KUR'AN VE SÜNNETTE EVLİLİK

MUKADDİME

Böylece Araştırmamızın Hedefleri Ortaya Çıkıyor Ki Bunları Şöylece Maddeleyebiliriz:

Kitapta Takip Edllen Metod

BİRİNCİ BÖLÜM

DİNÎ-PSÎKOLOJİK VE SOSYAL AÇIDAN EVLİLİK VE NAZARÎ YÖNLERİ

Evlllik Ve Anlamı

Muhaddîs Ve Fukaha Terminolojisinde Evlilik

Evlilik Ailenin, Aile De Toplumun Temelidir

Toplumun Aile Hayatına Etkisi

İnsan Ve Diğer Yaratıklarda Evlilik

Evliliğe Çağrı Ve Bu Konuda Allah'ın Lütfü

Sünnete Göre Evlilik Ve Evliliğin Değeri

  1. Yegâne Ve En Faziletli Yol:

2- Dünya Metaınm En Hayırlısı:

3- En Sevdirilen Yol:

4- Peygamberlerin Sünneti:

Kuran Ve Sünnette Evliliğe Teşvik

Zinanın Yasaklanması Ve Yabancı Kadına Bakmamanın Emredilmesi:

Evlenmemeye Karşı Kur'an'ın Tavrı:

Evlenmemeye Karşı Sünnetin Tavrı:

Haklara Riayet Konusunda Bir Uyarı:

  1. Sa'd Niçin: 'İzin Verseydi İhtisâ Olurduk" Dedi?

2- İğdiş Olma Caiz Mi?

3- İğdiş Olmayı Reddetmenin Anlamı:

İğdiş Olma Niçin Yasaklanmıştır?

İğdiş Olmayı Yasaklayan Hadisler:

Daha Faziletli Olana Yönlendirme:

Îslanıda Ruhbanlık, Allah Yolunda Cihaddır:

Kuran Ve Sünnete Göre Evliliğin Hikmet Ve Gayesi

Psikolojiye Göre Evlilik:

Kurana Göre Evliliği Teşvik Ve Evliliğin Gayeleri:

a- Eş-Zevclerin Kendi Nefislerinden Yaratılmış Olması:

b- Onlarla (eşlerle) Kaynaşma:

c- Allah'ın Eşler Arasında Sevgi Peyda Etmesi:

d- Aralarında Merhamet Peyda Etmesi:

e- Bütün Bunlarda Mevcut Olan İbret Ve Ayetler:

Sünnette Evltllğl Teşvik Ve Evliliğin Gayeleri

a- Gücü Yetenlerin Evlenmelerinin Emredilmesi:

c- Evlenebileceği Halde Evlenmeyenin Kınanması:

d- Rasûlullah (S.A.V.) Evliliği Teşvik Ediyor Ve Onu, Kendisini Sevmenin Ölçüsü Olarak Değerlendiriyor:

e- Evlilikte Şeref, Evlenmemekte Zillet Ve Meskenet Vardır:

Sahabe Ve Tabiîn'in Evlilikle İlgili Tavır Ve Sözleri

Hz. Osman İle İbnu Mes'ud Arasında Geçen Bir Konuşma:

Ibnu Abbas İle İbnu Cübeyr Arasında Geçen Bir Konuşma:

Evlilik Sebebiyle İnsanın Huzur Duyması

Zenginlik Ve Bolluk

Sadece Sünnette Anlatılan Evliliğin Başka Gayeleri

1- Nesli Devanı Ettirme İçgüdüsünün Doyurulması:

2- Allah Katında Kişiye Neslinin Şefaat Etmesi:

3- Ölümden Sonra Hayırlı Amelin Devam Etmesi:

4- Neslin Devamı, İslam Ümmetinin Çoğalması Ve Toplumun Güçlenmesi:

Ailenin Ekonomisine Çocukların Katkıları

Evliliğin Gayelerine Dair Anlattıklarımızı Üç Maddede Toplayabiliriz:

Canı Korumak:

Aklı Korumak:

Dini Korumak:

Nesli Korumak:

Malı Korumak:

Evlenmek Içln Mutlaka Bulunması Gereken Hususlar

1- Velî:

Kadına Danışmanın Hikmeti:

Nikah Akdine Kadının Yalnız Başına Karar Veremeyeceğine Dair Deliller:

Ma'kıl b. Yesâr'ın Kızkardeşini Evlendirmesi:

Bu Konuda Hz. Aişe'den Nakledilenler:

Bu Hususta Sahabeden Nakledilen Sözler: Hz. Ömer'den Nakledilen:

Hz. Ali'den Nakledilen:

Haris El-Ukli'den Nakledilen:

Ibnu Abbas'tan Nakledilen:

Bu Konuda Tabiînden Bazı Nakiller:

Vukubulmuş Olaylardan Misaller:

1- Nikâh İşini Sultanın Üstlenmesine Dair:

2- Babanın Kızını Evlendirmeyi Üstlenmesi:

  1. a) Hz. Hafsa'nın Evlendirilmesi:

b- Hz. Aişe'nin Evlendirilmesi:

c- Şevde Bint Zem'a'nın Evliliği:

d- Cüveyriye bint el-Hâris'in Evliliği:

3- Erkek Kardeş, Kızkardeşinin Evlendirilmesini Üstlenir:

4- Oğul, Annesini Evlendirmeyi Üstlenir:

5- Bir Koca, Baldızının Evlendirilmesini Üstlenebilir:

6- Bir Yönetici, Amcası Oğlundan Kendisini Evlendirmeyi Üstlenmesini İstiyor:

7- Ummu Habibe'nin Peygamber'le (s.a.v.) Evliliği:

8- Yedi Göğün Yukarısından Allah'ın Üstlendiği Evlilik:

Veli, Kayıtsız Şartsız Nikâh Akdini Yapabilir Mi?

Bekâr Kızın Emir Vermesinin İstenmesi Ve İzin Vermesine Dair:

Malik'in Rivayeti:

Said b. Mansûr'un Rivayeti:

Müslim'in Rivayeti:

Ebû Davud'un Rivayeti:

Nesaî'nin Rivayeti:

Tirmizî'nin Rivayeti:

Îbnu Mâce'nin Rivayeti:

Dârimî'nin Rivayeti:

Dârekutnî'nin Rivayeti:

Netice:

Evliliği Konusunda Yetim Kızın Emir Vermesi:

Ebu Hüreyre'nin Hadisi

Îbnu Abbas'in Hadisi:

Îzin İsteme Ve Emir Vermesini İstemenin Değer Bakımından Aynı Oluşu:

Netice:

İstemeden Ya Da Zorla Bibine Nikahlanan Kızın Ve Yetîmenin Durumu

Ummu Seleme'nin Hadisi:

Îbnu Abbas'm Başka Bir Hadisi:

Nikah Akdinin Geçerliliği Neye Bağlıdır?

Evlilikte İnsanı Duyguların Gözetilmesi

Denklik, Nikah Akdinin Geçerli Olmasının Temeli Değildir:

Dul Ve Denklik Meselesi:

Bekâr Kız Ve Denklik Meselesi:

Hafız Tbnu Hacer'in Te'vili:

Kadının Akrabalarından Görüş Sahibi Olan Aynı Zamanda Kadının Velîsidir:

Ununu Seleme'nin Evliliğiyle İlgili İleri Sürülen Görüşe Cevap:

Velî' nin Anlamı:

Sahih Hadislere Yapılan Saldırılara Cevaplar:

Netice:

Evlilikte Danışmanın Önemi:

Velîsiz Kıyılan Nikahın Hükmü:

1- Evlileri Birbirlerinden Ayırma:

2- Duhul Ve Denklik Sözkonusu Olduğunda Nikahın Geçerli Sayılması:

Netice

Nikahta Şahitlik

Nikahın İlan Edilmesi:

Nikahın İlanına Dair Deliller

Sünnette Gelinin Süslenmesi Ve Koca Evine Kadar Uğurlanması:

Nikahı İlan Etme Vasıtalarından Biri Olarak:

Nikah Hutbesi

Nikahı İlan Etme Vasıtalarından:

Def Çalmak Ve Mubah Şarkılar Söylemek:

Nikahın İlanı Hususunda Şarkının Önemi:

Düğün Şarkılarında Ölçü:

Nikahı İlan Vasıtalarından: Velime - Ziyafet

Velime'nin Sözlük Anlamı:

Velimenin Hükmü:

Velimenin Teşvik Edilmesinin Hikmeti:

Velimenin Vakti:

Velimenin Kaç Defa Yapılacağı?

Velimeye Kimler Davet Edilir?

Velimeyi (Düğün Ziyafetini) Kimler Hazırlar?

Zeyneb'in Düğününde Ümmü Süleym Peygambere Hediye Veriyor:

Velimeye Herkes Çağrılır:

Rasûlullah Safîyye İle Evlendiğinde Halkı Düğün Yemeğine Davet Ediyor:

Davete İcabet Etmek:

Evliliğin Temeli: Rıza Ve Kabul

Evlilik Hayatının Temeli: Îcab Ve Kabul

Muta Nikahı

Mut'a İle İlgili Hadisler:

Mut'a Cahiliye Dönemi Nikah Şekillerinden Biridir.

Muta Ne Zaman Mubah Kılındı Ve Nasıl Yasaklandı?

1- Tebuk Gazvesinden Önce Mubah Kılındığı -Ki Bu Gazvede Yasaklanmıştır Söylenir.

Hafız Îbnu Hacer'in Cevabı:

1- Hasan-I Basrî'nin Görüşü:

Kaza Umresinde Yasaklandığıdır.

3- Birçokları, Yasaklamanın Hayber'de Olduğunu Söylüyor.

İbnu Abdilberr, Süheylî ve tbnu'l Kayyım'ın cevabı:

Kadı Îyaz, Nevevî Ve Tbnu Hacer'in Bu Görüşe İtirazları:

Mut'a Konusunda İcma Ettikleri Hususlar.

Fetih Günü Mut'amn Yasaklanması:

Ebedî Yasaklanması:

Yasaklama Mekke'nin Fethinde Mi, Yoksa Evtas'ta Mı Oldu?

Fetih Gazvesi İle İlgili Rivayet:

Ruhsat Ve Yasaklamanın Veda Haccmda Olduğuna Dair Rivayet:

Netîce:

Sahabenin Tamamı Bu Yasaklamadan Haberdar Mıydı?

Garazkârlar Mut'ayı Nasıl Mubah Kılmak İstediler?

Ne Yaptılar Bunlar?

Ibahiyeye Çağırmış Olsaydılar Tslamdan Çıkacaklardı:

İleri Sürdükleri Şüpheler Ve Bunların Tahlil Ve Tenkidi:

Cevap:

Ibnu Kesîr'in Anlattıkları:

Sözkonusu Kıraatle İlgili Taberî Ve Cassas'ın Görüşleri:

Diyorlar Ki: Mut'anın Mubahhğı Devam Etmektedir Ve Ayet Neshedilmemiştir.

Müslim'in Tmran B. Husayn'dan Yaptığı Rivayet:

Neshle İlgili Söyledikleri:

Mut'anın Neshi Hem Kur'an Ve Hem De Sünnetle Sabittir:

Hz. Aişe, Mut'anın Haramlığına Dair Kur'an'dan Delil Getiriyor:

Mut'anın Mubah Olduğunu Söyleyenler Neye Dayanıyor?

Mut'anın Haram Kılındığını Duyduktan Sonra Mubah Olduğunu Söylemeye Devam Eden Sahabi Ve Tabiî Var Mı?

Mut'a Konusunda Tbnu Abbas'ın Tutumu:

Fetvadan Dönüş Ve Nedeni:

Cabir B. Ahdillah El-Ensarî'nin Tutumu:

Şiiler, Mut'a Konusundaki Görüşlerini Beğendirmek İçin Ibnu Hazm'ın Bir Yanılgısını İstismar Ediyorlar:

Hz. Ömer'in Yasaklaması -Şiilerin İddia Ettiği Gibi İctihadî Değildi:

Abdullah B. Ömer'in Tutumu Ve Şiilerin Bunu İstismar Etmeleri:

Muaviye'nin Tutumu:

Abdullah B. Mesud'un Tutumu:

Ebu Said El-Hudrf Nin Tutumu:

Mut'anın Haram Olduğuna Dair İcma:

İmamiye Mezhebine Göre Mut'a:

Mut'ayı Yas Allaş Tır İrken Şiiler Neye Dayanıyor?

Zerdüştizmin, Mazdekizmin Ve Maniizmin Etkisi:

Islamın Yasakladığı Diğer Evlilik Şekilleri:

Metres İlişkisi:

Cahiliye Ve Modern Toplumlarda Dost İlişkisi:

İbahiliğin Doğurduğu Tehlikeli Sonuçlar:

Îslamın Bu Tür İlişkileri Yasaklamasının Hikmeti

Monogami Ve Poligami

Hamurabi Döneminde Poligami:

Eski Mısırlılarda Poligami:

Yunan Felsefesinde Poligami:

Sabiilerde Poligami:

Cahiliye Dönemi Araplarda Poligami:

Ve İslam Geldi:

İçtimaî Ve Fıtrî Zaruretler Birden Fazla Kadınla Evlenmenin Mubah Olmasını Zorunlu Kılıyor:

Peygamber (S.A.V.) Dörtten Fazla Kadınla Evli Olanlara, Aralarından Dört Tanesini Seçmelerim Ve Geri Kalanları Boşamalarını Emretti:

Ayet Neyi Anlatıyor:

İkinci Evlilik Ne Zaman Caiz Olur?

Bu Hakkın İstismar Edilmesi Ve Bunun Doğurduğu Trajediler:

Bu Tablo Bize Neyi Anlatıyor?

Etkileri Ve Gayeleri Açısından İkinci Evlilik:

Kadın, Hakkını Korumak İçin İhtiyati Tedbir Alma Hakkına Sahiptir:

Nikah Akdi Esnasında Koşulabilen Şartlar:

Koşulan Şartların Yerine Getirilmesi:

Evlilikte Koşulan Şartlar Daha Kutsaldır Ve Daha Çok Yerine Getirilmeleri Zorunludur. Niçin?

Evlilikte Koşulan Şartlara Kur'an'ın Bakışı:

Netice

Evlilikte Koşulan Şartlara Sünnetin Bakışı:

Evlilikte Koşulan Şart Ne Zaman Bâtıl Olur?

Rasûlullah'ın (S.A.V.) Çok Kadınla Evlenmesi

1- Rasûlullahın (S.A.V.) Hatlce İle Evlenmesinin Hikmeti:

2- Hz. Şevde İle Evlenmesinin Htkmeti

3- Hz. Aişe (R.A.) İle Evlenmesinin Hikmeti

4- Hz. Ömer'in Kızı Hafsa İle Evlenme Sinin Hikmeti

5- Hz. Ümmü Seleme İle Evlenmesinin Hikmeti

6- Hz. Ümmü Habtbe İle Evlenmesinin Hikmeti

7- Hz. Zeyneb İle Evlenmesinin Hikmeti

Rivayetin Tenkidi:

İbnu'l-Arabî'nin Bu Rivayeti Tenkidi:

Ebû Hatim'in Rivayeti Tenkidi:

İbnu Hacer'in Rivayeti Tenkidi:

Hz. Zeyneb'in Bazı Menkıbeleri:

8- Hz. Zeyneb Bint Huzeyme İle Evliliği

9- Hz. Cuveyriye Bint El-Hâris İle Evliliği

10- Hz. Safîyye Bînt Huyey Île Evliliği

11- Hz. Meymûne İle Evliliği

Peygamber (S.A.V.), Eşleri Arasında Adaleti Nasıl Sağlıyordu?

1- Yanlarında Geceleme Konusunda Adaletli Bir Taksim:

2- Yolculuğa Çıktığında Hangisini Beraberinde Götüreceğini Kur'an İle Belirliyordu:

3- Başkasının Yanında Kalmasını Gerektiren Bir Durum Olduğunda O Gün Hangisinin Sırası İse, Ondan İzin Alırdı:

Evlilik Konusunda Toplumun Görevleri

Toplumun Görevini Üstlenmemesi Durumunda Ferdin Görevleri

İffete Giden Yol

Bir Soru Ve Cevabı:

Değişim Önce İçte Başlar:

Psikologlara Göre Evlilik Ve Ailenin Hedefleri

Sonuç:

İKİNCİ BÖLÜM

DİN VE İLMİN IŞIĞINDA EŞ SEÇİMİ

KURAN VE SÜNNET ÇERÇEVESİNDE EŞ SEÇME

I- Kur'an Çerçevesinde Eş Seçme

İman Ve Nikah

Ayetten Çıkarılacak Sonuçlar:

Îman Ve Ahlâk

Ehl-1 Kitap Kadınlarıyla Evlenmek

Hz. Ömer'in Görüşü:

Ibnu Abbâs'ın Görüşü:

Îbnu Ömer'in Görüşü:

Ibnu Cerîr Et-Taberfiiin Görüşü:

Ibnu Kesîr'in Görüşü:

Taberî'ye Cevap:

Müslüman Kadının Ehl-1 Kitaptan Biriyle Evlenmesi

İffetli Mümin Kadınlar Ve Eş Seçimi

Mahrem Kadınlarla Evlenmenin Yasaklanmasının Hikmeti:

1- Babanın Zevcesi:

2- Îki Kızkardeşi Birarada Bulundurmak:

3- Evli Kadın:

Şeriatın Aileyi Koruması:

Genel Prensip:

"Müslümamn Herşeyi; Kanı, Malı Ve Namusu Müslümana Haramdır

Kadın İle Kocasının Arasını Bozanın Durumu:

Kocasından Karısını Çalan Kişinin Durumu:

Evli Kadının Dokunulmazlığı:

Evli Erkeğin Dokunulmazlığı:

Kadın Mümin Kızkardeşinin Boşanmasını Dilemesin:

Kadın Kocasına Başka Bir Kadının Güzelliklerini Anlatmamahdır:

Evlinin İşlediği Günah

Tehlike Ve Cezanın Kat Kat Artması:

II- Sünnet Çerçevesinde Eş Seçme

a- Eş Seçiminde Psikolojik Yönler

1- Ruhî Etkenler:

Seçimin Sonuçları:

Dindar Kadının Başka Meziyetleri:

Dindar Olmayan Kadın:

2- Bekâr Kızın Tercih Edilmesi:

b- Eş Seçiminde İçtimaî Yönler

1- Kalıtım ve Çevre:

2- Îctimâî Ortam:

Genel Kural:

Uygulama Alanında

3- Yabancılarla Evlenmek:

4- Çocuk Doğurmanın Teşvik Edilmesi:

Psikoloji Ve Dlne Göre Eş Seçimi

Psikolojik Etkenler:

Evlilik İçin Ruhî Hazırlık

İdeal Model:

Ruhî Olgunluk:

Seviye yakınlığı:

Çocukluktan İtibaren Eşin Hayatı:

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

DİNÎ VE İÇTİMAÎ AÇIDAN KIZ İSTEME VE NİŞANLANMA

Nişanlanma

Hrıstiyanlıkta Nişanlanma:

Kur'an Ve Sünnet Çerçevesinde Nişanlılık

I- Kur'an Çerçevesinde Nişanlılık

II- Sünnet Çerçevesinde Nişanlılık

a- Ahlakî alanda:

b- Kadının Görüşüne Saygı Göstermek:

Uygulamaya Dair Misaller:

c- İstenecek Kızı Görmek:

d- Denk Olana Rıza Göstermek Ve Evli Olmayanı Evlendirmekte Acele Etmek:

Gizli Buluşmak Üzere Anlaşmanın Haram Kılınması:

İslam Ve Hrıstyanlığın Meseleye Bakışları

İddet Dolmadan Evliliğe Kesin Karar Vermek:

Kız İsteme Alanı:

İlk Engel: İddet:

İkinci Engel: Daha Önce Yapılmış Evlenme Teklifidir:

Diğer Adım:

Kadının Görüşünün Hesaba Katılmaması:

İslâm Ve Kadın

Çözüme Kavuşturulması Gereken Bir Problem:

Evlenilecek Kadını Görmek

Kadının Nerelerine Bakılabilir:

Evlenmeğe Yetecek Kadarın Ölçüsü Nedir:

Bu Konuda İzin Almak Şart Mıdır?

Büyük Bir Araştırmacıya Göre Kız İstemek:

Psikoloji Ve Sosyoloji Açısından Sözlü Olma Dönemi

Bu Ölçüsüz Görüşün Tenkidi:

Geçmişteki Olaylar:

Fikrî Bir Safsata:

Sözlülük İçîn Islamî Çerçeve

Günümüz Eğitim Ve Terbiyesi, Güvenin Garantisi Olabilir Mi?

Sözlülüğe Dair Sonsöz:

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

DÜĞÜN GECESİ (ZİFAF) ÂDABI

Zifaf (Gerdek) Gecesinin Âdabları

Gelinle Halvet (Zifaf) Yapmanın Âdabı:

Gerdek Gecesi Eşlerin Birlikte Namaz Kılmaları:

En Güzel Cima Şekli:

Cünüb Kimsenin Uyumadan Önce Abdest Alması:

Cünüb Bir Kimsenin Abdest Yerine Teyemmüm Alması:

Uyku Öncesinde Gusül Almak Daha İyidir:

Cinsel İlişki İle İlgili Bazı Meseleler

1- Karı-Koca; Yaptıkları Cinsi Münasebet Fiilini İnsanlara Söz Veya İşaretle Anlatmaları Haramdır.

2- Erkeğin, Kadına Arka Organından Temas Etmesi Haramdır.

Hayızlı Kadınla Temas Etmek Haramdır:

Hayızlı Kadınla Temas Etmenin Kefareti:

Hayızlı Hanımdan Kocasına Neler Helaldir?

Kadın Hayizdan Temizlendiğinde Ne Zaman Kocasına Helal Olur?

İki Eşin Birarada Yıkanması:

Eşler Evlenirken Neye Niyet Etmelidir?

BEŞİNCİ BÖLÜM

AHLÂK VE İNSANÎ İLİŞKİLER ALANINDA EVLİLİK HAYATI

Pratik Hayatta Evlilik

Evlilik Hayatına Başlarken

Eşler Arasında Uyum:

Anlaşmazlığın Ortaya Çıkışı ve Mahiyeti:

Hata Karşısında Takınılacak Tavır:

Peygamberin (S.A.V.) Hanımlarına Karşı Davranışı Nasıldı?

Peygamber'in (S.A.V.) Davranışlarından Bazı Örnekler:

Bu Tavırların Hedefi:

1- Şuuraltı Kompleksler:

2- Aileden Kopamama:

3- Namus Gayreti:

4- Taraflardan Birinin, Diğerinin Haklarım Görmezlikten Gelmesi Ya Da Onun Haklarım Bilmemesi:

Kocanın Görevleri

1- Mehir:

2- Nafaka:

3- Eğitim Ve Öğretim:

4- İyi Muamele Ve Muaşeret:

Kocanın Karısı Üzerindeki Hakları:

Başka Görevler

Eşler Arasında Ruhî Kural

Geçimsizlik Ve Tedavi Yolları

Kadının Geçimsizliği

Kocanın Geçimsizliği

Hakem Tayın Etme

İslam Şeriatı Ve Evlilik Bağları

Bir Değerlendirme:

Evliliğin Meyveleri

Çocuğun Zeka Seviyesi, İki Hususa Dayanır:

Şeriatın Çocuk Sahibi Olmaya Bakışı:

Sonuç

KAYNAKLAR

1- Tefsir

2- Hadis

3- Hadis Şerhleri

4- Kur1 An Ve Hadis İlimleri

5- Fıkıh

6- Tarih

7- Felsefe, Hukuk Ve Sosyoloji

8- Dıger Dinler

9-Tıp

10- Psikoloji

11- Lügat Ve Edebiyat


KUR'AN VE SÜNNETTE EVLİLİK

 

MUKADDİME

 

Evlilik; dinî bir sünnet, nefsî bir ihtiyaç, bir de insan soyunun de­vamlılığının, insanın yaratılıştan gelen temel bir ihtiyacının, insan duy­gularının istikrar bulmasının ve hayatın süreklilik kazanmasının ken­disine bağlı bulunduğu içtimaî bir zorunluluktur.

Buna ilaveten yeni nesillerin dünyaya gelmeleri, onların eğitilerek sağlıklı bir hayata kavuşturulmaları ve bu hayatta yapıcı rollerini ye­rine getirmeleri için gerekli ortamın hazırlanması için meşru olan yol­dur.

Her ne kadar dinin çizdiği çerçevenin ve kanunun düzenlemesinin dışında erkek-kadın ilişkisi yoluyla neslin meydana gelmesi mümkün ise de, bu durumda neslin eğitilmesi ve yetişmesi için gereken dinî, içti­maî ve ahlakî ortamın hazırlanması şüphelidir.

Çünkü bu ortamı hazırlayan ve bu gayeyi gerçekleştiren, çocuğun ana ve babasının belli olması, geçici olmayan bir akidle -kan-koca ola­rak- ana ile babanın birbirlerine bağlı olmaları ve topluma yararlı aileyi oluşturmak için birbirlerine yardımcı olmalarıdır. Ancak bu şekilde çocuk, toplum yapısının bir taşı olur.

Ana ve babanın belirlenmesi, yeni neslin eğitilmesi için birlikte yardımlaşmalar ise ancak sorumlulukların kendisiyle belirlendiği, görev bölümünün yapıldığı ve geleceğin kendisi sayesinde bir düzene so­kulduğu evlilik yoluyla gerçekleşebilir.

insanlar evlilik kurumunu ihmal ettiklerinde büyük tehlikelerle karşı karşıya kalırlar. Bu ihmalin ortaya çıkaracağı tehlikelerden bir­kaçını şöylece sıralayabiliriz:

1- Toplumun bazı fertleri, şehevî ihtiyaçlarım bastırıp ruhbanlık yolunu seçtiklerinde toplumsal görevlerinden ve ailevî sorumluluklarından kaçar, onları-yerine getirmekten uzak dururlar.

2-Toplumun diğer fertleri de şehvetlerinin esiri olur ve alabil­diğine onların peşinden koştuklarından ahlâkî sapıklıklar, aykırı dav­ranışlar başgösterir, suç işleme yaygınlaşır ve toplumun güvenliği sarsılır.

3- Nesil yitirilir; toplum, insan toplumu olmaktan çıkar ve hayvan sürüsüne dönüşür.

Yetişen çocuğun ümmet için yol gösterici bir meşale, sürükleyici bir güç, koruyucu bir kalkan ve insanlığı, özlenen erdemliğe ulaştırma yolunda faal bir rol oynaması için azim ve duygularının bilenmesi husu­sunda evliliğin verimli bir ortam oluşturması önemli bir görev ve büyük bir sorumluluktur.

Bununla birlikte evlilik hayatının -ileride de görüleceği gibi-eşlerden her birinin üzerinde psikolojik, sosyal ve ahlâkî derin etkileri vardır.

Arzu edilen söz konusu hedefleri gerçekleştirme hususunda yegane bir yol olarak evlilik hayatının, eşlerin, çocukların ve toplumun hayatında olumlu derin etkilere sahip olabilmesi ancak evlilik müessesesine ihtiyatlı, uyanık, dikkatli ve herşeyin hesabını yaparak yaklaşımda bulunduğumuz takdirde mümkün olur. iyinin seçiminde, yararlı evladın yetiştirilmesinde tüm gücümüzü harcadığımız sonra da sabır, hikmet ve sorumluluğu yüklenerek yolumuza devam ettiğimiz, işlerin akibetini sabırla tesbit ettiğimiz, iyi muameleye sarılıp sebepleri araştırmak ve çözüm yollan önererek ortaya çıkan problemleri çözüme bağladığımız takdirde evlilik müessesesinden arzulanan hedeflere ulaşılır.

Ayrıca safiyeti bulandıran şeylerden korunma konusunda eşlerin her ikisinin yardımlaşmaları, anlaşma ve mutluluğu sağlayan yollara sarılmaları, karşılıklı müsamahanın önemini idrak etmeleri, evlilik ku­rumunun kutsallığına zarar getirmeyen ve Allah'ın yasaklarının çiğnenmediği durumlarda basit olumsuzluklara göz yummaları sözkonusu olan durumlarda bu hedeflere erişilebilir.[1]

 

Böylece Araştırmamızın Hedefleri Ortaya Çıkıyor Ki Bunları Şöylece Maddeleyebiliriz:

 

1- Evliliğin hayatta olumlu bir metod olarak; ruhbanlık ve toplum­dan soyutlanma şeklinde ortaya çıkan şehevî duyguları bütünüyle bastırma ile onları tümden salıverip cinsî sapıklığa düşme karşısındaki değerini ortaya koymak.

2- Fert ve toplum hayatında evliliğin olumlu etkilerini anlatmak.

3- Evlilik ile insan için beş zorunluluk olarak bilinen, din, akıl, mal, can ve nesil arasındaki bağı ortaya çıkarmak.

4- Arzu edilen hedefleri gerçekleştirmesi için evlilik akdinde bu­lunmaları kaçınılmaz olan temel ilkeleri ve şartları beyan etmek, sözkonusu hedeflerle bu temel ilke ve şartların arasındaki sıkı ilişkiyi ortaya koymak.

5- îster nazarî yönü ilgilendiren meselelerde olsun, ister pratik yönü ilgilendiren meselelerde olsun evliliğin sünnetteki biçimini ortaya koymak. îslami yolun ta kendisi olan sünnetteki evlilik şekli ile, islam dışı evlilikler arasında mukayese yapmak.

6- Eşlerin evlilik hayatında arzu ettikleri huzur ve mutluluğun yollarını ve toplumun onlara yüklediği görevleri anlatmak.

7- Evlilik hayatının kutsallığını, yasak bölgelerini çevreleyen ve aile hayatının mutluluğunu koruyan tel duvann sınırlarım çizmek.

8- Ortaya  çıkabilecek  problemleri   çözümlemek  ve   ayrılık rüzgarlarından uzak durmanın yollarını göstermek.

9- Bütün bu hususlarda Kur'an ve sahih sünnetin ne dediklerini ortaya koymak.

insanlığın yaratılışından kıyamet kopuncaya kadar fert ve toplu­mu ilgilendiren en önemli meselelerden birinin evlilik meselesi olduğunda şüphe yoktur.

Bu konu öyle bir konu ki, onunla ilgili ilmî, yasama (teşriî) ve ahlâkî problemler sürekli olarak yenilenir. Bu problemlerin kesintisiz ve tslamın kaynaklarından yani Kur'an ve Sünnet'ten kaynaklanan dik­katli araştırmalarla çözüme bağlanmasına şiddetle ihtiyaç vardır. Kur'an ve Sünnet'ten kaynaklanacak bu araştırma ve tartışmaların, görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için taassub ve taklidden uzak olmaları, hakikati bulmayı hedef edinmeleri, hangi mezhep ya da fırkanın görüşü olursa olsun delil onu desteklediği takdirde tereddüt gösterilmeden alınması kaçınılmazdır.

Yine bu konuyla ilgili meselelerde Islama birçok saldırılar yapılmakta, yanlış yorumlar ileri sürülmekte, hakikatler tersyüz edile­rek ve asılsız şeyler anlatılarak müslümanlann dinlerinden soğumalarına çalışılmaktadır.

Hiç şüphesiz bu gibi meseleler, görmezlikten gelinecek ya da susu­lacak meseleler değildir, ilmî emanete riayet etmek, dinde doğru olanı söylemek, bir görevdir.

O halde bu konunun, pratik uygulamaya bir örnek olsun diye me-todlu bir inceleme çerçevesinde ilmî araştırmaya açılması gerekir ki evlilik hayatının çeşitli yönleri ve boyutlarına ışık tutsun. Temelleri ve ilişkileri üzerindeki Örtüyü kaldırsın. Evlilikle ilgili sünnetin takip ettiği yolu ve bu kurumla ilgili hükümlerini ortaya çıkarmak suretiyle Islamın ve onun bu konudaki emirlerinin ne olduğu anlaşılsın. Ancak bu şekilde zamanla ortaya çıkan problemler çözüme bağlanabilir ve ko­nuyla ilgili muhtelif görüşler değerlendirilebilir.

Çağımızda bir çok kişi bu konuda kalem oynatmış ve doğru yoldan sapmıştır. Müsteşriklerin konuyla ilgili görüşleri tercüme edilmiş ve apaçık hak, öldürücü zehirlerle bulandırılmıştır. Bu sebeple muhalifle­rin görüşlerinin tartışmaya açılması, bid'atçılann ileri sürdükleri görüşlerin akıl ve nakle uygun bir şekilde; sağlıklı ilmî eleştirilerle ten-kid edilmesi kaçınılmaz bir zorunluluk olmuştur. Böylece Peygamber'in (s.a.v.): "Sonra gelen her nesilden âdil olanlar bu ilmi -dini- ken­dilerinden sonrakilere taşıyacak; aşırı gidenlerin tahriflerini, cahillerin teVillerini ve bâtıl ehlinin safsatalarını bertaraf ede­ceklerdir[2] sözü de gerçekleşmiş olacaktır.

Evlilik konusu dinî, fıkhî, kânûnî, iktisadî, içtimaî, psikolojik vs. açılarından ele alınıp incelenmiştir.

Tabiatıyla her ilim dalı, meseleye kendi açısından bakmıştır.

Bizim buradaki araştırma ve incelememiz, Islannn evlilikle ilgili asıl görüşlerini, takip ettiği yolu ortaya çıkarmayı, orijinalliğini gözler Önüne sermeyi, İslama yakıştırılan yanlış görüşleri ayıklamayı, eski ol­sun, yeni olsun- meşru evlilikle meşru olmayanı birbirinden ayırdetmeyi hedef edinmektedir. Sünnetin ışığında ve kitapta takip ettiğimiz metod çerçevesinde konunun dinî yönlerini tafsilatlı bir şekilde inceledikten sonra meselenin psikolojik ve sosyal yönüne Özel bir önem verecek ve birtakım eleştiri ve mukayeseler yaparak inceleme­mize devam edeceğiz. Şöyle ki:

1- Kur'an'a göre evliliğin gayesi psikolojik ve sosyal bir husustur. Bu yönüyle evlilik Allah'ın parlak kevnî ayetlerinden biridir. Bu husus­ta yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendİr. Doğrusu bunda» iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. [3]

O halde psikolojik ve sosyal açıdan meselenin gündeme getirilip tedavi edilmesi, Kur'an'in belirlediği hedefle uyum içerisinde olması gerekir. Böyle bir incelemenin ışığında mesele ele alındığında kanunun araştırdığı ve mahkemelere konu olan eşler arasındaki problemlerden birçoğuna çözüm de getirilmiş olur. Özellikle kişinin eşi ve çocuklarıyla olan ilişkisinin kanunî ya da ekonomik düzenlemelerden önce, ya­ratılıştan gelen duygulara dayalı olduğu gözönünde bulundurulduğunda bu yolun ne kadar yararlı olacağı daha iyi anlaşılmış olur. O halde prob­lemlerin çözümüne bu açıdan başlamak daha yararlıdır.

2- Yaygın iki hikmetli söz vardır. Bunların biri şöyledir: "Koruyucu hekimlik, ilaçla tedaviden daha önemlidir." Diğeri ise: "İnsanlar adaleti gözetse, Hâkime ihtiyaç kalmaz" şeklindedir.

Psikolojinin bu alanda, özellikle ruhî tahlillerde ve eşlerin uyumu ve mutlu olmaları konularında ortaya çıkan bu nevi problemlerin çözümünde önemli hizmetler sunduğunda şüphe yoktur.

Aynı şekilde sosyoloji de aileyle ilgili muhtelif alanlarda değerli hizmetler sunmuştur.

Ama gerek psikolojinin ve gerek sosyolojinin beşer mahsûlü ilim­ler olarak- hayatın değişik yönleriyle ilgili önerilerinde birtakım zayıf noktalar ve eksikler içerdikleri de inkâr edilemez bir vakıadır. Bu ne­denle temel değerleri belirleyen, takip edilecek yolu çizen ve sapmaları bertaraf edip daha tutarlı bir yolu gösteren genel bir çerçeveye şiddetle ihtiyaç vardır.

Yani Islamın önerdiği çözümlere ihtiyaç vardır, islam ki -ilim dini­dir- insanlığın yararına çalıştığı müddetçe modern keşifleri gözardı et­mez, hatta onu emreder ve ona teşvik eder.

"De ki: Göklerde neler var, bakın (da ibret alın).[4]

"Kendi nefislerinizde de ibretler vardır. Görmüyor musu­nuz? [5]

Yüce ve parlak hakikati, yanılmaz tesbitleri ve pörsümez pren­sipleri sayesinde iyiyi kötüden ancak İslam ayırd eder. Bâtılı ayıklayıp bize doğruyu gösterir. Bir sürü problemle dolu hayatımızda bize güvenli yolu açıklar, ihtiyatsız ve değerlendirme yapmaksızın bir şeye sarılmaktan ya da salt ilmî keşiftir diye aldanmaktan bizi sakındırır. Ta ki işleri birbirine karıştırmayalım ya da hedefimizi şaşırıp güzel ol­mayanı güzel diye görmeyelim.

Bu nedenle ailenin din, örf ve geleneklere dayalı olduğu bir toplumda meseleyi sırf, psikoloji ve sosyoloji açısından ele almak, sonucu şüphelerle dolu bir yoldur. Toplumun temel değerlerinin ve özel gele­neklerinin görmezlikten gelindiği eksik bir değerlendirme olur.

Aynı şekilde meselenin sadece dinî bakış açısından ele alınması da ilmin hakkını vermemektir, ilim dini olan islamiyet buna da rıza göstermez. Özellikle mesele, ilim ve dinin elele vermesi durumunda daha genel yararlar sağladığı, problemlerin çözümünde daha etkili olduğu, bu sayede daha erdemli yolun seçilebileceği bir mesele ise...

Dinden sapmadığımız takdirde ilim bize ne zarar verebilir ki. Bize ilmi tavsiye eden de dinin kendisi değil midir? islam hayatla, yumuşak ve esnek bir etkileşim içerisindedir. Hayat da ondan herhangi bir yıkıcılık ve zarar görmeksizin onunla etkileşim içerisindedir.

3- Çağ, ilim çağı olduğu halde meseleye sadece din açısından bakıp onu araştırmak, savaşı alanının dışında yapmak olur. Nasıl ki demiri ancak demir söküyorsa, islam düşmanlarıyla silahlan cinsinden bir si­lahla savaşmahyız; müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz çevreyi bize unutturmayan, yapıcı bir inanç ve ebedî prensiplere sahip bir ümmet olarak asaletimizi gözardı etmeyen din kalkanınıkuşanıp, ilmî bir üslûpla karşılık vermeliyiz.

Her meselede sünnetin yolunu arzettikten sonra, meseleyi bir de psikoloji ve sosyoloji açısından incelemeye, tahlil etmeye, eleştiri ve karşılaştırma yapmaya beni sürükleyen sebep işte budur. Böylece modern ilim yönünden meseleyi ele alırken îslamın hakka ve doğruya ondört asır önce vardığını, ilmin bugün bile varamadığı kimi sonuçlan, ondört asır önce elde ettiğini de gözler önüne sererek bunun, îslamın asaletine, bir öğreticinin gözetiminde eğitim görmemiş, bir üniversiteye gitmemiş peygamberinin doğruluğunun delili olduğunu gösterdik. Evet o peygamber bir üniversiteye gitmediği, bir kimseden ders okumadığı halde kendisine kitap ve bu kitabı açıklayan sünneti; ilimlerin temel kurallarını, yasama, fıkıh, hukuk, ekonomi, psikoloji, ahlâk, sosyoloji, siyaset, tıp, tabiat ve daha başka nice ilimlere kaynağı tükenmeyen bil­gi ve marifet sunmaktadır.

Yüce Allah ne doğru buyuruyor: "Allah elçilik görevini kime ve­receğini bilir.[6]

Yine şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz o, değerli bir kitaptır. Ona önünden de ardından da bâtıl ulaşamaz. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah tarafından indirilmiştir. [7]

Kitab, bir mukaddime, beş bölüm ve bir sonuçtan ibarettir.

Birinci bölümde evliliğin ne anlama geldiğinden, etki ve hedefle­rinden bahsettim. Evliliğin ailenin temelini oluşturduğunu ve ailenin de toplumu oluşturan temel olduğunu; toplumun ne dereceye kadar aileyi etkilediğini ve ailenin ne dereceye kadar toplumu etkilediğini anlattım. Allah'ın, evliliği nasıl yücelttiğini; Sünnetin, birbirlerini sevenler için evliliğin en erdemli yol olduğunu nasıl beyan ettiğini; saliha bir kadınla evlenmenin, dünya metâının en hayırlısı olduğunu, evliliğin, dünyevî işlerden olup Allah'ın onu peygamberine sevdirdiğini ve bütün peygam­berlerin sünneti olduğunu beyan etmeye çalıştım.

Sosyal ve dinî açıdan evliliğin değerini ve işgal ettiği nıevkiî izah ettikten sonra Kur'an ve Sünnetin evliliğe nasıl teşvik ettiklerinden, ev­lenmeme karşısındaki tavırlarından, helâl şeyleri yasaklamaktan ve Allah'ın yol olarak çizdiğinin dışına çıkmayı, Kur'an'ın nasıl sakındırdığından; Sünnetin Allah'ın hakkına, bedenin hakkına, ailenin hakkına ve toplumun hakkına nasıl dikkat çektiğinden; kişi, evlen­meme ve ruhbanlık yolunu seçtiğinde bu haklan nasıl yerine getireme­diğinden, evlenmemeyi hayat tarzı seçenlerin Peygamber'in (s.a.v.) sünnetine tâbi olmadıklarından, aksine ondan yüzçevirmiş olduk-lanndan ve Peygamberin sünnetinden yüzcevirenlerin islam Peygambe-riyle bir ilgilerinin bulunmadığından bahsettim.

Kendini iğdiş etme konusunda Peygamber'den izin isteyen, Pey­gamber (s.a.v.) iğdiş olma konusunda bize izin verseydi iğdiş olurduk diyen Sa'd b. Ebî Vakkas'ın sözünü ele alıp evlenmeme ve iğdiş olma konusunda Sa'd'ın üç tavrının bulunduğunu izah ettim. Sa'd'ın söylediklerini izah sadedinde Nevevi'nin anlattıklarını hatalı bulan Aynî'nin görüşünü eleştirerek bu iki âlimden her birinin, Sa'd'ın takındığı tavırlardan birine bakarak sözkonusu görüşlerini ileri sürdüklerini izah ettim.

Sonra Kur'an ve Sünnetin evlenmemekten sakındırma konusunda takındıkları tavırlann neler olduğunu ve bu sakındırmadan sonra en üstün yol olan amel ve cihada yönlendirmenin nasıl gündeme geldiğini anlatarak sahabenin bu nebevî yönlendirmeye nasıl dört elle sarüdıklanna dair parlak tabloyu arzederek bu dört elle sarılmanın, Rasûlullah'ın (s.a.v.):

"Ümmetimin ruhbanlığı, Allah yolunda cihad etmektir.[8] anlamındaki sözünün pratik hayata aktanlması mesabesinde olduğunu izah ettim.

Daha sonra sözü, Kur'an, Sünnet ve psikolojiye göre evliliğin hik­met ve hedefleri konusuna getirerek evlilik konusunda hem Kur'an, hem de Sünnetin anlattığı hususlarla bu hedeflerden sadece Sünnetin anlattıklarının neler olduğunu, evlilik konusunda sahabe ve tabiînin nasıl bir yol izlediklerini ve ne söylediklerini, sonra da Kur'an ve Sünnetin psikolojik hedefleri nasıl anlattıklarını sözkonusu ettim. Bu arada sözkonusu hedefleri üç kısma ayırarak bunların, beş zarurî şeyler diye bilinen din, akıl, mal, can ve nesille ilgili olduklarını izah ettim.

Bunlardan sonra sözkonusu hedeflerin gerçekleştirilmelerinin mümkün olacağını, başka bir ifadeyle: Sözkonusu hedeflerle evliliğin rukûn ve şartları olarak evlilik akdinde bulunmaları kaçınılmaz olan bu hususlar arasındaki ilişkiden bahsetmem gerekiyordu. Evet bu husus­lar, sözkonusu hedefleri gerçekleştirmek için biricik yoldur.

Bu hususlardan, evlilikte velinin durumunu anlatmakla işe başladım. Veli ile nikah akdini üstlenen arasındaki ilgiden bahsettim. Bu meseleyi çok tafsilatlı bir şekilde inceledim. Çünkü bu meselede veli­nin ihmal edilmesi, tıpkı kadının görüşünün ihmal edilmesinden dolayı ortaya çıkan içtimaî problem ve tehlikeler ortaya çıkmaktadır.

Bu nedenle meseleyle ilgili sahabe, tabiîn, fukaha ve muhaddisle-rin görüşlerini eleştirdim. Velinin şart koşulması konusunda ortaya atılan şüphelere cevap verdim, ileri sürülen bu şüphelerin zayıf temel­lere dayandığını izah ettim. Bu konudaki sahih hadislere yapılan saldırıları eleştirdim. Veli olmaksızın yapılan nikâh akdi hakkındaki hükümden sözetmeyi de gözardı etmedim.

Sonra mehirtan kısaca sözettim. Çünkü bu konuyu beşinci bölümde etraflıca ele alacağım. Yine nikâhta şahitlerin durumunu, nikâhın ilân edilmesi meselesini ve ilân etmenin vasıtaları olan mubah şarkı söylemekten, def çalmaktan, düğün yemeği, kız isteme ve benzeri konulardan bahsettim.

Daha sonra bütün bunların temelinin, icab ve kabul diye ad­landırılan iki taraf arasındaki rıza ve kabul ile nikâh akdinin geçici değil ebedî olmak üzere akdedilmesi olduğunu anlattım.

Bu mesele ister-istemez mut'a nikahını gündeme getirecekti. Biz de mut'a nikahını inceleyip onunla zina arasında bir fark bulun­madığını, önce olduğu gibi hâlâ da cahiliyet nikah şekillerinden biri ola­rak devam ettiğini, bu çeşit nikah karşısında Islamm takındığı tavrı, ne zaman bu nikahı mubah kıldığını ve nasıl ebediyyen yasakladığını, alimlerin bu konudaki görüşlerini ve bunlardan doğru olanlarını izah etmeğe çalıştım.

Sonra mutanın helal olabileceği şüphesi ile neshedilmediği iddi­asını ele aldım. Bu iddiada bulunanların üstlendikleri günahı, anlama kabiliyetlerinin eksikliğini, kötü niyyetlerini, kelimelerin yerlerini değiştirip tahrif ettiklerini ve delil olarak ileri sürdükleri ayetlerde ken­dilerini destekleyecek bir delilin bulunmadığını; delil olarak ileri sürdükleri hadislerle sahabe ve tabiînin bu meseleyle ilgili tavırlarında da onları destekleyecek bir şeyin mevcut olmadığını izah ettim.

Ardından mut'anın haramhğına dair icmanın nasıl meydana gel­diğini Şia'nın ve onlarla aynı paralelde hareket eden ibahiyyûnun sözkonusu ettikleri mutanın özelliklerinin onu zina mefhumunun dışına çıkarmadığım, onların bu konuda hevâ, taassub ya da temelsiz felsefî düşüncenin etkisinde olduklarını yahut da hakikati yitirip onu görememekten bu görüşe saptıklarını anlattım.

Sonra da geçmişte ve günümüzde İslam dışı evlilik şekillerinden sözederek Islamın neden bunları reddettiğini anlattım ki evlilikte Sünnetin takip ettiği yolu diğerlerinden ayırt edelim ve bu yol dışındaki yolların, evliliğin hedef ve anlamıyla ilgili eksik taraflarını gözler önüne serebilelim.

Islamdaki evliliğin diğerlerinden ayırt edilmesinin bütün yönleriyle incelenmiş olması için, birden fazla kadınla evlenmenin duru­munu ve bundan dolayı Islama ve peygamberine yapılan saldırılara ce­vap vermem gerekiyordu.

Bu meseleye birden fazla kadınla evlenmenin Islamdan önceki du­rumunu, semavî dinlerle, felsefî düşünce ve cahiliyet döneminde bu meseleye nasıl bakıldığının tarihini anlatmakla başladım. Islamın bu görüşler karşısında takındığı tavrı, birden fazla kadınla evlenmeyi zo­runlu kılan tabiî ve içtimaî problemleri, birden fazla kadınla evlenmeyi konu edinen ayetin nuzül sebebini ve bu ayetin neyi anlattığını, ikinci kadınla evlenmenin ne zaman caiz olacağım ve bu hakkın kötü kul­lanımının doğurduğu sonuçlan anlattım.

Peygamber'in (s.a.v.) evliliklerinden sözetmeden önce üç mesele üzerinde durmayı tercih ettim.

Birincisi: Sebep ve hedefleri açısından ikinci evlilik ve evlenme şartlan. Kadının, hakkım koruması için ihtiyatlı davranmasının bir hakkı olduğu; Islamm, kadına bu hakkı verirken müsamahası, koşulan şartlara, Özellikle evlilikte koşulan şartlara vefalı olmanın gerekliliğine dair Islamm yönlendirmesi ve şartlann ne zaman geçersiz olacağı.

ikincisi: Konuyla ilgili medenî kanunun bazı maddelerinin tartışılması. (Türk okuyucusunu Mısır Medenî Kanunu ilgilendirmediği için bu madde çıkanlmıştır.)

Üçüncüsü: Evlilikte aslolan bir kadınla evlenmek olup zaruret sözkonusu olduğunda mı birden fazla kadınla evlenilebiliyor, yoksa zaruret olmasa da birden fazla kadınla evlenmek mubah mı? Bu konudaki görüşlerin tartışılması.

Peygamber'in (s.a.v.) evlilikleri konusuna gelince bu husustaki in­celememiz üç noktada toplanır:

Birincisi: Peygamber'in (s.a.v.) dörtten fazla kadınla evliliğini de­vam ettirmesinin mubah oluşu ve onun şehvetine düşkün biri olduğu id­diasının çürütülmesi.

ikincisi: Peygamber'in (s.a.v.) evlendiği hanımlarından her biriyle evlenmesinin hikmeti.

Üçüncüsü: Peygamber'in (s.a.v.) hanımlarına adil davranması nasıldı ve hangi hususlardaydı?

Evlilik ve onun değeri, hedefleri, etkileri, şartlan ve rükünleriyle geçmişte ve günümüzdeki şekillerinden onu ayırdeden hususiyetleri, bâtıl ehlinin bu konuda Islama yaptıkları saldırıları ve cahillerin yo­rumlarını red hususunda yapılan izahlardan sonra evliliğin ne olduğu ve Islamda fert ile toplum hayatı üzerindeki etkileri belirginleşmiş ol­makta ve Islamdaki evlilik ile diğer sistemlerdeki evlilikler birbirlerin­den ayırt edilebilmektedir. Böylece evlilik konusunda ferdin sorumlu­luğu yanında toplumun da sorumluluk taşıdığı anlaşılmış olmaktadır.

işte bu durum, evlendirmeyle ilgili toplumun görevlerini araştırmayı, zengin kimselerin bekar ve salih kimselere yardım ederek onları evlendirme ve evlenme yollarını kolaylaştırma sorumluluklarım anlatmayı gündeme getirmektedir. Tabiatıyla toplumun bu görevi yap­maması durumunda ferdin takip edeceği yolun ne olması gerektiği de mevzubahis edilmesi gerekir.

Bütün bu anlatılanlardan sonra sıra psikoloji bilginlerine göre ev­lilik ve ailenin hedeflerini anlatmaya gelmiştir. Böylece bu an­latılanların ışığında psikologların anlattıklarıyla Kuran ve Sünnette anlatılanlar arasında mukayese yapma imkanım elde etmiş olacağız. Bu sayede Kur'an ve Sünnette anlatılanların yüceliğini, icazım ve en­ginliğini de gözler önüne serme imkanım bulabiliriz. O zaman şüphecilerin şüpheleri zail olacak ve müminlerin imanı artacaktır.

Böylece geri kalan dört bölüme bir giriş mahiyetinde olan birinci bölümün sonuna geldik. Diğer dört bölümde anlatmak istediklerimiz ise, -kural ve temelleriyle- birinci bölümde evliliğin hedef ve müsbet sonuçlarına dair anlatılanları etraflıca inceleyip isbat etmektir. Bölümler arasındaki uyum ve bütünlük de böylece sağlanmış oldu.

ikinci bölümde, eş seçimi konusu işlenmektedir. Bu bölümde eş seçimiyle ilgili Kur'an'ın anlattıklarıyla söze başlanmıştır. Çünkü Kur'an-ı Kerim, bazı kadın sınıflarıyla evlenmeyi haram kılmış ve geri kalan sınıflarla evlenmeyi helal kılmıştır, iman ve ahlak gibi eş seçiminde gözetilmesi gereken genel kurallar koymuştur.

Söz buradan açılmışken müşrik kadınlar ve ehl-i kitap kadınlarıyla evlenmenin hükmü, ehli kitap kadınlarıyla evlenmeye dair ileri sürülen görüşler ve bu görüşlerden eleştirilmesi gereken yönlerin eleştirilmesinden de sözedilmeliydi.

Yine müslüman kadının ehli kitaptan bir erkekle evlenmesi, iffetli mümin kadınların seçimi, süt akrabalığı, nesebçe biri birine yakın iki kızkardeşle bunlar mesabesinde olan kişinin, bir kadınla kızım, bir kadınla halasını bir arada nikahlamasının ve evli kadınla evlenmenin haram oluşunun hikmetlerinden bahsetmeyi de gerekli kılıyordu. Bura­dan hareketle Islamda ailenin kutsallığından, aileyle ilgili prensipler­den, aileyi koruyan âdâb ve kurallardan; başkasının eşine göz dikmek­ten, evlenme kasdıyla olsa evli bir kadına kur yapmaktan, kadının, kocasına başka kadınları tavsif etmesinden, başka biriyle evlenebilmesi için kendisini boşamasını istemesinden ya da kendisi onunla evlensin diye bir erkekten karısını boşamasını telkin etmesinden ve benzeri ai­leyi tehlikelerden koruyan diğer meselelerden bahsettim.

Bütün bu konulan işlerken Kur'an'ın yanısıra onu açıklayan sünnete de yer verdim.

Sonra eş seçimiyle ilgili konuyu sadece sünnete ayırdım. Orada, sahih hadislerin, eş seçimiyle ilgili anlattıklarım serdettim. Eş seçiminde psikolojik etkenleri dile getiren bir hadisle söze başladım. Bu konuda, insanlann nasıl değişik eğilimleri tercih ettiklerini ve her biri­nin eğilimine uygun sonuçlarla karşılaşacağını, en iyi sonucun ise, zen­ginlik ve güzelliği ilave etmiş olsun olmasın din ve ahlakı esas alan seçime ait olacağını izah ettim. Bu alanda Kur'an'ın anlattıklarına da yer verdim. Kur'an'da anlatılanların sünnet tarafından nasıl değişik üs­luplarla ve tafsilatlı bir şekilde işlendiğini arzettim.

Sonra eş seçimiyle ilgili olarak bekar kızın nikahlanmasının müstahab oluşu, miras, çevre ve sosyal ortam gibi sosyal yönlerin gözetilmesi, uzak ve yabancılardan evlenme gibi sadece sünnette an­latılan hususları ele aldım. Evliliğin arzu edilen meyvesi olması itiba­riyle az önce sözkonunu ettiğimiz psikolojik etkenlerden sonra çocuklarla ilgili olarak' anlatacaklarımızı sonuç kısmına erteledim.

Bu meseleleri incelemeyi, Kur'an ve Sünnetteki prensip ve daya­naklarını izah etmeyi bitirdikten sonra bu meseleleri psikolojinin ışığında tekrar ele aldım. Psikoloji ile dine göre eş seçimini karşılaştırmalı bir şekilde inceledim.

Böylece ikinci bölüm son buldu ve sıra kitabın üçüncü bölümüne geldi. Bu bölümün konusu: Kız isteme, inceleme, Kur'an-ı Kerim ve Sünnete göre kız isteme, kız istemenin caiz ve caiz olmayan kısımları, sadece sünnet tarafından gündeme getirilen ahlakî engel, kadının görüşüne saygı, evleneceklerin birbirlerini görmeleri, denklik gibi konu­lan içeriyor.

Bu bölüm, hristiyanlıkta ve günümüz toplumlarında-kız isteme ile ruhî ve içtimaî açıdan kız istemeyle ilgili bazı büyük araştırmacıların tartışmasını da içermektedir. Tartışma ve eleştirilerimizi Kur'an ve Sünnetin ışığında yaptık.

Dördüncü bölümde ise evlilik hayatının en önemli meselelerinden biri olan "Düğün Gecesi (Zifaf) Adâbı"ndan sözedilmiştir.

ilk dört bölümün son bulmasıyla beşinci bölüm için gerekli hazırlık ve mukaddimeler son bulmuş ve sıra bu bölüme gelmiş oldu ki, konusu; pratik hayatta evlilik ve Yüce Allah'ın şu sözleriyle işaret ettiği insanî ilişkileridir: 'Ya iyilikle evliliği devam ettirmek, ya da güzel ve adaletli bir şekilde salıvermek.[9] "Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde iyi dav­ranışa dayalı birtakım hakları vardır. Ancak erkekler için kadınlar üzerinde bir üstünlük payı vardır. [10]

Peygamber (s.a.v.) de bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Sizin hayırlınız, aile efradına iyi davrananınızdır. Aile ef­radına en iyi davrananız da benim. [11]

Bu bölüme şunun için yer verdik: Kişi ile eşi arasında sevgi ve ülfetin, anlaşma ve uyumun, huzur ve mutluluğun meydana gelmesinde etkili olan psikolojik ilişkilerin neler olduğunu, eşler arasındaki bu iyi ilişkileri devam ettirip geliştirmenin yollarını ve ayrılıkla bozgunluğa sebep olan etkenleri tanımak.

Bu bölümde söze buradan başladım; sözkonusu ilişkilerin ortaya çıkıp gelişmeleri için gerekli temeller konusunda psikolojik izahlarla ko­nuya giriş yaptım. Özellikle evliliğin ilk döneminde, eşlerin arzu ettikle­ri anlaşma ve uyumluluğu elde edebilmeleri için birbirlerine karşı daha çok anlayışlı, sabırlı, düşünceli ve birbirlerinin hatalannı görmezlikten gelmeleri gerektiğine, birbirlerinin karakterlerini tanıyıp ona göre mu­amelede bulunmaları lazım geldiğine dikkat çektim.

Sonra evlilik hayatının başlangıcında eşlerin durumundan bahset­tim. Aralarında ne derecede uyum ve ne derecede uyumsuzluk olabi­leceği, aralarında çıkabilecek anlaşmazlıkların sebepleri, anlaşmazlığın çeşidi ve tedavi edilebilip edilemeyeceği gibi konuları irdelemeğe çalıştım.

Söz buradan açılmışken anlaşmazlığın ortaya çıkış karakteri ve nasıl şekillendiği, hatanın işlenmesi ve ona karşı alınacak tedbir, hata işleyen kimsenin ıslahı ve İslamın ona bakışı konulanın da incelemek gerekiyordu. Bu anlatılanlar ışığında muhtemel hataların birçoğuna karşı tedbir almak mümkün oldu. Bu konularda Kur'an ve Sünnetin önerilerine yer verdim. Peygamber'in (s.a.v.), hanımları arasında ya da kendisi ile onlar arasında çıkan anlaşmazlıklarda nasıl bir yol izlediğini izah ettim.

Bu açıklamalara, konuyla ilgili Peygamber'in (s.a.v.) dav­ranışlarını da ilave ettim. Çünkü bizler için O'nda güzel örnek vardır.

Daha sonra evlilikten önceki psikolojik ukdeler, ana-baba tarafıyla ilişkilerin çok sıkı derecede devam ettirilmesi, ortada hiçbir şey yokken kıskanma ve eşlerden her birinin, diğerinin haklarını görmezlikten gel­mesi gibi psikolojik etkenlerin üzerindeki perdeyi araladım.

Hak ve sorumluluklardan söz açılmışken birtakım misaller zikre­dilmeliydi, işte bu bağlamda kadının erkek üzerindeki mehir, nafaka, eğitim, öğretim ve iyi muamele haklarından masiyetin sözkonusu ol­madığı hususlarda erkeğin kadın üzerindeki itaat, kocası ve çocuklarına karşı sorumluluğunu yerine getirmesi ve görevler arasında uyum ve dengeyi sağlama gibi haklarından bahsettim. Kan-koca arasındaki bağları kuvvetlendiren, mesela gücü yettiği yerde kadının kocasına yardımcı olması, önemli işlerde onun yanında yer alıp onu teşvik etme­si, karşılaştığı problem ve yorgunluğunu paylaşması, ailede olumlu bir havanın estirilmesi gibi görevlerini anlattım.

Söz, psikolojik etkenlerden açılmışken, eşler arasında Hâkim ol­ması gereken psikolojik kuralları anlatmakla konuya son vermek gere­kiyordu.

Eşler arasında mutluluk, uyum, sevgi ve ülfetin etkenleri bunlar olmakla birlikte taraflardan birinin, karakterce diğeriyle uyuşmaması ya da başka sebeplerden kaynaklanabilecek geçimsizlik sebebiyle çizdiğimiz bu yoldan yüzçevirebilir ya da o yoldan gitmek kendisi için güçleşebilir. Bu takdirde başka yollara sarılmak kaçınılmaz olur.

Bu nedenle eşler arasındaki geçimsizliğe dair bir başlık açtım. Geçimsizlik kocada ise ne yapılır? Kadın geçimsiz ise ne yapmak gere­kir? Ne zaman hakem olayı sözkonusu olur? Eşleri barıştırma ve evlilik ilişkilerinin sağlamlaştınlmasına dair şeriatın ne derece istekli olduğunu inceledim. Böylece kitabın beşinci bölümü de tamamlanmış oldu.

Sıra kitabın sonucunu yazmaya gelmişti. Sonuçta şu hususlara yer verdim:

  1. Kitabın ve bölümlerinin özeti ve çıkarılan neticeler.

2.Yukarda anlatılan hedeflerden başka evlilikten beklenen, ki o da çocuklardır; çocukların yetiştirilmeleri, eğitilmeleri ve toplumda olumlu görevlerini yerine getirmeleri için hazırlıklı kılınmalarıdır.

  1. Boşama ya da ölüm sebebiyle evliliğin son bulması ve buna te-rettüb eden dünyevî ve dinî hususlar.[12]

 

Kitapta Takip Edllen Metod

 

  1. Kitapta, cüziyyattan külliyata doğru bir metod takip ettim. Önce ayrıntılar üzerinde durdum ve bu ayrıntılardan hareketle genel kurallara varmaya çalıştım.

Rivayetlerin kaynağına başvurarak, hadislerin sıhhat derecelerine Önem vererek ve hadislerin ravilerinin adalet durumları üzerinde dura­rak, Peygamberle (s.a.v.) sahabesinden gelen sahih rivayetleri araştırdım. Ravilerin adalet durumlarını değerlendirirken ilel kitap­larıyla hadis ricalini konu alan eserlere müracaat ettim ki vereceğimiz karar delile dayalı olsun.

  1. Kitapta serdettiğimiz gerçekleri psikolojik, sosyolojik ve tıbbî araştırmalarla pekiştirdik ya da bu araştırmalarla mukayeseler yaptık.
  2. Her meselede Peygamber'den (s.a.v.) ve merfu hükmünde olan sahabeden nakledilen rivayetleri tek tek inceleyerek evlilikle ilgili sünnetin yolunu ortaya koyduk. Sünnetle Kur'an'ın ele aldığı meselele­rin yanında sadece sünnette yer alan meselelere de yer verdik.
  3. 4. Sünnetin yolu denilince her ne kadar bununla Peygamber'den (s.a.v.) ve merfu hükmünde olup söz, takrir ya da fiil cinsinden  saha­beden nakledilenler daha çok kastedilirse de sünnetin bu özel anlamı, Islamın evlilikle ilgili yolunu anlatmayı hedef edinen bu kitabın hede­fiyle çelişkili değildir. Çünkü özel anlamıyla sünnet Kur'an'ın açık­layıcısı ve Kur'an'da mücmel olarak anlatılanın mufassal bir şekilde izah edilmesidir. Açıklayıcı durumda olanın açıkladığı şeyden bağımsız olarak ele alınması meselenin bütün yönleriyle ortaya konmasına engel­dir.

Bağımsız olarak ele alınması, meselenin boyut ye ayrıntıları açıklamak için hazırlık ve giriş mahiyetindeki kısımlarda sözkonusu olabilir. Hakikate bütün yönleriyle ulaşabilmek ve her meselede Islamın ruhunu yakalayabilmek, böylece hedefe ulaşmak ancak sünnetle birlikte Kur'an'da anlatılanlara da yer vermekle mümkün olur.

Doğruları eksiksiz yakalayabilmek için her meselede ulaşabildiğim yazma ve basılmış sünnet kaynaklarına başvurdum. Bunu şunun için yaptım:

  1. Hadislerin kaynaklarına muttali olmak. Ancak bu sayede ko­nuyu daha kolay işleyebilir ve rivayetten emin olabilirdik.
  2. Bir hadisle ilgili rivayetlerin ne derece uyum içerisinde ve ne derece farklılık arzettiğine vakıf olmak. Ancak bu sayede meselenin değişik yönlerine ışık tutacak ipuçlarını yakalayabilirdik.
  3. Aynı meselede başka hadisleri de tesbit etmek. Ancak bu sayede meselenin tüm unsurlarını tesbit edebilir ve bütün yönleriyle onu değerlendirebilirdik.

Ayrıca her meseleyle ilgili bütün yönlerini içeren rivayetleri tek kaynakta bulamayabilirdik.

  1. Mezhep taassubundan uzak kalabilmek ve meseleyi hakkıyla kavrayıp sağlıklı sonuca varabilmek için meselenin bütün yönlerini içeren bilgilere ancak bu sayede ulaşabilirdik.

Bununla birlikte takip ettiğimiz metodun başka hususiyetleri de vardır. Bunları şöylece maddeleyebiliriz:

  1. Modern metodla birlikte Kur'an ayetlerinin tefsirinde rivayet metodunu takip ettik.
  2. Kitapta ihtiyaç duyulan her konuda hadis ilimlerinin metod ve kurallarına riayet ettik.
  3. Taklit, donukluk ve mezhebi taassuptan uzak kalmaya gayret ettik.
  4. Saldırı ve zorlanmaya sapmaksızın muhaliflerin görüşlerini in­saf çerçevesinde tartışmaya çalıştık.
  5. Hadislerin tahririnde taklit metoduyla yetinmedik.
  6. Bazı hadis alimleriyle sarihlerinin nakilleriyle yetinmeyip ha­disleri kaynağından araştırdık. Bir hadise atıfta bulunulmuşsa, kay­nağına bakarak gerçekten hadisin kaynağında mevcut olup olmadığım, farklı bir nakil yapılıp yapılmadığını tesbit ettik.
  7. Her meselede Kur'an ve Sünnete başvurarak delilleri tesbit etme hususunda vargücümüzü harcadık. Hadislerin kaynağım verdik. Hadisin sıhhat derecesini tesbit etmeye çalıştık. Ravilerin adil olup ol­madıklarına dikkat ettik. Böylece fukahanın görüş beyan etmeleri için zemin hazırladık.
  8. ilk kaynaklara müracaat ettik ve bunlarla yetindik. Bu mümkün   olmadığı yahut ikinci derecedeki kaynakta hadisin sıhhat derecesini belirtme gibi faydalı bir hususa rastladıysak kaynağını belirterek bu kaynaklardan da istifade ettik.
  9. Modern metoda riayet ederek konuyu derinlemesine inceledik ve mukayeseli bir şekilde çalışmamızı sunmaya gayret ettik.

Yüce Allah'tan bu çalışmamızı sırf kendi rızası için yapılmış kılmasını, ilmin yayılmasına, Sünnetin tebliğine vesile kılmasını, ailele­rin mutluluğuna, Ümmetin iyiliğine ve kurtuluşuna, toplumun hayrına yardımcı olmasını diliyoruz.

Duaları işiten ve onlara icabet eden O'dur.

Kahire, 28 Şaban 1390 H.

29 Ekim 1970 M.

Dr. Muhammed Raid Hamdi Ebu'n-Nur[13]

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

DİNÎ-PSÎKOLOJİK VE SOSYAL AÇIDAN EVLİLİK VE NAZARÎ YÖNLERİ

 

Evlllik Ve Anlamı

 

Evliliğin Arapça karşılığı olan "zevâc" sözcüğü lugatta birkaç anla­ma kullanılır. Bu anlamlardan bazısı şöyledir:

  1. Bitişmek, beraber olmak, dost olmakdenildiğinde "birşeyi diğerine bitiştirdi, onları yanyana getirdi" kastedilir. Benzer olsunlar, birbirlerinin zıddı olsunlar iki şey beraber olduk­larında onlara;

"Çift" denir. Kur'an-i Kerim Tûr suresi 20. ayetinde bu anlamda kullanılmıştır.

"Yani onlara temiz dostlar, iri gözlü hurilerden eşler kıldık.[14]

Yüce Allah yine şöyle buyurmaktadır: 'Yani onları erkek ve dişi olarak beraber kılar. [15]

  1. Denk olmak, benzer olmak.

Şu ayette bu anlamda kullanılmıştır:

Yani zulmedenleri ve benzerlerini toplayın. [16]

Şurayk, Semmâk'tan, Nu'man'ın şöyle dediğini nakletti: Ömer'in, ayetiyle ilgili olarak "benzer'leri" dediğini duydum. Zina edenler, zina edenlerle; faiz yiyenler, faiz yiyenlerle; içki içenler de, içki içenlerle beraber gelir toplanırlar. [17]

Mücahid'in, ayette geçen sözcüğünü birinci anlamda yani beraber olanlar, dost olanlar anlamında kullanıldığını söylediği nakledilir. [18]

Benzeri ifade etmek için Araplar derler. Bu­nunla: 'Yanımda bunun benzerleri var" demek isterler.

Yine der ve bununla:  "Her biri diğerine benzeyen iki ayakkabısı var" demek isterler. Erkekle karısına denilmesinin sebebi de nikah akdinden sonra onların birbirleriyle uyum içerisinde olduklanm ifade etmek içindir. 3. Evlenmek

Araplar bununla: Birbirleriyle evlen­diklerini kastederler. denildiğinde çok evlenen kadın kas­tedilir,

 sözcüklerinin hepsi aynı anlamda kullanılır. [19]

  1. Nikahlamak, evlenmekayetinde bu anlamda kullanılmıştır. Ayetin anlamı şöyledir: "Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık. [20]

Şu hadiste de bu anlamda kullanılmıştır:

Sizden nafakaya gücü yeten evlensin. [21]Araplar: falanlardan evlendi" derler. Yine şöyle derler. Bütün bu ifadelerle "onu o kadınla evlendirdi" demeyi kastederler. [22]

Dil bilgini el-Ezheri şöyle demektedir: Arap dilinde nikahın lügat anlamı: Üzerine basmaktır. Evlenmenin nikah diye isimlendirilmesi de buna sebep olmasıdır. Araplar: Yere bastı"  

Gözüme uyku bastı" derler. Dil bilginlerinden Zeccâcî de şöyle demektedir: Arap dilinde nikah: Üzerine basmak ve akdin her ikisine birden kullanılır. Zeccâcî sözüne şöyle devam eder: Arap dilinde "nikah" sözcüğünün ası! kullanılışı: Üzerine binmiş olarak birşeyin diğerine gerekli oluşudur dediklerinde

"falan kişi falan kadınla evlendi" demek isterler. Bu sözcüğün maştan şeklinde gelir. Ibnu Faris, Cevheri ve başka dilciler de şöyle demişlerdir: Nikah, üzerine basmak anlamındadır. Ba­zen, akid anlamında da kullanılır. Kadın için de, erkek için de kul­lanılır:

O kadınla evlendim O kadın evlen­di" anlamındadır. O erkeği evlendirdim anlamında: kullanılır, denildiğinde de "o kadın evlidir" demektir. O kadınla evlendi anlamında da: kullanılır.

Muaviye'nin şöyle dediği rivayet edilir:

Yani "çok evlenen ve çok boşayan biri değilim."

el-A'şi de, şu mısrada nikahı evlenme mânâsında kullanmıştır: Komşu kızla ilişki kurma, haramdır senin için; Ya onunla evlen da ondan uzak dur.

Ebu'l-Hasen b. Faris, Kur'an-ı Kerim'de şu aşağıdaki ayet hariç ni­kahın hep evlenme anlamında kullanıldığını söylemektedir:

Allah bilir ya burada "nikah" sözcüğüyle ergenlik çağı kastedil­mektedir. [23]

 

Muhaddîs Ve Fukaha Terminolojisinde Evlilik

 

Mukaddis ve fukaha terminolojisinde evlilik; veli, mehir ve adalet sahibi iki şahid gibi şart ve rükünleri tam olarak yerine getirilmiş şer'î bir akidle eşler arasındaki ilişki anlamına gelen nikah olup icab ve ka­bul ile gerçekleşir.

Zevac ve tezvic (evlilik) sözcüğü daha çok bu ilişki ve ondan sadır olan ruhî ve içtimaî etkiler hakkında kullanılır. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur:

"Sizden nafakaya gücü yeten evlensin. Çünkü evlilik, gözü haramdan daha çok sakındırır ve iffeti daha çok korur. [24]

Said b. Cübeyr'in şöyle dediği nakledilir: İbnu Abbas bana: Evlen­din mi? dedi. Hayır, deyince, dedi ki: Evlen, çünkü bu ümmetin en hayırlısı, daha çok kadını olandır. [25]

Cabir b. Abdillah'ın (r.a.) da şöyle dediği nakledilir: Evlen­diğimde Rasulullah (s.a.v.) bana: Nasıl biriyle evlendin? dedi.

Dul biriyle, dedim. Buyurdu ki: "Bekâr kızlara ne olmuştu."

Başka bir rivAyette de şöyle buyurmaktadır: "Genç kız alaydın ya hem onunla oynar, o da seninle oynardı."

"Nikah" sözcüğüne gelince, daha çok malum ilişki ile buna te-rettüb eden fikhî hükümler hakkında kullanılır.

Şu ayetlerde olduğu gibi:

"Ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu al­ması kendisine helal olmaz.[26]

"Aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. [27]

 

Evlilik Ailenin, Aile De Toplumun Temelidir

 

Aile, toplumun küçültülmüş şekli ve onun en büyük dayanağıdır. Ümmet, toplumların medeniyet ve bedevîlik, gelişme ve donukluklarına göre değer ve etkileri farklılık arzeden prensip, kanun, örf ve gelenek­lerle birbirlerine bağlı aileler topluluğundan başka birşey değildir.

Temel sağlam olduğunda nasıl bina da sağlam olursa, aile de kuv­vetli olup sağlıklı temeller ve elverişli prensipler üzere dayalı olduğunda toplum binası da sağlam ve korunaklı, ailenin kendisine de, topyekün insanlığa da erdemli etkileri olur.

"Güzel beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olan­dan ise faydasız bitkiden başka birşey çıkmaz. [28]

Ümmetin temel dayanağı nasıl aile ise, evlilik de ailenin temelidir. Onun sayesinde oluşur ve onun beşiğinde doğar, emekler ve gelişir. Onun ruhî ve maddî gıdalarından beslenerek büyür ve olgunlaşır. Dal­larında yeni neslin tomurcuklan açılır; erkek ve kız çocuklar dünyaya gelip bir müddet aile kucağında büyür sonra görevlerim yerine getir­mek, sorumluluklarını yüklenmek ve babalarıyla dedelerinin nöbetlerini devralmak üzere yavaş yavaş hayata atılırlar.

Bu yetişen tomurcuklardan akrabalık bağlan dallanıp budaklanır, oraya buraya uzanır, böylece çatısı altında birbirine kenetlenmiş toplum ortaya çıkar.   .

Ailede evliliğin ve toplumlarla milletler için ailenin önemi işte bu­rada kendini gösterir.

Yüce Allah bu hakikatlere işaret eder; evliliğin ailenin oluşmasında sonra da çoğalıp akrabalık bağlarının dallanıp budaklan­masından sitayişle bahseder ve bunu küçük bir toplum olan aileye ve topluma karşı büyük sorumlulukla yani takva ile birlikte zikreder.

Yüce Allah, insanın yaratılışı, evlilik yoluyla çoğalması ve insa­noğlu ne kadar oraya buraya dağılırsa dağılsın aralannda yakın bir ak­rabalık bağı bulunduğunu çünkü insanların tamamının bir kişiden ya­ratıldığını, eşinin de o kişiden yaratıldığını ifade eden Nisa sûresinin ilk ayetinde takvadan iki kez söz eder:

"Ey insanlar! Sizi tek nefisten yaratan ve ondan da eşini ya­ratan ve ikisinden bir çok erkek ve kadınlar üreten Rabbiniz-den sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulun­duğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.[29]

 

Toplumun Aile Hayatına Etkisi

 

Toplum hayatında ailenin bu büyük etkisinin olması yanısıra top­lumun da aile hayatında derin etkisi vardır. Ailenin sosyal ve ekonomik ilişkilerini düzenleyen, onun için en erdemli ve görevini yerine getirme­si için değişik güvenlik tedbirlerini araştınp hazırlayan, emniyet ve is­tikrar ortamını, maişetinde mutluluğu sağlayan toplumdur.

O halde ailenin felsefî nazariyelerden, peygamberlerin talimat­larından, hikmet sahiplerinin prensiplerinden, psikologlann tahlillerin­den, hukuk, ekonomi, fıkıh ve sosyoloji mütehassıslanndan büyük çapta payını almasında, gözlemlerinden yararlanmasında şaşılacak durum yoktur. Ayrıca evliliğinde, bunlann hepsinin öneri ve çalışmalarından yararlanması da doğaldır. Çünkü evlilik, ailenin çekirdeği, onu derleyip birbirine bağlayan kaçınılmaz bağıdır.

Evlilik nasıl bu üstün gözetimden payını almasın ki, yaratıkların Çoğalıp üremeleri için eşyanın tabiatının bir gereğidir.

"Herşeyden iki çift (erkek-dişi) yarattık ki düşünüp öğüt alasınız.[30]

"Gökleri ve yeri yoktan var edendir. Size kendinizden çiftler, hayvanlardan çiftler yaratmıştır. Bu (düzen içi)nde sizi üretiyor. [31]

Evet, evlenme ya da herhangi bir şekilde erkek ve dişinin bir araya gelmesi, hatta zerre de bile bu durum hayatın sırrıdır, çoğalıp yayılmanın, yaratılmanın, şu görünen evrendeki bildiğimiz ve bilme­diğimiz düzenin sırrıdır.

"Ne yücedir o (Allah) ki toprağın bitirdiklerinden, kendile­rinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden olan bütün çiftleri yaratmıştır. [32]

 

İnsan Ve Diğer Yaratıklarda Evlilik

 

Hayvanlarda çiftleşme kuralsızlık ve rastgeleliğe dayalı ise, insan­ların evliliği, hedeflenen üstün gayesine ulaşmasını sağlayan düzen ve kurallara bağlanmıştır. Ancak bu sayede evlilik, insanın, göklerdekilerle yerdekilerin onun emrine verilmesi gibi hususiyetleriyle uyum içerisinde olur. Bu evlilik sayesinde insan, hemcinsleriyle yardımlaşarak göklerdekilerle yerdeki şeylerden yararlanır ve başlangıçta aile kucağında elde ettiği ilmi prensipler çerçevesinde onlar­la ilişki içerisine girer.[33]

 

Evliliğe Çağrı Ve Bu Konuda Allah'ın Lütfü

 

Evlilik hakkında yukarıda anlattıklarımızla az sonra anlatacak­larımız, Allah'ın, insana kendi nefsinden bir eş vermesinin yanı sıra ona çocuk ve torun vermekten dolayı minneti ve ona lutfunun sebebi hikme­ti olsa gerek. Nitekim yüce Allah, kendisinden insana bir eş yaratması ve ona çocuk ve torun vermesini güzel nimetleri arasında saymaktadır:

"Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve eşleriniz­den de size oğullar ve torunlar yarattı ve sizi güzel (ve helal) rızıklarla besledi. [34]

Hatta Allah Teala, geçmiş peygamberleri övme, onlara lutfunu dile getirme ve sünnetlerini beyan etme ve onları Peygamberimize tanıtma sadedinde onların evlendiklerini ve çocuk sahibi olduklarını ifade ederek şöyle buyurur:

"Andolsun, biz senden önce de elçiler gönderdik, onlara da eşler ve çocuklar verdik.[35]

 

Sünnete Göre Evlilik Ve Evliliğin Değeri

 

Peygamberin (s.a.v.) bu konudaki hadislerini inceleyen aşağıdaki sonuçlan rahatlıkla çıkarabilir.

1- Başka yollarla karşılaştırıldığında evlilik en faziletli yoldur.

2- O mutluluk kapılarından biridir. Hatta erkek saliha bir kadım, kadın da salih bir erkeği seçmişse, dünyevî yararların en hayırlısıdır.

3- Selim fıtrat sahipleri için fıtratlarına en yakın ve onlara sevimli gelen yol odur.

4- Peygamber ve resullerin sünnetlerinden biridir.[36]

 

1. Yegâne Ve En Faziletli Yol:

 

Aralarında sevgi bağı bulunan, birbirleriyle hayat boyu beraber kalma arzusu duyan erkek ve kadın için en faziletli yol evlenmektir. Başka yollarla karşılaştırıldığında onunla yarışabilecek başka bir yol yoktur. Bu dünya hayatında ikisi için de evlenmekten daha değerli veya daha yararlı bir yol bulunamaz.

Said b. Mansur, Ibnu Mâce, Hâkim ve Beyhakî bu konuyla ilgili ol­arak Ibnu Abbas'tan Peygamberin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler:

"Birbirlerini sevenler için evlilik gibisini asla bulamadık." [37]

"Bulamadık" yerine "bulunmamıştır" sözcüğü de rivayet edil­miştir.

Evlilik yolu, vicdanî duygular ve fitrî isteklerle uyum içerisinde ol­masının yanısıra insanı sapık yollardan isteklerini tatmin etmekten ya da bekar kalmak suretiyle onları bastırmakdan uzak tutarak hem er­kek, hem de kadının nefsî ve cinsî arzularını düzenler, onları tatmin eder.[38]

 

2- Dünya Metaınm En Hayırlısı:

 

Bu konuda da Ahmed, Müslim, Nesaî ve Ibnu Mâce, Abdullah b. Umar'dan Peygamber'in (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet ederler:

'Dünya menfa atlanılacak şeydir. Menfaatlanılacak şeylerin en hayırlısı ise, saliha kadındır.[39]

Said b. Mansur, Yahya b. Ga'de'den Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

"Müslüman kişinin, Islamından sonra yararlandığı en hayırlı yarar: Kendisine baktığı zaman kendisini neşelendirdiği, ona emrettiği zaman emrine itaat eden, kendisinin yokluğunda malını ve canını koruyan güzel kadındır. [40]

Ibnu Mâce, Ebu Ümame hadisinde Peygamber'in (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Mümin kişinin takvadan sonra kazandığı en hayırlı şey, saliha kadındır; emrettiği zaman kendisine itaat eder, ona baktığı zaman kendisini neşelendirir, üzerine yemin ederse ye­minini doğru çıkarır, yokluğunda da kendi nefsi ve kocasının malı konusunda ona ihanet etmez, samimi davranır.[41]

Hakim, Müstedrek'te, Muhammed b. Sa'd'den, o da babasından Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

"Üç şey vardır ki mutluluğa, üç şey de vardır ki bahtsızlığa sebep olur. Mutluluğa sebep olanlar:

1- Gördüğün zaman hoşuna giden, yanında olmadığın za­man kendi nefsi ve malından emin olduğun kadın,

2- Binek olarak kullandığın seni arkadaşlarına ulaştıran hayvan;

3- Bir de içi ve avlusu geniş ev. Bahtsızlığa sebep olan şeyler ise:

1- Gördüğün zaman hoşuna gitmeyen, sana karşı koyup dır dır eden, yanında olmadığında da kendi nefsi ve malın konusun­da emin olmadığın kadın,

2- Tembel olan, kamçıladığında seni yoran ve bindiğinde seni arkadaşlarına ulaştırmayan hayvan,

3- Bir de müştemilatı az ve dar ev. [42]

Ahmed b. Hanbel de Müsned'inde aynı anlamda bir hadisi Ravh tarikiyle Muhammed b. EM Humayd, o da ismail b. Muhammed b. Sa'd Ebî Vakkas o da dedesinden nakletmektedir. Sözkonusu hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

Üç şey vardır ki insanoğlunun mutluluğuna, üç şey de vardır ki bedbahtlığına sebeptir. Mutluluğa sebep olan şeyler:

1- Saliha kadın,

2- Elverişli mesken,

3- tyi binektir.

Bedbahtlığına sebeb olan şeyler ise:

1- Kötü kadın,

2- Kötü mesken,

3- Kötü binektir. [43]

 

3- En Sevdirilen Yol:

 

Selim fıtrat sahiplerince en yüce ve sevilen yolun evlilik olduğuna dair en güzel delil, Rasulullah'ın (s.a.v.), dünya metaından kadınların yani evlenmenin olduğunu söylemekte bir sakınca görmemesidir. Nite­kim, onun bu konudaki sözlerinden bir kısmını yukarıda nakletmiştik. Ayrıca ahkâmla ilgili birçok meseleyi Rasulullah'ın hanımları nakletmiş ve onlar sebebiyle müslümanlar çoğalmıştır.

Ahmed b. Hanbel, Müsned'de; Nesâî, Sünen'inde; Taberânî, el-Evsat'ta; Ebu Ya'lâ, Müsned'inde; Hâkim, el-Müstedrek'te; Beyhakî de Sünen'de, Enes'ten Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler:

O"

"Dünyadan bana kadın ve hoş koku sevdirildi. Gözümün nuru ise, namazdır.[44]

 

4- Peygamberlerin Sünneti:

 

Evliliğin, peygamberlerin sünnetlerinden biri olduğuna dair Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî, Ebû Eyyüb el-Ensârî'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler:

"Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: 1- Haya, 2- Güzel koku sürünmek, 3- Misvak kullanmak, 4- Evlenmek. [45]

 

Kuran Ve Sünnette Evliliğe Teşvik

 

Evlenmek bu değerde olunca Kur'an ve Sünnetin onu övüp teşvik etmelerine ve ister cinsi arzuların başka bir yolla tatmini, ister terke-dilerek Allah'ın ona bağlı kıldığı içtimaî görevlerin yerine getirilmele­rine engel olunması şeklinde olsun diğer yolların hepsinden şiddetle sakındırmalarında şaşılacak bir şey yoktur.[46]

 

Zinanın Yasaklanması Ve Yabancı Kadına Bakmamanın Emredilmesi:

 

Cinsi arzuların başka yollarla tatmin edilmesini kaldırmak için zina yasaklanmış ve yabancı kadına bakmama emredil­miştir. Aynca evlilik yükümlülüklerini yerine getirmekten aciz olanlar ve sorumluluklarını üstlenemeyenler, imkân elde edinceye kadar iffetli davranmak ve istikamet üzere olmakla emrolunmuslardır.

Allah'ın izniyle bu konuyu yakında ele alacağız. [47]

 

Evlenmemeye Karşı Kur'an'ın Tavrı:

 

Kur'an, evlenmemek ve ruhbanlığın, Allah'ın helal kıldığım haram kılmak olduğunu beyan etmektedir. Ruhbanlık bid'at olup Allah böyle birşeyi emretmiş değildir.

Bu durum şu ayetlerde belirtilmektedir:

"Ey inananlar, Allah'ın size helal kıldığı güzel ve temiz şeyleri haram etmeyin, sınırı aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez.[48]

"Sonra bunların peşinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Arkalarından Meryem oğlu İsa'yı da gönderdik; ona İncil'i verdik ve ona uyanların kalblerine şefkat ve rahmet (duygusu) koyduk, tcad ettikleri ruhbanlığı, biz onlara yaz­mamıştık, yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için (onu kendileri icad ettiler) fakat ona gereği gibi de uymadılar. [49]

 

Evlenmemeye Karşı Sünnetin Tavrı:

 

Evlenmemekten kasıt ne olursa olsun, sünnet, bunun, fıtratı işlevsiz kılmak, haklan heder etmek, helâl şeyleri haram kılmak, sünnetten yüzçevirmek ve Allah'ın izin vermediği birşeyi yapmak ola­rak değerlendirmektedir. Bütün bunların yanında ayrıca topluma karşı ferdin ifa etmesi gereken olumlu rolünü yapmamasına bir sebeptir.

Taberî, Ibnu Cüreyc tarikiyle Mücahid'in şöyle dediğini rivayet et­mektedir: Aralarında Osman ve Abdullah b. Amr'ın da bulunduğu saha­beden bir grup, kadınlarla ilgilerini tamamen keserek kendilerini sırf ibadete vermeğe, eski çul ve paçavralar giymeğe karar verdiler. Bunun üzerine şu ayet indi: "Ey inananlar, Allah'ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri (kendinize) haram kılmayın, sınırı aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez. Allah'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rıziklardan yeyin ve kendisine iman etmiş bulun­duğunuz Allah'tan korkun. [50]

Ibnu Cüreyc, Ikrime'nin şöyle dediğini nakletmektedir: Osman b. Maz'un, Ali b. Ebî Tâlib, Ibnu Mes'ud, el-Mikdad b. el-Esved ve Ebû Hu-zayfe'nin kölesi Salim, dünyadan el-etek çekenlerden idiler; evlerde oturup kadınlardan uzak durdular, kaba elbiseler giydiler, hoş yiyecek ve giyecekleri kendilerine yasaklayıp Israiloğullarmdan kendilerini ma-bedlere kapatanların yiyecek ve giyecekleriyle yetindiler, kendilerini er­keklikten düşürmeye kalkıştılar, gece ibadetle meşgul olmaya ve gündüzleri oruç tutmaya karar verdiler. Bunun üzerine şu âyet indi: "Ey inananlar, Allah'ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri (kendinize) haram kılmayın, sınırı aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez."

Onlar hakkında bu ayet indiğinde Rasûlullah (s.a.v.) onları çağırtarak şöyle buyurdu: "Kendi canınızın üzerinizde hakkı vardır, gözünüzün üzerinizde hakkı vardır; bazen oruç tutun, bazen tutmayın; bazen namaz kılın, bazen uyuyun. Bilesiniz ki, sünnetimizi (yolumuzu) terkeden bizden değildir." Onlar da şöyle dediler: Rabbimiz, emirlerine teslim olduk ve (yaptığımızdan vaz­geçerek) indirilene tâbi olduk. [51]

 

Haklara Riayet Konusunda Bir Uyarı:

 

Ibu Cerir'in Ibnu Abbas'tan naklettiği bir rivayete göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden öncekiler arasında kendilerini zora koşanlar oldu. Allah da onlara zorlaştırdı. îşte kardeşleri kilise ve ma­nastırlardalar (aynı yolu devam ettiriyorlar). Sizler ise, Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Namazı kılın, ze­katı verin, Ramazan orucunu tutun, haccedin, umre yapın ve dosdoğru olun ki size dosdoğru yol gösterilsin. [52]

Dünyadan eletek çekmelerine sebep neydi?

Vahidî böyle davranmalarının sebebini şöyle zikreder: Rasûlullah (s.a.v.) ahireti anlatıp onları ahiret azabı hakkında korkuttu. Bunun üzerine sahabeden şu on kişi toplandı: Ebû Bekir, Ömer, Ali, Ibnu Mes'ud, Ebû Zerr, Ebû Huzayfe'nin kölesi Salim, el-Mikdad, Selman, Abdullah b. Amr b. el-Âss ve Ma'kıl b. Mukarrin bunların hepsi Osman b. Maz'un'un evinde toplanıp gündüzleri oruç tutmak ve geceleri ibadet etmek üzere anlaştılar. [53]

Ibnu Hacer, aralarında Abdullah b. Amr'ın da zikredilmesini tartışma konusu yapmış ve şöyle demiştir:

Bu rivayet pek sıhhatli görünmüyor, çünkü tesbitime göre Osman b. Maz'ûn, Abdullah'ın hicretinden önce vefat etmiştir. [54]

Kaç kişiydiler?

Buhârî'nin nakline göre Muhammed b. Ca'fer, Humayd b. Ebî Hu-mayd et-Tavîl'den onun, Enes b. Malik'in şöyle dediğini duyduğunu nakleden

"Üç kişi [55]Peygamber (s.a.v.) hanımlarının evlerine gele­rek Peygamber'in (s.a.v.) ibadetim sordular. Kendilerine Pey-gamber'in ne kadar ibadetle meşgul olduğu haber verildiğinde, bunu az bulmuş olmalılar ki şöyle dediler: Ama o bir peygam­berdir ve onun geçmiş ve gelecek günahları affedilmiş ti, o ne­rede, biz nerede? Onlardan biri şöyle devam etti: Ben şahsen gecenin tamamım namaz kılmakla geçiririm. Diğeri: Ben, yıl boyu oruç tutarım, tutmadığım gün yoktur, dedi. Üçüncüsü ise şöyle dedi: Ben kadınlardan uzak dururum, asla evlenmem, tşte bu sırada Peygamber (s.a.v.) yanlarına gelerek şöyle buyurdu: Şöyle şöyle diyen siz misiniz? Allah'a yemin ederim ki, ben siz­den daha çok Allah'tan korkar ve O'nun emirlerini gözetirim. Bununla birlikte bazen oruç tutarım, bazen tutmam; bazen na­maz kılar, bazen uyurum. Kadınlarla da evleniyorum. Kim be­nim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir. [56]

Müslim, Nesâî, Hammâd b. Seleme'den, o, Sabit'ten ve o da Enes'ten bu hadisi yakın lafızlarla nakletmişlerdir. [57]

Sayı yönünden bu rivayetle yukarıdaki rivayet arasında bir çelişki yoktur. Bu görüşe katılanlar on kişi idi. Onlardan üçü, Peygamber'in (s.a.v.) eşlerine giderek onun ibadet durumunu sormayı üstlenmişlerdir.

Hatta buna azmetmiş olanlar belki sadece bu on kişi de değildi. Belki başkaları da bu karara varmıştı ama Peygamber'in (s.a.v.) böyle birşeyi tasvip edip etmeyeceğini görmek için kararlarını erteliyorlardı.

Dârimî, Sa'd b. Ebî Vakkas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Osman b. Maz'un, kadınlarla ilgisini kesmeye karar verdiğinde Peygamber (s.a.v.) onu çağırtarak ona şöyle dedi:

"Ey Osman, ben ruhbanlıkla emrolunmadım." Osman: "Ta ki ya Rasûlallah" dedi. O zaman Peygamber (s.a.v.) şöyle devam etti: "Namaz kılmak ve uyumak, oruç tutmak ve tutmamak, ni­kahlanmak ve boşanmak benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimden yüzçevirirse benden değildir. Ey Osman, ailenin senin üzerinde hakkı vardır, nefsinin de senin üzerinde hakkı vardır."

Sa'd dedi ki: Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah (s.a.v.), Osman'ın durumunu tasvip etseydi, müslümanlardan bir grup, kendilerini erkek­likten düşürüp (iğdiş olup) tebettülü kararlaştırmışlardı.[58]

Bunun ötesinde bu rivayet, içtimaî haklarla başka hakların gözetilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Nitekim bu hususa yukarıda işaret etmiştik.

Rivayeti nakledilen Sa'd'ın, olayı naklettikten sonra söyledikleri:

Sa'd b. Ebî Vakkas, rivayeti naklettikten sonra hep şunu da tekrar ederdi: Rasûlullah (s.a.v.), Osman'ın bu durumunu reddetti. Eğer ona tebettülü caiz görseydi, kendimizi iğdiş ederdik. [59]

Tebettül'ün anlamı:

Ibnu'1-Esir, en-Nihaye, I. 94'te şöyle der:

Tebettül: Kadınlardan uzak durmak ve onlarla ilişkiyi kesmektir. Kadınlar hakkında da kullanılır.

Erkeklerle ilgisi olmayan ve onlara karşı arzu duymay­an demektir. Hz. İsa'nın (a.s.) annesi Meryem ile Hz. Fatıma bu isimle Betül- isimlendirilmişlerdir. Çünkü Hz. Meryem kendi döneminin kadınlarından hem fazilet, hem din, hem de nesebçe ayrı idi. Dünyadan el-etek çekip kendini Allah'a ibadete vermesi sebebiyle kendisine bu is­min verildiği de söylenir.

Hisâ'ın ne anlama geldiğine gelince, Ibnu Hacer, bunun, erkeklik yumurtalarının alınması -iğdiş olma- anlamına geldiğini söyler. [60]

O halde Sa'd b. Ebî Vakkas'ın zahire göre şöyle demesi gerekirdi:

"Rasûlullah (s.a.v.), Osman b. Maz'un'a tebettülü yasakladı, kendi­sine izin verseydi, biz de tebettülü yapardık." O halde Sa'd niçin böyle demedi? "Ihtisâ' caiz miydi ki, eğer ona izin verilseydi ihtisâ olurduk" dedi. İhtisâ sözcüğüyle kasdedilen nedir?[61]

 

1. Sa'd Niçin: 'İzin Verseydi İhtisâ Olurduk" Dedi?

 

Birinci mesele hakkında Nevevî şöyle demektedir:

sözüne gelince, bunun anlamı şudur: Şayet kadınlardan ve diğer dünya lezzetlerinden kesilmesine izin verseydi, biz de, kadınlara karşı şehvetimizi tamamen yok etmek ve tam bir tebettül imkânına kavuşmak için ihtisâ (iğdiş) olurduk. [62]

Aynî, bu görüşü'reddeder ve şöyle der [63]Aksine, bunun doğru izahı şöyledir: Osman b. Maz'un'un tebettül isteğine Rasûlullah cevaz verseydi onların iğdiş olmaları caiz olurdu. Çünkü Osman'ın tebettüle izin istemesi, iğdiş olmaya izin isteme şeklindeydi. Nitekim bu husus Aişe bintu Kudâme b. Maz'un hadisinde açıkça anlatılmaktadır. Sözkonusu hadiste Aişe, babasından ve o da kardeşi Osman b. Maz'un'dan şöyle dediğini nakleder: "Ya Rasûlallah, savaşlara çokça git­memiz sebebiyle bekârlık bize ağır geliyor, iğdiş olmam hususunda bana izin verir misin?" Osman'ın bu isteğine karşılık Rasûlullah şöyle demiştir: "Asla! Ama ey Ibnu Maz'un, oruç tut çünkü o, kadınlara karşı arzuyu köreltir. [64]

Nevevî ve Aynî'nin görüşleri tenkid süzgecinde:

Nevevî ve Aynî'nin görüşlerini tartışmaya geçmeden önce Osman b. Maz'un'un ne yaptığını, yaptığına karşın Peygamber'in (s.a.v.) ne dediğini tam olarak tesbit etmemiz gerekiyor. Ancak bu şekilde doğruyu tam olarak tesbit edebiliriz,

Osman'ın takındığı üç tavır:

Tesbitlerimize göre Osman'ın takındığı üç tavır vardır:

Birincisi: Kadınlardan ve dünya lezzetlerinden uzak durmaya az­metmesi ve bunu duyan Peygamber'in (s.a.v.) onu çağırtması. Yukarıda Dârimî'den naklettiğimiz rivayet buna delalet ediyor.

İkincisi: Tebettüle karar verip fiilen buna başladıktan sonra be­raberindekilerle birlikte, şehvetlerine tümden son vermek için iğdiş ol­maya azmetmişler. Peygamber (s.a.v.), kendisiyle arkadaşlanm çağırtıp durumu onlardan öğrenmek istemiştir. Herhalde bu sırada Osman du­rumu Peygamber'e (s.a.v.) anlatmış ve iğdiş olmak için izin istemiştir. Peygamber (s.a.v.) de hem tebettülü, hem de iğdiş olmasını yasaklamış ve doğru yolun ne olduğunu kendisine açıklamıştır. îşte bu sırada "Ey inananlar, Allah'ın size helal kıldığı güzel ve temiz şeyleri (kendinize) haram kılmayın, sınırı aşmayın" ayeti inerek güzel ve temiz şeylerin haram kılınmasıyla tebettülü ve sının aşmayı haram kılmak suretiyle de iğdiş olmayı yasaklamıştır. Nitekim Ibnu Cerir'in, sözkonusu ayet hakkında Muhammed b. Hüseyin'den, o da Ahmed b. Mufaddal'dan, o da Esbat'tan ve o da Süddi'den naklettiği şu rivayet buna delalet etmek­tedir.[65]

Birgün Rasûlullah (s.a.v.) ashabı arasında oturarak onlan ahiret azabıyla korkuttu. Korkutucu şeyler anlatmakla yetindi, başka şeyler anlatmadı. Bunun üzerine Rasûlullah'ın (s.a.v.) ashabından on kişi -ki Ali b. Ebî Talib ve Osman b. Maz'un bunlar arasındaydı- dediler ki: Eğer hiçbir günah işlemezsek korkulacak birşey yok. Mesela hristiyan-lar bazı şeyleri kendilerine haram kıldılar, yasakladılar, biz de kendi­mize bazı şeyleri yasaklayalım. Böylece bazısı et ve yağ yemeyi kendine yasakladı ve hep oruç tutmaya karar verdiler. Bazısı uyumayı, bazısı da kadınlara yaklaşmayı kendine yasakladı. Osman b. Maz'un da kadınları kendine yasaklayanlardandı. Kadınlarının yanına gitmemeye başladı. Bunun üzerine Havla ismindeki eşi, Hz. Aişe'ye gitti. Hz. Aişe'nin yanında Peygamber'in (s.a.v.) eşlerinden başkalan da vardı. Hz. Aişe ve yanındakiler:

Havla, neyin var rengin solmuş, saçlannı taramamış ve güzel koku sürünmemişsin? dediler. Havla:

Nasıl güzel koku sürünüp taranayım, şu kadar zamandır kocam yanımda yatmadı, eteğimi kaldırmadı!... dedi. Hz. Aişe ve beraberinde­kiler onun bu sözlerine güldüler. Onlar henüz gülüyorlarken Rasûlullah (s.a.v.) içeri girdi ve neye gülüyorsunuz? dedi. Hz. Aişe dedi ki:

Ya Rasûlallah, Havlâ'ya gülüyoruz, durumunu sordum, cevap ola­rak: Şu kadar zamandır, kocam eteğimi kaldırmadı, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Osman'ı çağırtarak ona:

"Osman, ne oluyor sana?" dedi. Osman:

"Bunu Allah için yapıyorum, tüm vaktimi ibadete vermek için" karşılığını verdi ve durumunu Rasûlullah'a (s.a.v.) anlattı. Osman, nef­sini öldürmek istiyordu. Rasûlullah:

"Yemin et, döner dönmez eşinle yatacaksın" dedi. Osman:

"Ya Rasûlallah, orucum" deyince, Rasûlullah:

"İftar et" dedi. Osman da iftar etti ve eşiyle yattı. Havla ertesi gün Hz. Aişe'nin yanına geldi. Saçını taramış, gözlerine sürme çekmiş ve güzel kokular sürünmüştü. Onu bu durumda gören Hz. Aişe, gülerek:

"Neyin var Havla" dedi. Havla, o akşam kocasının kendisiyle yattığını anlattı. Rasûlullah buyurdu ki:

"Bazılarına ne oluyor ki, kadınları, yiyecekleri ve uykuyu kendile­rine yasaklıyorlar. Halbuki ben hem uyurum hem de gece ibadetine kalkarım. Bazen oruç tutanm, bazen tutmam. Kadın-larıma da yak­laşıyorum. Her kim benim sünnetimden yüzçevirirse, o benden değildir. Bunun üzerine "Ey inananlar, Allah'ın helal kıldığı hoş ve güzel şeyleri (kendinize) haram kılmayın, sınırı aşmayın" ayeti indi. Osman'a diyor ki: "Nefsini helal şeylerden mahrum ederek öldürme, çünkü sınırı aşmak işte budur." Yeminlerinin keffaretini de Ödemelerini istedi ve şöyle buyurdu: "Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yemin­lerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar.[66]

Takınılan tavırların etkenlerinin farklılığı:

Takınılan bu iki tavırda tebettül etkeni, her ikisinde de Allah kor­kusudur ve burada yolculuk sözkonusu değildir. Üçüncü tavır ise, savaş için sefere çıkmaktan dolayıdır ve bunda açık açık iğdiş olmak için izin isteme vardır. Ayrıca bu izin şu üç sebepten dolayı istenmektedir:

Birincisi: Savaş için sefere çıkan kişi, uzun müddet hanımından ve akrabalarından uzak kalabilmektedir, işte bu durumda bekâr kalma ona sıkıntı vermektedir.

ikincisi: Bu durumdaki bekârlığın kendisine sıkıntı verdiği kişi, evlenmek suretiyle bu sıkıntısını gidermek istese, nikahlayacağı bir kadın bulamamaktadır.

Üçüncüsü: Mukim olan kişi, -evlenme imkânım bulamadığı tak­dirde- şehevî azgınlığını oruçla tedavi edebilir. Oysa seferde olan için oruç tutmamak müstahabtır. O halde seferde olan bu arzusunu nasıl gemlesin? işte Osman b. Maz'un ve başkalarını iğdiş olmayı düşünmeye sevkeden durum budur.

Bu konuda Ibnu Maz'un hakkında Ibnu Abdilberr'in naklettiğini yukarıda zikretmiştik.

Taberânî, îbnu Maz'un'dan yine şunu nakletmektedir: Ya Rasûlallah, bekâr kalmak bana sıkıntı veriyor, bana izin ver iğdiş olayım, dedi. Rasûlullah: "Hayır, ama oruç tut" buyurdu. [67]

Buharı de, Abdullah b. Mes'ud'dan şunu nakletmektedir: Ibnu Mes'ud dedi ki: Rasûlullah'la (s.a.v.) birlikte savaşa çıkmıştık. Hanımlarımız yanımızda değildi. Ondan iğdiş olmamız için izin istedik ama bizi bundan sakındırdı. Sonra mut'a nikahı yapmamıza izin verdi ve bize şu ayeti okudu: "Ey inananlar, Allah'ın helal kıldığı hoş ve güzel şeyleri (kendinize) haram kılmayın. Allah, sınırı aşanları sevmez. [68]

Buharî, Ebû Hüreyre'den de şöyle dediğini nakletmektedir:

Ya Rasûlallah, ben gencim ve harama düşmekten korkuyorum. Bir kadınla evlenecek imkanlarım da yok. (Ebu Hüreyre bu sözleriyle iğdiş olmaya izin istiyordu) [69] Rasûlullah sustu, bana cevap vermedi. Son­ra aynı şekilde durumumu tekrar arzettim. O zaman şöyle buyurdu: "Ya Ebâ Hüreyre, senin karşılaşacağın mukadderatı yazan kalem (in mürekkebi) kurumuştur. Bu durumda ister kendini iğdiş et, ister öylece kal. [70]

Sa'd neyi anlatmak istiyordu?

Sa'd b. Ebî Vakkas'ın: "Rasûlullah (s.a.v.), Osman b. Maz'un'un te­bettül isteğini reddetti. Eğer ona izin verseydi, iğdiş olurduk" sözüyle söylemek istediği, takınılan bu üç tavrın iyice incelenmesiyle ancak iyi anlaşılabilir.

Nevevî, sadece birinci tavra bakıp görüş ileri sürmüştür.

Aynî de, sadece üçüncü tavrı hesaba katmış ve bundan dolayı Nevevî'nin görüşünü reddederek kendi görüşünü ileri sürmüştür.

Gerçek o ki, her biri, meseleye baktığı açıdan ve düşüncesini yoğunlaştırıp savunduğu çerçeve içerisinde haklıdır. Ancak ikisi de meseleyi ihata ederek bütün yönlerden ona bakmamışlardır.

Nitekim tebettülün (kadınlardan uzak durarak kendini ibadete vermenin) etkenlerinin nasıl birbirlerinden farklı olduğunu ve iğdiş olma isteğinin nasıl farklı tavırlarda gündeme geldiğini gördük.

O halde, Aynî'nin Nevevî'yi hatalı bulmasının yeri yoktur.

Biz de görebildiğimiz kadarıyla meselenin çeşitli yönlerine baka­rak hak bulduğumuz görüşü anlatmaya çalıştık. Ama her bilgi sahibi­nin üzerinde daha bilgi sahibi vardır.[71]

 

2- İğdiş Olma Caiz Mi?

 

Geriye iğdiş olma meselesi kalıyor, iğdiş olma caiz mi ki sahabe­den bazısı Peygamber'den bu hususta izin istiyor?

Nevevî: izin istemeleri, ictihadlarına dayanarak bunun caiz olduğunu zannetmelerinden kaynaklanıyor. Ne var ki bu zanlan hakka muvafık değildi. Çünkü iğdiş olma küçük olsun, büyük olsun insan için haramdır, demek suretiyle bizi bunu anlatma yükünden kurtarmış oluyor. [72]

 

3- İğdiş Olmayı Reddetmenin Anlamı:

 

iğdiş olmanın reddine gelince, Rasulullah'm onu reddettiği vuzuha kavuşmuş durumdadır.

Yukarıdaki rivayetin ardından gelen ve Müslim'in yine Sa'd b. Ebî Vakkas'tan naklettiği rivayet buna delalet etmektedir.

Osman b. Maz'un kadınlardan uzak durmak istedi, fakat Rasûlullah (s.a.v.) onu bundan sakındırdı. "Eğer ona bu hususta cevaz verilseydi, biz de iğdiş olurduk." [73]

 

İğdiş Olma Niçin Yasaklanmıştır?

 

iğdiş olmanın yasaklanmasının hikmetine gelince, bu konuda îbnu Hacer şöyle demektedir: iğdiş olmanın yasaklanması, kafirlerle cihadın devamı için neslin çoğalması isteğinden kaynaklanmaktadır. Şayet izin verilmiş olsaydı, müslümanların birçoğu bu yola başvurabilir ve neslin devamı kesilebilirdi. Neslin kesilmesiyle de müslümanların sayısı azalırdı. Ayrıca iğdiş olmada birçok mefsedet de vardır. Bunlardan bir­kaçı şöylece sıralanabilir: Kişinin kendi kendisine işkence yapması, çirkinleştirmesi ve ölümle son bulabilecek zarara sokması, erkekliği yi­tirmesi, Allah'ın yaratmasını değiştirmesi, verilen nimetin kadrini bil­memesi, çünkü kişinin erkek olarak yaratılması, büyük nimetlerdendir. Erkek kişi erkekliğini yok etmekle kendini kadına benzetmiş olur ve ek­sikliği erdemliğe tercih etmiş olur. [74]

 

İğdiş Olmayı Yasaklayan Hadisler:

 

Bu nedenle, birçok hadiste değişik ifadelerle iğdiş olma yasak­lanmıştır. Nebevî eğitim insanları daima olumluluğa yöneltmiştir. Yüce Allah, bu ümmet için selbîlik ve toplum dışıhğına karşı olumluluğu, daha üstün olanı seçmiştir.

Yasaklamayı ifade eden hadislere gelince: Sa'd b. Mansur Sünen'de, Ahmed Müsned'de, Taberânî el-Evsat'ta, Ibnu Hibban Sa-hih'de, Beyhakî Sünen'de, Enes b. Malik'in şöyle dediğini naklederler: "Rasûlullah (s.a.v.) evlenmeyi emreder, bekâr kalmaktan şiddetle sakındırır ve şöyle buyururdu: "Seven ve çok doğurgan kadınla evlenin, çünkü ben, kıyamet günü diğer peygamberlere karşı çokluğunuzla övüneceğim.[75]

Semüre b. Cündeb şöyle demektedir: "Rasûlullah (s.a.v.) kişinin bekâr kalmasını yasaklar ve müminlerin evlerine (onlardan ha­bersiz) girmeyi haram sayardı. [76]

Enes'ten Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kendinize size ağır gelecek şeyler yüklemeyin, o zaman Allah da yükünüzü ağırlaştırır. Çünkü bir kavim kendilerine ağır bir yük yüklediler Allah da yüklerini ağırlaştırdı. İşte onların kalıntıları, manastır ve kiliselerde. Onlara emretmediğimiz bir ruhbanlık uydurdular. [77]

Ahmed, Ebû Davud, Hâkim, Ibnu Abbas'tan Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: "Islamda sarûre (bekâr kalmak) yoktur.[78]

Kadı lyâz şöyle demektedir: "Sarûre", nikahlanmaktan uzak du­ran ve ruhbanlık yolunu tutan kimse için kullanılır. Bu sözcük şuradan gelmektedir. Kişi bir suç işlediğinde Kabe'ye sığınırdı ve burada kaldığı müddetçe dokunulmazlık içerisinde olurdu, işte bu durumdaki kişiye "sarûre" denirdi. Sonra kelimenin anlam çerçevesi genişlemiş ve kadınlardan uzak durup kendini ibadete veren herkes için kullanılır olmuştur.

Asla haccetmemiş kimseye de "sarûre" denir, sanki o haccetmek­ten kaçınmış ve kendine haccetmeyi yasaklamıştır.

Hadiste anlatılmak istenen şudur: Müslümanlar arasında evlen­meye gücü yettiği halde evlenmeyen ve haccetmeye gücü yettiği halde haccetmeyenin bulunması yaraşmaz.

Islamda haccetmeyi ya da evlenmeyi engelleyen bir durum yoktur; haccetmemek de, evlenmemek de caiz değildir. [79]

 

Daha Faziletli Olana Yönlendirme:

 

Daha faziletli olana yönlendirmeye gelince:

Ahmed, Câbir'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bir genç Rasûlullah'a (s.a.v.) gelerek: iğdiş olmama izin verir misin? dedi. Rasûlullah: "Oruç tut ve Allah'tan fazlım dile" buyurdu. [80]

Peygamberin (s.a.v.) gence verdiği cevaptan o gencin, evlenmek­ten sakınmakla birlikte maddî durumunun müsait olmaması sebebiyle iğdiş olmayı istediği anlaşılmaktadır. Peygamber (s.a.v.), şehvetini kırsın diye onu oruç tutmaya ve maddi durumu düzelip evlenme im­kanına kavuşması için de Allah'a dua etmeye yönlendirmiştir.

Ahmed'in Abdullah b. Amr'den naklettiği de buna yakındır. Sözkonusu rivayette Abdullah b. Amr şöyle demektedir: Biri, Rasûlullah'a (s.a.v.) gelerek: Ya Rasûlallah, bana izin ver; iğdiş olayım, dedi. Rasûlullah (s.a.v.): "Ümmetimin iğdiş olması, oruç tutması ve gece ibadete kalkmasıdır" şeklinde cevap verdi. [81]

 

Îslanıda Ruhbanlık, Allah Yolunda Cihaddır:

 

Peygamber (s.a.v.) şu sözleriyle ümmeti için ruhbanlığa sağlıklı bir anlam kazandırmıştır:

"Her ümmetin bir ruhbanlığa vardır; bu ümmetin ruh­banlığı ise, Allah yolunda cihad etmektir.[82]

Ebû Said el-Hudrî, Peygamber'den (s.a.v.) kendisine tavsiyede bu­lunmasını istedi. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Sana Allah'tan kork­mam tavsiye ederim, herşeyin başı odur. Ayrıca cihada sarıl. Çünkü o, Islamın ruhbanlığıdır. Allah'ı an ve Kur'an oku. Çünkü Kur'an gökte se­nin için rahmet ve yeryüzünde zikrindir. [83]

Peygamber (s.a.v.) bu sözleriyle kadınlardan uzak durmayı en et­kili bir şekilde reddediyor. Çünkü bekâr kalmak, kuvvet açısından ümmetin temel direği olan neslin kesilmesine sebeptir. Cihad için yeni nesillere ihtiyaç vardır ve bu ümmette kıyamete kadar cihad sürekli olacaktır.

Bu yönlendirmeyi sahabe nasıl karşıladı?

Sahabe -Allah kendilerinden razı olsun- bu değerli nebevi yönlendirmeleri hemen pratiğe aktarıyor, anlayışlarım düzeltiyor ve bu yönlendirmelere uygun bir şekilde üstün bir hayat ve ahlâka erişiyorlardı.

Ahmed, Sa'd b. Hişam'dan onun Hz. Aişe'ye şöyle dediğini nak­leder: Sana evlenmeyip bekâr kalmayı sormak istiyorum, bu konuda ne dersin? Hz. Aişe ona şöyle cevap verir: Böyle birşey yapmayasın. Yüce Allah'ın "Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik[84] sözünü duymadın mı? Sakın bekâr kalmayasın. [85]

Ahmed b. Hanbel diyor ki: Hişam, dini iyi öğrenerek Medine'den ayrıldı ve Basra'ya gitti. Kısa bir müddet sonra da Mekrân topraklarına gitti ve orada iyi bir amel üzere olduğu halde öldürüldü.

Yani Islamın emirlerine riayet etti ve Allah yolunda hakkıyla ci­had etti, böylece mutlu bir son ile hayatını noktaladı.[86]

 

Kuran Ve Sünnete Göre Evliliğin Hikmet Ve Gayesi

 

Bekâr kalma yasaklandığına göre acaba evliliğin emre dilmesinin hikmeti nedir? Neden en üstün yol olarak kabul edilmiştir?

Bu sorulara cevap verebilmemiz için evliliğin gayelerinden bahset­memiz gerekiyor.

Ancak bu şekilde nebevi sünnetin bu husustaki metodu anlaşılmış olur. Ancak bu konuda sünnetin, sadece Kur'an'ın konuyla ilgili an­lattıklarım açıklamakla mı yetindiğini, yoksa konuyu bağımsız olarak mı ele aldığını ve bağımsız olarak ele almışsa, meselenin bütün yönlerinde mi, yoksa bir kısmında mı bağımsız olduğunu anlayabilme­miz için önce Kur'an'ın bu konuda anlattıklarını incelememiz gerekiyor.

Bunun yanında incelenmesi gereken diğer bir husus var.

Evliliğin temel gayeleri ve Kur'an'la sünnetin önemle gündeme ge­tirdikleri, evliliğin psikolojik bir husus olduğudur. O halde bu konuda psikologların tesbitlerini arzetmemiz kaçınılmazdır. Ancak o zaman modern ilmin yeni birşey mi keşfettiğini, yoksa Kur'an ve Sünnet mi, ta nübüvvet asrından beri bunları gündeme getirmiştir, bunu tesbit etmiş olacağız.[87]

 

Psikolojiye Göre Evlilik:

 

Psikologlar evliliğin, insan vicdanının güven duyma ve huzur ar­zusunu doyurmaya vesile olduğunu söylerler. Derler ki: insan, fikrî ve medenî gelişimiyle hayatta karşılaştığı problemlerden dolayı sadece hayvanî arzularını tatmin etmekle yetinemez. Gayesine ulaşmak ve me­sajını iletmek için sürekli bir mücadele içerisindedir.

Bu durum, güven ve istikrar içerisinde olmasını gerektirir. Sevgi­sine karşılık veren, onu teselli eden, kendisine dinlenme ve huzur vasıtalarını sağlayan, yorgunluk ve zorlukları kendisine kolaylaştırıp azim ve gayretini bileyen, onu önemli işlere teşvik eden, uzak emelleri yakın gösteren, hayatın yorgunluklarına ve ağır sorumluluklarına karşı onun yardımına koşan, hayat boyu bollukta ve sıkıntılı durumlarda onun yanında yer alan sevgi dolu bir kalbe ihtiyaç vardır. Ancak bu şekilde sevgi ortamına kavuşur. Şefkat ve merhamet kanatlarını üzerinde hisseder. Onda vefa duygusu gelişir, iyilik eğilimi onda kuvvet kazanır. Barış ve huzur esintisini hisseder. Sosyal ve ekonomik etkenler karşısında bu vicdanî ve ruhî etkenler, salt biyolojik ve fizyolojik etkenlerden daha çok ona rehberlik ederler.

Cinsi arzular yönünden meseleye baktıklarında şu kanatlarını belirtirler: Kişi, örf ve geleneklerin ortaya koyduğu, şeriat ve yasaların düzenlediği çerçevenin dışında cinsi arzulannı tatmin etmeye kalktığında içinde mahcubiyet ve pişmanlık duygularını tahrik eden, vicdan azabına sebep olan bir ortamla karşı karşıya kalır. Değer yargıları ile yaptıkları onda sürekli bir iç çatışmanın doğmasına sebep olur; ruhî bunalımlara düşer. Psikolojik hastalıklar onun için kaçınılmaz olur.

Cinsi arzu, bir an için, insan bedenini tümden sarıp aklını başından alsa da geçicidir. Bazen güçlenir, bazen zayıflar, bazen görünür, bazen kaybolur. Erkekte de, kadında da tabiat kanunlarına uygun seyreder; her dönemde değişime uğrar. Ama erkek olsun, kadın olsun, her dönem için insan ruhî istikrara muhtaçtır.

O halde erkek de, kadın da bedenî bağlardan çok, hayat boyu sıcaklığını hissedecekleri ruhî huzura, karşılıklı anlayışa ve ortaklığa muhtaçtırlar. Yaşlan ne kadar ilerlerse ilerlesin, cinsî arzulan ne kadar körelirse körelsin ve ne denli büyük problemlerle karşılaşırlarsa karşılaşsınlar herbiri diğerine kendisini koruyan, şefkatli bir eş gözüyle bakacaktır.

Bu nedenle insan bu hissî, ruhî ve vicdanî susuzluğunu örfün hoşnutluğu ve kanunun himayesinde giderecek bir kurumu, bir üniteyi tercih etmektedir.

Bu kurumun en güzel meyvelerinden olan bir evlada kavuştuğunda ise kişi, içinde gıpta ve şefkat duygularının raksetmeye başladığını hisseder. Bu duygular onu, doğan o tomurcuğun gözetim ve gelişimini üstlenmeye sürükler. Nihayet o tomurcuk gelişip güçlenir, kendi kendine yeterli hale gelir ve hayattaki rolünü kendisi üstlenir.[88]

 

Kurana Göre Evliliği Teşvik Ve Evliliğin Gayeleri:

 

Psikologlann vardıklan bu sonuçlar, Kur'an-ı Kerim'in on dört asır önce anlattıklarının ancak bir kısmıdır. Kur'an, evliliği, Allah'ın varlığını isbat eden kevnî ve insanî delillerinden biri olarak değerlendirir; akıllan, buradaki hikmetli nizamın ihtiva ettiği sır ve gayeleri düşünmeye sevkeder.

Şu ayeti derin derin düşünelim:

"O'nun ayetlerinden biri de kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet   peyda etmesidir.   Şüphesiz   bunda,   düşünen   bir

toplum için ibretler'vardır.[89]

Ayet beş hususa işaret etmektedir:

a- Eşlerin kendi nefislerinden yaratılmış olması.

b- Bu eşlerle kaynaşma.

c- Allah'ın eşler arasında sevgi peyda etmesi.

d- Aralarında merhamet peyda etmesi.

e- Bütün bunlarda mevcut olan ibret ve âyetler.

Bunları tek tek ele alıp incelememiz yerinde olacaktır:[90]

 

a- Eş-Zevclerin Kendi Nefislerinden Yaratılmış Olması:

 

Zevç: Benzesin veya benzemesin eş olan; birlikte olan an­lamındadır. Rağıb el-tsfahanî şöyle demektedir: Eşleşmiş canlılardan herbirine, erkeğine de dişisine de "zevç" denir.[91]Canlılarda da cansızlarda da eş olanlardan her birine yine "zevç" denir. Birbirinin eşi olanlar ister benzer olsunlar, ister birbirlerinin zıddı olsunlar aynı keli­meyle -yani zevç kelimesiyle- ifade edilirler. [92]

Yüce Allah şöyle buyurur: "Onlardan iki çifti; erkeği ve dişiyi var etti. [93]

Yine şöyle buyurmaktadır: "Sen ve eşin cennette oturun. [94]

Eşlerden dişi olanı için "zevce" kullanılırsa da çirkin bir sözcüktür ve kullanılışı hoş değildir. Bu sözcüğün çoğulu "zevcât" şeklinde gelir. Şair şöyle der:

"Kızlarım ve eşim ihtiyaçlarından dolayı şikayet ettiler. [95]

Ezvâc, zevc'in çoğuludur. Yukandaki ayette geçen "ezvâc" kelime­siyle kadın kastedilmiştir. Çünkü daki  zamiri bu ke­limeye aittir ve bu zamir müennes zamiridir.

Bunun anlamı şudur: Kadın, erkektendir ve aynı şekilde erkek de kadındandır. "Hep birbirinizdensiniz. [96] Her ikisi aynı cinstendir. Aynı karakteri taşırlar; insanlık karakterim. Allah bu cinsten kadının eşini yarattığı gibi yine ondan erkeğin eşini de yarattı. Ta ki erkek kadınla, kadın da erkekle kaynaşsın. Çünkü herşey benzerine çeker.

Eşler de ruhlar gibidir. Ruhlar silahlanmış askerler gibidir; tanışan ve birbirlerinden yana olanlar birbirlerine ısınırlar. Birbirlerinden yana ol­mayanlar ise birbirlerinden hoşlanmazlar. Kadın ve erkek aynı maden­den olduklarına göre özellikleri ve unsurları; insan oluşlarını sağlayan temel özellikleri aynıdır. Biri, diğerinden daha çok insan değildir. Hz. Aişe'den merfu olarak nakledilen bir rivayette belirtildiği gibi; kadınlar, erkeklerin öz parçalarıdır[97]"Mümin erkek ve kadınlar, birbir­lerinin velileridir[98] Allah'ın emirlerini yerine getirme, mükellefiyet ve yaptıklarının karşılığını görme yönünden erkek olmak ya da kadın olmak, onlardan birini diğerine karşı ne yükseltir ve ne de alçaltır. Bu alanda her ikisi de eşittir. Yüce Allah şöyle buyurur:

"Erkek ve kadın her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, onu (dünyada) hoş bir hayatla yaşatırız. (Ahirette ise) onların ücretini, yaptıklarının en güzeliyle veririz. [99]

"Rableri, dualarını kabul etti. (Dedi ki): Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiç bir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. [100]

Evet. Yüce Allah:

"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde birtakım iyi davranışa dayalı hakları vardır. Ancak erkekler için kadınlar üzerinde bir üstünlük payı vardır. [101]

"Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve erkekler mallarından harcama yaptıkları için er­kekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur"[102]buyurmak suretiyle erkeği kadına üstün kılmıştır. Ancak bu durum, anlattığımız yön ile çelişmez.

Bizim burada anlattığımız, erkek ve kadından her birinin cevheri­dir, madeni ve cinsidir; erkeğin onun sayesinde erkek ve kadının da onun sayesinde kadın sayıldığı şeydir. Daha öz bir ifadeyle insanlığın kendisidir, işte bu yönüyle ne erkek kadından ve ne de kadın erkekten eksiktir.

Aralarındaki gerçek cazibenin sırrı da budur. Her birini diğerine bağlayan cazibenin sırrı... Onlan birbirine bağlayan ne kuvvettir, ne de güzelliktir, ne şöhret ve ne de maldır. Evlilik sarayının üzerine inşâ

edildiği temel asla bunlar değildir. Başka bir şeydir o. Erkek -aynı şekilde kadın- ne kadar muttaki ve Allah'ın rızasına kavuşmuşlarsa, o denli huzurlu olurlar. Aralarındaki sevgi ve merham­et devamlı olur. Evlilik sarayı sağlam temellere oturtulmuş olur. Her tarafını aydınlık kaplar.

"Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yerin kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez."[103]

Peygamber (s.a.v.): "Kadın dört şey için nikahlanır. Malı için, soyu için, güzelliği için ve dindarlığı için. Sen dindar olana bak. (Değilse) kaybedersin[104] sözleriyle bu insanî yüce anlamlara işaret etmektedir.

Erkeğin kadına üstünlüğü inkâr edilemez bir olgudur. İşlerin düzeni bunun üzerine kuruludur. Çünkü her geminin bir kaptanı, her toplumun yöneticileri vardır, işleri yürütür ve onlardan sorumludurlar.

Aile toplumu; aile ortaklığı da elbette bir gözeticiye, bir yöneticiye muhtaçtır.

Allah erkeği o yapı üzere yaratmıştır; ev ve devlet yönetimine ehil olacak özellikleri ona vermiş sonra da onu çalışmakla, nafakayı temin etmekle sorumlu tutmuştur.

Kişi toplumun nafakasını temin ile sorumlu tutulduğu halde o top­lumun gözetim ve yönetiminin kendisine verilmemesi akıl kârı değildir.

Günümüz medenî insanı da bu prensibin ışığında hareket etmek­tedir. Birçok millette çağımız demokrasi felsefesi de bu temel üzere ku­ruludur.

Bu felsefenin savunucularına göre, bedelini ödeyen yönetir. Vergi­leri ödeyen, devleti ve kurumlarını besleyen halk olduğuna göre, ödediği verginin nereye harcanacağını yönetme hakkı da onundur. Ya direkt olarak ya da seçtiği parlamento yoluyla kendi kendisini o yönetsin, diyorlar.

Bu meselede anayasa uzmanlarının meşhur sözü vardır. "Bedelini Ödeyen yönetme hakkına sahiptir" ya da" ödeyen, yönetir. [105]

Bunun anlamı, idareci ya da parlamenterin, yönetici olmakla hal­ka nazaran daha üst bir cinsten olması, demek değildir, iş bölümü, uz­manlık ve görev demektir. Herkes gücü ve yeteneğine göre bir yerlere oturtulur. Buna göre de vatandaşlarına karşı sorumlulukları vardır.

Erkeğin kadına yönetici olması da sadece bu nedenledir. Kur'an'ın bizzat kendisi bu dediğimize şahitlik etmektedir.

Yüce Allah'ın, rızık konusunda bazı kimseleri bazılarına Üstün kıldığı, bir kısmını, derecelerle diğerlerine karşı yükselttiği, hatta bazı peygamber ve resulleri diğerlerinden üstün tuttuğu Kur'an'da an­latılmaktadır. Yüce Allah şöyle buyurur:

"O resuller ki, biz onlardan bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık.[106]

"Andolsun ki biz, peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık, Davud'a da Zebur'u verdik. [107]

"Allah, rızıkta kiminizi kiminizden üstün kıldı[108]"Onlardan kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. [109]

Yüce Allah burada üstün kılınanın, kendisinden üstün kılındığından ayrı bir cins olduğunu söylemiyor, insan olma yönüyle hepsi eşittir. Yüce AHah'm: "Onun ayetlerinden biri de, kendile­riyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yarat­ması. [110] sözünü açıklarken kasdettiğimiz işte budur.

Bunları anlatıyoruz ki, eşlerin kendi cinsimizden yaratılmış ol­masının, Allah'ın parlak kevnî ayetlerinden biri olduğu gözlerimiz önüne serilsin.

Değilse hangi psikolojik etken kadını erkeğe ve erkeği kadına sev­diriyor, onları bir yatakta yatınyor ve doğan çocuklar her ikisine nisbet ediliyor? Eğer Kur'an, kadım, insan olma yönüyle erkeğin gerisinde, aşağılık bir soy, ya da şeytanın tuzaklarından bir tuzak, ya da geçmiş milletlerde yaygın olduğu gibi Allah'ın rahmetinden kovulmuş ve sadece çocuk doğuran bir vasıta olarak görseydi, bunları anlatır mıydı? Gerçekten geçmişte kadını şeytanın tuzaklarından biri olarak görenler, Allah'ın rahmetinden kovulmuş gözüyle ona bakanlar ya da onu, çocuk doğuran bir alet şeklinde değerlendirenler olmuştur. Nitekim Arap şairlerinden biri şöyle diyor:

"insanların anneleri ancak kaptırlar. [111]

Erkekle kadın arasındaki güçlü bağ bu mu? Erkek böyle bir bağla ve böyle bir anlaşmayla mı kadına bağlı olmalı? Onu böyle mi görmeli? sağlam teminat bu mu?

Yüce Allah'ın şu sözünün anlamını düşünmedin mi?

"Birbirinize karışmış (içli dışlı olmuş) idiniz ve onlar» siz­den sağlam teminat almışlardı.[112]

Birbirinize karışmış idiniz'in anlamı şudur: Sizden herbiriniz sa­dece eşinize aitsiniz, aranızda bir başkası yoktur. Sizden herbiriniz, eşiyle iç içe olmuş, sırrını diğerine aktarmış ve nihayet sanki tek bir vücut olmuşsunuz.

Belki: Onlarla karışmış sizden herbiriniz diğ-erine karışmış" şeklinde bu anlam ifade edilebilir­di. Ancak Kur'anî ifade bu şekilde geldi ki bu derin hakikati pekiştirsin: Erkek, kadındandır ve kadın da erkektendir; onlardan herbiri, diğerini tamamlayan bir cüzdür. kanşma"yı edatı ile geçişli kılmış ki karışma ve içiçeliğin tam olduğuna delalet etsin.

Yüce Allah'ın: : "Sizden sağlam teminat almışlardı" sözüne ge­lince;

El-Mîsak: Pekiştirilerek verilmiş sözdür. Katade'nin şöyle dediği rivayet edilir: Mîsak; Allah'ın kadınlar için erkeklerden aldığı sözdür. O sözde şudur: "Kadınları iyilikle tutmak ya da güzel ve adaletli bir şekilde salıvermek. [113]

Nikah akdi esnasında bu söz alınır ve şöyle denilirdi:

"Allah senin üzerinde gözetleyicidir, ya iyilikle evliliği de­vam ettirirsin ya da güzellikle salıverir, onu boşarsın. [114]

Herhalde burada "mîsak"ın zikredilmesi, onun, sözkonusu içiçeliğin kendisiyle ancak helal olabileceğine işaret etmek ve bunun so­nunda ortaya çıkacak.kurumun kutsallığına ve vefalılığı gerektirdiğine dikkat çekmek içindir.

Buharî, Ukbe b. Amir el-Cühenî'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

"Şartlar içerisinde en çok yerine getirmenizi hakkedeni, kendisiyle nikah kıydığınız ve böylece o kadınla yatmayı kendi­si sayesinde kendinize helal kıldığınız dır. [115]

Allame Aynî, bu hadisi açıklarken Katade'nin görüşüne meylet­mekte ve şöyle demektedir: "Hadis her ne kadar birçok manaya muhte­mel ise de, Kitap ve Sünnet'e muvafık olanı almak evlâdır. Çünkü şârf Kur'an'da bulunmayan her şartı bâtıl saymıştır.[116]

Taberî'ye gelince şu görüşü tercih etmiştir: Yüce Allah bununla, erkeklere, kadınlara iyi davranmalarını tavsiye etmektedir. [117]

îmam Muhammed Abdullah ise, sözkonusu "misâk" m, Allah'ın şu sözüyle ifade ettiği fıtrî ayetlerden biri olduğu görüşüne meyletmiştir:

"Onun ayetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet peyda etmesidir. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır. [118]

imam Abduh sözlerine şöyle devam eder: Kadın, ebeveynini, kardeşlerini ve sair akrabalarını terkedip kendisine yabancı bir erkekle beraber olmaya, bolluk ve darlıkta ona ortak olmaya nza gösterirken güvendiği en güçlü şey budur ve bu, ilahi fıtrat ayetlerinden biridir. Yüce Allah'ın varlığına bu insandaki delili, kadının akrabalarından koparak kendisine yabancı bir erkekle sürekli beraber olmaya rıza göstermesidir. Onu kendisine eş ve onun da onu kendisine eş olarak ka­bul etmesi, her birinin diğeriyle kaynaşması, onun yanında huzur bul­ması, aralarındaki sevgi ve şefkatin, diğer akrabalar arasındakinden daha güçlü olmasıdır.

imam Abduh sanki şöyle demek istiyor: Kadın, evliliğe yanaşıp cası için dost ve akrabalarını terketmeye rıza gösteriyorsa, koe arasındaki bağın her bağdan daha güçlü olacağına ve onunla geçireceği hayatın başka hayattan daha mutlu olacağına kesin olarak inandığı için buna nza gösteriyor.

îşte bu fıtrî bir güvendir ve teminatların en güçlüsü ve en sağlamıdır.

insan olma duygusunu hisseden kişi ancak bunu anlar. Allah'ın, kadın ile erkek arasında yarattığı o durumu düşünsün; görecektir ki kadın erkekten daha zayıftır, erkeğin, onun haklarını çiğneyebilecek güçte olduğunu bildiği halde erkeğin yanına gelmekte ve kendisini ona teslim etmektedir.

Gelip kendisini teslim ederken neye güveniyor?! Ondan aldığı ga­ranti ve teminat nedir?

Kadına: Falana eş olacaksın denildiğinde içinde acaba ne hissedi­yor?

Böyle birşey duyar duymaz hissettiği ve aklına gelen ilk şey şudur: O kişinin yanında ana ve babasının yanında bulunduğu durumdan daha üstün bir duruma kavuşacaktır. Hissettiği bu duygu, şehevî arzu­sunun ötesinde fıtratına yerleştirilen bir duygudan başka birşey değildir.

îşte bu duygu, ilahî bir akıl ve fıtrî bir şuurdur. Daha önce bu ko­nuda bir deneyimi bulunmadığı halde özel bir bağlılığa bu meyli onda yaratmış ve hiçbir akrabaya karşı hissetmediği bu Özel güveni ve ancak kocasında bulacağı Özel sevgiyi fıtratına yerleştirmiştir.

tşte bütün bunların toplamı fıtrat nizamının gereği, erkekten alınan sağlam teminattır. Bu öyle bir teminattır ki yeminlerle pekiştirilerek verilen hiçbir sözlü teminat onun kadar güçlü ve sağlam olamaz. Kadın ona güvenerek ve ona dayanarak evlilik sayesinde, hayatta hiçbir zaman başka yolla erişemeyeceği bir mutluluk yoluna yöneldiğini hisseder. Yanına gideceği kocasını hayatta bir defa dahi görmemiş ve tek bir sözünü duymamış olsa bile. Yine bu duygularla ev­liliğe adım atar.

Yüce Allah'ın: "Kadınlar sizden sağlam teminat almışlardır" sözüyle bize öğrettiği; derinliklerimize yerleştirdiği; bize hatırlattığı işte budur.

Bu teminata riayet etmeyenin insanlıkta ne kıymeti, ne yeri vardır?![119]

Yani erkek insanlığım, kadının kendisine sözkonusu itimat ile güveneceği seviyeye yükseltip, kadın kendisini ve varlığını ona teslim ettiği zaman erkek de kendisini kadına teslim ederek sanki ona şöyle diyor: insanlığımla bana güvendiğin seviyede olacağıma söz veriyorum, o seviyeden asla aşağıya inmeyecek, o güvenini korumaya devam edeceğim. Kardeşin, anan, baban ve tüm akrabalarının yerini daha mükemmel bir şekilde dolduracağım!

Bundan daha üstün teminat mı var?

Bu güvenli söze ihanet edenin insanlık değeri kalır mı?

Erkekten alınmış bu üstün fıtrî teminat, insanlıkta kendisinden daha aşağı ya da insan olma şerefinde kendisiyle aynı seviyede olmayan biri için sözkonusu olur mu?

ikisi de tek babadan gelen iki kardeş mesabesinde değil midir? Kadın-erkek ayırımı olmaksızın onları sair yaratıklardan üstün kılan aynı babadan gelişleri değil midir?

Kişiye, hanımının değerini hissettirmesi bakımından Rasûlullah'ın (s.a.v.) şu sözü ne güzeldir:

"Sizden birinizin, kölesini dövdüğü gibi hanımını dövmesi sonra da gece onunla yatması hiç yaraşır mı?[120]

Yani ikisini o denli birleştirip tek vücut haline getiren, öyle ki, her biri diğerine, kendi öz organlarının bile birbirleriyle bağlantılarından daha kuvvetli bir bağla bağlı olduğunu hissettiren o özel ilişkiden sonra, o hayat arkadaşına köle muamelesi yapması yaraşır mı? Bizzat kendisi, kendisine bu alçaklığı-layık görür mü?

O halde kişi, bir insan olarak ve kendisinin bir parçası olduğunu bilerek hanımına davransın. Kendisine yapılmasını arzu etmediği değil, razı olduğu muameleyi göstersin.

Herhalde yüce Allah: "Ancak erkekler için kadınlar üzerinde bir üstünlük payı vardır" buyururken sadece erkeklerin üstünlük payını haber vermeyi kasdetmiyor, erkek ile kadın arasındaki davranışlara hükmetmesi gereken psikolojik kurala ve kocanın davranışlarına Özel bir şekilde etkin olması gerektiğine de dikkatleri çekmek istiyor. Koca mertebe ve makamca üstün olmanın gerektirdiklerini gözetmeli, bunu davranış ve muamelesine de yansıtmalıdır. O halde bu, eşler arasında aklî farklılıkları, karakter ve fizyolojik farklılıkları gözeten gönül genişliği, davranış yumuşaklığı ve akıl üstünlüğüdür. Buna göre erkek adil olmanın ötesinde lütuf ve merhametle muamele etmeyi seçmeli; kötülüğe kötülükle değil, aksine eksiklikleri görmemek ve af ile muka­belede bulunmalı, hayat her ikisince yoluna koyulsun ve bulanıklıklarla problemlerden uzak kalınabilsin.

Buharî ve Müslim, Ebû Hüreyre'den Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle

buyurduğunu naklederler:

"Size kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Çünkü onlar eğe kemiğinden yaratılmışlardır ve bu kemiğin en eğri kısmı üst tarafıdır. Eğer onu doğrultmaya kalkışırsan onu kırarsın. Kendi haline bırakırsan daima eğri kalır. O halde size kadınlar hakkında iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. [121]

O halde erkeğin bir üstünlük payının olması, onu tahakküme değil, daha yumuşak davranmaya sevketmelidir. Netice itibariyle erkeğin üstünlüğü, kadının yanında ve ailenin yararına olmalıdır.

O halde islam düşmanları ifratlanndan vazgeçsinler. Meseleleri yerli yerine oturtsunlar.

Taberî kendi senediyle Ibnu Abbas'ın bu ayet hakkında şöyle dediğim nakleder: "Kadın üzerindeki haklarımın tamamını almak iste­mem. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Erkeklerin kadınlar üzerinde bir üstünlük payı vardır."

Taberî, ayetin tefsiriyle ilgili görüşleri serdettikten sonra şöyle de­mektedir: "Ayetin tefsirinde ileri sürülen görüşlerin en uygunu Ibnu Abbas'ın görüşüdür. Buna göre yüce Allah'ın burada sözkonusu ettiği üstünlük, erkeğin, kadının bazı görevlerinden onu muaf tutması, bazı kusurlarını görmezlikten gelmesi ve kadına tüm haklarını eksiksiz ver­mesidir."

Taberî, ayetin siyak ve sibakına uygun düşen görüşün bu olduğunu belirttikten sonra şöyle der: "Yüce Allah'ın bu sözü her ne ka­dar zahiri haberi cümle[122] üslûbunu taşıyorsa da anlam yönüyle kadınlara lütufkâr davranmaya teşviktir. Ancak bu şekilde erkeklerin kadınlar üzerinde üstünlüğü sözkonusu olabilir. [123]

Taberî'nin bu görüşünü aktarırken şu üç ayeti hemen hatırladım:

"Birbirinize karışmış (içli dışlı olmuş) idiniz ve onlar, siz­den sağlam teminat almışlardı. [124]

"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde birtakım iyi davranışa dayalı hakları vardır. Ancak erkekler için kadınlar üzerinde bir üstünlük payı vardır. [125]

"Onun ayetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratmasıdır. [126]

Bu ayetlerden her biri, erkeğin yanında kadının yerinden bahse­diyor; kadın olduğunu ve bu nedenle fıtratının gözönünde bulundurularak ona iyilikle muamele edilmesini, ona yumuşak davramlmasını teşvik ediyor; hayatta ifa edeceği göreve dikkat çekilerek takdir edilme­si gerektiği hatırlatılıyor.

Bu anlattıklarımızı hadisler açıkça dile getirmektedir:

imam Ahmed'in naklettiği bir hadisde Behz b. Hâkim, babasından ve o da dedesinden şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ya Rasûlallah, kadınlarımız hakkında ne dersin, onlara nasıl davranacağız, neyi yapıp neyi yapmayacağız? dedim. Buyurdu ki: "Onlar senin tarlandır, dile­diğin şekilde davranırsın. Ancak yüze vurmayacaksın, aranız açıldığında evi terkedip gitmeyeceksin sadece evde yatağını ayırabilirsin. Yediğin zaman ona yedirerek ve kendine elbise aldığında ona da alacaksın, nasıl böyle davranamayacaksın ki artık onlarla içice olmuşsun.[127]

 

b- Onlarla (eşlerle) Kaynaşma:

 

Hemen yukarıda anlattıklarımızdan bu meselenin de vuzuha kavuştuğunu sanıyorum. Evliliğin ibret alınacak yönlerinden biri, bede­nin yatışmasından çok, ruhun yatışmasıdır. Her ne kadar evlilikle bede­nin yatışması da hedef alınmış ve evlilikle beden yatışıyorsa da, ruhî yatışma, insandaki manevî yönü doyurur. Bedenî arzuların yatıştırılın ası ise maddî yönü doyurur.

Birinci yönün şanı daha yüce ve etkisi daha süreklidir. Hatta ikin­ci yön için de yardımcıdır.

Evlilikte hayat arkadaşına karşı ruhî yatışmanın iffetliliğe yardımcı olduğunda, ahlakı koruduğunda ve kişideki şehevî taşkınlık, huzursuzluk ve karşı cinse arzuyu fıtratına uygun bir şekilde düzenlemeye tâbi tuttuğunda şüphe yoktur.

Hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:

"Evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü evlilik gözü ha­ramdan daha koruyucu ve iffeti daha sağlayıcıdır. Ama evlen­meye gücü yetmeyen, oruç tutsun, çünkü oruç şehveti azaltır.[128]

Hatta evlenebilmek için kişinin mal elde etmeye çalışması teşvik edilerek şöyle buyurulmaktadır: "Bunlardan başkasını, namuslu ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) isteme­niz size helâl kılındı. [129]

Evlenebilmek için mal biriktirmeye çalışmak isteyen kimsenin mükafatı anlamında Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Üç kişi vardır ki Allah'ın onlara yardım etmesi, onların Allah üzerine bir hakktır: İffetim koruma endişesiyle evlenen, özgürlüğünün bedelini ödemek üzere efendisiyle mukavele im­zalayan ve Allah yolunda cihad eden. [130]

Bu konuda Rasûlullah (s.a.v.) yine şöyle buyurmaktadır:

"Her kim bir kadınla sırf o kadının şan ve şöhretinden do­layı evlenirse, Allah ancak onun zilletini arttırır. Sırf malı için evlenirse Allah ancak fakirliğini arttırır. Sırf soy-sopu için evle­nirse Allah ancak alçaklığını arttırır. Ama kim bir kadınla evle­nirde bununla gözünü haramdan sakındırmayı, iffetini koru­mayı ya da akrabayı gözetmeyi hedef edinirse Allah o kadını kendisine ve onu da o kadına hayırlı kılar.[131]

Rasûlullah'ın (s.a.v.), gözü bir kadına ilişip ona bir meyil hisset­tiğinde hemen gidip hanımıyla yatması, evliliğin iffeti koruduğunu doğrulamasının pratik bir uygulamasıdır.

Müslim ve Tirmizî, Cabir'den (r.a.) rivayet ederler ki: Peygamber (s.a.v.) bir kadın gördü. Bunun Üzerine Zeyneb'in yanma giderek ih­tiyacını görüp çıktı. Buyurdu ki: Kadın gelirken şeytan suretinde gelir. Sizden biriniz bir kadın görüp ondan hoşlandığı vakit hemen kendi hanımının yanına gitsin. Çünkü onda olanın aynısı onda da vardır. [132]

Evlilikten bu hedefin gerçekleşmesiyle kadın en iyi yardımcı ve en iyi arkadaştır. Kocası dünyevî ya da uhrevî işler için çıkıp gittiğinde gönlü hoş olarak gitmesi ve gözü arkada kalmaması için gerekli ortamı hazırlar.

îmam Ahmed ve Tirmizî, Sevban'dan Peygamberin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler:

"Sizden her biriniz, şükreden bir kalb, zikreden bir dil ve ahireti konusunda kendisine yardım eden imanlı bir eş edinsin. [133]

Yorucu ve sürekli bir çalışma ruhî dinlenme ve sevgi olmadığı tak­dirde bıkkınlığa strese ve zihin dağınıklığına sebep olur.

Evlilik hayatının en önemli görevi, zorlukları kolaylaştıran, keder­leri dağıtan, çalışma şevkini yenileyen, ümitsizlik, stres ve umutsuz­luğa engel olan bu dinlenme ortamını sağlamasıdır.

Hz. Ali'nin şöyle dediği rivayet edilir: "Kalbleri bir müddet dinlen­dirin, çünkü zorlanırlarsa körelirler.[134]

Bununla birlikte evlilik hayatının kendisinde cinsi yatışmanın başka bir kaynağı da vardır. O da kişi şu anda lezzetini duyduğu bu ya­rarlanmanın gerçekten sürekliliğini istiyor ve benzerinden yararlan­masını hatta öbür dünyaya intikal ettikten sonra daha iyisine kavuşmayı arzu ediyorsa, o halde şimdiden buna sarılsın ki bu hedefine kavuşabilsin. "O gün her nefis, yaptığı her iyiliği hazır bula­caktır. [135]

Geleceğinin gerçekten böyle olmasını arzu ediyorsa, kendi hanımından başkasına meyletmesin.

