldım» [841] buyurmuştur ki, bu ayet nazil olduğu zaman, onlar hayatta idi. Kanaatimizce biz malı, ölümden sonra varislere intikal ettirdik.
Bunda, diriye varis tayin etme diye bir durum yoktur. Buna itiraz edene şöyle cevap verilir: Sen, bu durumda, mürtedin malını hazineye bırakıyorsun. Bütün müslümanları ona varis ediyorsun. Bir defa, onlara muris yaptığın kafirdir. İkincisi de, mürted olarak düşman ülkesine sığındığı takdirde hayattadır. Ama onun malına müslünıan akrabalarını varis ettiğin takdirde, varisler için hem akrabalık hem de islâm vasıfları birleşmiştir. Kendilerinin varis olabilmeleri için iki sebep birleştiğinden, mürtedin mirasına daha lâyıktırlar. Halbuki, mürtedin malı, bütün müslümanlara miras olduğu takdirde, mirasın intikali için tek bir sebep olacaktı. Varisler için İslâm ve nesep yakınlığını nazarı itibare almak, bu durumu ölen ve varisleri bulunan müslümanların durumuna benzetmek olur. Haliyle, hem müslüman olan, hemde nesebi yakın olanlar, nesebi uzak olanlara göre mirasına daha çok hak kazanırlar. Birisi, bu sebep müslümanın zimmi-nin malına varis olmasını icabettirir derse, ona, icabetti-mez deriz. Çünkü, zimminin malı ölümünden sonra islâm sebebiyle miras olarak hak edilemez. Zimminin kendi dininden olan veresenin müslüm anlardan önce geleceği ic-raa ile sabittir. Mürtedin malının, müslüman olmamız hasebiyle miras olarak hak edeceğimize dair belli başlı ilim merkezlerindeki İslâm âlimlerinin ıcmaı vardır. Bir kısmı der ki bütün müslünıanlar mürteddin malından miras hissesini alır. Bir kısım da, sadece müslüman veresesi alır, der. Madem ki mürteddin malı, müslüman olmakla elde ediliyor. Bu mirasın, ölmüş bir müslümanın mirasından farkı nedir?. Mürteddin malı, müslümanlık sebebiyle, müslüman varislerine geçtiği takdirde, verasete hak kazanmaları iki sebebe dayanıyor: îslâm ve nesep yakınlığı. Müslüman varisler, haliyle, mirasa islâm cemaatinden daha çok hak kazanmış olacaklar. Bir gayri müslim ölse, mal da bırakmış olsa, müslüman akrabaları olduğu halde, gayri müslim varisleri olmasa malı îslâm cemaatine aittir. Müslüman akrabaları, bu mala hak kazanmaya, İslâm cemaatinden daha lâyık değildirler, denilirse, cevaben zâmmînin malına müslüman olmakla hak kazanılmaz. Buna da delil: Eğer onun zımmî varisleri olsaydı müslümanlar mirasını alamazlardı, denilebilir. Zımmî varisleri olmadığı takdirde müslüman olmakla, zımnıînin malından alınan miras müslüman akrabalarına geçer, belki de varisleri olmayan müslümanın mirası gibi, bütün müslümanlara geçebilir. Bu da, zimminin varisleri olmadığı takdirde müslüman varislerinin alamıyacağına delalet eder. Malı hazineye kalır. Hakim bu mala İslâm memleketinde bulunup da, sahibi bilinmiyen bir buluntu (lukata) [842] muamelesi yapar. O mal, Allah'ın rızasına uygun, hayır işlerde kullanılır. İmam Ebu Hanife, mürteddin mürteddken kazandığı ganimet sayılır ve hazineye kalır, demiştir. Bu, ta'lili bozar ve muarızın görüsüne delalet eder, denilirse, cevaben, hayır ne bozar, ne de bu muarızın görüşünün doğruluğuna delalet eder. Çünkü, mürteddken kazandığı, düşman malı mesabesinde sayılır. Mürtedd ona tam olarak sahip olamaz, denebilir. Ölümünden sonra veya önce mürteddin malını hazineye devretsek, savaşta kazandığımız ganimetler gibi ganimet durumuna geçer. Ganimet olarak elde edilen de, hazineye kalmaz. Onda savaşanların hakkı vardır. Ganimetten alabilmek için müslüman olma şartı yoktur. Buna da delil, bir zimmî savaşa iştirak etse, ganimetten payını alır. Bundan anlaşılıyor ki, düşmanın ve mürteddin, mürteddken kazandığı malı ganimettir. Bundan alabilmek için de, müslüman olmak şart değildir. Bunda ne nesep yakınlığına, ne de müslüman olmaya itibar edilir. Müslümanken kazandığı malda, İslâm şartı nazar-ı itibare alınmıştır. Çünkü, mülkü o zaman meşru idi. Islâmı terk etmesi ile, mülkü elinden çıktı. Müslümanken kazandığına, varisleri ancak miras yolu ile sahip olabilir. Mirasda da, islâm ve nesep yakınlığı nazar-ı itibare alınır. Mürteddin mürteddken kazandığı malının hükmü, elinden çıkması bakımından ölen bir kimsenin malının hükmü gibidir. Çünkü ölüm gibi mürteddin mürteddliği de malının elinden çıkmasını gerektirir. Bu, mürteddin, müslümanken kazandığı malına esas olamaz. Çünkü o zaman kazandığı, ölümle elinden çıkıncaya kadarki gibi meşru idi. Mürteddken kazandığı mal, düşmanın malı mesabesindedir. Mürteddken kazandığı malı meşru değildir. Çünkü, kanı mubahken o malı kazanmıştır. Ne zaman müslümanların eline geçerse, emansız bize sığınan düşmamnki gibi ganimet kabul edilir. Onu, malı ile beraber yakalarız.
Malı ganimet olur. Mürtedin de, mürtedken kazandığı malının durumu böyledir,
...Birisi, mürtedin malınnı ganimet sayılmasını kabul ediyorum dese ona, şöyEe denilir: mürtedken kazandığı ganimettir. Müslümanken kazandığının ganimet sayılması caiz değildir. Düşmanın malı gibi, mürtedken elde ediliş yolları sahih olmadığı için mürteddin malı ganimet olarak alınır. Mürteddin müslümanken kazandığı mülkü sahihtir. Ganimet olarak alınması caiz değildir. Nasıl ki, doğru dürüst kazandıkları takdirde diğer müslü-manlarm mallarına dokunulmadığı gibi buna da dokunulmaz. Mürtedin malının, îslâmı terkiyle elinden çıkması ölümle elinden çıkmasından farksızdır. Öldürülmesiyle, ölümle, düşman ülkesine iltica ile, mürtedin, malı ile alakası kesilir, müslümanken kazandığına, varisleri hak kazanır. Çünkü diğer müslümanlar, ganimet olduğu için değil de, müslüman olmakla, o malı almaya hak kazanırlarsa doğru olmaz. Bir malın ganimet olabilmesi için temelde sakatlık olmalıdır..» Hanefilerden Cessasm dedikleri (muhtasar olarak) böylece sona eriyor. Her ne kadar uzunsa da, meseleyi içine alıyor. Yeni ve faydalı bir görüştür. Buna tnıam Serahsinin görüşünü ilave edersek faydalı olacağı kanaatindeyim. O da, hiç bir zaman bilgisizliği ileri sürülemiyecek derece, bu sahanın adamıdır.
2- Hanefilerden, İmam Serahsinin [843] görüşü «...Eğer mürted tekrar İslama girmezse öldürülür. Alimlerimizin belirttiği gibi, Allah'ın emri üzerine, mirası, müslümanlar arasında taksim edilir.. Bu hususta delilimiz, şu ayetin zahiridir: «Bir kimse ölür, çocuğu da bulunmaz bir kız kardeşi bulunursa, bıraktığının yansı kız kardeşine kalır...» [844] Mürted ölmüş sayılır. Çünkü, Öldürülmeyi icabet ettiren bir suç işlemiştir. Dolayısiyle ölmüş sayılır. Abdullah bin Übey bin Selul öldüğü zaman, Allahm Rasûlü onun malını, müslüman varislerine intikal ettirmişti. Her nekadar münafıksa da, o mürteddir. İmandan sonra, onun küfrüne Allah şahittir. Şu ayet de, onun hakkında inmiştir. «îman eden, sonra kafir olanlar..» [845] Hz. Ali, Müstevrid-il-Ieliyi Islâmı terki sebebiyle Öldürtmüş, malını, da, müslüman varisleri arasında taksim etmiştir. Bu, İbn-i Mesud ve Muaz'dan (r.a) rivayet ediür. Bunun manası o, malının sahibi olan bir müslümandı. Öldürülünce, ölen bir müslüman gibi, malının basma varisleri geçmiştir. Bunun gerekçesi: İrtidât ölümdür. O halde bir kimse irtidad sebebiyle düşman sayılır. Düşmanlarsa, müslümanlar nazarında ölü sayılır. Gerçek ölümü ise, ya öldürülmesi veya eceliyle ölme-sidir. Ölünce müslümanken kazandığı mallarının, veraset muamelesi yapılır. Müslüman varisi onun malını alır. Bu, müslümanı müslümana varis kılmak oluyor. Şöyle ki, muhayyer kılmak şartıyla [846] yapılan satış muameleşi gibi, hüküm, ilk sebepten itibaren yürürlüktedir. Muhayyerlik kalktığında, mal, akit anından itibaren alıcıya geçmiştir. Satın alan, o mürddet içindeki, bitişik ve ayrı bütün fazlalıklarıyla kazanır. Bu metoda göre, burada, müslümanı müslümana varis yapma durumu vardır.
Mürtedin mülkü, müslümanken elinden gidebilir. Islâmı terkettiği sırada elinden gidebilir. Islâmı terkten sonra eh'nden gidebilir. Hüküm sebepten ileri geçemez. Sebeple beraber olamaz. Bilakis sebebden sonra gelir. Is-lamı terkten sonra o kafirdir denilirse, deriz ki: Evet, Mülkünü elinden çıkaran irtidadıdır. Aynen müslümanın ölümünün mülkünü elinden çıkardığı gibi. Bundan sonra ölüm, başına geldiği dirinin mülkünü elinden çıkarır, ölünün değil. İrtidat da böyle olduğundan müslümanın mülkünü elinden çıkarır. İrtidat, malı mürteddin elinden çıkardığı gibi, kişi dokunulmazlığını da ortadan kaldırır. Dokunulmazlık, dokunulmazlığı olandan kaldırır, olmayandan değil, bu yolla, müslümanı müslümana mirasçı kılmak gerçekleşiyor. Bu sebebple kafir varisleri onun mirasından alamaz. Çünkü müslümana varis olmak müslümana hâstır. Kafir müslümana varis olamaz. Bu bizim de-lilinıizdir. Müslüman olma sebebiyle iki hüküm meydana geliyor: Birincisi, kafir varislerini mirastan mahrum bırakması. İkincisi müslümanken varislerini mirasçı kılmasıdır. Sonra, dinden çıkınca, bu iki hüküm bakidir. Birincisi, terkten önce müslümanlığı gözönüne alınarak, kafir akrabası mirasını alamaz. Yine müslüman nazarıyla bakılarak müslüman akrabası mirasını alır: Mürted irtidat cinayetinden dolayı hiçbir kimseye varis olamaz. Aynen katil gibidir. Katil de cinayetinden dolayı (aralarında akrabalık olduğu takdirde) maktule varis olamaz. Katil, maktulden önce ölürse, maktul, katile varis olabilir. Mürtedin malını, hazineye devretmeye hiçbir sebep yok. Bu mal, İslâm ülkesinde muhafaza edilir. Bu muhafaza işi, islâmı terkiyle ortadan kalkmaz. O kadar ki, hayatta iken ganimet olarak bile alınamaz, islâm ülkesinde muhafaza edilen mal ganimet sayılamaz. Böylece, bu maldaki varislerin hakkının varlığı açığa çıkmış olur. Sağlığında, malının, ganimet olarak alınması, malda hakkı olduğu için değil - Zira hakkı kalmamıştır- bilakis, varislerin hakkı olduğu içindir. Ölümden sonra da böyledir.
Müslümanlara dağıtılmak üzere, kayıp bir mal kabul edildiği için hazineye konur derlerse, biz de deriz ki: Müslümanlar müslüman oldukları için buna hak kazanıyorlar. Varisleri, müslüman olmakta, diğer müslüman-larla müsavidirler. Akrabalıkla da onlara tercih edilirler. Verasete iki sebeple istihkak kesbedenler malda hak iddia etmekte, bir sebeple istihkak kesbedenlere tercih edilirler. Verasetin varislere intikali en doğru olanıdır.
Murtedken kazandığı, îmanı Ebu Hanifeye göre fey'-dir. Hazineye konur. îmam Ebu Yusufla İmanı Muham-mede göre, o da mirastır. Müslüman varislerine kalır Çünkü, müslümanken kazandığı, tekrar İslama girer ümidiyle kendisine teslim edilmek üzere, muhafaza edilir. Ölümden sonra, müslümanken kazandığı mallar gibi, malına varisleri sahib olur. [847] Müslümanken kazandığı mallar, ile murtedken kazandığı malları aynı hükümde birleştirmemiz bir mani teşkil etmez. Çünkü, mürted Ölüme mahkumdur. Aynen ölmek üzere olan bir hasta gibidir. Hastanın, ölüm hastalığında kazandığı mallarıyla sıhhatli iken kazandığı malları arasında nasıl miras olma bakımından bir fark yoksa, mürtedin, müslümanken kazandığı ile murtedken kazandığı mallar arasında-da miras olma bakımından bir fark yoktur.
imam Ebu Hanife der ki: Mürteddin mülkü varislerine kalır. İrtidat, mülkiyetin devamına manidir. Haliyle, mülkiyeti yeniden kazanmaya da manidir. Müslümanken kazandığının mülkiyeti kendisine aittir. Mürteddin malıyla alâkası kesilince, malı varislerine geçer. Mürteddken kazandığı ise, kazandığı sırada mülkiyetine mani bulunduğu için, kendisinin mülkü olamaz, İslama girdiği takdirde, ancak mülkiyetine hak kazanır. Varis, böyle mala sahip olamaz. Bu, ölümünden sonra buluntu mal muamelesi görür. Hazineye geçer. İrtidada geçiş sırasında kazanılanı, müslümanken kazandığına ilâve ederek miras olarak intikal ettirmek mümkündür. Zira, İslâm, müslüma-mn miras almasına sebeptir. İrtidada geçiş sırasında da müslümanlığa bitişiktir. Mürteddken kazandığını miras olarak intikal ettirmek mümkün değildir. Çünkü bu türlü kazançta mülkiyetin mahalli sayılan müslümanbğı yoktur. Eğer, miras intikalini kabul edersek, kazancı sırasında kafir olduğu için hüküm eksik sayılır Müslüman, kafire varis olamaz. Bu durumda, malları, müslüman olmasıyla kendisine teslim edilmek üzere bekletilir. Bu halde, ölmesi veya öldürülmesiyle, dokunulmazlığı olmayan düşman malı gibi, müslümanlara ait olmak üzere hazineye bırakılır.
Yukarıdakilerden anlaşılan şu: Umumi olarak Ha-nefiler [848] derler ki: Mürteddin müslümanken kazandıği mal, mürteddken öldüğü veya öldürüldüğü takdirde, müslüman varislerine aittir. İmam Ebu Hanife ve bir rivayetinde imam Muhammed tek kaldılar, Onlara göre, mürteddin mürteddken kazandığı malları tevbe etmeden ölür veya öldürülürse, fey' sayılır.
3- Imamİyyenin görüşü:
İmamiyye der ki: Mürteddin malları, öldürülür veya mürteddken Ölürse varislerine kalır [849] Müslümanken kazandığı ile mürteddken kazandığı [850] arasında fark yoktur. İntişar [851] m müellifi, muhaliflerin görüşünü çürüterek tenkit ediyor. Biz sadece Hanefileri tenkidini nakletmekle yetineceğiz.
Kummi [852], bu mezhebin delillerini ileri sürmüştür. Biz bir kısmını nakletmekle yetineceğiz [853] Der ki: «İki ayrı din mensubu birbirine varis olamaz. Müslüman kafire varis olamaz. Kafir de müsîümana varis olamaz. Temel prensip, müşriklerin malı, müslümanlar için fey'dir. Müslümanlar bu malları elde etmeye, müşriklerden daha layıktırlar. Allah, kafirlere, küfürleri sebebiyle bir ceza olarak mirası haram kılmıştır. Katile maktul varisi ise katlinin cezası olarak mirası haram kıldığı gibi. Ama müslüman hangi suç ve cezadan dolayı mirastan mahrum edilir? İslâm nasıl müsîümana kötülük yapar? Yapamaz çünkü:
1- Peygamber (S.A.V.): «îslâm artar, eksilmez.*buyurmuştur.
2- Yine Peygamber: (S.A.V.) «Islâmda ne zarara uğramak ne de zarar vermek var» buyurmuştur, islâm, müslümanın iyiliğini arttırır. Kötülüğünü artırmaz.
3- Yine Peygamber (S.A.V.) «İslâm yüksektir. Onun üstüne çıkılmaz. Kafirler, ölü mesabesindedir. Ne mirasa engel teşkil edebilirler. Ne de varis olabilirler.» buyurmuştur.
4- Eb-ül-esved-id-Düeli'den rivayet edildiğine göre Muaz b. Cebel Yemen Valisi idi, Onun etrafma toplandılar ve dediler ki: Bir Yahudi öldü. Hayatta Müslüman bir kardeşi var. Muazda dedi ki: Allanın Resulünün şöyle buyurduğunu işittim «İslâm artar eksilmez». Müslümam ölen yahudi kardeşinin mirasına varis kıldı.
5- Muhammed bin Sinan, Abdurrahman bin Uayn'dan, o da Ebu Ca'fer'den rivayet etmiştir. Müslüman bir çocuğu olan bir hıristiyan Ölür, der ki: Allah İslâm ile ancak bizim şerefimizi yükseltmiştir. Biz onlara varis oluruz. Onlar bize olamazlar.
6- Zûra, Sumaa'dan o da Ebu Abdullah'dan rivayet etmiştir. Der. ki: Müslümanın müşrikten miras alıp alamayacağını sordum. Cevaben: Evet. Fakat müşrik müslümandan miras alamaz dedi.
7- Hasan bin Ali-il-Hazzaz, Ahmed bin Âid'den. o Ebu Hatice'den, o da Ebu Abdullah'dan rivayet etmiştir. Der ki: «Kâfir, müsîümana varis olamaz. Müslüman, kafirden miras alabilir. Ancak, müslüman kafire bir hususta vasiyet edebilir.
8- îbn-i Ebi Umeyr, ibrahim bin Abdülhamit'den rivayet etmiştir. Der ki: Ebu Abdullah'a dedim ki: Bir hıristiyan müslüman oldu. Sonra tekrar Hıristiyanlığa geçti ve öldü. «Mirası, hıristiyan çocuklarına aittir» dedi. Bir müslüman hıristiyan oldu sonra öldü dedim» Mirası, müslüman çocuklarına aittir.» dedi.
Gördüm ki, Tusî, «Istibsar» adlı kitabında bu mesele hakkında Âl-i-beyt ve diğerlerinden deliller ileri sürüyor. Eğer, mezhebe uyamyan bir delil bulursa, onu tekiyyeden sayıyor [854] Bundan bir şey anlamadım. Ona gereken tekiyyedendir diye iddia edeceğine, meseleyi tartışarak neticeye varmasiydi. Böyle hareket etmeyince, mesele tekiyyeden olupla olmamak arasında kaynayıp gidiyor. Hem de tekiyyeyi bu şekilde anlamak, kötü bir kapı açmak olur. Bir delili beğenmeyen fakih bu tekiyyedendir der ve münakaşasını yapmaz. Bu hakikaten çok tehlikelidir.
4- Zeydiyenin Görüşü:
Zeydiye de İmamiyyenin görüşündedir. Mürted, öl-dülülür veya mürtedken Ölürse, malı, varislerine [855] intikal eder. Müslümanken veya mürtedken [856] kazandığı arasında fark yoktur. «Müslüman kafire varis olamaz» hadisi, nıürtedde değil, kafir düşmana delalet eder, derler.
5- Muhtar olan görüş:
Mürtedin malları üzerinde, diğer yönleriyle delüleri araştıran görür ki: Hanefilerden imam Ebu Yusuf ve imam Muhammed, İmamiye ve Zeydiyenin görüşü, mürtedin mallarının müslüman varislerine geçmesidir. Mevcut nasslar ve İmam Serahsi'nin dediği gibi veraset için iki sebebin, islâm ve akrabalık sebeplerinin bir araya gelmesi sebebiyle kabul edilen görüş budur. Mürtedin malları ha-zmeye devredildiği takdirde, bütün müslümanlar mirasçı edilmiş olur. Onlar arasmda akrabaları da vardır. Mürted mürtedken cinayet işlemiş olsa, kısas sebebiyle cinayeti kendisine raci olmuş olur. Kâadi onu başkalarının mirasını almaktan meneder. Müslümanı mürtedd olan akrabasının mirasmı almaktan menetmekte, onun için apaçık bir zarar vardır. Allah'ın Resulü «Ne zarar görmek ne de zarara uğratmak var» buyurur. Müslüman hiç bir suç işlemediği halde cezaya çarpılıyor. Niçin onu mi-rasdan menediyor? Malın, islâm devletinin hazinesine devri görüşünde olanlar derler ki:, [857] «Kazım helal bulunması malının verasetini gerektirmez..» Akla uygun olanı, malı, varislerden hak kazanana vermektir. «Müslüman, bir kafire varis olamaz» nassı mürtede değil, aslen kafire delalet eder. Çünkü, mürtedle kafirin göreceği muamele arasında fark vardır.
Mürtedin mürtedken kazandığı ile, müslümanken kazandığı arasmda fark olmadığını görüyoruz. Çünkü, mürtedken, tasarruflarında ehliyet sahibidir. Dolayısıyla tasarrufları meşru olur. Tasarrufları meşru olunca, ondan doğan neticeler de meşru olur. Bu hususta, kendisine kısas veya reem cezası gerekenden farkı yoktur Çoğunluk mürteddin tasarruflarının bir kısmını meşru kılınca, diğer hususlarda niçin duraklıyoruz? Mürtedd aynı mürtedd değilimdir.? derler.
Bu sebeple, îmanı Ebu Yusuf'un îmam Muham-med'in îmamiyye ve Zeydiyenin, müslümanken kazandığı ile mürtedken kazandığını ayırmamalarının yerinde olduğunu görüyoruz, imam Ebu Hanife'den başkası da, ayırım yapmamıştır. Onun da nakli delili yoktur. Bu durumda bîr diğer mesele kalıyor. O da, bir müslüman is-lâmi terkeder sonra düşman ülkesine sığınırsa mallarının durumu ne olur?
b- Mürted düşman ülkesine sığındığı takdirdeki durum:
Mürted düşman ülkesine iltica ettiği takdirde çeşitli ihtimaller göz önüne getirilebilir. Mallarını beraberinde götürebilir. İslâm ülkesinde bırakabilir. Bir kısmını götürür bir kısmını bırakır. Ya orada devamlı kalır, hiç dönmez, Veya müslüman olarak, ülkesine dönebilir.
Düşman ülkesine iltica ettiği takdirde Hanbeliler-den îbn-i Kudame [858] ye göre oradaki durumu, îslâm ülkesindeki durumu gibidir. Der ki: «Mürted, düşman ülkesine iltica ettiği takdirde, mallarının durumu, İslâm ülkesinde bulunan bir mürtedin mallarının durumu gibidir. Ancak, beraberinde olan mallarım, onun elinden almaya gücü yeten alabilir. Aynen öldürülmesi gibidir: Fakat islâm ülkesinde bulunan menkul veya gayr-ı menkul mallarına dokunulmaz. Devlet reisi onu uygun gördüğü şekilde harcayabilir.. Bize göre, o hayatta ise, asıl düşman gibi, malı varislere taksim edilmez. Öldürülme asıl düşmanı delil ittihaz ederek, malının da varislere intikalini icabettirmez. Ancak, beraberinde olan malı müs-lümanlara helâl kılınır. Çünkü dokunulmazlığı kalkmıştır. Kendi ülkesinde yaşayan bir düşmanın malına benzemiştir. İslâm ülkesinde bulunan malının dokunulmazlığı mevcuttur. Bu durum aynen, sermayesiyle îslâm ülkesinde ortaklık yapan veya malını emanete teslim eden bir düşmanın malının durumu gibidir.
Hanbelilerden îbn-in-Neccar [859] ile Makdisi [860] de derler ki: Mürted, düşman ülkesine sığındığı takdirde, kendisi düşman, beraberinde olan malı da düşman malı gibidir. îslâm ülkesinde bıraktığı malı ise ölümünden itibaren fey' sayılır.
Hasan-i Nahvî [861] îbn-i Miftah [862] Zeydiyyeden İmam Ahmet [863] şöyle naklederler. Mürtedd, düşman ülkesine sığındığı takdirde, malından borçları Ödenir. Kendisinden çocuğu olan cariyesi âzâd edilir. Eğer karısının iddeti dolduktan sonra veya zifaftan önce düşman ülkesine sığınmışsa karısı mirasını alamaz.
Hanefilerin görüşü:
Hanefîler, mürtedin düşman ülkesine ilticasını kâa-di kararıyla hükmen ölüm sayarlar. Ölümü üzerine yapılan bütün işlemleri bu durumda da yaparlar. Hanefilerden îmamı Serahsi [864] der ki: «Mürtedd, düşman ülkesine iltica ederse, hükmen ölümüne karar verilir. Devlet reisi, mirasını, varisleri arasında taksim eder. Düşman ülkesine ilticası, ölümü demektir. îmam Şafiiye göre, ilticasından önce olduğu gibi sonra da, malına el konarak bekletilir. Çünkü onun düşman ülkesine gidişi bir çeşit gaipliktir. Aynen, mürteddin İslâm ülkesinde bulunması gibi, malının durumu düşman ülkesine gidişiyle değişmez. Fakat biz diyoruz ki: O hem gerçekte hem de hükmen düşman olmuştur. Düşman ülkesine ilticası ile müslümanlara karşı çıktığı için kendi kendini mahvetmiş demektir. Düşmanın kendi ülkesinde, (dar-ı harpte) İslâm hukukuna göre ölüden farkı yoktur. Allah teâlâ? «O ölü değil miydi? Biz ona, hayat verdik» [865] buyuruyor. Biz bunu, nikâh bahsinde, iki ülkenin farkını açıklarken yazdık. Çünkü, mürted gerçekten ve hükmen devlet reisinin elinden çıkmış oluyor. Eğer elinde olsaydı, Öldürtür, ölümü de hakiki olurdu. Devlet reisi, elinden çıkması sebebiyle bunu ya-pamiyacağma göre, hükmen ölümüne karar verir. Malını varisleri arasında taksim eder.
Eğer devlet reisi mürteddin gaipliği sırasında herhangi bir sebebe binaen hiçbir şey yapmaz, mürted de'tev-be ederek dönerse, malları kendisinindir. İmam Ahmet [866] îmam Serahsi [867], Kaşanî [868], Semerkandi [869], Hanefi -lerden böyle naklederler.
c- Malı taksim edildikten sonra, mürted düşman ülkesinden müslüman olarak dönerse, durum ne olur.?
Devlet reisi mürteddin hükmen ölümüne karar vermiş, mirasını taksim etmiş, sonra da, mürted düşman ülkesinden, tevbe edip müslüman olarak çıkagelmiş. Durum nedir? îmam Muhammed [870] der ki: «Dedim ki? Düşman ülkesine iltica eden şu mürtedd tekrar islâm memleketine dönmüş. Borçları ödenmiş, mirası da varisleri arasında taksim edilmiş olsa, eski mallarına tekrar sahip olabilir mi, ne dersiniz.? Dedi ki: «Hayır, hiç bir §ey alamaz. Ancak miras olarak dağıtılanı alabilir. Onun da, varislerin elinde harcanmıyanlarım alır.»
Kaşâni, [871] İmam Serahsi [872], Semerkandî [873], de böyle derler. Zeydiyye [874] de der ki: Mürtedd müslüman olarak dönerse harcanmıyan ve helak olmayan malları iade edilir. Eğer varisleri harcamışlarsa, ödemeleri gerekmez. Çünkü onu şeriatın izniyle kullanılmışlardır. Ibâ-ziyeden Etfeyş [875] de böyle der.
d- Taksim edilmeden önce ve taksim edildikten sonra, mürted müslüman olduğu takdirde, başkasının mirasını alabilir mi?
Mürteddin, islâmı terki sebebiyle, alakası kesildiği için, müslümanlardan ve kafirlerden hiçbir kimseye varis olamıyacağında [876], ulema arasında hilaf yoktur.
Çünkü mürted, girdiği dinde de bırakılmaz. Kendisi gibi bir mürtede de varis olamaz. Çünkü her biri irtidat etmekle cinayet işlemişlerdir. Dinleri de yoktur. Mürted, murisin ölümünden sonra, mirasın da taksiminden Önce müslüman olursa, miras alabilir mi? Bir grup alır, diğerleri de alamaz derler.
