İSLAM HUKUK TARİHİNDE SELEFİ SÖYLEM HANBELİ MEZHEBİ

ÖNSÖZ

GİRİŞ

BAŞLANGICINDAN III./IX. ASRA KADAR İSLAM HUKUKUNUN TARİHİ GELİŞİMİ

  1. Peygamber Devri
  2. Hulefâyi Râşidîn Devri

III. Emevîler Devri

  1. Abbasîler Devri
  2. HANBELİ MEZHEBİNİN KURULUŞU VE TARİHÇESİ
  3. Tarihî Arka Plan
  4. B) Tedvin Dönemi (241-334/855-945)
  5. İlk Öğrenciler
  6. Ebû Bekir el-HaUâl (ö. 311/923)
  7. Ebû Muhammed el-Berbehârî (ö. 329/941)
  8. Ebü'l-Kâsım el-Hırakî (ö. 334/945)
  9. C) Gelişme Dönemi
  10. Büveyhîler Devri (334-447/945-1055)
  11. a) Ebû Bekir en-Neccâd (ö. 348/960)
  12. b) Ebü'l-Kasım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî (ö. 360/971)
  13. c) Ebû Bekir Abdülazîz b. Caîer (Gulâmüİ-Hallâl) (ö. 363/974)
  14. d) Ebü'l-Hüseyin îbn Sem'ûn (ö. 387/997)
  15. e) İbn Batkı el-Ukberî (ö. 387/997)
  16. f) İbn Mende (ö. 395/1005)
  17. g) Ebû Ya'lâ el-Ferrâ (ö. 458/1066)
  18. Bağdat Abbasî Halifeliğinin Son İki Yüzyılı (447-656/1055-1258)
  19. a) Şerîf Ebû Ca'fer d-Hâşimî (ö. 470/1077-8)
  20. b) Abdullah b. Muhammed el-Herevî (ö. 481/1089)
  21. c) Ebü'l-Ferec Abdülvâhid b. Muhammed eş-Şîrâzî (ö. 486/1094)
  22. d) Ebü'I-Hattâb el-Kelvezânî (ö. 510/1116)
  23. e) Ebü'1-Vefâ İbn Akil (ö. 513/1119-20)
  24. f) Ebü'l-Muzaffer Avnüddin İlin Hübeyre (ö. 560/1165)
  25. g) Abdülkâdir-i Geylânî (ö. 561/1166)
  26. h) Ebü'l-Ferec Îbnü'l-Cevzî (ö. 597/1200)

ı) Abdülganî b. Abdülvâhid el-Cemmâilî (ö. 600/1203)

  1. i) Muvaffakuddin İbn Kudâme (ö. 620/1223)
  2. j) Fahreddîn Muhammed b. Teymiyye (Ö. 622/1225)

3- Memlükler Devri (648-922/1250-1517)

  1. a) Takiyyüddin lbn Teymiyye (ö. 728/1327)
  2. b) İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350)
  3. c) Ebû Abdullah Şemseddİn b. Müflih (ö. 763/1361)
  4. d) Ebü'l-Ferec Zeynüddîn îbn Receb (795/1392)
  5. e)  Alâeddin Ali b. Süleyman el-Merdâvî (ö. 885/1480)
  6. f)  Ebü'1-Yümn Mücîrüddin el-Uleymî (ö. 928/1522)

4) Osmanlılar Devri (922-1342/1517-1923)

  1. a) Şerefüddîn Musa b. Ahmed el-Haccâvî (ö. 968/1560)
  2. b)  Îbnü'n-Neccâr el-Fütûhî (ö. 972/1564)
  3. c)  Mansûr b. Yûnus el-Buhûtî (Behûtî) (ö. 1051/1641)
  4. d) lbnü'1-İmâd el-Akerî (ö. 1089/1679)
  5. e) Muhammed b. Abdülvehhâb (ö. 1206/1792)
  6. D) Yeni Dönem

III. Mezhebin Coğrafyası

  1. HANBELİ MEZHEBİNİN USULÜ VE GENEL KARAKTERİSTİĞİ
  2. Usulü
  3. A) İslâm Hukukunun Kaynakları
  4. Üzerinde İttifak Edilen Deliller
  5. a) Kur'ân-ı Kerim
  6. b) Sünnet
  7. c) İcmâ
  8. d) İstishâb
  9. Üzerinde İhtilâf Edilen Deliller
  10. a) Sahâbî Kavli
  11. b) Şer'u men kablenâ (Bizden Öncekilerin Şeriatları)
  12. c) Kıyas
  13. d) İstihsan
  14. e) Maslahat-ı Mürsele
  15. f) Sedd-i Zerâİ'
  16. g) Örf ve Âdet
  17. B) Şer'î Delillerden Çıkarılan Hükümler
  18. C) Kaynaklardan Hüküm Çıkarma Metotları
  19. Tahsis
  20. Nesih
  21. Tearuz ve Tercih
  22. D) İctihad ve Taklit
  23. Genel Karakteristiği
  24. A) Selefflik
  25. B) Sübjektif İrade Taraftarlığı
  26. C) İstishâbcilık
  27. D) Müdahelecilik

III. HANBELİ MEZHEBİNİN LİTERATÜRÜ

  1. Mezhep Kitaplarında Geçen Bazı Kavramlar
  2. A) Şer'î Hükümlerle İlgili Kavramlar
  3. B) Tercihle İlgili Kavramlar
  4. C) Mezhep Bilginlerini Tanımlayıcı Unvanlar
  5. Literatür
  6. A) Temel Metinler ve Şerhleri
  7. el-Câmi'
  8. el-Muhtasar
  9. el-Hidâye
  10. el-'Umde
  11. el-Mukni'
  12. el-Kâfî
  13. el-Muharrer
  14. Kitâbü'l-Fürû'
  15. el-lknâ' H-tâlibİ'l-intifâ'
  16. Vmdetü't-tâîib
  17. Delîlü't'tâlib
  18. B) Usul Kitapları
  19. el-UddeJT usüli-fikb
  20. et-Temhîdfî'usûli'l-fıkh
  21. Ravzatü'n-nâzır
  22. el-Müsevvedefî usûli'l-fıkb
  23. î'lâmü'l-muuakkı'în
  24. Tahrîrü 'l-tnenkûl
  25. C) Kavâid Kitapları
  26. el-Kavâ'idü'n-nûrâniyye
  27. el-Kavâ 'idfi'l-fıkbi'l-hlâmt
  28. el-Kavâ'id ve'l-fevâidü'l-usûliyye
  29. Kitâbü'l-Kavâ'idi'l-küliiyye
  30. D) Furûk Kitapları
  31. E) İlm-İ Hilaf Kitapları
  32. el-İfsâb an me'âni'ssıbâb
  33. et-Tabkîkjı ehâdîsi'l-bilâf
  34. Mugnîzevi'l-efhâm
  35. F) Cedel Kitapları
  36. Kitâbü'l-Cedel 'alâ tarîkati'l-fukabâ
  37. Kitâbü İstihrâci'l-cidâl mine'l-Kıır'âni'l-Kerîm
  38. Alemü'l-cezelfî 'ilmi'l-cedel
  39. G) el-Ahkâmü's-sultâniyye Kitapları
  40. el-Ahkâmü's-sultâniyye
  41. es-Sİyâsetü'ş-şer'iyye
  42. et-Turuku'l-hükmiyye
  43. H) Hisbe Kitapları
  44. I) Malî Hukukla İlgili Kitaplar

İ) Ferâİz Kitapları

  1. J) Ahkâmla İlgili Kitapları
  2. K) Biyografi Kitapları
  3. Monografiler
  4. a) Ahmed b. Hanbel Hakkında Yazılan Kitaplar
  5. b) İbn Teymİyye Hakkında Yazılan Kitaplar
  6. c) Muhammed b. Abdülvehhâb Hakkında Yazılan Kitaplar
  7. Tabakât Kitapları
  8. a) Tabakâtü'l-Hanâbile
  9. b) el-Maksadü 'l-erşed
  10. c) 'Ulemâ'ü Necd
  11. L) Mezhep Hakkında Yapılan Çalışmalar

Sonuç

BİBLİYOGRAFYA


İSLAM HUKUK TARİHİNDE SELEFİ SÖYLEM HANBELİ MEZHEBİ

 

ÖNSÖZ

 

İnsanlar arasındaki çeşitli hayat münasebetlerini düzenleyen hukuk, kökeni insanlığın başlangıcına kadar uzanan en eski toplumsal kurumlardan bindir. Bu kurumun tarihî gelişim ve seyri, Umûmî Hukuk Tarihinin konusudur. Ayrıca, her milletin uyguladığı kendi hukuk sistemlerinin tarihsel sürecini ise milli hukuk tarihleri inceler. Ne var ki, doğuşu insanlık tarihi kadar eski olan hukuk kurumunun tarihsel gelişimini konu edinen Hukuk Tarihi ilmi, Batı'da ancak XVI. yüzyılda Roma Hukuk Tarihi, XVII. yüzyılda ise Almanya'da Cermen Hukuk Tarihi'nin yazılmaya başlanma­sıyla bilimsel bir disiplin haline gelebilmiştir.

İslâm'ın mîlâdî VII. yüzyılda Mekke'de doğmasından ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğinin on ikinci yılında (622) Medine'ye hicre­tinden sonra yeni bir devlet ortaya çıkmış ve bu devletin sınırları henüz Hz. Peygamber hayatta iken Arap Yanmadası'nın tamamını içine almış ve onun vefatını müteakip yaklaşık yarım yüzyıl içerisinde ise doğuda Hin­distan, kuzeyde Anadolu ve Kafkasya, batıda Kuzey Afrika'ya ulaşmıştır. Bu devlet, ferdî ve toplumsal hayatı düzenleyen hukukî faaliyetlerinde ge­nel olarak Kur'an'ın hükümleri ile Hz. Peygamber'in yorumlarını esas al­mıştır. İşte bu tarihî süreçte İslâm hukuku (fıkıh) bir ilim olarak doğmuş ve içerisinde toplumsal hayatın yönelişlerine ve İslâm medeniyetinin gelece­ğine etki edecek boyutta çeşitli hukuk ekolleri meydana gelmiştir.

İslâm tarihindeki bu hukukî oluşum, başta çeşitli hukukî meselelerin incelendiği fürû-i fıkıh kitapları iie hukukçuların hayatlarının anlatıldığı tabakâ kitaplarında, İbn Kuteybe'nin (ö. 276/889) el-Ma'ârif, İbnü'n-Nedîm'in (ö. 385/ 995) el-Fihrist\ gibi genel kültür tarihi ağırlıklı eserlerle ge­nel tarih, tabakât ve şehir tarihleri kitaplarında anlatılmaktadır. Günümüz­de ise bu konu genel olarak "Târîhü't-teşrn'Mslâmî" veya "Târîhü'l-fıkhİ'l-îslâmî" (İslâm Hukuk Târihi) adıyla hususi bir başlık altında incelenmek­tedir.