Bunun karşılığını mutlaka görecektir. Ahirette Allah Teala, hanımından gençliğinin en güzel şekliyle yaranlanmasını sağlayacaktır: "Biz (oradaki) kadınları yeni bir yaratılışla yarattık. Onları bakireler yaptık. [136]

Bunun yamsıra saklı inciler misali hurilerden de yararlanacaktır.

Aynı şekilde altun ve ipek kullanmayan erkekler ahirette bu iki şeyden yararlanacak; dünyada onlan kullanmamanın mükafatını ahirette onlan kullanmak suretiyle göreceklerdir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Orada giysileri de ipektir. [137]

Yine şöyle buyurmaktadır: "Onların önünde altın tepsiler ve kadehlerle dolaşılır. Orada canlarının çektiği, gözlerin hoşlandığı her şey var! [138]

Cenneti hakkedenler orada bunların yanında gözün görmediği, kulağın duymadığı ve kimsenin hayal etmediği nimetlere kavuşacaklardır.

Herhalde, dünyada helâl şeylerle yetinmeyen; nikahlı karısıyla ye­tinmeyip Allah'ın izin vermediği yollara başvuranlara karşın kişi ahiretteki mükafatlarını zihninde canlı tutarsa huzur ve sükûnu daha da artar.

Hafız Beyhakî'nin Ebu Said el-Hudrî'den naklettiğine göre Pey­gamber (s.a.v.) Isra ve Miraç gecesi bir topluluğa uğradı. Bu topluluğun yanında bir tavada pişmiş et, diğerinde çiğ et bulunuyordu. Topluluk pişmiş eti bırakıp çiğ olanından yiyordu. Cebrail şöyle dedi: "Bunlar, yanında nikâhlı hanımı bulunduğu halde onu bırakıp yabancı bir kadına giden erkeklerle, yanında kocası olduğu halde gidip yabancı bir erkekle beraber olan kadınlardır."

Evliliğin verdiği huzur ile kişi, ahlâkî yönden olgunlaşır. Peygam­ber (s.a.v.) buna işaret ederek şöyle buyurmaktadır: "Allah kime sali-ha bir kadın nasip ederse, dininin yarısı hususunda ona yardımcı olmuştur, artık diğer yarısında da kendisi Allah'tan korksun.[139]

Ayeti kerimede evliliğin hedeflerinden ilki şu ani attığımız dır ve gerçekten önemli bir hedeftir.

Tarih, parlak sayfalarında şefkat ve dinlendirici, gönlü yatıştırıcı sevgi kaynağı kadınlarla doludur. Onlar, kocaları için güvenli bir sığınak, gölgesinde serinlenilen ulu çınar mesabesindedirler. Kocaları, hayat yorgunluğunun alın terlerini silen, korkularını güvenliğe çeviren, ümitsizliklerini umutla dolduran huzur, sükun ve teselliyi onlarda bu­lurlar.

Evet! Bu kadınların başında müminlerin annesi Hz. Hatice -Allah kendisinden razı olsun- gelir. Peygamber'e (s.a.v.) Hira mağarasına gidip orada sayılı günler kalması sevdirildiğinde Peygamber'e (s.a.v.) ne iyi yardımcıydı O. Belki de peşinden onu koruyacak birini de gönderiyordu. Sanki bu mağaraya gidişinde bir hedefin bulunduğunu ve bununla o yüce bir hedefe yol alacağını sezmişti.

Gidişinden sonra karalar bağlayıp küsmedi. Bu davranışına engel olmaya çalışmadı. Aksine tüm duygularıyla O'nun yanında oldu ve onu destekledi. Arzu ettiği hedefine ulaşıp mutlu olacağı günü gözetleyerek geleceğe dair beklentilerinde hep O'na yardımcı oldu.

Hakikat fecri ufukta görünüp vahiy emîni peygamberliği getir­diğinde Peygamber (s.a.v.), kalbi titriyor olarak ona  Hz. Hatice'ye döndü. Olup bitenleri ona anlattığında gönlünü sevgi ve neşe doldurdu.

Peygamberi yatıştırarak şöyle dedi: "Ya Eba'l-Kasım, Allah bizi gözetecek! Müjdeler olsun amca oğlu, sebat et. Hatice'nin canı elinde olana yemin ederim ki, bu ümmetin peygamberi olmanı dilerim. Allah seni asla mahcup etmeyecektir."

Sonra da gerekçelerini sıralamaya başladı: "Sen akrabayı gözetirsin. Doğru sözlüsün. Fakiri gözetir, misafiri ağırlarsın. Musibet-zedelerin yardımına koşarsın.[140]

Hayatını, canını, malını hep ona adamıştı.

Ona inanan kadınların ilki oydu. Sonra, Ebu Talib semtine O'nunla birlikte taşındı. Orada üç yıl müslümanlarla birlikte muhasara altında kaldı. Müşrikler, müslümanlarla ekonomik ve sosyal bağların tamamını koparmış, onları orada hayattan uzaklaştırmış, hapset­mişlerdi. Müslümanlar orada o denli sıkıntı çektiler ki, yiyecek birşey bulamadıkları için ağaç yaprağı yiyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), onun du­rumunu tescil ederek onun hakkında şöyle buyurmuştur: "Yemin ede­rim ki Allah onun yerine ondan hayırlısını bana vermedi, tnsanlar beni reddettiklerinde o bana iman etti. İnsanlar beni yalanladıklarında o beni doğruladı, tnsanlar benden ilişkilerini kestiklerinde o malıyla bana yardım etti. Allah sadece ondan bana çocuk nasip etti. [141]

Ibnu Ishak onun hakkında şöyle demektedir: Rasûlullah (s.a.v.), kendisini reddeden ve yalanlayanları duyup canı sıkıldığında Allah onun gönlünü Hatice ile ferahlatırdı. Hatice vefat edinceye kadar bu du­rumlarda hep onu yatıştırır, sıkıntılarını hafifletir, onu tasdik eder ve gönlünü alırdı. [142]

Hz. Aişe de onun hakkında şöyle demektedir: "Hatice'yi kıskandığım kadar hiç bir kadını kıskanmış değilim. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) ondan sık sık bahseder ve onu överdi. Hatta Rasûlullah'a (s.a.v.), cennette kamıştan yapılmış bir evle onu müjdelemesi vahyolunmuştur. [143]

Peygamber (s.a.v.), Hz. Meryem (a.s.) ve Hz. Hadice (r.a.) dönem­lerinden sözederken şöyle buyurmuştur; "O dönemde kadınların en hayırlısı, îmran'ın kızı Meryem'dir. Kendi döneminde kadınların en hayırlısı ise, Hatice'dir. [144]

 

c- Allah'ın Eşler Arasında Sevgi Peyda Etmesi:

 

Buna Yüce Allah'ın "Aranıza sevgi ve merhamet peyda etmesi" sözüyle işaret edilmektedir.[145]

Ayeti kerimenin anlattıklarından evliliğin ikinci gayesi budur.

Sevgi: Eşlerin ikisini kapsadığı gibi ailelerini de kapsar. Koca sa­dece kansına değil, akrabalarına da sevgi besler. Aralarında sevgi ve merhamete bağlı bağlar kurulur. Ya da öyle olması gerekir. Kadın da aynı şekilde kocasının akrabalarına yakınlık duyar.

Bu nedenledir ki velî de nikahta rükündür, onsuz nikah akdi ta­mamlanmaz. [146]Ta ki, koca, nikahlayacağı kadından dolayı kimlerle ilişkisi olacağını; kimlerle akrabalık kuracağını bilsin. Çünkü mesele, sadece iki gencin meselesi değildir. Birbirleriyle özel ilişkileri olacak, büyük toplum içerisinde dayanışma içerisine girecek ailelerini de ilgi­lendirir.

Hatta bu ilişkiler ileride doğacak çocukları da etkileyecektir.[147]

 

d- Aralarında Merhamet Peyda Etmesi:

 

Yüce Allah: "Ve rahmet peyda etmesi" sözüyle buna işaret etmek-

Evliliğin üçüncü gayesi budur.

Rahme sözcüğü Rahim kökünden gelir ki bunun lügat anlamı, çocuğun oluştuğu organ, akrabalık ve sebepleridir. Kalb yumuşaklığı ve şefkata da rahmet denir. [148]

Yani aranızda evlilikle ortaya çıkan merhamet ve şefkat peyda etmiştir. Evlilik meyvesini verip çocuklar doğunca bu şefkat ve merhamet daha da artar. Ana-babanın çocuklara karşı mevcut olan sev­gi ve şefkat, yavaş yavaş akrabalara; hem kocanın ve hem de kadının akrabalarına kadar uzanır ve bunun çerçevesi gittikçe genişler. Nihayet aile çevresinden gelişen bu şefkat hâlesi, toplumun derinliklerine kadar uzanır.

Çünkü insanların hepsi aynı kaynaktan ve aynı rahimdendir.

"Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (Allah'ın buyrukları dışına çıkmaktan) en çok korunanınızdır. [149]

"Ey insanlar, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini ya­ratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağını kırmak) tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir. [150]

Aile gibi dar bir çerçevede bu insancıl merhamet ve şefkate alışıp kendisini bu noktada geliştiremeyen diğer insanlara bu tür duygular besleyemez ve toplumun iyi ferdi olmaya ehil olamaz.

Akra' b. Habis, Peygamber'in (s.a.v.) torunu Hz. Hasan'ı öptüğünü gördüğünde: Benim on çocuğum var, birini öpmüş değilim demiş, bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): "Merhamet etmeyene merhamet edilmez" buyurmuştur. [151]Valilerden biri, emîru'l-mü'minîn Hz. Ömer'in bir çocuğu sevip öptüğünü görmüş ve Hz. Ömer'in bu tavrını garipsemiş, bu hayret ve şaşkınlığını açığa vurmuş. Bunun üzerine Hz. Ömer onu valilik görevinden almıştır.

Karşıt tavırlar:

Herhalde kadınla erkek arasındaki ilişkiler gayri meşru olup bu durumda hem kendilerinin hem de toplumun huzur ve sevgiden uzak kalacağı, geçici yararlanmaların erkek ve kadım nasıl bir yalnızlık ve güvensizliğe ittiği tabloları gözönünde canlandırıldığında evlilikle elde edilen üstün gayeler daha iyi anlaşılır.[152]

 

e- Bütün Bunlarda Mevcut Olan İbret Ve Ayetler:

 

Meşru olmayan'ilişkileri gözlerimizin önünde canlandırıp ortaya çıkan korkunç tabloları düşündükten sonra ayeti kerimenin, îslamdaki yüce hedefleriyle evliliği gözlerimizin önüne serdiği parlak tabloya göz attığımızda onun ne kadar yüce olduğunu, üstün meziyetler taşıdığını, akıllara hayranlık verdiğini ve bu tablonun, herşeyi bilen yaratıcının büyüklüğünü, emirlerinin ne denli hikmetler içerdiğini görürüz -ki biz bunlardan, çok azını anlatmaya çalıştık.

"O (hakîr) sudan bir insan yaratıp onu nesep ve sıhriyet ak­rabalıklarına dönüştüren O'dur. Rabbinin herşeye gücü yeter.[153]

"Onun ayetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet peyda etmesidir. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır. [154]

Fîrûzâbâdî âyete dikkat çekerek şöyle diyor: Allah, ayeti "düşünen" sözcüğüyle bitiriyor, Çünkü düşünmek, evliliğin kendisi için emredildiği eşlerin birbirlerinde teselli bulmaları, birbirlerine ısın­maları ve kaynaşmaları gibi hususları daha iyi anlamamızı sağlar. [155]

 

Sünnette Evltllğl Teşvik Ve Evliliğin Gayeleri

 

Sünnet, evliliğe büyük önem vermiş ve Kur'an'da mücmel olarak anlatılanları çeşitli açılardan tafsilatıyla açıklamıştır.

Ruhî ve cinsî istikrara dair sünnette değişik üslûplarla pek çok hadis vardır. Aynı şekilde pek çok hadiste evlilik teşvik edilmektedir:[156]

 

a- Gücü Yetenlerin Evlenmelerinin Emredilmesi:

 

Rasûlullah (s.a.v.), gücü yetenlere evlenmelerini, gücü yetmeyen­lere de evlilik sorumluluklarını üstlenebilecek güce kavuşmaları için gayret sarfetmelerini emretmektedir. Nitekim şöyle buyurmaktadır:

"Evlenecek malı bulunduğu halde evlenmeyen bizden değildir.[157]

Rasûlullah'ın (s.a.v.) bu hitabı herkesedir. Bazen hitabım sadece gençlere yöneltmişse bunun sebebi, yaşlılara nazaran gençlerde şehvetin daha fazla olması ve fitneye düşmeye daha yatkın olmalarıdır.

b- Evlenmeye gücü yetmeyene oruç tutmasının tavsiye edilmesi:

Uzun müddet evlenemeyecek durumda olanlara Rasûlullah (s.a.v.) şehveti kıran, evlilik umudunu söndüren ve fitnelerden koruyan oruç tutmayı tavsiye etmektedir.

Said b. Mansûr, Dârimî ve Ibnu Ebî Şeybe, Buharı, Müslim, Nesâî ve Tirmizî, Ibnu Mes'ud'dan şöyle dediğim rivayet ederler: Peygamberle (s.a.v.) beraberdik ve (evlenecek) malımız yoktu. Peygamber (s.a.v.) bize şöyle dedi:

"Gençler, evlenmeye gücü yeten evlensin, çünkü evlenmek gözü daha çok haramdan sakındırır ve iffeti daha çok korur. Gücü yetmeyen ise oruç tutsun, çünkü o, şehveti azaltır. [158]

 

c- Evlenebileceği Halde Evlenmeyenin Kınanması:

 

Peygamber (s.a.v.) evlenmeye gücü yettiği halde evlenmeyeni kınamaktadır. Hatta evlenmek istemeyenin bu durumunun tartışılmasında ve ona yol gösterilerek ileri sürdüğü mazeretlerinin boş mazeretler olduğunun ona anlatılmasında bir sakınca görmemektedir.

Bazen evli olan ile olmayan arasında karşılaştırma yapmakta ve evli olanı güzel sıfatlarla övüp evli olmayanı kınamakta, düşebileceği fitneleri açıklamakta ve böylece gücü yeten kimseyi her yola başvurarak evliliğe teşvik etmektedir.

Rasûlullah'ın (s.a.v.) Akkâf a evlenmesini emretmesi ve bekâr kalmaktan onu sakındırması:

imam Ahmed, Müsned'inde ve Abdurrezzak, Musannafında Mu-hammed b. Raşid'den, o Makhûl'dan, Ğudayf b. Hâris'ten ve o da Ebu Zer'den senediyle rivayet ettikleri şu hadis meseleyi bütünüyle vuzuha kavuşturmaktadır: Ebû Zerr dedi ki: Akkâf b. Bişr et-Temîmi isminde bir zat Rasûlullah'ın (s.a.v.) yanına girdi. Rasûlullah, ona:

Akkâf, zevcen var mı? dedi. Adam:

Hayır, dedi. Rasûlullah: Cariyen de mi yok? diye sordu. Adam:

Cariyem de yok, dedi. Rasûlullah:

Allah'a şükür malın mülkün de var değil mi? dedi. Adam:

Evet malım da var, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah ona şöyle dedi:

O halde sen, şeytanların kardeşlerindensin. Hristiyanlar arasında olsaydın, rahiplerinden olurdun. Bizim sünnetimiz evlenmek­tir. Sizin en kötüleriniz, bekârlanmzdır. En rezilleriniz de, bekâr olarak ölenlerinizdir. Şeytanla mı beraber oluyorsunuz?[159] Salihlere karşı şeytanın en etkili silahı, kadınlardır, ancak evli olanlar bunların dışındadır. Onlar ahlâksızlıktan uzaktır. Ne oluyor sana ey Akkâf, nasıl evlenmezsin?!   Kadınlar,   Eyyub,   Davud,  Yusuf ve   Kursufa  eş olmuşlardır."

Bişr b. Atiyye: Kursuf da kim ya Rasûlallah? dedi. Rasûlullah şöyle cevap verdi: "Deniz sahillerinin birinde oturan ve üçyüz yıl oruç tutup gece ibadetine kalkan bir adam. Sonra aşık olduğu bir kadından dolayı Yüce Allah'a küfretti ve Allah'a ibadeti terketti. Sonra da Allah'a tevbe etti ve Allah da tevbesini kabul etti. Ne oluyor sana ey Akkâf, ev­len yoksa yalpa yapanlardan olursun." Akkâf: Öyleyse beni evlendir ya Rasûlullah, dedi. Rasûlullah: "Seni Kerime bint Gülsüm el-Himyerî ile evlendiriyorum" buyurdu. [160]

 

d- Rasûlullah (S.A.V.) Evliliği Teşvik Ediyor Ve Onu, Kendisini Sevmenin Ölçüsü Olarak Değerlendiriyor:

 

Rasûlullah (s.a;v.) evliliği kendisini sevmenin ölçüsü olarak görüyor. O halde Rasûlullah'ı seven O'nun sünnetine uysun.

Said b. Mansûr, Ebû Ya'la ve Beyhakî, Ubayd b. Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet ederler: Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:

"Benim fıtratımı seven, sünnetime uysun. Nikah da benim sünnetimdendir.[161]

Yüce Allah, Peygamber'inin sünnetine uyulmasını emretmekte ve sünnetine uymayı, kendisini sevmenin delili olduğunu belirtmektedir:

"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayan, esirgeyen­dir. [162]

 

e- Evlilikte Şeref, Evlenmemekte Zillet Ve Meskenet Vardır:

 

Herşey bir yana Peygamber (s.a.v.) evliliğin zenginlik, şeref ve mutluluğa giden bir yol olduğunu ve onsuz zenginliğin fakirlik olduğunu belirtmiştir.

Said b. Mansur ve Taberanî, Ebû Nucayh'in şöyle dediğini, rivayet ederler:

Rasûlullah:

Karısı olmayan adam miskindir, miskindir, miskindir" buyurdu.

Ya Rasûlallah mal yönünden zengin olsa da mı? dediler.

Evet, mal yönünden zengin olsa da" buyurdu. Yine şöyle buyurdu:

Kocası olmayan kadın da miskindir, miskindir, miskin­dir."

Ya Rasûlallah mal yönünden zengin olsa da mı? dediler.

Evet, mal yönünden zengin olsa da" buyurdu. [163]

 

Sahabe Ve Tabiîn'in Evlilikle İlgili Tavır Ve Sözleri

 

Sahabe -Allah kendilerinden razı olsun Peygamberlerinin (s.a.v.) yaptığı nasihati yapıyor ve onun sünnetine uyuyorlardı. Bazen bu hadi­sin nassım zikrederek bazen muhtevasına işarette bulunarak hadisle amel etme hususunda birbirlerine yol gösteriyor, bazen ona aykın dav­ranmaktan birbirlerini uyarıyor, bazen de başkasına evlenebilmesi için yardımcı oluyorlardı.

Abdullah b. Mes'ud'un sözü:

Said b. Mansûr, Taberanî ve Ibnu Ebî Şeybe, Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini naklederler: "Ecelimden sadece on gün kalmış olsa, bu on gün sonunda kesin olarak öleceğimi bilsem ve evlenebilecek imkanım olsa, fitneye düşebilirim korkusuyla yine de evlenirim. [164]

Ibnu Mes'ud, bu sözleriyle Peygamber'in (s.a.v.) sünnetiyle amel etmeye kendini örnek gösteriyordu.

Şeddadin görüşü:

Cessâs, Ahkâmu'1-Kur'an'da Şeddad'm akrabalarına şöyle dediğini rivayet eder: "Beni evlendirin, çünkü Peygamber (s.a.v.), bekâr olarak Ölmememi vasiyet etti.[165]

 

Hz. Osman İle İbnu Mes'ud Arasında Geçen Bir Konuşma:

 

Dârimî, Buharı, Müslim, Tirmizî, Nesaî, Ebû Davud, Ibnu Mâce, Ahmed ve Ibnu Ebî Şeybe, Alkame'nin şöyle dediğini rivayet ederler:

Abdullah b. Mes'ud'la beraberdim, Mina'da Osman onunla karşı­laştı ve: Ya Ebâ Abdirrahman benim sana bir ihtiyacım var, dedi. ikisi bir tarafa çekildiler. Osman ona:

Ya Ebâ Abdirrahman, seni bekâr bir kızla evlendirelim, ne der­sin? Hem sana geçmiş günlerini hatırlatır. Abdullah, buna ihtiyacı ol­madığım düşündüğümden bana işaret etti ve: Alkame, görüyor musun, bana ne diyor. Dediklerine kulak kesildim. Osman şöyle devam etti: Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu sen bize söylememiş miydin?: "Gençler, sizden evlenmeye gücü yeten, evlensin. Gücü yetmey­en ise oruç tutsun, çünkü oruç tutmak, şehveti azaltır. [166]

Bu konuşmada Osman b. Affân, Abdullah b. Mes'ud'u evlenmeye teşvik ediyor, evliliğin hedeflerinden birini, ruhî ve fizyolojik huzurun evlilikle elde edileceğini açıklayarak ona nasihat ediyor. Herhalde -rivayet edildiği üzere- Hz. Osman, Abdullah b. Mes'ud'un kıyafetinin pejmürde olduğunu gördü ve bunu, elbisesini yıkayıp bir düzene soka­cak bir karısının olmadığına hamletti. Böylece ona genç bir kadınla ev­lenmesini teklif etti ki geçmiş günlerinde olduğu gibi neşelensin, eski yakışıklılığına kavuşsun, tekrar dinç ve canlı olsun.

Ancak Ibnu Mes'ud'un evlenmeye ihtiyacı yoktu, günaha düşme korkusunu da taşımıyordu. Peygamber'in (s.a.v.) ona Öğütlediği şekilde oruçla kadına karşı arzusunu kırıyordu.

Hz. Osman'a da yumuşak bir dille mazeretini arzetti. O sanki şunu demek istiyordu: Evet, Rasûlullah'ın böyle buyurduğunu söylerken, sünnete uymaya çağırıyordum, fakat ben de sünnetin dışına çıkmış değilim. Rasûlullah (s.a.v.) bize: "Gençler, sizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Gücü yetmeyen ise, oruç tutsun, çünkü oruç tut­mak, şehveti azaltır" buyurdu. Ben de, evlenmeye gücüm yetmediği için oruç tutuyorum. Yani Rasûlullah'ın sünnetine uyuyorum.[167]

 

Ibnu Abbas İle İbnu Cübeyr Arasında Geçen Bir Konuşma:

 

tbnu Abbas, Said b. Cübeyr'e evlenmesini tavsiye etti. Said, evlen­meye ihtiyacı olmadığını söyledi. O zaman Ibnu Abbas, evlenmekten ve aile sorumluluğunu yüklenmekten kaçınmanın, eğer mukadder olandan kaçmak ise bunun fayda vermeyeceğini; eğer Allah falan kişinin çocuğunun olacağını takdir buyurmuş s a, mutlaka bunun gerçekleşeceğini ona anlattı.

Said b. Mansur ve Hâkim, Ebû Avâne'den, o Ebû Bişr'den Said b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet ederler: Ibnu Abbas bana evlen dedi. Bugün için böyle bir niyyetim yok, dedim. Eğer bunu, sulbunda mevcut olan için söylüyor isen, nâçar o çıkacaktır, dedi. [168]

Ebu'd-Derda'nın sözü:

Ebû'd-Derda şöyle diyordu: "Korkak bir kalb, obur bir mide ve taşkın bir şehvet din için ne de çok zararlıdır. [169]

Hz. Ömer'in, Ebû'z-Zevâid'e söylediği söz:

ibrahim b. Meysere şöyle diyordu: Tavus bana şöyle dedi: Ya evle­nirsin, ya da Ömer'in Ebu'z-Zevaid'e söylediği şu sözü söyleyeceğim: "Seni evlenmekten alıkoyan ya âciz olmandır, ya da facir olmandır. [170]

Ibnu Abbas'm Kureyb ve beraberindekilere söylediği söz:

Mücahid şöyle demektedir: îbnu Abbas, Semî', Küreyb ve Ikrime'yi çağırdı ve onlara şöyle dedi: "Sizler evlenecek yaşa geldiniz, sizden ev­lenmek isteyeni evlendiririm. Kişi zina etti mi, Allah ondan Islamın nu­runu alır ve dilerse o nuru geri verir, dilerse geri vermez. [171]

Ebû Müslim el-Havlânî'nin sözü:

Ebû Müslim el-Havlânî şöyle derdi: "Havlanhlar, kızlarınızı ve dul kadınlarınızı evlendirin. Çünkü şehvet taşkındır, kişiyi, peşinden sürükler. O halde bu durumu gözetleyin. Şehvet coştu mu birşey dinle­mez. [172]

Tavus'un sözü:

Tavus'un şöyle dediği nakledilir: "Genç evlenmedikçe ibadeti tam değildir. [173]

Tavus'un bu sözü, Rasûlullah'ın (s.a.v.) şu hadisi anlamındadır: "Kime Allah saliha bir kadın nasip ederse, dininin yansı konusunda Allah ona yardımcı olmuştur. Geri kalan yarısında da artık kendisi Allah'tan korksun.[174]

 

Evlilik Sebebiyle İnsanın Huzur Duyması

 

Evlilikle duygular yatışır. Karşılıklı yardımlaşma olduğunda; koca karısına iyi davranır ve kadın da hayat problemleri karşısında kocasına yardımcı olur, görüşlerini paylaşır, yokluğunda onu gözetir, onu yararlı işlere ve büyük umutlara sürükler. Böylece her ikisi de huzur duyarlar.

Bu konuda Peygamberin (s.a.v.) hadisi:

Peygamber (s.a.v.) birçok hadis-i şerifte buna işaret etmektedir. Sözkonusu hadislerden birkaçı:

1- Taberânî, senediyle Ibnu Abbas'tan şöyle dediğini nakleder:

"Her kime dört şey verilmişse dünya ve ahiret iyiliği kendi­sine verilmiş demektir: 1- Şükreden, bir kalb, 2- Zikreden bir dil, 3- Belalara sabreden bir vücut, 4- Bir de kendi canı ve onun malı konusunda haksızlık etmeyen bir eş.[175]

2- Nesâî ve Hâkim, Leys b. Aclân, Saîd el-Makberî'den Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini naklederler:

"Rasûhıllah'a (s.a.v.) kadınların en hayırlı olanı soruldu. Buyurdu ki: Kocası ona baktığında kocasını sevindiren, ondan birşey istediğinde istediğini yerine getiren ve kendi canı ve onun malı konusunda hoşlanmadığı bir şey yapmayandır. [176]

3- Tirmizî, Ibnu Mâce, Sevban'ın (r.a.) şöyle dediğim naklederler: "Altun ve gümüşü yığanlar.[177] âyeti indiğinde Rasûlullah'ın (s.a.v.) yanında bir yolculukta idik. Sahabeden bazısı,  altun ve gümüş hakkında mı ayet indi, hangi malın daha hayırlı olduğunu bilseydik onu biriktirirdik, dediler. Rasûlullah buyurdu ki: "En hayırlısı, zikreden bir dil, şükreden bir kalb ve kişinin imam konusunda ona yardımcı olan imanlı bir eş. [178]

4-  Said b. Mansur -mursel bir senedle- Yahya b. Cu'de'den Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder:

"îslamından sonra kişinin elde edeceği en hayırlı şey, güzel kadındır, ona baktığında kendisini sevindirir, emrettiğinde itaat eder ve yokluğunda onu gözetir. [179]

"Ruhî ve bedenî kaynaşma ve huzur" ile bundan doğan eşler arasındaki sevgi ve aile ile toplumda çocuklara merhamet gibi yukarıda anlattıklarımız, Kur'an ve Sünnetin hem mücmel, hem de tafsilatlı bir şekilde ortaklaşa anlattıkları evliliğin gayelerinden birincisidir ve biz bunu yukarıda izah ettik.

Ancak evliliğin, Kur'an ve sünnetin ortaklaşa anlattıkları başka gayeleri de vardır:[180]

 

Zenginlik Ve Bolluk

 

Yüce Allah şöyle buyurur:

"Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi davranışh olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfü ile onları zenginleştirir. Allah (lütfü) geniş olan ve (her şeyi) bilendir. [181]

Ibnu Ebî Şeybe, Hâkim ve Bezzâr, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini nak­lederler: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kadınlarla  evlenin, çünkü onlar size mal getirirler.[182]

Hatib de Tarih'inde Câbir'den şunu nakleder: Biri Rasûlullah'a (s.a.v.) geçim sıkıntısından şikayet etti, Rasûlullah ona evlenmesini em­retti. [183]

îbnu Ebî Hatim, Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) şöyle dediğini nakleder: "Allah'ın evlenme konusundaki emrine itaat edin, size va'dettiği zengin­liği verecektir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfü ile onları zenginleştirir. [184]

Hz. Ömer de şöyle demiştir: "Aranızda bekarlan evlendirin..." aye­ti indikten sonra bekâr oturanlara şaşarım. Zenginliği evlenmekte arayın. [185]

Bu hadis ve rivayetlerde evlenmenin zenginliğe götüren bir yol ve vesile olduğuna işaret edilmektedir.

Belki daha önce anlattığımız; evlenmeye gücü yetmeyen oruç tut­sun meselesiyle "evlenme imkânını bulamayanlar ise, Allah lütfü ile kendilerini varlıklı ki lın cay a kadar iffetlerini korusunlar"[186]ayetinde anlatılanlar, az yukarıda anlattıklarımız arasında zahi­ren bir çelişki var gibi görünüyor.

Ancak her iki mesele iyice değerlendirildiğinde aralarında bir çelişkinin bulunmadığı görülecektir. Şöyle ki:

1- Ayeti ilgilendiren bir husus: Ayetten ne kastedildiği konusunda müfessirler ihtilaf etmişlerdir. Onlardan kimisi şöyle diyor: Ayet bir va'di içeriyor. Ancak bu va'd, Allah'ın meşietine bağlıdır ve "Allah, lütfü ile" sözü buna işaret etmektedir. Bu gibi va'dlerde durum hep böyledir yani Allah'ın meşietine bağlı bir va'ddir. Meselâ şu ayette de aynı durum sözkonusudur: "Eğer yoksulluktan korkuyorsanız, (bilin ki), Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. [187]

Yüce Allah'ın: "Allah (lutfu) geniş olan ve (herşeyi) bilendir" sözü buna delildir.

Bu görüşte olanlar, derler ki: Sözün gelişine uygun düşen: "Allah (lutfu) geniş olandır ve cömerttir" denilmesidir. Ancak ayet böyle bitme-mektedir. Bu va'din, kulun yararını hesaba katan Allah'ın ilmine dayalı olduğunu anlatmak için ayet bu şekilde bitmemektedir. Kaldı ki yine de Allah'ın meşieti olmaksızın bununda gerçekleşmesi sözkonusu olamaz.

Ayrıca şunu da biliyoruz ki; zenginlik, rızkın bir çeşitidir. Rızkı elde etmek ise, oturmak, tevekkül havasına bürünmekle değil çalışmak ve kazanmakla olur. O halde evlenen kişinin zengin olabilmesi ancak şu üç şeyin ışığında gerçekleşir:

  1. Allah'ın meşieti; Allah'ın dilediği olur ve dilemediği olmaz.
  2. Allah'ın sınırsız ve kapsayıcı ilmi. "Kâinatta mevcut herşeyin hazineleri ancak bizim yanımızdadır. Biz onu, ancak belli bir miktar ile indiririz.[188]
  3. Kişinin kendi gayreti. "O size yeri boyun eğer yaptı. O halde yerin sırtlarında dolaşın ve Allah'ın rızkından yeyin. Dönüş an­cak O'nadır.[189]

Evlilik sebebiyle zengin olmak bu üç şarta bağlı olduğuna göre, ayetin anlamı şöyledir:

Şu anda fakir iseler de, gelecekte kendi gayretleri ve lütfü ile Allah'ın onlara kolaylık göstermesi sayesinde zengin olacaklar.

Evlenmek isteyenlere, evliliğe ehil olmaları için zengin ya da fakir oluşlarım temel mesele olarak kabul edip bir kimseyi sırf fakirliği sebe­biyle reddetmeyin.

Olur ki şu anda bir kişinin nzkı kıttır ama ileride Allah ona hayır kapılarım açar ve nzkı bollaşır.

Evliliğin bizzat kendisi zenginliğe engel olmadığı gibi fakirliğin se­bebi de değildir.

Kişinin, evlilik hayatını başlatacak maddî bir gücü olup iş husu­sunda güç, gayret ve ehliyeti de varsa, evlilik ona daha çok çalışma azmi kazandırabilir ve onu Allah'ın lütfuna daha ehil biri yapabilir.

Evliliğin, bolluğun yolu olduğunu ifade eden hadisler de buna işaret etmektedir.

Birçok müfessirin vardığı sonuç da budur. Diyorlar ki: Ayet, evlen­meyi teşvik etmekte ve fakirlik gerekçe gösterilerek evliliğe karşı çıkılmasını yasaklamaktadır. Yani, kızınızı isteyenin fakir oluşuna bakmayın, ya da evlenmek istediğiniz kızın fakir oluşuna bakarak ondan vazgeçmeyin, Allah lütfuyla onlan zengin yapar. Mal dediğiniz şey, ge­lir gider. Ayetle asıl anlatılmak istenen, evlenmenin zenginliğe engel ol­madığıdır. Onun, zenginliğe sebep olduğunu söylenmesi, bu gerçeği mübalağa sanatıyla pekiştirmektir. Tıpkı: "Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın[190] ayetinde olduğu gibi. Bu ayette anlatılmak istenen, ticaret yasağının kalktığıdır. Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılmakta artık bir sakınca yoktur demektir. Ama ayette, sakıncanın kalmadığı, emir kipi ile "dağılın" demek suretiyle ifade edil­miştir. [191]

Ama maddi gücü bulunmayan ve ailesine onuruna yakışır bir hayat seviyesi kazandırmaya ehil olmayan kimseye gelince, Allah kişiye ancak gücünün yettiğini yükler.

Bu durumda olan kişinin önünde, Allah kendisine imkan ve­rinceye kadar evlenmekten uzak durmanın dışında bir yol yoktur. "Evlenme imkânını bulamayanlar ise, Allah lütfü ile kendilerini varlıklı kıhncaya kadar iffetlerini korusunlar[192] ayetinin an­latmak istediği budur.

Said b. Mansur'un, Hammad b. Zeyd'den naklettiği Eyyûb'un şu sözü ne kadar ilginçtir: "Ebû Kilabe, beni çarşı ve tarlaya gidip çalışarak Allah'ın lütfundan kazanmaya teşvik ederken Muhammed de evlenmeye beni teşvik ediyordu. [193]

Burada anlatılan, bizim anlattığımızla uyum içerisindedir. Valla-hu alem.[194]

 

Sadece Sünnette Anlatılan Evliliğin Başka Gayeleri

 

Kur'an ve Sünnetin, ortaklaşa anlattıkları evliliğin:

a- Ruhî ve bedenî huzur ile bu sayede ortaya çıkan sevgi ve şefkat.

b- Zenginlik ve bolluk gayelerinin dışında evliliğin başka birtakım gayeleri var ki bunlar sadece sünnet tarafından anlatılmıştır. Bunları şöylece sıralayabiliriz: [195]

 

1- Nesli Devanı Ettirme İçgüdüsünün Doyurulması:

 

insanoğlu kendini ne kadar da hayata kaptırıp ölümün korkunç karaltısından korkuyor ve o meçhul alemden kaçıyor!

Sağlığına verdiği önem ve bedenini kuvvetlendirmek için her yola başvurması bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Ancak "nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kayalarda olsanız bile! [196]"Her canlı ölümü tada­caktır[197] ilahi sünnetinin de hayata Hâkim olduğunu, bundan asla kurtuluş bulunmadığını bizzat müşahede ediyoruz. Bu nedenle onu, kendisinin bir parçası olan soyunda ebedîleşmeyi aradığım görüyoruz. Çocuklarında isminin ebedîleşmesini görüyor. Kendisi ölüp gittikten sonra çocukları onu anacaktır. Anılmak da insan için ikinci bir ömürdür, işte insanda ebedîleşme duygusu ancak ardından nesil bırakmakla doyurulur ve bunun yolu da evlenmektir.

Bu nedenle evlilik alanında itici bir etken ve evliliğe teşvik sade­dinde bu gaye zikredilmiştir.

Müminlerin annesi Hz. Hafsa'dan Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sizden herbiriniz, çocuk peşindesiniz. Çünkü kişi ölüp ardında çocuk bırakmadığı takdirde ismi anılmaz olur. [198]

 

2- Allah Katında Kişiye Neslinin Şefaat Etmesi:

 

Kişi, sıkıntılı günler için o günlerde harcayabilmek için ihtiyaç dışı şeyleri biriktirmeye meyleder. Kıyamet günü böyle bir birikime ise daha çok muhtaçtır. "Herkesin, iyilik ve kötülük olarak yaptığı herşeyi karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. [199]

Kişi için nesil, evlilik yoluyla olduğundan bu hususta evliliğin büyük bir payı vardır. Çocuklarım dünya hayatında kaybedenler, "hepimiz Allan içiniz ve hepimiz O'na dönücüyüz" deyip sabredenler ahirette mükâfatlarını alacaklardır.

işte orada çocuklar babalar için ne iyi azıktırlar, ölümlerine sabretmeleri sebebiyle Allah katında babalarına şefaat edecek, onların cehennem azabından kurtulup cennet nimetine kavuşmalarına sebep olacaklardır.

Malik, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ahmed ve Ibnu Mâce, Ebû Hüreyre'den Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu naklederler:

"Müslümanlardan üç çocuğu ölen bir kişiye cehennem ateşi isabet etmez, meğer ki Allah'ın andı yerini bulacak kadar ola;  (bu takdirde hafif isabet eder).[200]

Malik de, Ebu'n-Nadr es-Sülemî'den Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

"Bir müslümanın üç çocuğu ölür de mükâfatını Allah'tan beklerse, o çocuklar cehennemden kendisini koruyan kalkan olurlar. [201]Bunun üzerine orada bulunan bir kadın: "Ya Rasûlallah, ya ölen çocuklar iki ise?" dedi. Rasûlullah: 'İki kişi

de olsalar..." buyurdu. [202]

Müslim, senediyle Ebû Hassan'dan aynı hadisi rivayet etmektedir. Şöyle ki: Ebu Hassan, Ebû Hüreyre'ye: Benim iki oğlum öldü, bu hu­susta gönlümüzü hoş edecek Rasûlullah'dan (s.a.v.) bir hadisin var mı? dedi. Ebû Hüreyre cevap olarak dedi ki: Evet, küçükler cennette şuraya buraya koşar oynarlar. Onlardan biri babasıyla -ya da ana ve babasıyla dedi- karşılaştığında senin elbiseni tuttuğum gibi elbisesinin ucunu -ya da elini- tutar ve Allah babasını cennete sokuncaya kadar ona yapışır durur. [203]

 

3- Ölümden Sonra Hayırlı Amelin Devam Etmesi:

 

Evlilik çocuklar için bir sebep olunca ve babalar da çocuklarına iyi bir terbiye verip onları eğitirlerse, babalar vefat ettiklerinde çocukları onlara dua etmeleri sebebiyle hayırlı amellerinin devamı için bir vesile olurlar.

Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Ebû Davud, Ebû Hüreyre'den Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler:

"Ademoğlu öldüğünde şu üç şey hariç amelleri kesilir: mehirai câriye, kendisiyle yararlanılan bir ilim, bir de kendisine dua eden salih bir evlat.[204]

Belki bu iki gayenin konumuzla bir ilgilerinin bulunmadığı akla gelebilir. Oysa iyi düşünüldüğünde evlilikle sıkı sıkıya bağlı oldukları anlaşılır. Çünkü her ikisi de ancak evlilik sonucunda sözkonusu olabi­lirler. Nitekim Said b. Mansûr, Sufyan'dan Amr b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet eder: Ibnu Ömer evlenmeye niyyet ettiğinde Hafsa ona şöyle dedi: "Kardeşim... Yapma. Evlen, çünkü çocukları doğar ve ölürlerse senin için ecir yazılır, ama yaşayıp büyürlerse, o zaman senin için Allah'a dua ederler."[205]

 

4- Neslin Devamı, İslam Ümmetinin Çoğalması Ve Toplumun Güçlenmesi:

 

Her fert evlenmekten kaçınacak olursa insan soyu son bulur, medeniyeti ortadan kalkar ve insanın bu dünya hayatındaki emek ve çabaları boşa gider.

insanoğlu çalışıp çabalar sonra da bayrağı kendisinden sonra ge­lene teslim eder. Böylece her nesil, medeniyetin devamı ve toplumun güçlenip ilerlemesi için kendine düşen görevi yerine getirmiş olur.

Varlığa gelen her yolcu; erkek olsun, kadın olsun hayat sarayına yeni bir tuğla ilave eder ve zamanın getirdiği musibetlerden insanlık mirasını ve mukaddesatını korumuş olur. Böylece o yolcu ümmetin dayanağı olur. Ümmetin kalkınması onunla gerçekleşmiş olur. Değerleri onunla korunmuş olur. Ümmet için yeni bir dokudur o. Mu­kaddesatının koruyucu su dur.

Evlilik konusunda seven ve doğurgan kadınla evlenilmesinin teşvik edilmesi, insan nevinin devamına ve ümmetin çoğalmasına bir teşvik ve ümmetin güçlenip yükselmesi, kalkınmasının ve medeniyet seviyesinin, yükseltilmesi ve sair milletler arasında yücelmesi için bir çağrıdır.

Ebu Davud, Nesaî ve Hâkim, Ma'kıl b. Yesâr'ın şöyle dediğini ri­vayet ederler: Bir adam Peygamber'e (s.a.v.) gelerek: Ben bir kadın buldum, soylu ve güzel, ne var ki çocuğu olmuyor, onunla evleneyim mi? dedi. Peygamber (s.a.v.): Hayır dedi. Adam sözünü tekrarladı, Peygamber yine hayır dedi. Üçüncü defa so­runca Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Seven ve doğurgan kadınla evlenin, çünkü diğer milletlere karşı çokluğunuzla övüneceğim.[206]

Said b. Mansur, Ahmed, Taberânî, Beyhakî ve Ibnu Hibbân da, Enes'in şöyle dediğini rivayet ederler:

"Rasûlullah (s.a.v.) evlenmeyi emreder, bekâr kalmaktan şiddetle sakındırır ve şöyle derdi: "Seven ve doğurgan kadınla evlenin, çünkü kıyamet günü diğer peygamberlere çokluğu­nuzla övüneceğim. [207]

Bu konudaki Peygamber (s.a.v.) hadisleri çeşitli üslûplar taşımaktadır:

Bazen, yaşlılığından ya da benzeri bir sebepten dolayı çocuk doğurmayan kadınla evlenmeyi açıkça yasaklamaktadır.

Bazen, yukarıda zikredilen hadislerde olduğu gibi belli kadınları zikretmeksizin ve bunun tayinini muhataba bırakarak doğurgan kadınla evlenmeyi emretmektedir.

Bazen de, bekâr olanla evlenmeyi teşvik etmesinde olduğu gibi hangi kadınlarla evlenmenin daha iyi olacağı hususunda yol göstermektedir.

Said b. Mansur, Davud b. Abdurrahman'dan, o da Ibnu Cüreyc'den ve o da Mekhul'dan Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Genç kızları tercih edin, çünkü onların ağızları, daha güzel kokar, ahlâk bakımından daha iyi ve bir de daha doğur­gandırlar. Çokluğunuzla övüneceğim; bilmiyor musunuz? [208]

Uvaym b. Sâide el-Ensârî de Peygamberin (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu nakleder:

"Bekârları tercih edin, çünkü onların ağız kokuları daha hoş, rahimleri daha doğurgan ve aza daha kanaatkardırlar. [209]

Kadın, hamileliğe ne kadar istidatlı ise, rahmi o kadar doğurgan olur.

Bu konuda sünnette anlatılanlar aşın mıdır?

Evliliğin en büyük gayelerinden birinin çocuk olduğunu belirten sünnetin bu konuda aşırı gittiğini kimse sanmasın.

Çünkü gayenin değeri bu hayattaki etkisiyle ölçülür, etkisi ne ka­dar çoksa değeri de o kadar büyüktür.

Nitekim ana-babalanna şefkat etmeleri, ölümlerinden sonra ana-babanın hayırlı amellerinin devam etmesine sebep olmaları ve ümmetin güçlenip ilerlemesi bakımından etkinlikleri gibi hususlar yukarıda an­latıldı.[210]

 

Ailenin Ekonomisine Çocukların Katkıları

 

Aile çerçevesinde çocukların diğer bir etkileri de ailenin ekonomi­siyle ilgilidir. Çocuklar iş alanında ve geçimin temininde babalara yardımcı olurlar. Özellikle ana-babalarının işi ağırlaştığı ve iş yapma güçlerinin zayıfladığı dönemlerde çocukların yardımı daha bir Önem ar-zetmektedir.

Dinî değerler ışığında çocuklar ne kadar iyi bir eğitime tâbi tutu­lur ve aile bağlarının kutsallığına inançları ne kadar kuvvetli olursa ekonomik bakımdan katkıları da o kadar çok olur. Ailenin ekonomik ge­liri artar. Toplum içerisindeki seviyesi yükselir.

Bu ise, yardımlaşma ve ilişkilerin güçlenmesinin de bir çeşitidir. Bununla aile bağlan daha da güçlenir ve aile içerisinde yardıma daha çok ihtiyaç duyanlar bu güçlü bağların gölgesinde daha huzurlu bir or­tama kavuşurlar.

Bu nedenledir ki yüce Allah, özellikle yaşlandıkları dönemde ana-babaya iyi davranılmasını emretmektedir: "Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babamza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of bile deme; onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek üzerlerine kanat ger ve (Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, sen de onları esirge!) dîye dua et.[211]

Hiçbir oğul, ana-babasına iyilik ederken bunu bir minnet ve ken­disinin bir lütfü olarak görmesin, bu, onun için bir görevdir. Baba da, oğlunun kendisine yardım etmesinden uzakta durmasın, çünkü bu, onun bir hakkıdır, kendi emeğinin, kendi kazancının meyvesini topla­maktadır.

Ahmed ve Ebu Davud, Amr b. Şuayb'dan, o babasından ve o da de­desinden şunu rivayet ederler: Biri, Peygamber'e (s.a.v.) gelerek: Ya Rasûlallah, benim malım ve çocuğum var, ama babamın malıma ihtiyacı var? dedi. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sen ve malın babana aitsiniz. Çocuklarınız, sizin en iyi kazançlarınız arasındalar. Bu nedenle çocuklarınızın kazancından yeyiniz.[212]

Yine Tirmizî, Nesâî ve Ebû Davud, Hz. Aişe'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: Yediğinizin en güzeli, ka­zancınızdan yediğinizdir ve çocuklarınız, kazancınızdandırlar. [213]

 

Evliliğin Gayelerine Dair Anlattıklarımızı Üç Maddede Toplayabiliriz:

 

  1. Sadece eşleri ilgilendirenler. Bunlar, ruhî ve bedenî huzuru sağlayan ve bunlara bağlı olan eşler arasındaki sevgi ve şefkat, canı koruma, aklı koruma ve dini koruma gibi gayelerdir.

Bu çeşit gayelerin gerçekleşmesi, eşleri fitne ve sapmadan ko­ruyan bir duvarın oluşmasına, duyguların yatışması ve ahlakî istikamet için zemin hazırlanmasına yardımcı olur. Kişinin bedenî ve fikrî yete­neklerinden yararlanmayı düzenler.[214]

 

Canı Korumak:

 

Evliliğin gayelerinden bu çeşiti, canı duygusal taşkınlıklardan ve ruhî bunalımlardan korur. Yüce Allah: "Kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yarattı"[215]ayetiyle; Pey­gamber (s.a.v.) de: "Sizden evlenmeye gücü yeten evlensin, çünkü evlen­mek gözü daha çok haramdan korur ve iffete daha çok yardımcı olur[216] hadisiyle buna işaret etmektedir. [217]

 

Aklı Korumak:

 

Burada, şehevi arzuların azgınlığından ve Hâkimiyetinden akh korumak da vardır. Ibnu Abbas'm: "Kendisinden islam nuru sökülüp atılmadıkça kişi asla zina etmez[218] sözünün anlamı budur. [219]

 

Dini Korumak:

 

Aklı, şehevi arzuların azgınlığından ve Hâkimiyetinden korumak, aynı zamanda dini ve ahlakı korumak anlamına gelir. Tavus'un: "Evleninceye kadar gencin ibadeti tam değildir[220]  sözünün anlamı budur. [221]

 

Nesli Korumak:

 

2- Evliliğin gayelerinden ikinci çeşiti; nesli korumak ve islam me­sajım yüklenmeye ehil ve ümmetin ilerlemesine destek verecek bir nesil yetiştirmekle ilgilidir. Rasûlullah'ın (s.a.v.) şu hadisi   buna işarettir: "Seven ve doğurgan kadınla evlenin, çünkü kıyamet günü diğer peygamberlere çokluğunuzla Övüneceğim. [222]

Evliliğe ait emir ve hükümler nesli korumayı, en mükemmel şekilde onları gözetmedi hedef edinmiştir. Kendileriyle evlenmek haram kılınanlar, akrabalarla evlenmenin hoş karşılanmayışı, koca ve kadında iyi ahlakın şart koşulması ve süreli evlenmenin haram kılınışı gibi konuları ileride anlatacağız ve orada bu meseleyi etraflıca ele alacağız.

Bu çeşit gayelerin gerçekleşmesi, ancak ortak sorumluluk, nesebin belli olması ve çocukların gölgesinde eğitilip gözetilecekleri ve bağımsız hayatlarını devam ettirecekleri yaşa kadar geçirdikleri bütün merhale­lerde özenli bir şekilde korunacakları uygun ortamın bulunmasıyla mümkün olur. [223]

 

Malı Korumak:

 

3- Üçüncü çeşiti ise malın korunması ve arttırılmasıyle ilgili gaye­lerdir. Ibnu Mesud'un: "Evlilikte zenginliği arayın" sözü ile Hz. Ebû Be­kir ve Ömer'in benzeri sözleri [224]  buna işaret etmektedir.

Evli kimse, malı korumaya ve servetini arttırmaya bekârdan daha çok ihtiyaç duyar. Çünkü evli kişi, ailenin geçim sorumluluğunu üstlenmiş kişidir.

Can, akıl, din, nesil ve mal, hem îslamda, hem de geçmiş ilahi din­lerin hepsinde korunması zorunlu şeylerdir. Bunların gözetilip korun­ması için can da, diğer değerli şeyler de feda edilir.

Korunması zorunlu bu beş şeyin korunmasında evliliğin Önemli bir rolü vardır.

Duygunun yatışması, dengeli düşünme ve ahlak istikametinin de­lalet ettiği can, akıl-ve dinin korunması ancak sözkonusu yatışma, dengeli düşünme ve ahlaki istikamet etkenlerinin bolca bulunduğu bir çevrede tam olarak gerçekleşebilirler.

Aynı şekilde yeni neslin yetişmesi ve gözetilip korunması ancak huzurlu bir aile; insanî ilişkilerin sürekli olduğu ve varlığına sebep olan ana ve babalarının sürekli yardımlaştığı bir ortamda sözkonusu olabilir.

Bu ilişkiler evlilik ilişkilerinden ve ortam da, aile ortamından başkası değildir ve olamaz da.

Bu nedenle duygu yatışması, dengeli düşünme ve ahlâk istika­metinin kendisinde gerçekleşmediği hiçbir ilişkiyi islam dini tanımaz.

Aynı şekilde kendisiyle yeni neslin yetişmesi ve gelişme dönemlerinin tamamında gözetilmesini hedef edinmeyen her ilişkiyi islam, reddeder.

Bu nedenle, sözkonusu gayelerin gerçekleşebilmesi için islam, ev­lilik için birtakım şartlar koşmuş ve gerek cahiliyet döneminde ve gerek kendilerini modern diye takdim eden çağdaş toplumların birçoğunda mevcut olan evlilik çeşitlerinin birçoğunu; sözkonusu gayelerin bir kısmını gerçekleştirmedikleri için reddeder. [225]

 

Evlenmek Içln Mutlaka Bulunması Gereken Hususlar [226]

 

Meşru evlilikte aşağıdaki hususların bulunması gerekir:

1- Veli

2- mehir (Mehir)

3- Adil iki kişinin şahitliği ve buna bağlı olarak nikahın ilan edil-

4- Evlenecek eşler ya da vekilleri arasında cereyan edecek icâb ve kabul. [227]

 

1- Velî:

 

Baba veya akrabadan binefsihi asabe olan[228] ya da sultan veya sultanın naibi olan kimsedir. Kadının nikah akdini üstlendiği için ona velî denmiştir. Velî, nikah akdini üstlenmeden önce, onun yararlarını gerçekleştirmek ve duygusal etkilerin tesirinden onu korumak için ya bizzat ya da onun yerine başka biri kadına danışır. [229]

 

Kadına Danışmanın Hikmeti:

 

Danışma kadına değer vermek, bu işe karar vermeye ehil olduğunu ona hissettirmek, hayatı ve geleceğiyle ilgili işlerin en özeli olan bu meselede öncelikli olarak görüş belirtmenin kendi hakkı olduğunu ona haber vermektir.

Velîsinin olması ayrıca gelecekteki evlilik hayatında kadının bir desteğinin bulunduğunu ortaya koyar ve onun şanını yüceltir. Velînin despotluğuna ve bencilliğine de engel olur.

Kadın, ister daha önce hiç evlenmemiş bekâr olsun ister daha önce evlenmiş bulunsun, eğer iyiyi kötüden ayırdetraeye ehil ise, islam bu işin kadın ile velî arasında meşveretle halledilmesini ister. Bu nedenle ne kadın velîsiz nikah akdini yapabilir ve ne de veli, hoşlanmadığı bir evliliğe onu zorlayabilir.

Eğer kadın istemiyorsa ya da bu işe zorlanmış ise evlilik devam et­mez ve Hâkimin bu evliliği bozma yetkisi vardır. [230]

 

Nikah Akdine Kadının Yalnız Başına Karar Veremeyeceğine Dair Deliller:

 

1- Nikah akdinde kadının yalnız başına karar veremeyeceğine ge­lince, Ebû Davud, Tirmizî, Ibnu Mâce, Dârimî, Hâkim, Ebû Avâne, Ibnu Huzeyme ve Ibnu Hibbân, Hz. Aişe'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buy­urduğunu rivayet ederler: "Velisinin izni olmaksızın nikahlanan kadının   nikahı   bâtıldır,   nikahı   bâtıldır,   nikahı   bâtıldır. Aralarında anlaşmazlık çıkarsa, sultan (yetkili devlet adamı) ve­lisi olmayanın velisidir. Şayet kadınla yatarsa, onun fercini ken­disine helâl kılmış olmasından dolayı kadın için mehir tahak­kuk eder.[231]

Bu hadisi ayrıca Dârekutnî, Sünen, III. 221'de; Said b. Mansûr, I-III. 133'te ve îbnu Ebî Şeybe, Musannaf, IHIL 160'da nakletmektedir.

2- Abdurrezzak  Musannafta   Hz.   Aişe'nin,   kardeşlerinin oğullarından birini evlendirdiğini; nikâh için toplandıklarında araya bir perde gerdirdikten sonra konuşmaya başladığını ve iş nikâh akdini yap­maya gelince, bir erkeğe nikâh akdi için emrederek: "Kadınlar nikâh akdini yapmaz" dediğini rivayet eder. [232]

3- Tirmizî, Ibnu Abbas'tan, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu rivayet eder: "Kendilerini  delilsiz  olarak  evlendiren kadınlar bağiyedirler.[233]

4- Dârekutnî, değişik senetlerle Ebû Hüreyre'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Kadın, kadını evlendirmez ve kadın, kendi kendini de evlendirmez. [234]

5- Said b. Mansûr, Ibnu Abbas'ın şöyle dediğini nakleder: "Bâğiye: Veli olmaksızın kendi kendini evlendiren kadındır. [235]

Velinin nikah akdini üstlenmesi gerektiğine dair deliller:

1- Nikah akdini üstlenecek kişinin kadının velisi olması gerek­tiğine dair Said b. Mansûr, Tirmizî, Ebu Davud, Ibnu Mâce, Hâkim, Dârimî ve Dârekutnî, Ebû Musa el-Eş'ari'den Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu naklederler: "Velisiz nikâh olmaz. [236]

Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, IV. 286'da Ibnu Abbas'tan Peygam­ber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder. "Yol gösteren veli ya da sultanın izni olmadan nikâh yoktur."

Heysemî, bu hadisi Taberânî'nin el-Evsat isimli eserinde rivayet ettiğini ve ravîlerinin, Buhârf nin ravileri olduğunu söyler.

2- Kur'an-ı Kerim'de nikah ve onunla ilgili şeylerden bahsedilince hitap hep erkekleredir, kadınlara değil. Bu da nikâh akdinin, erkeklerin elinde olduğunu, kadınların elinde olmadığını gösterir.

Yüce Allah şöyle buyurur: "İçinizden bekârları ve köle ve cariyelerinizden iyileri evlendirin. [237]"Allah'a ortak koşan kadınlarla, onlar inamncaya kadar evlenmeyin. [238]

Bu iki ayetten delil çıkarma vechi, Ibnu Hacer'in de belirttiği gibi nikah konusunda Yüce Allah'ın erkeklere hitap etmesidir. Allah sanki şöyle buyuruyor: "Ey (erkek) veliler, velisi bulunduğunuz kadını müşriklerle evlendirmeyin." [239]

 

Ma'kıl b. Yesâr'ın Kızkardeşini Evlendirmesi:

 

Ma'kıl b. Yesâr'ın, kızkardeşi ric'i bir talak ile kocasından boşandı. Iddet müddeti dolduktan sonra eski kocası yeniden onunla evlenmek istedi. Kadının kendisi de bunu istiyordu. Ancak kardeşi Ma'kıl ona engel oldu. Nihayet, "kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini bitirdiler mi, kendi aralarında güzelce anlaştıkları taktirde, (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın[240] ayeti indi ve Ma'kıl kızkardeşini eski kocasıyla evlendirdi.

Şayet kadın kendi kendini evlendirebilşeydi, kadının isteğiyle ko­casının isteği yeterli olurdu. Ayet inmezden önce kardeşinin engelle­mesinin bir itibarı olmaz ve evlenme geçerli olur, ayet indikten sonra kardeşinin akdi üstlenmesine kadar beklemezdi.

3- Buhârî, Tirmizî, Ebû Davud, Hâkim, Dârekutnî ve Beyhakî şunu rivayet ederler: Ma'kıl b. Yesâr, Rasûlullah (s.a.v.) döneminde kızkardeşini müslüman erkeklerden biriyle evlendirdi. Sonra adam onu ric'i bir talakla boşadı ve iddeti doluncaya kadar geri almadı. Sonra adam da o kadına, kadın da adama sevdalandı. Bunun üzerine adam (boşadığı) bu kadına talip oldu. O zaman Ma'kıl o adama: "Behey şaşkın, onu sana verdim; onunla evlendirdim, ama sen kalktın onu boşadm. Allah'a yemin ederim ki artık sana ebediyyen dönmeyecektir" dedi. Ancak Allah, bu erkeğin o kadına ve bu kadının da (eski) erkeğine ihtiyacı olduğunu biliyordu. Bunun üzerine şu ayeti indirdi: "Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini bitirdiler mi... Allah bilir, siz bilmezsiniz. [241]

Ma'kıl, ayeti duyduğunda: Bana Rabbimin sözünü dinlemek ve O'na itaat etmek, düşer, dedi. Sonra o adamı çağırıp: "Onu sana veriyor ve onu seninle evlendiriyorum" dedi.

Tirmizî'nin yorumu:

Tirmizî, hadisi Mübarek b. Fudâle'den, el-Hasan'dan, Ma'kıl b. Yesar'dan rivayet eder, sonra hadisin derecesini ve neye delil olduğunu belirterek şöyle der: Bu hadis hasen-sahihtir. Başka vecihten de Hasan (el-Basri) den rivayet edilmiştir. Ancak Hasan'dan yapılan rivayet ga­riptir.

Tirmizî sonra şöyle devam eder:

Hadiste velisiz nikahın caiz olmadığına dair delil vardır. Çünkü Ma'kıl b. Yesâr'ın kızkardeşi dul idi. Eğer evlenme işi velisinin değil de kendi elinde olsaydı, kendi kendini evlendirir ve velisi Ma'kıl b, Yesâr'a muhtaç olmazdı. Nitekim yüce Allah, velilere hitap ederek şöyle buyur­maktadır: "Kendi aralarında güzelce anlaştıkları takdirde (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın.[242]

Bu ayet, kadınların râzî olmaları şartıyla evlendirme işinin veli­lere ait olduğuna delildir.

Ibnu Huzeyme, Tirmizî'yi destekliyor:

Tirmizî'nin ayetten çıkardığı bu görüş, yerinde ve kuvvetli bir görüştür. Hâkim'in nakline göre imamlar imamı Ibnu Huzeyme'nin görüşüne uygundur. Hâkim, hadisi yorumlarken şöyle demektedir: Bu hadiste, Yüce Allah'ın nikâh akdini kadınlara değil, velilere verdiğine dair açık bir delil vardır. Kadınlar dul olsalar da nikah akdini üstlenemezler.

Taberî'nin yorumu:

Yukarıdaki ayeti kerimenin tefsirinde Taberî şöyle demektedir.[243]

Rivayet edilir ki bu ayet, bir kızkardeşini amca çocuklarından bi­riyle nikahlayan hakkında inmiştir. Adam, o kadınla evlendikten sonra onu boşamış ve iddeti doluncaya kadar onu geri almamıştır. Iddet bit­tikten sonra kadını kardeşinden istemiş, kadın da eski kocasına dönmek istediği halde kardeşi onun eski kocasıyla evlenmesini yasak­lamıştır.

Taberî, kızkardeşinin eski kocasıyla evlenmesini kabul etmeyen kişinin kim olduğuna dair müfessirlerin ihtilaf ettiklerini belirttikten sonra şöyle demektedir: Müfessirlerden kimine göre sözkonusu kişi, Ma'kıl b. Yesâr el-Müzenî'dir. Kimine göre ise, Câbir b. Abdillah el-Ensârî'dir. Taberî, görüşlerin her birini destekleyen rivayetleri naklet­tikten sonra şöyle demektedir: Doğrusu şöyle denilmesidir: Yüce Allah âyeti, boşama yahut nikâhın feshi gibi bir sebeple kocalarından aynlan kadınların eski kocalarına dönmeyi istedikleri halde onları eski koca­larına vermeyen velilerinin bu davranışlarının haram olduğunu belirt­mek için indirmiştir.

Ayet, Ma'kıl b. Yesâr'ın kızkardeşine karşı takındığı tavır üzerine de, Câbir b. Abdillah'ın amcası kızına karşı takındığı tavır üzerine de inmiş olabilir. Âyetin nuzûl sebebi şu olay da olabilir, diğeri de. Hangisi olursa olsun âyet, zikrettiğimize delalet etmektedir.

Taberî, âyeti tefsir ettikten sonra şöyle devam eder: Âyet şöyle di­yenin görüşünün doğruluğuna açıkça delalet etmektedir: Asabeden bir veli olmaksızın nikâh yoktur. Yüce Allah ayrıca kadın evlenmek istediği halde velinin ona engel olmasının haram olduğunu ve velinin bundan sakınması gerektiğini belirtmektedir.

Şayet kadın, velisi onu nikahlamadan kendi kendini nikahlayabil şeydi ya da nikâhta dilediğini veli yapabilseydi, velisinin onu engellemesini yasaklamanın bir anlamı olmazdı. O zaman onu en­gellemesinin bir yolu kalmazdı. Çünkü kadın dilediği zaman kendini ev­lendirir ya da başka birini bulur ve o kişi onun nikâh akdini üstlenirdi. Böylece ortada bir engelleme sözkonusu olmazdı ki, engelleyenin engel­lemesinin yasaklanmasından bahsedilsin. Durum böyle olunca, kadının nikâhında velisinin bir hakkının bulunduğu ve akdin ancak veli ile olabileceğine dair görüşün tutarlılığı ortaya çıkmış oluyor.

Allah'ın bu yasaklamasının hiç bir hüküm ifade etmediğini söyleyen görüşün tutarsızlığı ile kadının evlendirilmesinde velisinin de hakkı vardır, diyen görüşün haklılığı anlaşılmış oluyor.

Ibnu Kesir'in yorumu:

Ibnu Kesir, sözkonusu âyetin tefsirinde, ayetin, kadının kendi kendini evlendiremiyeceğine ve nikâh akdini üstlenecek bir velinin mutlaka bulunması gerektiğine delalet ettiğini; Tirmizî ve Taberî'nin anlattıklarına katıldığım belirtir. Daha sonra âyetin, Ma'kıl b. Yesâr hakkında indiğine dair rivayetin sahih olduğunu söyler.[244]

Tercihe şâyân görüş, îbnu Kesir'in görüşüdür. Çünkü Kuran ilim­leri ve Tefsir usûlü kurallarına uygundur. Bu kurallara göre rivayette: Âyet şu sebeple indi" veya:

Âyet şu sebeple indi" veya: Şu olay meydana geldi bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi" ifadeleri kullanılmışsa, bu ifadeler sebep bildirir. Ama Ayet şu konuda indi" ifadesi kullanılmışsa sebep konusunda açık bir ifade değildir. Ma'kıl b. Yesâr'la ilgili rivayet, diğerleri arasında sebep konu­sunda açık bir ifade olduğuna göre tercih edilmesi gereken rivayet bu­dur. Hafız Ibnu Kesir de bu sebeple bu rivayeti tercih etmektedir.

Şafiî'nin yorumu:

Şafiî, el-Umm isimli kitabında[245] yukarıdaki Bakara sûresinde geçen âyette, "erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur[246]"sahiplerinin izniyle onlarla evlenin[247]âyetlerini naklet­tikten sonra, "Kur'an'ı bilen ilim ehlinden bazıları, Ma'kıl b. Yesâr'ın..." diyerek olayı aktarır. Olayı aktardıktan sonra da şöyle der: Bunun üzerine âyet indi. "Boşadığınız zaman" yani kocalar kadınlarını boşadıkları zaman, "sürelerini bitirdiler mi" yani iddetlerini doldurdu­lar mı, "onlara engel olmayın" yani, siz ey velileri "(eski) kocalarıyla ev­lenmelerine" eğer onları ric'i talâk ile boşamışlarsa.

Şafiî sözlerine şöyle devam eder:

Âyetin başka bir mânâya ihtimali olduğunu bilmiyorum. Çünkü ancak engelleyebüenlere engellemememeleri emredilebilir ki onlar da velilerdir. Onlar olmaksızın kadının nikâh akdi yapılamaz. "Engellemeyin" hitabının eski kocalarına yapılmış olması düşünülemez. Çünkü koca kadını boşamış ve iddet de dolmuş ise, onu engelleyebil-mesinin bir yolu kalmamıştır. Eğer kadın iddeti tamamlamamışsa za­ten başka bir kocayla evlenmesi caiz olmaz. Iddet dolduktan sonra eski kocanın kendisiyle evlenmesine engel olması diye bir durum da sözkonusu olamaz. O halde Kur'an'da anlatılan şudur: Kadının nikâhı konusunda velinin d,e hakkı vardır ve kadın şer'i ölçülerin dışına çıkmayıp iyilik üzere evlenmeğe razı ise, velinin de ona engel olmaması gerekir.

Şafiî daha sonra sünnetten buna dair deliller nakleder. [248]

 

Bu Konuda Hz. Aişe'den Nakledilenler:

 

4- Müminlerin anası Aişe -Allah kendisinden razı olsun cahiliye döneminde kadınların nikâhından bahsetti ve o dönemdeki nikâh şekillerinden, islâmdaki nikâha benzeyen bir şeklini anlattı ki bunda da veli şartı vardır.

Buharî ve Dârekutnî, Peygamber'in (s.a.v.) eşi Hz. Aişe'den, cahi­liye döneminde nikâhın dört çeşit olduğunu ve çeşitlerden birinin, bugünkü insanların nikâhlarına benzediğini; buna göre erkeğin, diğer erkekten velayeti altında bulunan kadını veya o erkeğin kızım ondan is­teyip mehrini verdikten sonra o kadını nikahladığım anlattığını rivayet ederler. [249]

"Erkek, diğer erkekten velayeti altında bulunan kadını ya da o erkeğin kızını ondan isterdi" sözüyle velinin şart olduğu neticesi çıkmaktadır.

Hz. Aişe'den nakledilen diğer bir rivayette, Hz. Aişe yetim kızın evlenmesinin velisine ait bulunduğunu ve islâmın, o velileri yetimlerin mallarına tamah etmekten ve bu tamahlarının, o yetim kızları kendile­rinden başkasıyla evlendirmekte engel olmasından ya da haklarım ve mehirlerini onlara vermeksizin kendilerinin onlarla evlenmelerini ya­saklamak üzere geldiğini anlatır.

Buharî, Müslim, Nesaî, Taberî, Ibnu Kesir, Abd b. Humayd, tbnu'l-Munzir ve Ibnu Ebî Hatim, Urve b. ez-Zubeyr'den şunu nakle­derler: Urve b. ez-Zubeyr, Hz. Aişe'den "eğer yetimlerin haklarına ri­ayet edememekten korkarsanız[250]ayetini sordu. Aişe dedi ki:

"Ey kızkardeşimin oğlu... Âyet, velisinin himayesinde bulunan yetim kızdan bahsediyor. Malı, velisinin malıyla ortaktır. Veli, kızın malını ve güzelliğini beğeniyor ve onunla evlenmek istiyor. Fakat mehri konusun­da âdil davranmıyor, başkasının ona vereceğinin aynısını vermiyor, işte âyet bu durumdaki velilere, himayelerinde bulunan yetim kızlara âdil davranmalanm ve âdil davranmayacaklan takdirde hoşlanna gidecek başka kadınlarla evlenmelerini emrediyor. [251]

Yukandaki lafızlar Buharî'ye aittir.

Müslim'in rivayeti ise şöyledir: "Eğer yetimlerin haklanna riayet edememekten korkarsanız" âyeti hakkında Aişe şöyle dedi: Yetim kızın velisi ve vârisi bulunan kişi hakkında inmiştir. Kızın malı vardır ama onu savunacak kimsesi yoktur. Veli, malı için o kızı nikahlayıp böylece ona zarar vermesin ve kötü bir koca olmasın. "Eğer yetimlerin hak­lanna riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (başka) kadınlarla evlenin" âyetiyle anlatılmak istenen budur. Ayet diyor ki: Size helâl olan başka kadınlarla evlenin, kendilerine zarar vereceğiniz şu yetim­lerle evlenmeyin.

Bu gibi durumlarda kadın kendi kendini nikahlayabil şeydi, veli­nin karanna bakmaksızın ve onun kendisine zarar vermesine fırsat ver­meksizin düediğiyle evlenebilirdi.

Aynı şekilde evlenmesi, velisinin onayına dayalı olmasaydı, ona zarar vermesinden sakındınlmasının bir anlamı olmazdı. Hz. Aişe'nin "velisinin himayesinde bulunan yetim kız," "kendisini savunacak kimse­si bulunmayanı nikahlamasın" sözlerinden, kadının nikah akdinin veli­sine ait olduğu anlaşılmaktadır. [252]

 

Bu Hususta Sahabeden Nakledilen Sözler: Hz. Ömer'den Nakledilen:

 

1- Malik ve Dârekutnî, Ebû Bekr en-Neysabûrî tarikiyle Yûnus b. Abdi'l-A'la'dan, îbnu Vehbten, Amr b. el-Hâris'ten, Bukeyr b. el-Eşec'ten, Said b. el-Müseyyeb'ten, Ömer b. el-Hattab'ın şöyle dediğini ri­vayet ederler: "Kadın ancak velisinin veya akrabalannda yetki sahibi birinin ya da sultanın izniyle nikahlanabilir. [253]

2- Said b. Mansur, Hüşeym tarikiyle Haccac'tan, Hubayb b. Ebî Sabit'ten, ibrahim b. Muhammed b. Talha'dan, Ömer b. Hattab'ın şöyle dediğini nakleder: "Ancak velileri kadınlan evlendirebilirler. Aynca ancak onlara denk olanlarla onlan evlendirin.[254]

 

Hz. Ali'den Nakledilen:

 

3-Dârekutnî, Dilec b. Ahmed tarikiyle Musa b. Harun'dan, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe'den, Ebû Halid'den, Mecalid'den, Şa'bi'nin şöyle dediğini nakleder: "Velisiz nikâh konusunda Ali'den (r.a.) daha serti yoktu, böyle davrananlan kırbaçlatırdı. [255]

Dârekutnî, yukandaki rivayetin hemen ardından Hz. Ali'nin şöyle dediğini nakleder: "Velinin izni olmaksızın nikâh yoktur. Kim velinin izni olmaksızın nikahlarsa nikâhı batıldır."[256]

 

Haris El-Ukli'den Nakledilen:

 

4-  Said b. Mansur, Muğire'den el-Haris el-Ukli'nîn şöyle dediğini nakleder: "Nikâh, veliye aittir. Lakin vasiyy'e çocuk kendisine teslim edilmiş ve çocuğun malında tasarruf eden kimse danışır. [257]

Nakledilen bu haberi, yine Said b. Mansûr'un Hüseyin'den, Mu­hammed b. Salim'den naklettiği Şa'bi'nin şu sözü açıklamaktadır: "Nikâh konusunda vasiym'n bir şeyi yoktur, karar veliye aittir.[258]

 

Ibnu Abbas'tan Nakledilen:

 

5-Ibnu Ebî Şeybe, Veki tarikiyle Sufyan'dan, Ibnu Huşeym'den, Said'den, Ibnu Abbas'ın şöyle dediğini nakleder: Nikâh ancak veli ya da âdil sultan ile olur. [259]

Said b. Mansur da benzeri bir sözü Ibnu Abbas'tan nakletmekte­dir. [260]

 

Bu Konuda Tabiînden Bazı Nakiller:

 

1- Said b. Mansur ve Ibnu Ebî Şeybe, ibrahim en-Nehâî'nin şöyle dediğini naklederler: "Veli ya da sultan olmaksızın nikâh yoktur. [261]

2- Ibnu Ebî Şeybe, Şa'bi'nin şöyle dediğini nakleder: "Kadın ancak velisinin izniyle nikahlanır. Velisi yoksa sultanın izni gerekir. [262]

3- Ibnu Ebî Şeybe, Hasan ve Ibnu Sirin'den velisi bulunmayan halktan herhangi bîr kadının nikâhı konusunda Hasan'a göre, izin sultana, Ibnu Sirin'e göre ise, müslümanlardan yetkili birine ait olduğunu naklederler.[263]

 

Vukubulmuş Olaylardan Misaller:

 

1- Nikâh İşini Sultanın Üstlenmesine Dair:

 

Malik, Buhârî, Müslim ve Sünen müellifleri, Sehl b. Sa'd'in şöyle dediğini naklederler [264]Bir kadın Resûlullah'a (s.a.v.) gelerek: Ben kendimi hibe ettim dedi ve uzun müddet bekledi. Orada bulunanlardan bir sahabi:

 (Ya Resûlallah), senin ona ihtiyacın yoksa onu benimle evlendir, dedi. Resûlullah:

Ona mehir olarak verecek bir şeyin var mı? dedi. Sahabi:

îzârımdan [265] başka bir şey yok, dedi. Resûlullah:

Izânnı ona versen, izârsız oturursun (giyecek bir şeyin kalmaz), git başka bir şey bul, dedi. Sahabi:

Başka hiçbir şey bulamam dedi. Resûlullah:

Birşeyler bul, demir bir yüzük bile olsa olur, dedi. Fakir sahabi onu da bulamadı. Bunun üzerine Rasûlullah:

Kur'an'dan ezberinde birşey var mı? diye sordu. Sahabi:

Ezberimde şu sûre var, şu sûre var, diyerek birtakım sûreleri isimleriyle saydı. O zaman Resûlullah:

Ezberindeki sûrelerle seni bu kadınla evlendirdim, dedi.

Peygamberden başka kadının nikâhını üstlenecek kimsesi yoktu. Eğer kadının kendi kendini evlendirmesi caiz olsaydı, adam Resûlul­lah'a: Onu benimle evlendir, demezdi. Yine velisi olmayanın velisi sul­tan olmasaydı, Resûlullah (s.a.v.): Onu seninle evlendirdim, demezdi.

Bu sebepledir ki Buhârî bu hadise şu başlığı açmıştır: "Peygamber'in (s.a.v.) Kur'an'dan ezberindeki sûrelerle seni onunla ev­lendirdim" sözü sebebiyle sultanın veli olduğuna dair."[266]

 

2- Babanın Kızını Evlendirmeyi Üstlenmesi:

 

a) Hz. Hafsa'nın Evlendirilmesi:

 

Ahmed Müsned'de, Humaydî Müsned'inde, Buhârî Sahih'inde, Nesaî de Sünen'inde rivayet ederler ki: Ömer b. Hattab'ın (r.a.) kızı

Hafsa, Huneys b. Huzâfe es-Sehmi'den dul kaldı. Bu zat sahabi olup Medine'de vefat etmiştir, ömerb. Hattab diyor ki: Osman b. Affan'a git­tim ve Hafsa'yla evlenmesini teklif ettim. Bir düşüneyim, dedi. Günlerce bekledim, bir gün onunla karşılaştım: Bu sıra benim evlen­meye niyetim yok, dedi. Ebu Bekir'le karşılaştım: Dilersen seni Haf­sa'yla evlendireyim, dedim. Ebû Bekir, sustu ve bana bir cevap vermedi. Osman gibi onun da bir müddet düşüneceğini zannederek günlerce bek­ledim. Sonra Resûlullah (s.a.v.) Hafsa'yı istedi ve ben de onu Resûlullahla evlendirdim. Bir ara Ebû Bekir benimle karşılaştı ve: Haf­sa'yı bana teklif edip sana cevap vermediğimde belki de bana canın sıkılmıştır, dedi. Evet, dedim. Ebû Bekir dedi ki:

Benim sana cevap vermememin sebebi şudur: Resûlullah'ın (s.a.v.) ondan bahsettiğini biliyordum ve Resûlullah'ın (s.a.v.) sırrını ifşa edecek değildim. Eğer Resûlullah (s.a.v.) onunla evlenmeseydi, onu kabul ederdim. [267]

Naklettiğimiz bu hadis, Hz. Ömer'in Hafsa'yı evlendirmeye ne ka­dar Önem verdiğini: "Sonra Resûlullah (s.a.v.) onu istedi ve ben de Haf­sa'yı onunla evlendirdim" sözüyle evlendirme işini üstlendiğini açıkça ifade etmektedir.

Hadis ayrıca kişinin kızını, kendisine denk hayır ve takva ehline arzetmesinin caiz olduğunu göstermektedir. Bu meseleyi ele aldığımızda hadisten çıkarılacak hükümleri anlatacağız.[268]

 

b- Hz. Aişe'nin Evlendirilmesi:

 

Ahmed Müsned'de ve îbnu Kesir el-Bidaye ve'n-Nihaye'de, Hz. Aişe ve Sevde'nin Resûlullah'la (s.a.v.) evlendirilmeleri ve her ikisinin velilerinin bu evlendirmeyi nasıl üstlendiklerim naklederler. [269]

Muhammed b. Amr (Ebû Seleme) ve Yahya şöyle dediler: Hatice vefat ettiğinde Osman b. Maz'un'un hanımı Havle gelerek: Ya Rasûlallah, evlenmeyecek misin? dedi. Resûlullah:

Kiminle?" dedi. Havle:

Dilersen bir kızla, dilersen bir dulla, dedi. Resûlullah:

"Kız kim?" dedi. Havle: Allah kullarından en çok sevdiğinin kızıyla; Ebû Bekir'in kızı Aişe ile, dedi. Resûlullah:

Peki dul olan kim?" dedi. Havle: Şevde bint Zem'a, o, sana inandı ve sana tabi oldu, dedi. Rasûlüllah:

Git onları bana iste, dedi. Havle, Ebû Bekir'in evine giderek: Ya Ummu Rûman, bir bilsen Allah sana ne hayır ne bereket nasip etti? dedi. Ummu Rûman:

Neyi nasip etti? dedi. Havle:

Resûlullah (s.a.v.), kendisine Aişe'yi istemem için beni gönderdi, dedi. Ummu Rûman:

Ebu Bekir'i bekle, gelsin, dedi. Ebû Bekir geldiğinde Havle:

Ya Ebû Bekir, bir biîsen Allah size ne hayır ve bereket nasip etti? dedi. Ebû Bekir:

Neyi nasip etti? dedi. Havle:

Resûlullah, Aişe'yi kendisine istemen için beni gönderdi, dedi. Ebû Bekir:

Ona olur mu ki, o, kardeşinin kızıdır, dedi. Havle diyor ki:

Rasûlullah'a geri döndüm ve durumu ona anlattım. Buyurdu ki:

Git Ebû Bekir'e söyle: Ben dinde onun kardeşiyim ve onun kızı bana olur." Ebû Bekir'e gittim ve Rasûlullah'ın dediğini ona anlattım. Bana: Bekle dedi ve dışarı çıktı.

Ummu Rûman dedi ki: Mut'am b. Adiy onu oğluna istemişti. Allah'a yemin ederim ki, Ebu Bekir verdiği her sözü yerine getirmiştir.

Ebû Bekir, Mut'am b. Adiy'in yanına gitti, hanımı da yanındaydı. Kadın, Ebû Bekir'e: Ey Ebû Kuhafe'nin oğlu, bizim çocuğu kafaya taktın, kızınla evlendirmene karşılık onu dinine sokacaksın öyle mi? dedi.

Ebû Bekir, Mut'am b. Adiy'e: Bu da söylenecek söz mü? dedi. Mut'am:

Evet diyor işte, karşılığını verdi.

Ebû Bekir, hemen oradan ayrıldı, verdiği sözden dolayı kalbindeki ukdeyi de Allah giderdi. Havle'ye dönerek geldi ve ona: Rasûlullah'ı (s.a.v.) bana çağır, dedi.

Havle, Peygamber'i (s.a.v.) çağırdı ve Ebû Bekir, kızım Peygam-ber'e (s.a.v.) nikahladı. O zaman Hz. Aişe altı yaşındaydı.[270]

 

c- Şevde Bint Zem'a'nın Evliliği:

 

Havle oradan çıkıp Şevde bint Zem'a'nın yanına gitti ve: Bir bilsen Allah sana ne hayır ve bereket nasip etti? dedi. Şevde:

Neyi nasip etti? dedi. Havle:

Beni sana Rasûlüllah (s.a.v.) gönderdi, seni kendisine istiyor, dedi. Şevde:

Ben de istiyorum, git babama durumu anlat dedi.

Sevde'nin babası çok yaşlı idi. Bu nedenle haçtan geri kalmıştı. Havle yanına girdi ve cahiliye selamı ile onu selamladı. Sevde'nin ba­bası:

Kim bu? dedi. Havle:

Hukeym'in kızı Havle, dedi. Adam:

Peki ne istiyorsun? dedi. Havle:

Beni Abdullah'ın oğlu Muhammed gönderdi, ona Sevde'yi iste­meye geldim, dedi. Adam:

O değerli bir kişidir. Peki Şevde ne diyor, dedi. Havle:

Şevde de istiyor, karşılığını verince onu çağır, dedi. Şevde gel­diğinde: Bak kızım bu kadın, Abdullah oğlu Muhammed'in seni istet­mek üzere kendisini gönderdiğini söylüyor. Muhammed gerçekten değerli biridir, onunla seni evlendirmemi ister misin? dedi. Şevde:

Evet, deyince adam Havle'ye:  Git onu çağır gelsin,  dedi. Rasûlüllah geldi ve Sevde'nin babası, Sevde'yi onunla evlendirdi. [271]

Hz. Aişe'nin (r.a.) evlendirilmesinde babası Ebû Bekir'in (r.a.) ev­lendirme işini nasıl üstlendiğini, kendi kendisine nasıl karar verdiğini ve sonunda nasıl Havle'ye: Git Rasûlullah'ı bana çağır deyip Aişe'yi Rasûlullah'la evlendirdiğini gördük.

Denebilir ki: Bu durum Hz. Aişe için sözkonusu olmuştur. Çünkü o zaman Hz. Aişe küçüktü, evlenme işinden bir şey anlamıyordu veya bu konuda görüş ileri sürecek bir yaşta değildi.

Bu doğrudur.

Ancak evlilik işinde kadının velisinin gerekliliği, sadece bu durum­da olana has bir şey değildir.

işte Şevde (r.a.), dul idi. Yaşı büyüktü ve görüş belirtmeğe ehil idi. Bununla birlikte evlilik işini yalnız başına yürütmedi.

Velisi bu evlilik işinde ona danıştı. Koca adayı hakkında görüşünü belirterek onun layık ve değerli biri olduğunu söyledi. Zorlama çeşitlerinden hiçbiriyle bir ilgisi bulunmayan bu görüşüyle birlikte seçme hürriyetini Sevde'ye bıraktı ve: Seni onunla evlendirmemi istiyormusun? dedi. Şevde de muvafakat edince nikâh akdini üstlendi ve Rasûlullah'ı Şevde ile evlendirdi.

Evliliği konusunda kadının görüş sahibi olması ve evlilik akdini velinin üstlenmesi arasında ne çelişki olabilir ki?

Göz kamaştırıcı bu tabloda müşahade ettiğimiz bu olay yalnız başına bu meselede son hükmü açıkça ortaya koymakta ve başka herhangi bir yoruma ihtiyaç bırakmamaktadır.

Bu olayın, peygamberliğin onuncu yıh Şevval ayında hicretten üç yıl önce vuku bulduğu rivayet edilir. Hicretten iki yıl önce vuku bul­duğunu söyleyenler de olmuştur.

Rasûlullah (s.a.v.) Mekke'de Şevde ile gerdeğe girdi. Hz. Âişe ile gerdeğe girmesi ise Medine'de hicretten onsekiz ay sonra gerçek­leşmiştir. [272]

 

d- Cüveyriye bint el-Hâris'in Evliliği:

 

Mustahkoğulları gazvesinde zafer müslümanlarındı. Rasûlullah (s.a.v.) esirleri dağıtınca Cüveyriye, Sabit b. Kays b. Şemmas'ın veya amcası oğlunun payına düştü. Cüveyriye, hürriyetine kavuşmak için bir meblağ karşılığında onunla anlaştı ve bu meblağı bulmak üzere Rasûlullah'a (s.a.v.) gelerek ondan yardım istedi. Rasûlullah (s.a.v.) ona:

Bundan daha hayırlısına var mısın?" dedi. Cüveyriye:

Daha hayırlısı da ne ya Rasûlallah" dedi. Rasûlullah:

Hürriyetinin karşılığı olan meblağı ben ödeyeyim, benimle evle­nir misin?" dedi. Cüveyriye:

Evet, evlenirim ya Rasûlallah, dedi. O zaman Rasûlullah: -"Ben de kabul ettim" karşılığını verdi.

Mûsâ b. Ukbe, Cüveyriye'nin fidyesini babasının ödediğini[273] sonra Rasûlullah'in (s.a.v.) onu babasından istediğim ve babasının da onu Rasûlullah'la evlendirdiğini zikreder. [274]

Musa b. Ukbe'nin bu rivayeti doğru ise, o da dediğimizi destekle­mektedir.[275]

 

3- Erkek Kardeş, Kızkardeşinin Evlendirilmesini Üstlenir:

 

Ma'kıl b. Yesâr'ın, kızkardeşini evlendirme kıssasını ve Allah Teâlanın: "(Eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın[276] ayeti­nin nuzûl sebebini daha önce anlatmıştık, işte bu kıssa, kızkardeşin nikâh akdini, erkek kardeşin üstlendiğine dair delillerdendir.[277]

 

4- Oğul, Annesini Evlendirmeyi Üstlenir:

 

Nesaî, Muhammed b. ismail b. ibrahim tarikiyle şunu nakleder: Yezıd, Hammâd b. Seleme'den, Sabit el-Benânî'den, Ibnu Ömer b. Ebî Seleme'den, babasından, Ummu Seleme'den naklederek anlatır: Ummu Seleme'nin iddeti dolduğunda Ebu Bekir onu kendine istetir, ama Ummu Seleme isteğini reddeder. Ardından Rasûlullah (s.a.v.), Ömer b. Hattab'ı gönderir ve onu kendisine istetir. Ummu Seleme, Ömer'e: Git Rasûlullah'a (s.a.v.) haber ver, ben kıskanç bir kadınım, çocuklarım var, ayrıca velilerimden de hazır kimse yok.

Ömer, Rasûlullah'a (s.a.v.) gelip durumu anlattığında Rasûlullah: "Git ve ona de ki: Ben-kıskanç bir kadınım diyorsun, bu kıskançlığını gi­dermesi için Allah'a dua edeceğim. Çocuklu bir kadınım diyorsun, çocuklarının sana ihtiyacı olmayacak, ihtiyaçları giderilecektir. Velile­rimden hazır kimse yok diyorsun, hazır ve hazır olmayan velilerinden hiçbiri buna karşı çıkmaz."

Bunun üzerine Ummu Seleme, oğluna: Ömer [278]kalk, Rasûlullah'ı (s.a.v.) evlendir dedi ve o da annesini Rasûlullah'la (s.a.v.) evlendirdi. [279]

Vakidî, bu olayın hicretin dördüncü yılı Şevval ayında vuku bul­duğunu söylemektedir.[280]

 

5- Bir Koca, Baldızının Evlendirilmesini Üstlenebilir:

 

Koca: Abbas b. Abdilmuttalib'tir. Baldız ise, müminlerin anası Meymûne bint el-Ha^ Vtir.

Ibnu Ishak naklediyor: Ebân b. Salih ve Abdullah b. Ebî Necih, Ata ve Mücahid'den Ibnu Abbas'ın şöyle dediğini naklettiler: Rasûlullah (s.a.v.) ihramlı[281] iken seferde Meymûne bint el-Haris'le evlendi. Onu Meymûne ile evlendiren ise, Abbâs b. Abdilmuttalib'tir.

Ibnu Hişam da şöyle demektedir: Meymûne evlilik işini, kızkardeşi Ummu'l-Fazl'a havale etmişti. Ummu'1-Fazl da bu işi kocası Abbas'a havale etti ve onu Rasûlullah'la (s.a.v.) evlendirerek Rasûlullah yerine ona dörtyüz dirhem mehir verdi.

Bu evlilik, hicretin yedinci yılı Zi'1-Ka'de ayında olmuştur. [282]

 

6- Bir Yönetici, Amcası Oğlundan Kendisini Evlendirmeyi Üstlenmesini İstiyor:

 

Yönetici: Muğire b. Şu'be'dir. Amcası oğlu: Ubeydullah b. Ebî Ukayl'dır.

Said b. Mansûr, Huşeym'den, Muhammed b. Salim'den, Şa'bi'den şunu nakleder: Muğire b. Şu'be, amcası kızı Urve bint Mes'ud'u istedi. Ubeydullah b. Ebî Ukayl'e haber göndererek: Beni onunla evlendir, dedi. Ubeydullah: Ben böyle birşey yapamam, sen beldenin emirisin ve onun amcasının oğlusun, dedi. Bunun üzerine Muğire, Osman b. Ebî'l-Ass'a haber gönderdi ve bu zat o kızı Muğire'yle evlendirdi. [283]

Bu olayda kadına veli olması evlâ olan biri, o kadınla evlenmek için akrabalıkta kendisinden daha uzak ya da veli olma konusunda derece bakımından daha aşağı olan birini veli yapmak istiyor. Aslında bu, sakıncası olmayan bir yoldur. Ne var ki, zorunlu değildir. Kadının velisi, onunla evlenmek istediğinde, veli olma yönüyle kendisinden daha uzak derecede bulunan birinin aracılığına ihtiyaç kalmaksızın bizzat kendisi o kadının nikâh akdini üstlenme hakkına sahiptir.

îbnu Sa'd, Ibnu Ebî Zi'b tarikiyle Said b. Halid'den Karız'ın kızı Ummu Hukeym'in Abdurrahman b. Avf a: Beni birkaç kişi istedi, bun­lardan hangisini uygun görürsen beni onunla evlendir, dediğini; Abdurrahman b. Avfın: Yani bunu tamamen bana mı bırakıyorsun? dediğini, kadın: Evet, deyince, o halde seni kendime nikahlıyorum dediğini ve Ibnu Ebî Zi'b'in de: Bu nikâh geçerlidir, dediğini nakleder. [284]

 

7- Ummu Habibe'nin Peygamber'le (s.a.v.) Evliliği:

 

Zübeyr b. Bekkâr dedi; Muhammed b. Hüseyin babasından, Abdullah b. Amr b. Zübeyr'den ismail b. Amr'ın şöyle dediğini anlattı: Ebû Sufyan'ın kızı Ummu Habibe şöyle dedi: Habeşistan'dayken bir baktım Necaşi'nin elçisi geldi. -Ebrehe isminde bir cariye idi.-Necaşi'nin elbiseleri ve süründüğü kokulardan sorumluydu. Yanıma girmek için izin istedi, izin verdim. Dedi ki: Kral, Rasûlullah'ın (s.a.v.) kendisine bir mektup gönderdiğini ve bu mektubunda seninle evlenmek istediğini yazdığını söylüyor. Ben de:

Allah bu müjdenden dolayı mükâfat versin, dedim. Cariye dedi ki:

Kral, kimi vekil tayin ediyorsa bildirsin dedi. Ummu Habibe sözlerine şöyle devam etti: Halid b. Said b. el-Âss'a haber gönderip onu vekil tayin ettim. Öğleden sonra Necaşi, Cafer b. Ebî Talib ve orada bu­lunan müslümanların toplanmasını istedi. Müslümanlar toplandıktan sonra bir konuşma yaptı. Konuşmasında şöyle dedi:

Melik, Kuddüs, Mü'min, Aziz ve Cebbar olan Allah'a hamd eder, Allah'tan başka ilâh bulunmadığına, Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna ve Meryem oğlu isa'nın müjdelediği kişinin o olduğuna şahitlik ederim.

Ey topluluk! Bilesiniz ki, Rasûlullah (s.a.v.), kendisini Ummu Ha­bibe bint Ebî Sufyan'la evlendirmemi istedi. Ben de Rasûlullah'ın (s.a.v.) isteğine uydum ve mehir olarak Ummu Habibe'ye dörtyüz dinar veriyorum." Sonra dinarları topluluğun önüne döktü.

Ardından Halid b. Said konuştu ve şöyle dedi: "Hamd, Allah'a mahsustur. O'na hamdeder ve O'ndan mağfiret dilerim. Allah'tan başka bir ilah bulunmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim. Allah onu hidayet ve hak dinle gönderdi ki müşrikler istemese de onu tüm dine üstün kılsın.

imdi; Rasûlullah'ın (s.a.v.) çağrısına uydum ve onu Ebû Sufyan'ın kızı Ummu Habibe ile evlendirdim. Allah, Resulüne mübarek kılsın." Ardından Necâşi, dinarları Halid b. Said'e teslim etti. [285]

Bu olay, altıncı, bir görüşe göre yedinci yılda olmuştur.[286]

 

8- Yedi Göğün Yukarısından Allah'ın Üstlendiği Evlilik:

 

Sözkonusu evlilik, Zeyneb bint Cahş'ın Peygamberle (s.a.v.) evli­liğidir. Zeyneb, Peygamberin (s.a.v.) azatlısı ve evlatlığı Zeyd b. Hârise'nin hanımı idi. Zeyd, Peygambere (s.a.v.) nisbet edilme bah­tiyarlığına nail olmuş biriydi. Hatta Muhammed'in oğlu Zeyd diye çağrılırdı. Bu, o zaman Bizanslılarla Araplar arasında yaygın bir âdet idi. Soydan gelen çocuk ne ise, evlatlık da o durumda idi. Evlatlık da miras alıyor ve hanımı, onu evlatlık edinen kimseye haram kabul edi­liyordu vs...

Yüce Allah şu âyetle evlatlık edinmeyi yasakladı: "Allah, ev­latlıklarınızı öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınızla söylediğiniz sözlerden ibarettir. Allah ise, gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir. Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu bu­dur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalblerinizin bile bile yöneldiğinden günah vardır.[287]

Bu ayetle evlat edinme yasaklanınca, buna terettüb eden bütün hükümler de ibtal edilmiş oldu. Yani evlatlığın, evlat edilene nisbet edilmesi, ayrıldığı eşinin onu evlat edilen tarafından nikâhlanmasının yasaklığı gibi hükümler ortadan kalkmış oldu.

Âyetin gelmesiyle Zeyd'in Muhammed'e (s.a.v.) nisbet edilme şerefi ortadan kalkmış oldu. Böylece Zeyd Kureyş'in efendisi iken alelade biri oldu. Nihayet Cahş'ın kızı; Kureyşli hanımefendi; Peygam-ber'in (s.a.v.) halasının kızı, evlatlık hükümlerinin kalkmasından sonra Zeyd'e baş kaldırmaya başladı. Bu başkaldırı zamanla nefrete dönüştü ve evliliklerinin devamı imkânsız hale geldi.

Müslüman olma nimetine erişmiş bulunan ve Peygamber (s.a.v.) tarafından âzâd edilme ve halası kızıyla evlendirilmekle şereflenmiş olan Zeyd, Peygamber'e (s.a.v.) hanımının tavırlarmdaki değişikliği şikâyet etti. Peygamber (s.a.v.) hanımını boşamamasım, ona sahip çıkmasını ve Allah'tan korkmasını Öğütledi. Peygamber (s.a.v,) ileride Allah'ın ortaya çıkaracağı şeyi yüzüne söylemekten haya etti.

Yüce Allah, Peygamberine Zeyneb'in eşlerinden biri olacağım vah-yetmiş; Zeyd onu boşadığında onunla evleneceğini haber vermişti. Böylece Allah, insanların, evlatlıklarının ayrılmış ya da dul kalmış hanımlarıyla evlenmelerinin yasaklığına dair kanaatleri tamamen sil­miş oldu.

İkinci hususu ilgilendiren mesele de işte budur.

işte bu sebeple Yüce Allah, yedi göğün yukarısından peygamberini evlendirmeyi; nikâh akdini üstlenmeyi bizzat kendisi üzerine almıştır.

Şu âyet, bu konuda inmiştir: "Allah'ın nimet verdiği; senin de kendisine nimet ver(ip hürriyete kavuştur) duğun kimseye: "Eşini yanında tut. Allah'tan kork" diyordun, fakat Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyordun, insanlardan çekmiyordun; oysa asıl çekinmeye layık olan, Allah idi. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki (bundan böyle) ev­latlıkları, kadınlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman, o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın buyruğu (her zaman) yerine getirilmiştir. [288]

Nihayet Zeyd, onu boşadı. Iddeti dolduktan sonra da Rasûlullah (s.a.v.) haber göndererek onu kendine istedi ve sonra onunla evlendi. Onu, onunla evlendiren, âlemlerin Rabbi yüce Allah'tır.

Buhârî'nin Enes b. Malik'ten naklettiğine göre Zeyneb bint Cahş, Peygamber'in (s.a.v.) diğer hanımlarına karşı övünür ve: "Sizleri ak­rabalarınız evlendirdi, beni ise yüce Allah, yedi göğün yukarısından ev­lendirdi" diyordu.

Ibnu Humayd, Şa'bi'nin şöyle dediğini nakleder: Zeyneb, Peygam­bere şöyle diyordu: Üç şeyden dolayı sana nazım var ve eşlerinden hiçbirinin böyle bir nazı sözkonusu değildir: ikimizin de dedesi birdir. -Abdulmuttalib'i kastediyor- Çünkü Abdulmuttalib Peygamber'in (s.a.v.) babasının ve Zeyneb'in annesi Umeyme'nin babasıdır.

Beni yüce Allah da gökten nikahladı. Elçi de, Cibril (a.s.) dır. [289]

Netice:

Naklettiğimiz bu uygulamalı misallerden şu sonuçları çıkarabiliriz:

a- Sâri, nikâh akdinin kadınla birlikte veli tarafından da onaylan­masını öngörmektedir.

b- Veli, sadece babaya münhasır değildir, misallerde gördüğümüz gibi başkaları da veli olabilmektedir.[290]

 

Veli, Kayıtsız Şartsız Nikâh Akdini Yapabilir Mi?

 

Mutlaka gerçekleşmesi gereken bir husus vardır ki o da, kadının, evliliğine dair görüş bildirmeye ehil ve muvafakat ettiğini konuşarak ya da buna delalet eden bir tavırda bulunduğu takdirde nikâh akdini üstlenen kişinin de görüş belirterek buna muvafakat etmesidir.

Bu meselede kararlaştırılmış prensip şöyledir: Ne baba, ne bir başkası, bekâr kız olsun ya da dul olsun kadının rızasını almadan onu birine nikâhlayamaz.

Buhârî, nikâh babında bu konuyla ilgili olarak derlediği sahih ha­dislerden bu prensibi çıkararak onu derlediği hadislere başlık yapmıştır.

Buhârî dışında pek çok muhaddisin derlediği sahih hadislerden de bu sonuç anlaşılmaktadır.

Buhârî, Müslim, Sünen sahipleri, Ahmed, Said b. Mansûr, Dârekutnî, Ebû Hüreyre'den şunu naklederler: Peygamber (s.a.v.):

"Dul kadın, emir vermedikçe nikâhı kıyılamaz. Bekâr kızdan da izin istenmedikçe nikâhı kıyılamaz." Dediler ki: Ya Rasûlallah, izin vermesi nasıldır? "Susmasıdır" buyurdu. [291]

Bu hadis, dul kadının emri, yani açıkça söylemesi sözkonusu ol­madıkça nikâh akdinin geçerli olmayacağını sarih bir şekilde ortaya koymaktadır. Çünkü dul kadın, isteğini açıkça ifade edebilir.

Aynı şekilde bekâr kızın nikâh akdi de, izni olmadıkça geçerli ol­maz. Bekâr kızın izni, ya açıkça isteğini ifade etmesi ya da istediğine delalet eden bir yolla olur.

Dul kadın isteğini açıkça ifade edebilir, durumu buna müsaittir. Oysa bekâr kız, isteğini açıkça söyleyerek ifade edemeyebilir. Bu neden­le dulun emri, bekârın izni denilmiştir.

"Dulun enirinin isteğini açıkça ifade etmesinin istenmesi" bu konudaki hakkını pekiştirmek için söylenmiştir.

Değilse, izin de aynı anlamdadır, izin hakkında terettüp eden de, emir hakkında terettüp eden gibidir. Çünkü buluğ çağına ermiş ve mu­hakeme yapabilen bekâr kızın da rızası olmadıkça nikâh geçerli olmaz. Yakında bu konuyu tafsilatlı olarak ele alacağız.

Nitekim bekâr kızın emrinin istenmesi de Buhârî, Müslim, Nesaî ve Ibnu Hibbân'ın Hz. Aişe'den naklettikleri bir hadiste ifade edilmekte­dir. Buna göre Hz. Aişe şöyle demektedir: Ya Rasûlallah, nikâhları konusunda kadınların emir vermelerini mi istiyorsun? dedim. "Evet" dedi. Ama bekâr kıza emir vermesi istendiğinde utanıp susabilir? de­dim. "Susması, izin vermesi anlamına gelir" dedi.[292]

 

Bekâr Kızın Emir Vermesinin İstenmesi Ve İzin Vermesine Dair:

 

Hatta Malik, Said b. Mansûr, Müslim, Ebû Davud, Nesaî, Tirmizî, Ibnu Mâce, Dârimî ve Dârekutnî'nin Ibnu Abbas'tan yaptıkları nakil­lerde kadının emir vermesi ile izin vermesi aynı değerde tutulmuştur. Bu konudaki rivayet vecihleri şöyledir: [293]

 

Malik'in Rivayeti:

 

Malik, Muvatta (cilt 2, sayfa 524, 525'de) Abdullah b. el-Fadl tari­kiyle Nafi1 b. Cübeyr'den Abdullah b. Abbas'tan Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Dul kadın, kendisi hakkında velisin­den daha hak sahibidir. Bekâr kızın da izni istenir, izni ise, sus-masıdır."

Muhammed b. el-Huseyn'in rivayeti (s. 248) ise aynı senedle gelmesine rağmen kullanılan lafız şöyledir: "Bekâr kızın da emir verme­si istenir."

Malik'ten yapılan nakillerin farklı olmasının sim da budur. Kaldı ki iki rivayet, birbirlerini açıklar durumdadır. [294]

 

Said b. Mansûr'un Rivayeti:

 

Said b. Mansûr, (Sünen, I-III. 140) Ibnu Abbas'ın hadisini, îmam Malik'in senediyle fakat Muhammed b. el-Hasen'in rivayetinde kul­lanılan lafızlarla rivayet etmektedir. [295]

 

Müslim'in Rivayeti:

 

Müslim, hadisi Sahih'inde (II. 1037) Said b. Mansûr, Kuteybe b. Said ve Yahya b. Yahya tarikiyle rivayet eder. Kendilerinden rivayet ettiği bu kişilerin hepsi Yahya b. Yahya rivayetiyle Malik'ten nakledi­yorlar.

Müslim yine aynı hadisi Kuteybe b. Said tarikiyle Sufyan'dan, Ziyâd b. Sa'd'dan, Abdullah b. Fadl'dan ve Muhammed b. el-Hüseyin ri­vayetiyle nakleder. [296]

 

Ebû Davud'un Rivayeti:

 

Ebû Davud Ibnu Abbas'ın hadisini iki rivayetiyle de nakleder. Ancak ikinci rivayette şöyle denilmektedir: "Bekâr kızın babası emir vermesini ister." Ebû Davud, "babası" kaydının kesin olmadığını söylüyor. [297]

 

Nesaî'nin Rivayeti:

 

Nesaî, hadisi iki rivayet varyantıyla verir. Birinci rivayete: "Evliliği hakkında bekâr kızın izninin istenmesi" (II. 77) başlığını açarken ikinci rivayete "Evliliği hakkında bekâr kızın emir vermesinin istenmesi" (II. 77) başlığını açmıştır. [298]

 

Tirmizî'nin Rivayeti:

 

Tirmizî, hadisi, sadece Yahya b. Yahya rivayetindeki lafızlarla vermektedir (III. 416). Ardından da, "bu, hasen-sahih bir hadistir" de­mektedir. [299]

 

Îbnu Mâce'nin Rivayeti:

 

tbnu Mâce, hadisi sadece Muhammed b. el-Hasen'in rivayetiyle ri­vayet etmiştir. (I. 601) [300]

 

Dârimî'nin Rivayeti:

 

Dârimî, hadisi her iki rivayet şekliyle rivayet etmektedir. (III. 138-139). [301]

 

Dârekutnî'nin Rivayeti:

 

Dârekutnî, Muhammed b. el-Hasen'in rivayetiyle yetinmiştir. (III. 240-241) [302]

 

Netice:

 

Evliliği konusunda kadının emir vermesinin istenmesi, rivayet­lerde dul kadın hakkında kullanıldığı gibi bekâr kız hakkında da kul­lanılmaktadır. O halde nikâh akdinin, dul olsun kız olsun her ikisinin emir vermelerine ve kızın iznine bağlıdır, bu konuda dul ile kız arasında ayırım yapmanın yeri yoktur. [303]

 

Evliliği Konusunda Yetim Kızın Emir Vermesi:

 

Buna dair Ebû Musa'nın hadisi:

1- Dârimî, Ibnu Hibban, Hâkim, Dârekutnî, Ahmed, Ibnu Ebî Şeybe Musannafta, Ebû Ya'lâ, Bezzâr ve Taberânî, Ebû Musa el-Eş'arî'den Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: "Evliliği konusunda yetim kızın emir vermesi istenir, susacak olursa, izin vermiştir demektir. Ama reddederse nikaha zorlana­maz. [304]

 

Ebu Hüreyre'nin Hadisi

 

2- Ebû Davud, Tirmizî, Nesaî, Ibnu Ebî Şeybe ve Ibnu Hibban, Ebû Hüreyre'den Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu naklederler: "Evliliği konusunda yetim kızın emir vermesi istenir, susarsa, bu onun izin vermesidir. Ama reddederse, nikâhlanması caiz değildir.[305]

 

Îbnu Abbas'in Hadisi:

 

3- Nesaî, Dârekutnî ve Ibnu Hibban -Malik'in yukarıda geçen senediyle- Ibnu Abbas'm merfu hadisini şu lafızlarla naklederler: "Dul kadın, kendi hakkında karar verme hususunda velisinden daha hak sahibidir. İzin vermesi ise, susmasıdır. [306]

Ayrıca Ibnu Abbas'tan değişik vecihlerle ve benzeri lafızlarla bu hadisi rivayet etmişlerdir. Ebû Davud da başka bir vecihten yine Ibnu Abbas'tan nakletmektedir. [307]

 

Îzin İsteme Ve Emir Vermesini İstemenin Değer Bakımından Aynı Oluşu:

 

Burada emir vermesini isteme, izin istemeden başka birşey değildir. Zahire göre birinci rivayette şöyle denilmesiydi: "Susacak olur­sa, emretmiş demektir." Diğer rivayetlerde de buna benzer denilmesiy­di.

Ancak emir vermesini isteme ile izin vermesini isteme aynı olunca "emir vermiş demektir" yerine "izin vermiş demektir" denilmiştir. Böylece her ikisinin aynı anlama geldiği, öz ve muhteva yönüyle her ikisinin aynı olduğu ifade edilmektedir.

Kaldı ki her ikisini eşit tutma, yukarıda da işaret ettiğimiz yetim kızla ilgili rivayette açıkça ifade edilmektedir. Nitekim, Dârekutnî'nin, Ibnu Abbas'tan naklettiği iki rivayette bu husus açıkça ifade edilmiştir.

Birinci rivayet, Peygamberin (s.a.v.) şu sözüdür:

"Dul kadın, kendisi hakkında karar verme hususunda veli­sinden daha hak sahibidir. Yetim kızdan da kendisi hakkında izin vermesi istenir ve izin vermesi susmasıdır.[308]

ikinci rivayet ise, Peygamber'in (s.a.v.) şu sözüdür:

"Dul kadın konusunda velinin herhangi bir şeyi yoktur. Ye­tim kızdan ise izin istenir ve susması kabul etmesi anlamına ge­lir. [309]

işte bu nedenle alimlerden birçoğu, birinci hadiste geçen "Eyyim" le dul kadının ve hadislerin ikisinde geçen "yetime" ile de bekâr kızın kastedildiğini söylerler. Çünkü "eyyim" ve "yetime" hakkında sabit olan "seyyib" ve "bikr" hakkında da geçerlidir. Onların bu görüşleri doğrudur. Çünkü, "eyyim" sözcüğü her ne kadar bekâr kız olsun, dul ol­sun kocası olmayan hakkında kullanılırsa da hadiste bekâr kızın karşıtı olarak kullanılmıştır. "Yetime" sözcüğüne gelince bununla bekâr kız kastedilmektedir. Çünkü, susması, izni anlamına gelir denilmektedir. Susma ancak bekâr için izin ve rıza anlamına gelir.

Belki şöyle denebilir: Burada "yetime" ile kastedilen sadece bekâr değildir, ancak babası ölmüşse ona yetime denir. Yani her bekâr yetime değildir. Bu, doğrudur.

Biz bu meseleyi, kadının emir vermesini isteme ile izin vermesini istemenin aynı olduğunu, aynı muhtevayı kasdettiğini, bekâr kız ile ye­tim bekâr kızın durumlarının da aynı olduğunu anlatmak için ele aldık.[310]

 

Netice:

 

Bu meseleden şu neticeleri çıkarabiliriz:

1- Kadının kendi nikâhı hakkında emir vermesini istemek hem dul, hem bekâr ve hem de bekâr yetim kızla birlikte zikredilmiştir.

2- Kadının emir vermesini isteme ile izin vermesini isteme aynı anlamı ifade eder ki o da: Kadının nikâha rıza göstermemesi ve bu ko­nuda velisine izin vermemesi durumunda nikâhın geçerli olmaya­cağıdır.   Bu izin, emir mesabesindedir ve velinin bunu hafife alması, o olmaksızın kadını evle'ndirmesi caiz değildir.

3- Kadının emir vermesinin ya da izin vermesinin istenmesi, veli olmaksızın yalnız başına kendi kendini evlendirebileceği anlamına gel­mez. Aksine, emir vermesinin istenmesi, velinin rolünü pekiştirir, orta­dan kaldırmaz.

4- Yukarıda anlatılanlar gözönünde bulundurulduğunda Üçünden -dul, bekâr, yetim kız- her biri için sabit olan diğer ikisi için de geçerlidir. Çünkü her üçü hakkında da "emir vermesinin istenmesi" ifa­desi kullanılmıştır.

5- O halde dul hakkında sabit olan bekâr ve yetime hakkında da geçerlidir ve dul kadının, evliliği konusunda velisinden daha hak sahibi olduğu hadislerde sabittir. Yine emir vermesi sözkonusu olmadıkça nikâhl anam ayacağı sabittir. Ayrıca "emir" de "izin" de birbirlerinin ye­rine kullanılmışlardır ve  böylece bunlardan  her biri,   diğerinin açıklaması durumundadır. Emir vermedikçe dul kadının nikâhlan-masmm yasaklanması, sadece kocasını seçme konusunda velisinden daha hak sahibi olduğunu anlatmak içindir.

Hem bekâr, hem de yetime hakkında emir vermelerinin istenmesi sabit olunca, onlardan her birinin de kocasını seçme konusunda velile­rinden daha hak sahibi oldukları ortaya çıkmaktadır. Çünkü illet, ne için konulmuşsa, onun olduğu yerde o da vardır.

Dulun emir vermesinin illeti, dilediği kocayı seçmesi olduğuna göre aynı durum, bekâr ve yetime hakkında da geçerlidir.[311]

 

İstemeden Ya Da Zorla Bibine Nikahlanan Kızın Ve Yetîmenin Durumu

 

Yukarıda anlattıklanmız doğru olmasaydı, izin vermesinin isten­mesinin ve istemediğiyle zorla evlendirilen kız ya da yetim kızın nikâhının reddedilmesinin bir anlamı olmazdı.

Bu konuda Peygamberin (s.a.v.) hükmü: Ibnu Abbas hadisi:

1- Ahmed, Ebû Davud, Ibnu Mâce ve Dârekutnî, Eyyüb tarikiyle Ikrime'den Ibnu Abbas'ın şöyle dediğini rivayet ederler: Bekâr bir kız Rasûlullah'a (s.a.v.) gelerek kendisi istemediği halde babasının onu bi­rine nikahladığını söyledi. Rasûlullah (s.a.v.) onu muhayyer bıraktı. (Yani dilerse o nikâhı bozabilme hakkının ona ait olduğunu söyledi). [312]

2- Ebû Davud ve Dârekutnî bu hadisi Eyyüb tarikiyle Ikrime'den mürsel olarak Peygamberden rivayet ederler ve doğrusunun, bu hadisin mürsel olduğudur, derler. [313]

Ibnu Abbas'tan muttasıl olarak nakledilen hadise gelince, el-Ta'liku'l-Muğnî'nin (III. 235) müellifi mevsûl senedlerini zikreder. Nite­kim Hatib el-Bağdadi de bunlara dikkat çekmektedir. Sonra Ibnu'l-Kattan'ın; "Ibnu Abbas'ın bu hadisi sahihtir" sözünü nakleder. [314]

 

Ummu Seleme'nin Hadisi:

 

3- Taberânî'nin, Ummu Seleme'den yaptığı bir rivayette Ummu Seleme şöyle demektedir: "Bir kız Rasûlullah'a (s.a.v.) gelerek; başka bi­riyle evlenmek istediği halde babasının onu zorla biriyle evlendirdiğini söyledi. Bunun üzerine Rasûlullah, onu, evlendirildiği kişiden alarak is­tediği kişiyle evlendirdi."

Heysemî, Mecmauz-Zevâid'de (IV. 280) bu hadisi naklettikten son­ra şöyle demektedir: "Hadisi, Taberânî rivayet etmiştir ve ravileri, Buhârî'nin ravileridir." [315]

 

Îbnu Abbas'm Başka Bir Hadisi:

 

4- Taberânî ve Dârekutnî, Ishak b. ibrahim b. Cûtî'den, ba­basından, Abdulmelik ez-Zemmârî'den, Sufyan'dan, Destuvâî'nin tale­besi Hişam'dan, Yahya b. Ebî Kesir'den, Ikrime'den tarikiyle Ibnu

Abbas'tan şunu naklederler: istemedikleri halde babaları onları zorla evlendiren bir dul ile bir kızın nikâhlarını geri çevirdi.

Dârekutnî, Sünen'de (III. 334) Zemmarfnin yanlışlıkla Sevrî'den bunu naklettiğini vehmettiğini, doğru şeklin ise, Yahya'dan, Muha-cir'den, Ikrime'den olduğunu ve hadisin mürsel olduğunu söyler.

Heysemî ise, Mecmau'z-Zevaid'de (IV. 279) hadisin senedinde Ishak b. ibrahim b. Cûtî'nin bulunduğunu, kendisinin bu zatı tanımadığını, ancak hadisin diğer ravilerinin sika olduklarını belirtir.

et-Ta'liku'1-Muğnî'nin müellifi, Heysemî'nin bu görüşünü reddeder ve Zehebî'nin, Ishak b. ibrahim b. Cûtî es-San'ânî' hakkında verdiği bil­gileri naklederek bu zatın Said b. Salim el-Kaddah'tan rivayette bulun­duğunu ve Taberânî'nin hocası Ali b. Bişr'in de kendisinden rivayet ettiğini zikreder. Bu zatın oğlu Muhammed de, Taberânî'nin hocasıdır. et-Ta'liku'1-Muğnî'nin müellifi, et-Tankih'in müellifinden de şu sözü nakleder: "Ishak b. ibrahim: Ibnu Cûtî et-Taberânî diye bilinir. Zayıf bir ravîdir. Lakin bu rivayeti ez-Zemmârî'den sadece kendisi nakletme-miştir."

Bu son cümlesiyle şunu kastediyor. Hadisin, Ishak b. ibrahim ta­rafından nakledilmiş olmasından kaynaklanan zayıflığı, başkalarının rivayeti eriyle desteklenmekte, böylece sözkonusu hadis, "hasenun liğayrihi" derecesine yükselmektedir.

Gördüğün gibi hadis sahih olup, hüccet olarak alınmaya elve­rişlidir. Çünkü Ibnu Abbas'ın ilk rivayeti, ikinci rivayeti ve Ümmü Se­leme'nin rivayeti onu desteklemektedir.

Sözkonusu hadis, başka zayıf senedlerle de rivayet edilmiştir. Dârekutnî (III. 224-226) ve Ibnu Hacer (el-Feth, IX. 161) bunları zikre­derler. Ancak onları burada zikretmek istemiyoruz. Hüccet olmaya elve­rişli olanı zikretmekle ve hadisin sıhhatini zedeleyen şeyleri ortadan kaldıran hususları anlatmakla yetiniyoruz.

Nitekim Ibnu Hacer (IX. 161) de bu hadis hakkında şöyle demek­tedir: Hadise itiraz etmenin anlamı yoktur. Çünkü hadisin tarikleri (rivayet senedleri) birbirlerini kuvvetlendirmektedir.

Haddi zatında bu rivayetler, bu hususta Peygamber'den (s.a.v.) özellikle yetime ve bekâr kız hakkında yukarıda naklettiklerimizin uy­gulamalı bir açıklamasından başka birşey değildir.

Bu uygulamalı açıklama ne anlama geliyor?

Bu açıklamada kadının, rızası olmaksızın kendisine denk veya denk olmayanla evlendirilmiş olması arasında bir ayırım yoktur. [316]

 

Nikah Akdinin Geçerliliği Neye Bağlıdır?

 

Yukarıda geçen hadislerde ve başkalarında velinin nikah akdini onaylamasının kocanın denk veya denk olmaması meselesine bağlı olduğu görüşünde değilim.

Bu hadislerden açıkça anlaşılan o ki: Evliliğin geçerliliği arzu, meyil, hür irade ve rıza göstermeye bağlıdır: "Kadın istemediği takdirde zorlanamaz." "Kadın istemediği takdirde ona herhangi bir baskı uygu­lanamaz."

O halde akdin geçerliliği rıza göstermeye dayalıdır, sadece denk ol­maya değil.

Bu nedenle Hz. Ömer şöyle demiştir: "Nikahı hakkında yetim kızın emir vermesi istenir, bu onun rıza göstermesidir. Kabul etmezse nikahlanmaz.[317]

Hz. Ali de şöyle demiştir: "Yetim kız, nikahı konusunda emir vermedikçe evlendirilemez. Susması ise, rıza göstermesidir. [318]

Sahabe neslinden sonra tabiin de aynı şeyi uygulamışlardır.

ibrahim en-Nehaî şöyle diyordu: 'Yetim kızın emri alınmadıkça nikahlanamaz. Susar ya da ağlarsa, rızası var demektir. Ama redde­derse nikahlanamaz."

Şurayh da aynı şeyi söylüyordu. [319]

Hasan, Peygamberin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederdi: "Bekâr kızların, kendi nikahlan konusunda emir vermeleri istenir, red­dederlerse muhayyer bırakılırlar. [320]

Bütün rivayetlerde kız hoşlanmadığı, karşı çıktığı ve reddettiği takdirde -henüz başlangıçta- nikahının kıyılmam a sının gerektiğini görüyoruz. Eğer rızası olmaksızın nikah akdi yapılmışsa, nikahı boz­makta da, devam ettirmekte de muhayyerdir.

Evliliğin geçerli sayılıp devam ettirilmesi, kadının rızasına itibar etmeksizin sadece kocanın denk oluşuna dayalı bir husus değildir.

Beyhakî ve îbnu Hacer'in, İbnu Abbas hadisi hakkındaki görüşlerine bir eleştiri:

Ibnu Abbas'ın: "Bekâr ve genç bir kız Peygamber'e (s.a.v.) gelerek istemediği halde babasının onu evlendirdiğini söyledi ve Peygamber (s.a.v.) onu muhayyer bıraktı" hadisi hakkında -ki biz bu hadisin merfu olarak da mevkuf olarak da sahih olduğunu yukarıda isbat etmiştik Beyhakî'nin: "Bekâr kız hakkında bu durum sabit ise, denk olmayan bi­riyle evlendirildiğine hamledilir" şeklinde sözü ile îbnu Hacer'in: "Mutemet olan cevap budur; çünkü bu durum sadece o kız için sözkonusudur, bu olaydan genel bir hüküm çıkarılamaz" şeklindeki sözüne gelince[321]

Derim ki: Beyhakî ve Ibnu Hacer'in bu görüşlerine sözkonusu ha­dis delalet etmemektedir. Bu, onların bir içtihadıdır, hadisten bunu anlıyorlar ama başka sahih bir rivayet bu görüşlerim sarahaten reddet­mektedir. Bu rivayete göre bir kadını velisi, denk biriyle evlendiriyor, bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), nikahını feshediyor.

Şayet nikah akdinin geçerlilik arzetmesi, kadının denk biriyle ev­lendirilmiş olması şartına bağlı olsaydı, Peygamber (s.a.v.) birbirlerine denk olan kan-kocayı birbirlerinden ayırmazdı.

Ne varki onları birbirlerinden ayırması, denklik mevcut olduğu halde olmuştur. O halde ayırmasının başka bir sebebi vardır ve o da kadının kocayı istememesi ve ona rıza göstermemesidir.

Ahmed, Dârekutnî, Hâkim, Beyhakî ve Heysemî, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet ederler. Osman b. Maz'un vefat etti ve ardında Huvayle bint Hukeym b. Umeyye b. Harise b. el-Evkas'tan ye­tim bir kız bıraktı. Kızı, kardeşi Kudame b. Maz'un'a vasiyyet etti. Abdullah diyor ki: ikisi de benim dayımdır. Kudame b. Maz'un'dan Os­man b. Maz'un'un kızını istedim. Kudame onu bana nikahladı. Ancak Muğire b. Şu'be annesine gidip gönlünü malıyla çeldi kız da annesinin hevasına uydu ve beni istemez oldular. Mesele Rasûlullah'a (s.a.v.) götürüldü. Kudame b. Maz'un: Ya Rasûlallah, kız, kardeşimin kızı, ba­bası onu bana vasiyet etti. Onu, halasının oğlu Abdullah b. Ömer'e ni­kahladım; yararına olacak birşey yaptım, hiç bir kusur işlemedim; Onu kendisine denk birine verdim. Ne var ki o bir kadındır, annesinin he­vasına kapıldı. [322]

Rasûlullah (s.a.v.): "O, yetim bir kızdır ve izni olmadıkça nikah­lanamaz" buyurdu.

Abdullah b. Ömer diyor ki: Allah'a yemin ederim ki, ona sahip ol­duktan sonra onu benden aldılar ve Muğire b. Şu'be ile evlendirdiler.

Ve işte başka bir kız, onayım almadan veya ona danışmadan ba­bası onu amcası oğluna nikahlıyor. Baba bu evlilik sayesinde kardeşi oğlunun maddi seviyesini yükseltmek istiyordu. Kız, babasının bu tavrından hoşlanmıyor ve islam'da kadının yerini öğrenmek istiyor; kadın görüş belirtecek ve dilediği kocayı seçecek irade hürriyetine sahip midir, yoksa söz tamamen babasına ait olup kendisi söz söyleme hakkına sahip değil midir?

işte bunu anlamak için Rasûlullah'a şikayet ediyor ve: "Babam beni kardeşinin oğluyla evlendirdi, benim onayımı da almadı, kendi hakkımda karar verecek yetkim var mı? Rasûlullah (s.a.v.): "Evet yet­kin var" dedi ve nikah akdini dilerse devam ettireceğini, dilerse ibtal edebileceğini söyledi.

Kız, hedefine varmış ve öğrenmek istediğini Öğrenmişti; babasının Hâkimiyetinin bulunmadığını, kocayı seçme hususunda kadının hak sa­hibi olduğunu görmüştü. Kesin olarak öğrenmek istediği buydu. Bun­dan emin olunca: Ya Rasûlallah, babamın yaptığını onayladım. Ne var ki kadınların, babalarının kendileri üzerinde bir Hâkimiyetlerinin bu­lunmadığını öğrenmelerini istedim.

Rasûlullah (s.a.v.), kızın bu değerlendirmesini reddetmedi.

Bu kızın hadisi iki tarikten rivayet edilmiştir. Biri Abdullah b. Bu-reyde'nin babasından rivayetidir. Burada şöyle denilmektedir: Bir kız Peygamber'e (s.a.v.) gelerek: Babam, maddi seviyesini yükseltmesi için beni kardeşi oğluna nikahladı, dedi. Rasûlullah, yetkinin kızın elinde olduğunu ona söyledi. Bunun üzerine kız şöyle dedi: Babamın yaptığını onayladım, ne var ki kadınların, babalarının üzerlerinde bir yetkileri­nin bulunmadığım öğrenmelerini istedim.

Zevaid müellifinin belirttiği gibi Ibnu Mâce (I. 202-203) sahih bir senedle bu hadisi rivayet etmektedir.

ikinci tarik ise, Abdullah b. Büreyde'nin Hz. Aişe'den rivayetidir. Bu rivayete göre Hz. Aişe şöyle demiştir: Bir kadın Rasûlullah'la (s.a.v.) görüşmek üzere geldi. Rasûlullah evde yoktu. Kadın, eve gelinceye ka­dar oturup onu bekledi. Rasûlullah geldiğinde: Ya Rasûlallah, bu kadının sana arzedecek bir sorunu var, dedim. Rasûlullah: "Sorunun nedir" dedi. Kadın: Babam beni kardeşinin oğluyla evlendirdi. Bu evli­likle kardeşi oğlunun maddi durumunu yükseltmek istiyor. Ancak be­nim onayımı almadı, kendi nefsim hakkında bir yetkim var mı? dedi. Rasûlullah: "Evet, var" dedi. O zaman kadın şöyle dedi: Aslında babamın yaptığını reddedecek değilim, ancak kadınların kendileri hakkında karar verme yetkisine sahip olup olmadıklarını öğrenmek istedim.

Bu tarik mürseldir, çünkü Hafız şöyle demiştir: Ibnu Büreyde, Hz. Aişe'den hadis dinlemiş değildir.

Ahmed, Nesaî, Dârekutnî, Beyhakî ve Ibnu Ebî Şeybe bu tarikten hadisi rivayet etmişlerdir.[323]

Hadisin bu tarikten mürsel olarak rivayet edilmiş olması, hadisin sahihliğine zarar vermez. Çünkü sahih ve mevsul tariki de vardır.

O halde Beyhakî'nin ileri sürdüğü gibi hadisin sıhhati konusunda şüphe saçmanın bir yolu yoktur. Ayrıca hadisi, denk olmayanla evlen­meye hamletmenin[324] ve bu sebeple Rasûlullah'ın (s.a.v.) kadını mu­hayyer kıldığını söylemenin de tutarlı bir tarafı bulunmamaktadır.

Kadının: "Onayımı almadı, bu hususta benim bir yetkim var mı?" sözü ve Rasûlullah'ın (s.a.v.): "Evet, var" şeklindeki cevabı, yetkinin kadında olduğunu, çünkü babasının, onun onayını almadığını açıkça ifade etmektedir. Kocanın denk olmaması diye bir durum sözkonusu değildir. Maddi durumun yükseltilmesi meselesine gelince, üzerine herhangi bir hüküm bina edilsin diye değil, vakıayı bütün teferruatıyla anlatmak için zikredilmiştir.

Şayet babası onu kendisine denk biriyle evlendirmiş olsaydı ve kendisi o kocaya rıza göstermeseydi ne olurdu? Bu durumda da yetki kadının olmaz mıydı?

Aile ne üzere kurulur?:

Aile, maddi denklik üzere değil, vicdanî duygular, kalbî eğilim ve eşlerin karşılıklı sevgileri üzere kurulur.

Aralarındaki ruhî ve cinsî yatışmanın temeli budur. Ancak bunun sayesinde hayatları sevgi ve şefkat üzere devam edebilir.

işte bu sebeple Rasûlullah (s.a.v.) denklik bulunduğu halde Ibnu Ömer'in, dayısının kızıyla evliliğini reddetti ve kızı Muğire b. Şu'be ile evlendirdi. Çünkü kızın gönlü Muğire'deydi; onu seviyordu.

Dârekutnî'nin rivayetlerinin birinde (III. 230-231) şöyle denilmek­tedir: "Kız bu evliliğe karşı çıktı ve annesiyle birlikte bu durumu Rasûlullah'a (s.a.v.) haber verdiler. Rasûlullah nikahlannı bozdu ve onu Muğire b. Şu'be ile evlendirdi."

Başka bir rivayette (III, 230) ise Ibnu Ömer şöyle demektedir: Dayım Kudame b. Maz'un ona danışmadan onu bana nikahladı. Dayım, onun amcasıydı. Kız, Rasûlullah'a (s.a.v.) giderek şikayet etti. Rasûlullah (s.a.v.) nikahı bozdu. Kız, Muğire b. Şu'be ile evlenmek iste­diği için de onu Muğire'ye nikahladı. [325]

 

Evlilikte İnsanı Duyguların Gözetilmesi

 

1- Ahmed, Buhârî, Malik, Ebû Davud, Nesaî, el-Ensariyye'den şunu naklederler: Babası, onu biriyle evlendirir. Kendisi duldur. Ancak bu evliliğe karşı koyar ve Rasûlullah'a (s.a.v.) gelerek durumunu arze-der. Rasûlullah da nikahını bozar. [326]

2- Dârekutnî'nin (III. 231) rivayetinde Muhammed b. Ishak tari­kiyle Haccâc b. es-Saib'ten, babasından o da ninesi Hansa bint Haddam b. Halid'den şöyle dediğini nakleder: Hansa, dul idi. Babası onu Avfoğullanndan biriyle evlendirdi. Ancak Hansa, Ebû Lubâbe b. Abdilmünzir'i seviyordu.  Durumu Rasûlullah'a (s.a.v.)  arzedildi. Rasûlullah (s.a.v.), babasına sevdiğiyle onu evlendirmesini emretti. Bu­nun üzerine, Ebû Lubâbe ile evlendirildi.

3- Ahmed'in rivayeti (XX. 161-162) ise şöyledir: Haccâc b. es-Sâib b. Ebî Lubâbe b. el-Münzir el-Ensari'nin naklettiğine göre, ninesi Ummu's-Sâib Hansa bint Haddam b. Halid, Ebu Lubabe'den önce bir adamın yanında idi. Babası onu Avf h biriyle evlendirmek hususunda ısrarlıydı.  Nihayet mesele Rasûlullah'a (s.a.v.) intikal  ettirildi. Rasûlullah: "Kendi hakkında karar vermek öncelikle kendisini ilgilendi­ren bir husustur; onu sevdiğine verin" buyurdu. Bunun üzerine Avf lıdan alındı ve Ebû Lubâbe ile evlendi. Ebû's-Sâib b. Ebî Lubâbe bu kadının oğludur.

Ahmed'in rivayeti hariç bu rivayetlerin hepsi muttasıl olup sahih rivayetlerdir. Ahmed'in rivayeti ise mürseldir. Ancak onun da senedi iyi olup diğer rivayetler sebebiyle kuvvet kazanmaktadır.

Bu olayda Islamın insanî duyguları nasıl gözettiğini, onu evlilik ilişkilerinin temeli saydığını, nikah akdinin devamı ya da feshedilmesi konusunda ne kadar etkili olduğunu gördük.

Rivayetlerde kullanılan şu ifadeleri dikkatlice inceleyelim: "Kadın, bu duruma karşı çıktı," "Ebû Lûbâbe'yi sevdi."

"Rasûlullah (s.a.v.), babasına, onu sevdiğine vermesini emretti."

"Kendi hakkında karar vermek, öncelikle ona aittir, onu sevdiğine verin." [327]

 

Denklik, Nikah Akdinin Geçerli Olmasının Temeli Değildir:

 

Ne bütün bu naklettiğimiz rivayetlerde, ne de başkalarında nikah akdinin geçerliliği ya da reddedilmesinde, akdin geçerli olması veya red­dedilmesi konusunda, kadının muhayyer olmasında denkliğin temel ka­bul edildiğine dair bir delil yoktur.

Said b. Mansûr, Sünen'inde (I-III. 141) ve Ibnu Ebî Şeybe, Musan-nafta (I-III. 161 b.) Ebû Seleme b. Abdirrahman'ın şöyle dediğini ri­vayet ederler: "Bir kadın Rasûlullah'a (s.a.v.) gelerek: 'Ta Rasûlallah, oğlumun amcası, babamdan -ki gayet iyi bir babadır- beni istedi. Ancak babam onu reddetti ve beni istemediğim biriyle evlendirdi, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) babasını çağırttı ve kızının söylediklerini ona sordu. Adam: Doğru söylüyor, onu birine nikahladım ve ona iyi davran-madım, dedi. O zaman Rasûlullah (s.a.v.), kadına: "Senin nikahın yok­tur, git dilediğini nikahla" buyurdu. [328]

 

Dul Ve Denklik Meselesi:

 

Bu olayda kadın dul. Babası, onu denk biriyle evlendiriyor. Ama bununla birlikte Peygamber (s.a.v.) nikahı feshediyor. Çünkü bu evli­likte, evliliğin temeli olan sevgi yoktu. Kadın, babasının kendisine bir koca seçmesinden hoşlanmıyordu. [329]

 

Bekâr Kız Ve Denklik Meselesi:

 

Şayet akdin geçerliliği kadının denk biriyle evlendirilmiş olması şartına bağlı olsaydı, Peygamber (s.a.v.), velinin, denk olanı seçmede sıkıntı çekmediği şu nikah akdini geçerli kılar, devam ettirirdi.

Ne var ki Peygamber (s.a.v.), dul konusunda bu akdi bozduğu gibi bekâr hakkında da başka bir akdi bozmuştur. Ta ki aile yuvasının üzerinde kurulduğu asıl temele, ergenlik çağında olduğu ve karar vermeye ehil olduğu takdirde kadının, kocasını seçmekte velisinden, daha hak sahibi olduğuna ve kadın dul olsun, bekâr olsun velisinin, onun görüşünü almadan onu evi en diremeyeceği ne dikkatlerimizi çeksin.

Bununla birlikte hadisi şerhedenlerden bazılarının öyle te'villeri var ki biz hadiste buna delalet eden birşey bulamadık. Bu tevillerden biri: [330]

 

Hafız Tbnu Hacer'in Te'vili:

 

Hafız Ibnu Hacer: "Dulun onayı ve bekânn izni alınmadıkça ni-kahl anam azlar" hadisi hakkında şöyle demektedir:

Dul hakkında isti'mâr (onayını almak), bekâr hakkında da isti'zân (iznini almak) kullanılmıştır. Böylece bu iki tabir arasında fark bulun­duğu anlaşılmaktadır. Isti'mar, kadına danışmanın mutlaka gerekli olduğuna ve nikahın kıyılma emrinin onun tarafından verilmesi gerek­tiğine delalet etmektedir. Bu sebeple veli, dul kadının sarih iznini al­mak mecburiyetindedir. Şayet dul kadın böyle bir evliliği istemediğini açık açık söylerse bütün alimlere göre nikahı kıyılamaz. Bekâr kızın du­rumu ise böyle değildir.

izin verme, söz ile söyleme veya susmak ile ifade edilir. Oysa emir verme böyle değildir. Kadının açıkça söylemesi gerekir.

Bu te'vile cevap:

Isti'mar ve Isti'zân ile ilgili olarak yukarıda anlattıklarımız, îbnu Hacer'in bu görüşünü açıkça reddetmektedir.

Şevkânî, Ibnu Hacer'in bu sözünü naklettikten sonra şöyle demek­tedir [331]Ibnu Abbas'ın hadisindeki, "baba bekâr kızın nikâh hakkında emrini alır ve yetim kızın da emri alınır, susması ise kabul et­mesi anlamındadır" ifadeleri ile Hz. Aişe'nin hadisindeki: "Bekâr kızın emri alınır" ifadesi Ibnu Hacer'in bu görüşünü reddetmektedir. Bekâr kızla ilgili bu ifadeler, Ebû Mûsâ ve Ebû Hüreyre'nin hadislerinde de aynen mevcuttur.

Bekârdan ne kastedildiğine dair Beyhakî'nin te'vili: Beyhakî şöyle diyor: Ibnu Abbas'ın hadisinde: "Bekârın emri alınır" deniliyor, bu doğrudur.

Salih b. Keysân, hadisi: "Yetim kızın emri alınır" lafzıyla rivayet ediyor. Aynı şekilde Ebû Bürde, Ebû Musa'dan ve Muhammed b. Amr, Ebû Seleme ile Ebû Hüreyre'den hadisi bu lafızlarla rivayet etmekte­dir.

Buradan da anlaşılıyor ki, tbnu Abbas'ın hadisinde geçen "bekar" dan maksat, "bekâr yetim kız"dır. Bu te'vile cevap:

Beyhakî ve onun gibi düşünenlerin bu te'vile sapmalarının sebebi; Peygamber'in (s.a.v.): "Dul kadın kendi hakkında karar verme hususun­da velisinden daha hak sahibidir" sözünden anladıklarıdır. Onlar bu sözden, bekâr kız hakkında karar verme hususunda velinin daha hak sahibi olduğu neticesini çıkarıyorlar. Bu sebeple de, dul hakkında kul­lanılan isti'marın bekâr hakkında da kullanıldığını görünce, mutlakı mukayyede hamletmekten hareket ederek "bekâr" ifadesini "yetim bekâr" a hamlettiler ve "bekâr" ifadesinden "bekâr yetimin emri alınır" neticesini çıkardılar.

Kendilerine: Sözün mantuku, karşısında mefhumla hareket edil­mez, Ibnu Abbas'ın hadisinde geçen: "Bekâr kızdan babası izin ister" sözü, bekânn, yetim kızla açıklanmasına engeldir, denildiğinde, "baba" sözcüğünün ilavesi zaptedilmiş değildir, derler. Aslında bu yola sapma­ları yukarıdaki hadisten anladıklarını teyid etmek içindir.

Daha önce belirttiğimiz gibi "baba" sözcüğü zaptedilmiştir, sonra­dan ilave edilmiş değildir. Nitekim Müslim, Ebû Davud ve başkalarının rivayetlerinde varid olmuştur.

Hafız Ibnu Hacer, Beyhakî'nin sözünü reddederek şöyle demekte­dir: Bu söylediği, sika ve hafız birinin "baba" ilavesiyle olan rivayetini ortadan kaldırmaz. Hatta biri, "yetim kız"dan maksat "bekâr kız"dır derse, bunu bile ortadan kaldırmaz.

Ibnu Hacer şöyle devam eder: "Emir vermesi istenir" sözünün kap­samına baba da başkası da girer. Bu nedenle rivayetler arasında bir çelişki yoktur.

Yani yetim kızdan maksat bekârdır denebilir ama bekârdan mak­sat yetim kızdır denemez. Bekârdan maksat yetim kızdır, denirse delil­siz bir tahsis yapılmış olur. Şeriatın esprisi, hüküm ve delilleri, bunun aksinedir.

Bu nedenledir ki Buharî, hadislere şu başlıkları vermiştir:

"Ne baba ne bir başkasının bekâr veya dul kadını rızası olmadıkça nikahlarını kıyam ayacağına dair bab."

"Kişi, kızı istemediği halde onu evlendirecek olursa nikahın merdud olduğu babı."

O halde Beyhakî ve onun gibi düşünenlerin ileri sürdükleri nasıl kabul edilebilir?

Ayrıca Mâlik'in Muvatta'da Muhammed b. Hasan'dan naklettiği

"Dul kadın, kendi hakkında karar verme konusunda daha hak sahibidir. Bekarın da onayı alınır, izin vermesi ise, susmasıdır[332]hadise Beyhakî ne diyecektir?

imam Muhammed hadisi yorumlarken şöyle demektedir: Biz bu hadisle amel ediyoruz. Ebû Hanife'nin görüşü de budur. Bu konuda ba­bası olan ile olmayan eşittir.

Ayrıca Mâlik'in aynı konuda Said b. el-Müseyyeb tarikiyle naklet­tiği: "Bekâr kızların kendileri hakkında izinleri istenir, babaları olan­ları da olmayanları da" hadisi hakkında Beyhakî ne diyecektir?

Muhammed: Biz bu hadisle amel ediyoruz, diyor.

Bu naklettiklerimiz, "bekâr" sözünün daha umûmi olduğu; yetimi de, yetim olmayanı da içine aldığına ve ikisinde de izinlerinin istenmesi gerektiğine delil değil raidir?

Dul kadın hakkında Tahavî ve onun gibi düşünenlerin görüşü:

Dediler ki: Hadisin anlamı; dulun evlilik işi kendisine aittir, veli­sine değil.

Ebû Hanife hadisten şu anlamı çıkarmıştır: Dul kadın eğer kendi­sine denk biriyle evleniyor ve mehri konusunda hakkettiğini alıyorsa, nikahı caizdir (kendisini evlendirebilir). Bu konuda delillerinden biri, hadis konusunda Hz. Ömer'in şu sözüdür: "Velisinin veya akraba­larından görüş sahibi birinin ya da sultanın izni olmadıkça kadının ev­lenmesi caiz değildir.[333]

Ebû Hanife diyor ki: Akrabalarından görüş sahibi kişi, veli değildir. Bununla birlikte evlendirmesi caizdir. Çünkü maksat, mehri konusunda hakkettiğini almasıdır. Bu nedenle kadın hakkettiğini alıyorsa, kendi kendini evlendirmesi caizdir.

Bu görüşte olanlar ayrıca Ummu Seleme hadisini de delil geti­riyorlar. Ummu Seleme diyor ki: Ebû Seleme'nin vefatından sonra Rasûlullah (s.a.v.) gelerek beni benden istedi. Ya Rasûlallah, velilerim­den hazır kimse yok, dedim. Buyurdu ki: "Hazır ya da hazır olmayan, onlardan hiçbiri, buna karşı çıkmaz." Bunun üzerine Ummu Seleme: Kalk ey Ömer, Peygamber'i (s.a.v.) evlendir, dedi. Peygamber de onunla evlendi.

Derler ki: Bu hadiste Peygamber'in (s.a.v.) isteğini Ummu Se-Ieme'ye söylediği anlatılıyor ve bunda evlenme işinin, velisinin değil onun elinde olduğuna delil vardır.

Ayrıca Ummu Seleme: Velilerimden hazır kimse yok demiş, Pey­gamber (s.a.v.): "Hazır ya da hazır olmayan, onlardan hiç kimse buna karşı çıkmaz" deyince de Ummu Seleme: Kalk ey Ömer, Peygamberi (s.a.v.) evlendir, demiştir. Halbuki Ömer, Ummu Seleme'nin oğludur ve o zaman buluğ çağına ermemiş küçük bir çocuktur.

Derler ki: Ömer, onu vekil kılanın yerine vekaleti yerine getirdi. Böylece Peygamber'e (s.a.v.) nikah akdini yapan sanki Ummu Se­leme'nin kendisidir.

Yine derler ki: Peygamber (s.a.v.), velilerinin hazır bulunmaları için beklemediğine göre, bu, evlilik işinin, velilerine değil, Ummu Se­leme'nin kendisine ait olduğuna delalet ediyor. Eğer velilerinin bunda bir hakları ya da onaylamaları zorunlu olsaydı, Peygamber (s.a.v.) hak­larına riayetsizlik etmez ve onların olurunu beklerdi.

Yine şöyle derler: Ummu Seleme: Velilerimden hazır kimse yok, dediğinde Peygamber (s.a.v.), onun bu sözüne karı çıkmamış ve: "Onlardan hazır olan ve olmayan hiç kimse buna karşı çıkmaz" buyur­muştur.

Eğer Peygamber (s.a.v.) velilerinden daha hak sahibi olsaydı: Ben onlardan önce senin velinim, derdi. Ebû Hanife ve Tahâvî'ye cevap:

"Dul kadın kendi hakkında karar verme konusunda velisinden daha hak sahibi" olmasıyla ilgili izahları, veliyi şart koşan diğer sahih rivayetlerle uyuşmamaktadır. Rivayetlerin arasını bulma mümkün olduğu halde bu izahları, bazı rivayetlere uyuyor ama bazılarını iptal ediyor.

Halbuki muhaddis ve fukahanın yanında muteber olan sağlıklı yol bu değildir. Sahih rivayetlerin arasını bulup hepsiyle amel etmek mümkün olduğunda bu yola gitmek zorunludur, bundan başka yol yok­tur.

Bâcî'nin görüşü:

Ibnu Hibban'ın görüşünü daha önce nakletmiştik. Şimdi de Mu-vatta'ın şerhinde (III. 266) Bâcî'nin dediklerini görelim. Diyor ki: "Dul kadının kendi hakkında karar verme konusunda daha hak sahibi ol­masının anlamı şudur: Veli onu evlenmeye zorlayamaz, izni olmadıkça onu evlendiremez. Ancak izin verdiği ve razı olduğu kimseyle onu evlen­direbilir.

Kadının da kendi başına nikah akdetmesi, kendini denk olmayan birisiyle evlendirmesi ve velisi olmayan birini veli tayin etmesi doğru değildir. Nikah akdinde kadının da, velinin de hakkı vardır."

Bâcî, şöyle devam ediyor: "Kadının daha hak sahibi olması; kadın istemediği takdirde nikahın hiçbir surette kıyılamayacağı anlamına ge­lir. Eğer veli o evliliği istemiyor ama dul kadın istiyorsa, veliye nikahı akdetmesi arzedilir, yüz çevirir ve nikah akdini yapmazsa bu iş başka bir veliye ve sultana havale edilir.

Kadının veliden daha hak sahibi olmasının anlamı budur." Ibnu Hazm'ın görüşü.[334]

"Dul, kendi hakkında karar verme konusunda velisinden daha hak sahibidir. Bekâr ise, babası İznini ister" hadisinin yorumunu yaparken îbnu Hazm şöyle demektedir: Peygamber (s.a.v.) dul ile bekârı birbirin­den ayırd etmiştir. Dulun, kendi şahsı hakkında karar verme hususun­da velisinden daha hak sahibi olduğunu söylemiştir. Bu sebeple baba ona falanla evlen diye emredip zorlayamaz. Kadın babadan da, başkasından da daha hak sahibidir. Baba, onun olurunu almak mecbu­riyetindedir. Böylece iki durumun bir arada bulunması kaçınılmaz bu­lunmaktadır: Kadının izin vermesi ve babanın izninin alınması. Her iki durum gerçekleşmedikçe, kadının evlenmesi caiz değildir. İbnu Hazm, daha sonra şöyle diyor: Lafız farklılıkları hadislerde bir eksiklik (illet) değildir.

Aksine, bu farklılıkların hepsini eğer sika (güvenilir) raviler nak-letmişse hepsiyle amel edilir ve her lafzın müktezası ne ise o yapılır. Bir lafız için başka bir lafzı nazari itibara almamak caiz değildir. Çünkü de­lil, hepsinde mevcuttur. Rasûlullah'dan (s.a.v.) sahih bir yolla nakledi­lenlerin hepsine itaat farzdır ve onlardan herhangi birine muhalefet ma'siyettir.