1- Mürted, mirasın taksiminden önce müslüman-olursa, mirastan payını alır:
îbn-i Kudame [877] bu husustaki ihtilafı nakleder ve der ki: «Müslüman murisinin, mirasının taksiminden önce îslâma giren hakkında ihtilaf vardır. Esrem ve Muham-med bin Hakem miras alabileceğini naklederler. Ömer, Osman, Hasan bin Ali ve İbn-i Mes'uddan (r.a) da buna benzer bir rivayet var. Cabir bin Zeyd, Hasan, Mekhul, Katade, Humeyd, İyas bin Müaviye ve îshak da buna hükmederler. Buna göre malın bir kısmmın taksiminden sonra İslama giren, henüz taksim edilmeyen maldan payını alır. İmam Hasan da böyle der. Ebu Talip, murisin ölümünden sonra, îslâma girenin miras alamıyacağmı nakleder. Miras, mirasa ehil olana verilir. Bu meşhur söz Hz. Ali'den rivayet edilmiştir. Said bin-il-Müseyyep, Ata Tavus, Zûhri, Süleyman bin Yesar, Nehâî, Hakem, Eb-tız Zinat, Ebu Hanife Malik, Şafii ve âmmetül fukaha bu ğÖ-rüşe sahiptirler. Bunların delili, Peygamber (S.A.V.) in «Kafir müslümana varis olamaz.» hadisidir. Bu sebeple mallar, ölümle nıüslümanlara intikal eder. Onların paylaştığı gibi, tekrar îslâma giren, onlara ortak olamaz, miras alamaz. Aynen, azadedilen bir köle ve küfürde devam eden bir kimse gibidir.
«Kim bir şey üzerine müslüman olursa o onundur» hadisi bize delil teşkil eder. Said iki yolla onu rivayet etmiştir. Urveden ve İbn-i Ebi Müleykeden, onlar, da, peygamber (S.A.V.) den. Ebu davut îbn-i Abbas dan rivayet etmiştir. îbn-i Abbas Allah'ın Rasulünün şöyle buyurduğunu söyler: «Cahiliyet devrinde, o devrin adetlerine göre yapılan taksim muteberdir. İslâm devrinde de, îsla-mm emirlerine göre yapılan taksim muteberdir.» İbn-i Abdülberr, Temhidde, Zeyd bin Katedet-ül-Anberîden şöyle rivayet eder: Ailesinden birisi gayr-i müslim olarak öldü. Ben değil, onun dininde olan kızkardeşinı ona varis oldu. Sonra dedem müslüman oldu. Peygamber (S.A.V.) ile Huneynde bulundu. Bir sene sonra öldü. Miras da bırakmıştı. Sonra kız kardeşim de müslüman oldu. Hakkımda mirasla ilgili, Hz. Osman dava açtı. Abdullah bin Erkanı, Hz. Osmana, Hz. Ömerin «Mirasın taksiminden önce, miras almak için İslama giren payını alır» diye hükmettiğini söyledi. Hz. Osman da davayı aynı hükme bağladı. Kız kardeşim davayı kazandı. M\rasda bana ortak oldu. Bu hüküm yayıldı. Kimse tenkit etmedi. Böylece icma hasıl oldu. Bir kimse hayatta iken bir ağ kursa ve ölse, ağa da yeni avlar düşse ölenin mülkü sayıln?. Bir kimse, birinin kazdığı kuyuya düşse kazan da ölmüş olsa, kuyuya düşenin tazminatı onun bıraktığı malından ödenir. İslâmı terkten sonra, tekrar îslâma girenin, yeniden varis olma hakkını elde etmesi, îslâma teşvik gayesini güttüğü için caizdir. Fakat, miras taksim edilmiş, her varis hakkını almış, sonra da mürted müslüman olmuşsa hiç birşey alamaz. Eğer varis tekse ve bırakılan mirasını da tamamen harcamışsa, bu malın taksimi demektir.
Hanbelilerden Merdavi [878], Makdisi [879] de böyle derler, îbn-i Teymiyye [880] iki rivayet nakleder: Varis, alabilir ve alamaz. Bu ikisi arasında tercih yapmaz. İbn-i Kudamede, Muknî [881] adlı eserinde aynen bu iki rivayeti nakletmiştir.
İmamiyye [882] de, taksimden önce müslüman olursa ortak olur. Taksimden sonra olursa hiç bir şey alamı-yacağıni açıklamıştır.
II- Mirasın taksiminden önce, müslüman da olsa miras alamaz. ;
Hanefiler, murisin vefatmdan sonra mürted İslama girse ve miras da taksim edilmemiş olsa yine mirasa hak kazanamamış, derler. Hanefilerden Cessass [883] der ki: «Selef, Mirasın taksiminden önce İslama giren hakkında ayrı ayrı görüşlerde bulunmuştur. Ali bin Ebi Talip (r.a) der ki: Ölen bir müslümanm, mirası taksim edilmeden Önce, kafir oğlu İslama girse veya kölesi azâd edilmiş olsa, mirasından bir gey alamazlar. Ata, Said bm-il-Miisey-yep, Süleyman bin Yesar, Zühri, Ebi-z-Zanad, Ebu Hani-fe, Ebu Yusuf, Muhammed, Malik, Evzâî ve Şafii bu görüştedirler.
Ömer bin-il-Hattab ve Osman bin Affandan (r.a.) rivayet edilir. Derler ki: Miras taksim edilmeden önce, mirasdan pay almak için müslüman olan, mirasa iştirak eder. Bu İmam Hasan ve Ebu-Ş-Şifanm görüşüdür. Bu durumu, cahiliyet devrinde taksimi yapıhnayan bir veraset işinin, İslâm geldikten sonra, onun emirlerine göre taksimine benzetirler. Ölüm anında, bu, muteber sayılmaz. Öncekilere göre durum böyle değildir. Çünkü, mirasın hükmü, Şeriatta belli esaslara göre tesbit edilmiştir. Allah Teâlâ: «Siz, hanımlarınızın bıraktığının yansını alırsınız.» [884] ve «Bir kimse ölür, çocuğu olmaz, bir laz kardeşi olursa, kız kardeş, onun bıraktığının yansım alır.» Kız kardeş, ölümle mirasa hak kazanıyor, ölümün meydana gelmesiyle, taksim şart koşulmaksızın, kız kardeş ve koca için, mirasın yarısını alacaklarına hüküm veriyor. Ancak mevcut malda taksim gerekir. Mirasa hak kazanmada, taksimin bir rolü yoktur. Çünkü taksim, mülk olursa yapılır. Durum böyle olunca, oğlunun müslüman olmasıyla, kız kardeşinin hakkının kaybolmaması gerekir. Aynen taksimden sonra kızkardeşinin payının kaybolmadığı gibi. Cahiliyet devrinde miras taksimi Şeriat hükümlerine göre yapılmamıştır. İslâm gelince, şeriat esaslarma göre yapılmıştır. Şeriat gelmeden Önce, miras taksiminde tutulan yol, kararlaştırılmış ve tesbit edilmiş değildi. Cahiliyet devrinde yapılan taksimler olduğu gibi kabul edilmiştir. Ancak taksim edilmeyen miraslar, şeriat hükmüne göre taksim edilmiştir. Faiz gibi. Alınan, faiz olduğu gibi bırakılmış, faizi haram kılan nas-sm gelmesinden sonra, almmayan faizler şeriat hükümlerine göre lağvedilmiştir. îslâmm miras taksimi tesbit edilmiş, hükmü de karara bağlanmıştır. Nesh edilmesi de caiz değildir. O halde, nıirasda taksime ve taksim edilmemesine itibar edilmez. Nasıl ki, faizin, haram kılınmasından, hükmünün karara bağlanmasından sonra, islâm devrinde alınmıyanm hükümlerinde, batıl olma bakımından bir farklılık göze çarpmadığı gibi. Biz de, bir mirasa konup da, taksiminden önce ölen bir kimsenin miras payının varislerine intikal edeceğinde, müslüman-lar arasında görüş ayrılığına raslamıyoruz. Islâmı terke-den bir kimsenin durumu da böyledir. Hakettiği mirastan mahrum edilmez. Çünkü o, ölüm anmda mürted mesabesinde değildir. Ölümden sonra, taksimden önce îslâ-ma giren veya azadedilenin mirasda hakkı yoktur. Muhtar olan görüş:
Şeyh Keşkî, Cumhurun görüşüne tâbi olmuştur. O da, murisin vefatından sonra, Islama girenin, miras taksim edilmemiş de olsa, mirasa hak kazanamamasıdır. Der ki [885]: «Kabul edilen Cumhurun görüşüdür. O da, varis, murisin vefatından sonra Islama girse, miras taksim edilmemiş de olsa, miras alamaz. Bütün ulema indinde, mirasın şartı terekenin taksimi sırasında değil, ölüm anında mirasa engel teşkil eden bir mani bulunmamasıdır. Yoksa, mirasın erken ve geç taksiminde ihtilafa düşülür. Bu da, müslüman oldum iddiası ile mirasdan hisse alabilmek için varisler arasında huzursuzluğa ve hileye sebebiyet verir.»
e- Varisler, murislerinin müslüman veya mürted olduğunu iddia ederlerse durum ne olur.?
Mürtedin, varisleri, onun, vefatından önce tekrar Islama girdiğini iddia ederlerse mallan kime kalır.? Varislerinin hepsi veya biri murisin mürted olarak öldüğünü iddia ederse mallar kime kalır.?îmanı Şafii derki: [886] «Mürtedin müslümanken varisleri, murisin ölmeden Önce Islama girdiğini söyleseler, onlardan delil istenir.
Delili getirdikleri takdirde miras payları kendilerine verilir. Eğer delil getiremezlerse, tevbe ettiği katileşinceye kadar, mürted sayılır. Eğer şahit onun varislerinden olursa kabul edilmez. Bir kimse vasiyet etse, öldüğü zaman falana ve filana şu kadar verin dese, sonra ölse, kendilerine vasiyet edilen kimseler onun tekrar İslama girdiğine şehadet etseler, kabul edilmez. Çünkü, İslâmı terkle batıl olan vasiyeti sahih göstermeye çaşılaşarak kendilerine yontarlar. Bir mürted, tevbe etse ve ölse; islâmı terk etti ve mürted olarak öldü dense, tevbeden sonra Islamı terkine dair şahit getirilmedikçe tevbesi kabul edilir. Çünkü, herhangi bir şeyle tanınan kimse, aksini isbat eden bir delil getirilmedikçe o şey üzerinedir. Kâdi her iki halde de (tevbe ve islâmı terk hali) bir kimse ölünce malını taksim etse, tevbe ettiği bilinse, sonra tevbe ettiğine dair şahit getirilse, kâdi o malları verdiği yerlerden olduğu gibi geri alır, varislerine iade eder. Kâdî tevbe ederek ölen bir mürtedin malını taksim etse, tevbeden sonra îslâmı terkine ve mürted olarak öldüğüne şahit getirilse, kââdî malları veresesinden olduğu gibi geri alır. Vasiyetlerini yerine getirmez. Verdiklerini geri alır. Böylece mallar hazineye ve müslümanlara intikal eder»
Hanefilerden imanı Serahsi [887] ve imam Muham-med [888] genişçe açıklamıyarak imam Şafüye yakın görüştedirler. İmam Serahsi der ki: «Mürtedin varisleri, onun nıürtedken kazandığını isteseler ve ölmeden önce îslâma girdiğini söyleseler, bu hususta, onlardan delil istenir, îmam Ebu Hanifeye göre de böyledir. Çünkü İmam Ebu Hanife müslümanken kazandığı ile, mürtedken kazandığı arasında fark gözetir. Yani, varisin, mirastan mahrumiyet sebebi açıktır. O da, murisin malını kazandığı anda mürted olmasıdır. Onlar, murisin ölümünden önce Islama girerek müslüman olması gibi, arızî bir sebebin bunu giderdiğini iddia etseler, delille isbat etmeleri gerekir.»
Şafiilerden, Kalyubi [889] bu meseleyi bir başka şekilde canlandırır ve der ki: «Bir kimse iki müslüman çocuğunu bırakıp müslüman tanınarak ölse, iki çocuğundan birisi; (İslâmı terketti sonra kafir olarak öldü) dese, puta secde gibi küfür sebebini de açıklasa babasının mirasından alamaz. Sebebini açıklamasa da gene alamaz. Babasının kafir olduğunu kabul ettiği için hissesi ganimettir. İkinci çocuk kendine düşen hissesini alır. Çünkü o, babasının kâfir olduğuna inanmıyor. Veciz'de olduğu gibi. Asl-ur-Rav'da da bir üçüncü görüş daha var. Bu görüş daha geniştir. Eğer çocuk, babasının küfrünü söylerse malı ganimet sayılır, kafir olmadığını söylerse mal kendisine verilir. Muharrer'de ilk ikisiyle yetinilmiş Şer-hü-Sağır'de ise son ikisi zikredilmiştir. Üçüncü görüş tercih edilmiştir.» [890]
Mürted Kadının Malları
Söz mürted kadma gelince, Hanefiler, onun hapse-dileceğine, öldürülmeyeceğine hükmederler. Bu sebeple, bunu mürted erkeğin mallarından bahsederken değil de, müstakil bir konuda yazdılar. Hanefilerin dışındaki fa-kihler mürted kadının da, mürted erkek gibi öldürüleceği görüşünde olanlar, veraset intikalinde her ikisini de eğit saydılar.
Hanefiler kendisinden veraset intikalinde mürtedd kadını ayırırlar. îmam Muhammed der ki [891].
- Mürted kadının mallan ne yapılır.?
- Kendisine aittir.
- Hapiste öldüğü veya düşman ülkesine iltica ettiği takdirde, malları ne yapılır.?
- Allah'ın emrine göre varisleri arasında taksim edilir.
- Mürtedken kazandığının hepsi böyle midir?
- Evet.
- Kocasına mirası düşer mi?
- Hayır
- Niçin?
- Çünkü kadın, tslâmı terkinden itibaren kocasından ayrılmıştır.
- Kocanın suçu ne ki, İslâmı terkedince karısını ona mirasçı yapıyorsun da, onu niye karısına mirasçı yapmıyorsun?
- Görmüyor musun, bir adam hasta iken, karısını üç talakla boşasa, karısı iddetini doldurmadan kocası vefat etse, karısı ona varis olur. Eğer kadın Ölse, koca ona varis olamaz. Bana göre de mürtedd, hastalığında, karısını üç talakla boşayan bir kimse durumundadır.
- Kadın hasta iken islâmı terk etse ve iddet içinde de ölse, kocası mirasını alabilir mi?
- Iddet içinde öldüğü takdirde evet.
- Kadının, hasta iken islâmı terki ile, sıhhatli iken Islâmi terki arasındaki fark nerden ileri geliyor.?
- Kadın, hasta iken islâmı terk ettiği takdirde, bana göre, eşini mirasından mahrum etmek isteyen birisi durumundadır. Ama ölmeden Önce iddetini doldurursa, karısından miras alamaz...»
Kaşanî [892], Mürtedd kadının, mahnın mülkiyetinin elinden çıkmıyacağmı nakleder ve der ki: «Mürtedd kadının malının mülkiyeti, katiyyen elinden çıkmaz. Malında yaptığı tasarruf icma ile caizdir. Çünkü, öldürülmez. Hem de, İslâmı terki, malının mülkiyetinin elinden çıkmasına sebep teşkil etmez.»
Mergînani [893] mürtedd kadının, malından bahseder ve der ki: «Mürtedd kadının mirası, varislerinindir. Çünkü kadın, düşman sayılmaz. Dolayısıyla, malının fey sayılması için, hiç bir sebep yoktur. İmam Ebu Hanifeye göre, mürtedd erkek böyle değildir. Müslüman kocanın karısı, hasta iken İslâmı terkederse, -Kocasını mirasdan mahrum etme gayesini güttüğü için- ona varis olur. Eğer sıhhatli iken kadın İslâmı terkederse, kocası mirasını alamaz. Çünkü öldürülmez. Mürtedd erkeğin aksine, mülkiyetinin elinden çıkması, îslâmı terkine bağlı değildir.
Letaif-uI-İşarat'm müellifi de [894] böyle der. Şeyh Ahmet İbrahim [895] der ki: «...... Mürtedd kadının, ister müslümanken, ister islâmı terk halinde kazandığı bütün malları varislerine intikal eder. Bu hususta İmam Ebu Hanife ve eshabı arasında görüş ayrılığı yoktur. İddet içinde, mürtedd koca öldüğü takdirde, müslüman karısı onun mirasını alır. Koca, karısına varis olamaz. Ancak, kadın hasta iken, kocasını mirastan mahrum etmek için islâmı terkederse, iddet dolmadan Ölür ve bu kasıtlı hareketine karineler bulunursa koca bu durumda, onun mirasını alır.» [896]
Mürteddin Vasiyeti
Mürteddin vasiyeti de, malında yaptığı diğer tasarruflardan farklı değildir. Şu kadar ki, vasiyet ölüme bağlı bir tasarruftur. Mürteddin tasarrufundaki ihtilaf, vasiyetinde de göze çarpar. Çünkü, vasiyet mala tabidir. Bu hususta Ibn-i Kudame [897] der ki: «Mürtedin* mürteddken alış veriş.... vasiyet ve buna benzen tasarrufları bazı şartlara bağlıdır. Tekrar Islama girerse tasarrufu şahindir. Mürteddken öldürülür veya ölürse tasarrufu batıldır. Bu, imam Ebu Hanifenin görüşüdür. Hanbelilerden Ebu Be-kire göre tasarrufu batıldır. Çünkü, malının mülkiyeti, îslâmı terkiyle elinden çıkmıştır. Bir diğer görüşü de, hacredilmeden önce yaptığı tasarruflar, üç görüşe dayanır. Hacreden sonraki tasarruflar sefihin tasarrufu gibi sahih olmaz. Bize göre, malı elinde kaldığı müddetçe, o malda başkasının da hakkı vardır. Bu bakımdan, hastanın bağışı gibi mürteddin tasarrufu da durdurulur.»
Ibn-i Hazm [898] da başka türlü bir ayırım yapmıştır. Der ki: «Müslümanken veya mürteddken, meşru' ve makul bütün vasiyetleri, öldürülmedikçe, el konmayan mallarından almarak yerine getirilir. Çünkü mal kendisinindir. Hükmü de geçerlidir. Öldürüldüğü veya öldüğü takdirde, mallarına el konmadan önce vasiyetleri yerine getirilir. Fakat ölümünden Önce mallarma el korsak hepsi müslümanlara aittir. Vasiyeti yerine getirilmez. Çünkü, ölümüyle vasiyet gerçekleştiği zaman, malı yoktur. Elinde malı olmayan bir kimsenin vasiyeti yerine getirilmez.» imam Muhammed der ki: [899]
- Bir mürtedd, müslümanken vasiyet etmiş olsa» onu yerine getirirmisin?
- Hayır, yerine getirmem.
- Vasiyetle tedbir arasındaki fark nereden ileri geliyor. ?
- Vasiyetten dönebilir. Onun îslâmı terki, bana göre, vasiyetinden vaz geçmesidir. Malının mülkiyeti elinden gidiyor. Tedbirde ise asla dönemez.»
Behram [900], mürtedd, tevbe de etmiş olsa, vasiyetin batıl olacağım nakleder Huraşi [901] de bu görüştedir. [902]
I- Amelin Boşa Gitmesi
«Sizden kimler dinlerini terkeder, kafir olarak ölürse, işte onların, dünyada ve ahirette amelleri mahvolur. Onlar cehennemlikdirler. Orada ebedi kalırlar» [903] Bu ayetin tefsirinde müfessirler (Habt = Mahvolma, boşa gitme) in manasından bahsederler. İrtidat-tan önceki ibadetlere, tesiri olup olmadığının münakaşasını ederler. Amellerin mahvolmasının, mürteddken ölmeye mi, yoksa mücerret irtidada mı bağlı olduğunu izaha çalışırlar.
Acaba, işlenen ameller sahihti de Islamı terk mi onları fesada uğrattı? Yoksa aslında fasitti de, İslamı terk mi bunu meydana çıkardı?
Müfessirler de, fakihler gibi, bunu anlayışta, gruplara ayrıldılar. Önce müfessirlerin anlayışlarını görelim.
1- Ruh-ul-Meânî saMbi Alusi [904] der ki: «(Onların amelleri boşa gitmiştir.) yani, müslümanken yaptıkları güzel ameller, hiç yapılmamışcasına mahv olmuştur.
Asıl «Habt»: «Hubat» İsimli zarlı bir otu yiyen hayvana arız olan hastalıktır. «Nihaye»de, Allah onun amelini habt etti yani batıl etti denilir. Halk arasında da «Onun işi boşa çıktı, işi mahvoldu, falan filanı mahvetti denir. Hayvan mahvoldu» demek: İyi bir otlakta yayıldı. Şişinceye kadar çok yedi. Ve öldü demektir.
Dünya ve ahirette tasavvur ettiklerine ulaşamıya-cakları için; dünyada îslâmın nimetlerinden faydalana-mıyacakları için ahirette de sevaba nail olamıyacakları için: «Dünyada ve ahirette amelleri mahvolur» buyu-rulmuştur. «Onlar cehennemliktirler ve ovada ebedi kalacaklardır» diğer kafirlerden farkları yoktur. İsla-mı terkten Önceki imanları onlara hiç bir şekilde fayda vermiyecektir.»
2- İmamiyyeden Tabersî [905] amellerin mahvı hakkında der ki: «İşte onların amelleri dünya ve ahirette hoşa çıkmıştır) ayetinin manası, emredilenin aksine yapıldığı için sanki hiç yapılmamış kabul edilmiştir. Çünkü, amelin boşa çıkması ve batıl olması, kulun sevabı hak edeceği tarzın aksine yapılmasından ibarettir. Burada maksat, onlar, amelleri sebebiyle sevabı hak ettiler de sonra mahvoldu demek değildir. Çünkü nass (âyet), amellerin bu tarzda yok olacağının caiz olmadığını belirtmiştir.
3- Cemdlûddin Kasımı [906] der ki: «....(İşte onların amelleri mahvolmuştur) yani bütün faydalı çalışmaları boşa gitmiştir. Mal ve can emniyetleri kalktığı için «Dünyada», sevaba nail olamıyacakları, iyi amelleriyle mükafaatlandırılmıyacakları için de «ahirette» kayıtları getirilmiştir. Bununla da yetinilmez. (Onlar cehennem-likdirler. Orada ebedi kalırlar.)
Hal böyle iken, nıürteddin müslümanken yaptığı amellerinin durumu nedir? Sahihti de, îslamı terk mi onu fesada uğratmıştır? Yoksa fasitti de, bu fesadı îslamı terk mi açığa çıkarmıştır.? Amellerinin mahvında, îslamı terk halinde ölüm şart mıdır, değilmidir?
Alûsînin görüşü, sonradan mahvolmuş merkezindedir. Yani, ameller önce sahih olarak meydana gelmiştir. Sonra îslamı terk, bu amelleri boşa çıkarmıştır. Tabersî ise, amellerin, kulun sevabı hak edeceği emredilen tarzın aksine meydana geldiği görüşündedir. Ona göre ameller kulun mükaf aat hak edeceği şekilde sahihti de, sonradan îslamı terk neticesinde mahvolmuş değildir. Ona göre bu caiz değildir.
4- Fahrüddİn-i Razi [907] bu meselede iki görüş ileri sürer, der ki: «....Amellerin mahvını ileri sürenler derler ki: (Kim İmandan kaçınırsa, ameli boşa gider)
Ayetinin maksadı, küfrün cezası, kulun mü'minken kazandığı sevabı yok eder. Amellerin mahvolmasını kabul etmeyenler de derler ki: bu ayetin manası, kişinin, imandan kaçınmasından sonra işlediği ameli boşa gider, kaybolur demektir. Çünkü, İmandan kaçınmadan sonra İşlediği amellerin, imandan daha hayırlı olacağına inanarak işler. O halde durum değişir. Bilakis ameli kaybolmuş ve batıl olmuş olur. Bu ameller, aslında batıldır. (Onun ameli mahvolur) âyetinin manası budur.
5- Nizamûddin Nişaburî'nin görüşü: [908]. Ni§aburi; Razî'nin ileri sürdüğü iki görüşten oldukça uzak başka bir görüş ortaya atar. Ve der ki: «Amelin mahvolmasından maksat bizzat amelin yok olması değildir. Bunda da şüphe yoktur. Çünkü, amel bir şeydir. îşle-nilir ve yok olur. Ortadan kalkar. Yoku yok etmek muhaldir. Amellerin mahvım ve küfrü kabul edenler, Islâmı terk hadisesinin cezasının terkten Önceki imamn sevabını yok edeceğini söylerler.... Amellerinin mahvolacağını kabul etmeyenler, Kur'andaki mahvolan amellerden maksat mürteddin mürteddken işlemiş olduğu amellerdir. Zaten dini terk karşılığında sevab sağlayan hiç bir amel işlemesi mümkün değildir, Onun amelinin hiç bir faydası yok demektir. Üstelik büyük zararı vardır. Yahut bu âyetin asıl maksadı, önceki amellerin Şer'an nazarı itibare alın-mıyacağım açıklamasıdır, derler...» [909]
Amellerin Boşa Gitmesi Ve Ölümle Alâkası
Amellerin mahvında, mürtedd olarak ölmek şartmı-dır? Yoksa mücerret mürteddlik de amelleri mahveder mi? Sonra bu farklı görüşlerin faydası nedir?
1- {Âlûsî [910] der ki «îmam Şayfi% bir kimsenin, Mürteddken ölmedikçe, amellerinin mahvolmıyacağma bu ayeti delil olarak gösterdi [911] Eğer ameller mutlak olarak mahvolsaydı, (kafir olarak ölürse) kaydının hiç bir manası kalmazdı. Kaydın faydasını kabul etmekle, hiçbir amel kalmaksızın bütün amellerinin mahvının küfür üzere ölüme bağlı olduğunu kabul etmektir. Mümin olarak ölse ne iman ne de o imanla işlenen amelleri mahvolur. Bu, mürteddken işlediği manasız amellernı, mücerret mürtecUikle boşa gideceği hükmüne aykırı değildir. Çünkü ayetteki amellerden maksat, mürteddken işlenen amellerdir, îşlenmiyen amelin mahvolması manasızdır. Bu takdirde ayet açıktır. Amellerin mahvında mürteddken ölüm şart kılınırsa, şart ortadan kalkınca meşrut da yok olur deniliyor. Buna itirazedilir. Şöyle ki, nahvî ve ta'lîkî şart bu manada değildir. Ancak, sebebiyet ve melzumiyet olabilir. Sebebin veya melzumun yok olması, müsebbep ve lâzımın yok olmasını gerektirmez. Çünkü sebepler birden fazla olabilir. Eğer, ayet bu manada şartsa, şart anlayışında ihtilaf tasavvur edilemez.
İmamımız Ebu Hanife [912] «Kim imandan kaçınırsa, amelî mahvolur.» [913] ayetiyle mücerret irtidadın, amellerin mahvını gerektireceği görüşündedir. îmam Şafiî'nin delili maksatta sarih değildir. Çünkü «Onlar cehennemliktirler» cümlesi, şarta affedilirse ancak o zaman tamam olur. Eğer cevaba atfedilirse, amellerin mahvı, cehennemde ebedi, kalış, mürteddken ölüme bağlıdır. Biz de bunu olduğu gibi kabul edemeyiz.
«İki delille amel ederek, İmam Ebu Hanife'nin mut-lakı, mukayyede katması gerekir» diye iddia eder ve İmam Ebu Hanife'ye İtiraz ederse şöyle cevap verilir: Mutlak mukayyede ilâve etmek, îmam Ebu Hanife'ye göre aynı hüküm ve hadisede, mutlakın ve mukayyedin bulunmasıyla şarttır. Fakat burada, sebepde, mutlakın da mukayyed gibi sebep olması caiz olduğu için, mutlak mukayyede ilâve edilemez.
Farklı görüşlerin faydası: Ayni vakit içinde, namaz kılan, sonra îslamı terkeden sonra tekrar müslüman olanda gözükür. İmam Ebu Hanifeye göre namazın kazası lâzım gelir. îmam Şafiî bu görüşe muhaliftir. Hac da aynı vaziyettedir. Şafiiler, îslâmı terkten sonra tekrar İslama giren hakkında ihtilaf etmişlerdir. Acaba, sevabıyla beraber amelleri de kendisine döner mi? Yoksa dönmez mi? Bir kısmı, amelin sevaptan ayrı olarak döneceği görüşündedir. Ekseriyet de amellerinin sevapsız döneceği görüşündedirler. Beraberlikle, ayrılık arasında fark yoktur. Mezhepde de itimat edilen görüş bu olsa gerek.»