Biz burada İslâm hukukunun uzun tarihî süreci içerisinde önemli tar­tışmalara konu olan ve başlangıçta ehl-i re'y, ehl-i hadîs gibi çeşitli isimler­le anılan ve daha sonra her biri hususi bir mezhep haline geien hukuk ekollerinden Hanbelî mezhebini incelemeye çalışacağız. Bu mezhep, III./IX. yüzyıldaki doğuş döneminde ve günümüze kadarki tarihî seyri içe­risinde hemen hemen meydana geien bütün dînî tartışmalarda taraf olmuş ve aşırı sayılabilecek bir şekilde kullandığı selefi (genel olarak sahabe, tabiûn ve etbâu't-tâbiîn denilen İslam'ın ilk üç neslinin dini anlayış ve uygulamalarına dönülmesini savunanlar) söylemiyle, rakiplerine karşı, ba­zen ilmî tartışma sınırlarını aşacak tarzda, mücadele etmiştir. Biz, hem önemli bîr hukuk ekolünün tarihî gelişimini ortaya koymak hem de bu­günkü Müslümanların yaşadıkları selefîlik, muhafazakârlık ve modernizm gibi çeşitli güncel tartışmalarda taraflardan biri olan Hanbelîler'in temel yaklaşımlarını arılayabilmek için bu mezhebin tarihini ve görüşlerini araş­tırmaya karar verdik. Ancak bu çalışma sırasında, selefi söylemin temsilci­leri olan Hanbelî mezhebi mensuplarının diğer İslâm hukukçu ve kelâm-cılanyla yaptıkları hukukî ve kelâmı tartışmalarında, bilimsel tarafsızlık ve objektiflik sınırları içerisinde kalınmaya, lehte veya aleyhte herhangi bir mezhep taassubuna düşülmemeye gayret edilmiştir.

Eserin giriş kısmında, tslâm hukukunun başlangıcından HanbeB mez­hebinin kurucusu kabul edilen Ahmed b. Hanbel'in yaşadığı IİI./IX. asra kadar geçen süre kısaca özetlenmiştir. Birinci bölümde Hanbelî mezhebi­nin kuruluş ve tarihçesi çeşitli devirlere bölünerek incelenmiş, ikinci bö­lümde mezhebin usulü ve genel karakteristiği, üçüncü bölümde ise litera­türü ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Bu çalışma sırasında, Hanbelî mezhebinin kuruluş ve tarihçesi konu­sunda genel tarih ve Hanbelî tabakât kitapları ile bazı bilginler hakkında yazılmış hususî biyografi ve monografilerden yararlanılmış, mezhep içeri­sinde gelişen ve özellikle de siyasî tarihi ilgilendiren bazı hareketler hak­kında imkân nispetinde kaynakça verilmiş, mezhebin metodolojisine dair görüşler ise onların temel usûl kitaplarından alınmıştır. Literatür kısmında Hanbelî eserleri çeşitli branşlara ayrılmış ve neşredilenler baskı tarihleriy­le beraber verilmeye çalışılmıştır. Ancak, elinizdeki eser bir Hanbelî ta­bakât kitabı olmadığı İçin, tarihî süreç İçerisinde yetişen bütün fakih ve müelliflerin ayrıntılı tercüme-İ hâlleri ve eserlerinin tamamı verilmeyip, sa­dece Hanbelî tarihinde mezhebin gelişmesine görüş ve eserleri ile katkıda bulunan kişiler ve onların Özellikle İslâm hukukuna dair eserlerine yer ve­rilmeye gayret edilmiştir. Ayrıca, eserde adı geçen isimlerin tespit edebil­diğimiz kadarıyla Ölüm talihleri hicrî ve milâdî olarak zikredilmiştir.

Bu eser ilk önce, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm AmiklopedüCne (DİÂ) "Hanbelî Mezhebi" maddesi olarak yazılmış (DÎA, XV, 525-47), daha son­ra söz konusu madde geliştirilerek, 1997 tarihinde müstakil bir kitap haline getirilmiş ve doçentlik çalışması olarak takdim edilmiştir. Söz konusu tarihte, eserin Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM) tarafından yayımlanması planlanmış ve bu sebeple, adı geçen araştırma merkezi kitabı hakeme göndermiş, hakemin teklifleri doğrultusunda, kita­bın ilk planında oldukça geniş değişiklikler yapılmıştır. Kitap, üç yıla ya­kın bir süre Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletme-si'nde yayımlanmak için sırasını beklemiş, ancak bu süre içerisinde ülke­mizde yaşanan ekonomik kriz sebebiyle, adı geçen kuruluş kitabı yayım­lamaktan vazgeçmiştir. Hazırlanışından yaklaşık dört yıl sonra, Ankara Okulu Yayınları tarafından kitabın basılmasına karar verildiği zaman, eser­de önsöz dahil, birkaç cümle ve küçük birkaç paragraf dışında hiçbir şey değiştirilmemiştir. Buna rağmen, son yıllarda İslâm dünyasında yaşanan çeşitli dinî, siyasî ve kültürel olaylarda aktif rol alan selefi düşünceye sa­hip birtakım kişi veya kuruluşların genel tavır ve yönelişlerinin daha ön­ceden kitabımızda tespit edilmiş olması, tahlil ve değerlendirmelerimizin İsabet derecesini göstermektedir. Öte yandan, kitabın neşrindeki bu ge­cikmeye rağmen, şükrân-ı nimet olarak belirtmeliyim ki, bu eser ancak, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezinin (tSAM) kütüphane ve dokümantasyon merkezinin yardım ve katkılarıyla telif edilebilmiştir. Böyle bir araştırma merkezi olmasaydı, ülkemizin içerisinde bulunduğu kültürel ve ekonomik şartlarda, elinizdeki çalışmada kullanılan kaynakla­rın tümüne ulaşmak hemen hemen imkansız olurdu.

İSAM'da araştırmacı-müellif olarak görev yaptığım sırada, bu eserle ü-giü olarak bana verimli bir çalışma ortamı sağlayan Türkiye Diyanet Vak-fı'na, dönemin ÎSAM başkanı sayın Doç. Dr. Azmi Özcan ile merkezin baş­ta kütüphane, dokümantasyon ve fotokopi servisi görevlileri olmak üzere, bütün elemanlarına teşekkür borçluyum. Ayrıca, Hanbelî mezhebiyle ilgili bazı kaynaklardan beni haberdar eden Prof. Dr. Ali Bardakoğlu'na, kıy­metli vakitlerini ayırarak birlikte Henri Laoust'un Fransızca "Le Hanbalis-me sous le caliphat de Bagdad (241-656/856-1258)" (REI, XXVII, 1959, 67-128) ve "Le Hanbalisme sous les Mamlouks Bahrides" {REI, XXVIII, 1960, 1-71) makalelerini okuduğumuz Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın'a, Ignaz Goldziher'in (ö. 1339/1921) "Zur Geschichte der hanbalitisehen Bewegungen' (Zeitscbrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft, Leipzig 1908, s. 1-28) adlı makalesini tercüme eden Dr. Tahsin Görgün'e bu lütufkâr katkılarından dolayı şükranlarımı .sunarım. Yine, bibliyografya ve kaynaklar hakkında çeşitli yardımlarını esirgemeyen Doç. Dr. Ahmet Özel, Dr, M. Kâmil Yaşaroglu ve Rıza Kurtuluş'a, imlasını düzelten Dr. İsa Kayaalp'e, bibliyografyasını kontrol eden Dr. Recep Uslu'ya, sayfa düzeninde yardımcı olan Ender Boztürk'e ve kitabın baskısında emeği geçen Ankara Okulu Yayınları çalışanlarına müteşekkirim.

Son olarak, bu çalışma sırasında beni teşvikleriyle destekleyen ve bana moral veren eşim F, Hatice Hanım'a ve biricik oğlum M. Hamîdullah'a da teşekkür ederim.

Doç.Dr.Ferhat Koca 1998 Üsküdar 2002 Çorum [1]

 

GİRİŞ

 

BAŞLANGICINDAN III./IX. ASRA KADAR İSLAM HUKUKUNUN TARİHİ GELİŞİMİ

 

İslâm hukuku (fıkıh), insanın kendi kendisiyle, diğer kişilerle ve Allah İle olan ilişkilerini, hak ve sorumluluklarını düzenleyen ve kaynağı ilâhî olan bir hukuk sistemidir. Hz. Muhammed'in risâletini tebliğ etmesi ile başlayıp temel esaslarını Kur'an'dan ve Peygam-ber'İn yorum ve uygulamalarından alan bu hukuk sistemi, çok kı­sa bir süre içerisinde ve fakat geniş bir coğrafyada uygulama imkâ­nı bulmuş ve bu uygulama sürecinde Kur'an'm hukukî hükümleri ile Hz Peygamber'in tefsir ve tatbikatı birçok hukukçu tarafından geniş bir şekilde tartışılarak, zaman ve mekânın ihtiyaçlarına göre, çeşitli ictihadiara konu olmuş ve böylece geniş bir hukuk müelle-fâtı meydana gelmiştir.

islâm hukukçulannm Kur'an ve Sünnet'İ anlama ve yorumlama biçimleri, kaynaklara verdikleri değer ve bu esnada kullandıkları farklı metotlar sonunda çeşitli hukuk mezhep ve ekolleri doğmuş­tur, işte, elinizdeki çalışmaya konu olan Hanbelî mezhebi de Ah-med b. Hanbel'in ve onun görüşlerini benimseyen hukukçuların İslâm'ın temei kaynaklarını anlama ve yorumlama tarzlarının sonu­cu olarak doğan ve bugüne kadar hayatiyetini sürdüren bir ekol­dür.

Biz burada Hanbelî mezhebinin doğuş ve kuruluşunun daha iyi anlaşılabilmesi için, kurucu imam olarak kabul edilen Ahmed b. Hanbel'in (161 -241 /777-S55) yaşayıp şöhrete kavuştuğu özellikle III./IX. asrın ilk yarısına kadar geçen dönemdeki İslâm hukukunun tarihî gelişimi ve bilhassa îbn Hanbel'in İçerisinde yetiştiği hukukî ortamı kısaca özetlemek istiyoruz.