Ama bunların bir kısmı zayıf ise, sahih olanları bırakıp bu zayıf olanlarla amel etmek sapıklıktır.

Hz. Ömer'in sözünün anlamı:

Malik, Müdevvene'de şöyle demektedir[335]Kadının akraba­larından görüş sahibinden maksat, kadının aşiretinden olan veya kadının amcası oğlu veya kadının mevlasıdır. Ibnu Nafi ve Malik'ten mevlanın kadının asabesinden evla olduğu nakledilmiştir.

Ibnu Habib, Ibnu'l-Macişûn'un şöyle dediğini nakleder: Aşiret ba­zen çok önemlidir. Çünkü aşiretten olan biri, kadınla aynı soydan veya kadını âzad eden soydandır. Çünkü aşireti birbirine bağlayan soydur.

tbnu Habib, bu sözün şu anlama geldiğini söyler: Veliler, uzak da olsalar nikahı üstlenebilirler. Durumu ve yaşı müsait olan bir veli başkası kadının daha yakın akrabası bile olsa nikah akdini üstlenmesi caizdir.

Burada anlatılmak istenen şudur: Eğer akrabalar akrabalıkta kadına uzak olur ve bu sebeple kadının hakkını koruma duygulan zayıflamışsa, kadının yararını gözeten, ona denk ve daha yararlı olanı seçme konusunda elinden geleni esirgemeyen salih, dindar ve işten an­layan birinin nikah velayetini üstlenmesi gerekir.

Bu anlatılanlardan kadının kendi kendini evlendirebileceği netice­si çıkmaz. Aksine, velinin şart olduğunu pekiştirir. Çünkü kadının ak­raba ve aşiretinden görüş sahibi olan -Ebû Hanife'nin dediği gibi- veli değildir, denilemez. Aksine o yaş, isabetli görüş ve tecrübe çokluğunun kişiyi veliliğe ehil kıldığı velilerden biridir. Kadının yaran da bu şekilde gözetilmiş olur. [336]

 

Kadının Akrabalarından Görüş Sahibi Olan Aynı Zamanda Kadının Velîsidir:

 

Velayet hâs ve aram olmak üzere iki çeşittir.

Hâs velayeti de aynı şekilde iki kısma ayrılır: Neseb velayeti, hükm velayeti.

Neseb velayeti de aynı şekilde iki kısma ayrılır: Oğul ve oğlun çocuklan ile baba ve onun babaları, kardeş, amca ve onlann çocuklan gibi yakın akrabalık.

Bir de uzak akrabalık ki buna kadının yakınlanndan ve aşiretinden görüş sahipleri girer. Bu konuda daha önce izahat yapılmıştı.

Hükm velayeti ise kadı ve yöneticinin velayetidir.

Âmm velayete gelince, iman velayetidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Mü'min erkeklerle mümin kadınlar, birbirlerinin velileridir.[337]

Velayeti şema halinde gösterecek olursak:

O halde kadının akraba ve aşiretinden görüş sahipleri   kadının velîleri arasındadır. Bu sebeple Ebu Hanife'nin, kadının akrabalanndan görüş sahipleri, veli değildir şeklindeki görüşü tutarsızdır.

Bu görüş doğru olmayınca da buna dayalı olarak ileri sürülen kadının kendi kendini evlendirebileceği görüşü de doğru olmaz.

Kaldı ki yakın akrabanın rızası olmadıkça uzak akrabanın nikah akdi de geçerli olmaz. Geçerli olması, yakın akrabanın rızasına bağlıdır. [338]

 

Ununu Seleme'nin Evliliğiyle İlgili İleri Sürülen Görüşe Cevap:

 

Ummu Seleme'nin evliliğiyle ilgili olarak yukarıda anlattık­larımız, bu meselede doğru olanı ortaya koymaktadır. Hadiste geçen Ömer'in, Ummu Seleme'nin oğlu olduğunu söylüyor ve buna dayana­rak birtakım hükümler ileri sürüyorlar. Oysa hadiste sözkonusu edilen Ömer, Ummu Seleme'nin oğlu değil, Peygamber'in (s.a.v.) Ummu Se-leme'ye elçi olarak gönderdiği Hz. Ömer b. el-Hattab tır. Nikah akdini üstlenen ise, yukarıda belirttiğimiz gibi Ummu Seleme'nin büyük oğludur.

Bu konudaki delilimiz ise şudur: O zaman Ummu Seleme'nin oğlu olan Ömer iki yaşında idi. Bu sebeple Ummu Seleme'nin ona: Kalk ey Ömer, Peygamberi evlendir, demesi imkan dışıdır.

Nitekim hadis alimleri, oğlunun zikredildıği rivayetlerin sakat olduğunu söylemişlerdir.

Şevkânî şöyle demektedir [339]"Hadiste geçen Ömer'den dolayı hadis illetli kabul edilmiştir. Peygamber (s.a.v.), annesiyle evlendiğinde Ömer henüz çok küçüktü; iki yaşındaydı. Çünkü Habeşistan'da hicretin ikinci yılında doğmuştur. Peygamber'in (s.a.v.), annesiyle evlenmesi ise hicretin dördüncü yılında vukubulmuştur. Bu sebeple: "Kalk ey oğul, anneni evlendir" ifadesinin geçtiği rivayetlerin aslı yoktur.

Şevkânî, daha sonra şöyle demektedir: Oğulun velayeti yoktur, diyenlerin söyledikleri arasında bu hadisle ihticac olunamayacağı da vardır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) evliliğinde veliye ihtiyacı yoktur.

Ebû Bekir b. Ebî Şeybe'nin, Ebû Hanife'ye cevabı:

İbnu Ebî Şeybe, Musannaf ta Ebu Hanife'ye cevap vermek için özel bir başlık açar. Başlık şöyle: "Ebû Hanife'nin, Rasûlullah'dan (s.a.v.) nakledilen hadise muhalefeti" sonra velinin şart olduğunu bildiren iki sahih hadisi nakleder. Bunların ilki: "Veli ya da yöneticilerin nikahını kıymadıkları kadının nikahı batıldır" şeklindeki Hz. Aişe'nin hadisidir.

ikincisi ise, Ebû Musa'nın rivayet ettiği "veli olmaksızın nikah yoktur" şeklindeki hadistir. ibnu Ebî Şeybe iki hadisin de senedlerini zikrettikten sonra şöyle devam eder: "Oysa Ebû Hanife: Eğer koca kadına denk ise, velisiz kadının kendi kendini evlendirmesi caizdir, diyor."

Velinin şart olduğu Rasûlullah'dan (s.a.v.) nakledilen hadislerde sabit olduğu halde Ebû Hanife nasıl böyle bir şey söyler!

Hiçbir dayanağı bulunmayan şüpheler ve onlara cevap:

Dediler ki: Hz. Aişe'nin rivayet ettiği: "Velisinin izni olmaksızın nikahlanan kadının nikahı batıldır. (Böyle bir nikahtan sonra koca) kadınla yatacak olursa, onunla yatması sebebiyle mehir kadınındır. Anlaşmazlığa düştüklerinde velisi bulunmayanın velisi sultandır) hadi­si, ibnu Cüreyc, Süleyman b. Musa'dan, Zühri'den, Urve'den, tarikiyle Aişe'den rivayet edilmiştir.

ibnu Cüreyc, bu hadisi Zührî'ye sorduğunu fakat Zühri'nin onu bilmediğini zikretmektedir.

ibnu Hibban'ın cevabı:

ibnu Hibban, Sahih'inde (II-VI. 272 -yazma-) bu hadisi naklettik­ten sonra şöyle der: Hadis ilmini iyi bilmeyenler bu hadisin munkatı' veya asılsız olduğunu sanırlar. Böyle sanmaları, ibnu Illiyye'nin hadisi naklettikten sonra ibnu Cüreyc'in şu sözünü nakletmesidir: "Bilahere Zührî'yle karşılaştım, hadisi ona sordum fakat böyle bir hadis bilmiyor­du." Oysa böyle bir durumdan dolayı hadis atılmaz. Çünkü fazıl ve hadi­si iyi zapteden ilim ehlinden biri, hadisi anlattıktan sonra bazen onu unutabilir. Ona o hadis sorulduğunda da, onu bilmez. Unutmuş olması, daha önce anlatmış olduğu şeyin batıl ve asılsız olduğuna delalet etmez.

insanların en hayırlısı Rasûlullah (s.a.v.) bile kıldığı namazı unut­muştur. Kendisine: Ya Rasûlallah, namaz mı kısaldı yoksa unuttunuz mu? diye sorulmuş, "hiçbiri olmadı" demiştir.

Allah'ın risaleti için seçtiği ve kulları arasında koruduğu kişi, müslümanlann en önemli işi olan namazda unutabiliyorsa ve unutması, unuttuğu şeyin batıl olmasını gerektirmiyorsa masum olmayan ümmetinden şunu veya bunu unutanlar elbette olacaktır. Ama unut­muş olmaları unuttukları şeyin butlanına, unutmazdan önce söylediklerinin hükmünün kalkmasına sebep değildir. [340]

 

Velî' nin Anlamı:

 

Derler ki: Velî sözcüğü ile şu anlamların kastetilmesi muhtemeldir.

1- Kadının asabe olarak en yakını.

2-Yakın olsun, uzak olsun nikah akdini üstlenmesi için kadının yetki verdiği kişi.

3-Küçük kızın babası veya cariyenin efendisi yahut kendisi hakkında baliğa hür kadın gibi evlendirme velayetinin kendisine döndüğü kimse. Bu taktirde mânâ şu olur? Adı geçen velîden başka hiç kimse evlendirme akdi yapamaz.

Derler ki: Rasûlullah'dan (s.a.v.) rivayet edilen "velisiz nikah ol­maz" hadisinde geçen "veli" sözcüğü bütün bu anlamlara muhtemel olduğuna göre Kur'an, sünnet ve icma gibi bir delil bulunmadıkça bu anlamlardan birini alıp diğerlerini yok sayamayız.

Cevap:

Kur'an, sünnet ve sahabenin amelinde -yukarıda da izah ettiğimiz gibi- kadının kadım ve kadının kendisini evlendiremeyeceğine ve asabe ya da akrabalardan bir erkek olmadıkça nikahın olmayacağına, ihtilaf durumunda hâkimin karar vereceğine delalet etmektedir. [341]

 

Sahih Hadislere Yapılan Saldırılara Cevaplar: [342]

 

1- Velisiz nikah olmaz" hadisinin sahih senedi ile zayıf başka bazı senetlere saldırdılar.

2-Yine "Velisinin izni olmaksızın nikahlanan kadının nikahı batıldır" hadisinin sahih senedine saldırdılar. Hadisin sahih senetlerini yukarıda zikretmiştik. îşte biz bu   senetlere,   Peygamber   (s.a.v.)  ve ashabının davranışlarına itibar ettik, zayıf senetlerden hiçbirine itibar etmedik.

Ayrıca kadının nikah akdini üstlenemeyeceğini, velisiz nikahın olamayacağını ve dul kadının emri, bekar kızın da izni olmadıkça veli­nin nikah akdi yapamayacağını bu sahih delillerle, herhangi bir itiraz yönlendirilmemiş başka delillere dayanarak isbat ettik.[343]

 

Netice:

 

1- Nikah akdinin yapılabilmesi için, kadının velisinin bulunması rükündür. Ve onsuz nikah tamam olmaz. Kadın, ne kendini ne başka bi­rini evlendirebilir.

2- Veli, nikah akdini üstlendiği kadına danışmak, nikah akdi yapılan kocaya razı mıdır, değil midir?

3- Bu hususda dul veya bekar, yetim veya yetim olmayan kadın kız arasında fark yoktur.

4- Nikah akdinin geçerliliği, kadının muvafakatma, kocayı seçme ve ona razı olmasına bağlıdır. Bu konuda velisinden daha hak sahibi olan yalnız ve yalnız kadındır. Nikah akdini üstlenen veli ise de nikahın geçerliliği ve iptali kadının elindedir.

5- Sadece küçük ve temyiz çağında olmayan kızı, babası ona danışmaksızın nikah akdini yapabilir. Çünkü bu yaştaki kız danışma ehliyetine sahip değildir.

6- Dul kadının, evliliği konusunda velisinden daha hak sahibi ol­ması" velinin rolünün hiç olmayacağı anlamına gelmez, aksine bunu pekiştirir. Hadiste bu cümlenin geçmesi yukarıda da belirttiğimiz gibi kadının onayının alınmasının gerekliliğini anlatmak için bir gerekçe şeklinde zikredilmiştir.

7- Nikahta kadının velisinin bulunmasının şart koşulması, kadının, velisinin görüş ve tecrübelerinden yararlanmasını sağlamak içindir. Veli, tecrübe ve görüşleriyle kadını aydınlatır ve yararlı olanı bulması için ona yardımcı olur. Ayrıca velinin görüşünün alınması ve ona danışılması, kadının haklarını korumayı üstlenmesi anlamına da gelir.

Ayrıca velilik müessesesi, evliliğin şahitlik müessesesini destek­leyip kuvvetlendirmek ve nikahı, ahlâksızlık ve zina ilişkisine benze­mekten yüceltir. Ve az sonra büyük toplumun bir parçası olacak bir aile­nin temellerinin atılmasına uygun ortamı hazırlar. Kaldı ki velilik müessesesi ayrıca kadının, duygusallığının peşine takılıp yanlış bir adım atmasından da korur.

8- Nikah akdinin geçerliliği veya reddedilmesi, denklik esasına değil, insanî duygulara dayalıdır.

9- îslam, veli rüknünün görmezlikten gelinmesine ve danışma şartlarının ihmal edilmesine asla müsamaha göstermez. Her ikisinin mutlaka yerine getirilmesini ister. Çünkü her ikisi de toplumsal ve in­sanî boyutları küçümsenemeyecek hususlardır. [344]

 

Evlilikte Danışmanın Önemi:

 

Ibnu Hibban Sahih'inde (II-III. 269, yazma) evlilikte danışmaya güzel bir örnek nakletmektedir. Sözkonusu rivayette Ukbe b. Amir şöyle diyor; Rasûlullah (s.a.v.), bir adama: "Seni falan kadınla evlendirmeme razı mısın?" dedi. Adam: Evet, dedi. Sonra kadına: "Seni falan erkekle evlendirmeme razı mısın?" dedi. Kadın, evet, karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) onu evlendirdi. [345]

Görüldüğü gibi bu hâdisede velî, hem kadın hem de erkeğe danışıyor.

Netice olarak diyoruz ki: Evlilikte en güzeli, veli ile kadının aynı görüşte birleşmeleridir. Ancak iki taraftan biri rıza göstermediği tak­tirde evlilik önünde bir engeldir ve bu engel devam ettiği müddetçe evli­lik olamaz.

Yukarıda, kadına danışılmadan ve görüşü alınmadan yapılan evli­lik akidlerinin bozulduğuna dair misaller nakletmiştik. [346]

 

Velîsiz Kıyılan Nikahın Hükmü:

 

Şimdi de veîisiz kıyılan nikah olayına dair bir misal verelim. Böyle bir nikahın hükmünün ne olacağını olayın cereyanı içerisinde görelim. [347]

 

1- Evlileri Birbirlerinden Ayırma:

 

Şafiî, Umm isimli kitabında, Said b. Mansur, Ibnu Ebî Şeybe ve Dârekutnî, Ikrime b. Halid'in şöyle dediğini rivayet ederler: Bir toplu­luk yola koyuldu. Aralarında dul bir kadın, yolculardan velisi olmayan birine nikah işini havale etti. O da onu birine nikahladı.

Ikrime b. Halid diyor ki: Ömer, nikah akdini üstleneni de, kadınla evleneni de kırbaçladı ve evliliği bozdu. [348]

Yine Abdurrezzak ve Said b. Mansur, Ömer b. Hattab'ın, velisiz nikahlanan bir kadının nikahını bozduğunu rivayet ederler. [349]

Burada delil, sahabenin icmaldir. Çünkü sahabe, Ömer'in bu dav­ranışına karşı çıkmamış, ona herhangi bir itirazda bulunmamışlardır. Belki de Hz. Ömer'in o nikahı bozması, kadının kendisine denk olmayan biriyle evlenmiş olması sebebiyledir ve sahabe de bu sebeple ona muvaf­akat etmişlerdir.

Hz. Ali'nin davranışına gelince, o olayda kadın, kendisine denk bi­riyle evlenmişti ve Hz. Ali, nikahın geçerliliğine karar verdi ve sahabe de ona muvafakat etti. [350]

 

2- Duhul Ve Denklik Sözkonusu Olduğunda Nikahın Geçerli Sayılması:

 

Said b. Mansur, Ebu Kays'tan şunu rivayet eder: Aiz kabilesinden Seleme bint Ubeydillah isminde bir kadını annesi ve akrabaları evlendirdi. Durum, Hz. Ali'ye iletildi. Ali: Adam onunla zifafa girmedi mi? o halde nikah caizdir dedi. [351]

Ancak burada iki durum muhtemeldir.

1- Meseleyi Hz. Ali'ye ilettiklerinde Hz. Ali artık velisi mesabesin­dedir ve buna dayanarak kararım vermiştir.

2- Ya da kadın, kendisine denk biriyle evlenmiştir.

Ibnu Ebî Şeybe, Huzeyl'in şöyle dediğini rivayet eder [352]Dayısı ve annesinin evlendirdiği bir kadının durumu, Ali'ye iletildi ve o bu ni­kahı caiz gördü.

Ibnu Ebî Şeybe diyor ki: Sufyan, velisiz olduğundan nikah caiz değildir, dedi.

Ali b. Salih ise, şöyle dedi. Caizdir çünkü Hz. Ali onu caiz kılınca, velî mesabesindeydi.

Ibn EM Şeybe, Ma'mer'den şöyle dediğini rivayet eder [353]Veli­siz evlenen bir kadının durumunu Zühri'ye sordum. Evlendiği koca ona denk ise caizdir, dedi.

Yani velinin o nikahı onaylaması şartıyla.

Said b. Mansur da Şa'bi'den şunu nakleder: Şa'bi'ye velisi hazır ol­madığı halde evlenen bir kadının durumu soruldu. Dedi ki: Eğer ken­dine denk olmayan biriyle evlenmişse nikah batıldır. Ama kendine denk biriyle evlenmişse mesele veliye kalmıştır, dilerse nikahı onaylar, di­lerse reddeder.[354]

 

Netice

 

Şu anlatılanlardan nikah akdinde velinin varlığının ne kadar zo­runlu olduğu, varlığının şart koşulmasının anlamı, bu şartın konul­masının hikmeti, veli bulunmadığı taktirde kıyılan nikahın hükmü, veli hazır olur ama hakkını kötüye kullanarak kadının hürriyetine tecavüz ettiği ve hakkını yediği taktirde bunun durumu gibi meseleler anlaşılmış oldu.

Veli, nikahın ilk rüknüdür.

ikinci rükün ise, mehirdir. Ancak eşlerin haklarından biri olarak mehir meselesini daha sonra ele alacağız. [355]

 

Nikahta Şahitlik

 

Evliliğin sıhhatli olabilmesi için, gerekli başka bir hususa geçiyoruz: Evlilik için şahitlik.

Nasıl veli, kadının görüşünü alıp ona danışmadan kadının yararını gözetmeden ve aynı şekilde evlenecek erkeğin de görüşü alınıp yararı gözetilmeden nikah sahih olmuyorsa, erkek iki adil şahit veya bir erkek iki kadının şahitliği olmadan nikah akdi sahih ve geçerli olmaz.

Bu şahitlikte veli ve eşlerin onaylarını tesbit ve bunun sonucu or­taya çıkan ilişkiyi meşrulaştırma vardır.

Nikahın ilanı için ilk adım mesabesinde olan şahitlerin bu teabiti, toplumu, yeni kurulan bu ilişkiyi tanımaya sevkeder ki bu, kanun kuv­vetinde bir tanıma olur.

Evlilik ilişkisi, toplumsal bir ilişkidir ve toplum sarayına yerleştirilecek tuğlanın çekirdeğidir. Bir müddet sonra da toplumla alış­veriş içerisine girecektir.

O halde toplumun da bu ilişkiyi tesbit edip onaylaması, ona tanıklık etmesi ve onu ilan etmesi gerekir ki bundan böyle onu gözetme ve koruma gibi görevlerini yerine getirsin.

Nikah akdinde şahitlik, sonra da bu akdin ilanı, bu an­lattıklarımız için hazırlık adımı olmaktan başka birşey değildir.

Eşlerin şahitler tutma ve ilan edilmesinden kaçındıkları gizli ilişki -evlilik şeklinde olsa bile zinadan farklı değildir. Böyle bir ilişkiyi toplum ne tanır ne de ona karşı görevlerini yerine getirir. Aksine, onu zina ilişkisi olarak görür ve öylece değerlendirir.

Gizli ilişki, kötü zanna kapı açar. Namusun çiğnenmesine ve zina ile insanların itham edilmesine sebep olur. Böyle bir durum toplumun yapısını sarsar, birlik ve emniyetini tehlikelere sürükler.

Bu durumda, dedikodu yapan da hakkında dedikodu yapılan da şüpheden dolayı cezaya uğramaz. Ne dedikodu yapan kazif cezasına çarptırılır, ne de hakkında dedikodu yapılan zina cezasına çarptırılır.

Hiç şüphesiz şeriat, insanî ilişkilerin gelişmesine, toplum fertleri arasındaki bağlann daha da kuvvetlenmesine son derece özen gösterir. Bu nedenle insanların namusu hakkında ileri geri konuşulmasını ya­saklar. Çünkü bu tür sözler, toplumun yapısını sarsar. Ayrıca bu tür sözlerin ortaya çıkmasına sebep olacak davranışların önünü almayı da ihmal etmez. Gizli nikahın yasaklanmasının sebeplerinden biri de bu­dur.

Said b. Mansur [356]ve Ibnu Ebî Şeybe, Hasan'dan şunu rivayet ederler: Bir adam, bir kadınla gizli olarak evlendi. Ara sıra o kadının evine giderdi. Bir defasında kadının komşusu onu gördü ve o kadınla zina ettiğini söyledi. Adam ona bu suçu isnad edeni Hz. Ömer'e şikayet etti. Hz. Ömer adama: O kadınla evli olduğunu söylüyorsun, delilin ne­dir, niçin gizli gizli kadının evine gidiyorsun? dedi. Adam: Ya Emire'l-Müminin, çok basit bir mehir karşılığında onunla evlendim, bu sebeple de evliliği gizli tuttum, dedi. Hz. Ömer, o adamı zina ile suçlayan adama kazif cezası uygulamadı ve şöyle dedi: "Bu kadınların namuslarını ko­ruyun; nikahı ilan edin." Hz. Ömer, mut'a nikahından da sakmdınrdı.

Said b. Mansur, yine Hasan'dan şunu rivayet eder [357]Bir adam, bir kadınla gizliden evlendi. Biri o adama: Görüyorum ki falan kadının yanma gidip geliyorsun, onunla zina yapıyorsunuz dedi. Hasan dedi ki: Adam onu Hz. Ömer'e şikayet etti. Adam: O benim nikahlı kanmdır dedi. Hz. Ömer, onu zina ile itham edene kazif cezası uygula­madı.

Kaldı ki gizli evlilikte ruhun yatışması ve kalbin huzur duyması yoktur. Çünkü eşlerden her biri sürekli başkalarının bakışlarından te­dirginlik duyar, acaba hakkımızda ne diyorlar diye huzursuz olur.

Oysa evliliğin meşru kılınması, eşlerin birbirlerinin yanında huzur duymaları içindir.

işte bu nedenle evlilik akdinde şahitlerin bulunması ve akid yapıldıktan sonra evliliğin ilan edilmesi emredilmiştir.

Ibnu Hibban ve Dârekutnî, Hafs b. Giyas tarikiyle Ibnu Cüreyc'den, Süleyman b. Musa'dan, Zührî'den, Urve'den ve o da Aişe'den Resûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: "Velî ve âdil iki şahit olmaksızın nikah olmaz. Bu şekilde olmayan nikah bâtıldır. Aralarında anlaşmazlık çıkarsa, velisi olmayanın velisi sultan (yönetici) dir."

Ibnu Hibban şöyle der: Ibnu Cüreyc'in Süleyman b. Musa'dan ve o da Zührî'den şeklindeki bu rivayetindeki "adil iki şahid" kaydını ancak üç kişi söylemiştir: Said b. Yahya el-Ümevî, Hafs b. Giyas'tan, Abdullah b. Abdilvahab el-Hacbî'den Halid b. Hâris'ten ve Abdurrahman b. Yu­nus er-Rakki, Isa b. Yunus'tan.

Ibnu Hibban daha sonra şöyle demektedir. îki şahidi zikreden bundan başka sahih hadis yoktur. [358]

Tirmizî, Katade tarikiyle Cabir b. Zeyd'den Ibnu Abbas'ın şöyle dediğini nakleder. "Delilsiz (şahitsiz) nikah olmaz."

Tirmizî, ardından şöyle devam eder: Bu konuda Imran b. Husayn, Enes ve Ebu Hüreyre'den rivayet vardır.

Peygamber'in (s.a.v.) ashabından, tabiinden ve sonrakilerden ilim ehli bu hadis üzere amel etmişlerdir. Onlar şöyle dediler. "Şahitler ol­maksızın nikah olmaz." Bu hususta alimler arasında ihtilaf olmuştur ve o da şahitlerin bir arada mı yoksa peşpeşe mi getirilmesi gerektiği hu-susundadır. Kûfe'lüerden ve başkalarından ilim adamlarının çoğu: iki şahit, nikah akdi yapılırken bir arada şahitlik yapmadıkça nikah caiz olmaz" demişlerdir.

Medine'lilerden bazıları ise, şahitler peşpeşe getirilir ve nikah ilan edilirse yine caiz olur demişlerdir. Malik b. Enes ve başkalarının görüşü budur.

ilim ehlinden bazıları da, nikah şahitliğinde bir erkek ile iki kadının şahitliği caizdir, demişlerdir. Ahmed ve Ishak'm görüşü budur. [359]

 

Nikahın İlan Edilmesi:

 

Bu şahitliğin hemen ardından, şahitlik konusunda değindiğimiz hususların gerçekleşmesi için nikahın akraba ve tanıdıklar arasında ilanı gelir.

Hem nikahın ilanında toplum fertleri arasında yardımlaşma ve tanışma fırsatı doğar, insanî duyguların gelişmesi için bir ortam oluşur ve toplumsal bağlar güçlenir.

Düğünde bulunacak herkes, hiç şüphesiz tebrik etme, güzel dua, maddî yardım, ahlâkî öğüt, gelini hazırlama, yeni eve kadar ona eşlik etme gibi hususlarda elinden geleni yaparak eşlerin mutluluğunu arttırmada ortak olur. Ahlâkî ve ince şarkılarla gelinin yeni eve gelişinde ona eşlik ederler. Böylece yeni eve daha çabuk ısınması sağlanır.

Ardından nikah hutbesi gelir ki, evliliğin ilanı, yaygınlaşması ve onaylanıp tesbit edilişinin zirvesi durumundadır.

Düğün yemeğine gelince, herhalde bu evlilik sebebiyle Allah'ın verdiği nimete şükretmenin ifade şekillerinden biri, nikahın ilanını pekiştirme, yemeğe katılanların, daha dün düğününe katıldıkları bu düğünün destekçisi olmaları ve bu evliliğin, toplumun sağlam tuğlalarından biri olup hayırlı meyvesini vermesi için duacı olmaları an­lamına gelir.

Belki de, bu toplanma, bir araya gelmiş olan kişilerin, eşlerin ile­ride karşılaşabilecekleri maddî ve içtimaî problemlerinin çözümünde onların destekçisi olacaklarına ve evliliklerinin devamı için ellerinden geleni yapacaklarına dair söz vermeleri ve bunu tekeffül etmeleri an­lamına gelmektedir.

Şimdi de şu yukarıda anlattıklarımızın sünnetteki delillerini görelim. [360]

 

Nikahın İlanına Dair Deliller

 

Ahmed, Bezzar, Taberanî, Ibnu Hibban, Hakim, Abdullah b. Zübeyr'den, Resûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: "Nikahı ilan ediniz.[361]

Tirmizî, Ahmed b. Munay', Zeyd b. Harun'dan, Isa b. Meymun el-Ensarî'den, Kasım b. Muhammed'den, Aişe'den Resûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder: "Nikahı ilan ediniz, onu mescidlerde yapınız ve ilanında def çalınız. [362]

Eşleri tebrik ve onlara dua etmeğe dair deliller:

1-Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesaî ve Ibnu Mâce, Enes'den (r.a.) şunu naklederler: Peygamber (s.a.v.) Abdurrahman b. Avf in el­bisesinde (damatlık lavantasının) sarartısını gördü ve: "Bu ne­dir?" dedi. Abdurrahman: "Bir nevât (beş dirhem) altın karşılığında bir kadınla evlendim" deyince Peygamber (s.a.v.): "Allah mübarek kılsın! Bir koyunla bile olsa düğün ziyafeti ver" buyurdu. [363]

2- Buharı, Müslim ve Beyhakî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini nakle­derler: Peygamber (s.a.v.) benimle evlendiğinde annem geldi ve beni içeriye eve götürdü. Evde Ensar'dan kadınlar vardı. "Hayır ve bereket üzere, hayırlı bir kısmet üzere" diyerek beni tebrik ettiler.[364]

3- Ahmed, Dârimî, Tirmizî, Ebu Dâvud, Ibnu Mâce, Hakim, İbnu Hibban ve Beyhakî, Ebu Hüreyre'den şunu rivayet ederler:

"Peygamber (s.a.v.) evlenen birine dua ettiği zaman: "Allah sana mübarek etsin; seni mutlu kılsın, hayır üzere bir arada yaşayın" buyururdu. [365]

Ibnu Hacer, Ebu Hüreyre'nin sözleri arasında geçen öj söz­cüğünü açıklarken, bu kelimenin dua etmek anlamında olduğunu, cahi-liye döneminde "birrifai velbenîni" diyerek birbirlerini tebrik ettiklerini, islam geldiğinde onun yerine, "Allah'ın bereketinin eşler üzerine inmesi ve hayır üzere bir arada yaşamaları" için dua edildiğini söyler. Bazen buna ilaveten anlaşarak hayatlarım devam ettirmeleri ve çoluk çocuğa karışmaları için de dua edilir.

Cahiliyet tebrikleşmesi islamda yasaklanmış ve Resûlullah (s.a.v.) bu münasebetle birbirimizi nasıl tebrik edeceğimizi bize öğretmiştir.

Bakiyy b. Mahled, Galib'ten, Hasan'dan, Temim oğullarından biri­nin şöyle dediğini rivayet eder: Cahiliye döneminde "birrifai velbenîni" derdik, islam geldiğinde peygamberimiz ne söyleyeceğimizi bize öğretti ve şöyle buyurdu: "Allah size mübarek kılsın, sizi mübarek kılsın ve size bereket versin. [366]

Aynı şekilde Ahmed, Dârimî, Nesaî, Ibnu Mâce, Ibnu Sünnî ve Ta-berânî, Hasan-ı Basri'den şunu naklederler. Akil b. Ebî Talib, Ceşm oğullarından bir kadınla evlendi: Yanına girip, "birrifai velbenîni" diyerek onu tebrik ettiler. Akil b. Ebî Talib: Böyle demeyin, dedi. Ya ne diyelim ya Eba Zeyd, dediler. "Allah size mübarek kılsın ve size be­reket versin" deyin. Böyle demekle emrolunduk. [367]

Tebrik etmek, nikahın ilanının bir neticesi ve onu haber vermek­ten başka birşey değildir. [368]

 

Sünnette Gelinin Süslenmesi Ve Koca Evine Kadar Uğurlanması:

 

1-Yukarıda Buhârî ve Beyhakî'den naklettiğimiz Hz. Aişe hadisini Müslim şu lafızlarla rivayet eder. [369]Medine'ye geldik, bir ay humma hastalığına yakalandım, saçlarımın hepsi döküldü. Hastalığı atlattıktan sonra saçlarım tekrar büyüyüp kulaklarımı geçecek kadar uzadı. Bu arada Ümmu Ruman geldi. Ben arkadaşlarımla birlikte salıncakta sal­lanıyordum. Bana bağırdı. Koşarak yanına gittim, benden ne istiyor bil­miyordum. Elimden tuttu, heyecandan nefes nefeseydim. Nihayet heye­canım yatıştı. Beni bir eve götürdü. Bir de ne göreyim, Ensardan birçok kadın orada toplanmış, bana: "Hayır ve bereket üzere; hayırlı bir kısmet üzere" dediler. Beni o kadınlara teslim etti. Başımı yıkadılar ve özenle giydirdiler.   Benim   en   çok  garibime  giden,   kuşluk  vakti   beni Rasûlullah'a teslim etmeleri oldu.

2- Ahmed, Ibnu Ebi'd-Dünya, el-Münzirî ve Taberânî, Esma bint Yezid b. Seken'in şöyle dediğini naklederler: Aişe'yi süsledim, sonra Peygamber'i (s.a.v.) o haliyle Aişe'yi görmesi için çağırdım. Geldi ve Aişe'nin yanma oturdu. Ona büyük bir bardakta ayran getirdiler. Pey­gamber (s.a.v.) ondan içti sonra onu Aişe'ye verdi. Aişe utanıp başını önüne eğdi. Esma, dedi ki: Bardağı elinden aldım ve biraz içtim. Sonra Peygamber (s.a.v.) Aişe'ye: Onu arkadaşlarına ver, içsinler dedi. Esma dedi ki: Aksine, Ya Rasulallah, sen bardağı al, ondan iç ve elinle onu bana ver. Bardağı aldı ve içtikten sonra onu bana verdi. Oturdum ve bardağın her tarafından içtim ki Peygamberin içmiş olduğu yerden içmiş olayım. Sonra bardağı yanımdaki kadınlara vermemi buyurdu, iştahımız yok dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu, "iştahınız olduğu halde yalan söylemeyin.[370]

Birinci hadis evliliğin ilanı ve kadının ailesine yardımcı olma ru­hunu aşılamayı ve yine eşlerin yeni evlerinin kurulmasında ortak ol­mayı ifade ediyorsa ikinci hadis, buna ilaveten gelin kocasına ve koca da ona ısınıncaya kadar akraba ve dostlann geline refakat etmelerinin sünnetten olduğunu ifade etmektedir.

Aynı şekilde bu dönemde kocanın geline latife yapmasında ve ak-rabalan oradayken kendisinin de aynı odada oturmasında ve neşe ile birbirlerine ısınmalarını gerektiren tavırlarda bulunmasında bir sakınca yoktur.

Gelinin hazırlanması, süslenmesi, teselli edilmesi, ilk günlerinde akraba ve arkadaşlannın ona rehberlik edip birtakım öğütlerde bulun-malan psikolojik açıdan onu derinden etkiler ve hayat boyunca bunun etkileri devam eder.

Evlilik gizli tutulacak olsa ya da eşler, her zaman için yaptıklannın ortaya çıkmasından korkan hırsızın psikolojisi gibi bir ha-let-i ruhiye içerisinde olsalar şu söylediklerimin hiçbirisi gerçekleşmez. [371]

 

Nikahı İlan Etme Vasıtalarından Biri Olarak:

 

Nikah Hutbesi

 

Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesaî ve Ibnu Mâce [372]Abdullah b. Me-sud'un şöyle dediğini rivayet ederler: Rasûlullah'a (s.a.v.) iyiliğin her çeşidi ve sonuçlan -veya iyiliğin başlangıçlan, dedi- verildi: O bize na­maz hutbesini, nikah ve başka şeylerde ihtiyaç hutbesini öğretti. Na­maz hutbesi şöyledir:

"Dualar, övgüler ve güzellikler Allah'adır. Selam sana ey Peygamber, Allah'ın rahmet ve bereketi üzerine olsun. Selam, bizlere ve Allah'ın salih kullarına olsun. Allah'tan başka ilah bu­lunmadığına tanıklık ederim. Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim."

İhtiyaç hutbesi ise şöyledir:

"Hamd Allah'adır. O'na hamdeder, O'ndan yardım diler ve af dileriz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülerinden Allah'a sığınırız. Allah kime hidayet verirse, onu saptıracak yoktur ve kimi saptırırsa onu hidayete götürecek kimse yoktur. Allah'tan başka ilah bulunmadığına tanıklık ede­rim. O tektir, ortağı yoktur. Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim."

Sonra şu üç ayeti okursun:

"Ey inananlar, Allah'tan, O'na yaraşır biçimde korkun ve ancak müslümanlar olarak ölün. [373]

"Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir. [374]

"Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin ki (Allah) işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. [375]Dârimî, Sünen'inde, aynı rivayeti nakleder. Rivayette, yukandaki ayetlerden sonra şöyle denilmektedir: Ardından kişi ihtiyacını dile geti­rir. [376]

Nesaî ve tbnu Mâce, Ibnu Abbas'tan da benzerini naklederler. Her ikisi de, yukarıdaki rivayetten sonra Ibnu Abbas'ın hadisini naklediyor­lar.

Bu hutbeyi kadının velisi ve kocanın vekili söyler ve onlardan her biri, veliliğini üstlendiği kişiyi ilgilendiren hususları, mehri ve benzeri akrabalıkla ilgili hususları, yeni kurulacak aileyle ilgili özel ve içtimaî bağlan dile getirir. Nitekim Ummu Habibe'nin evliliğinden bahse­derken benzeri hususları zikretmiştik.

Kadı veya bu hususta kendisine izin verdiği kimse de söyleyebilir. Hutbeyle ilgili emir, nedb ifade eder. Nitekim Ebu Dâvud (II. 322) Selim oğullarından bir adamdan[377] şunu nakletmektedir: Peygamber'den (s.a.v.) Umame bint Abdilmuttalib'i istedim. Şehadet getirmeden beni onunla nikahladı.

Ancak nikahın ilanında toplumun bu nikahtan haberdar edilme­sinde, eşler arasındaki ilişkilerin takva temeli üzere olması gerektiğinin ve şimdi de, gelecekte de takvanın mutluluk etkenlerinden Önemli bir etken olduğunun eşlere hatırlatılmasında bu hutbenin önemli bir yeri vardır. [378]

 

Nikahı İlan Etme Vasıtalarından:

 

Def Çalmak Ve Mubah Şarkılar Söylemek:

 

Ahmed, Buhârî, Beyhakî ve Tirmizî, Rubeyyi' bint Muavviz b. Gafra'ın şöyle dediğini naklederler: Peygamber (s.a.v.) zifaf günümün sabahı gelip yanıma girdi ve yatağımın üstünde, senin benimle oturman gibi[379] oturdu. Küçük kızlarımız, deflerini çalarak Bedir günü şehid düşen atalarımın kahramanlıklarını dile getirdiler. Bir baktık içlerinden biri: "Aramızda yarın ne olacağını bilen peygamber var" dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sen şu (son) söylediğini bırak da daha önce söylediklerine devam et. [380]

Buhârî, Hakim ve Beyhakî, Hz. Aişe'den şunu rivayet ederler: Hz. Aişe, bir kızı Ensardan biriyle evlendirmişti. Allah'ın Peygamberi (s.a.v.): 'Ta Aişe! Sizin def çalan ve şarkı söyleyen şarkıcınız yok muydu? Çünkü böyle şeyler Ensarın hoşuna gider.[381]

işte böyle; Görüyoruz ki Peygamber (s.a.v.) bazan düğün şarkı­larını dinliyor, bundan dolayı neşeleniyor, olayı olduğu gibi kabul ediy­or. Hatta teşvik ediyor. Ancak bazı şarkıların islam gerçeği ile bağdaş­madığını da görüyor, bu çeşidi reddediyor ve gerçeği ortaya koyuyor; islam gerçeğiyle bağdaşmayan şeyleri duyduğunda bunları söyleyen kişiyi kendi durumu ile başbaşa bırakmıyor; Ne söylenmesi gerektiği hususunda ona yol gösteriyor. Gördüğümüz gibi o şarkı söyleyen kıza: "Şu (son) söylediklerini bırak da daha önce söylediklerine devam et" diyor.

Sahabe -Allah kendilerinden razı olsun- Rasûlullah'dan (s.a.v.) bunu anlamış; düğünlerde şarkı hususunda kendilerine ruhsat ver­diğini kavramış ve bunu kendilerinden sonrakilere tebliğ etmişlerdir.

Ebu Davud et-Tayalisî, Nesaî, Hakim ve Beyhakî, Amir b. Sa'd'dan şunu naklederler: Bir düğünde Karaza b. Ka'b ve Ebu Mes'ud el-Ensarî'nin yanına girdim. Ne göreyim, yanlarında cariyeler şarkı söylüyorlar. Sizler sahabisiniz, Bedir savaşına katıldınız ve bu gibi şeyler yanınızda yapılıyor da engel olmuyorsunuz dedim. Sen bilirsin dediler, ister yanımızda kalır dinlersin, ister çekip gidersin. Çünkü düğünlerde eğlenceye ve musibet zamanlarında ağlamaya ruhsat veril­di. [382]

Said bin Mansur da Seleme bin Abdurrahman'dan şunu nakleder. Düğün günü def çalındı ve Abdurrahman b. Avfın başında şarkı söylendi. [383]

Yine bir defasında Peygamber'e (s.a.v.) sahabi kadınlardan birinin düğün haberi geldi. Peygamber, bu münasebetle evlenme unsurlarının bütünüyle mevcut olması hususunda özen gösterdi. Şarkı söylenip söylenmediğini sordu, bundan bahsederken (lehv) sözcüğünü kullan­makta bir sakınca görmedi. Böylece bu durumlarda da şarkı söylemenin haram olabileceği vehmini izale etmek ve nikahın ilanında şarkının önemine dikkat çekmek istedi. [384]

 

Nikahın İlanı Hususunda Şarkının Önemi:

 

Şarkı söylemekle nikahın ilam arasındaki ilişkiyi, Tirmizî rivayet ettiği bir hadisi naklederek belirtmeye çalışmıştır. Sözkomısu hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Bu nikahı mescitlerde ilan edin düğün için def çalın."

Meşru evlilik ilişkisini haram olan ilişki şüphesinden uzak­laştırma hususunda düğün şarkılarının rolüne gelince bu konuda Tir­mizî, Nesaî, tbnu Mâce ve Hakim, Muhammed bin Hatib El-Cümehî'den, şunu rivayet ederler ki: Rasûlullah şöyle buyurdu:

"Haram ilişki ile helal olanı birbirinden ayıran (evliliğin) def ve ses (şarkı ile ilanı)dır. [385]

Sahabenin bazıları şarkı ve eğlence olmaksızın yapılan düğünün evla olana ya da sünnete muhalif olduğu görüşünde idi ve böyle birşey duydukları zaman düğünün nasıl olmasını söyler ve bu hususta Rasûlullah'dan (s.a.v.) duyduklarını naklederlerdi.

Ebu Belc'ten Hakim'in yaptığı bir rivayette şöyle denilmektedir: Yahya bin Süleym dedi ki: Muhammed b. Hatıb'a: iki kadınla evlendin, ama düğünlerinde def sesi duyulmadı dedim. Dedi ki: Rasûlullah şöyle buyurdu: "Haram ilişki ile helal olanı birbirinden ayıran, (evliliğin) def ve ses (şarkıyla ilanı) dır." [386]

Hz. Ömer (r.a.) bir def ve şarkı sesi duyduğunda -buna karşı çıkar-ama sorup düğün ya da sünnet düğünü olduğunu duyduğunda kabul eder, onaylardı. [387]

 

Düğün Şarkılarında Ölçü:

 

Şu hususun da bilinmesi gerekir ki, düğünde mubah olan şarkı, bir kötülük içermeyen, Allah'ı zikretmekten alakoymayan ve varit olan rivayetlerde çizilen sınırların dışına taşmayan şarkılardır.

Ibnu Hacer, insanı coşturan ve harekete getiren şarkı hakkında şöyle demektedir. Eğer güftesinde kadınların güzellikleri ve içkiye teşvik gibi haram şeyler varsa, bunun haram olduğu hususunda ihtilaf yoktur.

Daha sonra şöyle devam eder: Aslolan oyun ve eğlenceden uzak durmaktır. Bu nedenle gerek vakti, gerek keyfiyeti açısından naslarda varit olanın dışına çıkmamak gerekir. Ancak böylelikle aslolana muha­lefet azaltılmış olur. Hiç şüphesiz daha iyisini Allah bilir. [388]

 

Nikahı İlan Vasıtalarından: Velime - Ziyafet

 

el-Muhkem'in müellifinin de belirttiği gibi velime, düğün yemeğidir. [389] Düğün ya da başka birşey için verilen her ziyafete "velime" denildiği de söylenmektedir.

Iyaz, Meşarık isimli eserde şöyle demektedir: Velime: Nikah yemeğidir. Imlak (evlenme) yemeği olduğu da söylenir. Sadece düğün yemeğine velime denildiğini söyleyen de vardır.

Şafiî ve ona tâbi olanlar şöyle derler: Evlenme, sünnet düğünü ve benzeri neşelenmeyi gerektiren olaylar için yapılan davete velime denir. Mutlak olarak kullanıldığında onunla evlenme daveti kastedilir. Başka davetler için kayıtlı olarak kullanılır. Mesala sünnet düğününde "sünnet velimesi" (sünnet ziyafeti) denir.

Herhalde bu nedenle Ibnu'1-Esir velimenin düğünlerde yapılan ye­mek olduğunu söylemektedir. [390]

Bazıları zifaftan önce yapılan yemekle sonrasında yapılanı birbi­rinden ayırdederek öncesine "nakia" sonrasına "velime" demişlerdir. Ebu Übeyd şöyle demektedir: Düğünde yapılan yemeğe velime, nikah kıyılırken yapılana da nakia denir. [391]

 

Velime'nin Sözlük Anlamı:

 

"Velime"nin sözlük anlamı, toplanmaktır. Ebu'l-Abbas şöyle de­mektedir: Birşeyin tamamlanması ve bir araya gelmesine "el-velme" de­nir. Kişinin boy poşunun ve ahlâkının tamamlandığını ifade etmek için  denir.

El-Ezheri ise şöyle demektedir: Velime, velm kökünden türetilmiştir ki maddî ve manevî bir araya gelip toplanmak için kul­lanılır. Çünkü iki eş bir araya gelmiş oluyorlar.

Ibnu'l-Arabî şöyle demektedir. Kelimenin lügat anlamı, bir şeyin tamamlanması ve bir araya gelmesidir. [392]

Bunun anlamı şudur: Neşe unsurlarından biri de velime (düğün yemeğidir.) Böylece eşlerin akrabaları da bir araya getirilip tanıştırılmış, aralarında sevgi bağları tesis edilmiş ve nikahın ilan vasıtalarından biri de gerçekleştirilmiş olur.[393]

 

Velimenin Hükmü:

 

Peygamber (s.a.v.) velimeyi (düğün yemeğini) emretmiş, hak olduğunu ve düğünlerde kaçınılmazlığını dile getirmiştir.

Peygamberin (s.a.v.) velimeyi emrettiğine, Enes b. Malik'in nak­lettiği şu hadis delildir: Peygamber (s.a.v.), Abdurrahman b. Avfın üzerinde (evlenenlerin süründüğü) zafran eseri gördü ve: Bu ne, evlen­din mi? diye sordu. Abdurrahman: Bir çekirdek ağırlığında altun mehir vererek evlendim karşılığını verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): "Allah mübarek kılsın, bir koyun kesmek suretiyle de olsa ve­lime yap" buyurdu. [394]

Velime'nin hak oluşuna gelince, Ebu Hüreyre Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

"Velime haktır ve sünnettir. Her kim velimeye davet edi­lirde davete icabet etmezse isyan etmiştir (günah işlemiştir.)" [395]

Velime'nin düğün için kaçınılmaz bir husus olduğu meselesine ge­lince, Hz. Ali'nin Fatıma ile evliliği sırasında Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu, Büreyde rivayet etmektedir: "Düğün için velime mut­laka gereklidir.[396]

Bununla birlikte velime zaid sünnetlerdendir.

Ibnu Battal şöyle demektedir: (Velime haktır.) Yani bâtıl değildir. Onu yapmak güzeldir, Zavaid sünnetlerdendir. "Haktır" derken bunun­la vacip olduğu kastedil memektedir.

Şafiîlerden bazıları ise vacib olduğunu söylerler. Çünkü Peygam­ber (s.a.v.) Abdurrahman b. Avfa velime yapmasını emretmiştir, emir kipinde aslolan vucüb ifade etmesidir.

Buna şöyle cevap verilmiştir: Velime, neşe sıralarında verilen bir yemektir. Bu sebeple sair yemeklere benzer hadisteki emir, müstehap-Iığa hami edilmiştir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) Abdurrahman'a bir koy­un kesmesini emretmiştir, oysa koyun kesmenin vacip olmadığı ittifakla kabul edilmiştir. O halde buradaki "hak"kın anlamı "vacib" değildir.

Şevkanî, Neylü'l-Evtar'da (VI. 176) şöyle demektedir: Emir kipinin zahiri vücup ifade etmesidir. Kurtubî, Maliki mezhebinde velimenin vacip olduğunu söyleyenlerin olduğunu belirttikten sonra mezhepte meşhur görüşe göre, menduptur, demektedir. Ibnu't-Tin de Hanbelî mezhebinde vacip olduğunu nakletmektedir. Halbuki Muğnfde an­latılan sünnet olduğudur. Daha sonra, yukarıya naklettiğimiz Ibni Bat-tal'ın zevaid sünnetlerden olduğu görüşünü nakleder ve vacip olduğu görüşünü reddeder.[397]

 

Velimenin Teşvik Edilmesinin Hikmeti:

 

Şârî, eşlerin hayatında derin içtimaî etkilerine ve daha geniş bir çerçevede evliliği ilan etmeye sebep olduğuna dikkat çekerek, velime yapılmasını şiddetle teşvik etmiştir. [398]

 

Velimenin Vakti:

 

Nevevî şöyle demektedir: Velimenin ne zaman yapılacağı konu­sunda ihtilaf vardır. Iyaz, şunu nakleder: Malikilerde esahh olan görüşe göre zifaftan sonra müstehab olduğudur. Onlardan bir topluluğa göre ise, akid esnasında müstehabdır. Ibnu Habib'e göre ise, akid esnasında ve zifaftan sonra müstehabtır. Başka bir yerde ise zifafdan önce de son­ra da yapılması caizdir, demektedir. [399]

 

Velimenin Kaç Defa Yapılacağı?

 

Bu konuda bir sınıflama yoktur. Meşhur ve yaygın uygulamaya göre, bir defa yapılmasıdır. Ama maddî durumu müsait olup gösteriş peşinde olmayan kişi, makbul kişileri davet ediyorsa, tekrarında bir sakınca yoktur. Bu konuda bir sınırlama da mevcut değildir. Nitekim Peygamber'in (s.a.v.) Zeyneb bint Cahş'ın düğününde bir gün bir defa düğün ziyafeti verdiği, [400]Safiyye'nin düğününde ise üç gün düğün ziyafeti verdiği rivayet edilmektedir. [401]Velime hakkında Buhârî (IX. 198) şöyle demektedir: Peygamber (s.a.v.) bir gün ya da iki gün olacak diye bir sınırlama getirmemiştir.

Buhârî, Tarih'inde de şöyle demektedir. Ibnu Ömer ve başkaları Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: "Sizden biriniz velimeye davet edildiği zaman icabet etsin." Peygamber (s.a.v.) icabet etmemizi isterken üç gün veya şu miktar diye bir kayıt koymamıştır.

Bu naklettiklerimiz Safiyye'nin (r.a) düğünündeki velimeye baka­rak velime de sünnet olanın Üç gün yapılması olduğu görüşünü çürütmektedir.[402] Üç gün yapılmış olması caizliği belirtmek içindir, yoksa sünnetin üç gün olduğunu belirtmek için değildir. [403]

 

Velimeye Kimler Davet Edilir?

 

Bu konuda sünnet, davetin belli bir sınıfa hasredilin emesidir.

Evliliğe şahitlik, evliliğin ilanı ve ondan haberdar olma istisnasız toplumun bütün fertlerinin hakkı olduğuna göre,

Toplumun görevi de, bu evliliği ilan edip yaymak, evlilik hakkındaki şüpheleri bertaraf etmek ve eşlerin mutluluk ve huzuruna katkıda bulunacak hususlarda ortak olmak olduğuna göre,

Düğün ziyafetine davet edilecek kişiler arasında ayırım yapma­mak; daveti belli bir tabakaya hasretmemek, toplumun bir hakkıdır.

Aksine, -islamın temel değerlerinden biri olan toplum fertleri arasında ayrım yapmamak ve onlan eşit tutmak, bu alanda mutlaka kendisini göstermelidir. Ancak bu şekilde velime hedefine ulaşmış olur.

Fakirler dışında zenginlerin davet edildiği velime; velimelerin en kötüsüdür. Ondan herhangi bir hayır beklenemez ve ondan istenen ne­tice de gerçekleşemez. Kaldı ki, zenginlerin davet edildiği velime riya ve gösterişten başka birşey değildir. Fakiri davet etmemek böbürlen-mektir, büyük bir haksızlıktır.

Rasûlullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Yemeğin en kötüsü, zenginlerin davet edilip fakirlerin davet edilmediği ve­hmedir. Kim davet edildiği halde icabet etmezse Allah ve rasûlüne isyan etmiştir. [404]

Ebu Hüreyre şöyle diyordu: "Sizler davet hususunda âsisiniz, çünkü gelmeyecek olanı davet ediyor, gelecek olanı ise davet etmiyorsu­nuz. [405]

Ibnu Abbas'ın da şöyle dediği rivayet edilir: 'Temeğin en kötüsü, tok olanın davet edilip aç olanın davet edilmediği vehmedir. [406]

 

Velimeyi (Düğün Ziyafetini) Kimler Hazırlar?

 

Düğün sahibinin eğer maddî durumu müsait ise velimeyi o hazırlar. Değil ise, maddî durumu müsait zenginlerin düğün sahibine ortak olmaları ve gideri paylaşmaları sünnettir. Zenginlerin bu ziyafete çağrılmalarında da bir sakınca yoktur. Hatta kendiliklerinden ziyafete gelir ve bu münasebetle evlenecek eşlere hediyeler vererek onların maddî yükümlülüklerini hafifletmeye çalışırlar, ziyafetin en mükemmel şekilde yapılmasına yardımcı olurlar.

Zenginlerin bu harcamalara ortak olmaları yardımlaşmanın önemini gözler önüne serer ve toplumda insanî bağların kuvvetlenme­sine, içtimaî ilişkilerin gelişmesine yardımcı olur.[407]

 

Zeyneb'in Düğününde Ümmü Süleym Peygambere Hediye Veriyor:

 

Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesaî, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.) Ümmu Süleym'in bulunduğu semte geldiğinde ona uğrar ve ona selam verirdi. Enes, şöyle devam ediyor: Peygamber (s.a.v) damat idi; Zeyneb'le düğünü vardı. Ümmu Süleym bana: Resûlullah'a (s.a.v.) bir hediye versek nasıl olur? dedi. Ver, dedim. Hurma, yağ ve kurutulmuş yoğurdu karıştırarak hays yemeğini yaptı ve bir kâseye koyarak benimle birlikte gönderdi. Kâseyi alıp Peygam-ber'e (s.a.v.) götürdüm. Peygamber (s.a.v.): Onu yere bırak dedi. Sonra bana: Git isim vererek- şu şu adamları ve yolda karşılaştığın herkesi çağır, buyurdu, Enes, diyor ki: Bana emredileni yaptım. Geri döndüğümde bir de ne göreyim, ev toplananlarla dolup taşmış. Peygam-ber'i (s.a.v.) gördüm, elini o hays yemeğinin üzerine götürdü ve birtakım dualar okudu. Sonra, onar kişilik gruplar halinde girip yediler. Rasûlullah (s.a.v.) onlara şöyle diyordu: "Besmele çekin, herkes kendi önünden yesin." (Hadisin lafzı Buhârî'nindir.) [408]

 

Velimeye Herkes Çağrılır:

 

Buhârî, Müslim ve Tirmizî, Enes'in şöyle dediğini rivayet ederler: Rasûlullah (s.a.v.) düğün yapıp zifaf yapmıştı. Bu münasebetle annem Ümmü Süleym, Hays[409] hazırladı ve onu bir çömleğe koydu ve: Enes! Bunu Peygamber'e (s.a.v.) götür, annem gönderdi de ve selamımı söyle, dedi ve ilave etti: Az yaptık ama, ya Rasûlallah dersin. Enes, diyor ki: O çömleği Rasûlullah'a (s.a.v.) götürdüm ve: Annemin selamı var size yol­ladığımız bu yemek azdır diyor, dedim. Rasûlullah (s.a.v.): Yere bırak, dedi. Sonra: Git bana falan, falanı ve yolda karşılaştığın herkesi çağır, buyurdu. Bazılarını isimleriyle söyledi, ismini verdiği kimselerle yolda karşılaştığım kimseleri çağırdım.

Olayı Enes'ten rivayet eden Ebu Osman diyor ki: Enes, dedim, sayıları kaç idi? Üçyüz kişi civarındaydılar dedi.

Bu hadis, Ümmu Süleym'in cömertliğini ve alçak gönüllülüğünü anlatıyor. O Ümmu Süleym ki yalnız başına Peygamber'e (s.a.v.) hediye gönderiyor.

Hadis, ayrıca Peygamber'in (s.a.v.) eşitlikçi tavrını da gözlerimizin önüne seriyor. Enes'e: "Git falanı ve yolda karşılaştığın herkesi yemeğe çağır diyor." Böylece bizlere de örnek oluyor. Davetin nasıl olması ge­rektiğini bizlere öğretiyor.[410]

 

Rasûlullah Safîyye İle Evlendiğinde Halkı Düğün Yemeğine Davet Ediyor:

 

Velime, (düğün yemeğinden) maksat içtimaî bir husus olduğuna göre toplum fertlerinin ayrım yapılmaksızın davet edilme hakları vardır. Düğün sahibi sadece zenginleri davet edemez, çünkü düğün sa­dece kendisini ilgilendiren bir olay değildir, içtimaî boyutları olan bir olaydır. Etkisi, toplumun bütün fertlerini ilgilendirir.

Rasûlullah'ın (s.a.v.) Safîyye bint Hayy'la düğününü anlatan Enes şöyle diyor: Peygamber (s.a.v.) Safîyye ile gerdeğe girdiği gecenin sabahı Hayber'den dönen sahabilere: "Yemek artığı olan bize getirsin" buyur­du. Enes diyor ki: Herkes hurma ve sevik'ten artanı getirdi. Ondan bol miktarda Hays yemeği yaptılar. O yemekten yeyip yağmurdan oluşan yanıbaşlarındaki gölden su içtiler. Rasûlullah'ın (s.a.v.) velimesi (düğün yemeği) işte böyle idi. [411]

 

Davete İcabet Etmek:

 

Düğün ziyafetinin -daha önce sözkonusu ettiğimiz gibi- eşleri ilgi­lendiren yönlerinin yanı sıra toplum fertlerini ilgilendiren yönleri bu­lunduğundan; düğün yemeğine davet nikahın ilanını ve şüphelerden uzak olmasını sağlayan vesilelerden biri olduğundan bu yemeğe yapılan davete icabet etmek de herkesin görevidir.

Düğün yemeği, yeme ve içmeden ibaret değildir, içtimaî bir olaydır. Ve davet edilen herkese bir sorumluluk yükler. Kimse ben bu sorumluluğu yerine getirmem diyemez; demeğe hakkı yoktur.

Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) düğün yemeğine yapılan davete icabet edilmesini emretmiştir. Toplum fertleri arasındaki bağlan takviye eden hususlardan biri de bu davetlerdir.

Davete icabet, hiç şüphesiz davet edenin insanî bir tavrına karşılık davet edilenin de insanî bir tavrıdır. Her iki tavırda insanî bağları derinleştirmekte ve toplum fertleri arasındaki ilişkilerin gelişmesinde rol oynamaktadır.

Davete icabet, bir hadisle değil müteaddit hadislerde emredil­miştir. Bu hadislerden biri, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Ibnu Mâce ve Beyhakî'nin, îbnu Ömer'den naklettikleri hadistir. Bu hadis müteaddit rivayetlerle nakledilmiştir: Bunlardan birkaçı şöyledir:

"Sizden biriniz mümin kardeşini davet ettiğinde, davet edi­len, davete icabet etsin. Davet ister düğün için olsun, ister başka birşey için olsun farketmez.[412]

"Sizden biriniz bir düğün yemeğine davet edildiğinde ica­bet etsin. [413]

"Sizden biriniz velime'ye (düğün yemeği) çağırıldığında, icabet etsin." [414]

"Davet edildiğinizde icabet edin. [415]

Ebu Musa el-Eş'arî de Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu ri­vayet etmektedir: "Düşman elinde esir düşen müslümanı esaretten kurtarın; davete icabet edin ve hastayı ziyaret edin. [416]

Velimenin önemini ve onunla kastedilen hedefin salt yeme ve içmeden çok daha yüce olduğunu gösteren delillerden biri, ona yapılan davete oruçlu olanın ve olmayanın, yeme ve içme arzusu bulunanın ve bulunmayanın icabet etmesinin emredilmiş olmasıdır.

Müslim, Cabir b. Abdillah'tan şu hadisi rivayet eder. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sizden biriniz bir yemeğe davet edildiğinde icabet etsin. Dilerse yesin, dilemezse yemesin."

Ebu Hüreyre'den de şu hadisi rivayet etmektedir. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sizden biriniz davet edildiğinde icabet et­sin. Eğer oruçlu ise (orada) namaz kılsın değilse yemek yesin.[417]

O halde davete icabet etmeyi terketmenin bir mazeret ve yolu yok­tur. Davet edilen icabet etsin. Hatta yemek yemeyecek oruçlular bile icabet edeceklerdir. Orada toplanacaklara katılsınlar. Namaz kılarak ve dua ederek o evliliği mübarek kılmasını ve oluşacak ailenin, toplumun kuvvetli tuğlalarından biri olmasını Allah'tan istesinler.

Davete icabet etmeyen Allah'a ve Resulüne isyan etmiş sayılır. [418] Allah ve Resulüne isyan eden ise apaçık bir sapıklık içerisindedir.[419]

 

Evliliğin Temeli: Rıza Ve Kabul

 

Nikah akdi veli, mehir, şahitlerin şahitliği ile tamamlanıp sonra def, şarkı, velime ve benzeri yollarla evlilik ilan edilse de eşlerin kabul ve rızaları olmadıkça, evlilik batıldır. Ve böyle bir evlilikten bir netice hasıl olmaz. Herhangi bir yarar umulamaz.

Veli ile nikah akdini üstlenecek arasındaki ilişkiden bahsederken bu meselenin bir yönünü uzunca anlatmıştık.

Şimdi şunu ilave ediyoruz: Nikah akdinden önceki kız isteme, erkeğin evlenme isteğini ortaya koyar. Sıra erkeğin bu teklifine kızın ve velisinin rıza gösterdikleri taktirde verecekleri cevaba gelmektedir.

Bu teklife muvafakat etmeleri, terim olarak icab diye isimlendiri­lir. Genellikle ifade şekli şöyledir: Şu miktar mehir üzere beni vekil ta­yin eden falanı seninle evlendirdim... [420]

 

Evlilik Hayatının Temeli: Îcab Ve Kabul

 

Evlilik hayatı binasının temeli icab ve kabuldür.

Kalbî meyil, hür seçim ve eşlerden her birinin diğerini kabul ve ona rıza göstermesi olmadıkça eşler arasında ruhî ve bedenî yatışma ve kaynaşma sözkonusu olamaz.

Bu yatışma, evlilik hayatlarında istikrar bulmalarının temelidir. Onunla ancak ülfet ve sevgi, eşlerin damarlarına sirayet eder. O ol­madıkça ne ülfetten, ne sevgiden ve ne de istikrardan söz edilebilir.

Sevgi ve muha"bbet duyguları huzur ve istikrar ortamında geliştiğinden, bu evlilikten meydana gelecek yeni neslin gözetim, sevgi, iyilik ve şefkat ortamında yetişmesini sağlar.

Burada şunu anlatmak istiyoruz: Rıza ve kabul, evliliğin hedefine ulaşıp semeresini vermesinin temeli olduğu gibi, evliliğin, Allah'ın fitrî ayetlerinden biri olarak kabul edilmesinin de temelidir. Yüce Allah şu sözü ile buna işaret etmektedir: "O'nun ayetlerinden biri de, ken­dileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamat koymasıdır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.[421]

Evlilik hayatının temelinin, eşlerin karşılıklı rıza göstermeleri olduğunu, yukarıda Ukbe b. Amir'den naklettiğimiz hadis gayet güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Sözkonusu rivayette Ukbe şöyle diyor: Peygamber (s.a.v.) birine: Seni falan kadınla evlendirmeme razı mısın? dedi. Adam: Evet, dedi. Peygamber (s.a.v.) sonra kadına giderek: Seni falan adamla evlendirmeme razı mısın? diye sordu. Kadın da: Evet deyince, onları birbirleriyle evlendirdi.

Burada ele almamız gereken bir mesele kaldı. O da, meşru evli­liğin olabilmesi için nikahın belli bir süre için değil, sürekli olması için akdedilmesi dir. [422]

 

Muta Nikahı

 

Müddetin siniri an din İm ası, evliliği kadının şerefiyle bağdaş­mayan geçici bir yararlanmadan öteye geçirmez. Böyle bir evlilikte bir aile oluşturmak, yeni nesiller yetiştirmek gibi hedefler taşımadığı gibi toplumda olumlu bir rol oynaması da mümkün değildir.

Böyle bir evliliğin etkeni, şehvetten başkası değildir. Zinaya kılıf giydirmektir. İstersen, zinanın ta kendisidir, diyebilirsin, işte bu şekildeki süreli evliliğe Mut'a evliliği denir. [423]

 

Mut'a İle İlgili Hadisler:

 

Said b. Mansur, Hişam b. Urve'den, Urve'nin muta nikahından sakındığım ve: "O açık zinadır" dediğim nakletmektedir. [424]

İbnu Ebî Şeybe,' Zührf den, Salim'den, Salim'in babası tarikiyle şunu nakleder. Ibnu Ömer'e kadınlarla mut'a yapılması soruldu. Biz onu zina olarak biliriz dedi. [425]

Ibnu Ebî Şeybe, Ibnu Ebî Zi'b'ten de Abdullah b. Zübeyr'in bir hut­besinde: Bilesiniz ki mut'a zinadır, dediğini nakleder.

Mut'a evliliğinin şekli ise şöyledir: Erkek kadına veya kadın erkeğe gelerek belli bir ücret karşılığında -ki bu mehirdir- belli bir süre için evlenmek üzere anlaşırlar.

işte böyle... Evlilik ile mut'a evliliği arasında benzer gibi görünen tek bir husus vardır. Ve o da mehirdir. Benzer gibi görünen diyoruz, çünkü evlilikteki mehir ile buradaki öz bakımından tamamen birbirle­rinden farklıdır. Evlilikteki mehir, maddi bir yararlanma karşılığında olmaksızın koca tarafından kadına verilmesi emredilen bir hediye ve bağıştır. Oysa burada geçici yararlanmanın ücretidir. Haddi zatında mehir değildir, tıpkı fahişelere verilen ücret gibidir, [426]

 

Mut'a Cahiliye Dönemi Nikah Şekillerinden Biridir.

 

Nikahın bu çeşidi cahiliyet döneminde bedeviler arasında da, be­devi olmayanlar arasında da yaygındı.

islam geldiğinde meşru nikahın özellik ve hedeflerini ortaya koy­du. Böylece meşru nikah cahiliye dönemi nikah çeşitlerinden ayrıldı. Mut'a nikahı da bu çeşit nikahlardandır. Uzun süren savaşlar ortaya çıkıp sahabilere evlerinden uzak bekar yaşamak ağır gelince, kendileri­ni hadımlaştırma konusunda Rasûlullah'dan (s.a.v.) izin istediler.

Böylece şehevi arzularının baskısından kurtulmak istiyorlardı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) zaruret durumlarında mubah kılınan ve za­ruret miktarı ile ölçülen mahsurlu bir evlilik çeşidi olarak muta ni­kahına izin verdi. Ancak bu mubah kılma, kesin olarak haram kılınması için atılan bir adım idi.

Müslim (II. 1027) Ibnu Ebî Amran'ın şöyle dediğini rivayet eder: "Mut'a islam'ın ilk dönemlerinde ölü eti, kan ve domuz eti (yemek) gibi bir ruhsat idi. Sonra Allah dînini muhkem kıldı ve mut'ayı yasakladı."

Buhârî de (IX. 140) Ebu Cemre'nin şöyle dediğini naklediyor. Ibnu Abbas'a kadınlarla muta yapılması soruldu. Ve o da izin verdi. Bunun üzerine bir kölesi ona: Bu ruhsat, sıkıntılı anlarda, kadınların azlığında -veya benzer birşey söyledi- sözkonusudur değil mi? dedi. Ibnu Abbas: Evet, karşılığını verdi.

Buhârî (IX. 97), Müslim (II. 1032) îbnu Mesud'dan şöyle nakleder­ler: "Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte savaşa çıkmıştık, kadınlarımız yanımızda değildi. Kendimizi hadım edelim mi dedik fakat Rasûlullah bunu bize yasakladı. Sonra bize belli bir zamana ka­dar bir kadınla elbise karşılığında evlenmemiz için ruhsat ver­di. Bundan sonra Abdullah şu ayeti okudu: "Ey iman edenler, Allah'ın size helal kıldığı şeylerin iyi ve hoş olanlarını (kendinize) haram kılmayın. Hakka da tecavüz etmeyin. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.[427]

Ibnu'l Kayyim, Zadu'1-Maad isimli eserinde (II. 178) şöyle demekte­dir. Hadisin ardından Abdullah'ın bu ayeti okuması iki ihtimali akla ge­tirmektedir:

Biri: Mut'a nikahını haram kılanlara cevap vermek. Çünkü muta hoş ve iyi şeylerden olmasaydı, Allah Resulü onu mubah kılmazdı.

ikinci ihtimal ise, ayetin son bölümünü kasdetmiş olmasıdır ki bu taktirde mutayı mutlak olarak mubah görene cevaptır ve onun haddi aştığını bildirmektedir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) zaruret anında, savaşta mutayı ihtiyaç duyulduğunda ve sahabe kadınlarının yan­larında olmayıp kadına şiddetle ihtiyaç duydukları bir ortamda böyle bir nikaha ruhsat vermiştir. O halde hazarda kadınların çok olduğu ve normal nikahın mümkün olduğu bir ortamda muta nikahı yapan haddi aşmıştır. Ve Allah haddi aşanları sevmez.

Nevevî, Müslim şerhinde (IX. 179-180), îyaz'ın şöyle dediğini nak­leder: Muta'nın mubah olduğuna dair sahabeden bir topluluktan riva­yetler nakledilmiştir. Nitekim Müslim, Sahih'inde îbnu Mesud, Ibnu Abbas,   Cabir,   Selemetü'bnül-Ekva'  ve  Sabretü'bnü  Ma'bed  el-Cühenî'den mubah olduğunu ifade eden nakiller yapmaktadır. Ancak, bunların hepsinde evlerinde mukim olanlara muta'nın mubah kılındığına dair bir kayıt yoktur. Aksine, muta için sefer ve kazalarda zaruret icabı ruhsat verilmiştir. Çünkü, sahabenin kadınları yanlarında yoktu ve hem de bulundukları bölge çok sıcak olup kadınlara karşı sabretmek çok zordu. [428]

 

Muta Ne Zaman Mubah Kılındı Ve Nasıl Yasaklandı?

 

1- Tebuk Gazvesinden Önce Mubah Kılındığı -Ki Bu Gazvede Yasaklanmıştır Söylenir.

 

Ibnu Hibban, Sahih'inde (II-VI. 324) Abdullah b. Muhammed el-Ezdi-Ishak b. Ibrahim-Mü'mil b. Ismail-Ikrime b. Ammar-Said el-Makberi tarikiyle Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet ederler: Pey­gamber (s.a.v.) Tebuk için yola çıktığında veda tepelerinde idi. Orada yanan çıralar gördü ve ağlayan kadınlar duydu. "Bu nedir?" diye sordu. Ya Rasûlullah muta yapmış olan kadınlardır, dediler. "O artık yok oldu yahut şöyle buyurdu. Nikah, boşama, iddet ve miras mutayı haram kıldı" buyurdu.

Hazimî, el-I'tibar fi'n-Nasih ve'1-Mensuh fi'I-Âsar isimli eserinde, (s. 189) Abbad b. Kesîr Abdullah b. Muhammed b. Ukayl tarikiyle Cabir b. Abdullah el-Ensarî'nin şöyle dediğini naklediyor. Rasûlullah'la (s.a.v.) birlikte Tebuk gazvesine çıktık. Şam tarafında akabede idik ki bazı kadınlar geldi ve muta yaptıklarını söylediler. Konakladığımız yerde oturuyorlardı ya da konakladığımız yere uğramışlardı, dedi Rasûlullah (s.a.v.) yanımıza geldi ve: "Bu kadınlar da kim?" buyurdu. Ya Rasûlullah, bu kadınlarla mut'a yaptık, dedik. Rasûlullah (s.a.v.) bu sözümüz üzerine çok fena halde kızdı. Rengi değişti, yanakları kızardı. Kalkarak bize konuşma yaptı. Allah'a hamd etti, sena getirdi. Sonra mutayı yasakladı. O gün, o kadınlarla vedalaştık, gittiler ve bir daha da geri dönmediler. Biz de bir daha mut'a yapmadık. Bu olay üzerine or­adaki tepe, "veda tepesi" diye isimlendirildi.[429]

 

Hafız Îbnu Hacer'in Cevabı:

 

Hafız Ibnu Hacer, el-Feth'te (IX. 139) bu rivayeti reddederek şöyle demektedir. Tebuk kıssasına gelince Ebu Hüreyre hadisinde orada on­larla mut'a yaptıklarına dair bir açıklama yoktur. Daha önce onlarla mut'a yapmış oldukları muhtemeldir. Sonra orada vedalaşmışlar ve ya­saklama da orada olmuştur.

Ya da yasaklama daha önce vuku bulmuştu. Ama sahabeden bazısı bunu duymamış ve önceki ruhsat üzerine devam ediyorlardı. Bu sebeple Rasûlullah fena halde kızmıştı ve yasak olduğunu hatırlatmıştı.

Kaldı ki, Ebu Hüreyre'nin Mümil bin Îsmail-Ikrime b. Ammar yolu ile gelen rivayeti de diğer rivayet de pek sağlam rivayetler değildir.

Cabir'in hadisine gelince, sahih değildir. Çünkü senette bulunan Abbad b. Kesîr, rivayeti metruk biridir.

Süheyirnin cevabı:

Süheylî de er-Ravdu'1-Unfta (VI. 557) rivayeti reddetmekte ve şöyle demektedir:

Mut'a nikahının ne zaman haram kılındığında ihtilaf etmişlerdir. Bu konudaki rivayetlerin en garibi, Tebuk gazvesinde yasakladığını söyleyen rivayettir, Sonra kaza umresinde yasaklandığını söyleyen el-Hasan'ın rivayetidir. Süheylî daha sonra bu konuda meşhur olanın, fe­tih yılı yasaklandığıdır, der. [430]

 

1- Hasan-I Basrî'nin Görüşü:

 

Kaza Umresinde Yasaklandığıdır.

 

Ibnu Hacer'in el-Feth'te (IX. 138) belirttiği gibi Abdurrezzak, Mu-sannaf ta Hasan-ı Basri'den şöyle bir rivayet nakletmektedir. "Mut'a kaza umresinde yasaklandı; ne öncesinde ne de sonrasında."

Ibnu Hacer bunu reddederek şöyle demektedir:

Herşeyden önce "ne öncesinde ne sonrasında" ilavesi, bu rivayeti nakleden Amr b. Ubayd'ın uydurmasıdır. Bu şahsın naklettiği hadis alınmaz. Nitekim, Said bin Mansur sahih bir senetle rivayeti bu ilave olmaksızın nakletmektedir.

ikinci olarak: Kaza umresine gelince bu konudaki rivayet de sahih değildir. Çünkü bu rivayet Hasan-ı Basri'nin mürsel rivayetlerindendir. Ve Hasan-ı Basri herkesden nakil yaptığı için murselleri zayıftır.

Not: Hasan-ı Basri'nin sözünü Said b. Mansur'un Sünen'inde (I-III. 208) araştırdım ve onu şu lafızlarla buldum: "Kadınlarla mut'a yap­mak üç gün idi; ne daha az ne daha çok."

Ibnu Ebî Şeybe'nin Musannafında da (II-III. 207) onu aynı lafızlarla buldum. Bu ise Hasan-ı Basri'ye muta'nın kaza umresinde ya­saklandığı rivayetine ters düşmese de Ibnu Hacer'in işaret ettiğiyle çelişmektedir. [431]

Kur'an ve Sünnette Evlilik

 

3- Birçokları, Yasaklamanın Hayber'de Olduğunu Söylüyor.

 

Yasaklamanın Hayber'de olduğunu söyleyenler, buna dair bir çok hadis rivayet ederler.

Said b. Ebî Mansûr, Ebu Bekir b. Ebî Şeybe, Ahmed, Malik, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesaî'nin rivayeti bu rivayetlerdendir. [432]

Ibnu Mâce, Hazimî, Ibnu Hibban, Dârekutnî ve Darımı, Ali b. Ebî Talib'in şöyle dediğini rivayet ederler: Rasûlullah (s.a.v.) Hayber günü kadınlarla mut'a yapmayı ve ehli eşek etini yasakladı. [433]

Bir rivayette de Hz. Ali, Ibnu Abbas'a şöyle demiştir: Rasûlullah'ın (s.a.v) ehli eşek ve mut'ayı yasakladığım biliyorum. [434]

Bir diğer rivayette ise şöyle demiştir: Ağır ol ya Ibnu Abbas... Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) Hayber günü mutayı ve eşek etini yasakladı. [435]

 

İbnu Abdilberr, Süheylî ve tbnu'l Kayyım'ın cevabı:

 

Ibnu'l Kayyim, Zadu'1-Maad (II. 178) isimli eserinde, Ibnu Abdilberr'in et-Temhid'de anlattıklarından etkilenerek mut'anın yasak­lanmasının Hayber'de olduğu görüşüne karşı çıkarak der ki: Eğer ya­saklama Hayber'de tamamlanmış s a neshin iki defa olması lazım gelir. Çünkü mut'a'nın fetih esnasında mubah kılınıp sonra yasaklandığı itti­fakla söylenmektedir. Ona göre bir meselede iki defa nesih alışılagelen birşey değildir.

Yine şöyle der: Hayber'de müslüman kadınlar yoktu, yahudi kadınlar vardı. Ehl-i Kitap kadınlarıyla evlenmek de henüz mubah değildi. Onlarla evlenmenin mubah kılınması, Maide süresindeki "Bugün size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yemeği, size helal, sizin yemeğiniz de onlara he­laldir. Ve inananlardan namuslu hür kadınlar ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden namuslu hür kadınlar size helal

kılındı."[436]

Bu ayetin inişi son dönemlerdedir.

Ibnu Abdilberr ve Îbnu'l-Kayyim, yukanda sözkonusu ettiğimiz Hz. Ali'den (r.a) Buhârî ve Müslim'in naklettikleri hadisi -ki hadis, raut'anın Hayber günü yasaklandığını açık açık ifade etmektedir ve sa­hih bir hadistir- gördüklerinde hadisin iki ayrı lafızla rivayetinin sahih olabileceğim reddettiler. Bu lafızlardan biri, bizim de yukanda naklet­tiğimiz lafızdır, ikincisi ise Hayber günü Rasûlullah'ın mut'a nikahını ve ehli eşek etini yemeyi yasakladığını ifade etmekle yetinen hadistir. Bu ikincisi Süfyan b. Uyeyne'nin Zührî'den rivayetidir.

Îbnu'l-Kayyim daha sonra Ibnu Abdilberr'den naklen Kasım b. Asbağ'ın sözünü Sufyan b. Uyeyne'den aktarır ve şöyle der: Yani Rasûlullah (s.a.v) Hayber günü ehli eşek etinin yenmesini yasak­lamıştır. Mut'a nikahını değil. Bazı raviler Hayber gününün mut'a ni­kahının haram kılındığı gün olduğunu sandılar. Îbnu'l-Kayyim bunu söyledikten sonra hadisi şu şekilde rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) mut'a nikahım yasakladı, Hayber günü de ehli eşek etini yasakladı.

Süheylî ise er-Ravdu'1-Unfte (VI. 557) şöyle demektedir: Ehli eşek etinin yasaklanmasını içeren hadis, Malik'in Ibnu Şihab'tan naklettiği rivayette bir işkâlin bulunduğuna dikkat çekmektedir. Çünkü bu ri­vayette şöyle demektedir: Peygamber (s.a.v.) Hayber günü mut'a ni­kahından sakındırdı ve ehli eşek etini yemekten de.

Siyer müelliflerinden hiçbiri böyle birşey demiş değildir. Mut'anın Hayber günü yasaklandığım da söylememişlerdir. Nitekim bu haberi Ibni Uyeyne, Ibnu Şihab'tan ve o da Abdullah b. Muhammed'den nak-letmiştir. Rivayette şöyle denilmektedir: "Peygamber (s.a.v.) Hayber günü ehli eşek etinin yenmesini ve mut'ayı yasakladı."

Bu ifade şekline göre anlam şudur: Rasûlullah (s.a.v.) Hayber günü ehli eşek etini yasaklamış ondan sonra veya başka bir gün mut'ayı yasaklamıştır. O halde Malik'in ifade şeklinde değil, Ibnu Şihab'm ifade şeklinde takdim ve te'hir vardır. Çünkü Ibnu Şihab'ın da bazı ravileri, Malik'in ifade şeklini kullanmışlardır. [437]

 

Kadı Îyaz, Nevevî Ve Tbnu Hacer'in Bu Görüşe İtirazları:

 

Ne Kadı lyaz, ne Nevevî ve ne de Ibnu Hacer bu görüşe rıza göstermektedir. Kadı lyaz şöyle demektedir: Eğer sair rivayetler bu görüşü desteklese idi, daha güzel bir görüş sayılırdı.

Nevevî de şöyle demektedir [438]Doğru ve tercih edilmesi ge­reken görüş; yasaklama ve serbest bırakmanın iki defa olduğudur. Hay­ber'den önce helal idi, sonra Hayber günü yasaklandı.   Sonra  Mekke fethinde ve Evtas günü -fetih gününün devamıdır- mubah kılındı. Üç gün sonra da kıyamete kadar ebediyyen haram kılındı.

Ibnu Hacer, (el-Feth IX. 137) şöyle demektedir. Zahirde Hayber günü her ikisi için zarftır. Yani bu günde Rasûlullah (s.a.v.) hem mut'ayı ve hem de ehli etek etini yasaklamıştır. Ibnu Hacer daha sonra yukanda işaret ettiğimiz ve her iki hususun Hayber'de yasaklandığını bildiren rivayetleri zikreder. Ebu Avane'nin Salih b. Abdillah tarikiyle nakledip sahih olduğunu söylediği; bir şahsın Hz. Ömer'e gelip mut'ayı sorduğunu, Ömer'in: Haramdır, dediğini, adamın: Falan mut'ayı kabul ediyor, demesi üzerine de Ömer'in: Vallahi o, biliyor ki Rasûlullah (s.a.v) mut'ayı Hayber günü yasakladı dediğini anlatan rivayeti de delil olarak zikretmektedir.

Ibnu Hacer daha sonra Ibnu'I-Kayyim'in: "O zaman orada yahudi kadınlar vardı" şeklindeki sözünü ele alarak şöyle der: Buna şu şekilde cevap verilebilir: Hayberliler islamdan önce Evs ve Hazreclilerle kız alış-verişinde bulunmuş olabilirler. Bu durumda onların kadınlarıyla mut'a yapmış olanların bulunması mümkündür. Bu nedenle Ibnu Kayyım'ın ileri sürdüğü, delil olamaz.

Şafiî, Maverdî ve Hazimî de bunların görüşünü destekliyorlar.

Şafiî şöyle demektedir: Mut'a nikahı dışında helal kılınıp sonra haram kılınan ve bir daha helal kılınıp tekrar yasaklanan birşey bil­miyorum.

Maverdî ise, el-Havi'de şöyle demektedir: Mut'anın haram kılınmasıyla ilgili olarak iki şey söylenebilir: Birincisi, yasaklanmasının tekerrür etmiş olmasıdır. Ta ki herkes bundan haberdar olsun. Çünkü yasaklandığında orada hazır bulunmayanlar bu yasaklamayı duymamış olabilirler.

ikinci ise, birkaç defa mubah kılınmış olmasıdır. Bu sebeple son yasaklamada "kıyamete kadar" kaydı zikredilmiştir. Böylece daha önceki yasaklamanın ardından mubah kılmanın geleceğine işaret edi­liyordu. Bu kayıttan sonra artık ebedî yasaklama olmuştur.

Mutemet olan bu ikinci şıktır.

Hazimî (el-I'tibar s. 187) de Ibnu Mes'ud'un: "Sonra belli bir süreye kadar bir elbise karşılığında bir kadını nikahlamamıza ruhsat verildi" hadisim yorumlarken şöyle demektedir:

Bu hüküm, islamın ilk dönemlerinde mubah idi, Ibnu Mesud'un zikrettiği sebepten dolayı Peygamber (s.a.v.) onu mubah kılmıştır. Hüküm sadece seferlerde idi. Sahabe evinde olduğu halde Peygamber'in (s.a.v.) bunu onlara mubah kıldığına dair bize rivayet ulaşmış değildir. İşte bu sebepledir ki Peygamber (s.a.v.) birkaç defa mut'ayı yasaklamış ve muhtelif vakitlerde onu mubah kılmış, en sonunda veda haccında ke­sin ve ebedî olarak yasaklamıştır.[439]

 

Mut'a Konusunda İcma Ettikleri Hususlar.

 

Mekke fethinde-üç günlüğüne mubah kılınıp sonra ebediyyen haram kılındığında icma etmişlerdir. Nitekim Said bin Mansur, Müslim, Nesaî ve Ibnu Hibban, Rabî' b. Sabre el-Cühenî'den babasının şöyle dediğini rivayet ediyorlar: Rasûlullah (s.a.v.) muta için bize izin verdi. Bunun üzerine benle birisi Amir oğullarından bir kadına gittik. Kadın uzun boylu dişi deve gibi birşeydi. Ona kendimizi arzettik. Kadın (bana): Ne vereceksin, dedi. Abamı vereceğim, dedim. Arkadaşım da: Abamı vereceğim, dedi. Arkadaşımın abası benimkinden güzeldi. Ama ben de ondan daha gençtim. Kadın, arkadaşımın abasına baktığında onu beğeniyor ama bana baktığında da beni beğeniyordu. Sonra: Sen ve aban bana kafisiniz, dedi. Bunun üzerine onunla üç gece bir arada kaldım. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) "kimin yanında şu mut'a yaptığı kadınlardan biri varsa, ona hemen yol versin" buyurdu. [440]

 

Fetih Günü Mut'amn Yasaklanması:

 

Said b. Mansur, Ebu Bekr b. Ebî Şeybe, Müslim ve Ibnu Hibban, Rabî' b. Sabre'den babasının, Rasûlullah'in (s.a.v.) fetih günü kadınlarla mut'a yapmayı yasakladığını söylediğini rivayet ediyorlar. [441]

 

Ebedî Yasaklanması:

 

Ebu Bekr b. Ebî Şeybe, Müslim ve îbnu Hibban, Rabî' b. Sabre'den babasının şöyle dediğini naklederler: Rasûlullah'ı (s.a.v.) Kabe'de rükün ile kapının arasında gördüm. Şöyle diyordu: Ey insanlar! Ben size mut'a hususunda izin verdim. Ama artık Allah bunu kıyamet gününe kadar haram kılmıştır. Bu andan itibaren kimin yanında bu kadınlardan biri varsa ona yol versin. Aynca o kadınlara verdiğiniz şeylerden hiçbir şeyi geri almayın. [442]

 

Yasaklama Mekke'nin Fethinde Mi, Yoksa Evtas'ta Mı Oldu?

 

Müslim ve îbnu Hibban, lyas b. Seleme'den babasının şöyle dediğini naklederler: Rasûlullah (s.a.v.) Evtas yılı mut'aya üç gün ruh­sat verdi ve sonra onu yasakladı.

Ebu Hatim, hadisin yorumunda fetih yılı ile evtas yılının aynı yıl olduğunu belirtir.

Fetih, Ramazan ayındaydı. Oradan aynı yıl şevval ayında evtas'a "Huneyn'e" gittiler. Mekke'de ebedî olarak yasaklandıktan sonra ev­tas'ta mubah kılınması düşünülemez. Ancak evtas derken, o yıl kastedi-liyorsa o başka. Nitekim Ibnu Hibban bunu söylemektedir.[443]

 

Fetih Gazvesi İle İlgili Rivayet:

 

Buna göref Ibnu Hacer'in de belirttiği gibi, fetih gazvesi ile ilgili ri­vayetler hariç diğer rivayetlerin hepsi sahih değildir. Bu sebeple alimler yasaklamanın fetihte yapıldığına dair icmaları gibi başka şey üzere icma etmemişlerdir. [444]

 

Ruhsat Ve Yasaklamanın Veda Haccmda Olduğuna Dair Rivayet:

 

Ibnu Hibban, Ibnu Mâce ve Dârimî, yukarıda naklettiğimiz Rabî' b. Sabre'nin babasından naklettiği rivayeti naklediyor ama olayın veda haccında olduğunu söylemekte hata ediyorlar. [445]

Ibnu Hacer şöyle demektedir: Veda haccına gelince, bu konudaki rivayetin sahih olduğu sabit olursa burada sadece yasaklama olmuştur. "Mubah kılınıp sonradan yasaklama değil, önceki yasaklama tekrar edilmiştir." Çünkü veda haccında sahabe hanımlarıyla birlikte hacca gitmişlerdi. Uzun müddet bekar durmaları ve sıkıntıya düşmeleri sözkonusu değildi. Aslında hadisin ravisi Sabre'dir. Ve hadisi ondan nakleden oğludur. Oğlu zamanı karıştırmıştır. Hadis, aynı olayı anlat­maktadır. O halde rivayetlerden birini tercih etmek gerekir ve tercih edilmesi gereken, olayın fetihte olduğunu açıkça ifade eden Müslim'in rivayetidir. [446]

 

Netîce:

 

Mut'aya ruhsat verilmesi ve yasaklanmasıyla ilgili rivayetler bun­lar. Ve bu rivayetlerden yasaklamanın Fetih Gazvesi'nde kesinleşip ebedîleştiğini anlıyoruz, ister yasaklama fetihten Önce Hayber'de olmuş olsun, ister veda haccmda bu yasaklama pekiştirilmiş olsun farketmez. Fetih gazvesinde Rasûlullah'ın (s.a.v.) "Allah bunu artık kıyamete ka­dar yasaklamıştır" sözünden sonra mut'a için bir ruhsat alanı kal­mamıştır.

"O hevadan konuşmaz. O, kendisine vahyedilen vahiyden başka birşey değildir. [447]

 

Sahabenin Tamamı Bu Yasaklamadan Haberdar Mıydı?

 

Eğer sahabenin tamamı bu kesin yasaklamadan haberdar olmuş olsaydı bazıları buna ruhsat vermezdi. Hatta bazıları fiilen bu ruhsatı kullanmışlardır. Rasûlullah'ın (s.a.v.) hayatından geri kalan bölümünde, Hz. Ebu Bekir'in hilafeti ve Hz. Ömer'in hilafetinin ilk dönemlerinde bu ruhsat üzere devam ettiler. Ibnu Abbas, Muaviye ve Cabir b. Abdillah bu görüşteydiler.

Bu husus tafsilatlı bir şekilde ele alınacaktır.

Ruhsat vermeleri yasaklamayı duymamış olmalarından kaynak­lanmamış olsaydı, Rasûlullah'ın kesin olarak bunu yasakladığı kendile­rine bildirildiğinde hemen bunu uygulamaya koymaz ve ruhsata fiilen son vermezlerdi.

Tabiînden mut'aya ruhsat veren Tavus ve Said b. Cübeyr gibiler hakkında da söylenecek söz budur. [448]

 

Garazkârlar Mut'ayı Nasıl Mubah Kılmak İstediler?

 

Ancak kalplerinde hastalık bulunanlar, bu gibi durumlarda bazı sahabe ve tabiinin görüşlerini istismar ederek Allah ve Rasûlünün haram kıldığını helal göstermeye çalışırlar. Muta da bu meselelerden biridir. Kimi garazkârlar Allah'ın kitabından ve Resulünün sünnetinden mut'anın haram olduğuna dair nasslan görmezlikten gelir ya da onları nevalarına uygun te'vil ederler. Bazı sahabenin, konuyla il­gili son tavırlarını unutur ve onların yasaklamadan haberdar ol­madıkları önceki tavırlarım istismar ederler. [449]

 

Ne Yaptılar Bunlar?

 

Hz. Ömer gibi büyük bir sahabenin bir tavrını hevalarına göre te'vil etmekte yine Ibnu Ömer gibi bir sahabeye bazı rivayetleri yalan yere nisbet etmekte ya da örümcek ağının dokuması gibi zayıf rivayetle­ri delil olarak ileri sürmekte bir sakınca görmediler. Bütün bunları, hevalannı hakim kılmak ve bunu yaymak için yaptılar. Ebu Said ve başkalarından yapılan rivayetlerde takındıkları tavır budur. [450]

 

Ibahiyeye Çağırmış Olsaydılar Tslamdan Çıkacaklardı:

 

Bugün mut'anın mubah olduğunu söyleyenler genç kız ve erkek­lere hiçbir engel olmaksızın özgürlük verilmesini, aile kurmak için değil sırf birbirlerinden yararlanmak için karşılıklı rıza ile serbestçe cinsi ilişkide bulunmalarını, batı toplumlarında olduğu gibi kadın erkek karışımının mubah olduğunu açıkça ilan etseler.

Evet ibahiliğe açıkça çağırsalar onlara aldırış etmez ve onlara ce­vap verme ihtiyacını duymazdık. Örf, gelenek, yüce değerler ve toplum­da bunlan savunanlar onlara yeterli cevabı verirlerdi.

Ne var ki halka hakikatleri çarpık göstermeye, halkın dinini onla­ra yanlış öğretmeğe, ondan olmayanı ona yamamağa çalışıyorlar, işte bu nedenle insanlara işin iç yüzünü anlatmayı, arkasında saklandıktan perdeleri aralamayı ve hakikatleri nasıl çarpıttıklarını ortaya koymayı kendimize görev bildik. Ta ki helak olan delil üzere helak olsun, kurtul­mak isteyen de kurtuluş delillerini bilsin. Hiç şüphesiz Allah, herkesin ne gayeler peşinde olduğunu en iyi bilendir.

Şimdi bu kimselerin tutundukları şüpheleri tek tek ele alacak ve onları tafsilatlı bir şekilde tenkit süzgecinden geçirerek doğrulan gözler önüne sermeğe çalışacağız. [451]

 

İleri Sürdükleri Şüpheler Ve Bunların Tahlil Ve Tenkidi:

 

1- Derler ki: Farklı mezheplere mensup olanlar dahil hemen he­men bütün müslümanlar, islamın ilk döneminde bu tür evliliğin meşru olduğunu, "o halde onlardan yararlanmamıza karşılık kararl aştın İmiş olan ücretlerini bir hak olarak verin"[452] ayetinin bu hususta indiğini kabul ederler.

Ayette geçen "onlardan faydalanma" ifadesini mut'a nikahıyla tef­sir etmişlerdir. Cumhuru ulema, bundan maksat, islamın ilk dönemindeki mutadır, demişlerdir.

Nitekim Ibnu Abbas, Übeyy ve Ibnu Cübeyr, ayeti "belli bir süreye kadar onlardan faydalanmanıza karşılık ücretlerini onlara verin" şeklinde okumuşlardır.

Bu zatların Kur'an'ın tahrif edildiğine inanmalan mümkün değildir. O halde onlar, kıraati değil, ayetin tefsirini kastederek onu bu şekilde okuyorlardı.

Ayetin mut'ayı kastettiği hususu şüphe konusu olmamalıdır.

O halde mesele, ayetin mensuh olup olmadığında düğümlenmektedir.

Müslümanlann cumhuru ve Cabir'in bütün sahabeden yaptığı na­kil, ayetin mensuh olmadığı doğrultusundadır. Imran b. Husayn şöyle demektedir: Mut'a ayeti nazil oldu ve Rasûlullah'la (s.a.v.) birlikte onunla amel ettik. Onu nesheden herhangi bir ayet de inmedi. Peygam­ber (s.a.v.) de vefat edinceye kadar mut'ayı yasaklamadı. -Rivayetin tamamı, Râzî'nin tefsirinde mevcuttur.- Daha sonra bu konuyla ilgili birtakım görüşler ileri sürüldü.

Rivayet, Sahih-i Müslim'de de tam olarak mevcuttur.

Müteahhir müslüman alimlerin cumhuruna göre ise, ayet men-suhtur. Sadece ayetin ne ile neshedildiği meselesinde ihtilaf vardır.

Bazıları, neshedenin Kur'an'da olduğunu söylerken bazıları, sünnetteki bazı rivayetler olduğunu, kimileri de neshedenin icma olduğunu söylüyorlar, ileri sürülen bu görüşlerin hepsi de tartışmaya açıktır.

Ayetlere gelince, hiçbir şekilde nasih olmaya elverişli bir ayet Kur'an'da yoktur. Bu nedenle alimler bu görüşe önem vermemişlerdir. Gerçi bazıları laf olsun diye kimi ayetleri zikrediyorlar ama bu ayetlerin neshle bir ilgisi yoktur, ileri sürdükleri bu ayetlerden en önemlisi: "Ve onlar ki, iffetlerini korurlar, ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç" ayetidir. [453]

Laf olsun diye bu ayeti zikrettikleri için ardından bu ayetin neshedici olduğunu reddederler. Çünkü mut'a ile nikahlanan, zevcedir = eştir. Miras ve boşama gibi zevcenin bazı vasıflarım taşımaması, onu zevcelikten çıkarmaz. Ayrıca neshettiğini söyledikleri bu ayet mekki, mutayı ifade eden ayet ise medenidir. [454]

Bu söz, bir aldatmaca ve mugalatadan ibarettir. Sözü tahrif et­mektir. [455]

 

Cevap:

 

"O halde onlardan yararlanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan ücretlerini bir hak olarak verin" ayetinde tutunacakları bir husus yok­tur.

Bu ayetin inişi, ileri sürdükleri gibi mut'a nikahıyla ilgili değildir. Ayeti mut'a nikahına delil olarak zikredenler ayetin bu meseleyle ilgili olarak indiğini ileri sürerek değil, ayetin umumi anlamından hareket etmişlerdir.

Ayet, sahih nikah konusunda inmiştir. Siyak ve sibakı da açıkça bunu ortaya koymaktadır.

Ayet, Nisa suresinde hangi kadınların helal ve hangilerinin haram olduğunu anlatan ayetler gurubunun içerisinde bir ayettir. Sözkonusu ayetler şöyledir.

"Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, karılarınızın anaları, birleştiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız -eğer onlarla henüz birleşmemişseniz (kızlarını almaktan ötürü) üzerinize bir günah yoktur- kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları ve iki kızkardeşi bir arada bulundurmanız. Ancak geçmişte olanlar hariç. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (Savaşta esir olarak) ellerinize geçen (cariyeler) müstesna, evli kadınlar (la evlenmeniz)de (yasaklandı, tşte bunlar) size Allah'ın yazdığı yasaklardır. Bunlardan ötesini, iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız), size helal kılındı. O halde onlardan yararlanmanıza karşılık kesilen ücretlerini (mehirlerini) bir hak olarak verin. Mehrin kesiminden sonra karşılıklı anlaşmak (suretiyle kesilen­den az veya çok vermeniz) de üzerinize bir günah yoktur. Şüphesiz Allah bilendir, hikmet sahibidir." [456]

Yüce Allah, kadınlardan haram olanları zikrettikten sonra "bunlardan ötesini iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız), size helal kılındı" buyurmak­tadır. Yani sahih bir nikah ile nikahladıklarınız size helaldir. Yüce Allah daha sonra nikahın hükmünü buna atfederek, nikahtan sonra ni­kahladığınız kadınla gerdeğe girersenizi kastederek "yararlanmanıza karşılık" buyurmaktadır. Yani size helal kılman kadınlardan eşlerinizi seçebilirsiniz ve seçip nikahtan sonra onlarla gerdeğe girerseniz mehir­lerini tam olarak verin, bu bir emirdir. Onlar bunu artık hak etmişlerdir. Çünkü mehri tam olarak haketmeleri, onlarla beraber yat­makla olur. Nitekim bir ayette şöyle buyurulmaktadır: "Bir mehir kes­tiğiniz taktirde, henüz dokunmadan onları boşamışsanız kes­tiğinizin yarısını (verin). [457]

Diğer deliller:

îbnu Cerir, Muaviye b. Salih, Ali b. Ebî Talha'dan, Ibnu Abbas'dan: "Onlardan yararlanmanıza karşılık kararlaştırılmış ücretlerini bir hak olarak verin" ayetiyle ilgili olarak şöyle dediğini nak­lediyor: Sizden bir erkek bir kadınla evlenir ve bir defa da olsa onunla yatarsa mehrinin tamamı vacip olur. Kadından yararlanmak, onunla yatmaktır. "Kadınlara mehirlerini bir hak olarak verin[458] ayetinin anlamı budur.

Hasan-ı Basri ve Mücahid'den de "onlardan yararlanmanız" sözü­nün, onlarla yatmak anlamında olduğunu Ibnu Cerir nakletmektedir.

Aynı şekilde Yunus'tan Ibnu Vehb'in şöyle dediğini nakletmekte­dir: Ibnu Zeyd, "onlardan yararlanmanıza karşılık ücretlerini bir hak olarak verin" ayetinden kastedilenin onlarla yatmak olduğunu söylemektedir. Kur'an'da anlatılan şudur: Kadınla evlenir ve ondan ya­rarlanırsan ücretini yani mehrini ver. Eğer belirlenmiş mehir mik­tarından bir kısmını sana bağışlarsa senin için o bağışlananı yemek caizdir. Bundan sonra ölüm durumunda kadına iddet beklemek ve mi­ras almak bir haktır. Ayette geçen "yararlanma" onunla yatmaktır. [459]

 

Ibnu Kesîr'in Anlattıkları:

 

îbnu Kesîr, ayetin anlamını yukarıda anlattığımız şekilde an­lattıktan sonra şöyle demektedir: "Ayetin genel anlamına dayanarak ayeti mut'a nikahına delil olarak zikretmişlerdir. Hiç şüphesiz islamın ilk döneminde mut'a nikahı caiz idi, ama sonra neshedildi."

Görüldüğü gibi Ibnu Kesîr, ayetin zahiri ile genel anlamı arasında bir ayrım yapmakta ve ayetin inişinin mut'a nikahı olmadığını belirt­mektedir.

îbnu Kesîr daha sonra şöyle demektedir: Ibnu Abbas ve sahabenin bazılarından zaruret durumunda mut'anın caiz olacağı görüşü rivayet edilmiştir. Ibnu Abbas, Ubeyy b. Ka'b, Said b. Cübeyr ve Süddî ayeti; "Belli bir süreye kadar onlardan yararlanmanıza karşılık ücretlerini bir hak olarak onlara verin" şeklinde okumuşlardır. Mücahid de ayetin mut'a nikahı ile ilgili olarak indiğini söylemektedir. Ancak Cumhuru ulemanın (alimlerin büyük çoğunluğunun) görüşü böyle değildir.

Bu konuda esas alınması gereken görüş, Buhârî ve Müslim'in Ali b. Ebî Talib'ten naklettikleri, mut'anın Hayber ve Mekke fethinde ya­saklandığı şeklindeki görüştür. [460]

 

Sözkonusu Kıraatle İlgili Taberî Ve Cassas'ın Görüşleri:

 

Sözkonusu kıraate gelince Taberî'nin şu söyledikleri bize yeter. Şöyle diyor: Übeyy b. Ka'b ve Ibnu Abbas'ın ayeti: "Belli bir süreye ka­dar onlardan yararlanmanıza..." şeklinde okuduklarına dair rivayete gelince, müslüm ani arın mushaflannın hilafına bir kıraattir. Ve kesin bir habere dayanmaksızın hiç kimse Allah'ın kitabına herhangi bir ila­vede bulunamaz. [461]

Ebu Bekr el-Cassas da şöyle demektedir: Kur'an tilavetine "belli bir süre" ifadesinin konulmasının hiçbir müslümana göre caiz olmadığı zikredilmektedir. O halde "belli bir süre" ifadesi Kur'an'da sabit değildir. Kaldı ki bu ifade Kur'an'da mevcut olsa idi bile, kadınlarla mut'a yapmayı ifade etmezdi. Çünkü "belli süre" mehir için kullanılmış olabilir. O zaman ayetin anlamı şöyle olurdu: Belli bir süreye kadar ödemeyi taahhüt ettiğiniz bir mehir karşılığında evlendiğiniz kadınlarınıza mehri ödeme vakti geldiğinde mehirlerini Ödeyin. [462]

işte bu naklettiklerimizde Şia alimlerinden bir gurubun ayetin nuzül sebebi olarak ileri sürdüklerinin ve sözkonusu kıraate tutunma­larının tutarsızlığı açıkça ortaya çıkmaktadır. [463]

 

Diyorlar Ki: Mut'anın Mubahhğı Devam Etmektedir Ve Ayet Neshedilmemiştir.

 

Diyorlar ki: Ayetin mut'ayla ilgili olarak indiği hususu şüphe ko­nusu olmaması gerekir.

Oysa müslüm anların büyük çoğunluğu ve Cabir'in rivayetine göre sahabenin hepsi ayetin mensuh olduğu görüşündeler.

Sonra da Imran b. Husayn'ın rivayetini ileri sürüyor ve bu rivaye­tin bütünüyle Sahih-i Müslim'de bulunduğunu söylüyorlar.

Haccı temettü ile ilgili ayeti, mut'a nikahına delil olarak ileri sürüyorlar.

Mut'anın mubahlığının devam ettiğine dair delil getirirken okları hedefinden gittikçe uzaklaşıyor. Mut'a nikahı için delil olduğunu sandıkları ya da öyle göstermeye çalıştıkları delil, mut'a nikahının değil hacda temettuun delilidir. Mut'a nikahıyla ilgili olduğunu ileri sürdükleri Imran b. Husayn'ın rivayeti de hacda temettü ile ilgilidir. [464]

 

Müslim'in Tmran B. Husayn'dan Yaptığı Rivayet:

 

Müslim, Mutarrıfm şöyle dediğini rivayet etmektedir: [465]

Imran b. Husayn, ölümüyle sonuçlanan hastalığında bana haber gönderdi. Bana: Sana bazı hadisleri anlattım, umarım benden sonra Allah, sana anlattıklarımla seni yararlandırır. Yaşayacak olursam, an­lattıklarımı kimseye anlatma. Ama ölürsem serbestsin, dilersen başkasına anlat. Çünkü bu husus -benim- tasarrufuma terkedildi. Bilir­sin ki Peygamber (s.a.v.), hacla umreyi bir arada yaptı. Sonra da bu hu­susta ayet inmedi. Ayrıca Peygamber de (s.a.v.) bunu yasaklamadı. Son­ra kimileri çıkıp bu konuda kendi görüşünü ileri sürüyor.

Müslim, bu rivayeti naklettikten sonra Ebu Reca'mn şöyle dediğini rivayet ediyor: Imran b. Husayn şöyle dedi: Mut'a ayeti -hacc mut'asıyla ilgili ayet- Allah'ın kitabında nazil oldu. [466] Ve Rasûlullah (s.a.v) bize bunu emretti. Daha sonra hacc'da temettuyu nesheden bir ayet gelmedi ve Rasûlullah da vefat edinceye kadar bize bunu yasakla­madı. Sonra kimileri çıkıp bu konuda kendi görüşünü ileri sürüyor.

Şimdi hakkı nasıl batıla karıştırdıklarını ve bildikleri halde hakkı nasıl gizlediklerini gördün mü? [467]

 

Neshle İlgili Söyledikleri:

 

Ayetin neshiyle ilgili olarak söylediklerine gelince, ayetin siyak ve sibakını da gözönünde bulundurarak kadınlardan, hangilerinin helal ve hangilerinin haram olduğunun anlatıldığı bir çerçevede zikredildiğini ve zinaya düşmeksizin sahih bir nikahla evlenmenin yolunun burada belirtildiğini daha önce anlatmıştık.

Cevabımız:

Buna göre bizim, ayetin mensuh olduğunu söylemeye ihtiyacımız yoktur. Mut'a'nın mubahlığı -yukarda izah edildiği gibi- sünnetle sabit olmuş ve bu durum yine sünnetle neshedilmiştir. Muta'nın mubahhğına sözkonusu ayetin delil getirilmesini kabul etsek bile, sünnetle neshedil-diğini söylememiz yeterlidir. Çünkü mubahhk vahiy ile sabit olmuş ve haram kılınması da Peygamber'in (s.a.v.) tebliğiyle yani vahiy ile olmuştur. "De ki (Ey Muhammed): Onu kendi tarafımdan değiştirmek, benim için imkansızdır. Ben sadece bana vahyolu-nana uyarım.[468] "O, hevadan konuşmaz, o, kendisine vahyedilen vahiyden başka birşey değildir. [469]

Vahyin metluv olanı vardır ve o da Kur'an'dır. Bir de gayri metluv olanı vardır ve o da kudsi hadislerle Peygamber'in (s.a.v.) hüküm ve teşri ile ilgili hadisleridir. [470]

 

Mut'anın Neshi Hem Kur'an Ve Hem De Sünnetle Sabittir:

 

Mut'anın sünnetle neshinin yanısıra Kur'an'la da yasaklandığını söyleyebiliriz. Dârekutnî ve Ibnu Hibban, Ebu Hüreyre'den Peygam­ber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: Mut'ayı nikah, boşama, iddet ve miras yasakladı -veya yıktı[471]

Abdurrezzak da Hz. Ali'nin şöyle dediğini nakleder: "Ramazan orucu her türlü orucu neshetti. Mut'ayı da boşama, iddet ve miras neshetti. [472]

Nikah ve ondan doğan boşama, iddet ve miras gibi hususlar mut'anın mubahlığım neshetmiştir. O halde mut'a nikah değildir ve on­dan boşama doğmaz. Bilakis müddet dolduğunda ayrılma vardır. Aynı şekilde boşama ya da kocanın ölümü durumunda iddet bekleme gibi özel durumlarla evlilikten kaynaklanan miras da, mut'a da sözkonusu değildir. Bütün bunların olmadığı bir ilişki ise evlilik değildir ve helal kabul edilemez.

O halde kadına evliliğinden dolayı birtakım özel durumları içeren ayetler, mutanın mubah olduğunu ifade, ettiği söylenen ayeti neshedi yorlar.

Şafiî, "ve onlar ırzlarını korurlar; ancak eşleri, yahut ellerinin sa­hip olduğu, (cariyeler) hariç[473] ayetini naklettikten sonra şöyle de­mektedir: [474] Yüce Allah bu ayetlerle nikah ya da cariyelik durumu­nun dışında kadınlarla ilişkide bulunmayı yasaklamaktadır. Nikahlanmış kadınlar hakkında da yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 'İnanan kadınları nikahlayıpta henüz onlara dokunmadan boşarsanız.. [475] Böylece haram iken nikahla helal olduklarını ve ancak boşama ile tekrar haram olacaklarını haber veriyor.

Boşama hakkında da şöyle buyuruyor: "Boşama iki keredir. (Bundan sonra kadını) ya iyilikle tutmak, ya da güzelce salıvermek (lazım) dır. [476] Böylece nikahla akdedilen beraberlik ancak bu şekilde sona eriyor.

Buradan da -Allah daha iyi bilir ya mut'a nikahının neshinin hem Kur'an ve hem de sünnetle olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü mut'a ni­kahı, kişinin belli bir süreyle bir kadını nikahlaması ve o süre dol­duğunda nikahın kendiliğinden fesh edilmesidir. Erkeğin boşaması diye birşey sözkonusu değildir. Mut'a nikahında Allah'ın erkeklere tanıdığı kadını nikahı altında tutma ya da boşama ve eşler arasında birbirlerine mirasçı olma yoktur. [477]

 

Hz. Aişe, Mut'anın Haramlığına Dair Kur'an'dan Delil Getiriyor:

 

Hz. Aişe nesh meselesini gündeme getirmeden mut'anın haram olduğuna dair Kur'an'dan delil getiriyor. Hakim, Abdullah b. Ebî Müleyke'den şunu naklediyor: Aişe'ye (r.a.) kadınlarla mut'a yapmayı sordum. Benimle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır dedikten sonra: "Ve onlar ırzlarını korurlar. Ancak eşleri yahut ellerinin sahip olduğu (cariyeler) hariç, (bunlarla ilişkilerinden dolayı da) on­larla kınanmazlar. Ama bunun ötesine gitmek isteyen olursa, İşte onlar haddi aşanlardır[478]ayetini okudu ve şöyle devam etti: Nikahlı karısı ya da sahip olduğu cariyesi dışında bir kadınla ilişkiye giren haddi aşmıştır. [479]

 

Mut'anın Mubah Olduğunu Söyleyenler Neye Dayanıyor?

 

Kendi uydurdukları şeylere, sahabeden nakledipte, te'vil ettikleri davranışlara veya zayıf bazı rivayetlere dayanıyorlar ve bununla hem başkasını saptırıyorlar hem de kendileri hak yoldan sapıyorlar.

Sorup soruşturuyoruz: [480]

 

Mut'anın Haram Kılındığını Duyduktan Sonra Mubah Olduğunu Söylemeye Devam Eden Sahabi Ve Tabiî Var Mı?

 

Bu soruya emin bir şekilde cevap verebilmemiz için önce mut'anın mubah olduğunu kabul ettikleri söylenen sahabe ve tabiînin tutum­larını arzetmemiz gerekiyor. Bu tutumlarını devam ettirmişler mi yok­sa vaz mı geçmişler? Niçin vazgeçmişlerdir? içtihatlarına dayanarak mı vazgeçmişler yoksa Rasûlullah'ın (s.a.v.) mut'ayı yasakladığı kendile­rine haber verildiğinde mi vazgeçmişler? [481]

 

Mut'a Konusunda Tbnu Abbas'ın Tutumu:

 

Söze Ibnu Abbas'ın (r.a.) tutumunu anlatmakla başlıyoruz: Çünkü en çok Ibnu Abbas'ın mut'ayı mubah gördüğünden bahsedilmektedir. Ibnu Abbas'tan nakledilen üç tutum şöhret bulmuştur.

Birincisi: Mut'anın mubah olduğunu söylediği ve yukarıda da ifade edildiği gibi "onlardan yararlanmanıza karşılık ücretlerini bir hak ola­rak onlara verin[482]ayetini kadınlarla mut'a yapmak anlamında tef­sir ettiği şeklindedir.

ikincisi: Zaruret durumunda mubahtır.

Hattabî, Hazimî, Heysemî, Ibnu Hacer ve Şevkanî, Said b. Cübeyr'den şunu naklediyorlar. Ibnu Abbas'a: Ne yaptığını biliyor mu­sun? Neye fetva verdiğinin farkında mısın? Topluluklar senin fetvana uyuyor ve şairler o hususta şiir söylüyor, dedim. Ne diyorlar, dedi. Şöyle diyorlar dedim:

Adam çok oturunca, arkadaş îbnu Abbas'ın fetvasıyla amel etmek ister misin? dedim.

Endamı güzel ve yumuşak tenli bir eşin, insanlar çekip gittiğinde senin olmasını ister misin?

Ibnu Abbas (r.a.) şu karşılığı verdi: Hepimiz Allah'a aidiz ve hepi­miz ona döneceğiz. Allah'a yemin ederim ki ben buna fetva vermedim. Ben bunu kastetmedim. Ben ancak Allah'ın ölü etini, kanı ve domuz eti­ni (zaruret durumlarında) mubah kıldığı gibi mubah olduğunu söyledim, başkasını değil. [483]

Üçüncüsü: Mubah olduğu görüşünden vazgeçip haram olduğunu ve mubahhğının neshedildiğini söylediğidir.

Cassas, Cabir b. Zeyd'den Ibnu Abbas'ın bir dirhemin iki dirheme bozdurulabileceği ve mut'a hakkındaki görüşünden vazgeçtiğini naklet­mektedir. [484]

Yine Ata' el-Horasanî'den Ibnu Abbas'ın "onlardan yararlanmanız karşılığında..." ayetinin "Ey Peygamber, kadınları boşadığımz zaman iddetleri içinde boşayın[485] ayeti ile neshedildiğini söylediğini naklet­mektedir. [486]

 

Fetvadan Dönüş Ve Nedeni:

 

Ebu Bekr şöyle diyor: Bu mut'anın mubah olduğu görüşünden vaz­geçtiğini gösteriyor.

Tirmizî de şöyle demektedir. [487] îbnu Abbas'ın mut'aya bir nevi ruhsat verdiği, sonra da Peygamber'in (s.a.v.) mut'ayı yasakladığı ken­disine haber verildiğinde bu görüşünden vazgeçtiği rivayet edilmiştir.

Peygamber'in (s.a.v.) mut'ayı haram kıldığından haberdar oluşu da -tercih edilen görüşe göre- kendisi ile Hz. Ali arasında geçen bir tartışma sonunda olmuştur.

Müslim Hz. Ali'den şunu naklediyor: Hz. Ali, Ibnu Abbas'ın mut'a konusunda yumuşak davrandığını gördüğünde: Yavaş ol ey Ibnu Abbas?! Rasûlullah (s.a.v.) Hayber günü mut'a nikahını ve ehli eşek eti­ni yasakladı, demiştir. [488]

Hazimî de Hz. Ali'nin Ibnu Abbas'a: Rasûlullah'ın (s.a.v.) ehli eşek etini ve mut'ayı yasakladığım bilmiyor musun? dediğini nakletmekte­dir. [489]

Hazimî bu rivayeti naklettikten sonra şu yorumu yapmaktadır. Ibnu Abbas, uzun müddet yabancı bir yerde kalan ve maddi durumu pek müsait olmayan zor durumda kalmış kimseler için mut'anın mubah olduğunu söylüyordu. Sonra, mubahlığı konusunda duraklamış ve fet­vayı artık vermez olmuştur. Herhalde bu fetvasından vazgeçmesine se­bep Hz. Ali'nin ona söyledikleridir. [490]

 

Cabir B. Ahdillah El-Ensarî'nin Tutumu:

 

Cabir'in, mut'anın helal olduğunu Rasûlullah (s.a.v.) ile Hz. Ebu Bekir döneminde bundan yararlandıklarım, fakat Hz. Ömer hilafete geldiğinde bunu yasakladığım ve onun yasaklamasından sonra tekrar mut'aya dönmediklerini söylediği nakledilmektedir.

Müslim, Ebu Nadra'nın şöyle dediğini rivayet ediyor: îbnu Abbas, mut'anın caiz olduğunu, Ibnu'z-Zübeyr de caiz olmadığını söylüyordu. Durumu Cabir b. Abdillah'a anlattım, dedi ki: Olup-biteni biliyorum. Rasûlullah (s.a.v.) döneminde mut'a yaptık. Ömer halife olduğunda: Allah Rasulüntin, dilediği şeylerden dilediğini helal kılıyordu. Ama artık Kur'an'ın tamamı inmiştir ve ona göre amel edilecektir. Hac ve umreyi Allah'ın emrettiği şekilde Allah için yerine getirin. Şu (mut'a) nikahı yaptığınız kadınlarla ilişkinize tamamen son verin. Belli bir süreye kadar bir kadınla nikahlanmış birine rastlarsam, bilesinizki mutlaka onu taşlarla recmederim. [491]

Şia, bu rivayetten mut'anın Hz. Ömer'den önce helal olduğunu ve mut'ayı Ömer'in yasakladığı neticesini çıkarıyor. Onlara göre yasakla­ma, özel şartlar sebebiyle Ömer'in içtihadıyla olmuştur. Böylece Pey­gamber (s.a.v.) döneminde olduğu gibi muta'nın mubahlığı devam et­mektedir. Çünkü teşri hususunda ilk kaynak peygamberdir. Muham-med'in (s.a.v.) helal kıldığı, kıyamete kadar helal kalacaktır. [492]

Müslim, Cabir b. Abdillah'ın şöyle dediğini rivayet ediyor: "Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebubekir döneminde bir avuç kuru hurma ve un karşılığında bir kaç günlüğüne mut'a yapardık. Nihayet Amr b. Hureys olayında Ömer bunu yasakladı. [493]

Müslim, bu rivayetten hemen sonra Ebu Nadrâ'dan şunu rivayet ediyor: Cabir b. Abdillah'ın yanındaydım. Biri ona gelerek: Ibnu Abbas ile Ibnu'z Zübeyr iki.mut'a hakkında ihtilafa düştüler, dedi. Bunun üzerine Cabir şöyle dedi: Biz bunları Rasûlullah (s.a.v.) zamanında yaptık. Sonra Ömer bize bunları yasakladı. Bir daha da onları yap­madık.

Buradan anlaşılsa anlaşılsa Hz. Ömer'in yasaklamasına kadar Ca­bir b. Abdillah'ın muta'nın mubah olduğu görüşünde olduğudur. Cabir: "Bu ikisini yapardık" derken ister kendisini kastetmiş olsun, ister ken­disi gibi mut'anın mubah olduğuna kail olanları da kasdetmiş olsun far-ketmez. "Bu ikisini yapardık." "Nihayet Ömer bize bunları yasakladı" sözü ile bütün sahabeyi kastetmiş olması ise mümkün değildir.

Çünkü, Ibnu Abbas ile yaptığı tartışmada Hz. Ali'nin görüşünü gördük.

Rasûlullah'ın (s.a.v.) mut'ayı yasakladığını duyan Sabre el-Cühenî'nin nasıl vazgeçtiğini de gördük.

Yine Hz. Ömer ve Ibnu'z-Zübeyr'in mut'aya ne kadar şiddetle karşı olduklarını da gördük. Bununla birlikte Cabir'in bu sözü ile sa­habenin tamamını kastettiğini nasıl söyleyebiliriz. [494]

 

Şiiler, Mut'a Konusundaki Görüşlerini Beğendirmek İçin Ibnu Hazm'ın Bir Yanılgısını İstismar Ediyorlar:

 

Ibnu Hazm, Cabir b. Abdillah'tan rivayet edilenlere ve özellikle az önce zikrettiğimiz Müslim'in rivayetine dayanarak şöyle demektedir:[495] Cabir b. Abdillah, Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebubekir ve Ömer'in hila­fetinin ilk döneminde bunu yapıyorduk derken bütün sahabeyi kastet­mektedir.

Netice olarak Ibnu Hazm, Cabir b. Abdillah'ın "bu ikisini ya­pardık..." sözüyle bütün sahabenin durumunu aksettirdiğini anlamak­tadır ki bu büyük bir yanılgıdır.

Ibnu Hacer, bu konuda şöyle diyor: Cabir'in, sahabenin tamamı için konuştuğunu söylemesi gariptir. Cabir, "ikisini yapardık" diyor. Bu, bütün sahabenin böyle davranmış olduğunu ifade etmez. Bilakis onun sadece kendisinin böyle davrandığım ifade eder. [496]

Mut'anın mubahhğını hoş göstermek isteyenler bu hatayı fırsat bilmiş, mut'anın Rasûlullah (s.a.v.) ile Hz. Ebubekir ve Ömer'in hilafeti­nin bir bölümünde mubah olduğunu, Ömer'in onu yasaklama yetkisinin de bulunmadığını söylerler. Hatta Öteye giderek: Ömer bugün hayatta olsa idi kamçısıyla insanları mut'aya zorlardı derler. [497]

Kaldı ki Ibnu Hazm onların ileri sürdüğünü kastetmemiştir. Ca-bir'den yaptığı bu nakilden ve yaptığı değerlendirmeden önce; konunun başında mut'a nikahı ile ilgili olarak şöyle demektedir: Mut'a nikahı caiz değildir. Mut'a belli bir süre için yapılan nikahtır. Rasûlullah (s.a.v.) zamanında helal idi. Sonra Allah Teala Rasulünün dili üzere kıyamete kadar onu kesin olarak neshetti.

Ibnu Hazm, daha sonra sahabe ve tabiinden bu konuda yapılan ri­vayetleri, bu arada Sabre el-Cühenî'nin: "Allah, kıyamete kadar size bunu haram kıldı" hadisini nakleder ve bu hadisten hemen sonra şöyle der: "Kıyamete kadar haram kılınan bir şeyin mensuh olduğuna inamnz.[498]

Ayrıca Cabir'in: "Bir daha bu iki şeyi işlemedik" sözü mut'ayı mu­bah görenin, mubahhğı üzere devam etmediğine delildir. Şimdi şiiler Cabir'in bu sözüne dayanarak mubahhğının devam ettiğini söylüyorlar da Cabir ve iddia ettikleri gibi onunla aynı görüşte olanların yaptıkları gibi niçin yapmıyorlar? [499]

 

Hz. Ömer'in Yasaklaması -Şiilerin İddia Ettiği Gibi İctihadî Değildi:

 

Allah ve Rasulunun helal kıldığı bir şeyi Hz. Ömer haram kılacak değildir.

Ibnu Mâce, Ibnu Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ömer b. Hattab hilafete geldiğinde halka hitap ederek şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.) üç günlüğüne mut'aya izin verdi ve sonra onu yasakladı. Allah'a yemin ederim ki, evli olduğu halde mut'a yapan birini görürsem onu mutlaka taşla recmederim. Ancak dört şahit getirir ve Rasûlullah'ın (s.a.v.) mut'ayı mubah kıldığına şahitlik ederlerse (elimden kurtulabi­lir). [500]

Hz. Ömer'in bu sözlerinden mut'ayı yasaklarken onun Peygam­berin (s.a.v.) yasaklamasına dayandığım açıkça göstermektedir.

Ayrıca mut'ayı yasakladığında hiç kimse Hz. Ömer'e karşı çıkmamış, mubah olduğunu söyleyen de görüşünden vazgeçerek haram olduğunu söylemeye başlamıştır. Böylece ihtilaftan sonra haramlığı icma ile de sabit olmuştur.

Sahabe ve Ömer'in, Allah'ın helal kıldığını haram kılma hususun­da anlaşmaları da mümkün değildir. Böyle bir şey dinden çıkmak ve ona karşı gelmektir. Bütün sahabenin, Allah'ın kitabı ve Resulünün sünnetinden bir temele dayanmayan bir şey üzere icma etmeleri mümkün değildir.

Ebu Bekir el-Cassas, bu meselede son sözü söylemiştir. O şöyle de­mektedir: [501] Peygamber'in (s.a.v.) mut'ayı helal kıldığını bildiği halde onu nesh eden bir neshedici olmaksızın yasak olduğunu söyleyen, dinden çıkar. Buradan da anlıyoruz ki mubah kılındıktan sonra yasak­landığını biliyorlardı ki yasak olduğunu söylüyorlardı.

Eğer Ömer'in söylediği yanlış olsaydı ve mut'anın mubahhğının nesh edildiği kendilerince sabit olmasaydı Ömer'in bu yanlışlığını onay­lamaları mümkün değildir.

Bu husus, mut'anm neshine icma ettiklerine dair bir delildir. Pey­gamber'in (s.a.v) mubah kıldığının yasaklanması ancak nesh ile olur. [502]

 

Abdullah B. Ömer'in Tutumu Ve Şiilerin Bunu İstismar Etmeleri:

 

Mut'a taraftarları diyorlar ki, Ömer'in mut'ayı yasaklamasına karşı çıkanlar ancak az sayıda idi. Bunlardan biri de oğlu Abdullah idi. Çünkü bilahere kendisine kadınlarla mut'a yapmak sorulmuş ve o da şu karşılığı vermiştir: Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.v.) döneminde ne zâni idik ve ne de iffetsiz idik.

Başka bir defasında yine bu konu kendisine sorulmuş -soran kişi Şam halkındandı- "helaldir" karşılığını vermiştir. Soran kişinin: Ama baban bunu yasakladı, demesi üzerine de şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.) mut'a yaptığı halde babam yasak dedi diye ona mı uyacağız; yani sünneti terkedip babamın sözüne uyacağız öyle mi?"

ez-Zevacü'1-Muakkat'ın müellifi 36-37. sayfada bunu el-Fükeyki'nin Kitabu'l-Mut'a'sından naklediyor. el-Fükeyki de 54. sayfa­da bunu Tirmizî'den naklettiğini söylüyor.

Tirmizî'yi de işin içine s okm as aydılar, onlara cevap verme ih­tiyacını duymazdık. Hakikatleri tersyüz etmelerine alıştık çünkü. Ama Ibnu Ömer ve Tirmizî'ye iftira etmeleri yetmiyormuş gibi, Peygamber'e de (s.a.v.) iftira ediyor ve onun mut'a yaptığım söylüyorlar.

Bu hadisi, Tirmizîde Kitabu'n-Nikah'ta aradım orada böyle bir ri­vayete rastlamadım. Yine Hacc kitabında buldum. (Yani rivayet kadınlarla mut'a konusu ile ilgili değil, haçta temettü ile ilgili.) Rivaye­ti, tbnu Şihab naklediyor, diyorki: Salim b. Abdillah, Şam halkından bir adamın, Abdullah b. Ömer'e temettü haccını sorduğunu işittiğini bana anlattı. Abdullah b. Ömer: "O (temettü haccı) helaldir" dedi. Bunun üzerine Şamlı: Ama baban bunu yasakladı, demiş, Ibnu Ömer de şu karşılığı vermiştir: Diyelim ki, babam bunu yasaklamış ama, Rasûlullah (s.a.v.) bunu yapmış, babama mı uyacağız, yoksa Rasûlullah'a mı?

Şimdi gördün mü bile bile hakkı nasıl tersyüz ediyor ve ona batıl kılıflar giydiriyorlar!

Ibnu Ömer, babasının mut'a nikahı ile ilgili görüşüne asla karşı çıkmamış ve onu eleştirmemiştir. Onun da bu mesele karşısında takındığı tavır, babasının takındığı tavırdan başkası değildir. Her ikisi de Peygamber'e (s.a.v.) uyuyorlardı.

Nitekim Taberî, Salim b. Abdillah'tan şunu naklediyor:

Biri Abdullah b. Ömer'e gelerek, Ibnu Abbas'ın mut'a nikahına ce­vaz verdiğini söyledi. Ibnu Ömer: Sübhanellah?! Ibnu Abbas'ın böyle birşey yapacağını sanmıyorum, dedi. Oradakiler: Evet, cevaz veriyor, dediler. Ibnu Ömer: Rasûlullah (s.a.v.) hayatta iken Ibnu Abbas bir çocuktu, dedikten sonra şöyle devam etti: Rasûlullah (s.a.v.) bizi mut'a nikahından sakındırdı ve biz zina ediyor değildik. [503]

 

Muaviye'nin Tutumu:

 

Abdürrezzak, el-Musannafta, Safvan b. Ya'la b. Ümeyye'den Ya'la'mn: Muaviye'nin Taif te bir kadınla mut'a yaptığını söylediğim ri­vayet eder.

Yine Abdürrezzak, el-Musannafta Ebu'z-Zübeyr'den rivayetle Ca-bir'in, Muaviye'nin mut'a yapmasının çok önce olduğunu söylediğini nakletmektedir. Cabir'in ifadesi şöyledir: Muaviye Taife ilk geldiğinde el-Hadramî oğullarının azatlısı Muane isminde bir kadınla mut'a yaptı. Cabir, diyor ki: Muane, Muaviye'nin hilafeti dönemine kadar yaşadı ve Muaviye her yıl ona hediye gönderirdi.

Ibnu Hacer, (el-Feth IX. 142-143) bu iki rivayeti naklettikten sonra şöyle demektedir: Muaviye, Hz. Ömer'e tabi idi; Ona uyuyordu. Yasak­lamasından sonra bu yasaklamaya uyduğunda şüphe yoktur.

Ibnu Hacer, (el-Feth, IX. 97) ismail'den, ismail b. Ebî Halid'in, Muaviye'nin önce mut'ayı yaptığını sonra bundan vazgeçtiğini zikreder.

Yine şöyle der: Ibnu Uyeyne'nin ismail'den yaptığı bir rivayete göre ise, Muaviye'nin mut'a yapması, mut'anın haram kılınmasından önce idi. [504]

 

Abdullah B. Mesud'un Tutumu:

 

Daha önce, hadımlaştırma konusunda Peygamber'den (s.a.v.) izin istediği ve Peygamberin (s.a.v.) onlara mut'a nikahı için izin verdiğine dair hadisini ele almıştık. [505]

 

Ebu Said El-Hudrf Nin Tutumu:

 

Abdürrezzak, Musannefte Ibnu Cüreyc'ten Ata'nın şöyle dediğini nakleder: Dilediğim biri bana Ebu Said'in şöyle dediğini aktardı: Bizden birimiz bir bardak sevik karşılığında mut'a yapardık.

Ibnu Hacer (el-Feth IX. 143) bu rivayeti naklettikten sonra rivayeti şu sözlerle reddediyor: Kavilerden birinin meçhul olması sebebiyle ri­vayet zayıf olmakla birlikte onda mut'a yapmalarının Peygamber'den (s.a.v.) sonra olduğuna dair bir işaret mevcut değildir.

Sahabeden mut'anın caiz olduğunu söylediklerine dair kendilerin­den nakil yapılanların meşhurları bunlar. Bunların bir kısmının görüşünden vazgeçtiği, bir kısmının mut'a nikahının neshe dil diğini söylediği rivayetlerle sabittir. Bir kısmından gelen rivayetler ise zayıftır ve bu zayıf rivayetlere dayanarak Kur'an, sünnet veya sahabenin ameli ismi ile mut'anın mubah olduğunu söylemek mümkün değildir. Acaba hâlâ mubah olduğunu söyleyenler gerçekten geri zekalı insanlar mı?! [506]

 

Mut'anın Haram Olduğuna Dair İcma:

 

Görüş farklılıkları olmuş olsa da islamın henüz ilk döneminde; Hz. Ömer'in haram olduğunu söylemesinden sonra sahabe mut'anın haram olduğuna dair icma etmişlerdir. Sadece şiilerden bazıları sahih bir te­mele dayanmaksızın bu icmamn dışına çıkmışlardır.

Hattabî şöyle demektedir: Mutanın haramlığı icma gibidir. Sadece bazı şiiler bu görüşte değildir. Oysa onların kurallarına göre ihtilaflı şeylerde Hz. Ali ve âlinden yana olmak gerekir ve Hz. Ali'den mut'anın nesh edildiğine dair sahih rivayetler vardır.

Nitekim el-Beyhakî de, Cafer b. Muhammed'e mut'anın sorulduğu ve onun: O, zinanın ta kendisidir dediğini rivayet etmektedir. [507]

 

İmamiye Mezhebine Göre Mut'a:

 

Yukarıda mut'a'nın bazı özelliklerini dile getirdik. Şimdi Şi'adan Imamiye'nin mut'anın özelliklerine dair söylediklerini serdetmek istiyo­ruz. Hemen belirtelim ki ileri sürdükleri bu Özellikler mut'ayı meşru ni­kahtan daha da uzaklaştırmakta ve zinaya yaklaştırmaktadır. Hatta onu zinadan ayıran bir husus hemen hemen kalmamaktadır.

Diyorlar ki: Zevcenin müslüman veya ehli kitaptan olması şarttır. Kadına; Seninle evlendim, seni nikahladım, mut'a karşılığında seni aldım demekle vukubulur.

Babası olmayan bekar kızla mut'a yapmak mekruhtur. Ama biri böyle biriyle mut'a yapmışsa ondan ayrılmaz. Bekaretini izale etmesi de haram değildir.

Aralarında anlaşmak suretiyle mehir şarttır.

Müddetin belirtilmesi şarttır. Müddet mesela bir günlüğüne, bir aylığına veya bir yıllığına denilmek suretiyle kadın ve erkek arasında anlaşılarak tesbit edilir. Vaktin tayin edilmesi mutlaka gerekir.

Gece mi, yoksa gündüz mü mut'a yapılacağının şart koşulması da caizdir.

Kadınla Ön taraftan ilişkide bulunmayacağına  dair şart koşulması da caizdir. Kadının izni olmaksızın erkeğin azil yapması da caizdir. Bir erkeğin mut'a yapacağı kadınlar için bir sınır yoktur. Mut'a yapılan kadın izin verdiği taktirde erkeğin bir arada kadının kardeşinin kızı ile de mut'a yapması da caizdir.

Mut'a nikahı ile boşamanın olmayacağı icma ile sabittir. Ayrıca mut'a nikahı ile eşler arasında miras da düşmez. Ancak aralarında mi­ras şart koşulmuşsa o zaman düşer.

Müddet dolduğunda kadın iki aybaşı iddet bekler, meşhur olan görüş budur. Mut'a yapan erkeğin kadına nafaka vermesi de gerekmez.

Mut'a nikahından doğan çocuğu erkek reddederse zahiren redde­debilir. Ama reddettikten sonra oğlu olduğunu bilahere itiraf ederse, onun çocuğu kabu! edilir.

Kadın müddete riayet etmezse, ne kadarına riayetsizlikte bulun­muşsa o oranda mehri geri iade eder.

Müddet dolmadan akdin yenilenmesi batıldır. Ama erkek yeni bir akit yapmak istiyorsa, müddetten geri kalanı kadına hibe eder ve yeni bir akit yapılır.

işte böyle!

Nikah akdinde ne veli var ne de şahitler var. Aksine kadının, cinsi arzuları peşinde sınırsız bir özgürlüğü var. Dilediği kimse ile, dilediği birşey karşılığında ve yeni başka bir müddet için veya karşılıklar elde etmek üzere yeni bir av elde etme fırsatı için dilediği müddet için evlilik yapabiliyor. Oysa veli ve şahitlerin nikah aktinde ne kadar önemli ol­duklarım ve nikahın sıhhatinin bunlara dayalı olduğunu daha önce de­lilleriyle anlattık. Bu nedenle tekrar bunları incelemeye ihtiyaç yok.

Nafaka da yok. Erkeğin metresine ve sevgilisine takdim ettiği ücret veya hediye gibi bir mut'a var. Aradaki ilişki tamamen maddîdir. Kadın müddete riayet etmeyecek olursa, ne oranda riayetsizlik etmişse mehrinden o oranı geri iade ediyor. Boşama ve miras da yok. Çünkü or­tada zevce yok. Erkek için bir arada kaç kadınla mut'a yapabileceğine dair bir sınırlama da yok. Bir kadınla, halası ya da teyzesi arasında bir yasaklama da yok. Dilerse bir kadını halası ve teyzesiyle mut'a ni­kahıyla nikahlamak mümkün.

Ne zorunlu neseb tesbiti ne insanî ilişkiler, ne ailevî bağlar ve ne de bu ilişki sonunda kuvvetli bir toplumun tuğlası olacak bir aile yapısını gözetme var. Aksine ibahiye ve mazdekin hayal ettiği kadınların genelleştirilmesi ve fakat şeriat kılıfı giydirilmiş şekliyle...[508]

 

Mut'ayı Yas Allaş Tır İrken Şiiler Neye Dayanıyor?

 

Dr. Muhammed el-Behiy, Şii   düşüncesinde   bunun   iki   sebebe dayandığını belirtir:

Birincisi: Ehl-i Beyt kanalı dışından gelen hadisleri ve eğilimlerine uymayan gerçekleri reddetmelerine etki eden bağnazlıkları.

ikincisi: Çevredir. el-Fikru'I-Islami ve'1-Muctemau'l-Muasır, (s. 204) isimli kitabında şöyle diyor: Bağnazlık ve tarafkirlik ilmî münakaşa alanına girdiğinde kişi salt gerçeklere varmayı hedef edin­mez, mensup olduğu guruba yandaşlığa ve o gurubun hatalarını da te­mize çıkarma çabasına girer. [509]

 

Zerdüştizmin, Mazdekizmin Ve Maniizmin Etkisi:

 

Öyle görünüyor ki bu çevrede eskiden yaşamış olan Zerdüştizm, Mazdekizm ve Maniizm gibi dinî ve felsefî düşünceler, bu çevrede yaşayanların islamı anlama şekillerini etkilemiştir. Şehristani'nin de belirttiği gibi Mazdek; halkı çekişme, birbirlerine kin besleme ve savaştan sakındırıyordu.

insanlar arasındaki çekişme ve savaşların kadın ve mal sahibi ol­maktan kaynaklandığım görünce, kadın ve mallan mubah kıldı. Bütün insanların bu şeylerde ortak olduğunu söyledi.

Nitekim el-Muhtasaru'n-Nafi' fi Fıkhil-Imamiyye isimli eserin müellifi şu değerlendirmeyi yapıyor. Muta nikahı Mazdek'in de istediği gibi kadınlar ve onlardan yararlanma konusunda komünizm ruhunu di­riltmeye daha yakındır. Islamın istediği, birbirini destekleyen güçlü bir toplumun kurulabilmesi için hayattaki sorumluluklarını üstlenen bir aile tipinin oluşturulması için de en etkili yol budur. [510]

 

Islamın Yasakladığı Diğer Evlilik Şekilleri:

 

islam sadece bu evlilik çeşidini yasaklamakla kalmıyor. Evliliğin kendisi için meşru kılındığı hedefi gerçekleştirmeyen; Kur'an'ın ve sünnetin sınırlarını belirlediği evlilikle bağdaşmayan benzeri her türlü evliliği reddediyor.

islam bugünkü batı ve diğer toplumlarda yaygınlaşan daha önce cahiliye döneminde de mevcut olan islamın evlilikle ilgili prensipleriyle uyuşmayan evlilik çeşitlerini nasıl dün reddetti ise bugün de reddet­mekte ve fertle toplum üzerinde bunların menfî etkilerine dikkat çekmektedir. [511]

 

Metres İlişkisi:

 

Bunlardan biri metres ilişkisidir. Yüce Allah şu sözü ile buna işaret etmektedir: "Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartıyla, sahiplerinin izni ile onlarla evlenin.[512]

Ayeti kerimede geçen "ahdân"; metres, gizli dost demektir.

Erkeğin yabancı kadınlardan ve kadının da yabancı erkeklerden seçtiği gizli dost ve sevgilidir. Günümüz modern toplumlarında olduğu gibi, bazen eşler, eşlerinin bilgisi dahilinde bu işi yaparlar.

Aslında mut'a nikahı da bunun bir çeşididir. Sadece bunda müddet bellidir.

Ibnu Abbas, Ebu Hüreyre, Mücahid, Şa'bi, Dahhak, Ata el-Horasanî ve başkaları da ayeti kerimede geçen "Ahdan" sözcüğünün giz­li dost ve sevgili anlamında olduğunu söylemişlerdir.

Hasan-ı Basri de, dost anlamında olduğunu söylemektedir. [513]

 

Cahiliye Ve Modern Toplumlarda Dost İlişkisi:

 

Dr. Muhammed el-Behiyy, el-Fikru'1-Islami ve'1-Muctemau'l-Muasır, s. 170 isimli eserinde şöyle demektedir: Çağdaş sanayi mede­niyetinin beraberinde getirdiği hususlardan biri de "sevgili" geleneğidir. Buna göre koca ve kadın, uzun veya kısa bir müddet için başka bir evde yabancılarla cinsi ilişkide bulunmak ve sevişmek üzere anlaşırlar. Kadın, kocasıyla resmi evliliğini devam ettirmekle birlikte başka evli veya bekar bir erkekle sevişir, kadm-erkek ilişkisinde bulunur. Kocası da bundan haberdardır ve buna rıza da göstermektedir. Erkek de kansı

ile resmi evliliğini devam ettirmekle birlikte evli veya bekar başka bir kadını sevgili edinir, onunla erkek-kadın ilişkisinde bulunur.

  1. sayfada da çağdaş sanayi toplumunda dost ilişkilerinin sevgi­li ilişkileri, gayri meşru çocukların çoğalmasına, eşlerin ihaneti sebe­biyle bir çok boşama vakalan ve bunlardan doğan problemlerin yaygınlaşmasına ve bu arada zührevi hastalıkların toplumun sağlığım tehdit etmesine sebep olduğunu zikreder.

170-181. sayfalarda ise Amerika ve Avrupada konuyla ilgili dergi ve istatistiklerden yararlanarak toplumlarında ortaya çıkan sosyal fela­ketlerden gerçek tablolar sunar.

Dost edinme geçmişte gizli olurdu, günümüzde ise gizli ve açık bir şekilde; eşlerin bilgisi dahilinde sürüp gitmektedir.

Diğer ilişkiler:

Bunlar, sırf çocuk edinmek için yapılan İlişki, toplu ilişki ve rande­vu evleriyle genel evlerdeki ilişkilerdir.

Buhârî ve Dârekutnî'nin nakline göre; Hz. Aişe (r.a.), Urve îbnu'z-Zübeyr'e cahiliye dönemi nikah (kadın-erkek ilişkisi) çeşitlerini şöyle anlatmıştır: Cahiliye döneminde dört nikah çeşidi vardır.

a- Günümüz nikahında olduğu gibi kişi, babasından veya velisin­den kızı ister, mehrini verir ve sonra da onunla evlenirdi.

b- Kişi, aybaşı halinden temizlenen karısını başkasına göndererek onunla yatmasını ve ondan bir çocuk getirmesini isterdi. Kendisi de bu dönemde karısına yanaşmazdı. Ta ki o erkekten hamile kaldığı belli oluncaya kadar. Bu yolla daha soylu bir çocuk sahibi olmayı düşünürdü,

c- On kişiyi aşmayan bir gurup bir kadınla ilişkide bulunurlardı. Kadın hamile kalıp doğum yaptıktan birkaç gün sonra kendisiyle ilişkide bulunan erkeklerin hepsim çağırır ve onlara: Durumu hepiniz biliyorsunuz dedikten sonra aralarından istediğini ismi ile çağırarak senden bir çocuk sahibi oldum der ve çağırdığı erkek de o çocuğu nese­bine geçirir; kendisine ait olduğunu kabul ederdi.

d- Fahişe kadınların ilişkisidir. Bunların kapısı herkese açıktır. Diledikleri zaman kapılarına bir bayrak asar, bununla bir erkekle yat­ma arzularını bildirirlerdi. Hamile kalıp çocuk getirdiklerinde de yanına gidenler, ona yardım eder bir araya toplanır doğan çocuğa ara­larından bir baba seçerlerdi, adam da bunu kabul ederdi.

Muhammed (s.a.v.) geldiğinde bugünkü nikah çeşidi hariç cahiliye dönemi nikah çeşitlerinin hepsini kaldırdı.[514]

Dr. Muhammed el-Behiyy 160. sayfada çağdaş toplumda yukarıdaki nikah çeşitlerinin ikinci çeşidine benzer bir nikah (kadın-erkek ilişkisi) çeşidini zikreder: Sun'i aşılama ilişkisi: Buna göre kadın, kocasının da rızasını alarak daha gürbüz çocukları olan başka bir erkeğin suyundan rahmine aşılama yapar bu aşılama işi 5 defa tekrar­lanır. Bazen değişik erkeklerin suyunu alarak aşılanır. Bu erkeklerin akraba ve yabancı olmaları da önemli değildir.

el-Behiyy, daha sonra aşılama şekilleri üzerinde durur.

Kitabının 181. sayfasında da çağdaş sanayi toplumunda yukarda-ki 3. çeşit ilişkiye benzer bir ilişkiden bahseder.

Buna göre kadın birkaç genç veya erkekle ilişkide bulunur. Aralarında kocası olur veya olmaz. Kadın hamile kalıp çocuk getir­diğinde çocuğun kimden olduğu hususunda ihtilaf çıkarsa, müsbet ilme başvurulur. Onunla ilişkide bulunanların kan tahlilleri yapılır. Hangisi­nin kan gurubu daha uygun ise, onun baba olduğuna karar verilir ve mahkeme o çocuğu bu kişi üzerine kaydeder.

Fahişelerin ilişkisine gelince çağımız toplumunda o kadar yaygın ve herkesçe bilinen bir şeydir ki onu anlatmamıza ihtiyaç yoktur.[515]

 

İbahiliğin Doğurduğu Tehlikeli Sonuçlar:

 

Bu ilişkilerin tamamı, evliliğin kendisi için emredüdiği hedeflerle uyuşmaz. Evlilikten beklenen hedef ve gayeleri gerçekleştirmez. Aksine bir çok tehlikeli trajedileri beraberinde getirirler.

Dr. Muhammed el-Behiyy, sözkonusu kitabının 174. sayfasında, Londra hastanesinde zührevi hastalıklar uzmanı ve sağlık bakanlığında bu hastalıklarla ilgili müsteşar olan Dr. Ambrosio Canch'in bir raporun­da birtakım nakiller yapar. Bu rapordan yaptığı nakillerin bir bölü­münde şöyle denilmektedir: "ingiltere'de halkın çoğu herhangi bir dine inanmamaktadır. Günümüz içtimaî problemlerinin sebebi, dînî cemaat­lerin korunmasını istedikleri kurum ve düşüncelerin reddedilmesidir.