2- KurtubVnin Görüşü:
tmam Kurtubî [914] der ki; «....tmam Şafii der ki: Is-lâmı terkeden, sonra tekrar îslâma dönen kimsenin amelleri mahvolmadığı gibi, ihramından çıktığı haccı da boşa gitmez. Eğer mürteddken ölürse işte o zaman amelleri boşa gider. îmam Malik de, bizzat İslâmı terkle ameller mahvolur, der. Bu farklı iki görüş hacceden, sonra îslâmı terkeden, sonra tekrar îslâma giren bir müslü-manda açığa çıkar. îmam Mâlik: Tekrar hac vazifesini ifası gerekir. Çünkü ilk haccı boşa gitmiştir, der. imam Şafiî de: İadesi gerekmez çünkü ameli bakidir der. Bizim alimlerimiz ise: «Eğer sen şirk koşsaydm mutlaka senin amelin boşa giderdi» [915] ayetini delil kabul ederler. Derler ki: bu hitap Peygamberedir ama asıl ümmeti kastediliyor. Çünkü peygamberin asla îslâmı terki mevzu baha olamaz. Şafiîler derler ki: Bilakis hitab asıl peygamberedir, îşin ehemmiyetini ümmete belirtmek için bu ifade kullanılmıştır. Derecesi en yüksek olan peygamber de şirk koşsa, ameli boşa gider. Sizin ki ne olmaz ki? Ama o vazifesi icabı Allah'a şirk koşmaz. Şu ayet de buna benzer: «Ey peygamber hanımları, sizden ldm bir kötülük işlerse, onun azabı iki misli olur.» [916] Azaplarının iki misli olması, mevkileri icabıdır. Ancak böyle bir şey yapmaları tasavvur edilemez. Onlar şerefli kocalarından dolayı korunur. Ebu Bekir (Îbn-Ül-Arabi)
Alimlerimiz burada Allah'ın ölümü şart kıldığım söylerler. Çünkü ceza olarak cehennemde ebedi kalış, Ölüme bağlıdır. Kim kafir olarak ölürse, Allah, bu ayette belirttiği gibi, onu ebedi, cehennemde bırakır. Allah'a şirk koşanın ameli de, diğer ayette belirtildiği gibi, boşa gider Bu iki ayet iki ayrı hüküm ve iki faydalı mana ifade ediyor. Peygambere yapılan hitab, iîmmetinedir. Ancak peygambere has olduğu belirtilen ayetler böyle değildir. Peygamberin kadınları hakkında gelen ayetler onlara aittir. Onların böyle bir fiili işlemelerinin iki saygısızlık olacağım açıklar. Birisi dine, diğeri peygamberedir. Her saygısızlığın cezası vardır. Bu, haram aylarda, mukaddes ülkede, Mescid-i Haram da isyan eden kimseler hakkında nazil olan âyetler gibidir. Allah'ın haramlarına saygısızlıkları sayısınca azapları kat kat olur.»
3- Fahruddin-i Razinin görüşü: [917]
«....Bu âyete dayanarak ikinci bir soru: Bu âyet, içinde zikredilen bütün hükümler için, mürteddken Ölümün şart olduğuna delalet eder. Bu sebeple biz deriz ki, cehennemde ebedi kalış da bu hükümlerdendi t. Bu da ancak mürteddken ölüm şartıyla sabit olur. îhtilaf ameller hakkındadır. Ayette, mürtedken ölümün şart olduğuna bir delalet yoktur.
Cevap: Bu mutlak ve mukayyed bahsine aittir. Bir ve iki şarta bağlılık konusundan değildir. Çünkü bir ve iki şarta bağlılık, ancak, şartlardan birinin diğerine engel teşkil etmediği takdirde sahih olur. Problemimizde mücerret îslâmı terki, amellerin mahvına tesir ettirirsek, amellerin mahvında mürteddken ölümün hiç bir tesiri kalmaz. Buradan öğreniyoruz ki, bu bir ve iki şarta bağlılık konusundan değildir. Mutlak ve mukayyet ko-nusundandır. İkinci soruman cevabı: Ayet, îslâmı terkin, ancak, mürteddken ölmek şartıyla amellerin mahvım gerektireceğine delalet eder. Buna göre sual hükümsüz kalır.
Üçüncü Mesele: Amellerin dünyada mahvı, yakalandığı anda Öldürülmesidir. Yakalanıncaya kadar onun takip edilmesidir. Mü'minlerle dostluk kuramaz, yardım alamaz. Adı da anılmaz. Hanımı kendisinden ayrılır. Müslümanlardan miras alamaz. «Dünyadaki amellerinin hepsi lx>şa giders demek, îslâmı terkten sonra müslüman-lara yapmak istedikleri zarar, îslâm aleyhindeki kötk propagandaları hepsi boşa gider demektir. Allah müslüman-larla îslâmı kuvvetlendirdiği için, îslâm aleyhinde çalışmalarından hiçbir şey elde edemezler. Bu tevile göre, boşa giden amellerden maksat, îslâmı terkten sonra yaptıkları amellerdir. Ahirette amellerin mahvı: Mahvı kabul edenlere göre, İslâmı terk, terkten önceki amellerden hak edilen sevabı, yok eder. Mahvı kabul etmeyenlere göre îslâmı terkten dolayı, ahirette ne sevap ne de fayda elde edebilirler. Bilakis büyük zarar görürler, sonra bu za ran açıklar ve buyurur ki: «Onlar cehennemlikdirler. Orada ebedi kalırlar.» [918]
Iı- İslamı Terk Edişin Mürteddîn ' İbâdetlerine Tesiri
Bundan önGeki konularda, müfessirlere göre, «Mahvolma» nm manalarından bahsettik. Fukahanın da bu konuyu tartışmaları tabiidir. Yine bu meselede çeşitli görüşlere sahip olmaları da tabiidir. Mücerret İslâmı terk, bütün amelleri yok eder, diyenlere göre, mürteddin, müs-lümanken tuttuğu oruç, kıldığı namaz, ettiği hac gibi ibadetlerin iadesi gerekir. Mürteddken ölümü şart koşanlara göre, iade lâzım gelmez. Çünkü onlara göre, ibadetler sahih olarak meydana gelmiştir. Kul, her ne kadar İslâmı terketmişse de, mürteddken ölmemiştir. Fakat o, mürteddken yapmadıklarını yerine getirir. Çünkü, onlarla mükelleftir.
Bu meselede, her mezhebin ne dediğini öğrenmek için bu ibadetleri teker teker inceleyelim: [919]
1- Hac
Bir müslüman haccını ifa etse sonra îslâmı terk etse, sonra tekrar İslama girse, haccını iadesi gerekir mi, gerekmez mi? Hanefîler. [920], Malîküer [921], Zeydî-ler [922], mürtedd tevbe edince, haccmı iadesi gerekir, derler. Hanbelilerin [923] bu meseledeki görüşü ihtilaflıdır. îbn-i Hazım,. [924] iadesi gerekmiyeceğini söyler, Ha-nefilerden îşârat [925] in müellifi de der ki: «...Farz olan haccını ifa etmişse, iadesi lâzımdır.» imam Şafiî der ki: ladesi lâzım değildir. Çünkü vaktin vazifesini yerine getirmiştir. Sıhhat şartları bulunduğu için de edası sahih olur. Yok olan fiillerin sahih olduğuna hükmetmenin batıl olacağını söylemek aklen reddedilmiştir. Ancak sevabının olmayacağı doğrudur. Sevapda, sıhhatten ayrıdır. Riyakarlık, giybet ve zina ederek namaz kılan oruç tutan bir kimsenin, ibadeti sıhhatli, fakat sevabı yoktur. Çünkü sevap, Allah'ın kullarına lütf olarak fazla bir va'didir. bin olmaması, fiilin sahih olmasına mani değildir. Sevabın olmaması, fiilin sahih olmasına mani değildir. Mutlak olarak, katiyyetle sevabın batıl olmasına mani olabilir. Üstelik, sevabın batıl olması, mürteddken ölüme bağlıdır. İmam Ebu Hanifemn, mürteddin tasarruflarına el konması konusunda söylediği gibi, mürtedd başıboş İs-lâmı terk halinde bırakılmaz. Kur'an buna işaret eder (Sizden, kimler dininden döner, kâfir olarak ölürse işte onların amelleri mahvolur.) [926] Mahvolma bu iki şarta bağlanmıştır. Mutlak âyet buna ilâve edilir. «İmandan kaçınanın, ameli boşa gider» [927] âyeti bize delil olur. Amelin boşa gitmesi bir şarta bağlanmıştır. Bu şartla beraber, bir başka şarta da bağlanması, tek şarta bağlanmasına mani değildir. Amellerin mahvının, mürteddken ölüme bağlanmasının ehemmiyeti yoktur. Çünkü nass, amellerin mahvolacağım, vakte bağlamaksızm kestirip atıyor. Ortada küfür var. Kafirken yapılan amellerin boşa gitmesi, mürteddliğe bağlı değildir. Ancak rjüslümanken yapılan amellerin mahvı mürteddliğe bağlıdır. Zira, müs-lümanm yaptığı amellerin sıhhati, îslâma devamına bağlıdır. Diğer tasarruflar ise mülkle ilgilidir. Küfür de mülkiyeti yok etmez. Ancak, küfür başka bir delile bağlılığı giderir. Küfürle, amelin mahvolacağı sabit olunca, amelin mahvolması sevabın mahvolması demek olacağından bizzat amel de mahvolmuş demektir. Çünkü ibadetler, ancak, kulların maslahatı için onlara merhameten emredilmiştir. Bu da, ahirette, sevaba sebep olmasıdır. Biz bunun, Allah'ın bir lütfü olduğunu inkar etmiyoruz. Fakat diyoruz ki: Allah, sevapla, kuluna, amelinden dolayı mükafat lütf etmiştir. Allah'ın kuluna ibadetleri emretmesi, başka şey için değil, onu mükafatlandırmak içindir. Kul bunu reddetse mükafata ihtiyacı olmadığını söylese, katmerli kafir olur. Bundan dolayı biz .sevabın kesin olarak mahvolacağını söylesek, bunun doğru olduğuna yakı-nen inansak, kulun ameli, maslahatına uygun olmamış olur. Bu maslahata uygun olmayışta da apaçık bir fesad vardır.
Gıybet ve benzeri şeyler işliyerek tutulan oruca gelince, kesin olarak, sevabı yok olur diyemeyiz. Çünkü, bu husustaki haber, âhâd [928] haberlerdendir.
Hac da, hemen işlenmesi gereken farzlardan değildir. Ömürde bir defa işlenir. Fukaha, sahih olması ve içinde hiçbir şüphe bulunmaması için iadesine hükmederler. Bakalım namaz hususunda ne dediler.? [929]
2- Namaz
Namaz, ya ilk vaktinde eda edilir. Sonra, namaz kılan Islâmı terkeder, kıldığı namazın vakti dolmadan tekrar İslama döner. Yahut, müslümanken namazlarını kıl-marnıştır. Veyahut da mürteddken namazları kılmamış olur.
Birincisinde, Hane filerin görüşü aynen hacdaki gibidir. Delilleri de aynı delildir. îşarâtm müellifi [930] der ki: «Aynı vakit içinde namaz kılsa, İslâmı terk etse, sonra tekrar İslama girse, bize göre namazı iadesi gerekir.»
Şafiîlerin görüşü de hac daki görüşleri gibidir. Yani iadesi gerekmez.
Malikîlerden Aliş [931] de tslâmı terkten önce kılınmayan namazların kazasında değil de, namazını kılıp İslâmı terk ettikten sonra, aynı vakit içinde tekrar İslama girdiği takdirde, kıldığı namazın kazası meselesinde. Ha-nefilerin görüşündedir.
İslâmı terkten önce kılınmayan namazların kazasına gelince, Hanbelilerden îbn-i Teyrniyye [932] ve Merda-vî [933], kaza edilmesi görüşündedirler. Malikîlerden Beh-ram [934]: tslâmı terkten önce kılınmıyan namazlar, kaza edilmez, der. Malikîlerden Karâfi [935] ve Huraşî [936] de böyle derler. Delilleri de, İslâm kendisinden öncesine şamil değildir. Mürteddin İslâmı terkten sonraki tevbesiyle terkten önceki mükellefiyetleri ortadan kalkar.
Geriye mürteddlik süresinde kılınmıyan namazlar kalıyor. Kalyubî [937] der ki: İmam Şafiî ve îhn-i HacerÂl-Heytemi [938] mürteddin, kılmadığı namazları ceza olarak kaza etmesi gerekir derler. İmamiyyeden Bahranî [939] de böyle der. Hanbelilerden Ba'li [940] de kazanın hem gerektiğini hem de gerekmediğini söyler. Mezhebi ise kaza gerektirmediği görüşündedir. Hanefiler de [941], mürteddken geçen namazların kaza edilmiyeceği görüşündedirler. [942]
3- Oruç Ve Zekat
Oruçda da, aynen namazdaki gibi ihtilaf vardır. Ancak, îbn-i Müflihin şu sözleri kesindir. Der ki: [943] «....îslâmı terk orucun sıhhatine manidir. Bir gün içinde îslânıı terk etse, sonra aynı gün veya bir sonraki gün İslama, girse, yahut bir gece islâmı terk edip, aynı gecede tekrar İslama gir3e, üstad, kazasını emreder. Muharrann Müellifi da [944] iki rivayete dayanıyor.»
Zeydiyyeden îbn-i Miftah [945] mürtedd tekrar İslama döndüğü takdirde, zekat ve fitrenin kaza ediîmeyeceğini açıkça söylemiştir. [946]
4- Abdest
Müslüman abdestli olur, sonra Allah'a ve Resulüne sövmek gibi mürtedd olmayı gerektiren bir şey yaparak, îslâmı terkederse, mürteddliği abdestini bozar mı? Han-belilerden Merdavi [947] şöyle der: «İslâmı terk, sahih olan görüşe göre, abdesti bozar. Bu tek bir rivayettir. Tek rivayet olduğu halde, Cumhur bunu kabul etmiştir. Es-habdan bir gurup da abdesti bozmayacağını söylerler. îbn-us-Zaguni de bu hususta iki rivayet zikreder.» [948]
Murteddin Kestiği Hayvan Yenir Mi, Yenmez Mi?
Mürteddin kestiği hayvanın yenmiyeceği hususunda fukaha arasında ihtilaf yoktur. Çünkü onun ne bir dini vardır, ne de geçtiği dinde bırakılır. Bu hususta, Hanbe-lilerden îbn-i Kudame [949] der ki: «Ehl-i kitabın dinlerine de girse, mürteddin kestiği hayvanın eti haramdır.» Bu, îmam Malik, imam Şafiî ve Hanefilerin görüşüdür. İshak da der ki: Ehl-i kitabın dinine girse, kestiği hayvanın eti helâldir. Evzaiden de böyle rivayet edilir. Çünkü Hz. Ali, kim bir kavimle dost olursa, o onlardandır, buyurur. Bize göre, mürtedd kafirdir. Girdiği dinde bırakılmaz Putperest gibi kestiği de yenmez. Çünkü, ehl-i kitabın dînine girdiği zaman onların tâbi olduğu muameleye tabi değildir. Şöyle ki/ cizye alınmaz. Köle ve cariye olamaz. Kadınsa evlenemez. Hz. Ali «O, onlardandır.» demekle bütün hükümlerde söylediğimiz delillere göre, onlar gibi olacağını kastetmiyor. Çünkü Hz. Ali, beni Tağlib hıristiyan-lannm ne kestiklerini ne de kadınlarının evlenmesini helal sayıyordu. Halbuki, onlar, hiristiyanlarla dost olmuşlar, onların dinlerine girmişler, anlaşmalarını kabul etmişlerdi. Bunun mürteddler hakkında uygulanması haliyle doğru olmaz.»
Hanbelilerden îbn-un-Neccar [950], Merdavi [951], Ha-nefilerden İmam Muhammed [952], Zahiriyeden îbn-i Hazm [953], İmam Şafiî [954] İmamilerden Mirza Hüseyin [955] bu görüştedirler.
Mürteddin kestiğinin caiz olmadığına göre, izinsiz bir başkasının koyununu kesse öder. Çünkü zarar vermiştir. Sahibinin izniyle keserse ödemez. [956]
Kitaptaki Meselelerin Özeti
1- Ridde: Bir müslümanın İslâmdan dönmesidir. Mürteddin, yeni bir dine girmesiyle, girmemesi arasında fark yoktur.
2- İrtidat Kur'anda ve Sünnette mevcuttur. İrti-dadm hükümleri, Kur'an ve sünnetten, kıyastan, bazan açık çoğu zaman da sükuti icmadan çıkarılmıştır.
3- İrtidadın şartları: Buluğ, akıl ve ihtiyardır. Mümeyyiz bir çocuğun müsluman olmasında ihtilaf vardır. Biz müsluman obuasını tercih ettik. Aynı ihtilaf, çocuğun mürtedd olmasında da nakledilir. Biz mürtedd olamıyacağmı tercih ettik. Çünkü çocuk, daha hiçbir şeyle mükellef değildir.
Delinin ve sarhoşun Islâmı terkinin kabul edilmeyeceğini tercih ettim. Çünkü, irtidatta akıl ve irade rol oynar. Delinin ne aklı ne de iradesi vardır. Sarhoş ise, akıl ve iradesine hâkim değildir. Peygamber zamanında, şarap mubahken bazılarının içtiği, sonra saçma sapan konuştukları ve sarhoş olmasalar, kafir olacaklardı diye rivayet edilir.
İhtiyarda, fukaha zorlamadan bahseder. Ve onu, kısımlara ayırırlar. Tazyikli zorlama, tazyiksiz zorlama. Tazyikli zorlamada müsluman mürtedd sayılmaz. Çünkü ne iradesi, ne de ihtiyari elindedir. Fakat tazyiksiz zorlama böyle değildir. Islâmı terkederek ilk dinine geçen bir kimse, müslüman olmaya zorlansa, eski dinine bağlılığı görülürse o mürtedd sayılmaz. Zira aslen müslüman olmamıştır. Onu İslama zorlamaya da kimsenin hakkı yoktur. Yüce Allah «Dinde zorlama yoktur» buyuruyor.
4- îrtidat nasıl meydana gelir: Bir çok haller var. Bunlardan birisini müslüman işlerse mürtedd olur. trti-dadı icabettiren şeyler, itikadı olabilir, kavli olabilir, fiilî olabilir. Bazı fakihler, mürteddin tarifinde bunlara işaret etmişlerdir. Ben, Allah'ın emirlerini terkeden mürtedd diye, bir sınıf mürtedd daha kabul ediyorum. Bir müslüman, Allah'ın farz kıldığı şeylerden birini yapmaktan kaçınırsa, Allah'ın emrini terkeden mürtedd olur.
5- Küfrü icabettiren inançları araştırırken, komi-nizmi de bir inançmış gibi inceledim. Kominizin Allah'ı inkar ettiği için, küfrü icabettirir. Ayrıca, kendine göre bir inancı var. Aileyi ortadan kaldırmayı ve kadınların ortamaiı olmasını istiyor. İkinci şeklin gerçekleşmediğini görerek, kominizm bunları yapmamıştır, denilirse, küfrü icabettirmek için inancıkafidir, derim. Henüz komünizm şu ana kadar, hiç bir yerde tamamiyle tatbik edilmiş değildir. Müslümanlardan, kominizmi kabul eden, mürtedd sayılır.
Söylenilen sözlerin küfrü icap ettirip ettirmeyeceğini anlamak için «Devrimci İdeoloji» kitabını inceledim. Söylenilen sözlere, irtidach icapettiren esasları uyguladım ve gördüm ki, müslüman da olsa, bu sözleri söyleyen, kafir olur. Sadece söyleyen değil, müsiümanlardan söylenilenlere inanan da kafir olur. Çünkü bu sözler yeni bir, dine davet ediyor. Diğer dinleri yıkmayı hedef tutuyor. Topluma, ikisinden birisinin elbette hakim olması gerekir.
6- Bir müslüman, Allaha ve Resulüne sövemez. Bu sebeple söven kafir olur. Tevbesi kabul edilir mi, edilmez mi? Bu, fukaha arasında ihtilaf konusudur. Ben kabul edileceğini tercih ettim. Çünkü Allah'ın Rasulü, îs-lâmı terkeden ve kendisine sözle eziyet edenlerden bir kısmının kanlarım helal kılmıştı. Tevbe ettikleri zaman, onların tevbesini kabul etti.
7- Mü'minlerin annesi, Peygamberin hanımı, Ebu Bekrin kızı Hz. Aişeye sövmek, ona iftira atmak-ki Allah onu, Kur'an da temize çıkarmıştır. - da küfrü gerektirir. Şöyleki, yüce Allah onun suçcuz olduğunu, şerefli Kur'an'm muhkem ayetlerinde bildirmiştir. Aigeye iftira eden, apaçık Kuran ayetini yalanlamış, büyük Peygamberi incitmiş olur. Çünkü Allah şöyle buyurur. «Pis kadınlar, pis erkeklere, pis erkekler de pis kadınlara, temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yakışır. Onlar söylentilerden uza k d ir-lar. Onlar için at ve teiniz rizık vardır» [957].
8- Bana göre, Sübkînm fetvalanndaki, tbn-i Hacetin Alamındaki görüşleri yerindedir: Sözleriyle, İslâm Cemaatını dalalete sürükliyen herkes mürteddir, kafirdir. Çünkü, zararları aşikardır. Bir defa, bütün ümmete şamildir. Ümmetin birliğini bozar, inancım öldürür, parça parça bölük bölük yapar.
9- Kur'an ve îslâmı küçümseme, onlarla alay etme, müslümanları hakir görme, küfrü ve kafirleri büyültme, bütün bunlar, küfrü icabettirir. Çünkü müslü-manlar, böyle şeyler yapmaz. Ancak, imanı sönmüş dininden ayrılmış olanlar, düşmana yaltaklık edenler bunu yapar.
10- Mürtedd, bir müslümamn hakkına tecavüz ederek, onu Öldürürse mürtedd irtidadımn cezası olarak değil, kısas cezası uygulanarak Öldürülür. Çünkü kul hakki, Allah hakkından önce gelir. Eğer öldürülen bir zinımi veya bir müstemen ise, mürtedd kısas tatbik edilerek öldürülür mü, öldürül mez mi? Bunda ihtilaf var. Ben her ikisinin karşılığında da öldürülmesini tercih ettim. Çünkü., mürteddin kanı helaldir. Zimmı ve müte'menin can emniyeti vardır. Bu sebeple, mürtedden üstündürler.
Öldürme, hata yüzünden olursa, mürteddin diyet vermesi gerekir.
Mürtedd, iftira ve zina gibi suç işlerse, cezalandırılır. İrtidat -O da bir suçtur- bu cezayı ortadan kaldırmaz. Eğer, mürteddlere ceza tatbik edilmezse, her suçlu, cezadan kurtulmak için îslâmı terkeder. Sonra tekrar İslama döner ve tevbe eder.
Eğer, öldürülen mürtedd, Öldüren de müslümansa, bunu hakimin izniyle yapmışsa bir §ey gerekmez. Değilse, hakim ona ta'zir cezası verir. Eğer öldüren zimmi ise, fu-kaha arasında ihtilaf vardır: Bir kısmı, mürteddin, müs-lüman olabileceğini hesaba katarak, zimmiye kısas uygulanır derler. Çünkü mürtedd İslama dönmeye zorlanır. Sanki zimmî, hükmen de olsa, bir müslüman öldürmüş, sayılır. Bir kısım da, hata olarak meydana gelen Öldürme gibi, diyet lâzım gelir derler. Başkaları da, ne kısas ne de diyet lazım gelir derler. Çünkü, mürtedd düşman sayılır. Ben son görüşü tercih ettim. Çünkü Öldürme tecavüzü kanı helal edilmiş bir şahsa karşı yapılmıştır. Eğer iftira edilen mürteddse, iftira eden cezalandırılır mı? Bunda ihtilaf var. Bu ihtilaf, fukahanm, iffetin şartları arasında, aceba İslâm şartı var mıdır, yok mudur, ihtilafından doğmuştur. îslâmı iffetin şartlarından sayanlar kafir ve mürtedde iftira eden cezalandırılmaz derler. İslâmı iffetin şartlarından kabul etmeyenler, -Îbn4 Hazm gibi-kafire iftira edenin, cezalandırılması gerektiğini söylerler. Aynı şekilde kafir de iftira ederse, aşağıdaki ayetin umumi olması sebebiyle, ona da ceza gerekir. «İffetli hanımlara iftira atanlar, sonra dört şahit getirmezlerse, onlara seksen sopa vurun» [958].
11- İrtidadın tesbiti: irtidat, ya şahitle, ya mürteddin itirafiyle veya her ikisiyle tesbit edilir. Şahitlikte, geniş açıklama şarttır. Çünkü irtidadı icabettiren hususlarda fukahanm ihtilafı vardır. Şahitlerin adedinde de ihtilaf vardır. İki midir, dört müdür?
Bir kimse irtidadını itiraf edince, şüphelerinin giderilmesi gerekir. Tevbeye davet edilir. Tevbeye davetin sayısında ve verilecek mühlette ihtilaf vardır. En çok üç defa tevbeye davet edilir. Üç gün de mühlet verilir.
Eğer, kelimei şehadet getirirse yahut namaz kılarsa, can emniyeti sağlanır, tevbesi kabul edilir.
12- Mürtedd tevbeye davet edildiği mühlet verildiği takdirde, yine de irtidadında ısrar ederse; irtidadın şartları olan, akıl, bulûğ ve ihtiyarı haiz olursa; bütün şüpheleri de giderilmişse, kanının helal olması gerekir. Bunda ısrar ederse öldürülür. Onun öldürülmesi, İslâm devlet reisi veya vekiline aittir. O, irtidadı sebebiyle haindir. İslâm ülkesinde bulunduğunda, islâm tabiyetinden çıkarılır. İster düşman ülkesinde, isterse İslâm ülkesinde bulunsun, fark etmez. Bir vatandaşken, devlete millete, dine düşman olmuştur. Öldürülmesi gerekir.
Bütün yukarıdakiler, mürteddin erkek ojmasma göredir. Eğer mürtedd kadın olursa, öldürülmesinde ihtilaf vardır. Sebebi de, mevcut bütün nasslardır. Ben, kadının öldürülmemesini tercih ettim. Çünkü kadın, yaratılışı icabı düşman olamaz.
13- Mürteddin, irtidadı sırasındaki hukuki durumunda ve malların tasarrufunda ihtilaf vardır. Çoğunluk, tasarruflarına el konacağı görüşündedir. Tekrar îslâma girerse, tasarrufları sahih olur. Mürteddken öldürülür veya ölürıse batıl olur. Bir kısım fukaha da, mürteddken, tasarruflarının sıhati ve netice doğuracağı görüşündedirler.
Hanefiler mürteddin, mallarındaki tasarrufunu dört kısma ayırdılar: :
1- İttifakla netice doğuran tasarruflar. Cariyesinden
doğan gocuğun babası olduğunu kabul etmesi.
2- Anında batıl olan tasarrufları, nikah gibi.
3- İttifakla, durdurulan tasarrufları. Bu da ticari şirketler gibi.
4- İhtilaflı olan diğer tasarruflar. Yerinde açıklandığı
gibi, yalnız hanefiîer aralarında ihtilaf edilmiştir.
14- Mürtedd erkek gibi mürtedd kadının da öldürüleceğini söyleyenler kadının durumundan pek fazla bahsetmediler. Fakat Hanefiler, kadının hapsi ve öldürülme-meşini söyledikleri için her konuda başlı başına bunu ele almaya mecbur oldular. Kadın mürteddin de erkek mür-tedden ayrı olarak hükümleri vardır. Bu, onları, mürtedd erkeklere ve mürtedd kadınlara ait olan hükümleri ayrı ayrı açıklamaya mecbur etti.
15- İrtidat, evlilik aktiiü bozar. îrtidai. ister evlilikten Önce ister sonra, isterse beraber olsun fark etmez. Kadının müslüman kitabî ve mürtedd olması da neticeyi değiştirmez. Ancak, beraber, Islâmı terkedip, beraber tevbe ederlerse durum değişir. Çünkü, beni Hanife kabilesi toptan İslâmı terkedip, toptan tevbe ettiler. Hanım-larıyla araları ayrılmadı. Kominist de mürtedd olduğu için evlenmesi caiz değildir. Eğer, bir müslüman hanımla evlenirse, nikahı sahih değildir. Evlenmişse, evliliği batıldır. Yerinde açıklandığı gibi, Ezher Fetva heyetinin kararı vardır.
16- Bir kafir çocuğun babası İslâm ülkesinde ölse, çocuk müslüman olur. Şöyle ki: Her doğan İslâm fıtratı Üzere doğar. Ebeveyni, cnu, yahudileştirir, hiristiyanlaş-tırır. mecusüeştirir. Peygamber (S.A.V) aynen böyle buyurmuştur. Mâni - ki ebeveynidir - ortadan kalkınca tertemiz kalır ki, o da îslâmdır. «Allah'ın fıtratı olan dînini tut ki, halkı bu fıtrat üzere yaratmıştır.» [959] Buna ülkenin hükmü de ilâve edilir. Dolayısıyla, çocuk müslüman olur. Fakat. Ebeveynden birisi ölürse, bunda ihtilaf vardır. Ben, çocuğun dini üzere kalmasını terciih etim. Çünkü hadis, ikisinin tesirini belirtiyor, birinin de-ğl, eğer birisi ölürse, sağ kalanın tesiri mevcuttur.