Genel olarak islâm hukuk tarihçileri, islâm hukukunun tarihî seyrini Hz. Peygamber, sahabe, tâbiûn devri şeklinde nesillere göre veya doğuş, gelişme, olgunluk, duraklama devri ... şeklinde canlı bir organizmaya ya da Hulefâ-yi Râşidîn, Emevîler ve Abbasî­ler .., şeklinde siyasî iktidarlara göre çeşitli devrelere ayırmışlardır. Buradaki amacımız bütün olarak islâm hukuk tarihini incelemek değil, Hanbefi mezhebinin doğduğu cilamı ve doğuş şartlarını an­layabilmek olduğu için, sadece mezhebin kurucusu Ahmed b. Hanbel'in (161-241/777-855) yaşadığı devre kadarki dönemleri ta­nıtmak istiyomz. Bu devre, tarih itibariyle İse tabiîler ve etbâu't-tâ-biînin yaşadığı Abbâsîler'in ilk dönemine tesadüf etmektedir. Do­layısıyla burada İslâm hukukunun gelişimi Hz. Peygamber, Hule-fâ-yi Râşidîn, Emevîler ve Abbasîler devri kısaca incelenecektir. [2]

 

I. Peygamber Devri

 

Hz. Muhammed'in risâleti İle başlayıp onun vefatına kadar (610-632) yaklaşık'yirmi üç yıl devam eden bu devir, İslâm huku­kunun doğuş ve kuruluşunun tamamlandığı bir dönemdir.

Resûl-i Ekrem'in peygamberliği, içinde yaşadığı şehirlere nis-betle Mekke ve Medine dönemi şeklinde İki devreye ayrılır Hicret­ten önce yaşadığı ve peygamberliğinin İlk yıllarını (610-622) geçir­diği Mekke'de gelen âyetler daha çok inanç, ibadet ve ahlâk konu­larıyla ilgili olup bir anlamda Medine'de gerçekleştirilecek yeni devletin İnsan unsurunu yetiştirmeye ve hukukun alt yapısını oluş­turmaya yönelikti. Medine'de gelen âyetler ise Allah ile kul arasın­daki ilişkiler yanında aile, miras, anayasa, ceza, muhakeme usulü ve devletler arası münasebetler gibi sosyal ve hukukî hayatla da il­giliydi.[3]

Hz. Peygamber devrinde teşri kılınan hükümler öncelikle her­hangi bir olayın meydana gelmesi veya söz konusu olay hakkında soru sorulması üzerine bir ayetin nazil olması ya da hükmün Allah tarafından peygambere bildirilip onun da kendi söz ve üslûbu (sünnet) ile açıklaması veya uygulaması şeklinde vazediliyordu. Hatta bazan Hz. Peygamber söz konusu olay hakkında Allah'ın ira­desiyle (makâstd-ı serîa) ilgili irfan ve tecrübesine dayanarak (İctİ-had) bir uygulamada bulunuyor ve içtihadında hata ederse Allah tarafından tashih ediliyordu. [4] Meselâ, Bedir Savaşı'nda ele geçiri­len esirlerin fidye karşılığında salıverilmesi konusundaki İçtihadı tashih edilmiş, [5] Tebük Seferi esnasında bazı münafıkların sefere katılmamak için çeşitli mazeretler uydurarak Hz. Peygamber'den izin almaları üzerine peygamber verdiği bu izinden dolayı uyarıl­mıştır.[6] Hz. Peygamber'den bir problemin sorulması hususunda Kur'ân-ı Kerîm'de on beş yerde "yes'elûneke" (Senden soruyorlar) ifadesi geçmekte olup bunların sekizi hukukî konularla ilgilidir. [7] Ayrıca iki defa da "yesteftûneke" (Senden dinî hükmü açıklamanı istiyorlar) İfadesi kullanılmıştır. [8] Vahyin gelmesi ve dinî hükmün açıklanmasına sebep olan bu tür olayların tesbiti konusunda İslâm tarihinde "esbâbü'nnüzûl" adında geniş bir literatür meydana gel­miştir. [9] Hz. Peygamber devrinde yapılan teşrîîn bir diğer yolu ise, herhangi bir olay veya soru beklenmeksizin, bir hükmün ilâhî plandaki yeri ve zamanı geldiği an doğrudan bildirilmelidir. Böy­lece islâm bir taraftan içerisinde doğduğu belli bir zaman ve mekâ­nın tarihsel problemlerini çözüp onların ihtiyaçlarına cevap verir­ken, diğer taraftan da evrensel hüküm ve değerlerini vazediyordu. [10]

Hz. Peygamber'İn dinî görevi yanında devletin teşri, icra ve ka­za fonksiyonlarının da kendisinde toplandığı bu dönemde, huku­kî faaliyetlere hâkim olan temel prensipler tedrîc, kolaylık ve nesih İlkeleridir. [11]

Zaman ve hükümler açısından uygulanan tedrîc ile, hükümle­rin zamana yayılarak toplum tarafından özümsenmesi ve sonuçta parçaların bir araya getirilerek teşriin tamamlanması amaçlanmış­tır. Namaz, zekât, içki ve faiz yasağı ve cihadla ilgili hükümlerin ta­mamlanma süreçleri bu dönemde takip edilen tedrîc prensibinin il­gi çekici örneklerini oluşturur. [12]

Kolaylık ise yasama ve uygulama sırasında insan tabiatını, psikolojsini, maddî ve manevî özellik ve ihtiyaçlarını göz önüne ainak ve söz konusu yasa veya uygulamayı istekle benimsemesi için gerekli elastikiyeti göstermektir, ibadetlerin vakitlere dağıtılması,

insanın tabii İhtiyaçlarını karşılayan nesnelerin mubah kılınması, hastalık, yolculuk, unutma ve hala gibi hallerin mazeret kabul edil­mesi ve zaruretlerin haramları mubah hale getirmesi gibi teşri' ve tatbikat, Hz. Peygamber'in "Kolaylaştırın, güçleştirmeyin; sevdirin, nefret ettirmeyin[13]sözüyle özetlediği kolaylaştırma prensibinin örnekleridir. [14]

Nesih de sonuç itibariyle tedriç ve kolaylaştırma ilkelerine uy­gun olarak, sâri' tarafından konulmuş herhangi bir hükmün daha sonra yürürlükten kaldırılması anlamına gelmektedir. [15]

Bu temel ilkeler ışığında, Hz. Peygamber döneminde insanların fıtratlarına uygun, maslahat ve yararlarını gözetici ve aralarında adaleti gerçekleştirici hükümler teşri' kılınmıştır.

Bu dönemde tsiâm hukukunun ilk iki kaynağı olan Kur'an ve Sünnet tamamlanmış, kıyas ve re'yle İctihad gibi bazı hüküm çıkar­ma metotlarına ise bazı atıflarda bulunulmuştur. [16] Meselâ Hz. Pey­gamber, Muâz b. Cebel'i (Ö. 18/639) Yemen'e vali ve kadı olarak gönderirken hukukî problemleri nasıl halledeceğini sormuş, onun Kur'an'la, onda bulamazsa Hz. Peygamber'in sünneti ile, onda da bir hüküm bulamazsa kendi içtihadı ile hüküm vereceğine dair ce­vabı Hz. Peygamberi sevindirmiştir. [17]

Hz. Peygamber'in henüz hayatta İken Ömer (ö. 23/644), Ali (ö. 40/661), Abdullah b. Mes'ûd (ö. 32/652), Übey b. Kâ'b (ö. 21/642), Zeyd b. Sabit (ö. 45/665) ve Ebû Mûsâ el-Eş'arî (Ö. 44/665) gibi in­sanları kadı tayin etmesi, kendisinden sonra hukukî faaliyetlerde tecrübeli elemanların yetişmesine imkân vermiştir. [18]

Bu dönemde âyet ve hadîsler, ibadetler yanında hususi ve umu­mi hukukla ilgili hazan ayrıntılı hazan ise genel prensip mahiyetinde çeşitli hükümler vazetmiş ve böylece İslâm lesrîinin calisi Hz. Peygamber döneminde tamamlanmıştır.

Bu arada, doğrudan doğruya hukukî bir hüküm getiren âyetle­rin sayısı çeşitli bilginlere göre 150 ile 500 arasında değişirken, îb-nü'1-Arabî (ö. 543/1148) bazı istidlal yollan kullanılarak kendisin­den hukukî hüküm çıkarılabildi 800 civarında ahkâm âyetini ince­lemiştir. [19]

İslâm hukukunun kaynağı olarak sünnet ise Kur'an'i yorumla­mış ve Kur'an'da açık bir şekilde hüküm verilmeyen bazı konular­da da yine onun genel çerçevesi içerisinde kalarak çeşitli hüküm­ler koymuştur. [20] Kur'an'da genel hükümleri belirtilen namaz, oruç, hac ve zekât gibi temel ibadetler sünnet tarafından geniş bir şekil­de açıklanmış ve uygulama Örnekleri gösterilmiştir. Yine fıtır sada­kası, vitir namazı, bazı. cezalar, kadının hala ve teyzesinin ikinci eş olarak alınmasının yasaklanması gibi birçok hüküm sünnetle sabit olmuştur. [21] Ibn Kayyım el-Cevziyye (ö. 751/1350), fıkıh hükümle­rine esas teşkil eden hadîslerin sayısının farklı veya mükerrer riva­yetler dışında 500 civarında olduğunu, bu temel hükümleri açıkla­yan, onlann kayıt ve şartlarını bildiren hadîslerin ise 4000'e ulaştı­ğını söylemiştir. [22]

Hz. Peygamber'in asaletinin Mekke döneminde gusül, abdest, necasetten taharet, namaz, cuma namazı gibi ibadetlerle ilgili hü­kümler teşri' kılınmıştır. Medine döneminde ise sırasıyla birinci yı­lında hutbe, ezan, nikâh, cıhad; ikinci yılında oruç, bayram namaz­ları, fıtır sadakası, kurban, zekât, kıblenin değiştirilmesi, ganimet­ler ve taksimi; üçüncü yılında miras hükümleri, boşanma; dördün­cü yılında yolculukta ve tehlikeli durumlarda namaz, recm, toprak dağıtımı, teyemmüm, kazif cezası, hac ve umre; beşinci yılında yağmur dua ve namazı, îiâ; altıncı yılında milletler arası anlaşmalar, hac ve umre yolunda engellenmeyle ilgili hükümler, içki ve kuma­rın yasaklanması, zıhâr, vakıf, isyan ve haydutluğun cesasi; yedin yılında .çeşitti hayvanların etlerinin haram kılınması, zirai ortak­lık; sekizinci yılında Mekke'nin kutsîliği ve dokunulmazlığı, kısas ve içki satışının yasaklanması, hukuk karşısında insanların eşitliği; dokuzuncu yılında Kabe'nin çıplak olarak tavaf edilmesinin yasak­lanması, mülâane; onuncu yılında insan haklarının ilânı, vasiyet, nesep, nafaka ve borçlarla, ilgili bazı hükümler ve faiz yasağı gibi hükümler gelmiştir.[23]

Sonuç olarak Hz. Peygamber geride tedvin edilmiş hususi bir fı­kıh kitabı bırakmamakla beraber, yukarıda sayılan insanın Allah ile ve diğer insanlarla olan münasebetlerini düzenleyen birçok huku­kî kural ve uygulama yanında, kendisinden sonra kıyamete kadar meydana gelecek bütün hayat hadiselerine cevap verebilecek ye­terlikte evrensel hukuk İlkelerine sahip İlahî bir kitap (Kur'ân-i Ke­rîm) ve onu tefsir örnekleri (sünnet) bırakmıştır. [24]

 

II. Hulefâyi Râşidîn Devri

 

İslâm hukuk tarihinin ikinci dönemini teşkil eden Hulefâ-yi Râ-şidîn devri, Hz. Peygamber'in vefatı üzerine, Hz. Ebû Bekir'in 10 (632) yılında halife seçilmesiyle başlar ve Hz. Hasan'm 41 (66Y) yı­lında hilâfeti Muâviye'ye devretmesiyle sona erer.