Şimdi mesele, kendilerine laisizm düşüncesinin lideri olarak tak­dim edenlere düşmektedir. Onlar geçmişte toplumu koruyan kurum ve düşüncelerin yerini alacak kurum ve düşünceler geliştirmek zorun­dadır, öyle düşünceler geliştirmeliler ki ruhî bunalımları yatıştırsın ve insanları hayvanî duygularının esiri olmaktan kurtarsın.

Şayet bizler bu hususta başarısızlığa uğrar ve cinsi ahlâk düşme ve gerilemeye devam edecek olursa, sapıkların ve toplumda aykırı dav­ranışlar içerisinde olanların sayısı gün geçtikçe artacaktır.

Bunun sonucu olarak zührevi hastalıklar ve kanun dışı ilişkiler

dışında ortaya çıkacak sonuçları şöylece sıralayabiliriz.

* Topluma aykırı ve saldırgan davranışlar artacaktır.

* Çocuk düşürme suçları çoğalacaktır.

* Aile bağlan gevşeyecektir.

* ihmal edilmiş çocuk sayısı artacaktır.

* Uyuşturucu ve alkol kullanımı daha da artacaktır.

el-Behiyy, daha sonra ingiltere'deki sağlık merkezi kurulunun bir raporundan bahseder. Sözkonusu rapor günümüz ingiltere gençliğinin nelerin etkisinde oldukları ve bunun doğurduğu sonuçlardan bahset­mektedir. Bunlarözetolarak şöyledir:

* Geniş çerçeveli ferdî bağımsızlık.

* Aile bağlarının gevşemesi.

* Dinî eğitimin zayıflaması.

* Toplum yapısında ani değişiklikler.

* Erken yaşta ergenlik ve bu yaşta cinsi arzuların baskısı.[516]

 

Îslamın Bu Tür İlişkileri Yasaklamasının Hikmeti

 

islam, bu tür ilişkileri yasaklamışsa boşuna değildir.

Kadın erkek ilişkilerinde belli bir yol izlenmesini de istemişse yüce hedefler ve üstün gayeler için istemiştir.

Ferdin eğitimi ile aile ve toplumun yapısının inşaasında çağımız toplumu için en iyi ve koruyucu yol islamın izlediği yoldur. Fert, aile ve toplumu tehlike ve trajedilerden ancak o kurtarır. Onları huzura kavuşturur. Onlara ilerleme ve barış ortamını sağlar.

Medenî dünyada da insaf sahipleri gençlerin eğitimi ve dav­ranışlarının düzeltilmesi konusunda dinî terbiyenin Önemini vurgular­lar.

Ahlâk ve insanlar arasındaki ilişkiler bu şekilde gerilemeye de­vam edecek olursa bu parlak medeniyetlerin çökeceği endişelerini gizle­mekten kaçınmıyorlar.

"De ki: Sizin ortaklarınızdan hakka götürecek var mı? De ki: Allah hakka götürür. Hakka götüren mi uyulmaya daha layıktır, yoksa tutulup yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı? O halde neyiniz var? Nasıl hükmediyorsunuz?"[517]

"işte gerçek Rabbiniz Allah budur. Gerçekten öte, sapıklıktan başka ne var? O halde nasıl haktan sapıklığa döndürülüyorsunuz?" [518]

 

Monogami Ve Poligami

 

Tarihe bir bakış:

Islamın gelişinden önce birden fazla kadınla evlenme yaygın idi. Semavî din mensupları da felsefî düşünce sahipleri de, putperestler de birden çok evleniyorlardı.

Hz. ibrahim (a.s.) Sare ve Hacer ile evlenmiştir. Tevrat'a göre îsa b. îshak beş, Hz. Yakub dört ve -Israiloğulları peygamberlerinden-Ced'un sayısız kadınla evlenmiştir.

Hz. Dâvud 99, Hz. Süleyman 70 kadınla evlenmiştir.

Başkaları da birden fazla kadınla evlenmiştir.

Bir arada bulundurulacak kadınlar için bir sınır ve kayıt yoktu. Kaç sayıda kadınla evlenilirse evlenilsin mubahtı. [519]Hz. Musa şeriatında da ondan öncekilerde de durum bu idi.

Hz. Isa geldiğinde, Hz. Musa'nın yasalarının bir çoğunu kendi döneminde de geçerli kıldı. Evlilik ve hükümleriyle birden çok kadınla evlenmede bu yasalardandır. Dört incil'in bu yasalan içermemesi de an­cak bununla izah edilir. Yani bu hususlardaki boşluk Tevrat'la dolduruluyordu. Bunda şaşılacak bir durum yoktur. Kur'an-ı Kerim Hz. isa'dan bunu teyid edecek nakil yapmaktadır:

Yüce Allah şöyle buyurur: "Meryem oğlu îsa da: Ey İsrail oğulları, ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir pey­gamberi müjdeleyici olarak geldim. [520]

Matta incil'inde de Hz. Isa şöyle demektedir: "Sanmayın ki ben kutsal-yasayı ve peygamberleri yıkmaya geldim; Ben yıkmaya değil ta­mamlamaya geldim. Çünkü, doğrusunu size söylüyorum. Gök ve yeryüzü geçip gitmeden önce, herşey gerçekleşinceye kadar kutsal-yasanın bir harfi, bir noktası bile yok olmayacaktır. [521]

Islamın doğuşundan önce ve sonra miladi 18. asrın ortalarına ka­dar hristiyanlar çok kadınla evlenmeye devam ettiler. Nihayet bu tarihte kilise, Tevrat ya da incil'den herhangi bir temele dayanmaksızın birden çok kadınla evlenmeyi yasakladı.

Martin Luter'in (1483-1546 M.) kiliseye saldırılarından biri de buydu. Luter, isa'nın birden fazla kadınla evlenmeyi yasaklamadığını söyleyerek bundan yana olduğunu ilan etti. [522]

 

Hamurabi Döneminde Poligami:

 

Hamurabi'nin Hz. ibrahim'le (a.s.) çağdaş olduğu söylenir, işte bu zatın aile düzeniyle ilgili olarak çıkardığı kurallardan biri ki Sûr ken­tinde ortaya çıkarılan bir kitabeye göre birden fazla kadınla evlenmenin serbest olduğu şeklindedir. [523]

 

Eski Mısırlılarda Poligami:

 

inançlarına uygun olarak birden fazla kadınla evlenme eski Mısırlılarda bilinen ve mubah olan bir husustu. Çünkü eski Mısırlılar, ilahların evlendiğine, çocuk sahibi olduklarına ve birden fazla kadınla evlendiklerine inanıyorlardı. Hiç şüphesiz ilahlar örnek edinilecek en Üstün değerlerdi ve onların yolunda gitmek gerekiyordu.

Ne halk, ne de krallar için evlenilecek kadınların sayısı için bir sınırlama yoktu. Ramses H'nin bilinen dört karısı vardı. [524]

 

Yunan Felsefesinde Poligami:

 

Birden fazla kadınla evlenmek Yunanlılarca biliniyordu. Hatta Ef­latun aile sisteminin yıkılmasını ve kadınların herkesin kullanımında olmaları gerektiğini söyledi. Ilyada'da Homeroa, Kral Beryam'ın birden fazla kadınla evli olduğunu söyler. Herodot da kralların birçok kadınları olduğunu zikreder. Çok kadınlı krallardan biri de, Makedonyalı Pilip'tir. [525]

 

Sabiilerde Poligami:

 

Yıldızlara tapan Sabiilerde de çok kadınla evlenmek mubah idi ve sayı için herhangi bir sınır da yoktu. [526]

 

Cahiliye Dönemi Araplarda Poligami:

 

Cahiliye dönemi Araplannda da durum, diğerlerinde olduğu gibiy­di. Onlarda da getirilecek kadınlar için bir sınır ve kayıt yoktu. Mesela Geylan b. Seleme, müslüman olmadan önce on karısı vardı. Ümeyre el-Esdi'nin sekiz, Nevfel b. Muaviye'nin beş kansı vardı.[527]

 

Ve İslam Geldi:

 

islam geldiğinde birden çok kadınla evlenme hem Arap toplumun­da ve hem de diğer semavî dine sahip olan ve olmayan toplumlarda yaygın bir olgu idi. Dileyen buna uyuyor ve dileyen uymuyordu. Hatta Dr. Ali Abdulvahid Vafi'nin belirttiğine göre bazı milletlerde tek kadınla yetinen erkek horlanıyor, iktidarsızlık ve yetersizlikle itham ediliyordu. Çok kadınla evlenmeyi de izzet, şeref ve zenginlik alameti olarak görüyorlardı. [528]

islam geldiğinde kölelik de yaygın içtimaî bir olgu idi. islam bu probleme çözüm yollan getirdi; Efendilerle köleler arasındaki ilişkiyi kardeşlik ve eşitlik temeli üzere düzenledi. Kölelerin özgürlüğe kavuşması için kapıyı ardına kadar açtı. islam için: "Kölelerin özgürlüğe kavuşmalarını yasalaştırdı. Köleliği değil" denirse doğrudur.

Aynı şekilde islam geldiğinde birden fazla kadınla evlenme proble­mi için de bir çözüm getirdi. Birden fazla kadınla evlenmeye birtakım kayıt ve şartlar getirerek onu dar bir çerçeveye hapsetti. Böylece çok ev­lilikten doğabilecek zararlardan aileyi korudu ve evlilikle hedeflenen gayelerin gerçekleşmesini sağladı.

O halde diyebiliriz ki:

islam, birden fazla kadınla evlenmeyi emretmiyor, yüce hikmet­ler için sadece onu mubah sayıyor.

islam, insanlar arasında varolan vakıaları gözetti ve bunu temel alarak meseleyi çözüme bağladı.[529]

 

İçtimaî Ve Fıtrî Zaruretler Birden Fazla Kadınla Evlenmenin Mubah Olmasını Zorunlu Kılıyor:

 

1- Bazan bir toplumda kadın erkek oranı birbirinden farklı oluyor ve kadınlar erkeklerden çok daha fazla olabiliyor. Mesela Finlanda'da doğan her dört veya üç çocuktan sadece biri erkek, diğerleri kızdır.

2- Musibet ve savaş dönemlerinde erkeklere nazaran kadınların sayısı çokça artabilir.

3- Kadın çocuk doğurmuyor olabilir. Erkeğin ise hem çocuğu olabilir, hem de çocuğunun olmasını çokça arzu ediyor olabilir.

4- Kadın müzmin ya da kocasını ondan tiksindirecek bir hastalığa yakalanabilir ve kocasının onu boşamasındansa gözetiminde yaşamayı tercih edebilir.

5- Koca, karısını sevme yollarının hepsini denediği ve kendisini buna zorladığı halde karısını sevemeyebilir, hatta ondan nefret edebilir. Ama kadın, ya bir dayanağının olmamasından veya yaşlılıktan ve çocuklarının korunmasını istemesinden dolayı kocasının yanında ona eş olarak kalmayı tercih edebilir.

6- Erkeğin cinsi gücü bazan çok fazla olur ve karısı bu yönden onu doyuramayabilir. Bu durumda fitneye düşmekten de endişe edebilir.

7- Siyasî, iktisadî ya da içtimaî sebeplerle toplum ya da fert, nesil çokluğuna ihtiyaç duyabilir.

8- Erkek uzun bir yolculuğa çıkabilir ve karısını beraber götürme imkam olmayabilir. Yolculuğu uzun süreceği için de harama düşme ihti­mali olabilir. [530]

işte bu ve diğer sebeplerden dolayı fitne ve sapma yollarını kapat­mak için islam şeriatı birden fazla kadınla evlenmeyi mubah kılmıştır. Ancak bunu da iki, üç veya dört olarak kabul etmiş, dörtten fazla kadınla evlenmeyi yasaklamıştır. Ayrıca nafakalarım temin etmenin, erkeğin aralarında adil davranacağından emin olması şartını koşmuş ve evlendikten sonra fiilen adil davranmasını istemiştir. Birden fazla kadınla evlendiği taktirde aralarında adil davranacağından emin ol­mayan kimse için birden fazla kadınla evlenmek caiz değildir. Hatta bir kadına adil davranacağından emin olmayanın bir kadınla evlenmesi de caiz değildir.

Konuyla ilgili bir ayet:

Bu konuyla ilgili olarak şu ayet inmiştir. "Eğer (kendileriyle ev­lendiğiniz taktirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsaniz beğendiğiniz (veya size helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; Yahutta sahip olduğunuz (cariyeler)le yetinin. Bu adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. [531]

Ayeti kerimenin nuzül sebebiyle ilgili olarak Hz. Aişe'den (r.a.) Buhârî ve Müslim şunu naklederler: Urve Ibnu'z-Zübeyr, Hz. Aişe'ye: "Eğer (kendileriyle evlendiğiniz taktirde) yetimlerin haklarına riayet et­memekten korkarsanız, kadınlardan..." ayetini sorar. Hz. Aişe şöyle cevap verir: Ey kızkardeşimin oğlu, ayetteki "yetâma" ile kastedilen o öksüz kızdır ki velisinin velayet ve vasiyyeti altındadır. Malında da ve­liye ortaktır. Kızın malı ve güzelliği velinin hoşuna gider. Bu sebeple ve­lisi onunla evlenmek ister ama mehrinde adil davranmak ve başkasının verdiği kadar mehir vermek istememektedir. Ayet, işte bu durumdaki velilerin, adil davranarak mehirlerini en yüksek miktarda vermedikçe o yetim kızlarla evlenmelerini yasaklamaktadır. Başka kadınlarla evlen­melerini emretmektedir.

Yunus b. Zeyd'in nakline göre Rabia:

Ayetinin: Yetim kızlarla evlenmeyin, Çünkü size dört kadınla ev­lenmeyi mubah kıldım anlamına geldiğini söylemiştir.

Taberî de, aynı ayetin anlamıyla ilgili olarak Katade'nin şöyle dediğini nakletmektedir: Nasıl yetim kızlarla evlenmeyi istediğiniz halde onlara haksızlık etmekten korktuysanız, birden fazla kadınla ev­lenmekten de korkun. Cahiliye döneminde bir erkek on veya daha fazla kadınla evlenirdi. Allah 4 kadınla evlenmeyi caiz kıldı, sonra da onları bire döndürdü.. Yüce Allah: "ikişer, üçer, dörder alın, haksızlık yapmak­tan korkarsanız bir tane alın" buyuruyor. Yani dört tanesi arasında adil davranacağınızdan korkarsanız üç alın, değilse iki tane alın, değilse bir tane ahn. Bir taneye de adil davranamayacağınızdan korkarsanız, ca­riyelerinizle yetinin.

Taberî, ayetin tefsirine dair görüşlerle nuzül sebebini anlatan ri­vayetleri naklettikten sonra, siyak ve sibakı da hesaba katarak Ka­tade'nin yukarıdaki görüşünü tercih etmektedir. O şöyle demektedir: Ayetin anlamını en iyi anlatan görüşün bu görüş olduğunu söyledik. Çünkü Yüce Allah, bundan önceki ayetin başında yetimlerin mallarının haksız yere yenilmesini ve başka mallara karıştırılmasını yasaklayarak şöyle buyurmaktadır: "Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, mallarınızı onların mallarına katarak yemeyin; Çünkü bu, büyük bir günahtır.[532]

Yüce Allah daha sonra onların bu hususta Allah'tan korktuklarını ve bu sebeple yetimlerin mallarını yemekten sakındıklarım onlara söyleyerek, nasıl bundan sakındılarsa yine Allah'tan korkup kadınlar hususunda sakınmaları gerekir. Ayrıca yetimlerin mallarından nasıl sakınacaklarını haber verdiği gibi kadınlara haksızlık etmemelerinin de hangi yolla olacağını haber vererek şöyle buyurmaktadır: "Kadınlara haksızlık etmeyeceğinizden emin iseniz size helal kıldığım şekilde ikişer, üçer, dörder kadınla evlenin. Ama adil olamayacağınızdan korkuyorsanız bir tane getirin, bir taneye de adil davranm ayacağınız dan endişeniz varsa, onu da nikahlamayın..[533]

 

Peygamber (S.A.V.) Dörtten Fazla Kadınla Evli Olanlara, Aralarından Dört Tanesini Seçmelerim Ve Geri Kalanları Boşamalarını Emretti:

 

1- Ahmed, Ibnu Mâce, Tirmizî, Hakim, Dârekutnî, Heysemî ve Beyhakî, Îbnu Ömer'den, Gaylan b. Seleme es-Sakaffnin müslüman olduğunda on karısı bulunduğunu ve Peygamber'in (s.a.v.) ona: "Onlardan dördünü kendine seç" buyurduğunu rivayet ederler. [534]

2- Ebu Dâvud, îbnu Mâce, Kays b. el-Haris'in şöyle dediğim nakle­derler: Müslüman olduğumda sekiz karım vardı. Rasûlullah'a (s.a.v.) giderek durumu anlattım. "Aralarından dördünü seç" buyurdu. [535]

3- Şafiî, Müsned'inde Nevfel b. Muaviye ed-Deylemî'nin şöyle dediğini nakleder: Müslüman olduğumda beş kanm vardı. Rasûlullah (s.a.v.): "Aralarından dilediğin dördünü seç ve birinden ayni" buyurdu. Ben de çok yaşlı altmış yıldır evli olduğum ilk karımı boşadım. [536]

Şafiî, ayeti başka anlamlara çekenlerin ve ayetteki ikişer, üçer, dördar rakamlarının toplamlarının dokuz ettiğini söyleyerek dokuz kadınla evlenmenin caiz olduğunu ileri süren zahirilerle onlara tâbi olanların görüşlerini ilmî metodlara dayanarak reddeder.[537]

 

Ayet Neyi Anlatıyor:

 

ister Hz. Aişe'nin dediği gibi ayetin hedefinin; yetim kızlarla ev­lenerek onlara hakkettikleri mehirden azım vermek suretiyle zulmet­mekten sakındırmak ve bu haksızlığı yapmaktan uzak durmamız için onlann dışında Allah'ın helal kıldığı birden dörde kadar kadınla evlen­memizi teşvik olduğunu söyleyelim.

ister Katade'nin görüşünü alarak ayetin; bir karşılaştırma yaptığım ve bundan önceki; yetimlere mallarım verin, temizi pis olanla değiştirmeyin, mallarınızı onların mallarına katarak yemeyin; Çünkü bu, büyük bir günahtır, ayetini hesaba katarak, siz yetimlere haksızlık etmekten sakındınız, aynı şekilde Allah'ın size mubah kıldığı çerçevede kadınlara da haksızlık etmekten sakının; zulmetineyecekseniz ikişer, üçer, dörder kadın alabilirsiniz, ama adil davran anlayacağınızdan kor­kuyorsanız, bir kadınla ya da cariyelerinizle yetinin anlamını kastet­tiğini söyleyelim.

ister bu görüşü, ister diğerini alalım, netice itibariyle ayet, cahi-liye döneminde olduğu gibi yetim kızlara haksızlık ederek onlarla evlen­meyi ve birden fazla kadınla meşru mazeret sebebiyle evlenildiği tak­dirde onlara zulmetmeyi yasaklamaktadır.

Diyoruz ki: Her halükârda ayet, birden fazla kadınla evlenmenin sınırına ve bunun adaletle kayıtlı olduğuna işaret etmektedir. Adil ol­mak ise, ilk kadın veya kadınlara zarar verilmemesidir. Bundan emin olunması gerekir. Yani evliliğin meşru kılınmasına sebep olan huzur, sevgi, şefkat ve anlattığımız diğer hususların mevcut olması gerekir. Tabii ki bu da, birden fazla kadınla evlenmeyi gerekli kılacak makbul sebepler mevcutsa böyledir.[538]

 

İkinci Evlilik Ne Zaman Caiz Olur?

 

Diyebiliriz ki:

Taaddüdün (birden fazla kadınla evlenmenin) makbul bir ge­rekçesi olmadığı ya da önceki aileye içtimaî ve ekonomik zararları ulaştığı, yahut evliliğin kendileri için meşru kılındığı gaye ve hedeflerle çeliştiği zaman taaddüt yasaktır ve caiz değildir.

Evlilik, ruhî ve fizikî huzura, eşlerle akrabaları arasında şefkat, sevgi  ve  merhamet  duygularının  oluşup  gelişmesine  en  büyük yardımcıdır.

ikinci evlilik, huzursuzluğu ve sinir gerginliğim artırıyor huy­suzluğa neden oluyorsa.

Anne çocuklarım, kocasının başka kadından olan çocuklarına karşı kin, nefret ve düşmanlık duygularıyla yetiştiriyorsa.

Koca, eşler arasında birini daha çok seviyor, ona daha çok vakit ayırıyor ve ona daha çok harcamada bulunup diğer eşini ve ondan olan çocuklarını ihmal ediyorsa.

Mesken, giyim ve nafaka gibi hususlarda aralarında ayırım yapıyorsa.

İşte o zaman evlilik yapıcı değil yıkıcıdır; huzur ve istikrarın değil, huzursuzluk ve fitne kaynağıdır. Sevgi ve şefkat yerine kin ve nefret aşılar. Ahlâkın düzelmesi ve davranışların itidal içerisinde olması için gerekli ortamı hazırlaması yerine sapıklık ve rezaletlere kapıları açar.

Bu şekildeki bir evlilik ayrıca gayretlerin boşa gitmesine, zihin dağınıklığına, işlerin aksamasına ve gelirin düşmesine sebep olur.[539]

 

Bu Hakkın İstismar Edilmesi Ve Bunun Doğurduğu Trajediler:

 

Bu şekilde evliliklerin sonuç verdiği trajedilerle, toplumda müşahade ettiğimiz tehlikeleri, daha çok şey söylemeye ihtiyaç bırak­mıyor. El-Ehram gazetesinin 27 Temmuz 1970 tarihli sayısının 5. say­fasında "her sabah kederli kederli bürosuna gelen memurun bu kederi­nin arkasında ne yatıyor?" başlığı altında yayınladığı şu misal, problemi ortaya koymaya yetiyor.

Sözkonusu yazı uzman araştırmacılardan bir gurup tarafından yazılmıştır. Ve işte toplumdan seçtikleri bir olay:

47 yaşında bir memur, bayan öğretmenle evlenmiş ve ondan iki kızı olmuş, yıllar sonra karısının arkadaşlarından biriyle tanışmış ve onunla da evlenmiş. Vaktini ve ihtimamını hep bu genç ikinci karısına ayırmış, fakat genç kızlarım düşünerek birincisini de boşamamış.

ilk kan, maaşı çerçevesinde iki kızı ile yaşamaya başlamış. Ne varki kısa bir müddet sonra ekonomik sıkıntılar onları çepeçevre sarmış.

Kadın, ek bir gelir elde etmek için gece okulunda da çalışmak mec­buriyetinde kalmış.

iki genç kız kendilerini yalnız bulmuşlar. Ne vaktinin tamamını genç karısına ayıran babanın kontrolü var, ne de hayatın zorluklarına karşı koymak için tüm vaktini öğretmenliğe ayıran ananın.

iki genç kız, gece geç saatlere kadar vakitlerini evin dışında geçirmeyi adet edinirler. Geç saatlerde eve dönen anne ev işlerini de yapmak mecburiyetinde kalır. Kızlardan ona yardım edeni de yoktur. Anne işi sıkı tutmaya kalkıp kızlarına birşey söylediğinde, kızları baba­larının yanına gitmekle anneyi tehdit ederler.

iki kız da kötü yollara düşerler, biri intihar etmeye de kalkışır.

Olaydan sonra baba, kızlarına ihtimam göstermek, onlara vakit ayırmak ister ama aynı şey, ikinci karısının ve ondan olan iki kızının başına da gelebilir. Bu nedenle yapamaz.

Netice: Annenin durumu daha da kötüleşir. Kendini işine gerek­tiği kadar veremez olur. öğrenciler derslerden şikayet etmeye başlar. Müfettişler raporlarında öğretmenin başarısızlığından dolayı görevinden atılmasını isterler.

Ya baba?... iki aileyi gözetememekten huzursuzluğa düşer, iki karısıyla da arasında yeni problemler ortaya çıkar. Nihayet sinirler bozulur ve sinir hastası olur. Evine kapanır. Normal iznini kullanır. Ama bitiminde görevine gidemez. Maaşsız izin ister, maaşından kesin­tiler birbirini kovalar ve nihayet o da görevinden atılmakla yüzyüze ge­lir.[540]

 

Bu Tablo Bize Neyi Anlatıyor?

 

Bu tablo aile bağlarının çözülüp dağılmasında, maddî durumunun sarsılmasında, çocukların kötü yollara düşmesinde, zihin dağınıklığında, huzursuzluğun çıkmasında ve çalışma ile gelir getirme gücünün zayıflamasında ikinci evliliğin ne kadar etkili olduğunu gözlerimizin önüne sermektedir. [541]

 

Etkileri Ve Gayeleri Açısından İkinci Evlilik:

 

Canı, aklı, dini, malı ve nesli koruma hususunda evliliğin ne derece etkili olduğunu daha Önce anlatmıştık.

O halde bu şekildeki ruhî, içtimaî ve iktisadî zararları olan bir ev­liliğin haram olduğundan kim şüphe edebilir? îslamın genel kural­larından biri de: "Zarar vermek ve zararla karşılık vermek yoktur" şeklindedir.

Kocanın, karısı ve çocuklarına karşı sorumlulukları vardır: "Hepiniz çobansınız ve güttüklerinizden sorumlusunuz; Baba evinde çobandır ve aile efradından sorumludur."

Çocukları olup onları eğitimsiz ve gözetimsiz terkeden ve nafaka­larını temin edip onları iyi bir yolda yetiştirmeyenin günahından daha ağırı yoktur.

Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Nafakalarını temin etmekle yükümlü olduğu kimseleri yüzüstü bırakması kişiye günah olarak yeter.[542]

Eşlerden birine haksızlık ederek diğerine meyil etmek, maddî im­kanlarını birine harcayarak diğerini ihmal etmek, böyle devam eden kişinin hanesine kâr kalmaz. Bunun hesabını mutlaka verecektir. Kıyamet günü bu yaptığının cezasını görecek; vücudunun bir tarafı sarkmış olark hesap günü insanlar onu bu halde görecek ve hesap so­nunda hak ettiği cezaya mutlaka çarptırılacaktır. [543]

ikinci evliliğin temel etkinliği sadece cinsel arzular olduğunda ko­canın eşler arasında adil davranması hemen hemen sözkonusu olamaz.

Adalet, ikinci evliliğe karar verenin ancak akıl alması; evliliğin bir hikmete, gerekçeye dayalı olması durumunda olur.

Akıl etkeni ile cinsel arzuyu birbirinden ayırt etmeyi ise herkes beceremez. Ayırt edebilse bile cinsel arzularını gemleyebilen, iki eş arasında adaleti sağlama cesareti gösteren, haksızlığa sapmaması konusunda iradesine hakim olabilen azdır. [544]

 

Kadın, Hakkını Korumak İçin İhtiyati Tedbir Alma Hakkına Sahiptir:

 

Bu sebeple kadın ihtiyatlı davranarak hakkını koruyabilir. Fertle­ri dinî terbiye sorumluluklarım üstlenme ve haklannı şer'î çerçeve içerisinde kullanma hususunda çok zayıf olan toplumun da bu konuda kadına yardımcı olması gerekir.

Kadın, nikah akdi esnasında evleneceği erkeğe muvafakati ol­madıkça başka kadınla evlenemeyeceği şartını koşabilir. Koca bu şartına riayet etmediği taktirde, kadın kendi hakkında karar verme; kendini boşatma hakkına sahiptir. [545]

 

Nikah Akdi Esnasında Koşulabilen Şartlar:

 

islam, kadına, hakkını koruması ve kocasının kendisine haksızlık etmesine engel olacak şartlan koşma yetkisini vermiştir.

Bu, islamın kadına verdiği önemi, haklarını gözettiğini ve evlilik ilişkilerinin emniyet içerisinde yürümesine verdiği önemi gösterir. Böylece evliliğin gayelerine ulaşmasına ve yararlı meyvelerini verme­sine yardımcı olur.

islam bununla da yetinmez; eşler arasında mevcut olan şartların ilki, bizatihi evlilik ilişkilerinin her iki tarafa yaraşır bir şekilde yürütülmesidir.

Her şarttan önce evliliğin hedeflerine, gayelerinin gerçekleşmesine yardımcı olduğu ve bir helali haram, bir haramı da helal kılmadığı müddetçe kocanın karısına vefalı olması zorunluluğunu getirmiştir.

Muhaddis ve fakihler alış-veriş, vakıf, cezalar, borç verme, barıştırma ve benzeri diğer hususlara özel başlık açıp bu konulan müstakil bölümler halinde işledikleri gibi nikah akdi içine müstakil bölüm ayırarak şartlarım ve sair hususlarını bu bölümde incelerler. Bu nikah akdine ve nikah" şartlarına verilen önemi gösterir.

Yerine getirilmesi zorunlu olan ve olmayan şartlar yoktur. Şeriatın hedefleriyle çelişmedikçe her şartın yerine getirilmesi gerekir. [546]

 

Koşulan Şartların Yerine Getirilmesi:

 

Koşulan şartların yerine getirilmesi hususunda islamın talimat­ları açıkür.

Ahmed, Buhârî, Ebu Dâvud, Hâkim ve başkaları Rasûlullah'ın (s.a.v.) şu sözünü naklederler: "Müslümanlar, koşulan şartlara bağlıdır." (Lafiz, Buhârî'nindir.) [547]

Ebu Davud'un rivayeti şöyledir: "Müslümanları barıştırmak caiz­dir. Ancak haramı helal, helali haram kılan barıştırma caiz değildir. Müslümanlar, koşulan şartlara bağlıdır."

Hâkim, yukarıdaki rivayetten hemen sonra Hz. Aişe'den şu ri­vayeti nakleder: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Hakka muvafık olduğu müddetçe müslümanlar koşulan şartlara bağlıdır."

Hz. Ömer de şöyle demiştir: "Haklar, şartlarla sınırlanır."

O halde bu çerçevede kaldığı müddetçe koşulan şartları yerine ge­tirmek her konuda genel ve kesindir. [548]

 

Evlilikte Koşulan Şartlar Daha Kutsaldır Ve Daha Çok Yerine Getirilmeleri Zorunludur. Niçin?

 

Ancak kişinin karısıyla yaptığı akide bağlılığı daha gerekli ve ak-din gerekliliğini yerine getirmek daha yüce ve kutsaldır. Kadının ko­casından aldığı güvence kadar yerine getirilmesi gereken başka bir güvence yoktur. "Allah şahittir, kadını evlilik altında tuttuğun müddetçe ona iyi davranacak, boşadığında da iyilik üzere boşayacaksın." Evlilik hayatında iyiliğin temeli, eşlerin her birinin so­rumluluklarını vefalı bir şekilde yerine getirmeleridir.

Evet! Kadının kocasından aldığı söz, koştukları şartların yerine getirilmesi mutlaka gereklidir. Koşulan her şarttan daha kutsaldır.

Kadın eğer, kocasının sorumluluklarını yerine getirmesinden emin değilse, kendini ona teslim etmez, en değerli varlığını ve en gizli sırlarım onunla paylaşmaz.

O halde ailenin oluşturulmasında temel, bu güvendir. [549]

 

Evlilikte Koşulan Şartlara Kur'an'ın Bakışı:

 

Yüce Rabbinin, kadın-erkek arası sıkı fikılığa ve alınan teminata dikkatlerimizi nasıl çektiğini görmüyor musun? O şöyle buyuruyor: "Vaktiyle siz birbirinizle haşır-neşir olduğunuz ve onlar sizden sağlamlardan sakınma imkânını vermiştir.

Taaddütten bahseden âyet: "Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkar-sanız..." âyetidir. [550]

Ayet, yetim kızlara haksızlık etmenin kaldırılmasından bahset­mekte ve Allah'ın helal kıldığı başka kadınlarla evlenilmesini tavsiye etmektedir. îbnu Hacer, (el-Feth, XII. 284) Kadi Ebû Bekr b. et-Tayib'in, Nisa, 3 âyetinin tefsirinde şöyle dediğini nakletmektedir: "O yetim kızlar ki, haklarını sizden isteyecek velileri yoktur. Kendilerinin de aczi sebebiyle haklarını yerine getirme hususunda kendinizden emin değilsiniz. O halde işlerini yürütebilen yahut onlara haksızlık etmenize engel olacak velileri bulunan kadınlarla evlenin."

Buna uygun olarak yüce Allah yetimlerin dışında helâl olan kadınlarla evlenmekten bahsederek: "Siz helal olan kadınlardan ikişer, Üçer, dörder alın..." buyurmaktadır.

Ayetten iki, üç veya dört kadınla evlenmenin mubah olduğu iki ve-cihten anlaşılmaktadır:

Birincisi: Tabii imiş yahut asıl o imiş gibi sözün taaddüt ile başlaması. Sözün bir ile başlamayıp iki ile başlaması sanki müminin durumunun zaten âdil olması gerektiğini anlatıyor. O halde müminin iki, üç veya dört kadınla evlenmesi mubahtır. Ancak âdil olamaya­cağından korkarsa işte o zaman bir kadınla evlensin.

Şayet tek kadın asıl olsaydı ve taaddüde ancak zaruret esnasında gidilseydi, o zaman Kur'an'ın ifade düzeni şöyle olurdu: Bir kadınla ev­lenin. Eğer kadın çocuk doğurmaz veya hasta olur yahut kocası onunla yetinemiyorsa, kadınlardan size helal olanlardan ikişer, üçer, dörder alın.

ikincisi: Ayeti kerime taaddütten bahsederken "mâ tâbe" sözcüğünü kullanıyor, yani "size helal olan" kadınlardan diyor. Nitekim Nur sûresinde de "kadınlar, temiz erkekler içindir" buyuruyor. Zaruret, tayyibin (mubahın) değil, mahzurlu (yasak) olanın kendisi sebebiyle mubah olduğudur.

Bana diğer bir delil, âyetin pratikteki uygulamasıdır. Çünkü Pey­gamber (s.a.v.), âyetin inişinden sonra dörtten fazla karısı olanlara, ara­larından dört tane seçmelerini ve geri kalanların salıverilmesini emret­miştir.

Şayet tek kadın asıl ve ancak zaruret durumunda bir taaddüde gi­dilseydi, Peygamber (s.a.v.) aralarından bir kadının seçilmesini emreder sonra da karısı doğum yapmayan ya da hasta olana taaddüde ruhsat ve­rirdi. üzerine Peygamber (s.a.v.): "Böyle bir şart geçerli değildir" buyur­muştur. [551]

Said b. Mansur ve Beyhakî, Ata' el-Horasanî'den şunu rivayet ederler. Hz. Ali ile Ibnu Abbas'a birini sordular. Bu adam bir kadınla evlenmiş, kadın, kendisinin mehir vereceğini ve buna karşılık ayrılma ve evliliği devam ettirme yetkisinin de kendisinde olmasını şart koşmuş. Hz. Ali ile Ibnu Abbas şu cevabı vermişler: "Adam sünnetten sapmış; işi ehli olmayana vermiş, mehri adam verecek, evliliği devam ettirip ettirmemek de onun elinde olacak." [552]

Biri, evlendiğinde karısına bir ev alacağını ve onu o evden çıkarmayacağını şart koşmuş. Bir müddet sonra o şehirden başkasına taşınmak mecburiyetinde kalmış. Karısının mülkiyetine geçirdiği evle diğer mülkünde tasarrufta bulunmak istemiş ancak kansı buna karşı çıkmış ve bunun üzerine adam karısını Hz. Ömer'e şikayet etmiş.

Hz. Ömer'in ne karar verdiği konusunda farklı rivayetler var. Bir rivayete göre, evin kadına ait olduğuna hükmederek: "Hakların kesiştiği yerde müslümanlar şartlarına bağlıdır" demiştir.

Diğer rivayete göre, kadını o evden çıkarmayacağına dair şartı bozmuş, çünkü bunu evlilik ilişkilerinin gerektirdikleriyle bağdaşmayan bir şart olarak görmüş ve şöyle demiştir: "Kadın kocasıyla beraberdir."

Her iki rivayeti de Said b. Mansur (Sünen, I-III. 169-171) naklet-miştir. Ibnu Hacer, (el-Feth, IX. 179) bu rivayetlere işaret etmektedir. Beyhakî, ikinci rivayetin Kur'an ve Sünnet'e daha uygun olduğunu ifade etmektedir.

Herhalde bu konuda Hz. Ömer'den farklı nakillerin yapılmış ol­ması, bu gibi meselelerde farklı görüşlerin ileri sürülmesine temel teşkil etmiştir. [553]

Şart, birden fazla kadınla ilgili de olabilir. Aslında bu meselelere, bu konuyu anlatmak için girdik. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kadının ihtiyatlı davranarak ikinci evliliğin kendi muvafakatına bağlı olması ve bilgisi ya da rızası dışında ikinci bir evlilik olursa, kendini boşama yet­kisinin kendi elinde olması şartım koşabilir[554]

 

Netice

 

islam, kendinden sınırsız ve kayıtsız olarak uygulanan taaddüdü sınır ve kayıtlarla kabul etmiştir.

Onu dört ile sınırlamıştır. Adil davranabilme kaydını da getire­rek, adalet konusunda ihtiyatlı davranmak isteyen için tek kadınla ev­lenmenin daha üstün olduğuna işaret etmiştir. Tek kadınla evlenmek, haksızlık yapmak ihtimalini daha çok azaltır. "Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.[555]

Taaddütte adaletin şart koşulması, evlilikte aslolan nafakayı te­min edebilme ve benzeri hususların unutulduğu anlamına gelmez. Çünkü her evlilikte bunlar şarttır.

ilk evlilikte hedef edinilen huzur, kaynaşma, sevgi ve şefkat gibi hususlar, her evlilikte gözetilmesi gereken hedeflerdir.

ikinci evlilik, evliliğin temel gayelerini engelleyici ya da onlarla çelişen bir durum arzediyorsa, zararı yararından çoktur demektir ve onu engellemek, devam etmesini sağlamaktan önce gelir.

ikinci evlilik, önceki eşin zarar görmesine sebep oluyorsa haram olur ve koca bundan dolayı günaha girer. Çünkü islâmın temel kural­larından biri: "Zarar ve zararla mukabele etmek yoktur" şeklindedir.

Kadın, kendi hakkında ihtiyatlı davranabilir ve kocasının kendi­sine haksızlık etmemesini sağlayacak bir şart koşabilir.

Evlilik akdinde ileri sürülen şartların özel bir kutsallığı vardır. iki Mesele:

Üzerinde durulması gereken iki mesele, ya da cevaplandırılması gereken iki soru kaldı:

Birinci soru: Evlilikte aslolan bir kadınla evlenmek ve taaddüde gitmek ancak zaruret durumunda olup, aslolandan çıkış ve kuralın dışına çıkmak mıdır, yoksa adalet şartı ilave edilmiş normal bir evlilik olup bir kadınla evlenme ile aynı durumda mıdır?

Adalet, güç yetirilen hususlarda gereklidir. Ayrıca eşlerden birine aşırı meyletmekten de kaçınmak gerekir. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"iki hanımı olup hanımlarından birine meyleden, kıyamet günü bir tarafı sarkık olarak gelir." (Hadisi Ebû Hüreyre rivayet etmiştir. Bir rivayette: "Bir tarafi düşmüş olarak" buyurulmaktadır.)

Ebû Dâvud et-Tayâlisî, Ahmed, Dârimî, Tirmizî, Ebû Dâvud es-Sicistânî, Ibnu Mâce, Nesaî, Hâkim, Ibnu Hibbân ve îbnu Kesîr, hadisi rivayet etmişlerdir. [556]

O halde taaddütte, şart olan adalet ile güç yetirilemeyen adaleti birbirlerinden ayırt edebiliriz.

Şart koşulan adaletin, güç yetirilemeyen adalet olması caiz değildir. Çünkü yüce Allah insanı ancak gücünün yettiğinden sorumlu tutar.

Eşler arasında âdil davranmak emredildiği gibi, davranmayanlar da kınanarak yukarıda da işaret edildiği üzere ceza görecekleri belirtil­miştir.

O halde şart koşulan adalet, imkân dahilinde olanıdır; kalbî eğilimler ve vicdanî duygular dışında kalan hususlardır. Güç yetiri­lemeyen hususlar da, bu duygu ve meyillerle ilgili olan hususlardır.

O halde hiç kimse kalkıp "üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz"[557]

âyetini, kastedilen anlamdan başka bir anlama çekerek islamın taaddüdü mubah kılmadığını, çünkü taaddütte adaletin şart olduğunu ve bunun da sağlanmasının mümkün olmadığım iddia edemez.

Ayet, bu kimselerin çekmek istedikleri anlamı kasdetmiş olsaydı, bunun anlamı; Yüce Allah'ın bir, iki veya Üç kadınla evlenmeyi mubah kıldığı fakat bu mubahın pratiğe aktarılmasına fırsat vermeden hemen onu kaldırdığı şeklinde olurdu. Sanki şöyle denilmiş oluyor: Dörde ka­dar evlenin ama âdil olmak şartıyla. Adil davranmayacağınıza göre o halde bir taneyle yetinin.

Bu, saçmalık değil midir?

"Hâşâ, O, onların dediklerinden, çok yücedir, uludur. [558] bir teminat almış olduğu halde onu nasıl geri alırsınız.[559]

 

Evlilikte Koşulan Şartlara Sünnetin Bakışı:

 

Sonra Peygamber'in (s.a.v.), bu teminatın önemi ve gereklerinin yerine getirilmesinin mutlaka ve mutlaka gerekli olduğuna dair açıklamasına bak.

Nikah şartlarının, yerine getirilmesi en gerekli şartlar olduğuna dikkat çekerek şöyle buyuruyor: "Yerine getirmeniz gereken şartlardan evla olanı helalliği istenen kadının (mehir) şartıdır. [560]

 

Evlilikte Koşulan Şart Ne Zaman Bâtıl Olur?

 

Koşulan şart, Allah'ın kitabına Rasulünün sünnetine uygun ol­madığı, evliliğin maksat ve hedefleriyle uyuşmadığı ya da kendisiyle başkalarına zarar ve eziyet kastedildiği takdirde bâtıl ve geçersizdir. Rasûlullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın kitabında bir dayanağı bulunmayan şart yüz defa da ileri sürülmüş olsa bâtıldır. [561]

Yine şöyle buyurmaktadır: "Kızkardeşinin çanağındaki nime­tin kendi kabına boşalmasını; Onun boşanmasını isteyip (onun yerine nikah olunmak) hiçbir kadına asla helal değildir." [562]

İbnu Mes'ud da bu anlamda şöyle demektedir: "Hiçbir kadın ken­disi evlensin diye kızkardeşinin boşanmasını şart koşamaz." [563]

Buna dair misaller:

Bir kadın kocasına kendisinden sonra evlenmeyeceğine dair bir şart ileri sürdü. Bu, Allah'ın kitabına aykırı olduğu için Rasûlullah (s.a.v.) onu iptal etti.

Taberânî'nin Ümmü Mübeşşir'den nakline göre Peygamber (s.a.v.) Bera b. Ma'rur'un dul karısına evlenme teklif etti. Kadın: Koca­ma kendisinden sonra evlenmeyeceğime dair şart koştum, dedi. Bunun

Oysa Peygamber (s.a.v.) Allah'ın koyduğu kayıt dışında hiçbir kayıt getirmeden dört kadım mubah kıldı.

Geçmişte de, günümüzde de bu mesele hep tartışma konusu ola­gelmiştir. Burada meselenin çözümü, taaddüdün zaruret mi, yoksa mu­bah mı olduğunda düğümlenmektir.

imam Muhammed Abduh, birinci görüştedir. Bu görüşü Reşid Rızâ (Tefsiru'l-Menar, IV. 365-370) ondan nakleder.

Daha sonra Muhammed el-Medeni, el-Muctemau'l-Islâmi Kemâ Tunazzimuhu Sûretu'n-Nisâ, (s. 262-272) isimli kitabında aynı görüşü savundu.

Ondan sonra da Salih Şeref, Kahire'de yayınlanan el-Ahbâr gaze­tesinin 27 Cemâziyu'l-Evvel 1390 h. tarih ve 5648 sayılı nüshasında aynı görüşü savundu ve Dr. Abdu'l-Vahid el-Vâfi'nin yukarıya aldığımız görüşlere cevap verdi.

ikinci görüşü de, el-Islâm Akidetun ve Şeria, s. 175-177 isimli kitabında Mahmut Şeltût ile (Beytu't-Tâa Taaddüdü'z-Zevcat, s. 45-54) isimli kitabında Dr. Ali Abdu'l-Vahid Vâfi savunmuştur. Dr. Ali Abdu'l-Vahid, sözkonusu kitabında Şeltût'un söylediklerini naklettikten sonra kendisi de bunlara birtakım deliller, ilâve etmiştir.

Deliller, bu son görüşü te'yid etmektedir. Şeriatın ruhuna uygun olan da budur.

Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyen işaret ettiğim kaynak­lara müracaat etsin. Gerek merhum Mahmut Şeltut ve gerek Dr. Ali Abdu'l-Vâhid, meseleyi detaylı bir şekilde ve delilleriyle ortaya koy­muşlardır.

Ancak biz de, taaddüdün mubah olduğunu söyleyenlerin temas et­medikleri önemli bir hususa işaret etmek istiyoruz. Bizden önce kimse bu hususa işaret etmemiştir ve bizce önemli bir husustur. O da, Pey-gamber'in (s.a.v.) Hz. Hafsa'yı istemesinden Önce Hz. Ömer'in onu Ebû Bekir ve Osman'a teklif etmesidir.

Hz. Ömer, Hafsa'yı Hz. Ebû Bekir'e teklif ederken Ebû Bekir Ümmu Rûman ile evli idi -kızı Aişe de (r.a.) Peygamber'in (s.a.v.) yanında idi ve Ümmu Rûman'in ne çocuk getirmeme durumu vardı, ne de hasta idi. Taaddüdün zaruret esnasında mubah olduğunu söyleyenlerin ileri sürdükleri diğer hususlar da mevcut değildi. Bunun­la birlikte Hz. Ömer, bütün bunları bilmesine rağmen Hafsa'yı Hz. Ebû Bekir'e teklif etti. Eğer taaddüt bizatihi mubah olmasaydı Hz. Ömer böyle davranmaz ve Ebû Bekir de bu teklifi normal karşılamazdı.

Sığınılması gereken bir zaruret olmaksızın taaddüdün caiz olduğuna bu olay delil değil midir?

Üçüncü bir delil de, Peygamber'in (s.a.v.) Ümmü Seleme'yi istemesinden önce Hz. Ebu Bekir ile Ömer'in ona talip olmalarıdır. Bu hususu ileride ele alacağız.

İkinci mesele: Adalet hangi hususlarla ilgilidir?

Allah kimseye gücünün yetmediğini yüklemez. O halde adalet an­cak üstesinden gelinebilen nafaka, mesken ve giyim gibi şeylerde olur, sevgi, kalbi meyil gibi vicdani duygularla buna benzer şeylerde olmaz.

Yüce Allah: "Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz"[564] sözüyle buna işaret edi­yor.

Kişi, duygularını âdil bir şekilde eşleri arasına dağıtamıyorsa da, bir tarafa olan aşırı meylini bir dereceye kadar gemleyebilir. "Bari biri­sine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın"[565]sözüyle de buna işaret etmektedir.

îbnu Kesîr, âyetin tefsirinde şöyle diyor: 'Yani aralarından birine meyletseniz de tamamen meyledip diğerini muallakta bırakmayın." Ne boşanmış, ne de evli bir durumda terketmeyin. [566]

Hz. Aişe, Peygamber'in (s.a.v.) bu hususta takip ettiği metodu açıklamıştır. Ahmed, Ebû Dâvud, Hakim, Beyhakî, Ibnu Kesîr ve Ibnu'l-Kayyim, onun şöyle dediğini rivayet ederler: Rasûlullah (s.a.v.) yanımızda oturur, günlerimiz hususunda birimizi diğerine üstün tut­mazdı. Hemen hergün hepimizi ziyaret eder; bir ihtiyacı olmasa da her birimizin yanında bir miktar otururdu. Nihayet sıramız geldiğinde de o gece yanımızda uyurdu. [567]

Yine Ahmed, Dârimî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî, Ibnu Mâce, Ha­kim, Ibnu Hibbân, Ibnu Kesîr, Îbnu'l-Kayyim ve Beyhâki, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini naklederler: Rasûlullah (s.a.v.) günlerimizi adaletle böler ve: "Allah'ım elimden gelen benim taksimim budur. Senin kadir olduğun ve benim elimden gelmeyen hususlardan dolayı beni kınama" der idi. [568]

ikinci soru ise: Şart koşulan adalet hangi hususlarla ilgilidir? Birinci Mesele:

Yukarıda da belirttiğimiz gibi ilk evlilikte gözetilen hedef ve gaye­lerle koşulan şartlar, ikinci evlilikte de gözetilmesi gereken hususlardır.

Ayrıca ikinci evliliğin, önceki aileye zarar vermemesi ve evliliğin hedef ve gayelerini engelleyici ya da onlarla çelişen bir durum taşımaması gerekir. İkinci evliliğe kalkışacak kişi, şehevi arzularının değil, aklın ışığı altında âdil davranacağından emin olmalıdır. Ancak o zaman ikinci evlilik, aile ve toplum açısından birinci evliliğin hedef ve gayelerinin gerçekleşmesine yardımcı olur.

işte bu kayıt ve sınırlar çerçevesinde ikinci evlilik mubah olur. ikinci evlilik, ancak onu meşru kılacak zaruri bir durum olduğunda sözkonusu olur, diyenler, taaddüdün meşru kılınmasının hikmeti ile mubah kılınmasının illetini aynı düzlemde görüyorlar; illet için söylenmesi gereken şeyi hikmeti için kullanıyorlar. Çünkü şöyle diyorlar: Kadının hasta olması veya doğum yapmaması, kocanın iffetli yaşaması için birden fazla kadına ihtiyaç duyması gibi taaddüdü meşru kılacak bir zaruret bulunmadıkça birden fazla kadınla evlenilemez.

Aslında bu gibi hususlar, taaddüdün hikmetinden sözedildiğinde söylenecek şeylerdir. Mubah olmasının illetiyle ilgili şeyler değiller. Bu sebeple taaddüdün olması ya da olmaması bunları o kadar ilgilendir­mez.

Buna göre mubah kılınmasının illeti, halkın pratik hayatlarını gözönünde bulundurmak ve bunun gerektirdiğinden hareketle içtimaî olaylarda bazen zorluğa bazen de dost ve metres edinmekle hileli yolla­ra götüren daraltmaya gitmeden orta yolu ve hikmete uygun olanı tut­maktır.

Ayrıca ifrata düşüp ve mubahhk çerçevesini genişleterek ku­ralsızlık ve anarşiye götürmemektir.

Dr. Abdu'I-Vahid Vâfi, fertlerin ve toplumların vakıalarını islâmın nasıl gözettiğini uzun uzadıya anlattıktan sonra şöyle demektedir. [569]

Bu genel durumlar ve özel zaruretlerle birlikte tek kadınla evlen­me düzeninin yürütülmesi, ister istemez içtimaî felaketlere sebep olur. islâm dini, evrensel bir din ve hem fert, hem de toplumu zararlardan korumayı Önemle gözettiği için Kur'an'ın belirlediği sınırlar çerçevesinde taaddüdü mubah kılmıştır. Böylece fert ve aile hayatında işleri yokuşa sürmeyi ve zorlaştırmayı bertaraf etmiş, insanlık için gen­el maslahatı gerçekleştirmiş; insan toplumlarına iki cins arasında den­geyi gerçekleştirme ve bu dengenin bozulmasından kaynaklanan zarar-

Hanımlarının, onlarla yatma ve onlarla sohbet etme haklarına tam olarak riayet ederdi. Hanımını ihmal edip onu terkedeni de "eşinin senin üzerinde hakkı vardır" diyerek kınıyordu.

Aslında bunlar onda mevcut olan erdemliğin hususiyetlerindendir. Çünkü erkekliğin erdemliği, fizyolojik, aklî ve ruhî görevlerin yerine getirilmesidir.

Ayrıca o, şehvetin etken olması ve çok kadınla evlenmenin hedef edinilmesiyle bu iki şeyin görev ya da bazı hedefleri gerçekleştirmek için vesile edinilmelerini birbirinden ayırmıştır.

Kalbleri barıştırma, nefisleri eğitme, düşmanlarla cihad, dinin galip gelmesi, davanın tebliği, Allah'ın emirlerini yerine getirme ve toplumu ıslah etmek gibi hususların onu meşgul ettiği kadar başka birşey onu meşgul etmiş değildir. O, bunları gerçekleştirmek için bitmez tükenmez bir azimle sürekli çalışıyordu.

Onun evlilikleri de, bütün bunları gerçekleştirmek için etkin vasıtalardan biridir.

Evliliğin hedef ve gayelerini yerine getirmek, sorumluluklarını ifa etmek, hanımlarıyla çocuklarına karşı ailevi sorumluluklarını en mükemmel şekliyle eda etmekle birlikte onun evlilikleri, aynı zamanda dinî, ilmî, içtimaî ve insanî birer görev idi.

Onun düşünce ve vaktini meşgul eden meselelere insaflı bir bakış, evliliği hususunda ona saldıranlara en mükemmel bir şekilde cevap ve­rir.

O (s.a.v.), içtimaî, siyasî, dinî ve ailevî görevlerini yerine getiriyor, sonra da Rabbiyle başbaşa kaldığında geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılıyordu. Hz. Aişe, onun bu durumuna acımış ve:

Ya  Rasulallah,  Allah  geçmiş  gelecek bütün  günahlarını bağışladığı halde niçin kendini bu kadar yoruyorsun,  demişti.  Onun cevabı:

Şükreden bir kul olmayayım mı?" şeklinde olmuştu.[570] Günde yüz defa Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe ederdi. [571]

Kur'an'ı okuması ise, üç günü aşmazdı. [572]

Hz. Aişe, sırası olan bir gece Rasûlullah'ın (s.a.v.) gelmediğini görünce, diğer hanımlarından birinin yanında gecelediğini  sanarak Ayrıca bu âyet indiğinde Peygamber'in (s.a.v.) eşlerinin kendisin­den sonra asla evlenemeyecekleri hükmünün mevcut olduğu biliniyor­du. Dörtten fazlasını boşannş olsaydı, boşananlar perişan olurlardı. Müminlerin analarım bu durumdan korumak ve onlara değer vermek için Peygamber'in (s.a.v.) himayesinde olanlara dörtten fazla da olsalar bu durumlarının yani evliliklerinin devamı mubah kılındı.

Özel durumlar ve yüce hikmetlerden dolayı yüce Allah'ın peygam­berlere birtakım hususiyetleri tahsis etmesinde bir gariplik yoktur.

Buna göre Peygamber'in (s.a.v,) ümmetinden farklı olarak dört kadından fazlasıyla evli kalması nasıl olur diye sormak, peygamberlik makamı ile bağdaşmaz. Sorunun şöyle olması gerekir: Peygamber (s.a.v.) niçin dörtten fazla kadınla evlendi? Bunun hikmeti nedir?

Yüce Mevlâmızın kendisi Peygamberine (s.a.v.) dörtten fazla kadınla evli kalmayı mubah kılmış ve bunu ona özel kılmışsa, artık: Bu Peygamber hâşâ şehvetine düşkündü; bütün gayreti birçok kadım haremine toplamak idi demek batıl ve tutarsız bir sözdür.

Çok kadınla evlenen eğer bir peygamber değilse, onun hakkında söylenecek bu tür sözler kabul edilebilir. Çünkü çok kadınla evlenmeye karar veren bizzat kendisidir. O zaman: Bu kişi şehevi arzularının etki­siyle bunu yapıyor demek mümkündür.

Ama dörtten fazla kadınla evlenmenin mubahlığı ilâhi vahye dayalı ise, bu evlilikleri devam ettirmenin şehvet sebebiyle olduğunu ve bunu yapan kişinin şehvetine düşkün biri olduğunu söylemek akıl ve mantıkla bağdaşmaz.

Peygamber'in (s.a.v.) değişik kadınlarla evlenmesini mubah kılan, her türlü eksiklikten münezzeh olan yüce Rabbimizdir. O, şöyle buyur­maktadır: "Ey Peygamber, biz, ücretlerini (mehirlerini) verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği (savaş esir) lerin-den elinin altında bulunan (cariye) leri, amcanın, halalarının, dayının ve teyzelerinin seninle beraber göç eden kızlarını sana helal kıldık. Bir de kendisini (mehirsiz olarak) peygambere hibe eden ve peygamberin de kendisini almak dilediği inanmış kadını» diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helal kıldık).[573]

Yüce Allah; Peygamber'in (s.a.v.), müminlerin analarından bazılarıyla evlenmesini vahiy ile bildirmiştir. Nitekim Hz. Aişe ile Zey-neb'in evliliği böyle olmuştur.

Buhârî ve Müslim, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet ediyorlar: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: (Ey Aişe), üç gece seni rüyamda gördüm. Melek ipekli kumaş içinde bana geldi ve (sen) ipekli kumaşlar içindeydin. Melek: Bu, senin (müstakbel) zevcendir, diyordu. Kumaşı yüzünden aralıyordum, meğer o, sensin. Ben de: Eğer şu rüyam Allah tarafından gösterilmişse, Allah'ın takdiri yerine gelir, diyordum. [574]

Hz. Zeyneb hakkında da yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki (bundan böyle) evlâtlıkları, kadınlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın buyruğu (her zaman) yerine getirilmiştir. [575]

Ayet, Peygamber'in (s.a.v.) Zeyneb'le evlenmesini, Allah'ın üstlendiğini açıkça ifade etmektedir.

Buna ilaveten bazen kendisiyle eşleri arasındaki günlerini bölüştürme ilişkilerini de Allah düzenliyordu. Nitekim dilediği şekilde günleri bölüştürme hususunda O'na hürriyet tanımıştır. Dilediğinin günlerini çoğaltabilir ve dilediğinin günlerini azaltabilirdi. Günlerini azalttığı eşinin günlerini bir daha çoğaltabilirdi. Yüce Allah, bu hürriyeti kendisine tanıdığını bildirdikten sonra, bu hürriyete rağmen eğer günlerini bölüştürme konusunda onlara âdil davranır ve günleri eşit paylaştıracak olursa, bunun, eşlerinin hepsini daha çok sevindi­receğini bildirmiştir. [576]

Yüce Allah'ın şu sözü buna işaret etmektedir: "Onların (hanımlarından) dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Kendilerinden uzak  durduğun kadınlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur. Öyle yapman onların gözlerinin aydın olmasına, üzülmemelerine ve hepsinin, senin verdikle­rine razı olmalarına daha uygundur. Allah, kalblerinizde olanı bilir. Allah, hakkıyla bilen, cezada acele etmeyendir."

Hatta eşlerine karşı takındığı bazı tavırlardan dolayı peygamberi­ni kınıyor ve bu davranışının keffaretinin ne olacağım bildiriyor. çocukları, vahiy kendisine gelmezden önce Hatice'nin doğurduğu çocuklardır.

Ibnu tshak'ın şu anlattıkları ile diğer tarihçilerin Hz. Hatice hakkında söylediklerinden şu sonuçlan çıkarabiliriz:

1- Rasûlullah'ın (s.a.v.) Hatice'yle evlenmesinde temel etken, Ha­tice'nin daha önce hiç kimsede müşahede etmediği Rasûlullah'ın (s.a.v.) üstün ahlâkı ve güzel davranışlarıdır. Hatice'nin onunla evlenmek is­temesinde temel etken budur. Hatice, o kadar etki altında kalmıştır ki: "Yakınım olmanı istiyorum. Çünkü sen kavmin arasında şerefli ve güvenilir birisin. Ahlâkı iyi, sözünde doğrusun" diyerek onunla evlen­mek istediğini açık açık söylemekte bir sakınca görmemiştir.

2- Bu ahlâkî yönün yanında Meysere'nin Hatice'ye anlattığı rahi­bin sözleri; "Bu ağacın altında peygamberden başkası gölgelenmemiştir" demesi.

Bu iki husus, Hatice üzerinde derin etkiler bırakmıştı. Mu-hammed'in (s.a.v.) ileride büyük biri olacağını seziyor gibiydi.

3- Bu iki hususun Hz. Hatice'nin hayatında birtakım etkileri oldu. Şöyle ki:

a- Muhammed'le (s.a.v.) evlenme isteğinin pekişmesi.

b- Peygamberliğini hiç beklemeden tasdik etmesi.

Böylece müslüman olanların ilki oldu. Islamı hemen kabul etmesi ise, Peygamber'in (s.a.v.) davasında sebat etmesinde ve desteklenme­sinde ilk adım oldu.

c- Meleğin ilk gelişinde korkuya kapılan Peygamber'i (s.a.v.) yatıştırıp onu teselli etmesi.

d- Onun Peygamber'in (s.a.v.) risaletini te'yid etmesi, sırf duygu­sallıktan kaynaklanmıyordu. Bu destekleme öncelikle mantıkî idi ve ahlâkî temele dayanıyordu. Çünkü Peygamber (s.a.v.): "Kendi duru­mumdan endişe ediyorum" dediğinde şu karşılığı vermiştir: "Hayır, ye­min ederim ki Allah seni mahcup etmez. Çünkü sen akrabayı gözetir, acizin yardımına koşar, fakire yardım edersin. Misafire ikramda bulu­nur ve musibetzedelere destek olursun."

e- Peygamber'i (s.a.v.); cesurca savunması ve bu uğurda kendini tehlikeye atması; canıyla ve malıyla onu desteklemesi. Peygamber (s.a.v.) hoşlanmadığı şeyler duyduğunda ya da yalanlayanlarla karşılaştığında bu durum onu üzerdi. Eve döndüğünde Hz. Hatice onu teselli eder, kendisinin haklılığını anlatır ve üzüntüsünü hafifletirdi.

Peygamber (s.a.v.) onun hakkında şöyle buyurmuştur: Yemin ede­rim ki Allah ondan iyisini bana vermedi; insanlar bana inanmadıkları bir sırada o bana iman etti. Başkaları beni yalanladığında o beni doğruladı, insanlar bana hiçbir yardımda bulunmazken o malıyla beni[577]

 

Rasûlullah'ın (S.A.V.) Çok Kadınla Evlenmesi

 

Bu konuda üç nokta üzerinde duracağız:

Birincisi: "Size helal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın" âyeti indikten sonra da Peygamber'in (s.a.v.) dörtten fazla kadınla evli­liklerini devam ettirmesi.

ikincisi: Peygamber'in (s.a.v.) hanımlarından herbiriyle evli-liğindeki yüce hikmetin ve evliliklerinin şehevi arzulara dayalı ol­madığının isbatı.

Üçüncüsü: Dörtten fazla oldukları halde Peygamber'in (s.a.v.) eşleri arasında âdil davranması.

Birinci Nokta:

1- Peygamber'in (s.a.v.) dörtten fazla kadınla evliliğinin devam et­mesinin mubahlığı:

Peygamber'in (s.a.v.) dörtten fazla kadınla evli kalmasının mu­bahlığı, onun Özelliklerinden biridir. Başkasına çerçevenin daraltıldığı bir meselede onun için bir daraltmanın niçin olmadığı zihinlere gelebi­lir. Ancak onun diğer birtakım özellikleri de vardır. Mesela başkası için caiz ya da mendûb olan bazı şeyler kendisi için vaciptir. Gece namazı bunlardan biridir.[578]

Yine başkalarına helal olan bazı şeylerin onun için haram kılınması, onun özelliklerindendir. Meselâ sadaka, ona ve âline ha­ramdır. [579] Kendisinden sonra eşlerinin başkalarıyla evlenmeleri yine haramdır. [580]

Peygamber'in (s.a.v.) hususiyetleri o kadar çoktur ki yazıya sığmaz. Bazı âlimler sırf bu konuda müstakil eserler telif etmişlerdir. Bu eserlerden biri Suyûtî'nin el-Hasâisu'1-Kübrâ isimli eseridir. Eser bu konuda ansiklopedi mahiyetindedir. Dileyen bu kitaba müracaat etsin. [581]

nereye gittiğini soruşturmuş fakat o gece Bakî mezarlığına giderek müminlere mağfiret dilediğini öğrenmiştir. [582]

Rasûlullah (s.a.v.) hicretten sonra ondokuz savaşa katılmıştır. Hem savaş bir-iki günlük iş değildir. Savaş öncesi yapılan hazırlıklar, savaş planını tesbit, günlerce sürer. Savaştan sonra, savaştan alınacak ibret ve derslerin tesbiti için harcanan mesaîler de hiç şüphesiz az değildir. Bazen bir savaştaki muhasara günlerce sürerdi.

Rasûlullah (s.a.v.), kadın ve erkek sahabenin eğitim ve bilgilendi­rilmeleri hususunda harcadığı mesailerinde asla cimrilik göstermezdi. Ondan naklettikleri hadisler, yüzlerce cildi dolduracak hacimdedir.

Şimdi hangi vaktini kadınlardan yararlanma saikiyle şehvetine harcadığını ya da daha çok kadın sahibi olma planlarıyla harcadığını söyleyebiliriz.

Hiç şüphesiz lüks hayat yaşamak, nimetlerinden istifade etmek, gençliğin coşkulu dönemlerinde hevanın peşinden koşmak ve ciddi işlerle uğraşmayıp vaktini boş geçirmek, şehveti tahrik eden temel faktörlerdir. Bunlardır cinsel arzuları kabartan ve insanı bu duygulann peşinden sürükleyen şeyler.

Oysa Rasûlullah (s.a.v.) gençliğinde Hz. Hatice'den başkasıyla ev­lenmiş değildir ve Hz. Hatice'yle evlendiğinde Hatice ondan onbeş yaş büyüktü; kırk yaşındaydı.

Onun, dünya hayatının nimetlerinden uzak zahidçe bir hayat yaşadığı konusuna gelince herhalde bu konuda fazla söz söylemeğe ge­rek yoktur. Şu bir kaç rivayet bize yeterli bilgiyi vermektedir:

Buhârî Hz. Aişe'den naklediyor: Muhammed'in (s.a.v.) ailesi, Me­dine'ye geldiğinden beri üç gün üstüste buğday ekmeğine doymuş değildir.

Enes (r.a.) rivayet ediyor: Rabbına kavuşuncaya kadar Rasûlullah'ın (s.a.v.) kepeksiz yumuşak bir somun ekmek ya da ateşte pişirilmiş et yediğini bilmiyoruz.

Hz. Aişe rivayet ediyor: Ay geçerdi evimizde yemek pişmezdi. Hur­ma yer, şu içerdik, bazen et kırıntıları getiren olunca, ancak pişmiş ye­mek yeme imkanımız olurdu.

Hz. Aişe, Urve tbnu'z-Zübeyr'e şöyle demiştir: Üçüncü hilali bek­lerdik; iki ay geçerdi Rasûlullah'ın (s.a.v.) evinde yemek pişmezdi. Urve diyor ki: Peki ne yiyordunuz, dedim. Dedi ki: iki siyahı: Hurma ve su. Ancak Rasûlullah'ın (s.a.v.) Ensardan komşuları vardı. Bunlar bazen deve sütü getirirlerdi, onu içerdik. [583]

Herhalde bütün bu anlattıklarımdan sonra, Rasûlullah'ın (s.a.v.) evliliklerinden her birinin hikmetini irdelemeye sıra gelmiştir.[584]

 

1- Rasûlullahın (S.A.V.) Hatlce İle Evlenmesinin Hikmeti:

 

Hatice, Huveylid b. Esed b. Abdu'1-Uzzâ b. Kusay'yın kızıdır. Ku-reyş kabilesinin Esed boyundandır. Rasûlullah'ın (s.a.v.) ilk eşi ve Islamı ilk kabul edendir. Ondan önce ne kadın ne erkek Islama giren yoktur. Cahiliye döneminde lakabı, et-Tahire idi.

îbnu Ishak, onun Rasûlullah'Ia (s.a.v.) evlenmesinin sebebini şöyle anlatır: Hatice şerefli ve mal sahibi bir tüccar idi. Ücretle işçi tutar, işlerinde çalıştırırdı. Ticaret işini yürütene gelirden bir kısmını verir or­taklıklar kurardı. Rasûlullah'ın (s.a.v.) doğruluk ve güvenilirliğini, ahlâk ve iffetini duyduğunda ona haber göndererek ticaret mallarını, Meysere ismindeki kölesiyle birlikte Şam'a götürmesini teklif etti. Daha öncekilere verdiği paylardan daha yüksek bir pay vereceğini de söyledi. Rasûlullah onun bu teklifini kabul etti. Meysere'yle birlikte ticaret ker­vanını Şam'a götürdüler. Şam'a geldiklerinde bir rahibin manastırına yakın bir ağacın altında mola verdiler. Rasûlullah o ağacın gölgesinde oturdu. Rahip, Meysere'ye yaklaşarak: Şu ağacın gölgesinde oturan kim diye sordu. Meysere: Bu, Kureyş'ten Harem bölgesinden biridir, dedi. O zaman rahip: Bu ağacın altında peygamberden başka kimse oturmuş değildir, dedi.

Rasûlullah (s.a.v.) getirdiği ticaret mallarını sattı ve almak iste­diği şeyleri alarak geri Mekke'ye döndü. Hatice'ye geldiğinde oradan satın aldığı malları ona teslim etti. Hatice, onun getirdiği malları sattı. Böylece ticareti yüzdeyüz ya da buna yakın bir kâr getirmişti. Ayrıca Meysere, o rahibin kendisine söylediklerini Hatice'ye anlatmıştı.

Hatice ciddi, zeki, şerefli ve iffetli bir kadın idi. Meysere kendisine olup bitenleri anlattığında onu Rasûlullah'a (s.a.v.) gönderdi. Hatice Rasûlullah'a: Yaptığımız bu ortaklıktan memnunum. Yakınım olmam istiyorum. Çünkü sen kavmin arasında şerefli ve güvenilir birisin. Ahlâkı iyi, sözünde doğrusun diyerek kendisiyle evlenmesini teklif etti. Hatice Kureyş'in orta soylu ailelerinden, şeref ve mal bakımından ise en ileri gelenlerinden di. Rasûlullah'a (s.a.v.) bu teklifi yaptıktan sonra Rasûlullah amcalarına durumu anlattı. Bunun üzerine amcası Hamza b. Abdulmuttalib kendisiyle birlikte Huveylid b. Esed'in yanına gitti ve ondan Hatice'yi istedi.

Böylece Rasûlullah (s.a.v.) Hatice ile evlendi. Rasûlullah'ın bütün

Eşlerinin de yapmamaları gereken bir davranışta bulunduklarında va­hiy kanalıyla eşlerine hitap ediyor. Tahrim sûresinin ilk ayetleri böyle bir olayla ilgilidir. [585]

Peygamberine o kadar kadınla evlenmeyi mubah kılan ve mubah kadınların sınırı dolduğunda da artık başka kadınla evlenmemesini em­reden yüce Allah'ın kendisidir. Bu sınır dolduktan sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bundan sonra artık başka kadınlarla evlen­men, bunları başka hanımlarla değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse bile sana helal değildir. Ancak elinin altında bulunan (cariyeler) hariç, başka kadınlar alamazsın. Allah her şeyi gözetler. [586]

Kendi evliliklerini düzenleyen peygamberin kendisi değildi. Çok kadınla evlenmeye de kendisi karar vermiyordu. Evlilik hayatında başkaları için geçerli genel kurallara uymuyordu. O, daima vahyin ışığında hareket ediyordu. Öyle ki evlilik hayatının birçok yönünün bazı hususların tafsilatını bile vahiy üstlenmişti.

O halde onun evlilikleri ya bizzat vahiy yoluyla oluyordu veya içti­hadıyla karar veriyordu ama vahiy bunu onaylıyordu. Yani içtihadıyla olan evlilikleri de vahiy hükmünde idi.

Şimdi bütün bunlardan sonra evliliklerinde şehvetin etkili olduğunu ya da onun şehvetine düşkün biri olduğunu söyleyebilir miyiz? Peygamberin (s.a.v.) evlilikleri sayesinde siyasî, içtimaî, ilmî ve dinî alanda gerçekleşen yüce gayeler, mutlaka gerçekleşecekti. Böylece risaletin tam olarak gerçekleşmesi, sünnetin eksiksiz olarak kendisiyle gönderildiği hakkın tam olarak hakimiyet sağlaması bu sayede oldu.

Peygamber (s.a.v.) bu kadar kadınla evlenmemiş olsaydı o hedef ve gayelerin hepsi eksiksiz olarak gerçekleşmezdi.

Semavi vahyin talimatlarıyla yerine getirilen ya da semavi vahyin hedeflerini gerçekleştirmek için yapılan evlilikler, şehvet baskısıyla yapılmış şeklinde tasavvur edilmekten çok yücedir.

Peygamber'in (s.a.v.), bir koca olarak fizyolojik görevlerini tam ola­rak yerine getiren biri olduğu doğrudur. Kadından ne nefret ediyor ve ne de onu horluyordu. Aksine ona değer veriyor ve ona olan sevgisini açıkça ifade ediyordu. Nitekim o, şöyle buyurmuştur: "Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Kadın, güzel koku ve namaz. [587]

Her gece hanımlarını ziyaret eder ve en nihayet o gün sırası olanın yanına gelir ve orada uyurdu. destekledi. Başka kadınlardan çocuğum olmadı ama ondan çocuklarım oldu."

Bütün bunlar bir tarafa Hz. Hatice Peygamber'le (s.a.v.) evlen­diğinde kırk yaşında dul bir kadındı. Peygamber (s.a.v.) ise yirmi beş yaşındaydı. Gençti, her bekâr gencin genç ve güzel bir gelin düşlediği yaştaydı. Hz. Hatice de onunla evlenmeye karar verdiğinde maddî şeylerin hepsini bir tarafa atmıştı. Bu arzusu ahlâkî temellere ve Pey­gamber'in (s.a.v.) istikbalinde beklediği büyüklüğüne dayalıydı. Pey­gamber (s.a.v.) de bu evlilikte maddî şeyleri düşünmüyordu. Hz. Ha­tice'nin bu arzusuna karşılık vermek istiyordu. Çünkü o, şerefli, yüce ahlâk ve mükemmel akıl sahibi bir kadındı.

Temel doğruluk üzere kurulup her ikisi de yüce gayeler peşinde olunca bu evlilik meyvesini verdi, gayelerin en yücelerini gerçekleştirdi.

Aralarında büyük yaş farkı vardı. Ama bu yaş farkı, Peygamber'in (s.a.v.) vahiyle ilk karşılaşmasında gönlünün yatıştırılmasında, korku ve endişelerinin dindirilmesinde büyük rol oynadı.

Hayatında ilk defa vahiyle karşılaşıyordu. Gelen vahiy, onun bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamber olduğunu söylüyordu. Daha önce ne böyle bir şey duymuş ve ne de aklından geçirmişti. Ama vahiy gelmişti. Ardından Hz. Hatice'nin yanına döndü, kalbi tir tir titriyordu. "Beni örtün, beni örtün" dedi.

O sırada o, beklenmedik bir olayla karşılaştığında korkuya kapılacak genç bir eşin kucağına değil, şefkat ve merhametle dolu bir ana kucağına muhtaçtı, işte Hz. Hatice ana yaşında bir eş idi; duygu inceliğinin yanında derin düşünebilen, doğru kararlar verebilen, hayat tecrübesi olan bir eş ve ana idi.

Hz. Hatice, bu ve benzeri sebeplerden dolayı Peygamber için en münasip eş idi ve başka bir kadında bu hasletler yoktu.

Hz. Hatice, Peygamber'in (s.a.v.) korkusunu yatıştırdı, kalbinin titremesini durdurdu, sonra da onu huzura kavuşturmak ve kendinden emin olmasını sağlamak için onu alıp amcası oğlu Varaka b. Nevfel'e götürdü. Varaka yaşlıydı. Cahiliye döneminde hristiyanlığa girmiş, Ibraniceyi öğrenmiş, incil okumuştu. Hz. Hatice ondan Muhammed'in (s.a.v.) başından geçenleri dinlemesini istedi. Peygamber (s.a.v.) başından geçenleri anlatmayı henüz bitirmemişti ki Varaka şu sözlerle onu müjdeledi: "Müjdeler olsun ey yeğenim! O sana gelen, Musa'ya ge­len Cebrail'dir. Keşke kavmin seni yurdundan çıkardıklarında hayatta olsam." Peygamber (s.a.v.): "Beni çıkaracaklar mı?" diye sordu. Varaka şu cevabı verdi: "Evet... Sana verilen, kime verildiyse o mutlaka düşmanlıkla karşılaşmıştır. Keşke o gün hayatta olsam da sana yardım edebilsem."

Sanki yüce Allah Hz. Hatice'yi Peygamber'e (s.a.v.) ilk zevce olarak seçti ki davetinin ilk merhalesinde, karşılaştığı eziyet ve oyunlara karşı ona destek olsun, çektiği maddi sıkıntı ve mahrumiyetlere malıyla yardımcı olsun, karşılaşacağı engelleme ve itirazlara onunla birlikte karşı koysun, sıkıntılı durumlarında tecrübe ve aklıyla ona rehberlik et-sin. Ayrıca hem Peygamber'e hem de İslama giren ilk müslümanlara büyük gönlü, derin düşüncesi ve mal zenginliğiyle yardımcı olsun ki müslümanlar güçlensin, dâva kendisini toparlayıp ayağa kalkabilsin ve ileriki zaferlerle yayılışı için yola koyulsun. [588]

"Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey İçin bir ölçü koymuştur. [589]

 

2- Hz. Şevde İle Evlenmesinin Htkmeti

 

Şevde, Zem'a b. Kays b. Abdi Şems b. Abdivudd'ın kızıdır. Hz. Ha­tice'nin vefatından sonra Peygamber (s.a.v.) onunla evlenmiştir.

Şevde, kocası Sekrân b. Amr ile birlikte müslüman olmuş ve Habeşistan'a birlikte hicret (ikinci hicret) etmişlerdir. Her ikisi de birçok sıkıntı çekmişlerdi. Mekke'ye dönüşlerinden az bir müddet sonra kocası vefat etti. Henüz akrabalarından islâmı kabul eden de yoktu. Neredeyse fitne ve eziyete maruz kalacaktı. Peygamber (s.a.v.), Ha­tice'nin vefatından sonra ona evlenme teklif etmekle onu bu fitne ve eziyyetten kurtarmak, kocasıyla çektikleri eziyetten ve Allah yolunda hicret etmekten dolayı taltif etmek istiyordu.

O halde Peygamber'in (s.a.v.) Şevde ile evlenmesi, dinî bir hedef ve insanî bir anlam taşıyordu. Heva ve şehvetten çok çok uzaktı.

Bunun en açık delili, Şevde yaşlanıp erkeklere karşı kadınlık görevini yapamaz duruma gelince Peygamber (s.a.v.), ona haksızlık et­memek için ondan ayrılmaya karar verdi. Onu boşadığına dair kendi­sine haber gönderdiğinde Şevde, Aişe'ye giden yol üzerinde oturup Pey-gamber'i (s.a.v.) beklemeye koyuldu. İbnu Sa'd şöyle diyor: Peygamber'i (s.a.v.) gördüğünde: Sana Kitabı gönderen ve kullan arasından seni seçenin hakkı için soruyorum, beni niçin boşadın? Bende bir kötülük mü gördün? dedi. Peygamber (s.a.v.): Hayır dedi. O zaman Şevde şöyle dedi: Yine Allah hakkı için diyorum, beni geri alsan. Evet ben yaşlandım; er­keklere ihtiyacım kalmadı. Ama kıyamet günü hanımların arasında hasrolunmak istiyorum. Bunun Üzerine Rasûlullah (s.a.v.) boşamasını geri alınca da şöyle dedi: Ben günümü (sıramı) Rasûlullah'in (s.a.v.) sev­diği Aişe'ye devrediyorum.

Peki o zaman Peygamber'i (s.a.v.) bağlayan neydi? O yüce insanî anlam olmasaydı, Sevde'nin eşi olarak devam etmesini istemesine etken neydi?

Peygamber'in (s.a.v.) Şevde ile evliliği kocanın geçimsizliği ya da yüzçevirmesi durumunda, kadının herhangi bir şey karşılığında onunla barışmasının caiz olduğu gibi özel bir dini meselenin gündeme gelme­sine de sebep olmuştur. Sevde'nin davranışı bu konuda vahyin inmesine ve hem kendisi, hem de başkası için çözüm yolunun belirtilmesine sebep olmuştur.

Bu konuda Hz. Aişe şunu rivayet ediyor: Şevde bint Zem'a yaşlanmıştı, Rasûlullah (s.a.v.) ona çokça gitmiyordu, daha çok bana ge­liyordu. Rasûlullah'ın (s.a.v.) kendisinden ayrılacağından korktu. Ya Rasûlallah, bana ait günü Aişe'ye devrediyorum, sana helal olsun, dedi. Peygamber (s.a.v.) de bunu kabul etti. Şu âyeti kerime bu konuda inmiştir: "Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden, yahut ken­disinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında, onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Za­ten nefislerde kıskançlık hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah'tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.[590]

Bundan sonra müslümanlar pratik hayatlarında bunu ölçü olarak almışlardır. Nitekim Hâkim, Said b. el-Müseyyeb ve Süleyman b. Yesâr'dan şunu rivayet etmektedir; Rafı b. Hudayc'ın yaşlı bir karısı vardı. Üzerine genç bir kızla evlendi ve o genç kızı ona tercih ediyordu. Yaşlı kadın buna rıza göstermeyince onu bir talakla boşadı. Müddetinin dolmasına yakın kocası: Dilersen seni geri alayım ve sen de onu sana tercih etmeme sabredersin, dedi. Kadın da: Beni geri al, onu bana tercih etmene sabredeceğim, dedi. Bunun Üzerine kocası onu geri aldı. Ne var-ki kadın yine genci kendisine tercih etmesine dayanamadı. O zaman ko­cası Rafı' onu boşadı ve: Yüce Allah'ın "eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden, yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında, onlara bir günah yoktur" âyetinde bize tebliğ ettiği sulh işte budur, dedi. [591]

Kaldı ki müminlerin anası olmak; Peygamber'in (s.a.v.) eşi olmak her isteyenin ulaşamayacağı bir şereftir.

Hz. Şevde, İslama ilk girenlerdendir. Müşrik olarak kaldıkların­dan kucaklarında yetiştiği ana-babasım terketmiştir. Sonra kocasıyla birlikte Habeşistan'a hicret etmiş, kocasının vefatından sonra da Allah'a ve Resulüne inanmaya devam edip sebat göstermiştir.

Hz. Sevde'nin üstün vasıfları sadece bunlardan ibaret de değildir. Bunun yanında o, yardımseverliği, fakirlere olan şefkat ve merhame-tiyle de bilinir. O, köle azat etmek, sıkıntılı günde yetim ve akrabayı doyurmak ve hiçbir şeyi olmayan yoksula bakmakta ne kadar da ileri idi! Ona ne kadar da çok mal gelir ve hemen ardından onu tasadduk eder ve sağ elinin infakmdan sol eli haberdar olmayan biri idi!

O, bu huyunu Rasûlullah'ın (s.a.v.) hayatında da vefatından sonra da hayatı boyunca devam ettirmiştir.

Bir defasında Hz. Ömer ona bir torba dolusu gümüş para gönderdi. Hz. Şevde: içinde ne var? diye sordu. Gümüş para cevabını aldığında, hurma gibi torbada öyle mi? dedi. Ardından da hepsini infak edip dağıttı.

Hz. Aişe, onun hakkında şöyle diyordu: İnsanlar arasında en çok onun yerinde olmak istediğim Şevde bint Zem'a'dır. Hz. Şevde, Mua-viye'nin hilafeti döneminde vefat etmiştir. [592]

Netice olarak Peygamber'in (s.a.v.) Hz. Şevde ile evliliği, bu dinî değerlere dayalı olduğundan onunla insanî yüce anlamlar, islam tari­hinde ve müslümanlann hayatında derin izler bırakan içtimaî sonuçlar gerçekleştirmiştir.[593]

 

3- Hz. Aişe (R.A.) İle Evlenmesinin Hikmeti

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi Peygamber (s.a.v.) Mekke'de aynı günde hem Hz. Aişe ve hem de Hz. Şevde ile nikâhlanmıştır. Ancak ni­kah akdinden hemen sonra Hz. Sevde'nin düğününü yapıp evine getir­miş Hz. Aişe'nin düğünü ise, hicretten birkaç gün sonra mescid inşâ edi­lip, Rasûlullah'a ait odalar çevresinde inşa edildikten ve Rasûlullah'ın (s.a.v.) oraya taşınıp yerleşmesinden sonra olmuştur. Hz. Aişe, nikahtan sonra günlerce babasının evinde kalmıştır. Nihayet Hz. Ebubekir, Pey-gamber'e (s.a.v.) giderek: Hanımını evine götürmene bir engel mi var? diye sormuş, Rasûlullah da (s.a.v.): "Evet, mehri" karşılığını vermiştir. Bunun üzerine Hz. Ebubekir Peygamber'e (s.a.v.) vereceği mehir olarak oniki buçuk uvkiye[594] vermiştir. Rasûlullah (s.a.v.) bunları Hz. Aişe'ye göndermiş ve düğününü yapmıştır. O zaman Hz. Aişe dokuz yaşındaydı.

Peygamber'in (s.a.v.) Hz. Aişe ile evlenmesi, babasına ve ailesine verdiği değeri göstermek ve hem islamdan önce hem de islamdan sonra babasıyla mevcut olan kuvvetli bağlan daha kuvvetlendirmek içindi.

Peygamber (s.a.v.) ile babası Ebû Bekir, tam anlamıyla iki dost idiler. îslâmın fecri ışıldayıp yüce Allah peygamberine bütün hayata ha­kim olsun diye hak dini gönderdiğinde Hz. Ebû Bekir İslama ilk giren­lerdendi. Allah ve Resulünün çağrısını hemen kabul etti. Sonra da canını ve servetini bütün samimiyeti ve derin bir imanla bu yola vakfet­ti.

Rabbimiz Allah'tır demelerinden dolayı işkenceye maruz kalan nice köleyi âzad etti.

Temizlenmek uğruna ne kadar da servet dağıttı. Allah katında hiç kimsenin mükafat verilecek bir nimeti yoktur, ancak en yüce Rabbi için iş yapanların işi müstesna. Öylesi hoşnut olacak. Allah ve Resulü uğruna malını ne kadar da çok harcadı, Allah'ın dinini desteklemek ve O'nun yolunda cihad için.

Peygamber (s.a.v.) en tehlikeli yolculuğunda; Mekke'den Me­dine'ye hicret ederken onu kendisine arkadaş olarak seçti. Vahiy, oku­nan Kur'an olarak bu arkadaşlığı ve kıyamete kadar anılacak bu iyi­liğini tescil etti: "Eğer siz ona (Muhammed'e) yardım etmezseniz, (iyi bilinki) iki kişiden biri olduğu halde (Rasûlullah ve Ebû Be­kir) kâfirler onu (Mekke'den) çıkardıkları zaman Allah ona yardım etmişti. Hani onlar mağarada idiler, o zaman arka­daşına, "üzülme Allah bizimle beraberdir" diyordu. [595]

Ayrıca Peygamber'in (s.a.v.) en doğru ve samimi yardımcısı idi. Hatta Peygamber (s.a.v.) onun hakkında şöyle buyurmuştur: "Sohbeti ve malında insanlar arasında en çok güvendiğim Ebû Bekir'dir. Rabbi-min katında dost edinseydim, Ebû Bekir'i dost edinirdim. Ama (yine de aramızda) islâm kardeşliği ve sevgisi vardır."

O halde Peygamber'in (s.a.v.), Ebû Bekir'in kızıyla evlenmek sure­tiyle onunla olan ilişkilerini perçinlemesinde, onun Allah yolundaki ci­hadını yüceltmesinde ve bu evlilikle islâmın güç kazanmasını, müslümanlann güçlenmesini ve dâvanın zafere ulaşmasını kasdetmiş olmasında şaşılacak bir durum yoktur.

Hz. Aişe de bu evliliğe; müminlerin anası olmaya layıktı. Peygam­ber'in (s.a.v.) onunla evlenmekle hedeflediği dinî ve içtimaî hedefler gerçekleştirmeye de ehil idi.

Hz. Aişe, islâmı kabul etme ve onun yolunda cihad etme hususun­da önceliği olan inanmış bir ailenin bir bireyiydi. Müslümanların Me­dine'ye hicretlerinde ailenin her ferdinin önemli tarihi bir rolü vardır. Hicretin planlanması ve gayelerinin gerçekleşmesinde her biri önemli bir görev üstlenmişti. Tarih, Hz. Aişe'nin kardeşi Esma'nın müşrikleri nasıl atlattığını, kardeşi Abdullah ile babasının ifa etmiş oldukları görevleri asla unutmayacaktır.

Hz. Aişe (r.a.) ilim, takva ve vakan ile şöhret bulduğu gibi üstün edeb, güzel ahlâk ve keskin zekâsıyla da şöhret bulmuştur.

O, Peygamber'in (s.a.v.) hanımlarının en küçüğü olmasına rağmen akli yeteneği sayesinde ahlâk ve davranışlarında misal olabilmiş ve Resûlüllah'dan (s.a.v.) aldığı ilmî tam bir ehliyetle başkalarına aktarabilmiştir.

O kadar geniş bir alana ilmi taşıdı ki Amr b. el Ass, Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Zeyd b. Halid el-Cûhenî, Ebû Hüreyre, Ibnu Ömer, Ibnu Abbas gibi değerli sahabîlerle tabiînin büyüklerinden Said b. el-Müseyyeb, Atâ b. Ebî Rabah, Atâ b. Yesâr, Ikrime, Alkame b. Vakkas ondan hadis nak-letmişlerdir. Yine kadınlardan Hayre Ummu'l-Hasan, Saffiye bint Ebî Ubayde, Amre bint Abdirrahman ve Muâze el-Adeviyye ve daha pek çok kimse ondan ilim elde etmişlerdir.

Mesruk şöyle diyordu: "Muhammed'in (s.a.v.) sahabesinin büyüklerinin, feraiz konusunda Aişe'ye soru sorduklannı gördüm."

Ebû Mûsâ el-Eş'arî şöyle demiştir: "Biz Muhammed'in (s.a.v.) ashabı, hangi hususta olursa olsun Aişe'ye sorduğumuz her müşkilimize mutlaka cevap bulmuşuzdur."

Urve b. ez-Zübeyr şöyle demiştir: "Fıkıh alanında olsun, tıp alanında olsun, şiir alanında olsun Aişe'den daha bilgili birini görmedim."

Atâ b. Ebî Rabah şöyle demiştir: "Aişe insanların en fakihi, en âlimi ve her hususta en iyi görüş ileri süreni idi."

Zührî de şöyle demiştir: "Aişe'nin ilmi bir tarafa Peygamber'in (s.a.v.) diğer bütün hanımlarının ve kadınların hepsinin ilmi bir tarafa toplansa, Aişe'nin ilmi daha üstün gelir."

Sahabe arasında başka hiç kimsede bulunmayıp sadece kendi­sinde, meseleler ihtiva eden hadisleri vardır. Ayrıca sadece kendisinin birtakım te'villerle ileri sürdüğü birtakım ictihadları var ki gelen ri­vayetler bunların hilafınadır. [596]Bu hususları bir araya toplayan âlimler olmuştur.

Peygamber'in (s.a.v.) Hz. Aişe ile evliliği, Hz. Ebû Bekir'le olan dostluğunu pekiştirmiş, dâvanın desteklenmesine, raüslümanlann güçlenip toparlanmalarına katkıda bulunmuşsa da bunun yamsıra Hz. Aişe'nin kendisi de dinî açıdan büyük bir görev ifa etmiştir. Rasûlullah'tan öğrendiklerini büyük bir dirayetle değerlendirmiş ve Rasûlullah'tan o kadar hadis ezberlemiştir ki başkasının onun kadar bunları yerine getirmesi ve ezberlediklerini tebliğ etmesi çok zordur. Kaldı ki Hz. Aişe zühd, takva, cömertlik ve Allah korkusu ile emirlerine uyma konusunda da örnek edinilecek bir kadındı. [597]

Bütün bunlardan bu evliliğin, dinî gayelerin gerçekleşmesinde, in­sanî bağların güçlenmesinde, sonra da o zaman için çok Önemli olan ilmî hareketin canlanmasında bir pay sahibi olduğu anlaşılmaktadır.

Ne güzel evlilikti o! Onunla islâm güçlenip, sünnet yayılmış, müslümanlann güç ve kuvveti artmıştır.

Gayeler yüce! Hedefler yüce ve parlak hikmet! O halde yüce Allah'ın bu evliliği üstlenmesinde ve başından sonuna kadar onu kutsa­masında şaşılacak bir şey yoktur. Bu evlilikle ilgili olarak Hz. Aişe'nin naklettiği hadisin son taraflarına kulak verelim, şöyle diyor Hz. Aişe:

On yönden Peygamber'in (s.a.v.) hanımlarından üstün kılındım.

Nelerdir ey müminlerin anası? dediler. Dedi ki:

Peygamber (s.a.v.) benden başka bekâr kızla evlenmemiştir.

Benden başka babası da anası da muhacir olan bir kadınla evlen­memiştir.

Yüce Allah, beraetime (suçsuzluğuma) dair gökten vahiy indir­miştir.

Cebrail gökten resmim üzerinde bulunan bir ipek parçası getirmiş ve Peygamber'e (s.a.v.): Bununla evlen, o senin hanımındır, demiştir.

Peygamber'le (s.a.v.) aynı kaptan yıkanırdık. Peygamber (s.a.v.) benden başka kimseyle bu şekilde yıkanmamıştır.

Peygamber (s.a.v.) benimle beraberken ona vahiy inerdi. Diğer hanımlarıyla beraberken vahiy inmiş değildir.

Peygamber (s.a.v.) kollarım arasında ruhunu teslim etti. Sıram olduğu gecede vefat etti. Ve benim odamda defnedildi.[598]

 

4- Hz. Ömer'in Kızı Hafsa İle Evlenme Sinin Hikmeti

 

Peygamberin (s.a.v.) Hz. Hafsa ile evlenmesindeki hikmet, Hz. Aişe'yle evlenmesindeki hikmete benzemektedir: Hz. Ömer'le ara­larındaki ilişkileri güçlendirmek, Hz. Ömer'i cihadından ve islâm uğruna uğradığı sıkıntılardan dolayı taltif etmek. O Ömer ki, Allah, hakkı onun diline ve kalbine yerleştirmiş, îslâmı onunla aziz kılmış ve onunla hak ile batılı birbirinden ayırmıştır.

Hz. Ömer'in kızı Hafsa, Huneys b. Huzâfe es-Sehmî'den dul kalmıştı. Huneys, Rasûlullah'ın (s.a.v.) ashabından olup Bedir savaşından sonra Medine'de vefat etmiştir. Hz. Ömer şöyle diyor: Os­man b. Affan'a gittim ve Hafsa'yla evlenmesini teklif ettim. Dilersen Hafsa'yla seni evlendireyim, dedim. Düşüneyim, dedi. Aradan günler geçti, sonra: Şu anda evlenmemeyi daha uygun gördüm, dedi. Ebû Be­kir'le karşılaştım. Dilersen Hafsa'yla seni evlendireyim, dedim. Ebû Be­kir, hiçbir şey demeden sustu. Osman'dan çok Ebû Bekir'in bu dav­ranışına içerlemiştim. Aradan günler geçti, sonra Rasûlullah (s.a.v.) Hafsa'yı istedi ve onu onunla evlendirdim. Daha sonra Ebu Bekir'le karşılaştım: Hafsa'yı teklif edip susmama içerledin değil mi? dedi. Evet, dedim. O zaman Ebû Bekir şöyle dedi: Rasûlullah'ın (s.a.v.) ona talip olacağım duymuştum. Rasûlullah'ın sırrım ifşa etmek istemedim. Sus­mamın sebebi buydu. Rasûlullah (s.a.v.) ondan vazgeçseydi, onu kabul ederdim.

Hasan'ın şöyle dediği nakledilir: Peygamber'in (s.a.v.) kızlarından biri Hz. Osman'ın yanındaydı ve o sırada vefat etmişti. Hz. Ömer, Hz. Osman'la karşılaştı ve onun üzgün ve perişan olduğunu gördü. Hafsa'yı ona teklif etti. Sonra Peygamber'e (s.a.v.) gelerek: Osman'la karşılaştım, perişandı, ona Hafsa'yı teklif ettim, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Sana Osman'dan daha hayırlı bir da­mat, Osman'a da senden daha hayırlı bir kayınpeder söyleyeyim mi? Ömer: Söyle ya Resûlallah, dedi. Böylece Peygamber (s.a.v.) Hafsa ile evlendi ve bir kızını da Osman'la evlendirdi.

Peygamber (s.a.v.) Hafsa'yı istiyordu.

Hz. Osman da Rukiyye vefat ettiğinde Peygamber'in (s.a.v.) diğer kızı Ummu Gülsüm'ü istiyordu.

Hz. Hafsa'nın Peygamber'le (s.a.v.) evliliği -farklı rivayetler vardir- hicretin ikinci yılında oldu.

Daha sonra Peygamber'in (s.a.v.) onu boşadığı ve Cebrail'in gele­rek onu geri almasını isteyerek: "O gündüz oruç tutan, gece namaz kılan biridir ve cennette de senin eşindir" dediği nakledilir.

Buna göre bu evliliği kutlayan ve devamını emreden yüce Al­lah'tır.

Peygamber (s.a.v.), Hafsa'nın şahsında babası Ömer'e değer ver­meyi hedeflerken bütün çabası dâvanın güçlenmesini sağlamak ve müslümanlarm gücünü arttırmak idi.

Ayrıca, Peygamber (s.a.v.), Hafsa'yı geri alıp evliliği devam etti­rirken Rabbinin emrine uyuyordu.

Şimdi insafla söyleyelim, bu evlilikte hevanın ne etkisi var? Şehvetin etkisiyle olduğu söylenebilir mi?

Ne kötü iftira ediyorlar. [599]

 

5- Hz. Ümmü Seleme İle Evlenmesinin Hikmeti

 

Ebû Ümeyye'nin kızıdır. Ebû Ümeyye'nin adı: Süheyl Zâdür-Rakb el-Muğire b. Abdillah b. Ömer b. Mahzûm'dur. Annesi ise: Atike bint Amir b. Rabi b. Malik b. Cüzeyme b. Alkame'dir.

Kocası Ebû Seleme'nin adı: Abdullah b. Abdil-Esed b. Hilâl b. Ab­dillah b. Ömer b. Mahzûm'dur. Kocasıyla birlikte Habeşistan'a hicret etmiştir. Orada Zeyneb, Seleme, Ömer ve Dürre isminde çocukları doğmuştur.

Kocası, Uhud savaşında aldığı bir yaradan dolayı şehit düşmüştür. Ummü Seleme, Peygamber'den (s.a.v.) şunları ezberlemişti: Her kim bir musibete uğrar ve Allah'ın emrettiği şekilde: "Hepimiz Allah'a aidiz ve hepimiz O'na döneceğiz. Allah'ım, musibetimden dolayı bana mükâfat ver; ardından bana daha hayırlısını ver" derse, Allah ona daha hayırlısını verir.

Kocası vefat ettiğinde hemen Peygamber'in (s.a.v.) bu sözünü hatırladı ve:

"Hepimiz Allah'a aidiz ve hepimiz O'na döneceğiz. Allah'ım senin katında musibetim hesaba katılmıştır; bu musibetimden dolayı bana mükafat ver" dedi. Aslında: "Ondan daha hayırlısını ver" diyecekti ama kendi kendine: Ebû Seleme'den daha hayırlısı kim olabilir ki? diyerek öyle demedi. Ancak Peygamber'in (s.a.v.) öğrettiğine uyarak henüz hava kararır kararmaz (o günün akşamı) Peygamber'in (s.a.v.) ona öğrettiği şekilde dua etti.

 

 

.

Iddeti bittiğinde Hz. Ebû Bekir ona talip oldu ama reddetti. Ardından Hz. Ömer talip oldu, onu da reddetti. Belki ikisi de uğradığı musibetten dolayı onu teselli etmek veya kocasıyla hicretinden ve Allah yolundaki cihadından dolayı onu taltif etmek için teklifte bulun­muşlardı.

Mücahid kadınlarının gözetimini ve çocuklarının geçimini üstlenmeyi içeren bu teklifler yüce insanî duygulardan kaynak­lanıyordu. Sahabeden pek çoğunun birden fazla kadınla evlenmelerinin altında bu duygular yatmaktadır.

Birden fazla kadınla evlenmenin sebeplerine bunu da ilave etme­miz gerekiyor.

Ümmü Seleme'nin Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in tekliflerini red­detmesi iki sebepten kaynaklanıyordu,

Birincisi; Kocasının ölümü acıklı bir musibetti, yerinin doldurul­ması ve başkalarıyla teselli bulması pek kolay değildi.

ikincisi; kocasını o kadar seviyordu ki ona göre ondan daha iyisi olamazdı.

işte bundan dolayı Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'i reddetti. Onlan reddederken onlardan iyisini bulurum ümidiyle değildi. Peygamber (s.a.v.) kendisinden başka teselli bulacağı başka bir kimsenin ol­madığını görünce kendisiyle evlenmesini teklif etti. Ancak kıskançlığını ve çocuklarının küçük olduğunu, ayrıca kendileriyle danışacağı ve nikâh akdini üstlenecek velîlerinin olmadığını ileri sürerek Peygam-ber'in (s.a.v.) teklifini de reddetti. Nihayet Peygamber (s.a.v.) mazeretle­rini kendisinin üstleneceğini söyledi ve böylece onunla evlenmeyi kabul etti. [600]işte o zaman Allah'ın duasını nasıl kabul ettiğini ve Ebû Se­leme yerine ondan daha hayırlısını; Peygamber'i (s.a.v.) verdiğini gözleriyle müşahede etti. [601]

Ümmü Seleme hicret ve musibetinde alelade bir kadın değildi. Hicret esnasında büyük çaba harcamış meşakkat ve sıkıntı çekmişti, kocasıyla çocuğundan bir sene ayrı yaşamanın sıkıntılarını çekmiş ve bunlara sabretmişti. Bütün bu zorluklara rağmen iman ve inancı üzere sebat göstermiş, Allah'ın va'd ve yardımından ümit kesmemiştir. işte bu meziyetleriydi onu Peygamber'e (s.a.v.) eş olmaya ehil kılan.

Ümmü Seleme'nin kendisi bize bunlan anlatıyor ve şöyle diyor: "Ebû Seleme, Medine'ye hicret etmek istediğinde bir devesi vardı. Deve­sini hazırladı ve oğlu Seleme ile beni deveye bindirdi. Sonra devenin yu­larını tutup yola koyuldu. Benû Muğire'nin erkekleri yola koyul­duğumuzu görünce koşup geldiler. Kendin gideceksen git ama bu kızımızı sana vermeyiz, onu nasıl bırakırız? Neye güvenerek onu gur­bete götürüyorsun? dediler. Devenin yularını zorla elinden kaptılar. Bu arada beni de aldılar. O zaman Abdul-Esed oğulları kocasının akraba­ları, kızdılar. Seleme'ye koşup: Vallahi bu kadını kocasından ayırırsanız biz de çocuğunuzu onun yanında bırakmayız, dediler. Her biri çocuğu bir taraftan çekiyordu. Oğlunun kolu yerinden çıktı.

Nihayet Abdu'1-Esed oğulları yani kocamın akrabaları çocuğu alıp gittiler. Muğire oğulları da beni yanlarında hapsettiler. Kocam Ebû Se­leme yalnız başına Medine'ye gitti. Kocamdan da oğlumdan da ayrı kalmıştım. Her gün sabah çevre vadilere gider akşama kadar orada otu­rur ağlardım. Aşağı yukarı bir yıl böyle sürüp gitti. Bir gün amca çocuklarımdan biri beni bu durumda gördü ve Muğire oğullarına: Bu za­vallıdan ne istiyorsunuz? Onu kocasından ve çocuğundan ayırdınız. O zaman, dilersen kocana git, dediler. Abdü'1-Esed oğulları da oğlumu geri verdiler. Devemi yola hazırladım, oğlumu kucağıma alarak Medine yo­lunu tuttum yanımda hiç bir Allah'ın kulu yoktu..."

Hicret esnasında bu kadar sıkıntı çeken, daha önce kocasıyla bir­likte Habeşistan'a yapılan ilk hicrette hicret eden, daha sonra da bir çok korkuya göğüs geren, tehlikeli anlar yaşayan ve bütün bunlara karşı sabreden ve inancında sebat gösteren bir kadına, Ebubekir ve Ömer'in tekliflerini reddettikten sonra onu taltif ve geçiminin üstlenilmesi için Peygamber'in (s.a.v.) evlilik teklifinde bulunmasını çok mu göreceğiz.

Mücahitlerin ailelerini korumak ve onlan taltif etmek için Rasulullah'ı ve ashabını bu yollara iten o insanî duygular ne yücedir![602]

 

6- Hz. Ümmü Habtbe İle Evlenmesinin Hikmeti

 

Ümmü Habibe: Ramle bint Ebi Süfyan b. Harb b. Ümeyye b. Abdi şems'dir. Annesi, Hz. Osman b. Affan'ın halası Safiyye bint Ebi'l-Ass b. Ümeyye b. Abdişems'tir.

Ümeyye oğullanndan Abdullah Cahş b. Rabab onunla evlenmiş ve ondan Habibe isminde bir kızı olmuştu. Künyesinin Ümmü Habibe ol­ması bundandır.

Kocasıyla birlikte Habeşistan'a hicret etmişti. Ne var ki orada ko­cası irtidat ederek hristiyanlığa girmişti. Ümmü Habibe ise islâm üzere sebat etti. Kısa bir müddet sonra kocası öldü. Ümmü Habibe'nin ailesin­den kimse henüz islam'ı kabul etmiş değildi. Hatta akrabaları Ümeyye oğullan, Haşim oğullarına şiddetle düşman idiler. Cahiliyye döneminde mevcut olan bu düşmanlık islâm'ın ortaya çıkışından sonra da devam ediyordu. Kocasının ölümünden sonra Peygamber'in (s.a.v.) önünde, he­saba katması gereken bir kaç husus vardı;

a- Bu kadını taltif etmek gerekiyordu. Çünkü bu kadın fıtrat ve basireti sayesinde yani dinin hak olduğunu idrak etmiş ve ailesinden hiç kimse henüz bu dini kabul etmemişken kendisi kabul etmişti sonra kocası irtidat ettiği halde kendisi islâm üzere sebat etmişti

b- Bu kadın eğer henüz hiç biri islâm'ı kabul etmemiş kendi aşiretine kocasız dönecek olsaydı mutlaka işkenceye maruz kalacaktı. Onu fitneden korumak gerekiyordu.

c- Peygamber (s.a.v.) hidayet ve rahmet olarak gönderilmiştir. O halde kalbleri birbirlerine karşı yumuşatıp ısındıracaktı. Özellikle Ümmü Habibe'nin kabilesi Ümeyye oğullarının kalblerini yumuşatmak gerekiyordu.

işte Peygamber'in (s.a.v.) Ümmü Habibe'ye meyletmesinde ve onunla evlenmesinde bu hususların etkisi vardı.

Daha önce nikah akdinde velinin durumunu anlatınca, Ümmü Ha­bibe Habeşistan'da Peygamberle (s.a.v.) nikâh akdinin yapıldığını ve Medine'ye dönüşünde hicretin altıncı yılında onunla dünya evine girdik­lerini belirtmiştik.

Bu evliliğin hikmetine gelince, Reşid Rıza'mn nakline göre bu ko­nuda imam Muhammed Abduh şöyle demiştir: [603]Ümmü Habibe Ramle bint Süfyan b. Harb'Ie evlenmesine gelince herhalde bunun hik­meti, Ümmü Habibe'nin hayat hikayesini ve akrabalarının cahiliyet döneminde de islam döneminde de Haşim oğullarına düşmanlıklarını ve Peygamber'in (s.a.v.) kalpleri barıştırma hususunda gösterdiği çabayı bilen hiç kimseye gizli değildir. Ramle, Abdullah b. Cahş'ın yanındaydı. Onunla birlikte Habeşistan'a hicret etmişti. Ama kocası orada hris­tiyanlığa girdi kendisi ise islam üzere sebat etti. Bir kadının müslümanhğına bakın ki babası bütün aşiretiyle Peygamber'e (s.a.v.) savaş açmış, kocası ise hicret ettikleri yabancı bir ülkede islâm'ı terke-dip hristiyan olmuş. Bu inanmış kadının iki fitne arasında terk edilmesi mi yoksa kendisi için daha yararlı ve kendisinin de ona yararlı olduğu birinin himayesine alınması mı hikmete daha uygundur? [604]

 

7- Hz. Zeyneb İle Evlenmesinin Hikmeti

 

Peygamber'in (s.a.v.) evlilikleri hakkında ileri geri konuşanlar, en çok Hz. Zeyneble evliliğini dillerine dolarlar.

Herhalde bu meselede peygamberlik makamına dil uzatanlar, Ibni Sa'd'ın rivayetini esas alırlar. Ibni Sa'd, Hz. Zeyneb'in, Zeyd b. Hârise'ye istenmesine dair kısa bir rivayet naklettikten sonra şunları anlatır:

Muhammed b. Ömer bize haber verdi, dedi ki; Abdullah b. Amir el-Eslemî, Muhammed b. Yahya b. Hibbân'ın kendisine şöyle dediğini bana anlattı; Rasûlullah (s.a.v.) Zeyd b. Harise ile görüşmek üzere onun evine gitti. Zeyd, "Muhammed'in oğlu Zeyd" şeklinde biliniyordu. Herhalde o gün Peygamber (s.a.v.) Zeyd'i sordu ve onu bulamayınca evine gitti. Zeyd evde yoktu, hanımı Zeyneb bint Cahş ev kıyafetiyle onu karşıladı ve; Zeyd evde yok ya Rasûlallah anam babam sana feda olsun buyur gir, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) girmedi. Aslında Zeyneb, Rasûlullah'ın (s.a.v.) kapıda beklediği söylendiğinde elbiselerini aceleyle giymiş ve çarçabuk kapıya gelmişti. Rasûlullah (s.a.v.) onu gördüğünde hoşuna gitti. Rasûlullah (s.a.v.) onlara ne için geldiğini söyleyerek he­men geri döndü ama ancak şu sözleri duyuldu; "Yüce Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim kalpleri evirip çevireni tenzih ederim."

Zeyd eve geldiğinde hanımı ona Rasûlullah'ın (s.a.v.) evlerine gel­diğini haber verdi. Zeyd, hanımına; içeri gir demedin mi? dedi. Hanımı, dedim ama girmedi, dedi. Peki ne söyledi? diye sordu kocası. Hanımı: Geri dönüp gittiğinde birşeyler söyledi ama ne dediğini anlamadım, sa­dece; 'Yüce Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim, kalbleri evirip çevireni tenzih ederim" sözlerini net olarak anladım, dedi. Zeyd ardından Rasûlulîah'a gitti ve: Ya Rasûlallah; evime geldiğini duy­dum, niçin içeri girmedin. Anam-babam  sana feda olsun ya Rasûlallah, belki de Zeyneb hoşuna gitmiştir onu boşayayıra mı? dedi. Rasûlullah:

Hanımını yanında tut; boşama buyurdu. Ama o günden sonra Zeyd, hanımına güç yetiremedi. Bazen Rasûlullah'a (s.a.v) gelerek du­rumu haber veriyordu. Rasûlullah (s.a.v) her defasında hanımını boşama-masım ve ondan ayrılmamasını söylüyordu. Zeyd de hep: Onu boşayayım mı? diye soruyordu. Nihayet Zeyd onu boşadı ve Zeyneb idde-tini de doldurdu. Bir ara Rasûlullah (s.a.v) Hz. Aişe'yle sohbet ederken kendinden geçer gibioldu. Kendine geldiğinde tebessüm ederek: "Kim Zeyneb'e gidip ona müjdeleyecek; Yüce Allah gökte onu benimle evlen­dirdi" dedi ve şu âyeti okudu:

"Allah'ın nimet verdiği; senin de kendisine nimet verip hürriyete kavuştur)duğun kimseye: "Eşini yanında tut, Allah'tan kork" diyordun, fakat Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliy­ordun, insanlardan çekiniyordun; oysa asıl çekinmene layık olan, Allah idi. Zeyd o kadından ilişkisini kesince biz onu sana nikahladık ki (bundan böyle) evlatlıkları, kadınlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla evlenmek hususunda mü'minlere bir güçlük olmasın. Allah'ın buyruğu (her zaman) yerine getirilmiştir.[605]

Hz. Aişe diyor ki: Kıskançlığımdan etrafımdaki herşey bana ters görünmeye başladı, çünkü Zeyneb'in güzelliğini duymuştum. Ayrıca o büyük biri; Allah, gökten onu evlendirdi. Artık o bununla bize övünecek, dedim. Hz. Aişe şöyle devam ediyor: Rasûlullah'ın (s.a.v.) hizmetçisi Selma ona haber vermeye gitti. Zeyneb de ona haber götüren Selma'ya üzerindeki gümüş takılan hediye etti.[606]

 

Rivayetin Tenkidi:

 

Kötü niyetliler, islâm'ı kötü göstermek ve Peygamber'ine dil uzat­mak için bu rivayette bir dayanak buldular.

Bazı müfessirlerle tarihçiler oyuna gelerek âyetten kasdedileni açıklamak ve Zeyneb'in evliliğini anlatmak için bu rivayeti naklet-mişlerdir.

Halbuki rivayet islâm ve peygamberi aleyhine uydurul-muşluğunun delillerini ve zafiyetinin alametlerini beraberinde taşıyan bir rivayettir. Gerek sened ve gerek peygamber makamına yakışmayan muhtevasıyla uydurma mahsulüdür. Gün yüzü görmemiş bekâr bir kızdan bile daha çok haya sahibi olan Peygamber'den (s.a.v.) sadır ol­ması katiyetle mümkün değildir. O Peygamber ki yüce Allah'ın: "Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimini faydalandırdığımız dünya hayatının süsüne gözlerini dikme! Rabbinin rızkı hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir"[607]sözüne harfiyyen riâyet ediyordu.

O peygamber ki, evlerin kutsallığını gözetme, evlilik ilişkilerini koruma konusunda da herkese örnek idi. O, şöyle buyuruyordu: "Bir koca ile karısının arasını ya da efendi ile kölesinin arasını bozan bizden değildir.[608]

Rivayet, Peygamber'in (s.a.v.) peygamberlik makamına yakışmayan bir şeyi nisbet etmekle de yetinmemiş, bunun ötesine gide­rek hâşâ Yüce Allah'ın, Zeyd'in kansına göz diken peygamberini mükafatlandırdığını ve peygamberinin onunla evlenme isteğini yedi göğün yukarısından onaylayarak, onunla evlendirdiğini okuyucusuna anlatmak istiyor.

Yüce Allah'ın başkasının karısına göz diken birinin bu isteğini üstlenip onu o kadınla evlendirmesi şanına yakışır mı? Hele en üstün ahlâka ve en temiz kalbe sahip olduğu için kulları arasından peygamber olarak seçtiği birini bu hareketinden dolayı mükafatlandınr mı? Hiç şüphesiz Allah, risaletini kime vereceğim en iyi bilendir.

Yasaklanan bir davranışı işleyen kişi mükâfatlandırılır mı?

Biz bu rivayeti inceledik ve üç yönden tutarsızlığını tesbit ettik:

Birincisi: Rivayet mürseldir. Çünkü rivayeti nakleden Muhammed b. Hibbân, Medine'li bir f&kih olup tabiîndendir. Amcası Vasi' ile Rafı' b. Hudayc, Enes ve başkalarından rivayet etmiştir. Kendisinden de Zührî, Yahya b. Said el-Ensârî, Malik, Leys ve başkaları rivayet etmişlerdir. Bu zât, hicretin 121. yılında vefat etmiştir. [609]ikincisi: Ibni Sa'd'ın kendisinden bu rivayeti naklettiği Mu­hammed b. Ömer el-Vakidî, hadis alimlerince makbul biri değildir.

Zekeriya b. Yahya es-Sâcî: "Muhammed b. Ömer el-Vakidî, Bağdat kadısı olup yalancı olmakla itham edilmiştir" demektedir.

Buharı, onun hakkında şöyle demektedir: "Vakidî, Medine'li, olup Bağdat'ta yaşamıştır. Naklettiği hadisler alınmaz. Ahmed, Ibnu'l-Mübarek ve Ibnu Nemir, hadislerini almamışlardır." Başka bir yerde de imam Ahmed'in, onun yalancı olduğunu söylediğim belirtmektedir.

Beyhakî'nin isnadına göre Şafiî: "Vakıdî'nin kitaplarının hepsi ya­lan mahsûlüdür" demiştir.

Nesaî de şöyle demektedir: Rasûlullah'a (s.a.v.) yalan şeyler isnad etmekle şöhret bulmuş zayıf raviler dört kişidir: Medine'de Vakidî, Horasan'da Mukatıl, Şam'da, Muhammed b. Said el-Maslûb. Dördüncüsünün ismini de zikretti.

Ebû Davud: "Onun hadislerini yazmam ve ondan hadis anlatmam, (onun yalancı olduğunda) şüphem yoktur" demektedir.

Ebû Hatim, Nesaî ve Ibnu Rahuye, onun, hadis uydurduğunu söylerler. [610]

Üçüncüsü: Muhammed b. Ömer'in kendisinden rivayette bulun­duğu Abdullah b. Amir el-Eslemî, zaifu'l-hadistir. Ahmed, Ebû Zur'a, Ebû Asım ve Neaaî onun hakkında "zayıftır" demişlerdir.

Ebû Hatim; "metruk"tur, îbnu Main de: "Zayıftır, bir değeri yok­tur" demiştir.

Buharı: "Hıfzı hakkında konuşuluyor; hadisleri zaptedemiyor" de­mektedir.

Ibnu Hibbân ise: "Senedleri ve metinleri tersyüz ediyordu, mürselleri de direkt Rasûlullah'tan nakledilmiş gibi gösteriyordu" de­mektedir. [611]

O halde üzerinde durduğumuz bu rivayet dolayısıyla sened bakımından da metin bakımından da sahih değildir. Peygamberlik makamına dil uzatılan vehim ve sapıklıkların bu rivayete dayandırılması da tutarlı değildir.[612]

 

İbnu'l-Arabî'nin Bu Rivayeti Tenkidi:

 

Bu nedenle alimler bu rivayeti eleştirmiş ve onu zayıf bul­muşlardır. Îbnu'l-Arabî, bu ve benzeri rivayetler için şöyle demektedir: [613]Bu rivayetlerin hepsinin senedleri sakattır. Aralarında sahih olan, Hz. Aişe'nin şu rivayetidir: Diyor ki: Eğer Rasûlullah (s.a.v.) vahiyden gizlemiş olsaydı, "Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine ikram edip (hürriyete kavuşturduğun) kimseye: "Eşini yanında tut, Al­lah'tan kork" diyorsun. Halbuki Allah'ın açığa vuracağı şeyi, in­sanlardan çekinerek içinde gizliyorsun. Oysa asıl korkulmaya layık olan Allah'tır" [614]ayetim gizlerdi. Rasûlullah (s.a.v.) Zeyneb'le evlendiğinde, "oğlunun hammıyla evlendi" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah şu ayeti indirdi: "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın resulü ve peygam­berlerin sonuncusudur. [615]

Rasûlullah (s.a.v.) Zeyneb'in kocasını küçükken evlatlık edinmişti. Büyüdüğünde de ona "Muhammed'in oğlu Zeyd' diyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirmiştir: "Onları (evlat edindiklerini­zi) babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu tak­tirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin." [616]

Îbnu'l-Arabî şöyle demektedir: Bu rivayetin dışındakiler muteber değildir.

"Peygamber (s.a.v.) onu gördü ve ona aşık oldu" şeklindeki sözlerine gelince, tamamen asılsızdır. Çünkü her zaman ve her yerde Rasûlullah onunla beraberdi. O zaman hicab (örtünme) emri gelme­mişti. Aynı yerde büyüdüler ve her an onu görüyordu. O zaman ona aşık olmadı da evlenip kocaya vardıktan sonra mı ona aşık oldu?! Yüce Allah şöyle buyurduğu halde: "Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının süsüne gözlerini dikme. [617]

Kadınlar dünya hayatının en aldatıcı süsleridir. Boşanmış kadınlara bile göz dikmek haram iken Rasûlullah (s.a.v.) kalkıp nikah altında olan bir kadına mı göz dikecek?!

Olay şudur: Zeyneb henüz kocasının yamndayken Cebrail gelip onun eşi olduğunu söylüyor. Hemen ardından da Zeyd gelip onu boşamak istediğini; onunla geçinemeyeceğini söylüyor. Rasûlullah da (s.a.v.): "Allah'tan kork, hanımını yanında tut" diyor. Ancak Zeyd, onu boşamakta ısrar ediyor ve boşuyor. Iddeti dolduktan sonra da Rasûlullah ona talip oluyor. Allah da sözkonusu ayeti indiriyor. Sözkonusu ayette yüce Allah şöyle buyuruyor: Ya Muhammed, Allah'ın kendisine nimet verdiği senin de ikramda bulunup hürriyete kavuşturduğun kimseye: "Hanımını yanında tut, Allah'tan kork" dediğini hatırla. Allah'ın açığa vurduğu -yani onu sana nikahlamamı zı-içinde gizliyordun. Bunu açığa vuran Allah'tır, başkası değil."

Peygamber (s.a.v.) kesin olarak biliyordu ki yüce Allah, Zeyneb'in kendi eşi olduğunu haber verdiğine göre, bu haber mutlaka kesindir ve mutlaka ortaya çıkacaktır. Çünkü yüce Allah'ın haber verdiği naçar vuku bulacaktır.

Bu müfessirlerden din konusunda bilgisi az kimi müfessirlerin an­lattıklarından Peygamberin (s.a.v.) berî olduğuna delildir. [618]

 

Ebû Hatim'in Rivayeti Tenkidi:

 

Ibnu Hacer'in de el-Feth, VIII-425 te belirttiği gibi Ibnu Ebî Hatim bu kıssayı Süddî'nin rivayetinden net ve açık bir şekilde naklediyor. Diyor ki: Bu âyetin, Zeyneb bint Cahş hakkında indiği bize ulaştı. Zey­neb'in annesi, Rasûlullah'ın (s.a.v.) halası Umeyme bint Abdilmut-talib'tir. Rasûlullah (s.a.v.) Zeyneb'i azatlısı Zeyd b. Harise ile evlendir­mek istedi. Zeyneb önce bunu reddettiyse de sonra Rasûlullah'ın (s.a.v.) uygun gördüğüne razı oldu ve Rasûlullah onu Zeyd'le evlendirdi. Sonra yüce Allah Rasûlüne onun eşlerinden olduğunu haber verdi. Ne var ki Rasûlullah, Zeyd'e, onu boşamasını emretmekten utandı. Bazı ailelerde olduğu gibi Zeyd'Ie Zeyneb arasında anlaşmazlık vardı ve bu anlaşmazlık sürüp gidiyordu. Rasûlullah Zeyd'e karısını yanında tut­masını ve Allah'tan korkmasını tavsiye ediyordu, insanların kendisini kınamalarından ve oğlunun karısıyla evlendi Zeyd onun evlatlığı idi-demelerinden korkuyordu. [619]

 

İbnu Hacer'in Rivayeti Tenkidi:

 

Ibnu Hacer aynı yerde Suddî'nin yukarıda zikrettiğimiz rivayetini zikreder ve onun hasen olduğunu belirtir. Aynı yerde Hakim et-Tirmizî'den bir rivayet nakleder ve onun zayıf olduğunu belirtir. Abdur-rezzak'tan da bir rivayet nakleder ve bu rivayet hakkında herhangi bir değerlendirme yapmaz. Sonra şöyle der: Bu konuda Ibni Ebi Hatim ve Taberî'nin tahric ettikleri başka rivayetler de vardır. Müfessirlerden bir çoğu bu rivayetleri nakletmişlerdir. Ancak bu rivayetler, kendileriyle meşgul olmaya değmezler. Bu konuda mutemet olanları zikrettim. Ne­tice itibariyle Peygamber'in (s.a.v.) gizlediği, Zeyneb'in yakında ona eş olacağına dair Allah'ın verdiği haberdir. Böyle davranmasına sebep de, insanların: Evlatlığının karısıyla evlendi, demelerinden endişe etmesiy­di. Yüce Allah bununla, cahiliye döneminde evlatlıklar hakkındaki hükmü en güzel şekilde iptal etti. Evlatlığının boşanmış hammıyla pey­gamberini evlendirdi. Müslümanların lideri bunu yapsın ki müslümanlar bunu kabul etmeye daha yatkın kılınsın. Rasûlullah'ın endişesinin ne olduğu konusunda tutarsız bir çok teviller yapılmıştır. Hiç şüphesiz Allah daha iyisini bilir. [620]

 

Hz. Zeyneb'in Bazı Menkıbeleri:

 

Hz. Zeyneb, yukarıda sözkonusu ettiğimiz yüce hikmet sebebiyle Allah'ın onu peygamberiyle evlendirmesine layık biriydi. Müstakim bir ahlâk; üstün bir takva, zühd ve vara' sahibiydi. Ümmü Seleme onun hakkında şöyle demektedir: Rasûlullah'a (s,a.v.) hayran idi. Rasûlullah da onunla çok sohbet ederdi. Saliha biriydi, çok oruç tutar, gece çokça ibadet ederdi. El işi yapar ve kazancının tamamını fakirlere infak eder­di.

Ibnu Hacer, Muhammed b. Ka'b'ın şöyle dediğini nakleder: Zeyneb bint Cahş'ın maaşı on iki bin dirhem idi. Bir yıl hariç bu maaşı kendisi yememiştir. O şöyle diyordu: Allah'ım bu mal beni Kabil'in durumuna düşürmesin. Çünkü o fitnedir. Sonra onu akrabalarına ve ihtiyaç sahip­lerine dağıtırdı. Bu durum Hz. Ömer'e ulaştığında bu kadına hayır gid­er dedi ve kapısına giderek selam verdikten sonra: Gönderilen maaşı dağıttığını duydum, şimdi sana bin dirhem gönderiyorum onu kendine harca dedi. Ancak bu gelen bin dirhemi de aynı şekilde dağıttı.

Peygamber (s.a.v.) onun sadaka verme hususundaki cömertliğini överek: "Bana en erken ulaşanınız, eli en uzun olanınız (en çok sadaka vereniniz) dir" buyurmuştur.

Peygamber (s.a.v.) bu sözleriyle Hz. Zeyneb'i kasdediyordu. Çünkü Peygamber'den (s.a.v.) sonra hanımları arasında en erken vefat eden odur. Hicretin 20. yılında elliüç yaşında vefat etmiştir.

Hz. Aişe, onu kasdederek: "Övgüye layık, öksüz ve dulların sığınağı gitti" diyordu. [621]

 

8- Hz. Zeyneb Bint Huzeyme İle Evliliği

 

Zeyneb bint Huzeyme b. el-Hâris b. ÂbdiUah b. Amr b. Abdimenâf b. Hilâl b. Amir b. Sa'saa'dır. Cahiliye döneminde Ümmü'l-Mesâkin. (fakirlerin anası) olarak bilinirdi. et-Tufayl b. el-Hâris b. Adilmuttalib b. Abdimenâf in karısı idi. Bu zat onu boşadıktan sonra Ubayde b. el-Hâris ile evlendi. Ubayde de Bedir savaşında şehit düştü.

Peygamber'in (s.a.v.) onunla evlenmesinin sebepleri, Ümmü Se­leme ile evlenmesindeki sebeplere benzer.

Reşid Rızâ, Tefsîru'l-Menâr'da Muhammed Abduh'un bu konuda şöyle dediğini nakleder: "Peygamber'in (s.a.v.) onunla evlenmesindeki hikmete gelince; bu kadın cahiliyet döneminde kadınların en faziletlile-rindendi. Fakirleri gözetmesi ve onlara yardım etmesi sebebiyle ona Ümmü'l-Mesâkin diyorlardı. Kocasının şehit düşmesinden sonra bu üstün vasıflarından dolayı Rasûlullah (s.a.v.) onu taltif etti; dul kalıp zillete duçar olmasını istemedi. [622]

Peygamber (s.a.v.) hicretin otuzuncu ayında onunla evlendi. Sekiz ay sonra da vefat etti. Rasûlullah (s.a.v.) cenaze namazını kıldırdı ve onu Bakî mezarlığına defnetti. [623]

 

9- Hz. Cuveyriye Bint El-Hâris İle Evliliği

 

Cuveyriye bin el-Hâris b. Ebî Dırâr b. Hubayb b. Aiz b. Malik b. Cüzayme b. el-Mustahk Huzâa kabilesindendir.

Rasûlullah'ın (s.a.v.) onunla evlenmesi uzun zamandır islâm'ın sa­vunduğu, şâriin arzu ettiği bir hedefi; kölelerin âzad edilmesini ve in­sanları buna teşvik etmeyi gerçekleştirmek idi.

Hz. Aişe (r.a.), Cuveyriye'nin evlilik kıssasını ve bunun büyük et­kilerini bize şöyle anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) Mustalık oğullarının kadınlarını esir aldı. Ganimetin beşte birini çıkardıktan sonra geri ka­lanını, süvarilere iki, yayalara bir olmak üzere gazilere dağıttı. Cuvey­riye bint el-Hâris, Sabit b. Kays b. Şemmâs el-Ensârî'nin payına düştü. Cuveyriye, Safvan b. Malik b. Cüzeyme ismindeki amca oğluyla evliydi ve kocası savaşta öldürülmüştü. Sabit b. Kays, dokuz ukiyye karşılığında Cuveyriye'yi azat edeceğini söyledi. Güzel ve tatlı bir kadındı, gözalıcı idi.

Peygamber (s.a.v.) yanımda oturuyordu. Cuveyriye geldi. Azat edilmesi için kendisine yardımcı olmasını istiyordu. Allah'a yemin ede­rim, onu ilk görmem idi. Peygamber'in (s.a.v.) yanına girmesinden hoşlanmadım, çünkü benim gördüğüm (o güzelliğini) kendisinin de göreceğini biliyordum. Ya Rasûlallah, ben aşiretinin reisi el-Hâris'in kızı Cuveyriye'yim. Başıma geleni biliyorsun. Sabit b. Kays'in payına düştüm. Beni azat etmesi için dokuz ukiyye üzere anlaştık. Fakat bu miktarı bulamadığım için yardımına geldim, dedi. Rasûlullah:

"Ya sana daha iyi bir şey teklif edersem, ne dersin?" buyurdu. Cu­veyriye: Nedir, dedi. Rasûlullah: "Ben azat edilmen için gereken parayı vereyim, sen de benimle evlenir misin?" buyurdu. Evet evlenirim ya Resûlallah, dedi. Rasûlullah (s.a.v.): "Ben de veriyorum" buyurdu. Bu haber müslümanlar arasında yayılınca: "Rasûlullah'ın kayınları hiç köle edinilirler rai" dediler ve herkes elindeki Mustalık oğullarından olan köleleri serbest bıraktı. Rasûlullah'ın (s.a.v.) Cuveyriye ile evlen­mesi sayesinde azat edilen ailelerin sayısı yüzü buldu. Bereketi aşiretine bu kadar yarayan başka bir kadın bilmiyorum. (Hz. Aişe'nin sözleri burada son buldu.)

Bunun, aşiretine etkisi büyük oldu ve hepsi toptan islâmı kabul ettiler, daha önce İslama düşman iken dost ve yardımcı oldular. [624]

 

10- Hz. Safîyye Bînt Huyey Île Evliliği

 

Saffiye bint Huyey b. Ahtab b. Saye b. Amir b. Ubayd b. Kab. el-Hazrec. Israiloğullârından olup Hz. Harun b. Imran'ın torunlanndandır.

Safiyye ile Selâm b. Mişkem el-Kurazî evlenmişti. Sonra bu zat onu boşamış ve Kinane b. er-Rabf b. Ebî'l-Hukayk en-Nadrî onunla ev­lenmişti. Ancak Kinane, Hayber savaşında öldürülmüş ve Safiyye esir düşmüş, taksimattan sonra Dihye el-Kelbî'nin payına düşmüştür. Safiy-ye'nin Dihye el-Keibî'nin payına düşmesine rıza göstermediler. Rasûlullah'a gelip: Ya Resûlallah, Safiyye, Kurayza ve Nadîr oğullarının reislerinin kızıdır, senden başka birinin payına düşmesini uygun görmüyoruz, dediler. Rasûlullah (s.a.v.) bu görüşlerini uygun buldu ve iki sebeple onu Dihye'ye köle olmanın zilletinden kurtardı:

Birincisi: islâmı kabul edecek olursa onu azat edeceğini teklif etti.

ikincisi: islâmı seçtiğinde ona evlilik teklif etti. Kabul edince de azat edilmesi için verdiğini mehrine saydı.

Böylece ona huzurlu ve mutlu bir evliliği garanti etti. Ayrıca bu evlilik onun için büyük bir şerefti de.

Peygamber'in (s.a.v.) onunla evlenmesinin sebeplerinden biri de, eski peygamberlerin soyuyla akrabalık kurmak ve böylece onlarla soy bakımından da bir bağlantı kurmaktı. Çünkü Safiyye'nin soyu, Hz. Musa ve Hz. Harun'a dayanıyordu. Peygamber (s.a.v.) bu anlamı ve bu sebebi dile getirmeğe Özen gösterdi. Nitekim bu defasında -diğer hanımları kendilerinin Safiyye'den daha üstün olduklarını söyleyerek Safiyye'yi kızdırmağa çalıştıklarında- Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle demiştir: "Nasıl benden daha üstün oluyorsunuz, Hz. Harun benim babam, Hz. Musa benim amcam ve Muhammed de kocamdır demedin mi?" [625]

 

11- Hz. Meymûne İle Evliliği

 

Meymûne bint el-Hâris b. Hazn b. Buhayr b. Mihzem b. Ruveybe b. Abdiliah b. Hilal b. Âsim b. Sa'saa

Annesi ise, Hind bint Avf b. Züheyr b. el-Hâris b. Hımâta b. Cürş'tir.

Meymûne, Peygamber'in (s.a.v.) evlendiği son kadındır. Bu evlilik, Safiyye ile evliliğinden sonra hicretin yedinci yılında olmuştur.

Cahiliye döneminde Mes'ûd b. Amr b. Umeyr es-Sakafî ile evlen­miş, sonra da boşanmıştır, islâm döneminde de Ebû Rühm b. Abdiluzzâ b. Ebî Kays ile evlenmiş fakat bu kocası da vefat etmiştir.

Kocasının vefatından sonra Meymûne'nin durumu Hz. Şevde ile Ümmü Seleme'nin durumuna benziyordu. Buna ilaveten hem Hâşim oğullarıyla hem de Mahzûm oğullarıyla akrabaydı. Peygamber (s.a.v.) Meymûne ile evlenmekle aşiretler arası akrabalığı gerçekleştirecek ve onları İslama ısındıracaktı.

Bütün bunları bir tarafa atsak bile Rasûlullah (s.a.v.) sünnetinin yayılmasını hedef edinmişti ve bu ilmin anlaşılması ve başkalarına te­bliğ edilmesi birçok karısının olmasını gerekli kılıyordu. Bu, yalnız Meymûne için değil, evlendiği diğer kadınlar için de geçerli bir husus­tur.

Nitekim hanımlarından her biri, duyduğu hadisleri ve anladıkları ilmi başkalarına tebliğ görevini yerine getirmiştir. Altı hadis kitabını Tayâlisî, Bezzar, Ebû Ya'lâ, Ahmed ve el-Humeydî'nin müsnedlerini, Taberânfnin Mu'cemlerini, Abdurrezzak'ın Musannafinİ Said b. Man-sur'un Sünen'ini, Hakim'in Müstedrek'ini ve diğer hadis kitaplarını in­celeyen bunu açıkça görür.

Bir rivayete göre Hz. Meymûne, kendisini Peygamber'e (s.a.v.) hibe (hizmetine vakf) etmiştir. [626]

Bu rivayet doğru ise, Meymûne, kendilerini Peygamber'in (s.a.v.) hizmetine vakfedenler arasında Peygamber'in (s.a.v.) evlendiği tek kadındır. Ibnu Kesîr'in de belirttiği gibi kendilerini bu şekilde vakfeden­ler birkaç tane idi. [627]Kendilerini hibe edenlerle evlenmek sadece Peygamber (s.a.v.) için caizdir. Başkalarıyla evlenmenin şartlan, daha önce nikâhın rukûn ve şartları bölümünde anlatılmıştı.

Peygamber'in (s.a.v.), mü'minlerin analarının her biriyle evlenme-sindeki yüce hikmetleri sıralamaya çalıştık. Gördüğümüz gibi bunlann hepsi siyaset, din, ilim, kardeşlik ve üstün insanî ilişkiler açısından mutlaka gerçekleştirilmeleri gereken en önemli hususlarla ilgilidir.

Bu hikmet, bizatihi art niyyetlilerin şüphe ve saldırılarını, cahille­rin teVillerini yerle bir etmeğe yeterlidir.

Peygamber (s.a.v.), evliliklerinde yüce bir hedef peşinde olduğu gibi eşleri arasında âdil davranma konusunda da Önderdir.

Onun (s.a.v.) evliliklerinden bahsederken üzerinde duracağımız üçüncü nokta eşleri arasındaki adaletiyle ilgilidir.[628]

 

Peygamber (S.A.V.), Eşleri Arasında Adaleti Nasıl Sağlıyordu?

 

Peygamber (s.a.v.) üstesinden gelebildiği hususlarda eşlerinden hiçbirini diğerine üstün tutmuyor; hepsi arasında âdil davranıyordu. Şöyle ki: [629]

 

1- Yanlarında Geceleme Konusunda Adaletli Bir Taksim:

 

Ebû Davud, Hakim ve îmam Ahmed, Hz. Aişe'nin Urve'ye şöyle dediğini rivayet ederler: "Yeğenim, Rasûlullah (s.a.v.) yanımızda kala­cağı geceleri paylaştırma konusunda birimizi diğerine üstün tutmuyor­du. Ayrıca hemen hemen hergün herbirimizi ziyaret eder, kadın-erkek ilişkisinde bulunmamaksızın bizimle sohbet eder ve sonunda sıra kim-deyse ona gider, onun yanında gecelerdi.[630]

Eşlerinden Şevde bint Zem'a, yaşlanıp Rasûlullah'ın (s.a.v.) kendi­sinden ayrılacağının farkına vardığında: Ya Resûlallah, benim sıram Aişe'nin olsun demiş ve Rasûlullah da bunu kabul etmiştir. [631]

 

2- Yolculuğa Çıktığında Hangisini Beraberinde Götüreceğini Kur'an İle Belirliyordu:

 

Buhârî, Ebû Davud, Ibnu Mâce, Ahmed ve Müslim, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini naklederler:

"Rasûlullah (s.a.v.) bir yolculuğa çıktığında hanımları arasında kur'a çeker ve kimin kur'ası çıkarsa onu beraberinde götürürdü. Ayrıca her hanımının gün ve gecesini paylaştırırdı." Ancak Şevde bint Zem'a gününü Aişe'ye bağışlamıştı. [632]

 

3- Başkasının Yanında Kalmasını Gerektiren Bir Durum Olduğunda O Gün Hangisinin Sırası İse, Ondan İzin Alırdı:

 

Ahmed ve Buhârî, Hz. Aişe'den şunu nakleder: Rasûlullah (s.a.v.), ölümüyle sonuçlanan hastalığında: Yarın sıra kimde? diyerek Hz. Aişe'nin gününü öğrenmek istiyordu. Bunun üzerine hanımları, istediği yerde kalmasına izin verdiler ve vefat edinceye kadar Hz. Aişe'nin odasında kaldı. Hz. Aişe şöyle diyordu: Eğer sıra takip edilseydi vefat ettiği gün yine benim sıram idi. Ruhunu teslim ettiğinde başı göğsüme dayalı idi.

Yukarıdaki ifade Buharî'nin rivayetidir. [633]

Ahmed'in Hz. Aişe'den rivayeti ise şöyledir: Rasûlullah (s.a.v.) hastalığı ve ağrısı ağırlaş tığın da kendisine benim odamda bakılması için hanımlarından izin istedi ve onlar da izin verdiler.

Bu anlattıklarımız, Peygamberin (s.a.v.) adaletini ortaya koyan vak'alardan bazılarıdır. O, gücünün yettiği hususlarda adalete riayet eder, sonra da Allah'a şöyle dua ederdi: "Allah'ım, elimden gelen husus­larda taksimim budur. Senin kadir olduğun ve benim yapamadığım hu­suslarda beni kınama."

Ayrıca bu kadar kadını hareminde toplamıştı ve bu kadınlar değişik çevre ve aşiretlerden gelmişlerdi, farklı yapı ve karakterlere sa­hiptiler. Bununla birlikte aralarında âdil davrandı, iyi muamelede bu­lundu, huzur ve sükûnun hakim olduğu bir aile oluşturdular böylece, her karakterdeki kadınla nasıl davranılacağını, adaletin nasıl gerçekleşeceğini ve nasıl davranılması gerektiğini pratik hayatıyla da gözlerimizin önüne sermiş oldu.

O (s.a.v.) şöyle buyuruyordü:

"Sizin en hayırlınız, ailesine en iyi davranandır; aranızda ailesine en iyi davranan ise benim. [634]

Eşlerinin çokluğu, peygamberliğinin delillerinden biri olmuştur. Çünkü onda herhangi bir ahlâkî kusur bulunsaydı, eşlerinden bazıları bu sırrını ifşa ederlerdi. Vahiyden herhangi birşeyi gizlemiş olsaydı, eşlerinin arasında bundan haberdar olanlar olurdu. Ne de olsa kadın idiler ve kadınlardaki kıskançlık, zaman zaman aralarında görülen çekemezlik mutlaka bu hususları ortaya çıkarırdı.

Nitekim Peygamber (s.a.v.), Hz. Hafsa'ya artık Mariye ile bir gizlice söylemiş ve ondan bu sırrım sakla­masını istemişti. Ama Hz. Hafsa, sırrını ifşa etmiş, gidip Hz. Aişe'ye bu haberi çıtlatmıştı. Yüce Allah, peygamberine sırrının ifşa edildiğini bil­direrek şöyle buyurmaktadır: "Peygamber, eşlerinden bîrine gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü (gizli tutmadı başkasına) ha­ber verdi. Allah da bu davranışını o (peygamberi) ne açıklayınca (peygamber, hanımına) bu (söyledikleri) nin bir kısmını bildir­miş (şunları şunları filana söyledin demiş), bir kısmından da vazgeçmişti. (Peygamber) bunu ona haber verince eşi; 'Bunu sana kim söyledi?' dedi. Peygamber, 'Herşeyi bilen (herşeyden) haberdar olan (Allah) bana söyledi' dedi.[635]

Sahabe, evlenmekten uzak duran biriyle karşılaştıklarında onu evlenmeye teşvik ediyor, korku ve tereddütlerini gidermek için çalışıyorlardı. Evliliği teşvik ederken de, ümmetin en hayırlısının, Muhammed (s.a.v.) olduğunu; ümmet içerisinde en çok karısı olanın da o olduğunu; bununla birlikte en başarılı evliliklerin onun tarafından yapıldığını, mutlu bir aile yuvası kurduğunu ve eşleri arasında âdil davrandığım söylüyorlardı.

Evliliğe nisbetle kadınlardan uzak durmak ve ruhbanlık daha üstün olsaydı, Peygamber'in (s.a.v.) kendisi evlenmezdi. Oysa en çok kadınla evlenen odur.

Bunları söyleyerek -çok evliliğe değil ama hiç evlenmemiş olanı evlenmeğe teşvik ediyorlardı.

Bu konuda Ahmed, Buharî ve Hakim, Said b. Cübeyr'in şöyle dediğini naklederler; Ibnu Abbas bana; Evlendin mi diye sordu, hayır evlenmedim, dedim. Dedi ki; "Evlen, çünkü bu ümmetin en hayırlısı, en çok kadını olan idi. [636]îbnu Hacer (el-Feth. IX. 94'te) bu hadisi yorumlarken şöyle de­mektedir: Hadisin açıklanmasında; Muhammed ümmetinde diğer fazi­letleri eşit olanlar arasında daha çok evli olan üstündür, denilmiştir. Ama anlaşılan o ki, daha üstündür, derken Peygamber'i (s.a.v.) kasde-diyordu. Çünkü o zaman sahabe hayattaydı ve özel durumlara yani üstünlüklere sahip olanlar vardı. Ibni Abbas bu sözüyle; evliliğin tercih edildiğini, eğer evlenmemek daha üstün olsaydı, öncelikle Peygamber (s.a.v.) onu tercih ederdi. Çünkü Allah'tan en çok korkan o idi ve evli­liğin yararlarını da en iyi bilen oydu demek istiyor.

Ibnu Hacer, sonra şöyle devam ediyor: Rasûlullah'ın (s.a.v.) çok kadınla evlenmesinin hikmetine dair alimlerin söylediklerini maddeler halinde toplamak mümkündür.

Birincisi: Rasûlullah'ın (s.a.v.) gizli hallerine muttali olanların çoğalması, böylece müşriklerin sihirbazdır ve benzeri iddialarının tu­tarsız olduğunun ortaya çıkması.

ikincisi: Akrabalığıyla Arap kabilelerinin şereflenmesi. Üçüncüsü: Bu yolla bu kabilelerin birbirlerine yakınlaşmaları.

Dördüncüsü: Rasûlullah'ın (s.a.v.) sorumluluğunun arttırılması. Çünkü onlardan sevdikleriyle meşgul olup tebliği aksatmaması isten­miştir.

Beşincisi: Hanımları sebebiyle aşiretinin çoğalması. Böylece ona savaşanlara karşı yardımcıları çoğalmıştır.

Altıncısı: Erkeklerin muttali olmadığı şer'i hükümlerin nakledilip başkalarına aktarılması. Çünkü erkekle kadın arasında vuku bulan şeylerin pek çoğu gizli tutulur.

Yedincisi: Rasûlullah'ın (s.a.v.) bâtını ahlâkının güzelliklerine de muttali olunması. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) Ümmü Habibe ile evlen­diğinde babası Rasûlullah'ın düşmanlarından idi. Yine babasının, am­casının ve kocasının öldürülmesinden sonra Safiyye ile evlenmiştir. Eğer çok mükemmel bir ahlâka sahip olmasaydı bu hanımları ondan nefret ederlerdi. Oysa Rasûlullah'ı akrabalarından daha çok sev­mişlerdir.

Sekizincisi: Rasûlullah'ın (s.a.v.) olağanüstü olmasının anlaşıl­ması. Çünkü çoğu zaman kendisini doyuracak bir yiyecek bulamıyordu. Bulduğunda da onu dağıtırdı. Çokça oruç tutardı. Bununla birlikte bir gecede bütün hanımlarıyla beraber olurdu. Bu, bedenî kuvvet gerekti­ren bir husustur ve bedeni kuvvetlendirecek gıdalara ihtiyaç gösterir. Oysa o bu tür gıdalara sahip değildi.

Dokuzuncusu: Araplar, çok kadınla evlenmeyi över bunu erkek­liğin mükemmelliğinin delili sayarlardı. Bununla birlikte Rasûlullah'ın (s.a.v.) hanımlarının çokluğu, Rabbine ibadetten onu alıkoymamış ibadetini arttırmıştır. Ayrıca onların da haklarına tam olarak riayet etmiştir. (îbnu Hacer'in anlattıkları, kısaltılarak buraya alınmıştır.)

Onuncusu: Evlendiği kadınların iffetlerini koruması ve haklarını yerine getirmesi.

Bu son maddeyi Ibnu Hacer, Kadı lyaz'dan nakletmiştir.

Bu bölümde evliliğe teşvik etmeyi ifade eden hususları inceledik.

Evliliği teşvik sadece ferde yönelik bir hitap değildir, aksine, toplum da bekarları evlendirmekle teşvik edilmiştir.[637]

 

Evlilik Konusunda Toplumun Görevleri

 

Evliliğin Islâmdaki önemini ve evliliğin başarı ve başarısız­lıklarının toplumu derinden etkilediğini anlatmaya ihtiyaç yoktur.

Bu sebeple evlilik konusunda hem fert, he de toplum muhataptır. Hatta Kur'ân'da evlendirme ile ilgili hitap özellikle topluma yönel­tilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 'İçinizden bekârları ve köle ve cariyelerinizden iyileri evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah lütfuyla onları zengin eder. Allah geniş (nimet ve lütuf sa-hibi)dir, (herşeyi) bilendir.[638]

Evlendirmek ya da başkalarının nikâhını üstlenmek an­lamındadır. Fukahanın terminolojisinde "nikâh" birbirlerinden yarar­lanmaları kendisi sayesinde helal olan eşler arasındaki akiddir.

Ayetin orjinalinde geçen ise bekar olsun, dul olsun kocası olmayan kadın ve karısı olmayan erkek için kullanılır.

Tebrizî, Ebû Temmam'ın Divanın şerhinde, bu sözcüğün daha çok karısı ölen dul erkek ve kocası Ölen dul kadınlar için kullanıldığını söyler. [639]

Buna göre âyet her iki sınıfı da içermektedir.