17- Mürtedd ölür veya, mürteddken öldürülürse, mallarının durumunda ihtilaf vardır. Varislerine mi aittir? Hazineye-mi attir? Dinlerine geçtiği kimselere mi aittir? Ben, müslüman varislerine ait olacağını tercih ettim. Çünkü müslümanlar tek bir sebeple buna hak kazanırlarsa, varisleri iki sebeple - îslâmı ve nesep yakınlığı - haydi, hak kazanırlar. Yerinde açıklanmıştır.
18- Bir müslüman İslâmı terk ettiği takdirde geçmiş ibadetleri ne olacaktır.? gene fukaha arasında ihtilaf vardır. Sebebi de, ayetteki (habt - Boşa gitme, mahvolma) nın tefsiridir. Bir kışımı der ki: Mücerret irtidat ameli mahveder. Diğerleri de amellerin mahvolması için mürteddken ölümü, şart koşarlar. Bu onları, irtidattan Önce yapılan ibadetten bahsetmeye sevketmiştir. irtidat ibadeti mahvetmiş midir? şöyle ki: iadesi gerekir mi, gerekmez mi?
Mürteddin boğazladığı hayvanlar fukahanm ittifa-kıyle haramdır. Çünkü, kesmek için din şarttır. İslâmdan bir başka dine de geçse, mürteddin dini yoktur. Çünkü geçtiği yeni dinde bırakılmaz.
19- Komünistlik ve benzeri inançlar, batıl dinlerdir. Komünistliğe her dinden girmiş gerekli veya gereksiz bir çok şeyler var, yağma var, aldatma var, dinlerde olmayan şeyler de var. Üstelik, masonluk gibi bir kısmı dinlerden daha çok kendilerini ayinlere bağlarlar.
20- İslâm için en büyük tehlike, sağlam bir inane-mış gibi tutunan fikrî irtidattır (dinsizliktir.) Büyük alim Nedevi [960] bunu görüyor ve diyor ki: «Fikri dinsizlik tohumunu ekiyor. Geniş hürriyet havasından istifade ederek, yeni, zararlı ideolojik akımlara, müslüman milletler içinde cirit attırıyor. Fikrî dinsizliği, îslâmi akideden, îslâmi hayattan, dini düşünce ve duygudan söküp atmak en az, îslâma karşı olan diğer dinleri söküp atmak kadar önemlidir. Üstelik, bu hususta, bütün dinlere üstün geliyor. Ve o, kendisine boyun eğen, kendisine yapışanı dine hücum ettiriyor, dine düşman yapıyor. Bütün ahlakî temellere dini törelere saldırtıyor. İslâm milletleri içinde, iç çatışmaları alevlendiriyor. Sonra, bu türlü dinsizlik, İslâm toplumunda, nefret, huzursuzluk ve çalkalanma da yaratmıyor. Sezilmiyor bile. Çünkü, fikri dinsizler, İs-lâmdan ayrıldıklarım açıkça söylemiyorlar. Kiliseye veya bir başka ma'bede gitmiyorlar. Bir başka topluma karışmıyorlar. İşte, İslâm cemaatiyle savaşan dinsizlik (irti-dat) budur. İslâm ailesini yıkan dinsizlik budur.. Ve bu, İslâm aleminde çok süratli yayılıyor... İşte bu, en büyük tehlike. Çünkü, cemaat halinde bir dinsizleşmedir. Ancak vakit geçtikten sonra bunun farkına varıyorlar. Daha önce kimsenin kılı kıpırdamıyor.
21- Tezimi bitirirken Sayın Hocam, muhammed Keskiye (Bağdat, Yüksek Îslâmi Araştırmalar Enstitüsünde Şeriat Prof.) sonsuz şükranlarımı arzetmekten kendimi alamıyorum. Bana yardımlarım esirgememişlerdir. Doktor Abdülkerim Zeydana (Bağdat Üniversitesi Hukuk Fakültesi Şeriaat Doçenti) da şükranlarımı sunarım. El yazmalarını, bulmada ve okuma da lutuflarım esirgememişlerdir. Tezimin münakaşasında bulunan değerli zevata da şükranlarımı arz ederim. Heyette bulunan Zevat:
1- Doktor Abdülaziz Duri (Bağdat Üniversitesi Rektörü)
2- Prof. Muhammed Şefik Ani (Irak Temyiz Mahkemesi Reisi)
3- Şeyh Muhammed Keşkî (Ezher Üniversitesi Şeriat Fakültesi sabık Dekan Vekili)
4- Muhammed Takıyy-ül-Hakîm (Necef Hukuk Fakültesi Dekanı)
5 -Prof. Abdülmaksut Şeltut (Bağdat Şeriat Fakültesi Şeriat Prof.)
6- Doktor Sefahattin Nahi (Bağdat, Hukuk Fakültesi Prof.)
Mısır Kütüphaneleri el yazması eserleri mesul müdürü sayın Fuat Beye de teşekkür ederim. Arkadaşları ve kendileri yardımlarını benden esirgemediler. Bağdat Şeriat Fakültesi ve Yüksek İslâm Araştırmaları Enstitüsü kütüphaneleri idarecilerine de sonsuz teşekkürler. Son sözümüz: Alemlerin Rabbi Allah'a şükürler olsun.
Numan Abdürrazzak-es'Samarraî»[961]
KİTABIN TELİFİNDE FAYDALANILAN KAYNAKLAR
I- Tefsir Kitapları
1- Ahkâm'ül Kur'an: İmanı Ebî Abdullah Muhammed b. îdrisi el-Şafü (İrtihali: H. 214). Kitabı derleyen «Sünen-ül Kübra» sahibi Ebu Bekir Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakî el-Nisabu-rî. (İrtihalî H. 458). Birinci baskısı <H. 1371 - M. 1952) yılında yapılmıştır. Tashih eden Seyyid îzzet el-Attar el-Hüseyin.
2- Ahkâm'ül Kıir'an: İmam Ebi Bekir Ahmed b. Aliyyur' Razî. «Cessas» ismiyle tanınmıştır, (irtihali H. 370). Kitap H. 1347 senesinde Matbaat-ül Behiyye't-il Misriyye'de basılmıştır.
3- Tefsirül Kebir: imam Fahrüddin Ebî Abdullah Muhammed b. Ömer b. Hüseyin b. Aliyyü't - Taberistanî.
fîrtihali H. 606) Birinci baskısı (H. 1357 - M. 1938) yılında Mat-baat'iil Behiyye't-il Mısriyye'de yapılmıştır.
4- El-Camiu li Ahltâm'il Kur'an: Ebi Abdullah Muhammed b. Ahmed ei-Ensârı el-Kurtubî. (îrtihali H. 761). Darül Kü~ tüb'i! Mısriyye'de M. 1952 yılında yapılan ikinci baskısı.
5- RuJı'ül Maanî Fi Tefsir'il Kur'an'il Azim ve's-Seb'il Me-sanî: Şihabüddîn is-Seyyid Muhammed il-Alusî el-Bağdadi. (İrtihali H. 1270). Tahkikini Muhammed Ziihrî en - Neccar yapmıştır. Müessese't-ül Halebî, Dar'ül Kavmiyye Matbaasında neşretmiştir.
6- Garaib'ül Kur'an ve Regaib'ül Furkan: Nizamiiddin ül-Hasan b. Muhammed b. Hüseyin Ül-Kummî ül-Nİsaburî. {îrtihali H. 728) Matbaat'ül Emiriyyet'ül Kübra'da basılan Tâberînin «Cami-ül Beyan» adlı kitabının kenarındaki nüsha.
7- El-Keşşaf an HaJıaik-it - Tenzil ve Uyun'ül AKavil fi Vec-h'it-Te-vil: Ebü'l Kasım «CaruIIah» Muhammed b. Ömer'ül Zemahşerî el-Harzemî. (îrtihali H. 538). H. 1367 - M. 1948 tarihinde Mısır'da Şirket ve Matbuat-il Babi'de basılan nüsha.
8- Mecma'ul Beyan Fi-Tefsir'il Kur'an: Ebî Ali Fadl b. el-Hasan Tabersi. Tahran'da 6. yüzyılda yaşamıştır. İmamiye'nin büyüklerindendir. Ofset'ül İslâmiye, matbaasında basılmıştır.
9- Mehasin'üt-Te'vil Muhamnıed Cemalüddin el-Kasıın. (İrtihali H. 1332). Tahkikini Muhammed Fuad Abdülbaki yapmış-tır. Isa Bâbî Halebî ve ortaklan tarafından M. 1957 yılında yapılan birinci baskısı.
10- Fi ZilâTil Kur'an: Seyyid Kutb. İsa Babı Halebî ve Ortakları tarafından yapılan ikinci baskısı. [962]
Iı- Hadîsi Şerif Kitapları
11- İrşad'üs-Sârî li- Şerhi Sahih-il Buharî: Kastalânî Şafiî. (İrtihali H. 923). Ahmed el-Bâbî el-Halebî tarafından Mısır'da H. 1308 de Meymeniyye Matbaasında bastırdığı nüsha. (Ebu Abdullah Muhammed b. ismail el-Buharî. îrtihali H. 256)
12- Sünen-i Darimî: Ehu Mohaınmed Abdullah b. Abdurrah-man b. Fadl b. Behram ed-Darimî. (trtüıali H. 255). Şam'daki 1'tidal Matbaasında H. 1349 yılında basılan nüsha.
13- Sünen-i İbni Mâce: Hafız Ebu Abdullah Muhammed b. Vezid el-Kazvinî. (İrtihali H. 275). Tahkikini Muhammed Fuad Abdülbaki yapmıştır. H. 1373 - M. 1953 yıimda îsa Bâbî Halebî tarafından bastırılan nüsha.
14- Sünen-i Nesaî bi şerh-i Celaleddîn-is'Süyutî ve Haşiye-i İmam üs'Sindi: Ezher semtindeki Mısriyye Matbaasında basılan nüsha. Ebu Abdurrahman Ahmed Ali b. Şuayb b. Sinan b. Bahr b. Dinar. (İrtihali H. 303). Ceiâlûddin Abdurrahman b. EM Bekr is-Süyutî (îrtihali H. 911).
15- Şerh-iz Zerkânî Alâ Sahih il-Muvatta el-Muhammed Zerkânî: Ebu Abdullah Malik b. Enes b. Malik b. Ebi Amir et-Teymî el-Asbahî el-Himyerî. (İrtihali H. 179). Kitabı Ebi'l Vefa Horîni Şafiî tahkik ve tashih etmiştir. H. 1279 da Mısriyye.'t-il Kastiliy-ye Matbaasında basılan' nüsha.
16- Minhat'ül Ma'bûd Fi Tertib-i Müsned'it-Tayalisî Ebî Davud: Kitabı fıkıh bablanna g'öre Şeyh Ahmed Abdarrahman iü-Benna tertip etmiştir. Müsnedi te'Iif eden Ebu Davud Süleyman b. Davud el-Cârûd el-Farisî (Âli Zübeyr el-Tayalisî el-Bas-rî'nin kölesi), (irtihali H. 204). Ezher semtindeki Müniriyye Mat-baasmda H. 1372 senesinde yapılan birinci baskısı.
17- El-Udde Alâ İhkâm-iT Ahkâm şerhi ümdet-il Ahkâm: Muhammed b. İsmail el-Amir üs-San'anî. Kitabı Ali b. Muhammed el-Hindî tahkik etmiştir. H. 1379 senesinde basılan nüsha.
18- Umdet-ül' Kari' Şerh-i Sahih'il Buharı: Bedrüddin Ebi Muhammed Mahmud b. Ahmed'ül Aynî. (İrtihali H. 855). Mısır'da Matbaat'ül Müniriyye'de basılan nüsha.
19- El-tfsah an Maani's - Sihah: Yalıya b. Muhammed b. Hübeyre. Halep'te Muhammed Ragıb'ın neşrettiği nüsha.
20- Müntehab nün es-Sünne: Kahİre'de H. 1382 tarihinde Vezaret'ül Evkafın neşrettiği nüsha. [963]
Iıı- Fıkıh Kitapları
A - Hanefi Fıkhı (Yazmalar)
21- Eİ-Asar: Muhammed b. El-Hasan Eş-Şeybanî. Dar'iil Kütüh No: 43.
22- Et-Tahrir: Cami'ül Kebir şerhi. İftiharüddin-Abdulmut-talib b. el-Fadl el-Haşimî. (îrtihali H. 616). Dar'ül Kütüb No: 1029
23- Seyf'ül Meşhur Alâ Zmdıyk Sâbb er-Reşul: Muhyiddin (Ehaveyn ismiyle meşhurdur.) Dar'ül Kütüb No: {M. 150)
24- Şerh-i Kisalet-i Bedr'ür-Reşid Fi'l Elfaz el-Mükeffire: Dar'ül Kütüb No: 1676 (Müellif Hattı)
25- El-Asl (El-Mebsut). Muhammed b. el-Hasan. Dar'ül Kütüb (Kavala 200) No: 33, 34.
26- Letaifül îgarat: Bedrüddin Mahmud b. İsrail (tbni Kâdî Semâvene isimiyle maruftur.) Dar'ül Kütüb No: 706. [964]
Hanefî Fıkhı. (Matbular)
27- Bedayi'üs Sana'i Fi Tertib-iş Şeraî: Alâeddin Ebu Bekir b. Mes'ud el-Kaşanî el-Hanefi (Melîk'ül Ulema). (İrtihali H. 587). Matbaat'ül Cemaliyye M. 1910 - H. 1328 senesinde basılan nüsha.
28- Tnhfet'ül Fukaha: Alâeddin Semerkandî. Dımeşk Üniversitesinde M. 1909 - H. 1379 da basılan nüsha.
29- El - Mebsut: Şems'ül Eiirnne Ebu Bekir Munammed es-Serahsî {trtihali H. 490)
30- El-Hidaye Şerh'ül Bidayetü-I' MÜbtedî: Şeyh'til İslâm Barhaneddin Ebü'l Hasan fa. Ebu Bekr b. AbdülcelÜ er-Rüsdanî el-Mergınânî. (İrtihali H. 593). 1936 yılında Matbaa-i Babî'I Ha-lebî'de basılan nüsha. [965]
b -) Şafiî Fıkhı (Yazmalar)
31- Es-Seyf'ül Mesltil Alâ Men Sebb'er-Resul: Takıyyüddin Ebü'l Hasan Ali b. Abdülfc&fî es-Sübki eş-Şafiî. (trtihali H. 756). Dar'ül Kütüb No: 342.
32- El-Esrar: Kadı Ebu Ali el-Hüseyin b. Muhamined. H. 823 yılında yazılmıştır. Dar'ül Kütüb No: 1638
33- Eş-Şamil: Ebu Nasır Abdüsseyyîd b. Muhammed Ab-dülvahid b. Es-Sabbağ. Dar'ül Kütüb No: 139
34- Fetavaa Ibni Hater: Şihabüddin Ebu Abbas Ahmed b. Muhammed b. AH b. Hacer Heysemî. (İrtihali H. 974). Bağdat! Evkaf Kiitübhanesi No: 3984, 3742.
35- El-İzah ve't-Tebyin Fi İhtilâf'il Eimmet'il Müçtehidin: Yahya b. Hübeyre. Dar'ül Kütüb No: 1102,
Şafiî Fıkhı (Matbular)
36- El-Ümm: Muhammed b. İdris b. Abbas b, Osman b. Safi* b. es-Saib b. Abd. Yezid b. Haşim b. Muttalib b. Abd Menaf el-Haşimî el-Kureşî. (irtihali. H. 204). Bulak'ta .Emiriyye Matbaasında H. 1325 yılında basılan nüsha.
37- El-l'Iâm bi Kavatı'il îslâm: Ebu'I Abbas Ahmed 1». Mnhammed b. Ali I>. Hacer el-Mekkî el-Heysemî. 1951 yılında Bâ-bî'I Halebî matbaasında basılan «Kitab'üz-Zevacir an iktiraf'ül Kebair» adlı kitabın kenarındaki nüsha.
38- Ez. Zevacir an Iktiraf'i! Kebâir L'ibni Hacer: (37. No. da bahsedilen kitap)
39- Haşiye'tül Baeûrî Alâ Şerh'ibni Kasım'il Gazzî: M. 1288 de İstanbul'da Kağıthane Matbaasında basılan nüsha.
40- Fey'iil İlâh il-Malik fi HaUi Elfazi-Umde't'is - Salik Avdet'ün - Nasik: Ömer Berekât (Merhum Seyyid Muhammed
Berekât eş-Şâmi el-Bukâi). Kahire'de H: 1358 yılında Mustafa Muhammed matbaasında basılan nüsha.
41- Fetava-is Sübkî: İmam Ebü'l Hasan Takıyytiddîn Ali b. Abdiilkâfî es-Siibkî. (trtihali H. 756.) Kahire'de H. 1355 Mek-tebet'ül Kudsî'de basılan nüsha.
42- Kalyûbî ve Umeyre Alâ Metni Minhac'üt-Talibîn. El-Nevevî, Hâşiyetân eş-Şihabüddîn el-Ralyûbi, eş-Şeyh Umeyre.
Muhammed Ali Sübeyh matbaasında basılan nüsha.
43- Kifayet-ül Ahyar fi Halii Ğayet'il İhtisar: Takıyyüddin Ebu Bekr Mnhammed b. Muhammed el-Htiseyni el-Hısnî ed-Dımeşkî eş-Şafiî'nin te'Iifidir.
44- Mühezzeb fi Fıkh'il İmam eş-Şafiî: Ebu İshak İbrahim b. Ali b. Yusuf el - Firuzâbâdî el-Şirâzî. (îrtİhaU H. 476) Mustafa el- Bâbî el-Halebî şirketi tarafından basılan nüsha. [966]
c -) Hanbelî Fıkhı (Yazmalar)
45- Teshil ül-Muttalib fi Tahsil-il-Mezahib: Şemsüddin Ebül' Ferec Abdurrahman b. Ömer b. Muhammed b. Ahmed b. Rudâme el-Makdısî el-Hanbelî. (İrtihalî H. 682). Dar'ül Kütüb No: 44
46- El-Furu': Şemsüddin Ebu Abdullah Muhammed b. Müf-lih'ül HaJibelS. (îrtihali H. 763). Dar'ül Kütüb.
47- Keşftil Mesail Min Kütub'il Kavaid: Alâeddin Ali b. Abbas el-Balî el-Hanbelî. Dar'ül Kütüb'de 2 nüsha vardır. No: 10 (H. 808 senesinde yazılmıştır) ve No: 74
48- EI-Hidaye: (tmam) Ebu Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel'in mezhebine dair: Neran'ül Hûda Ebu'I Hattab Mahfuz b. Ahmed b. el-Hasan el-Kelve zânî. Bağdad'daki mektebe-tül Evkaf Kütüphanesi No: 3926[967]
ç -) Hanbelî Fıkhı (Matbular)
49- El-Adab'üs - Şer'iyye ve'l Mineh'il Mer'iyye: tbni Muf-lih el-Makdisî el-Hanbelî. Eseri Muhammed Reşid Kıza tahkik edip yazmıştır. Mısır'da Menar Matbaasında basılmıştır.
50- Es-Salât ve Hükmü Tarikiha. Şemsüddin Ebu Abdullah Muhammed b. Ebu Bekir b. Eyyub b. Sad b. Hariz'tiz-Zer Ali ed-Dımegld. «İbni Kayyim'il Cevzi el-Hanbelî» adıyla tanınır.
51- Umdet'il Fıkıh: Ebu Muhammed Mnvatfak'üd-Din Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudame el-Makdisî. (İrtihali H. 620). Birinci baskısı Menar matbaasında H. 1352 yılında yapılmıştır.
52- El-lkna: Ebu'n-Neca Şerefüddin Musa el-Haccavî el-Makdısî. (irtihali. H. 968). EI-Ezher Matbaasında H. 1351 yılında basılan nüsha.
53- El-Kâfi Fi Fıkh-ı İmanı Ahmed b. Hanbel: Ebu Mu-hamraed Muvafık'üd-Din b. Kudame el-Makdisî (İrtihali H. 620). Mekteb'ül îslâmî neşriyatından.
54- EI-Muğnî: Ebu Muhammed Muvafık'Üd-Dîn b. Kudame el-Makdisî. Tashihini Doktor Muhammed Halil el-Harras yapmıştır. Mısırda Sakafe't'ül Islâmiyye Matbaası neşriyatından.
55- Mtintehe'l İrâdât Fi Cemî il-Mukni el-Fütuhî el-Hanbelî el-Mısrî: îbni Neccar. Mekteb'ül islâm neşriyatından.
56- El-Muknî Fi Fıkhi İmam Ahmed b. Hanbel: Ebu Muhammed Muvafık'üd-Djn b. Kudame. Mısır'da Matbaat'ül Selefiyye neşriyatından.
57- EI-Menar'üs - Sebil Fi Şerh'id-Delil: Şeyh İbrahim b Muhammed b. Salim b. Davyan. Mekteb'ül îslâmî de H. 1378 de neşredilmiştir.
58- El-Insaf Fi Marifet'ül Reca Min el-Halef: (Hanbelî Mezhebi hakkında). Alâeddin Ebü'l Hasan Ali b. Süleyman el-Mer-davî el-Hanbelî. M. 1957 senesinde Matbaat'ül Sünne't'el Muham-mediyye'de basılmıştır.
59- Hidâye't'ül Kagıb: Osman Ahmed Necdî el-Hanbelî. (İrtihali H. 1100). Tahkikini Hasanîn Mahlüf yapmış, Matbaat'ül Temeddün1 de basılmıştır. [968]
d -) Maükî Fıkhı (Yazmalar)
60- Ez-Zahîre: Şihabüddin Ebu Abbas Ahmed b. îdris es-Sanhaeî el-Mısrî (Kurâfî adıyla tanınır.) îrtihali H. 684.
61- El-Şamil Fi Futu' el-Malikiyye: Behrâra b. Abdullah ed-Dimeşkî el-Malikî. (trtihali H. 805). Eser H. 1074 senesinde yazılmıştır. Mektebe't'ül Ezher No: 2963 (386) [969]
Maliki Fıkhı (Matbular)
62- Şerh'ül Hureşî Alâ Muhtasar'ül Celîl: İmam Ebu Ziya Seydî Halil. Ebu Abdullah Muhammed el-Hureşî (İrtihali H. 1101). H. 1317 senesinde Matbaat'ül Bulak'ta basılan nüsha
63- Şerhü Minehil-Celîl Alâ Muhtasarı Halil): Muhammed Aliş. H. 1294 senesinde basılan nüsha. [970]
e -) Zahiriyye Fıkhı (Yazmalar)
64- Elr-lhtiyârât ül-İlmiyye Fi İhtiyârâti Şeyh'ül İslâm tbni Teymiyye: Takıyyüddin Ebu'l Abbas Ahmed b. Abdülhalim b. Abdiisselâm b. Abdullah b. Ebu'l Kasım el-Namîrî el-Harrânî. ((îrtihali H. 728). Dar'üi Kütüb No: 46
65- El-Muharrer: MecdüddUı Ebü'l Berekât Abdiisselâm b. Abdullah b. Ebül Kasım b. Muhammed b. Teymiyye el-Harânî. (İrtihali H- 652). Dar'üi Kütüb No: 28
Zahiriyye Fıkhı (Matbular)
66- ikâmet'uTDeül ve'l Burhani Alâ Tahrimi Ahz'H-Ecr Alâ Tilâvet'il Kur'an: Şeyh Muhammed b. Abdülaziz el-Manî' Mek-tebet'ül Islâm'm H. 1383 senesi neşriyatından.
67- Şerh'ül Şürutil - Ömeriyye Mücerred Min Kitabi Ahkâ-mi Ehl'iz-Zimme: Şemsüddin Ebu Abdullah! Muhammed b. Ebu Bekr b. el-Kayyım'il Cevziyye. Dımeşk "Üniversitesi neşriyatından.
68- El-Sânm üi-Meslûl Alâ Şatim'ir-Besûl: Takıyyüddin Ebü'l Abbas Ahmed b. Abdülhalim el-Harrânî. «tbni Teymîye» adıyla tanınmıştır. Haydarabat'da basılmıştır.
69- El-Muhallâ: Hafız Ebu Muhammed Ali b. Hazm el-En-dülüsî. (İrtihali H. 456). Matbaat'ül îmam'da basılmıştır. Tashihini Ezher'de Usul'üd-Din hocası olan Muhammed Halil Harras yapmıştır. [971]
f -) Şia'dan İmamiyye Mezhebinin Fıkhı (Yazmalar)
70- Bidayet'ül Hidaye; Muhammed el-Amülî. Dar'ül KütübNo: 5[972]
Şia'dan İmamiyye Mezhebinin Fıkhı (Matbular)
71- Tehzib'ül Ahkâm Fi Şerh'il Mukanna ÎA Şeyh'il Müfîdt Ebu Cafer Muhammed b. el-Hasan et-Tüsî. (İrtihali H. 460). Tahkikini Seyyid Hasan el-Mevsuyî yapmıştır. Matbaat'ül Nu'man el-Necef'de M. 1962 - H. 1382 de basılan nüsha.
72- EI-Hadaik'ül Nazire Fi Ahkâm il-Itret-it-Tahire: Şeyh Yusuf el-Behranî. (îrtihali H. 1186). Tahkikini Muhammed Takî İyrâvani yapmış, Matbaat'ül Necef'de H. 1332 senesinde basılmıştır.
73- EI-Hilaf'üt-Tusî: İrtihalî. H. 460). Dâr'ül' MaarifÜl Is-lâmiye şirketi neşretmiştir.
74- El-İhtisas: Ehu Abdullah Muhammet! b. Muhammed b. el-Nu'man el-Ekberî el-Bağdâdi. Bağdat'ta H. 1379 senesinde Mektebe't'ül - Saduk'da basılan nüsha.
75- El-îstibsâr Fîmâ İhtilâf Min el-Ahbâr: Et.Tûsî. (İrtihali H. 460). Tahkikini Seyyid Hasan el-Horasân yapmış, M. 1957-H. 1376 senesinde Matbaat'ül Necef'de basılmıştır.
76- Şerai'ül İslâm Fî Fikh'ül İslâmî el-Caferî: El-Muhakkik_ el-HılH. Tahkikini Muhammed Cevâd Muğnî yapmış. Beyrut'taki Mektebet'ül Hayat'ta basılmıştır.
77- Müstedrek el-Vasâil: Elhac Mirza Hüseyin el-Nûrî
el-Tabersî. H. 1382 yılında Mektebet'ül îslâmiye tarafından Matbaat'ül îsîâmiye'de basılmıştır.
78- El-Moknî: Ebu Cafer es-Sadtık Muhammed b. Ali b. el-Hüseyüı b. Babaveyh el-Kummî. (îrtihali H. 381). H. 1377 yılında Tahran'da Matbaat'ül îslâmiyye'de basılmıştır.
79- Men Lâ Yahdurııhu el-Fakih: Ebu Cafer es-Saduk Muhammed b. Ali b. Huseyn b. Babaveyh el-Kummî. (îrtihali H. 381). Tahkikini es-Seyyİd el-Harsan yapmıştır. H. 1378 senesinde Necef Matbaasında yapılan 4. baskısı.
80- El-İııtisar Li Mesail İnfiradat'ül îmamiyye. Vema Zun-ne İnfiraduha Minel Mesail el-Fıkhiyye: Ebû'l Kasım Zü'l Mecdeyn A'lem'ül Hûda ismiyle tanınmıştır. H. 1315 tarihli İran. baskısı. [973]
g -) Zeydiyye Fıkhı (Yazmalar)
81- El-Tezkiret'ül Fahire Fi Fıkh'ül Atıret'üt-Talılre: El-Hasan b. Muhammed el-Nahvî. Dar'ül Kütüb (Mahtutat) No: 10[974]
Zeydiyye Fıkhı (Matbular)
82- El-Bahr'üz-Zahhâr li-Cem'il Mezahib A'lam'ül Emsar: İmam Afamed b. Yahya b. el-Murtaza (îrtihali H. 840) M. 1947 -
- 1366 yılında Matbaat'ül Saadet'te basılan nüsha.