Yaklaşık otuz küsur yıl süren Hulefâ-yi Râşidîn devrinde, Önce­likle İç isyan ve irtidad hareketleri bastırılmış ve daha sonra fetih­lere başlanmıştır. Bu arada, üçüncü halife Hz. Osman'ın şehâdeti üzerine halkın büyük bir kısmı Hz. Ali'ye biat etmişse de Şam vali­si olan Muâviye, çeşitli sebeplerle ona biat etmemiş ve bu sebeple müslümanlar arasında çeşitli iç savaşlar çıkmıştır. Bu olaylar esna­sında, daha sonra itikadı ve fıkhı bir nitelik kazanacak olan Şîa ve Havâric adında iki siyasî grup (mezhep) doğmuştur. [25]

Adı geçen siyasî olaylar ve gruplaşmalar yanında, Hz. Peygam­ber'in vefatını takip eden yaklaşık yarım yüzyıl İçerisinde İslâm devletinin sınırlarının Roma, İran, Türk ve Berberî hukuklarının hâkim bulunduğu Suriye, Irak, İran, Türkistan, Kuzey Hint, Mısır ve Kuzey Afrika -bölgelerine ulaşması sonucu farklı dillerin, dinle­rin, kültür ve medeniyetlerin birbiriyle karşılıklı etkileşimlere girmesi hukukî problemlerin nitelik ve niceliklerinde büyük artışa se­bep olmuştur. [26]

islâm hukukunun tekâmül devri olan Hulefâ-yi Râşidîn döne­minde birinci kaynak olan vahyin sona ermesi yanında sahabe de icühadlarını Peygamberi arz ve onun tasvibini alma imkânından mahrum kalmışlardır. Böylece hukuki faaliyetlerde Kitap ve Sün-net'in sınırlı sayıdaki naslarını kullanmak veya bu naslara dayana­rak re'yle ietihadda bulunmak zorunda kalınmıştır. Ancak bu de virde re'y, Kitap ve Sünnette hükmü açıklanmamış meseleleri nas­lara dayanarak ve bunlar üzerinde düşünerek hükme bağlamak anlamına gelmekteydi ve daha sonraları "istihsan, istısîah, örf, kı­yas" gibi isim verilen çeşitli metotlar da bu dönemde "re'y" çerçe­vesi içinde kullanılmaya başlanmış idi. [27]

Bu dönemde şûra ictİhadlan ferdî İctihadlardan daha kuvvetli ve bağlayıcı telakkî edilmiş, ferdî ictihadlar ise yalnızca sahiplerini bağlamıştır. [28]

Yine aynı süre içerisinde sahabe arasında ietihad ve hüküm farklılıkları görülmeye başlamıştır. Çeşitli sebeplerle Medine'den uzakta bulunan bazı sahabenin dinî konular hakkındaki bilgi ek­siklikleri, Hz. Peygamber'den alman bilgilerin farklı anlaşılması, yanılma, unutma veya hakkında nas bulunmayan konularda tabii olarak muhtelif görüşlerin benimsenmiş olması gibi hususlar bu farklılıkların kaynağını teşkil etmiştir. [29]

Öte yandan sahâbiler verdikleri fetva sayısı bakımından üç gru­ba ayrılabilir: Fetvalarının sayısı birer büyük cilt teşkil edecek ka­dar çok olan sahabe Hz. Ömer, Ali, İbn Mes'ûd, Ibn Ömer, îbn Ab-bas, Zeyd b. Sabit ve Hz. Âİşe'dir, içlerinde Hz. Ebû Bekir, Osman, Talha (ö. 36/656), Zübeyr b. Avvâm (ö. 36/656), Ebû Mûsâ el-Eş'arî (Ö. 44/665) gibi isimlerin bulunduğu yirmi kadar sahabenin verdik­leri fetvalar birer küçük kitabı dolduracak sayıdadır. Üçüncü grupla yer alan 120 kadar sahabenin verdikleri fetvaların tamamı bir cil­de sığacak miktardadır.[30]

Sahabe dönemindeki hukukî faaliyetlerde dikkati çeken husus bu donemde rey içtihadının kapısının açılmış olmasıdır. [31] Hz. Ömer'in hüküm verme usûl ve metotlarıyla ilgili olarak Ebû Mûsâ el-Eş'arî'ye gönderdiği mektup bu konuda önemli bir belge niteli­ğindedir. [32] Ancak onlar re'yle ulaştıkları bu hükümleri kesin görmeyerek onları Allah ve Resulü'ne ait açık hükümlerden ayırmaya titizlik göstermişlerdir. [33]

Ayrıca, bu dönemde belli bir İllet veya hikmete bağlı bulundu­ğu bilinen hükümler, söz konusu illet veya hikmetin değişmesiyle değiştirilmiş hatta hak ve adaleti gerçekleştirmek ve zaruretleri gi­dermek amacıyla bazı hükümlerin uygulanması askıya alınmıştır. Müellefe-i kulûba devletin zekât gelirinden pay verilmemesi, bir defada söylenen üç talâkın cezaî bir tedbir olarak üç talâk sayılma­sı, kıtlık sebebiyle hırsızlık yapanlann elinin kesilmemesi gibi ko­nularda Hz. Ömer'in yaptığı uygulamalar bu yaklaşımın örnekleridir. [34] Yine sahâbîler zekât vermeyenlere karşı savaş, Kur'ân-ı Ke-rim'in bir mushafta toplanması gibi bazı olay ve ilişkileri "iyidir, ha­yırlıdır, maslahattır" diyerek hükme bağlamışlardır. [35]

Hz. Peygamber'İn hicretinden itibaren islâm devletinin başşeh­ri olan Medine'de çok sayıda sahabe yaşamaktaydı. Bunlar arasın­da Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali (Kûfe'ye gidinceye kadar), Zeyd b. Sabit, Âişe, Abdurrahman b. Avf (ö. 32/652), Talha b. Ubeydullah, Hafsa (ö. 45/665), Ebû Hüreyre (ö. 59/679), Ümmü

Seleme (ö. 62/681), İbn Ömer (ö. 73/692) ve Übey b. Kâ'b gibi meşhur sahabeler bulunmakladır. Diğer taraftan, bu dönemde Hz. Peygamber'İn yakın arkadaşlarından tbn Mes'ûd İrak'a giderek Kû­fe'ye yerleşmiş ve burada hoca, hâkim ve müftülük yapmış, Hu-zeyfe (ö. 36/656), Ammâr b. Yâsir (ö. 37/657), Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Mugîre h. $ıfbe (ö. 50/670), linrân b. Husayn (ö. 52/672), Sa'd b. Ebû Vakkâs (ö. 55/675) ve Enes b. Mâlik (ö. 93/712) gibi sahabe­ler de bu bölgeye gelerek çeşitli şekillerde Kur'an ve Sünnetin eği­tim ve öğretimi faaliyetlerine katılmışlardır. Hz. Ali halife olunca (35/656) hilâfet merkezini Medine'den Kûfe'ye taşımış ve onunla beraber İbn Abbas (ö. 68/687) gibi bazı sahabeler de Irak'a gelmiş­tir. Yine bu devrede Mısır'da Ebû Zer el-Gıfârî (ö. 32/652), Zübeyir b. Avvâm, Amr b. Âs (ö. 43/664), Abdullah b. Amr (ö. 65/684); Şam'da Muâz b. Cebel (ö. 18/639), Ebu'd-Derdâ (ö. 32/652), Muâviye (ö. 60/680); Kuzey Afrika'da Ukbe b. Âmir (ö. 58/678) gibi çeşitli sahabeler bulunuyordu.[36]

 

III. Emevîler Devri

 

Hz. Hasan'ın (ö. 50/670) 41 (661) yılında Muâvİye lehine hilâ­fetten çekilmesiyle başlayıp 132 (750) yılına kadar süren Emevîler dönemi, hilâfetin saltanata dönüşmesi sebebiyle islâm tarihinde önemü bir kırılmayı ifade eder. [37] Bu dönemde, sahabe nesli yavaş yavaş âhirete intikal etmiş ve onların yerini tabiîn nesli almıştır.

Hulefâyi Râşİdîn zamanında hukukî faaliyetlerdeki temel amaç adaletin gerçekleştirilmesi olduğu halde, Emevîler devrinde bunun yerini siyasî istikrar anlayışı atmış, daha önceden Kur'an'ın doğru bir şekilde öğrenilmesi ve yabancı bir unsurun karışmaması İçin üzerinde sıkı davranılan hadîs rivayeti, sahabenin Hz. Peygamber'den görüp işittiklerini gittikleri yeni bölgelerde nakletmeleri sebebiyle yeniden başlamış ve bu arada çeşitli maksatlarla hadîs uydurma olayları baş göstermiştir. [38]

Emevîler döneminde Medine'de islâm hukukunun kaynaklar; olan Kur'an ve Sünnet'e dair bilgiler daha çok olduğu için Medineliler kendi bölgelerindeki âlimlerden bir teyii almadıkça Küfe ve Şanı kaynaklı rivayetleri, bu bölgelerde meydana gelmiş olan siya­sî olaylar sebebiyle, söz konusu rivayetlere uydurma ilâveler yapıl­mış olabileceği endişesiyle kullanmıyorlar ve bunları geçerli birer delil saymıyorlardı. Buna mukabil, diğer bölgelerde bulunan saha­be ve öğrencileri de kendi bilgilerini, Medine'deki sahabe ve öğ­rencilerinin bilgileriyle denk .sayarak bazan Medine'deki âlimlerin görüşlerinden farklı sonuçlara varıyorlardı. Böylece değişik bölgelerdeki .sahabe ve Öğrencilerinin hukukî problemlere verdikleri ce­vaplar gerek Kitap ve Sünnet konusundaki bilgileri ve onları anla­ma dereceleri, gerekse içerisinde yaşadıkları bölgelerin tarihî, coğ­rafî ve kültürel farklılıkları sebebiyle gittikçe çeşitlenmeye ve birbi­rinden farklılaşmaya başlamıştı.