Bu sözcükle yalnız dul kadının kasdedildiği de söylenmiştir. Bunu söyleyenler, imam Malik ve Sünen müelliflerinin îbnu Abbas'tan nak­lettikleri Peygamber'in (s.a.v.) şu hadisini delil getirirler.

"Dul kadın kendi hakkında karar verme hususunda velisin­den daha hak sahibidir. Kızdan da kendi hakkında izin vermesi istenir. İzni ise s us ması dır."

Diyorlar ki: Hadiste bekârın karşıtı olarak kullanılmıştır.

Bu görüşe şöyle cevap verilmiştir: Kelimenin lügatte eşi olmayan hem bekâr ve hem de dul hakkında kullanılmış olması caizdir. Hadiste bekârı tayin eden kelime kullanıldığından dul hakkında bu kelime kul­lanılmıştır. [640]

Âlimlerin çoğunluğu en-Nadr'ın görüşündedir. Buna göre âyet: "Eşi olmayanları evlendirin" anlamındadır.

Ayetteki hitap, ümmetin tamamınadır, sadece bekârların velile­rine ve kölelerin efendilerine değildir. Bu görüş evladır. Çünkü:

a- Toplumun maslahatı ile evlilik arasında sıkı bir bağ vardır. Toplumun gelişmesi, ailenin görevini mükkemmel bir şekilde yerine ge­tirmesine bağlıdır. Bu hususu daha önce etraflıca anlatmıştık.

b- islâm toplumu, dayanışma üzere kurulmuştur. 'İyilik ve takva üzerinde yardımlasın"[641] ayetiyle şu hadîsi şerif buna delalet et­mektedir: "Müslüman, müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez ve onu problemleriyle başbaşa bırakmaz. Her kim müslüman kardeşinin ih­tiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacım giderir. Her kim bir müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet sıkıntılarından biri­ni üzerinden giderir. Her kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter. [642]

Evlilik topluma da yararlı olduğuna göre, zenginlerin bu hususta fakirlere yardımcı olmaları hatta aile ekonomisinde mutahassıslann ve aileyle ilgili sosyolojik ve psikolojik alanlardaki uzmanların da evlilik problemlerini çözmeye çalışmaları onlar için bir görevdir.

c-Daha önce de belirttiğimiz gibi aile işlerini düzenlemek, aileyi koruyan kanunları çıkarmak ve aile için huzurlu ortamı sağlamak, toplumsal görevlerini yerine getirmesi için aileye yardımcı olmak, toplu­mun hakkıdır.

Hiçbir toplum, göğün hidayetinden müstağni değildir. Sapma ve tökezlemelerden uzak kalmak, yolundaki engelleri bertaraf etmek husu­sunda bu hidayete muhtaçtır. Bu hidayet ona en doğru ve en emniyetli yolu gösterir.

Kur'an burada toplumun görevlerini belirtiyor ve bazılarınca engel olması muhtemel vehimleri izale ediyor.

Âyetin anlatmak istediği şudur: Ehil olanlara evlilik yolunu hazırlayın, onlara çalışma ve gelir getiren yollan kolaylaştırın. Hayatın gidişatım durdurmak için kimse, evlenmek isteyeni engelleyerek fakir­liğini gerekçe göstermesin. Çünkü zengin olmak da, fakir olmak da Al­lah'ın elindedir. Evlenmek, fakirliğin sebeplerinden değildir, belki de zenginliğe giden yolun başlangıcı olur. Nice kişi evlendikten veya so­rumluluğunun farkına vardıktan sonra çalışmasını kat kat arttırmış, damarlarında çalışkanlık kanı atmaya başlamış, ailesine mutlu ve onurlu bir hayat düzeyi kazandırmak için işine dört elle sarılmıştır.

Belki de o zaman kadın, kocasının yararlı iş yapmasına ve helal kazanç elde etmesine etki eder, onu teşvik eder. Yüce Allah: "Eğer fakir iseler, Allah, lütfuyla onlan zengin eder" buyururken hiç şüphesiz doğru buyurmaktadır. Mesele, eninde sonunda Allah'ın feyz ve fazlına dayalıdır. Kimse evlenip de, Allah bana zenginlik ve bolluk hususunda garanti vermiştir diyerek çalışmayı terkedemez. Çünkü yüce Allah: "Eğer fakir iseler, Allah onlan zengin eder" buyurmuyor. "Lütfuyla" buyuruyor. Yani iş, O'nun lütuf ve dilemesine kalmıştır. Böylece evlilik göğünün altın ve gümüş yağdırmayacağım haber veriyor. Kâinata ha­kim kıldığı kanunlann sebeplere dayalı olduğu hususunda bizleri uyanyor. Bizleri çalışmaya teşvik ediyor. Hiç şüphesiz Allah, güzel iş yapanın ecrini boşa çıkarmaz.

Aynca O'nun bol verişinin, çok cömert oluşunun, kapsamlı bir ilim ve üstün bir hikmete mebni olan kaza ve kaderine uygun cereyan ettiği de unutulmamalıdır.[643]

 

Toplumun Görevini Üstlenmemesi Durumunda Ferdin Görevleri

 

Toplumun görevi buydu.

Peki toplum bu önemli görevini yerine getirmediğinde ferdin görevi nedir?

Hangi sebeple olursa olsun evliliğe giden yollan zorlaştırdığında gençlerin takip edecekleri yol nedir?

Yukandaki ayeti açıklayan şu âyet bunu açıklıyor: "Evlenme (imkanı) bulamayanlar, Allah kendilerini lütuflarından zengin edip evlenme imkânına kavuşturuncaya kadar iffetlerini koru­sunlar.[644] Yani kendilerini korumak ve üstün bir ahlâka sahip ol­mak için gayret etsinler; iffetli davransınlar. Ta ki Allah yolu kolay-laştırsın, onlara fırsat versin; onlan bu imkâna sahip kılsın.

O halde ferdin görevi, iffetli olmaktır. [645]

 

İffete Giden Yol

 

İffetin iki vesilesi vardır:

Birincisi: Kişinin cinsî arzulannı tahrik eden kapılan kapaması ve ona giden kanallan daraltmasıdır. O zaman bu arzulann baskısı zayıflar ve hareketi söner, işte burada ruh berraklaşır, maddi pislik­lerden kurtulur ve güçlenen iradesiyle cinsî arzulara kulak vermez, madde dünyasında isteksiz olur. Parlak ruhî ortama kendini atmış olur. Bu ise oruç tutmakla olur.

Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Muhakkak ki şeytan, kanın vücutta dolaştığı gibi insan vücudunda dolaşır.[646]

Yine şöyle buyurmaktadır: "Nafakaya gücü yeten evlensin. Gücü yetmeyen ise, oruç tutsun, çünkü oruç kalkandır. [647]

Hz. isa'nın havarilerine şöyle dediği rivayet edilir: "Havarilerim, midelerinizi aç tutunuz, belki kalbleriniz Rablerini görürler."

Psikologlarca bu, yücelme olarak bilinir.

Bu husus, Nûr süresindeki âyetlerin anlatımındaki parlaklıkta da kendini gösterir. Yüce Allah, yukarıda zikrettiğimiz âyetten önceki âyetlerde fitneye düşmekten insanı koruyan şeyleri anlatmakta ve şöyle buyurmaktadır:

"Müminlere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu (hareket) onlar için daha temiz (ve yararlı)dır. Şüphesiz Allah onların her yaptıklarından haberdardır. Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Süslerini göstermesinler. An­cak kendiliğinden görünenler hariç başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtıp boyunlarını örtsünler. Süslerini kimseye gös­termesinler. Yalnız kocalarına yahut babalarına, yahut oğul­larına, yahut kocalarının oğullarına, yahut kardeşlerine, yahut kardeşlerinin oğullarına, yahut kızkard eşlerinin oğullarına, ya­hut kadınlarına, yahut ellerinin altında bulunan (köle ve ca-riye)lerine, yahut kadına ihtiyacı bulunmayan (iktidarsız, şehvetsiz) erkeklerden tabilerine, yahut kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklara (gösterebilirler). Gizledikleri süslerinin bilinmesi için ayaklarını (yere) vurmasınlar. Ey müminler, topluca Allah'a tevbe edin ki felaha eresiniz. [648]

Daha sonra Yüce Allah, cinsel duygulan doyurmanın meşru yolu­nu ve bunun evlenmekle olacağını belirterek şöyle buyurmaktadır: "İçinizden bekârları evlendirin..." [649]

En sonunda da, evlenme yolu, kişinin önünde güçleştiğinde hangi yolu takip edeceğini belirtmektedir. O zaman evlenemiyor diye yasaklanmış meyveyi koparamaz hatta ağacına bile yaklaşamaz. Aksine iffet­li olması ve onu kötülüğe sevkeden nefsinin dürtülerinin üstesinden gel­mesi gerekir. Ta ki evlenme imkânı buluncaya kadar. Yüce Allah'ın şu sözü bunu anlatıyor: "Evlenme (imkânı) bulamayanlar, Allah ken­dilerini lütfundan zengin ed(ip evlenme imkânına kavuştur)un-caya kadar iffetini korusunlar." [650]

Bu durum daha çok tasavvuf ehli arasında kendini gösterir.

Kişi, cinsi arzularım bastırmak için oruçtan başka bir yol da tu­tabilir, ilmî meselelerle uğraşır, ruhî riyaziyat ile kendini meşgul eder. Böylece fikrî veriler, onu şehevî duygularla meşgul olmaktan alıkoyar. Ruhî bir yüceliğe erişir ve şehevî duyguları zayıflar.

Nasıl nesil sahibi olmak maddî yönden insandaki ebedî kalma duygusunu doyuruyorsa, aklî veriler de manevî bir şekilde onu doyurur. Hatta öyle görülüyor ki bunun önemi ve etkisi daha fazladır.

Peygamber (s.a.v.), kişinin kalıcı amelini ve ölümünden sonra etki­si devam edenini anlatırken bu iki hususu bir arada zikretmesinin bir sebebi vardır. O, şöyle buyurmaktadır: "Ademoğlu öldüğünde üç şey hariç ameli kesilir. Bunlar: Sadaka-i cariye, kendisiyle yarar­lanılan ilim ve kendisine dua eden salih evlattır. [651]

Diğer yönden bu aklî eğilim insanı büyük ölçüde rahatlatır, cinsî arzuların baskısını hafifletir ve ateşini söndürür.

Çünkü fikrî verilerle uğraşmak, bedenî verileri zayıflatır. Nitekim tecrübeler, fikrî alanlarda çalışan, aklî meselelerle meşgul olan araştırmacı ve mucitler, çocuk sahibi olma hevesi en az olan ve cinsi meselelerle en az ilgilenenlerdir. Çünkü onlar enerjilerini tamamen o yöne yönlendirmişlerdir. [652]

İkincisi: ikinci vesileye gelince psikologların ikame diye isimlen­dirdikleri metoddur. Kişi kendini birşeyle meşgul eder ve bu onun ka­zancını artırır. Ya da bir mesleği olur ve düşüncesini hep o yöne yöneltir. Veyahut herhangi bir sportif faaliyetle uğraşır. Bununla ev­lenme yerine enerjisini başka maddi bir hedefe yöneltmesini kastediyo­ruz. O alanda sebeplere sarılır. Ta ki Allah'ın emrine sarılmasından do­layı iffetli davranmasına karşılık Allah onu lütfundan zengin kılıncaya kadar.

Ayet, bu anlattıklarıyla hadisin anlattığından daha geniş bir çerçeveye işaret ediyor. Çünkü hadis, iffet vesilesi olarak sadece oruca işaret ediyor. Ayet ise genel anlamda iffeti gündeme getiriyor. [653]

 

Bir Soru Ve Cevabı:

 

insanın zihnine şöyle bir soru takılabilir: Ayet, evlenme imkanı bulamayanlara, Allah tarafından onları zengin kılıncaya kadar iffetli davranmalarım emrediyor.

Sizler de iffetin vasıtaları olarak, oruç tutmayı, cinsî arzuları bastırmayı; maddî şeyler yerine manevî şeylere yönelmeyi bedenî veri­lerle nesil ve şehevî arzulara karşın aklî ve ruhî verilere yönelmeyi salık veriyorsunuz.

Bu anlattığınız ruhbanlığa götürmez mi? Oysa biz biliyoruz ki islâm ruhbanlığı şiddetle reddetmiş ve ondan sakındırmıştır.

Cevap olarak deriz ki: Ruhbanlığın ilk hedefi; ibadetlerde aşırılık ve onlarda fena bulmaktır. Kişi kendini öyle onlara kaptırmalı ki, ruh ile cesedi arasında bir uyumun olacağını kesin olarak reddedecek bir yol izlemelidir. Kendisini etki altında bırakacak bir ortamda yaşamamalı; aile ortamından uzak durmalıdır. Ruhbanlık yolunu seçen kişi, her top­lumun, gelişiminde ihtiyaç duyduğu devamlı değişimde görevini tam olarak yerine getirebilmesi için kaçınılmaz olan hak ve görevlerden uzak durmaya özen gösterir. Yani ruhbanlıkta hedeflenen asıl niyet bu­dur. [654]

 

Değişim Önce İçte Başlar:

 

"Bir toplum içindekini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez."[655]

Bu durumda, hayatta görevini yerine getirmesi için aileyi kim yönetecek? Toplum nasıl gelişip değişecek? Devlet sarayını kim yükseltecek ya da yeniden inşa edecek? insanın Allah indinde üstün bir mertebeye ulaşması ancak çokça ibadet etmesi, bedenine ağır gelen şeyleri yapması ve bütünüyle kendini bu yola kaptırması gerektiği düşüncesiyle cinsel arzuları öldürmek suretiyle tutulan yol selbilik, toplumdan uzak durma, ferdî ve içtimaî sorumluluktan kaçma ise bütün bunları kim yerine getirecek?

ilk nesil müslümanlanndan bir grup fiilen ruhbanlık yolunu tuttu; kadınlarla ilişkilerini kesip yıl boyu oruç tutmaya ve gece boyunca iba­detle meşgul olmaya azmettiler. Ama Rasûlullah (s.a.v.) onların bu du­rumunu duyar duymaz takip ettikleri bu yolu reddetti. Allah'ın bu ümmete ruhbanlığı yazmadığını onlara açıkladı. Böyle bir yola gitmele­rine rıza göstermeyeceğini söyledi. Kendilerinin, toplumlarının, bu be­denlerinin onlar üzerinde hakları bulunduğunu onlara anlattı. Al­lah'tan en çok korkanın; en müttakilerinin kendisi olduğunu, bununla birlikte bazen oruç tuttuğunu, bazen tutmadığını, hem namaz kıldığım, hem de uyuduğunu, kadınlarla da evlendiğini belirterek şöyle buyurdu: "Her kim, sünnetimden (takip ettiğim yoldan) yüz çevirirse, ben­den değildir." [656]

Peygamberin (s.a.v.) salık verdiği, evlenme imkânı bulunmayan­lar içindir, o gurubun arzuladığı şekilde değildir.

Oruç, şehevî arzunun harareti etkisiyle olacak sapma için koruyu­cudur. Cinsî arzuların baskısı sürekli değildir. Ancak arttığı ve kişinin kendinden emin olamama yani bir sapmaya düşme ihtimali karşısında oruç tutma salık verilmektedir. Tıpkı ağrı kesici ilâcın kullanılışı gibi. Ruh ile madde arasındaki dengeyi korumak için oruç tutulur.

Bu açıdan oruç cinsî arzuların insana tahakküm etmelerine engel olur. Diğer taraftan kişinin dünya hayatıyla ilgilenmesine, çalışıp ka­zanmasına engel değildir.

Nitekim Peygamber (s.a.v.): "Ben bazen oruç tutarım, bazen de tutmam" buyurmaktadır. Yüce Allah da, iffetli olmayı emrettikten son­ra "Allah onları lütfü ile zengin kılıncaya kadar" buyurmaktadır. Zengin olmak ise, az önce belirttiğimiz gibi çalışma ve gayret ile olur.

Ayrıca duyguların başka tarafa yönlendirilmesi ve maddî şeyler yerine manevî şeylere yönelinmesi, kişinin insan olmaktan çıkması, in­san olma karakterini terketmesi, aile ve toplumdan uzak durması an­lamına gelmez.

Ayrıca kişi, cinsel arzularını bastırmak için sürekli oruç tutup ge­ceyi ibâdetle geçirmez. Toplumunun problemlerinden uzak düşmez. Başkalarından geçinen asalak hayatı yaşamaz. Aksine o problemleri bizzat kendisi de yaşar, onların çözümü için uğraşır. Üstün değerlerin topluma yerleşmesi için var gücüyle çalışır. Toplumun değişip gelişmesi için kendisine düşen görevi yerine getirir.

Böyle bir kişinin oruç tutması, evliliğin değerini ve hayattaki et­kilerini inkâr etmesinden kaynaklanmıyor.

Aksine o, inandığı görevi, çizdiği programı ve belirlediği, onun için yaşadığı hedefidir. Uzun ya da kısa bir müddet için bunu ertelemek is­temektedir. Belki istediği eşi bulabilse, hiç beklemeden onunla evlene­cektir. [657]

 

Psikologlara Göre Evlilik Ve Ailenin Hedefleri

 

Şu zikrettiğimiz hususların bazıları, sonunda psikologların ulaştıkları neticelerin hepsiyle uyum içerisindedir. Onlar, evlilik ile aile hayatını şu maddelerde toplarlar:

1-Vicdanî ve ruhî açıdan cinsî ilişkiye azamî değer verilmesi. Çünkü insanın mutluluğu, eşleri birbirlerine bağlayan bağların aynı anda hem cinsî hem de manevî olmasını gerekli kılmaktadır.

2- Çocukların ölçülü sevgi ve sevgiye dayalı uyum ortamında yetişmeleri.

3- Kişinin, toplumda hak ve görevlerini idrak eden, toplumun ya­rarlı bir üyesi olmak üzere eğitilmesi. Değilse, kişi hep kendi etrafına çeker; almaktan, istemekten başka bir şey bilmez. Sorumluluklarının farkında olmaz. Oysa toplumun yararlı bir üyesi olabilmesi için sorum­luluklarını; iyilik yapmayı ve vermeyi öncelikle bilmesi gerekir.

4- Çocuğun ilerde mutlu ve başarılı bir evlilik yapabilmesi için ted­rici olarak ve farkına varmadan eğitilmesi.[658]

Kur'an ve Sünnet, üstün içtimaî bakış açıları ve geniş insancıl ufukları ve bu bağlılığa kutsallık değeri vererek onu kesin bir teminat ve pekiştirilmiş bir ahid olarak kabul etmeleri sebebiyle daha üstün bir yol izlemişlerdir. Kişi bu sayede sadece insanlara karşı değil, öncelikle Allah'a karşı ve sadece dünya için değil, ahiret için de bu sorumlu­luğunu hisseder.

Yüce Allah şöyle buyurur: "Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. [659]

"İman eden ve zürriyetleri de iman ile kendilerine tabi olanlar (var ya!) İşte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık. Onların amellerinden de hiçbirşey eksiltmedik." [660]

"(O sonuç) Adn cennetleridir, oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından salih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklar. (Melekler): "Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir!" derler. [661]

 

Sonuç:

 

Evlilik işte budur. Gayeleri ve kutsallığıyla. Şimdi de evlilik Öncesi ve ona mukaddime olan, sonra da evlilik hayatını kuşatan ve uçsuz bu­caksız hayat okyanusunda onunla birlikte olacak olan, o gayeye ulaşması için ona yardımcı olan, o kutsallığı gözeten ve onlar ol­maksızın ailevî istikrar ve huzura kavuşmak mümkün olmayan ve aile­nin toplumdaki rolünü onlarsız üstlenmesi imkân dışı bulunan husus­ları ele alacağız.

Eş seçimi, kız isteme, akid, geçinme ve bunlarla ilgili hususlar, hak ve sorumluluklar, v.s...

Bütün bu hususlarda eşler arasında anlaşma ve yardımlaşma gözetilir. Aileyi koruyan, onun görevini yerine getirmesine yardımcı olan ve evlilik kayığını sevgi, huzur ve şefkat kıyısına götürüp böylece toplumla yapıcı iletişim içerisine girmesini sağlayan şeyleri gerektirir. Şimdi bunları göreceğiz. [662]

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

DİN VE İLMİN IŞIĞINDA EŞ SEÇİMİ

 

KURAN VE SÜNNET ÇERÇEVESİNDE EŞ SEÇME

 

I- Kur'an Çerçevesinde Eş Seçme

 

Kur'ân-ı Kerim birçok âyetinde bu alandan bahseder. Kişiye hangi kadınların haram, hangilerinin helal olduğunu ve hangilerinin iyi ve hangilerinin iyi olmadığını açıklar.

Bu âyetlerden bazıları şunlardır:

"Allah'a ortak koşan kadınlarla, onlar inanıncaya kadar, evlenmeyin. (Allah'a ortak koşan kadın), hoşunuza gitse dahi, inanan bir cariye, ortak koşan (hür) bir kadından iyidir. Ortak koşan erkekler de inanıncaya kadar, onlarla (kadınlarınızı) ev­lendirmeyin. (Allah'a ortak koşan hür bir erkek) hoşunuza gitse dahi, inanan bir köle, ortak koşan bir adamdan iyidir. (Zira) on­lar ateşe çağırıyorlar. Allah ise izniyle cennete (girmeğe) ve mağfirete çağırıyor. İnsanlara âyetlerini (böyle) açıklıyor ki öğüt alsınlar.[663]

"Geçmişte olanlar hariç, (bundan böyle) babalarınızın ev­lendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu fuhuştur, (Allah'ın) hışmıdır ve iğrenç bir yoldur. Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, tey­zeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizleri emziren ana­larınız, süt bacılarınız, karılarınızın anaları, birleştiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız -eğer onlarla birleşmemişseniz, (kızlarını almaktan ötürü) üzerinize bir günah yoktur- kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları ve iki kızkardeşi bir arada almanız. Ancak geçmişte olanlar hariç. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. (Savaşta esir olarak) ellerinize geçen (cariyeler) müstesna, evli kadınlar (la evlenmeniz) de (yasaklandı. İşte bun­lar) size Allah'ın yazdığı yasaklardır. Bunlardan Ötesini, iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız) size helal kılındı. O halde onlardan ne kadar yararlandmızsa, ona karşılık kesilen ücretlerini (mehirlerini) bir hak olarak verin. Mehrin kesiminden sonra karşılıklı anlaşmak (suretiyle kesilenden az veya çok vermeniz) de üzerinize bir günah yoktur. Şüphesiz Allah bilendir, hikmet sahibidir. [664]

"Bugün size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kendilerine ki­tap verilenlerin yemeği, size helal, sizin yemeğiniz de onlara helâldir. Ve inananlardan, namuslu hür kadınlar zina etmeksi­zin, gizli dost tutmaksızın namuslu bir biçimde mehirlerini ver­diğiniz taktirde size helâldir. Kim inanmayı kabul etmezse, onun ameli boşa çıkmıştır ve o ahirette kaybedenlerdendir.[665]

"Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadınlara; iyi kadınlar, iyi erkeklere; iyi erkekler de iyi kadınlara (meyleder). Bunlar (Peygamber, Aişe ve Safvan) on­ların dediklerinden uzaktırlar. Kendilerine (Allah'tan) bir mağrifet ve cömertçe bir rızık vardır. [666]

Ayeti kerimelere baktığımızda şu aşağıdaki hususlara önem ver­diklerini görürüz:

1- iman.

2- Ahlâk.

3- Soy akrabalığı ve süt akrabalığı.

4- Evlilik sebebiyle akrabalık.

Şimdi bu hususları tafsilatıyla göreceğiz. [667]

 

İman Ve Nikah

 

İlk âyetin sözkonusu ettiği iman meselesine gelince, o hayatta doğru davranışın temeli, ruhî huzurun sebebi ve umut kaynağıdır. "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin; zira kâfir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez. [668]Çalışanın teşvikçisidir. "(Yapacağınızı) yapın amelinizi Allah da, Resulü de, müminler de görecektir." [669]Bu durumuyla iman, kişinin peşinde koştuğu gayesinin gerçekleşmesi ve elde etmek istediği güzel sonuçlann kefilidir. Allah buna bir misal veriyor; "güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir ki (o ağaç), Rabbinin iz­niyle her zaman yemişini verir. [670]

imanı olmayan, gerdanında söz, akide ve amel süsleri bulunma­yan insandır. Ruhu çirkindir, kötü huyludur, üstün değerleri hep mad­deye gömülüdür, hedefi, haktan başkasıdır: "Hevâ ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın, (yanındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi ona Allah'tan sonra kim doğru yolu gösterecek, düşünmüyor musunuz?" [671]

Böyle bir kişiden mi insanî mesaj beklenir? Hangi içtimaî hedefi gerçekleştirmesi umut edilir? Gölgesinde hangi huzurlu hayattan bah­sedilebilir?

"Kötü sözün durumu da gövdesi yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma imkanı) olmayan kötü bir ağaca benzer. [672]

"Onlar ateşe çağırıyorlar. Allah ise izniyle cennete (girmeğe) ve mağfirete çağırıyor. [673]

O halde Kur'an-ı Kerim'in imanı, üstün bir hayata giden her şeyin temeli olarak görmesinde, bu arada kendisinden en güzel meyveler bek­lenen evliliğin de temeli olmasını istemesinde şaşılacak bir durum yok­tur.[674]

 

Ayetten Çıkarılacak Sonuçlar:

 

Ayet-i kerimenin ışığında şu sonuçları çıkarabiliriz:

a- iman ile şirk arasında büyük bir uçurum vardır, iman, her iyi­liğin kaynağıdır. Aynı şekilde şirk de, her kötülüğün kaynağıdır.

b- iman sahibi, güçlü olma, güzellik, soy ve hürriyet gibi meziyet­lere sahip olmasa da, bu meziyetlere sahip müşrikler üstündür.

Çünkü sınırlan, kayıtları, gaye ve hedefleri bulunan ve sürekli de­vam edecek olan bir ilişki sözkonusu. Temelleri atılacak, varlığı koruna­cak bir ilişki. Bu alanda imandan daha önemlisi yoktur.

Evlilik geçici ve duygusal bir ilişki değil ki güzelliğin, malın, güç ve itibarın sözü edilsin.

c- Müşrikin sorumluluğunu hissetmesi diye birşey yoktur. Kutsal değerleri olmayan, hâk-hukuk tanımayan birinin gözünde evlilik nedir ki? Onun için böyle bir akdi bozmak ve sorumluluğundan sıyrılmak çok kolaydır. Müşrikin evlilik bağları çürümüş iplere benzer.

Biri Hz. Hasan'a: "Benim kızım var, çok da isteyenleri var. Kime vereyim?" diye sordu. Hz. Hasan (r.a.) şöyle cevap verdi: "Onu müttakî birine ver. Çünkü onu severse, ona değer verir, sevmezse, ona zulmet­mez.

d- Vücutça güçlü, soyca üstün ve görünüşçe yakışıklı bir müşriği seven kadın, o müşrikin inanç ve düşüncesinden de büyük ölçüde etki­lenir. Aynı şekilde boyu, soyu ve güzelliği sebebiyle bir müşrik kadını seven erkek de, o müşrik kadının inanç ve düşüncelerinin etkisinde kalır.

Çünkü bir şahsı benimseyen ve ona hayran kalan, kalbinin derin­liklerinde ona saygı duyar, nihayet onu kutsallaştırabilir. Farkında ol­sun veya olmasın ondan büyük Ölçüde etkilenir, onun gönlünü kazan­mak için tüm çabasını harcar. Yavaş yavaş dünyayı onun gözüyle görmeğe, kulağıyla duymaya başlar. Onu ne kadar taktir ediyorsa, o ölçüde ona yakın olmaya çalışır. Yaklaştıkça da, kendi değerlerinden, üstün tuttuklarından uzaklaşır.

e- Eşlerden birinin durumu bu olunca, ya çocukların üzerindeki etki nasıl olacaktır. Hangi tarafa gidecekler? An a-b ab al arının çatışan değerleri ve farklı inançları arasında şaşırıp kalmayacaklar mı?

f- Müşrikin durumu şu açıkladığımız şekilde olduğuna göre, müşrik neye çağırır, arkadaşını nereye götürür?

O, dünyada hayat cehennemine, âhirette de cehennem ateşine çağırır, iman ise, dünyada hayat nimetlerine âhirette ise naim cenne­tine çağırır.

O nerede, bu nerede!

Henüz sözün başında iman ile şirk arasında derin bir uçurumun bulunduğunu söylememiş miydik? Bunu birbirinden ayırt edemeyenin, onları birbirine karıştıranın ve cennete çağırana koşmayanın, duygu­ları körelmiştir, vicdansızdır, geri zekâlıdır ve aklından zoru vardır.[675]

 

Îman Ve Ahlâk

 

Kişi ne kadar derin bir imana sahip ise, mü'minlerin ahlâkiyle ahlâklanması, dinî emirlere riayeti ve dinî değerlere bağlılığı da o ölçüde olur.

Bu sebeple mü'minim iddiasında bulunan ya da mü'minler cemaa­tine intisap eden herkes, evlilik alanında seçilmeğe ehil değildir.

Salih amel kişinin ağırlığını arttırdığına ve hem Allah, hem de in­sanlar indinde değerini yükselttiğine ve onu hem dünya, hem de âhirette sevaba eriştirdiğine göre, ki Yüce Allah "erkek ve kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, onu (dünyada) hoş bir

hayatla yaşatırız, onların ücretlerini yaptıklarının en güzeliyle

veririz" buyurmaktadır. [676]Aynı şekilde iyi ahlâkın ve iffetli olmanın da iman ile birlikte eş seçimi alanında bir varlığı ve değeri vardır.

Bu sebeple iman ile birlikte iffetli olmak, seçim alanlarının en güzelidir. Ahlâk örgüleriyle korunmuş mümin erkek, iffet elbisesini kuşanmış mümin kadına denktir. Fasık erkek de ancak fasık bir kadına ehildir.

Yüce Allah şöyle buyurur: "Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu, mü'minlere haram kılınmıştır. [677]

Amr b. Şuayb, babasından, o da dedesinden şunu nakleder: Mirsed b. Ebî Mirsed el-Ganevî, Mekke'deki esirleri kaçırıyordu. Mekke'de Anâk isminde bir fahişe vardı ve Mirsed'in dostu idi. Mirsed, dedi ki: Peygamber'e (s.a.v.) gittim ve: Ya Resûlallah, Anâk ile evleneyim mi? dedim. Peygamber (s.a.v.) sustu, bana cevap vermedi. Sonra şu âyet indi: "Zina eden kadınla ancak zina eden veya müşrik olan erkek evle­nebilir." Peygamber (s.a.v.) beni çağırdı ve bana bu âyeti okuduktan sonra: "O kadınla evlenme" buyurdu. [678]

Tirmizî, zikrettiği rivayette Mirsed'in bu isteğinin sebebinin, cahiliye döneminde bu şahsın o kadınla dostluğunun olduğunu zikreder. Al­lah ona islâmi nasip edince de kahramanca bir iş yapmayı düşündü. Belki böylece Allah günahlarını affeder ve mükâfatını yüceltir.

Kureyşlilerin gaflet anlarını kollar ve müslüman esirleri Mekke'den Medine'ye kaçırırdı. Mehtaplı bir gecede Anâk onun Mekke'de bir duvarın gölgesinde saklandığını ve sözleştiği bir esiri bağlandığı yerden çözmek için fırsat kolladığını gördü. Anâk onu tanıdı, dehşete kapılmıştı, birden: Mirsed, diye bağırdı. Mirsed, cevap verdi. Anâk onu kendisiyle gecelemeye ve geçen günlerin anılarını yatağında paylaşmaya çağırdı.

Ancak Mirsed, Anâk'ı hayal kırıklığına uğrattı: Anâk! Allah bize zinayı haram kıldı, dedi. Umduğunu bulamayan Anâk, Mekke'lilere ses­lenerek birinin müslüman esirleri kaçırmak istediğini haber verdi. Mirsed saklandığı yerden fırlayarak kaçtı. Aralarından sekiz kişi peşine düştüler, ancak yakalayamadılar.

Her halde Mirsed bu fedakârca işe devam etmek istiyordu. Ancak onun bu durumunu öğrenen o kadından emin olmak için onunla evlen­mek istedi. Böylece onu kendi tarafina çekmek istiyordu. Bu gibi du­rumlarda sahabenin yaptığı gibi Peygamber'den (s.a.v.) izin istedi. Va­hiy, yeni toplumun ahkâmını getirmeğe devam ediyordu, henüz bütün kurallar inmiş değildi.

Gayenin sorumluluğuna rağmen, islâm bu metoddan şiddetle sakındırdı. Ayet inerek böyle birşeyin bir mü'mine yakışmayacağını be­lirtti. [679]Bir mü'min böyle bir çirkefliğe düşmezdi; mü'minin zânî bi­riyle ne işi vardı!

Evet iffetli biri zâniye bir kadınla evlenecek olsa ergeç o kadının çirkefliğine sürüklenecektir. Çünkü o kadının kendine göre günahkârlardan oluşan özel bir çevresi vardır, onlar o kadını terket-meyeceklerdir. Ancak gerçekten tevbe ederse, o başka. Ne var ki fahişeler arasında bu şekilde tevbe edenler çok azdır.

Batıl, ister istemez mutlaka hakkettiğini bulacaktır.

Bir müddet sonra vakıaya teslim olacak, içinden bir aile kura­mayacağım düşünmeğe başlayacaktır. Çevresinde olup bitenler onu ilgi­lendirmemeğe başlayacak ya da Önemsemeyecek, nihayet dinî hamiyet gittikçe zayıflayacaktır.

Daha sonra değer ölçüleri değişecek ve geleneklerle ahlâkî değerlerden soyutlanacak ve ahlâksız karısının çevresine doğru sürüklenerek bataklığa düşecektir.

Hele bir de bunun sonucunda soyların karışması, çocukların farklı eğilimlere sahip bir ana ve baba kucağındaki şaşkınlıkları; istikrar ve huzurun hakim olduğu, vicdan ve ahlâkın gölgesinde oluştuğu, ahlâk ve değerlere bağlılığın geliştiği huzur, sevgi ve şefkat ortamından mahrum kalışları daha da karmaşık problemler getirecektir.

Haddi zatında islamiyet, bu gibilere tevbe kapısını kapatmış değildir. Aksine tevbe etmeleri için kapıları ardına kadar açmıştır ve bu durumdan kurtuldukları taktirde evlilik konusunda sakıncalı kişi ol­maktan da kurtulurlar.

O çirkin mesleklerini kınamakla birlikte bir beşer olarak böyle bir hataya düşmüş olmalarını mümkün görür.

Onlara yaklaşmayı şiddetle sakındırmasına rağmen güzel bir tev­be ile tevbe edenlerine kucak açar.

Onlardan şiddetle sakındırırken hedef bizzat kendileri değil, toplum ve aileye olan zararından dolayı tuttukları yoldur.

Eğer samimi olarak o yolu tepebilirlerse, mü'minler safına girerler ve Allah, günahlarım sevaba çevirir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve onlar ki Allah ile beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa günahı (nın cezasını) bulur. Kıyamet günü onun için azâb kat kat yapılır ve o (azab)ın içinde hor ve hakir olarak kalır. Ancak tevbe edip inanan ve faydalı bir iş yapanlar, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere değiştirecektir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.[680]

Ibnu Kesir, bir adamın Ibnu Abbas'a: Bir kadınla oynaşır; Allah'ın haram kıldığı şeyler yapardım. Yüce Allah bana tevbe etmemi nasip etti, ben de o kadınla evlenmek istedim. Bazıları: Zina eden erkek, an­cak zina eden veya müşrik olan bir kadınla evlenebilir, dediler. Ibnu Abbâs: O, bununla ilgili değil, onunla evlen, eğer günahı varsa benim boynuma, dedi.

Ibnu Kesir, bir gurup âlimin: "Tevbe edildiği taktirde, evlenmek caiz olur" şeklindeki görüşlerine delil olarak bu rivayeti zikretmektedir. [681]

Ibnu Kesir bu rivayeti zikretmeden önce, Ahmed b. Hanbel'in şöyle dediğini naklediyor: iffet sahibi bir erkeğin, tevbe etmedikçe fahişe bir kadınla evlenmesi caiz değildir. Ancak tevbe ederse, o zaman nikâh akdi sahih olur. Aynı şekilde hür ve iffet sahibi bir kadının, gerçek bir tevbe ile tevbe etmedikçe facir ve ahlâksız bir erkekle evlen­mesi caiz değildir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bu (tür ev­lenmek), müminlere haram kılınmıştır." [682]

Bu sebeple Ibnu Hanbel'in akdi yapıldığı takdirde bunun geçerli olduğu haramlığın, böyle bir evliliğe adım atmak olduğu şeklindeki görüşüne katılmak mümkün değildir. Ibnu Hanbel'in bu görüşünü yukarıda zikretmiştik. [683]Yüce Allah'ın şu sözü de, dediklerimizi desteklemektedir: "Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadınlara; iyi kadınlar, iyi erkeklere; iyi erkekler de, iyi kadınlara; (meyleder).[684]

Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem, şöyle demiştir: Kadınlardan kötü olanlar, erkeklerden kötü olanlaradır; erkeklerden kötü olanlar, kadın­lardan kötü olanlaradır. Kadınlardan iyi olanlar, erkeklerden iyi olanla­radır; erkeklerden iyi olanlar da, kadınlardan iyi olanlaradır. [685]

Yüce Allah, soy akrabalığından, süt akrabalığından ve evlilik sebe­biyle akrabalıktan dolayı kadınlarla evlenmeyi haram kılmış, bunun dışındakileri ise helal kılmıştır.

Ancak ahlâkî sağlamlık, kişinin seçmek istediği eşte mutlaka bu­lunması gereken bir husustur; seçimin şer'î olabilmesi için bu şarttır. Kadın müslüman da olsa, onda bu şart aranır. Nitekim şu âyet-i kerîme de buna delalet etmektedir: "Bunlardan Ötesini, iffetli yaşamak, zina etmemek şartiyle mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız), size helal kılındı, [686]

Ehl-i kitaptan olan kadınla ilgili olarak da şöyle buyurulmaktadır: "Bugün size, iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâl­dir. Ve inananlardan namuslu hür kadınlar ve sizden önce ken­dilerine kitap verilenlerden namuslu hür kadınlar -zina etmek­sizin, gizli dost tutmaksızın namuslu bir biçimde mehirlerini verdiğiniz taktirde- size helaldir. Kim inanmayı kabul etmezse, onun ameli boşa çıkmıştır ve o âhirette kaybedenlerdendir." [687]

Ancak bu kadınların, helal olmalarının ilk ve temel şartı semavî bir kitaba inanıyor olmalarıdır.

Müslüman olsun, ehl-i kitaptan olsun eş olarak seçilecek kadında ahlâkî sağlamlığın şart koşulması, hayat ortağını seçerken çok dikkatli ve ihtiyatlı olmamızı gerektiriyor. Ancak bu şekilde evlilik gayesine ulaşır ve ondan beklenen sonuçlar gerçekleşebilir.

Ibnu Mâce, kendi senediyle Ebû Umame'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu naklediyor:

"Mü'min kişi, Allah'tan korkmasından sonra, saliha bir kadından daha hayırlısını elde etmemiştir; ona emrettiği za­man, enirine itaat eder; ona baktığı zaman, onu sevindirir; onun üzerine yemin ettiğinde, yeminini doğru çıkarır; yanında bulun­madığında da kendi nefsi ve onun malı hakkında samimi dav­ranır.[688]

Sevbân'ın şöyle dediği rivayet edilir: "Altın ve gümüşle ilgili âyet indiğinde, sahabe; acaba hangi malı edinsek dediler. Ömer: Ben sizin için öğreneyim, dedi ve koşarak devesine bindi ve Peygamber'e (s.a.v.) gitti. Ben de peşinden gittim. Ya Resûlallah, hangi malı edinelim? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sizden her biriniz şükreden bîr kalb, zikreden bir dil ve âhiret işinde kendisine yardımcı olacak mümin bir eş edinsin. [689]

Müslim, Abdullah b. Amr'dan Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:

"Dünya  bir  yararlanma  yeridir.   Onda  yararlanılacak şeylerin en hayırlısı ise, saliha kadındır. [690]

Buhârî, Ebû Hüreyre'den Peygamber'in (s.a.v.) saliha kadın ve onun çocuklarıyla kocasına dair tavrım vasfedişini rivayet eder: "Deveye binen kadınların en hayırlıları Kureyş'in saliha kadınlarıdır; küçük çocuklarına çok şefkatli ve kocalarının sa­hip olduğu şeyi çok gözetirler.[691]

 

Ehl-1 Kitap Kadınlarıyla Evlenmek

 

Daha önce sözkonusu ettiğimiz ahlâkî sağlamlık penceresinden meseleye ışık tutmaya çalışacağız. Çünkü mutlu bir evlilik; ailede hu­zur, sevgi, şefkat ve ahlâkî sağlamlığa dayalıdır.

Herşeyden önce hemen şunu belirtelim ki, müslüman âlimlerin büyük çoğunluğu ehl-i kitaptan iffetli bir kadınla evlenmenin caiz olduğunu söylerler. [692] Ancak sahabeden ileri gelenlerin bazısından, üzerinde düşünülmeğe ve nazan itibara değer değerlendirmeleri vardır. Hz. Ömer ve Ibnu Abbas -Allah her ikisinden razı olsun- bunlardandır:[693]

 

Hz. Ömer'in Görüşü:

 

Hz. Ömer, ahlâk ve davranışlarından şüphe edildiği durumlarda onlarla evlenmeyi reddetmiştir.

Taberî, senediyle Şakîk'in şöyle dediğim rivayet ediyor: "Huzayfe, yahudî bir kadınla evlendi. Bunun üzerine Hz. Ömer, ona: "Onu bırak" diye yazdı. Huzayfe, cevap yazarak: Bana, onu bırak derken onunla ev­lenmenin haram olduğunu mu kasdediyorsun? dedi. Hz. Ömer: Hayır, haram olduğunu kasdetmiyorum. Ama korkuyorum ki onlardan fahişe olanlarla evlenirsiniz, dedi. [694]

 

Ibnu Abbâs'ın Görüşü:

 

Ibnu Abbas'a gelince, bir taraftan böyle bir evliliği ihtiyatla karşılamış, diğer taraftan toplumun mashalatını hesaba katmıştır. Ona göre düşman ya da düşman tarafları olan ehl-i kitaptan bir kadınla ev­lenmek haramdır. Böylece o, zımmî olan ile harbî olanı birbirinden ayırt etmiştir.

Bu görüşün önemli bir tarafı vardır.

Bu durumdaki evlilik, evlilik hedeflerini gerçekleştiremez.

Düşman ya da casus olan birine insan nasıl ısınabilir?

Biri, Allah'a ve Resulüne inanıyor, diğeri Allah ve Resulüne düşman, bu ikisi arasında nasıl sevgi olabilir? "Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kavmin, Allah'a ve Resulüne düşman olan­larla dostluk ettiğini göremezsin." [695]Bu durumdaki iki eş arasında şefkat nasıl sürdürülür ve toplumun derinliklerine kadar nasıl uzanabilir? Böyle bir evlilik, toplumun içine uzatılan bir hançer de olab­ilir. Ondan doğan çocuklar da dinî bir fitneye ya da çatışmaya maruz kalabilirler.

Taberî, îbnu Abbas'ın: Ehl-i kitap kadınlarından bize helal olan­ları vardır, olmayanları vardır dediğini sonra da şu âyeti okuduğunu rivayet eder: "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Rasûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerle, küçül(üp boyun eğ)erek elleriyle cizye verecekleri zamana ka­dar savaşın. [696]Onlardan cizye verenlerin kadınları bizim için he­lal, vermeyenlerinki ise haramdır. Hakem diyor ki: Ibnu Abbas'ın bu görüşünü İbrahim'e anlattım, onu takdir etti. [697]

Ebû Bekr el-Cassas da bu görüşü nakleder ve bunun tercih edil­mesi gerektiğine meyleder. Bu görüşü delillendirirken de şunu söyler: Yüce Allah'ın şu sözü Ibnu Abbas'ın görüşünü desteklemektedir: "Allah'a ve âhirete inanan bir kavmin, Allah'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. [698]

Oysa evlilik sevgiyi gerektirir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O'nun âyetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. [699]

Cassâs daha sonra şunu ilave eder: Buna göre harbî kadınlarla ev­lenmek mahzurlu olmalıdır. Çünkü yüce Allah "Allah'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk edenler" diyor. Bundan kasıt, harb ehli olan­lardır. Çünkü onlar bizim tarafımızda değildir, başka taraftan ya-nadırlar. [700]

 

Îbnu Ömer'in Görüşü:

 

Ibnu Ömer daha aşırı giderek ehl-i kitabı müşrik saymış ve iffetli olsun, ahlâksız olsun, harbî olsun, zimmî olsun, hür veya cariye olsun ehl-i kitaptan bir kadınla evlenmenin mutlak olarak haram olduğunu söylemiştir. Herhalde onu bu görüşe iten, aşırı ihtiyatlı davranmasıdır.

O, bu görüşüyle sahabe ve tabiînin cumhuruna muhalefet etmiştir.

Buhârî'nin, Nafi'den naklettiği bir rivayete göre Ibnu Ömer'e, hnstiyan ve yahudî kadınla evlilik sorulduğunda: "Allah müşrik kadınları mü'min erkeklere haram kılmıştır. Allah'ın kulu olduğu halde Hz. İsa'ya Rabbim demekten daha büyük şirk göremiyorum" karşılığını verdi. [701]

îbnu Ömer'e göre Bakara süresindeki âyet, Maide süresindeki âyetle ne tahsis edilmiştir ve ne de neshedilmiştir. Ayetle kasdedilen, hıristiyan ve yahudilerdir. Ehl-i kitap terkibiyle de bunlar kasdedilir.

Ibnu Ömer, birçoklarının kabul ettiğim kabul etmiyordu.

Ancak ondan yapılan rivayetler farklıdır; ondan ehl-i kitap hakkında görüşünü açıkça belirttiği ve onların müşrik olduklarını söylediği rivayet edilmekle beraber iki âyetin birbirleriyle ilişkileri arasında kesin bir görüş belirtmeden tavakkuf ettiği de rivayet edilmek­tedir.

Ebû Bekr el-Cassâs, Ebû Ubayd'den Meymûn b. Mihrân'ın şöyle dediğini rivayet eder: tbnu Ömer'e: Ehl-i kitabın çok bulunduğu bir yörede yaşadığımızı; kadınlarıyla evlenip yemeklerini yiyelim mi? diye sordum. Bana helâlliği bildiren âyetle haramlığı bildiren iki ayeti oku­du. Bu okuduğun âyetleri ben de okuyorum, kadınlarıyla evlenip ye­meklerini yiyelim mi? diye sorumu yineledim, ama o, yine iki âyeti oku­du ve bununla yetindi.

Yani âyetlerden birinin bunu helâl kıldığını, diğerinin ise haram kıldığını görünce tavakkuf etmiş ve mubah olduğunu söylememiştir. [702]

 

Ibnu Cerîr Et-Taberfiiin Görüşü:

 

Ibnu Ömer, nasıl ehl-i kitab kadınlarıyla evlenmeyi mutlak olarak haram saymamışsa, bunun aksine mutlak olarak helal olduklarını ileri süren görüş de vardır.

işte bu, Ibnu Cerîr et-Taberî ve mutekaddimînden bazılarının görüşüdür. Onlar bu görüşlerini âyette geçen "el-muhsanat" sözcüğünün hür kadınlar anlamına geldiği temeline dayandırmışlardır. Taberî'nin ifadesi aynen şöyledir:

"Müslüman ve ehl-i kitaptan hür kadınlarla evlenmek mümin er­keklere helaldir. Bu kadınlar ister daha önce bir fuhuş işlemiş olsunlar, ister işlememiş olsunlar, ister zımmî ister harbî olsunlar farketmez. Doğan çocuğun küfre zorlanacağı endişesi yoksa onlarla evlenmek helâldir. Yüce Allah'ın: "İnananlardan namuslu hür kadınlar ve sizden Önce kendilerine kitap verilenlerden hür kadınlar size helâldir"[703]ayetinin zahirinden anlaşılan budur."

Taberî, bu görüşü ve bu görüşte olanları desteklemekte ve evlâ olanın bu görüş olduğunu söyledikten sonra onu iki hususta destekle­mektedir. [704]

Birincisi: Sözkonusu âyette kasdedilen iffet ve ahlâkî sağlamlık ol­saydı, hüküm, ehl-i kitaptan iffetli cariyeleri de kapsardı. Oysa evlilik hususunda onlar hakkındaki hüküm, hür kadınlannkinden farklıdır.

ikincisi: Eğer öyle olsaydı, ehl-i kitaptan hür kadınlarla müslümanlardan hür kadınlar iffetli olmadıkları taktirde onlarla evlen­mek mubah olmazdı. Oysa yüce Allah, bir fuhuş işlemiş olsalar da mümin hür kadınlarla evlenmemizi mubah kılmıştır. Nitekim yüce Al­lah şöyle buyurmaktadır:

"İçinizden bekârları, köle ve cariyelerinizden iyileri evlen­dirin. [705]

 

Ibnu Kesîr'in Görüşü:

 

Ibnu Kesîr, "muhsanât" sözcüğüyle iffetlilerin kasdedilmiş olduğu görüşünü tercih eder ve bunun, cumhurun görüşü olduğunu söyler. Son­ra şöyle devam eder: Daha uygun olan görüş budur. Böylece zımmî olup iffetli olmayan kadın bunun kapsamına girmemiş oluyor. Kadın iffetsiz ise, onun durumu külliyen bozuktur. [706]

Ibnu Kesir, daha sonra bu yorumunu destekleyecek deliller getirir. Bu sözlerle îbnu Cerîr'e cevap veriyor gibidir.[707]

 

Taberî'ye Cevap:

 

Bununla birlikte, "muhsanât" sözcüğüyle ilgili açıklamaları ve onu destekler deliller getirmesine rağmen Taberî'nin görüşüne cevap ver­mek mümkündür, ilk olarak hemen şunu soruyoruz: Hükmün cariyeleri de kapsamasında ne sakınca vardır?

Fakihler, efendisi olmakla ehl-i kitaptan olan cariyeyle yatmanın caiz olduğunda ittifak etmiştir. Efendisi olmakla kendisiyle caiz olan ile, nikâh akdiyle ve özel şartlarla da yatmak caizdir. O halde böyle bir ayrım yapmaya ne gerek vardır? Gerçi bu meselede ihtilaf vardır. Mu­bah olduğunu söyleyenlerin yanında sakıncalı olduğunu söyleyen de vardır.

Ebû Hanife, kendisinden gelen rivayetlerin birinde Ebû Yûsuf, Muhammed, Zûfer, Ebû Meysere ve başkaları ehl-i kitaptan olan bir ca­riye ile nikâh kıymanın caiz olduğunu söylemişlerdir. Hasan-ı Basrî, Mücahid, Said b. Abdilaziz ve başkaları bunu mekruh görmüşlerdir. Malik, Şafiî, Leys ve.onlarla aynı görüşte olan bir grup âlim ise, bunu yasaklamışlardır.

Ebû Bekr er-Râzî ise, caiz olduğu görüşünü desteklemiştir. O, hür ve cariyelerle ilgili Nisa süresindeki âyetleri görüşüne delil olarak zik­retmekte, muhaliflerin görüşlerini tartışmakta ve Kur'ân'daki "muh-sanât" sözcüğüyle değişik anlamların kasdedildiğini söylemektedir. Ba­zen bununla evli olan kadınlar kasdedilmiştir. "(Savaşta esir olarak) ellerinize geçen (cariye)ler müstesna evli kadınlarla.[708]aye­tinde bu anlam kastedilmiştir:

Bazen bu sözcükle hür kadınlar kastedilmiştir:

"İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeğe gücü yet­meyen kimse, elleriniz altında bulunan inanmış genç kızlarınız (olan cariyelerinizden alsın"[709] ayetinde bu anlamda kul­lanılmıştır.

Bazen de bununla iffetli kadınlar kastedilmiştir. Ibnu Cerîr'in za­hirini kendi görüşüne delil olarak ileri sürdüğü şu âyette olduğu gibi:

"İnananlardan, namuslu hür kadınlar ve sizden önce ken­dilerine kitap verilenlerden namuslu hür kadınlar.. [710]

Ebû Bekir er-Râzî, sonra şöyle devam eder:

(Maîde: 5/5) âyetindeki kullanış da böyledir, iffetli olma açısından bu ismin geçerli olduğu kişilere, "ihsan" kelimesinin umum anlamını nazar-ı itibare alarak bu ismi (muhsan ismini) vermeğe bir engel yok­tur.

ikinci hususa gelince, deriz ki:

"Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkasıyla evlenemez"[711] âyetinin anlamı üzerinde dururken bu meseleyi etraflıca inceledik; tercih edilmesi gereken görüşün hangisi olduğunu orada belirttik. Ayetin, "içinizden bekârları ve köle ve ca­riyelerinizden iyileri evlendirin" [712]âyetiyle neshedilmediğini; bunun, olması gerekeni gösterme olduğuna; evlilikten istenen hedefin gerçekleşmesi için ve sapıkları azarlayıp müminleri korumak için müminin hayat arkadaşını seçerken kendine layık olanı seçmesine teşvik olduğuna hamledilmesi gerektiğini anlattık. Böylece bekârlarla iyi olan köle ve cariyelerin evlendirilmelerinin emredilmesin de bütün bunlar gözetilmiş ve her iki âyetle amel edilmiş oluyor.

Belkide Taberi ve onun görüşünde olanların bu görüşe varmaları, iffetli olmasalar da müslüman ya da ehl-i kitap bir kadınla nikâh kıyıldığı taktirde artık o nikâhın sahih olması sebebiyledir.

Çünkü birşeye kalkışmaktan sakındırma, o şeyin kerahetle bir­likte caiz olmasına engel değildir.

Ancak biz burada şeriatın birini teşvik ettiği ve birini kınadığı iki şey arasında kişinin birini tercih ederek seçim yapması alanından sözediyoruz.

Ya da mümin kişinin hayat arkadaşını ve çocuklarının anasını seçerken yaklaşmasının yasaklandığı kâfir ve fasıklarm otlağından ve fahişelerle zânilerin ortamından; yani yasak bölgeden sözediyoruz.

Vücûdun satılmasından, şerefin ayaklar altına alınmasından başka bu bölgede ne var ki?

Parayı görürken vücûdunu satan kadın, aynı şey için vatanını da satmaz mı?

Kendi iffetinin değerini bilmeyen, vatanının izzetini mi düşünür?

Temel değerlerini çiğneyen kadında ahlâk ne gezer? Böyle birin­den hangi davranışlar beklenir? Çocuklarına nasıl bir süt içirecektir böylesi?

Bu mu, kocasının yokluğunda kendi namusunu ve kocasının malını koruyacak kadın? Bu mu âhiret işinde kocasına yardımcı olacak eş? Bu mu kocasından kesin taahhüdü hakkeder? Vatana asker, komu­tan, işçi ve âlim yetiştirecek ana bu mu?

Müslüman Allah ve Resulünün sünneti üzere böyle bir kadınla nasıl evlenebilir? Bu kadın müslüman olduğunu söylese de? Ya bir de hıristiyan veya yahudî olursa? Hele hele düşman yahut düşman taraf­tarı ise?

Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Al­lah adalet yapanları sever. Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselerle dost olmaktan meneder. Kim onlar­la dost olursa, işte zalimler onlardır.[713]

Bu konuda az Önce aktardığımız Taberî'nin sözlerinin tutarlı bir tarafi var mı?

O zaman Yüce Allah'ın: "Size helâl olan kadınlarla evlenin.[714]

"Onun için iyi kadınlar itaatkâr olup Allah'ın kendilerini korumasına karşılık kendileri de gizliyi koruyan (kocalarına gizli gizli ihanet etmeyenlerdir"[715] âyetleri bizim için ne anlam ifade etmiş oluyor ki?

Yine o zaman Peygamber'in (s.a.v.): "Dindar olanı seç, (yoksa) yok­sulluğa düşersin."

"Mümin kişi, takvadan sonra saliha bir eşten daha hayırlısını elde etmemiştir" hadisleri bizim için ne anlam ifade etmiş oluyor ki?

Bu görüşte olanlar, o vebalı otlakları seçenlerin evlilik sonrası du­rumlarıyla yüce Mevlâmızm şart koştuğu: "Zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın"[716] hususlarını nasıl bağdaştırabiliyorlar?

Bu yasak bölgeye adım atan; servetin gözünü kör ettiği ve aydınlık yolunu görmeyip bu gibi kadınlarla evlenen, evliliğin sadece şekline uymuştur. Bu evlilikle sadece zina cezasından kurtulmuştur. Ama rab-binin emrine ve peygamberinin yol göstermesine uymadığı, dinin temel değerlerini bir tarafa attığı için bunun günahını mutlaka çekecek, rezil ve rüsvay olacaktır.

Meseleye ahlâkî sağlamlık ve iffet açısından girmemizin ve imam Ibnu Cerîr et-Taberî'ye muhalefet ederek görüşlerini tartışmamızın; kısacası sözü bu kadar uzatmamızın sebebi işte budur.

Nitekim Ebû Davud'un Ka'b b. Malik'ten naklettiği mursel rivayetlerinin birinde, Ka'b b. Malik'in yahudî bir kadınla evlenmek is­tediği, bunun üzerine Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu an­latılmaktadır: "Onunla evlenme, çünkü o, senin namusunu koru­mayacak." [717]

Kendi iffetini korumayan başkasını düşünür mü?

Taberî de, senediyle Hz. Hasan'dan şunu naklediyor: Biri Hasan'a: Bir adam, ehl-i kitaptan bir kadınla evlenebilir mi? diye sormuş. Hasan şöyle cevap vermiştir: O kadar çok müslüman kadın varken ehl-i kitap­tan olan bir kadınla ne diye evlensin? Ama mutlaka evlenecekse namus­lu biriyle evlensin mûsâfihe biriyle değil.

Adam: Mûsâfihe ne demek? diye sormuş.

Hasan: Biri ona gözüyle işaret ettiğinde peşine takılandır, demiştir.

Netice olarak Ibnu Ömer'in katı tavrı ile Ibnu Cerir'in gevşek tutu­mu arasında orta bir yol bize daha isabetli görünüyor. Nitekim bunu yukarıda anlattık. Hz. Ömer, Ibnu Abbâs, Ebû Hanife ve onların görüşünde olanlarla daha sonra onların görüşlerini destekleyen Cassas ve tbnu Kesir'in görüşlerine dikkat çektik. Daha sonra Ka'b b. Malik ve Hasan b. Ali'den birer rivayet aktardık. Biz bunların görüşlerini şer'î nasslara daha uygun gördük. Nassların bir kısmını amel ettirerek bir kısmım görmezlikten gelmedik, onları tefsir ederken tahakküm yolunu tutarak bir kısmının diğerlerini neshettiğini söylemedik.

Bütün bunlar bir tarafa, şeriatın en çok önem verdiği toplumun mashalatıyla bağdaşan yolu seçtik.[718]

 

Müslüman Kadının Ehl-1 Kitaptan Biriyle Evlenmesi

 

Müslüman kadının müşrik erkekle evlenmesinin haram olduğunu az önce anlatmıştık.

Burada da hüküm aynıdır. Böyle olması da gerekir. Bu konuda naklî ve aklî deliller vardır.

Naklî deliller: Yüce Allah şöyle buyurur: "Onlar inanıncaya ka­dar müşriklerle evlenmeyin.[719]

Ayette geçen "müşrik" sözcüğüyle islâm'a inanmayan kasdedilmiş olabilir. Böylece putperest de, ehl-i kitaptan olan da hükmün kap­samına girmiş olur. O zaman müslüman bir kadının ehl-i kitaptan bir erkekle evlenmesinin haram olduğu hükmü bu âyetten çıkarılmış olur.

Bu sözcükten muvahhid olmayan da kasdedilmiş olabilir. Yani âyetle, okudukları bir kitapları bulunmayan putperest Arap müşrikleri kasdedilmiş oluyor. Bu taktirde ehl-i kitaptan bir erkekle evlenmenin haramhğı şu âyetten anlaşılır: "Ey inananlar, mümin kadınlar göç ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onların (gerçekten) inanmış ol­duklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Ne bu (kadı)nlar onlara helâldir; ne de onlar bunlara helal olurlar. [720]

Her ne kadar bu âyet, eşleri mümin olarak Medine'ye hicret edip şirkleri üzere terkettikleri Mekke'li müşrik erkekler hakkında inmişse de âyette geçen "küfr" sözcüğü müşriki de ehl-i kitaptan olanı da kapsar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Kitap ehlinden ve puta tapanlardan kâfirler, kendilerine açık delil gelinceye kadar (bulundukları halden) ayrılacak değildir.[721]

Taberî, muttasıl bir senedle Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: "Müslüman erkek, hristiyan kadınla evlenir ama hristiyan erkek, müslüman kadınla evlenemez. [722]

Yine senediyle Câbir b. Abdillah'tan Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Ehl-i kitap kadınlarıyla biz evleniriz ama onlar kadınlarımızla evlenemezler. [723]

Taberî daha sonra, rivayetin senedine dair birtakım şeyler söylemişse de, bu konuda icmanın bulunduğunu zikreder.

Naklî deliller bunlar, aklî delillere gelince:

Müslüman erkek, az önce zikrettiğimiz şartlar çerçevesinde hris­tiyan ya da yahudi bir kadınla evlenebilir. Çünkü müslüman, daha önceki dinlere de inanır, işte Kur'ân şöyle buyuruyor: "Allah'a bize in­dirilene, İbrahim'e, ismail'e, tshak'a, Yakub'a ve torunlarına in­dirilene, Musa'ya ve İsa'ya indirilene ve (diğer) peygamberlere Hableri tarafından verilene inanırız; onlar arasında bir ayrım yapmayız, biz Allah'a teslim olanlarız, deyin. [724]

Müslüman kadının, hristiyan ya da yahudi bir erkekle evlenmesi­nin yasaklanmasına gelince; çünkü onlar islâm'a inanmazlar, eğer inansaydılar, müslüman olurlardı.

Bu nedenle dinine ve temel değerlerine saygı göstermeyen yahudi veya hıristiyan bir erkekle evlenip onun yönetimine giren müslüman kadının akidesinin akıbetinden korkulur. Oysa hristiyan ya da yahudi için böyle bir korku sözkonusu değildir.

Evlilik bir nevî velayettir. "Allah, müminlere karşı kafirlere asla yol vermeyecektir." [725]Müslüman bir kadının, müşrik bir er­kekle evlenmesinin sakıncalarına dair söylenen şeylerin hepsi, ehl-i ki­taptan biriyle evlenmesinde de geçerlidir.

Dikkat çekilmesi gereken bir husus da şudur:

Orta çağa kadar yahudî ve hristiy ani arın kanunları, başka dine mensup olanlarla evlenmeyi yasaklıyordu. Hatta hristiyan kilisesi daha aşın giderek hristiyan da olsa farklı mezhebe bağlı olanlarla evlenmeyi yasaklamıştı.

Katolikler Protestanlara ne kız verir ne de onlardan kız alırlar. Protestanlar da aynı şekilde davranırlar.

Dinî reform, her ne kadar bu kayıtlardan bir çoğunu hafifletmiş ve muvahhid oldukları müddetçe başka din mensuplarıyla evlenmeyi mu­bah kılmışsa da, yahudilikle hristiyanlığın İslama karşı takındıkları katı tavır hâlâ devam etmektedir. [726]

 

İffetli Mümin Kadınlar Ve Eş Seçimi

 

Her iffetli mü'min kadın, evlilikte eş seçimi alanına girmez. Yukarıda anlattıklarımızı hatırlayalım:

Demiştik ki: Evliliğin hikmetlerinden biri de; toplumun küçük bir ünitesi olan ailede sevgi, ülfet ve şefkat gibi hasletlerin yerleşip kökleşmelerinden sonra bu hasletlerin giderek toplumun bütününe yayılmasıdır.

îslâmın temel kurallarından biri: "Zarar ve zararla karşılık verme yoktur" şeklindedir.

Akrabalıktan ortaya çıkan sevgi, eş seçiminde alan olmaya elve­rişli değildir.

Çünkü böyle bir alanda erkek-kadın karışımı kaçınılmazdır. Bu alanda bulunanların evliliği caiz olsaydı, ahlâkî anarşinin çıkmasına se­bep olurdu.[727]

 

Mahrem Kadınlarla Evlenmenin Yasaklanmasının Hikmeti:

 

a- Kişi ile evlenilmeleri ebedî olarak yasaklanmış olan -annesi, kızı, kızkardeşi, halası, teyzesi ve kardeşinin kızları- arasında sevgi, gözetme ve saygıya dayalı fıtrî sevgi bağlan vardır. Evlilik bu alanda yeni sevgi ilişkileri ortaya çıkarmaz ve yeni sevgi kapıları açmaz.

Dahası... Bu alan çerçevesinde eş seçimi birçok zararlara sebep olur. Şöyle ki:

  1. Bu güçlü ilişkiler, evlilik hayatı sebebiyle doğabilecek ânzalara maruz kalabilir ve nefrete dönüşebilir. O zaman akrabalık bağlan da kopar. Oysa Allah, bunlann devam ettirilmesini emretmektedir.

Dr.Muhammed Ebu'n-Nûr

  1. Nesli cilızl aştırır. Çünkü akraba evliliği -ileride tafsilatlı bir şekilde anlatılacağı üzere- zayıf ve cılız nesillerin ortaya çıkmasına se­bep olur.
  2. Akrabalar arası ilişkilerin sıklığına ve kadın-erkek karışımına rağmen eğer akrabaların evliliği yasaklanmamış olsaydı, toplum ahlâkî bir çözüntü ile karşı karşıya kalır ve aile içi bağların kopmasına sebep olurdu.

b- Süt akrabalığı da soy akrabalığı gibidir.

Kur'an-ı Kerim, süt akrabalığından iki sınıfı nass olarak haram kılmıştır: Bu iki sınıf: Süt anneleriyle süt kardeşleridir. Sünnet de, soy akrabalarında olduğu gibi süt akrabalığının da diğerlerine sirayet ettiğini genel bir kural ile ortaya koymuştur. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Süt emme, nesebin haram kıldığı her şeyi haram kılar.[728]

c- Bir de sonradan ortaya çıkan bağlar var ki onlar da aslî bağlann hükmünü taşırlar. Çünkü burada da ihtilat (kadın-erkek karışımı) ve gözetilmesi gereken saygınlık sözkonusudur.

Bu çerçeve şunlardan oluşur:

1- Sırf nikâh akdi sebebiyle zevcenin annesi.

2- Duhûl (zifaf) vaki olan zevcenin kızı.

3- Öz oğlunun zevcesi.

islâm, ayrıca üç sınıf kadında insanî birtakım değerleri hesaba katmıştır:

1- Babanın zevcesi.

2- iki kızkardeşi bir arada bulundurmak.

3- Evli kadın.[729]

 

1- Babanın Zevcesi:

 

Babaya saygı, hakkını tazim, babanın zevcesini anne makamında görme, fitne kapısını kapatma ve cahiliyet döneminin çirkin bir ge­leneğini ortadan kaldırmak için babanın zevcesiyle evlenmek ebedî ola­rak yasaklanmıştır. Yüce Allah bunun sebebini şöyle açıklar: "Çünkü bu fuhuştur, (Allah'ın) hışmıdır ve iğrenç bir yoldur.[730]

Bu sözlerden önce yasaklama şu sözlerle ifade edilmiştir: "Geçmişte olanlar hariç, (bundan böyle) babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. [731]

 

2- Îki Kızkardeşi Birarada Bulundurmak:

 

iki kızkardeş arasındaki akrabalık bağları malûmdur. Onları bir nikâh altında tutmak, onları birbirlerine kuma yapar ve aralarındaki akrabalık bağ ve duyguların kopmasına neden olur.

Zevcenin halası ve teyzesi için de aynı durum sözkonusudur.

Kur'an-ı Kerim, iki kızkardeşi bir arada bulundurmayı yasak­lamıştır.

Rasûlullah da (s.a.v.) buna benzer durumları açıklamıştır. Buhârî, Ebû Hüreyre'den Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet et­mektedir: "Bîr kadınla halası, yine bir kadınla teyzesi bir arada bulundurulamaz. [732]

 

3- Evli Kadın:

 

Yüce Allah, kendileriyle evlenmek yasak olan kadınları sıraladığı âyete şunu da ilâve etmektedir: "(Savaşta esir olarak) ellerinize geçen (cariye)ler müstesna, evli kadınlar(la evlenmeniz) de (yasaklandı). [733]

Buhârî, âyetin tefsirinde Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: Ay­ette geçen "muhsanât" sözcüğüyle, evli hür kadınlar kasdedil m ektedir. Bunlarla evlenmek de haramdır, ancak cariyeler bunun dışındadır. [734]

Evlilik hayatına saygıyı kutsallaştırmak, aile yapısını tehdit­lerden korumak, emniyetini koruma altına almak, insanî gayesini ve toplumdaki mesajını yerine getirirken buna engel olacak ayak bağlarını bertaraf etmek.

Ev ve ailelere tasallut edecek namus hırsızlarını engellemek ve bundan doğacak olan büyük tehlikeleri uzaklaştırmak.

Günah ve fisk firtınalannın, ahlâkî çözüntü ve çöküşün topluma siyaret etmesini durdurmak.

Bu ve benzeri sebeplerden dolayı yüce Allah, evlenilmesi yasak kadınlar zincirine evli kadınları da ilâve etmiştir:

"(Savaşta esir olarak) ellerinize geçen (cariye)ler müstesna, evli kadınlarda evlenmeniz) de (yasaklandı).[735]

 

Şeriatın Aileyi Koruması:

 

Bunun sonucu olarak: Bu durumdaki kadınları düşünmek bile ha­ramdır. Bu alan, çevre duvarlanna yaklaşılmayacak yasak bölgedir.

Kur'ân'in o belîğ ifadesini görmüyor musun? Onları "evli kadınlar" olarak nitelemekle yetinmiyor, "muhsanât" [736]olarak vasıflandırıyor.

Yalnız bununla da kalmıyor.

islâm bu konuda son derece ihtiyatlıdır, aileye son derece önem verir. Aile için gerekli ahlâkî değerleri korumak ve ona gelebilecek her türlü tehdit ve saldırıya karşı tüm yollan kapatır.[737]

 

Genel Prensip:

 

islâm'ın genel prensibi, müslümamn kan, namus ve malının tam bir kutsallığa sahip olduklarını kabul etmektir.[738]

 

"Müslümamn Herşeyi; Kanı, Malı Ve Namusu Müslümana Ha­ramdır[739]

 

Rasûlullah'dan (s.a.v.) yapılan bazı rivayetlerde onun kullandığı ifadelerin, az önce dikkat çektiğimiz Kur'ân'ın o beliğ ifadesine benze­diğini görüyoruz. Veda Haccında şöyle buyuruyor: "Mümin, mümine haramdır, tıpkı bugünün hürmeti gibi. Etini yemesi; gıyabında aleyhinde konuşması haramdır. Namusu ona haramdır; ona zarar vermesi haramdır.. [740]

Islâmm kişiyi kabul etmesi, müminler zümresine girmesinin onaylanması ve davranışlarının, imanın kemaline delalet etmesi, ancak ken­disi için istediğini mümin kardeşi için istemesi ve kendisi için isteme­diğini mümin kardeşi için istememesiyle mümkündür.

Buhârî ve Müslim, Enes'den (r.a.) Peygamber'in (s.a.v.) şöyle bu­yurduğunu naklederler: "Sizden biriniz, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe (kâmil) mümin olamaz.[741]

Deyyustan başka kim, çapulcuların kendi kalesine sızmalarını ve temel değerlerine el uzatmalarım isteyebilir? O istiyor ki, başkasına bunu yapabiliyor?[742]

 

Kadın İle Kocasının Arasını Bozanın Durumu:

 

Peygamber (s.a.v.), bütün müminler adına kadın ile kocasının arasını bozandan teberrî etmiştir. Bu ara bozmaktan hedef ne olursa ol­sun, ister sonradan o kadınla evlenmek olsun, ister başka bir şey olsun farketmez.

Ebû Hüreyre, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Bir kadını kocasına ve bir köleyi efendisine karşı kışkırtan bizden değildir. [743]

Belki bu kışkırtma ile kadın işi inada götürür, kanun adıyla fuhuş ve günahkârlık yoluna gitmek için kocasından kendini boşamasını ister.

Aslında o zaman sadece şeytanın plân ve gayesini gerçekleştirmiş olur ve evliliğin kutsal zırhından çıkarak, dünyada lanet ve rüsvayhğı hakkeder. Ahirette de cennetin kokusunu bile duyamaz.

Kocasından kendini boşamasını isteyen kadının durumu:

Sevbân (r.a.) Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Gerçekten bir problemi olmadığı halde kocasından ken­dini boşamasını isteyen kadına cennetin kokusu haramdır.[744]

Böyle bir şey şeytanı ne kadar da memnun eder!

Câbir (r.a.) Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: Iblîs tahtını suyun üzerinde kurar, sonra askerlerini gönderir. O asker­lerinden kendisine en yakın olanı (en değerlisi) fitnesi en çok olanıdır. Salıverdiği askerlerinden biri gelir: Şunu şunu yaptım, der. iblis: Sen birşey yapmamışsın, der. Sonra biri gelir ve: Yakasına yapıştım, ni­hayet karısıyla arasını bozdum, der. O zaman iblis o askerim yanına yaklaştırır ve ona: Sen ne iyisin! der. [745]

A'meş diyor ki: "Ona sarıhr ve kucaklar" dediğini görüyorum. [746]

 

Kocasından Karısını Çalan Kişinin Durumu:

 

Allah, müslümanların kusurlarını araştıran kişinin kusurlannı ifşa eder; onu rüsvay eder. Şeriat halkın namusunu gözleyen, nefsî ar­zularını tatmin için röntgencilik yapan kimsenin dokunulmazlığını kaldırır, sırlarını araştırdığı kimseler birşeyle gözünü patlatsalar, di­yet vermezler. [747]

Gizli bakışlarla röntgencilik yapan kişinin durumu bu ise, laf at­makla ve göz kırpmakla da yetinmeyip din ve vicdanını bir tarafa ata­rak evlenmek için veya oynaşmak için başkasının karısını çalan kişinin durumu nicedir, artık onu siz düşünün. [748]

 

Evli Kadının Dokunulmazlığı:

 

Evli kadının, hem kendisi, hem kocası, hem çocukları, hem de aile çevresi açısından bir dokunulmazlığı vardır ve mutlaka gözetilip korun­ması gerekir.

Bu nedenle şeriat, onunla evlenmeyi yasaklamış, onu kocasından soğutacak ve onu aldatacak bütün kapıları kapatarak bunları zorlamayı şiddetle yasaklamıştır[749]

 

Evli Erkeğin Dokunulmazlığı:

 

Evli kadın nasıl kutsal ve dokunulmaz ise, evli erkek de böyledir. Başka bir kadın bu yasak bölgeye asla yaklaşmamahdır. [750]

 

Kadın Mümin Kızkardeşinin Boşanmasını Dilemesin:

 

Bir kocayla oynaşan yabancı bir kadının hedefi nedir?

Sırf onunla oyalanmak için mi yoksa evlenmek için mi; ya sonra? Ona yeni bir yük getirmeyi mi yoksa ona karısını boşamayı mı telkin eder? Evet, tüm çabası budur, karısını boşamasını ister.

Peygamber (s.a.v.), bu iğrenç planlardan sakındırmış ve karanlık oyunlar ve aldatma yollarına saparak kişinin kendine birtakım seçimler yapmasındansa Allah'ın ona seçtiği yoldan gitmesinin kendisi için daha hayırlı olduğunu açıklamıştır.

Bu durumda kadın, mümin kızkardeşinin kabındakini kendi kabına boşaltıp onu aç bırakmak başka bir ifade ile o kızkardeşi ile onun kocası arasındaki sevgi, huzur ve şefkati kendi tarafına çekmek istiyor.

imam Ahmed, Müsned'inde Ebû Hüreyre'den şunu nakleder; Pey­gamber (s.a.v.) köylünün malının şehirli tarafından satılmasını, alış-verişin kızıştırılmasını, kişinin başkasının sözlüsü olan bi­rine talip olmasını yasakladı. Kadın, müslüman kadın karde­şinin boşanıp kendisi o kaptan yemeyi istemesin. Rızkı Al­lah'adır. (Başka kadının boşanıp kendisi, o boşanan kadının ko­casıyla evlenmeyi düşünmesin.) [751]

 

Kadın Kocasına Başka Bir Kadının Güzelliklerini Anlatmamahdır:

 

Şeriat kadının direkt olarak bir mümin kardeşinin boşanmasına sebep olmasını nasıl yasaklamışsa dolaylı yollardan bunu yapmasını da yasaklamıştır.

Kadınların kendi aralarında daha rahat davranmaları, birbirleri­nin gizli ve açık, güzel ve çekiciliklerine vakıf olmalarını sağlar.

Bir kadın eğer kocasına başka bir kadının güzelliklerini tasvir edercesine anlatacak olursa, kocasını o kadına karşı tahrik etmiş olur ve onda derin etkiler yapar. Koca, o tasvir edilen kadını hayal etmeğe başlar. Belki de işi, o kadının kendi karısı ya da metresi, olmasını düşünmeğe kadar götürür.

O zaman kadın, kocasıyla o tavsif ettiği kadın arasında bir nevi çöpçatanlık yapmış olmaz mı?

Bu nedenle şeriat bu kapıyı kapamıştır. Çünkü bu kapıdan evli kadınlar bile fitne ve heva oklarına maruz kalabilirler.

Tirmizî, bu konuda Abdullah b. Mes'ud'dan Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kadın, bir kadını gördüğünde hemen gidip kocasına o kadını tasvir edercesine anlatmasın.[752]

 

Evlinin İşlediği Günah

 

Şeriat, ailenin kutsallığını pekiştirme, aileyi çevreleyen ahlâk du­varının çerçevesini geniş tutma, kendisinde bağlılık ve kenetlenme to­murcuklarının geliştiği ruhî ortamı hazırlama hususlarında gerekli tüm vesilelere sarılmaktan geri kalmamıştır.

Evli kadınlarla evlenmeyi, onlarla evlenme ya da oynaşmaya götüren yollan yasaklamakla kalmamış, erkek ya da kadınlardan evli­lerin işledikleri suçlan daha büyük cezalarla cezalandırmıştır.

Islama göre zina çirkin ve cezası belirlenmiş bir suçtur.

"Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini (ni tatbik) hususunda sizi sakın acıma duygusu kapla­masın! Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun." [753]

Ancak zina eden evli ise, bunun cezası da, günahı da daha büyüktür.

Çünkü bunda müslümanın saygınlığını ayaklar altına alma, aile yuvasını yıkma, toplumun değerlerini hiçe sayma, evlilikte verilmiş olan kesin teminatı bozma vardır.

Bu nedenle günahın büyüklüğü ve tatbik edilecek cazası da art­maktadır.

İbnu Mes'ud (r.a.) Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivay­et eder: "Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve benim O'nun elçisi olduğuma şahitlik eden müslümanın kanı ancak şu üç şeyden dolayı helal olur: Evli olup zina eden» adam öldüren ve dinini terkedip cemaatten ayrılan.[754]

Yine Ibnu Mes'ud'un şöyle dediği nakledilmiştir: Resulullah'a (s.a.v.), Allah katında suçun en büyüğü hangisidir, diye sordum. "Allah seni yarattığı halde O'na ortak koşmandır" buyurdu. Evet, bu çok büyük suçtur, ondan sonra hangisidir, diye sor­dum. "Komşunun karısıyla zina etmendir" buyurdu. Sonra şu ayeti okudu. [755] 'Yine onlar ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan günahı (nın cezasını) bulur. Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılmış ola­rak temelli kalır." [756]

Büreyde (r.a.), Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Mücahidlerin hanımlarının, cihada gitmeyip geride kalanlar üzerindeki kutsallığı, analarının kutsallığı gibidir. Geride kalanlardan bir mücahide ihanet eden kişi kıyamet günü getiri­lir ve o mücahid razı oluncaya kadar onun hasenelerinden dile­diklerini alır." Büreyde diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.) bunları söyledikten sonra bize yöneldi ve: "Ne sanıyordunuz?" buyurdu. [757]

Mikdat b. el-Esved de (r.a.) şöyle diyor: Rasûlullah (s.a.v.) as­habına: Zina hakkında ne diyorsunuz, dedi. Haramdır, Allah re­sulü onu haram kılmıştır ve kıyamete kadar da haram olacaktır, dediler. O zaman Rasûlullah şöyle buyurdu: "Bir kişi, on kadınla zina etse, komşu karısıyla zina etmekten kendisi için daha hafif­tir. [758]

 

Tehlike Ve Cezanın Kat Kat Artması:

 

Suç, ailenin yapısını ilgilendirince, şeriate göre işte böyle farklı değerlendiriliyor.

Hele komşu karısına karşı bu suç işlenmişse tehlike ve cezası daha da artıyor. Çünkü komşu karısı, evli herhangi bir kadından çok daha dokunulmazlığa sahiptir.

Allah yolunda; hak yolunda cihad eden müslümanların hürriyeti için evinden ayrılmış olan mücahidin karısı da bu durumdadır. Çünkü mücahid, karısını ve çocuklarını geride kalanlara emanet etmiş olarak gidiyor. Bu durumda din ve vatan için sözkonusu olan kutsallık, onun için de sözkonusudur.

Gazaya giden birinin ailesine iyilik eden, gazaya gitmiş gibidir.

Her kim de gazaya gidenin ailesine ihanet ederse, din ve emane­tine, vatan ve ümmetine ihanet etmiştir. Vatana, savaşılan düşmandan daha düşmandır. Kıyamet günü hasenelerini tümden kaybetmeğe müstehaktır. Çünkü o, dünyada vicdan ve şahsiyet yönüyle müflis biri­dir.

"Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.[759]

Bu anlattıklarımızdan sonra islamın aileye ne derece önem ver­diği; ailenin görevini yerine getirmesi, aile bağlarının güçlendirilmesi ve sorumluluğunu yüklenip gayesine ulaşması için dokunulmazlığına ver­diği önem anlaşılmıştır, sanıyoruz.

islamın aileye verdiği önem ve değerin başka herhangi bir düzen tarafından verildiğini, hatta buna yaklaşıldığını sanmıyoruz.

Yine Öyle sanıyoruz ki, bu dokunulmazlığa el uzatabilen ancak Al­lah'a imandan ve sorumluluklarından uzak, Allah'a ve O'nun kutsal tanıdığı şeylere, toplumun temel değerlerine karşı cüretkâr kişidir.

Toplum, ahlâksızlık akımını durdurmak, aileyi bu tür çirkinliklerden korumak ve soylu hedefine doğru yapıcı yolda ilerlerken ona yardımcı olmak için bu suçları işleyenlere ceza vermek hususunda asla gevşeklik göstermemelidir.

Eş seçimi ve helal olan kadınlarla haram olanlar hakkındaki âyeti kerimelerle onları destekleyen hadisleri gördük.

Bu âyetlerle hadisler daha çok meselenin teşri ve ahlâkî yönü üzerinde duruyorlardı.

Hadisi şerifler, meselenin başka yönleri üzerinde dururlar. Psi­kolojik ve sosyolojik yönler de bunlar arasındadır, işte şimdi meselenin bu yönleri üzerinde duracağız:[760]

 

II- Sünnet Çerçevesinde Eş Seçme

 

Sünnet eş seçimine çeşitli açılardan bakmaktadır. Ahlâkî ve teşri yönlerine bir nebze yukarıda temas ettik şimdi de başka yönler üzerinde duracağız:   [761]

 

a- Eş Seçiminde Psikolojik Yönler

 

1- Ruhî Etkenler:

 

Bu açıdan insanlar birbirlerinden farklıdır. Bazılarının gözlerini maddi yön kamaştırır. Bu sebeple güzel ya da zengin bir eş peşindeler. Bazıları da, evvelemirde ahlâk ve çevreye önem verirler. Onlar için güzellik ve zenginlik ikinci plânda gelir.

Bu iki etken ve sonuçlan arasında büyük fark vardır.

Birinci guruptakiler sonuçta genelde hüsrana uğrarken ikinci gu-ruptakiler sonuçta genelde hayır ve iyilikle karşılaşırlar.

Sünnet, ondan ve bundan sözetmiş ve kişiye, insanlığının erdem-ligiyle bağdaşan yolu seçmesini tavsiye etmiştir.

Ebû Said el-Hudri, Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nak­leder; "Kadın herhangi bir hasletinden dolayı nikahlanır; güzelliği için, mah İçin, ahlâkı için ve dini için. Sen dindar olanı seç, değilse zarar edersin.[762]

Ebû Hüreyre de, Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu naklet­mektedir; "Kadın dört şey için nikahlanır; malı için, soyu için, güzelliği için ve dini için, sen dindar olanı seç yoksa zarar eder­sin.[763]

 

Seçimin Sonuçları:

 

Seçimin ve etkenlerin farklılığının, sonuçlan da etkilediğini zik­retmiştik. Sünnet bunu gayet güzel bir şekilde tasvir etmiş; doğru seçim yapmayan ile yapanın akıbetleri arasındaki farkı açıklamış; doğru seçim yapmayanın umduğunu bulamayacağını, tamah ve enaniyetinin kurbanı olacağını; iyi seçim yapanın ise Allah yardımcısı olacağını, umduğundan daha güzel şeylerle karşılaşacağını belirtmiştir.

Enes (r.a.), Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder; "Her kim bir kadınla güçlü oluşu sebebiyle evlenirse Allah onu zelil eder; zenginliği için evlenirse, Allah onun fakirliğini arttırır; soyu sopu için evlenirse, Allah onu alçaltır. Ama gözünü sakındırmak, iffetini korumak ya da akrabalarına iyi­likte bulunmak için evlenirse, Allah onu o kadına; o kadını da ona mübarek kılar. [764]

Allah'ın kişi için eşini ve eşi için kendisini muvaffak kılmasının ötesinde daha başka bir iyilik mi var? Allah onların servetlerini artıracak, onları muvaffak edecek, aralarında uyum, birbirlerinde hu­zur bulmalarını, birbirlerini sevmelerini sağlayacaktır. Ahirette de daha bol bereket yağdıracaktır.

"Bu, Allah'ın lütfudur, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. [765]

Peygamber (s.a.v.) bu hadisinde kötü seçimden sakındırmakta ve iyi seçimin yapılmasını emretmektedir. Ama bunu anlayıp gereğince ha­reket eden ne kadar da azdır.

Çoğu zaman insan akıbetini düşünmeden ve doğru yoldan saparak duygularının peşine takılır gider. Nihayet gaflete ve içinden çıkılması zor bataklığa düşer.

Peygamber (s.a.v.) mümini ayağın kaydığı yerlerden uzak tutmağa çok önem verir; elinden tutar ve ona doğru yolu gösterir. Bu nedenle o, bu konulardaki emirlerim de yasaklarını da açık açık anlatır:

"Kadınlarla sırf güzel oldukları için evlenmeyin, olur ki güzellikleri onları alçaltır; malları için onlarla evlenmeyin, olur ki malları onları azdırır; fakat dindarlıkları için onlarla evlenin. Beceriksiz siyahi bir cariye, eğer dindar ise, diğerlerinden iyi­dir.[766]

Rasûluîlah (s.a.v.) sözkonusu maddi gayelerle evlenmekten s akındır m akta ve bu sakındırmanın sebebini belirterek güzel kadının güzelliğinin, onu fitneye düşürebileceğini, Allah'ın iffet, izzet ve fazilet duvarl arıyla koruduklarının bu fitneden uzak olacaklarını söylemektedir.

Bu gibiler de azdır.

"Çünkü nefis, daima kötülüğü emredicidir. Meğer Rabbi-min esirgediği bir nefis ola. [767]

Zengin kadın da, servetinden dolayı şımarabilir ve kocasının malından istifade etmesine karşılık ona tahakküm etme yoluna gidebi­lir.

Sadece maddi şeyleri göz önünde bulunduranlar için bu iki husus, birer misaldir.

Rasûluîlah (s.a.v.) daha sonra evliliğin dinî bir temel üzerine ku­rulmasını emretmektedir. Maddi şeyler, ikinci plana itilmesi gereken şeylerdir.

Bunun en güzel delili, Rasûlullah'ın (s.a.v.), din ve ahlâk sahibi siyahi cariyeyi, hür kadına tercih etmesidir.

Şu sözü, bu anlamı daha da pekiştirmektedir: "Allah'a temiz ola­rak kavuşmak isteyen, hür kadınlarla evlensin.[768]

Sindî, hadisin şerhinde, buradaki hürriyetin manevi hürriyete yani iyi ahlâka hamledilmesi daha uygundur, demektedir.

Yani aklının üstünlüğü ve güzel ahlâkı sebebiyle kadının, he-vasına köle olmaması, şehvetine esir düşmemiş olmasıdır.

Diyorum ki: Sindî bu izahı yaparken cariyelerle evlenmenin çocukların köle doğmalarına sebep olduğunu unutmuş gibidir. Oysa islâm, hürriyete çağırır, ona teşvik eder; kölelikten de nefret eder ve on­dan uzak durulmasını ister.[769]

 

Dindar Kadının Başka Meziyetleri:

 

Peygamber (s.a.v.) şu hadisinde bu meziyetleri zikretmektedir: "Mümin kişi, Allah korkusundan sonra salih zevceden daha hayırlısını elde edemez. Ona emrettiği zaman emrini yerine getirir, ona baktığı zaman onu sevindirir, onun üzerine yemin ederse, yeminini doğru çıkarır, yanında olmadığında nefsi ve onun malı konusunda ona samimi davranır. [770]

Ayrıca şu sözünde de bunu zikretmektedir:

"Her kime Allah salih bir kadın nasip ederse, dininin yarısında ona yardımcı olmuştur, artık diğer yarısı hususunda da kendisi Allah'tan korksun. [771]

ilk hadis şu ayeti açıklama ve tefsir mahiyetindedir:

"tyi kadınlar itaatkâr olup, Allah'ın, kendilerini koru­masına karşılık kendileri de gizliyi koruyan (kocalarına gizli gizli ihanet etmeyen) lerdir. [772]

Rasûlullah (s.a.v.) iyi eş seçiminde bulunan kişiye dair mücmel olarak söylediklerini açıklarken: "Allah o kadını ona mübarek kılar, kendisini de o kadına mübarek kılar" buyurmaktadır. [773]

 

Dindar Olmayan Kadın:

 

Saliha olmayan kadına gelince Peygamber (s.a.v.) şu sözleriyle ona işaret ediyor:

"Üç şey bedbahtlıktandır: Ona baktığında seni üzen kadın; sana karşı kötü sözler söyler, ondan ayrı olduğunda ne onun nefsi, ne de kendi malın hakkında ondan emin olursun. [774]

Hz. Ömer de şöyle demiştir: Üç şey musibetlerdendir: Daima seni gözleyen komşu; bir iyilik yaptığını gördüğünde onu gizler ama bir kötülüğünü gördüğünde onu yayar. Evine girdiğinde sana dil uzatan kadın, ondan ayrıldığında da ona güvenemezsin. Bir de kötü idareci; iyi­lik yaptığında yaptığın iyiliği görmez, ama kötülük yaparsan seni öldürür. [775]

Ukayl b. Ebi Talib'e Muaviye sorar: En arzu edilen kadın hangisi­dir? Arzu ettiğine uyum gösterendir, der. Peki en kötüsü hangisidir? diye sorar. Arzu ettiğinden uzak durandır, der. O zaman Muaviye: Al­lah'a yemin ederim ki, bu, çok pratik bir eleştiridir, der. Ukayl de: Ama adil bir terazi ile, karşılığım verir. [776]

Asma'î şöyle der: Anber oğullarından yaşlı biri bize şöyle dedi: "Kadınlar üç çeşittir, denirdi: Yumuşak başlı, iffetli ve dindar kadın; geçim konusunda ailesine yardımcı olur; geçim için ailesini yardımcı yapmaz. Bir çeşiti, çocuk kabıdır (sadece çocuk doğurur başka bir özelliği yoktur). Diğeri de hilekâr ve pasaklıdır. [777]

 

2- Bekâr Kızın Tercih Edilmesi:

 

Eş seçiminde kişinin, ilk planda din ve ahlâk gibi manevî yönü göz önünde bulundurması gerektiğini, evlilik hayatının temeli ve odak nok­tasının bu olduğunu belirtmiştik.

Bu temel gerçekleştikten sonra, artık kişinin maddi yönden kendi­sini tatmin edecek hususlara yönelmesinde bir sakınca yoktur. Şeriat fıtrî ve cinsel duygulan da ihmal etmez. Aksine, bunları da bir düzene sokar ve önemini belirtir.

Evlilik hayatına güç kattığına, eşler arasında huzur, sevgi ve şefkatin gerçekleşmesine yardımcı olduğuna göre maddî yönleri de ka­bul eder, hatta bunlara teşvik eder.

Bunlardan biri güzelliktir, güzelliğin ölçü ve şekilleri, insanlar arasında farklılık arzetse de insanlar arasında sübjektif bir şey de oisa insan fertlerinin ortak arzulanndandır.

işte güzellik açısından meseleye bakıldığında kişi bekar olanı ter­cih etmeğe meyleder. Çünkü bekâr güzel, dul güzelden daha çok insan nefsini celbeder.

İslam, fitrat dinidir, çerçevesi dahilinde bu arzuyu tebrik eder, ona kucak açar, hatta ona teşvik eder.

Sünnet, bu tür tavsiyelerle doludur. Bekârın tercih edilmesine dair Buhârî'nin Hz. Aişe'den rivayeti şöyledir; Hz. Aişe diyor ki: Rasûlullah'a dedim: Bir vadide konaklasan, develerini dokunulmamış ağaçta mı otlatırsın yoksa, yenilmiş ağaçta mı? "Kendisine dokunul­mamış ağaçta otlatırım" buyurdu.[778] işte ben oyum, dedim. [779]

Hz. Aişe, Peygamberin (s.a.v.) evlendiği tek bekâr kadındır. Pey-gamber'i (s.a.v.) çokça sever ve onu kıskanırdı. Başka birinin bu has­lette ona ortak olmasını istemezdi. Peygamber'in (s.a.v.) yanında da üstün bir yeri vardı.

Ayrıca o, bu değerini iddialı bir şekilde ortaya koymakla, bunu hissettirmekle ya da Rasûlullah'ın (s.a.v.) ona olan iyi davranışını görmekle de yetinmiyor aksine bunun delil ile pekiştirilmesini istiyor. Bu nedenle bunu bir misal ile açıklıyor ve Rasûlullah'a (s.a.v.) soru sorarak genel hükmü ifade eden bir cevap alıyor. Böylece daha etkili ve delil bakımından daha güçlü olmayı hedefliyor.

"Ben işte oyum" derken arzusuna ulaşmış ve sevinçten kanat takmış uçuyor gibidir.

O ne beliğ bir üslûba sahipti? Meseleleri ne kadar da güzel ortaya koyuyordu? Kısacası hadis, bekâr ile dul arasında bir karşılaştırma yapıyor ya da eş seçiminde kişinin bunlardan hangisini seçeceğine dair bilgi veriyor ve seçimi etkileyen başka bir etken yoksa, bekârın tercih edileceğini belirtiyor. Ama tercih üzerinde etkili olacak başka bir etken varsa, mesele değişir.

Cabir b. Abdillah'ın şu hadisi buna ışık tutuyor. Câbir, diyor ki; Babam vefat etti ve arkasında yedi -veya dokuz- kız bıraktı. Bunun üzerine dul bir kadınla evlendim. Rasûlullah: Evlendin mi ey Cabir? dedi. Evet, dedim. Rasûlullah: Kız mı aldın, dul mu? dedi. Hayır, dul aldım, dedim. Kız bulamadın mı, onunla oynaşırdın, o da seninle oynaşırdı, onunla gülüşürdün, o da seninle gülüşürdü, dedi. Ya Resûlâllah, (babam) Abdullah vefat etti, arkasında da kızlar bıraktı. Ben de onlar gibisini getirmek istemedim. Onların başına geçecek, işlerini düzenleyip onları yetiştirecek bir kadın getirdim, dedim. Allah mübarek kılsın -hayırlı olsun- diye dua etti. [780]

Bu hadisten şu sonuçları çıkarabiliriz:

1- Câbir'in babasının şehit olması ve ardında bu kadar kız bırakması, Câbir'in düşüncesini değiştirmiştir. Belki de babasının ölümünden Önce kendisi de genç bir kızla evlenmeyi düşünüyordu. Ne var ki artık meseleyi yeni bir Ölçü ile değerlendirmesi gerekiyordu.

2- Kızkardeşleri henüz tecrübesiz gencecik idiler. Onların yaşında bir kızla evlenseydi, onları yetiştiremez ve onlara bakamazdı.

3- Henüz olgunlaşmamış, aklı bir karış havada genç bir kızla ev­lenseydi, karısı da bu kızkardeşleriyle aynı evde beraber yaşayacaktı ve belki  de  aile yuvası  aralarındaki     çatışmalardan bir cehennem çukuruna dönüşebilirdi.

4- Dindar kadınla evlenmeyi teşvik etmek, dini şiarları ve dinin farzlarını yerine getiren ve bu konularda gerek kocasına ve gerek ko­casının beraber yaşadığı kimselere yardımcı olmaya çalışan kadınla ev­lenmeyi teşvik etmek demektir.

Bu naklettiğimiz olayda Câbir'in önünde önceliği olan bir görev or­taya çıkmıştır, kızkardeşlerini gözetmek ve onları eğitip yetiştirmek.

Buna göre Câbir'in problemi: Kiminle evleneyim? değildir.

Aksine kızkardeşlerimi gözetme, onları eğitme ve onlara karşı dinî ve ailevî görevlerimi yerine getirme hususunda hangi kadın bana yardımcı olacak problemine dönüşmüştür.

Bu gibi konularda dul kadının kızdan daha çok yardımcı ola­cağında şüphe yoktur.

O halde "kadın, dindarlığından dolayı onunla evlenilir"in anlamı, dini kendi nefsinde tatbik etmesi, tavır ve davranışlarında dinin emirle­rine göre hareket etmesi ve kocasının da dinî emirleri en mükemmel şekilde yerine getirmesi için ona yardımcı olmasıdır.

işte bu sebeble Peygamber (s.a.v.) Câbir'in görüşünü uygun görmüş; seçimini ve dul bir kadınla evlenmesini beğenmiş ve evliliğinin hayırlı olması için dua etmiştir. Müslim'in rivayetinde ifade edildiği gibi bunu açıkça ifade ederek şöyle buyurmuştur; "O halde... Kadınla din­darlığı malı ve güzelliği sebebiyle evlenilir, sen dindar olanı seç, yoksa zarar edersin." [781]

Dindarlığı sebebiyle kadınla evlenilmesine dair bu geniş yorum ve izahlar ve burada bundan söz edilmiş olmasının hikmeti mutlaka an­latılması gereken bir husus idi.

Biz bu hadisi şerhedenlerden buna dikkat çekenini görmedik, bel­ki sadece îmam Müslim, hafif bir işarette bulunmuş sayılır.

Çünkü dindar kadınla evlenmeye dair yukarda naklettiğimiz Ebu Hüreyre'nin hadisini sonra Câbir'in mezkur hadisini rivayet eder. Ardından evliliğine dair diğer rivayetleri sıralar. Bu rivayetlerde kadınla niçin evlenildiğine dair hususlar yoktur.

Sonra Abdullah b. Ömer'den naklettiği Rasûlullah'ın (s.a.v.) şu hadisiyle onlara son verir; "Dünya metadır, faydalanmadır. En hayırlı metaı ise iyi kadındır."

Böylece bakire kızla evlenmeye dair başlattığı hadiseleri dindar kadınla evlenmenin değerini pekiştirmek ve Câbir'in yaptığını onayla­makla bitiriyor. Çünkü Cabir, o an içinde bulunduğu içtimaî sebepten dolayı fiilen iyi kadım seçmişti.

Evet... Dünya metadır ve metanın en hayırlısı da dul olsun veya bakire kız olsun kendine, kocasına ve evine iyi olan (saliha) kadındır. Bu, göreceli bir durumdur yani şartların değişmesiyle değişir. Bu görüşümüzün delili, bakire kızla evlenmeye dair hadislerden sonra ve kadınlara iyi davranıl m asından önce rivayet edilen bu hadistir. Anlattığımız gibi bu hadis, kadınlara iyi davranmayı ifade eden hadis­lerden çok bakire kızla evlenmeyi anlatan hadislerle ilgilidir. Yani başta anlatılanların bir sonucu mahiyetindedir.

O halde bakire kızı ya da dulu tercih etmek, şartlara göre değişmektedir ve bunlardan biri her zaman için diğerinden üstün değildir.

Nitekim Peygamber (s.a.v.) hem dul ve hem de bakire kızla evlen­miştir. Hattâ bir günde hem dul, hem de bakire kıza talip olmuştur.

imam Ahmed, Ebû Seleme ve Yahya'nın şöyle dediklerini rivayet etmektedir: Hz. Hatice vefat ettiğinde Osman b. Maz'un'un hanımı Hav­le gelerek: Ya Resûlallah evlenmeyecek misin? dedi. Rasûlullah (s.a.v.): Kiminle? dedi. Havle: Dilersen bekâr bir kızla, dilersen bir dul ile dedi. Peygamber (s.a.v.): Bakire kız kim? diye sordu. Havle: Allah'ın kullan arasında en çok sevdiğinin kızı ile; Ebû Bekir'in kızı Aişe ile, dedi. Rasûlullah (s.a.v.): Peki, dul kim? diye sordu. Havle: Zem'a'nın kızı Şev­de ile. Çünkü o, sana iman etti ve söylediklerine tâbi oldu, karşılığını verdi.

Rasûlullah (s.a.v.): Git ikisini de bana iste, buyurdu.

Havle: "Çünkü o, sana iman etti ve söylediklerine tâbi oldu" derken, evlilikte eş seçimi için bunun bir temel olduğuna, özellikle Rasûlullah (s.a.v.) için büyük bir önemi olduğuna işaret ediyordu.

Yine: "Allah'ın kulları arasında en çok sevdiğinin kızı derken de, kızın bağlı olduğu dinî ortamın şanına işaret ediyordu. Tabiî ki eş seçiminde bunun önemli bir etkisi vardır. Burada da evliliğe talip ol­manın temeli, dindir, islam o gün için taraftarlarının güçlenmelerine ve talimatlarının yayılmasına daha çok muhtaç idi. Bu sebeple bekâr ol­sun, dul olsun evlilikle bu görevi gerçekleştiren her kadın, Rasûlullah'la (s.a.v.) evlenmeğe ehil îdi.

Hem dullardan hem de bakire kızlardan, üstün eşin vasıflarını yüce Allah şu âyette bildirmektedir; "Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona sizden daha iyi, kendini Allah'a veren, inanan, sebatla itaat eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir.[782]

Sözkonusu edilen bu şartlar dışında birini diğerine tercih etmekte ve herbirinin Özel meziyetlerine göre aralarında mukayese yapmakta; cinsel arzuyu doyurmak için ve nefsî duyguları hesaba katarak bakire olanı tercih etmekte bir sakınca yoktur. Çünkü insan nefsi bakire olana daha meyyaldir. Bakire kız evlilik hayatına daha bir renk katar, duygu­ların doyurulması ve ruhî huzur bakımdan daha etkilidir. Hatta bakire kızla evlenen kişi tekrar gençliğini yeniden yaşıyor hissine kapılır ve daha dinçleşebilir.

Buhârî, Alkame b. Kays'ın şöyle dediğini rivayet eder: Abdullah ile birlikte idim. Osman b. Affân gelerek onu bir tarafa çekti ve: Ey Abdullah, seni bir kızla evlendirsek ne dersin? Hem sana geçmiş günlerini hatırlatır, dedi. Abdullah, böyle birşeye ihtiyacı olmadığına kanaat getirince bana dönerek: Ey Alkame, diye seslendi ve şöyle de­vam etti: Böyle diyorsun ama Peygamber (s.a.v.) bize şöyle buyurdu:

"Gençler.., Sizden nafakaya gücü yeten evlensin. Buna gücü yet­meyen ise, oruç tutsun, çünkü o, insanın şehevî arzularını kırar.[783]

Yine Ibnu Mâce, Uveym b. Sâide el-Ensârî'den Rasûlullah'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder: "Bakire kızlarla evlenin, çünkü onların ağız kokuları daha tatlı, rahimleri daha doğurgan ve aza daha kanaatkardırlar." [784]

 

b- Eş Seçiminde İçtimaî Yönler

 

Sünnet eş seçiminde içtimaî yönleri ihmal etmemiştir. Bu yönlerden en çok üzerinde durduğu hususlar ise şunlardır:

1- Kalıtım ve çevre

2- içtimaî ortam.

3- Yabancılardan evlenme.

4- Çocuk doğurma.

Şimdi bu hususları tek tek inceleyelim.[785]

 

1- Kalıtım ve Çevre:

 

Buhârî, nikâhla ilgili bölümde şöyle bir başlık açar:

"Kimle evlenilir? Hangi kadınlar daha iyidir? Kişinin çocuklarına ana olarak seçmesi müstehab olanlar hangileridir?"

Buhârî bu başlık altında sadece Ebû Hüreyre'den naklettiği şu hadîsi nakleder: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Deveye binen kadınların en hayırlıları, Kureyş kadınlarıdır; onlar küçüklüğünde çocuğa daha şefkatli ve kocalarının malım daha çok gözetirler."

Ibnu Hacer, hadisi şerhederken şöyle demektedir: Konu başlığı üç hüküm içermektedir. Hadisin, başlıktaki birinci ve ikinci hükmü içerdiği açıktır. Evlenmek isteyen, Kureyş kadınlarına benzer kadınlarla evlensin. Çünkü Kureyş kadınları, kadınların en hayırlılarıdır. Bu da, ikinci hükümdür.

Üçüncü hükme gelince, dolaylı olarak hadisten anlaşılmaktadır ki o da: Başkalarından daha hayırlı olanı, çocuklara ana olarak seçmenin müstehab olduğudur.

Ensâr, değer yargıları, ahlâk ve davranışları, islâmı yayma ve ona hizmet gibi hususlarda yegane bir toplumu temsil ediyorlardı.

"Kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilen (ganimet)lerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç (eğilimi) duy­mazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, (göç eden yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler.[786]

Bu sebeple Kur'ân-ı Kerim müteaddid yerlerde onları över.

Rasûlullah da (s.a.v.) daima onları över ve onlara dua ederdi. On­lar hakkında şöyle derdi: "Ensâr bir vadi veya yoldan gidecek olsa­lar, ben de Ensâr'ın vadisinde giderim. Hicret olmasaydı, Ensâr1 dan biri olurdum. [787]

Evlilik, değerli çevrenin kendisi için seçildiği; bitek yerin arandığı, bakışların kendisine yönlendirildiği ve misallerin zikredildiği husus­ların en önemlilerinde ndir.

Peygamber (s.a.v.) burada, hedeflenen ve münbitliği yönüyle mükemmelliği, iyi çevreyi, ahlâk üstünlüğünü, davranış güzelliğini ve hem çocukları hem de kocasına karşı görevini yerine getirmeyi bir ara­da bulunduran kadım bize misal olarak zikrediyor.

îbnu Mâce, Hz. Aişe'den Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet eder: "Çocuklarınıza anne seçin, denk olanlarla evlenin ve denk olanların kızlarını alın.[788]

Urve b. ez-Zübeyr, şöyle demiştir: "Allah'a imandan sonra kişi, doğru evlilikle kendini yücelttiği kadar başka birşeyle yücelmez. Küfürden sonra da kötü bir evlilikle kendisini düşürdüğü kadar başka birşeyle düşmez."

Esedoğulları şairlerinden biri şöyle diyor: Suyun kötülüğü toprağın kötülüğün dendir. Kavmin kötülüğü de, kötü evliliklerdendir. [789]

Araplar kalıtıma çok önem verirlerdi. Amr b. el-Alâ bir adamın şöyle dediğini nakleder: Ondan doğacak çocuğu hesaba katmadan bir kadınla evlenmem. Bunu nasıl yaparsın? dediler. Evleneceğim kadının babasına ve anasına bakarım, çünkü bunlardan birine çeker, dedi. [790]

Peygamber (s.a.v.) çocuğun sadece ana ve babasından değil dede­lerinden de kalıtım yoluyla etkilendiğine dikkat çekmiştir.

Ana-babasına benzemeyen siyahi bir çocuk doğuran karısını boşamak üzere olan bedevinin kıssası buna güzel bir delildir.

Buhârî, senediyle Ebû Hüreyre'den şunu rivayet eder: Bir bedevî gelerek: Ya Rasulallah! Karım siyah bir oğlan doğurdu! dedi. Rasûlullah (s.a.v.): "Develerin var mı?" buyurdu. Adam: Var, dedi. Rasûlullah "renkleri nasıl" diye sordu. Adam: Kırmızı, dedi. Rasûlullah: "Aralarında boz olanları var mı?" diye sordu. Adam: Var, dedi. Rasûlullah: "Bunlar nereden gelmiş olabi­lirler?" diye sordu. Adam: Damar çekmiş olmalı, karşılığını ver­di. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): "Belki oğlunda da böyle bir damar çekmiştir" buyurdu. [791]

Arap, evlenecek iyi bir kadın bulduğunda doğacak çocuklarını düşünerek mutluluk duyardı.

Modern ilim de, çocukların, kalıtım yoluyla baba ve dedelerinden birtakım vasıfların kendilerine geçtiğini kabul eder. Baba ve dedeler kuvvetli veya zayıf iseler, hatta karakterleri ne ise, çocuklarına da aynısı geçer.[792]

 

2- Îctimâî Ortam:

 

Bununla eşler arasında din, mal, neseb ve içtimaî mevki açısından denkliği kasdediyoruz.

Bu meselede, zikredilmesi kaçınılmaz olan iki husus üzerinde du­racağız:

Birincisi: Evlenmek isteyen kişide dinî ve aklî unsurların mevcut olmasıdır. Evlilik hayatının üzerinde kurulduğu temel budur. Evlilik hayatını yıkıcı etkenlerle sapmadan koruyan duvar da budur. Bu ne­denle eşler arasındaki denklik meselesinde, nazarı itibara alınması ge­reken ilk ölçü budur.

ikincisi: Eşlerden her birinin, eşini seçme hususunda şahsî hürriyete sahip olmasıdır. Birbirlerine tam olarak rıza gösterdikleri taktirde her birinin birtakım gelenekleri gözardı etme haklan vardır.

Bu iki hususun varlığı, evlilik hayatının uyum içerisinde yürümesi, huzur, sevgi ve şefkat platformuna dair yol alması için temel ve faal etkenin var olması demektir.

Bu kısa girişten sonra, bu konudaki islâmî görüşü ortaya koymak için sünneti mutahharanın sayfalarım arayabiliriz.[793]

 

Genel Kural:

 

1- Ebû Hüreyre, Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Kadınla dört sebepten dolayı evlenilir: Malı için, toplumdaki iti­barı için, güzelliği için ve dini için, sen dindar olanı seç, yoksa zarar edersin.[794]

2- Tirmizî, senediyle Ebû Hatim el-Müzenî'den Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: 'Din ve ahlâkını beğendi­ğiniz biri size gelirse, onunla evlenin, değilse yeryüzünde fitne ve fesâd olur." Ya Resûlallah, onda (şu şu eksiklik) olsa da mı? dediler. Rasûlullah ardarda üç defa: "Din ve ahlâkını beğendiğiniz biri size gelirse, onunla evlenin" buyurdu. [795]

3- Hz. Ali, Rasûlullah'ın (s.a.v.) kendisine şöyle dediğini nakleder: "Ey Ali üç şeyi geciktirme: Namaz vakti girdiğinde namazı, hazır olduğunda cenazeyi ve kendine denk birini bulduğunda evli ol­mayan kadının evlenmesini. [796]

 

Uygulama Alanında

 

Nazari açıdan böyle, uygulama alanına gelince, şimdi de onu göreceğiz:

1- Buhârî, kefaet (denklik) bölümünde Haşim oğullarından Pey­gamber'in (s.a.v.) amcası kızı Dubâa bint ez-Zubeyr b. Abdilmuttalib'in,

Mikdat b. el-Esved'in eşi olduğunu rivayet eder.

Ibnu Hacer, Mikdad'ın Kureyş'in müttefiklerinden ve el-Esved b. Abd Yagûs ez-Zührî'nin evlatlığı olduğunu ve bu sebeple ona nisbet edil­diğini, babasının Amr el-Kindî olduğunu söyler.

Sonra şöyle devam eder: Eğer kefaet konusunda nesebe itibar edil­seydi, Mikdad onunla evlenemezdi. Çünkü Dubâa nesebce Mikdad'dan üstündür. Neseb konusunda kefaete itibar edip bu meselede hem kadının hem de velilerinin razı olmalarından kefaet hakları sakıt olmuştur, diyenin bu görüşüne gelince, eğer neseb konusundaki kefaet sahih bir nassa dayanmış olsaydı bu cevabı doğru olurdu. [797]

2- Ebû Hüreyre, Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Ey Beyâde oğullan, Ebû Hind'e kız verin ve onun kızlany-la evle­nin." Oysa Ebû Hind onlar arasında hacamatçı idi. [798]

3- Buhârî, senedi ile Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den şunu nakleder: Rasûlullah (s.a.v.) (bir grupta oturuyordu) oradan bir adam geçti. "Bu adam hakkında ne dersiniz?" buyurdu. Kız istediğinde kız verilmeğe, aracı olduğunda aracılığı kabul edilmeğe, konuştuğunda da sözü dinle-nilmeğe layık biridir, dediler. Ardından müslümanlann fakirlerinden biri geçti. Rasûlullah (s.a.v.): "Ya bunun hakkında ne dersiniz?" buyur­du. Kız istediğinde kendisine kız verilmez, aracılık yaptığında aracılığı kabul edilmez ve konuştuğunda da sözü dinlenilmez biridir, dediler. O zaman Rasûlullah (s.a.v.): "Bu diğerinden yeryüzü dolusu adamlardan daha hayırlıdır" buyurdu. [799]

4- Abdullah b. Büreyde, babasından şunu nakleder: Genç bir kız Rasûlullah'a (s.a.v.) gelerek: Babam kardeşinin oğluyla, onun maddi du­rumunu    düzeltmek için evlendirdi, deyip şikâyet etti. Rasûlullah (s.a.v.) onu muhayyer bıraktı (dilerse bu evlilikten vazgeçecek, dilerse evliliği devam ettirecek). O zaman kız: "Babamın yaptığım kabul ettim. Lakin kadınların babalarının onlar üzerinde bir hükmü olmadığını bil­melerini istedim" dedi. [800]

5- Biri Hasan'a sordu: Benim bir kızım var, talipleri de var, onu

kime vereyim? "Allah'tan korkana ver, çünkü onu sevecek olursa ona değer verir, ama sevmeyecek olursa, ona zulmetmez.[801]

6- Ali b. Hüseyin, Ensâr'dan birinin ummu'I-veledi (efendisinden çocuğu olan cariye) ile evlendi. Abdulmelik onun bu davranışını kına­yınca da ona şunu yazdı: "islâm, toplumda hakir görüneni yüceltti, ek­sik sayılan kadını tam kabul etti, onu kınanacak durumdan kurtardı. O halde böyle bir kadınla evlenmekten dolayı müslüman için utanılacak bir durum yoktur. îşte Rasûlullah (s.a.v.) kendi cariyesiyle evlendi, yine kendi kölesinin karısıyla evlendi." O zaman Abdulmelik şöyle dedi: Ali b. Hüseyin insanların düşüklük kabul ettikleri şeyde şeref duyuyor. [802]

7- Bir bedeviye[803] falan, falan kıza talip, ne dersin? dediler: Ak-lı ve dini tamam mı? dedi. Evet, dediler. Öyleyse kızı ona verin dedi. [804]

Bütün bu anlatılanlardan bu alanda islâm'ın ruhu, yüce hedefleri olan evlilikte eşler arasındaki kefaetin de o yüce hedeflere ulaşmak için yardımcı olması gerektiği ve kefaete bu açıdan bakılmasının doğru ola­cağı ortaya çıkmaktadır.

Bu da iki hususta ifade edilebilir:

Birincisi: Bilgi düzeyi, ilmî yeterlilik, alan ve ortama göre bu hu­suslar değişebilir- ruhî ve aklî olgunluk, ahlâkî ve dinî seviye, islâm bunu bazen takva ve ahlâk bazen de din ve emanet şeklinde ifade et­mektedir.

ikincisi: Aile yükünü üstlenebilecek maddi güç.

Eşler arası yardımlaşma ile ailenin maddi geçimini sağlamak.

Evliliğin devamı için bu husus mutlaka gereklidir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Evlenme (imkanı) bulamayanlar, Allah kendilerini lütfundan zengin edip evlenme imkânına kavuşturuncaya kadar iffetlerini korusunlar. [805] Birinci husus şahsın kendisini ilgilendi­rir ve ona rıza gösterilmesi için temel teşkil eder. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.): "Din ve emanetinden razı olduğunuz biri sizden kız istemeye ge­lirse, onu evlendirin" buyurmaktadır.

Malın şart olması ile ölçü olması ayrı şeylerdir.

Islâmın reddettiği: Özellikle eşler arasındaki kefaet konusunda to­plumdaki saygınlık (şeref-şöhret), soy veya servetin kişi için temel ölçü olarak kabul edilmeleridir

insanlar, şahıs için serveti temel ölçü alıyorlar. Oysa ki bu, ölçüler tayin etme hususunda doğru yoldan bir sapmadır, işte bu sebeple islâm, bu değerlendirmeyi reddetmektedir. Resulülah (s.a.v.) şöyle bu­yurmaktadır; "Dünya ehlinin değer verdiği; mal mülktür.[806]

islâm, bu hatayı tashih etmekte ve müminin değerlendirilmesi için onun yerine yeni bir kural getirmektedir. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Müminin şerefi, dinidir. Şahsiyeti, aklıdır. Toplumdaki saygınlığı da ahlâkıdır. [807]

Yine şöyle buyurmaktadır; "saygınlık da, mal da, şeref de, tak­vadır. [808]

islâm, geldiğinden beri insanların tarağın dişleri gibi eşit olduk­larını, şöhret, soy ya da zenginlikten dolayı ne Arabın Arap olmayana ve ne de Arab olmayanın Arab olana bir üstünlüğü olmadığını, üstünlüğün takva ve ameli salih olduğunu ilan etmiştir. Peygamber (s.a.v.) akrabalarını kıyamet günü başkaları amelleriyle gelirken, soysop ile gelmekten sakındırmıştır. Yüce Allah: "Allah katında en değerliniz, en muttaki olanınızdır" [809]buyurarak bunu çok parlak bir üslûp ile ifade etmiştir.

Allah katında kişinin değeri takva ve salih amel ile ölçüldüğüne göre insanların da, hele evlilik gibi önemli bir konuda bu Ölçüyü kullan­maları gerekir.

Uygulama ile ilgili yukarıda naklettiğimiz misaller meseleyi açık seçik ortaya koymaktadır.[810]

 

3- Yabancılarla Evlenmek:

 

Yabancılarla evlenme meselesine gelince, yakın akrabayla ve onun hükmünde olan süt akrabalarıyla evlenmeyi yasaklayan ayette buna işaret vardır.

Hz. Ömer (r.a.) Kureyşten bünyeleri zayıf ve cılız bir toplulukla karşılaştı ve: Niye o kadar cılızsınız? diye sordu. Babalarının akrabaları olan annelerimizle evlenmeleri sebebiyle, dediler. Doğru söylüyorsunuz dedi.

Ibnu Ebi Mülkiyye, Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Ey Sâib oğullan, bünyeniz çok cılızlaştı, yabancılarla evlenin.[811]

Bu sözlerden Arap insanının, hatta mubah olan akrabalarla evlen­meyi de hoş karşılamadığı anlaşılmaktadır.

Her ne kadar iki kadın akraba ile evlenmek; iki kızkardeş, kadınla halası veya teyzesini bir evlilikte tutmak haram ise de sahabe diğer iki akraba kadını birarada tutmayı da hoş karşılamamışlardır. Bu anlayış Arap kabilelerinin büyük çoğunluğunda yaygın idi. [812]

Enes (r.a.) şöyle demektedir: "Rasûlullah'm (s.a.v.) ashabı, evli­likte akraba kadınları bir arada tutmaktan hoşlanmaz ve: Bu, birbirle­rine kin beslemelerine sebep olur, derlerdi.

Yine Abdullah b. Mes'ud'un iki amca kızını bir evlilikte bir arada tutmayı hoş karşılamadığı ve: Haramdır, demiyorum ama bunu hoş karşılamıyorum, dediği rivayet edilir.

Kâsânî bu rivayeti naklettikten sonra şu yorumu yapar: Bunun mekruh olmasının sebebi, akrabalık bağlarının kopması endişesidir. [813] Haram sayılmaması ise, amca kızlarının arasındaki akrabalığın, Çok yakın akrabalığa girmemesidir. [814]

Ebu Davud, (el-Merasil'de s. 23) Isâ b. Talha'mn şöyle dediğini ri­vayet eder: Akrabalık bağlarının kopması endişesiyle Rasûlullah (s.a.v.) kadının bir akrabası üzerine kuma olarak getirilmesini yasakladı.

Arap, sık sık şu şiiri terennüm eder:

Çocuklarım için yabancı bir kadını seçtim.

iyi de çocuk doğurdu, iyi çocuk doğuranlar yabancı kadınlardır.

Ya da şu şiiri terennüm eder:

Amca kızıyla evlenmedim, onu çok sevdiğim halde,

Korktum ki soyu cılız olur.

Psikoloji ve sosyoloji günümüzde şu sonuçlara varmışlardır:

1- Akrabalarla evlenmeye sürükleyen psikolojik etki, servetin aile çevresinin dışına dağılma korkusudur. O halde akrabayla evlenmenin temelinde servet düşkünlüğü ve egoizm yatmaktadır.

2- Akraba ile evlenmenin âfetlerinden biri de; kişi yabancı birinin eziyyetlerine katlanabilir ama akrabanın eziyeti daha acıdır.

önceden şöyle demişlerdir; Akrabanın zulmü daha acı vericidir, Hür kişiye, keskin kılıcın yarasından.

3- Akrabalar komşu iseler, içiçedirler; birbirlerine sık sık gider ge­lir, kadın erkek her zaman için birbirlerini görürler. Böylece birbirlerine karşı (cinsel ilişki konusunda) utangaç olurlar. Bu durum, evlilik hayatında bıkkınlık ve tenbelliğe sürükler. Oysa evlilik hayatı, doyum ve dinçliği gerektirir.

4- Denilir ki: Yahudiler,   değişik asırlarda baskıya maruz kaldıklarından kapalı toplum haline gelmiş ve aralarında hala, teyze gibi yakın akrabalarla evlenmeyi yaygınlaştırmıştır. Bu nedenle çocuklarında geri zekalılığa sebep olan çocuk felçleri yaygındır.

Akraba ile evliliğin kansızlığa sebep olduğu da söylenir. Nitekim kraliçe Viktorya'nın soyunda bu durum mevcuttur.

5- Yabancılarla evlenmek, aile çevresinde bulunmayan kültürlerin elde edilmesine ve kalıtım yoluyla geçen birtakım meziyetlerin doğan çocuklara geçmesine vesiledir.[815]

 

4- Çocuk Doğurmanın Teşvik Edilmesi:

 

Çocuk doğurmaya gelince, Rasûlullah (s.a.v.) şefkatli ve doğurgan kadının tercih edilmesini ve evliliğin, ümmetin çoğalmasına vesile ol­masını teşvik etmektedir. Nesil çoğalsın ki toplum gelişsin, ilerlesin, düşmanla cihad edebilsin ve Rasûlullah (s.a.v.) kıyamet günü ümmetinin çokluğuyla övünsün.

Nesil, evliliğin içtimaî meyvelerinin en etkilisi ve ölüm ya da boşama ile evliliğin son bulmasından sonra da en kalıcı olanı olduğuna göre, kitabın sonuç kısmında evliliğin sonuçlan anlatılırken bu konuyu ve onu ilgilendiren diğer hususları inşallah orada ele alacağız. [816]

 

Psikoloji Ve Dlne Göre Eş Seçimi [817]

 

Psikoloji ile ilgili bazı hususlardan bahsetmişken, eş seçimine dair bu ilmin vardığı sonuçları geniş bir şekilde ele almayı ve bunlarla dini talimat arasında ne derece uyum ve farklılık olduğunu anlatmayı uy­gun gördük. [818]

 

Psikolojik Etkenler:

 

Bu konuda söylenenlerin en bariz olanları birbirleriyle içice olan iki husustur:

Birincisi: Gelecekte yapıcı bir yardımlaşma ve hedefi olan karşılıklı anlayışın olabileceği uyum içerisindeki ortaklığa olan fıtrî ih­tiyaç.

Erkek, kendi değerlerine inanacak, çabalarını takdir edecek ve onu çalışmaya teşvik edip çalışmasında ona yardımcı olacak bir kadın arar.

Kadın da, inançlarını paylaşacak, onu korumayı üstlenecek, güveneceği, yanında huzur duyacağı ve hayatın problemleri karşısında tüm kalbiyle itimat edeceği bir erkek arar.

ikincisi: insanın, muhtelif eğilimleri arasında dengeyi gerçekleştirecek birine ihtiyaç duymasıdır. Erkek olsun, kadın olsun ay­nen çocukta olduğu gibi başkasından ilgi görme ve babada olduğu gibi başkasına ilgi gösterme eğilimleri vardır.

işte bu gibi eğilimleri en iyi şekilde doğrulayan evliliktir.

Adler: "Sevgi; güç ve şefkat karışımıdır" derken bunu kasdediyor. Kadının, erkeğin gözetim ve korunmasına ihtiyaç duyduğu halde, onun işlerinin düzene sokulması ve bundan sorumluymuş gibi onun işlerinden haberdar olmayı istemesi buradan kaynaklanmaktadır. Yine erkeğin, gözetim ve şefkatine muhtaç olduğu halde gözeteceği ve kıskanacağı bir karısının olmasını istemesi bunu göstermektedir.

Ayrıca bir de çocukluğun erken dönemlerinde insanın temel yapısında yoğrulan ve etkileri daha sonra eş seçimi ve evlilik hayatında görünen şuur dışı etkenler vardır.

Bu yön, evliliğin ilk gayesinde anlatılan ve "O'nun âyetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır" [819]

ayetinde ifade edilen ve özellikle âyeti tefsir ederken "sağlam temi­nattan bahseden imam Muhammed Abduh'un yorumunda ileri sürdükleriyle uyum içerisindedir. [820]

 

Evlilik İçin Ruhî Hazırlık

 

Bazı araştırmacılar, insanda cinsel olgunluk erken bir dönemde gerçekleşse de evlilik hayatının kurulmasına yeterli değildir, derler. Çünkü evlilik sadece cinsellik üzere kurulmaz, ruhî olgunluğa da ih­tiyaç duyar. Bu nedenle evliliğe adım atmadan önce sabretmek ve iyi düşünmek gerekir. Erkek için uygun yaş genel olarak yirmisekiz; kadın için de yirmibeştir. Evliliğin anlamını idrak etmek mutlu bir evlilik yap­mak ve evliliğin sorumluluğunu yüklenmeyi sağlıklı bir şekilde kavra­mak için ruhî olgunluğun da gerçekleşmiş olması gerekir.[821]

Dini bakış açısından bu görüşü sakıncalı bulmuyoruz, hatta gözetilmeğe ve araştırılmağa layık görüyoruz.

Çünkü evlenmenin meşru kılınmasının sebebi sadece cinsel güç değildir. Aynı zamanda bizzat evliliğin yükünü, sorumluluk ve nafa­kasını, evliliği gayesine ulaştıran diğer vasıtalarını üstlenebilmektir de.

Bu gibi hususlar maddî güce ihtiyaç duyduğu gibi, şahsî görgü ve deneyime belli bir düzeyde içtimaî ve dinî kültür ve bilgiye de ihtiyaç gösterir.

"Evlenme (imkânı) bulamayanlar, Allah kendilerini lütfun-dan zengin ed(ip evlenme imkânına kavuştur)uncaya kadar if­fetlerini korusunlar"[822]ayetinde geçen "nikâh=evlenrae" sözcüğü­nü, evlenmenin vasıtalarına güç yetirme şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu da işaret ettiğimiz hususların rayına oturmasıyla gerçekleşir.

Kurtubî, âyetin tefsirinde şöyle demektedir: Yüce Allah bu âyeti kerime ile şu veya bu sebepten dolayı evlenmeyen herkese iffetli ol­masını emretmektedir. Evlenmeye engel genelde maddi sıkıntı olduğu için de, lütfundan zengin kılacağını vadetmiştir...

Daha sonra şöyle demektedir: Evlenmeye güç yetiremeyenler. [823]

Rasûlullah'ın (s.a.v.) hadisinde geçen sözcüğü de bu anlam­da tefsir edilmiştir. Hadisin anlamı şudur: "Sizden evlenmeye gücü ye­ten, evlensin."

Daha önce de belirttiğimiz gibi islâm'ın genel kurallarından biri: "Zarar ve zararla karşılık vermek yoktur" şeklindedir. Cahil kişi, kendi­siyle beraber yaşayana mutlaka zarar verir. Bu nedenle kanun koyucu­su aile yapısının tehlikeye girmesi durumunda müdahale etme ve evli­lik için belli bir yaş sınırlandırmasında bulunma hakkına sahiptir. Ancak belli bir yaş tayininin yapılması gerektiği görüşünde değiliz, önemli olan akıl yaşıdır.

Bununla evlenecek kişinin görgü ve ruhî olgunluğunu kasdediyoruz.

Nice yaşı geçmiş kimse vardır ama idrak ve davranışları itibariyle daha çocuktur.

Ve nice yaşı küçük vardır ama kabiliyet, kültür ve zekâsıyla tam bir erkektir.

Hani bir heyetle birlikte Halife Ömer b. Abdülâziz'e bir çocuk gel­mişti. Halife ona: Sen geri çekil de yaşı senden büyük olan gelsin, demişti. O zaman çocuk halifeye: Ey emîrel-müminîn maharet yaşta ol­saydı, bu ümmet içerisinde bu tahta senden daha layık olanlar vardır. Allah birine konuşma kabiliyeti ve değerlendirme yapacak akıl vermişse, o kimse konuşma hakkına sahiptir, demişti.

Eğitim öğretim işiyle uğraşanlar bilir, akıl yaşı önemli bir husus­tur. [824]Sosyoloji ve aile işleriyle uğraşanlar da elbette bunu değerlendirmek mecburiyetindedirler.

Ayrıca evliliği belli bir yaş ile sınırlamak, insanların maddî du­rumlarının ve evlilik yüküne katlanmalarının farklılığıyla da bağdaşmaz. Çiftçinin durumu ayrı, işçinin durumu ayrı, öğrencinin du­rumu ayrıdır v.s.

Evlenebilmek için vücut sağlığı ve maddi gücün yerinde olması ge­rektiği gibi evlenecek kişinin görgüsünün, ruhî sağlığının dinî ve içtimaî kültürünün de yeterli olması gerekir, işte o zaman genç erkek ve kız, evlenmeğe ehil olurlar.

Devletin bu yönü düzenleyip yönetmesinde bir sakınca yoktur.

Amerika ve Avrupa'da evlilik ve aile enstitüleri inşa edilmektedir. Oysa bu tür enstitülerin öncelikle bizde kurulmaları gerekir. Çünkü ev-Iilik ve aile işleri bizde daha önemlidir. [825]

 

İdeal Model:

 

Hayat ortağı için kişinin zihninde canlandırdığı ve eş seçiminde ona en yakın olanı bulmağa gayret ettiği ideal model açısından mese­leye bakıldığında, -psikolojinin de tesbit ettiği gibi- kişinin şahsiyeti ne Ölçüde olgunlaşmışsa, hayat arkadaşında fizik ve yüz güzelliğinin yanında o kadar şahsiyet olgunluğuna ve ruhî olgunluğa önem verir.

Kişinin kültürden, medenilikten ve ruhî olgunluktan payı ne ka­dar az ise, değerlendirmesi o kadar sathi olur; o kadar dış görünüşe önem verir ve ruhî olgunluğa o kadar önem vermez.

Güzellik ve din konusunu işlerken bu mesele üzerinde durmuş; din ile ahlâk temel alındıktan sonra maddi yönlere, fizik güzelliğine önem vermenin bir sakıncası olmadığını ve iki husus gerçekleşmediği taktirde ruhî olgunluğun fizik güzelliğine tercih edilmesi gerektiğini be­lirtmiştik.

Ancak psikoloji, hayat ortağına mütekâmil ve yüce bir bakışla ba­kan şahsın değerine, bu alanda gözünü maddî şeylere takmış olanın ba­sitliğine ve yönlendiricilikte, değerlerinin doğruluğu ve uzak görüşlüğü sebebiyle dinin üstünlüğüne şahitlik ediyor.

Hz. Hatice'nin Rasûlullah'a (s.a.v.) istenmesi olayı; denklik, şeref ve ahlâk temel alındığı takdirde maddi şeyleri istemenin ve bu istek doğrultusunda hareket etmenin bir sakıncası olmadığına işaret etmek­tedir.

Nefise bint Münye, şöyle demektedir: Hatice bint Huveylid akıllı, şerefli ve zengin bir kadın idi. O gün için o, soyca orta bir soydan fakat şeref ve mal bakımından toplumun en ileri seviyesindeydi.

Toplumunda onunla evlenmek isteyenler pek çoktu. Onunla evlen­meğe talip olmuş ve bu uğurda mallarım âmâde etmişlerdi. Ama Ha­tice, Şam'dan döndükten sonra Muhammed'in (s.a.v.) ağzını aramam için beni gönderdi. Gittim ve: Ey Muhammed, evlenmene engel ne? de­dim. Evlenmem için elimde birşey yok, dedi. Diyelim ki, bu konuda birşey vermene ihtiyaç kalmadı. Ayrıca hem güzel, hem malı olan ve hem de şerefli ve sana denk biri seninle evlenmek istese evlenir misin? dedim. Kimi kasdediyorsun? dedi. Hatice'yi dedim. Bu nasıl olur ki? dedi. Orası bana ait, dedim. Bunun üzerine: Ben kabul ediyorum, dedi. Gittim, Hatice'ye haber verdim. Hatice, Muhammed'e (s.a.v.) haber göndererek şu gün şu saatte gel, dedi. Kendisini evlendirmesi için de amcası Amr b. Esed'e haber gönderdi. Amcası da geldi ve onu Ra-sulüllah'la evlendirdi. Evlendiğinde Rasûlullah (s.a.v.) yirmibeş, Hatice ise, kırk yaşındaydı. [826]

Rasûlullah (s.a.v.): "Allah'ım! Malik olduğum hususunda taksimatım budur; senin hakkından gelip de benim hakkından gelemediğim hususlardan dolayı beni muaheze etme" şeklindeki duasıyla Hz. Aişe'ye olan kalbî meylinin şiddetine işaret ediyordu. Rasûlullah'm (s.a.v.) Hz. Aişe'ye olan bu aşın sevgisi, eşlerinin Aişe'yi kıskanmalarına ve ona oyun oynamalarına sebep oluyordu.

Annesi Ümmü Rûman, Ifk hadisesinde gönlünü almağa ve üzüntüsünü hafifletmeğe çalışırken bu kıskançlığın etkilerine işaret ederek şöyle diyordu: "Kızım, kendini o kadar üzüp perişan etme. Allah'a yemin ederim ki, güzel bir kadın kocası tarafından seviliyor ve kumaları da varsa, aleyhinde konuşanlar çok olur, habbeyi kubbe yaparlar.

Rasûlullah'm (s.a.v.) Cüveyriye bint el-Hâris'le evliliği olayında buna dair bir işaret görmüştük. Hz. Aişe, Cüveyriye'nin güzelliğini gördüğünde endişeye kapılmış ve Rasûlullah (s.a.v.) onunla evlenir kor­kusuyla onu görmesini istememişti. Ancak Cüveyriye'nin ısrarı üzerine onu içeri almıştı. Rasûlullah (s.a.v.) Cüveyriye'nin isteğine daha hayırlı bir karşılık vermiş ve ona evlenme teklif etmişti. Bu evlilik, Cüveyriye'nin kavmine de hayır ve bereket getirmişti.

Aslında Rasûlullah'm (s.a.v.) onunla evlenmesi, güzelliğine ta­mahından değildi. Bu evliliğin ardındaki dinî ve içtimaî etkileri düşünerek onunla evlenmişti.

Bu konuda Hz. Aişe, şunu söylemektedir:

"Rasûlullah (s.a.v.) Mustalikoğullarının esirlerini dağıttığında Cüveyriye bint el-Hâris, Sabit b. Kays b. Şemmas'ın -ya da am-caoğullanndan birinin- payına düştü. Cüveyriye, âzât edilmek üzere onunla anlaştı. Çok tatlı ve güzel bir kadındı. Onu gören erkek mutlaka onu beğenirdi. Peygamber'e (s.a.v.) gelerek âzât edilmesi için yardımında bulunmasını istedi. Allah'a yemin ederim ki onu odamın kapısının önünde gördüğümde canım sıkıldı. Rasûlullah da onu görecek olsa, gördüğüm güzelliğini o da görecekti, içeri girsin istemiyordum, ama içeri girdi. Ya Resûlallah dedi, ben aşiretinin reisi Haris'in kızı Cüveyriye'yim. Bildiğin gibi başıma şu musibet geldi. Sabit b. Kays b. Şemmâs -veya amcası oğlunun- payına düştüm. Onunla anlaşma yaptım, âzât edilmem için bana yardım etmen için geldim. Rasûlullah:

Ya senin için daha hayırlı bir şey söylersem, dedi. Nedir, ya Resûlallah? diye sordu. Rasûlullah:

Âzât olman için gerekli parayı vereceğim, sen de benimle evlenir misin? dedi Cüveyriye;

Evet, evlenirim dedi. Bunun üzerine Rasûlullah: Ben de gereken parayı ödeyeceğim, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) onunla evlendikten sonra ashab: Rasûlullah'ın (s.a.v.) kayınları köle mi edinilirler? dediler ve kölelerini âzât ettiler.

Hz. Aişe diyor ki: "Bu evlilik sayesinde Mustalıkoğullarmdan yüz aile salıverildi. Bu Cüveyriye kadar kavmine hayır ve bereket getiren başka bir kadın tanımıyorum.[827]

Rasûlullah'ın (s.a.v.) Safiyye ile evliliğinde de bu hususta bize ışık tutacak birçok noktalar vardır. Bunlardan önemli olanları şunlardır:

1- Müslümanların Hayber'i fethetmelerinden sonra ele geçen esir­lerden biri de Safiyye idi. Esirlerin en soylusu ve en güzellerindendi. Kureyza oğullarıyla Nadiroğullarının efendilerinin kızıydı.  Soyu Musa'nın (a.s.) kardeşi Harun'a (a.s.) dayanıyordu. Peygamberlikte ve soylulukta köklü bir aileden geliyordu.

2- Hayber gazvesinde mücahid müslümanlardan Dihye'ye, esirler arasından bir cariye seçmesine izin verildi ve o da, o kadar esir arasından Safiyye'yi seçti.

3- Bu durum, sahabeden birinin hoşuna gitmedi ve Peygamber'e (s.a.v.) giderek, bunun doğru olmayacağını ve Safiyye'nin Peygamber'e verilmesi gerektiğini söyledi.

4- Peygamber (s.a.v.) Dihye'den hatasını düzeltmesini ve Safiyye'yi bırakarak başka bir cariye seçmesini istedi. Rasûlullah (s.a.v.) meseleyi enine boyuna düşündü:

a- Safiyye'yi esirlerden hak sahibi olanlardan birine verecek olsa mesele çözüme bağlanmayacaktı. Çünkü birine ayrıcalık tanıması, an­cak hepsinin muvafakati şartına bağlıydı. Oysa onlar, onun Rasûlullah'a (s.a.v.) verilmesi gerektiğine kani idiler. O halde çözüm neydi?

b- Müslümanlarla yapılan savaşta Safiyye'nin kocası, babası ve kardeşi öldürülmüştü. Kırılan kalbini ve kesilen kanatlarını ne onarabi­lirdi.

c- O soylu ve saygın kadın; bir peygamber ve kral soyundan ge­liyordu. Tabii ki onun da beklentisi, soylu geçmişine yakışır bir mua­mele görmek idi. Uzun gelecekte beklentisi muhakkak buydu.

Beklentisine kim uyuyordu? Hatta beklentisinden de daha üstün olan kimdi?

Rasûlullah (s.a.v.) bütün bu hususları değerlendirdi.

Rasûlullah'ın (s.a.v.) onunla evlenmesi için duygusal yönlerin tamamı uygundu.

Ancak cevaplandırılması gereken önemli bir soru kalıyor: Ruhî öz nerede? Nerede din ve ahlâk?

Bütün bu duygusal etkenler din olmaksızın- temelsiz bina gibidir. RasûluIIah'ın (s.a.v.) gözünde bunların hiç bir değeri yoktur.

Rasûlullah, dini açıya yöneldi, bu yönden bir durum değerlendirmesi yaptı:

Safiyye'yi serbest bıraktı; dilerse onu âzât edecek ve akraba­larından geri kalanların yanına gidecekti. Dilerse, islâm'a girecek ve onunla evlenecekti? Safiyye: Ben Allah ve Resulünü seçiyorum, dedi.

Enes (r.a.) şöyle diyor: Rasûlullah (s.a.v.) Safiyye Bint Huyeyy'i esir alınca: "Benimle evlenmeyi düşünür müsün?" dedi. Ya Resûlallah, ben müşrik iken bunu arzu ediyordum, Allah bana islam'ı nasip etti, şimdi nasıl istemiyeyim? dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) onu âzât etti ve onunla evlendi. [828]

Bunlar, değerlendirmenin yüceliğini, düşüncenin ileriliğini, hede­fin güzelliğim ve seçimin iyisini gösteren Rasûlullah'ın (s.a.v.) evlilikle­rini anlatan misaller idi.

Bu misaller ayrıca din, ahlâk, akıl üstünlüğü ve amel-i salihin, ev­liliğin ve eş seçiminin temeli olarak alındıktan sonra ikinci derecede güzellik, zenginlik ve soyluluk gibi hususların nazar-ı itibara alınmasında bir sakınca bulunmadığını göstermektedir.

Bütün bu yüce talimatlar, temel etkenin maddî olmamasını hedef edinmektedir. Eğer maddi şeyler temel olarak alınacak olursa, çocukların istikbali, çevrenin ileriliği, ruhî olgunluk, şahsiyet üstünlüğü ve ahlâk güzelliği gibi hususlar ihmal edilebilir. [829]

 

Ruhî Olgunluk:

 

Olgunluk, şahsiyet gelişiminin tamamlanması, egoizm çemberinden kurtulma ve alıp vermeğe, hatta almaktan çok vermeğe is­tidatlı olma ve kendinden çok başkasını düşünme gibi hasletlerle kendi­ni gösterir.

Bunu nefse aşılayan imandır. Daha önce hep bana diyen, başkalarım düşünmeğe başlar ve hep alan iken kişi artık başkaları için fedâkârlıkta bulunan olur.

Başkasını düşünmek, dünya ve ahiret kurtuluşuna erenlere Allah'ın bir lütfudur. Allah onları yüce bir vasıfla tavsif etmiş, yüce kit­abında onları anmış ve onları Örnek göstermiştir: "Onlar, kendi canlan çekmesine rağmen yemeği, yoksula,   yetime ve esire yedirirler.[830]

"Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenler karşısında bir kaygı duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine ter­cih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. [831]

Bu ayetlerde anlatılan hususlar, mü'mini derinden etkiler ve dav­ranışlarına akseder. Evlilik hayatında ise bunun akisleri çok daha faz­ladır. [832]

 

Seviye yakınlığı:

 

Psikologlar, eşlerin şahsiyet tekamülleri ile aklî ve içtimaî seviye­leri arasında büyük bir farklılık bulunmaması gerektiğini söylerler. Çünkü böyle bir farklılık zamanla birbirlerinden nefret etmelerine en azından aralarındaki uyum ve bağların kalkmasına sebep olur.

Ama dinî ve kültürel bağlar mevcut ise, diğer yönlerde de zamanla bir yakınlaşma sözkonusu olur.

Bu bağları gözetmeyen her evlilik genellikle başarısızlıkla son bul­mağa mahkumdur. Eşlerin birbirlerine ısınmaları ve uyum içerisinde evliliği devam ettirmeleri zordur. Bu nedenle eş seçiminde çok dikkatli olmak gerekir. [833]

 

Çocukluktan İtibaren Eşin Hayatı:

 

Evlilik hayatında ebeveynin mutlulukları, birbirlerine karşı dav­ranışları, uyum içerisinde bir hayat sürmeleri, çocuğun kendisinin bu mutlu aile ortamında yaşaması, ebeveyni ile ve kardeşleriyle olan ilişkileri, çocukluk çağından itibaren hal ve tavırları, bütün bu husus­ların, kişinin evlilik hayatı üzerinde etkileri vardır. Bu gibi hususlar, kişinin evlilik hayatında mutlu ya da bedbaht olmasına etki ederler.

O halde eş seçiminde bu gibi hususlara da dikkat etmek gerekir.

Rasûlüllah (s.a.v.): "Çocuklarınıza ana arayın..." buyururken bun­lara işaret etmektedir.

Kalıtım ve çevre ile yabancılarla evlenmekten bahsederken bu gibi hususlar üzerinde durmuştuk, ileride de tekrar bunlan sözkonusu edeceğiz. [834]

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

DİNÎ VE İÇTİMAÎ AÇIDAN KIZ İSTEME VE NİŞANLANMA

 

Nişanlanma

 

Kişi, bu dinî ve psikolojik verilerin ışığında eşini seçme yoluna gir­diğinde, hayat ortağını bulmak için ilk adımı atmış demektir.

Eş seçimini yapan kişi, nişanlılık aşamasına gelmiştir.

Bir akid olarak evlilik, insan hayatında o kadar derin etkileri ol­masaydı, diğer akidlerde olduğu gibi bir ön hazırlığa ihtiyaç olmazdı. Şekil yönüyle diğer akidlere benzemekle birlikte insan hayatındaki et­kilerinden dolayı akidlerin en önemlisidir.

Etkileri ebedî olarak devam edecek bir akiddir. insan hayatı onun­la yeni bir döneme girer. Kişinin sorumluluk alanı öncekine nazaran çok daha geniş bir sahayı kapsar.

Evliliğe bir hazırlık mahiyetinde olan nişanlılık devresi her iki ta­rafın daha iyi düşünmelerine fırsat verir. Meselenin çeşitli yönlerini bu dönemde daha iyi değerlendirme fırsatı bulur ve evlilik akdinin nasıl ta­mamlanacağım araştırıp kararlaştırırlar.

Bu nedenle beşerî hukuklarla semavî hukuklar, evliliğe önem ver­mişlerdir. Çeşitli hukuklarda nişanlılığa dair kurallar farklı olsa da he­men hepsi onun, erkekle kadın arasında evleneceklerine dair bir sözleşme olduğunu kabul ederler.

Dinî açıdan meselenin sadece hnstiyanlık ve islâmdaki durumunu anlatmakla yetineceğiz. Sonra dinî ve ahlakî kurallar çerçevesinde me­selenin ruhî ve içtimaî yönünü tartışacağız.[835]

 

Hrıstiyanlıkta Nişanlanma:

 

1- Başlangıçta her iki tarafı evlenme akdine icbar eden kanunî bir akid idi. Genelde ahde vefalıhk, nişanlanan kişinin nişanlısından başkasıyla evlenmemesi, nişanlılardan her birinin akrabalarının diğeri için  de   akraba  sayılması  gibi  evliliğe terettüp  eden hususlar nişanlanma için geçerli idi. Hnstiyanların 1545-1563 tarihleri arasında toplanan konsüllerde durum değişti. Bağlayıcılığı ve ona terettüp eden hukukî kurallar kaldırıldı. Bağlayıcılığı sadece vicdanî mesele olarak kabul edildi.

Katolik kilisesinin kanunlarında mesele artık bu şekilde tesbit edildi. Bununla birlikte hiçbir gerekçeye dayanmaksızın yapılan nişan bozmalar medenî ve dinî birtakım cezalarla cezalandırılıyordu.

2- Ortodoks kilisesinin kuralları da buna yakındır. Hrıstiyan hu­kukçuların nişanlıların hâlvetiyle (nişanlıların tenha bir yerde başbaşa kalmalarıyla) ilgili görüşleri ileride ele alınacaktır. [836]

 

Kur'an Ve Sünnet Çerçevesinde Nişanlılık

 

I- Kur'an Çerçevesinde Nişanlılık

 

a- Kur'an-ı Kerîm, şu ayette meseleye sarahaten temas etmiştir: "Böyle (iddetini bekleyen) kadınlara evlenme isteğinizi üstü ka­palı biçimde bildirmenizden, yahut içinizde tutmanızdan dolayı size bir günah yoktur.[837]

b- Şu ayetlerde de, meseleye zımnen temas etmiştir:

'İçinizden ölenlerin, geriye bıraktıkları eşler bizzat kendi­leri dört ay on gün beklerler. [838]

"Boşanmış kadınlar, bizzat kendileri üç aybaşı hali veya üç temizlik müddeti beklerler. [839]

Bu ayetlerde, zikredilen bekleme müddeti içerisinde nişanlan­manın olamayacağı zımnen anlatılmaktadır. Ancak bu müddet dolduk­tan sonra nişanlanma (kadına talip olma) sözkonusu olabilir. [840]

 

II- Sünnet Çerçevesinde Nişanlılık

 

Sünnet, bu konuyu birçok yerde ele almış ve ona değişik açılardan bakmıştır. Bunları özet olarak aktarmağa çalışacağız: [841]

 

a- Ahlakî alanda:

 

Bu alanda, müslümanlar arasındaki insanî ve kardeşlik bağlarını korumak için, birisinin sözlüsü olan bir kıza başkasının talip çıkması haramdır.