84- Şerh'ül İzhâr el-Müntezi' Min-el' Gays-il'Midrar-il Me£-tahi-li Vemaim-H'Ezher. Fi Fikh-il'Ethar. Ebü'l Hasan Abdullah b. Miftah (İrtihali H. 877) H. 1358 senesinde Matbaat'ül Hicazî'de basılan nüsha
85- Neyl'il Evtar Şerh Münteka el-Ahbar Min Ahadis Sey-yid'el Ahyar: Muhammed b. Ali b. Muhammed es-Şevkânî. (îrtihali H. 1250). M. 1952 - H. 1371 yılında el-Bâbî el-Halebî matbaasında basılan nüsha. [975]
h -) İbaziyye Mezhebinin Fıkhı (Matbular)
86- El-Esrar'üİ Nûrâuî Alâ Manzûme't'ir-Râî: Şeyh Abdiil-
aziz el-Mesâbî. H. 1306 yılnıda Matbaat'ül Bârünî'de basılan nüsha.
87- Şerh'ül Neyi ve Şifa'ül Alil: Şeyh Muhammed b. Yusuf Atfiys. Metn, İmam Ziyaüddin el-Hıfzî (îrtihali H. 1223) ye aittir. H. 1343 de Matbaat'ül selefiyye'de basılan nüsha. [976]
i- Ismailiye'nin Behre kolunun Fıkhı
88- Deaiın'ül İslâm ve Zikr'ül Helâl ve'l Harâro ve'l Kaza-yâ ve'! Ahkâm Fi Ehi-i Beyt Kesûlüllah Aleyhi ve Aleyhim EfdaTüs Selâm: Kâdî el-Nu'man b. Muhammed b. Mansur et-Temimî. Tahkikini Âsaf b. Ali Asfar Feyzi. M. 1960 - H. 1379 yılında Mısır'da Dar'ül Maarif baskısı. [977]
k - Fıkıh ile iligili eserler
89- Ahkâm'il Şeriat'ül îslâmiyye Fî'l AhvâPÜş-Şahsiyye:
Ömer Abdullah. Birinci bakısı 1956 yılında yapılmıştır.
90- ihtilâf'ül Fukahâ: îmam Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr'üt-Taberî. (İrtihalî H. 310). Matbaat'ül Mevsuat'ta M. 1902 - H. 1320 de Birinci baskısı yapılmıştır.
91- El-Teşri'ül îslâmî li Gayr'il Müslimîn: Abdullah Mus-tafel Meragi. Nümuzeciye Matbaası neşriyatından.
92 - El-îslâm akidet'ün ve Şeria: Prof. Mahmud Şeltut Matbaat'il İdaret'ül Amme İi's-Sekafet'il İslâmiyye neşriyatından M. 1959
93- El-Miras'ül Mukarin: Şeyh Muhammed Abdülkerim'il Keşla. ikinci baskı Matbaat'ül Halîf'de H. 1383 - M. 1963 de yapılmıştır.
94- Huccetü-llah-il Balîga: Şah Veliyullah b. Abdürrahim
ed-Dehlevî. Dar'ül Kütüb'ül Hadîs baskısı. Tahkik Seyyid Sabık.
95- Rahmet'ül tîmme Fi'İhtilâf'ül Eimme: Ebu Abdullah Muhammed b. Abdurrahman ed-Dimeşki el-Osmanî eş-Şafiî, S. hicri asır alimlerinden. 1. Tab'ı Mustaf'el Babî Halebî'de yapılmıştır. M. 1960 da. [978]
1 - Kavait ve Lügat Mecmuaları
96- Tac'ül Arus Min Cevahir'il Kâmûs: Muhibbüddin Ebu el-feyz el-Seyyid Murtaza el-Hüseyni el-Vasıtî el-Zebidî el-IIanefî.
Birinci baskısı Matbaat'ül Hayriye'de H. 1306 yılında yapılmış.
97- Cemberet'ül Iâiga: Ebu Bekir Muhammed b. eî-Hasan b. Düreyd'il Ezdî. H. 321 yılında Bağdat'ta irtihal etmiştir. Birinci baskısı H. 1344 yılında Haydarabad'da yapılmıştır
98- Es-Sihah: Ebu Nasr İsmail b. Hammad el-Cevherî. Dar'ül Kitab'ül Arabî baskısı.
99- Lisan'ül Arab: Ebü'l Fadl Cemaleddin. Muhammed b. Mükerrem. tbni Manzur adıyla tanınmıştır, (trtihali H. 711). Birinci baskısı H. 1300 de Bulak'da yapılmıştır.
100- EI-Mu'cem'ül Vasît; Kahire'de Mecma'üi LÜga tarafından Mısır'da ki Şeriket'ül MüsaMme'de M. 1960 - H. 1380 yılında basılmıştır.
101- Mu'cema Metn'il LUga: Şeyh Aymed Rıza. M. 1958 -H. 1377 yılında Beyrut'ta Mekteb'ül Hayat'ta basılmıştır. [979]
m - Yeni Yayınlanan Eserler
102- Asl'ül Aile: Engels. Şam'da Dar'üt Takaddüm de basılmıştır.
103- El-İdeolociye el İnkilâbiyye: Doktor Nedim Beytar.
Müessese't'ül Ehliyye neşriyatmdandır. Birinci baskısı M. 1964 yılında Beyrut'ta yapılmıştır.
104- El-Beyan el-Şuyuî: Tercüme Halid Bekdaş. Dar'ül Fa-rabî neşriyatmdan.
105- Tefkir Kari Marks: Tercüme: Sami Durûbî ve Cemâl el-Attasî. Matbaat'ül Cumhuriye neşriyatmdan.
106- Zıd Duhrenk Engels: Tercüme Davud Sayığ - Matbaat'ül Rabıta neşriyatından.
107- El-Mes'elet'ül Yahudiye: Tercüme Muhammed İytanî*-nindir. Beyrut'ta Dar'ül Keşşafta basılmıştır.
108- Mühimmat Mnnazzamat el-Şebab: Lenin'in 1920 yılında yaptığı bir konuşmanm tercümesidir. Beyrut'taki Dar'ül Nidâl neşriyatmdan. [980]
n - Mecmualar ve Gazeteler
109- 9 - 8 -1965 tarihli, 28 731 sayılı «Sahifet'ül Biram» gazetesi.
110 - Mekke'de çıkan «Kabıta't'ül âlem el-îslâmî» mecmuası.
111- Kahire Üniversitesi tarafından çıkarılan «El-Kanun ve'l İktisad» mecmuası. [981]
[1] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi:3.
[2] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 5.
[3] Nazmu-d'Dürer fi Tenasübi - I'Âyi ve-s Suver. Kitap Hakkında BaK: Küşfûzumın c. II. st. 1961.
[4] Şeyh-x Ekber Muhyiddin-i Arabî ve Aşık-ı İlahi Amr ibnül'Farîz-ı tekfir etmesinden dolayı kendi aleyhine bir kıyam vuku bulmuş ve mihnete bu yüzden düşmüştür. Naşir.
[5] Bak. Kesfü-z'Zünun. (c. 2. shf-3-1019)
[6] İmâmiyye mezhebinden Şeyh Müfîd'in «El-ihtisas» adlı eseri. Sayfa: 6 ve 64.
[7] Es-San'ânî'nin «EI-udde» adlı eseri. Cilt: 4 Sayfa: 285
[8] Eb-u Rtansûr El-Matüridi. «Bedrür - Reşîd» risalesinden naklen. Yazma ve sayfaları numarasız.
[9] îbn-ü Hacer'in «El - AVlam M Kavatii-l'îslâm» adlı eseri Cilt: 2 Sayfa: 3-5
[10] Es-San'ânî'nin «El-Udtle» adlı eseri. Cilt: 4 Sayfa: 280
[11] Bütün meseleleri «...der isen, derim...» şeklinde inceleyen eser.
[12] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 5-12.
[13] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 12-14.
[14] El-Ezdi'nin lügat bitabı. Cilt: I, Sayfa: 72
[15] İbn-ü Manzûr'un lügat kitabı. Cilt: 4, Sayfa 153-155
[16] Bakara sûresi. Âyet: 317
[17] Cevherî'nin lügat kitabı. Cilt: I, Sayfa: 470
[18] Zebîdî'nin Iûgat kitabı. Cilt: 2, Sayfa: 351
[19] Ahmed Riza'nın Iûgat kitabı. Cilt: 2, Sayfa: 571
[20] Arap Dil Kurumu'nun Iûgat kitabı. Cilt: I, Sayfa: 338
[21] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 17-18.
[22] Bakara sûresi, Âyet: 217
[23] Mâiıle sûresi, Âyet: 54
[24] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 19-20.
[25] Kurtubî'nin «El-Câmi1» adlı eseri. Cilt: 3, Sayfa: 46
[26] Zemahşerî'nin «El - Keşşaf» Tefsiri. Cilt: I, Sayfa: 271
[27] Neysaburî'nin «Garâibü'l -Kur'ân» kitabı. Cilt: 2, Sayfa: 318.
[28] Tabarsl'nîn (Mecmaül - Beyân» kitabı. Cilt: I, Sayfa: 313
[29] Kaasimî'nin «Mehâsinut - Te'vil» kitabı. Cilt: 3, Sayfa: 549
[30] Alüsî'nin «Ruh'ül - Maânî» kitabı. Cilt: 2, Sayfa: 157
[31] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 20-23.
[32] Mâide sûresi. Ayet: 54
[33] Taberî'nin «Câmiü'l - Beyân» kitabı. Cilt: 6 Sayfa: 182
[34] Neysaburî'nin «Ğarâibü'I - Kur'âm» kitabı. Cilt: 6, S. 162
[35] Kurtubî'nin «EI-Câmi'Ii Ah kâm i11 - Kur'an» kitabı. Cilt: 6 Sayfa 219 ve Kastallânî'nin «îrşâdü's - Sâri» kitabı. Cilt: 10 Sayfa: 75
[36] Zemahşerî'nin «El - Keşşaâf» kitabı. Cilt: I Sayfa: 466
[37] Râzî'nin «Et - Tefsîrü'l - Kebîr» kitabı. Cilt; 12 Sayfa: 17
[38] Tabersî'nin «Mecma'ül - Beyân» kitabı. Cilt: 3 Sayfa 280.
[39] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 23-29.
[40] Al-i İmran sûresi, Âyet: 90
[41] Kurtubî'nin «El - Cami'» kitabı. Cilt: 4 Sayfa: 130
[42] Al-i Imran sûresi, Ayet: 106
[43] Kurtubî'nin «El-Cami'» kitabı. Cilt: 4 Sayfa: 166
[44] Buharı. El'Camiu-üs'Sahih. Cilt: 8 Sayfa: 120. Matbaa-i Âmire Tab'ı.
[45] En-Nisa sûresi, Ayet: 137
[46] Kurtubî'nin «El-Cami'» kitabi. Cilt: 5 Sayfa: 415
[47] En-Nalıl sûresi, Âyet: 106
[48] Kurtubî'nin «El - Oâmi'» kitabı. Cilt: 10 Sayfa: 180
[49] El-Hacc sûresi, Âyet; H
[50] Kurtubî'niu «El - Cami'» kitabı. Cilt: 12 Sayfa: 17
[51] ÂI-i İmran sûresi. Ayet: 86
[52] Kurtubî'nin «El-Cami'» kitabı, Cilt: 4, Sayfa: 129
[53] Al-i İmran sûresi. Ayet: 91
[54] KurtubS'nin «El - Cami»» kitabı, Cilt: 4, Sayfa: 131
[55] Al-i İmran sûresi. Ayet 177.
[56] Kortabî'nin «El-Cami» kitabı, Cilt: 4, Sayfa: 210
[57] Muhammett (S.A.V) sûresi, Âyet: 32
[58] Seyyit Kutub «Fi zılâl el - Kur'ân» Cilt: 16 Sayfa: 75
[59] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 30-36.
[60] Buhârî «Kitâbü'I - Muharibin» Cilt: 8 Sayfa 201. Bnhârî-El - Mümtahiııe sûresinin tefsiri. Cilt: 6 Sayfa: 186. İmam Ahmed'in Müsned'i. Cilt: I Sayfa: 374. Müslim. Cilt: 18 Sayfa: 24. İbn-ü Mâce. Cilt: 2 Sayfa: 847. Tirmizî. Cilt: 9 Sayfa: 2
[61] İmam Ahmed'in Müsned'i. Cilt: 6 Sayfa 414. İmam Ahmed'in Müsned'i. Cilt: 3 Sayfa: 361, Cilt: 4 Sayfa: 55, Cilt: I Sayfa: 409. Es-Nesaî. Cilt: 8 Sayfa: 147 ve Cilt: 7 Sayfa: 151.
[62] Elbennâ »Minhatü'l-Ma'bûd fi tertîb Müsned-i Ebi Dâvûd» Cilt: I Sayfa: 296. Müslim. Cilt: I Sayfa; 56, Cilt: 1 Sayfa: 61, Cilt: I Sayfa: 58 ve Cilt: I Sayfa: 59
[63] «Sünenü'n - Nesâî» Süyûtî şerhi. Cilt: 7 Sayfa: 103/ «Şer-hü'l - Hııreşî el-Mâlikî» Cilt: 8 Sayfa: 69/Kurtubî-«El-Câmi'» Cilt: 3 Sayfa: 47.
[64] El-Bennâ - «Minhatü'l - Mabûd» Cilt: I Sayfa: 296/ İmam Ahmed'in Müsned'i. Cilt: 6 Sayfa: 181/ En-Nesaî Cilt: 7 Sayfa: 91/Ibn-ü Mâce. Cilt: 2 Sayfa: 487.
[65] İmam Ahmed'in Müsned'i. Cilt: 1 Sayfa: 374
[66] İmam Ahmed'in Müsned'i.. Cilt: 6 Sayfa: 414
[67] (Minhatü'l-Ma'bûd. Cilt: I, Sayfa: 296).
[68] SÜyûtî Şerhi, Cilt: 7 Sayfa: 103)
[69] (El-Bennâ'nın Müıhatü'l-Mab'ûd adlı eseri. Cilt: 1 Sayfa: 296).
[70] «Şerhü'l - Hureşî» Cilt; 8 Sayfa: 69
[71] Kurtubî'nin «El- Cami'» tefsîri. Cilt: 3 Sayfa: 47
[72] îbnü Hazm. El'MnhalIâ, Cilt. 2 Sayfa: 234-237.
[73] Kalem sûresi, Ayet 35
[74] İslâm diyarında din değiştirme vak'alarında, müslümanları ilgilendiren bir husus olmadığı iddia edilemez. Çünkü bu gibi vak'alar, ekseriya geniş çapta girişilen propaganda hamleleri neticesinde meydana gelir. Oysa İslâm diyarında her hangi bir din tarafından böyle bir kampanyanın açılması mahzurlu olduğundan müsaade edilmemelidir, islâm, devleti, bu hareketi önlemek için tedbîr almak zorundadır. Mesele, yazarın huiada anlatmak istediğini aksine İslâm siyasetini yakından ilgilendirmekte ve o devrin müslüman-ları için hayatî önem taşımaktadır. (Mütercim)
[75] «Sünenü'n - Nesâî» Süyûtî'nin şerhi. Cilt: 7 Sayfa: 7
[76] Şevkânî'nln «Neylü'I-Evtâr» adlı eseri. Cilt:7 Sayfa: 7
[77] San'anî'nin «El-Udde alâ Ihkâmi'l-Alıkâm» C: 4 S: 299
[78] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 36-46.
[79] «Şerbül-Hureşî» Cilt: 8 Sayfa: 62
[80] «Mineh-ÜI-CeKl». Cilt: 4 Sayfa: 461
[81] «Ei-Mugnî». Cilt: 8 Sayfa: 540
[82] «Mııntehâl-îradât». Cilt; 2 Sayfa: 498
[83] Hidayet-ür-Kâgıb: Osman 537
[84] Kalyûbî ve Umeyre 4/174 Serh-uUJsûl: Ataullah, el yazması 3
[85] (Hâgiyetü'l-Bâcûrî). Cilt: 2 Sayfa: 328.
[86] (Feyzül-Üâh). Cilt: 2 Sayfa: 304
[87] Semerkandî (TuhfetüI-Fuliafaâ.). Cilt: 7 sayfa: 134.
[88] îbn-ü Teymiye'nin (El - Muharrar» adlı yazma eseri. Yaprak: 153 ve (El-lhtiy&râtü'l - îlmiyye) adlı kitabı. Sayfa: 404.
[89] (Tehzîbü'l - Ahkâm». Cilt: 10 Sayfa: 136.
[90] (Et - Teşriü'l - îslâmî» Sayfa: 38
[91] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 46-50.
[92] Hanefî mezhebinden Kâsânî'nin (Bedâiu's-Sanâyî) adlı eseri: Cilt: 7 Sayfa: 134, Fîyroz Âbâdz'nm (El-Muhezzeb) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 222, Şafiî mezhebinden Ömer Berekât'ın (Feyzu'1-ilâh» adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 305 ve Hanbelî mezhebinden lbn-ü Mufliîı'in (EI-Furu') adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 160
[93] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 53.
[94] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 53.
[95] îbn-ü Kudâme'nin (El-Muğnî) adlı eseri: Cilt: 8 Sayfa: 549/551
[96] Mergınâm'nin (EV - Siidâye) kitabı: Cilt: 2 Sayfa. 126, Kâsânfnin (Bedâiu's - Sanâyî) kitabı: Cilt: 7 Sayfa: 135 ve Semerkandî'nin (Tuhfetü'l - Fukahâ) kitabı: Cilt 4 Sayfa: 530
[97] İbn-ü Hübeyre'nin (El-izâh~u ve't-Tebyîn) yazma eseri: Numarasız ve Muhammed Bin Abdurrahman'm (Rah-raetü'l - ummc) kitabı: Sayfa: 269
[98] Bu şart, aşağıda zikri geçen Hanbelî kitaplarının hepsinde de mevcudtur: İbn-ü Davyan'ın (Meııârü's - Sebîl) kitabı: Cilt: 2 Sayfa: 407, Merdâvî'nin (El-İnsa£), adlı eseri: Cilt: 10 Sayfa: 329, îbn-ii MuSüı'in (El-Furu1) adlı yazma eseri: Cilt: 2 Yaprak: 160 ve îbn-ü n-Neccar'-m{Müntehel-lrâdât) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 500
[99] Serahsî'nin (El-Mebsût) adlı eseri: Cilt: 10 Sayfa: 120-121
[100] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 53-58.
[101] Ayni kaynak: Cilt: 10 Sayfa: 120
[102] Serahsî, (El - Mebsût) Cilt: 10 Sayfa: 121-122
[103] Meryem sûresi, Ayet: II
[104] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 58-61.
[105] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 62.
[106] Muhammed B. Abdurahman'in (Rahmetti I - Ümmeti fi İhtilâf-i el-Eimme) adlı eseri: Sayfa: 296
[107] Kâsanî'nin (Bedâius' Sanal) kitabı: Cilt 7 Sayfa: 135 ve ' Serahsî'nin (El-Mebsût) kitabı: Cilt: 10 Sayfa: 122.
[108] îbn-ü Kudame'nin (El-Muğm), adlı yazma ve numarasız eseri ve Ömer Berekât'm (El-însâi) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 305
[109] Şafiî'den İbn-ü Hübeyre'nin El'iyzah ve-t'Tebyİn adlı yazma ve numarasız eseri ve Ömer Berekat'ın (Feyz urîlâh) adlı eseri C. 2 S. 305.
[110] Hanbfelî'den El-Ba'Iî'nin Keşffi'l -Mesâil) kitabı: Yaprak: 18
[111] tbn-ti Kudâme'nin (El - Muğnî) kitabı: Cilt: S Sayfa: 551
[112] İmam Ahmed b. Hanbel (R.H.) mezhebinde üç Ebu Bekir adlı îmam vardır. Biri, Ahmed b. Mehmed b. Hanî Ebu Bekri-l'Akrem diğeri; Ahmed b. Mehmed b. El' Haccac Ebu Bekri-l'Mervezî ve bundan İmam-ı Ahmedin îctihadatmi nakleden ve büyük bir kitab meydana getiren Ahmed b. Mehmed Harun Ebu Bekri-1 Hallâl'dır ki. kitabda geçen Ebu Bekrin hangisi olduğ-unu müellif tasrih etmemiştir.
[113] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 62-64.
[114] Sarahsî'nin (El - Mebsût) kitabı: Cüt: 10 Sayfa: 122
[115] tbn-ü Hübeyre'nin (El-tzah-u ve't - Tebyîn,> adlı yazma ve numarasız eseri.
[116] EI-Ba'lî'nin (Keşfii'l - Meşâil) adlı yazma eseri: Yaprak: 18
[117] İmam Ahmed'in (El - Bahru'z - Zahhar) kitabı CİH: 5 Sayfa: 423 ve Zeydiye'den İbn-ü Mİftah'm Şerhü'I-Ez-hâr) kitabı: Cilt: 4 Sayfa: 575
[118] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 64-65.
[119] Hanbelî'den tbn-ü Davyan'm (Menârü's - Stbîl) kitabı: Cilt: 2 Sayfa; 407, Merdâvî'nin (El-İnsaf) kitabi: Cilt: 10 Sayfa 320, Muhammed'İn (El-Mebsût) adlı yazma eseri: Yaprak: 144, Sarahsî'nin (El-Mebsût) kitabı: Cilt: 10. Sayfa: 122, Semerkandî'nin (Tuhfetü'I - Fukahâ) kitabı: Cilt: 4 Sayfa: 530 Kâsânî'nin (Bedâiu's - Sana'l) kitabı: Cilt: 7 Sayfa: 135 ve Merginânî'nin (El-Hîdâye» kitabı: Cilt: 2 Sayfa: 126
[120] (El - Muğnî) Cilt: 8 Sayfa: 551.
[121] İmam Şafiî'nin (El - Ünün), adlı eseri: Cilt: 6 Sayfa: 149-
[122] Yazar, bu itiraza bir zühul neticesi tevessül etmiştir. İmam Şafiî'nin sözüne dikkat edilirse o, irtidâdm sahîh olabilmesi için îmânın erginlik çağanda vuku' bulmasını şart koşmaktadır. Bülûğden sonra irtidâd eden kimsenin irtidâdmı kabul etmemesi, o kimse hakkında bu şartın tahakkuk etmemiş olmasından ileri geliyor. Aynı zamanda Şafiî, bu meselede irtidât kelimesini şer'î anlamında değil, lügat ma'nâsmda kullanmaktadır. Böylece işkâl zail olur. (Mütercim)
[123] Bu itiraz da yersizdir. Çünkü imam Şafiî, onun müslüman olarak baliğ; olduğunu kabul etmiyor ki bülûğden sonra müslüman olarak kaldığını kabul etmesi lâzım, gelsin. (Mütercim)
[124] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 66-68.
[125] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 69.
[126] Sâşânî'nin (Bedâra'3 - Sana'î) adlı eseri: Cilt: 7 Sayfa : 134, Haaıbelî'den Makdisî'nin (El - İkna), adlı eseri: Cilt 4 Sayfa: 301, Hanbelî'den îbn-ü Kudâme'nin (El-Kâfi) adlı eseri: Cilt: 3 Sayfa: 155, Şafiî'den Fiyruz Abâ-dî'nin (El-Muhezzeb» adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 222, İmam Şafiî'nin (El-Ümm) adlı eseri: Cilt 6 Sayfa: 148 Şafiî'den Sabbağ'ın (Eş - Şâmil) adlı yazma eseri: Cilt: 6 Yaprak: 120, Şafiî'den Kalyubî ve Umeyre: Cilt: 4 Sayfa: 176 ve
Şafiî'den Ömer Berekât'm (Feyzü'l - İlâh» adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 305.
[127] İmam Şafii'nin (El-Ümm) adlı eseri: Cilt: 6 Sayfa: 14S
[128] Makdisfnin (ES-İkna) kitabı: Cilt: 4 Sayfa: 301 ve Behram'm (Eş - Şâmil) adlı yazma eseri: Cilt: 2 Yaprak: 159 veîbn-ii Kudâme'nin (El-Muğnl) adlı eseri: Cilt: 8 Sayfa: 564
[129] Hanbelî mezhebinden Makdisî'nin (El - tknâ1) adlı eseri' Cilt: 4 Sayfa: 301
[130] Hanefî mezhebinden El-Kâsânî'nin (Bea&iu's-Sana'î) adlı eseri: Cilt: 7 Sayfa: 134
[131] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 69-70.
[132] İbn-ü Kudâme'nin (El-Muğnî) adlı eseri: Cilt: 8 Sayfa: 563
[133] Hanbelî mezhebinden Merdâvl'nin (El - tnsaf 1 adla eseri; Cilt: 10 Sayfa: 331
[134] îmam Şafiî'nin (El-Umm) adlı eseri:: Cilt 6. Sayfa: 148, Sabbağ'ın (Eş - Şâmil) adlı yazma eseri: Cilt: 6 Yaprak: 102, Ömer Berekât'ın (Feyzü'l-İlâh) kitabı: Cilt: 2 Sayfa 305 ve Kalyubî ve Umeyre: Cilt: 4 Sayfa. 176
[135] Fiyruz Abâdî'nin (El-Muhezzeb) kitabı: Cilt: 2 Sayfa: 222 ve Kalyubî ve Ümeyre: Cilt: 4 Sayfa. 176
[136] Semerkandî'nin (Tubfetü'l -Fukahâ) kitabı: Cilt: 4 Sayfa: 532, Kâsânî'nin (Bedâiu's - Sana'î) kitabı: Cilt: 7 Sayfa: 134 ve Serahsî'nin (El - Mebsût) adlı eseri: Cilt: 10 Sayfa: 123
[137] Es-Serahsî'nin (El - Mebsût) adlı eseri: Cilt: 10 Sayfa: 123
[138] En-Nisa' sûresi, Ayet: 43
[139] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 71-74.
[140] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 75.
[141] Mısır resmî gazetesi. Sayı: 2 Yıl: 30 Berdîsî'nin makalesinden ve Mısır resmî gazetesi; Sayı: 1 Yıl: 1 Ustad Ahmet İbrahim'in makalesinden.
[142] îbn-ü Kudâme'nin (El-Muğni) kitabı: Cilt: 8 Sayfa 561 ve Makdisî'nin (El - îknâ) adlı eseri: Cilt: 4 Sayfa: 306
[143] Mâliki mezhebinden Alîş'in (Minehü'I - Ceîîl Şerhi): Cilt: 4 Sayfa: 470
[144] Hanefî mezhebinden Es-Serahsî'nin (El - Rleb&îıt) adlı eseri: Cilt: 10 Sayfa: 123
[145] Şafiî'nin (El-Mebsût) kitabı: Cilt 6 Sayfa: İ52 ve Sab-bağ'm (El-Şâmil) adlı yazma eseri: Cilt: 6 Yaprak: 148
[146] Es-Serahsî'nin (El - Mebsût) kitabı: Cilt: 10 Sayfa: 123 (Fakat Muhammetî'in (El-Mebsût) adlı eserinde, «kıyas beynuneti gerektiriyorsa da, beynunet hükmü verilmez» deniliyor. Bu yazma eserin 144. yaprağına bakınız.)
[147] En-Nahl sûresi; Ayet: 106
[148] İmam Ahmed'in (El - Bahrü'l - Zahhar) adlı eseri: Cilt: 5 Sayfa: 424
Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi:75-78.
[149] Es - Serahsî'nin (El-Mebsût) adlı eseri: Cilt: 10 Sayfa: 123
[150] (EI-Muğnî): İbn-ü Kudâme:: Cilt: 8 Sayfa: 560 ve (El-İkna): Makdisî: Cilt: 4 Sayfa: 304.
[151] (Eş-Şâmil): Sabbağ: Cilt: 6 Yaprak: 148..
[152] Bakara sûresi: Ayet: 256.
[153] «Menhü'I - Celîl Şerhi): Alî§: Cilt. 4 Sayfa. 470.
[154] (Şerhü'l-Ezhâr): İbn-ü Miftah: Cilt: 4 Sayfa: 578.
[155] Yunus «üresi: Ayet: 99.
[156] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 78-81.
[157] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 85-86.
[158] Hanbelî'den İbn-ü Muflih'in (El-Furu') adlı yazma eseri: Cilt: 2 Yaprak: 159, İbn-ü Teymiye'nin (El-Muharrar) adlı yazma eseri: Yaprak: 153, Hanbelî'den Makdisî'nin (El-Iknâ) kitabı: Cilt: 4 Sayfa: 297, Hanbelî'den İbn-ü Kudâme'nin (Umdetü'I - Fikh) eseri: Sayfa: 151, Hanbelî'den Merdavî'nin (El - İnsaf) kitabı: Cilt: 10 Sayfa: 326,Hanbelî'den İbn-ü Kudâme'nin (El - Muğnî) kitabı: Cilt: 8 Sayfa: 565, Şafii'den Ralyubî ve TJmeyr: Cilt: 4 Sayfa: 174, Malîkî'den Behram'in (Eş - Şâmil) adlı yazma eseri: Cilt: 2 Yaprak: 17, MaliM'den Allş'in (Minehü-'l-Celîl Şerhi) adlı eseri: Cilt: 4 Sayfa: 461, Zeydiye'den Hasan Nahavî'nin (Et -Tezkîretü'l -Fâhira) adlı yazma eseri: Son yaprak ve İbaziyye mezhebinden Mns'abî'nin (El - Esrâm'n - Nûrâniyye) adlı eseri: Sayfa: 72
[159] Alîş'in (Minehü'l-Celîl Şerhi) kitabı: Cilt: 4 Sayfa: 462 veBehram'm (Eş - Şâmil) adlı yazma eseri: Cilt: 2 Yaprak: 102.