İslâm hukuk tarihi açısından bu gruplaşmaların en önemlisi İrak (Küfe) ile Hicaz (Medine) fukahası arasında meydana gelmiş­tir. Emevîier döneminde çevre ve üstat farklılığına dayalı olarak or­taya çıkan bu aynşma islâm hukuk tarihinde. Hicazhlar (Hicâziy-yûn, Ehl-i Hicaz) ve Iraklılar (Irâkıyyûn, EhL-i Irak) adıyla anılmış­tır. Bu dönemde Hicazlılar'ın İmamı büyük tabiîlerden Said b. el-Müseyyeb (ö. 94/712), Iraklılar'ın İmamı ise ibrahim en-Nehâî (Ö. 96/714) idi.[39]

Emevîier döneminde çeşitli merkezlerde  fıkıh ilmini temsil eden âlimlerden bazıları şunlardır: Medine'de başta kendilerine

"Medine'nin yedi fakihi: el-fukahâü's-seb'a" adı verilen Saîd b. Müseyyeb, Ebû Bekir b. Abdurrahman (Ö. 94/713), Urve b. Zübeyr (ö. 97/712), Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe (ö. 98/716) Hârice b. Zeyd (ö. 100/718), Kasım b. Muhammed (ö. 102/720), Süleyman b. Yesâr (ö. 107/725) ile Ebû Ca'fer Muhammed b. Ali (ö. 117/735), Ebû Bekir b. Hazm (ö. 120/738), Zührî (ö. 124/742), Rebîatürre'y (ö. 136/753); Mekke'de Mücâhid (ö. 100/718), Alâ b. Ebû Rebâh (ö. 115/713), İkrime (ö. 150/767), Süfyân b. Uyeyne (ö. 198/813); Basra'da Hasan-ı  Basrî (ö.   110/728),   Muhammed  b.   Şîrîn (ö. 110/728),   Katâde (ö.   118/736);   Kûfe'de  Alkame   b.   Kays  (ö. 62/682),  Mesrûk b.  el-Ecda' (ö.  63/683),  Şurayh b'.  Harfe (ö. 78/679), tbrâhim en-Nehâî (ö. 96/714), Hammâd b. Ebû Süleyman (ö.  120/738), Abdurrahman b. Ebû Leylâ (ö.  148/765); Şam'da Ömer b. Abdülazîz (ö. 101/720), Mekhûl (ö. 116/734); Mısırda ise l.cys b. Nad (ö. 175/791) bulunmakla idi.[40]

Bu arada, çevre (muhil) ve üstat (bilgi kaynağı) farklılığına da­yanan bu iki okul arasında bazı usûl farkian da göze çarpmaktadır. Buna göre iki gaip da Kitap, sünnet ve .sahabe icmâını şerî birer delil olarak kullanırken, Hicazhlar Medine halkının Örfünü Hz. Peygamber'in yaşayan sünneti olarak algılamışlar ve ona deliller hiyerarşisinde önemli bir yer vermişlerdir. Iraklılar ise Medine ör­fünü diğer şehirlerin Örfü gibi telakki ederek ona ilâve bir değer at-fetmemişlerdir. [41] Bu arada söz konusu iki okuldan Hicazhlar, Hz. Peygamber'in bu bölgede yaşamasının tabii sonucu olarak Sün-net'e dair daha fazla malzemeye sahip olmaları sebebiyle, meyda­na gelen her hadîse için herhangi bir nas (Kitap ve Sünnet) bulabi­lirlerken, Iraklılar, bölgenin Medine'ye olan coğrafî uzaklığı sebe­biyle daha az hadîs malzemesine sahip olduklan gibi, üstelik bu bölgede meydana gelen çeşitli siyasî olayların hadîs uydurma ha­reketine tesir etmesi sebebiyle de eldeki mevcut sünnet malzeme­si üzerinde daha titiz duruyorlar ve kendilerine göre zayıf olan ha­dîs yerine re'y içtihadına daha fazla yer veriyorlardı. [42]

Emevîier dönemini islâm hukuk tarihi açısından önemli kılan bir diğer husus ise, bu dönemde konularına göre sistematik ilk fı­kıh kitaplarının yazılmaya başlanmış olmasıdır. Zührî'nin verdiği fetvalar üç, Hasan-ı Basrî'nin konulara göre düzenlenmiş fetvaları ise yedi cildi bulmaktadır. [43] Ayrıca bu dönemden günümüze gelen kitaplar arasında Süleyman b. Kays el-Hilâlî'nîn (ö. 95/714) fıkıh ki­tabı, Katâde b. Diâme'nin (ö. 118/736) el-Menâsik, Zeyd b. Ali'nin (ö. 122/740) el-Mecmû' (Müsnedü'l-lmâm Zeyd) [44] isimli eserleri bulunmaktadır. Bu dönemde yazıldığı halde bize kadar gelememiş olan kitaplar ise geniş bir liste teşkil edecek kadar çoktur. [45]

 

IV. Abbasîler Devri

 

Abbasîler hilâfeti hakkı olana vermek ve 1 lulefâ-yi Râşidîn dev­rini ihya etmek gibi çeşitli iddialarla 132 (749) yılında gerçekleşti­rilen bir ihtilâl ile yönetimi ele geçirmişlerdir. Onların hâkimiyeti, bu tarihten Bağdat'ın Moğollar tarafından İşgai ve tahrip edildiği 656 (1258) yılına kadar sürer. Ancak burada, söz konusu bu uzun tarihî dönemin tamamı değil, sadece 132'den (749) yani II. (VIII.) asrın başlarından Hanbelî mezhebinin kurucusu Ahmed b. Han-bel'in yaşadığı 164-241 (780-855) yıllarına tesadüf eden 111. (IX.) as­rın İlk yansına kadar geçen dönemdeki fıkhı faaliyetlerden kısaca bahsedilecektir.

İslâm hukukunun olgunluk çağı olan Abbasîler devrinde, hali­feler görünüşte de olsa din ve dünya işlerinde Allah Resulü'nün ha­lifesi ve müslümanların başkanı olarak davranıyorlardı. Bunun so­nucu olarak din bilginlerinin fiil ve düşünceleriyle yakından İlgile­niyorlar ve özellikle de kendi siyasetlerine ters düşmeyen âlimlere çeşitli ihsanlarda bulunuyorlardı.[46] Onların bu tutumları İslâm hu­kukunun gelişmesine katkıda bulunmuştur. Meselâ sulama düzeni, vergiler, kanallar ve çeşitli divanlar gibi malî ve idarî bazı konular­daki düzenlemelerin islâm hukuku esaslarına aykırı olmaması için kadı Ebû Yûsuf (Ö. 182/798) Kitâbü'l-Hara[47] isimli eserini bu dö­nemde yazmıştır.

Ayrıca bu dönemde fıkhın gelişmesini sağlayan başka dinî, si­yasî ve tarihî sebepler de bulunmaktadır. Öncelikle, fıkhın kayna­ğı olan Kur'an ve Sünnet'e, bu dönemde sahabe ietihad ve uygula­maları ile tabiînin ictihadları da eklenmiştir. Bu devirde nazarî ve farazî fıkıh çalışmaları hızlanmış ve vuku ihtimali çok az olan me­seleler üzerinde durularak icühad temrinleri yapılmıştır. Hukukçu­lar yeni ihtiyaçlara cevap ve çözüm ararken İslâm ülkesinin geniş sınırları içerisinde yaşayan çeşitli kavimlerin kültürlerini, örf ve âdetlerini gözden geçirmişler ve bunların bir kısmını kabul diğer bir kısımını ise reddetmişlerdir. Ayrıca dönemin bilginleri hac, d-had, ilim gibi çeşitli maksatlarla seyahatler yaparak birbirleriyle bilgi alışverişinde: bulunmuşlardır. Meselâ Medineli Rebîatürre'y Irak'a; Muhanımed h. Masan (ö. 189/805) Medine'ye. ,Sâfiî (ö. 20,4/820) Medine, Irak ve Mısır'a gitmiştir.[48]

Bu dönemde ietihad kapısı sonuna kadar açık okluğu gibi ieti­had hürriyeti de mevcut idi ve Enıevîler devrinde oluşan çevre ve üstat farklılığına dayalı Hicaz ve Irak ekolleri "hüküm çıkarmada re'y ve hadîse verilecek yer ve değer" konusuyla ilgili metodolojik bir farklılaşma noktasına gelmişti. Bu ayrışmada Iraklılar re'yciiiği (Ehl-i re'y), Hicazlılar ise eser veya hadîsçüiği (Ehl-i hadîs) temsil ediyorlardı. [49]

Ehl-i re'yirı liderliğini tabiîlerden İbrahim en-Nehâî'nin metot ve görüşlerini benimseyen Hammâd b. Ebü Süleyman (ö. 120/738) vasıtasıyla Ebû Hanîfe (ö. 150/767) yapıyordu.

Irak (Küfe) ekolünün ehl-i re'y olarak İsimlendirilmesi onların Kitap ve Sünnet'i terkedip yalnızca re'y ile hüküm verdikleri anla­mına gelmez. Ehl-i hadîs ile Ehl-i re'y arasında Kitap ve Sünnetin delil değeri konusunda herhangi bir ihtiiâf yoktur. Taraflar arasın­daki farklılık sadece âyet ve hadîslerin yorum metotları veya hadîs­lerin sıhhatini kabul şartlan konusundadır. Nitekim yalnızca Kûfe-liler değil, hicrî I ve II. asırda Medine, Basra, Mekke, Yemen, Şam, Bağdat gibi şehirlerdeki birçok fıkıhçı da nas bulamadıkları zaman re'y ile fetva vermişlerdir. Mâlikin (ö. 179/795) hocalarından Rebîa b. Abdurrahman'a re'yi çok kullandığı için "Rebîatürre'y" adı veril­miştir. Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının Ehl-i re'y olarak adlandırılma­sının sebebi muhtemelen onların hüküm çıkarmada re'yi maharet­le ve diğer fakihlere göre daha sıkça kullanmış olmalarıdır. Kû-fe'nin farklı kültür ve medeniyetlerle yakın teması, içerisinde Arap, mevâlî, köle, zimmî gibi çeşitli sosyal grupları ve birtakım siyasî hareketleri barındırmış olması ve bu grupların birbirlerine olan düşmanlıkları sebebiyle hadîs uydurma faaliyetlerinin anması, ya­şayan sünnet açısından Hicaz ölçüsünde zengin olmadığı halde ce­vaplandırılması gereken problemlerinin onlardan daha çok ve çe­şitli olması, Ebû Hanîfe ve arkadaşlarını re'y ile hüküm vermeye ve hadîsleri kabulde ihtiyatlı davranmaya mecbur ediyordu.