1- Bu hususta Malik, Şafiî, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî ve Ibnu Mâce, Ebu Hüreyre'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler:

"Zandan sakının, çünkü zan sözün en yalanıdır. Te­cessüsten, başkalarının kusurlarını araştırmaktan sakının. Bir­birinize kin beslemeyin. Allah'ın kardeş kulları olun. Hiçbir er­kek, mü'min kardeşinin sözlüsüne talip olmasın; beklesin o kişi ya onunla evlenecek veya vazgeçecek." (Hadisin lafzı Buhârî'nindir.) [842]

2- Yine Malik, Şafiî, Ahmed, Buharı, Müslim, Ebu Davud, Nesâî ve Ibnu Mâce, Ibnu Ömer'in şöyle dediğini rivayet ederler:

"Peygamber (s.a.v.), biriniz birşey almak üzereyken öbürünün onu satınalmağa kalkışmasını yasakladı. Ayrıca kişi, mü'min kardeşinin sözlüsüne talip olmasın. Beklesin, diğeri sözlüsünden vazgeçer veya izin verirse ancak o zaman talip olabilir." (Lafzı Buhârî'nindir.) [843]

3- Ahmed ve Müslim, Ukbe b. Âmir1 den Rasûlüllah'm (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: "Mü'min, mü'minin kardeşidir. Mü'min kardeşi birşey almak üzere iken o şeye alıcı çıkmak mü'min için helal değildir. Mü'min kardeşinin sözlüsüne talip çıkmak da helal değildir. Ancak o kişi tamamen vazgeçerse o başka." (Lafzı Müslim'indir). [844]

Bu hadislerden şu neticeleri çıkarıyoruz:

1- Kişinin, mü'min kardeşinin sözlüsüne talip çıkması yasak­lanmıştır ve buradaki yasaklama haramı ifade ediyor.

2- Yasaklama için bir müddet tayin edilmiştir. ilk talip tamamen vazgeçer yahut başkasının talip olmasına izin verirse bu müddet son bulmuş olur.

3- Bu   yasaklamanın   sebebi,   böyle   bir   davranışın   islâm kardeşliğiyle bağdaşmamasıdır. Mü'min, kardeşine eziyet verecek bir davranışa kalkışmaz. Mü'mine eziyet veren hususlardan biri de talip olduğu kıza talip olmaktır.

4- Müslümana eziyet etmek veya gönlünü kırmak, ancak erkekle evleneceği kadın arasında bir muvafakat bulunduğunda sözkonusu olur. Ama aralarında bir muvafakat yoksa ya da taraflardan biri mu­vafakat etmemiş yahut kadının henüz bir görüşü oluşmamışsa o zaman talip olmakta bir sakınca yoktur. Bu durumda başkasının talebi üzerine talepte bulunmak diye birşey sözkonusu değildir. Bazen de talipler çok olur ama biri, diğerinden haberdar değildir.

Yukarıdaki hadislerin ışığında anlaşılan bu, bir de bu anlaşılana ışık tutacak bir vakıayı nakledelim .

Fâtıma bint Kays, aynı anda hem Muaviye b. Ebî Süfyan ve hemde Ebu'l-Cehm'in evlilik teklifiyle karşı karşıya kaldı. Hangisiyle evleneceğine istişarede bulunmak üzere Peygamber'e (s.a.v.) gitti. Rasûlüllah (s.a.v.), iki kişinin ona talip olmasında bir sakınca görmedi. Danışması sonucunda da ona Üsame b. Zeyd'le evlenmesini tavsiye etti. Buyurdu ki: "Muaviye, fakir biridir; Malı yoktur. Ebu'1-Cehm ise, kadınları çok döver. Ama Üsâme..." Rasûlüllah (s.a.v.), Üsâme'den bah­sedince, kadın elleriyle işaret ederek: Üsâme mi, Üsâme mi? Onunla ev­lenmeğe arzusu olmadığım belirtti. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah'a itaat ve Rasûlüne itaat senin için daha hayırlıdır" buyurdu. Kadın, Üsâme ile evlendi ve onunla mutlu oldu. [845]

 

b- Kadının Görüşüne Saygı Göstermek:

 

Kadına saygı ve onun hayat ortağını seçme konusunda hür olduğuna dair Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Dul kadın kendi hakkında karar verme konusunda velîsinden daha hak sahibidir. Kızdan da izin vermesi istenir, onun izin vermesi, susmasıdır.[846]

"Dulun emri alınmadıkça nikahla namaz ve kızın izni alınmadıkça nikahlanamaz." Ya Rasûlallah, izin nasıl? dediler. "Susmasıdır" buyurdu. [847]

 

Uygulamaya Dair Misaller:

 

Bu talimatların tatbikatına gelince, mukaddime de belirttiğimiz gibi, Ümmü Hâni' bint Ebî Talib'e Rasûlüllah (s.a.v.) talip olmuştu. Ümmü Hâni': Ya Rasûlallah, sen bana canımdan daha değerlisin, ne var ki ben yaşlı bir kadınım, çocuklarım da küçük, ayrıca kocanın hakkı da büyüktür; korkarım ki, kocama kendimi fazla kaptırır ve çocuklarımı ihmal ederim ya da çocuklanma yönelir, kocamı ihmal ederim.

Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Deveye binen kadınların en hayırlıları, Kureyş'li kadınlardır. Çünkü onlar çocuklarına daha çok şefkat gösterir ve kocalarının malını daha çok gözetirler. Meryem bint İmran'ın deveye bindiğini bilsey­dim, kimseyi ondan üstün tutmazdım. [848]

Ayrıca rivayet edilir ki, Rasûlüllah (s.a.v.), babasının zorlamasıyla evlendirilen Hansa bint Hazzâm el-Ensârîye'nin nikahım bozmuştur.

Hansâ'ya iki kişi talip olmuştu. Bunlardan biri; Rasûlüllah'ın (s.a.v.) ashabının kahramanlarından olan Ebu Lübabe b. el-Münzir, diğeri ise, -Hansâ'mn akrabalarından- Avf oğullarından bir adam idi. Hansa, Ebu Lübabe'yi istiyordu. Ancak babası, buna aldırış etmeden onu, amcasıoğlu ile evlendirdi.

O da Peygambere (s.a.v.) gelerek: Babam bana haksızlık etti ve benden habersiz beni evlendirdi, dedi. Peygamber (s.a.v.), ona: "Onun nikahı yoktur, sen, dilediğinle evlen" buyurdu. Bunun üzerine, Ebu Lübabe ile evlendi.

Mebsut'un müellifi, bu olayı basit bir farklılıkla rivayet etmekte­dir. Bu rivayet şöyledir: Hansa: Babam, istemediğim halde beni kardeşi oğlu ile evlendirdi, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): Babanın yaptığını hoş görüp kabul et, buyurdu. Hansa: Babamın yaptığına rızam yok, dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): Git, onun nikahı yoktur, dilediğini nikahla, buyurdu. O zaman Hansa: Babamın yaptığını kabul ettim, la­kin herkesin, babaların kızları üzerinde bir tahakkümlerinin olamaya­cağını Öğrenmesini istedim, dedi. [849]

Mebsut'un müellifi, bunu naklettikten sonra şöyle demektedir: Rasûlüllah (s.a.v.), Hansâ'mn bu söylediğine karşı çıkmadı. [850]

Atabe b. Ebî Leheb'in Berire isminde bir cariyesi vardı. Atabe onu Muğire'nin kölelerinden biriyle evlendirdi. Ama Berire; yetkisi elinde ol­saydı buna rıza göstermeyecekti. Nitekim isteksiz olduğu ve nefreti yüzünden okunuyordu. Mü'minlerin anası Aişe (r.a.) onun bu durumu­na acıdı, onu satın alıp azat etti. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) ona: 'Yetkini eline aldın, artık dilediğini seç" buyurdu.

Kocası peşinden koşarak ona yalvarıyor ve ağlıyordu. Ama Berire, onun yalvarmasına ve döktüğü gözyaşlarına aldırış etmeden yoluna de­vam etti. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.), ashabına: "Şu adamın sev­gisine ve şu kadının ona duyduğu nefrete bakın, hayret, değil mi?" de­dikten sonra Berire'ye: "Allah'tan kork, o senin kocan, çocuklarının babası" dedi. Berire: Bana, ona dönmemi mi emrediyorsun, dedi. Rasûlüllah: "Hayır, sadece aracılık etmek istiyorum" buyurdu. Berire: O halde benim ona ihtiyacım yok, dedi. [851]

Bununla ilgili olarak Buharî senediyle Ibnu Abbas'tan şöyle dediğini rivayet ediyor: Berire'nin kocası Muğis isminde bir köle idi. Arkasından koşusunu, ağlayarak gözyaşlarının sakalı üzerine boşandığını görüyor gibiyim. Peygamber (s.a.v.), Abbas'a: Ya Abbas, Muğis'in Berire'ye olan sevgisine ve Berire'nin de ona olan bu nefretine şaşmıyor musun?" buyurdu.

Rasûlüllah (s.a.v.), Berire'ye: "Ona geri dönsen" buyurdu. Berire: Ya Rasûlallah, ona dönmemi mi emrediyorsun? dedi. Rasûlüllah: "Hayır, sadece aracıyım" buyurdu. Berire: O halde benim ona ihtiyacım yok, dedi.

Evet... Peygamber (s.a.v.) ona yüce şanına rağmen, Berire'yi seven Muğis için Berire'nin indinde aracı olmakta bir sakınca görmüyor!

Her ikisi de köle idiler, ama bununla birlikte her ikisi aynı zaman­da insan idiler, islâm'a göre kölelik, hürriyete, özellikle ifade hürriyetine ve seçme hakkına ne zaman engel oldu ki!

O yüce peygamber, o yüce insan, insanlıkta derin izleri ve büyük önemi olan bir hususta ikisinin arasına aracı olarak giriyor! Onun gibi büyük birine yaraşan da buydu! [852]

Onun aracılığı -o kudret ve heybetine rağmen mutlaka yerine get­irilmesi gereken bir emir ya da kesin bir görüş şeklinde değildi. Bu ne­denle hak sahibi olan o kadının, hakkından vazgeçmesini ondan istediği halde vazgeçmemesinde bir sakınca görmedi. Hatta aracılığını reddet­mesini hoş karşılamama gibi bir tavır da takınmadı.

Bu durum, islâm'ın müsamahasını gayet güzel gözler önüne ser­mektedir.[853]

 

c- İstenecek Kızı Görmek:

 

Bu mesele de müteaddit yönlerden anlaşılmaktadır. Şöyle ki:

1- Ahmed, Ebu Davud, Hâkim, Beyhakî, Bezzar ve Abdurrezzak, Cabir b. Abdillah'tan Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler:

"Sizden biriniz bir kadına talip olduğunda, onunla evlen­meğe karar verecek kadar o kadına bakabilme imkanına sa­hipse, bunu yapsın." Câbir, diyor ki: Seleme oğullarından bir kıza talip oldum» onu görmek için bir sazlıkta saklanıyordum, nihayet onunla evlenmeğe karar verecek kadar onu gördüm ve onunla evlendim. [854]

2- Ahmed, Said b. Mansur, Ibnu Mâce, îbnu Hibban ve Beyhakî, Sehl b. Hasme'nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Muhammed b. Se-leme'nin, onu görmek için Büseyne bint ed-Dahhak'ı gözleriyle takip ettiğini gördüm, dedim ki: Sen, Muhammed'in (s.a.v.) ashabından olduğun halde ona bakıyorsun öyle ha? Dedi ki: Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu duydum: 'Yüce Allah, bir kişinin kalbine bir kadına talip olmayı koydu mu, o kadına bakmasında bir sakınca yoktur. [855]

3- Ahmed, Said b. Mansur, Dârimî, Tirmizî, Ibn Mâce, Beyhakî ve Ibnu Hibban, Mugire b. Şu'be'nin şöyle dediğini rivayet ederler: Pey-gamber'e (s.a.v.) giderek bir kadına talip olacağımı söyledim. "Git onu gör, çünkü daha iyi anlaşmanızı sağlar" buyurdu. En-sar'dan bir kadını ebeveyninden istedim ve onlara Rasûlüllah'ın (s.a.v.) bu sözünü haber verdim, hoşlarına gitmedi. Kadın, per­denin arkasından benim bu söylediklerimi duydu ve: "Eğer gerçekten Rasûlüllah (s.a.v.) sana beni görmeni emrettiyse, gel gör, değilse, bunun hesabını sana sorarım" dedi. Onu gördüm ve onunla evlendim.[856]

4- Ahmed,   Bezzâr ve  Taberanî,  Ebu  Humayd es-Sâidî'den Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler:

"Sizden biriniz bir kadına talip olacak olursa, kadının ha­beri olmasa da onu görmesinde bir sakınca yoktur. [857]

5- Ahmed, Müslim ve Nesâî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini riva­yet ederler: Biri, Ensâr'dan bir kadına talip oldu. Rasûlüllah (s.a.v.) ona:  "Kadını  gördün  mü?" diye  sordu,  adam:  Hayır,  dedi. Rasûlüllah: "Git, onu gör çünkü Ensâr kadınlarının gözlerinde (genellikle) bir kusur var" buyurdu. [858]

6- Said b. Mansur, Ibnu Abdilber, Ibnu Hacer ve Ibnu Sa'd, Hz. Ali ve Fatıma'nın kızı -ki Peygamber'in (s.a.v.) vefatından önce doğmuştu-Ümmü Gülsüm un olayını rivayet ederler. Buna göre: Hz. Ömer, Ümmü Gülsüm'ü Hz. Ali'den istedi. Hz. Ali:

Küçüktür, dedi. Hz. Ömer: Ya Eba'l-Hasan, onu benimle evlen­dir, hiç kimsenin yapamayacağı şekilde ona iyi davranır, değerini bilir­im, dedi. Bunun üzerine Hz. Ali:

Onu sana göndereceğim, onu gördükten sonra hâlâ onu istiyor­san, onu seninle evlendiririm, dedi. Hz. Ali kızına bir elbise vererek onu götürmesini   ve   kendisine   bahsettiği   elbisesinin   bu   olduğunu söylemesini tenbih etti. Kız, Hz. Ömer'e babasının söylediğini aktardı. Hz. Ömer de kıza:

Ona de ki: Kabul ettim. Allah kendisinden razı olsun dedi ve kızın elbisesini kaldırıp topuklarının yukarısına baktı. Kız:

Ne  yapıyorsun?  Mü'minlerin  emiri  olmasaydın  burnunu kırardım, dedi. Ve Öfke ile oradan ayrıldı. Doğruca gidip olayı babasına anlattı ve: Beni kötü bir kocamışa gönderdin, dedi. Hz. Ali kızını yatıştırarak: O, senin koçandır, dedi. Bir müddet sonra Hz. Ömer ilk muhacirlerin meclisine gelerek: Beni tebrik edin, dedi. Niçin seni tebrik ediyoruz ya emîral-mü'minîn, dediler. Ali b. Ebî Talib'in kızı ile evlen­dim dedi ve şunu ilave etti: Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu duydum: "Her neseb, akrabalık bağı ve kadın yoluyla akrabalık kıyamet günü kopuktur. Ancak benim nesebim, akrabalık bağım ve kadın yönüyle akrabalığım hariç," Neseb yönüyle onunla bir bağım vardı, kadın yönüyle de bir akrabalığım olsun istedim. Bu neden­le beni tebrik edin. [859]

Bu hadislerden çıkarılacak neticeler nelerdir? Bu hadislerden şu neticeleri çıkarabiliriz:

1- Kişinin, evlenmek istediği kadına bakmasında bir sakınca yoktur.

2- Evlenilecek kadını görmeyi anlatan hadislerde geçen "emir kipi" müstahaphğı ifade eder. Rasûlüllah'ın "bunda sakınca yoktur" sözü buna delildir.

3- Evlenecek kişi, eğer evleneceği kadını henüz görmemişse, görmesini salık vermek.

4- Bu ruhsatın şartı, bakmanın evlenmek için olmasıdır.

5- Bakmanın caiz oluşu, evlenilecek kadının bunu bilmesine dayalı değildir. Çünkü Rasûlüllah: "Kadının bundan haberi olmasa da" buyur­maktadır. Yine sahabeden bazısının, evlenecekleri kadını görmek için saklandıkları rivayet edilmektedir.

6- Sahabeden bazısının birşeyi hoş karşılamamaları, onun caiz ol­madığını göstermez. Nitekim Seni b. Hasme, Muhammed b. Seleme'nin, Dahhâk'ın kızını görmeğe çalışmasını hoş karşılamamış ve nihayet bu­nun caiz olduğunu öğrenmiştir.

7- Evlenilecek kadına bakmanın caiz olması istisnaî bir durumdur ve zaruretten dolayıdır. Zaruretler ise, gerektirdikleri miktar ile takdir edilirler. Eğer yüz ve eller dışındaki yerleri de görmeyi gerektiren bir sebep var ise -sakıncalı yerler hariç- kadının diğer yerlerine de bakmak­ta bir sakınca yoktur. [860]

Nitekim Ümmü Gülsüm ile Hz. Ömer arasında cereyan eden olayı gördük. Hz. Ali de, buna karşı çıkmamış, hatta Hz. Ömer'in yaptığına kızan kızını teskin ederek Ömer'in onun kocası olacağım söylemiştir.

8- Bakmanın sının, Rasûlüllah'ın (s.a.v.): "Onunla evlenmeğe yete­cek kadar onu görmesi mümkün ise, bunu yapsın" sözüyle işaret ettiği miktarı aşmamahdır.[861]

 

d- Denk Olana Rıza Göstermek Ve Evli Olmayanı Evlendirmekte Acele Etmek:

 

Bu hususta Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şu sözü rivayet edilmiştir:

"Din ve ahlakını beğendiğiniz biri size kız istemeğe gelirse, onu evlendirin. Bunu yapmayacak olursanız yeryüzünde fitne ve etkileri geniş fesat çıkar.[862]

"Üç şey vardır ki ertelenemez: Vakti girdiğinde namaz, hazır olduğunda cenaze ve kendine denk olanı bulduğunda dul kadın. [863]

Bu girişten sonra kız isteme ile ilgili ayet ve hadisleri geniş bir şekilde ele alabiliriz.

Bu konudaki ayetler:

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Böyle (iddetini bekleyen) kadınlara evlenme isteğinizi üstü   kapalı   biçimde   bildirmenizden,   yahut   İçinizde   tutmanızdan dolayı size bir günah yoktur. (Çünkü) Allah, sizin on­ları anacağınızı bilmektedir. Sakın (kapalı evlenme teklifi arasında), iyi söz söylemeniz dışında, onlarla bir gizli (buluşma) ya sözleşmeyin ve farz olan bekleme süresi dolmadan nikah bağını bağlamağa kalkmayın ve bilin ki, Allah içinizden geçeni bilir. O'ndan sakının ve yine bilin kî, Allah bağışlayandır, halim­dir (ceza vermekte aceleci değildir).[864]

Ayette sözü edilen kadınlar, kocası ölmüş kadınlardır. Bu ayetten önceki ve sonraki ayetlerden bu husus açıkça anlaşılmaktadır. Önceki ayet, kocası vefat eden kadınların bekleme iddetini anlatmaktadır. Ayet, şöyledir: "içinizden ölenlerin, geriye bıraktıkları eşleri, dört ay on gün (bekleyip) kendilerini gözetlerler. [865]

Buhârî, "kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde bildir­menizden" ayetinin tefsirine dair Ibnu Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: Kişinin (kadının yanında): Evlenmek istiyorum. îyi bir kadınla evlenebilsem, demesi.

Kasım de şöyle diyor: Kişinin: Sen değerli birisin. Seni beğeniyorum. Allah sana hayırlı bir kısmet gönderiyor ve buna benzer şeyler söylemesi.

Atâ ise şöyle demektedir: Üstü kapalı sözler söyler ama açık söylemez. Mesela: Benim ihtiyacım var. Allah'a şükür sen de evlenebile­cek durumdasın, der. Kadın da, ne dediğini duyuyorum der, vaatte bu­lunmaz. Ayrıca kişi, kadının haberi olmaksızın velisiyle söz kesmemeli-dir. Ama kadın, henüz iddet beklerken bir erkeğe vaatte bulunur ve iddeti bittikten sonra evlenecek olursa, nikahlan bozulmaz.

Burada iki husus üzerinde durmamız yararlı olacaktır:

1- Kocası vefat eden kadına üstü kapalı sözlerle talip olmak.

2- Onunla evlenme isteğini içinde gizli tutmak.

Bu iki hususta sakınca yoktur ve onlardan dolayı kişi günaha gir­mez. Bunlar, Allah'ın tayin ettiği sınırlardır, onları çiğnemeyin; açık açık isteğinizi ifade etmeyin. Ölülere ve akrabalarına saygı göstererek o kadınlar hakkındaki evlenme isteğinizi açığa vurmayın.

ikinci husus ise fıtrî bir durumdur, kişinin iradesi dışında olabilir ve kişi bu duygularım bastıramayabilir.

insanın içinde gizli olduğu müddetçe de ölü veya diri, kimseye ulaşacak bir zararı yoktur. Herhangi bir ahlakî kurala da aykırı değildir. Ama bu çerçevenin dışına taşacak olursa, kişi ona hükmetme ve onu kayıt altına alma imkanına sahiptir.

Allah'ın yüce öğretisi, üstü kapalı konuşmayı mubah ama açık ifade etmeyi yasaklarken insan fitratıyla, yüce zevk ve ahlakla uyum içerisindedir.

Ta'riz [866] üslûpları:

Sekine bint Hanzala'mn şöyle dediği rivayet edilir: Muhammed b. Ali Zeyni'î-Âbidin bana geldi ve Rasûlüllah'a (s.a.v.): Hz. Ali'ye akra­balığımı, Araplar arasındaki konumumu da biliyorsun, dedi. Allah seni affetsin ya Eba Ca'fer, sen güya örnek alınacak birisin! Henüz iddetim dolmadan bana talip oluyorsun, öyle mi? dedim.

Bunun üzerine şöyle dedi: Ben böyle birşey mi dedim, ben sadece Rasûlüllah'a (s.a.v.) ve Hz. Ali'ye akrabalığımı sana haber verdim. Nite­kim Rasûlüllah (s.a.v.), amcası oğlu Ebu Seleme ile evli olan ve kocası ölen Ümmü Seleme'ye gitmiş ve ellerine dayanarak Allah katındaki değerinden o kadar uzunca bahsetmiş ki, hasırın izleri elinde görülmüş.[867]

 

Gizli Buluşmak Üzere Anlaşmanın Haram Kılınması:

 

Yüce Allah'ın: "Allah, sizin onları anacağınızı bilmektedir. Sakın (kapalı evlenme teklifi arasında), îyi söz söylemeniz dışında, onlarla bir gizli (buluşma) ya sözleşmeyin[868] sözüne gelince, onda ta'rizin (imah evlenme teklifinin) mubah kılınmasının ille­tine işaret vardır; yüce Allah, nefislerin, kocası ölen kadınlara meyle­deceğini özellikle şerefli, zengin ve güzel oldukları takdirde onlara evli­lik teklifinde bulunma hususunda çok arzulu ve aceleci davranacaklarını bilmektedir.

işte bu durum kadının gönlünü kendine meylettirmek için kişinin içindekini ve kalbinde sakladığını ilan etmesine sürükler.

Allah, insanın böyle yaratıldığını bildiğinden zarar verme ve zara­ra uğrama sözkonusu olmayacak şekilde ta'rizi helal kılmış ve zararlı olan alenî teklifi yasaklamıştır.

Burada haram kılınan, iki husustur: Gizli buluşmak üzere sözleşmek ve henüz iddet bitmeden açık açık evlenme teklifinde bulun­mak.

Gizli buluşmaya dair sözleşmenin yasaklanması, gizli buluşmanın halvete götürmesi, fitnenin ve çirkin sözlerin yayılmasına sebep ol­masıdır. Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

Bir erkek bir kadınla kapalı bir yerde yalnız kaldıklarında üçüncüleri şeytandır.[869]

Yine şöyle buyurmaktadır:

Kocaları hazır bulunmayan kadınların yanına girmeyin, çünkü şeytan kanın vücutta dolaşması gibi vücudunuzda dolaşır. [870]

ilanından haya etmeyecekleri güzel söz ya da iddetin bitiminden sonra örfe uygun olan söze gelince, onda bir sakınca yoktur. Bu sebeple bu husus: "iyi söz söylemeniz dışında" ifadesiyle istisna edilmiştir. Bu, yasaklanan hususlara girmez.

Iddet müddeti içerisinde sözü edilen ta'riz de güzel sözün kapsamı içerisine girer. Bu ifadede tekrar ondan zikredilmesi şu aşağıdaki hu­susları anlatmak içindir:

1- Bu durum, örfe uygundur.

2- iyi söz kapsamına girdiği müddetçe, mubah bir durumdur, ister iddet müddeti içerisinde olsun, ister iddet müddeti dışında olsun mu­bahtır, ikinci durumda zaten evlilik isteğini açık açık ifade etmesinde de bir sakınca yoktur. Çünkü o zaman örfe de muhalif değildir. Aksine, uygulamada genellikle böyledir.

Bu başlık altında da ifade edilmesi, daha önce sözkonusu edilme­yen diğer hususlan da kapsasın diyedir.[871]

 

İslam Ve Hrıstyanlığın Meseleye Bakışları

 

Gizli buluşmak üzere sözleşmenin yasaklanması, islam hu­kukçularını, hrıstiyan hukukçuların içine düştükleri sapıklıktan koru­muştur. Çünkü hrıstiyan hukukçular, nişanlıların halvetlerinde (tenhada başbaşa kalmasında) bir sakınca görmezler. Bu hükümleriyle açılan büyük gediği tıkayamayınca da, nişanlıların birbirleriyle yatıp kalkmalarını, evliliklerinin kesinleşmesine götüren bir sebep saymağa yöneldiler. Onlar bu çözümleriyle, evlilik ile zina arasındaki duvarları yıkmış oldular. Neseblerin birbirine karışmasına sebep oldular. Ailenin temel değerlerini ayaklar altına aldılar. Topluma ve kanunlara karşı hile kapılarını açtılar. Bu durumda zina yapanların bu çirkin durumları ortaya çıkınca, onlara "biz evlenmeğe karar vermiştik" şeklinde bir ge­rekçe ileri sürmeleri için yol gösterdiler. [872]

 

İddet Dolmadan Evliliğe Kesin Karar Vermek:

 

Yüce Allah'ın: "Farz olan bekleme süresi dolmadan nikah bağını bağlamağa kalkmayın[873]sözüyle yasakladığı ikinci husus budur.

Ayette anlatılan şudur: Bekleme müddeti henüz son bulmadan, velevki niyet ve karar verme şeklinde de olsa evlenmeğe kesin karar vermeyin. Bunu ancak farz olan bekleme süresi bittikten sonra yapabi­lirsiniz.

Kesin karar vermek, ya bunu ifade eden açık bir söz söylemekle ya da kesin niyyet etmekle olur. Ta'rizde bu kesinlik yoktur. Ondan iki an­lam da çıkarılabilir.

Bunda ise, yasaklananın açık bir şekilde ifade edilmesi sözkonusudur. Ayet ayrıca kesin niyyeti de kapsamakta ve bunu da ya­saklamaktadır.

Kişi, yarın ne olacağını bilmediği halde ne yapacağına nasıl kesin karar verebilir ki?

Böyle birşey yüce Allah'ın şu sözüyle bağdaşır mı? "Allah'ın di­lemesine bağlamadıkça (inşaallah demedikçe) hiçbir şey için: 'Bunu yarın yapacağım' deme. [874]

Ayet, insanın kendi kendini kontrol etmesini takviye eden, dinî duygularını harekete geçirip Allah'ın kontrolünde olduğu hissini etkili bir şekilde uyandıran ifadelerle son bulmaktadır: "Bilin ki, Allah içinizden geçeni bilir, O'ndan sakının. [875]

Evet... "Bundan dolayı o (Allah Rasülü) nün emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belanın çarpmasından, yahut onla­ra acı bir azabın uğramasından sakınsınlar. [876]

Bununla birlikte suç işleyenler ve ayetin sakındırdığı şeyleri ya­panlar ve sonra da samimi olarak tevbe etmeğe azmedenler için bağışlanma kapısı açıktır. "Bilin ki, Allah bağışlayandır, halimdir (ceza vermekte aceleci değildir.)" [877]

 

Kız İsteme Alanı:

 

Daha önce eş seçme alanından bahsetmiştik. Ortada bir engel bu­lunmadıkça kız isteme alanı da aynı alandır.

ilk ayet, ilk engel olan iddetten bahsetmekteydi. Diğer iki ayet ise, iddetlerin çeşit ve miktarlarından bahsetmektedir. Daha sonra, sünnet, başka bir engelden bahsetti. [878]

 

İlk Engel: İddet:

 

Yukarıda sözkonusu ettiğimiz ayet, kocasının vefatı sebebiyle id­det bekleyene açıkça evlenme teklifinde bulunmanın haram olduğunu, ta'rizin mubah olduğunu ve ancak iddet bittikten sonra açıkça evlenme teklifinde bulunmanın caiz olacağını ifade etmektedir. Bu durumdaki kadına benzer kadınlar da buna kıyas edilmiştir.

Bain (kesin) talâk ile boşanmış kadın hakkındaki hüküm buradan alınmıştır. Çünkü bü durumdaki kadın hakikat üzere de, hükmen de zevce değildir. Ama ric'î talâk ile boşanmış olanın durumu böyle değildir. Iddeti dolmadıkça zevce olması devam etmektedir. Bu nedenle iddeti dolmadıkça ta'riz de onun hakkında caiz değildir.[879]

Yüce Allah: "içinizden ölenlerin, geriye bıraktıkları eşleri, dört ay on gün (bekleyip) kendilerini gözetlerler" [880]ayetiyle, kocası vefat eden kadına evlenme teklifinin haram olduğu müddeti be­lirtmektedir.

"Boşanmış kadınlar, üç kur1 (üç adet veya üç temizlik süresi bekleyip) kendilerini gözetlerler"[881]ayetiyle de boşanmış kadına evlenme teklifinin haram olduğu müddeti belirtmektedir.

Bu müddet, hayız gören kadınlar içindir. Hayızdan kesilmiş olan­lar küçük olan veya hamile olan kadınlar boşanmış iseler, onların iddeti de şu ayette anlatılmaktadır: "(Yaşlılıklarından ötürü) âdetten kesi­len kadınlarınızın (bekleme sürelerinden) şüphe ederseniz (bilinki) onların bekleme süresi üç aydır. Henüz adet görmeyenler de böyledir. Gebe olanların bekleme süresi, yüklerini bırakmalarına kadardır. [882]

Böylece evlilik teklifinin haram olduğu iddet ve iddet çeşitleri anlaşılmış oldu. [883]

 

İkinci Engel: Daha Önce Yapılmış Evlenme Teklifidir:

 

Bu engeli, kız istemenin ahlâkî boyutlarıyla ilgili hadisler açıklamıştır. Bunun ölçüsü, kadının daha önce başka biri tarafından is­tenmiş olması ve iki tarafın da evlenmek üzere anlaşmış olmalarıdır. Konuyla ilgili hadisleri daha önce nakletmiştik.

Ancak birinci engel olan iddet, hem diyaneten, hem de hukuken bir engeldir.

ikinci engel olan, daha önce evlenme teklifinin yapılmış olması ise, sadece diyaneten ve ahlaken bir engeldir.

Bu nedenle birincisinde yapılan akid bâtıl, ikincisinde yapılan ise bâtıl değildir.

Günah akid sebebiyle değil, daha önce kadının istenmiş olması sebebiyle olduğundan, akdin sıhhatim etkilemez. Oysa ki birinci en­gelde durum böyle değildir. Çünkü buradaki engel, akidle bir arada olan iddettir; akid, bu iddet içerisinde vukubulmuştur. Bu nedenle ak­din sıhhatini etkiler ve onu bâtıl kılar.

Dinî ve ahlakî engelle ilgili Peygamber'in (s.a.v.) hitapları, kardeşlik duygularının haklarını hatırlatma, bunun, duygulan ortadan kaldırmayı değil, onlara saygı göstermeyi, aradaki bağlan koparmayı değil, daha da kuvvetlendirmeyi gerektirdiğine yöneliktir. Bu hitablar-da ayrıca imanın gereklerinin, kişinin böyle durumlarda hevasına uy­mamak olduğu anlatılmaktadır. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmak­tadır: "Mü'min mü'minin kardeşidir; mü'min kardeşi birşeyi satın almağa kalkıştığında kendisinin o şeye talip olması, helal değildir ve kardeşi bir kadına evlenme teklifinde bulunmuşken, o kardeşi vazgeçmedikçe kendisinin o kadına talip olması helal değildir.[884]

iman ve kardeşliğin gereği, kişinin, mü'min kardeşinin duygu-lannı incitmemesi, kendisi için istediğini onun için istemesi ve kendisi için hoşlanmadığı birşeyi mü'min kardeşi için de istememesidir. Kardeşi, kızın velîsi ile anlaştığı müddetçe kendisi daha fazla para ya da daha çok mehir vermek suretiyle kardeşinin işini bozmamalı, velîyi başka herhangi bir yolla aldatmam alı dır. Çünkü kendisi o kardeşinin yerinde olsaydı, bundan hoşlanmayacaktı. Böyle davranışlar, toplumda kin tohumlannın yayılmasına, düşmanlığın zehirlerini akıtıp toplum yapısının zayıflamasına sebep olur.

Genelde istenmiş kadına talip olmak ya da birinin alacağı birşeye talip olmak, perde arkasında yapılan işlerdendir. Böylesi davranışlar bir nevi hırsızlık değil midir?

ikinci talip, genelde kendini birincisinden daha yeterli ve daha hak sahibi görerek bu işe kalkışır.

Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) bu işten, böyle pekiştirilmiş bir üslubla sakındırmaktadır. ifade, haberi cümle kullanarak inşaî (emri) yi kasdetmektedir. Belagat ilmiyle meşgul olanlar bunu bilirler. Buraya kadar anlattıklarımız şu hususları kapsamaktadır:

1- Mü'minin imanı, alenî yapmadığı birşeyi gizli yapmasına engel­dir. Çünkü Allah'ın kontrolü altında olduğunu bilir:

"Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısılda­dıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız." [885]

2- Ehil olanı tesbit, o  kadar kolay değildir.  Çünkü  şeklî görünümden çok ruhî yöne dayalı bir husustur. Çoğu zaman kişinin öz kardeşi, kendisinden daha ehil olur. Allah katında insanlann daha değerli olanları, daha muttaki olanlardır. Takva ise, kalbî bir durum­dur. Bazen pejmürde görünümlü kişi Allah katında daha değerlidir.

3- Mü'min,   akıllı   ve   zekîdir,   iyilik   ve   barışa   çağırır, insanların, zararından emin oldukları kimsedir. O halde nasıl kendisi fitne ve fesat çıkaran biri olur?

4- Kendisi için arzu ettiğini mü'min kardeşi için de arzu etmedikçe ve kendisi için istemediğini mü'min kardeşi için de istemedikçe imanı mükemmel olmaz. Mü'min bunun şuurundadır.

Sanki Peygamber (s.a.v.) şöyle demek istiyor: Mü'min -bütün bu sebeplerden dolayı- mü'min kardeşinin talip olduğu kadına talip olmaz; kardeşinin almak üzere olduğu şeyi satın almaz.

Sanki mü'min de, bu hususların yasak olduğunu bilmekte ve emre riayet ederek onlardan uzak durmaktadır. Peygamber (s.a.v.) de canlı ve parlak bir üslûpla onun bu uzak duruşunu; bir vakıayı haber ver­mektedir.

Şayet bu yasaklama, emir kipiyle ifade edilmiş olsaydı, mü'minin kesin olarak bu yasağa riayet eden biri olduğunu anlamazdık ve o par­lak üslûp bizi o derece etkilemezdi.

Kaldı ki engel ebediyyen devam etmez.

Belki kadına talip olan ilk kişi, ondan vazgeçer, belki onunla evle­nir ve belki de hakkından vazgeçerek ikincisine izin verir. O zaman o kadına talip olması caiz olur.

Mü'mine, sabırlı olmak yaraşır, istikbalin perdeleri aralanmcaya kadar sabreder.

Nitekim Peygamber (s.a.v.), bu sabrın ne kadar devam edeceğini şu sözlerinde ifade etmektedir: "Kişi, başkasının talip bulunduğu kadına talip olamaz. Nihayet kendisinden önce talip olan ondan vazgeçer ya da ona izin verirse işte o zaman talip olabilir." [886]

Yine şöyle buyurmaktadır: "Kişi, mü'min kardeşinin talip olduğu kadına talip olmaz. Nihayet ilk talip o kadınla evlenir veya ondan vazgeçer. [887]

 

Diğer Adım:

 

Erkeğin kadına talip olmasından sonra Önemli bir merhale başlar. Bu merhalede sorumluluk velîye aittir. Velî, kadına karşı sorumlu­luğunu yerine getirerek kadının görüşünü alır. Kendisine talip olan erkeğe rıza gösterip göstermediğini ona sorar.

Bunu, yüce İslâm'ın ışığında ve Peygamber'in (s.a.v.) şu sözünün rehberliğinde yerine getirir: "Dul, evliliği konusunda emir verme­dikçe evlendirilmez. Kız da izni alınmadıkça evlendirilmez." Ya Rasûlallah, izin vermesi nasıl olur? dediler. "Susmasıdır" buyur­du.

Hz. Ömer de şöyle demektedir: "Kızları hakkında analarına danışın."

Veli, önce kızın annesine veya ilgili kişiye danışır. Sonra kız olsun veya dul olsun evlenecek kadının kendisine danışır.

islâm, kadına olan insanî yüce bakışı ve ona verdiği üstün değerle uyum içerisinde bu yöne büyük önem verir. Kadının haklarının garanti altına alınmasına, evlilik hayatını tekellüf eden esaslara, ailenin huzu­runa ve toplum içerisindeki saygınlığına uygun bir şekilde yerine getire­bilmesi için gerekli olan hususların hepsine özen gösterir.[888]

 

Kadının Görüşünün Hesaba Katılmaması:

 

Kadının, hayat ortağını seçerken hürriyetinin yok sayılmasının ve haklarının verilmemesinin sebep olduğu trajedilere işaret etmeğe ve bu meseleyi uzun uzadıya anlatmağa bilmem gerek var mı?

Böyle davranmanın etkeni, daha çok mala tamah, makam sahi­bine yaranmak, şöhret veya dostluk, akrabalık ya da kadının hakkını bilmemek yahut bilmezlikten gelmek gibi sebeplerden kaynaklanmak­tadır.

Kadının zorla gasbedildiği yahut velîsinin mal satar gibi onu pa­zarlayarak sattığı ya da zorbalıkla hayvanın sürüldüğü gibi onu önüne katarak yeni eve; daha doğrusu korkunç zindana götürdüğü dönem geçti artık. [889]

 

İslâm Ve Kadın

 

islâm, ondört asırdan beri bu alanda kadının görüşüne saygı gösterilmesi gerektiğini ve onun, geleceğini çizen, mutluluk ya da mut­suzluğunun dayalı bulunduğu akdin geçerliliği için temel teşkil eden görüşünü hür bir şekilde ifade etmesi gerektiğini savunmaktadır.

Peygamberimiz ve sahabileri bu insanî yüce prensib üzere hareket ettiler. Böylece aile hayatlarında mutluluk hüküm sürdü, aralarında barış ve iyi geçim bayrakları dalgalandı. Böylece dinî ve dünyevî görevlerini en güzel şekilde yerine getirebildiler.

Ümmü Hâni'in hadisinden Peygamber'in (s.a.v.) bu konuda kadının görüşüne ne kadar saygı gösterdiğine ve bu hususta duyguları hakim kılanın yanıldığı yerde aklı hakim kıldığına işaret etmektedir.

Peygamber'le (s.a.v.) evlenmek, başka birşeyin onunla boy ölçüşemeyeceği büyük bir şereftir. Peygamber (s.a.v.) de istediği evliliği gerçekleştirme imkanına sahipti. Çünkü o, mü'minlerce kendi can­larından daha üstün idi. Allah ona bu özelliği vermişti. Ancak o, böyle bir davranıştan uzak durdu. Ümmeti için dünya ve ahiret mutluluğunu içeren ebedî bir hayat sistemi çizmek istiyordu.

Rıza göstermenin ötesinde bir husus vardı; şartlan ve ortamı değerlendirmek ve meseleyi değişik yönleriyle ele alıp bir sonuca var­mak. Hiç şüphesiz Ümmü Hâni1, Peygamber'le (s.a.v.) evlenme şerefine; mü'minlerin anası olmağa can-ı gönülden razı idi. Lakin iki görevden kocasına olan ve çocuklarına karşı olan görevlerinden birinin, diğerini engellemesinden endişe ediyordu ve bunun bir engel olduğunu söyledi. Bu endişe olmasaydı, hiç tereddüt etmeden Peygamber'in (s.a.v.) evlen­me teklifine evet diyecekti.

Peygamber (s.a.v.) bütün bunları değerlendirdi, Ümmü Hâni'in görüşünü takdir etti, hatta onu överek şöyle buyurdu: "Deveye binen kadınların en hayırlıları, Ensar kadınlarıdır.[890]

Bu övgüsüne gerekçe olarak, onların, görevlerini hakkıyla yerine getirmelerini zikretti: "Onlar çocuklarına çok şefkatli ve kocalarının malım daha çok gözetirler."

Bu nedenle, Rasülüllah (s.a.v.), onu dul kalmaktan kurtarmak, ko­casının ölümünden sonra üzüntüsünü hafifletmek, ailelerini yitiren dört çocuğunu gözetmek ve islâm uğruna kendisi ile kocasının uğradıkları eziyyet ve fedakârlıklarım taltif etmek için Ümmü Seleme'ye evlenme teklifinde bulunduğunda, Ümmü Seleme önce mazeret beyan etmiş, an­cak her kadın gibi kendisinin de Peygamber'le (s.a.v.) evlenmekten şeref duyacağım belirterek: 'Ya Rasûlallah, seninle evlenmeyi istemem diye bir şey sözkonusu olamaz" demiş sonra da endişelerim ve engellerim zikretmiştir. Rasülüllah (s.a.v.) bütün bu endişe ve engellerin ortadan kaldırılacağını söyledikten sonra kendisini karar vermekte serbest bırakmıştır. O zaman tereddüt etmeden evlenme teklifini kabul etmiş ve Rasûlüllah'la (s.a.v.) evlenmiştir.

Ümmü Seleme'nin kendisi bu hususu anlatıyor, diyor ki: Bir gün Ebu Seleme Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanından geldi ve şöyle dedi: Rasûlüllah'dan (s.a.v.) bir söz duydum ve buna çok sevindim. Buyurdu ki: Bir müslümana musibet isabet eder de müslüman, "innâ lillah ve innâ ileyhi raciûn" dedikten sonra: "Allah'ım, başıma gelen bu musi­betten dolayı bana mükafat ver; onun yerine daha hayırlısını ver" diye dua ederse, mutlaka Allah ona bunu verir.

Ümmü Seleme diyor ki: Ebu Seleme'nin naklettiği bu duayı ezber­ledim. Ebu Seleme vefat ettiğinde "innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn" de­dikten sonra: Allah'ım başıma gelen bu musibetten dolayı bana mükafat ver; onun yerine daha hayırlısını ver" diye dua ettim. Sonra kendi ken­dime: Ebu Seleme'den daha hayırlısını nerede bulacağım, dedim.

îddetim dolduğunda, Rasülüllah (s.a.v.) geldi ve içeri girmek için izin istedi. Deri dabaklamakla meşgul idim, ellerimi yıkadım ve girme­sine izin verdim. Oturması için deri yüzlü ve içi lif dolu bir yastık yere koydum. Oturdu ve bana evlenme teklifinde bulundu. Sözünü bitirdik­ten sonra dedim ki: Ya Rasûlallah, seni beğenmemem diye bir durum sözkonusu olamaz. Ancak ben çok kıskanç bir kadınım, korkarım ki, Allah'ın azabını hakkedeceğim bir davranışımı görürsün. Ayrıca yaşlandım ve çoluk-çocuğum da çok!

Buyurdu ki: Sözkonusu ettiğin kıskançlığını Allah senden gidere­cek. Yaşlı oluşuna gelince, ben de yaşlandım. Ailenin çokluğu mesele­sine gelince, artık onlar benim de ailemdir.

Ümmü Seleme diyor ki: O zaman Rasûlüllah'ın (s.a.v.) evlilik tek­lifini kabul ettim.

Böylece Rasülüllah (s.a.v.) onunla evlendi. Ümmü Seleme diyor ki: Allah, gerçekten Ebu Seleme'den daha hayırlısını, Rasûlüllah'ı (s.a.v.) bana verdi.

Rasûlüllah'ın (s.a.v.), Benû Müstalik gazvesinden sonra Cüveyriye bint el-Hâris'le ve Hayber gazvesinden sonra Safiyye bint Huyey ile ev­liliklerinde de onun kadının duygularına nasıl saygı gösterdiğini ve eşini seçme konusunda onu nasıl tamamen serbest bıraktığını gördük. Oysa o zaman o, müslüman silahlı kuvvetlerinin başkomutanı idi.

Azâd edilmek için gerekli maddî yardımı almak üzere kendisine gelen Cüveyriye'ye: Bundan daha hayırlısına var mısın? buyurdu.

Cüveyriye: O da ne ya Rasûlallah, dedi. Buyurdu ki: Âzâd olman için gerekli parayı ben vereceğim ve seninle evleneceğim. Cüveyriye: Olur, dedi.

Safiyye'yi de, serbest bıraktı; dilerse onu azad edecek ve akraba­larına geri dönecek, dilerse islâm'ı kabul edecek ve kendisiyle evlene­cek. Safiyye: Allah ve Rasûlü'nü tercih ederim, dedi.

Rasûlüllah'm (s.a.v.) hayatında, bir kahraman ve komutan olarak takındığı yüce tavırlar, bir erkek olarak takip ettiği üstün ahlâk ve bir peygamber olarak uyguladığı yüce prensiblerine dair daha nice parlak tablolar vardır.

Galip bir komutan olduğu halde, kadına nasıl baskı yapmadığını, onu dilediği alternatifi seçmekte hür bıraktığını gördük. Kendisinin arzu ettiğinin aksine seçim yapabileceğim açık açık kadına anlattığını gördük.

Hansa ve Berîre kıssalarında bu husus daha da pekiştirilmiş du­rumdadır. Kadının rızası dışında kıyılmış nikahın idareci tarafindan bozulabileceğine cevaz verdiğini gördük; akid, kadının rızası olmadan devam edemez. Böylece insanların rızası dışında, insanların herhangi birşeye zorlananı ayacağını anladık. [891]

 

 

Çözüme Kavuşturulması Gereken Bir Problem:

 

Evlenilecek Kadını Görmek

 

Evliliğe rıza gösterildikten sonra, bir problemle karşı karşıya kalıyoruz: Ru'yet (evlenilecek kadını görmek) ve onu ilgilendiren husus­lar.

Ru'yet, evlenme teklifinden önce ve kişinin evlenmeğe azmet­tiğinde de olabilir.

Bazıları, bu hususta çok katı davranır ve bu durumda kızlarının, pazarda satışa arzedilmiş ticaret eşyası durumuna düşmüş olacağını sanırlar. Oysa evlilik teklifinde bulunan gerçekten samimi ve teklifinde ciddi ise bunda ne sakınca vardır?

Birbirlerini görmeyeceklerse erkeğin rızası da, kadının razısı da hangi temele dayanmış olur ki?

Erkek de, kadın da, birbirlerini görme ve gördükten sonra karar­larını verme hakları yok mu? Ancak birbirlerini gördükten sonra mu­vafakat edecek veya etmeyecekler. îşte o zaman kararlarını basiret üzere vermiş olurlar.

Onlardan biri, evlendikten sonra, hoşlanmadıkları hatta nefret et­tikleri bir tiple karşılaşırlarsa evlilik hayatının ne tadı kalır? Böyle bir evlilik nasıl devam eder?

îbnu Mâce, yukarıda naklettiğimiz Muğire hadisini az bir farklılıkla rivayet etmektedir: Muğire diyor ki: Peygamber'e (s.a.v.) git­tim ve ona bir kadına talip olduğumdan bahsettim. Buyurdu ki: "Git onu gör, çünkü bu, uyumlu bir evlilik yapmanıza yardımcı olur." Gittim, Ensar'dan bir kadım ebeveyninden istedim ve onlara Peygamber'in (s.a.v.) bu sözünü haber verdim. Bu, onlann hoşuna gitmemiş gi­biydi. Ancak talip olduğum kadın, perdenin arkasından bu söylediklerimi duymuştu. Bana seslenerek: Eğer gerçekten Rasûlüllah (s.a.v.) sana bunu emretmişse, gel gör. Değilse, Allah senden bunun hesabını soracaktır, dedi. Muğire diyor ki: Onu gördüm ve onunla evlen­dim.

Bu hadisten şu neticeleri çıkarıyoruz:

1- Görmenin illeti: "Daha uyumlu bir evlilik yapmaları." Yani görmek, aralarındaki ülfet ve sevginin temelidir.

2- Bazı kimselerin, böyle bir emrin sıhhatini bilmemeleri ya da yaygın gelenekler sebebiyle bu durumdan hoşlanmamaları. Nitekim o kadının ana-babası önce bundan hoşlanmamışlardı. Sonra kızları, Rasûlüllah'm (s.a.v.) gerçekten o kişiye bunu emretmiş olacağına kani olduktan sonra ebeveyni de bu görüşe meyletmişlerdir.

3- Ensar'ın, Peygamberin (s.a.v.) talimatına ne derece önem ver­dikleri. Bunu, kızın: "Gerçekten Rasulüllah sana bunu emretmişse..." sözünden anlıyoruz. Nitekim ebeveyni de, bundan emin olduklarında hemen eski tavırlarından vazgeçmişlerdir.

4- Evliliğe talip olan kişinin, maksadını kadının ailesine duyur­duktan sonra kadını görmek istemesinin caiz oluşu ve ailenin de, bu isteği kabul etmelerinin caiz oluşu.

Buharı, evlilikten önce kadını görme konusunda kendisince sahih olan iki hadis nakleder:

Birincisi: Peygamberin (s.a.v.) rüyasında meleğin bir ipek bez parçasında getirdiği Hz. Aişe'yi görmesini ve meleğin: Bu senin zevcen deyip Peygamber'in (s.a.v.) Hz. Aişe'nin yüzü üzerindeki perdeyi kaldırıp onu görmesini anlatan hadis.

ikincisi: Kendisini Peygamber'e (s.a.v.) arzeden ve peygamberin başını kaldırıp ona baktığını anlatan hadis, Tirmizî, Müslim, Ahmed, Ebu Davud ve başkalarından naklettiğimiz diğer hadisleri Buhârî ri­vayet etmemektedir. Rivayet etmemesi, ya Ibnu Hacer'in zikrettiği gibi kendi şartlarına göre bunların sahih olmamasındandır ya da Hâkim'in Müstedrek'te belirttiği gibi, bu hadisler, Buhârî'nin nakletmediği diğer sahih hadislerdendir.[892]

 

Kadının Nerelerine Bakılabilir:

 

Kadının neresine bakılabileceği meselesine gelince, Ahmed ve bir topluluğun rivayet ettiği ve yukarıda sözkonusu ettiğimiz hadis buna işaret etmektedir: "Onunla evlenmesine karar verecek kadar onu gÖrebilirse, onu görsün."

Ebu Davud rivayetinde ise: "Onunla evlenmesine karar vere­cek kadar ondan bazı yerlerine bakabilirse, baksın." Bu rivayet, evlenmeğe karar verecek kadar bazı yerlerini görmesinin, tamamını görmesine ihtiyaç bırakmayacağını ifade etmektedir. [893]

 

Evlenmeğe Yetecek Kadarın Ölçüsü Nedir:

 

Evlenmeğe sebep olan iki unsur vardır:

Birincisi: Ruhî olgunluk.

İkincisi: Bedenî güzellik ve buna benzer diğer maddî hususlar.

Herhalde Rasûlüllah'ın (s.a.v.): "Kadınla, dört şey için evlenilir..." hadisini hatırlıyoruz. Bu hadiste bir kadınla evlenmek için dindarlık ve ahlak olgunluğunun ilk planda gelmesi gerektiği anlatılmaktadır.

Sonra diğer hususlar gelir. Nitekim bunları yukanda anlatmıştık.

Dinî kurallar ve ahlâkî gelenekler çerçevesinde, kadının şahsiyet ve hayasını gözeterek ve hem erkek, hem de kadınların nevalarının akıllarını çelmelerini engelleyerek güzellik hususunda evlenmeğe karar verecek sınırda durarak ve bazı yerlerini görmekle yetinerek, evlenmek niyetiyle bakmanın bir istisna olduğunu bilerek, şu görüşler ileri sürülmüştür:

Evlenecek erkeğin, kadının yüz ve ellerine bakması caizdir.[894] Malikîlerin görüşü budur.

Kadının yüzü, elleri, boyun ve ayaklanna bakması caizdir. Hanbelîler'in mezhebinde meşhur olan görüş budur.

Zayıf bir görüşe göre: Kadının açık başına bakabilir. Çünkü kadının genelde çekici yönlerinden biri de saçıdır. [895]

Kadın da aynı şekilde erkeğin yüzüne ve ellerine bakabilir. [896] Göbekle dizkapağı arası hariç her tarafına bakabileceğini söyleyenler de olmuştur. [897]

Bu alanda bu görüşler çerçevesinde fitneden genellikle emin ol­mak mümkündür. [898]

 

Bu Konuda İzin Almak Şart Mıdır?

 

Cumhura göre izin şartı yoktur. Kastalânî, Şafîîlerden naklen şöyle demektedir: Fitne endişesi olsun olmasın kadın ve erkekten herbi-ri şeriatın izin verdiği miktarla yetinerek ve karşı tarafın iznini alma­dan diğerine bakabilir.

Sehl b. Muhammed b. Ebî Hasme, amcası Selman b. Ebî Has-me'nin şöyle dediğini rivayet eder: Muhammed b. Mesleme'nin Medine damlarının birinde saklanarak Dahhâk'ın kızını görmeğe çabaladığını gördüm. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) ashabından olduğun halde sen mi böyle davranıyorsun, dedim. Evet, çünkü Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu duydum, dedi: "Allah, birisinin kalbine bir kadına talip olmayı koydu mu, o kadına bakmasında bir sakınca yoktur."

Cabir'in:  "Bir cariyeye talip oldum.  Onu görmek için saklanıyordum, nihayet evlenmeğe karar verecek kadar onu gördüm" şeklindeki sözlerini yukarıda nakletmiştik.

Belki de, kadının haberi olmadan onu görmekte, onun duygularını gözetme bakımından daha yararlıdır. Ola ki onunla evlenmek isteyen kişi, gördükten sonra onu beğenmez. Bu da, psikolojik açıdan etkilen­memesine sebep olur.

Kadının izni olmaksızın onu görmek caiz ise, izin alındıktan sonra ve bilgisi dahilinde görülmesi evleviyetle caiz olur.

Diğer hususlar:

Evlenilecek kadının güzellik yönünü ilgilendiren hususlar, bunlar.

Diğer yönler, sormak ve araştırmakla Öğrenilir.

Geriye aklî ve ahlâkî durum kalıyor.

Bu husustan emin olmak da, kadının çevresini, davranışlarını, ai­levî ve içtimaî ilişkilerini araştırmakla mümkün olur. Kültür seviyesini Öğrenmek isteyen, bu yönü de araştırır. Kadın da, erkek hakkında aynı şekilde araştırma yapar.

imam Gazâlî, İhya isimli eserinde ahlâkı tesbit etme hususunda sadece bu yoldan sözeder. Şöyle ki:

"Aldanmak, hem güzellik açısından ve hem de ahlâk açısından sözkonusu olabilir.

Kadının güzelliği konusunda aldanmamak için onu görmek, ah­lakını öğrenmek için de soruşturup tahkik gerekir. Tabii ki bütün bun­lar, evlilikten önce yapılacak şeylerdir. Gerek kadının güzelliğini, gerek ahlâkını, onun iç ve dış ahvalini bilen güvenilir ve doğru sözlü kimseden soruşturmah. Kadının tarafım tutup onu öğmekte aşırı giden ya da kıskanması sebebiyle kadını olduğundan daha aşağı göstermeye çalışan kimseden bu hususlar soruşturulmaz. Evlilik konusunda ve evlenilecek kadınların tavsifinde insanlar genelde ifrat veya tefrite kaçarlar. Doğru söyleyen ve âdil davranan azdır, hile ve aldatmalar daha çoktur. Bilhas­sa gözünün dışanda olmasından korkanlar, çok ihtiyatlı davranmak mecburiyetindeler.[899]

Günümüzde bazı araştırmacılar, evlenmeğe karar verecek kadar kadının bazı yerlerini görmenin caiz olduğunu bildiren hadisi naklettik­ten sonra çerçeveyi genişleterek şöyle derler:

"Hadiste bazı yerler için sınırlama getirilmemiştir. Aksine, toplum geleneklerinin uygun gördüğü çerçevede mutlak olarak zikredilmiştir. Mesele genel anlayış ve toplumun gelenekleriyle sınırlandığına göre çağımızda bir kadına talip olan kişi, kadını ev kıyafetiyle; babasının ve kardeşlerinin huzuruna çıktığı kıyafetle görmesinde bir sakınca yoktur. Hatta hadis-i şerifin çerçevesi dahilinde ve şer'î giyimi içerisinde babası veya mahremlerinden biri eşliğinde ona talip olan erkekle sohbet eder ve mubah olan yerlere gezmeğe çıkabilirler. Böylece erkek, onun aklî durumunu, hoşlandığı şeyleri, özel zevklerini ve şahsiyetine dair husus­ları öğrenme imkanını bulur, v.s..[900]

Aslında bu, araştırılması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.

Çünkü öncelikle dindar olanla evlenilmesi gerektiği ve dinî açıdan kadınla evlenmeğe sebep olan şeyin ilk planda onun ahlâkı, dini, şahsiyeti, aklı ve ruhî olgunluğuna dair diğer hususlar olması gerek­tiğini anlattık. Araştırılması öncelikli olan hususlar bunlardır.

Nitekim imam Ahmed b. Hanbel, şaşı birini, güzel kızkardeşine tercih etmiştir, ikisi arasında seçim yaparken ilk sorduğu soru: Hangisinin daha akıîlı ve daha iffetli olduğu şeklindeydi. Şaşı olanın daha akıllı ve iffetli olduğu söylenince de: "Beni onunla evlendirin" demiştir. [901]

Soruşturma mümkün değilse ya da kendisine bu konuda soru sorulana güvenilmiyorsa, özellikle -Gazalinin de belirttiği gibi- evlilik konusunda daha çok aldatmanın yaygınlığı hesaba katılırsa, mahremle­rin bulunduğu ailevi toplantılarla bu meselenin halledilmesinde, ev­lenecek tarafların gönül rahatlığı içerisinde karar vermelerinin sağlanmasında ne sakınca vardır.

Mahrem biri yanlannda olsa bile evleneceklerin beraber dışarı çıkıp gezmeleri hususuna gelince, bunda daha çok ihtiyatlı olmak gere­kir, iyi sonuç da vermeyebilir. Hem karşı tarafı tanımak için böyle birşeye mutlaka ihtiyaç bulunduğu da söylenemez. Ayrıca ne sahabe, ne tabiînden birinin bu veya buna yakın birşey yaptığı da rivayet edilmiş değildir. Böyle birşey ancak zaruri durumlarda sözkonusu olabilir. Bi­lindiği gibi zaruretler, miktarlanyla değerlendirilirler.

Buna göre beraber dışarı çıkma iki hususla kayıtlı olması gerekir:

Birincisi: Karşı tarafı tanımak ya da tam olarak tanımak ancak beraber dışarı çıkmalarıyla mümkün olacaksa, -yani bunun başka bir yolu yoksa.

Ikincisi: Kötü bir sonuç doğurmayacaksa.

Günümüz içtimaî bakış açısını ileride incelediğimizde bu mesele­nin daha çok vuzuha kavuşacağını umuyoruz.

Bu görüşme evliliğe sebep olacak kadar erkeğin kadını ve kadının erkeği görmesi için değil midir?

O halde kadının bu görüşme için hazırlık yapmaması mümkün mü? Özellikle Malikî'lerin -cumhurun görüşüne karşılık- kadının bilgisi dahilinde erkeğin onu görmesi gerektiği şeklindeki görüşleri hesaba katıldığında. Onlar şöyle diyorlar: Erkeğin kadım göreceği kadının bil­gisi dahilinde olmalı ki, istemediği bir halette onu görmesin.

Allame Şankîtî, bu konuda şöyle diyor: "Oysa kadının bilgisi dahi­linde olursa, kadın üstünü başını düzeltir ve kendini görülmeğe hazırlar." Şankîtî daha sonra şöyle diyor: "Biz Malikî'lerin görüşü bu­dur.[902]

Her ne kadar Malikî'lerin bu görüşü, cumhura muhalif ise de, ge­rekçesi yönüyle bizi ilgilendirmektedir.[903]

 

Büyük Bir Araştırmacıya Göre Kız İstemek:

 

Büyük âlim ve araştırmacı Ahmed Farac es-Senhûrî'ye göre evlen­mek isteyenler için şu anlatılanlardan hiçbiri mubah değildir. Evlene­cekler hakkında şöyle demektedir [904]Her ikisi de birbirlerine talip olmazdan önceki durumlarında olduğu gibi birbirlerine talip olduktan sonra da aynen iki yabancı gibidirler. Karşılaştıklarında birbirlerine bakmamaları gerekir. Kız, evlilik teklifinde bulunan erkekle karşılaştığı zaman onun için süslenemez. Halvette bulunmaları her iki­si için de haramdır. Yalnız kalmaları, aynen iki yabancının yalnız kal­maları gibidir. Bu sebeple beraber dışarı çıkıp gezmeleri de haramdır.

Daha önce de şöyle demektedir: islâm şeriatında evlilik teklifinde bulunulan (sözlü olma ya da nişanlı olma) dönemi için özel hükümler yoktur, islam'ın da dönem için ne özel bir emri, ne de özel bir yasakla­ması vardır. Bu dönem için özel hedefler de yoktur. Bu dönem, birbirle­rini yakından tanıyıp ahlâk ve kültür seviyeleri hakkında bilgi sahibi olma fırsatım veren bir dönem değildir.

Resmî ya da gayr-i resmî soruşturma fırsatını veren bir dönem ol­makla bir ilgisi yoktur. Durumları, birbirlerine talip olanların duru­mundan ibarettir. Sadece onları ilgilendirir. Bu dönemin hedefleri, sa­dece birbirlerine talip olanların hedefleridir. Bunlardan meşru olanlar için herhangi bir sakınca yoktur. Gayri meşru olanlarının ise herhangi bir değer ve önemi sözkonusu değildir.

Bu görüşün eleştirisi:

1- Bilemiyoruz, bu âlimin Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesaî, Ebu Davud, Ibnu Mâce, Ahmed, Hâkim ve başka muhaddislerin naklettiği ha­dislere karşı tutumu nedir?

Biz bu hadislere dayanarak evlenilecek kadına bakmanın meşrûiyyetinden bunun keyfiyet ve vesilelerinden bahsetmiştik.

2- Karşılaştıklarında birbirlerine bakmamaları gerekir" diyor. Birbirlerine bakmayacaklarsa, niçin karşılaşsınlar?

Durumları sadece onları ilgilendiriyorsa, birbirlerini görmeksizin ve birbirleriyle konuşmaksızın, birbirleri hakkında nasıl bilgi sahibi olacaklar?

Yoksa, fitneden korunmak için kadına bakılmaması gerektiğini mi anlatmak istiyor? Halbuki yanlannda mahrem biri bulunduktan sonra genellikle fitne sözkonusu olmaz. Ayrıca bu durumda kadına bakmak, evlenmek sebebiyledir. Tam mutmain olarak evliliğe karar vermek içindir. Burada bayka herhangi bir gaye güdülmemektedir.

Mü'min, zekî ve akıllıdır, tam güvendiği kimseye böyle bir imkan tanır. Nitekim Şankîtî de burada fitneye itibar edilmeyeceğini söylemektedir. [905]

3- islâm şeriatında (sözlü olma ya da nişanlı olma) için Özel hükümler yoktur"  şeklindeki  sözüne gelince,  niçin hadis ve fıkıh kitaplannda kız istemeye dair hükümler vardır?

Fukaha ve muhaddisler, evlenilecek kadına bakmak, ona hediye vermek gibi konuları hangi temele dayanarak ele almış ve inceleme ko­nusu yapmışlardır.

4- Birbirlerine evlenme teklif ettikleri dönemin, tanışma ve görüşme ile bir ilgisi yoktur, şeklindeki iddiasına gelince, bu iddia karşısında ister istemez şu soruyu soruyoruz:

Teklifte bulundukları -sözlü oldukları- dönem eğer araştırma dönemi değilse ve evleneceklerden her biri, mahremlerin refakatinde diğerini yakından tanıyıp sınamak için değilse, dindar ve ahlâklı olanı seçmek için başka bir imkan var mı? Kişi dindar olanı başkasından nasıl ayırt edebilir?

5- Şeriatın bu dönem için özel hükümleri yoktur, bu dönemin Özel bir hedefi de bulunmamaktadır" şeklindeki sözlerinden sonra, "bu hedeflerden meşru olanlar için herhangi bir sakınca yoktur" şeklindeki sözü arasında bir çelişki vardır. Çünkü bir defasında, "Özel hedefleri yoktur" diyor, sonra da meşru olanlarından bahsediyor.

6- Aslında Senhûrî gibi bir âlimden meşru olanların hangileri olduğunu anlatmasını ya da hepsini tümden reddetmesini beklerdik.

Yahut yukarıda sözkonusu ettiğimiz Buhârî, Müslim ve diğer muhad-dislerin rivayet ettikleri hadisler karşısındaki tavrını belirtmesini bek­lerdik.

7- Ayrıca evleneceklerin ne zaman birbirlerine bakmamaları ge­rektiğini açıklaması gerekirdi. Birbirlerini tanıdıktan sonra mı, önce mi? Birbirlerini tanıyıp evliliğe kesin karar verdikten sonrasını kaste­diyorsa, biz de onunla aynı görüşteyiz.

Ama birbirlerini tanımazdan Öncesini kastediyorsa, biz görüşümüzde ısrar ediyoruz.

Belki de bu değerli âlim, ahlaksızlığın yaygınlaştığı toplumumuz­da daha ihtiyatlı olmayı hedef edinmiştir.

Belki de birçok problemle karşılaşmış, birçok trajediye tanık olmuş; evlenecekler için tüm kapılan ardına kadar açan modern mede­niyetin sebep olduğu kötülükleri görmüş ve bir reaksiyon olarak bu görüşe varmıştır; kötülüklere giden yolları kapamak düşüncesiyle bu kanaati ileri sürmektedir.[906]

 

Psikoloji Ve Sosyoloji Açısından Sözlü Olma Dönemi

 

Yukarıda anlattıklarımızdan sonra, anlattıklarımızla paralel ola­rak başka bir açıdan sözlü olma dönemini ele alacağız. Bu da, psikoloji ve sosyoloji açısından olacaktır. Şimdi bu konularda Dr. Emîr Baktır'in görüşlerini anlatacak ve ardından islâm'ın ışığında bu görüşleri tartışacağız.

Doktor Emîr, sözlülük döneminin mutlaka gerekli bir dönem olduğunu ve bu dönemde taraflardan herbirinin, diğerinin eğilimlerini, ne derece uyum içerisinde olacaklarım, karşı tarafın evlilik hayatında nasıl davranış biçimi sergileyeceğini yakından tanıma imkanını bulur.

Bu dönemin uzaması, şu hususları garanti altına alır.

1- Kısa bir müddet içerisinde birbirlerini tanımaya çalışırken taraflardan birinin diğerini aldatması ve bazı kusurları örtbas etmesi halinde bunlar üzerindeki perde aralanmış olacaktır.

2-  Kadının psikolojisi, düşünce ufku ve hayata ne dereceye kadar modern baktığı anlaşılmış olacaktır.

3- Taraflardan herbiri, yavaş yavaş karşı tarafın akrabalarını tanıma ve ileride hepsiyle nasıl bir uyum sağlanabileceği imkanı bulu­nacaktır. Çünkü akrabaların evliliğe  olumlu yaklaşmalarının, ileride karşılaşılabilecek problemlerin çözümünde önemli bir rolü olacaktır.

4- Gelecek hayat için maddi düzenleme ve hazırlıklar yapılacaktır. Kadının da -imkanı varsa- bu hazırlığa katkıda bulunmasında bir sakınca yoktur. Çünkü kendilerini bekleyen müstakbel hayatları her ikisi için de önemlidir. Ayrıca gelecek için maddi hazırlık yapmaları, on­lara güven ve huzur verecektir.

5- Çocuk doğurma konusunda kadının eğilimini öğrenme imkanı elde edilecek, bu hususta erkekle kadın görüş birliğine varmış olacak­lar. Bu konuda birbirlerinin görüşlerini biliniyorlarsa, evlendikten son­ra birtakım problemlerle karşılaşabilirler.

6- Erkek, tıpkı sahneye çıkmadan prova yaparak rolünü iyi kavra­maya çalışan bir aktör gibi koca rolünü oynayarak eksikliklerini gidere­cek ve koca olmağa hazırlanacaktır.

Kız da, müstakbel kocasıyla oturup konuşmak ve gelecek hakkındaki düşüncelerini özgürce ve net olarak ortaya koyacak ve on­ları ilgilendiren hususlarda bir karara varma fırsatını bulacaklar.

Yine bu dönemde kadının ne yapacağı; evde ev kadını olarak mı kalacağı yoksa dışarıda bir iş mi yapacağım müstakbel kocasıyla bir­likte bir sonuca bağlayacaklar.

Yine bu dönemde geçmişleri üzerindeki perde de aralanmış olacak; herbirinin geçmişteki başarı ve başarısızlıkları, dostluk ve düşmanlıkları başından geçmiş olaylar diğeri tarafından da öğrenilmiş olacak ve birlikte gelecek hakkında uyumlu kararlar alabilecekler.

Bütün bunlar gözlerden, özellikle iki tarafın ailelerinin gözlerinden uzakta çözüme bağlanacak!

Sözlü olmalarından önceki dönemde akrabalar, karşı tarafı araştırıp soruşturma işini yürütüyorlarsa, sözlülük döneminde ise, sözlüleri yalnız başlarına bırakmaları ve onların özgür bir ortamda başarılı bir deneyim geçirmelerine fırsat vermeliler.

Sözlülük döneminden önce anne, baba ve akrabalar, kızlarından habersiz bir soruşturma yapabilirler. Ama sözlülük döneminde kıza, ana-babasından ve akrabalarından tamamen bağımsız soruşturma yap­masına ve birtakım deneyimlerden geçmesine, nevaların bu-landırmadığı ve garazların ifsad etmediği ortamda karar vermesine fırsat vermeliler.[907]

 

Bu Ölçüsüz Görüşün Tenkidi:

 

Gerçek o ki, evliliğe nisbetle sözlülük döneminin, sonuçlarına nis-betle mantıkî mukaddimeler mesabesinde olduğuna inandığımız an yanlışlıklar batağına düşmüşüz demektir.

Evlilik hayatı, sözlülük esnasındaki durumun bir yansıması, tam ya da yakın şekli değildir. Evlilik, çeşitli ortamlarda ve değişen şahsî hallere mahkûm sosyal bir ilişkidir. Kişi değişen bu ortamlara göre ken­disini ayarlar ve ona göre davranış ve eğilimlerini değiştirir.

Sözlülük dönemi her ne kadar o hedefe doğru gidiyorsa da, özellikle her iki taraf da evliliğin gerçekleşmesine çok istekli ise, bu dönemde rol yapmak etkindir.

Ayrıca evlilik döneminde öyle olaylarla karşılaşılabilir ki, sözlülük döneminde taraflardan hiç birinin ne aklına gelmiş, ne hayalinden geçmiştir. Bu umulmadık olaylar karşısında kişinin katı ve kesin tavır alması doğru olmaz, aksine hikmetle, düşünerek ve sabırla onları tedavi etme yönüne gitmelidir.

Eğer kişi geleceği bilseydi, ya da işin dış görünüşü hakikatinin aynı olsaydı, ya da bir kişiden sadır olan geçici bir hareket şahsiyetinin cevherini ortaya koysaydı, bu anlattıkları geçerli olurdu.

Yüce ve ilmi her şeyi kuşatan hikmet sahibi Allah'ın, evlilik hayatına ve bu hayata ânz olabilecek kerih fırtınalarına dair şu tav­siyesi ne kadar da parlak ve mükemmeldir:

"Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın, hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış ola­bilirsiniz.[908]

Demek ki sözlü oldukları dönemde başlarına gelmeyen birşey, evli­lik döneminde başlarına gelebiliyor. Yani sözlü oldukları dönem, evlilik hayatının bir sureti ya da buna yakın bir şey olamaz.

Diyelim ki aynı olsun, bu durum sözlülere yularlarını ellerine verelim ve tanışma perdesi altında istedikleri gibi hareket etmelerine müsaade mi edelim!

Sözlülük dönemlerini, deneme dönemine çevirsinler ve kayıtsız şartsız evliymiş gibi hareket etsinler, öyle mi?

Bu ölçüsüz ve dengesiz özgürlük meydanında ve hiçbir teminatı ol­mayan güven perdesi altında diledikleri şekilde oynaşıp dolaşsınlar, kimse de gözetlemesin, kızın iffet ve hayası, saygınlığı ayaklar altında çiğnensin ve biz de buna evliliğe hazırlık diyelim?[909]

 

Geçmişteki Olaylar:

 

Taraflardan herbirinin, geçmişteki sayfaları açması, başından geçenleri karşı tarafa anlatıp onu bundan haberdar etmesi meselesine gelince, bu olaylardan her biri, evlilik hayatına indirilen bir darbedir. [910]

Yoksa taraflardan her biri, geçmişi konusunda karşı tarafı mı al­datacak? Yoksa herbiri, geçmişinde karşı cinsin kendisine nasıl hayran olduğunu mu anlatacak?

Allah, geçmişe bir perde çekmedi mi? Allah'ın üstüne perde çektiğini ifşa etmek bir suç değil mi?

Kendisi geçmişini ifşa etmese ve perdeyi aralamazsa belki Allah onu affedecekti, affedilmeye layık biri olurdu. Başka bir ifade ile, kendi­si geçmişte işlediği suçları gizler ve yaptığı kötülüklerin farkına vara­rak Allah'tan onları örtbas etmesini ve bağışlanmasını dileseydi, affedil­meyi hakkederdi.

Nitekim Yüce Allah, eşler arasında geçen gizli hususların başkalarına anlatılmasını yasaklamıştır.

Esma bint Yezîd anlatıyor: Kendisinin de bulunduğu bir mecliste Rasulüllah'm (s.a.v.) yanında kadın-erkek bir topluluk oturuyordu. Ra-sulüllah: "Belki de erkek, gidip hanımıyla ne yaptıklarını, kadın da kocasıyla ne yaptıklarını anlatıyordur" buyurdu. Oradakiler, birşey demeden sustular. Esma diyor ki: Evet ya Rasulallah! Erkekler de anlatıyor, kadınlar da, dedim. Buyurdu ki: "Sakın yap­mayın. Bu, bir şeytanın, dişi bir şeytanla karşılaşıp insanların gözü önünde onunla yatması gibidir.[911]

Said el-Hudrî de, Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Kıyamet gününde Allah katında menzilesi en kötü kişi, karısının ona söylediği gizli sırrını yayan kişidir. [912]

Aslında müellifin kendisi, bu hatalı felsefenin Avrupa ve Amerika'da doğurduğu kötü sonucu hayatın içinde vukubulmuş olayları aktarırken, bizi ona cevap verme külfetinden kurtarmaktadır- Şöyle ki:

Müellif, Kuzey Avrupa ülkelerinin birinde bazı din adamlarının, evlilik ayini için kendilerine müracaat eden kadınlar arasında hamile olanların oranlarının büyümesinden şikayet ettiklerini zikretmektedir.

Sözlülerin oynaşarak ve şakalaşarak duygularını dile getirmeleri­ni teşvik eden ve bunun, evliliklerini çabuklaştıracağını, artık herbiri-nin, diğerine ait olduğu duygusunu geliştireceğini söyleyenlerin aslında bunu garip karşılamamaları gerekir.

Haddi zatında bu düşüncede olanların bir kısmı, sözlülerin hiçbir kayıt ve şarta tabi olmadıklarım hattâ cinsî duygularını tatmin etme­lerinin normal karşılanması gerektiğim söylerler.[913]

 

Fikrî Bir Safsata:

 

Şayet onlara: Kurt karnını doyurduktan sonra, sözlülerin nişanlarını feshettikleri çokça rastlanan bir olay değil midir? diye sora­cak olursak, sözlülük .dönemi bir deneme dönemi değil midir? Bunun bo­zulma ihtimali elbette sözkonusudur, ama sözlülüğün bozulmasının oranının artması, boşama ile son bulan evliliklerin oranlarının art­masından daha iyi değil midir? derler.

Ne safsata!

Sözlülük dönemi, deneme dönemi olunca evlilikle arasındaki fark resmî bir evraktan öteye geçmemiş oluyor.

Ayrıca evli kadının boşanması ile içine düşeceği utanç verici bir durum yoktur ama sözlülük döneminde iffeti ayaklar altına alınmışsa, bu onun için utanç vericidir ve aşağılayıcı bir durumdur.

O halde boşama, böyle bir sözlülüğün bozulması gibi kötü bir olay değildir. Boşamada, iki evli anlaşamamış ve ayrılmışlardır, mesele bun­dan ibarettir. Oysa sözlü olan kız, iffetiyle oynandıktan ve namusu kir­letildikten sonra yüzüstü bırakılmıştır.[914]

 

Sözlülük İçîn Islamî Çerçeve

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi evliliğe talip olmak için karşı tarafı tanıma gayesiyle mubah kılınan şeyler, zaruretten dolayı mubah kılınmıştır. Bunun için de kapıyı ardına kadar açmaya gerek yoktur. Karşı tarafı tanımak için gerekli olan sınırı aşmak, boşunadır ve hevaya uymaktır.

islam, bu tanımayı ailenin gözetimi çerçevesiyle sınırlar. Gelenek­leri, ahlâkı ve kadının iffetim korumak ve nefislerin, alevli şehevî arzu­ların peşine takılmasını engellemek, ahlâksızlıkların gençlere sirayet etmesini önlemek için sözlüler için halveti (yalnız başlanna kalma­larını) ve buna tabi hususları yasaklamıştır.

Nitekim Rasulullah (s.a.v.): "Evlenmeye karar verecek kadar, onu görme imkanı varsa, onu görsün" buyurmak suretiyle kadının ahlâk ve fiziğine dair bazı şeyleri görmenin yeterli olacağını belirtmektedir. Yani kişinin, kızın ne fiziğinin tamamını görmesine ve ne de ahlâkî yönlerinin tamamını bilmesine izin vardır. Kaldı ki kızın bütün bu yönlerine muttali olmak hem çok uzun zaman ister, hem de kötü sonuçlarından emin olmak mümkün değildir. Böyle bir şey toplumun ahlâk, gelenek ve yapısına zarar verir. [915]

 

Günümüz Eğitim Ve Terbiyesi, Güvenin Garantisi Olabilir Mi?

 

Belki, eğitimin en iyi koruyucu olduğunu, eğitim görmüş kızlara bu hususta güvenilebileceğini, bu nedenle onlara özgür davranma ve yalnız başlanna kalma fırsatı verilmesi gerektiğini, böylece birbirlerini daha yakından tanıyacaklarını söyleyenler vardır.

Buna iki yönden itiraz ediyoruz:

Birincisi: önce vakıalara bakalım: -Ilerilikleri kültür seviyeleriyle ölçülen ve maneviyattan, ahlâktan yoksun şu modern toplumlara bakalım- Bu toplumlarda karşılaşılan vak'alar, bu iddianın bir iftiradan Öteye geçmediğinin en güzel delilidir.

ikincisi: Bu iddiayı ileri sürenler, kurumuş odunları, çatır çatır alev saçan ateşe atıp tutuşmamaları için bir mucize bekleyen kimselere benziyorlar.

Şair şöyle diyor:

Elini kolunu bağlayıp onu kuyuya atmış

Sonra da sakın ha ıslanmayasın demiş! [916]

 

Sözlülüğe Dair Sonsöz:

 

Kaldı ki Islamda, psikologların ve başkalarının ileri sürdüğü gibi evlilikten önce sözlü kalma ve tanışma bir zorunluluk değildir. Evlilik akdinin sıhhati için böyle bir şart yoktur.

Sözlülük dönemi, bir hazırlık ve mukaddime mesabesindedir ve sakıncası yoktur, yani mubahtır.

Evlenmeye karar verecek kadar karşı taran görmek sadece daha iyi birşeydir, kişi bu imkanı bulursa karşı tarafı görür. Değilse, güvendiği birinin görmesiyle de yetinebilir. [917]

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

DÜĞÜN GECESİ (ZİFAF) ÂDABI

 

Zifaf (Gerdek) Gecesinin Âdabları

 

Sünnet ve meşru olan nikah akdi tamamlandıktan sonra iki eş, dünya evine girmek maksadıyla zifaf gecesi ve bir araya gelme anı için maddî ve ruhî hazırlığa başlarlar.

Bu bölümde; islâm'ın evlenecek olan çiftlerle ilgili, zifaf gecele­rinde yapmaları gerekli olan âdab ve takip etmeleri lazım gelen yolu izah edeceğim. Söylenilenler yapıldığı takdirde düğün ve zifaf geceleri Allah'ın rızası doğrultusunda ve islâm'ın âdabına uygun olarak yapılmış olur. [918]

 

Gelinle Halvet (Zifaf) Yapmanın Âdabı:

 

Bütün bunları açıkladıktan sonra, şimdi de evlenecek olan kişinin zifaf gecesinde yapması gerekli olan şeyleri ve zevcesinin yanına girdiği andan başlamak üzere, cinsel ilişkinin bitimine kadar olan merhale­lerde riayet edilmesi gerekli olan durumları izah edeceğiz.

Herkes bilsin ki, islâm; bize her şeyi, hatta zifaf gecesindeki edebî ve zevciyet muamelesinin temel kaidelerini dahi öğretmiştir.

Bu merhaleler aşağıdaki şekildedir:

1- Düğün gecesi yatsı namazından sonra dua ile damad ge­linin odasına girince, damadın elini gelinin başına koyarak be­smele çekmesi, sonra da ona hayır ve bereketle duada bulun­ması müstahaptır.

Bu konuda Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

Biriniz evlendiğinde veya cariye edindiğinde, onun alnına elini koyarak şöyle dua etsin: "Ey Allah'ım! Senden bu hanımın ve üzerinde yaratılmış olduğu ahlakın hayrını talep eder, onun ve ahlakının şerrinden sana sığınırım." Eğer bir kimse, bir deve (veya başka bir hayvan) satın alırsa, hörgücüne tutunup aynı duayı yapsın.[919]

 

Gerdek Gecesi Eşlerin Birlikte Namaz Kılmaları:

 

Gerdek gecesi, gelin ile damadın birlikte iki rekat namaz kılması müstehabdır. Bu hususta Selef-i Salihin'den iki eser [920]nakledilmek­tedir.

  1. a)Ebu Useyd'in azadlısı olan Ebu Saîd şöyle anlatmaktadır:

"Köle iken evlendiğimde, İbn Mesud, Ebu Zer ve Huzeyfe de dahil olmak üzere bazı sahabileri davet ettim. Namaz vakti gel­diğinde Ebu Zer imam olmak isteyince, diğer sahabiler; "Ey Ebu Zer! Sen dur" dediler. Ebu Zer; 'İmamlığı ev sahibi mi yapacak?" dedi ve ben köle olduğum halde, onlara imam oldum. Namazdan sonra gerdekle ilgili olarak bana tavsiyelerde bulunup şöyle de­diler: "Gelin, içeri girdiğinde iki rekat namaz kıl. Namazı kıldıktan sonra sana gelenin Allah'tan hayrını iste, şerrinden O'na sığın. Duadan sonra bildiğin gibi hareket et!" [921]

  1. b)Şakîk şöyle anlatmaktadır:

"Ebu Harız adlı bir kimse İbn Mesud'a geldi ve; "Bakire bir kızla nişanlandım. Fakat beni beğenmeyeceğinden endişele­niyorum" dedi. Bunun üzerine İbn Mes'ud kendisine şu tav­siyeyi yaptı: "Sevgi Allah'tandır. Nefret ise, Allah'ın size helal kıldığını haram göstermek isteyen Şeytan'd andır. Bunun için, hanımın sana geldiğinde ona, sana uyarak iki rekat namaz kılmasını söyle (bir diğer rivayette) ve şöyle dua et:

Ey yüce Allah'ım! Beni ehlime, ehlimi de bana bereketli kıl. Hayırlı olduğu sürece bizi bir arada tut. Ayrılmak her iki taraf için de daha hayırlı olduğu zaman bizi ayır." [922]

3- Damadın gelinle biraz sohbet etmesi, gelinin heyecanını gidermesi,  onunla  şakalaşması,  ona bir  takım yiyecek ve içecekler takdim etmesi mustahaptır. İmam Ahmed Müsned'inde şu rivayeti zikretmiştir:

Yezid kızı Esma (r.a.) şöyle anlatmaktadır:

Ben Aişe validemizi, Rasulüllah (s.a.v.) için süsledim ve süsleme işi bittikten sonra, gidip, gelini görmesi için Rasulüllah'ı davet ettim. Hz. Peygamber (s.a.v.) geldi ve Aişe vali­demizin yanına oturdu. O sırada Hz. Peygamber'e büyükçe bir kap içinde süt getirildi. O sütten kendisi içti ve Hz. Aişe'ye uzattı. Hz. Aişe utanarak başını önüne eğince ben;

Rasulüllah1 in elindekini alsana" diyerek onu ikaz ettim. O da aldı ve biraz içtikten sonra Hz. Peygamber (s.a.v.);

Arkadaşına da versene" dedi. Bunun üzerine ben;

"Ey Allah'ın Rasulü! Onun elinden almak istemiyorum. Siz ondan alın, biraz içtikten sonra bana verin ki sizin artığınızı içmiş olayım" deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.), süt kabım Hz. Aişe'nin elinden aldı ve biraz içtikten sonra bana uzattı. Otur­dum, süt kabını dizlerimin üzerine koydum ve Hz. Peygamber'in dudaklarının değdiği yere değmesi için dudaklarımı kabın ke­narlarında   gezdirerek  içtim.   Sonra   Hz.   Peygamber,   kabı yanımda oturan diğer kadınlara vermemi söyledi. Kadınlar; "iştahımız yok, biz içmeyelim" deyince Hz. Peygamber; "yalan ile açlığı biraraya getirmeyin" diye buyurdu. [923]

Diğer bir hadiste de Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"iman bakımından en kâmil mü'min, ahlakı en güzel olan ve aile­siyle en çok şakalaşandır"[924]

Bir diğer hadiste de:

"En hayırlınız ailesine en çok hayırlı olanınızdır, ben de içinizde ai­leme en çok hayırlı olanınızım." buyurdu. [925]

Şüphesiz ki bu latife kadına yakınlık hissettirir, yalnızlığını orta­dan kaldırır ve damatla gelin arasındaki sevgi ve saygı bağlarını kuvvet­lendirir. Zira denilir ki:

"Her girende dehşet, her garipte ise korkaklık vardır."

4-Cinsi münasebette iki eşin de elbiselerini çıkarmaları gerekir. Zira elbiseleri çıkarmak bedeni rahatlatır, hareketi ko­laylaştırır, tatmini artırır ve kadına ünsiyet verir.

Ancak efdal olan, soyunma halinin bir örtü altında olmasıdır. Bu konuda rivayet edilen hadiste Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Allahû Teala haya sahibi ve settar (örten)'dir. Haya ve Örtmeyi sever"

Diğer bir hadiste ise Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Çıplaklıktan sakının, zira büyük abdest ve kişinin zevcesi ile cinsi temasta bulunması hariç, sair hal ve zamanlarda sizinle beraber olan ve sizden asla ayrılmayan (melekler) vardır. Onlardan haya edin ve onlara saygı gösterin"[926]

Hz. Aişe (r.a) da şöyle buyurmuştur:

"Resûlullah (s.a.v) vefat edinceye kadar ben onun cinsel organına bakmadım (onu) görmedim, o da benden görmedi." [927]

Cinsi münasebette örtünmenin efdal olduğunu teyid eden bir ri­vayette şöyledir:

"Biriniz eşi ile cima yaparkan iki vahşi eşek gibi örtüden büsbütün arınmasınlar. [928]

5- Cinsel temasın âdablarından biri de henüz zevceye yak­laşmadan önce onunla oynaşması, sarmaş dolaş olması ve öpmesi gerekir.

Peygamberin (s.a.v) bu konudaki hadisi de şöyledir:

"Hiçbiriniz eşiyle hayvanlar gibi sevişmeksizin cinsi münasebette bulunmasın. Arada bir elçi bulunsun. Soruldu: Ya Resûlellah! Sözünü ettiğiniz elçi nedir? Aşk fısıltıları ve öpüşmedir. [929]

Yine Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Üç şey acizlik ifade eder: Bunlardan biri de kişinin fısıldaşmaksızın sarmaş dolaş olup eğlenmeksizin eşi veya cariyesi ile cinsi münasebette bulunması; eşi orgazm olmadan (boşalmadan) boşalıp işini bitirmesidir. [930]

Halbuki, zevce ile öpüşme, oynaşma ve sarmaş dolaş olmanın; nefsi cinsi münasebete hazırlama, duyguları harekete geçirme ve cima lezzetini arttırmadaki etkinliği inkar edilemez.

Bu sebeple koca cima esnasında -hadiste geçtiği gibi- eşinin de onunla birlikte tatmin olmasını ve orgazm (boşalmasını) gözetlemesi gerekir. Onun için erkeğin kendisini kontrol altında tutup, acele etme­yip eşinin cinsel duygularını hareketlendirici sevgi sözleri ve aşk fısıltıları ile eşinin cinsel duygularını uyandırmalıdır. ilk gece genelde kadınlar cinsel ilişki yerine oynaşmayı ve sevişmeyi tercih ederler.

Onun için erkek cinsel ilişki için acele etmeden oynaşarak kadının ürkekliğini gidermelidir.

İmam Gazali, Ihya-u Ulumi'd-Din adlı eserinde şöyle der:

"Koca cima edip boşaldıktan sonra vücudunu zevcesinden ayırmakta acele etmemeli, onun da boşalmasını ve sükûnet bulmasını beklemelidir. Zevcenin geç orgazm olması durumunda erkeğin onu bek­lemeden acele davranması kadına eziyet verir. Zira orgazmda eşler arasındaki farklılık nefreti uyandırır. Birlikte orgazm olmak ise kadın için daha lezzet vericidir." [931]

6- Cima   âdablarından   biri   de   kocanın   henüz   cinsi münasebete başlamadan önce şu duayı okumasıdır:

îbni Abbas'ın (r.a) rivayet ettiği hadiste Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz eşi ile temasta bulunmak istediği zaman:

"Bismillah, Allahım! Bizi şeytandan şeytanı da bize ve­receğin çocuktan uzaklaştır" şeklinde dua eder de sonra onlara bu münasebet sebebiyle bir çocuk takdir olunursa şeytan o çocuğa ebediyy-en zarar veremez. [932]

7- Cisel  birleşme  kadının  üreme  organına  yapılması şartıyla koca istediği şekil ve keyfiyette eşiyle münasebette bu­lunabilir.

Erkek, normal yoldan (çocuğun geldiği yerden) olmak kaydıyla is­tediği şekilde hanımıyla temas edebilir. Nitekim, "Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz şekilde gelebilirsiniz" (Bakara: 223) buyurulmuştur. "Dilediğiniz şekilde"; yani yüzüstü, sırtüstü, yan yatarak veya ayakta... (Hangi şekilde olursa olsun, ilişki normal yoldan olmalıdır. Aksi takdirde livata fiili işlenmiş olur ki bu büyük günahlardandır. Nitekim Allah Teala Lut kavmini bu günahı işledikleri için helak etmiştir).

Bu hususta daha başka birçok hadis vardır. Onlardan iki tanesini nakletmekle yetineceğiz.

Hz, Cabir şöyle anlatmaktadır:

'Yahudiler kişinin, hanımıyla onu yüzüstü yatırarak temas etmesi halinde -ki bu çocuğun geldiği yoldan olsa bile- doğacak çocuğun şaşı olacağına inanıyorlardı. Onların bu uydurmasını reddetmek maksadıyla; "Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz şekilde gelebilirsiniz" (Bakara: 223) ayeti nazil oldu. O zaman Hz. Peygamber (s.a.v.); "Normal yoldan olduktan sonra, dilediğiniz şekilde hanımınıza yaklaşabilirsiniz" buyurmuştur. [933]

  1. b)Ibn Abbas rivayet etmektedir:

"Ensar daha önce putperest idi. Yahudiler ise kitap ehli ol­duklarından kendilerini Ensar'dan (Evs ve Hazrec kabilesin­den) daha bilgili görürlerdi. Nitekim bu nedenle Medineliler de birçok işlerinde onlara uyarlardı. Yahudiler hammlanyla onları bir yana yatırarak münasebette bulunurlar ve kadının mahrem yeri örtülü olurdu. Nitekim Ensar da bunu onlardan öğrenmişti. Kureyşliler ise hanımlarını açık-saçık bir şekilde yatırır; sırtüstü, yüzüstü ve mümkün olan her şekilde temas ederlerdi. Muhacirler, Medine'ye geldiklerinde, muhacirlerden bir müslüman, Ensar'dan bir kadınla evlendi ve kendi âdetlerine uygun olarak münasebette bulunmak istedi. Ancak hanımı bu âdeti hoş görmeyerek itiraz eti ve ona; "Bizim âdetimiz yan üstüdür. Sen de ya böyle yaparsın ya da benden uzaklaşırsın" dedi. Bu mesele, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) kulağına gidecek kadar büyüdü. İşte bunun üzerine, "Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz şekilde gelebilirsiniz" (Bakara: 223) ayeti nazil oldu. [934]

 

En Güzel Cima Şekli:

 

Cimanın en güzel şekli, erkeğin kadın üzerine çıkarak yaptığı cim-adır. Bu şekilde yapılan cinsi münasebet Hz. Aişe validemizin (r.a) Pey-gamber'den (s.a.v) rivayet ettiği hadise dayanmaktadır. Söz konusu ha­dis rivayeti şöyledir:

"Ebu Musa el-Eş'ari (r.a) dedi: Ensar ve Muhacirinden bir gurup kendi aralarında ihtilaf ettiler. Ensarlar:

Gusül ancak meniden veya kuvvetli atıştan icab eder dediler.

Muhacirler ise:

Erkek ve dişinin birleşmesiyle (cima ile) gusül vacip olur, dedi­ler. Ebu Musa:

Bu meselede tatminkar cevabı ben size bulurum dedi ve devam etti: Bunun üzerine Hz. Aişe'ye vardım ondan izin istedim, o da bana izin verdi. Dedim ki:

Ey Anne! Sizden bir şey sormak istiyorum, ancak utanıyorum. Hz. Aişe:

Utanma! Seni doğuran annenden sorabileceğini bana da sor, zira ben de senin annenim, dedi.

Dedim ki:

Guslü gerektiren nedir? Şöyle dedi:

işi ehline sordun. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Erkek, kadının dört uzvu (eller ve bacaklar) arasına çöker ve kadına mübaşeret ederse güsül vacip olur" dedi. [935]Yani cinsel or­ganlar birbirinin içine girince rahatlama olmasa da gusül gerekir.

8- Cinsi münasebette bulunan kimse şayet ikinci defa tek­rar birleşmek isterse, cinsel ilişkiden önce abdest alması mus-tahaptır, çünkü abdest canlılık verir.

Meşru' yoldan yapılan münasebetten sonra, yeniden temas etmek isteyen kimse, Hz. Peygamber'in şu emri nedeniyle abdest almalıdır:

"İçinizden biri hanımıyla temasta bulunduktan sonra, tek­rar temas etmek isterse, iki temas arasında abdest alsın. (Bir ri­vayete göre; namaz abdesti aldığı gibi abdest alsın). [936]

Gusül Abdesti Almak Daha Makbuldür.

"Ebu Râfiî şöyle anlatmaktadır: Hz. Peygamber (s.a.v.) hanımlarının odalarına gittiğinde, her odada ayrı ayrı gusleder-di. Bir gün ben kendisine; "Ey Allah'ın Rasûlü! Niçin bir gusül ile yetinmiyorsun?" diye sordum. Hz. Peygamber; "Gusül yap­mak daha uygun ve daha temizdir" buyurdu. [937]

Guslün daha efdal olmasına gelince; zira kan koca sabah na­mazına uyanınca, tembellik, sıkıntı veya namazı kaçırma gibi bir endişe taşımadan hemen namazlarını kılmaya yönelirler, özellikle soğuk ve nezlenin yaygın olduğu kış mevsiminde bu durum daha da açıktır.

9- Cinsel  ilişkiden  sonra   efdal  olan,  iki  eşin  hemen yıkanmasıdır. Şayet tembellik sebebiyle geciktirirlerse bu du­rumda uyumadan önce abdest almaları mustahab olur.

Abdullah b. Kays der ki: Hz. Aişe'den (r.a), Peygamberin (s.a.v) cünüp olduğunda nasıl davrandığını sordum.

Uyumadan önce yıkanıyor muydu? Yoksa yıkanmadan mı uyuy­ordu? Şöyle cevap verdi:

Bunların hepsi de olurdu. Bazen yıkanır sonra uyurdu, bazen de abdest alıp Öylece uyurdu.

Ben de:

Bu işte genişlik bahşeden Allah'a hamd olsun dedim. [938]

 

Cünüb Kimsenin Uyumadan Önce Abdest Alması:

 

Cünüb olan eşler, ancak abdest aldıktan sonra uyuyabilirler. Nite­kim bu konuda birçok hadis varid olmuştur.

  1. a) Aişe şöyle demektedir:

"Hz. Peygamber (s.a.v.) cünüb iken yemek veya uyumak is­tediğinde, avret mahallini yıkar ve namaz abdesti gibi abdest alırdı. [939]

  1. b)Ibn Ömer şöyle rivayet etmektedir:

"Babam   (Hz. Ömer),   Hz.   Peygamber'e;   "Cünüb   olarak uyuyabilir miyiz?" diye sorduğunda, Hz. Peygamber; "Evet, ab­dest aldığınız takdirde uyuyabilirsiniz." (Bir rivayete göre; ab­dest al, avret mahallini yıka sonra uyu) diye buyurdu.[940]

Diğer bir rivayette: "Evet, abdest aldıktan sonra, istenilirse gusledene kadar uyunabilir" denilmektedir. [941]

Bir başka rivayette ise: "Evet, uyunabilir, istenilirse abdest de alınabilir" diye duyurulmaktadır. [942]

  1. c)Ammar b. Yasir şöyle anlatmaktadır:

"Hz. Peygamber (s.a.v.)  üç sınıf insana meleklerin yak­laşamayacağını söylemiştir: "Kâfir bir kimsenin leşine, bede­nine kadınlara mahsus -heluk- diye adlandırılan kokuyu sürene ve cünüb iken abdest almadan yatana!" [943]

Cünüb iken alman abdest şer'an vacip değildir. Sadece müekked olan müstehab davranışlardandır. Nitekim Hz. Ömer: "Cünüb iken uyuyabilir miyiz?" diye sorduğunda, Hz. Peygamber (s.a.v.): "Evet, uyuyabilirsiniz, dilerseniz abdest de alabilirsiniz" diye cevap vermiştir. [944]

Bu abdestin müstehab olduğunu, Hz. Aişe'nin rivayet ettiği bir hadis teyid etmektedir. [945] (Fakat yukarıdaki Ammar b. Yasir hadi­sinde buyurulduğu gibi takvayı gözeten bir kimse hiç olmazsa ya abdest almalı ya da teyemmüm etmelidir.)[946]

 

Cünüb Bir Kimsenin Abdest Yerine Teyemmüm Alması:

 

Eşler abdest yerine bazen teyemmüm alarak da yatabilirler. Nite­kim Hz. Aişe: "Rasulüllah cünüb iken uyumak istediğinde abdest alırya da teyemmüm ederdi" buyurmuştur. [947]

 

Uyku Öncesinde Gusül Almak Daha İyidir:

 

Eşlerin uyumadan önce yıkanmaları daha iyidir. Nitekim Abdul­lah b. Kays, Hz. Aişe'ye: "Rasulüllah cünüb iken ne yapardı; yıkanmadan önce mi uyurdu, yoksa uyumadan önce mi yıkanırdı?" diye sorduğunu ve Hz. Aişe'nin şöyle cevap verdiğini bildirmektedir:

"Her iki şekilde de olurdu. Bazan yıkandıktan sonra uyur, bazen de abdest alarak uyurdu." Bunun üzerine Abdullah b. Kays şöyle der: "Bu hususta Ümmet-i Muhammed'e genişlik ihsan eden yüce Allah'a hamdolsun. [948]

 

Cinsel İlişki İle İlgili Bazı Meseleler

 

İslâm, gerek erkeğe gerekse kadına bazı fiilleri yasaklamış, eşlerin harama düşmemeleri ve günaha bulaşmamaları için bu fiillerden sakınmalarını emretmiştir.

Bu yasaklar şöyle sıralanabilir:[949]

 

1- Karı-Koca; Yaptıkları Cinsi Münasebet Fiilini İnsanlara Söz Veya İşaretle Anlatmaları Haramdır.

 

Zira Peygamber (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde, Allah katında insanların en şerlisi, eşi ile cinsi münasebette bulunduktan sonra sırlarını insanlar arasında yayan kim­sedir. [950]

Ebu Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiği diğer bir hadiste de şöyle buy­urmuştur:

"Resûlullah (s.a.v) namazımızı kıldırıp selam verdikten sonra bize döndü ve şöyle buyurdu:

Yerlerinizden kalkmayın beni dinleyin! Aranızda, kapısını ka­patıp perdesini çektikten ve zevcesi ile cinsi münasebette bulunduktan sonra, insanların arasına çıkıp da: "Ben eşimle şöyle yaptım, böyle yaptım"   diyenler var mıdır? Kimseden ses çıkmadı. Sonra kadınlara döndü ve onlara seslendi: Sizlerden bunu yapanlar var mıdır? dedi: Ara­larından genç bir kız, Peygamber'in (s.a.v), onu görmesi ve sesini işitmesi için iki dizinden birisine dayanarak dikildi ve:

Evet vallahi, kadınlardan da   erkeklerden de konuşanlar var, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) onlara:

Böyle yapanların kime benzediklerini biliyor musunuz? dedi. Bunların misali kadın ve erkek iki şeytana benzer; Şeytanlardan biri yoldan geçen arkadaşını (eşini) yakalayıp onunla cima eder, işini bitir­ir, insanlar da ona bakarlar." [951]

 

2- Erkeğin, Kadına Arka Organından Temas Etmesi Haramdır.

 

Kadın; tehdit de etse, korkutsa da, ısrar da etse, kocasının, onun arka organından temas etmesine imkan ve firsat vermemelidir. Bu ko­nuda Peygamber'in (s.a.v) şu hadisi şerifi ile amel etmelidir:

"Allah'a isyana sebebiyet veren şeylerde hiçbir yaratığa itaat edilmez." [952]

Şayet kadın buna rıza gösterirse, o da erkek gibi günahkâr ve âsi olur.

Şüphesiz; kadına arka organından temas etmek sıhhat ve beden açısından zararlı, ahlak ve fazilet kurallarına aykırı, sapıklık ve ah­laksızlığın açık bir ifadesidir. Bu çirkin fiili ancak, âdî, karektersiz, şahsiyetsiz ve ahlaksız olan kimseler yapar.

Erkeğin hammıyla normal yolun dışında bir şekilde ilişki kur­masının kesinlikle haram olduğunu bildiren bazı hadisleri nakledelim!

  1. a)Mü'minlerin annesi Ümmü Seleme şöyle anlatmaktadır:

"Muhacirler Medine'ye geldiklerinde Medine'li kadınlarla evlendiler. Kureyşli kadınlar kocalarının arzularına uyarak, el­lerini yere koyarlardı. Oysa Medine'li kadınlarda böyle bir âdet yoktu. Muhacirlerden biri, Medine'li (Ensar'dan) olan hanımına ellerini yere koyarak münasebette bulunmayı teklif edince; hanımı bu meseleyi Hz. Peygamber'e sorduktan sonra, kendisi­nin teklifine uyabileceğini söyledi. Allah Rasûlü'ne geldi ve fa­kat utandığı için bir türlü söyleyemedi. Bunun üzerine meseleyi bana açtı ve ben de onun namına Rasûlullah'a sordum. İşte o za­man "kadınlar sizin tarlanız dır..." ayeti nazil oldu ve Hz. Pey­gamber, normal yoldan olmak kaydıyla her türlü şeklin caiz olabileceğini söyledi. [953]

  1. b)Ibn Abbas rivayet etmektedir:[954]

"Hz. Ömer, Rasûlullah'a (s.a.v.): "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben he­lak oldum" deyince, Hz. Peygamber, "seni helak eden nedir?" diye sordu. Hz. Ömer, "bu gece yükümü değiştirdim (hanımımı yüzüstü yatırarak münasebette bulundum)" diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlüllah, "kadınlar sizin tarlamzdır..." ayeti nazil oluncaya kadar, Hz. Ömer'e cevap vermedi. Sonra normal yoldan olmak kaydıyla istediği şekilde münasebette bulunabi­leceğini söyledi."

  1. c)Huzeyme b. Sabit şöyle anlatmaktadır:

"Biri Hz. Peygamber'e (s.a.v.) gelip, normal olmayan yoldan kadınlarla münasebet etmeyi sordu. Hz. Peygamber, helal olduğunu söyleyince adam dönüp gitti. Biraz uzaklaştıktan son­ra, Hz. Peygamber adamı yanına çağırdı ve ona şöyle dedi: "Sen bana nasıl sormuştun? Eğer sorun 'hangi yoldan yapılabilir?1 şeklindeyse, ancak normal yoldan yapılabilir. Diğeri caiz değildir. Binaenaleyh Allah, hakkı söylemekten hiçbir zaman çekinmez. Kadınlarınızla normal olmayan yolun dışında sakın birleşmeyin![955]

"Allah hanımı ile normal yolun dışında münasebette bulu­nan kimsenin yüzüne bakmaz. [956]

"Hayızlı hanımiyla (bunu helal bilerek) münasebette bulu­nan, hanımıyla normal yolun dışında temas eden ve kâhine gi­dip, onun dediklerine inanan kimse, Muhammed'e nazil olan Kur'an'a inanmamış demektir. [957]

 

Hayızlı Kadınla Temas Etmek Haramdır:

 

Hayızlı bir kadına, kocasının yaklaşması haramdır. Çünkü Allah Teâlâ, Kur'an'da şöyle buyurmaktadır:

"Sana hayzın durumunu sorarlar. De ki: O (kadınlara) eziyet veren bir şeydir. Hayızlı iken kadınlardan uzak durun, temizlenene kadar onlara yaklaşmayın. Temizlenince Allah'ın emrettiği yoldan onlara yaklaşın. Kuşkusuz ki Allah tevbe edip, temizlenenleri sever. [958]

Bu hususla ilgili olarak birkaç hadis zikredelim:

  1. a)"Hayızlı olan hanımına yaklaşan veya normal olmayan yoldan münasebette bulunan veya kâhine gidip, onun sözlerini tasdik eden kimse Muhammed'e indirileni inkâr etmiş demek­tir.[959]
  2. b)Enes b. Malik şöyle anlatmaktadır:

"Yahudiler hayız olan kadını evden dışarı çıkarırlardı. Onunla birlikte yemez, içmez ve birarada oturmazlardı. Hz. Pey­gamber'e yahudilerin bu durumu sorulduğunda, Bakara, 222. ayeti nazil oldu. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Onlarla birarada otu­rabilir, cinsî münasebet dışında herşeyi yapabilirsiniz" buyu-runca, yahudiler, "bu adam hiçbir âdetimizi beğenmiyor ve hep­sine muhalefet ediyor" dediler.

Useyd b. Hudayr ile Ubbad b. Bişr adlı iki şahabı gelip, Hz. Peygamber'e, "ey Allah'ın Rasulü! Yahudiler şöyle şöyle diyor. Biz de hayızlı kadınlara dokunmayalım mı?" diye sorunca, Hz. Peygamber'in mübarek yüzü öyle kızardı ki biz o ikisine kızdığını sandık. Onlar da, bu hâli görünce hemen dışarı çıktılar. O esnada Hz. Peygamber'e hediye olarak süt getirildi. Hz. Peygamber onların ardından birini göndererek geri çağırttı. Huzura geldiklerinde, kendilerine biraz önce gelen sütten ik­ram etti. O zaman, Hz. Peygamber'in onlara kızmadığını anladık. [960]

 

Hayızlı Kadınla Temas Etmenin Kefareti:

 

Nefsine hâkim olamayıp, hayızlı olduğu halde hanımıyla temas eden kimse bir veya yarım dinar kefaret vermelidir.

îbn Abbas şöyle rivayet etmektedir:

"Hayızlı olduğu halde hanımıyla münasebette bulunan kim­se bir veya yarım dinar sadaka versin. [961]

Bir veya yarım dinar vermek, kefaret verenin maddî durumuna bağlıdır. Zengin ise bir dinar, fakir ise yarım dinar vermelidir. Nitekim bazı hadislerde bu durum belirtilmiştir.[962]

 

Hayızlı Hanımdan Kocasına Neler Helaldir?

 

Kişi, hanımına cima' dışında her şekilde yaklaşabilir. Nitekim bu hususta birçok hadis nakledilmiştir.

"Hayız halindeki hanımınıza cima' dışında herşeyi yapabi­lirsiniz.[963]

  1. b) Aişe şöyle anlatmaktadır:

"Hayızlı olduğumuz zamanlar, Hz. Peygamber (s.a.v.) bizim izar (peştemal) bağlamamızı ister, izar bağladıktan sonra, bi­zimle aynı yatakta yatardı.

Hz. Aişe, bu sözüne ilave ederek, Hz. Peygamber'in izardan sonra eşiyle mübaşerette bulunduğunu da söylemiştir. [964]

Mübaşeret, cima1 anlamına gelirse de, burada cima' olmaksızın kadına yaklaşmak kastedilmiştir.

  1. c) Peygamber'in hanımlarından rivayet olunduğuna göre, Ra-sulüllah hayızlı hanımına yaklaşmak istediğinde, ona avret mahallinin aşağısını örtmesini söyler ve sonra istediğini yapardı.[965]

Nifas halinde olan kadınla temasta bulunmanın haramlığı kıyasla sabittir. Zira fakihler; hayız ile nifas illet ve sebep bakımından aynı olduğundan, nifası hayıza kıyas etmişlerdir. Ayrıca bu haramlık âlimlerin icma'ı ile de sabittir.

Bu haramlığın hikmeti ise, nefsi emmareyi şer'an yasak ve bedene zararlı olan şeylere düşmekten alıkoymaktır. Zira korunmuş bir yerin etrafinda dolaşan kimsenin oraya düşmesi muhtemeldir.

Müslümamn, dini ve sağlığı için ihtiyatlı olması gerekir. Ah­lakında, muamelelerinde ve diğer davranışlarında daima takva olanını tercih etmelidir.

Tıbbın isbatına göre; hayız ve nifas günlerinde yapılan cin­sel temastan şu zararlar meydana gelir:

Kadının tenasül uzvunda ağrıların olması, öyle ki bu ağrılar ra­him ve yumurtalıkta veya havuzda iltihaplama meydana getirir ve kadının sağlığına ciddi bir şekilde zarar verir. Hatta; yumurtalığın yok olmasına sebep olup kısırlık dahi meydana getirebilir.

Hayız kanının; erkeğin tenasül uzvuna sirayet etmesiyle, frengi hastalığına benzeyen irinli iltihablanmaya yol açar. Erkeğin husyelerine geçerek şiddetli ağrıya ve bunun neticesi olarak da erkeğin kısır kalmasına sebep olur. Şayet bu hastalığın mikropları kadının kanında mevcut   ise   bu   durumda   zührevi   hastalığına   yakalanması   da mümkündür.

Netice olarak; hayız ve nifas devresinde yapılacak cinsel temastan erkek veya kadının kısır kalmaları, tenasül uzuvlarının iltihablanması ve sağlıklarının bozulmasına yol açar. Zaten zarar olarak da bu yeterli­dir.

Bu sebepledir ki; dünyanın dörtbir yanındaki modern tıp uzman­ları hayız ve nifas dönemlerinde kadından uzaklaşmanın gerekli olduğunda karara varmışlardır.

Her şeyi bilen ve hikmet sahibi olan Allah tarafından indirilen Kur'an-ı Kerim'de bu hakikat şöyle dile getirilmiştir:

"Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun.[966]

Eşi hayız veya nifas olduğu halde, onunla cinsi temas yapmaya mübtela olan kimse cumhuru'l fukaha'ya göre işlediği bu günahı, bir daha yapmamak üzere samimi ve gerçek bir tevbe ile bırakmalı, pişmanlık duyarak Allah'a tevbe ve istiğfarda bulunmalıdır.

tbni Abbas, Katade, Evzai, Ishak'ın mezheblerinde, imam Ahmed ikinci rivayetinde, Şafii ise kavli kadiminde; fakirlik-zenginlik, kanın kırmızılık veya sarılık durumlarına göre bir ya da yarım dinar [967]değerinde sadaka vermeleri gerekir.

îbni Abbas (r.a) rivayet ediyor: Peygamber'e (s.a.v): Eşi hayızlı iken ona cinsi temasta bulunan kimse hakkında soruldu. Şöyle cevap verdi:

"Bir veya yarım dinar tasadduk etmesi gerekir. [968]

Tirmizi'nin rivayetinde ise: "Kan kırmızı ise bir dinar, sarı ise yarım dinar" şeklinde geçmektedir.

Bu konuda ihtiyatlı olan: Hayız veya nifas halinde olan kadınla cima yapan kimsenin, hem tevbe ve istiğfar etmesi, hem de sadaka ver­mesidir. Bu vesile ile umulur ki, Yüce Alah bu kimsenin hatasını affeder ve günahım da bağışlar.[969]

 

Kadın Hayizdan Temizlendiğinde Ne Zaman Kocasına Helal Olur?

 

Kadın hayız halinden çıktığında, (kendisinden kan kesildiğinde) avret mahallini yıkadıktan veya abdest aldıktan veya guslettikten; yani bunlardan birini yerine getirdikten sonra kendisine yaklaşmak caiz olur.[970] Çünkü Allah Teâlâ: "Temizlendiklerinde Allah'ın emret­tiği yerden onlara yaklaşın. Allah tevbe edenleri ve temizlenen­leri sever" (Bakara: 222) buyurmuştur. [971]

 

İki Eşin Birarada Yıkanması:

 

iki eşin, -birbirlerinin mahrem yerlerini görseler bile bir yerde yıkanmaları caizdir. Nitekim bu hususta birçok hadis nakledilmiştir.

  1. a) Aişe şöyle anlatmaktadır:

"Rasûlüllah ile birlikte aynı kaptan su alarak yıkanırdık. O mübarek elini çıkardığında ben, ben çıkardığımda ise o elini sokardı. Rasûlüllah benden daha çabuk davrandığı için, ben; "Bana da bırak, bana da bırak" diye bağırırdım. Biz bunu (yıkanmayı) yanyana oturarak yapardık.[972]

  1. b)Hayde oğlu Muaviye (r.a.) şöyle anlatmaktadır:

"Ben Hz. Peygamber'e; "Ey Allah'ın Rasûlü! Avret yerlerimi­zin ne kadarını gösterebilir, ne kadarını örtebiliriz?" diye sor­duğumda, Hz. Peygamber, "Avret yerini hanımın ve cariyen dışında herkesten gizle" buyurdu. Bunun üzerine ben; "Ey Al­lah'ın Rasûlü! Herkes birarada bulunduğu için örtünmek zor olursa, nasıl davranmak gerekir?" diye sordum. Hz. Peygamber (s.a.v.), "Elinden geldiğince herkesten gizlemeye çalış" diye ce­vap verdi. Ben tekrar, "Ey Allah'ın Rasûlü! Tek başımıza ve ten­ha bir yerde olursak, yine avretimizi açabilir miyiz?" diye sorun­ca, Hz. Peygamber; "Allah, insanlardan daha çok utanılmaya layıktır" dedi. [973]

 

Eşler Evlenirken Neye Niyet Etmelidir?

 

Eşlerin evlenirken yapacakları niyetlerin en iyisi, nefislerini haramdan korumayı ve namuslu yaşamayı istemeleridir.

Ebu Zerin rivayet ettiği gibi, bu niyetle evlenenlerin münase­betleri bile sadakadır:

"Ashabdan bir grup, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yanına gele­rek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Zenginler bütün sevapları elde ediyor­lar. Çünkü namaz kıldığımız gibi onlar da namaz kılıyorlar, oruç tuttuğumuz gibi oruç da tutuyorlar. Ancak üstelik bir de mal­larının fazlasını sadaka veriyorlar. (Onlara yetişebilmek için ne yapabiliriz?)" dediler.

Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara şöyle dedi: "Allah Teâlâ size sadaka vereceğiniz bir şey vermemiş midir? Her teşbih (sübhanellah) bir sadaka, her tekbir (Allahu ekber) bir sadaka, her tehlil (la ilahe illallah) bir sadaka, her temhid (elhamdülillah) bir sadakadır. Marufu emretmek sadakadır, münkerden nehyetmek sadakadır. Herhangi birinizin eşiyle münasebeti de sadakadır."

Ashab: "Ey Allah'ın Rasûlü! Kişi hem şehvetini tatmin ede­cek hem de sevap mı kazanacak?" deyince, Hz. Peygamber: "Şehvetini haramla tatmin etseydi günahkâr olmaz mıydı?" diye sordu. Ashab: "Evet, günahkâr olurdu" diye cevap verince, Hz. Peygamber: "O halde helal olarak yaptığında da sevap alır" diye buyurdu. Bundan sonra birkaç şeyin daha sadaka olduğunu söyleyen Rasûlüllah: 'İki rekat kuşluk namazı bütün bunların yerini tutar" dedi. [974]

Zifaf Sabahında Neler Yapılmalıdır?

Kişinin sabahleyin kendisini evinde ziyarete gelen yakınlarını karşılayarak, onlara selam verip, dua etmesi, onların da aynıyla mu­kabelede bulunmaları müstehabdır.

Enes b. Malik şöyle anlatmaktadır:

"Hz. Peygamber (s.a.v.) Zeyneb validemizle evlendiğinde velîme (düğün) yemeği verdi. Müslümanlar et ve ekmek (tirit) yemekten doymuşlardı. Aynı gecenin sabahı Hz. Peygamber hanımlarının odalarını gezerek, onlara selam verdi, dua etti. On­lar da kendisine karşılık verdiler. [975]

4- Erkek,   eşini   yatağına   çağırır,   kadın   da   gelmeye yanaşmaz, erkek öfkelenmiş olarak sabahlarsa, melekler saba­ha kadar -bir rivayette de yatağa gelinceye kadar kadına lanet okurlar. [976]

Kadın, kocasının sevdiği şekilde süslenmeye, şakalaşmaya ve onun özel vakitlerdeki cinsel isteklerine riayet etmesi ve gözetlemesi gerekir. Taki iki taraf arasındaki evlilik bağları, sevgi ve saygı duygu­lan pekişmiş olsun. Bunlar yapılmadığı takdirde aile hayatı gittikçe kötüleşir ve belkide boşanma ile noktalanır.

5- Doktor ve tslâm âlimlerinin tavsiyeleri:

a- Eşlerin; şehvet ve cinsel ihtiyaçlarım tatminde mu'tedil dav­ranmaları gerekir. I'tidalın sınırı ise haftada iki defa olmasıdır. Ancak tatmin olup iffetlerini sağlamaları açısından, erkek ve kadının ihtiyaç durumları göz önüne alınarak daha az veya daha fazla da olabilir. Ne var ki erkek cima konusunda ifrata gitmemelidir. Çünkü bu konuda if­rata gitmek vücudu yıpratır, aklı sarsar, işten geri bırakır ve îslâmî so­rumluluktan yüz çevirmeye sevk eder.

b- Önce sevişmek, sonra cinsel temas ile şehveti tatmin etmek. Bu konu ile ilgili açıklamayı daha önce vermiştik.

c- Koca cima için muayyen ve uygun vakitler tesbit etmeli ve bu konuda kadının mizacını da gözardı etmemelidir. Kadının arzu etmediği bir vakitte, mesela: onun yorgun veya hasta olduğu bir ortamda yapılacak cinsi münasebet; aralarında hoşnutsuzluğa, tartışmaya hatta ayrılmaya dahi sebep olabilir.

d- Cinsi münasebet; bütün ay ve haftalarda, her vakitte, gecenin veya gündüzün her saatinde caizdir. Ancak şeriatın harara kıldığı özel vakitler veya muayyen haller; Mesela: Eşlerin farz orucunu tutmuş ol­maları, kadının hayız veya nifas halinde olması durumu müstesnadır.

Fakat sünnet olan, cuma gecesi veya gündüzünde yapılan çımadır. Bu konudaki hadiste Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Kim cuma günü cünüplükten yıkanır, sonra camiye giderse bir deve tasadduk etmiş gibi sevaba nail olur. îkinci saatte giden bir inek, üçüncü saatte giden boynuzlu bir koç, dördüncü saatte giden bir tavuk, beşinci saatte giden ise bir yumurta tasadduk etmiş gibi ecir alır. İmam hutbeye çıkınca melekler de hazır olur, zikri dinlerler. [977]

Diğer bir hadiste de Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Kim cuma günü yıkar[978] ve yıkanırsa, kim erkenden mescide gider ve hutbenin başına yetişirse, yürür ve binmezse, imama yakın du­rur, dinler, malayani söz etmezse ona her bir adım için bir yıllık amelin oruçları ve namazlanyla sevabı yazılır." [979]

e- Kadın nafile oruç tutmak isterse kocasından izin almalıdır. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Kocası yanında olduğu halde bir kadının, kocasının izni olmadan nafile oruç tutması helal olmaz.[980]

Bu iznin; kocanın nefsini korumasında ve sıhhatli olan kadının maslahatını takdir etme açısından önemi büyüktür.

îslâmın ışığı altında, cima konusunda öne sürülen en önemli ya­saklar bunlardır.

Doktor ve fakihlerin; îslâm, ilim ve sağlık çerçevesinde tavsiye et­tikleri en önemli nasihatler de bunlardır.

Öyle ise -evli olan- genç kardeşim! Haramlardan uzak durman ve evliliğinin îslâmî esaslara uygun olması açısından bu tavsiyeleri tatbik etmeye azami gayret göster.[981]

 

BEŞİNCİ BÖLÜM

 

AHLÂK VE İNSANÎ İLİŞKİLER ALANINDA EVLİLİK HAYATI

 

Pratik Hayatta Evlilik

 

Eş seçimi ve bunun alam, kız isteme ve bununla ilgili hususları in­celedik. Bunlar, evlilik için atılmış hazırlık mahiyetinde adımlardır.

Bunların son bulmasıyla eşler, kendi yuvalarına ve istikrarlı ha­yatlarına yol almak Üzereler. Şer'î kapıyı çaldıktan; muhaddis ve fuka-hanın büyük çoğunluğuna göre ancak veli, mehir ve iki şahidle tamam­lanan evlilik akdini yaptıktan sonra ailevî ve içtimaî görevlerini üstlenecekler.

Ancak bu akidle yeni hayatlarına birlikte başlayabilirler ve artık bu hayatlarında daha çok hikmete, uyuma, sabra, düşünmeye, tedbire ve duruma göre münasip tavrı takınmaya ihtiyaç duyacaklar. Ancak bu şekilde, evlilik hayatım dağılmaktan ve ayrılığa düşmekten kurtarır, ülfet ve uyum unsurlarını yakalar, mutlu ve huzurlu bir hayata kavuşabilirler. [982]

 

Evlilik Hayatına Başlarken [983]

 

Eşler Arasında Uyum:

 

Eşler, başlangıçta fikrî, aklî ve vicdanî açıdan tam bir uyum içerisinde olabilirler. Sonra da bu uyum devam eder, mutluluk ve huzur dolu bir hayat sürerler.

Ne var ki -bütün güzelliğine rağmen- böyle devam eden evlilikler ne yazık ki çok azdır.

Evlilik hayatının pratiğine baktığımızda birçok nefret ve anlaşmazlık olaylarına rastlarız. Belki çoğu zaman bunlan tedavi et­mek, onlara katlanmak, aradaki anlaşmazlık ne kadar derin olursa ol­sun ve verdiği acı ne kadar çok olursa olsun onu ortadan kaldırmak mümkündür.

Bazen de aradaki anlaşmazlık, öldürücü cinstendir. Fırtınaları, umut ışığını söndürür. Aradaki bağları koparıp savurur. Evliîik hayatının özünü ve temel değerlerini ilgilendiren anlaşmazlıklar, bu nevi dendir.

Burada yapacağımız şey, her iki nevi anlaşmazlığı birbirinden ayirdetmek ve tedavisi mümkün olan anlaşmazlıklara el koymaktır. Bu anlaşmazlıkların sebebi nedir ve nasıl telafi edilirler? Ümid ederiz bura­da anlatacaklarımızın buna yararı olur. Yardım Allah'tandır. [984]

 

Anlaşmazlığın Ortaya Çıkışı ve Mahiyeti:

 

iki eş arasında ihtilaf çıkması tabiî bir husustur. Eşlerden her bi­rinin evlilik hayatından önce alışageldiği davranış çeşitleri, gelenekle­ri, eşyayı ışığında değerlendirdiği kavramları ve muhtelif olaylar karşısında takındığı tavırları vardır. Ayrıca kültür seviyesi, içinde yetiştiği çevre ve kalıtım yoluyla aldığı özelliklerini de hesaba katmak gerekir.

Bütün bu hususlar, eşler arasında ihtilafın olmasını makul kılmaktadır. Bunun yadırganacak bir tarafı da yoktur.

işte bu nedenle evlilik hayatının uyum içerisinde olması, yani eşlerin, bedenen birbirlerine yakın oldukları gibi fikren ve vicdanen de birbirlerine yakın olmaları, anlaşarak mutlu bir hayat yaşamaları ve karşılaştıkları problemleri birlikte aşabilmeleri için her birinin büyük çaba harcaması gerekir. [985]

 

Hata Karşısında Takınılacak Tavır:

 

Evliliğin ilk dönemlerinde eşlerden herbiri mutlaka birtakım hat­alar işleyecektir. O zaman maharet, hatalarım kabul etmemeleri, ha­tayı karşı tarafa yükleme ya da hatanın altından kalkılamayacak çok kötü bir durum olduğuna inanmak değildir.

Cesaret, o hatalı tavırlara göğüs germek ve kendini buna alıştırmaktır. Şahsiyetlilik, hatayı kabul etmeyi ve sonucuna katlan­mayı gerektirir. Birinin işlediği hatadan diğeri sorumlu değildir.

Akıllılık, kişinin ölçülerini tashih etmesini ve kanaatlerini doğrultmasını gerektirir.

Kişi, hata işlemesinden dolayı kınanmaz, onu düzeltmeye çaba göstermeden ve onu telafi etmek için samimi bir gayrete geçmeden aynı hatayı tekrar etmesinden dolayı kınanır.

Hata, bizatihi nasıl bir kusur olsun ki, kişinin hayat arkadaşı ola­rak seçtiği kimsenin şahsiyetinin temel unsurlarından, hatta kişinin kendi şahsiyetinin temel unsurlanndan biri hata işlemektir. Çünkü her ikisi de insandır ve insanın tabiatı, zafiyet ve kusurdan hali değildir.

Kişi, onu tedavi etmeye ve ondan uzak durmaya çaba gösterdiği müddetçe hata, insanlığına ve toplumdaki yerine aykırı birşey değildir. Allah'ın hatalarını sildiği ve kötülüklerini iyiliğe çevirdiği insanlar kategorisine girmesine de engel değildir.

Şayet hata etmek, çok kötü bir durum olsaydı, hata eden için bütün bu anlattıklarımız sözkonusu olmazdı. Hatta Kur'an-ı Kerim, müttakî kişinin hata edebileceğini ve bu hatasının, kendisindeki takva şerefini alıp götürmeyeceğini, hatasını düzeltmeye çabaladığı, Rabbinden bağışlanmasını dilediği sürece müttakiler sevabım hakketmesine engel olmayacağını şu âyetlerde anlatmaktadır:

"Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takva sahipleri ki, bollukta da,  darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel dav­ranışta   bulunanları   sever.   Yine   onlar   ki,   bir   kötülük yaptıklarında, ya da bizzat kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler. İşte on­ların mükafatı, Rablerinin mağfireti ve zemininden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenle­rin mükafatı ne güzeldir.[986]

Nerede o bütün yönleriyle kâmil insan ya da süpermen?!

Bütün huylarından hoşnud olunan kim var ki!

Kişinin kusurlarının sayılabilir olması ona şeref olarak yeter.

Evlilik hayatı, şu değişken varlığın küçültülmüş şeklidir. Bu varlıkta nasıl gece ve gündüz, kış ve bahar birbirini takip edip deveran ediyorsa evlilik hayatında da elem ve sevincin, hata ve doğrunun ardar-da birbirlerini takip etmelerinde garipsenecek bir şey yoktur.

Yüce Allah: "İnsan zayıf yaratılmıştır"[987]sözüyle ve Hz. Yusufun sözünü naklederken: "(Bununla beraber)  nefsimi  temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir" [988]sözünde insan tabiatına ve in­sanın hata edebileceğine işaret etmektedir.

Peygamber (s.a.v.) de şu  sözünde buna işaret etmektedir: "Ademoğullarının   hepsi   hata   ederler,   hata   edenlerin   en hayırlıları ise, tevbe edenlerdir. [989]

Yine kadınlara iyi davranılmasım, yaratılışlarını anlayarak ve on­ları gözeterek onlara davranılmasım, Allah'ın bizden bunu istediğini tavsiye ettiği hadiste de buna işaret etmektedir.

Sözkonusu hadiste, onlara namazla birlikte kadınlardan bahset­miş ve her ikisini birlikte tavsiye etmiştir:

"Namaz! Namaz! Bir de elinizin altındaki köleler! İşte bun­lara dikkat edin, kölelerinize güç yetirmedikleri birşeyi yapma­larını istemeyin.  Bir de kadınlara iyi  davranın, Allah size şahittir, bilesiniz. Onlar elinizde esir gibidirler. Allah'ın ahdi ile onlarla evlendiniz ve Allah'ın sözüyle onları kendinize helal kıldınız.[990]

Rasulüllah'ın (s.a.v.) son tavsiyesinin bu olduğu rivayet edilir. Rasulüllah (s.a.v.) dili tutukluk yapıncaya ve sesi zayi fi ayı ncay a kadar bu tavsiyelerini söylemeye devam etti.

Buharî, Müslim ve başkaları, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu rivayet ederler: "Allah'a ve ahiret gününe inanan, komşu­suna eziyet etmesin. Bir de kadınlara iyi davranmanızı vasiyet ediyorum. Kadınlar, eğe kemiğinden yaratılmışlardır. Bu kemi­ğin en eğri kısmı, üst tarafıdır, eğriliğini düzeltmeye kalkarsan, onu kırarsın. Kendi halinde bırakırsan da daima eğri kalır. Bu nedenle kadınlara iyi davranmanızı vasiyet ediyorum. [991]Denildi ki: Bir hikmete mebni olarak kadının karakterinde ya­ratılıştan gelme bir eğrilik vardır, tıpkı bir hikmete mebni olarak eğe kemiğinde bir eğriliğin bulunması gibi. Erkeğin, bu eğriliği düzeltmeğe gayret etmesi gerekir. Ancak bunu yaparken kadına iyi davranması ve bunun, yaratılıştan geldiğini bilerek ona göre hareket etmesi lazım.

Hadisin anlatmak istediği budur. [992]

Kişinin kadına yumuşak, akıllıca ve bazı şeylere katlanarak dav­ranması, onun da iyiliğini ve cevherinin üstünlüğünü gösterir. Nitekim Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmaktadır:

"Sizin  en  hayırlınız,   ailesine   en  iyi  davrananınızdır. Aranızda ailesine en iyi davranan ise benim. [993]

İman bakımından en mükemmel mümin, ahlâkı en güzel olandır. Sizin en hayırlınız, karısına en iyi davrananınızdır. [994]

"İman bakımından mü'minlerin en mükemmeli ahlâkı en güzel olan ve ailesine en yumuşak davranandır. [995]

Herhalde, yüce Allah'ın Kur'an'ın birçok yerinde kadınlara iyi davranılmasını emretmesinin sebebi budur.

Bu emri ihtiva eden ayetlerden birkaçı şöyledir:

"Ya iyilikle tutmak, ya da güzel ve adaletli bir biçimde salıvermektir. [996]

"Onları iyilikle tutun. [997] "Onlarla iyi geçinin. [998]

Kişi, karısına bu temel üzere davrandığında hata, kabul edilir ve katlanılır bir husus olur.

Hatta daha da büyümesi mümkün olan hataların sebep oldukları zararların pek çoğu bertaraf edilmiş olur. Kişi, hata imkanını kabullen­dikten sonra onu münasip bir şekilde ve akıllıca tedavi etme imkanım da bulmuş olur.

Evlilik hayatının mutluluğu, bütünüyle hatadan ve onu bu­landıran şeylerden uzak oluşuyla değildir. Herşeyden önce eşlerden herbirinin,   evlenmekle   üstlendiği,   insanlığa  ve   topluma  karşı görevlerini yerine getirmesiyledir.

Çok yüce bir görevdir o! Bunun farkında olan kişiye, bu uğurda karşılaştığı sıkıntılar tatlı gelir.

Taraflardan hangisi olursa olsun, işlediği hatalar kolaylaşır ve or­tak değer olarak tesbit ettikleri hedeflerine doğru birlikte yol alırken bu hatalar onları engellemez. [999]

 

Peygamberin (S.A.V.) Hanımlarına Karşı Davranışı Nasıldı?

 

Hikmet, yumuşaklık, saygınlık, merhamet, sevgi, gözetme ve bakımından zirvedeydi.

Her durum için münasip etkili tedaviye başvurur, hikmete en uy­gun yolu seçerdi. Evvelemirde reaksiyona sevkeden durumlarda bile öfkenin ve sert davranmanın fayda vermediği kanaatindeydi. O, böyle durumlarda da meseleye sabırla yaklaşır ve bu tutumunda kadının tab­iatını hesaba katar, kadının bu tavrından vazgeçmesinin zor olduğunu ve bazı durumlarda bu tabiatının, bazı şeyleri olduğu gibi görmesine en­gel olduğunu bilirdi.

Hz. Aişe, kıskançlık gözlüğünün bir gün gözünü nasıl boyadığını bizzat kendi başından geçmiş bir olayla anlatmaktadır. Diyor ki: Ra-sulüllah (s.a.v.), Ümmü Seleme ile evlendiğinde fevkalade üzülmüştüm.

Ümmü Seleme'nin çok güzel olduğunu anlatmışlardı, buna üzülmüştüm. Nihayet onunla karşılaştım ve bana anlatılandan kat kat daha güzel olduğunu gördüm. Bunu Hafsa'ya anlattım. Hiç de söylenildiği kadar güzel değil, hem yaşlı bir kadın, dedi. Tekrar onu gördüğümde dikkat ettim, hakikaten Hafsa'nın dediği doğruydu. Herhalde ben çok kıskanç olduğum için onu böyle görmüştüm. [1000]

Rasulüllah (s.a.v.), daha ötesini de biliyordu. Ayrıca biliyordu ki, her küçük ve büyük hata için kişinin karısını sorguya çekmesi, evlilik hayatının dokusunu delen iğneler mesabesindedir. Birincisinde buna ta­hammül edilse bile, devam ettiği takdirde elem verici olur, yapıyı ka­natır, hatta evlilik bağlarına zarar vermeğe kadar gider.

Bu nedenle Rasulüllah (s.a.v.) birçok davranışı etkili bir suskun­luk, şefkatli bir tebessüm, görmezlikten gelme ya da o anki havayı değiştiren tatlı bir şaka ile karşılamıştır. [1001]

 

Peygamber'in (S.A.V.) Davranışlarından Bazı Örnekler:

 

1- Peygamber (s.a.v.), bir gece üstün bir gaye için Hz. Aişe'nin yanından dışan çıktı. Hz. Aişe, sırası olduğu bir günde kendisini bırakıp hanımlarından başka birinin yanına gittiğini sandı. Habersiz onu takip etti. Bir de ne görsün, Bakî mezarlığına, şehid mümin kadın ve erkek­lere dua etmek için gidiyor.

Hz. Aişe diyor ki: Kendi kendime dedim: Sen Rabbine dua etmeye gidiyorsun, oysa ben dünya peşinde koşuyorum? Odama gittim, sesli sesli soluyordum. Ardımdan Peygamber (s.a.v.) geldi ve: Ya Aişe, niçin böyle soluyorsun? dedi. Dedim ki: Anam babam sana feda olsun... Yanıma geldin, elbisem soydun ve hemen ardından elbisem giyip çıktın. Beni bir kıskançlık tuttu, sandım ki, kumalarımdan birinin yanına gi­diyorsun. Seni takip ettim ve Bakî mezarlığına gittiğini gördüm!

Aişe'nin durumu gizlemeden açıkça anlatması ve sevgisinin şiddetinden dolayı kıskançlığından sözetmesi Peygamber'in (s.a.v.) hoşuna gitmişti. Şöyle buyurdu: "Ya Aişe, Allah ve Rasulünün sana haksızlık etmelerinden mi korktun?" Hz. Aişe: insanlar ne kadar giz­lerse gizlesin, Allah mutlaka ondan haberdardır, dedi. Peygamber (s.a.v.): "Evet" dedi, sonra şöyle devam etti: "Cebrail bana geldi. Sen el­biseni çıkardığın için içeri girecek değildi. Bana seslendi, ancak duy-mayasın diye alçak bir sesle çağırdı. Ben de duymayacağın bir şekilde ona cevap verdim. Uyuduğunu sanıyordum ve seni uyandırmak isteme­dim. Endişeleneceğinden de korktum. Bana, Bakî mezarlığına gitmemi ve oradakilere mağfiret dilememi söyledi."

Mesele anlaşılınca Hz. Aişe sakinleşti ve tavrı değişti. Peygam-ber'e (s.a.v.) soru sormaya başladı: Ölüleri ziyarete gittiğin zaman ne diyorsun? dedi.

Peygamber (s.a.v.) şöyle cevap verdi: Şöyle dersin: "Selam size ey buranın mü'min ve müslüman sakinleri! Allah bizden önce gelenlere ve bizden sonra buraya geleceklere rahmet etsin. Biz de, inşaallah size ge­leceğiz."

2- Başka bir rivayette ise şöyle deniliyor:  Hz. Aişe dedi ki: Hanımlarından birinin yanma gitti diye kıskandım. Geri döndüğünde durumumu gördü ve: "Kıskandın mı?" buyurdu. Benim gibi biri, senin gibi birini kıskanmaz mı? dedim. "Şeytanın sana gelmiş" buyurdu. Be­nimle birlikte bir şeytan mı var? dedim. "Evet" dedi. Her insanla bir­likte var mı? diye sordum. "Evet" karşılığım verdi. Peki seninle birlikte olan da var mı? dedim. "Evet, ama Allah bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu" buyurdu. [1002]

3- Rasûlüllah (s.a.v.), Kinde'lilerden   bir kadınla [1003] evlendi. Kadın, Rasûlüllah'la evlenmek üzere Medine'ye geldi. Bu arada Hz. Aişe, Hafsa ve Rasûlüllah'ın diğer hanımları kıskançlık duygularıyla dolup taşıyorlardı. Hz. Aişe: Rasûlüllah (s.a.v.), elini yabancı kabile kadınlarına uzattı, korkarım ki, onlara yönelir ve bizi ihmal eder, dedik­ten sonra diğer kumalanyla birlikte bu evliliğe engel olmayı plan­ladılar.

Gelin geldi. Tebriklerle onu karşıladılar. Sonra ondan yana ve onu seviyorlarmış gibi tavır takınarak ona, Rasûlüllah (s.a.v.) yanına gir­diğinde kendisinden Allah'a sığındığını söylemesini öğütlediler., işte o zaman Rasûlüllah'ın (s.a.v.) kendisini hoşnut etmek için çabalayacağını ve kendisine daha çok değer vereceğini söylediler.

Zavallı kadın komplolarından habersiz- tavsiyelerine uydu. Sözünü söyler söylemez Rasûlüllah (s.a.v.): "Kimsenin cesaret ede­meyeceği birine sığındın" diyerek yüzünü çevirdi ve hemen oradan çıktı. Ailesine geri götürülmesini istedi. Komplo ortaya çıktığında kadın, Rasûlüllah'ın haremine dönmek için çabaladıysa ve babası kızının ma­zeretini anlatmağa uğraştıysa da, bir defa Peygamber'in (s.a.v.) ona karşı kalbi soğumuştu.

Kalblerdeki sevgi nefrete bir dönüşsün,

Cam gibi, bir daha kaynaşmaz.

Artık dönüşe imkân var mı?

Komployu hazırlayanlar ise kaldılar...

O zaman kızgınlık koparılanı eski durumuna getiremez ve parçalananı birbiriyle kaynaştırıp tamir edemez. Artık ona yönelme yoktur. O halde çare ne?

Rasûlüllah (s.a.v.), hanımlarını buna iten duyguyu değerlendirdi. Sonra efendisinin karısının, Hz. Yusufa hazırladığı komployu hatırladı ve tebessüm ederek şöyle buyurdu: "Onlar Yusufa hile yapanlardır. Gerçekten de hileleri çok büyüktür.[1004]

4- Rasûlüllah (s.a.v.), Hayber gazvesinden sonra- Safiyye ile evle­nip Medine'ye döndüklerinde Ensar kadınları bunu duymuş ve onu görmek için gelmişlerdi. Gelenler arasında Hz. Aişe de vardı. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) gözü ona ilişti, tedirgin ve ürkek bir haldeydi. Rasûlüllah (s.a.v.) onu bekledi. Safiyye'yi gördükten sonra gülerek ona: "Onu nasıl gördün ya Şukayra!" dedi.

Hz. Aişe, kıskançlığından: "Ne olacak bir yahudi kadın gördüm" karşılığını verdi.

Rasûlüllah (s.a.v.) yumuşak, tatlı ve onu doğruya yönlendirici bir

üslupla: "Öyle deme, çünkü islâm'a girdi ve iyi bir müslüman oldu" buyurdu. [1005]

5- Mariye, ibrahim'i doğurduğunda, RasûltiUah (s.a.v.) bir gün onu kucağına aldı ve Aişe'ye götürdü. Şakalaşarak onu çağırdı ve oğlunun kendisine ne kadar benzediğini ona göstermek istedi. Ancak Hz. Aişe'nin kalbine sanki bir ok saplanmıştı, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. "Seninle onun arasında bir benzerlik göremiyorum!" dedi. [1006]

Rasûlüllah (s.a.v.), hemen Aişe'nin kıskançlığından ciğerinin parçalandığım gördü; kendisi Mariye gibi ona bir çocuk vermemişti. Aişe'ye birşey demeden oradan ayrıldı.

6- "Onlardan  dilediğini  geri  bırakır,   dilediğini  yanına alırsın. (Geçici olarak) ayrıldıklarından (tekrar birleşmeyi) arzu ettiğine (dönmekte) senin üzerine bir günah yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp tasalanmamalarına ve hepsinin, senin ver­diklerine razı olmalarına en elverişli olan budur. Allah sizin kalberinizde olanı bilir. Allah bilendir, halimdir"[1007] ayeti indiğinde, Hz. Aişe, ayetin ümmet içerisinde sadece Peygamber'e (s.a.v.) hanımlarından dilediğinin sırasını erteleme ve düediğiyle gece­leme hürriyetini anlamış, nazlı eş saikı ve yaşının küçüklüğü sebebiyle ve daha sonra ortaya çıkacak bundaki soylu hedefi bilmeden şu cüretkârca sözü sarfetmiştir: "Bakıyorum Rabbin hevam kolluyor. [1008]

Gerçekten etkisi derin, çirkin ve kulağa ağır gelen bir sözdü bu.

Peygamber (s.a.v.) sabretti. Bu taşkın ve ölçüsüz iddiaya söz ile ce­vap vermenin ve Allah'ın niçin böyle emrettiğini anlatmanın bir yarannın olmayacağını düşündü. En etkili cevap, davranışlarla verile­cek cevaptı. Cevabı zamana bıraktı. Herşeye en iyi cevabı o verecekti.

Hz. Aişe de, başkaları da bunu görecekti. Zaman akıp geçti, Rasûlüllah'a (s.a.v.) hür davranma imkanı verildiği ve bundan dolayı hiçbir günaha maruz kalmayacağı bildirildiği halde, günlerini taksim ve yanlarında yatma gibi hususlarda eşleri arasında adil davranışına devam etti.

Hz. Aişe de, başkaları da, bu ayetin yüce hedefini görerek ve yaşayarak anladılar.

Allah'ın kendisine vacib kılmadığı hususlarda bile âdil dav­randığını müşahede ettiler. Vacib olmayan hususlarda âdil davranan, vacib olan hususlarda evleviyetle âdil davranacaktır, bunda şüphe yok­tur.

O   halde  Rasûlüllah'ın   (s.a.v.)  hanımları,   onun   adaletinin mükemmelliğine   kesin olarak inansınlar ve bu ilahi dersten ibret alsınlar. Davranış düşüncelerinde bunun etkisi görünsün de bundan sonra Rasûlüllah'ı (s.a.v.) üzecek bir söz ve davranışta bulunmasınlar.

7- Hz. Hafsa ile Aişe, Safiyye'ye karşı övünerek kendilerinin Ku-reyş'li olduklarını, Rasûlüllah'la (s.a.v.) aynı kabileden olduklarını, oysa onun yabancı olan tek hanımı olduğunu söylemişlerdir.   Hz.   Safiyye gelip Rasûlüllah'a bu durumu şikayet etti. Rasûlüllah (s.a.v.), fiili bir tepki göstermedi, kızıp öfkelenmenin buna bir faydasının olamayacağım biliyordu. Hz. Safiyye'nin bu kızgınlığını yatıştırmayı ve gönlünü alarak hanımları arasında ona eski itibarını kazandırmayı düşündü.

Hanımlarından hiçbirinde bulunmayan bir meziyetine dikkat çekerek şöyle buyurdu: "Sen de: Benden nasıl daha hayırlı olabilirsiniz ki, kocam Muhammed, babam Harun ve amcam da Musa'dır diyeydin ya!" [1009]

Meseleyi en güzel bir şekilde çözüme bağlayacak yol buydu.

8- Enes (r.a.), rivayet ediyor: Rasûlüllah (s.a.v.) hanımlarından birinin yanındaydı. Diğer hanımlarından biri olan bir tabakta yemek  gönderdi.  Rasûlüllah'ın   (s.a.v.)   yanında  bulunduğu hanımı, hizmetçinin eline vurdu ve elinden yere düşen tabak parçalara ayrıldı. Rasûlüllah (s.a.v.), tabağın parçalarını yanya-na getirdi, sonra da dağılan yemeği o tabağa koyarak: "Anneniz, kıskandı" buyurdu. Sonra da yanında bulunduğu hanımı ona bir tabakta yemek getirinceye kadar hizmetçiyi orada bekletti. Sağlam olan tabağı, tabağı kırılan hanıma gönderdi ve kırık tabağı da, onu kıran hanımına bıraktı. [1010]

O kıskanç olanı Hz. Aişe idi. Tabakta yemek gönderen ise, Hz. Sa­fiyye idi. Hz. Zeyneb olduğu da rivayet edilmiştir.

Kıskançlığın kadına neler yaptırdığını biliyordu. Bu nedenle Hz. Aişe'nin bu husustaki duygularını ve bu duygularının davranışlarına et-kişini hesaba katıyordu.

îbnu Hacer, Ebu Ya'la'dan şu merftı haberi rivayet eder: "Kıskanç kadın, vadinin aşağısını yukarısından ayırdedemez." [1011]

Belki de, gözünü bürüyen kıskançlık bulutu kalktığında yaptığına pişman olmuştu. Bu sebepten olacak ki henüz hava kararmadan, yaptığının keffaretini sordu. Rasulullah (s.a.v.): "Bunun keffareti, kırılan tabağa benzer bir tabak ve dökülen yemeğe benzer bir yemektir" buyurdu.