[160] Rasas sûresi: Âyet: 88
[161] Er-Rahman süresi: Ayet: 26
[162] EI-Hisnî'nin (Kifâyetü'l - Ahyâr) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 202
[163] Ibn-ü Dakîk'm (El - Udde Ala İhkami'l - Ahkâm) adlı eseri: Cilt: 4 Sayfa: 300
[164] Merdâvî'nin (El-İnsaJf) kitabı: Cilt: 10 Sayfa: 327, tbn-ü Teymiye'nin (El - thtiyâratii'l - İlmiyye) kitabı: Sayfa: 404, İbn-ü Muflih'in (El-Fnru1) adlı yazma eseri: Cilt:2 Yaprak: 159, tbn-ü Davyan'ın (Menârü's - Sebil) adlı eseri: C. 2 Sayfa. 404 ve Makdisî'nin El'İkua adlı eseri Cilt: 4 Sayfa: 297
[165] Makdisî'nin (El-îknâ') adlı eseri: Cilt 4 Sayfa: 297
[166] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 86-88.
[167] Merdâvî'nin (El-İnsaf) kitabı: Cilt: 10 Sayfa: 326, Mak-disî'nin (El-İkna) kitabı: CÜt: 4 Sayfa: 297 ve Şafiî mezhebinden SûbK'nm (Fetavâ)sı adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 577
[168] Hanefî mezhebinden (Bedrür - Reşid) risalesi şerhi: Yazma eser, Yaprak: 4
[169] Şafiî'den tbn-ü Hacer'in (El-î'Iâm) kitabı: C 2. Sayfa: 42 Zahiriye'den Ibn-i Hazm'm El'Muhallası C. 1 S. 15. İbazî-ye mezhebinden Mus'abî'nin El'Esrarün-Nuraniyye S. 72 ve.. Mani'm (İkametü'd-Delîl Ve'1-Btırhan) adlı eseri S. 139
[170] Hanbelî'den İbn-c Muflih'in (El - Futu') adlı yazma eseri: Cilt: 2 Sayfa: 159, HanbelI'den Makdisî'nin (El-lknâ) adlı eseri: Cilt: 4 Sayfa: 297 ve İbn-n Muflih'in (El-Âdab-u Şer'iyye) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 298
[171] İbn-ü Rudâme'nin (El-Muğnî) adlı eseri: Cilt: 8 Sayfa: 548
[172] İctihad, hakikati meydana koymak için aklî ve nakil de-lîller üzerinde yapılan gayretli çalışmaya denir. Bu çalışma sonucu varılan hüküm, müctehidin kendine göre doğrudur. Ancak diğer müctehîdlere göre yanlıg addedilebilir. Bu itibarla yanlış ictihâddan asılsız ve mesnetsiz ic-tihâd anlamı çıkarılmamalıdır. Bu gibi ictihâdîar, indî görüşler hükmündedir ki şer'î hükümler üzerinde tesir icra edemez (Mütercim)
[173] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 88-89.
[174] tbn-ü Miftah Ez - Zeydî'nm (Şerhü'I - Ezhâr) adlı eseri: Cilt: 4 Sayfa: 575.
[175] İbn-ü Kuöâme El-Hanbelî'nin (El-Muğnî) hitabı: Cilt: 2 Sayfa 548, Mabdisî'nin (El-İkna') kitabı: Cilt: 4 Sayfa: 297, tbn-ü Hacer Eş-Şâfiî'nin (El-İ'lâm) kitabı: Cilt: 2 Sayfa 50 ve Şeltût'un (El-lslâm akîdetü'n Ve Şeria) adlı eseri: Sayfa: 251 ve Şafiiyye'den Subkî'nin Fetavası., C. 2 Sayfa. 577.
[176] îbn-ü Hazm Ez - Zâhirî'nİn (El - Muhallâ) adlı eseri: Cilt: 7 Sayfa: 371
[177] Mâide sûresi, Ayet: 95
[178] En-Nahl süresi, Âyet: 44
[179] Ömer Berekât Eş-Şâfiî'nin (Feyzü'l - İlâh) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 305, Kalyubl ve Umeyre: Cilt: 4 Sayfa: 174, İbn-ü Hacer Eş-Şâfiî'nin (El-Î'lâm), adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 31 ve EI-Hısnî'nin (Kifayetti! - Ahyâr) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa,: 202
[180] Bedrur-Reşîd risalesi: Yazma eseri: Yaprak: 2
[181] Mirza Hüseyin El-îmamî'nin (Müstedrekü'I -Vesâil) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 247
[182] Takiyye: İman ve itikadını, yerine ve zamanına göre, sakhyarak başka türlü itikat ve başka biçim iman izhar etmek, diğer bir tarifte; olduğu gibi görünmemek, g-öründüğü gibi olmamak yerinde kullanılır bir ıstılahtır. Hassaten Şiîler, sûnnîlerle karşılaştıkları ve maksatlarına ermek iğin o yolda göründükleri zaman bu yolu tutarlar. Takiyye; Cemi etkiya gelen «takiyy» in nıüermesidir. Takıy; lügatte Allah'tan korkup haram işlemekten çekinen perhizkâr davranan kimse demektir. Bir de yine sakınma, ihtiraz mânasına olarak «tukye» lügati vardır. Istılahın İfade ettiği manaya göre o makamda bunun kullanılması lâzım gelmektedir. Çünkü lügatte bu kelime iğin «bir mezhebe müntesip olan ada-mm o mezhebe intisabı olduğunu kimseye sezdirmemek için ihtiyar eylediği muvazaaya ıtlak olunur» izahatı mevcuttur.
[183] Es-Sadûk El-Kumnıî'nin (El - Hidâye) adlı eseri: Cilt: 3 Sayfa: 9
[184] Geçen kaynak.
[185] Mirza Hüseyin'in (Müstedrekü'I - Vesâil) adlı eseri: Cilt: 3 Sayfa: 344
[186] Gegen kaynak: Cilt: 3 Sayfa: 245
[187] Geçen kaynak.
[188] Geçen kaynak: Cilt: 3 Sayfa: 359
[189] Geçen Kaynak: Cilt: 3 Sayfa 347
Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 89-92.
[190] Mısır'nı El-Ahram gazetesi: Sayı: 28731 Tarih: 9/8/1965 Baş gayfa, birinci sütun.
[191] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 92-93.
[192] Muhammed Aytânî'nin (Yahudilik Mes'elesi) adlı tercümesi: Sayfa: 17, aynı mevzu'da Misel Aflâk'ın (Fi Sebil El-Baas) kitabı Sayfa: 223
[193] Yahudilik Meselesi: Sayfa: 26
[194] (Mühimmat mtmazzamâtü'ş - Şebâb) = Gençlik Kollarının Görevleri: Sayfa: 15
[195] (Tefkîr Kari Marks) = KABL, MARK'in İdeali: Sayfa: 15
[196] Geçen Kaynak: Sayfa: 78
[197] Geçen Kaynak: Sayfa: 78
[198] Geçen Kaynak.
[199] Geçen Kaynak.
Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 93-94.
[200] Davûd Es-Saığ'm Engels'den (Zıd Duhrenk) adlı tercümesi: Cilt: 3 Sayfa: 106-109
[201] Engels, bu sözün bütün dinler hakkında sahîh olduğunu sanıyor. Oysa islâm'da tedbîr kulun ve takdîr Allah'ındır. Takdîr ma'lûm olmadığından tedbîr almamıza hiç bir Şekilde mâni değildir. Yani müslüman, tedbîr alına hususunda kayıtsız ve şartsız bir sebestiye sahiptir. Engels gibi sözüm ona doktrin sahibi olacak bir adamın, bu sözü bütün dînlere teşmîl etmesine cehalet ini demek lâzım yoksa belahet mi? Artık bunu okuyucuların takdirine bırakalım. (Mütercim)
[202] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 94-95.
[203] Dinlerin haram kıldığı şeylerin yapılmasını mubah sayması.
[204] Hâlit Bektaş'ın (El - Beyânü'l - Şuyu'î = Komünist Manifestosu) adlı tercümesi: Sayfa: 47
[205] Geçen kaynak: Sayfa: 48
[206] Geçen Kaynak Sayfa: 47
[207] Engels'în «Ailenin Esası) adlı eseri: Sayfa: 814
[208] Engels'in (Ailenin Esası) adlı eseri: Sayfa: 814
[209] Geçen Kaynak: Sayfa: 14
[210] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi:96-97.
[211] Mirza Hüseyin'in (Müstedrekü'I - Vesâil) adlı eseri: Cilt: 3 Sayfa: 347
[212] Eş-Şevkânî'nin (Neylü'l - Evtâr) adlı eseri: Cilt: 8 Sayfa: 194-195
[213] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 98-100.
[214] îbn-ü Kudâme'nİn (El - Muğnt) kitabı: Cilt8 Sayfa: 565, İbn-ü Muflih'in (EI-Furû') adlı yazma eseri: Cilt: 2. Yaprak. 160 El - Hureşî'nin (Şerhü'I - Hureşî) kitabı: Cilt: 8 Sayfa: 75, Mnhyittin El - Hanefî'nin (El-Seyfü'l-Meşhûr) adlı yazma eseri: Y. 2, îbn-ü Haznı'in (El -Muhallâ) kitabı: C. H S. 500, Geçen Kaynak: C. II S. 489, İbn-ti Kayyim'in (Eş - Şurûtu'I - Umeriyye) kitabı: Sayfa: 141 ve îbn-ü Teymiye'nin (Es - Sarimü'l - Mealûî) adlı eseri: Sayfa: 550
[215] Tövbe sûresi: Ayet: 66
[216] îbn-ü Muhlif'in (El-Furû') adlı yazma eseri: C. 2 Y. 160, Mtdıyîttin El - Hanefî'nin (Es - Seyfü'l - Meşhur) kitabı: Yaprak: 2, El - Hurşfnİn (Şerhü'I -Haresi) kitabı: C. 8 S. 74 ve îbn-ü Kayyim'in (Eş - Şurûtn'l -Umeriyye) adlı eseri: Sayfa: 141
[217] Muhyittin El - Hanefi'nin (Es - Seyfü'l-Meşhur) adlî yazma eseri: Yaprak: 2
[218] îbn-ü Kudâme'nin (El-Mugni) adlı eseri: Cilt: 8 Sayfa: 565
[219] EJ-Hureşî'nin (Şerhü'l - Hureşî) adlı eseri: Cilt: 8 Sayfa: 74
[220] îbn-ü Muflih'in (El-Forû') adlı yazma eseri: Clt: 2 Yaprak: 160
[221] İbn-ü Teymîye'nin (Es-Sârimli'l-Meslûl) adlı eseri: Sayfa: 550
[222] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 100-103.
[223] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 103-104.
[224] İbn-ü Teymiye'nin (Es - Sarimü'I - Meslûl) adlı eseri: Sayfa: 556
[225] En'âm sûresi, Âyet: 108
[226] Es-Sûbkî'nin (Es - Seyfü'l - Meslûl) adh yazma eseri: Yaprak: 79
[227] Behram'ın (Eş - Şâmil) adlı yazma eseri: Cilt: 2 Yaprak: 171
[228] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 104-106.
[229] (Fetavâ es - SubM es - Şafiî) Yazma eseri: C. 2 Y. 573, Es-Sübkî'nin (Es - Seyfü'l - Meslûl) adlı yazma eseri: Y. 4 - 11, Mirza Hüseyin'in (Müstedrekü'l - Vesâil) kitabı: C. 3 S. 243, EI-Kummî El-tmamî'nin (EI-Hidâye) kitabı: C. 1 S. 76,Es-Siyağî Ez-Zeydî'nin (Er-Ravz en - Na-zîr) kitabı: C. 4 S. 245, Eş-Şevkânî Ez-Zeydî'nin (Neylü'l -Evtâr) kitabı: C. 7 S. 200, îbn-ü Kayyim'in (Eş - Şurû-tü'l - Umeriyye) kitabı: S. 214, îbn-ü Hazra'in (EI-Mu-hallâ) kitabı: C. 11 S. 500, îbn-ü Teymiye'nln (Es - Sâri-mu'I - Meslûl) kitabı: S. 4 ve Es-Sul)kî'nin (Fetavâ es-Subld) adlı yazma eseri: C. 2 T. 569-594
[230] Es-Subkî'nin (Fetavâ es - Subki) kitabı: C. 2 Y. 573, Es-Subkî'nin (Seyfü'l - Meslûl) adlı yazma eseri: Yaprak: 4, îbn-ü Teymiye'nin (Es-Sârimu'l - Meslûl) kitabı: Sayfa: 245 ve geçen kaynak: Sayfa: 4
[231] Es-Snbkî'nin (Es - Seyfü'l - Meslûl) adlı yazma eseri; Yaprak: 2.
[232] Gegen Kaynak: Yaprak: 15
[233] îbn-ü Teymiye'nin (Es - Sârimn'l-Meslûl) kitabı: S. 53, 245, 293, 423.
[234] Geçen Kaynak: Sayfa: 527
[235] İbn-ti Hazm'in (El - Mulıali-ı) kitabı: C.ll S. 500
[236] tbn-ü Teymiye'nin (El - Sârimn'l - Meslffl) adlı eseri: Sayfa: 296
[237] tbn-ü Teymiye'nin (El-Sârimu'l-Meslûl) adi? eseri: Sayfa: 222
[238] AI-i Imrân sûresi: Âyet: 86.
[239] El-Enfal sûresi: Ayet: 12.
[240] Tövbe sûresi: Âyet:70.
[241] Es-Subkî'nin (El - Seyfii'l - Meslûl) adlı yazma eseri: T. 14-19 ve Kelvezânî'nin (El-Hidâye) adlı yazma eseri: Yaprak: 202
[242] Es-Subkî'nin (El - Seyfü'l - Meslûl) adlı yazma eseri: T. 29.
[243] En-NehavS'nin (Et - TezMretti'l - Fabire) adlı yazma ve numarasız eseri.
[244] Mirza Hüseyin'in (MÜstedrekü'l - Vesâü) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 244.
[245] Mirza Hüseyin'in (Mtistedrekü'l - Vesâil) kitabı: C. 2 S. 243
[246] Zülmecdeyn'in (El-İntişâr) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 178
[247] îbn-ti Teymiye, (EsSârimu'l -Meslül = Yalın Kılıç) adlı eserinin 4. Sayfasında müslüman veya zimmî olarak Peygamber (S.A.V.)'e söven kişinin haddinin öldürülmek olduğu üzerinde ehl-i ilmin ittifak ettiğini nakletmekte veEbû Bekir El - Fârisî'nin bu meselede müslümanlarm ittifakını rivayet ettiğini söylemektedir.
[248] Muhyittin El - Hanefî'nin (E31 - Se*yfti'I - Meşhur) adlı yazma eseri; Yaprak: 2
[249] Hanbell mezhebinden îbn-ti Davyan'm (Menârü's - Sebîl) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 409
[250] Siinen-ü n-Nesaî: C 7 S. 105 ve tbn-ii Teymiye'nin (Es Sârimul - Meslûl) adlı eseri: Sayfa: 108
[251] Sünen-ü EM Davûd: C. 2 S. 441 ve Sünen-ü n-Nesai: C. 7 S. 105
[252] Müellif, bir zühul neticesi bu itiraza tevessül etmiştir, Çünkü itiraz edenle edilen arasında münasebet yoktur. îbn-ü Davyan, Peygamber (S.A.V.)'e söven kimsenin, kâfir iken müslüman olsa da kul hakkına taallûk eden suçuna nisbeten tövbesinin kabul olmadığını ve katli lâzım geldiğini söylerken müellif, bu sözden irtidâdma veya küfrüne oranla tövbesinin kabul olmadığı anlamım anlamış olacak ki bunda garabet görmüştür. (Mütercim)
[253] Bakara sûresi: Âyet: 160.
[254] El-Eııfâl sûresi: Âyet: 38.
[255] Et-Tövbe sûresi: Âyet: 75
[256] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 107-119.
[257] îbn-ü îeymiye'nin (Es - Sârimu'l - Meslûİ) adlı eseri: Sayfa: 570
[258] Behram SSl-Mâlikî'nin (Eş-Şâmil) adlı yazma eseri: Cilt: 2 Yaprak: 171
[259] Mîihyittin El - Hanefî'nin (Es - Seyfü'l - Meşhur) adlı yazma eseri: Yaprak: 2
[260] Atfîş'in (Şerhü'1-Nil) adlı eseri: Cilt: 8 Sayfa: 266
[261] Geçen Kaynak.
[262] Muhyittin'in (Es - Seyfü'l - Meşhur) adlı yazma eseri: Yaprak: 2
[263] Jbn-Ü Hazm'in (El-MuhaUâ) adlı eseri: Cilf 11 Say-fa: 500
[264] Mirza Hüseyin'in (Müstedrekü'l - Vesâil) adi. eseri- Cilf 2 Sayfa: 243
[265] El-Hzsnî'Bİn (Kifâyetü'I - Ahyâr) adlı eseri: Cilt: 3 Sayfa: 200
[266] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 119-120.
[267] İbn-Ü Hazm'in (El-Muhallâ) kitabı: C. n S 502 îbn-ü Teymiye'nin (Es - Sârimu'l -Meslûl) kftata: S. 57İ Mâ-hluden (Şerhü'l-Hureşî): C. 8 S. 74, Makdisî'nin (El-, fiaıA) kitabı: C. 4 S. 299 veEs-SnbkTnin «Fetavâ»'sı: Cilt: 2 Sayfa: 592
[268] En-Nftr: sûresi: Âyet: 17
[269] îbn-ü Teymiye'nin (Es - Sârimu'l - Meslûl) Sayfa: 571
[270] Geçen Kaynak.
[271] En-Nûr sûresi: Âyet: 26
[272] Îbn-ü Hazm'in (El - Muhallâ) adlı eseri: Cilt: II Sayfa: 502
[273] Muhyittin El - Hanefî'nin {Es - Seyfti'l - Meşhur) adlı yazma esen: Yaprak: 2
[274] Es - Subkî'nin (Es - Seyfü'I - Meslûl) adlı yazma eseri: Yaprak: 82
[275] Makdisî'nin (Şerhü'i -îknâ'» adlı eseri: Cilt: 4 Sayfa: 299
[276] Es-Subkî Eş-Şâfiî'nin (Fetâvâ)'sı: Cilt: 2 Sayfa: 581
[277] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 120-122.
[278] El-Benna'mn (Minhatti'i - Ma'bûd) adlı eseri: Cilt: 1 Sayfa: 296 ve SaMh-i Müslim: Cilt: 1 Sayfa: 56, 58, 59, 61.
[279] îbn-ti Haccr'İn (El- İPlâm bi Kavati'il - İslâm) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 6-17
[280] tbn-ü Hacer'in (Ez-Zevâcir) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 118
[281] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 123-124.
[282] Mısır Yüksek Kültür Konseyi yayınlarından (EI-Munte-hab-n mine'a - Sünne) = Sünnet'ten Seçmeler) kitabı: C. 3 S. 116-8
[283] Mahmut Şeltut'un El-Islama akidetü'n ve Şeri'a) - İslâm Dîn Vu Hukuktur) adlı eseri: Sayfa: 251
[284] îbn-ü Dakîk'ın (Jthkamü'l - Ahkâm şerh-u umdetü'l - Ahkâm) adlı eseri: Cilt: 5.Sayfa: 304
[285] San'ânî'nin (El-Udde alâ lhkami'1 - Ahkam) Cilt: 4 Sayfa: 304
[286] Tövbe sûresi: Âyet: 5
[287] Makdisî'nin «El-tknâ» kitabı C. 4 S. 297 ve İbn.ü Muf-lih'in (El-Fora') adlı yazma eseri: Cilt: 2 Yaprak: 161
[288] Es-Semerkandî'nin «TuMe» adlı eseri: Cilt. 3 Sayfa. 231
[289] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi:124-127.
[290] Yazma ve numarasız.
[291] Hanefî'den Muhyiddin'in.
[292] Sübkî'nin.
[293] tbn-ii Hacer El - Heysemî'nin.
[294] îbn-ü Teymiye'nin.
[295] Sahih-i Müslim: C. I S. 56.
[296] Ilbn-ü Muflih'in (EI-Furû1) adlı yazma eseri: C. 2 Y. 159 ve ftlakdismin (El-îknâ1) kitabı; C. 4 S. 297.
[297] Behram'm (Eş-Şâmil) adlı kitabı: C. 2. S. 172.
[298] Geçen kaynak -El-Hurşî diyor ki; Zâlimlere lanet ettiğini iddia ederse te'dip edilir, yoksa öldürülür - (Şerh-ü 1-Hurşî): C. 8 S. 73.
[299] (Bedrurreşîd Risalesi Şerhi): Y. 2.
[300] (-Es - Şâmil) : C. 2 T. 170.
[301] (El-Mugnî): C. 8 S. 559.
[302] (Müntehel-îrâdât): C. 2 S. 498.
[303] (Müstederekül - Vesâil): C. 2 S. 247.
[304] Ahmed. b. Yahya. b. El'Mnrtaza ez'Zeydi. El'Bahrür'Zah-har C. 5 S. 42S
[305] İbn-ü Hacer'ln (EI-1'Iâm Bi-Kavati'-i 1-İslâm) feitabı: C. 2 S. 23.
[306] Es-Sübkî'niıı (Fetâvâ)'sı: C. 2 S. 577 ve tfm-ü Hacer'în (El-I'lâm) hitabı: C. 2 S. 140.
[307] Doktor Nedim BI-Bitar'in (El-Idyolociyyetül-Înkilâbiyye) Kitabı.
[308] Geçen Kaynak: S. 723-809.
[309] Geçen Kaynak: S. 746.
[310] Geçen Kaynak: S. 749.
[311] Geçen Kaynak: S. 750.
[312] Geçen Kaynak: S. 24.
[313] Geçen Kaynak: Sayfa: 757
[314] (El-îdyelociyyetül-înlulâbiyye) S. 726
[315] Geçen Kaynak: S. 730-731.
[316] Geçen Kaynak: S. 72S.
[317] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 127-132.
[318] Mâlikî'den Alîş'in (Şerh-u Mlnahil-CelH) kitabı: C. 4 S. 461. ftlâlikî'den (Şerhul - Hurşî): C. 8 S. 62, Hanbeîl'-den, İbn-ti Davyan'ın (Menârûs-Sebil) kitabı: G. 2 S. 404 Zeydiyye'den îbn-ü Miftah'm
(Şerhul-Ezhâr» kitabı: C. 4 S. 575, Şafiî'den (Kalyûbî ve Umeyre): C. 4 S. 174, îbn-ü Hacer'in (El-î'Iâm Bi-Kavatı'il-İslâm) kitabı: C. 2 S. 38 ve Şafiî'den El-Husni'nin (Kifayetül-Ahyar) kitabı: C. 2 S. 201.
[319] Alîş'in (Şerh-u Minahil-CeM) kitabı: C. 4 S. 461, El-Hurşî Şerhi): C. 88 S. 61 ve İbn-ü Hacer'in (El-Î'lâm) kitabı: C. 2 S. 38.
[320] Geçen Kaynaklar.
[321] Hanefî mezhebinden Muhyittin'in (Es-Seyfül-Meşhûr) adlı yazma eseri: Y. 2 ve tkametüd-Delil Vel-Burhan): S. 139.
[322] {Bedrur-Reşîd risalesi) şerhi: Y. 2 ve Şafiî'den îbn-ü Hacer'in (El-İ'lâm) kitabı: C. S. 57.
[323] Şafiî'den Kalyûbî ve Umeyre: C. 4 S. 174, HanbeK'den Merılâvî'nüı (El-lnsaf) kitabı: C. 10 S. 326, Zeydiyye'deı Nahvî'nin (Et-tezkiretüI-Fâhire) adlı yazma eseri: Son yaprak ve Behram'm (Eş-Şâmil) kitabı: C. 2 Yaprak: 170
[324] Dehlevî'nin (Hüccetüllahil-Bâliğu) kitabı: C. 2 S. 772.
[325] İbaziyye'den Atfiş'in (Şerhun-Nîl) kitabı: Cilt: 9 Sayfa: 295.
[326] Et-tövbe sûresi: Âyet: 12
[327] Et-Tövbe sûresi: Âyet: 65
[328] Hanbelî'den EI-Makdisî'nin (El-Iknâ') adlı eseri: Cilt: 4 Sayfa: 299
[329] İbn-ü Hazm'in (El-Muhallâ) adlı eseri: Cilt: II Sayfa: 241
[330] îbn-ü Teymiye'nin (Es-Saarimül-Meslûl) adlı eseri: Sayfa: 39
[331] En-Nisâ sûresi Âyet: 64
[332] Mirza Hüseyin'in (Müstedrekül-Vesâil) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 247
[333] Zül-Mecdeyn'nm (El-istibsar) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 177
[334] Mirza Hüseyin'in (Müstedrekül-Vesâil) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 247
[335] EI-Bakara sûresi: Âyet: 233
[336] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 133-136.
[337] El-Aynî'nin Umdetül-Kaari' adlı eseri: Cilt: 24 Sayfa: 81
[338] Bu ibareden baskı hatası olarak (Gayr) kelimesi düşmüş olabilir. Bu takdirde ibare (Müslüman mezarlığının gayrisinde defnedilir) olur. (Mütercim)
[339] Merdâvî'nin (El-însaf) adlı eseri: Cilt: 10 Sayfa: 327 ve Cilt: 1 Sayfa: 401
[340] İbn-ü Kudâme'nin (EI-Muğnî) adlı eseri: Cilt: 8 Sayfa: 547
[341] Makdisi'nin (El-İbnâ) adlı eseri: Cilt: 1 Sayfa: 71
[342] Ibn-ü Kudânıe'nin (Teshîlül-Matlab) adlı eseri: Yazma. Cilt:, 1 Sayfa numarası yok.
[343] İbnü n-Neccar'ın (Müntehal-İdâdat) adlı eseri: Cilt: 1 Sayfa: 52
[344] Geçen Kaynak: Cilt: 2 Sayfa: 299
[345] İbn-ü Teymiye'nin (El-Muharrar) adlı eseri: Yazma. Yaprak: 7
[346] (Bedrurreşîd risalesi şerhi): Yazma. Yaprak: S
[347] Ibn-ü Hubeyre'nin (El-îzâh ve-t Tebyîn) adlı yazma eseri: Yaprak: 8
[348] El-Tûsî'nin (EI-Hilâf) adlı eseri: Cilt: 10 Sayfa: 173
[349] El-Bahrânî'nin (El-Hadâik-u n-Nâdıra) adlı eseri: Cilt: 11 Sayfa: 14
[350] Muhammed El-Âmilî'nin (Bidâyet-ti 1-Hidâye) adlı eseri-Yazma. Yaprak: 10
[351] Mirza Hüseyin'in (Müstedrek-ül I-Vesâil) adlı eseri: Cilt: 1 Sayfa: 175
[352] Geçen Kaynak: C. 1 S. 509.
[353] îmam Ahmed'în (EI-Bahr-u z-Zahhâr) adlı eseri: Cilt: 1 Sayfa: 147
[354] Sünnet'den Seçmeler: Cilt: 3 Sayfa: 110
[355] tbn-ül l-Kayyim'in -(Es-Salât) adlı eseri: S. 31
[356] Ibn-ü l-Kayyim'in (Es-Salât) adlı eseri: S. 32-34.
[357] Tövbe sûresi, Ayet: 6.
[358] (Es-Salât): S. 42
[359] Eş-Şevkânî'nin (Neyl-ü 1-Evtar) adlı eseri: Cilt: 1 Sayfa: 315-318
[360] Geçen Kaynak: Cilt: 1 Sayfa: 311-315
[361] Geçen Kaynak: Cilt: 1 Sayfa: 316 (Bir namazı terkeder-se katledilir dedi)
[362] İbn-ü l-Kayyim'in (Es-Salât) kitabı: Sayfa: 44-63
[363] Geçen Kaynak: Sayfa: 62-63
[364] İbn-ii Hubeyre'nin (El-lzâh ve-t Tebyîn) acili yazma eseri: Yaprak: 8
[365] İbn-ü Kudâme'nin (Teshîl-ü 1-Matlab) adlı yazma eseri: Cilt: 10 Sayfa numarası yok.
[366] El-Merdâvi'nin (El-tnsaf) adlı eseri: Cilt: 1 Sayfa: 404
[367] îbn-ü 1-Kayyim'in (EI-Muharrer) adlı yazma eseri : Yaprak: 7
[368] îbn-ü I-Kayyim'in (Es-Salât) adlı eseii: Sayfa: 42-44
[369] Es-Şevkânî'ûin (Neyl-ti 1-Evtar) adlı eaeri: Cilt: 1 Sayfa: 318-322
[370] KalyûM ve Umeyre: Cilt: 1 Sayfa: 319
[371] El-Hısnî'nin (Kifâyet-ül-Ahyâr) adlı eseri: Cilt: 2 Sayfa: 204
[372] İbn-ü l-Kayyim'in (Es-Salât) adlı eseri: Sayfa: 31
[373] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 137-150.