Öte yandan, onkınn ehl-i re'y olarak adlandırılmasında ve bu arada bazı ithamlara mâruz kalmasında Ömer b. Abdülazîz devrin­de (99-101/717-720) Hicaz'da başlayan hadîs toplama faaliyetinin teşvik edilmesinin ve Medine'de .sadece hadîs toplayıp rivayet et­mekle meşgul muhaddisler grubunun ortaya çıkmasının da önem­li etkisi olmalıdır. Bu kişiler İraklı fakihlerin kendilerindeki hadîs­lere aykırı görünen fetvalarını duydukça, onların sahih hadîsleri terkettikleri ve re'yi hadîsten üstün tuttukları zehabına kapılıyorlar­dı. Meselâ Evzâî (ö. 157/774) "Biz Ebû Hanîfe'yi re'yi kullandığı için kınamıyoruz, hepimiz re'yden istifade ederiz. Bizim onu kına­mamız hadîse muhalefetindendir" demiştir.[50]

Yine ehl-i re'ye karşı özellikle Hicazlılar ve muhaddisler tarafın­dan takınılan bu tavırda âlimler arasındaki ilmî rekabet ile o döne­min Önemli bîr toplumsal problemi olan Arap-mevâlî ayırımının da tesiri olmalıdır. Zira her bölge ve grup kendi hocalarının daha bil­gili olduğunu savunuyordu. Bu arada Iraklı fakihlerin büyük ço­ğunluğu mevâlî denen Arap unsurunun dışında kalan ve yeni müs-lüman olan kavimler içerisinden yetişmiş idi. Nitekim Süfyân b. Uyeyne'den gelen bir rivayette re'yi İhdas edenlerin Medine'de Rebîa, Basra'da Osman el-Bettî (ö. 143/760), Kufe'de Ebû Hanîfe adındaki üç köle çocuğu olduğunu söylenmiştir. [51]

Bu dönemde tslâmî ilimlere damgasını vuran gruplardan biri ise, liderliğini Mâlik b, Enes'in (ö. 179/795) yaptığı Ehl-i hadîs ve­ya ehl-i eserdir. Hicaz bölgesi ve özellikle Medine'de tabii olarak çok sayıda sahabe bulunmaktaydı. Medine'de henüz hayat sadeli­ğini koruduğu ve tslâmî Örf ve gelenekler devam ettiği İçin yeni problemlerde kıyasa başvurma ihtiyacı pek duyulmayıp meseleler genellikle maslahat ve Medine örfü gözetilerek çözümleniyordu. Sahabe ve tabiîn büyüklerinin bu tavırları daha sonraki nesilleri de etkilemiş ve burada yaşayan bilginler ellerindeki sünnet malzeme­sinin diğer bölgelerdekinden daha çok ve daha güvenilir olduğu­na İnanmışlar hatta Irak ve Şamlılar'ın ellerindeki hadîsleri başka kaynaklardan teyit etmedikçe hüccet, saymamışlardır, imam Mâ-lik'in "Iraklılar'm hadîslerini Ehl-İ kitabın sözü gibi kabul ediniz; onları ne tasdik, ne de tekzip ediniz"[52] sözü onların bu konudaki yaklaşımını göstermektedir, islâm hukukunun ikinci kaynağı olan sünnet hakkındaki bu tavır, hukuk anlayışını doğrudan etkileyerek ietihad metotları hakkında açık bir farklılığa sebep olmuştur.

Ancak, taraflar bu dönemin başlarında henüz kesin çizgilerle birbirinden ayrılmadığı için onların hangi gruba mensup oldukla­rını tesbit konusunda birtakım zorluklar bulunmaktadır, ibn Kutey­be (ö. 276/889), aralarında Mâlik ve Evzâî'nin de bulunduğu bir­çok müetehidi ashâb-ı re'y, sadece hadîs rivayetiyle meşgul olanİa-rı ise Ashâb-ı hadîs olarak zikretmiş ve Ahmed b. Hanbel'i ise iki zümrenin de dışında tutmuştur.[53] Tirmizî İse (ö. 279/892) Şafiî'yi ashâb-ı hadîsten saymıştır. [54] Makdisî (ö. 380/990), bir yerde Şâfi-îler'i ashâb-ı hadîsten, bir başka yerde ise Ebû Hanîfe ile birlikte ehl-i re'yden kabul eder. [55] Şehristânî'ye (ö. 548/1153) göre müete-hidler ashâb-ı hadîs ve ashâb-ı re'y şeklinde iki gruba ayrılır. As-hâb-ı hadîsi Hicazlılar yani Mâlik, Şafiî, Süryân es-Sevrî, Ahmed b. Hanbel, Dâvüd b. Ali ve bunların arkadaşları teşkil eder. Ashâb-ı re'y ise Irak ehli yani Ebû Hanîfe ve arkadaşlarıdır. [56]ibn Kayyim el-Cevzİyye de Hanefi ekolü dışındaki üç büyük fıkıh mektebini ehl-İ hadîs olarak gösterir. Ancak o, Ehl-İ hadîsin, Ehl-i bid'at tabi­rinin karşıtı olarak yani Ehl-i sünnet anlamında kullanılması halin­de Ebû Hanîfe ve arkadaşlarını da ehi-İ hadîsten saymıştır. [57]

Tarafların mensup olduğu grubu tesbitteki bu güçlükte onlar arasında mutedil ve aşın unsurlann bulunmasının da etkisi vardır. Sünneti delil olarak kabul etmekle beraber onun sıhhatini tespit hususunda titiz davranan kimseler mûtedii reycilerdir ve onlar kı­yas, istihsan, maslahat gibi metotları kullanmaktan çekinmemişler­dir. Osman el-Bettî (ö. 145/760), ibn Ebû Leylâ (ö. 148/765), Ebû Hanîfe, Rebîatürre'y, Züfer (ö. 158/775), Süfyân es-Sevrî (ö. 161/778), Evzâî (ö. 176/792), Mâlik (ö. 179/795), Ebû Yûsuf (ö. 182/798) ve Muhammed b. Hasan (ö. 189/805) bu grup içinde yer almaktaydı. Re'yciler arasında, sünneti delil ve hüküm kaynağı ola­rak kabul etmeyen ve deli! olarak sadece Kur'an'a ve re'ye dayanün asın rey taraftarları da bulunmakla idi. Basra Mu'tezilesi veya Haricîler içinden çıktığı tahmin edilen hu grubun görüş ve delille­rini İmam Şafiî naklet mistir. [58]

Re'y ve kıyası reddetmemekle beraber nadiren veya zaruri hal­lerde onları kullanmaktan kaçınmayan, hadîsler yanında .sahabe ve tabiîn fetvalarını da kaynak kabul eden ve hiçbir re'yi hadîse lercih etmeyen kişiler ise mutedil eserdlerdir. Genel olarak ehl-i hadîs veya ehl-i eser adı da verilen bu gruba dahil kişiler arasında Ma'mer b. Râşid (ö. 153/770), Şu'be (ö. 160/777), Leys b. Sa'd (ö. 165/781),  Abdullah  b.   Mübarek (ö.   165/781),  Ebû  Avâne (ö. 170/786), îbn Lehîa (ö. 174/790), Hammâd b. Zeyd (ö. 179/795), Fudayl b. tyâz (ö. 187/803), Vekî b. Cerrah (ö. 197/812), Süfyân b. Uyeyne (ö. 198/813), Yahya b. Said el-Kattân (ö. 198/813), Ebû Dâ-vûd et-Tayâlîsî (ö. 203/818), Abdürrezzâk (ö. 211/826), Ebû Bekir b. Ebû Şeyhe (ö. 230/844) ve elinizdeki çalışmaya konu olan Han-belî mezhebinin kurucusu Ahmed b. Hanbel (241/8557) ile meş­hur altı hadîs kitabının müellifleri bulunmaktadır. [59] Öte yandan, re'y içtihadını ve bunun en Önemli kısmı olan kıyası, sahabe ve ta­biîn fetvalarını delil olarak kabul etmeyenler ise müfrit esercilerdir. Bazı Mu'tezîle imamlanna da nisbet edilen bu tutum özellikle Zâhiriyye mezhebinin imamı Dâvûd b. Ali ve arkadaşlarında görül­mektedir. [60]

Bu dönemde, daha önceki müctehidlerin aksine fıkhın bütün konularında sistemli bir şekilde ictihadla hüküm üretme faaliyeti başlamış, ictihadlar belli kitaplarda toplanmış, hadîs ve re'y okulla­rı arasında çeşitli münakaşa ve münazaralar yapılmıştır. Hadîs dalın­da meşhur olan altı kitap (Kütüb-i Sitte) telif edilmiş, fıkıhta ise Emevîler döneminde başlayan tedvin hareketi nitelik ve nicelik ba­kımından büyük bir gelişme göstermiştir. Bu dönemde Abdullah b. Mübarek, Ebû Sevr, İbrahim en-Nehâî, Hammâd b. Ebû Süleyman gibi fakihierin telif ettikleri fıkıh kitapları bize kadar ulaşamamışsa da[61] İmam Mâlık'in hadîslerle beraber sahabe ve tabiîn fetvalarını ve kendi ktihadlannı ihtiva eden ez-Ziyâdâtgibi söhrel yoluyla gelen zâ-hirü'r-rivâye kitapları[62] ile  ala ehli'l-Medin gibi âhâd yolla gelen yani nâdirü'r-rivâye eserleri, Bbû Yûsuf'un cl- ve İmam .Şafiî'nin [63]günümüze kadar ulaşmıştır.

İslâm hukuk tarihi açısından bu dönemdeki [64]en önemli faaliyet­lerden biri ise şer'î hükümler ve onların kaynakları olan şer'î delil­lerle bu delillerden hüküm [65]çıkarma metotlarının tartışıldığı fıkıh usulü (hukuk metodolojisi) ilminin tedvin edilmiş olmasıdır. [66] Za­manımıza ulaşmış[67] olan ilk usul kitabı İmam Şafiî'nin Kur'an ve onun yorum metotları, nâsih-mensuh, haber-i vâhid, kıyas, İstih-san, sünnet ve Kur'an İle ilişkisi, hadîslerin gizli kusurları (ilel), ic-mâ, ietihad ve ihtilâf konularını içeren ve hukuk tarihi açısından da önemli bir belge niteliğinde olan er-Risâl[68] adlı eseridir.