Bu hikmetli davranışıyla bir ölçü koydu. Artık o kırılan tabak ta­mir edilemezdi ve dökülen yemek de birşeye yaramıyordu. Ancak ben­zerleriyle işlenen suç telafi edilecekti.

Bu davranışıyla, tabağı kırılan hanımının gönlünü yaptı ve Hz. Aişe ile aralarında çıkabilecek çekişmeyi önledi.

Hem bu âdil ve hikmetli davranış, böyle bir şeyin tekerrür etmesi­ni de önlemişti. [1012]

 

Bu Tavırların Hedefi:

 

Bu göz alıcı tablolar, bize Peygamber'in (s.a.v.) her tavn nasıl değerlendirdiğini, meselelerin sonucunu nasıl  düşündüğünü  ve  hik­metle aklın gerektirdiği şekilde nasıl davrandığını ve ortamın tabiatına uygun nasıl tavır takındığını gözlerimizin Önüne sermektedir.

Ayrıca evlilik hayatına vefa, iyilik, ülfet, adalet ve güven gibi konularda bu davranışın ne kadar etkili olduğunu dikkatle değerlendirelim.

Henüz işin başında hikmete uygun bir tavır, büyümesi muhtemel olan bir zararı, büyümeden Önler. Büyük yangınlar, küçük kıvılcımlardan çıkar.

Bu küçük olaylar, zamanında önlenemediği takdirde büyüyerek eşlerin evlilik hayatının son bulmasına kadar gidebilirler.

Naklettiğimiz bu misaller, kadının psikolojik durumunu ortaya koymakta ve hem erkek, hem de kadının bunu anlayarak ona göre ted­bir almaları gerektiğini ifade etmektedir.

Hata etkenleri ve anlaşmazlık nedenleri başka hususlardan da kaynaklanıyor olabilir. Şimdi de bunları görelim. [1013]

 

1- Şuuraltı Kompleksler:

 

Çocukluğun erken dönemlerinde babaların çocuklarına karşı tu­tumlarının, aile ortamında çocuğun ilişkilerinin ve hayatının bütün dönemlerinde toplumun kişiye karşı davranışlarının o kişi üzerinde de­rin etkileri vardır. Bütün bu olaylar şuur altına yerleşir ve bazen or­taya çıkar, bazen de gizlenirler. Sonradan kişinin toplum içindeki hayatıyla evlilik hayatına da etki ederler.

Bu girişten sonra diyoruz ki:

Bunun misallerinden biri de: Kocasına başkaldıran aykırı tavır takınan ya da küçük bir olayı olduğundan çok büyütüp kesin ve katı re­aksiyon gösteren kadındır. Genellikle bu tür tavırlar, geçmişte ba­basının veya annesinin ona karşı takındığı katı tavrın psikolojik bir yansımasıdır.

Bazen de bu tavırlar, babasının diğer kardeşlerinden birini şu veya bu şekilde ona tercih etmiş olmasından kaynaklanır.

Bu durumda kadın, erkek cinsine kin beslemektedir, kocasının şahsında babasından öc almaktadır. Baba evindeyken hep içine atmış ve onda patlamağa hazır bir birikim meydana gelmiştir. Koca evinde bi­raz daha rahat bir nefes almıştır ve içindeki birikim dışa vurmağa başlamıştır.

Sahabilerden biri, çocuklarından birine bahçesini hediye edip Rasûlüllah'ı da (s.a.v.) buna şahit tutmak için ona gittiğinde, Rasûlüliah (s.a.v.): "Her çocuğuna aynı şekilde bir bahçe hediye ettin mi?" diye sormuş, adam vermediğini söyleyince, Rasûlüliah (s.a.v.): "O halde git, ben bir haksızlığa şahitlik etmem" diye veya: "Allah'tan kor­kun; çocuklarınız arasında âdil davranın" buyurmuştur. [1014]

Rasûlüliah (s.a.v.) bu sözleriyle ileride doğacak bu tür sonuçları kastediyordu. Kardeşlerden birini diğerlerine tercih etmenin, onların psikolojik yapıları üzerinde derin etkileri vardır. Bu haksızlık onların şuur altına yerleşir, o kardeşe karşı kin beslemeğe başlarlar ve fırsatım bulduklarında ondan intikam almağa kalkışırlar. Hatta ileride toplumla ilişkilerine de bunun etkisi olur.

Akıllı koca, bu etkenleri öğrenmeğe, kadının şuur altına yerleşenleri kurcalayıp bulmağa çalışan, buna göre hareketlerini yönlendirerek lütfü ve akıllılığı, sabrı ve tahammülü, ustalık ve mahare­tle bir tabip gibi hatta ondan daha becerikli bir şekilde meselelere yak­laşan kocadır, öyle ki, ona iyi bir erkek modeli oluşturmalı ve karısını, bilinç altına yerleşen ve aykırı hareket etmesine sebep olan komplek­sten kurtarmalıdır.

Kocasının bu davranışı, kadın için o aykırı davranıştan kurtuluş vesilesi olacaktır.

Ana ve babalar da, çocuklarının psikolojik yapılarında derin yara­lar ve tehlikeli izler bırakan davranışlardan uzak durmalılar. Aksi tak­dirde bu davranışlarının, çocuklarının ileride mutsuz bir evlilik yapma­larına sebep olabileceğini bilmeliler. [1015]

 

2- Aileden Kopamama:

 

Evililik için  ruhî olgunluğu  şart koştuğumuzda,  bununla, eşlerden her birinin aile sorumluluğunu layıkı veçhiyle yüklenebilme seviyesinde olmasını, dış etkilerden ve akraba tahakkümünden uzak, bağımsız karar verebilecek durumda olmasını kastediyorduk.

Demiştik ki: Kişiyi bu seviyeye ulaştıran, basiretli idrak, olgun görüş ve olgunlaşmış şahsiyettir. Kişi ancak bu seviyeye ulaştığında, tökezlemeyeceğinden emin olabiliriz. Çünkü evliliğin ilk dönemlerinde kişi birçok problem ve hatalarla karşılaşır. Henüz başta belli bir seviy­esi varsa, bu olaylar onu daha da olgunlaştırır. Ama yoksa, yüzüstü düşüp kalkmayabilir.

Eşlerden biri, hayat ortağının henüz bu seviyeye ulaşmadığını, şahsiyet ve idrak konusunda henüz ailesinden kopmadığım; birtakım iplerle ailesine bağlı olduğunu, kendi başına birşeye karar vereme­diğini, herşeyde gidip anne ve babasına danıştığını, yeni kurulan aile­nin üyesi olacağı yerde hâlâ eski ailesinin bir üyesi olduğunu!!

Diyoruz ki: Kişi, hayat arkadaşını bu durumda görünce hayal kırıklığına uğrar.

Dışarıdan yapılan müdahaleler de çoğu zaman yapıcı olmaz, yıkıcı olur.

Kuşkusuz bununla, eşlerin hiçbir hususta akraba çevrelerinin görüşlerini almamaları, tecrübelerinden istifade etmemeleri ve onlara danışmamalarını kasdetmiyoruz.

Hiç şüphesiz bazı hususlarda danışmanın yararlan vardır ve bu hususlarda danışma olmalıdır. Ama bazı şeyler de var ki, kişinin kendi­si buna karar verir.

Ayrıca kişi eşiyle birlikte yardımlaşarak birtakım kararlara varır. Hatta bazen başkalarına da danışır. Ama kişi, henüz işin başında ken­di düşünce ve şahsiyetini bir tarafa bırakıp her hususta sorumluluğu ana-babasma yüklüyorsa, işte bu olmaz.

Diğer yönden, eşlerden biri, diğerinin ailesine danışır, görüş ve yardımlarını isterse, karşı taraf da bunu gönül huzuruyla, hatta takdir ve minnetle karşılar.

Ama kadın, olur-olmaz işlere burnunu sokar ya da mütehakkimane görüşüne göre hareket edilmesini ister veyahut hep kendi açısından meseleye bakacak olursa, işte o zaman mesele değişir.

Dışarıdan yapılan müdahaleler, genelde meseleyi daha da büyütür. Sıkıntıdan etkilenilir ama bir fayda vermez. O zaman serdedi-len görüş, tartışmayı kabul etmez bir tavırla ortaya atılır. Mantıkî düşünmekten çok duygusallığa dayanır.

Hiç şüphesiz, böyle bir hareket kocanın şahsiyetini yaralar. Çünkü koca, kendi evinde kendini danışma mercii görür. Eşi, kendisine danışacak ve beraberce problemin üstesinden gelecekler. Dışandan yapılan müdahaleler, ihtilaf alanını daha da genişletir. Eşler birbirle­rine karşı kin ve nefretle dolarlar. Aradaki güven ve bağlılık da zayıflar.

Baba ve aileler, bu duruma dikkat etmeli ve her olay karşısında münasip tavrı özenle seçmeli, eşler arasındaki ilişkilerin kutsallığını her zaman için gözönünde bulundurmalılar.

Sehl b. Sa'd'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasulüllah (s.a.v.), bir gün Hz. Fatıma'nın evine gitti. Hz. Ali evde yoktu. Rasulüllah (s.a.v.): "Amcanın oğlu nerede?" diye sordu. Hz. Fatıma: Aramızda bir şey geçti, birbirimize kızdık. O da gündüz uykusunu yanımda uyumadı, çıktı gitti, cevabını verdi. Rasulüllah (s.a.v.) birine: "Git, onu bul" buy­urdu. Adam gidip geldi ve: Ya Rasulallah! Mescitte uyuyor, dedi. Bunun Üzerine Rasulüllah (s.a.v.) mescide gitti, baktı ki Ali yan tarafına uzanmış ve abası bir tarafına sıyrılmış, vücudu da toprağa bulanmış. Rasulüllah (s.a.v.): "Ebû Türâb! Kalk. Ebû Türâb! Kalk" diyerek toprağı bedeninden silkmeye başladı. [1016]

Belki de kızı ile kocası arasında bir şey geçtiğini biliyordu ve o hik­metli üslûbu ile buna son vermek için kızına gitmişti.

Kızına: "Amcanın oğlu nerede?" diyerek karı-koca ilişkilerinin ötesinde aralarındaki bir ilişkiyi ona hatırlatacak bir ifade kullandı.

Kızı da hemen birbirlerine kızdıklarını ve kocasının dışarı çıktığını     söyledi.   Rasulüllah     (s.a.v.),     mescide     giderek    Ali'yi uyandırmaktan ve ona bulaşmış toprağı silkelemekten başka birşey yapmadı. Niçin hanımıyla bozuştuğundan hiç bahsetmedi. Belki de bu­nun, iki eş arasında gizli kalmasını daha uygun gördü.

O mükemmel tavır ve sevgi dolu el, kızının kocasının üzerindeki toprağı silkelerken haddi zatında kızıyla kocası arasındaki anlaşmazlığı da silkeliyordu.

Ve hemen ardından evine döndü.

Başka bir defasında da, Ali ve Fatıma'nın dikkatlerini istediklerin­den daha hayırlı birşeye yönlendiriyor.

tbnu Ebi Leyla rivayet ediyor, diyor ki: Ali bize anlattı: Fatıma, un öğütmekten şikayetçiydi. Peygamber'e (s.a.v.) esirler getirilmişti.

Fatıma, Peygamber'e (s.a.v.) gitti. Onu bulamayınca, durumunu Aişe'ye anlattı. Peygamber (s.a.v.) eve geldiğinde, Aişe ona Fatıma'nın gelişini anlatmış, bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) bize geldi. Biz yatak­larımıza uzanmıştık. Kalkmağa çalıştım, "olduğunuz yerde durun" buyurdu. Sonra aramıza oturdu, öyle ki ayaklarının soğukluğunu göğsümde hissediyordum. Buyurdu ki: Benden istediğinizden daha hayırlısını size haber vereyim mi? Yataklarınızda otuzdört defa Allahu ekber, otuzüç defa sübhanellah ve otuzüç defa da el-hamdu lillah dersi­niz. Bu, sizin için bir hizmetçiden daha hayırlıdır. [1017]

Evet... Fatıma'nın, un öğütmek konusunda babasına şikayet etme hakkı vardı.

Hayatın zorluklarını kızı için kolaylaştırmak da O'nun (s.a.v.) hakkı idi.

Herhalde kızının rahatlık ve mutluluğundan da daha çok hoşuna giden birşey olmazdı.

Ancak hesaba katılması gereken başka Önemli şeyler vardı:

1-Rasûlüllah (s.a.v.), vahyi dinlemeğe ve sünneti koruyup ezber­lemeğe vakfetmiş, mescidden başka da bir sığınakları bulunmayan ilim talebesi Suffe ehlini, elde edilen mala daha ehil görüyordu. Hatta bun­lar, işleri kendisinden de sorulan Fatıma'dan da daha öncelikliydi.

2-Maddî  ve   dünyevî  hususlarda  Peygamber  (s.a.v.)  önce müslümanlann gönlünü almayı tercih ediyordu. Onlardan birşey artar­sa o zaman Ehl-i Beytine onları vermekte bir sakınca görmezdi.

3- Onlara dünya işinden birşey kalmadığında, onların dikkatlerini onun yerine ondan daha hayırlı birşeye, ahiret işine yönlendirirdi. Bu­rada bir hizmetçiden oldularsa ya da dünyada biraz daha yorulacaklar-sa, ahirette daha yüce bir makama ve daha büyük bir sevaba nail ola­caklar.

Bazı durumlar da vardır ki dışarıdan olumlu bir müdahalenin ol­masını gerektirir. Mesela baba veya aile, kızları için bir can tehlikesi, ya da bizzat evlilik ilişkilerinin zarar göreceğinden ve evliliğin de­vamından kuşku duyulduğu durumlar böyledir.

Nitekim Hz. Ali, Hz. Fatıma'nın üzerine Ebu Cehil'in kızına talip olduğunu duyduğunda, kızını dini hususunda fitneye düşürecek bir ku­masının olmasından endişelenip kızmış ve herkese bu evliliğe izin ver­meyeceğini, Fatıma'yı üzecek birşeyin kendisini de üzeceğini ve Allah'ın en sevgilisinin kızıyla, en düşmanının kızının bir evde bir arada buluna­mayacaklarım ilan etmiştir. Bunun üzerine Hz. Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmekten vazgeçmiştir.

Hz. Hüseyin'in oğlu Ali, Misver b. Mahreme'nin kendisine şunu haber verdiğini rivayet eder: Hz. Ali, yanında Rasûlüllah'in kızı Fatıma olduğu halde Ebu Cehil'in kızına talip olur. Hz. Fatıma bunu duy­duğunda Peygamber'e (s.a.v.) gelir ve şöyle der: Kavmin, kızların için kızmadığını söylüyorlar, tşte Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmek peşinde!

Misver dedi ki: Rasûlüllah (s.a.v.) ayağa kalktı. Bu arada kelime-i şehadeti getirdiğini duydum. Sonra şöyle buyurdu: "Fatıma benden bir parçadır, onu fitneye düşürmeleri benim hiç hoşuma gitmez. Ayrıca Al­lah'a yemin ederim ki, Allah'ın elçisinin kızı ile, Allah'ın düşmanının kızı bir erkekle bir arada asla evli olamazlar." Bunun üzerine Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmekten vazgeçti. [1018]

Böyle zarurî bir müdahaleye ihtiyaç duyulmadıkça, en iyisi ortaya çıkan problemin çerçevesinin dar tutulması ve mümkün olduğu sürece çözümün eşlere bırakılmasıdır. Eşlerin kendileri problemi yalnız başlarına çözemedikleri zaman ancak mesele başkalarına arzedilebilir. Değilse, meseleyi başkalarına açmaya da gerek yoktur. [1019]

 

3- Namus Gayreti:

 

Bazı durumlar var ki gerçekten gayreti (kıskanmayı) gerektirir:

Bir serserinin, başkasının hanımını ya da namusunu seyretmesi ve bununla gönül eğlendirmesi gibi.

Kişi bu sırada gayretinden o serserinin gözünü patlatsa, hadiste de belirtildiği gibi diyet ödemez.

Ya da -hanımın akrabalarından bile olsa- evine girmesini isteme­diği birinin evine girmesi gibi.

Tirmizî, Süleyman b. Amr b. el-Ahvâs'tan babasının şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bilesiniz ki kadınlarınızın üstünde sizin hakkınız ve sizin üstünüzde de kadınlarınızın hakkı vardır. Kadınlarınızın üstünde sizin hakkınız: Sevmediklerinizi mefruşatınıza ayak bastırmamaları ve hoşlanmadığınız kimseleri evlerinize sokmamalarıdır. [1020]

Yine kişinin karısına belli bir yere gitmesini yasaklaması ve kadının oraya gitmesi veya kendi evinin dışında gece sohbetine gitmesi ya da orada uyuması gibi.

Buharî, Ebu Hüreyre'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu rivayet eder: "Kocasının yatağım terkederek başka yerde geceleyen kadın, dönünceye kadar melekler ona lanet eder.[1021]

Beyhakî de, îbnu Ömer'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu rivayet etmektedir:

"Kadın, kocasının izni olmaksızın evinin dışına çıkamaz. Çıktığı takdirde tevbe edinceye ya da dönünceye kadar melek­ler; hem gazab melekleri, hem de rahmet melekleri ona lanet ederler." Denildi ki: Kocası haksız olsa da mı? "Evet, kocası haksız olsa da" buyurdu. [1022]

Kadının sırf dışarı çıkması, sonucundan emin olunamayan bir du­rumdur.

Hz. Ali şöyle demiştir: "Utanmıyor musunuz? Kıskanmıyor musu­nuz? Sizden birinizin karısı dışarı çıkıyor, erkeklere bakıyor ve onlar da ona bakıyorlar."

Buharı, Muğire'nin şöyle dediğini rivayet eder:

Sa'd b. Ubade: Birinin karısıyla dolaştığını gördüğümde onu kılıçla vurasım geliyor, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sa'd'ın kıskançlığına hayran değil misiniz? Ben ondan, Allah da benden daha kıskançtır. [1023]

Ama kadın, bu gibi yerlerden uzak durur ve itaat etmek suretiyle kocasının hakkını yerine getirirse, o zaman güvenilmeyi ve saygı gösterilmeyi hakkeder. işte o zaman kocanın da, karısının bu seviyesine yaraşır davranış sergilemesi, tecessüs edip kansından şüphelenmemesi gerekir. Bu ne­denledir ki Rasulüllah (s.a.v.) kocanın gece vakti baskın yapmasını, karısının bir açığını yakalayacakmış gibi davranmasını ve karısından habersiz, alelacele içeri girmesini yasaklamıştır.

Böyle bir durumda şeytan, koca ile karısının arasım bozmak için oyununu oynar ve kocaya, düşünüp araştırmadan cinayet işlemesini sağlayabilir.

Rivayet edilir ki Abdullah b. Revaha gece vakti karısının yanına gider, karısının yanında saçım tarayan bir kadın vardır. Ancak o, bunu erkek zanneder ve kılıcını çeker. Bu olay Peygamber'e (s.a.v.) haber ve­rildiğinde, kişinin gece habersiz karısının yanına girmesini yasakladı.[1024]

Bütün bunlar, şüphelenilecek bir durumu bulunmayan kadın için geçerlidir. Ebu Hüreyre'den Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir:

"Allah'ın sevdiği ve sevmediği kıskançlık vardır. Allah'ın sevdiği, şüphe durumunda olan kıskançlıktır, sevmediği ise, şüpheye mahal olmayan yerde kıskançlıktır. [1025]

O halde kıskançlığa mahal olmayan ya da şüpheye temel olacak bir durum sözkonusu olmadığında kişinin kıskanç tavırlar içine girme­mesi gerekir ki temiz bir kadına yahut suçu olmayan çocuklara karşı suç işleme gibi bir durumla karşı karşıya kalmasın. [1026]

 

4- Taraflardan Birinin, Diğerinin Haklarım Görmezlikten Gelmesi Ya Da Onun Haklarım Bilmemesi:

 

Eşlerden her birinin, diğerine karşı görevleriyle atbaşı giden hak­lan da vardır.

Şu ayet-i kerime buna işaret etmektedir:

"Erkeklerin  kadınlar  üzerindeki  hakları   olduğu  gibi, kadınların da erkekler üzerinde birtakım iyi davranışa dayalı hakları vardır. Ancak erkekler için kadınlar üzerinde bir üstünlük payı vardır.[1027]

Her biri, görevlerini bilir ve onları yerine getirirse, karşı taraf üzerindeki haklarına kolaylıkla erişebilir. Evlilik hayatmda her birinin, sevgi, huzur ve merhamette payı olur ve mutlu bir hayat yaşamalarına vesile olur.

Hak ve görevlerin bilinmemesi ya da görmezlikten gelinmesi, evli­lik ilişkilerinde tehlikeli sonuçlar doğurur.

Burada hak ve görevler kemiyetle ölçülmez, psikolojik yönün de büyük etkisi vardır.

Şimdi de bir nebze bu yön üzerinde durmak istiyoruz. [1028]

 

Kocanın Görevleri

 

1- Mehir:

 

Kadının duygularım takdir ve onu taltif etmesi, eşler arasında sev­gi bağlarını güçlendirmek için kadına sadak (mehir) verilmesini isteme­si islamın güzelliklerindendir.

Mehir, karşılıksız başkasına verilen hediye kabilinden olmakla birlikte kocanın mutlaka yerine getirmesi gereken bir görevidir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin. [1029]

Mehir, şu hususlardan dolayı kadına değer verme ve onu taltiftir.

1- Mehir, kadının koca üzerindeki bir hakkıdır. Koca, takdir duy­gularını, kadınla hayat ortaklığı kurma arzusunu ve uğruna gücü yet­tiği herşeyini harcamaya hazır olduğunu ifade eden bir sembol olarak onu verir.

2-  Mehir, erkeğin kadından istifade etmesinin bir karşılığı ol­madığına   göre, evlilik için harcananlar, karşı cinse ulaşmayı hedef edinen bir harcama değildir. Evlilik bundan çok daha yücedir, imam Muhammed Abduh'un dediği gibi kadın, cariye veya at mesabesinde değildir. Abduh şöyle der: "Kocanın kadına verdiği bu bağışın, kendile­rini fukaha diye isimlendiren ve sadakla mehrin kadından istifade et­menin karşılığı ve ücreti olduğunu söyleyenlerin ileri sürdükleri bu an­lamdan çok daha yüce olduğu bilinmelidir.

Asla! iki eş arasındaki ilişki, kişi ile atı veya cariyesi arasındaki ilişkiden çok daha yüce ve soyludur. Bu sebeple yüce Allah: bağış olarak] buyurmaktadır.

Bu bağış, sevgi ve bağlılığın alâmetlerinden, sevgi ve merhamet düğümlerim güçlendiren hususlardan biridir ve ihtiyarî olmayıp zorun­ludur.[1030]

3- Mehir, kadının hakkıdır, veli ne ondan birşey alabilir ve ne de onsuz kadını evlendirebilir. Cahiliye döneminde bazen mehirsiz evlen­dirme olurdu.

4- Mehir, kadın için manevi bir anlam da taşır. Çünkü kendi aile­sinden kopup yeni bir aileye adım attığı bu sırada bir yalnızlık hisseder. Yalnız kendisinin harcama yetkisine sahip olduğu bu Ödenek onun için aynı zamanda manevi bir destektir de. Kocanın mehir üzerinde herhan­gi bir tasarruf yetkisi yoktur.

Yüce Allah şöyle buyurur: "Onlardan birine yüklerle mal ver­miş olsanız dahi verdiğinizden hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız?" [1031]

Ancak kadının kendi rızasıyla olursa, o başka: "Eğer kendi istek­leriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yeyin. [1032]

Mehir, maddî herhangi bir şey karşılığında olmadığına göre, kadının onunla ev eşyası alma mecburiyeti yoktur. Ancak kendi rızasıyla olursa, bu onun bileceği bir iştir. Bu nedenle mehrinden aldığı ev eşyasının mülkiyet hakkı da onundur. Buna rıza gösterdiği için ko­cası da onunla birlikte o eşyayı kullanmaktadır.

Belki de kocanın onunla o eşyaları ortak olarak kullanacağı için örf, kocanın gücü nisbetince daha fazla mehir vermesi şeklinde gelişmiştir. Böylece iki taraf birlikte ev eşyasını kurmaları örfümüzde yaygınlaşmıştır.

Mehir hakkında İslâm'ın soylu görüşüyle karşı karşıya kaldığımızda bu problemi kolaylaştırmasının sırrını anlıyoruz. îslâm me­hir için bir sınır getirmemiş, onu zamana, kocanın ve ailenin durumuna bırakmıştır. Eğer bunun için yüksek düzeyde bir miktar tayin etmiş ol­saydı, bazı durumlarda denklik, güven ve evlilik için gerekli diğer hu­suslar mevcut olduğu halde kişi bu miktar bir mehri temin edeme­diğinden evlilik gerçekleşmezdi.

Nitekim Hz. Ömer'in (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Kadınların mehirlerini fazla tutmayın. Eğer fazlalık dünyada bir şeref ve Allah katında takva olsaydı, öncelikle Peygamber (s.a.v.) bunu ya­pardı. Oysa onun, kadınlarıyla evliliğinde de, kızlarını evlendirirken de oniki ukiyeden fazla mehir biçtiğini bilmiyorum.[1033]

"Peygamber (s.a.v.), Hz. Fatıma için çeyiz olarak bir kilim ve lifle dolu deri yüzlü bir yastık hazırlamıştır. [1034]

Rasûlüllah'ın (s.a.v.): "Kadınların en bereketlisi, mehri az olandır" buyurduğu sahih rivayetle nakledilmiştir. [1035]

Mehir, bir hediye ve üstün insanî gayeleri hedef edinen bir sembol olduğuna göre, onu yüksek düzeyde tutmaya ve böylece evlilik işini zor­laştırmaya ne gerek vardır?

Bu konuda fıtrat peygamberinin (s.a.v.) şu sözleri ne kadar güzeldir: "Bir demir yüzük bile olsa verecek bir mehir bul."

Kur'an'dan ezberlerini mehir yaparak onunla evlen." avuç dolusu yemek ya da sevik veren, evlenmeyi helal kılmıştır. [1036]

Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den yapılan bir rivayete göre bir kadın Rasûlüllah'a (s.a.v.) gelerek:

Kendimi sana hibe ettim, dedi. Kadın uzun müddet bekledi. Bu­nun üzerine orada bulunanlardan biri:

Ya Rasûlallah, ona ihtiyacın yoksa, beni onunla evlendir, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):

Ona vereceğin bir mehir var mı?" buyurdu. Adam:

Şu izarımdan  (etek) başka verecek bir şeyim yok,  dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):

Kendi izannı ona verecek olursan, sen izarsız  kalırsın,  başka birşey bul" buyurdu. Adam:

Başka bir şey bulamam, dedi. "Bir demir yüzük bile olsa birşey bul" buyurdu. Adam, aradı ama birşey bulamadı. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):

Kur'an'dan ezberinde birşey var mı?" diye sordu. Adam: Şu şu sureleri ezberim dedi -sureleri adlarıyla saydı- O zaman Rasûlüllah (s.a.v.):

Şu ezberindeki sureleri (mehir kabul ederek) seni onunla evlendirdim" buyurdu. [1037]

Hatta kadın, müslüman olmayan birinin, islam'a girmesini onunla evlenmek için mehir kabul ederse, islâm'ın kendisi de mehir olur.

Enes'in şöyle dediği rivayet edilir.   Ebu  Talha, Ümmü Süleym'e talip oldu. Ümmü Süleym: Ya Eba Talha, Allah'a yemin ederim ki senin gibi birinin teklifi geri çevrilmez. Ancak sen kâfirsin ve ben de müslüman bir kadınım. Bu nedenle seninle evlenmem caiz değil. Şayet müslüman olursan, bu benim mehrim olsun, senden başka birşey iste­mem, dedi. Bunun üzerine Ebu Talha müslüman oldu ve İslâm'a girişi onun mehri oldu. Sabit dedi ki: Ümmü Süleym'in mehrinden daha değerli bir mehri olan kadın duymadım. Onun mehri, İslâm idi. Ebu Tal­ha onunla evlendi ve ondan çocuğu da oldu. [1038]

Netice itibarıyla mehir, kesin bir emirdir. Ancak azlığı veya çokluğu akraba olacak iki aileye ve kocanın durumuna bırakılmıştır.

Mehrin azlık ve çokluk hususunda farklılığı, Peygamber'in (s.a.v.) döneminden günümüze kadar birçok tatbikatıyla bilinmektedir. Ancak İslâm'ın genel tavrı, bu meselede kolaylık göstererek miktarın fazla tu-tulmamasıdır. Tâ ki, evlenmeğe engel bir problem olmasın. Taklid, başkasına benzeme ve onlarla yarışma, bir de aldatıcı dış görünüşlere değil, hak ve iyiliğin ışığında meseleleri değerlendirdiğimizde problemleri çözmemiz de kolaylaşır. [1039]

 

2- Nafaka:

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi, nafakanın erkeğe ait oluşu, aile­nin yöneticisi olmasıyla uyuşan bir durumdur. Yüce Allah şöyle buyur­maktadır: "Erkekler, kadınlar üzerine yöneticidirler. Çünkü Al­lah,   kimini  kiminden  üstün  kılmıştır ve  çünkü  erkekler (kadınlara) mallarından harcamaktadırlar.[1040]

islâm, nafakayı erkeğe yüklerken, gücünün yetmediğini ona yüklemez ve nafakayı belli bir kemiyet şeklinde tahdit etmez. Herkes güç ve özel imkanları ölçüsünde sorumludur. Yüce Allah şöyle buyurur: "Eli geniş olan, genişliğine göre nafaka versin. Rızkı kısılmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiğinden versin. Allah, bir kişiye ne vermişse ancak onu yükler.[1041]

Erkeğin kendisi için bolca harcadığı halde, karısı ve çocukları için cimrilik yaparak kısması ya da kendisi nimetler içerisinde yüzerken on­ları mahrum ve muhtaç bırakması şahsiyete yakışmaz.

Câbir b. Abdillah'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Abdullah b. Amr'ın azadlısı ona: Bu ay burada Kudüs'te kalmak istiyorum, dedi. Ab­dullah: Peki bu ay geçinmeleri için ailene birşey bıraktın mı? diye sor­du. Adam: Hayır, deyince Abdullah: Git, geçinmeleri için onlara birşeyler bırak, sonra dön gel. Çünkü Rasûlüllah'm (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu duydum:

"Kişinin, geçiminden sorumlu olduğu kimseleri, nafakasız bırakıp gitmesi, onun için günah olarak yeterlidir. [1042]

Hakîm b. Muaviye'nin babasından nakline göre birisi Peygam-ber'e (s.a.v.): Kadının kocası üzerindeki hakları nelerdir? diye sordu. Buyurdu ki: 'Yediğinden ona yedirmesi, giydiğinden onu giydirmesi, yüzüne vurmaması, beddua etmemesi ve ancak evde ondan ayrı uyuması (yani ona kızdığında evi terkedip başka yerde gecelememesi)." [1043]

Kadın zengin bile olsa, kocası nafakasından sorumludur.

Kişi, Allah rızasını kazanmak için dinî ve içtimaî görevini yerine getirmeyi kastederek karısına ve çocuklarına infak edecek olursa, bu in-fakı boşa gitmez.

Ebu Mes'ud el-Ensâri'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Herhangi bir müslüman, Allah'ın rızasını kas­tederek ailesine harcamada bulunursa, bu onun için bir sada­kadır.[1044]

islâm, erkeğin evine infak sorumluluğunu birinci plana almış ve karşılaştırma esnasında bu infakı, infakların en değerlisi ve en üstünü olarak kabul etmiştir.

Sevban'dan (r.a.), Rasûlüllah'm (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledil­miştir: "Kişinin infak ettiği paranın en değerlisi, ailesine harcadığı, Al­lah yolunda savaş için bineğine ve Allah yolundaki arkadaşlarına infak ettiği paradır."

Ebu Kılâbe şöyle demektedir: Rasûlüllah (s.a.v.) hadisinde önce ailesine infakı zikretmiştir. Ebu Kılâ.be daha sonra şöyle diyor: Ailesi­nin küçüklerine infak edip onlann iffetini koruyan veya ihtiyaçlarını gideren kişiden daha büyük sevaba sahip kim vardır? [1045]

 

3- Eğitim Ve Öğretim:

 

islâm, hem erkeğin ve hem de kadının ilmî ve dinî seviyesini yükseltmeğe Önem verir, ilim elde etmeğe çalışmak her müslüman er­kek ve kadına farzdır. Kocasının,  karısının dinî,  ilmî ve içtimaî kültürünü geliştirmesine engel olması caiz değildir. Çünkü bu alanda kültürünü genişletmesi, hayattaki görevini yerine getirmesine yardımcı olur ve onu aldanma ve sapmadan korur. Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır:

"Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır. [1046]

Hz. Ah (r.a.) ayetin tefsirinde şöyle demiştir: "Onları eğitin ve on­lara öğretin."

Ayetin: "Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun" kısmıyla ilgili ola­rak: Allah'tan korkun, ailenize de Allah'tan korkmalarını tavsiye edin, demektedir.

Katâde de şöyle demektedir: Allah'a itaat etmelerini emreder ve onlan Allah'a karşı gelmekten sakındırırsın. Allah'ın emirlerini yerine getirip getirmediklerini kontrol eder ve emirlerini yerine getirmeleri hususunda onlara yardımcı olursun. Allah'ın emirlerine muhalefet ettik­lerini gördüğünde onları bundan şiddetle sakındırırsın.

Dahhak ve Mukatil de şöyle derler: Müslüman, akrabalarına, ca­riye ve kölelerine, Allah'ın farz kıldığı ve yasakladığı şeyleri öğretmelidir. [1047]

Kaldı ki kadının ilim elde etmesi ve kültürünü arttırması, Rabbi-nin hakkını, vatanın hakkını, kocasının hakkını, evinin hakkını daha iyi bilmesine yardımcı olur. ilim, amelin temelidir. Evinin hakkını bilen kadının bulunduğu aile daha mutlu ve daha uyumludur. [1048]

 

4- İyi Muamele Ve Muaşeret:

 

Daha Önce kadının karakterinin iyi bilinmesi ve onunla ilişkilerde yumuşak davranılması gerektiğini anlatmıştık.

Erkeğin, hikmet ve itidal çerçevesinde sevinç ve neşe amillerini evine taşıması da buna girer.

Nitekim Peygamber'in (s.a.v.) hanımlarıyla şakalaştığı ve ev işlerinde onlara yardım ettiği sahih rivayetlerde belirtilmektedir.

Esved b. Yezid, diyor ki: Hz. Aişe'ye sordum: Peygamber (s.a.v.) evde ne yapardı? "Hanımlarına yardım ederdi. Ezan sesini duyduğunda da çıkardı" dedi. [1049]

Hz. Aişe'yle yarışırdı. Genelde kendisi Hz. Aişe'yi geçiyordu, bir gün de Hz. Aişe onu geçti. [1050]

Hatta Hz. Aişe'nin Peygamberle (s.a.v.) evlendiği ilk yıllarda ki yaşı küçüktü küçük kızlarla oynardı. Peygamber (s.a.v.), bu arka­daşlarını eve almasına ve onlarla oynamasına müsade ederdi. [1051]

Peygamber'in (s.a.v.): "İman bakımından  mü'minlerin   en mükemmeli ahlâkı en iyi olan ve ailesine en yumuşak davra­nanıdır" buyurduğu sahih rivayetlerde bildirilmektedir. [1052]

Bayram günü, iyiliği ve mü'minler cemaatini görsünler diye aile efradının hepsini çıkarır ve hepsinin neşelenmesini sağlardı. [1053] Bilakis o, şöyle buyururdu: "Mescide gitmen ve ailene gitmen ecirde eşittir.[1054]

Herhalde bu durum, Ebu'ş-Şeyh'in Malik b. el-Huveyris'ten nak­lettiği şu rivayette anlatılanları açıklamaktadır: Rasûlüllah (s.a.v.) çok şefkatli ve merhametli idi. Yanında yirmi gün kaldık. Ailelerimizi özlediğimizi sandı. Bize memlekette bıraktığımız ailelerimizi sordu. Biz de geride bıraktıklarımızı haber verdik. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Ailelerinize dönün ve onların yanında kalın."

Beklenmedik bir neşe, kısa bir gezinti, sembolik bir hediye, takdir veya derin sevgiyi ifade eden bir söz, bütün bunlar ya da bunlardan biri evlilik hayatına sihirsel bir etki yapar ve duyguları tazeler.

Bütün bunlar ortamın gerektiği şekilde tavır takınmayı öngören kişinin ehliyet ve hikmetli davranışına dayalıdır. Kişi ehil ve hikmet sahibi ise gücü nisbetince anlaşmazlık sebeplerinden uzak durur ve özellikle egonun etkisiyle olan hatalara bulaşmamaya özen gösterir.

Hz. Aişe'nin şöyle dediği sahih rivayetlerde belirtilmektedir: "Rasûlüllah'ın (s.a.v.) bir haksızlıktan dolayı intikam almağa kalkıştığını hiç görmedim. Ancak Allah'ın yasak saydığı şeyler hariç. Bunlardan biri çiğnendiğinde, herkesten daha katı olur­du, iki şey arasında muhayyer bırakıldığında da daha kolay olanı seçerdi. [1055]Hikmet, uygun davranış için münasip vakti yakalamayı gerektirir. Kişi böyle hareket ettiği takdirde aile hayatına neşe katar ve aile hayatında doğması muhtemel bulanıklık ve kederi dağıtır.

Kadınla iyi muaşeretin unsurlarından biri de, kocanın, kadının kendi şahsiyetine saygı duymasını istediği gibi kendisinin de onun şahsiyetine saygı duyması, görüşünü açıkça ifade etme hürriyetini ona tanımasıdır.

Koca, karısına danışmah ve ev işlerinde görüşlerim despotça ona dikta ettirmeğe kalkışmamalıdır. Böylece ona değer verdiğini, hisset­tirmeli ki o da sorumluluğunu samimi olarak yerine getirsin. Amerikalı araştırmacılardan biri bu konularla ilgili bir araştırmasında erkeğin despotluğunun hüküm sürdüğü ailelerde mutlu olanların % 61 ve mut­suzların % 24; kadının despotluğunun hüküm sürdüğü ailelerde mutlu­ların % 47 ve mutsuzların % 31 olduğunu; adil iş bölümü ve şûra ile yardımlaşmanın hüküm sürdüğü ailelerde ise mutluların % 87 mutsuz­ların % 7 olduğunu tesbit etmiştir.

Biz bu istatistikî bilgileri, kesine yakın bilgiler olarak takdim ediy­oruz. Ayrıca şunu da ilave edelim ki, erkeğin, ailenin yöneticisi olması, yapıcı yardımlaşma ve karşılıklı görüş alış-verişi ile adaletli iş bölümüne engel değildir, işte Kur'an-ı Kerîm şöyle buyuruyor:

"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde iyi davranışa dayalı hakları vardır. Ancak er­kekler için kadınlar üzerinde bir üstünlük payı vardır.[1056]

Erkeğin, hayat ortağı ve arkadaşı olarak seçtiği bir kadına danışmasında kendisi için ne eksiklik vardır?

Hudeybiye antlaşmasından sonra müslümanlar, antlaşmanın aleyhlerinde olduğunu zannettiklerinde Rasûlüllah (s.a.v.) mü'minlerin anası Ümmü Seleme'ye danışmamış mıydı? [1057] Mü'minler bu ant­laşmadan o kadar rahatsız olmuşlardı ki, Rasûlüllah (s.a.v.) geri dönmeye azmedip getirdikleri kurbanları kesmelerini ve traş olmalarım emrettiğinde, emre itaat etmemişlerdi.

O zaman Peygamber (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin yanına giderek müslümanların hareketlerini ona danıştı. O da ona şöyle dedi. Ey Al­lah'ın Peygamberi, eğer emrine itaat etmelerini istiyorsan, dışarı çık ve hiç kimseyle tek kelime konuşmadan kurbanım kes, berberini çağırıp traş ol!

işte o zaman müslümanlar yerlerinden sıçrayarak kurbanlarını kestiler, emre öyle bir uydular ki biri diğerinin saçını traş etmeğe başladı. Daha önce emre uymadıklarından dolayı pişman olup suçu bir­birlerine atmağa başladılar. [1058]

 

Kocanın Karısı Üzerindeki Hakları:

 

Herhalde kocanın karısı üzerindeki haklarının ilki, ma'siyet olmay­an ve bir zarara yol açmayan hususlardaki emirlerine itaat etmesidir. Çünkü  islâm'da  zarara  yolaçma  yoktur.  Ayrıca Allah'a isyanın sözkonusu olduğu bir hususta yaratılmışa itaat yoktur.

Bu çerçevede kadının itaati, olumlu yönde ailenin havasını oldukça etkiler. Iaatkâr kadının sevabının çok büyük olması, hatta Allah yolunda cihad edenin sevabına denk olması bundan dolayıdır.

Bezzar, Taberânî, Ibnu Abbas'tan şunu naklederler:

"Bir kadın: Ya Rasûlallah (s.a.v.), ben kadınların elçisiyim, sana geldim, dedi. Sonra erkeklerin cihad ve ganimetten sevap kazanma imkanlarından bahsetti ve: Bizim için ne var? diye sor­du. Rasûlüllah (s.a.v.) cevap olarak şöyle buyurdu: "Karşılaş­tığın kadınlara söyle: Kocalarına itaat ve hakkını itiraf etme­lerinin sevabı buna denktir. Ama sizden bunu yapanlar çok azdır.[1059]

Husayn b. Muhsan anlatıyor: Halam Peygamber'e (s.a.v.) geldi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Evli misin?" diye sordu. Halam: Evet, dedi. Peygamber (s.a.v.): "Aranız nasıl?" dedi. Halam: Her yanına vardığımda mutlaka ondan rahatsız olurum, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sen ona nasılsın? Çünkü senin hem cennetindir, hem de cehennemindir. [1060]

Bu itaatin değerini belirtmek bakımından Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Eğer bir şeyin bir şeye secde etmesini istemiş ol­saydım, kadının kocasına secde etmesini isterdim. Canımı elinde tutana yemin ederim ki kadın, kocasının hakkını yerine getir­medikçe Rabbinin hakkını yerine getirmiş olmaz. [1061]

Kadın, itaatinin etkisini dünyada huzurlu bir aile ortamı, ahirette de cennette ebedî bir nimet olarak görür.

Ümmü Seleme, Rasûlüllah'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kocası kendisinden hoşnut olarak ölen kadın, cennete girer. [1062]

itaatin birçok görünümleri vardır. Bunlardan birkaçı şunlardır:

1- Kadın, kocasının izni olmadan evden dışarı çıkmaz. Buna dair hadisi, kıskançlıktan bahsederken nakletmiştik.

2- Kocasının izni olmaksızın evden herhangi birşeyi başkasına ver­mez. Kocasından izin almadıkça bir gün dahi olsa nafile oruç tutmaz. Kocası kendisiyle yatmak istediğinde buna engel olmaz.

Ebu Hüreyre, Peygamberin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kadın kocası hazır bulunduğu halde ondan izin almadan oruç tutamaz. Kocası izin vermeden kimseyi içeri alamaz. Emri ol­maksızın   malından   infakta   bulunursa,    infak   ettiğinin karşılığının yarısını kocasına öder.[1063]

Muaz b. Cebel'den rivayet edilmiştir: "Bir kadın, kocasının hakkını ödemeden imanın tatlılığını tadamaz. Kocası kendisiyle yatmak istediğinde, bir bineğin sırtında bile olsa, isteğine karşılık vermelidir. [1064]

Ebu Hüreyre'den de şöyle rivayet edilmiştir: "Koca karısını yatağa davet ettiği halde kadın icabet etmez ve koca buna kızgın olarak yatacak olursa, sabaha kadar melekler o kadına lanet ederler. [1065]

itaatin manası, kadının şahsiyetinin hesaba katılmaması veya erkeğin  despotça davranması demek değildir.  Kocanın, karısının görüşlerine gönlünü açması ve aile işlerinde ona danışması gerektiğini anlattığımızda bu konuları incelemiştik.

Kur'an-ı Kerîm, hayatın her alanında mü'minin danışmağa önem vermesi gerektiğini belirtir: "İşleri, aralarında meşveret iledir. [1066]

Başka bir ayette danışmanın evlilik hayatına uygulanışından bah­sederken şöyle buyuruyor: "Anneler, çocuklarını emzirmeyi tamam­lamak isteyen kimse için tam iki yıl emzirirler. Onların uygun biçimde yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak, çocuğun babasına aittir. Herkes ancak gücü ölçüsünde bir şeyle mükellef tutulur.

Ne anne çocuğu yüzünden, ne de çocuğun aid bulunduğu baba, çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. Mirasçının da aynı şeyi yapması gerekir. Eğer (ana-baba) anlaşıp danışarak (çocuğu memeden) kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur.[1067]

Ayrıca itaatin anlamı, evlilik hayatının çatışma, inatlaşma ve farklı durumlarda katı görüş alanı değildir. Aksine, güler yüzlülük ve müsamaha, ailede ortaya çıkabilecek birçok problemi çözer. Eşlerden her biri, gönlünü geniş tutmalı ve evlilik hayatını ve bu hayatın değerlerini zedelemeyen hataları görmezlikten gelmelidir. Ancak Al­lah'ın haklan, toplumun haklan veya ailenin haklan, görmezlikten ge­linemez.

O halde kocanın emri bir masiyet veya zarar içermediği ve kadın da görüşünü açıkça ifade ettiği müddetçe kadın, kocasının emirlerini ye­rine getirmeli ve kocanın yalnız başına bu emirlerin sonuçlarını yüklenmeyi de ona bırakmalıdır. Kaldı ki bu çerçevedeki emirler genelli­kle bir zarar da içermezler.

Eşler, hayatın yükünü beraberce yüklenebilir ve anlaşarak her biri kendine düşen görevi yerine getirebilir. O zaman yardımlaşarak ve anlaşarak daha mutlu ve yararlı bir hayata kavuşurlar. Aslında eşlerden beklenen de budur ve o zaman hayatları daha bir anlam ka­zanır. Çünkü her biri, müşterek değerlere inanmakta ve birbirlerinin şahsiyetine saygı göstermektedir. [1068]

 

Başka Görevler

 

Kadın hassas ve erkeğe nazaran daha duyguludur. Bu yönüyle kadının önemli görevi vardır:

Birincisi: Çocuklann yetiştirilmesiyle ilgilidir.

ikincisi: Hayat problemleri karşısında kocanın tavırlanna yön ver­mesi, böylece problemleri cesaret, metanet ve azimle karşılaması.

Kadın, daha önce de değindiğimiz gibi- sıkıntılı anlarda en iyi yardımcı ve kocasının dinlenmesini sağlayan vaha gibi olmalı, uğradığı sıkıntı ve üzüntülerin giderilmesi için çalışmalı, plan ve çalışmalarında ona umut ufuklanm açmalı ve verimli bir çalışmaya girebilmesi için ge­rekli olan huzur ortamını sağlamalıdır.

imkanlarına göre gerçekleşmesi çok zor umutlar peşinde koştuğunu gördüğünde, ona gururlu bir kişi olduğunu ya da bu umut­lar peşinde koşmasının hatalı olduğunu kendisine hissettirmeden imkânlan dahilindeki yakın umutlara onu yönlendirmeye çalışmalıdır.

Belki de ulaşabileceği umutları konusunda başarılı olması, o anda ulaşılmayacakmış gibi görünen umutlarını gerçekleştirmesine de yardımcı olur. Yola koyulan, hedefe ulaşır.

Ayrıca davranışlarıyla kocasına karşı şahsî görevlerini yerine ge­tirmesine hiçbir şeyin engel olamayacağım ona hissettirmelidir.

Tecrübelerle sabittir ki, eşlerden birinin diğerinden yüz çevirmesi ve velev kendi görevi olsun başka bir şeye himmetini yönlendirmesi, diğerinin kalbinde bir boşluğa sebep olur ve zamanla ona karşı şüpheler beslemeğe başlar, ona güveni sarsılır ve duygulan değişir. Buna engel olan çocuk ya da eşinin görevi bile olsa ona karşı soğur ve gittikçe ondan nefret etmeğe başlar.

Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.), ibadetle meşgul olmakla da olsa, eşini ihmal edene: "Hanımının da senin üzerinde hakkı vardır" buyurmuştur.

Daha sonra o kişiye dinî görevleriyle, ailevî görevleri arasında bir denge kurmasını emretmiştir.

Peygamber (s.a.v.) kendisine talip olduğunda arzusuna aykırı bir teklif olduğu için değil, aksine küçük çocuklarına olan şefkatinden; ko­casına karşı görevleriyle çocuklarına karşı görevlerinin çatışacağı endişesiyle bu teklifi reddeden Ümmü Hâni' ne kadar hikmet sahibi bir kadındı.

Rasûlüllah (s.a.v.) da bu görüşünü takdir etmiş, mazeretlerinin karşılanacağını belirtmiş, hatta bu davranışından dolayı onu övmüş ve şöyle   buyurmuştur:   "Deveye   binen   kadınların   iyileri   Kureyş kadınlarıdır. Çünkü onlar küçük çocuklarına daha şefkatli ve koca­larının malım daha gözetleyicidirler."

Hayatın yüklerini hafifletme, kocanın gönlüne umut, iyimserlik ve neşe katma, hayatın sıkıntılı ve umutlu anlarında kocasının yanında yer alma konularında mü'minlerin anası Hz. Hatice'den daha üstün biri yoktu. [1069]

 

Eşler Arasında Ruhî Kural

 

Eşler arasındaki ilişkilerin damarlarına işlemesi gereken en değerli ruhî kural, eşlerden herbirinin, kendisi için istediğini diğeri için de istemesi ve kendisi için istemediğini de diğeri için istememesidir.

Bu kurala uymak, hayır ve mutluluğun anahtarıdır. Çünkü onlar­dan her biri, yaptıkları şeylerde Rabbini ve vicdanını gözetler.

Eşlerden her biri, birşey söylemezden ya da yapmazdan önce bu kuralı hatırlayıp gereğince hareket edecekse, nefret ve çatışmaya sebep olacak bir çok sözü söylemez ve işi yapmaz. Aralarında uzlaşma ve uyum sağlayan hareketlere yönelir. Böylece mutlu ve neşeli bir aile yu­vası içerisinde hayatlannı devam ettirme imkanı bulurlar. [1070]

 

Geçimsizlik Ve Tedavi Yolları

 

Eşlerden herbirinin, anlaşmazlık sebeplerinden uzak durmak ve anlaşma amillerini elde etmek için gözetmeleri ve gereğince amel etme­leri gereken hususlar bunlar.

Ancak bazı kimseler, davranması gereken davranışlardan gafil olabilir veya bunları görmezlikten gelebilir. Tabiat ve görevine uygun olan seviyenin üstüne çıkma heveslerini taşıyabilir ve buna göre adımlar atabilir.

Bazen kin ve nefret duygulan ona hakim olur ya da kendisini ilgi­lendiren görevlerini yerine getirme hususunda ciddi olmayabilir. Yahut evlilik bağlarının kutsallığına ve yeni hayatının, önceki sorumluluk taşımayan hayatından farklı kural ve değerlere sahip olduğuna inan­mayabilir. [1071]

 

Kadının Geçimsizliği

 

Kadının geçimsizliğini koca şu aşağıdaki hususlarla tedavi eder:

Birincisi: Güzel Öğüt. Koca, bir psikolog olmalı, karısına, tabiatına ve tavırlarına uygun Öğütler vermelidir.

Kocası kendisinden razı olmadığı halde   geceleyen   kadını   ilahi cezadan korkutma, bazı maddi menfaatlerden mahrum bırakma, olması gereken ve ona yaraşan davranış konusunda uyarma, geçimsizliğin sonuçlarından, boşama ile sonuçlanabileceğini hatırlatma, bunun aile­nin yapısını yıkacağını, çocukların ortada kalacağını söyleme, buna karşılık uyumun sağladığı mutlu aile ortamını hatırlatma ve bunun özellikle çocukların istikbali ve genelde ailenin istikbali için yararlı ola­cağını anlatma, kocasını memnun edenin ahiretteki mükafatı vs.

Bütün bu hususlar, verilecek Öğüt çeşitleri olup kadının tabiat ve tavrına uygun olanı seçilir.

ikincisi: Böylece kadına, onunla birlikte bir yatakta yatma imkanı bulunduğu halde ona karşı olan duygusal isteklerine hakim olabi­leceğini ona göstermiş olur. Mutlu bir aile ortamına kavuşabilmeleri için bu geçimsizliğinden vazgeçmesi gerektiğini ona hissettirmiş olur.

Yatakta yalnız bırakmaktan kasdımız, ayrı yatakta veya odada yatmak değildir. Aksine aynı yatakta uyumalarına rağmen onu yalnız bırakmaktır.

Belki de İslâm, yatakta yalnız bırakmakla iki gayeyi hedef edin­miştir:

Birincisi: Duygusal isteklerine karşı kocanın irade gücünü ortaya koyması. Kocanın bu tavrı -yukarıda da belirttiğimiz gibi- kadının, iş büyümeden geçimsizliğinden vazgeçmesine sebep olabilir.

ikincisi: Anlaşmazlığın çözümü için ortam hazırlamak. Belki de er­kek, kadın yanında uzandığı halde ondan yüz çevirmesi, kadının, -evlilik hayatının devamını istemesinin etkisiyle- kocasına kendisinden nefret etmesinin sebeplerini sormasına sebep olur. Böylece bunun se­beplerini kendi aralarında soruşturur ve probleme beraberce çözüm yo­lunu bulmağa çalışırlar, ikisini de uyku tutmaz ve kimse sözlerine ve sırlarına muttali olmadan anlaşmazlıklarını çözer, uyum içerisinde yol­larına devam ederler.

Üçüncüsü: Şiddetli olmamak kaydıyla dövmek, kemik kırmayan, vücudu yaralamayan ve iz bırakmayan bir şekilde dövmek... Ibnu Ab-bas, bunu misvak ve benzeri el veya küçük kamışla dövmek şeklinde açıklamıştır.

Ancak bu yola başvururken şu hususlara dikkat edilmelidir:

1- ilk iki vesilenin bir yarar sağlamadığından kesin olarak emin ol­duktan sonra'ancak bu yola başvurulabilir.

2- Kur'an-ı Kerîm, bütün insanlar için yol gösterir. Bütün kadınlar aynı seviyede değildir. Her kadın, kendine münasip olanla muamele görür.

Şair şöyle diyor:

Köle değnekle te'dip edilir.

Hür olana ise söz yeter.

3- Döverek ve kırbaçlayarak cezalandırma, tedavisi ancak dövme ve kırbaçlama olan suçlarda günümüz ileri milletlerinde de uygulanan bir ceza çeşididir.

4- Bu mubahlıkla birlikte sâri', bunu hoş karşılamamış ki erkek­ler onu kötü kullanmasınlar da onunla muamelelerini kötülemesinler. Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Sizden biriniz, köle döver gibi karısını dövmesin. Sonra günün sonunda onunla ya­tacaktır.[1072]

Netice itibariyle şeriat, diğer yolların fayda vermediği durumlarda ve kadının tabiatı bunu gerektiriyorsa zaruretten dolayı bunu mubah kılmıştır. Hikmet sahibi akıllı kişi, buna başvurmaz, problemleri ona başvurmadan halleder.

Çoğu zaman erkeklerin ahmaklıklarından hikmet ve akıllı davran­ma hususundaki beceriksizliklerinden dolayı bu yola başvurdukları doğrudur.

Yüce Allah bu vesileleri sırasıyla belirterek şöyle buyurmaktadır: "Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, on­ları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın.[1073]

Ayetin tefsiriyle ilgili olarak Ibnu Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bununla kocasına başkaldıran, kocasının haklarını hafife alan ve emirlerine itaat etmeyen kadın kastedilmiştir. Yüce Allah, bu durumda   kocaya,   karısına  Öğüt  vermesini;   üzerindeki   hakkını hatırlatarak Allah'tan korkmasını hatırlatmasını emretmektedir. Öğüt vermekle bu durumdan vazgeçerse ne âlâ. Ama vazgeçmezse, onu boşamaz, çünkü bu, kadın için çok ağır bir cezadır. Aksine, yatakta onu yalnız bırakır ve onunla konuşmaz. Eğer bununla da yola gelmezse, şiddetli olmamak kaydıyla onu döver. Döverken kemiğini kırmaz, vücudunu yaralamaz. Yüce Allah: "Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın" buyuruyor. [1074]

Daima şunu hatırlayın: Eğer zulüm kırbaçlarıyla kadınlarınıza üstünlüğünüzü isbatlamağa kalkışacak olursanız, bilinki en üstün Al­lah'tır, her büyükten daha büyüktür. Onlara zulmederek kendi kendi­nize haksızlık etmeyin. Çünkü zulüm, dünyada da, ahirette de zulümâttır.

Yüce Allah ayetin sonundaki şu sözü ile buna işaret etmektedir: "Çünkü Allah yücedir, büyüktür. [1075]

Hanımlarını istibdat kırbaçlarıyla düzeltmeye kalkanlar, bununla, hürriyet havasını teneffüs etmeyen, korkaklık içlerine sinmiş nesillerin yetişmesine ve şahsiyet emarelerini bile üzerinde taşımayan bir toplu­mun oluşmasına yardımcı olduklarını bilmeliler. Ne kötü davranıyorlar! [1076]

 

Kocanın Geçimsizliği

 

Kocanın geçimsizliğine gelince, kadın, -duruma göre- şu aşağıdaki hususlarla bunu tedavi etmeğe çalışır:

1- Kocasının başka hanımları varsa, gece sırasından veya nafa­kasından fedakarlık ederek başka hanımlarına bunu devreder ve hare­minde kalma şerefinin devam ettirilmesini kocasından ister, tbnu Ab­bas'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hz. Şevde, Peygamber'in (s.a.v.) kendisini boşamasından korktu ve: "Ya Rasûlallah! Beni boşama, beni yanında tut ve günümü Aişe'ye ver." Rasûlüllah da (s.a.v.) böyle yaptı. Bunun üzerine şu ayet indi: "Eğer bir kadın kocasının geçimsiz­liğinden, yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Zaten nefislerde kıskançlık daima hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah'tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.[1077]

Ibnu Abbas dedi ki: Ne üzere anlaşırlarsa, caizdir. [1078]

2- Henüz almadığı mehri varsa, bunun hepsinden veya bir kısmından ya da nafakadan vazgeçerek kendisini boşamasını ister.

Yukarıdaki ayet, buna da işaret etmektedir.

Yüce Allah, yukandaki vesilelerin fayda vermediği durumlarda sulhu övmüş ve sonra da cimrilik gibi bunun psikolojik engellerini zik­retmiş, nefsin, kendisini iyilikten alıkoyan bu engelleri aşmasını teşvik etmiştir. Belki kadın, boşandıktan sonra iyi geçineceği başka bir koca bulur. [1079]

 

Hakem Tayın Etme

 

Bu yolların hepsi fayda vermez ve eşlerin herbiri bir çıkış yolu bu­lamazsa, çevreleri, eşlerin problemlerini sakınca bulmayacakları koca tarafından bir hakem ve kadın tarafından bir hakem seçerler.

Her iki hakemin de insaf sahibi, tarafsız, duygularına kapılan değil teennî ile hareket eden ve problemleri ortadan kaldırmağa, eşleri barıştırıp aralarını düzeltmeğe istekli, anlayış ve idrak sahibi kimseler olmaları gerekir.

Her iki hakem de bu şekilde oldukları takdirde meseleyi inceler, çözüm için en uygun yolu bulur ve Allah, onların eli üzerine muvaffa­kiyeti sağlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir ha­kem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır. [1080]

 

İslam Şeriatı Ve Evlilik Bağları

 

Yukarıda anlatılanlardan tslam şeriatının, eşleri anlaşmazlık ve ihtilaftan uzak tutmak, ülfet ve uyum sebeplerini devam ettirmek ve hayatlarında ortaya çıkan problemleri basiret, hikmet, sabır ve teenni ile çözme gibi hususlara ne kadar önem verdiği anlaşılmaktadır.

Bu yolda islâm şeriatıyla beraber yürüdüğümüzde hikmetli yol göstermelerinde şeriatın bu hususlara ne kadar önem verdiğini gösteren önemli iki hususla karşı karşıya geliyoruz. Evlilik hayatının kurtarılması konusunda ümitsizlik uçurumuna gelen kişiyi bu iki hu­sus, kişinin umutlarını kuvvetlendirmek ve tekrar hayata ümitle bak­masını sağlamak suretiyle tedavi edip şifaya kavuşturması mümkündür.

Birinci husus, kişinin karısıyla aralarında nefret ve anlaşmazlık rüzgarları  esmeğe başladığında,   karısının birtakım  kusurlarının yanısıra meziyetlerinin de olduğunu; şu anda yapmış olduğu kötülüğün geçmişteki   iyiliklerini   görmezlikten   gelmeyi   gerektirmediğini hatırlamalı,   hatta  yapmış  olduğu  hatadan   dolayı  onu  sorguya çektiğinde ya da bu hatalardan dolayı kendisiyle onun arasına bir sınır çekmeyi düşündüğünde geçmişteki iyiliklerini hesaba katarak hareket etmelidir. Bunu hatırlaması, takınacağı tavrı değiştirebilir.

Hatta gözünü geleceğe de dikmeli ve onu da hesaba katmalıdır. Şu anda kendisine kızgın olduğu karısı, ilerde hayır, sevgi ve huzur kay­nağı olabilir.

"Bilmezsin, olur ki, Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarır.[1081]

"Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz. [1082]

Peygamber de (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Mü'min bir erkek, mü'min bir kadından nefret etmesin. Bir huyundan hoşnut değilse, başka bir huyundan hoşnuttur. [1083]

ikinci husus: Bir kadını boşamayı nefsi kendisine fısıldayan kişinin, kendisinin bir müslüman olduğunu ve islâm toplumunda ailele­rin sadece sevgi üzerine kurulmadığını aynı zamanda gözetme ve day­anışma üzerine de kurulduğunu hatırlaması dır.

O halde karısını gözetmeli ve ona yardımcı olmalıdır. Çünkü bu kadın, hayatını onun hayatına, geleceğini onun geleceğine bağlamış ve ondan sağlam teminat almıştır.

Bu sebeple Hz. Ömer, karısını sevmediği için onu boşamak isteyen birine: Aileler sadece sevgi üzerine mi kurulur? Hani gözetme, hani on­lara verilen teminat?!

Hz. Ömer döneminde, Gaylan isminde biri, sırf hanımlarını malından mahrum etmek için onları boşadı ve malını çocuklarına tak­sim etti. Hz. Ömer, hanımlarım geri almasını ve malın tekrar hem ken­disi, hem çocukları ve hem de hanımlarına ait olması için çocuklarından geri almasını, ölünceye kadar onları gözetmesini emretti. Bu sorumlu­luktan kaçılamayaeağını bildirdi. Çünkü islâm, cahiliye döneminde olduğu gibi kadınları mirastan mahrum etmeyi ya da aile fertlerinden bazılarını bazılarından üstün tutmayı yasaklamıştır.

imam Ahmed, Müsned'inde îbnu Şihab'tan, Salim'den ve o da ba­basından şunu naklettiğini rivayet eder: Gaylan b. Seleme es-Sakafî, islam'a girdiğinde on nikahlı karısı vardı. Peygamber (s.a.v.) ona: Onlar­dan dördünü seç, dedi. Hz. Ömer döneminde karılarını boşadı ve malım çocuklarına taksim etti. Bu haber Hz. Ömer'e ulaştığında şöyle dedi: "öyle sanıyorum ki, şeytan sana öleceğini fısıldadı; çok kısa bir Ömrün kaldı. Allah'a yemin ederim ki hanımlarını ve çocuklarına dağıttığın malını geri alacaksın. Değilse, onları sana mirasçı kılacağım ve Ebu Ruğal'in kabrinin recmedilmesi gibi kabrini recm ettireceğim. [1084]

Hz. Ömer'in bu davranışı, İslam'ın kadını ne denli gözettiğini, koca boşasa bile ona verdiği değeri gösterir.

Boşama erkeğin elindeyse de, islam, kadını tahkir, ona zulmetmek ve haklarını ortadan kaldırmak için kötü bir şekilde kullanılmasını caiz görmez.

Allah Hz. Ömer'den razı olsun, ne büyük insandı o.

Müslüman işleri düzeltmek ve haksızlıkları ortadan kaldırmak için vardır, düzeni düzensizliğe çevirmek ve dağıtmak için değil. Bu ne­denle, başka zarar verecek tavırlardan uzak durur.

Şeytan, koca ile karısının arasını bozmaktan dolayı sevindiği kadar başka birşeye sevinmez. Yüce Allah, helal olan şeylerden en çok ko­canın karısını boşamasına buğz eder.

Hangi insan, şeytanın en çok sevdiği ve Allah'ın en çok buğzettiği bir helali işlemek ister. Hadis-i şerifte şöyle buyrulur: "Allah, boşama dışında ençok hoşlanmadığı başka birşeyi helal kılmamış tır. [1085]

 

Bir Değerlendirme:

 

Evlilik, islam'la birlikte insanlığın uzun tarihi boyunca ulaşamadığı insanî bir anlam kazandı.

İslam'a göre evlilik, temel değerlerini hayvanı yönden alan beden­sel bir ilişki değildir.

Kendisiyle, mal ve mülk karşılığında güzellik ve nesebin satın alındığı ticarî bir muamele de değildir.

Kişinin, duygularını ya da şehvetini tatmin için başvurduğu şer'î ya da kanunî bir yol da değildir.

Geçici bir zaruret sebebiyle kendisine başvurulan ve bu zaruret ortadan kalktıktan sonra ya da ortaklardan birinin hoşuna gitme­diğinde sorumsuzca ortaklığı bozacağı bir ilişki de değildir. [1086]

Asla! O, insanî bir ilişkidir. Bir insan insanlığı ile başka bir in­sanın insanlığının kaynaştığı bir ilişkidir. Ne sadece ruhîdir ve ne de sadece bedenîdir, ikisini de bir arada bulunduran beşeri bir ilişkidir. Melek ile hayvan tabiatlarının orta yerinde duran insan tabiatıyla uyum içerisinde olan bir ilişki, iki insan, aksine, iki insanlık arasında kurulan ve sermayesi, sevgi, fedakârlık, diğergamhk, gözetme ve güven olan bir ortaklıktır.

Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizin en iyiniz, ailesine iyi olanınızdır ve ailesine en iyi olanınız da benim."

Evliliğin hedefi ise, ruhî ve bedenî huzur ve bunlardan herbirinin aile ve topluma olan sorumluluklarını yerine getirmeleridir.

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

"Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz: Dev­let başkanı çobandır ve vatandaşlarından sorumludur; erkek ailenin çobanıdır ve aile efradından sorumludur; kadın ko­casının evinde çobandır ve gözetimindeki şeylerden sorumlu­dur; hizmetçi, efendisinin malının çobanıdır ve gözetimindeki şeylerden sorumludur; hepiniz çobansınız ve gözetiminizdeki şeylerden sorumlusunuz. [1087]

Evliliğin şiarı, yardımlaşmadır. Eşlerden herbirinin diğerine karşı haklan, sorumluluklarına denktir. "Kadınların da erkekler üzerinde birtakım iyi davranışa dayalı hakları vardır.[1088]

Evliliğin temel kuralı ise, şu ayette özetlenmiştir: "Ya iyilikle tutmak ya da güzel ve adaletli bir biçimde salıvermek. [1089]

 

Evliliğin Meyveleri

 

Evliliğin gayesi, fert ve toplum hayatındaki etkilerinden bahset­tiğimize ve yapılan herşeyin de arzu edilen bir sonucu, yani meyvesi bulunduğuna göre evliliğin de yukarıda sözkonusu ettiğimiz psikolojik ve içtimaî gayelerinin dışında arzu edilen bir meyvesi vardır ki o da er­kek ve kız çocuklardan oluşan zürriyettir.

Kişinin bu konuda Allah'tan istediği budur. Bununla neşelenip sevinecek ve onunla kıyamete kadar ameli devam edecek: "Rabbimiz, bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar lütfeyle ve bizi (senin azabından) korunanlara önder yap. [1090]

Bu, hem din ve hem de modern ilim açısından bütün boyutlarıyla incelememiz gereken bir konudur.

Yüce Allah, zürriyetten överek bahsetmekte ve evliliğin bir meyve­si olarak bize zürriyet verdiği için O'na minnet borçlu olduğumuzu bil­dirmektedir: "Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve eşlerinizden de size oğullar ve torunlar yarattı ve sizi güzel (ve helal) rızıklarla besledi. [1091]

Rasûlüllah (s.a.v.), seven ve doğuran kadınları seçmemiz hususun­da bizi teşvik etmekte ve evliliğin, ümmetin çoğalması için bir vesile ol­masını dilemektedir. Böylece düşmanlarımızla cihad edebileceğiz ve ümmetin ilerlemesi için gayret edeceğiz. Ama bu, rasgele bir çoğalma değildir, kıyamet günü Peygamberin bizimle övünmesine ehil olmak kaydıyla bir çoğalmadır.

Bu konudaki hadisler bunu anlatmaktadır:

1- Enes b. Malik'ten rivayet edilmiştir. Diyor ki: Rasûlüllah (s.a.v.) evlenmeyi emreder ve evlenmemekten şiddetle sakındırarak şöyle buyururdu: "Seven ve doğurgan kadınlarla evlenin; çünkü kıyamet günü diğer peygamberlere karşı çokluğunuzla övüneceğim.[1092]

Ma'kıl b. Yesar'ın da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biri Rasûlüllah'a (s.a.v.) gelerek: Ya Rasûlallah, soy, makam ve mal sahibi bir kadın buldum, onunla evleneyim mi? dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) onu menetti. îkinci defa geldi, yine menetti. Üçüncü defa geldi, Rasûlüllah (s.a.v.) ona şöyle dedi: "Seven ve doğurgan kadınlarla evlenin, çünkü diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla övüneceğim. [1093]

Övünülmeğe layık olan çokluk, güçlü olan, hayırla dolu olan ve fe­dakârlık yapabilen çokluktur. Kuvvetli mü'min, Allah katında güçsüz mü'minden hayırlıdır.

Toplumun gelirini çoğaltan, ferdin hayat seviyesini yükselten, hayatı güvence altına alan ve yeryüzünün onun sayesinde salih amelle dolduğu, kalbin güzel ahlakta temizlendiği çokluktur. "Andolsun Tev­rat'tan sonra Zebur'da da: 'Arza mutlaka iyi kullarım vâris ola­cak' diye yazmıştık. [1094]

Kalblerin hedef birliği ettiği, aynı inanç ve hedefi paylaştığı, aynı umut için çarptığı çokluktur.

"İşte bu sizin ümmetiniz, bir tek ümmettir. [1095] Peygamber'in (s.a.v.) övünmesine layık çokluk işte budur.

Çokluk, bizatihi hedef edinilen ya da Övülen değildir. Nice az sayıdaki bir gurup, çok sayıdaki bir guruba Allah'ın izniyle galip gel­miştir.

Hatta çokluğun kınanmaya vesile olduğu da vakidir. Çünkü me­sele kemiyette değil, keyfiyettedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Huneyn gününde çokluğunuz sizi böbürlendirmişti. Fakat size hiçbir yarar da sağlamamıştı." [1096]

"Çoklukla övünmek sizi (o derece) oyaladı ki, kabirleri (dahi) ziyaret ettiniz. Hayır (olmaz bu), yakında bileceksiniz  (hatanızı)!" [1097]

"Bilin ki dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs, kendi aranızda (birbirinize karşı) övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır. (Bu), tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekin­cilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. [1098]

Yüce Allah yine şöyle buyurur: 'De ki: Murdarla temiz bir ol­maz. Murdarın çokluğu hoşuna gitse de. [1099]

Peygamber'in (s.a.v.) de şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Oburların yemek tabağına hücum edişleri gibi milletlerin üstünüze çullanmaları yakındır." Ya Rasûlallah, o gün sayıca az olacağımız için mi diye sordular. "Hayır, aksine sayıca çok ola­caksınız, ama selin köpüğü gibi köpük mesabesinde olacaksınız" buyurdu. [1100]

Bu nedenle Zekeriya (a.s.), duasında temiz ve salih bir zürriyet is­temişti:

"Rabbim, bana katından temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin. Zekeriyya, mabedde durmuş namaz kılarken melekler ona: 'Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nef­sine   hakim   ve   iyilerden   bir   peygamber   olacak   Yahya'yı müjdeler,1 diye ünlediler. [1101]

Allah'ın dost kullarının da son ve değerli arzuları bu olmuştu. Yüce Allah, bu kulların menkıbelerini anlatırken onların şöyle dedikle­rini naklediyor: "Ve onlar ki: 'Rabbimiz, bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar lütfeyle ve bizi (senin azabından) korunanlara önder yap' derler. [1102]

Nesil, güçlü bünyeli, sağlam ahlâklı, ilimle âmil, seviyesi yüksek olduğunda gerçekten nitelikli bir nesildir ve bununla kişiyi sevindirir, onun gözünün neşesi olur. Dünyada Allah'ın halifesi olmaya ve kıyamette de Peygamber'in (s.a.v.) kendisiyle övünmesine ehil olur.

Ama sıska ve zayıf bünyeli, sağlık ve zeka yönünden geri, ilim ve verimliliği düşük, ahlak ve davranışları yönünden seviyesiz olursa, o zaman çokluk, altından kalkması zor ağır bir yük olur, ilerlemeyi engeller. O zaman ferdin, hem kendi şahsı için, hem de ümmeti için yararlı bir gelir sağlaması, yararlı iş yapması, dünya ve ahiret için önemli şeyler gerçekleştirmesi mümkün olmaz.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:   "Erkek ve  kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş   yaparsa, onu (dünyada) hoş bir hayatla yaşatırız. (Ahirette ise), onların ücretini yaptıklarının en güzeliyle veri­riz.[1103]

Çocukları sıska ve zayıf bir kavme Hz. Ömer'in nesilleri için uygun ortam aramalarım emrettiğini yukarıda nakletmiştik.

tslâm şeriatı, evlenmeyi ve çocuk doğurmayı teşvik ettiği günden beri bunun yanında asil ve hoş neslin yetiştirilmesi için uygun şartları, hazırlaması, yeteneklerinin geliştirilmesi için uğraşmayı ve yetenekle­rinden yararlanmayı da teşvik etmiştir.

Bu sebeple Peygamber (s.a.v.), hamile kalma ihtimali olan emzikli kadınla yatmayı yasaklamıştır. Çünkü emzikli kadının hamile kalması, ona bir yük daha yüklemek olur. Karnında taşıdığı cenin, süt emen çocukla kadının enerjisini paylaşmış olur, hatta yiyeceğini bozup en­geller, hayatının ileri safhalarında bile etkileri görülen zararlara sebep olur.

Esma bint Yezîd, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittiğim söyler: "Çocuklarınızı gizlice öldürmeyin. Canımı elinde tutana yemin ederim ki, emziren kadının hamile kalması, (süt emen çocuğa öyle bir zarar verir ki) at sırtında (koşturan ergin erkek olacak yaşa gelse yine) onu tutar yere atar. [1104]

Abdullah ibn Mes'ud'un da şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlüllah (s.a.v.) on hasletten hoşlanmazdı: Altın yüzük takmak, elbi­seyi yukarıya çekmek, safre[1105] sürünmek, yaşlılığı değiştirmek -tbnu Cerir, bununla ağarmış kılları yolmanın kastedildiğini söylem ektedir-erkeklik suyunun yerine boşaltılmaması, efsunlama dışında muska yapılması, çocuğun sütünün (hamile kalınmakla) bozulması, nazar bon­cuğu takılması, kadının yersiz süslenmesi ve yürürken, erkeklerin dik­katini çekecek şekilde topuklarını yere vurarak yürümesi. [1106]

tik hadiste Peygamber (s.a.v.), süt emen çocuğa zarar vereceği ge­rekçesiyle emzirme döneminde kadınla yatmayı yasaklamakta ve bunu gizli öldürme olarak isimlendirmektedir. Bu, sonradan etkisini gösteren zehire benzer. Hadis, böyle birşeye sebep olmayasınız diye bu dönemde kadınla yatmayın buyurmaktadır.

ikinci hadiste de, bu dönemde kadınla yatmanın çocuğa zarar ve­receğini açıkça anlatmaktadır. Bu nedenle de bu dönemde kadınla yat­mayı hoş karşılamamıtır.

Tıbbi deneyler isbat etmiştir ki, cinsiyet ve hamilelikle ilgili progestron ve ostrojen hormonlar, hamilelik döneminde çoğalmakta ve bu çoğalma ile birlikte kadının sütünün bileşimi de değişikliğe uğramaktadır. Sütteki yağ ve protein miktarları normalin altına düşmekte sütün kalite ve miktarı azalmakta hatta salgılamayı önleyen hormonların varlığı sabebiyle asgarinin altına düşmektedir.

Sütün azalması sonucunda süt emen çocuk çeşitli hastalıklara ma­ruz kalmaktadır.

Dokuların gelişmesinde proteinlerin büyük bir etkinliklerinin olduğunu ve süt emen çocuğun bunlara şiddetle muhtaç olduğunu bi­liyoruz.

Süt çağındaki bebek için anne sütüne denk başka bir gıda yoktur. Özellikle gelişmekte olduğu ilk aylarda çocuğun gelişmesinde en uygun ve en değerli gıda, anne sütüdür. [1107]

Burada kadınla yatmanın yasaklanması, onunla yatmanın kendi­sinden değil, hamile kalması sebebiyledir. Ama normalde hamile kal-mayacaksa onunla yatmakta bir sakınca yoktur. [1108] Bu durumda azil yapmak ya da hamileliği engelleyen günümüz metodlarından birini uy­gulamak, kadının hamile kalma korkusunu ortadan kaldırmaktadır ve bu durumda onunla yatmakta bir beis yoktur.

Nitekim Peygamber (s.a.v.) döneminde azil yapanlar (erkeklik suyunu rahmin dışına akıtanlar) vardı ve o sıra Kur'an henüz iniyordu. Bununla birlikte azli yasaklayan bir emir gelmedi.

Peygamberin (s.a.v.) vefatından sonra da emzirme ve başka sebeplerle azil yapmağa devam edenler vardı.

1- Cabir b. Abdillah'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Rasûlüllah (s.a.v.) döneminde azil yapardık. Bu durum kendisine haber verildi ve O bunu yasaklamadı. [1109] Müslim, yine Cabir'in şöyle dediğini nakletmektedir: "Kur'an iniyor olduğu halde azil yapıyorduk."

Süfyan şöyle demiştir: "Şayet azil yapmak, yasak birşey olsaydı, Kur'an bunu yapmamızı yasaklardı.[1110]

2- Yine Cabir'den rivayet edilmiştir: Biri, Peygamber'e (s.a.v.) gelerek: Benim bir cariyem var, bize hizmet eder, hurmalığımıza bakar. Onunla yatıyorum fakat hamile kalmasını istemiyorum, dedi. Peygam­ber (s.a.v.):   "istersen azil yap, çünkü kendisine   takdir  edilen   olur" buyurdu. [1111]

Müslim ve Ahnıed'in Müsned'inde rivayetin devamı şöyledir: Bilahere adam geldi ve: Cariye hamile kaldı, dedi. Bunun üzerine Peygam­ber (s.a.v.): "Ben sana, kendisine takdir edilen olur, demiştim" buyurdu.

3- Ebu Said el-Hudri'den rivayet edilmiştir: Huneyn günü esir aldık.   Fidye   karşılığında   onları   serbest  bırakmak   istiyorduk. Rasûlüllah'a (s.a.v.) azli sorduk. Buyurdu ki: "Nasıl uygun görüyorsanız yapın, Allah'ın takdir ettiği mutlaka olur. Çocuk,   erkeğin   suyunun tamamından olmaz. [1112]

4- Haccâc b. Amr anlatıyor: Zeyd b. Sâbit'in yanında oturuyordum, tbnu Fehd -Yemen halkından biri- geldi ve: Benim cariyelerim var, hep­sinin hamile kalmalarını istemiyorum, azil yapayım mı? dedi. Zeyd b. Sabit: Ona fetva ver ya Haccac, dedi. Allah günahlarını bağışlasın, sen­den birşeyler öğrenelim diye yanında oturuyoruz, dedim. Zeyd yine: Fetvasını   ver,   dedi.   Dedim ki:   O,   senin  tarlandır,   dilersen   sula-mazsın. -Haccac diyor ki: Bunu Zeyd'den duymuştum- Bunun üzerine Zeyd: Doğru söylüyor, dedi. [1113]

5- Zaide b. Umayr, anlatıyor: Ibnu Abbas'a azli sordum. Dedi ki: (Çocukları) çoğaltınız. Rasûlüllah (s.a.v.) bu konuda birşey söylemişse, onun  dediği geçerlidir. Ama birşey söylememişse,  diyorum ki: Kadınlarınız, tarlalannızdır, tarlalarınıza nasıl dilerseniz öyle varın. Di­lerseniz, azil yapın, dilemezseniz, yapmayın. [1114]

Beyhakî'nin îbnu Abbas'tan rivayeti şöyledir: "Allah'ın yaratmayı takdir ettiği canı, Ademoğlu öldürecek değildir. Tarlan, dilersen onu su­larsın, dilersen sulamazsın."

6- Hz. Ömer'in şöyle dediği nakledilmektedir: "Rasûlüllah (s.a.v.), hür kadın izin vermedikçe onunla yatarken azil yapmaktan sakındırdı.[1115]

7- Malik, Sa'd b. Ebi Vakkas'tan babasının azil yaptığını nakleder. [1116]

8- Malik, yine senedi ile, Ebu Eyyüb el-Ensarî'nin de azil yaptığını nakleder. [1117]

9- Taberî, kendi senediyle Saîd b. el-Müseyyeb'in "tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın" [1118]ayetinin tefsirinde şöyle dediğini nakleder: Dilerseniz azil yapın, dilerseniz yapmayın. [1119]

10- Ebubekir el-Cessâs da, îbnu Ömer'in, "Tarlanıza nasıl dilerse­niz öyle varın" ayetinin tefsirinde şöyle dediğini nakleder: Dilersen azil yaparsın, dilersen yapmazsın. [1120]

11- Kadı Ebu Ya'la, Ubayd b. Rifae'den babasının şöyle dediğini nakleder: Ali, Zübeyr ve Rasûlüllah'm (s.a.v.) ashabından bir gurup Hz. Ömer'in yanına gelerek azil meselesini tartıştılar, Hz. Ömer: Onda bir sakınca yoktur, dedi. Aralarından biri: Bunun kızları diri diri gömmenin küçük bir şekli olduğunu ileri sürüyorlar, dedi. Bunun üzerine Hz. Ali: "Andolsun biz insanı çamurdan (meydana gelen) bir süzmeden ya­rattık[1121]ayetlerini anlatılan yedi merhaleden geçmedikçe diri diri gömmeye benzemez, dedi. Hz. Ömer, Hz. Ali'nin bu sözünü takdir etti ve: Allah sana hayır mükafat versin, dedi. [1122]

12- Cabir b. Abdillah'tan nakledilmiştir: Ya Rasûlallah (s.a.v.), azil yapardık. Ancak yahudiler bunun, diri diri gömmenin küçük bir şekli olduğunu söylüyorlar, dedik. Buyurdu ki: Yahudiler yalan söylüyor[1123] "Allah (o çocuğu) yaratmak istediyse, azil ona engel olmaz. [1124]

Beyhakî de [1125]Ibnu Abbas'a azlin sorulduğunu, onun: Gidin, başkalarına sorun, sonra gelip bana ne dediklerini haber verin, dediğini; gidip başkalarına sorduktan sonra gelip ne söylediklerini, bu­nun üzerine kendisinin: "Andolsun biz insanı çamurdan (meydana ge­len) bir süzmeden yarattık... [1126]ayetlerini okuduğunu, sonra da şöyle dediğini nakleder: Bu merhalelerden geçmeden nasıl diri gömülene benzesin ki?

Yukarıdaki hadislerle sahabe kavillerini incelediğimizde şu aşağıdaki neticeleri çıkarabiliriz.

1- islâm şeriatı azli onaylamıştır. Peygamber'in (s.a.v.) haberdar oluşundan sonra sahabenin bazısının bunu uygulaması, Peygamber'in (s.a.v.) ikrar etmesi şer'iliğinin isbatı anlamına gelir.

Nitekim kitabımızın baş taraflarında, ruhbanlığı yol edinenlerin bu davranışlarını duyan Peygamber'in (s.a.v.) hemen onları ikaz ettiğini, dikkatlerini kendi sünnetine çektiğini, takip edilmesi gereken yolun kendi sünneti olduğunu söylemiş; sünnetinden yüz çevirenlerin, şeriatına bağlı olmadıklarını belirttiğini anlatmıştık. Rasûlüllah (s.a.v.) bunu duyar duymaz hemen harekete geçmişti.

2- Şeriat azil yapmağa izin vermiş ve onu mubah görmüştür, hat­ta yapılmasına işaret etmiştir: "Dilersen azil yap, çünkü kendisine tak­dir edilen, olacaktır." Böylece dikkatler başka bir yöne; mefhumların ta­shihi ve akidenin düzeltilmesine çekilmiştir.

insanlar bizzat kendileri tecrübe etsinler. O zaman görecekler ki, kontrol eden, onu sınırlayan ve ona hakim olan azil yapmak değildir. Aksine bunun temel etkeni sadece ve sadece Allah ve O'nun takdir buyurduğudur. Azil yapılsın veya yapılmasın, takdir ettiği mutlaka olur.

Bu sebeple Peygamber (s.a.v.): "Dilersen azil yap" buyurmuştur. Yani, Allah'ın meşieti (dilemesi) yaratmaya taalluk ederse, -farkında ol veya olma erkeklik suyun, rahimdeki yerine gidecek ve orada bütün yönleriyle düzenli şekillenmiş bir insan oluşacak. Bunu bizzat kendin müşahede etmiş olacaksın.

3- işte bunun ışığında bu konuda Rasûlüllah'dan (s.a.v.) rivayet edilen şu sözünü anlayabiliriz:

"Azli dilersen yap, ona takdir edilen, olacaktır."

"Neyi uygun görüyorsanız onu yapın. Allah'ın takdir ettiği mutlaka olacaktır."

"Yahudiler yalan söylüyor... Yüce Allah birşeyi yaratmayı dilerse, kimse O'na engel olamaz."

"Kendisinden çocuk olacak suyu, bir kayanın üzerine boşaltsan, Allah ondan bir çocuk çıkarır.[1127]

Hatta bunun ışığında Peygamber'in (s.a.v.) niçin bazı yerlerde azil yapmayı    yasakladığını   da    anlıyoruz.    O    yerlerde  bu   davranışın dayandırıldığı temelin zayıflığı sebebiyle oralarda azil yapmanın redde­dilmesi gerekir.

O zaman azil iki şey için yapılırdı:

Birincisi: Süt emziren kadınla münasebette bulunmanın, süt emen çocuğa zarar verdiği yaygın idi. Bu durumda azil yapmak çocuğa ya­rarlıdır.

ikincisi: Azil yapmak, kesin olarak nesli engeller. Kişi çocuk sahibi olmak istemiyorsa, bunun yolu azil yapmaktır.

Bu sebeple azil yapmayı yasaklama, bu iki hususla irtibatlı iki hakikatten dolayıdır.

  1. a)Menfaat ve zarar verme noktasında gerçek müessir yüce Al­lah'tır. Azil yapmanın veya yapmamanın bizatihi fayda veya zarar ver­diği düşünülmemelidir.

"De ki: Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fay­da veya zarar verecek güce sahip değilim. [1128]

Fayda verme ya da zarar verme başkasının elinde değildir.

Bununla birlikte inanç sahih olduğu müddetçe, normalde eziyet veren ya da Allah'ın etkisi ile zarar veren şeylere karşı kişinin kendini koruma yollarına başvurmasında bir engel yoktur.

Üsame b. Zeyd'den rivayet edilir ki: Biri, Peygamber'e (s.a.v.) gele­rek: Karımla ilişki kurduğumda azil yapıyorum, dedi. Peygamber (s.a.v.): Bunu niçin yapıyorsun? diye sordu. Adam: Çocuğuna/ çocuklarına acıyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): "Eğer zarar verseydi, iranlılarla, Bizanslılara zarar verirdi" buyurdu. [1129]

Peygamber'in (s.a.v.) cevabı, iki hususu içeriyor:

Birincisi: Fayda veren ve zarar veren, yüce Allah'ın kendisidir. Allan'in kader ve iradesi dışında bizatihi fayda veren ya da zarar veren birşey yoktur.

ikincisi: Allah'ın kader ve iradesi dışında herhangi birşeyin zarar vermesi ifade ediliyorsa, sadece onun alelade bir sebep olduğu kastedi­liyor demektir ve o zaman ondan korunma yollarına başvurmakta bir sakınca yoktur.

  1. b)Azil yapmak ya da yapmamak, kadere iman çerçevesi dahilinde olmalıdır. Onu aşmamahdır. Azil yapmanın, nesil sahibi konusunda ke­sin etkileyici olduğunu düşünen kimseye şöyle denilmeli: Asla... Aksine kesin etkileyici olan yüce Allah'tır. Sen suyu boşalt ve işi Allah'a bırak, Allah onu dilediği yöne yönlendirir.

Çoğu zaman su, yerli yerine boşaltılır ama rahim nesil getirecek durumda olmadığından boşa gider. Çünkü Allah, o rahim sahibi kadının çocuk sahibi olmasını dil em emiş tir. Bu O'nun hakimiyet ve takdiri çerçevesinde olan birşeydir. [1130]

"Göklerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut on­ları hem erkek hem kız çocuklar olmak üzere çift verir. Dile­diğini de kısır bırakır. O, herşeyi bütünüyle bilendir, (her şeye) gücü yetendir." [1131]

"Söyleyin öyleyse, dökmekte olduğunuz meni nedir? Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?[1132]

îşte bu sebeple Peygamber'e (s.a.v.) azil yapmayı soran birine: " Sen mi o çocuğu yaratıyorsun? Sen mi ona rızık veriyorsun? Sen suyunu yerine boşalt, bu ancak Allah'ın kaderidir. [1133]

Yine şöyle buyurmuştur: 'Yapmasamz da sizin için bir zarar yoktur. Çünkü yüce Allah, kıyamete kadar yaratacaklarını yazmıştır. [1134]

"Sizden biri bunu niçin yapsın ki? Yaratılmış hiç bir nefis yoktur ki Allah onu yaratmış olmasın. [1135]

Bütün bu hadisler, bu meselede kadere iman etmeğe yöneliktir, însan için, normal ilişkide bulunmakta bir sakınca yoktur. Ne yaratıcı olan insandır, ne de nzık veren. Çocuğun olup olmaması da azil yap­mağa ya da yapmamağa bağlı değildir. Allah'ın dilediği olur ve dileme­diği olmaz; ister azil yapın, ister yapmayın.

O halde... Azil yapmanızda da, yapmamanızda da sizin için birşey yoktur, iş, sadece Allah'ın elindedir.

Bu azil işinden birşey yapar da bundan meşru birşeyi kastediyor­sanız, sebeplerine sarıldıktan sonra işi Allah'a havale edin. Umulur ki Allah işinizde size yardımcı olur.

İlahi yönü görmezlikten gelip şu alelade vesilelere sarılan ve bu­nunla çocuk sahibi olmaktan kaçınmayı hedef edinen, her ne kadar onun bu davranışının yaratma ve varetme hususunda bir etkisi yoksa da, ameller niyyetlere göre değerlendirilir ve bu sebeple de şeriat, onun bu davranışını diri gömmek[1136] gibi mütalaa etmiştir.

Kendisine azil sorulduğunda Peygamber'in (s.a.v.) şu sözü ile kas­tedilen budur: O, gizli gömme'dir. Diri gömme ise şu ayette anlatılandır: "Diri diri toprağa gömülen kızlara, suçunuz neydi? diye sorulduğunda. [1137]

Kocası, kişinin Allah hakkındaki itikadı sahih olduğu; fayda ve zarar verenin O olduğunu; O dilerse olacağını, dilemezse olamayacağını bildiği müddetçe çeşitli kapıları çalmasında ve çeşitli yollara başvurmasında sakınca yoktur.

Buna göre meşru bir sebep varsa kişinin azil yapmasında bir sakınca yoktur. Hatta kadına veya erkeğe bir zararın dokunması sözkonusu  ise  yapmak ya  da  günümüz  korunma yollarına başvurmak vacib olur.

Nitekim, süt emziren kadının hamile kalması muhtemel ise, onun­la münasebette bulunmanın şeriat tarafından hoş karşılanmadığını az önce görmüştük.

Nesli korumak, onu güçlendirip gözetmek, onu rastgele çoğaltıp düzensiz ve gözetimsiz yetiştirmekten önce gelir.

Hamilelik müddeti genellikle dokuz ay olduğuna ve süt emzirmeyi tam olarak yapmak isteyen için bunun müddeti tam iki yıl olduğuna ve bu müddet içerisinde hamilelikten sakındırıl di gına göre, iki kardeş arasında üç yıla yakın bir müddet olmalıdır. Her iki dönem için yüce Al­lah şöyle buyuruyor: 'Taşınması ile sütten kesilmesi toplam otuz ay sürer.[1138]

Yüce Allah yine şöyle buyuruyor: "Emzirmenin tamamlan­masını isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. [1139]

Süt emen çocuğun zarara uğramasından ve süt emziren kadının hamile kalmaması gerektiğinden sözeden hadisleri az önce görmüştük.

Tıp bu müddete iki-üç yıl daha ilave eder ve bunun, kadının hamil­elik ve süt emzirmekten dolayı kaybettiği gücünü geri alması için gerek­li olduğunu söyler.

Böylece bu dönemde bebeğe gösterilmesi gereken önem ve ana ile babanın bebeklerine karşı takınacakları tavır konusunda Kur'an ile sünnette anlatılanlar birbirlerini desteklemektedir.

Kahire Üniversitesi Tıp Fakültesi fizyoloji bölümü başkanı Dr. Fethi ez-Zeyyat, kendisiyle yaptığımız konuşmasında anne sütünün, hayvan sütlerine ve yapay sütlere birçok açıdan üstün olduğunu delille­riyle ifade etmiştir. Bunların birkaçı şöyledir:

1- Anne sütü, çocuğun ihtiyacına uygun gıdaları itidalli bir şekilde içerir. Süt emmenin çeşitli dönemlerinde çocuk büyüdükçe de değişen ihtiyaçlarına uygun değişikliklere uğrar.

2- Anne sütü, bazı proteinler ihtiva eder ki bunlar çocuğa güç verir ve hayatının ilk aylarında annede bulunmayan bazı hastalıklara karşı onu korur.

3- Anne sütü, vasıtasız olarak çocuğa ulaştığından kirlenme ve mikroba bulaşma gibi durumlar sözkonusu değildir.

4- Çocuk ile onu emziren anne arasındaki ruhi bağları güçlendirir. Böylece annede, annelik duygulan ve çocukta da, o annenin çocuğu olma duyguları gelişir. Birbirlerine daha güçlü ve sağlıklı bağlarla bağlanırlar.

5- Doğumun ilk günlerinde anne sütündeki bazı salgılar, çocuğun bağırsaklarını   çalıştırır   ve   kakasını   yapabilmesi   için   gerekli yumuşaklığı sağlar.

6- Anne açısından da, süt emzirme, rahmin süratli bir şekilde küçülmesine ve eski tabiî halini almasına yardımcı olur.

Bütün bu anlatılanlardan, gerek tıbbî, gerek iktisadî, gerek içtimaî ve gerek insanî açıdan hem annenin ve hem de süt emen çocuğun ko­runması konusunda anne sütünün büyük bir öneme haiz olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bu dönemde anne sağlığına gösterilecek has­sasiyet, aynı zamanda süt emen çocuk için de Önemlidir. Çocuğun tabii gelişmesi için gerekli bir husustur.

Sadece tabipler değil, psikologlar da iki çocuk arasındaki ideal sürenin üç yıldan aşağı olmaması gerektiğini söylemeleri hayret verici bir tavafuktur.

Yirminci asrın ilk çeyreğinden bu yana ingiltere, Fransa, Alman­ya, Yunanistan, Birleşik Devletler, Mısır ve daha başka ülkelerde psi­kologlar, aile fertlerinin miktarı ile çocuğun zeka seviyesi arasındaki ilişkiyi tesbit etmek için binlerce çocuk üzerinde deneyler yapıyorlar.

Yapılan araştırmalar, kardeşlerin sayısı ile zekaları arasında ters bir orantının bulunduğunu göstermektedir. Kardeşlerin sayısı çoğaldıkça zeka seviyeleri düşmektedir.

Bu araştırmalarda, uygulamalar çeşitli zaman ve mekanlarda yapılmış ve meselede temel etkeni yakalayabilmek için çeşitli ihtimall­er gözönünde bulundurulmuştur.

Nitekim normalde hamile kalması ihtimali varsa emziren kadınla münasebette bulunmanın şeriat tarafından hoş karşılanmadığını yukarıda görmüştük.

Kısacası nesli korumak, onu güçlendirip gözetmek, onu rastgele çoğaltmaktan önde gelir.

Kalıtımın zeka üzerinde ters yönde bir etkisinin olup olmadığı araştırıldı. Ancak birçok deneyden sonra babalann zekası ile çocukların zekası arasında ne olumlu ve ne de ters yönden bir etki olmadığı görüldü. Yani babaların zekası ile çocuklarının sayısı arasında bir ilişki bulunamadı.

Ancak ailenin içinde bulunduğu çevre ve hacmi ihtimaline gelince, deney ve araştırmalar, çok kardeşli ailelerde çocuğun zekasının ve çeşitli alanlarda yeteneklerinin gelişmesine olumsuz yönde etki ettiğini göstermiştir.[1140]

 

Çocuğun Zeka Seviyesi, İki Hususa Dayanır:

 

Birincisi: Kalıtım yoluyla gelen etkiler.

ikincisi: Çocuğun kelime hazinesi ve davranışlarında kendini gösterir. Çocuğun kendini anlatabilmesi konusundaki zekası bunlara dayanır, içinde pasif halde bulunan zeka yeteneği bunlarla harekete geçer.

Çocuklar çoğaldığında baba ile çocuk arasındaki karşılıklı de­neyim ahş-verişi azalır.

Diyelim ki, ana-babanın boş vakitleri sekiz saattir ve dört çocukları vardır. Buna göre çocukların herbirinin ana-babaları ile ile­tişim imkanları iki saattir.

Çocukların sayısı çoğaldıkça ebeveynin sıkıntılarının artması ve daha çok sinirlenmeleri gözönünde bulundurulduğunda, şayet tek çocukları olsaydı bu çocuğun elde etmesi mümkün olan vaktin dörtte bi­rini de bu çocuklardan her biri bulamaz.

Bir çocuğun, kendisinden büyük ağabey veya ablalarının konuşmalarım diniemesiyle yalnız basınayken veya az kardeşleri olduğunda babasından yararlanması aynı değildir.

öğretmenin karşısındaki öğrenci sayısı çoğaldıkça öğrencilerden herbirinin öğretmenden yararlanma fırsatının azaldığı, eğitimle ilgile­nenler tarafından bilinen bir vakıadır.

Kardeşler, ancak yaşları arasında büyük farklar olduğunda bir ta­viz koparabilirler. Başka bir açıdan bu, küçük çocuğun ebeveynine ve özellikle annesine daha çok yaklaşabilmesine fırsat verir.

Kardeşler, baba ile aynı telden çalmazlar. Çünkü küçük yaştaki çocuklar, kaba tavırlara; şiddet ve çekiciliğe Önem verdikleri kadar konuşulanlara önem vermezler. Oysa bu merhalede çocuklar hareketle ilgili şeylerden çok, sözlü anlatımla aktanlan deneyimlere ihtiyaç duyarlar.

Kardeşler, birbirlerinden yararlansalar da aralarındaki kıskançlık duygulan bu yararlanmayı olumsuz yönde etkiler. Oysa çocukla ebevey­ni arasında böyle bir duygu yoktur.

Psikologlar, bütün bunlardan çok çocuklu ailelerde çocukla zeka gelişimi fırsatlarının azaldığı neticesini çıkarırlar.

Ayrıca ailede doğumun çokluğu, aile ortamını gerginliğe sürükler. Bu nedenle iki çocuk arasında makul sürenin iki veya üç yıldan az ol­maması gerektiğini söylerler. [1141]

Biz bu anlatılanları, çocukları koruma ve muhtemel zararlardan onlan muhafaza etme konusunda din ile modern ilmin uyum içerisinde oldukları neticesini çıkarıyoruz.

Şeriat, mevcut çocuklara zarar verecek doğumlara kucak açmıyor. Aileye eziyet verecek çok çocukluluğu benimsemiyor. Genel kural: Zara­ra uğramamak ve zarar vermemektir.

Peygamberin (s.a.v.) bu hususta kader arasında bir bağ kurduğu gibi bununla zarar arasında bir bağ kurduğunu; süt emen çocuğa zarar vermekten aynı zamanda kişinin sahih itikattan uzaklaşmasından da sakındırdığını gördük.

Bu konuda zararın tesbiti, ictihadîdir. Nitekim alimler, Peygamber'e (s.a.v.) nisbetle de bunun böyle olduğunu ve ondan sonra da ümmetin buna uyması gerektiğini söylerler.

Buna göre tıp, sosyoloji ve psikoloji uzmanları, yeni bir hamilelik­ten dolayı mevcut çocuğa bir zarar dokunacağım tesbit ettiklerinde, şeriat de çocuğu ortaya çıkacak zarardan korumanın gerekliliği konu­sunda modern ilimle uyum içerisindedir. Ta ki, zarar son bulup durum tabii seyrine dönünceye kadar.

Günümüz tıp literatürünün bu konuda söylediklerini araştırdım ve şu sonuçlara vardım:

1- Kadına nisbetle  hamilelik tabii  bir husus olup annelik içgüdüsüyle ilgilidir. Kadın, hamile kalmakla tabiatında mevcut olan bir görevi yürütür.

2- Bununla birlikte yorucu bir iş kadın için ağır bir yüktür. Bu dönemde kadın, harcadığı enerjinin yerini dolduracak birtakım gıdalara ihtiyaç duyar.

3- Bu dönemde kalb ve böbreklerin yükü artar. Çünkü, kalb anne için normal görevinin yanısıra ceninin ihtiyacı olan oksijen ve gıda ihti­va eden kanı da cenine pompalar.

Aynı şekilde böbrekler de, annenin artıklarını temizlemenin yanısıra çocuğun da artıklarını temizler.

4- Hamilelik,  sağlığı bozuk ya da gıda ihtiyacı tam olarak karşılanamayan ve bu sebeple hamilelik yükünü taşıyamayan kadına

5- Ardarda hamile kalma kadının normal yapısına etki edebilir ve karın kaslarım gevşetebilir.

Aynı şekilde ardarda hamile kalma kadının güzellik ve narinliğine zarar verir. Bu hususta en bariz zarar, kadın göğsünün sarkmasıdır.

6- Diğer yönden mutlak olarak hamilelikten kaçınmak da kadına birtakım zararlar verebilir. Çünkü annelik ve hamile kalmak kadının yaratılışına uygun bir görevdir. Uzun müddet hamile kalmaktan kaçması, ruhsal ve sinirsel hastalıklara maruz kalmasına sebep olur.

Bu durumda kadın rahmi, liflerin şişmesi ve kadının sağlığını teh­dit eden salgı ve akıntılarla karşı karşıya kalır.

Tıbbi araştırmalar, bunlara ilaveten şu sonuçlara da varmıştır.

Hamilelik dönemi ile ardından gelecek hamilelik dönemi arasında ideal süre, çocuğun süt emme ve sütten kesilmesi ile kadının, hamilelik ve süt emzirmekten mütevellit bünye zayıflığını telafi edip eski normal durumuna kavuşması için gerekli süredir. [1142]

Son olarak şunu da belirtmemiz gerekiyor:

Evlilik konusunda henüz başta şart koşulan ekonomik güç, çocuklarla ilgili olarak şart olma durumunu devam ettirir. Çocuk sahibi olması, çocuklarına, anneye veya aileye bir zararı sözkonusu ise, kişinin öncelikle bu ekonomik gücü elde etmeğe çalışması gerekir. Ondan sonra çocuk sahibi olmağa bakmalıdır.

Bunun, Allah'ın rezzak ve sağlam güç sahibi olduğuna inanmakla çeliştiğini   düşünmemeliyiz.   Çünkü   rızık   elde   etme   yollarına sarılmamızı emreden bizatihi yüce Allah'tır:   "Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Şu halde yerin sırtlarında dolaşın ve Allah'ın rızkından yeyin. Dönüş ancak O'nadır. [1143]

Peygamber de (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz."

"Kişinin, nafakalarından sorumlu oldukları fertleri terketmesi, günah olarak ona yeter."[1144]

 

Şeriatın Çocuk Sahibi Olmaya Bakışı:

 

Bütün bunlardan sonra şeriatın çocuk sahibi olmayı bir program ve yönteme tabi tuttuğunu söyleyebiliriz. Çocuk sahibi olmaktan dolayı bir zarara uğranmıyor ve bunun başkasına da bir zaran yoksa İslam şeriatı onu teşvik eder. Ama zarar sözkonusu ise, ondan sakındırır.

Ayrıca doğan  çocuğa umut kapılarını açar.  Zihin ve beden güçlerinin gelişmesine yardımcı olur. Yeteneklerini geliştirmesine, aa-lih amel ile yeryüzünü imar etmesine, yüce ahlak ile ahi aklanmasın a ve Allah'ın emrine amade kıldığı şu geniş evrenden yararlanmasına zemin hazırlar ve ona yardımcı olur.

İşte o zaman çocuklar gözlerin sevinci olurlar. Nesil, yararlı ve güzel nesil olur. Bilahare emaneti taşımağa, toplumunu ileri götürmeğe ve onu ilerilik, medeniyet ve ebedîlik yolunda insanlık kervanına ulaştırmağa ehil olur.

Her şeyin bir sonu olduğuna göre evlilik de ya boşama ya da ölümle son bulur.

Boşama ancak eşler arasındaki anlaşmazlık ve nefrete son verile­mediği, gerek eşlerin ve gerek tayin ettikleri hakemin çabalan sonunda tedavi yollan tükendiği durumlarda sözkonusu olur.

Boşamada iddetin olması, eşlerden herbirinin durumlarını son bir defa gözden geçirmelerine fırsat vermek içindir. Müddet doluncaya ka­dar geri dönmezlerse, eşler tamamen birbirlerinden ayrılmış olur ve her biri kendi yoluna devam eder.

Vefat esnasında kadının iddet beklemesine gelince, bunda kocaya vefalılık ve evliliğin hükmî olarak devam etmesi sözkonusudur. Bu müddet içerisinde kadının süslenmesi ve başka bir koca ile evlenmesi haramdır.

Bununla birlikte evlilik ilişkileri sadece zahirde son bulmuş olur. Sevgi ve muhabbetten gıdalanan, vefa ve güvenin devam ettiği, iman, ülfet ve istikamet üzere olan ilişkiler ebediyete kadar devam eder. Ahi-ret hayatında tekrar buluşurlar.

"Onlar ki inandılar, zürriyetleri de imanda kendilerine uydu; (onlan cennete sokarken) zürriyetlerini de kendilerine katmışızdır; ken­di amellerinin sevab)ından da hiçbir şey eksiltmemişizdir.[1145]

Dinî nasslar, evliliği ve etkilerini Övüp ona teşvik etmiş; evlenme imkanlanna sahip olduğu halde evlenmeyeni kınamış, hiç evlenmemeyi düşünenlerin bu tavırlannı şiddetle yasaklamış; evliliğin, peygamber­lerin ve resullerin sünneti olduğunu; gerçek ruhbanlığın, her hak sahi­bine hakkını vermek, Allah'ın emirlerine uymak ve O'nun yolunda cihad etmek olduğunu belirtmiştir.

Evliliğin psikolojik hedefleriyle ilgili Kur'an ve sünnetin an-lattıklan ile psikolojinin anlattıklan uslüp bakımından farklı ise de öz ve muhteva yönüyle aynıdır. Diğer hederlerine gelince bunlardan bir kısmı hem Kur'an ve hem de sünnet tarafından dile getirilmiş diğer kısmı, evliliğin diğer bazı meselelerinde olduğu gibi sadece sünnet ta­rafından anlatılmıştır.

Evlilik ile beş zaruret diye bilinen; dini korumak, aklı korumak, canı korumak, malı korumak ve nesli korumak arasında sağlam bir bağ vardır.

Evliliğin kendilerinden dolayı meşru kılındığı gayeler ile evlilik kaçınılmaz bulunan ve daha önce etraflıca anlattığımız rükün ve şartlar arasında sıkı bir bağ vardır, islam'ın bu şartlan tam olarak bulundur­mayan    diğer    evlilik    çeşitlerini    yasaklaması,    bu    gayeleri gerçekleştirmemelerinden dolayıdır.

Mut'a, islam'ın ilk dönemlerinde zaruretten dolayı ve sınırlı bir süre için mubah kılınmıştır. Peygamber (s.a.v.) Mekke fethinde onu ebe­diyete kadar yasaklamıştır. Yasakhğı konusunda sahabenin icmaı ise, Hz. Ömer döneminde gerçekleşmiştir. [1146]

 

Sonuç

 

Evlilik, ailenin temelidir. Aile de, toplumun temelidir. Aile ile toplum, güçlü olma ve zayıf olma, doğru yolda olma ve kötülük gibi konularda karşılıklı birbirlerini etkiler.

Birden fazla kadınla evlenmeyi islamiyet başlatmamış, ancak kendisinden önce yaygın bir vakıa olarak onu kabul etmiştir. Bununla birlikte onu düzenlemeyi üstlenen ve aileye zararlannı bertaraf eden birtakım kayıtlar ve sınırlamalar getirmiştir.

Evlilik, kişinin uygun ortağa olan ruhî ihtiyacını tatmin eder. içgüdüleri düzenler ve duyguları yatıştırır. Yeni neslin eğitim ve yetiştirilmesi  için  uygun  ortamı   hazırlar.  Toplumun  inşası   ve geliştirilmesi, mirasının ve kutsal şeylerinin korunması için ona yardımcı olur.

Rasûlüllah'ın (s.a.v.) çok kadınla evlenmesi, insanlık, toplum, siya­set, ilim ve din ufuklannda yüce gayeleri gerçekleştirmek içindir.

Kur'an ve sünnet, eş seçiminde iman ve ahlakın önemine dikkat çekmiş; soy akrabalığı ve evli olma gibi sebeplerle kendileriyle evlenile-meyecek kadınları açıklamışlardır. Daha sonra psikolojik etkenleri, psikoloji ve sosyolojinin de anlattıklarıyla uyum içerisinde olan içtimaî amilleri sünnet yalnız başına anlatmıştır.

İslam, nişanlılar arasındaki ilişkileri orta bir yol izleyerek düzenlemiş; ne bağnazlık ve donukluğa ne de sınırsız özgürlük ve hoşgörüye sapmıştır.

Evlilik hayatı, eşlerin çeşitli alanlarda sabırlı olmalarına, hikmete uygun davranmalanna, mütehammil ve vefalı olmalarına, birbirlerini sevmelerine, birbirlerine güvenmelerine, islam'ın ışığında hatalarını düzeltmelerine, evlilik ilişkilerinin özünü zedelemeyen ve Allah'ın ya­saklarının çiğnenmediği hataları görmezlikten gelmelerine ihtiyaç gösterir.

İslamiyet, hatalı davranmaları psikolojik etkenlerinin bir çoğunu kendi üslûbu ile tedavi etmiştir. Peygamber (s.a.v.) değişik karakter­lere sahip hammlarıyla ilişkilerinde bize iyi örnek olmuş, hangi durum­larda nasıl bir tavır takınılacağım bizlere göstermiştir.

Evlilik ilişkilerinin bir çoğunda psikoloji, sosyoloji ve tıp ilimle­riyle uyuşması, tutarlı olmayan ve akibeti zararla sonuçlanan karar­larında ise onlara muhalefet etmesi, islam'ın hakkaniyet ve asaletine en güzel delildir.

Modern ilmî araştırmalarla yetinmeyip islam'a dönmemizin ve on­daki psikolojik ve sosyolojik gerçekleri keşfedip evlilik problemlerimizi onun ışığında çözmemizin zamanı gelmiştir.

islam'da evlilik nizamı, derin ve hassas bir nizamdır. Bu nizam, hikmet,    isabetlilik,    aile   ve   toplumu    şehvetin   taşkınlık   ve kötülüklerinden koruma, eşlerin ve ailelerinin, sonra da toplumun mut­luluğunu garanti altına alma gibi hususlarla doludur. [1147]

 

KAYNAKLAR

 

1- Tefsir

 

  1. Ahkâmu'l-Kur'an; Ebu Bekr Muhammcd b. Abdillah (İbnu'l-Arabî), Tah­kik: Ali el-Becavî. Tab'u îsa el-Halebî, 1376 h.
  2. Ahkâmu'l-Kur'an; Ebu Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî el-Cessâs, Mısır. 1347 h.
  3. Tefsiru tbnu Cerîr et-Taberî; Tahkik: Ahmed Şâkir. Dâru'l-Maârif baskısı, Kahire.
  4. Tefsiru İbni Kesîr; Matbaatu'l-İstikame, Kahire,
  5. Tefsiru'1-Kurtubî; Tab'u Dari'l-Kütubi'l-Mısriyye
  6. Tefsiru'l-Keşşaf; Zamahşerî, Matbaatu'l-îstikame, 1365 h.
  7. Tefsiru'1-Âlûsî; et-Tibâatu'1-Muniriyye, Kahire
  8. Tefsiru'l-Menâr; Rcşid Rıza-Muhammed Abduh.
  9. Tefsiru Sûreti'n-Nûr, İbrahim el-Cibâlî.
  10. Tefsîru Âyâti'l-Ahkâm li Külliyeti'ş-Şcria, Muhammed AJi es-Sâyis.
  11. Tefsîru Livâi'l-İsîam, (Mısır'da yayınlanan bir dergi)
  12. Basâiru Zevi't-Temyîz fî Latâifi.'1-Kitabi'l-Aziz, Fîruzâbâdî, Tab'ul-Meclisi'1-A'la li'ş-Şuûnu'I-Â'lâ li'ş-Şuûni'1-lslamiyye, 1384 h.
  13. Uradetu't-Tefsîr, İbnu Kesîr, Tahkik: Ahmed Şâkir. Tabu Dâri'l-Maarif.
  14. Nazmu'd-Dürer fi Tenâsibi'l-Âyâti ve's-Sûver, Burhanü'd-Din İbrahim el-Bükaî, Tab'u Dârietı'l-Usmâniyye, Haydarâbâd, Hindistan. 1969-1984.[1148]

 

2- Hadis

 

  1. 15. el-İhsân bi Tertibi Sahihi'bni Hibbân, Alâu(d-Din el-Fârisî, Tab'u Dâri'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut. 1987.
  2. Ahlak'un-Nebi ve Âdâbuhu, Ebu'ş-Şcyh, Tahkik; Abdullah es-Sıddîk el-Gemmârî. Matâbiu'l-Hilâl.
  3. el-Edebü'1-Müfred,   Buhârî,   Tahkik:   Muhibbü'd-Din   el-Hatîb.   el-Matbaatu's-Sclefİyye, Kahire. 1375
  4. et-Terğib ve't-Terhib, el-Münzirî, et-Tibâatü'1-Müniriyye, Kahire.
  5. 19. Takrîbü'i-Esânîd ve Tertibu'l-Mcsânîd, Ebu'1-Fadl el-Irakî, Matbaatu Cem'iyycti'n-Neşr vc't-Te'lîf el-Ezheriyye, 1353 h.
  6. 20. Temyîzu't-Tayyib mine'l-Habîs fi mâ Yedûru alâ Elsineti'n-Nâs mine'l-Hadis, İbnu Umar eş-Şeybânî, Matbaatu Muhammed Ali Sabîh, 1353 h.
  7. 21. Tcnzîhü'ş-Şarîati'l-Merfua ani'l-Ahâdisi'l-Şenîati'l-Mevdûa, Kettânî, Dâru Matbaati Atıf, Kahire.
  8. Câmiu't-Tirmizî, {birinci cüz): Tab'u'l-Müctabâî, Hindistan, (diğer cüzler), Mustafa el-Halebî, Kahire. 1377-1378 h.
  9. 23. el-Câmiu's-Sağîr, Suyûti, Tab'u Matbaati'l-Âmiriyyc eş-Şarkiyye, 1304 h.
  10. er-Risale, Şafiî, tahkik, Ahmed Şakir, Tab'u Mustafa el-Halebî, 1358 h.
  11. Zâdü'1-Maâd fi Hedyi Hayri'1-İbâd, İbnu Kayyim, Matbaatu Muhammed Ali Sabih, Kahire.
  12. Zadü'l-Müslim fi mâttefeka aleyhi el-Buhârî ve Müslim, Şankitî.
  13. Sünenü Ebî Dâvud, Ebu Dâvud es-Sicistanî, Tahkik, Muhyiddin Abdil-hamîd, Matbaatu's-Saâde, 1369 h. Matbaatu Dâri'l-Hadis, Suriye, 1974
  14. Sünenü tbni Mâce, Tab'u îsa el-Halabî, 1313 h.
  15. Sünenü'l-Beyhakî, es-Sünenü'1-Kübrâ, Matbaatu Dâireti'l-Maarifi'l-Usmaniyye, Haydarâbâd. 1353 h.
  16. Sünenü' d-Dârekutnî,

a- Tab'u'l-Muctebâî, Hindistan, b- Dârü'l-Mahâsin, Mısır. 1368 h.

  1. Sünenü'd-Dârimî, Matbaatü'l-Î'tidal, Dımaşk, 1349 h.
  2. 32. Sünenü Saîd Ibni Mansür, Hindistan. 1387 h.
  3. 33. Sünenü'n-Nesâî,

a- Tab'u'l-Matbaati'I-Mısriyye (altıncı cild) b- et-Tab'atü'I-Meymeniyye, Mısır. 1312 h.

  1. Sahihu'I-Buhârî, Tab'u Abdirrahman Muhammed, 1348 h.
  2. Sahibu Müslim, Tabu îsâ el-Halebî, 1347 h.
  3. Sahîhu tbni Hibbân, Yazma
  4. Keşfu'1-Hafâ ve Muzîlu'l-îlbas fî mâ Uştuhire alâ Elsineti'n-Nâs, Aclûnî, Mektebetü'l-Kudsî.
  5. Kenzü'l-Ummâl fî Süneni'l-Akvâl ve'l-Efâl, (bi hâmişi'l-Müsned.)
  6. Amelu'l-Yevm ve'1-Leyle, Ibnu's-Sünnî, Tab'u Haydarâbâd, 1538 h.
  7. el-Merâsîl, Ebu Dâvud, Tab'u Muhammed Ali Sabih.
  8. el-Müstedrek alâ's-Sahihayn, Hâkim Ebu Abdullah en-Neysâbûrî, Tab'u Dâireti'l-Maârifi'n-Nizamiyye, Hindistan. 1343 h.
  9. 42. Müsnedü Ebî Dâvud et-Tayalisî, Tab'u Dâireti'l-Maârifi'n-Nizamiyye, Hindistan, 1321 h.
  10. Müsnedü Ahmed İbni Hanbel,

a- Tab'u Dâireti'l-Maârif, Kahire, b-Tab'u'l-Halebî, 1313 h.

  1. 44. Müsnedü'1-Hümaydî, Tab'u'l-Meclisi'1-Ilmî, Hindistan. 1382 h.
  2. 45. Müsnedü'ş-Şihâb, Ebu Abdillah Muhammed b. Selâme el-Kudâî, tahkik ve tahric, Hamdi Abdülmecid es-Selefî, Tab'u Müesseseti'r-Risale, Beyrut. 1985.
  3. Maâlimû's-Sünen, Hattabî, bi hamiş Sünen Ebi Dâvud, tahkik, izzet ed-Daâs-Âdil es-Seyid, Dâru'l-Hadis, Hıms. 1974
  4. el-Mu'cemu'1-Kebîr, Taberânî, Tahkik ve tahric, Hamdi Abdülmecid es-Selefî

a- Matbaa tu'1-Ümme, Bağdat. 1983

b- Matbaatu'z-Zehra el-Hadise, Musul. 1405 h.

  1. el-Makasidu's-Seniyye, Sehâvî, Tahkik, el-Ğammârî, Mektebetü'l-Hâncî, 1375 h.
  2. Muvattau Malik, -rivayetu Yahya b. Yahya-, Tab'u Mustafa el-Halebî, 1348 h.
  3. Muvattau Malik, -rivayetu Muhammed b. el-Hasen-, Tab'u'l-Meclisi'l-
  4. el-Musannaf, Ibnu Ebî Şeybe,

a- Yazma.

b- Dâru's-Selefiyye, Hindistan. 1983.

  1. Mevâridu'z-Zam'ân fi Zevaidi îbni Hibban, Heysemî, el-Matbaatu's-Selefiyye, Kahire.
  2. 53. Mecmau'z-Zevaid, Heysemî, Mektebetu'l-Kudsî, 1352 h.[1149]

 

3- Hadis Şerhleri

 

  1. Îthafu's-Sâdeti'l-Muttakîn bi Şerhi Esrari İhyai Ulumi'd-Dîn, Zübeydî, el-Matbaatu'l-Meymeniyye, 1311 h.
  2. 55. et-Ta'liku'1-Muğnî alâ Süneni'd-Dârekutnî, bi hamişi's-Sünen.
  3. 56. Tehlisu'z-Zehebî li'1-Müstedrek, bi hâmişi'l-Müstedrek.
  4. 57. Tahricu'l-Irakî li Ahâdisi'1-lhya', bi hâmişi'1-İhya
  5. 58. Câmiu'1-Ulûm ve'1-Hikem, îbnu Receb el-Hanbelî, Tab'u Mustafa el-Halebî, Mısır. 1346, 1382.
  6. 59. Hâşiletü's-Sindî alâ İbni Mâce, el-Matbaatu'1-İlmiyye, Mısır. 1313 h.
  7. Şerhu'n-Nevevî alâ Müslim, el-Matbaatu'I-Mısriyye.
  8. Şerhu'l-Azİzi ale'l-Câmii's-Sağir.
  9. Tarhu't-Tesrib Şerhu Takribi'l-Esânid, Irakî, bi hâmişi't-Takrib.
  10. Umdetu'1-Karî Şerhu Sahihi'l-Buharî, Tab'u Abdirrahman Muhammed, 1348 h.
  11. Fethu'1-Bârî Şerhu Sahihi'l-Buharî,

a- Tab'u Abdirrahman Muhammed, 1348 h. b- Tab'u 's-Selefiyye, Kahire.

  1. el-Fethu'r-Rabbânî bi Şerhi Tertibi Müsned Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî, Ahmed Abdurrahman el-Benna, Kahire. 1372 h.
  2. Maâni'1-Âsâr, Tab'ul-Mustafâî, Hindistan. 1300 h.
  3. Nefu Kûti'l-Mugtezî alâ Camii't-Tirmizî, el-Müctebâî, Hindistan. 1328 h.
  4. Neylü'l-Evtar, Şevkânî, el-Matbaatu'1-Usmaniyye el-Mısriyye.
  5. Âdâbu'z-Zifaf fi's-Sünneti'1-Mutahhare, Nâsıruddin el-Elbânî, Suriye.
  6. Delailu'n-Nübüvve, Beyhakî, tahkik, Ahmed Sakr, Tab'u'1-Meclisi'l-A'lâ li'ş-Şuûni'1-îslamiyye, Kahire. 1380[1150]

 

4- Kur1 An Ve Hadis İlimleri

 

  1. Esbâbu'n-Nuzûl, Vahidî, tahkik, Ahmed Sakr, Tab'u'1-Meclisi'l-A'la li'ş-Şuûni'l-tslamiyye, 1380 h.
  2. el-î'tibar fi'n-Nâsih ve'1-Mensûh mine'1-Âsâr, Hâzimî, Tab'u'l-Müniriyye, Kahire.
  3. Ihtilafu'l-Hadîs, Şafiî, bi hâmişi'1-Umm, Kahire. 1325 h.
  4. Şerhu Elfîyyeti'l-Irakî, Zekeriyya el-Ensarî, Tab'u'l-Matbaati'l-Cedide, Fas.
  5. el-Kifaye, Hatib el-Bağdadî, Haydarâbâd. 1357 h.
  6. 76. el-Muhaddisu'I-Fâdıl, Râmahurmuzî, Yazma.
  7. cl-Mecrûhûn, îbnu Hibban, yazma.
  8. Nuhbetu'l-Fiker Maa Şerhihâ, îbnu Hacer, tashih, Ahmed Şâkir, Tab'u'l-Maarif[1151]

 

5- Fıkıh

 

  1. el-Umm, Şafiî, Kahire. 1325 h.
  2. el-Bâci alâ Muvattai Malik.
  3. Bedâiu's-Sanai', Kâsânî, Kahire. 1327 h.
  4. Haşiyetu's-Sâvî ala'ş-Şerhi's-Sağir, Kahire, 1323 h.
  5. 83. Şarhu'l-înaye ale'l-Hidaye.
  6. el-Mebsût, Serahsî, Kahire. 1331 h.
  7. 85. el-Muhaliâ, İbnu Hazm, el-Matbaatu'1-Muniriyye, 1347 h.
  8. Mevâhibu'l-Celil Şcrhu Muhtasarı Halil, Mısır. 1328 h.
  9. el-Muhtasaru'n-Nafi' fi Fıkhi'l-İmamiyyc, Vezaretu'l-Evkaf, Kahire.[1152]

 

6- Tarih

 

  1. el-tsabe fi Temyîzi's-Sahabe, İbnu Hacer

a- Matbaatu's-Saâde, Mısır, 1328 h.

b- el-Matbaatü'ş-Şerife, Kahire. 1325 h.

  1. Üsdül-Ğâbe fi Ma'rifeti's-Sahabe, Hindistan. 1208 h.
  2. el-İstiâb fi Ma'rifeti'l-Ashâb, İbnu Abdilberr

a- Matbaatu Nahdati, Mısır, b- Matbaatu's-Saâde, 1328 h.

  1. 91. el-Bidaye ve'n-Nihaye, İbnu Kesîr, Matbaatu's-Saâde, Kahire.
  2. Tehzibu't-Tehzîb, İbnu Hacer, Haydarâbâd. 1326 h.
  3. Sîretu îbnu Hişâm ve'r-Ravdu'1-Unf, Dâru'n-Nasr Îi't-Tibaa, Kahire
  4. et-Tabakatu'1-Kübra, İbnu Sa'd.

a- 1377 h.

b- Tab'atu'ş-Şa'b, Kahire.

  1. Mizanu'1-İ'tidal, Zchebî, Tab'u îsa el-Halebî, Kahire.[1153]

 

7- Felsefe, Hukuk Ve Sosyoloji

 

  1. el-Üsretu fi't-Teşrîi'1-îslamî, Muhammed Ahmed Ferac el-Scnhûn.
  2. el-Üsretu ve'1-Müctema', Dr. Ali Abdulvahid Vâfî.
  3. İhyau Ulumi'd-Din, Ğazâlî, Tab'u îsâ el-Halebî.
  4. el-îslam Sebilu's-Saâdc, Kâzımı, Bağdad. 1372 h.
  5. el-îslam Akidun ve Şeria, Mahmud Şeltût, Daru'l-Kalem, Kahire.
  6. Beytu't-Taâti ve Taaddüdu'z-Zevcat ve't-Talâku fi'1-îsîam, Dr. Ali Abdülvâhid Vâfî.
  7. ed-Dîn ve Kavâninu'1-Ahvali'ş.-Şahsiyyc, Ali Mansur, el-Meclisu'1-Ala li'ş-Şuuni'1-îslamiyye.
  8. ez-Zevacü'1-Muakkat ve Devruhu fi Halli Müşkileti'1-Cins, Muhammed Takiyyuddin, Tab'u Dâri'l-Endelus, Beyrut.
  9. el-Fikrü'1-İslamî ve'1-Müctemau'i-Muasır, Dr. Muhammed el-Behiy, Beyrut. 1976.
  10. el-Felsefetü'1-Kur'aniyye, Abbas Mahmûd el-Akkâd, Tab'u Dâri'l-Hilal, Mısır.
  11. Fennü'z-Zavac, Dr. Emir Baktır, Tab'u Dâri'l-Hilâl, Mısır.
  12. 107.  Meda Îsti'mâli'l-Hukûkı'z-Zevciyye Beyne'ş-Şeriati'l-İslamiyye ve'l-Kavânîni'l-Vad'iyye, Dr. os-Said Mustafa es-Said.
  13. el-Mar'etü beyne'l-Fıkhı ve'1-Kanûn, Dr. Mustafa es-Sibaî.
  14. 109. el-Mar'etü beyne'l-Beyti ve'1-Müctema', Behiy el-Hûlî.
  15. el-Mar'etü fı'1-Kur'an ve's-Sünne, İzzet Derveze, Beyrut. 1387 h.
  16. el-Müctemau'1-İslamî kema Tunazimuhu Sûreti'n-Nisâ', Muhammed el-Medenî, el-Meclisu'1-A'lâ îi'ş-Şuûni'I-İslamiyye.
  17. Meratibu'1-îcma', îbnu Hazm, Mektcbetü'l-Kudsî, Kahire.
  18. 113. Nidau'l-Cinsi'1-Latif, Reşid Rıza, Kahire.
  19. 114. Nakdu Meratibi'1-îcma', İbnu Teymiyye, Mektebetü'l-Kudsî.[1154]

 

8- Dıger Dinler

 

  1. 115. el-Ahdu'1-Kadîm ve'1-Cedîd.[1155]

 

9-Tıp

 

  1. 116. El-Ğudedu's-Sammâ', Kahire. 1970.[1156]

 

10- Psikoloji

 

  1. Saykülûciyyetü'1-Cins, Dr. Yusuf Murad, Daru'l-Maârif, Kahire.
  2. Saykülûciyyctü'z-Zevac, Dr. Zekeriyya İbrahim, Kahire.
  3. ez-Zevacu ve'1-İstikrâru'n-Nefsî, Dr. Zekeriyya İbrahim, Kahire.
  4. ez-Zevacu ve's-Sıhhati'n-Nefsiyyo, Dr. Abdulmün'im cz-Zeyyadî.
  5. Keyfe Tuhafız alâ Zavacike, ta'rîb Dr. Muhammed en-Nuceyhî
  6. Mecelletü Hayatike, el-Mücelletü'r-Râbî', Aded: 4, 1955,
  7. Mecelletü's-Sıhhati'n-Nefsiyye, Aded: 3, 1965.[1157]

 

11- Lügat Ve Edebiyat

 

  1. 124. eş-Şi'ru ve'ş-Şuarâ, İbnu Kuteybe, tahkik, Ahmed Şakir, et-Tab'atü'l-Ûlâ, Darü'l-Maârif.
  2. Uyûnu'l-Ahbar, İbnu Kuteybe, Tab'u Dâri'l-Kütübi'l-Mısriyye.
  3. 126. el-Kamûsu'1-Muhît, Firûzâbâdî.
  4. 127. Lisanu'l-Arab, İbnu Manzûr.
  5. 128. el-Mu'cemu'1-Vasit, İsdaru Mecmai'l-Luğatil-Arabiyye bi Mısr.
  6. en-Nihaye, İbnu'1-Esir, tahkik, Mahmud et-Tannâhi, Tab'u îsa el-Halebî, 1383 h.[1158]

 

 

[1] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 5-6.

[2] Hadisi Beyhakî rivayet etmiş ve sahih olduğuna dair görüşü tercih etmiştir. Bey-hakfnin görüşleri için bk. Menakibu'ş-Şafiî, I. 7-9. Ayrıca Ahmed Sakar'ın dipnotta hadisle ilgi­li tahkiklerine de bk.

[3] Rum. 30/21.

[4] Yûnus, 10/101.

[5] Zariyat, 51/21.

[6] En'am, e/124.

[7] Fussilet, 41/41-42.

[8] Hadisin kaynağı yeri geldiğinde verilecektir.

[9] Bakara, 2/229

[10] Bakara, 2/228

[11] Hadisin kaynağı ileride verilecektir.

[12] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 6-18.

[13] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 18-20.

[14] Tûr, 52/20, Ibnu Kesir, IV. 141

[15] Şûra, 42/50, Lisanu'l-Arab, III. 117

[16] Saffât, 37/22, Lisanu'l-Arab, III. 117

[17] Ibnu Kesir, IV. 4

[18] Ibnu Kesir, IV. 4

[19] Lisanul-Arab, III. 117

[20] Ahzâb, 33/37

[21] Hadisin kaynağı ileride verilecektir.

[22] sözcüğünün dördüncü anlamına dair bk. Fethu'l-Bârî, IX. 84; Şerhu'n-Nevevîalâ Müslim, IX. 171-172; üsanu'l-Arab, III. 465-466.

[23] Ayetin anlamı: "Ergin çağına varıncaya kadar yetimleri (gözleyip) deneyin." Nisa, 4/4 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 23-25.

[24] Hadisin kaynağı ileride verilecektir.

[25] Hadisin kaynağı ileride verilecektir.

[26] Bakara, 2/230

[27] Bakara, 2/232 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 25-26.

[28] A'raf, 7/58

[29] Nisa, 4/1, Zamahşerî, âyet-i kerimede takvadan bahsedilmesinin hikmetine dair iki görüş zikreder. Bu görüşlerin ilki şöyledir: Yaratılışın bu şekilde oluşu yüce bir kudret ve engin nimetlere delalet eder ki bu, o yüce kudret ve nimet sahibine şükretmeyi, O'na itaati, O'ndan korkmayı ve O'ndan sakınmayı gerektirir. İkincisi ise: Maksat, aralarındaki sosyal bağların, insanî hakların korunmasına dair özel bir takvayı emretmektedir. Ta ki Allah'ın ziya­ret edilip ha! ve hatırının sorulmasını İstediği kimseleri ziyaretten vazgeçmesinler, yeryüzünde fitne ve fesat çıkarmasınlar, onları birbirlerine akraba kıiandan; onları tek bir ne­fisten yaratandan sakınsınlar...

Zamahşerî, daha sonra bu ikinci görüşün sûrede anlatılanlarla uyum içerisinde olduğuna dikkatçeker. bk. Keşşaf, I. 461-462.

Aslında bize göre İki görüş arasında bir çelişki yoktur. Ayette her iki görüş birlikte kastedilmiş olabilir. Şüphe yok ki Allah daha iyi bilir. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 26-27.

[30] Zâriyât, 51/49

[31] Şûra, 42/11

[32] Yasin, 36/36 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 27-28.

[33] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 28.

[34] Nahl, 16/72

[35] Ra'd, 13/38 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 28-29.

[36] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 29.

[37] Sünen, 1.122, Tavus'îan, İbrahim b. Meysere yoluyla rivayet edilmiştir. Sünen, Kitabu'n-Nikah, I. 593. İbrahim b. Meysere, Tavus'tan ve   o da Ibnu Ab­bas'tan merfu olarak iki rivayet şeklinde nakledilmiştir. Bu rivayetlerin birinde "bulamadık" diğerinde ise, "bulunmamıştır" denilmektedir. Zavâid müellifi, İsnadının sahih ve ravilerin sika (güvenilir) olduklarını belirtmektedir.

Müstedrek, I. 160. Mevsûl olarak rivayet edilmiştir. Hâkim bu hadis hakkında şöyle demektedir: Bu hadis Müslim'in şartlarını taşımaktadır. Ancak Müslim'in bu hadisi rivayet et­memesinin sebebi Süfyan, Uyeyne ve Ma'mer b. Rüşd'ün, İbrahim b. Meysere'den onu Ibnu Abbas'a mevkuf olarak rivayet etmeleridir. Zehebî de, Hâkim'in bu tesbitine katılmaktadır.

es-Sünenü'l-Kübrâ, VIII. 87. Mürsel ve mevsûl olarak rivayet edilmiştir. Ibnu Ebî Şeybe, başka bir vecihten Tavus'tan mertû olarak rivayet etmiştir, bk. Musannaf, ll-lll. 159.

[38] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 29-30.

[39] Müsned, XVI. 143 el-Fethu'r-Rabbani'den; Müslim, Kitabu'r-Radâ, II. 1090; Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 72-73; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 596

[40] Sünen, Mil, 124. Hadis, mürseldir. Yahya b. Ca'de, tabiînden olup sikadır. Hal tercemesi için bk. et-Tehzîb, XI. 192-193

[41] Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 566. Lakin Zevaid'in müellifi bu hadis hakkında şöyle demektedir: Hadisin senedinde Ali b. Zeyd vardır ve Buhârî, bu zatın münkerü'l-hadis olduğunu söylemektedir. Hadisi, Nesâî, Ebû Hüreyre'nİn hadisinden nakletmekte ve sıhhati hakkında herhangi birşey söylememektedir. Bu hadisin ayrıca Abdullah b. Umer hadisinden bir şahidi vardır, bk. Nesâî, II. 72

[42] Müstedrek, Kitatu'n-Nikâh, II. 162. Hâkim, hadisin ravilerini değerlendirirken şöyle demektedir. Halİd b. Abdillah el-Vasitî'den sadece Muhammed b. Bükey onu rivayet etmiştir. Şayet bu zatın hıfzı tam olsaydı, hadis, Buharî ve Müslim'in şartlarını taşıyor olurdu. Zehebî de sözkonusu şahıs hakkında Ebu Hatim'İn şu değerlendirmesini naklediyor: Sadûk biri ama yanılmaları var. Yakub b. Şeybe ise, onun sika olduğunu söylemektedir. Râvi hakkında muhaddisler ihtilafa düştüklerinde, o râvînin naklettiği hadisin derecesi "hasen" olur.

[43] Müsned, III. 28. Maârif baskısı. Ne var ki bu hadisin isnadı zayıftır. Çünkü Buharı, Ahmed ve başkalarının da belirttikleri gibi Hammâd lakabıyla bilinen Muhammed b. Ebî Hu­mayd zayıf bir râvî olup münkerü'l-hadis'tir. bk. el-Tarihu'l-Kebir, I. 70; Tehzibu't-Tehzib, IX. 132-134; Mizânul-I'tidal, 111.531 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 30-32.

[44] Tertibu'l-Müsned (el-Fethu'r-Rabbâni), XVI. 139; Nesâî, Kitabu İşreti'n-Nisâ, II. 156; el-Fethu'r-Rabbâni, XVI. 139; el-KenzuVSemin fî Ahâdîsi'n-Nebiyyi'l-Emîn, s. 252; el-Kenzu's-Semîn, aynı yer. Müstedrek, Kİtabu'n-Nikâh, II. 160. Hâkim, Müslim'in şartlarına göre hadisin sahih olduğunu belirtmekte ve Zehebî de onun bu görüşüne katılmaktadır, es-Sünenü'l-Kübrâ,VII.78 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 32-33.

[45] Tertibu'l-Müsned, (el-Fethu'r-Rabbani), XVI. 141; Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 391. Tirmizî hadisin haserv-garib olduğunu belirtmektedir. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 33.

[46] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 33.

[47] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 33.

[48] M aide, 5/87

[49] Hadîd, 57/27 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 33-34.

[50] Maide, 5/87-88

[51] Taberî, X. 519; Ibnu Kesir, II. 88 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 34-35.

[52] Taberî, X. 516

[53] Vahidî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 198-199

[54] Fethul-Bârî, IX. 85

[55] Bir rivayete göre bu üç kişi: Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Amr ve Osman b. Maz'un'dur.

[56] Buhâri, Kitabu'n-Nikâh, IX. 85-86

[57] Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1020; Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 70

[58] Sünenü'd-Dârimî, Kitabu'n-Nİkâh, II. 133. Tebettül'ün ne anlama kullanıldığı ileride anlatılacaktır.

[59] Sünenü'd-Dârimî, II. 133; Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 69; Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1020; Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 69; Tirmİzî, Kitabu'n-Nikâh, II. 394. Tirmizî hadisin hasen-sahih olduğunu söylemektedir; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 593

[60] Fethu'l-Bârî, IX, 69

[61] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 35-38.

[62] Şerhu'n-Nevevî alâ Müslim, IX. 177

[63] Umdetu'l-Karî, XX. 72

[64] Ibnu Abdil-Berr, el-lstiâb, III. 1055. Ondan bunu nakleden Aynî'dir. Yine Osman b. Maz'un, Ali ve Ebû Zerr'in, iğdiş olmaya ve böylece dünyadan el-etek çekmeye kalkıştıklarını ve Rasûlullah'ın (s.a.v.) onları bundan sakındırdığını ve onlar hakkında şu ayetin İndiğini nakl­eden de Aynî'dir. "İman edip salih amel işleyenlere (haram kılınmadan önce) tattıklarından dolayı günah yoktur." (Maide, 5/93)

[65] Taberî, X. 517-518

[66] Maide, 5/89

[67] bk. Aynî, Umdetul-Karî, XX. 72

[68] Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 17

[69] Ibnu Hacer, Harmele rivayetinden şunu nakletmektedir: "Bir kadınla evlenecek İmkanlarım da yok, iğdiş olmama izin ver." Harmele rivayetindeki bu açıklama soru ve cevap arasındaki kapalılığı gidermektedir.

[70] Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, (Yukarıdaki rivayetin hemen ardından nakledilmiştir); Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 69-70

[71] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 38-42.

[72] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 42.

[73] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 42.

[74] Fethu'l-Bârî, IX. 97 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 42.

[75] et-Terğib fi'n-Nikâh babı, MI. 122

Heysemî, Mecmau'z-Zavâid, IV. 252-258. (Hadisi Ahmed ve Taberânî'den, Hafs b. Ömer'den, o da Enes'ten tarikiyle nakletmiştir. Ibnu Ebî Hatim de onu zikretmekte ve bir grup alim ondan bu hadisi nakletmektedir. Hadisin geri kalan ravileri, Buhârî'nin ravileridir. Heysemî ikinci defa hadisi naklettiğinde, isnadının hasen olduğunu kaydetmektedir, aynı ha­dis Müsned'de de nakledilmiştir, bk. Fethu'r-Rabbânî, XX. 145; bk. Mevârİdu'z-Zam'ân, s. 392; es-Sünenu'l-Kübrâ, VII. 81; Taberânî iki tarıkie nakletmektedir, bk. el-Kebir, VII. 251. Heysemî de az farklılıklarla Mecmau'z-Zavâİd'de IV. 254 te nakletmektedir. Ibnu Mâce, I. 593; Nesât, II. 69

[76] Ibnu Kesîr, IV. 316

[77] Fethu'r-Rabbânî, XX. 143

[78] Müsned, bk. Fethu'r-Rabbani, XX. 143; Ebû Davud, Kitabu'l-Hacc (babu lâ zarurete fi'l-islam), II. 192; Müstedrek, Kitabu'n-Nikâh, II. 159-160. Hâkim, Buhârî'nin şartlarına göre hadisin sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de bunu onaylamaktadır.

[79] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 43-44.

[80] Tertibu'l-Müsned (el-Fethu'r-Rabbânî'den), XV. 142; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid'de bu hadisi nakleder ve şöyle der: Ahmed, hadisi birinden ve o da Cabir'den rivayet etmektedir. Hadisin diğer ravileri sikadır.

[81] Tertibu'l-Müsned, aynı yer. Heysemî de, Ahmed ve Taberânî'den nakletmekte {bk. Mecmau'z-Zavâid, IV. 253) ve şöyle demektedir: Hadisin ravileri sika olup ancak biri hakkında sika olmadığı söylenmiştir. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 44.

[82] Ibnu Kesir, tefsirinde C. IV. 316. Hafız Ebû Ya'la'dan hadisi nakletmektedir. Ora­da hadisin ravisi Enes'tir. Ardından Ahmed'den yine Enes tarikiyle şöyle bir rivayet naklet­mektedir: "Her peygamberin ruhbanlığı vardır, bu ümmetin ruhbanlığı ise, Allah yolunda ci­had etmektir."

[83] Ibnu Kesîr, IV. 316. Ibnu Kesir, hadisi sadece Ahmed'in naklettiğini de belirtir.

[84] Ra'd, 13/38

[85] Tertibu'l-Müsned (Fethu'r-Rabbânî), XX. 143

[86] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 45.

[87] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 46.

[88] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 46-47.

[89] Rum, 30/21

[90] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 47-48.

[91] Müfredat, s. 215

[92] Zevç" sözcüğünün lügat anlamı nev" ve çeşit demektir. Birbirleriyle beraber olan; birbirlerinin eşi olan iki şey, benzer olsunlar veya olmasınlar onlaradenir. bk. Nihaye, III. 317                                                                                           

[93] Kıyamet, 75/39

[94] Bakara, 2/35

[95] Müfredat, s. 215

[96] Alu Imran, 3/195

[97] Tirmİzî, I. 189-190; Ebû Davud, I. 102; Dârimî, I. 195

[98] Tevbe,9/71

[99] Nahl, 16/97

[100] Alu Imran, 3/195

[101] Bakara, 2/228

[102] Nisa, 4/34

[103] Tevbe, 9/109

[104] Buharı, IX. 110. (el-Fethu'r-Rabbânî'den); Müslim, X. 51-52 (Nevevî şerhinde); Tirrnizî, III. 396; Ebû Davud, II. 296; Nesâî, VI. 65, 68; Ibnu Mâce, I. 597; Müstedrek, II. 161; Uyûnu'l-Ahbâr, IV. 1; Dârekutnî, II. 417

[105] Ali Abdulvahid Vafi, Kıssatu'z-Zevâcve'l-Uzûbe fi'l-Alem, s. 117

[106] Bakara, 2/253

[107] Isrâ, 17/55

[108] Nahl, 16/71

[109] Zuhruf, 43/32

[110] Rum, 30/21

[111] Ibnu Kuteybe, Uyûnu'l-Ahbar, IV. 9'da bu şiirin Medine'lİ bir şaire ait olduğunu söyler. Şiirin öncesi şöyledir: "Bazen siyahi bir kadın bir kahraman doğurur."

[112] Nisa, 4/21

[113] Bakara, 2/229

[114] Bu, aynı zamanda Ibnu Abbâs, Süddî, Ibnu Sîrin ve başkalarının da görüşüdür. Tefsiru't-Taberî, VIII. 128

[115] Buharî (Aynî şerhi), X. 140; Müslim (Nevevî şerhi), IX. 201-202; Ibnu Mâce, I. 268; Ebû Davud, II. 327-328; Nesâî, VI. 92-93

[116] Aynî, XX. 141

[117] Taberî, VIII. 130 (Maarif baskısı).

[118] Rûm, 30/21

[119] Tefsîru'l-Menar, IV. 461

[120] Buharî (Aynî şerhi), XX. 192; Ibnu Mâce, I. 313

[121] Buharî, Kitabu Ahâdisi'l-Enbiyâ, Babu Halkı Adem ve Zürriyetihi, VI. 273-274; Müslim, Kitabu'r-Rada', Babu'l-Vasiyyeti bi'n-Nisâ, III. 1091

[122] Cümleler anlamları itibariyle İkiye ayrılırlar. Hüküm bildiren; birşeyi haber veren cümleler. Bunlara haberi cümleler ismi verilir. "Ahmet geldi", "şu kitap güzeldir" gibi. Bu tür cümleler, yalanlanmaya ve doğrulanmaya müsaittirler. Diğer cümlelere de "inşaiyye cümleleri" denir. Bunlar ise, emir veya yasak bildiren cümlelerdir. "Buraya gel", "kalemle oy­nama" gibi. (Çeviren)

[123] Taberî, IV. 535-538. Merhum Ahmet Şakir, yorumunda bu görüşü destekler ve TaberîYıin ilmî uyanıklığını gösteren bu metodunu över.

[124] Nisa, 4/21

[125] Bakara, 2/228

[126] Rum, 30/21

[127] Tertibu'l-Müsned (Fethu'r-Rabbânî), XVI. 231; Ibnu Kesir, 310; Ibnu Mâce (Muhtasarı), I. 593-594; Ebû Davud, II. 328-329 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 48-57.

[128] Buharı, IX. 87-90; Müslim, IX. 171-175; Ebû Davud, II. 296; Tirmizî, III. 392; Nesâî, VI. 57-58; Ibnu Mâce, I. 592

[129] Nisa, 4/24

[130] Nesâî, VI. 61; Müsnedu Ahmed, II. 251; Hâkim, el-Müstedrek, II. 160,161, 217. Hâkim, hadisin, Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu belirtmekte ve Zehebî de bu görüşü onaylamaktadır.