[374] Kazf : Bir kimseye zina isnat etmek yerinde kullanılan bir tabirdir. Muhtelif nevilere ayrılır:
Kazf bi tarîk-ıl-kinâye: Bir kimseye kinayeli bir tabir ile zina isnâd etmek yerinde kullanılan 'bir tabirdir. Haddi ieabetmez.
Kazf - i Muallak: Bir şarta ta'lîk suretiyle vuku bulan kazf hakkında kullanılan bir tabirdir. Haddi ieabetmez.
Kazf -1 Muzâf: Bir vakte izafe suretiyle vuku bulan kazf hakkında kullanılan bir tabirdir. Haddi ieabetmez.
Kazf-ı Sarih: Sarahaten zamanı müş'îr lafız yerinde kullanılan bir tabirdir. «Filan zânîdir) denilmesi gibi. Nesebi nefyetmek suretiyle olan ikazf sarih bir kazf sayılır. (Mütercim)
[375] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 153-154.
[376] El-Muğnî: İbn-i Kudâme 8/255, 554
[377] El-îkna: Makdisî 4/306
[378] El-Umm: Şafiî 6/153
[379] Şerh-u-Mineh-il-Celit: Aliş 4/467
[380] Şeraiul-I-îslâm: Hıllî 261
[381] El-Hidaye: Kelvezanî el yazması 202
[382] Müste'men: İslâm Devleti ile Sulh halinde bulunan, ve ahidlere müsteniden memleket içinde yaşayan ecnebiler hakkında kullanılan bir tabirdir. (Mütercim)
[383] EI-Muğzü: îbn-i Kudâme 8/255
[384] El-îkna: Makdısî 4/175
[385] El-Muharrar: Ibn-i Teymiye el yazması 134
[386] El-Ümm: Şafiî 6/33
[387] Eş-Şamil: Saibbag el yazması 6/14
[388] Şerâiu-1-îslâm: Hülî 274
[389] Ta'zir: Hakkında muayyen Mr seri ceza olmayan suçlardan dolayı ülülemr veya naibi tarafından tatbik edilen " cezalar hakkında kullanılan bir tâbirdir.
Ta'zîrin mahiyeti, cürmün mahiyetine ve mücrimin haline göre tebeddül eder. Cürüm gerek hakkullaha ve gerek hukuku ibada (müteveccih olsun. Ta'zîrı dövmekle, hapisle hatta katil ile olabileceği gibi, azarlama, sert lâkırdı veya bakış veya herhangi bir tavır ve vaziyetle de olabilir. Dövmek suretiyle tâ'zîr 39 değnekten fazla olamaz. Para almak suretiyle de ta'zîr caizdir. Bu kelime nusret iane takviye, tevkîr ve ta'zîm manalarını da ifade eder.
- A) Ta'zîr-i ahîssa: îctimâî vaziyetleri düşkün. sefillerden ma'dut kimseler hakkındaki ta'zîrdir. Hem mahkemeye celbedi-Ierelî ilam suretiyle, hem de darp ve hapis suretiyle yapılır.
- B) Ta'zîr-i eşraf: Ümerâ, yüksek tüccar, köy âyânı gibi şe-refil kimseler hakkındaki ta'zîrdir. Ta bil vasıta ilâm suretiyle veya mahkemeye celbedilerek ihtar suretiyle yapılır.
- C) Ta'zîr-i eşraf-ül-eşrâf: Şurefâ ve ulema gibi, zevat hakkında yapılacak ta'zîrdir. Bilvasıta ilâm suretiyle olur.
Ç) Ta'zîr-i evsât: içtimaî mevkileri orta halde bulunan kimseler hakkındaki ta'zîrdir. Hem mahkemeye bilcelp ilâm suretiyle, hem de hapis suretiyle yapılır.
- D) Ta'zîr-i te'dîb: Âkîl baliğ olduğu halde, henüz mükellefiyet çağında bulunmıyan bir çocuğun yaptığı bir cürümden dolayı hakkında te'dîb ve ta'zîb maksadıyla yapılan ta'zîrdir.
- E) Ta'zîr-i ukubet: Mükellef bir şahıs tarafından irtikab olunup da, şer'an muayyen bir cezası bulunmıyan bir eürümdan dolayı ukubeten yapılan ta'zîrdir. Suçlunun müslüm ile gayr-ı müs-lüm, hür ile köle, erkek ile kadın olması müsavidir. (Mütercim)
[390] Şerâiu-1-îslâm: Hıllî 274-275
[391] Eş-Şamil: Behram el yazması 2/171
[392] Şerh-ul-Huraşî 8/67
[393] KâfI: îbn-i Kudâme 3/161
El-Bahr-uz-Zehhar: îmam Ahaned 5/427
[394] El-Muğnî: tbn-i Kudâme 8/255
[395] Bedaiilu-s-Sanâî: Ka§ânî: 7/252
[396] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 155-160.
[397] Nisa sûresi, Ayet: 92
[398] Akile AMle: Diyeti tahammül edip ödeyen asaba, agiret, ehl-i divan vesairedir. Bunlar, kendi efradından birinin şüphe-i amd veya hata suretiyle yaptığı cinayetin diyetini, veya «Gurre» denilen tazminatını tediye etmekle mükellef bulunurlar. (Mütercim)
[399] El-Muğnî: tbn-i Kudâme 8/554
[400] El-Mebsut: Muhammed el yazması 142
[401] El-Mebsut: Serahsî 1/108
[402] Eş-Şamil: Sabbağ-, el yazması 6/66
[403] El-îknâ: Makdisî 4/306
[404] Seraiu-1-îslâm: Hillî 261
[405] El-Ümm: Şafiî 6/153
[406] El-Mebsut: Muhammed, el yazması 142
[407] Şerh-ul-Huraşî: 8/66
[408] Nisa sûresi, Âyet: 93
[409] Bedaiu-s-Sanai: Kâgâni 7/252
[410] Eş-Şamil: Behram el yazması 2/171
[411] Şerh-uI-Huraşi: 8/66
[412] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 160-163.
[413] Bl-Ümm: Şafiî 6/154
[414] El-Kâfi: tbn-i Kudame 3/163
[415] El-Hidaye: Kelvezani el yazması 20
[416] Eş-Şamil: Sabbağ: el yazması 6/102
[417] Şerh-u-Mineh-ıl-Celil: Aliş 4/467
[418] El-Hidaye: Kelvezani el yazması 202
[419] Eş-Şamil: Sabbağ: el yazması 6/14
[420] Şeraiu-İ-İslâm: Hıllî 274
[421] Şerh-u Mineh-il-Celil: Ali§ 4/467
[422] El-Muharrar îbn-i Teymiye el yazması 134
[423] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 163-166.
[424] Şer'an zânî ile Zâniye hakkında tatbîk olunan en ağır neticesi ölüm olan bir cezadır. Bu cezaya müstahak olanlar, açılan bir çukura beline kadar gömülür. Orada hazır olanlar tarafından atılan taşlarla öldürülür. (Mütercim)
[425] Tuhfet-ûl-Fukaîıa: Semerkand* 3/215
El-Işarat: El yazması, numarasız yazarı belli değil. Şerh-ul-Mineh-il-Celil: Aliş 4/472
[426] Şerh-ul-Huraşi 8/68
[427] El-Bahr-uz-Zehhar: îmam Ahmed 5/426
[428] Kifayet-ûl-Ahyar: Hısni 2/179 Eş-Şamil: Sabbağ: El yazması 6/15
[429] Bl-lnsaf: Merdâvî 10/337 El-Hidaye: Kelvezani el yazması 204
[430] Tuhfet-uI-Fukaha: Semerkandî 3/215
[431] Nûr: 2
[432] El-İşaret: El yazması Hanefilere ait. Sayfa numarası yok yazan belli değil.
[433] Bedaiu-s-Sanai: Kâsânî 7/38
[434] Kifayet-ül-Ahyar: Hısnî 2/181
[435] Şerh-u Mineh-il-Celil: Alîş 4/472
[436] Bedaiu-s-Sanaî: Kâsâni 7/45
[437] Kifayet-ül-Ahyar: Hısnî 2/184
[438] Beda iu-s- Sanâî: Kasanı 7/40
[439] Şerh-ul-Huraşi 8/66
[440] Ez-Zehira Karafî el yazması 2/214
[441] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 167-171.
[442] El-Kâfi: îbn-i Kudame 3/163
[443] Ei-Hidaye: Kelvezanî el yazması 202
[444] Şerh-ul-Huragt 8/66
[445] Şerh-u-Mineh-il-Celil: Aliş 4/467
[446] E§-Şamü: Sabbağ el yazması 6/102
[447] Şerâiu-1-îslâm: Hıllî 260
[448] Şerh-u-Mineh-il-Celil 4/467
[449] El-Hidaye: Kelvezanî el yazması 202
[450] Eş-Şâmil: Sabbağ el yazması 6/102
[451] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 171-172.
[452] Kıfayet-ül-AJıyar: Hısnî 2/188
[453] Nisab: Zekât g^bi vaciplerin, hâdd-i sirkat gibi bazı cezaların viicübuna alâmet olmak üzere, Şâri-i hakim tarafından nasbedilen muayyen bir miktardır. Zekâta nazaran iki yüz dirham gümüşün nisato olmsı gibi.
[454] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 172-173.
[455] El-Ümm: Şafiî: 6/153
[456] El-îknâ: Makdisî 4/175
[457] El-tkna: Makdisî 4/175
[458] El-lknâ: Makdisî 4/306
[459] Serh-u-Mineh-il-Celil: Alîş 4/467
[460] El-Mebsût: Serahsî 1/108
[461] Şerâiu-1-İslâm: Hıllî 274
[462] Eş-Şamil: Sabbağ el yazması 6/14
[463] Eş-Şamil: Sabbağ el yazması 6/14
[464] Serh-uMineh-il-Celil: Alîş 4/467 .
[465] El^Muğni: tbn-i Kudame 8/564
[466] El-Ümm: Şafiî 6/42
[467] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 173-177.
[468] El-Muharrar: îbn-i Teymiye el yazması 154
[469] El^Şamil: Behrara
[470] Zimmî: Müslüman ahid ve emanına girmiş; islâm hükümetinin usûlü dairesinde tabiiyyetini kabul etmiş olan gayr-i müslim yerinde kullanılır bir tabirdir. (Mütercim)
[471] Şeraiu-Uslâm: Hillî 260
[472] El-Mugni: îfon-1 Kudame 8/564
[473] El-Muğni: îbn-i Kudame 8/564 El-Kâfi: İbn-i Kudame 3/162
[474] Geçen Kaynak
[475] El-Fürû: îbn-i Müflih el yazması 2/161
[476] Şeraiu-1-îslâm: Hıllî 260
[477] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 178-182.
[478] El-Muğni: İbn-i Kudame 8/539, 554 Neyl-ül-Evtâr: Şevkânî 7/218 El-Müîıezzeb: Firuzâbâdi 2/225 El-Ümm: Şafiî 6/32 EI-Mebsut: Serahsi 10/113 - 114
[479] El-tfsâlı Maani-s-Sıhâh 348 El-îzâh Vet-Tebyin: tbn-i Hubeyre el yazması rakamsiz El-Mufnî: îbn-i Kudame 8/554 îhtilaf-ûl-Eimme: Dımışkî 270
[480] El-Mebsut: Serahsî 10/113
[481] El-Ifsah: îbn-i Hübeyre 348 Rahmet-ül-Ümme: Muhammed b. Abdurahman 270 EI-Füru: îbn-i Müflih el yazması 2/161 EI-Mugnl: îbn-i Kudâme: 8/554, 564 EI-Mebsut: Muhammed el yazması 144
[482] El-îzâh vet-Tebyin: îbn-i Hübeyre el yazması sayfa numarası yok
[483] EI-Ümm: Şafii 6/32
[484] El-Hidaye: Kelvezani el yazması 202
[485] El-Mugni: İbn-i Kudâme 8/539
[486] El-İMiyârât-ül-îlmiyye el yazması 405
[487] El-Kâfi: tbn-i Kudame 3/163
[488] El-Mühezzeb: Firuzâbâdi 2/225
[489] Eş-Şâmil: Sabbağ; el yazması 6/102
[490] El-Mebsut: Muhammed 143
[491] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 183-189.
[492] El-Ümm; Şafiî 6/154 Bg-gâmil: Sabbag el yazması 1/101 El-Mebsut: Muhammed el yazması 142 El-însâf: Merdâvi 9/462 Eş-Şâmil: Berham EI-Muharrar: Ibn-i Teymiye el yazması 134 Şerâiu-1-Islâm: Hillî 275 El-Mebsût: Serahsi 10/106
[493] El-lnaaf: Merda^ 9/462
[494] E§-Şâmil: Sabbag el yazması 6/14
[495] El-Esrar: Ebu Ali Hüseyin el yazması 108
[496] Es-Şâmil: Behram el yazması 2/158
[497] Şeraiu-l-lslâm: Hıllî 274
[498] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 193-195.
[499] Eş-Şâmil: Belıram el yazması 2/164
[500] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 195-196.
[501] Şerh-ul-Hurasjt: Baraşî 8/67
[502] El-Mebsût: Muhammet! el yazması 142
[503] El-Üram: Şafiî 6/154 E§-Şâmil: Sabbağ el yazması 1/101
[504] El-lknâ: Makdîsî 4/174
[505] El-Muharrar: îbn-i Teymiye el yazması 134
[506] El-Mebsut: Serahsi 10/107
[507] Bedaıu-s-Sanâi: Kaşânî 7/253
[508] Eş-Şâmil: Behram el yazması 2/159
[509] El-İknâ: Makdisî 4/174
[510] Şeraiu-1-îslâm: Hillî 273
[511] Eş-Şâmil: Sabbağ: el yazması 6/9
[512] Tazminat icabeder. Çürikü cinayet anında müslümandı.
[513] El-Muğni: İbn-i Kudâme 8/253
[514] El-Mebsut: Serahsî 10/107
[515] El-İknâ: Makdisî: 4/174
[516] Eş-Şâmil: Sabbağ el yazması 6/8
[517] El-Muharrar: İbn-i Teymiye el yazması 134
[518] El-îknâ: Makdisî: 4/174
[519] Eş-Şamil Behram el yazması 2/158
[520] El-Umm: Şafiî 6/42
[521] Burada «öder» den anlaşılan.
[522] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 196-204.
[523] El-Insâf: Merdâvi 10/377
[524] Nur: 2
[525] Kifayet-üI-Ahyâr: Hisnî 2/184 Bedaiu-s-Sanâi: Kasânî 7/40 Tuhfet-ül-Fukaha: Semerkandî 3/225 El-însaf: Merda-vî 10/202, 203
[526] Bedaiu-s-sanâî: Kaşanî: 7/40
[527] Nur: 23
[528] El-Umm: Şafiî 6/151
[529] El-Muhallâ: İbn-i Hazm 11/324
[530] Nur: 4 .
[531] EI-Muhallâ: îbn-i Hazm 11/331
[532] El-Muhallâ: İbn-i Hazm 11/332
[533] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 204-206.
[534] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 206-207.
[535] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 208.
[536] El-Mugnî: îbn-i Kudame 8/557
[537] Şerh-u-Mineh~il-CeIil: Alig 4/465
[538] Elbahr-uz-Zehhar: Ahmed 5/428
[539] Şerh-ul-Huraşi: 8/64
[540] El-îhtiyarat-ül-îlmiyye: îbn-i Teymiye el yazması 405
[541] El-Fürû: Ibn-i Müflih el yazması 2/160
[542] Eş-Şamil: Sabbaf el yazması 6/102
[543] El-Umm: Şafiî: 6/149
[544] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 208-211.
[545] Rahmet-ül-Ümme fi-htiIaf-il-Einıme: Muhammed b. Ab-durrahman Duneşkî 269
El-lzah vet-Tebyin: tbn-i Hubeyre el yazması rakamsız
[546] TuMet-ül-Fukahâ: Semerkandî 3/530 Bedaiu-s-Sanai: Kaşânî: 7/134 EI-Hidaye: Mergînâni 2/122 Latâif-ül-îşârât: tbn-i İsrail, el yazması 136 Tefsîr-ül-Câmî: Kurtubî 3/47
[547] El-Hidaye: Merginani 2/122 EI-MebsÛt: Serahsî 10/98
[548] Şerh-u-Huraşi: 8/65 Şerh-u-Mineh-il-Celil Alig 4/465 E§-Şamil: Behram. el yazması 2/17 Tefsir-ül-Kurtubi 3/47
[549] El-Ümin: Şafiî 6/32 El-Mühezzeb: Pİrûzâbâdi 2/223
[550] El-lnsâf: Merdavl 10/328 Hidayet-ur-Ragıb: Osman 538 El-Hidaye: Kelvezâni el yazması 202 Müntehe-1-İrâdât: İbn-i Davyan 2/405
[551] Eş-Şarail: Sabbağ; el yazması 6/100 Kurtubi, tefsirinde, mürteddin yüz defa tevbeye davet edileceğini Hasandan rivayet etmiştir. (Kurtubi 3/47)
[552] Eş-Şamil: Sabbag el yazması 6/100
[553] El-Hilâf: Tusî 3/172 Es-Sârim-ül-Meslül: İbn-i Hacer 317 Es-Seyf-ül-Meslül: Sübkî el yazması 29 (Nahaî ebedi tevbeye davet edileceğini söyler. Sevri de bunu kabul etmiştir.)
[554] El-Hilaf: Tusî 3/172
[555] Umdet-ül-Kârı 24/78 Amir-i Şa'toi Ali'den mürteddin üç defa tevbeye davet edileceğini söylediğini nakleder, sonra şu âyeti okur:
«iman edenler, sonra küfredenler, sonra iman edenler....»
[556] Tehzib-ül-Ahkam: Tusî 10/138 Men la yahduruhtı-1 Fakih: Kummî 3/89
[557] Et-Tezkirat-üI-Falıire: Muhammed Nahvi el yazması ra-kamsız
[558] Er-Ravd-un-Nadir: Siyagi 3/224, 244
[559] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 211-215.
[560] Es-Sârim-ül-Meslül: îbn-i Teymiye 317
[561] TJreyne Kıssası: Uki ve Ureyne kabilelerinden yedi, sekiz kişi Resûlül-îah (S.A.V.)'İn yanına gelerek îslâm üzere bîat ve kelime-i Tev-hid'i telâffuz ve müslüman olduklarını izhar ettiler. Bu adamlar,
Med'ne'ye geldikleri vakit hasta, benizleri sararmış, karınları §i§-mig bir halde idiler. Ve:
- «Ya Kesûlâ'llah, biz fakiriz. Bizi barındır, yedir, içir.» diye istirhamda bulundular. Hz. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) onları Ashâb-ı Suffe arasına dahil ettiler. Biraz ikâmetten sonra Medine'nin havası ve suyu mizaçlarına tevâfuk etmediği için Hz. Peygamber (.S.A.V.) Efendimize:
- Yâ Besûla'llah biz çölde yaşamağa alışmış koyun, deve sahipleri idik. Çayırı, çimeni, bağı, bahçesi bol yerlere alışık değiliz. Medine'de ikâmet hoşumuza gitmiyor. Develerinizin bulunduğu yere çıkmamıza izin verseniz» dediler. Resûlüllah (S.A.V.) bunların ihtiyacını gidermek için çobaniyle beraber bir deve sürüsü tahsis edilmesini emrettiler, Develer, sadaka develeri, Beytü'1-mâle âid idi. Bu adamlara da:
- Develerin bulunduğu yere gidip sütlerini ve bevillerinî içerek tedâvî ediniz.» buyurdular. Bunlar oraya gittiler ve tedâvî edip kesb-i sıhhat ettiler. Vücutları sağlamlaşınca irtidâd ederek Ne-biyy-i Mükerrem (S.A.V.) Efendimizin çobanı Yesâr (R.A.)'ı katledip develeri önlerine katıp götürdüler. Bu Yesâr, Resûlüllah (S.A.V.)'in âzatüsi idi. Hâin. herifler onu katlettikleri zaman müsle yaptılar, yâni elini, ayağını kestiler ve gözlerine diken ba-tırdılar. Diğer bazı Siyer kitaplarına göre dilinin altına ve gözlerine diken batırıp ölünceye kadar o hâl üzere bıraktılar. Vak'a hakkında Medine'ye haber gelince Resûlüllah (S.A.V.) onları ta-kib etmeğe yirmi atlı me'mur ederek üzerlerine Gürz b. Câbir el Fehrî'yi emir nasbeyledi. Gürz b. Câbir (R.A.) onları yakalayıp Resûlüllah (S.A.V.)'in huzurunda getirdi. Resûlüllah (S.A.V.)'de irtidâd, küfrân-i ni'nıet, kat'i tarîk ve katl-ü işkence gibi fiillerine kısas olmak üzere ellerinin, ayaklarının kat' olunmasını ve gözlerinin çıkarılmasını emrettiler. Tecrîd-i Sarih. Cilt. 1. Sht: 184
[562] M-Muğni: Ibn-i Kudame 8/540
[563] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 215-218.
[564] El-Mebsût: Serahsî 10/98-99
[565] El-Muhallâ: Ibn-i Hazm 11/231
[566] El-Muhallâ: îbn-i Hazm 11/230
[567] El-Muhallâ: Ibn-i Hazm 11/229
[568] El-Muhallâ: îbn-i Hazm U/230
[569] El-Mebsût: Serahsî 10/117
[570] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 218-221.
[571] El-Muğ^ai: Ibn-i Kudame 8/557
[572] EI-Mebsut: Muhammed el yazması 143
[573] El-Mebsut: Serahsi 10/112
[574] Fetâvl-1 İbn-i Hacer el yazması 1
[575] Eş-Şamil: Sabbag el yazması 2/171
[576] El-İnsaf: Merdavî 1/335
[577] El-îknâ: Makdisî 4/303
[578] Müntehâ-1-irâdât: îbn-i Neccar 2/501
[579] El-Hidaye: Kelvezanî el yazması 203
[580] Hidayet-Ûr-Ragıb: Osman 538
[581] Menar-us-Sebil: Ibn-davyân 2/407
[582] El-Kâfi: îfcra-i Kudame 3/160
[583] Şeraiu-1-îslâm: Hülî 260
[584] El-Mugni: İbn-i Kudame 8/557
[585] Sünen-i Nesâi 7/76 Müsned-i Ahmet 1/35
[586] El-îknâ: Makdisî 4/303
[587] El-însaf: Merdavi 1/394
[588] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 221-224.
[589] Umdet-ûl-Kârî: Sahih-i Buhan Şerhi 24/77 îrşâd-ûs-Sârî: Kastalânî 10/75 Sûnen-i Ebu Davut 2/441 Sünen-i şerh-is-Süyuti: 7/107
[590] El-Kâfi: Ibn-i Kudame 3/159
[591] Zmdîk: Seneviye taifesinden olan şahsa denir. Bir kavle göre, nur ve zulmete kail olan, bir görüşe göre, iman ve rububiyete iman ve itikadı olmayan dinsize denir. Bazılarına göre küfrünü gizleyip sureta müslüman. görünen. münafığa denir. Zmdîk kelimesi (Burhan-ı Kaatı'da) Zend'in farscadan Arapçaya geçmig şekildir. (Mütercim)
[592] Eş-§amil: Sabbağ el yazması 6/100
[593] El-Balır-uz-Zehhar: İmam Ahmed b. Yahya 5/426
[594] El-însaf: Merdavi 10/332
[595] El-Kâfi: İbn-i Kudame 3/159
[596] Müntehe-1-lrâdât: îbn-i Neccar 2/500
[597] Menar-üs-Sebil: îbn-i Davyan 2/4090
[598] Es-Seyf-ül-Meşhur: îbn-i îsrâil el yazması 1
[599] Nisa: 47
[600] Er-Risâle: Bedr Reşid el yazması sayfa numarası yok
[601] Ftahmet-üI-Ümme Fihtüaf-lI-Eimme: Muhammed b. Ab-durrahman Dimeşki 267
[602] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 224-226.
[603] El-Mug-nî: İbn-i Kudame 8/543
[604] Nisa: 137
[605] Enfâl: 40
[606] Nisa: 144
[607] Es-Seyf-tiI Meslül: Sübki el yazması 29
[608] El-Ümm: Şafii: 6/147-148
[609] Eg-gamil: Sabbağ el yazması 10/148
[610] El-Mebsut: Mulıammed el yazması 144
[611] El-Kâii: îbn-i Kudame 3/159
[612] Müntehe-1-lradat 2/500
[613] Hidayet-ur-Ragıb: Osman 539
[614] Menar-üs-Sebil: İbn-i Davyan 2/409
[615] Menar-Us-Sebil: İbn-i Davyan 2/409
[616] Nisa: 137
[617] Al-i îmran: 90
[618] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 226-229.
[619] Feyz-ul-îlâh: Ömer Serekât 2/305
[620] El-Bahr-uz-Zehhar: İmam Ahmet 5/426
[621] Miintehe-1-lrâdât: Ibn-i Neccar 2/499
[622] El-Kâfi: Ibn-i Kudâme 3/161
[623] El-Kâfi: Ibn-i Kudâme 3/161
[624] EI-FÜrÛ: Ibn-i Müflih 2/159
[625] EI-Muğni: İbn-i Kudâme 8/557
[626] Mısırda çıkan Kanun Mecmuası sene 1, sayı 1
[627] Fi Zilal-iI-Kur'an: Seyyit Kutub 5Î83
[628] Nisa: 137
[629] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 229-232.
[630] Kifâyet-üI-Ahyâr: Hısnî 2/204
[631] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 232.
[632] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 232-233.
[633] El-tîmm: Şafii 6/148-149 Eş-Şamil: Sabbag- el yazması 6/100 EI-Mühezzeb: Fİrazâbâdî 2/223
[634] El-Kâfi: îbn-i Kudame 3/57 Menar-üs-Sebil:. Ibn-i Davyan 2/404
[635] El-Bahr-uz-Zehhar: Ahmet 5/424 Er-Ravd-un-Nadir: Siyâgî 4/325
[636] Şerh-u-Mineh-il Celil: Ali§ 4/466 Şer-ul-Huraşi S/65
[637] El-Mebsut: Serahsi 10/108 Mısırda çıkan Kanun Mecmuası sene: 1 Sayı: 1 Şeyh Ahmed îbrahimin makalesi
[638] El-Ümm: Şafii 6/149
[639] El-lknâ: Makdisi 4/302
[640] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 233.
[641] El-Mebsut: Serahsi 10/108
[642] Sünen-i Nesâî: Şerh-u Süyutî 7/103
[643] Bekara: 186
[644] Umdet-ul-Kâdri Şerh-ul Buharî: Ayni 24/77
[645] irşad-ûs-Sarî: Kastalânî 1/74
[646] îrşad-ûs-Sari: Kastalânî 10/77
[647] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 234-237.
[648] El-Mebsut: Muhammed el yazması 142-144 Letaif-ûl-îşarat: îbn-i îsrail 136 Bedaiu-s-Sanaî: Kasânl 7/135 EI-Hidaye: Merginanı 2/122 El-Mesut: Serahsi 10/108 Tuhfet-ül-Fukahâ: Semerkandİ 4/530
[649] El-HİIâf: Tusî 3/170 Tehzib-ül- Ahkâm: Tusi 10/137 Men îâ Yahduruhu-I-Fakih: Kanımi 3/89-90 El-Hadâik-un-Nadira: Bahrani 4/14 Müstedrek-ul-Vesail: Mîrza Hüseyin 2/243 -
[650] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 237.
[651] EI-Mebsut: Serahsi 10/108-109
[652] Sahih-u-Müslim: 144
[653] Ez-Zerkâni Alâ Muvatta-i Malik 2/295
[654] El-Vesaik-us-Siyasiyye: Muhammed HamiduIIah 279
[655] Bakara : 191
[656] NEVÂDÎR : İmam Muhammedin yazmış olduğu Keysa-niyyat, Haruniyyât, Cürcaniyyat, Rakkıyyat adlı kitaplarda münderic olan mesâilden ibarettir. Bunlar da îmam -A'zam ile traam Ebu Yusuf'un ve îmam Muham-med'in akvâl-i fiklnyyesini muhtevidir.
[657] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 238-242.
[658] El-Muğni : îbn-i Kudame 8/545
[659] El-Mühezzeb : Fîruzâbâdl 2/224
[660] El-însaf : Merdâvi 10/342
[661] El-Mebsut : Muhammet! el yazması 142
[662] El-Mebsut : Serahsi 10/106
[663] Mükâtep : Efendisi ile yaptığı andlaşma ile, belli bir meblâğ mukabilinde kölelikten kurtulacak olan birisi.