Bu devrede, hemen hemen bütün dinî ilimleri ve âlimleri oldu­ğu kadar, Ahmed b. Hanbel'in hayatını ve Hanbelî mezhebi men-suplannı da en çok meşgul eden konulardan biri de "ehl-i sünnet" kavramı olmuştur. Bu sebeple söz konusu terimin doğuş ve geliş­mesine kısa bir atıfta bulunmak istiyoruz.

Erken dönem kaynaklarında "Ehl-i sünnet" terimine rastlanma­makla beraber, bu terkibi meydana getiren kelimelerin ayrı ayrı ya­ni "sünnet" ve "cemaat" şeklinde çeşitli hadîs kitaplarında kullanıl­dığı görülmektedir. Bazı hadîslerde, Allah'ın (rahmet) elinin cema­at üzerinde olduğu, cennete girmek isteyenlerin topluluktan ayrılmamaları gerektiği, [69] cemaatten az da olsa ayrılanların islâm'dan çıkmış sayılacakları ve câhiliye ölümüyle ölecekleri belirtilmiştir. [70]

Yine Hz. Peygamber ihtilâf halinde ekseriyete uyulmasını emret­miş[71] vefalından .sonra yaşayanların pek çok ayrılıkları görecekle­ri ve bunlara ulaşanların kendi sünneti ile Hulefâ-yi Râşidîn'in sunnetine sarılmalarını istemiştir. [72] Daha .sonraki dönem müelliflerin­den Şehristânî'nin yer verdiği ve Kütüb-i Sitte'de yer almayan bir ri­vayette ise Hz. Peygamber yetmiş üç fırkaya ayrılacak olan ümme­ti içinde bir fırkanın kurtuluşa ereceğini, bunun da kendisinin ve ashabının yolunu izleyen Ehl-i sünnet ve'1-cemâat olduğunu .söyle­miştin[73] Günümüze ulaşan kaynaklar içinde bu terime yer veren en eski eser ise Ahmed b. Hanbel'in er-Red ale'z-Zenâdıka ve'l-Cehmiyye'sidir. [74] Onu, Dârimî'nin Sünen'[75]ile Müslim'in Sahtb'i[76] ve diğer eserler takip eder.

Aslında Ehl-i sünnet ve'1-cemâat'in oluşumu, Hz. Osman'ın hi­lâfeti döneminde müsiümanlar arasında meydana gelen siyasî gö­rüş ayrılıklarına kadar dayanmakla beraber, yukarıda verilen bilgi­lerden, Ehl-i sünnetin itikadî bir mezhep olarak III. (IX.) yüzyılda teşekkül ettiği yani ehl-i bid'aün çıkışından sonra muhafazakâr ço­ğunluğun bu isimle anılmaya başladığı anlaşılmaktadır. [77]

Bu dönemdeki siyasî tartışmalara bakıldığı zaman "Ehl-i sünnet ve'1-cemâat" teriminde yer alan "sünnet"in ashâb-ı kiramın yaygın telakkisi, "cemaat"in ise çoğunluğun siyasî temayülü şeklinde yo­rumlandığı görülür. Özellikle "cemâat" kavramının Muâvİye tara­fından ortaya konulduğu ve Hz. Hasan'ın hilâfetten çekildiği  (661) yılına "cemâat yılı" denildiği nakledilir. [78] Ayrıca, Ömer b. Abdülazîz müslümanlan bid'atçı görüşlerden sakındırarak her türlü hatadan uzak bulunan Hz. Peygamber'in sünnetine davetle, itika­dî konularda tartışmalara girişmeyen ashabın yolunu tavsiye etmiş ve kadere iman konusunda teslimiyet gösterilmesini istemiştir. [79]Onun bu görüşleri Ehl-i sünnet akîdesine zemin hazırlamıştır.

Başlangıç dönemi Ehl-i sünnet sisteminin şekillenmesinde Emevî idaresini tasvip etmemekle beraber mü.slümanların mevcut

yönetime İsyan etmelerini de doğru bulmayan ve ümmetin birliği­ni korumaya önem veren Hasan-ı Basrînin etkisi büyüktür. [80] An­cak, Ehl-i sünnet akaidinin oluşmasına hizmet eden âlimlerin en Önemlisi ise çeşilli btd'al fsrkalanyia mücadele eden Ebû Hanî-fe'dir. Onun bazı kaynaklarda Mürcie'den sayılmasının sebebi, o dönemde kullanılan terimlerin henüz tam olarak oturmamış olma­sıdır. Daha sonra İmam Mâlik, sünneti ön plana çıkarıp ta'tîi, teşbih ve teesîm görüşlerini reddetmiştir. [81]

III./IX. asırda ise Abbasî halîfelerinin siyasî desteklerini de ka­zanan Mu'tezüe'nİn karşısında Ehl-i sünnet'in liderliğini Ahmed b. Hanbel yapmıştır. [82] Onun Abbasî halifelerinin çeşitli zulüm ve bas­kılarına salâbetle karşı çıkması, halk nazarında büyük bir şöhret ve saygınlık kazanmasına sebep olmuş ve Mu'tezile'nin karşıtı olarak kullanılan "Ehl-i sünnef'in yegâne temsilcileri olarak Ahmed b. Hanbel ve onun fıkıhta mensup olduğu ehl-i hadîs grubu görülme­ye başlanmıştır. Ancak Ahmed b. Hanbel ve arkadaşlarının fıkhî görüşleri ehl-i hadîsin bütününü kapsayamamış ve yine ehl-İ hadîs adı altında kalmak üzere ve fakat imam Mâlik ve Şafiî'den ayrı bir tonda müstakil bir mezhep olma sürecine girmiştir.

îslâm hukuk tarihinin ilk üç asrıyla ilgili bu genel özetten son­ra, artık bir tslâm hukuk mezhebi olarak Hanbelîliğin doğuş ve ku­ruluşuna geçilebilir.[83]

 

I. HANBELİ MEZHEBİNİN KURULUŞU VE TARİHÇESİ

 

I. Tarihî Arka Plan

 

Hanbelî mezhebinin kurucusu olan Ahmed b. Hanbel, Merv kökenli olup bir rivayete göre o, ailesinin Bağdat'a göçü esnasın­da 164 (780) yılında Merv'de, diğer bir rivayetlere göre ise Bağ­dat'ta doğmuştur.[84] Her iki halde de çocukluğunu Bağdat'ta geçiren Ahmed b. Hanbel'in hayatına yön veren etkilerin ve fikrî yöneliş­lerinin daha iyi anlaşılabilmesi için, onun dönemindeki Bağdat'ın ve islâm dünyasının tarihî olarak genel bir çerçevesinin çizilmesin­de yarar vardır.

Ahmed b. Hanbel'in dünyaya gelişinden yaklaşık otuz yıl önce, Şam'da bulunan Emevî Hilâfeti 132'de (750) Horasan'da (veya Do­ğu Iran) patlak veren ve Ebû Müslim (ö. 137/755) adında bir ku­mandanın liderliğini yaptığı bir ihtilâlle devrilmiş ve hilâfet Hz. Peygamberin amcası Abbas'ın (ö. 32/653) soyundan gelen Abbâ-sîler'e geçmişti, ihtilâlin başarılmasından sonra Emevîler'e karşı katliama girişilerek bulunabilen bütün Emevî ailesi fertleri öldürül­müş, Muâviye (60/680) ve Ömer b. Abdülazîz (101/720) dışındaki diğer Emevî halifelerinin mezarları açılarak kemiklerinden bile öç alma yoluna gidilmişti. [85]

Abbâsîler'in ilk yaptığı icraatlarından biri Halife Ebû Cafer el-Mansûr'un (136-158/754-775) hilâfet merkezini Şam'dan Bağdat'a taşımak olmuştur. Henüz Ahmed b. Hanbel doğmadan yaklaşık on beş yıl önce kumlan Bağdat çeşitli kervan yollarının kesiştiği ve ekonomik hayat açısından çok canlı bir merkez idi. Ayrıca Bağ­dat'ın inşasında çalışmak için dışarıdan gelen 100.000'e yakın isçi ve usta, şehirde inşaat ve ticarî faaliyetlerin, zenginlik ve nüfusun hızla artmasına sebep olmuştu.[86]

Emevîler devrinde İslâm devleti geniş sınırlara ulaşmış olduğu için ilk Abbasîler döneminde bu sınırlar fazla değişmemiş ve Abba­sî hanedanı, sınırlan daha da genişletmek yerine ülke içinde refah seviyesini artırmaya yönelmiştir. Bununla birlikte Halife Mansûr (136-158/754-775), Anadolu'ya küçük çapta bazı akınlarda bulunmuş, Mehdî 166 (782) yılında istanbul'a büyük bir sefer, Me'mun ise 215-218 (830-833) yıllarında Bizans'a karşı üç sefer düzenlemiş­tir. Bizans'a düzenlenen seferlerin en büyüğünü 224 (838) yılında Mu'tasım (218-227/833-842) yapmıştır. [87]

Abbâsîler'in Emevîler'e karşı giriştikleri katliamın izleri henüz silinmeden Hârûnürreşîd'in ölümünden (193/809) sonra oğulları Emîn ile Me'mûn arasında hilâfet mücadelesi başlamıştır. Bu müca­delede, anne ve baba tarafından Abbasî ailesine mensup olan Emîn'i Araplar, annesi İranlı bir câriye olan Me'mûn'u ise iranlılar desteklemişlerdi. Me'mûn'un halife olmasıyla (198/813) Arap un­sur devlet idaresinden tamamen uzaklaştırılmış ve bu durum Arap-lar'ın başta Türk ve Iran unsurlar olmak üzere yabancılara karşı iç­lerinde daima bir kıskançlığın bulunmasına sebep olmuştur. [88]

Emîn (193-198/809-813) ile Me'mûn (198-218/813-833) arasın­daki İktidar mücadelesi ve on dört ay süren kuşatma sonunda yeni kurulan Bağdat .şehri tahrip olmuş[89] ancak Me'mûn'un 204'ie (819) Merv'den Bağdat'a dönüşüyle .şehir tekrar eski canlılığını ka­zanmıştı. Bu arada Me'mûn halifeliğinin son yıllarına doğru Türk-ler'i askeri birliklerine almış ve bunu bir devlet politikası haline ge­tirmiş, hatta kendisinden sonra kardeşi Mu'tasım (218-227/833-842) ordudaki bu Türk unsur sayesinde hilâfete geyebilpıiş, bu du­rum ise tabii olarak devlet idaresinde Türk nüfuzunu artırmış tır. [90]

Abbasîler hilâfete geldikten sonra Emevîler'İn temsil ettiği "mülk-devlet" yerine, dîne dayalı devlet anlayışını benimsemişler ve böylece de halk nazarında gerçek halifelik fikir ve idealini tem­sil eden kimseler olarak karşılanmışlardır. Bu dönemde devlet teş­kilâtında bazı yeni kurumlar ortaya çıkmıştır. Bunların başında Sâ-sânîler'den alınan vezirlik müessesesi gelmektedir. Vezir, halifenin vekili ve İdarî teşkilâtın başı idi. Halifeden sonra gelen en önemli icra organı olması dolayısıyla geniş yetkiye sahipti. Büyük şehirler­de asayiş şurta teşkilâtı tarafından sağlanırdı. [91]

İdarî, malî ve kazâî işleri "dîvânü'1-ceyş" tarafından yürütülen Abbasî ordusunun esasını, "mürtezika" (ücretli) denilen nizamî ve daimî statüdeki muvazzaf askerler ile gerektiğinde cihad davetine uyarak kendi İstekleriyle orduya katılan, zekât ve ganimetten pay alan "mutavvıa" (gönüllü) grubu teşkil ediyordu.