[131] Kettânî, Ibnu Hibbân'ın bu hadisi Enes'ten rivayet ettiğini, Ibnu Mâce de şahidinin bulunduğunu zikreder ve zayıf olduğunu söyleyenin görüşünü reddeder, bk. Tenzi-hu"ş-Şe|1îaı II. 201. Sözkonusu şahîd için bk. Ibnu Mâce, I. 293

Ibnu Hibban, hadisin ravisi Abdusselâm b. Abdilkuddus'un haltercemesini anlatırken bu hadisi de zikreder ve Abdusselâm'ın Onu Ibnu Ebî Able'den ve Onun da Enes'ten naklet­tiğini söyler. Bir rivayette ise, Hişâm b. Urve ile adı geçen Ibnu Ebî Able'den mevzu hadisler rivayet edildiğinden hiçbir surette bu hadisle ihticac etmenin caiz olmadığı anlatılır. Bk. Ibnu Hibbân, Kitabu'l-Mecrûhin, ikinci cild, varak, 339-340

[132] Müslim, IX. 177-178; Tirmizî, I. 138. Tirmizî, hadisin hasen-sahih ve garib olduğunu söyler, bk. Keşfu'l-Hafâ, II. 249-250. Ibnu Ebî Şeybe'nin de hadisi rivayet ettiğini zikreder. Ayrıca bk. Musannaf, IV. 320-322

[133] Bk. Camiu's-Sağir, Azîzî'den naklen, III. 228. Azizi, altun ve gümüşle ilgili vaîd ifade eden ayetler indiğinde Peygamberin (s.a.v.) bu hadisi söylediğini zikreder. Hadisin tam olarak tahrici ileride gelecektir.

[134] Aclunî'nin Hz. Ali'den rivayeti şöyledir: "Bu kalbleri dinlendirin, çünkü onlar da bedenlerin yorgunluğu gibi yorulurlar." Aclunî, Deylemî İle Ebu Nuaym ve Kudaî'nin Pey-gamber'in (s.a.v.) de şöyle buyurduğunu rivayet ettiklerini zikreder: "Arasıra kalbleri dinlendi­rin." Müslim'deki şu hadis, bunun şahididir: "Ey Hanzala! Ara sıra." Zubeydî de, merfu rivayetler arasında Enes'ten şu lafızlarla onu nakleder: "Kalbleri dinlendirin, bir müddet sonra yine dinlendirin." Bk. Ihya'nın Zubeydî Şerhi, V. 308

Suyûtî, Camiu's-Sağir'de Ebû Bekr el-Mukrî'den, Kudâî, Şİhab'te, Ebû Davud da Merasil'İnde, III. 319 da bu hadisi nakletmiştir. Müsnedu'ş-Şihâb, I. 393 te zayıf bir senedle nakledilmektedir.

[135] Alulmran,3/30

[136] Vakıa, 53/35-36

[137] Hacc, 22/23

[138] Zuhruf, 43/71

[139] Hakim, Müstedrek, II. 161. Hadisi Enes'ten nakletmekte ve Müslim'in şartları üzere sahih olduğunu söylemektedir. Zehebî de onaylamaktadır. Teysİr, II. 419'da Hâkim'in onu sahih kabul etmesinin reddedildiği söylenirken hangi gerekçeyle böyle denildiğini doğrusu bilmiyorum.

[140] Siretu Ibni Hişâm ve Ravdu'l-Unf, 1.157;el-Bİdayeve'n-Nihaye, III. 2, 3; Tayâlisî, VI. 206; Buharî, I. 30 (Fethu'r-Rabbânî); Müslim, II. 197-201 (Nevevî şerhi).

[141] Ibnu Abdi'l-Berr, el-lstiâb, IV. 287; el-lsabe, IV. 283; el-Bidaye ve'n-Nihaye, III. 128

[142] el-lstiâb, IV. 283

[143] el-lstiâb, IV. 386; Buharı, IX. 268, VII. 106-109; Müslim, XV. 199-201; Beyhakî, VII. 307; Ibnu Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihaye, III. 129

[144] el-lsabe, IV. 282; el-lstiâb, IV. 285; Buhârî, VII. 105; el-Bidâye ve'n-Nihaye, III. 129 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 57-62.

[145] Rum, 30/21

[146] Tİrmizî, Hz. Aişe'den Peygamber'in (s.a.v.): "Velisiz nikah olmaz" buyurduğunu rivayet eder ve bu hadisin hasen olduğunu beürtir. Yine ondan Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder: "Velisinin izni olmadan nikahlanan kadının nikahı bâtıldır, nikahı bâtıldır, nikahı bâtıldır. Onu nikahlayan koca onunla yatmışsa, yattığından dolayı artık mehir kadınındır. Eğer aralarında anlaşmazlık çıkarsa, velisi olmayanın velisi, devlet başkanıdır." Tİrmizî bu hadisin de hasen olduğunu belirtir.

Hadislerden her birine terettüp eden birtakım hükümler vardır. Tİrmizî, hadisleri nak­lettikten ve bu konudaki tartışmalara değindikten sonra şöyle der: Bu hususta Peygamber'in (s.a.v.): "Velisiz nikâh olmaz" hadisiyle amel edilir. Peygamber'in (s.a.v.) ashabından Ömer b. Hattab, Ali b. Ebî Talib, Abdullah b. Abbas, Ebû Hüreyre ve ilim ehlinden başkalarının görüşü budur.

Tabiînin fukahasından bazılarından da bu görüş rivayet edilmiştir. Saîd b. Müseyyeb, Hasan el-Basrî, Şurayh, İbrahim en-Nahaî, Ömer b. Abdilaziz ve başkaları bunlardandır.

Süfyan es-Sevrî, Evzaî, Malik, Abdullah b. Mübarek, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Ishak da bu görüştedir. (Tİrmizî, I. 130), BuhârîYıİn görüşü de budur. Buhârî, Tİrmizî'nin bu hadisi şartlarına uygun olmadığı halde bu görüşünü "Velisiz Nikâh Olmaz" başlığı altında serdettiği ayet ve hadislerden bu sonuca varmaktadır. (Buhârî, IX. 149-153)

Sözkonusu hadis şu kaynaklarda da rivayet edilmektedir. Ibnu Mâce, I. 605; Ebû Da-vud, ||. 309; Ahmed b. Hanbel, Müsned (Sahih bir senedie); Tayâlisî, VI. 206; Hâkim, II. 169-173. Hâkim, hadisin sahih olduğunu belirtir ve onu destekleyen başka hadisler de nakleder. Zehebî de Hâkim'İn bu değerlendirmesini onaylamaktadır. Ayrıca bk. Keşfu'j-Hafâ, II. 369; Dârekutnî, II. 380-385; Heysemî, Ibnu Hibbân'ın Zevâid'inde, s. 304-305

İleride bu mesele etraflıca anlatılacaktır.

[147] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 63.

[148] Kamus, IV. 117-118

[149] Hucurat, 49/13

[150] Nisa, 4/1

[151] Buhârî (Fethu'r-Rabbânî), X. 352-361; Müslim (Nevevî şerhi), XV. 76-77; Tir-mizî, II. 13; Müsnedu Ahmed, (Maârif baskısı), XII. 88, XIII. 11. Müsned'in muhakkiki hadisin senedinin sahih olduğunu belirtir.

[152] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 63-65.

[153] Furkan, 25/54

[154] Rum, 30/21

[155] Basâiru Zevİ't-Temyîz, 1.317 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 65.

[156] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 65.

[157] Ibnu Ebî Şeybe, el-Musannaf, IV. 126

[158] Sünen, Bâbu't-Terğib fi'n-Nikâh, HU. 121; Darimî, Kitabu'n-Nİkâh, Bâbu'l-Hassi ale't-Tezvîc, II. 132; Ibnu Ebî Şeybe, el-Musannaf, ll-lll. 159; Buhârî, Kitabu's-Sıyâm, IV. 95, Kitabu'n-Nİkâh, bâbu men lem yestati'l-bâete fe'l-yasum, IX. 89; Müslim, Kitabu'n-Nİkah, bâbu istihbâbi'n-nikâh, II. 1019; Nesâî, Kttabu'n-Nikâh, bâbu'l-hassi ale'n-nikâh, II. 69; Tir­mizî, Kitabu'n-Nİkâh, III. 392. Tirmizî, hadisin hasen-sahih olduğunu söylemektedir. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 65-66.

[159] Yani: Şeytanın vesvesesiyle evlenmeyip yabancı kadınlarla oynaşmak mı is­tiyorsun?

[160] Ahmed, Müsned, V. 163-164; el-Fethu'r-Rabbani, XX. 139-141; Heysemî, Mec-mau'z-Zevâid, IV. 250. Heysemî, hadisin ravilerinden birinin İsminin belirtilmediğini, geri ka­lan ravilerin ise güvenilir olduklarını söyler, el-Fethu'r-Rabbânî de ise hadisin şerhinde şöyle denilmektedir: İmam Ahmed hadisi Abdurrezzak-Muhammed b. Râşid-Mekhûl-bİr adam-Ebû Zerr tarikiyle rivayet eder. Abdurrezzak, Musannada Ebû Zerr'den rivayette bulunan şahsın Ğudayf b. el-Hârîs olduğunu söyler. Ğudayf fa. el-Hârîs'in -ki Ğutayf b. el-Hâris olarak da bi­linir- sahabî olup olmadığında ihtilaf edilmiştir, (bk. Ibnu Abdi'l-Berr, el-lstiâb, III. 253). Ibnu Ebî Hayseme ise onu sahabiler arasında zikretmektedir. Ibnu Ebî Hibban da sahabi olduğunu söylemektedir. Ebû Hatim de, Ebû Zur'a'dan sahabi olduğunu nakletmekledir. Ancak Ibnu Sa'd, Şam'lı tabiinden ve güvenilir biri olduğunu söyler. Yine el-!cli de onun Şam'lı tabiinden güvenilir bir ravi olduğunu söylemektedir (bk. et-Tehzîb, VIII. 248-250)

İster sahabi olsun, ister olmasın, güvenilir bir ravidir. Ahmed'in rivayetinde seneddeki ravîler Tenzîhu'ş-Şeria müellifinin de belirttiği gibi (II. 206) güvenilirdirler. Hadisin başka tarik­leri de vardır. Ancak bunların hepsi muzdariptir. (bk. Ibnu'l-Cevzî, el-Mevdûât, II. 257-258; Suyûtî, el-Leâliul-Masnûafi'l-Ahâdîsi'l-Mevdûa, II. 160-161) Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 66.

[161] Sünen, l-lll. 121. Ebû Ya'la'dan naklen, Heysemî, Mecmau'z-Zavâid, IV. 252. Heysemî hadis hakkında şöyle demektedir: Ubayd b. Sa'd sahabi olsaydı, ravîlerin hepsi sika olurdu. Değilse, hadis mürseldir; es-Sünenü'l-Kübra, VII. 78

[162] Alulmrân, 3/31 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 66.

[163] Sünen, l-lll. 121. Hadis, mürseldir. Çünkü Ebû Nucayh tabiîdir; el-Evsat, IV. 252. Heysemî, Taberânî'nin şöyle dediğini nakleder: Hadislerin ravîleri sikadır. Ne var ki Ebu Nucayh sahabi değildir. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 68-69.

[164] Sünen, bâbu't-terğib fi'n-nikâh, l-lll. 122. Başka bir senedle ve buna yakın lafızlarla nakletmektedir. Ne var ki, senedde Abdurrahmah b. Abdillah el-Mes'udî vardır. Bu zat sika olmakla birlikte hafızası kuvvetli değildi. Mecmau'z-Zevâid'de belirtildiği gibi geri ka­lan ravîler Buhârî'nİn ravileridir. Bk. Mecmau'z-Zevaİd, IV. 251; el-Musannaf, IV. 127-128

[165] Ahkâmu'1-Kur'an, III. 394 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 69-70.

[166] Sünen, Kitabu'n-Nikâh, II. 132; Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 87-89; Müslim, Kita-bu'n-Nikâh, II. 1018-1019; Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 392; Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 69; Ebû Davud, Kitabu'n-Nikâh, II. 296; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 592; Müsned, (Maarif baskısı), V.208

[167] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 70.

[168] Sünen, l-lll. 123; Müstedrek, II. 160. Hâkim bu haberin sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de bunu onaylamaktadır.

[169] Sünenu Said b. Mansûr, l-lll. 124

[170] Sünenu Said b. Mansur, l-lll. 122; Musannafu Abd-rezzak, III. 128 (yazma); Cessas, Ahkâmu'l-Kur'an, III. 394; Ibnu Hacer, Fethu'l-Bârî, IX. 91, Ibnu Ebî Şeybe, Musan-naf, ll-ül. 159

[171] Sünenu Said b. Mansur, l-lll. 133

[172] Tabiindendir. bk. Tehzîb, XII. 235-236

[173] Sünenu Said b. Mansur, aynı yer.

[174] Hakim, Müstedrek, II. 161. Hâkim, Buhârî ve Müslim'in şartları üzere hadisin sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de bunu onaylamakladır. Ayrıca bk. Heysemî, Mec-mau'z-Zevaid, IV. 272 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 71-72.

[175] Taberânî, el-Kebır ve el-Evsat. Ravîler, Buhârî'nin ravileridir. bk. Mecmau'z-Zevaid, IV. 273; et-Terğib vet-Terhib, III. 67

[176] Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 72; Müstedrek, Kitabu'n-Nikâh, II. 161 Hâkim, hadisin sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de bunu onaylamaktadır.

[177] Tevbe, 9/34

[178] Tirmizî, Kitabu't-Tefsir, V. 277. Tirmizî hasen olduğunu söyler; Ibnu Mâce, Kita­bu'n-Nikâh, I. 596. Hadisin senedinde Abdullah b. Amr b. Mürre vardır. Nesaî onun zayıf olduğunu söyler. Hâkim ve Ibnu Hİbbân, onun sika olduğunu söylerler. Ibnu Maîn ise onun hakkında, sakıncası yoktur, demektedir.

[179] Sünen, Mil. 123

[180] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 72-73.

[181] Nur, 24/32

[182] Musannaf, IV. 127; Ibnu EbîŞeybe, Musannaf, ll-lll. 159; Hâkim, el-Müstedrek, II. 161; Bezzâr, Müsned'inde rivayet etmiştir. Silm b. Cennâde hariç seneddeki diğer ravîler, Buhârî'nin ravileridir. Ancak bu zat da sıkadır. Bk. Mecmau'z-Zevaid, IV. 255; Mİzanu'l-l'tidal, II. 184

[183] Tarİhu Bağdad. Aclûnî de Keşfu'l-Hafâ, I. 178 de bu hadisi zikretmekte ve onu Ibnu Aclân'dan Saâlibî'nin naklettiğini zikretmektedir. Alûsî de tefsirinde XVIII. 149'da onu nakletmektedir.

[184] Tefsîr Ibnu Kesîr, III. 286; Alûsî, aynı yer; Kenzu'l-Ummal, VI. 391.

[185] Alûsî, aynı yer; Cassas, Ahkâmu'l-Kur'an, İli. 395. Ibnu Kesir, Ibnu Mes'ud'dan benzerini nakletmektedir, bk. Ibnu Kesir, III. 286-287

[186] Nur, 24/33

[187] Tevbe, 9/28

[188] Hicr, 15/21

[189] Mülk, 67/15

[190] Cum'a, 62/10

[191] Tefsîru Ayâti'l-Ahkâm li Küfliyeti'ş-Şaria,

[192] Nur, 24/33

[193] Sünen, l-lll. 126

[194] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 73-76.

[195] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 76-77.

[196] Nisa, 4/78

[197] Aiulmrân, 3/185

[198] Taberânî'den naklen Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, IV. 58, el-Mu'cemu'l-Kebir, XXIII. 210 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları:

[199] Alulmran, 3/30

[200] Muvatta', Kİtabu'l-Cenaiz, I. 235; Buhârî, Kİtabu'l-Cenaiz, III. 95-96, Kİtabu'l-Iman ve'n-Nuzur, XI. 360; Müslim, Kitabu'l-Birr ve's-Sılatı ve'l-Âdâb, IV. 2028; Tirmizî, Kİta­bu'l-Cenaiz, III. 374. Tirmizî, hasen olduğunu söyler; Müsned, II. 239-240; Ibnu Mâce, Kita-bu'l-Cenaiz, I. 512

[201] Muvatta', Kİtabu'l-Cenaiz, I. 235

[202] Buhârî, Kİtabu'l-Cenaiz, III. 94 ve Müslim, Kitabu'l-Birr ve's-Sılatı ve'l-Âdâb IV. 2028-2029 da Ebû Said el-Hudrî'den benzeri bir hadis rivayet ederler.

[203] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 77-78.

[204] Müslim, Kitabu'l-Vasiyye, III. 1255; Tirmizî, Kitabu'l-Ahkâm, III. 660. Hasen-sahih bir hadistir; Nesâî, Kitabu'l-Vasâyâ, II. 129; Ebû Davud, Kitabu'l-Vasâyâ, II. 106

[205] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 78-79.

[206] Ebû Davud, Kitabu'n-Nikâh, II. 297; Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 71; Müstedrek, İl. 162. Hâkim, hadisin sahih olduğunu söylemekte Zehebî de bunu onaylamaktadır.

[207] Sünen, l-lll. 122; Tertibu'l-Müsned (Fethu'r-Rabbânî), XVI. 145; Taberânî'nin el-Evsat'mdan naklen, Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, IV. 258. Heysemî, senedinin hasen olduğunu söylüyor; es-Sünenu'l-Kübrâ, VII. 81; bk. Mevaridu'z-Zam'ân, s. 302.

[208] Sünen, l-lll. 128

[209] Bekârla evlenmenin daha müstahab olduğu konusu işlenirken hadisin tahrici yapılacaktır.

[210] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 79-81.

[211] lsrâ, 17/23-24

[212] Müsned (Maarif baskısı), XI. 205. Muhakkik Ahmed Şakir'in belirttiği gibi hadis sahih bir senedle rivayet edilmiştir; Ebû Davud, Kitabu'l-Buyu', II. 259

[213] Tirmizî, Ki tabu 1-Ahkâm, II. 639. Tirmizî hadisi yorumlarken şöyle demektedir: Bu, hasen-sahih bir hadistir. Rasûlullah'ın (s.a.v.) ashabından ve diğerlerinden bazı İlim eh­line göre buna göre amel edilir. Bunlar derler ki: Babanın eli, çocuğunun malına uzanır ve di­lediğini o maldan aiabilir. Bazılarına göre ise, ancak ihtiyaç anmda ba"ba çocuğunun malından alabilir; Nesâî, Kitabu'l-Buyû, II. 11; Ebû Davud, Kitabu'l-Buyû, II. 259 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 81-82.

[214] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 82.

[215] Rum, 30/21

[216] Hadisin kaynağı ve açıklaması yukarıda geçti.

[217] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 82.

[218] Saidb. Mansûr, Sünen, l-lll. 123

[219] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 83.

[220] Ibnu EbîŞeybe, Musannaf, IV. 127

[221] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 83.

[222] Hadisin kaynağı yukarıda geçti.

[223] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 83.

[224] Ibnu Kesir, III. 286-287; Nazmu'd-Durer, XII. 266

[225] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 83-84.

[226] Evliliğin geçerli olabilmesi için ister akid esnasında, ister duhûl (zifaf) dan önce ya da sonra kaçınılmaz olan nikahın rükün ve şartlarını kapsasın diye böyle bir konu başlığını tercih ettik.

Fukaha, evliliğin rükün ve şartları konusunda ihtilaf etmişlerdir. Hanefiler nikahı, "eşlerin birbirlerinin cinsi menfaatlarına maükiyetleri İçin ortaya konmuş bir akid" diye tarif etmişlerdir. Ayrıca derler ki: Nikahın özel şartı: İki şahidin hazır bulunmasıdır. Gene! şartı da: Akıl ve baliğ olmakla ehliyet ve kadının nikahlanılmasına engel şer'i bir hükmün olmamasıdır. Nikahın rüknü: İcâb ve kabul, hükmü ise: Kadının artık o erkek için helal olması, erkeğe mehrin vacib olması, akrabalığın gerçekleşmiş olması ve İki kızkardeşin aynı nikâh altında tutulmamasıdır. Bk. Şerhu'l-lnâye ale'l-Hidâye, II. 340; Fethu'l-Kadir, II. 341-342

Malikîler de nikahı şöyle tarif ederler: "Mahrem, mecûsi veya ehli kitaptan cariye ol­mayan bir kadından yararlanmanın helâl kılınması için yapılan bir akiddir.

Ayrıca derler ki: Rüknü İse, veli, mehir (mehir), kendisiyle nikâh helâl kılınan kadın ve siğa (nikâh akd esnasında icab ve kabul) dur.

el-Hattâb, Mevâhibu'l-Celil Şerhu Muhtasar Halil isimli eserde bunu tartışma konusu yaparak şöyle demektedir. Ibnu Mihraz, veli, mehir ve şahitleri şartlar arasında saymaktadır ki bu, daha isabetlidir.

[227] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 85.

[228] Cumhurun görüşü budur. Ibnu Battal şöyle demektedir: Velî hakkında ihtilafa düştüler. Aralarında Malik, Sevrî, Leys, Şafiî olmak üzere cumhuru ulema, nikâhta velinin asabeden olması gerekir, dayı, baba bir kardeş, ana bir kardeş veli olamaz. Hanefilere göre ise bunlarda veli olabilirler, bk. Fethu'r-Rabbânî, IX. 153-154

[229] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 85.

[230] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 85-86.

[231] Ebû Davud, Kitabu'n-Nikâh, II. 308-309; Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 408. Tir­mizî, hadisin hasen olduğunu söyler. Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 605. Dârimî, Sünen, babu'n-nehy ani'n-nikâh bİ gayrî veliyyin, VII. 137. Müstedrek, II. 168. Hâkim ve Zehebî, Zühri'ye bu hadis sorulduğunda onu unutmuş olması sebebiyle bu hadisin illetli olduğunu ile­ri sürenlerin görüşünü reddetmişlerdir. Hâkim, bu konuda şöyle demektedir: Sika ve hafız biri, bazen hadisi anlattıktan sonra onu unutabilir. Hadis hafızları arasında bazılarının başından böyle durumlar geçmiştir. Bk. Ibnu Hacer, el-Feth, !X. 157, 159

[232] Bk. et-Ta'liku'l-Muğnîala'd-Dârekutnî, III. 226; Musannaf, IV. 134-135

[233] Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 411. Tirmizî, hadisin mevkuf olduğuna dair görüşün, merfu olduğunu söyleyen görüşten daha sahih olduğunu söyler.

[234] Sünen, III. 227-228

[235] Sünen, l-lll. 134

[236] Said b. Mansûr, Sünen, l-lll. 132; Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 407; Ebû Davud, Kitabu'n-Nikâh, II. 309; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 605; Müstedrek, II. 170-172. Hâkim, hadisin illetli olduğunu isbat eden çeşitli tariklerini zikreder; Dârimî, Sünen, II. 137; Dârekutnî, Sünen, III- 260

[237] Nur, 24/32

[238] Bakara, 2/221

[239] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 86-87.

[240] Bakara, 2/232

[241] Buhârî, Kitabu't-Tefsir, (Sûretu'l-Bakara), III. 154; Tirmizi, Kitabu't-Tefsİr (Sûretul-Bakara), V. 216-217; Ebû Davud, Kitabu'n-Nikâh, II. 309-310; Ki tabu1 n-Nikâh, II. 174. Hâkim, hadisin Buhârî ve Müslim'in şartları üzere sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de bunu onaylamaktadır; Dârekutnî, Sünen, Ki tabu'n-Nikâh, III. 222-224; Beyhakî, es-Sünenül-Kübrâ, VII. 138. Bakara, 2/232

[242] Bakara, 2/232

[243] Taberî, (maarif baskısı), V. 17

[244] Ibnu Kesir, 1.282

[245] el-Umm, Kitabu'n-Nikâh, V. 11

[246] Nisa, 4/34

[247] Nisa, 4/25

[248] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 87-91.

[249] Buharî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 150; Dârekutnî, Kİtabu'n-Nikâh,

[250] Nisa, 3/3

[251] Buhârî, Kitabu'ş-Şerike, V. 100, Kitabu'l-Vasâyâ, V. 100, Tefsiru Sûretin-Nisâ, VIII. 192, Kitabu'n-Nikâh, IX. 87 ve daha başka bablar; Müslim, Kitabu't-Tefsir, IV. 2213-2215 (değişik senetlerle); Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 87;Taberî, (Maarif baskısı), VII. 531-533 (değişik senetlerle). Ibnu Kesîr, I. 449-450; Suyûtî, ed-Durrü'l-Mensûr;

[252] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 91-92.

[253] Malik, Muvattâ, II. 525; Dârekutnî, Sünen, III. 228-229

[254] Sünen, l-lll. 135. Senedde geçen Haccac -Ibnu Ertee- in sika olup olmadığında ihtilaf vardır. Onun hakkında el-lclî: Fakîh ve müftî idi, demekte; Ahmed b. Hanbel: Hafızlardandı demekte; Ibnu Main ise: Hafızası kuvvetli değildi, karıştırırdı, demektedir. Hal tercemesi için bk. Mizanul-l'tİdal, I. 458-460; Tehzibu't-Tehzîb, II. 196-198 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 92-93.

[255] Dârekutnî, Sünen, III. 229. Ebî Şeybe, Musannaf, ll-lll. 160a

[256] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 93.

[257] Said b. Mansur, Sünen, l-lll. 136. O, el-Haris b. Ekiş'tir. Ibnu Vekîş el-Uklî olarak da bilinir.

[258] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 93.

[259] Musannaf, ll-lll. 160a

[260] Sünen, l-lll. 139 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 93.

[261] Sünen, l-lll. 132

[262] Sünen, l-lll. 132

[263] Sünen, I-JII. 132 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 93-94.

[264] Hadisin kaynakları "mehir" meselesi İncelenirken verilecektir.

[265] Belden aşağı ihrama izâr denir.

[266] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 94.

[267] Müsned, (Maarif baskısı), I. 184-185, VII. 25. Birinci ciltte rivayet muttasıl, ye­dinci ciltteki ise mürseldir. Aynî, Umdetu'l-Kârîde Humeydî'den naklen zikrediyor, bk. Umde-tu'l-Kârî, XXII. 114. Ancak hadisi Humeydî'nin Müsned'inde bulamadım. Buhârî, IX. 144, 152; Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 75-76-77

[268] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 94-95.

[269] Müsned (el-Halebî baskısı), VI. 210-211. el-Bidaye ve'n-Nihaye, III. 131-132

[270] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 95-96.

[271] Ayrıca bk. el-Müstedrek, II. 167. İmam Ahmed'İn Müsned'inde {el-Habebî baskısı, VI. 211) şu hususlar da anlatılır. Sevde'nin babası Zem'a hâlâ müşrik İdi. Ve Havle onu cahiliyet selâmı ile selamladı. O zaman Sevde'nin kardeşi Abd b. Zem'a da hâlâ müşrik idi. Hacdan dönüp kardeşinin evlilik durumunu öğrendiğinde toprağı avuçlayarak başına saçtı. Müslüman olduktan sonra şöyle demiştir. Rasûlüllah (s.a.v.) Şevde bint Zem'a ile ev­lendiğinde başıma toprak saçmıştım o gün ne aptal imişim!

[272] el-lstiâb, IV. 1881; el-Bidâye ve'n-Nihaye, II!. 131-133 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 96-98.

[273] Ibnu Hişam şunu anlatır: Babası, fidyesini getirmek üzere gelmişti. Akîk denilen yere geldiğinde hoşuna giden iki deve gördü ve gizlice onları yürüterek Akîk vadilerinden bi­rine sakladı. Sonra Peygamber'e (s.a.v.) gelerek: Ya Muhammed, ktzımı esir aldınız, işte fid­yesi dedi. O zaman Rasûlullah: Akîk'te yürütüp falan vadide sakladığın iki deve nerede? dedi. Rasûlullah'ın (s.a.v.) bu olayı haber vermesi Hâris'in müslüman olmasına sebep oldu. Hârİs'le birlikte iki oğlu ve kavminden bazıları da Islama girdiler. Haris, iki deveyi getirtti ve kızı kendisine teslim edildi. Ardından Cüveyriye müslüman oldu ve Islamı güzel yaşamaya başladı. Rasûlullah onu babasından istedi. Babası da onu Rasûlullah'la (s.a.v.) evlendirdi. Rasûlullah ona dörtyüz dirhem mehir verdi.

[274] bk. Siretu İbnu Hişam, VI. 406-407; el-Bidaye ve'n-Nihaye, IV. 159.

[275] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 98-99.

[276] Bakara, 2/232

[277] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 99.

[278] Ibnu Kesir'in İfadesi şöyledir: Meymûne: "Kalk Peygamberi (s.a.v.) evlendir" derken oğluna değil başka bir Ömer'e söylemiştir. O, bu sözleriyle: Bu işe razıyım ve izin ve­riyorum, demek istiyordu. Alimlerden bazısı, bu sözleri oğlu Ömer b. Ebî Seleme'ye söylediğini vehmediyorlar. Oysa o zaman oğlu Ömer küçüktü ve nikah akdini üstlenecek yaşta değildi. Daha sonra onun, oğlu Seleme b. Ebî Seleme olabileceğini, çünkü en büyük oğlunun o olduğunu ve nikâhı onun kıymış olabileceğini söyler. Sonra şöyle devam eder. Bu olabilir. Çünkü bu Seleme'nin babası, Ummu Seleme'nin amcası oğludur. Bu sebeple de Se­leme'nin velî olması caizdir. Yani olması, sadece oğlu olması sebebiyle değildir.

[279] Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 77. Ayrıca bk. el-Bidaye ve'n-Nihaye, IV. 90

[280] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 99.

[281] Buhârî, Eyüb tarikiyle Ikrime'den ve o da Ibnu Abbas'îan rivayet eder ki: Rasûlullah (s.a.v.), ihramlı İken Meymûne'yi nikahladı. İhramdan çıktıktan sonra gerdeğe gir­di. Meymûne, Şerif denilen yerde vefat etmiştir.

[282] el-Bidaye ve'n-Nihaye, IV. 233 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 100.

[283] Sünen, Mil. 137-138. Buhârî, muallak ve muhtasar olarak naklediyor, bk. IX. 154. Ibnu Hacer, Abdurrezzak'ın Sevrî'den bu rivayeti naklettiğini ve rivayet hakkında Abdurrezzak'ın şöyle dediğini anlatır: "Kendisinden kadına daha uzak birine emretti ve o uzak olan onu evlendirdi. Yine şunu zikreder: Muğire, Avf b. Sakif oğullarından !bnu Şu'be b. Mes'ud b. Ma'teb'in oğludur. Kadın onun amcası kızıdır. Ubeydullah b. Ebî Ukayl ise, her ikis­inin amcası oğludur. Çünkü dedesi, adı geçen Mes'ud'un oğludur. Osman b. Ebî'l-As ise her ne kadar Sakifli İse de, ancak büyük dedeleri Sakif kanalıyla onlarla akrabalığı vardır. Çünkü Sakif'in oğlu Ceşm'in torunlarmdandır.

[284] Ibnu Hacer, Feth, IX. 155'te bu rivayeti Ibnu Sa'd'dan nakleder. Buhârî de mual­lak olarak bu rivayeti zikretmektedir. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 100-101.

[285] el-Bidaye ve'n-Nihâye, IV. 143-144

[286] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 101-102.

[287] Ahzâb, 33/4-5

[288] Ahzab, 33/37

[289] el-Bidaye ve'n-Nihaye, IV. 145-146

[290] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 102-103.

[291] Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 157; Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1035;Tirmizî, Kita-bu'n-Nikâh, III. 415. Tirmizî, Ebû Hüreyre hadisinin hasen-sahih olduğunu söylemektedir. Nesaî, Kitabu'n-Nikâh, II. 78; Ebû Davud, Kitabu'n-Nikâh, II. 311; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 601-603; Dârimî, Kitabu'n-Nikâh, II. 138; Mûsned, XII. 102-103; XIII. 134; XIV. 187; Said b. Mansur, Sünen, Mil. 139; Dârekutnî, Sünen, III. 238

[292] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 103-105.

[293] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 105.

[294] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 105.

[295] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 105.

[296] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 105.

[297] Aksine, Müsiim'in rivayetlerinin birinde (II. 1037) ve Dârekutnî'nin (II!. 240) ri­vayetinde kesindir. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 105-106.

[298] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 106.

[299] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 106.

[300] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 106.

[301] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 106.

[302] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 106.

[303] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 106.

[304] Sünen, Kitabu'n-Nikâh, II. 138; Ibn Hibban, Sahih, II-VI. 279 (yazma). Hâkim, Müstedrek, II. 166-167; Dârekutnî, Sünen, III. 241-242 {çeşitli vecihlerle nakledilmektedir); Heysemî, Mecmau'z-Zavâİd, IV. 280 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 107.

[305] Ebû Davud, Kitabu'n-Nikâh, II. 311-312; TirmiZÎ, Kitabu'n-Nikâh, 111.417. Tirmizî, Ebû Hüreyre'nin hadisinin hasen olduğunu belirttikten sonra yetim kız hakkındaki görüşlere yer vererek şöyle demektedir: Alimler yetim kızın evlendirilmesi konusunda ihtilafa düştüler. Bazılarına göre yetim kız nikahlandığında, bulûğ çağına erinceye kadar nikahı muallakta kalır. Kız bulûğ çağına erdiğinde muhayyerdir; dilerse nikahı onaylar, dilerse bozar. Tabiinden bazılarıyla başka bazı alimlerin görüşü budur. Bazılarına göre ise, buluğ çağına ermeden ye­tim kızı nikahlamak caiz değildir. Nikahta muhayyerlik de caiz değildir. Sufyan es-Sevrî, Şafiî ve ilim ehlinden bazılarının görüşü de budur.

Ahmed ve Ishak ise şöyle demişlerdir. Yetim kız dokuz yaşında olup nikahı kıyılır ve o da bu evliliğe razı ise, nikah geçerlidir. Bulûğ çağına girdiğinde geri dönme yetkisi de yoktur. Onlar bu görüşü ileri sürerken Hz. Aişe'nİn Peygamberle (s.a.v.) evliliğini mesned kabul etmişlerdir. Çünkü Hz. Aişe dokuz yaşındayken nikahı kıyılmıştır.

Nitekim Hz Aişe: Kız dokuz yaşına girdiğinde artık kadındır demiştir; Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 78; Ibnu Ebî Şeybe, Musannaf, III. 162 (yazma). Sahihu Ibni Hibban, II-VI. 276 (Yazma) Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları:

[306] Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 77-78; Dârekutnî, Kitabu'n-Nikâh, III. 240; Sahihu Ibni Hİbbân, II-VI. 280. (Yazma) Ibnu Hibban, "dul kadın kendisi hakkında karar verme konusunda daha hak sahibidir" sözünü yorumlarken şöyle demektedir: Kadının istediği kocayı seçmeye ve: "Falanı kocalığa kabul ediyorum, falanı ise kabul etmiyorum" demeye daha hak sahibi olduğu anlatılmaktadır. Nikâh akdinin velisiz caiz olduğu kasteditmemektedir.

[307] Dârekutnî, Kitabu'n-Nİkâh, III. 238-241; Nesâî aynı yer. Ebû Davud, Kitabu'n-Nikâh, II. 312  Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 107.                                                                                                                   

[308] Dârekutnî, Sünen, III. 239

[309] Ebû Davud, II. 313; Nesâî, II. 77-78; Dârekutnî,

[310] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 107-108.

[311] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 108-109.

[312] bk. Tertibu'l-Müsned, XX. 162; Ebû Davud, Kitabu'n-Nikâh, II. 312-313; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 602-603 (Ayni senedle başka bir senedle yine Ibnu Abbas'tan merfû olarak); Dârekutnî, Kitabu'n-Nikâh, III. 324-325. (Yine Ibnu Abbas'tan mevsûl olarak başka bir senedle. Üçüncü bir senedle de mürsel olarak).

[313] Ebu Davud ve Dârekutnî yukarıdaki rivayeti ayıplı (kusurlu) buluyorlar.

[314] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 110.

[315] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 110.

[316] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 110-111.

[317] Sünenu Saİd b. Mansûr, l-l

[318] Aynı kaynak ve yer.

[319] Musannaf, IHIL 163 a

[320] Aynı kaynak ve aynı yer.

[321] Beyhakî ile Ibnu Hacer'in sözleri için bk. Fethu'1-Bârî, IX. 161

[322] Müsned,  IX.  8-9;  Dârekutnî,  Sünen,  III. 229-231   (değişik senedlerle). Müstedrek, II. 167. Hâkim, Buhârîve Müslim'in şartlarına göre hadisin sahih olduğunu söyler ve Zehebî de bunu onaylar. Sünenü'l-Kübrâ, VII. 113,120; Mecmau'z-Zevâid, IV. 280

[323] Tertibu'l-Müsned (Fethu'r-Rabbânî), XX. 163; Nesâî, II. 78; Dârekutnî, Sünen, III. 232-233; Beyhakî, Sünen, VII. 118; Ibnu Ebî Şeybe, Musannaf, Mil. 162 b

[324] Ibnu'l-Cevzî de bu konuda Beyhakî'ye uymaktadır. Beyhakî diyor ki: Hadis mürseldir. Ibnu Bureyde, Hz. Aişe'den hadis dinlemiş değildir. Hadisin sahih olduğu ortaya çıksa bile, kadının kendisine denk olmayan biriyle evlendirilmediğine hamledilir. Ibnu'l-Cevzî ete şöyle diyor: Hadislerin büyük çoğunluğu, denk olmayan bir kocayla evlendirildiğine ham-ledilmiştir. bk. et-Ta'li'kul-Muğnî, III. 232-233

[325] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 112-115.

[326] Fethu'r-Rabbânî, XX. 162; Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 159-161; Muvatta1, Kita-bu'n-Nikâh, II. 535; Ebû Davud, Kitabu'n-Nikâh, li. 314; Nesâî, Kitabu'n-Nİkâh, !. 602; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh; Dârekutnî, Sünen, Kitabu'n-Nikâh, III. 231; Beyhakî, es-Sûnenul-Kübrâ, VII.119

[327] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 116.

[328] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 117.

[329] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 117.

[330] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 117.

[331] Muvatta1, s. 248

[332] Muvatta1, s. 248

[333] Maâni'l-Âsâr, jl. 7; Muvatta' Muhammed b. el-Hasan, s. 149

[334] Muhallâ, IX. 461-462

[335] bk. Bâcîale'l-Muvatta1, III. 269

[336] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 117-122.

[337] Tevbe, 9/71

[338] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 123-124.

[339] Neylut-Evtâr,VI. 124

[340] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 124-125.

[341] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 125-126.

[342] Bu saldırılar İçin bk. Tahâvi, Maâni'l-Âsâr, s. 4-8, Cessas, Ahkâmu'l-Kur'an, 1.472-477. Bu saldırılara verilen cevaplar İçin de bk. Şevkâni, Neylu'l-Evtâr, VI. 118-123

[343] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 126.

[344] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 126-127.

[345] Hakim, Müstedrek, II. 182. Hakim, hadisin Buhârîve Müslim şartları üzere sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de bunu onaylamaktadır. Mehir konusunda hadisin tamamı nakledecektir. Hadisi ayrıca Ebû Dâvud, II. 320; Ibnu Hibbân II-VI. 269 (yazma) rivayet etmiştir.

[346] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 127-128.

[347] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 128.

[348] el-Umm, V. 11; Said b. Mansur, Sünen, l-lll. 133; Ibn Ebî Şeybe, Musannaf, II-III. 161 (yazma); Dârekutnî, Sünen, III. 225

[349] Abdurrezzak, Musannaf, s. 126;Saİd b. Mansur, Sünen, l-lll. 144

[350] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 128.

[351] Said b. Mansur, Sünen, l-lll. 145

[352] Ibn Ebî Şeybe, Musannaf, H-lll. 161 (yazma)

[353] Ibn Ebî Şeybe, Musannaf, ll-lll. 161

[354] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 128-129.

[355] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 129.

[356] Said b. Mansur, Sünen, l-lll. 159-160

[357] Said b. Mansur, Sünen, l-lll. 161

[358] Tirmizî, Ibnu Abbas'ın Peygamber'den rivayet ettiği şu hadisi nakletmektedir: "Kendilerini delilsiz (şahitsiz) evlendiren kadınlar, fahişelerdir." Tirmizî, hadisi naklettikten sonra şöyle demektedir: Bu hadis mahfuz (râcih) değildir. Abdu'l-A'lâ'nın Katade'den rivayeti hariç merfu olarak onu rivayet eden birini tanımıyoruz. Abdu'l-A'la'dan-Said'den mevkuf ola­rak da rivayet edilmiştir. Sahih olan rivayet, Ibnu Abbas'tan kendi sözü olarak rivayet edilen­dir. Tirmizî, sonra kendisinden naklettiğimiz hadisi zikreder (bk. Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 411-412)

Dârekutnî, "Veli ve âdil iki şahidsiz nikâh asla olmaz" hadisini başka zayıf senedlerle nakletmektedir. (Dârekutnî, II. 221-222, 225). Şevkâni, hadisin başka zayıf rivayetlerine de işaret etmektedir {bk. Neylu'l-Evtâr, IV. 126-127)

[359] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 130-132.

[360] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 132-133.

[361] Ahmed, Müsned (Fethu'r-Rabbâni), XX. 212; bk. Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, IV. 289. Heysemî, İmam Ahmed'in rivayetindeki ravilerin sika olduklarını kaydeder. Ibn Hib­ban, Sahih, II-IV. 265-26S (yazma); Müstedrek, III. 183. Hakim, Buhârî ve Müslim'in şartlan üzere hadisin sahih olduğunu kaydetmekte ve Zehebî de bunu onaylamaktadır.

[362] Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 398-399. Tirmizî, hadisin yorumunda: Bu, hasen-garip bir hadistir. İsa b. Meymûn hadiste zayıf birisidir, demektedir. Tirmizî'nin bazı nüshalarında ise; sadece "bu garip bir hadistir" ifadesi vardır, "hasendir" kaydı yoktur. Mübârekfûri, "Tuhfe" II. 170-171 de bunu tercih eder.

[363] Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 182; Kitabu'd-Daavât, IX. 158-159; Müslim, Kita­bu'n-Nikâh, II. 1042; Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 402; Nesaî, Kitabu'n-Nikâh, II. 81; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, 1.615

[364] Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 182; Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1038; es-Sünenü'l-Kübrâ,Vll. 149

[365] Fethu'l-Bâri, IX. 182

[366] Ibnu Hacer aynı yer. Şevkânî, Neylu'l-Evtar'da (VI. 132) şöyle demektedir: Ca­hiliye döneminin tebrik şeklinden sakındırılmasının illeti konusunda ihtilaf edilmiştir. Allah'a hamdetmeyi, O'na övgüyü ve O'nu anmayı İçermediği için yasaklandığını söyleyen olmuştur.

Ibnu'l-Munir şöyle demektedir: Görünen o ki, cahiliyete uygun bir söz olduğu için Rasûlullah (s.a.v.) bu söze karşı çıkmıştır. Çünkü onlar dua olarak değil, kefe'ul olarak bunu söylüyorlardı. Mesela dua.şeklinde şöyle demiş olsaydılar, herhalde karşı çıkmazdı: "Allah'ım, onları birbirlerine sevdir ve onlara salih evlatlar ver."

[367] Ahmed, Müsned, III. 179 (Maarif baskısı). Sahih senedle rivayet edilmiştir. Dârimî, Sünen, II. 134; Nesaî, Sünen, Kitabu'n-Nikâh, II. 91; Ibn Mâce, Sünen, Kitabu'n-Nikâh, I. 614-615; Ibnü's-Sünni, Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle, No: 596; Ibnu Hacer, (Feth, IX. 182) de bu hadisi değerlendirirken şöyle demektedir: Hadisin ravileri sikadır. Ne var ki Ha­san, Akİl'den hadis dinlemiş değildir. Ancak Ibnu Abdİlberr, Akil'in hayat tercemesinde bu hadisi zikretmekte ve onu, Hasan Ibnu'l-Hasan rivayet etmiştir, demektedir (el-lstiâb, III. 1078)

Ibnu Hacer, (Tehzib, II. 263-267) de Hasan'ın ha! tercemesini anlatırken onun, Hz. Ömer'in hilafetinin son ikinci yılında doğduğunu, hicri 110 yılında vefat ettiğini Ali, Osman, Enes, Câbir ve sahabeyle tabiînden çok kimseden hadis rivayet naklettiğini söyler.

Ibnu Hacer, (Tehzib, VII. 257) de Akil'in hal tercemesini anlatırken Hasan Basri'nin ondan rivayet ettiğini ve Akil'in Muaviye'nin hilafeti veya Yezİd'in hilafetinin ilk yıllarında vefat ettiğini belirtir.

Hasan'ın Akİl'den rivayet ettiğine dair Ibnu Abdilberr ile İbnu Hacer'in ifadelerini gördük. Buna Hasan'ın Hz. Ali'den rivayet ettiğini ilave eder -ki Hz. Ali, Akilden yirmi yaş daha büyüktür- ve Hasan ile Akil'in çağdaş olduklarını da hesaba katarsak, Hasan'ın Akİl'den rivayette bulunduğuna engel birşey görmüyorum.

O halde hadis mevsul ve sahihtir. Ibnu Hacer'in Feth'te zikrettiğine gelince, her halde kendisi de bu zikrettiğinden emin değildir ve bu sebeple ifadesini tamriz kalıbı ile anlatmış ve Tehzib'te aksini anlatmıştır.

[368] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 133-135.

[369] Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1038

[370] Müsned, IV. 438, 452, 453, 458. (el-Halebi baskısı) Ayrıca bk. Âdâbu'z-Zifaf fi's-Sunnetİ'l-Mutahhara, s. 18-19; Heysemî (Ahmed ve Taberânî'den naklen) IV. 50-51. Hey-semî, senedinin hasen olduğunu belirtir.

[371] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 135-136.

[372] Ebû Dâvud, Kitabu'n-Nikah, III. 331; Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 413. Hadis, ha-sendir. Nesaî, Kitabu'n-Nikâh, II. 79; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 609-610

[373] Alulmrân, 3/102

[374] Nisa, 4/1

[375] Ahzâb, 33/70-71

[376] Dârİmî, Sünen, II. 142

[377] Şevkanî; "Burada evlenen sahabinin kim olduğunun bilinmemesi, (hadisin sıhhati açısından) büyük bir eksiklik değildir" demektedir.

[378] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 136-138.

[379] Rubeyyi' bu sözüyle kendisinden hadisi nakleden Halid b.   Zekvan'a   hitap ediyor. Ibnu Hacer'in sözkonusu hadisi açıklarken yabancı kadınla halvet bu hususta Rasûlullah'ın özel durumuna dair söylediklerine bak.

[380] Ahmed, Müsned, IV. 359-360 (el-Halebi baskısı); Buhârî, Kitabu'n-Nikah, IX. 166-167; Kitabu'l-Mağâzi, VII. 252; Beyhakî, es-Sünenu'l-Kübrâ, VII. 288-289; Tirmizî, III. 399. Tirmizî, hadisin sahih olduğunu söylüyor.

[381] Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 184-185; Müstedrek, M. 183-184. Hâkim, hadisin Buhârî ve Müslim'in şartlan üzere sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de bunu onayla­maktadır; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, VII. 288; Ibnu Hacer'in de belirttiği gibi Şureyk'in ri­vayetinde Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Beraberlerinde def çalan ve şarkı söyleyen bir cariye gönderdiniz mi?" Hz. Aişe: Ne söyleyecek, dedim. Şöyle diyecek buyur­du:

Size geldik size geldik

Kımızı altun olmayaydı,

Esmer buğday olmayaydı

Selâm bize ve selâm size

(Bu gelin) yörenize gelmezdi.

Kızlarınız beslenmezdi.

Ibnu Hacer, rivayeti naklettikten sonra rivayet hakkında herhangi bir değerlendirme yapmamaktadır. Ancak Heysemî, Mecmau'z-Zevaid'de Taberânİ'nin el-Evsat'ta bu rivayeti naklettiğini, senedde Revvâd b. el-Cerrah'ın bulunduğunu, Ahmed ve Ibnu Main'in bu şahsın sıka olduğunu söylediklerini, ancak onda zayıflık bulunduğunu zikreder. Nasiruddin el-Elbânî ise, Âdâbu'z-Zifaf fi's-Sünne isimli eserinde, hadisin başka tariklerinin bulunduğunu ve bun­ların hadisi kuvvetlendirdiklerini belirtir. Netice olarak hadis, hasen bir hadistir.

[382] et-Tayalisî, Müsned, s. 169; Nesaî, II. 92; Müstedrek, II. 184. Hâkim, Buhârî ve Müslim'in şartları üzere hadisin sahih olduğunu belirtmekte ve Zehebî de bunu onaylamak­tadır. Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, VII. 289

[383] Said b. Mansur, Sünen, Mil. 160-161

[384] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 138-140.

[385] Tirmizî, Kİtabu'n-Nikâh, III. 397. Tirmizî, hadisin hasen olduğunu kaydeder. Nesaî, Kİtabu'n-Nikâh, II. 91; Ibnu Mâce, Kİtabu'n-Nikah, I. 611; Müstedrek, II. 184. Hâkim, hadisin Buhârî ve Müslim'in şartları üzere sahih olduğunu belirtmekte ve Zehebî de bunu onaylamaktadır.

[386] Müstedrek, II. 184

[387] Said b. Mansur, Sünen, M Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 140-141.

[388] Feth, II. 354 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 141.

[389] Gerdekten önce veya sonra verilen ziyafet

[390] en-Nikaye, V. 226

[391] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 141.

[392] Velime'nin lügat anlamı için bk. el-Lisan, XVI. 129-130; Fethu'l-Bârİ, IX. 198

[393] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 142.

[394] Buhârî, Kitabu'l-Buyu1, IV. 222, Kitabu'l-Menakıb, VII. 89; Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1042; Nesaî, Kitabu'n-Nikâh, II. 94; Muvatta, Kitabu'n-Nikâh, II. 545; Ebû Dâvud, Kitabu'n-Nikâh, II. 317; Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 402; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 615; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, VII. 258; Müsned, III. 165, 190, 204, 226, 271  (el-Halebi baskısı).

[395] Hafız Ibnu Hacer'in Feth'te belirttiği gibi bu hadisi Ebu'ş-Şeyh ve Taberâni, el- Evsafta nakletmektedir.

Velime'nin hak olduğuna dair Tirmizî (III. 404), Ibnu Mes'ud'dan şu mertu hadisi nak­letmektedir: "Birinci günün yemeği hak, ikinci günün yemeği sünnet ve üçüncü günün yemeği ise gösteriştir. Her kim gösteriş yaparsa Allah da (kıyamet günü) onu teşhir eder."

Tirmizî, bu hadis hakkında şu değerlendirmeyi yapmaktadır: Ibnu Mes'ud'un bu hadi­sini merfu olarak sadece Ziyâd b. Abdillah'ın rivayetinden bilmekteyiz ki bu zatın garip ve münker rivayetleri çoktur. Buhârî'nin şöyle dediğini duydum: Ziyad b. Abdillah, şerefli biri ol­masına rağmen hadis rivayetinde yalan söylüyor.

Ibnu Mâce (I. 165), Ebû Hüreyre'den şu merfu rivayeti nakleder: "İlk günün velimesi haktır, ikincisinin iyiliktir, üçüncüsününki ise riya ve gösteriştir.

ez-Zevâid'in müellifi, bu rivayetin senedinde Ebû Malik en-Nahai'nin bulunduğunu ve zatın zayıf bir ravi olduğunda muhaddislerin ittifak ettiklerini belirtmektedir.

Ebû Dâvud da (I. 307), Katade-Abdullah es-Sakafî -Sakif kabilesinden şaşı bir adam- ki bu adama hayırla anılan anlamında Maruf denirdi ve Katade: Bu adamın adı Zübeyr b. Osman değilse, adının ne olduğunu bilmiyorum demiştir. Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder: "Birinci günün velimesi hak, ikincisinin iyilik, üçüncüsünün ki ise riya ve gösteriştir.

Feth'te (IX. 199) de belirtildiği gibi Buhârî, bu hadisin senedinin sahih olmadığını söylemektedir. Nitekim Züheyr, sahabi değildir.

Netice olarak Taberâni ve Ebu'ş-Şeyh'ten naklettiğimiz Ebû Hüreyre rivayeti dışında kalan rivayetlere ta'n edilmiştir. Naklettiğimiz bu rivayetin senedi, Ibnu Hacer'e göre sakıncası olmayan bir sened olmalı ki Ibnu Hacer senedi eleştiriye tâbi tutmadan bu rivayeti zikretmektedir.

Ancak Hafız Ibnu Hacer, Zührî-el-A'rac-Said b. Müseyyeb-Ebû Hüreyre tarikiyle Müslim'den şu rivayeti nakletmektedir: "Velime hak olduğu halde, velimenin en kötüsü, zen­ginin çağırılıp fakirin çağırılmadığıdır."

Ibnu Hacer'in Müslim'den bu naklini Müslim'de araştırdım her iki tarikte de son cümleyi -yani: zenginin çağırılıp fakirin çağırılmadığı cümlesini- bulamadım. Oysa Ibnu Hacer bu cümle için hadisi nakletmektedir. Bilemiyorum, acaba, Ibnu Hacer'in dayandığı Müslim nüshası ile elimizdeki Müslim nüshası farklı mı? bk. Müslim, II. 1055; Fethu'l-Bâri, IX. 188

[396] Müsned, V. 359; Ibnu Hacer, Fethu'l-Bâri'de {IX. 188) hadisin senedinde bîr sakınca bulunmadığını kaydetmektedir.

[397] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 142-144.

[398] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 144.

[399] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 144.

[400] bk. Müslim, 11. 1048

[401] bk. Buhârî, VII. 387

[402] Âdâbu'z-Zifaffi's-Sünneti'l-Mutahhara, s.64-65.

[403] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 144-145.

[404] bk. Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 200-201; Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1055; Mu-vatta', Kitabu'n-Nikâh, II. 546; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, VII. 2620. Müslim ve Beyhakî'nİn rivayetleri merfu; Muvatta' ve Buhârî'dekİ rivayet ise mevkuftur. Ancak -Ibnu Hacer'in belirt­tiği gibi- Muvatta've Buhârînin rivayetleri de merfu hükmündedir.

[405] Fethu'l-Bârî, IX. 201

[406] Fethıfl-Bârî, IX. 201 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 145.

[407] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 146.

[408] Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 185-186 (Muallak hadis); Müslim, Kitabu'n-Nikâh, 1.1051-1052; Tirmizî, Kitabu't-Tefsir, V. 357 (Hasen-sahih); Nesaî, Kitabu'n-Nikâh, II. 94 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 146.

[409] Hays: Hurma, kurutulmuş yoğurt ve yağ karışımıyla yapılan bir yemek çeşidi.

[410] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 146-147.

[411] Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1047; Müsned, III. 102, 195 (el-Halebi baskısı); Bey-hakî, Sünen, VII. 259 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 147.

[412] Müsned, IX. 153 {Maarif baskısı); Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1053; Ebû Dâvud, Kitabu'l-Afime, II. 306

[413] Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1053; Ibnu Mâce, Kitabu'rvNikah, I. 616

[414] Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 404 (Hasen-sahih).

[415] Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 198; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, VII. 262

[416] Buhârî, aynı yer.

[417] İki hadis için bk. Müslim, II. 1054

[418] Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 201; Müslim, II. 1054-1055

[419] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 147-149.

[420] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 149.

[421] Rum, 30/21

[422] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 150.

[423] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 151.

[424] Said b. Mansur, Sünen, l-lll. 211

[425] Ibn Ebî Şeybe, Musannef, H-lll. 207

[426] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 151.

[427] Maide, 5/87

[428] Tİrmizî'nin {III. 430) Ibnu Abbas'tan rivayeti şöyledir: Mut'a, islamın ilk dönemİndeydi. Kişi, bir beldeye gelirdi ve orada tanıdıkları olmazdı. Ne kadar orada kalacak­sa orada bir kadınla evlenirdi. Kadın ihtiyaçlarını giderir ve birtakım işlerini görürdü. Bu durum "ancak eşleri, yahut ellerinin sahİb olduğu (cariyeler) hariç" (Mü'minûn, 6) ayeti inin­ceye kadar devam etti. Ibnu Hacer, bu hadisin zayıf, şâzz ve mut'anın mubah kılınma İlletine aykırı olduğunu söyler (Feth, IX. 140) Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 151-153.

[429] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 153.

[430] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 153-154.

[431] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 154.

[432] Said b. Mansur, Sünen, 11-111. 209-210; Ibn Ebî Şeybe, Musannaf, II-III. 207a; Ahmed, Müsned, III. 32, 138, 286 (Maarif baskısı); Muvatta', Kitabu'n-Nikâh, II. 546; Buhârî, Kitabu'l-Mağâzi, II. 388, Kitabu'n-Nikah, IX. 136, Kitabu'z-Zabâih, IX. 537; Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1027; Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 429-430. Tirmizî, hadisin hasen-sahih olduğunu belirttikten sonra şöyle demektedir: Bu konuda Sabre el-Cühenî ve Ebû Hüreyre'den hadis rivayet edilmiştir. Peygamberin (s.a.v.) ashabından ve sonrakilerden ilim ehlinin ameli bu hadis üzeredir. Mut'a hakkında Ibnu Abbas'tan bir nevi ruhsat nakledilmişse de, Rasûlullah'tan naklen, (mut'anın hükmü) kendisine bildirilince görüşünden dönmüştür. İlim ehlinin çoğunun görüşü, mut'anın haram olduğu şeklindedir. Sevrî'nin, Ibnu'l-Mübarek'in, Şafiî'nin Ahmed'in ve Ishak'ın görüşü budur; Nesaî, Kitabu'n-Nikâh, II. 90

[433] Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 630-631; el-l'tibâr, s. 189; Ibnu Hibbân, Sahih, II. 16 a; Dârekutnî, Sünen, Kitabu'n-Nikâh, II. 140; Dârimî, Sünen, III. 257-258

[434] Müslim.

[435] Musannef ve Dârekutnî'nin Süneni. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 155.

[436] Maide, 5/5

[437] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 155-156.

[438] Kadı lyâz ve Nevevî'nin görüşleri için bk. Şerhu'n-Nevevî alâ Müslim, IX. 181

[439] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 156-157.

[440] Said b. Mansur, Sünen, l-lll. 209; Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1023-1024; Nesaî, Kitabu'n-Nikâh, II. 90; Ibn Hibban, Sahih, II-IV. 1616 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 158.

[441] Said b. Mansur, Sünen, l-lll. 209; Ibn Ebî Şeybe, Musannaf, ll-lll. 207a; Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1026; Ibn Hibban, Sahih, ll-VI. 1626 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 158.

[442] Ibn Ebî Şeybe, Musannaf, l-lll. 207a; Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1025; Ibn Hib­ban, Sahih, aynı yer. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 158.

[443] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 158-159.

[444] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 159.

[445] !bn Hibban, Sahih, ll-VI. 161-162a; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 631; Dârimî, Sünen, Kitabu'n-Nîkâh, II. 140

[446] Ibn Hacer, Feth, IX. 140 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 159.

[447] Necm, 53/3-4 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 159.

[448] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 160.

[449] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 160.

[450] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 160.

[451] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 160-161.

[452] Nisa, 4/24

[453] Müminûn, 23/5-6

[454] Muhammed Takiyyu'l-Hakim, ez-Zavacu'l-Muakkat ve Devruhu fî Halli Müşkilâti'l-Cins, s. 31-34. Müellif Necefteki Fıkıh Fakültesinde Fıkıh Usûlü hocasıdır.

[455] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 161-162.

[456] Nisa, 4/23-24

[457] Bakara, 2/237. Bu konuyla ilgili olarak bk. Cassas, Ahkamul-Kur'an, II. 177-178;Taberî, VIII. 175; Ibnu Kesîr, I. 474

[458] Nisa, 4/4

[459] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 162-164.

[460] Ibnu Kesîr, I. 474 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 164.

[461] Taberî, VIII. 189

[462] Ahkâmu'l-Kur'an,

[463] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 164.

[464] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 165.

[465] Müslim, Kitabu'l-Hacc, II. 899

[466] Sözkonusu âyet: "Hac zamanına kadar umre ile faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser" âyetidir (Bakara, 2/196).

[467] Müslim, Kİtabu'l-Hacc, II. 900; Alimlerden bazıları meseleyi tahkik etmeden bu görüşte olanların peşine takılmışlardır. Oysa meseleyi kendileri tahkik etseler âyetin hacctaki temettudan bahsettiğini ve güvenilir âlimlerin bunu ortaya koyduklarını görecekler.

Imran b. Husayn'ın rivayetiyle ilgili olarak bk. Ahmed Hasan el-Bakûrî, Maa'l-Kur'an, s. 170 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 165.

[468] Yûnus, 10/15

[469] Necm, 53/3-4

[470] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 166.

[471] Dârekutnî, Sünen, II. 259; Ibn Hibban, Sahih, II-IV. 324

[472] Musannaftan naklen Ibnu Hacer, Feth, IX. 142

[473] Mû'mİnûn, 23/5-6.

[474] İhtilafu'l-Hadİs, VII, 256-257 (el-Umm isimli kitabının kenarında)

[475] Ahzâb, 33/49

[476] Bakara, 2/229

[477] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 166-167.

[478] Mü'minûn, 23/5-7

[479] Müstedrek, II. 305. Hakim, hadisin Buhârî ve Müslim'in şartları üzere sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de bunu onaylamaktadır. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 167

[480] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 168.

[481] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 168.

[482] Nisa, 4/24

[483] Hazimî, el-l'tibâr, s. 190; Heysemî, Mecmau'z-Zavâid, IV. 265; Ibn Hacer, Feth, IX. 140; Şevkanî, Neylu'l-Evtâr, VI. 135; Ayrıca bk. Cassas, Ahkâmu'l-Kur'an, II. 178

[484] Ahkâmu'l-Kur'an, aynı yer.

[485] Talâk, 65/1

[486] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 168-169.

[487] Tirmizî, III. 439

[488] Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1028

[489] Hazimî, l-l'tibar, s. 189-190

[490] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 169.

[491] Müslim, II. 885

[492] ez-Zavâcu'l-Muakkat, s. 36-38

[493] Müslim, Kitabu'n-Nikâh, III. 1023

[494] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 170-171.

[495] el-Muhallâ, IX. 519

[496] el-Feth, 1X142

[497] Kâzimî, el-lslâm Sebil u's-Saade, s. 253

[498] el-Muhallâ, IX. 520

[499] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 171-172.

[500] Ibnu Mâce, I. 631

[501] Ahkâmu'l-Kur'an, II. 184-185

[502] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 172-173.

[503] el-Evsat'tan naklen, Heysemî, Mecmau'z-Zavaid, IV. 265. Heysemî, seneddGki ravilerden el-Muâfî b. Süleyman hariç diğer ravilerin, Buhârî'nin ravileri olduğunu ve bu zatın da güvenilir olduğunu belirtmektedir. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 173-174.

[504] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 174.

[505] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 174.

[506] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 174-175.

[507] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 175.

[508] Bütün bu meselelerle daha önce anlatılanlar ve şülerin mut'a hakkında diğer görüşleri İçin bk. Muhammed el-Hüseyin, Kâşifu'l-Ğıtâ' Aslu'ş-Şİa ve Usûluhâ, s. 167-193; Ayrıca bk. el-Muhtasaru'n-Nafi' fi Fıkhi'l-lmamiyye. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 175-176.

[509] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 176-177.

[510] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 177.

[511] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 178.

[512] Nisa, 4/25

[513] Ibnu Kesîr, I. 475 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 178.

[514] Buhârî, KitabuVı-Nikâh, IX. 150-151; Dârekutnî, Sünen, Kitabu'n-Nikâh, III, 216-217

[515] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 178-180.

[516] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 180-181.

[517] Yûnus, 10/35

[518] Yûnus, 10/32 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 181-182.

[519] bk. Tekvin bölümü, bab: 15/29-30; bab: 34/8-12 ve 46/9-21; sayılar bölümü, 31/ 35; Birinci Samuel, 1/1-2, 18/27-35, 42-45; İkinci Samuel, 3/3, 5/11

[520] Saf, 61/6

[521] Matta İncili, beşinci bölüm: 17

[522] Ali Mansûr, ed-Dîn ve Kâvaninu'l-Ahvali'ş-Şahsiyye, s. 42 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 182-183.

[523] ed-Dîn ve'l-Kavaninu'ş-Şahsiyye, s. 27 (Tarihu'l-Âlem, I. 604-606'dan naklen). Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 183.

[524] Aynı kaynak, s. 27-28; el-Usretü ve'l-Muctemau'l-Mısrî el-Kadîm, s. 36,107 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 183.

[525] ed-Dîn ve Kavanînu'l-Ahvali'ş-Şahsiyye, s. 28 (Tarihu'l-Âlem'den naklen, 1/691); el-Mer'etu Inde'l-Yunan, s. 28 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 183.

[526] ed-Din ve Kavanînu'l-Ahvali'ş-Şahsiyye, s. 28 (es-Sabiîn fî Hâdirihİm ve Mâdihim isimli kitaptan naklen). Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 183.

[527] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 184.

[528] el-Usretu ve'l-Muctema1, s. 67

[529] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 184.

[530] Birden fazla kadınla evlenmenin temel sebepleri bunlar. Daha geniş bilgi için bk. Mustafa Sibai, el-Mer'atu Beyne'l-Fıkhı ve'l-Kanun, s. 81-86; Munammed İzzet Derveze, el-Mer'atu fi'l-Kur'an ve's-Sünne, s. 118.

[531] Nisa, 4/3

[532] Nisa, 4/2

[533] Tefsîru-t-Taberî, VII. 531-541 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 184-187.

[534] Müsned, VI. 277-280, 288 (Maarif baskısı). Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 628; Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 425; Müstedrek, II. 192-193; Dârekutnî, Sünen, II. 404; Zevâid, Ibnu Hibbân, s. 310-311; Beyhakî, Sünen, VII. 149

[535] Ebû Dâvud, Kitabu't-Talâk; II. 677 (Daru'l-Hadis baskısı)- Ibnu Mâce, aynı yer, Ibnu Kesîr, Tefsir, 1. 451

[536] Şafiî'den naklen Ibnu Kesîr, 1.451

[537] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 187.

[538] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 187-188.

[539] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 188.

[540] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 189.

[541] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 190.

[542] Müsned, XI. 81. Sahih bir senedle. Tayalisî, s. 301; Hakim Müstedrek, IV. 500. Hakim, hadisin sahih olduğunu belirtmekte, Zehebî de bunu onaylamaktadır. Beyhakî, Sünen, VII. 467

[543] Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şu sözü buna işaret etmektedir:  "İki  karısı  olup  birine meyleden kıyamet günü vücudunun bir tarafı sarkık olarak gelir." (Ahmed, Müsned, XV. 78, Maarif baskısı. Darimî, Sünen, II. 142; Tayalisî, Müsned, s. 222; Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 447; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikah, I. 633; Ebû Dâvud, Kitabu'n-Nikâh, II. 326; Hakim, Müstedrek, II. 186. Hakim, hadisin Buhârî ve Müslim'in şartlan üzere sahih olduğunu söylemekte Zehebî de bunu onaylamaktadır. Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, VII. 297; Ibnu Hibbân, Sahih, VI. 367-368; Nesâî, II. 157)

[544] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 190-191.

[545] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 191.

[546] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 191.

[547] Enes ve Aişe'nİn rivayetidir. Müsned'den naklen el-Kenzü's-Semin, s. 607; Buhârî, Kitabu'l-lcâre, IV. 357 (Muallak hadis). Ebû Dâvud, Kitabul-Akdiye, II. 273 (Ravi: Ebû Hüreyre); MOstedrek, II. 49. (Rivayeti hasendir).

[548] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 192.

[549] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 192.

[550] Nisa, 4/3

[551] el-Kebir ve es-Sağir'de Buhârî'nin ravîlerinden oluşan bir senedle rivayet etmiştir, bk. Heysemî, Mecmau'z-Zavaid, IV. 225

[552] Said b. Mansur, Sünen, Mil. 171-172; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, VII. 250

[553] Hattâbî şöyle diyor: Nikâhın şartlan muhteliftir. Bazılarını yerine getirmek ittifak­la sabittir. Allah'ın emrettiği; iyilik üzere evliliği devam ettirmek ya da güzelce salıvermek böyledir. Bazıları, "Yerine getirmeniz gereken şartların evlâ olanı..." hadisini buna yorum­lamışlar.

Bazı şartların yerine getirilemeyeceğine ittifak edilmiştir. Kadının, kızkardeşinin boşanmasın; istemesi böyledir. Bazı şartlar da vardır ki yerine getirilip getirilmeyecekleri hu­susunda ihtilaf edilmiştir. Kadının, kocasının kuma getirmemesini, cihada gitmemesini, kendi evinde kalıp kocasının evine gitmemesini şart koşması gibi.

İmam Ahmed ve bir gurup âlimin, şarta mutlak olarak uyulması gerektiğini söyledikleri nakledilmiştir, bk. el-Feth. IX. 179

[554] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 192-195.

[555] Nisa, 4/3

[556] et-Tayalisî, Müsned, s. 322; Ahmed, Müsned, XVI. 237 (el-Fethu'r-Rabbânî);. Darimî, Sünen, II. 142; Tirmizî, III. 447; es-Sicistanî, Sünen, II. 326; Ibnu Mâce, II. 633; Nesaî, Sünen, II. 157; Hâkim, Müstedrek, II. 186; Ibn Hibban, el-lhsân, II-VI. 368 (Yazma); Ibn Kesîr, Tefsir, 1. 564

[557] Nisa, 4/129

[558] Isrâ, 17/43

[559] Nisa, 4/21 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 195-197.

[560] Buhârî, Kitabuîş-Şurût, V. 347; Kitabu'n-Nikâh, IX. 178; Müslim, Kitabu'n-Nikâh, 11.1036 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 197.

[561] Bezzâr ve Taberânî, hadisi Ibnu Abbas'tan nakletmişlerdir. bk. el-Kenzu's-Semîn, s. 268

[562] Ahmed, Müsned, XIV. 117, XV. 236 (maârif baskısı). Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 180; Tirmizî, Kitabu't-Talâk, III. 495 (Hasen-sahih).

[563] Buhârî, aynı yer.

[564] Nisa, 4/129

[565] Nİsâ, 4/129

[566] Ibn Kesîr, Tefsir, I. 564

[567] Ahmed, Müsned, XVI. 283 (el-FethuY-Rabbânî). Ebû Dâvud, Kitabu'n-Nikâh, II. 326; Müstedrek, II. 186. Hakim, hadisin Buharı ve Müslim'in şartları üzere sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de bunu onaylamaktadır; es-Sünenü'l-Kübra, VII. 200; Ibn Kesîr, Tef­sir, I. 562; Zâdu'l-Maâd, IV. 19-20

[568] Ahmed, Müsned, XVI. 237-238 (el-Fethu'r-Rabbânî); Dârimî, Sünen, Kitabu'n-Nikâh, II. 144; Ebu Dâvud, Kitabu'n-Nikâh, II. 326; Tirmizî, III. 446; Nesaî, II. 157; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 634; Müstedrek, II. 187. Hakim, hadisin Müslim'in şartları üzere sa­hih olduğunu söylemekte Zehebî de bunu onaylamaktadır; Ibnu Hibbân, el-lhsân fi Tertibi's-Sahih, II-VI. 366 (Yazma); Ibn Kesîr, Tefsir, I. 564; Zâdu'l-Maâd, IV. 19; Beyhakî, es-Sünenû'l-Kübrâ, VII. 298

[569] Beytu't-Tâa ve Taaddüdü'z-Zevcat fi'l-lslâm, s. 24-30

[570] Buhârî, III. 11-12. (et-Feth); Müslim, IV. 2171-2172; Ahlâku'n-Nebî, s. 199-200

[571] Müslim, Kitabu'z-Zikr ve'd-Dua ve'l-İstiğfar, IV. 2075-2076

[572] Ahlâku'n-Nebî, s. 280-281

[573] Ahzâb, 33/50

[574] Hadisi Buhârî, Kitabu'n-Nikah'ın "evlenmeden önce kadına bakmak babı"nda ri­vayet etmektedir. IX. 148-149. Ibnu'l-Münir, hadisin bu başlık altında zikredilmesini şöyle değerlendirir: Sanki Buhârî, bu peygamberlerin rüyalarının vahiy olduğu ve uyanıkken nasıl masum iseler uyurken de masum olduklarına yormak istiyor.

Müslim İse hadisi Fadail kitabında naklediyor. XV. 202-203 (Nevevî Şerhi).

[575] Ahzâb, 33/37

[576] Tefsîru'bni Kesîr, III. 501. İbnu Kesir, âyet için başka bir ihtimal daha zikreder. O da âyetin kendilerini Rasûlüllah'a bağışlayan kadınlar hakkında olduğu ihtimalidir. Rasûlüllah'a bunlardan dilediğini kabul ve dilediğini reddetme hürriyeti verilmiştir. Reddet­tiğini bir müddet sonra alabilir.

!bnu Kesîr, daha sonra Taberî'den âyetin her iki ihtimali de İçerdiğini ve bu iki an­lamın da doğru olduğunu nakleder.

[577] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 197-208.

[578] Müfessirlerin büyük çoğunluğuna göre "gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir fazlalık olmak üzere namaz kıl" (Isrâ, 17/79) âyetiyle "ey bürünüp sarınan azı hariç gece namaz kıl" (Müzzemmil, 73/12) âyetinin anlamı budur. bk. Ibnü Kesîr, III. 54-55 ve IV. 434

[579] Müslim bu konuda Ebu Hüreyre'den şunu naklediyor: Hasan, sadaka hurma­larından birini alıp ağzına attı. Bunu gören Rasûlullah (s.a.v.): "At onu, at onu... Sadakanın bizim için helal olmadığını bilmiyor musun?" buyurdu. (Müslim, Kitabu'z-Zekat, II. 751)

[580] Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Sizin, Allah'ın Resulüne eziyet etmeniz ve kendi­sinden sonra onun eşlerini nikahlamanız asla olmaz." (Ahzâb, 33/53)

[581] Bu eser Uysal Kitabevi tarafından "Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri" ismiyle Türkçe'ye tercüme ettirilmiş ve iki cilt halinde yayınlanmıştır.

[582] Müslim, Kitabul-Cenaiz, II. 669-671

[583] Rivayetlerin hepsi için bkz. Buhârî, KİtabıTr-Rİkak, XI. 242-246

[584] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 209-211.

[585] IbnuKesîr, IV. 386-390

[586] Ahzâb, 33/52

[587] Hadisin kaynakları daha önce belirtilmişti.

[588] Hz. Hatice'nin ha! tercemesi, evliliği ve faziletleri için bk. et-Tabakatu'l-Kübra, I. 84-85; el-lstiâb, IV. 1817-1825; Usdu'l-Ğâbe, IV. 434-439; Siretü'bni Hişâm. II. 231-233; el-Isâbe fî Temyîzi's-Sahabe, VIII. 60-63; Müsnedu Ahmed, VI. 58, 202, 279; Buhârî, Kitabu Fadâili's-Sahabe, IV. 1886-1889; Tirmizî, Kitabu'l Menakıb, V. 702-703; el-Bidaye ve'n-Nihaye, III. 130-133; Beyhakî, Delâilu'n-Nübüvve, I. 416-424

[589] Talâk, 65/3 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 211-214.

[590] Nisa, 4/128

[591] Müstedrek, II. 308-309. Hakim, hadisin Buhârî ve Müslim'in şartları üzere sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de bunu onaylamaktadır.

[592] Sevde'nin hal tercemesi için bk. et-Tabakatu'l-Kübrâ, VIII. 52-57; el-lstîâb, IV. 1867; Usdu'l-Ğâbe, V. 484-485; el-Bidaye ve'n-Nihaye, İli. 130-133; ei-lsâbe, VIII. 117-118; Müsnedu Ahmed, XVI. 239 (el-Fethu'r-Rabbânî); Buhârî, IX. 256-257; Müslim, II. 1085; Ebû Dâvud, II. 326; Tİrmİzî, V. 249; Ibnu Mâce, I. 634; Müstedrek, II. 186; Tefe iru'I-M e nâr, IV. 271

[593] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 214-216.

[594] Bir uvkiye, kırk dirhemdir.

[595] Tevbe, 9/40

[596] Ibnu Kesir, el-Bidaye'de VIII. 92'de şöyle demektedir; Fukaha ve usûl âlimlerinden birçoğunun ağızlarına doladıkları: "Dinimizin yarısını şu Humeyra (Aişe) dan alın" şeklindeki hadisin aslı yoktur. Hocamız Ebu'l-Haccac el-Muzzi'ye sordum: "Aslı yoktur" dedi?

[597] Hz. Aişe'nin hal tercemesi için bk. et-Tabakatu'l-Kübrâ, VIII. 58-81; el-lstiâb, IV. 1881-1885; Üsdu'l-Ğâbe, V. 501-504; Tehzibu't-Tehzib, XII. 433-436, el-lsâbe, VIII. 139-141; Buharı, Kitabu Fadaili Ashabi'n-Nebi.VII. 84-86; Müslim, IV. 1889-1896; Tirmizî, V. 703-707; Müstedrek, IV. 3-145; el-Bidaye ve'n-Nihaye, III. 133-135, 230-231 ve VIII. 49-94; Tef-sirü'l-Menâr, IV. 371. Hz. Aişe hicri 58 yıhnda vefat etmiştir.

[598] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 216-216.

[599] Hz. Hafsa'nın hal tercemesi için bk. et-Tabakatu'l-Kübrâ VIII. 81-86; el-lstiab, IV. 1811-1813; Üsdu'l-Ğabe, V. 425-426; el-lsabe, VIII. 51-52; Müstedrek, IV. 14-15; Tehzi-bu't Tehzib, XII. 410-411; Tefsİru'l-Menar, IV. 371; el-Bİdaye ve'n-Nihaye, VIII. 30 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 219-220.

[600] Rasûluilah (s.a.v.) ona haber göndererek: "Küçük çocuklarım var, diyorsun, Al­lah çocuklarına yeter. Kıskanç olduğunu söylüyorsun. Allah'a bundan dolayı kıskandığını gi­dermesi için dua edeceğim. Veliler meselesine gelince, hazır olanlardan da  hazır  bulun­mayanlardan da benimle evlenmene rıza göstermeyecek kimse yoktur.

Bir rivayete göre yaşının geçmiş olmasından dolayı da mazeret beyan etmiş,ve Pey­gamber (s.a.v.): Yaşlandığını söylüyorsun, oysa ben senden bir yaş büyüğüm, demiştir.

Böylece Ümmü Seleme evlenmeye muvafakat edip Peygamberle (s.a.v.) evlen­miştir. Ümmü Seleme hicretin altmışbirincİ yılında vefat etmiş ve Baki mezarlığına gömülmüştür. Cenaze namazını da Ebû Hüreyre kıldırmıştır. Peygamber'in (s.a.v.) eşlerinden en son vefat edenidir ve vefat ettiğinde seksendört yaşındaydı.

[601] Hal tercemesi için bk. el-Tabakatu'l-Kübra, VIII. 86-96; eMstiab, IV. 1920-1921, 1939-1940; Usdu'l-Gabe, V. 560-588-589; el-isabe, VIII. 203-204, 240-241; Tehzibu't-Tehzib, XII. 455-457; el-Bidaye ve'n-Nihaye, IV. 90-91, VIII. 214-215; Tefsiru'l-Menar, IV. 372

[602] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 217-219.

[603] Tefsiru'l-Menar, IV. 372

[604] Ümmü Habibe'nin hal tercemesi İçin bk. et-Tabakatu'l-Kübrâ, VIII. 96-100; el-Istiab, IV. 1843-1846, 1929-1931; Üsdü'l-Gâbe, V. 457-458, 573-574; Müstedrek, IV. 20-23; Tehzibu't-Tehzib. XII 419; el-lsabe, VIII. 84-85; El-Bidaye ve'n-Nihaye, VIII. 28 Muavİye'nin hilafeti döneminde hicretin 44. yılında vefat etmiştir. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 220-221.

[605] Ahzâb, 33/37

[606] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 221-222.

[607] Tâhâ, 20/131

[608] Ebû Davud, Kitabu'l-Edeb, V. 365-366

[609] bk. Tehzibu't-Tehzîb, IX. 507-508

[610] Tehzibu't-Tehzib, IX. 363-368; Mizanu'l-I'tidal, III. 660-666

[611] Tehzibu't-Tehzîb, V. 276; Mizanu'l-I'tidal, II. 448-449

[612] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 222-224.

[613] Ahkâmul-Kuran, III. 1531-1532

[614] Ahzâb, 33/37

[615] Ahzâb, 33/40

[616] Ahzâb, 33/5

[617] Tana, 20/131

[618] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 224-225.

[619] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 225-226.

[620] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 226.

[621] Hal tercemesi için bk. et-Tabakatu'l-Kübrâ, VIII. 101-115; el-lstiâb, IV. 1849-1853; Üsdu'l-Ğâbe, V. 463-465; el-lsâbe, VIII. 92-93; Tehzîbu't-Tehzîb, XII. 420-421; el-Bidaye ve'n-Nihaye, IV. 145-147, VII, 104; Tefsiru Ibn Kesir, III. 490-492; Buhârî, VIII. 424, 426; Müslim, II. 1048; Tirmizî, V. 352-355; Tefsîrul-Menâr, IV. 371; Müstedrek, IV. 23-25. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 226-227.

[622] Tefsirul-Menâr, IV. 371-372

[623] Hal tercemesi için bk. et-Tabakatu'l-Kübrâ, VIII. 115-116; el-lstiâb, IV. 1853; Üsdu'l-Ğâbe, V. 466-467; el-lsâbe, VIII. 94-95; el-Bidaye ve'n-Nihaye, IV. 90 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 227.

[624] Hal tercemesi için bk. et-Tabakatu'l-Kübrâ, VIII. 116-120; el-lstîâb, IV. 1804-1805; Üsdu'l-Ğabe, V. 419-421; el-lsâbe, VIII. 42-44; el-Bidaye ve'n-Nihaye, IV. 159; Tefsi-rul-Menâr, IV. 371; Tehzîbu't-Tehzîb, XII. 407; Müstedrek, IV. 25-28 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 228.

[625] Safiyye'nin hal tercemesi için bk. et-Tabakatu'l-Kübrâ, VIII. 120-129; el-lstîâb, IV. 1871-1872; Üsdu'l-Ğâbe, V. 490-491; Tehzîbu't-Tehzib, XII. 429; Müstedrek, IV. 28-29 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 229.

[626] Ibnu Kesir, buna dair rivayetin munkati mûrsel olduğunu söyler. Bk, Tefsir, III. 500

[627] Tefsir, İti. 449-500. Meymûne'nin hal tercemesi için bk. et-Tabakatu'l-Kübrâ, VIII. 132-140; el-lstîâb', IV. 1914-1918; Usdül-Ğâbe, V. 550-551; el-lsabe, VIII, 191; Tehzîbü't-Tehzîb, XII, 453; Müstedrek, 10, 30-33

Ibnu Hacer'in tercihine göre hicretin altmışıncı yılında Mekke ile Medine arasında Şeref denilen Rasulüllah'ın kendisiyle evlendiği yerde vefat etmiştir.

[628] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 229-231.

[629] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 231.

[630] Ebû Davud, Kitabu'n-Nikâh, II. 326; Müstedrek, II. 186; Tertîbu'l-Müsned, XV. 238 (el-FethuY-Rabbâni)

[631] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 231.

[632] Buhârî, Kitabu'n-Nikâh,  255; Ebû Davud, Kitabu'n-Nikah, I. 327; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikah, I. 634; Tertibu'l-Müsned, XVI. 239, (el-Fethu'r-Rabbani); Müslim, Kitabu Fa-daili's-Sahabe, IV, 1894 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 231.

[633] Müsned, XVI. 238-239 (el-Fethu'r-Rabbani); Buharî, Kitabu'n-Nikah, IX. 260

[634] Tirmizî ve Ibn Hibban hadisi Aişe'den; Ibnu Mâce, Ibnu Abbas'tan, Taberânî de Muaviye'den rivayet etmiştir.

[635] Tahrim, 66/3

[636] Ahmed, Müsned, III. 133, IV. 31, V. 170-171 (Maarif baskısı). Buharî, Kİtabu'n-Nikah, IX. 93-94; Müstedrek, II. 160. Hâkim hadisin Şeyhayn'ın şartları üzere sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de bunu onaylamaktadır.

[637] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 232-234.

[638] Nûr, 24/32

[639] Alûsi, XVIII. 147-148

[640] en-Nihaye, I. 58

[641] Maide, 5/2

[642] Müslim, Kitabu'l-Birr ve's-Sıla, IV. 1996

[643] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 235-237.

[644] Nur, 24/33

[645] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 237.

[646] Buharî, Kitabul-I'tikaf, IV. 224-225; Müslim, IV. 1712-1713

[647] Hadisin kaynağını daha önce belirtmiştik.

[648] Nur, 24/30, 31

[649] Nur, 24/32

[650] Nur, 24/33

[651] Hadisin kaynağı daha önce verildi.

[652] Muhammed Fethi, Tiau'l-Ğarizeti'l-Cinsiyye" Mecelletu Hayatike, Nİsan-1959, s. 15

[653] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 237-239.

[654] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 240.

[655] Ra"d, 13/11

[656] Hadisin kaynakları daha önce geçti.

[657] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 240-241.

[658] Dr. Yusuf Murad, Saykülüciyettü'l-Cins, s. 74, 75

[659] Tahrim, 66/6

[660] Tûr, 52/21

[661] Ra'd, 13/23-24 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 242.

[662] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 243.

[663] Bakara, 2/221

[664] Nİsâ, 4/22-24

[665] Maide, 5/5

[666] Nur, 24/26

[667] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 247-248.

[668] Yusuf, 12/87

[669] Tevbe, 9/105

[670] İbrahim, 14/24-25

[671] Câsiye, 45/23

[672] İbrahim, 14/26

[673] Bakara, 2/221

[674] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 248-249.

[675] Tefsiru't-Taberî, IV. 371 (Maarif baskısı) Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 249-250.

[676] Nahl, 16/97

[677] Nur, 24/5

[678] Ebû Davud, Kitabu'n Nikah II. 278; Tirmizî, Kitabu't-Tefsİr, V. 328-329. (Hasen-Garİb); Nesâi, Kitabu'n-Nikah, II. 71-72; Müstedrek, II. 166. Hakim, Şeyhayn'ın şartları üzere sahih olduğunu söylemekte ve Zehebî de bunu onaylamaktadır. Ibnu Kesir, III. 263; Ibnu'l-Arabi, Ahkamu'l-Kur'an, III. 1316-1317; Cessas, Ahkamul-Kur'an, III. 326

[679] Alimlerin büyük çoğunluğu, zâniye bir kadınla evlenmenin haram olduğunu, ni­kah akdi yapılmışsa günah olmakla birlikte bu akdin gsçerli olacağı görüşündedirler. An­lattıklarımızla ilgili olarak bk. İbrahim el-Cibâli, Tefsiru Sûreti'n-Nûr, s. 24-34

[680] Furkan, 25/68-70

[681] Tefsir, III. 264. Ayrıca bk. Cassas, Ahkamu'l-Kur'an, III. 328

[682] Nûr, 24/3. Rivayetle ilgili olarak bk. Ibnu Kesir, III. 262

[683] Ayetin anlamına dair zikrettiğimiz, bu konuda müfessirlerin ileri sürdüklerinin en tercih edilenidir. Müfessirfer, gerek nuzûl sebebi ve gerek âyetin anlamı konusunda apaçık ihtilafa düşmüşlerdir. Mensuh olup olmadığı konusunda da aralarında ihtilaf vardır. Hatta Ibnu'l-Arabi; Bu ayet Kur'an'ın müşküllerindendir demektedir. (III. 1317) ibnu Kesİr'İn İzah­larından (bk. Tefsir, III. 262-264) bizim anlattığımız anlaşılmaktadır. Zemahşerî'nin anlattıkları da bizi desteklemektedir. Zemahşerî şöyle demektedir: "Erkeklerden salİh olanlar fâsık ve ahlâksız kadınla evlenmeyi arzu etmez, ondan kaçarlar."

Zemahşerî daha sonra haram kılınmasının illetini şu şekilde açıklamaktadır: Çünkü bunda kendini fasıklara benzetme ve töhmet yerlerinde bulunma vardır. Kişi hakkında kötü sözler söylemesine, hakkında dedikodu yapmasına sebeptir. Kötülerle oturmak bile kişiyi günah işlemeye maruz bırakırken ya zanilerle evlenmek nasıl olur? Nitekim Yüce Allah: "İçinden bekarları ve köle ve cariyelerden iyileri evlendirin" sözüyle buna işaret etmektedir. (Keşşaf, III. 211).

[684] Nur, 24/26.

[685] Ibnu Kesir.

[686] Nİsâ, 4/24

[687] Maide, 5/5

[688] Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikâh, I. 596; Uyûnu'l-Ahbâr, IV. I, Sehâvî'nin de belirttiği gibi bu hadisin senedi zayıftır. Ancak Sünnette bu hadisi destekleyen hadisler vardır ve bu sebeple onun aslı vardır. es-Sindî, Nesâî'nin bu hadisi naklettiğini ve hakkında herhangi bir yorum yapmadığını söyler (I. 293). Sahavî de, Taberânrnin de hadisi rivayet ettiğini zikreder (el-Makasidu'l-Hasene, s. 362)

[689] Ibnu Mâce, aynı yer. Tirmizî, V. 277. Tirmîzî, hadisi yakın bir lafızla rivayet et­mekte ve hasen olduğunu söylemektedir, es-Sindî, Ibnu Mâce'nİn Ebu Abdullah b. Amr b. Murre tarikiyle rivayet ettiğini, hakkında farklı görüşler ileri sürüldüğünü; Nesaî zayıf olduğunu söylerken Ibnu Hİbbân ve Hakim, sağlam olduğunu söylediklerini zikreder. Ancak Tirmizî'nin rivayeti başka bir tarîkdendir; Sevbân'dan nakledilmiştir. Altun ve gümüşle ilgili âyetten maksadın; "altın ve gümüşü yığan..." {Tevbe, 9/34) âyeti olduğu belirtilmiştir.

[690] Müslim, X. 56 (Nevevî); Ibnu Mâce, aynı yer; Nesâî, VI. 69; Müsnedu Ahmed. XVI. 143 (el-Fethu'r-Rabbanî) bk. Keşfu'l-Hafa. I. 411-412; el-Makasidu'l-Hasene, s. 217; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, VIII. 80

[691] Buharî, XX. 78 (aynı); Müsneclü Ahmed, 70-71, 4126 (Maarif baskısı) Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 250-256.

[692] Said b. Cübeyr, Hasan-ı Basrî, İbrahim en-Nehaî, Şa'bî bu görüştedirler. Nite­kim Hz. Osman b. Aftan, hrıstiyan olan Naile bint el-Ferafİsa el-Kelbiyye İle evlenmiştir. Yine Talha b. Ubeydillah, Şam yahudilerinden bir kadınla evlenmiştir, bk. es-Sünenü'l-Kübrâ, VII. 173

[693] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 256.

[694] Taberî, IV. 366-367; Ibnu Kesir, I. 257; Cessâs, II. 397-398 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 256.

[695] Mücadele, 58/22

[696] Tevbe, 9/29

[697] Taberî, IX. 588; Cassâs, II. 399; Ibnu Kesir, II. 20

[698] Mücadele 58/22

[699] Rum, 30/21

[700] Ahkamu'l-Kur-an, II. 399 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 256-257.

[701] Buharî, IX. 343 (el-Feth); UmdetuVTefsİr, IV. 88; Cassâs, II. 397

[702] Ahkamu'l-Kur'an, II. 397-398 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 257-258.

[703] Maide, 5/5

[704] Tefsiru't-Taberî, IX. 578-579 (Maarif baskısı)

[705] Nur, 24/32  Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 258-259.

[706] Umdetu't-Tefsir, IV. 87-89

[707] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 259.

[708] Nisa, 4/24

[709] Nisa, 4/25

[710] Maide, 5/5

[711] Nur, 24/3

[712] Nur, 24/32

[713] Mümtehine, 60/8-9

[714] Nisa, 4/3

[715] Nisa, 4/34

[716] Maide, 5/5

[717] el-Merasil, s. 3

[718] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 259-263.

[719] Bakara, 2/221

[720] Mümtehine, 60/10

[721] Beyyine 98/1

[722] Tefsiru't-Taberî, IV. 366. Taberî, bu rivayetin senedinin, Hz. Ömer'den nakledi­len ve bu rivayete muhalif görüşler ihtiva eden diğer rivayetlerden daha sahih olduğunu be­lirtir. Ibni Kesir de Taberî'yİ kaynak göstererek rivayetini nakleder ve ehl-i kitaptan fahişe olanlarla İlgili olarak Hz. Ömer'den nakledilen diğer rivayetlerden bunun da sahih olduğunu söyler, bk. Umdetu't-Tefsir, II. 92-93

[723] Tefsiru't-Taberî, IV. 367

[724] Bakara. 2/136

[725] Nisa, 4/141

[726] Ali Abdulvahid Vafİ, el-Usretu ve'l-Muctema', s. 28 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 263-265.

[727] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 265.

[728] Buharî, Aişe, Ibnu Abbas ve Ümmu Habibe'den hem bu anlamda benzer an­lamlarla ve hem de aynı lafızla zikretmiştir, (bk. el-Feth, IX. 114-119) Müslim, Ali, Ibnu Ab­bas ve Ümmu Habibe'den nakletmiştir. (bk. Nevevî, I. 23). Ahmed, Ali ve Ibnu Abbas'tan birçok yerde rivayet etmiştir. (Meselâ bk. II. 249, III. 282, IV. 166, V. 18, Maarif baskısı) Tİr-mizî, Hz. Ali'den nakletmiş ve Aişe, Ibnu Abbas ve Ümmü Habibe'den de bu konuda rivayet­lerin bulunduğuna dikkat çekmiş ve hadisin sahih olduğunu belirtmiştir. (Tirmizî, III. 452) Ayrıca bk. Ibnu Mâce, I. 623; Ebu Davud, II. 299; Nesâi, II. 82

[729] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 265-266.

[730] Nİsâ, 4/22

[731] Nisa, 4/22 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 266-267.

[732] Buharî, IX. 131-132 (el-Feth); Müslim, IX. 190-193; Ibnu Mâce, I. 621; Ahmed, Müsned, XI. 104, XIII. 196-197 (Maarif baskısı); Nesai, II. 81-82; Ebu Davud, II. 303; Tirmizî, III. 433 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 267.

[733] Nisâ, 4/24

[734] Buharî, IX. 125. Ayrıca bk. Muvatta, II. 11 (Suyûti Şerhi).

[735] Nisa, 4/24 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 267-268.

[736] Muhsanât kelimesinin kökü olan "hıns" korunmuş; başkasının ulaşamadığı ve giremediği kale gibi anlamlara gelir. Bana göre "muhsanât" korunmuş, kocalarından başka kimsenin ulaşamayacağı ve kendilerine yaklaşamayacağı kadınlar anlamındadır. Müellif bu ifadeleri ile buna dikkat çekiyor.

[737] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 268.

[738] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 268.

[739] Müslim, Kitabu'l-Bİrr ve's-Sıla ve'l-Edeb. IV. 986

[740] Ibnu Receb, Câmİu'l-Ulûm ve'l-Hikem, s. 234

[741] Buharî, Kitabu'l-lman, I. 48-49; Müslim, Kitabu'l-lman, I. 67-68

[742] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 268-269.

[743] Müslim, Kitabu Sıfati'l-Münafikin ve Ahkamihim, IV. 2/67

[744] Hâkim, Müstedrek, III. 196. Hâkim, hadisin Buharî'nin şartları üzere sahih olduğunu  söylemekte, Zehebî de bunu onaylamaktadır. Ayrıca bk, Heysemî, Zevâidu Ibni Hibban, s. 230; Ebu Davud, II. 342

[745] Tirmizî, III. 393, hadis hasendir. Ahmed, Müsned, XII. 239-241, XIV. 117, XV. 236 (Maarif baskısı). Hakim, Müstedrek, II. 200. Hakim hadisin, şeyhaynın şartları üzere sa­hih olduğunu söylemekte, Zehebî de bunu onaylamaktadır.

[746] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 269-270.

[747] Ebu Hüreyre, Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder: "İzinleri ol­maksızın bir evin içini gözleyen kişinin gözlerini o ev sahipleri patlatabilirler." Hadisi Müslim rivayet etmiş ve bu anlamdaki hadisleri de ardından sıralamıştır. Onlardan biri şöyledir: "Biri iznin olmadan evinin içine bakmaya kalksa, sen de bir taş alıp fırlatsan ve gözünü çıkarsan, senin için bir sakınca yoktur." XIV. 136-138 Nevevî Şerhi. Ayrıca bk. Müsned, XIV. 44. (Maarif baskısı).

[748] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 270.

[749] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 270-271.

[750] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 271.

[751] Hadisin kaynakları daha önce verildi. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 271.

[752] Tirmizî, V. 109; Müsned, V. 216, VI. 102,109,183; Buharı IX. 277-278 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 271-272.

[753] Nur, 24/2

[754] Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî ve Nesaî'den naklen Münzirî, III. 190; Ebu Davud et-Tayalisî, I. 37-38

[755] Buharî, Müslim, Tirmizî ve Nesaî'den naklen Münzirî, et-Terğİb ve't-Terhib, III. 194

[756] Furkan, 27/68-69

[757] Müslim, Ebu Davudve Nesaî'den, naklen, Mönzirî, et-Terğib, ve't-Terhib, III. 195

[758] Ahmed, Müsned, Vi. 8. (el-Halebi baskısı); Buharı, el-Edebü'l-Müfred. s. 103. Ibnu Kesir, Tefsir, I. 494; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, VIII. 168. Heysemî, senedindeki ra vilerin sika olduklarını belirtir. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 272-274.

[759] Kaf, 50/37

[760] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 274-275.

[761] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 276.

[762] Ahmed, Müsned, XVI. 144-145 (sahih bir senedle). Münazir, hadisin Ebu Yala, Bezzâr ve Ibnu Hibban tarafından rivayet edildiğini söyler, bk. et-Terğib ve't-Terhib, III. 69; Hakim, Müstedrek, 11.161

[763] Hadisin kaynakları daha önce verildi. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 276-277.

[764] Taberânî'den naklen, Münzirî, et-Terğib ve't-Terhib,

[765] Cum'a, 62/4

[766] Ibnu Mâce, hadisi el-lfrikî diye bilinen Abdurrahman b. En'um tarikiyle rivayet etmiştir. I. 597. Hadisi şerheden es-Sindî, hadisin senedinde bulunan el-lfrikî'nin zayıf olduğunu söylemektedir. Ibnu Hibbân, başka bir senetle Sahih'inde aynı hadisi rivayet et­mektedir.

Aclûnî, hadisin Ibnu Ebi'd-Dünya ve el-Bezzar tarafından da rivayet edildiğini belirtir. Keşful-Hafâ, 1.319.

Ibnu Kesir de hadisi nakleder ve senedinde el-lfrikî'nin bulunmasından dolayı onu zayıf sayar. Ancak, Taberî'yi tahkik eden Şakir, el-lfrikî'nin sika olduğunu söyler ve muhalif­lerin görüşlerini uzun uzun tenkit eder. bk. Taberî, III. 152-153

[767] Yusuf, 12/53

[768] Ibnu Mâce I. 598-599. Sindî, Zevaid'in müellifinden hadisin zayıf olduğunu ri­vayet etmektedir.

[769] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 277-279.

[770] Hadisin kaynaklan daha önce geçti.

[771] Hâkim, Müstedrek, II. 161. Hâkim, hadisin sahih olduğunu söylemekte ve Ze-hebî de bunu onaylamaktadır. Ayrıca bk. Keşfu'l-Hafâ, II. 239

[772] Nisa, 4/34

[773] Hadisin kaynakları daha önce geçti. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 279-280.

[774] Hâkim, Müstedrek, II. 162. Hâkim,  hadisin sadece Muhammed tarafından ri­vayet edildiğini, eğer hadisi doğru ezberlemişse, Buhârî ve Müslim'in şartları üzere hadisin sahih olduğunu söyler Zehebî de bu zat hakkında şöyle demektedir: Ebû Hatim, onun hakkında doğru sözlüdür. Ama yanlışlık yapar demiştir. Yakub b. Şeybe de onun hakkında o, sıka'dır, demektedir. O halde hakkında ihtilaf vardır ve bu nedenle hadisi, hasendir.

[775] Ibnu Kuteybe, Uyûnu'l-Ahbâr, IV. 4

[776] Aynı kaynak, IV. 10

[777] Aynı kaynak, IV. 3 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 281.

[778] Buhârî, IX. 98-99 (el-Feth); Beyhakî, VII. 81

[779] Ibnu Hacer'in de belirttiği gibi (IX. 99) son cümleyi EbÛ Nuaym, rivayet etmiştir.

[780] Buhârî, Kitabu'n-Nefekat, IX. 423. Buhârî, Kitabu'n-Nikâh ve Kitabul-Megâzi'de de çok az lafız farklılıklarıyla hadisi rivayet etmektedir. Müslim'in rivayetinde de az lafız farklılıkları mevcuttur, bk. Sahihu Müslim, X. 51-56 (Nevevî şerhi).

Tirmizî, hem Buharî'nin hem de Müslim'in rivayetlerinden daha muhtasar olarak ha­disi rivayet etmekte ve hadisin sahih-hasen olduğunu söylemektedir. (III. 406) Ibnu Mâce, I. 598 ve Ebû Davud, II. 297. Her ikisi de Tirmizî gibi muhtasar olarak rivayet etmişlerdir. Ayrıca bk. Nesaî, II. 70, El-lrâkî, Takribu'l-Esânîd, VII. 9.

[781] Müslim, X. 51-52 (Nevevî Şerhi); Beyhakî, VII. 80

[782] Tahrîm, 66/5

[783] Hadisin kaynakları daha önce verildi. Irakî de, Takribu'l-Esânid ve Tertîbu'l-Mesanid, VII. 2'de rivayet etmektedir. Hadisin yorumunda ise şöyle demektedir; Hadisten, gençle evlenmenin müstahab olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü evliliğin gayelerini en iyi gerçekleştiren odur; yararlanm?. bakımından daha lezzetlidir, ağız kokusu daha güzeldir, sohbeti daha hoştur, hem daha güzel konuşur, hem görünümü daha güzeldir. Ayrıca kocası onu İstediği şekilde eğitebilir.

[784] Ibnu Mâce, I. 598. Ez-Zavaid'in müellifi Sindî, hadisin senedinde, muhaddislerin hakkında farklı görüşler İleri sürdükleri Muhammed b. Talha vardır, der. Bu zat hakkında Ebû Hatim: Hüccet değildir; Ibnu Hibban: Sika'dır ama bazen hata eder; Buharı ise hadisi sahih değildir, demiştir.

Aclûnî, Keşfu'f-Hafâ'da hadis hakkında şöyle demektedir. Hadisi Ibnu's-Sünnî ve Ebû Nuaym Tabakafta zayıf bir senedle rivayet etmektedir. (II. 71.) Lakin Irakî, Tarhu't-Tesribi de Ibnu Mâce'den nakletmiştir. Taberânî de, el-Mu"cemu'l-Kebir'de zayıf olduğunu zikretmekten, hatta bakire kızla evlenmenin ve Rasûlullah'm (s.a.v.) bunu teşvik ettiğinin de­lili olarak onu rivayet etmektedir. (VII. 11) Ibnu'l-Bedi' eş-Şeybânî de Temyizu't-Tayyib Mine'l-Habis (s. 105) de Beyhakî'nin onu Uveym b. Sâide'den, Taberâni de el-Evsafta Ca-bir'den naklettiğini zikretmektedir. Böylece Zevaid'in müellifinin ta'nettiği senedden de ayrı olarak iki ayrı senetle nakletmiş oluyor. Daha sonra Ibnu's-Sünnî ve Ebu Nuaym'ın onu Ibnu Ömer'den naklettiklerini zikreder,

Ibnu Hacer de, kızla evlenmeye bu hadisin daha sarih bir şekilde delalet ettiğini söylemektedir. Ibnu Hacer, Ibnu Mâce'nin rivayetini nakledip onu Taberânî'ye nisbet eder ve hadisin ravİsinİn Ibnu Mes'ud olduğunu belirtir. Ancak burada hadisin "daha aza kanaat eder" ifadesi yoktur.

Bütün bu anlattıklarımızdan iki netice çıkmaktadır.

a- Irakî, Ibnu'l-Bedî ve Ibnu Hacer'in nakilleri ve farklı senedleri sebebiyle hadis sa­hihtir.

b- Ibnu Hacer'in: Ibnu Mâce'de "daha aza kanaat eder" ifadesinin bulunmadığını söylemesine gelince, bugün elimizde mevcut matbaa nüshalarında bu ifade vardır. Hafız Irakî'nin ondan yaptığı nakilde de bu ifade vardır. Belki de Ibnu Hacer'in nüshası farklı idi. Ya da müstensihin unutması sonucu bu hata olmuştur, (bk. el-Feth, IX. 100) Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 281-285.

[785] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 286.

[786] Haşr, 59/9

[787] Buhârî, Kitabu Fadaili's-Sahabe, VII. 88; Kitabu'l-Mağazî, VIII. 38. 43; Tİrmizî, Kitabu'l-Menakıb, V. 712-713; Ebû Davud et-Taya!isî, Müsned, s. 325.

[788] Sindî, Zavaid, (I. 633) üzerindeki taliklerden, hadisin senedinde Haris b. Imrân el-Medînî vardır ve Ebû Hâtİm onun hakkında; kuvvetli bir râvî değildir ve bu rivayet ettiği hadis, sikalar tarafından rivayet edilmemiştir, demektedir. Darekutnî de; metruktür, demekte­dir.

Hakim, Müstedrek, II. 163'te hadisi rivayet etmekte ve sahih olduğunu söylemektedir. Ancak Zehebî, Hakimin bu görüşünü eleştirmekte ve senedinde Hâris'in bu­lunduğunu ve bu zatın yalancılıkla İtham edildiğini, seneddeki Ikrime'nin ise zayıf bir ravî olduğunu belirtmektedir.

Ibnu Hacer, Ibnu Mâce'nin hadisi naklettiğini, Hakim de sahih olduğunu söylediğini belirtmekle ve herhangi bir eleştiride bulunmamaktadır. Aksine, Ebu Nuaym'ın onu başka bir senedle naklettiğini ve sened hakkında bir şeyler söylenebilirse de iki senedin birbirini de­steklediklerini belirtmektedir.

[789] Uyûnu'l-Ahbâr, IV, 2

[790] Uyûnu'l-Ahbâr, IV. 3

[791] Buhârî, IX. 365, 366, XII. 147-148; Müslim, X. 133-134 (Nevevî şerhi); Ahmed, Müsned, XII. 176-177, XIV, 179 (Maarif baskısı); Ebû Davud, Kitabu't-Talâk, II. 273; Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 106.

[792] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 286-288.

[793] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 288.

[794] Hadisin kaynakları daha önce geçti.

[795] Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, III. 395. Tirmizî, hadisin hasen-ğarib olduğunu söyler. Hadisin ravisi Ebu Hatim el-Müzenî, sahabidir, ancak bu hadisten başka rivayet ettiği bir ha­dis bilmiyoruz.

Tirmizî, Ebu Hüreyre'den de aynı hadisi nakletmektedir. Ebû Davud da Mürsellerinde (s. 25) onu nakletmektedir. Herhalde Ebû Hatİm'in sahabî olduğu onca sabit değildi. Ibnu Mâce, hadisi Ebû Hüreyre'den nakledilmektedir, (bk. Kİtabu'n-Nikâh, 1.632-633)

[796] Tirmizî, Kitabu'l-Cenaiz, III. 387; Hakim, Müstedrek, 1.162-163 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 289.

[797] Buhârî, IX. 108-110 (Fethu'l-Bârî)

[798] Ebû Davud, Kitabu'n-Nikâh, II. 314. Ebû Davud'un rivayetinde şu ifade de mevcuttur; "Tedavi olduğumuz şeylerde bir hayır varsa, o da hacamat yapmaktır."   Me-rasîl'de de s. 25 aynı hadisi Zührî kanalıyla rivayet etmektedir. Orada şöyle denilmektedir; Rasûlullah (s.a.v.), Beyâda oğullarına, Ebû Hind'i kendilerinden bir kadınla evlendirmelerini emretti. Ya Resûlallah kızlarımızı azatlı kölelerimizle mi evlendirelim; dediler. Bunun üzerine yüce Allah şu âyeti indirdi; "Bİz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız   O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır." (Hucurât, 49/13)

[799] Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, IX. 110-111; KitabuV-Rıkab, XI. 231

[800] Hadisin kaynakları daha önce verildi.

[801] Uyûnu'l-Ahbar, IV. 17

[802] Uyûnu'l-Ahbar, IV. 8

[803] Ikdu'l-Ferid'de, sorunun Hz. Hasan'a sorulduğu belirtilmektedir.

[804] Uyunul-Ahbar, IV. 11

[805] Nur, 24/33

[806] Hakim, Müstedrek, II. 163

[807] Hakim, Müstedrek, II. 163

[808] Hakim, Müstedrek, II. 163

[809] Hucurât, 49/13

[810] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 289-292.

[811] Bk. Ithafu's-Saâdetı'l-Muttakîn b. Şerhi lhyâ-i Ulûmi'd-Din, V. 349, ed-Dineverî, Kenzu'l-Ummâl, VI. 393

[812] Bk. Dr. Ali Abdulvahid Vali, el-Usretu ve'l-Müctema, s. 33-41

[813] Ibnu Hibban, -Sahih'inde (II-VI. 151 a) Ibnu Abbas'tan şu hadisi nakleder: Rasûlullah (s.a.v.) kadının halası veya teyzesine kuma olarak gitmesini yasakladı ve: "Bunu yaparsanız, akrabalık bağlarını kesmiş olursunuz" buyurdu.

[814] Bedaiu's-Sanai, II. 262-263; el-Usretu ve'l-Müctema, s. 55

[815] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 292-294.

[816] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 294.

[817] Psikoloji ile ilgili hususları, ez-Zevac ve'l-lstikraru'n-Nefsi, 16 vd. isimli kitaptan aldık.

[818] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 295.

[819] Rum, 30/21

[820] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 295.

[821] Doktor Zekeriya İbrahim, ez-Zevac vel-lstikrarun-Nefsi.

[822] Nûr, 24/33

[823] Tefsirul-Kurtubî, XII. 243

[824] Hatta muhaddislerce de yaş önemli değildir. Akıl yaşı önemlidir. Ramahurmizî, el-Muhadisu'l-Fasıl İsimli kitabında, kimden hadis dinlemenin caiz olduğuna dair alimlerin görüşünü nakleder. Ibnu Uyeyne'nin onbeş yaşındayken Zührî'den hadis yazdığını söyler. Evzaî, imlayı kavradıktan sonra, on yaşından küçük de olsa kişinin hadis dinlemesinin caiz olduğunu söyler ve buna delil olarak Rasûlullah'ın (s.a.v.): "Yedi yaşında çocuklarınıza na­maz kılmalarını emredin. On yaşına gelince hala kılmıyorlarsa kılmaları için onları dövün" hadisini zikreder.

Kadî lyaz şöyle der: Evzaî'nin böyle dediği söyleniyor ama naklin sahih olup ol­madığını bilmiyorum. Ancak değerlendirme doğrudur. Çünkü namazın kılınmasını emretmek ve bundan dolayı çocuğu dövmek, alışkanlık kazansın diyedir, yoksa çocuk için namazın farz oluşundan dolayı değil. Hadis yazmak da böyledir. Dinlenileni eğer tesbit edebiliyorsa, yaza-da bilir. Durum böyle olunca hadis yazmak için ergenlik çağı şart değildir, önemli olan ol­gunluk, uyanıklık ve söyleneni sağlam olarak zaptetmektir. (el-Muhadisu'l-Fasıl, s. 14-15)

[825] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 296-297.

[826] el-lsâbe, IV. 583

[827] El-lsâbe, IV. 365; Müstedrek IV. 36-37; el-lstiab, IV. 1804-1805; El-Bidaye ve'n-Nihaye, IV. 159

[828] Bk. el-Bidaye ve'n-Nihaye, IV. 196-197; el-lsâbe, IV. 346-347

[829] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 298-301.

[830] İnsan, 76/8

[831] Haşr, 59/9

[832] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 301-302.

[833] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 302.

[834] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 302.

[835] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 304.

[836] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 304.

[837] Bakara, 2/235

[838] Bakara, 2/234

[839] Bakara, 2/228

[840] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 305.

[841] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 305.

[842] Muvatta", Kitabu'n-Nikah, II. 523; Risale, s. 307; Tertibu'l-Müsned, XV!. 152; Bu-harî, Kitabu'n-Nikah, IX. 163, 165; Müslim, Kitabu'n-Nikah, II. 1033-1034; Ebu Davud, Kita­bu'n-Nikah, II. 308; Tirmizî, Kitabun'n-Nikah, II. 440; Nesâî, Kitabu'n-Nikah, II. 73-74; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikah, I. 600

[843] Muvatta', aynı yer; Risale, aynı yer; Tertibu'l-Miisned, XVI. 151; Buharî, aynı yer; Müslim, Kitabu'n-Nİkah, II. 1032; Ebu Davud, aynı yer; Nesâî, aynı yer; Ibnu Mâce, aynı yer

[844] MOsned, (el-Fethu'r-Rabbani), XVI. 151; Buharî, Kitabu'n-Nikah, II. 1034

[845] bk. Malik, Muvatta', Kitabu't-Talâk, II. 580-581; Şafiî, Risale, s. 309-310; Müslim, Kitabu't-Talâk, III. 1114; Tirmizî, Kitabu'n-Nikah, III. 441. Tirmizî, Şafiî'nin: "Kişi, mümin kardeşinin sözlüsüne talip olmaz" hadisine görüşüne cevap vermek için bu hadisi nakletmekte ve: Bize göre kişi bir kadına talip olur ve kadın da buna razı olup meylederse artık o kadına başkası talip olamaz, ama razı olduğu henüz belli değilse ve ona meyletmesi henüz gerçekleşmemişse, ona talip olmakta bir sakınca yoktur.

Fatıma, Rasulüllah'a (s.a.v.), taliplerinden birine rıza gösterdiğini belirtmemişti. Eğer rıza gösterdiğini haber vermiş olsaydı, başkasını tavsiye etmez, nza gösterdiğini tavsiye ederdi.

Fatıma hadisini ayrıca Ibnu Mâce, I. 601; Nesâî, II. 74; Ebu Davud, II. 283 rivayet etmiştir. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 305-307.

[846] Hadisin kaynakları daha önce verildi.

[847] Hadis muttafakun aleyh olup kaynakları daha önce verildi. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 307-308.

[848] bk. Sahihu Ibni Hibban, VIII. 54-55; Müsnedu Ahmed, II. 269, 275, 319, 393, 449, 502; Buharî, hadis no: 3434, 5082, 5365

[849] Mebsût, V. 99

[850] Mebsût, V. 2  

[851] Buharî, {Aynî şerhi), XX. 368

[852] Buharî, (Aynî şerhi), XX. 368

[853] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 308-310.

[854] Tertibu'l-Müsned, XVI. 103; Ebu Davud, Kitabu"n-Nikah, II. 308; Müstedrek, II. 165

[855] Ahmed, Tertibu'l-Müsned, XVI. 103; Said b. Mansur, Sünen, Mil. 130; Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikah, I. 599; el-lhsan, II-VI. 248 (yazma); Beyhakî, Sünen, VIII. 85

[856] Tertibu'l-Müsned, XVI. 103; Said b. Mansur, Sünen, l-lll. 129; Darimî, Sünen, II. 134; Tİrmİzî, Kitabu'n-Nikah, III. 397. Tirmizî, hadisin hasen olduğunu ve bazı alimlerin bu hadise dayanarak bakılması haram yerler hariç kadını görebileceğini söylediklerini zikreder. Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nİkah, I. 600; es-Sünenü'l-Kübra, VII. 85; el-lhsan, aynı yer.

[857] Tertibu'l-Müsned, XVI. 154; bk. Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, IV. 278

[858] Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1040; Nesâî, Kitabu'n-Nikâh, II. 73

[859] Said b. Mansur, Sünen, l-lll. 130-131; el-lstiab, IV. 1954-1955; Üsdü'l-Ğâbe, V. 614-615; el-lsabe, VII. 275-276

[860] Ibnu Hacer, el-Feth, IX. 149. Bu konuda alimler arasındaki ihtilaftan   bahse derken şöyle demektedir: "Cumhura göre, kişinin evleneceği kadına bakmasında bir sakınca yoktur. Ayrıca onlara göre yü2 ve ellerinden başkasına bakamaz. Evzai'ye göre, avret yeri hariç, gerekli olan her tarafını görebilir. Ibnu Hazm ise, önden ve arkadan her tarafına ba­kabilir, demektedir.

İmam Ahmed'den ise üç rivayet vardır:

Birincisi: Cumhurun görüşüdür. İkincisi: Genelde bakılan yerler neresi ise oralara ba­kabilir. Üçüncü rivayet ise, vücudunun her tarafına bakabileceği şeklindedir.

Bu son görüşün neye dayandığını bilemiyorum, öyle inanıyorum ki bu, birçok kötülüğe yol açacak bir görüştür ve İmam Ahmed'İn boynuna atılmış bir iftira mahsûlüdür.

[861] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 310-313.

[862] Hadisin kaynakları daha önce geçti.

[863] Hadisin kaynakları daha önce geçti.

[864] Bakara, 2/235

[865] Bakara, 2/234

[866] Üstü kapalı evlenme isteğini ifade etme.

[867] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 313-315.

[868] Bakara, 2/235

[869] bk. Tirmizî, Kitabu'r-Rada', III. 474; Münzirî, et-Terğib ve't-Terhîb, III. 66

[870] Tirmizî, Kitabu'r-Rada', III. 475. Tirmizî, hadisin bu vecİhten garîb olduğunu söylemektedir

[871] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 315-316.

[872] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 316-317.

[873] Bakara, 2/235

[874] Kehf, 18/23-24

[875] Bakara, 2/235

[876] Nur, 24/63

[877] Bakara, 2/235 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 317.

[878] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 318.

[879] bnu Hazm bu konuda İcma bulunduğunu nakleder, oysa Ibnu Teymiyye mezheplerin meseleyle ilgili farklı görüşlerini zikretmektedir.

[880] Bakara, 2/234

[881] Bakara, 2/228

[882] Talâk, 65/4

[883] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 318.

[884] Hadisin kaynakları daha önce verildi.

[885] Kaf,50/16

[886] Hadisin kaynakları daha Önce verildi.

[887] Hadisin kaynakları daha Önce verildi. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 319-312.

[888] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 312.

[889] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 312.

[890] Hadisin kaynaklan daha önce verildi.

[891] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 322-324.

[892] bk. Buharı, Kitabu'n-Nikâh, !X. 148-149. Ayrıca el-Feth'in aynı konusuna bak. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 325-326.

[893] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 326.

[894] eş-Şerhu's-Sağîr lİ'd-Dardîr, I. 320; Ayrıca bk. en-Nevevîale'l-Müslim, IX. 310

[895] bk. Abdullatif es-Sübkî'nin 8 Şa'ban 1376 h. tarihli el-Ahbar gazetesinde yayınlanan makalesi.

[896] Haşiyetu's-Sâvîala'ş-Şerhi's-Sağîr, I. 32

[897] Şankitî, Zadül-Müslim, V. 369

[898] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 326-327.

[899] İhya, 111.36

[900] Behiy el-Hûlî, el-Mer'etu beyne'l-Beyt ve'l-Müctema', s. 24-25

[901] Ihyâ, II. 26

[902] Zâdu'l-Müslim, V.369

[903] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 327-330.

[904] el-Usreti fi't-Teşrîi'l-lslâmî isimli eseri

[905] Zâdü'l-Müslim, V.369

[906] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 330-332.

[907] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 333-334.

[908] Nisa, 4/19

[909] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 334-335.

[910] Dr. Zekeriya İbrahim, ez-Zevâc ve'l-lstikraru'n-Nefsî, s. 177 İsimli kitabında şöyle demektedir: Geçmişini anlatmaktan sakın. Çünkü geçmişteki ilişkilerine ve aşklarına dair her işaret, evlilik hayatına indirilen korkunç bir darbedir.

[911] Ahmed, Müsned, VI. 456-457 {e!-Halebi baskısı). Ayrıca bk. Ebu Davud, Kİta-bu'n-Nikah, 11.625-628

[912] Müslim, Kitabu'n-Nikâh, II. 1060

[913] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 335-336.

[914] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 336.

[915] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 337.

[916] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 337.

[917] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 338.

[918] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 341.

[919] Buharî, Efâlil-lbâd, s. 77; Ebu Davud, I. 336; Ibn Mâce, I. 592; Hâkim, II. 185; Beyhakî, VII. 148 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 341.

[920] Eser" kelimesi sahabi sözü veya fiili anlamındadır. Bazen hadis-i şerif ma­nasında da kullanılır.

[921] ibn Ebî Şeybe, Musannef, VII. 50; İbn Hacer, Isabe

[922] Taberanî, II. 21-23; İbn Ebî Şeybe, VII. 50;Taberanî, el-Evsat,

[923] Bu hadisi Ebu Ya'la iyi bir senetle Enes (r.a.) dan rivayet etmiştir.

[924] Bu hadisi Buharı rivayet etmiştir.

[925] Bu hadisi Buharı, Müslim ve diğer Hadis imamları rivayet etmişlerdir.

[926] Bu hadîsi Hakim ve Beyhakİ rivayet etmişlerdir.

[927] Bu hadisi Taberani Camiu's-Sağir'inde iyi bir isnadia rivayet etmiştir.

[928] Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiştir.

[929] Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

[930] Bu hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir.

[931] Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir.

[932] Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir.

[933] Buharı, VIII. 154; Müslim, IV. 156; Nesaî, İşretü'n-Nisa, 76; Beyhakî, VII. 195; Vahidî, s. 53

[934] Ebu Davud, I. 377; Hâkim, II. 195, 279; Beyhakî, VII. 195; Vahidî, Esbabu'n-Nüzul Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 242-346.

[935] Bu hadisi Müslim Ebu Musael-Eş"ari'den rivayet etmiştir.

[936] Müslim, I. 171; Ibn Ebî Şeybe, Musannef, I. 51; Müsned-i Ahmed, Davud, II. 16

[937] Bu hadis, Ebu Davud, Nesaî ve Taberânî tarafından hasen bir senedle rivayet edilmiştir.

[938] Bu hadisi Müslim Abdullah b. Kays'tan rivayet etmiştir. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 346-349.

[939] Sahihu Süneni Ebî Davud, hadis no: 218, (Hazırlayan: Nasıruddin Elbanİ) Bu-harî, Müslim, Ebu Avane. (Burada sözkonusu edilen abdest vacip değil, sünnettir.)

[940] Üç Sünen sahibi

[941] Ebu Davud

[942] Müslim, Ebu Avane, Beyhakî. Bu hadis, abdestin vacip olmadığına delildir.

[943] Ebu  Davud,  II.  192-193; Müsned-i Ahmed, Tahavî,  Beyhakî, Taberânî, Mu'cenVui-Kebir, III. 143 (Ibn Abbas'tan). Tirmizî bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir.

[944] fbn Hibban, Ibn Huzeyme'ye nisbeten Zehebî, Telhis

[945] Ibn Ebî Şeybe, I. 45; Nesâî dışında diğer sünen sahipleri, Tahavî, Tayaiisî, İmam Ahmed, Beyhakî ve Hakîm

[946] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 349-350.

[947] Beyhakî, I. 200 (Assam b. Ali tankıyla). Hafız Ibn Hacer, Feth'de senedinin ha-sen olduğunu söylemiştir, (I. 313) Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 350.

[948] Müslim, 1.171; Ebu Avane, I. 278; Müsned-i Ahmed, VI. 73, 149 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 350.

[949] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 350.

[950] Bu hadisi Müslim ve Ebu Davud rivayet etmişlerdir. "Yufzi" kelimesi Cİmadan kinayedir.

[951] Bu hadisi Ahmed ve Ebu Davud Ebu Hureyre'den rivayet etmişlerdir. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 350-351.

[952] Bu hadisi Ahmed ve Hakim rivayet etmişlerdir.

[953] Müsned-i Ahmed, VI. 305, 318; Tirmizî, III. 75; Beyhakî, VII. 195

[954] Nesaî, el-lşret, 76/2;Taberanî, III. 156; Vahidî, s. 53

[955] İmam Şafiî, II. 260; Beyhakî, VII. 196; Tahavî, II. 25; Nesaî, II. 76-77. Ibn Hib-ban ile İbn Hazm bu hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir.

[956] Nesaî, İbn Dakik lyd

[957] Nesâî, el-işret, 78; Tirmizî; İbn Mâce; Ebu Davud; Darimî; Müsned-i Ahmed Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 351-352.

[958] Bakara, 222

[959] Bu hadis sahihdir ve bütün Sünen sahipleri ve başkaları da rivayet etmiştir.

[960] Müslim, Ebu Avane, Sahîhu Sünen-i Ebî Davud, hadîs no: 250 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 352-353.

[961] Bütün Sünen sahipleri, Taberânî, Ibnu'l-Arabî, Dârimî, Hâkim ve Beyhakî

[962] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 353.

[963] Bu, Hz. Enesin rivayet etliği 724 dipnotlu hadisin bir kısmıdır.

[964] Buharî, Müslim, Ebu Avane, Ebu Davud

[965] Ebu Davud, hadis no: 262

[966] Bakara: 222 Bkz. "El-Meraği Tefsiri" Bakara Sûresi, Ayet: 222.

[967] Bir dinar: 12 dirhem gümüştür. Bir dirhem ise 3 gramdır. (Bir dinar: 12x3 =36 gram gümüş eder.)

[968] Bu hadisi Sünen sahibleri ve Taberani rivayet etmişlerdir.

[969] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 354-355.

[970] Şafiî (r.a.) yıkanmanın şart olduğu görüşündedir. Ona göre, hayızdan yeni çıkmış ve henüz yıkanmamış bir kadına kocasının yaklaşması haramdır. İmam Ebu Hanife'ye göre, kadının hayız süresi 10 gün sürdükten sonra, kadın hayızdan çıkarsa, yıkanmadan da kocası ona yaklaşabilir.

[971] Ibn Hazm'a göre, abdest almak temizlik demektir. Bütün bedenin yıkanması da temizliktir. Hayızdan kesilen kadın bunlardan hangisini yaparsa kocasına helâl olur. Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 356.

[972] Buharı, Müslim, Ebu Avane; Eşlerin Birlikte Yıkanması Babı. Bu hadis, aynı za­manda eşlerin birbirlerinin mahrem yerlerine bakmalarının helal olduğuna delâlet etmekte­dir.

[973] Sünen sahiplerinden sadece Nesâî rivayet etmiştir, I. 76 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 356.

[974] Müslim, III. 82; Nesâî, II. 78; (Işretun-Nîsa); Müsned-i Ahmed, V. 167, 168, 178. İmam Suyutî; "Hiçbir niyet olmasa dahi cima' sadakadır" demiştir. (Izkâr'ul-Ezkâr). Nitekim hadisten anlaşılan budur.

[975] Nesâî, el-Velîme, II. 26, senedi sahihtir.

[976] Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir.

[977] Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir.

[978] Men Gassele" Eşine cimada bulundu ve onun da yıkanmasına vesile oldu.

[979] Bu hadisi Ebu Davud ve Nesai rivayet etmişlerdir.

[980] Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir.

[981] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 357-359.

[982] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları:  362.

[983] Bu bölümde psikolojik veriler konusunda Dr. Zekerİyya İbrahim'in ez-Zevac ve'l-Istikraru'n-Nefsi; Dr. Muhammed Nucayhî'nİn Arapçaya çevirdiği Keyfe Tuhafız alâ Zeva-cike; Dr. Abduimunim ez-Ziyadî'nin Arapçaya çevirdiği, ez-Zevac ve's-Sıhhati'n-Nefsiyye isimli kitaplarından İstifade ettik.

[984] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 362-363.

[985] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 363.

[986] Âlulmran, 3/133-136

[987] Nisa, 4/28

[988] Yusuf, 12/53

[989] Tirmİzî, Kitabu Sıfatü'l-Kıyame, IV. 659. Tirmizî, hadisin garîb olduğunu söyler. ibnu Mâce, Kitabu'z-Zühd, II. 1420; Hâkim, Müstedrek, IV. 244. Hâkim, hadisin Buharı ve Müslim'in şartları üzere sahih olduğunu söyler. Ancak Zehebî, buna itiraz ederek, hadisin ravileri arasında Alî b. Mes'ade'nin bulunduğunu ve bu zatın gevşek bir ravî olduğunu söyler. Başka muhaddisler de bu raviyi güvenilir bulmazlar.

[990] Müslim, Kitabu'l-Hacc, II. 889; Taberî, Tefsir, VIII. 118-119

[991] Buharî, Kitabu'n-Nikah, IX. 206-207; Müslim, Kitabu'n-Nİkah, II. 1090-1091; Hâkim, Müstedrek, IV. 174

[992] Reşid Rıza, Nidau'l-Cinsi'l-Latîf, s. 27

[993] Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikah, I. 636; İbnu Hibban, el-lhsan, II-VI. 345-346; Tir-mizî, V. 709

[994] Ahmed.Müsned, XIII. 133 (Maarif baskısı); Tirmizî, Kitabu'r-Rada1, III. 466

[995] Tirmizî, Kitabu'l-İman, V. 9; Hâkim, Müstedrek, I, 53

[996] Bakara, 2/229

[997] Talâk, 65/2

[998] Nisa, 4/19

[999] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 363-367.

[1000] Ibnu Sa'd, et-Tabakatul-Kübra, VIII. 94; el-lsabe, VIII. 241

[1001] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 367.

[1002] Bk. Müslim, Kitabu'l-Cenaiz, II. 669-671, Kitabu Sıfati'l-Münaftkîn, IV. 2168; Nesaî, Kitabu İşreti'n-Nisa, II. 160-161

[1003] Sözkonusu kadının Ümeyme bint en-Nu'man olduğu söylenir. Fatıma bint ed-Dahhak olduğunu söyleyenler de olmuştur. Ibnu Kesir, onun Ümeyme olduğunu söyler. Bk. el-Bidaye ve'n-Nihaye, III. 397-398; Buharı, XX. 330-332 (Aynî şerhi); Müstedrek, IV. 35-37

[1004] Bk. et-Tabakatu'l-Kübra, VIII. 141-147; Üsdu'l-Ğabe, V. 396-397; el-lstiâb, IV. 1785; el-lsabe, VIII. 11-12

[1005] el-İsâbe, VIII. 127

[1006] Müstedrek, IV. 38-40

[1007] Ahzab, 33/51

[1008] Buharı (el-Feth), VIII. 426; Müslim (Nevevî Şerhi), X. 48-51; Nesaî, Kitabu'n-Nikah, II.68

[1009] Müstedrek, IV. 29

[1010] Buharî, (Aynî şerhi), XX. 309; EbıTş-Şeyh, Ahlâku'n-Nebî, s. 73; Beyhakî, VI. 95-96; Nesaî, II. 159

[1011] el-Feth, IX. 366

[1012] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 367-372.

[1013] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 372.

[1014] Müslim, Kİtabu'l-Hibât, II. 1241-1244. Hadis, Nu'man b. Beşİr tarikiyle ba­basından rivayet edilmiştir. Rivayetlerin biri şöyledir: Nu'man'ın annesi, babasından oğluna malından bağışta bulunmasını İstedi. Ancak babası, bir sene oyaladıktan sonra bağış ver­meyi kabul etti. Kadın, Rasûlüllah'ı (s.a.v.) buna şahit kılmadan oğluma vereceğin bağışı kabul etmeyeceğim, dedi. Babam elimden tutup götürdü. O zaman küçük bir çocuktum. Ra-sulüllah'a (s.a.v.) gittik. Babam: Ya Rasulallah! Bu çocuğun annesi, ona yapacağım bağışa seni şahit tutmak istiyor, dedi. Rasulüllah (s.a.v.): "Ey Beşir! Bu çocuktan başka çocukların var mı?" diye sordu. O da: Evet, dedi. "Hepsine böyle bir bağışta bulundun mu?" diye sordu. Babam: Hayır, dedi. Bunun üzerine Rasûlüliah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "O halde beni bu İşe şahit tutma, çünkü ben bir haksızlığa şahitlik etmem" buyurdu.

[1015] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 372-374.

[1016] Buharf, 1.425

[1017] Buharı (Feth), V]. 163, VII. 59, XI. 99-104; Ebu Davud et-Tayaiisî, 1.15-16

[1018] Buharî (Fethul-Barı), VI. 161-162, VII. 74, IX. 368-370

[1019] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 374-377.

[1020] Tirmizî, KitabuV-Rada', III. 467

[1021] Buharı, (Aynî şerhi) XX. 185; Müslim (Nevevî şerhi), X. 7

[1022] es-Sünenü'l-Kübra, VII. 292;Tayalisî, Müsned, VIII. 263

[1023] Buharı (Aynî şerhi), XX. 305; Müslim (Nevevî şerhi), X. 131 -133

[1024] Ibnu Hacer, Ebu Avane'den nakletmiştir. Bk. Fethu'l-Bart, IX. 379; Müslim {Nevevî şerhi), XII!. 71-72; Ebu Davud et-Tayalisî, Müsned, VII. 329; Hâkim, Müstedrek, IV. 293

[1025] Ibnu Mâce, I. 643 (zayıf bir senedle)

[1026] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 377-379.

[1027] Bakara, 2/228

[1028] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 379-380.

[1029] Nisa, 4/4

[1030] Tefsîru'l-Menâr, IV. 376

[1031] Nisa, 4/20

[1032] Nisa, 4/4

[1033] Tirmizî, Kitabu'n-Nikah, III. 423; Nesaî, Kitabu'n-Nikah, II. 87; Ahmed, Müsned, I. 276-289; Hâkim, Müstedrek, II. 176-178

[1034] Ahmed, Müsned (Maarif baskısı), 11.57,94,149, 150; Müstedrek, II. 185

[1035] Müstedrek, II. 178; Heysemî, Zevaidu Ibnu Hibban, s. 306-307

[1036] Ebu Davud, II. 236; Darekutnî, III. 234; Beyhakî, VII. 238

[1037] Buharı, (Ayni şerhi), XX. 82, 113, 114, 120,125, 126, 136, 138, 139, 140; Ma­lik, Muvatta', II. 3-4; Müslim (Nevevî şerhi), IX. 211-235; Tirmizi, 111.421-422; Nesaî, II. 68, 86, 89; Ibnu Mâce, I. 608; Darekutnî, III. 247-248; Beyhakî, VII. 57; Ebu Davud, III. 318

Ezberindeki Kur'an üzerine evlendirilmesinden maksat, bazı Kur'an sûrelerini karısına öğretmesi ve bunun mehir olmasıdır. Şafiî'nin görüşü budur. Tirmizî'nin nakline göre, İmam Ahmed ve Kûfe'liler: Daha sonra benzeri bir kadının mehri esas alınarak ona mehir vermesi şartıyla nikahı sahih olur. Mehrin az veya çok bir miktar olmasının caiz oluşu, selef-halef âlimlerin büyük çoğunluğunun görüşüdür. Malik: En azı, çeyrek dinardır, diyor. Ebu Hanife, on dirhem olduğunu söyler. Başkaları da, beş dirhem olduğunu söylerler.

[1038] Nesaî, Kitabu'n-Nikah, II. 86-87; Ebu Davud et-Tayalisî, Müsned, VIII. 373-374; Ibnu Kuteybe, Uyûnu'l-Ahbâr, IV. 70

[1039] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 380-383.

[1040] Nisa, 4/34

[1041] Talâk, 65/7

[1042] Ebu Davud, II. 328-329; Ibnu Mâce, I. 593-594; Heysemî, Zevaidu ibnu Hib-ban, s. 313; Beyhakî, VII. 467

[1043] Buharı, IX. 410; Müslim, (Nevevî şerhi), VII. 88; Beyhakî, VII. 467

[1044] Buharî, (el-Feth), IX. 410; Müslim (Nevevî şerhi), VII. 88

[1045] Müslim (Nevevî şerhi), VII. 81-82; Ebu Davud et-Tayalisî, Müsned, s. 132; Tir-mizî, IV. 344-345; Beyhakî, Sünen, VII. 467 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 383-385.

[1046] Tahrîm, 66/6

[1047] Ibnu Kesir, Tefsir, IV. 391

[1048] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 385-386.

[1049] Buharı, (Feth), IV. 139; Ebu Davud et-Tayalisî, Müsned, s. 198

[1050] Ibnu Mâce, I. 636

[1051] Ahlâku'n-Nebî, s. 21; Müsned (el-Fethu'r-Rabbanî), XVI. 226; Müslim, IV. 1890-1891;Buharî, X. 526

[1052] Hadisin kaynaklan daha önce geçti.

[1053] Buharı, (Feth), 11.376

[1054] Bk. et-Teysir bi Şerhi'l-Câmii's-Sağîr, II. 376

[1055] Ahlâku'n-Nebî, s. 36

[1056] Bakara, 2/228

[1057] el-Bidaye ve'n-Nihaye, IV. 176

[1058] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 386-388.

[1059] Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, III. 74

[1060] Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, VI. 306

[1061] Ibnu Mâce, I. 595; Hâkim, Müstedrek, IV. 172

[1062] Hâkim, Müstedrek, IV. 173; Ibnu Mâce, I. 595

[1063] Buharî, (Aynî şerhi), XX. 184-185; Ahmed, Müsned, XI. 10, 159; Ebu Davud, II. 443

[1064] Hâkim, Müstedrek, IV. 171; İbnu Mâce, I. 595

[1065] Müslim (Nevevî şerhi), X. 8; Ebu Davud, II. 328

[1066] Şûra, 42/38

[1067] Bakara, 2/233

[1068] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 388-391.

[1069] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 391-392.

[1070] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 392.

[1071] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 393.

[1072] Buharî, IX. 249

[1073] Nisa, 4/34

[1074] Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübra, VII. 303

[1075] Nisa, 4/34

[1076] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 393-395.

[1077] Nisa, 4/128

[1078] Müsnedü't-Tayalisî, s. 349; et-Tabakatu'l-Kübra, VIII. 53-54; Üsdü'l-Ğabe, V. 484-485; el-lsabe, VIII. 117

[1079] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 395-396.

[1080] Nisa, 4/35 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 396.

[1081] Talâk, 65/1

[1082] Nisa, 4/19

[1083] Müslim (Nevevî şerhi), X. 58; Beyhakî, VII. 295

[1084] Müsned, VI. 277-280, 288

[1085] Hâkim, hadisi Ibnu Ömer'den nakleder ve sahih olduğunu söyler. Zehebî de bunu onaylamaktadır. Bk. Müstedrek, III. 196- Ibnu Mâce, hadisi "Aliah katında helallerin en buğzedileni boşamadır" lafızlarıyla rivayet eder. Bk. Sünen, I. 650 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 397-398.

[1086] Akkad, el-Felsefetu'l-Kur'anİyye, s. 71

[1087] Buharî, (el-Feth), III. 304-305, V. 53, IX. 308, 346; Müslim (Nevevî şerhi), XIV. 214

[1088] Bakara, 2/228

[1089] Bakara, 2/229 Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 399-400.

[1090] Furkan, 25/74

[1091] Nahl, 16/72

[1092] Ahmed, (9İ-Fethu'r-Rabbanî), XVI. 145- Hadis, hasen bir senedle rivayet edil­miştir. Ayrıca bk. Heysemî, Zavâidu Ibn Hibban, 302; Beyhakî, VII. 81-82

[1093] Ebu Davud, II. 220; Nesaî, VI. S5-66; Beyhakî, VH. 8; Hâkim, II. 162. Hâkim, hadisin sahih olduğunu belirtmekte Zehebî de bunu onaylamaktadır.

[1094] Enbiya, 21/105

[1095] Enbiya, 21/92

[1096] Tevbe, 9/25

[1097] Tekâsür, 102/1-3

[1098] Hadid, 57/20

[1099] Maide, 5/100

[1100] Ebu Davud et-Tayalisî, Müsned, IV. 133; Ebu Davud es-Sicistanî, Sünen, IV. 483 (zayıf bir senedle)

[1101] Âlu Imran, 3/38-39

[1102] Furkan, 25/74

[1103] Naht, 16/97

[1104] Ibnu Mâce, I. 648; Ebu Davud, !V. 9; Ahmed, Müsned (el-Fethu'r-Rabbani), XVI. 221

[1105] Arabistan'da kullanılan sarı renkli ve güzel koku veren bir sıvı.

[1106] Müsned, V. 214, 292, VI. 103-104; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübra, VII. 232

[1107] Dr.  Fethi ez-Zeyyât,  el-Ğudedu's-Sammâ'T  1971,  Ezher Üniversitesi Tıp Fakültesi ders notları.

[1108] Nef'u  Kûti'l-Müğtezî alâ Câmii't-Tirmizî,  II. 29. Müellif burada İmam ed-Dihlevî'nin Şerhu'l-Mİşkât'taki şu sözlerini nakleder: Emzikli kadınla yatmak bizatihi zararlı birşey değildir. Hattâ kadının sütünü artırır. Ama hamile kalması zararlıdır. Çünkü kadının sütünü azaltır. O halde bu durumdaki kadınla yatmanın yasaklanması, hamile kalması kor-kusuy ladır.

[1109] Buharî, IX. 250-251; Müslim, X. 14; Tirmizî, I. 135; tbnu Mâce, I. 304; Beyhakî, VII. 228; Malik, Muvatta', II. 29; Ahmed, Müsned, XVI. 219

[1110] Süfyan b. Uyeyne. Bk. Ibnu Hacer, el-Feth, IX. 250; Müslim, Nevevî Şerhi, X. 14

[1111] Müslim, X. 13; Ahmed, Müsned, XVI. 219; Ebu Davud, VII. 338

[1112] Ahmed, Müsned, XVI. 220

[1113] Muvatta1, II. 595; Beyhakî, VII. 230

[1114] Hâkim, Müstedrek, II. 279. Hâkim, hadisin sahih olduğunu belirtmekte, Zehebî de bunu onaylamaktadır.

[1115] Ibnu Mâce, I. 304. Sindi, Zevaid'in müellifinden şunu nakleder: Hadisin sene­dinde Ibnu Lehia vardır ve bu zat zayıf bir ravidir. Şevkânî de, hadîsi Neylü'l-Evtar'da naklet­mekte ve senedindeki İbnu Lehia'nın zayıf olduğunu belirtmektedir. Ancak Abdurrezzak ve Beyhakî'nin Ibnu Abbas'tan naklettiği aynı anlamdaki hadis, bu hadisi desteklemektedir.

[1116] Muvatta', II. 595; Beyhakî, VII. 230

[1117] Aynı kaynaklar.

[1118] Bakara, 2/223

[1119] Taberî, Tefsir, IV. 408

[1120] Ahkâmu'l-Kur'an, I. 416-417

[1121] Mü'minûn,23/12-14

[1122] Bk. Zâdu'l-Maâd, IV. 18; Gazzâlî, İhya, II. 54; Beyhakî, VII. 230

[1123] Yahudiler, azlin nesli kökten kestiğini ileri sürerler. Peygamber (s.a.v.) bu iddia­larını yalanlamaktadır. Çünkü çocuğun olması, azil yapılmış olsun veya olmasın Allah'ın yüce iradesine bağlı birşeydir. Ayrıca bu, ileride sözkonusu edeceğimiz: "O, gizli diri gömmedir" hadisine de ayktn değildir. Çünkü bu hadiste, Allah'a itimat etmeksizin azil yap­makla çocuk sahibi olmamayı kasteden kişinin azil yaparken bu nİyyeti kastedilmektedir. Yani onun bu kasdını diri diri gömmeye benzetiyor ki böyle bir niyyetten uzak durulsun. Ayrıca işlerin Allah'a bağlı olduğu hususunda uyarılmış olsun. Az ileride bu konuyu tafsi­latıyla ele alacağız. Bu konuda bk. Fethu'l-Barî, IX. 254; Zâdu'l-Meâd, IV. 17-18; Neylü'l-Evtar, VI. 198

[1124] Tirmizî, III. 443; Ahmed, Müsned, (Fethu'r-Rabbanî), XVI. 220; Ebu Davud, II. 252

[1125] Sünen, VII. 30

[1126] Mü'minûn, 23/12-14

[1127] İmam Ahmed, Müsned'inde hadîsi şu lafızlarla rivayet eder: "Allah ondan bir Çocuk çıkarır. Allah, yaratacağı canı mutlaka yaratır." Ayrıca bk. Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, IV.296;Tertîbu1-Müsned, XVI. 220

[1128] A'raf, 7/188

[1129] Müslim, I. 15-17; Ahmed, Müsned, XVI. 221; Tirmizî, IV. 405-406

[1130] Yukarıdaki iki hakikatle ilgili olarak bk. Nef'u Kûti'l-Muğtezî alâ Câmii't-Tirmizî, II. 29. Müellif, burada, süt emziren kadınla münasebet konusunda şöyle demektedir; Pey­gamber'in (s.a.v.) bunu yasaklaması kendi içtihadıdır. Iran ve Bizanslıların durumuna kıyas yaparak yasaklamayı terkettiği de olmuştur. Yasaklamayı terketmesi, Ebu Davud'un naklet­tiği: "Hamile iken süt emzirme, süt emen çocuğu, at sırtında yakalar ve onu yere serer. (Çocuk, ata binen yetişkin biri olacak yaşa gelse de, o emdiği sütten dolayı zarara uğrar)" hadisine aykırı değildir. Müellif sonra şöyle devam eder: Yasaklama, işin hakikati iti­bariyledir. Bunu kabul etme ise, Allah'ın ona bir sebep kılmasından dolayı âdetin cereyanı itibariyledir, ilh...

Sindî, iki hadisi uzlaştırma noktasında şöyfe demektedir: Akla daha yatkın olan, ya­saklamanın daha sonra olmasıdır. Yani serbestken, zarar verdiğini tesbit etmiş ve öylece onu yasaklamıştır. Ancak zararı hemen o anda görülmeyebilir, çocuk büyüdükten sonra olabilir. Hastalığın bulaşıcılığı ve benzeri şeylerde de aynı şey sözkonusu olabilmektedir. (Bk. Haşiyetü's-Sindîalâ Ibni Mâce, I. 317)

Ibnu'l-Kayyım de şöyle demektedir: Süt emziren kadınla münasebette bulunmak, yaygın bir belvâdır. Süt emzirme müddeti boyunca kişinin sabredip karısına yanaşmaması zordur. Bununla birlikte haram olduğu açıkça ifade edilmiş değildir. Esmâ'nın naklettiği ha­dis, yol gösterme ve İhtiyatlı olma kabilindendir. Ta ki çocuk, ortaya çıkan hamilelikten zarar görmemesi için tedbir alınsın- Münasebetin yasaklanması Şeddi Zarayi babındandır. Do-layısıyle daha üstün bir maslahatla çatışırsa, o maslahat tercih edilir. (Bk. Zâdu')-Meâd, IV, 18) Ben de diyorum ki: Günümüzdeki korunma yollarına başvurmakla eğer münasebette bu­lunmak mümkün ise, hem kocanın zarara uğramasına ve hem de çocuğun zarara uğramasına engel oluruz.

[1131] Şûra, 42/49-50

[1132] Vakıa, 56/58-59

[1133] Ahmed, Müsned, XVI. 219

[1134] Bk. Buharı, IV. 250-251; Müslim, X. 9-11; Ebu Davud, II. 237; Beyhakî, VII. 229; Ibnu Mâce, I. 620

[1135] Tirmizî, III. 444; Müslim (Nevevî şerhi), X. 12; Ebu Davud, II. 337; Beyhakî, VII. 229

[1136] Azil, gizli 'diri gömme' olarak isimlendirilmiştir. Bununla hakikî diri gömme arasındaki fark, hakiki olanda, kasd ve fiil birlikte ve direkt olarak gerçekleşmektedir. Gizli olanda yani azilde ise, sadece kasd vardır. Bu nedenle de "gizli" diye isimlendirilmiştir. Bk. Fethul-Barî, IX. 254; Neylü'l-Evtar, VI. 198

[1137] Müslim (Nevevî şerhi), X. 16-17. Müslim, "diri diri gömülen kızlara, suçunuz neydi? diye sorulduğunda" {Tekvir, 9) ilavesinin, şeyhi Ubaydullah'm kendi şeyhi el-Mukrî'den yaptığı rivayette bulunduğunu zikreder.

Ahmed de Müsned'İnde bu ilave olmaksızın XVI. 218; Ibnu Mâce, I. 648 ve Nesaî de VI. 106-107 ilave olmaksızın rivayet etmişlerdir.

[1138] Ahkaf, 46/15

[1139] Bakara, 2/233

[1140] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 400-413.

[1141] Dr.  Mustafa Süveyf'in,  es-Sıhhatu'n-Nefsiyye  dergisindeki  "Zekâu't-Tıfl Merhûnun bi Hacmi Usretihi" başlıklı makalesinin özeti. Yıl, 1965, sayı: 3

[1142] Prof. Dr. Fethi ez-Zeyyât, el-Ğudedu's-Samâ', s. 435

[1143] Mülk, 67/15

[1144] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 413-415.

[1145] Tûr, 52/21

[1146] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 415-416.

[1147] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 416-418.

[1148] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 419.

[1149] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 419-421.

[1150] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 421.

[1151] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 421-422.

[1152] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 422.

[1153] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları:422.

[1154] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 422-423.

[1155] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 423.

[1156] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 423.

[1157] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 423.

[1158] Dr. Muhammed Ebu'n- Nur, Kur'an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 423.