[664] Bedâiu-s-Sanâî: Kâşani 7/139
[665] EI~Hidaye : Merginam : 124
[666] El-Muharrer : îbn-i Teymiye el yazması 154
[667] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 245-247.
[668] El-Ümm : Şafii 6/153, 154
[669] Et-Taîırir : îftiharuddin el yazması 2/ sayfa numarası yok.
[670] El-Bahr-uz-Zehhar : îmam Ahmed 5/427
[671] El^Mebsut : Muhammed el yazması 177-178
[672] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 248-250.
[673] Sl-Ümm : Şafii : 6/155
[674] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi:250.
[675] El-Mühezzeb Firûzâbâdî 2/224
[676] Eş-Şamil: Sabbag el yasması 1/101
[677] El-Mebsut: Serahsi 10/104 Bedaiu-s-Sanai: Kaşâni 7/136 Tuhfet-ûl-Fukaha: Semerkandi 4/532 El-Hidaye: Merginani 2/122 Et-Teşriu-1-lsIârai: Meraği 39
[678] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 251-253.
[679] Ümm-ü Veled: Efendilerinin firâşmdan (yatağından) ikrarlarına mukârin olarak çocuk doğurmuş olan cariye hakkında kullanılan bir tabirdir. (Mütercim)
[680] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 253-254.
[681] Bl-Mugni : îbn-i Kudame 8/545
[682] El-Hilaf: Tusî 10/172
[683] El-Muharrer: tbn-i Teymiye el yazması 154
[684] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 254-260.
[685] El-Hidaye: Kelvezani el yazması 203 El-lnsaf: Merdavi 1/339 . Muntelıe-1-îradat: îbn-i Neccar 2/503 El-İkna: Makdisî 4/305 El-Fürû: îbn-i Müflih el yazması 2/160
[686] El-Umm: Şafii 6/151, 153 Eş-Şamil Filfürû: Sabbağ el yazması 1/101
[687] Şerh-u-Mineh-ü Celİl: Aliş 4/469
[688] El-Mebsııt: Serahsi 10/104
[689] El-Kâfi: tbn-i Kudame 3/161
[690] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 260-262.
[691] El-Mebsut: Serahsi 10/104
[692] El-Kâfi: İbn-i Kudame 3/161
[693] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 262.
[694] El-Hidaye: Merginâni 2/122 Bedaiu-s-Sanai: Kaşani 7/136 El-însaf: Merdavi 10/339 El-tkna: Makdisi 3/161 El-Ümm: Şafii 6/151
[695] El-Hidaye: Kelvezani el yazması 403 El-Füru: îba-i Müflih el yazması 160
[696] Eş-Şamil: Behram 2/171 Şerh-u-Mineîı-il-Celil: Aliş 4/469 El-Muhallâ: îbn-i Hazm 9/371 Fakat îbn-i Hazm, bu malı elde etmeyi şart koşmuştur.
[697] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 262-263.
[698] El-Muğni: İbn-i Kudame 8/547
[699] El-Hidaye: Mergînânî 2/124
[700] El-Bahr-uz-Zehhar: imam Ahmet 5/427
[701] Şerh-ul-Ezhar: Eb-ul-Hasan Abdullah b. Miftah 4/579
[702] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 263-266.
[703] Bl-^Mebsut: Muhammed el yazması 445
[704] Eş-Şamil: Sabbağ el yazması 3/Rakamsız
[705] El-Mebsut: Muîıammed el yazması 445
[706] Cariye: Dar-ı harpten harp neticesinde esir edilen veyahut para ile satın alınan kadın ve kızlara cariye denilir. İslâm devrinin zuhuruyla beraber karşılaştığı en zorlu, ıslah ve ilgası en güç meselelerden birisi de köle ve cariyelik adetidir. İslâm hukukuna göre insanlar doğuştan hürdür, hür doğarlar ve eşit haklara sahip olarak hür yaşarlar, islâm dinin bu düsturlarını duyan bu mazlum beşer zümresi, grup grup gelerek îslâmm halaskar harimine siğınıyor ve ondan kurtuluş umuyordu. Habbab, Bilâl, Siiheyb gibi köleler, Lebihe, îtunneyre, Nehdiyye, Ümnı-î Abbas gibi cariyeler müslümanlarm ilk saf fini teşkil etmişlerdi. Böyle olduğu halde, îslâmm neden bunu, cezri bir hareketle hemen kökünden söküp atmamasına gelince, bunda köle ve cariyeler için büyük maslahatlar vardır geniş izahat için bak: tslâm - Türk Ansiklojedisi 2/176, Er-Rikk-u Fı-1-îslâ.m, Ahmet Zeki Paşa İkdamcı Ahmet Cevdet tarafından Türkceye tercüme olunmuştur. (Mütercim)
[707] Müdebber: Azatlığı, melasının Ölümüne bağlı bulunan köle hakkında kullanılan bir tabirdir. Cariyenin bu türlüsüne müdebbe-re denilir. (Mütercim)
[708] El-Mebsut: Muhammed el yazması 445
[709] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 266-269.
[710] El-Mebsut; Muhammed el yazması 445
[711] EI-Mebsut: Muhammed el yazması 445
[712] Mürtedd kadın müslümanken bir vekil tayin eder, îslâmı terkedip sonra müslüman olursa îslâmı terki, vekili vekaletten çıkarır. (Mebsuta bak: 445)
[713] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 269-270.
[714] Et-Tahrir: îtiharuddin -il-Haşimi el yazması 2/Rakamsiz
[715] Et-Tahrir: İftiharuddin -il- Haşimi el yazması 2/Rakamsız
[716] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 271.
[717] EI-Mebsut: Muhammed el yazması 686
[718] El-Mebsut: Muhammed 142
[719] Tedbir (yukarda geçen müdebber'e bak)
[720] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 271-273.
[721] El-Mebsut: Muhammed el yazması 686
[722] El-Mebsut: Muhammed 686 el yazması
[723] El-Mebsut: Muhammed 686 el yazması
[724] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 273-274.
[725] El-Mebsut: Muhammed 686 el yazması
[726] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 274.
[727] Bl-Hidaye: Merginanî 2/124
[728] El-Mebsut: Muhammed 142
[729] Et-Tahrir: îftiharuddin el yazması 2/Rakamsız
[730] El-Bahr-uz-Zehhar: Ahmed 5/427
[731] EI-Mebsut: Muhammed 143
[732] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 275-276.
[733] ihtilaf-üî-Fukaha: Taberi 89-91
[734] El-Mebsut : Muhammed el yazması 345
[735] El-Mebsut Muhammed el yazması 345
[736] El-Mebsut Muhammed el yazması 345
[737] îhtiIâf-ül-Fulcaha : Taberi 91
[738] EI-Mebsut : Muhammed el yazması 345
[739] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 276-281.
[740] Mtidarabe: Bir taraftan sermaye, diğer taraftan, çalışma olmak üzere aktedilen şirket hakkında kullanılan bir tabirdir, iki türlüdür:
A - Mudarabe-i mutlaka B - Mudarabe-i mukayyede
1 - Mudarabe-i mnklaka: Zaman; mekan; bir türlü ticaret; satıcı, alıcı tayini ile mukayyed olmayan mudarabedir.
2 - Mudarabe-i mukayyetle: Zaman; Mekan; bir nevi ticaret; satıcı veya alıcı tyini ile mukayyed olan mudarabedir. (Müter.)
[741] Bl-Mebsut : Serahsi 10/104
[742] El-ıMebsut : Muhammed el yazması 289
[743] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 281-282.
[744] El-Mebsut: Muhammed el yazması 289
[745] El-Mebsut : Muhammed el yazması 288
[746] El-Mebsut : Muhammed el yazması 288
[747] EI-Mebaut Muhammed el yazması 288
[748] ElnMebsut Muhamed el yazması 289
[749] El-Mebsut ; Muhammed el yazması 288
[750] D ve E bencilerinde anlatılanlar farazî birer meseledir. Bir müslüman îslâm dâiresinden çıktığı an, İslâm hükümetince sorguya çekilir. Katiyyen geciktirilmez. Tevbe edip Islama tekrar dönmediği takdirde, cezası Ölümdür. Bu bakımdan bir mürteddin bu kadar işlerle uğraşacak imkânı ve zamanı yoktur. Ancak irtidat hadisesi, bazı imkânsızlıklarla İslâm devlet makamlarına geç intikal etmiş olabilir. Fetvalar, bu türlü hadiseler düşünülerek verilmiş olsa gerek (Mütercim)
Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 282-286.
[751] El-Mebsut : Muhammed el yazması 332 EI-Mebsut : Serahsi 5/4
[752] El-Ümm : Şafii 6/149-150
[753] El-Muğni : îbn-i Kudame 7/99
[754] E-Zehira : Karâfi el yazması : 2/218
[755] Tehzip-Ül Ahkâm : TÛsi 10/142
[756] Şehr-ül Ezhar : îbn-i Miftah 4/577 El Bahr-uz-Zehhar : îmam Ahmet 5/426
[757] Deâîm-üî İslâm : Kadı Numan 2/479
[758] El-Mebsut : Serahsi 5/49
[759] Bedaiu-s-Saaai : Kâgâni 7/136
[760] El-Bahr-Uz Zehhar : İmam Ahmet 5/426
[761] El-Umm : Şafii 6/149-150
[762] Ez-Zahira : Karafi : 2/213 El yazması
[763] Tehzib-ül-Ahkâm : Tusî 10/136, 142
[764] BI-Mebsut : Serahsi 5/48. Mebsut : Muhammed 142, 143, 313 el yazması.
[765] El-Ümm : Şafii 5/51, 6/155 Eş-şanril : Sabbağ 5/102 el yazması.
[766] El-Muğni : İbn-i Kudame 8/546
[767] Ez-Zehira : Karafi 2/213 El yazması
[768] Şeraiu-1 îslâm : 260
[769] El-Umm : Şafii : 6/155
[770] Şeraiul İslâm 260
[771] El-Mebsut : Serahsi 5/48
[772] El-Mugni îbn-i Kudame 8/546
[773] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 289-293.
[774] Müslüman ismiyle çağrılır, Mâmla lıiçbir alâkası yoktur.
[775] Ehram Gazetesi. Kahire. Sene: 91 sayı 28731 9.VIII.1966 Pazartesi.
[776] El-Muğni: İbn-i Kudame 8/99, 6/347 El-tkna : Makdisî 2/204 Müntehe-1-îradet: Futuhî 2/198
[777] Bl-Mebsut: Serahsi; 5/49 El-Mebsut: Muhammed el yazması 313
[778] Eş-Şamil: Behram el yazması 25, 171
[779] Talak: Nikâhı, elfâzı mahsusadan biriyle hâlen ve meâlen ref* etmek yerinde kullanılan bir tabirdir. Talak çeşitleri:
1) Talak-ı bâin: Derhal zevciyyeti izale eden talaktır,
2) Talak-ı ric'î: Karının iddeti içinde kocasının vaz geçme hakkı olan talaktır.
[780] Talak-ı selâse: Üç talakla vaki olan talaktır.
ilk iki talakta tekrar nikah yâpılabildiğ-i halde, üçüncü talakta, ancak kadının başka biriyle evlenip ayrıldığı takdirde, eski kocasıyla evlenmesi caiz olabilir. (Mütercim)
[781] El^Mebsut: Serahsi 5/49 EI-Mebsut: Muhammed el yazması 313
[782] El-Mugni: İbn-i Kudame 8/98
[783] El-Umm: Şafii 6/150
[784] El-Mebsut: Muhammed: El yazması 331, 332 '
[785] El-Umm: Şafii 6/150 El-Mebsut: Serahsi: 5/49
[786] El-Mugni: İbn-i Kudame 7/98
[787] Harbî: İslâm devleti ile harp halinde bulunan, daha doğrusu henüz muahede yapmamış olan devletlerin tebaası hakkında kullanılan, bir tabirdir «Harp»ten gelir. (Mütercim)
[788] îşarat: El yazması, Yazan belli değil, sayfa numarası yok
[789] El-Mebsut: Muhammed: El yazması 14
[790] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 293-301.
[791] Burada küçük, ebeveyninin islâm ve küfür halindeki durumuna tabi olur, kaidesi umumimileşmiştir. Zeydi-yenin görüşüdür. Er-Ravd-un Nadir Sibâgı c: s: 326
[792] Bedai-us-Sanâî-Kaşanî 7/139
[793] Meşhur bir fıkıh kaidesine işaret var: (Başlangıçta sahih olmayan, devamda sahih olur.)
[794] Firuzabadinin görüşü de bu: 2/224 Eş-gamil: Sabbağ 6/101 El-Hidaye: Ergüzani 204 Behram bu meselede ihtilaf nakleder: Eş-Şamil 2/171
[795] Eş-Şamil: Sabbağ el yazması 6/101
[796] EI-Bahr-uz-Zehhar: imam Ahmed 5/426
[797] El-Mühezzep: Firuzabadi 2/224
[798] El-însâf: Merlavi 10/347
[799] Eş-Şamil: Behram el yazması 2/171
[800] Mısır da çikan Kanun mecmuası: Sene 1 Sayı: 1 Sayfa 13
[801] El-Mühezzet>: Firuzabadi: 2/224
[802] Şerh-ul-Huraşi: 8/66
[803] Şerh-u Mineh-il-Celil: AH3 4/466
[804] Ez-Zehira: Karafl El- Yazısı 2/214
[805] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 302-305.
[806] El-Mugni: Îbn-I Kudame S/555
[807] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 305-307.
[808] Fey': Zekât ve ganimetler dışında kalan mallar hakkında kullanılan bir tabirdir. Şeriat bütçesinde fey'in tarifi şöyledir: «Muharebe yapmaksızın ve arkasından koşulmaksızm müşriklerden kendi kendine gelen mal» îslâmm müstehak olduğu mallar üçtür. Fey', ganimet, sadaka, Gayr-i müslimden afven alnan mala «Fey'». kahren alınan mala da «Ganimet» denilir. (Mütercim)
[809] Rahmet-ül-Ümme: Muhammed bin Abdurrahman 191 Mısır da çıkan kanun mecmuası Yıl: 1 Sayı: 1 Sayfa: 14
[810] El-Mutni: îbn-i Kudame 6/340
[811] Minhat-ül-Mabud 1/283 Sünenü Ebi Davut 2/113 Sünen-üd-Daremi 2/370 Sünenü îbn-i Mace 2/910
[812] Mücmel: Hakkında beyan varid olmadıkça manası anlaşılamayan bir lâfızdır. Müşkilden daha mübhemdir. (Mütercim)
[813] Müfesser: Beyan-ı tefsir veya beyan-ı takrir sebebiyle manası nasstan daha vazıf olan sözdür. Nesihten başka bir şeye ihtimali bulunmaz. Meselâ «Seni âzâd ettim» sözü bir nasstir, «Seni kölelikten âzâd edip, hürriyete
kavuşturdum» sözü müfesserdir. (Müt.)
[814] Ummet-ül-Kari: Ayni 23/260
[815] Ez-Zerkani alâ muvatta-i Malik: 2/376
[816] En-Neyl Veg-Şifa-ul-Alil: Etfeyş 8/260
[817] El-Cami: Kurtubi: 3/49
[818] El-Muhallâ: îbn-i Hazm: 4/329
[819] El-Muharrar-ul-Veciz. îbn-i Teymiyye el yazması 75
[820] Ahkam-ül-Kuran: Cessas 2/123
[821] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 307-312.
[822] Beyt-üI-Mâl: Lügat manası mal evi demek olan bu tâbir, ha-zine-î hassa, devlet hazinesi, maliye dairesi yerinde kullanılan bir ıstılahtır.
Kamus-u Osmanî'de: «Istılah-ı §er'îde hazine-i maliye, ha-zine-İ millet, umumun mahzen-i emvali demektir» suretinde izah olunur. Değerli Ppofösör Eb-ul-ülâ Mardin şöyle izah ediyor: Bu tabir, hem maliye iğlerinin idare edildiği binaya, hem de devlet maliyesine delâlet eder. Beyt-ül-mâli devlet «islâm devleti» elinde toplanan malların bütününü ihtiva eden hazinedir. İlli zamanlar mücerret bir mefhum iken Halife Hz. Ömer devrinde müşahhas bir mahiyet almıştır. (Mütercim)
[823] Ahkâm-ül-Kur'an: Cessas: 2/263
[824] Önceki kaynak ve Şerh-u-Mineh-il-Celil: Aliş 4/466 Eş-Şamİl: Behram el yazması 2Î171 §ehr-ul-Huraşi 8/66
[825] El-Ümm: Şafii 7/330, 6/151. Eş-Şamil: Sabbağ el yazması 6/101
El-Esrar: Ebu Ali-Hüseyn-iş-Şafîi: 108. İzah ve açıklama tbn-i Hubeyremndır. Sayfa numarası yoktur.
[826] El-Muğni: İbn-i Kudame 6/346
[827] El-Hidaye: Kelvezanî el yazması 203 El-Muharrer: îbn-i Teymlye el yazması 75
[828] El-Inaaf: Merdavi 10/339, 7/352 El-îkna: Makdisi 4/305 Münteh-el-îradat: İbn-i Neccar 2/503
EI-Fürû: tbn-i Müflih, el yazması 2/71 El-Muharrar: tbn-i Teymiyye el yazması 154 EI-Mukni: İbn-i Kudame 2450
[829] Ez-Zerkani alâ Muvatta-i Malik 2/376 El-Muğrü: tbn-i Kudame 6/340
En-Neyl eş-Şifa-ül-Ali: Etfey§-til~Ebadi 8/260 El-îrs-ül-Mukârin: Keşkî 54
[830] Mısırda çıkan kanunu mecmuası: Yıl: 1 Sayı: 1 Sayfa 14
[831] Ümdet-ül-Kâri: Ayni 23/260
[832] Mmhat-ül-Mabud: Benna 1/283
[833] -AJıfcâm-ul-Kur'an: Cessas 2/123
[834] Sünen-ud-Dârimi 2/384 Tefsir-ül-Kurtubî 3/49
[835] Tefsir-ul Kurtubî 3/49 El-Muhallâ: îbn-i Hazm 9/371
[836] Tefsir-ül-Kurtubi 3/49 El-Muhallâ: tbn-i Hazan 9/371
[837] Tefsar-üI-Kurtubi 3/49 El-Muhallâ: îbn-i Hazm 9/371
[838] Tefsir-uI-Kurtubi 3/49
[839] El-Muhallâ: İbn-i Hazm 9/371
[840] El-Muhallâ: îbn-i Hazm 9/371
[841] Ahzab 27
[842] Lukata: Sokakta bulunup alman ve sahibi malum olmayan şey demek olan lukata, ıstılah olarak, başkasının kaybettiği bir şeyi muhafaza etmek için almaktır. Lukata emanet hükmündedir. Bulan'ın elinde lukata telef olursa, tazminat lâzım gelmez, Lukatayı bulan ve saîıibi çıktığı zaman vermek üzere saklamak iğin alan kimse: «Ben böyle bir mal buldum. Arayan olursa, bana gönderiniz» diye bulduğu yerde birkaç kişiye söylemesi ve bulduğu şeyi biraz tarif eylemesi lâzımdır. Böyle yapmazsa o mal elinde lukata olmaz. Bu takdirde şayet telef olur, ve sahibi de çıkarsa tazmin etmesi icabeder. Lukata hayvanlardan ise, bulan kimse kâdînin izni olmadan yem verirse bedelini bilahare sahibinden alamaz. Kâdî izin verirse alabilir. Hatta bu masrafı vermeden malı sahibine teslim etmese hakkı vardır. Kâdî ve beyt-ül mal memuru lütakayı başkasına icar eder ve satar. İşte bu gibi muha-
fazası masrafa bağlı olan lukatalar Kâdî'nm izni olmadıkça infak îaşe, bey' ve icar edilemiyeceğinden bunların her nevinin muhafazası hükümete alınmıştır. Kâdî ilân eder, sahibi çıkmadığa takdirde artırma ile satarak, bedelini, bu hususta ihtiyar edilmiş masraf varsa, düştükten sonra, hazineye teslim ederdi. (Mütercim)
[843] El-Mebsut-Serahsi 10/100-101
[844] Nisa: 176
[845] Nisa: 137
[846] Şart-ı hıyar: Alım satımda ya alan veya satan veyahut her İkisinin pazarlığı bozmak veya icra etmek için şart koşmalanyla tayin olunan müddet zarfında muhayyer olmaları yerinde kullanılan bîr tâbirdir. (Mütercim)
[847] Önce îmam Muhammed de, mürteddin malının hazineye kalacağı kanaatinde idi. Bak: El-Mebsut 142 sonra bu içtihadını değiştirmiştir.
[848] El-Mebsut: Muhammed el yazması 142 Tuhfet-ül-Fukahâ: Semerkandî 4/532 Bedâi-us-Sanâi: Kaşanî 7/138
[849] Men Lâ Yandurun-ul-Fakin: Kummî 4/242-243 El-Hidaye: Kummi 1/87, Müsdetrek-ül-Vesail: Mirza Hüseyin 2/152, 155, El-Mukni: Saduk-ul Kummi 1/179. Tehzib-ül-Ahkam: Tu-si: 10/143 El-Hılaf: Tusi 3/173
[850] Önceki kaynak.
[851] El-İntişar: Zî-1-Mecdeyn 2/215-217
[852] Men lâ Yahduruh-üI-Fakih: Kummi 4/243-245
[853] Kitaptaki sıralamayı muhafaza ederek, delilleri kısaltacağız.
[854] El-îstibsar: Tusi c: 4, Mesail. 13, 17 Takiyye: Gerçek durumu gizlemek
[855] Er-Ravd-un Nadir: Siyagı: 4/324-325 Şehr-ul-Ezhar: İbn-i Miftah 4/577 Tezkirat-ül-Fahira: Nahvi El yazması Son baskı EI-Bahr-uz-Zehhar: iman Ahmed 5/427
[856] Yukardaki Kaynak.
[857] El-Muğni: îbn-i Kudame 8/547
[858] El-Mugni: îbn-i Kudame 8/547
[859] Münteh-el-irâdat: İbn-ün Neccar 3/503
[860] El-lkna Makdisi: 4/305
[861] St-Tezkirat-ul-Fahira el yazması, kitabın son kısmı
[862] Şerh-ul Eziıar: îbn-i Miftah 4/577
[863] El-Bahr-uz Zehhar: Îmam-Ahmet 5/427
[864] El-Mebsut: Serahsi 1/102 Bedaı-us-Sanaî: Kaşânî 7/136 Tuhfet-ul-Fukaha: Semerkandî 4/532
El-Mebsut: Muhammed el yazması 142
[865] En'am: 122
[866] Bl-Mebsut: Muhammed el yazması 142
[867] El-Mebsut: Serahsi 10/104
[868] Bedaı~us-Sanai: Kaşani 7/136
[869] Tuhfet-ul-Fukaha: Semerkandi 4/532
[870] Bedai-us-Sanai: Kaşâni 7/13
[871] Bedaiu-s-Sanai: Kasanı 7/13
[872] Tuhfet-ul-Fukaha: Semerkandi 4/532
[873] Bl-Mebsut: Serahsi 10/103
[874] El-Bahr-uz-Zehhar: îmam Ahmet 5/428 Şerh-uI-Ezhar: İbn-i Mlftah 4/578 St-Tezkirat-ul-Fahire: Nahvi el yazması kitabın sonu.
[875] Şerh-un-Neyl: Etfeyş 8/264
[876] El-Mugni: îbn-i Kudame 6/343-344 üU-Fürû: îbn-i Müflih el- yazması 2/71 Seram- 1-îslâm: Hılli el îmami 181
El-Mukni: Ibn-i Kudame 2/450 El-însaf: Merdavi: 7/351 El-îkni: Makdisi 3/115
[877] El-Muğni: ibn-i Kudame 6/344 El-Mukni: îbn-i Kudame 2/450
[878] El-însaf: Merdavî 7/351
[879] El-îkna: Makdisi 3/115
[880] El-Muharrer: İbn-i Teymiye el yazması 75
[881] EI-Mukni: îbn-i Kudame 2/448
[882] Şerai-ul-îslâm: Hilli 181 Müstedrek-ül-MesaİI: Mirza Hüseyin 2/155
[883] Ahkam-ül-Kur'an: Cessas 2/126-İ27
[884] Nisa: 12
[885] El-îrs-Ül-Mukarta: Şeyh Keski: 54
[886] El-Ümm: Şafii 1/151-152
[887] El-Mebsut: Serahsi 10/124
[888] EI-Mebsut: Muhammed, el yazması 145
[889] Kalyubi ve TJmeyra 4/176
[890] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 312-340.
[891] El-Mebsut: Muhammed el yazması 142
[892] Bedai-us-Sanâî 7/138
[893] El-Hidaye: Mergînani 2/132
[894] Letaif-ul-îşaret: Bedreddin el yazması 136
[895] Mısır da çüîan Kanun mecmuası Sene: 1 Adet 1 Sayfa 15
[896] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 340-342.
[897] El-Mugni: îbn-i Kudame 8/546
[898] El-Muhallâ: İbn-i Hazm 11/239
[899] El-Mebsut: Muhammed el yazması 142
[900] El-Şamil: Behram 2/171
[901] Şerh-ul-Huraşi: 8/68
[902] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 343-344.
[903] Bakara: 217
[904] Ruh-ul-Meâni: Alusi 2/157
[905] Mecmeu-1-Beyan: Tabersî 1/313
[906] Mehasin-üt-Tevil: Kasımı 3/549
[907] Et-Tefsir-üI-Kebir: Fahr-ur-Razİ 11/148
[908] Garaib-oI-Knr'an: Nişaburi 2/319
[909] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 347-350.
[910] Ruh-ıü-Meani: Alusi 2/157
[911] El-Keşşaf: ZemaJışeri 1/271 TJmdet-til-Kari: Aynî 24/79
[912] El-Keşşaf: Zemahşeri 1/271 İrşad-üs-sari: Kastalani 10/76
[913] Maide: 5
[914] El-Camü: Kurtubi 3/48
[915] Zümer 65
[916] Ahzâp: 30
[917] Et-Tefsir-ül-Kebir: Kazi
[918] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 350-354.
[919] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 355.
[920] El-îşarat: Yazarı belli değil el yazması 23
[921] Eş-Şamil: Betaram el yazması 2/171
[922] Şerh-ul-Huraşi: Huraşi 8/68
[923] El-tnsaf: Merdavî 10/338, 342, 393
[924] El-Muhallâ: tbn-i Hazm 7/322
[925] El-lşarat: Yazarı belli değil 23
[926] Bakara: 217
[927] Maide: 5
[928] Âhad veya «Haber-i Vahid» isnad bakımından Mütevatir olmayan hadis-i şerife denir. Hadis İlmi «Mütevatir»i değil, bunları ele alır. «Selamet Yolları C. 1, Sh. 2».
[929] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 355-357.
[930] El-îşarat: Yazarı belli değil 23
[931] Şerh-u Mineh-ii-Celil: Aliş 4/472
[932] El-Muharrar: îbn-i Teymiye El yazması 7
[933] El-însaf: Merdavi 1/391
[934] Eş-Şamil: Behram el yazması 2/171
[935] Ez-Zehira,: Karafi el yazması 2/214
[936] Şerh-uI-Huraşi 9/68
[937] Kalyubî ve umeyra: Kalyubî 1/121
[938] El-îslâm: îbn-i Hacer 2/98
[939] El-Hadaik-un-Nazıra,: Bahrani 11/15
[940] Keşf-ul-Mesail: Ba'lî el yazması 32
[941] El-îşarat: Yazarı belli değil, el yazması 24
[942] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 358-359.
[943] El-FUrû: İbn-i MÜfHn el yazması 1/88
[944] EI-Muharrar: İbn-i Yeymiyye el yazması 7
[945] Şerh-ul-Ezhar: îbn-i Miftah 4/58
[946] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 359.
[947] El-lnsaf: Merdavi 1/219
[948] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 360.
[949] El-Muğni: İbn-i Kudame S/549
[950] Münteh-el-îradat: ibn-un-Neccar 2/513
[951] El-lnsaJE: Merdavî 10/389
[952] El-Mebsut: Mu&ammed el yazması 142-143
[953] EI-MuhalIa: Ibn-İ Hazm: 7/535
[954] El-Ümm: Şafii: 6/155, 7/331
[955] Müstedrek-ul-Vesail: Mirza Hüseyn 2/243
[956] El-Muğni: İbn-i Kudame 8/549
Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 361-362.
[957] Nur: 26
[958] Nur: 4
[959] Rum: 30
[960] Rabitat-uI-AIem-il îslâmi mecmuası sene: 3, 1965 sayı2 sayfa: 16
[961] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 363-371.
[962] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 373-374.
[963] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 374-375.
[964] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 375.
[965] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 375-376.
[966] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 376.
[967] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 376-377.
[968] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 377.
[969] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 377-378.
[970] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 378.
[971] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 379.
[972] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 379.
[973] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 379.
[974] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 380
[975] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 381.
[976] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 381.
[977] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 381.
[978] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 381.
[979] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 381.
[980] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 383.
[981] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted'e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 383.