Adliye teşkilâtı mahkeme, mezâlim mahkemeleri ve hisbe teş­kilâtlarından meydana geliyordu. Abbasî halifeleri kazâî yetkilerini fakihler arasından seçilen kadılar vasıtasıyla icra ediyorlardı. Hârû-nürreşîd devrinden (170-193/786-809) itibaren kâdılkudâthk (bâş-kadılık) adıyla yeni bir kurum teşkil edilerek bu göreve ilk olarak İmam Ebû Yûsuf (ö. 182/798) getirilmiş ve kadılar kâdılkudât tara­fından tayin edilmeye başlanmıştır. [92]

Canlı bir bilim ve kültür merkezi olan Bağdat'ta camiler. Özel­likle Mansûr Camii büyük bir Öğretim merkezi idi. Yalnızdı halife­ler değil, vezirler ve üst düzey diğer görevliler de eğilim ve öğreti­me destek oluyorlardı. Bu himayenin etkisiyle çok sayıda ilim ada­mı ve mütercim Bağdat'a akın etmiş, Emevîler devrinden beri de­vam eden tercüme faaliyetleri bu dönemde daha da sistemli bir ha­le gelmiş ve Bağdat henüz kuruluşunun üzerinden bîr asır geçme­den Özellikle Hint ve Iran kaynaklarının tercüme edildiği bir mer­kez olmuştu. Helenizm'in büyük merkezlerinden Cündişâpûr Aka-demisi'ndeki Süryânîler, Hintliler, Harranhlar ve Nabatîler, Halife Hârûnürreşîd ve Bermekîler'in teşvikiyle Bağdat'a gelerek burada­ki tercüme faaliyetine katılmışlar ve bu arada Yunanca, Pehlevîce, Latince, Sanskrİtçe, Nabatîce ve Süıyânîce birçok eser Arapça'ya çevrilmişti. Bu yeni medenî çevrede gelişme ve yükselme imkânı bulan büyük âlim, filozof, düşünür ve edipler arasında cebir ilmi­nin kumcusu kabul edilen Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî (ö. 235/ 850), İslâm felsefesinin ilk temsilcisi Kindî (ö. 252/ 866) gibi Önem­li isimler bulunmaktaydı. Halife Hârûnürreşîd (170-193/786-809) tarafından temeli atılan ve Me'mûn'un yakın alâkası ile gelişen Beytülhİkme, Abbasîler devrinde Bağdat'ın en büyük kütüphane­sine sahipti. Ayrıca, halifelerin destek ve himayesiyle kurulan saray kütüphaneleri zengin kitap koleksiyonlarına sahip bulunuyordu ve 'Hizânetü'l-hikme" ya da "Hizânetü'l-kütüb" denilen kütüpha­neler birer öğretim müessesesi olarak ilim hayatına büyük katkılar sağlıyordu.[93]

İslâmî ilimlerden başta Kur'an tefsirinin sistemli bir şekilde ele alınışı hicri II. yüzyılın başlarına rastlar. Mukâtil b. Süleyman'ın (Ö. 150/767) Tcfsfri.[94]Yahya b. Seilânnn (o. 200/815) Tefsiri [95]vb Ab-dürrezzâk es-San anînin (ö. 211/826-7) Tefsmi'l-Kur'an'i[96] bu dö­nemden bize ulaşan ilk eserlerdir.

Hicri II. yüzyıla girerken Halife Ömer b. Abdülazîz (99-101/ 717-720) tarafından resmen başlatılan hadîslerin tedvini hareketi Zührî'den (ö. 124/742) sonra gelişerek devam etmiş ve Abbâsî-ler'İn ilk yıllarından itibaren tasnif faaliyetleri hız kazanmıştır. Bu faaliyetlerin günümüze ulaşan en eski ürünü Medineli Mâlik b. Enes'in (179/795) el-Muvatta[97] adlı eseridir.

Abbasîler devri, kelâm üminin sistemîeştiği bir dönemdir. Eme­vîler devrinde ortaya çıkan Mu'tezile; Halife Me'mun, Mu'lasım ve Vâsık (227-232/842-847) dönemlerinde en parlak devrini yaşamış­tır. Özellikle Bağdat'ta Mu'tezilî Bişr b. Mu'temifin (ö. 210/825) et­kisiyle Sümâme b. Eşres (ö. 213/828), Ebû Mûsâ el-Murdâr (ö. 226/ 841), Ca'fer b. Mübeşşir (ö. 234/848), Ca'fer b. Harb (ö. 236/850), Ahmed b. Ebû Duâd (ö. 240/854) ve Muhammed b. Abdullah el-îs-kâfî (ö. 240/854) gibi âlimlerin dahil olduğu Bağdat Mu'tezile eko­lü meydana gelmiştir. Basra ekolüne nisbetle felsefeden daha çok etkilenen Bağdat Mu'tezilesi halifeler nezdinde itibar kazanmaya çalışarak kendi görüşlerini devletin resmî mezhebi haline getirmiş­tir. [98]

Ayrıca, erken tarihlerden itibaren tasavvufun önemli merkezle­rinden biri haline gelen Bağdat'ta tasavvuf ilminin gerçek kumcu­ları sayılan Ma'rûf-i Kerhî (ö. 201/816), Haris el-Muhâsibî (ö. 243/ 857) ve Serî es-Sakatî (ö. 251/865) gibi âlimler yetişmişti.

Abbâsîler'in özellikle ilk yüzyılı İslâm hukuk mezheplerinin te­şekkül ettiği bir dönemdir. Giriş kısmında belirtildiği gibi, önceki dönemlerde daha çok çevre ve üstat ayrılığı ite fıkıh hükümlerinin ortaya konulmasında kullanılan malzeme farklılığına dayanan Hi-câziyyûn-Irâkıyyûn ayırımı yerini, hadîs ve re'yin İslâm hukuku­nun kaynakları arasında yer alıp almayacağı veya ne ölçüde alaca­ğı tartışmalarına dayanan Ehl-İ hadîs ve Ehl-i re'y ayırımına bırak­mıştı. Ülkenin sınırlarının genişlemesi ve ihtiyaçların çoğalması fık­hı faaliyetleri artırmış ve fıkıh bir bütün olarak tedvin edilerek sis[99]

 

esinden haberdar olması sebebiyle, onun Şafiî'nin sade bir talebe­si olarak nitelendirilmesi isabetli değildir. Zira onlar arasındaki iliş­ki, sıradan hoca-ialebe ilişkisi olmayıp, aynı seviyedeki insanların karşılıklı bilgi alışverişi şeklindeydi. Çünkü, Ahmed h. Üanbelin İmam Şafiî'nin usulünden yararlandığı gibi, Şâfıî de onun zengin hadîs külliyatından İstifade etmiş ve zaman zaman adını açıkça zik-retmese de "güvenilir kimse bana söyledi (haddesenî es-sikâ)" di­yerek[100] ondan  rivayetlerde bulunmuştur. Yine Şafiî,  Iraklılarla yaptığı bir münakaşa esnasında tartışılan konuda herhangi bir ha­dîs hatırhyamadığını söyleyince, İbn Hanbel ona aynı konuda üç hadîs okumuş, bunun üzerine Şâfıî, onun sahih hadîsleri kendisin­den daha iyi bildiğini itiraf ederek kendi görüş ve fetvalarının ak­sine sahih bir hadîse rastlaması halinde kendisine haber vermesini istemiştir. [101]

Netice olarak, Ahmed b. Hanbel'in hocalannmm listesine ve onların kendi devirlerinde mevcut olan re'y ve eser tartışmaların­daki genel eğilimlerine bakıldığı zaman, onun hukukî formasyo­nunun hadîs ve Hicaz ekolüne dayandığı ve hocaları arasında bu­lunan re'y ekolünün önemli temsilcilerinden Ebû Yûsufun (Ö. 182/798) etkisinde kalmadığı anlaşılmaktadır.

Kırk yaşına kadar talebelik yaptıktan sonra hadîs okutmaya başlayan İbn Hanbel'in etrafında çoğu zaman 500 kadarı bilfiil ha­dîs yazan olmak üzere, büyük bir kısmı da onun ahlâk ve edebin­den istifade etmek üzere gelmiş yaklaşık 5000 talebesi bulunmak­taydı. Bunlar arasında Müslim (ö. 261/875), Ebû Dâvûd (ö. 275/ 889) ile kendi akranlarından Yahya b. Maîn (ö. 233/848), Ali b. Me-dînî (ö. 234849), Ebû Zür'a er-Râzî (ö. 264/878), Ebû Hatim er-Râ-7Â (ö. 277/890) ve oğullan Salih İle Abdullah en meşhurlarıdır. [102]

Bütün ömrünü hadîs toplama ve araştırmasına vakfeden Ah­med b. Hanbel'in şahsî ve ilmî hayatının gelişmesinde "mihne ola-yı"nm önemli etkisi olmuştur. [103] Abbasî Halîfesi Me'mûn (ö. 218/833) hilâfetinin sonuna doğru Mu'tezİle imamlarından Bi.şr . Gıyâs d-Merîsî (o. 2 US/833) ve baskadı Ahmed h. Hbû Duâd'ın (ö. 240/ 85ı) etkisiyle Kuranın mahlûk olduğu iddiasını kabul etmeleri için bütün bilginleri zorlamaya başlamıştır. Bu arada söz konusu iddiayı kabul etmeyen Ahmed b. Hanbel çeşitli sorgulardan sonra Muhammed b. Nûh ile birlikte Tarsus'ta bulunan Me'mûn'un huzu­runa zincire bağlı olarak götürülmüş, Rakka'da Me'mûn'un ölüm haberi üzerine tekrar Bağdat'a gönderilmiş ve Yâsîriyye, Dâru Umâre ve Dârü'l-Meysılî'de hapsedilmiştir[104] Mu'tasım'ın hilâfeti sı­rasında da (218-227/833-842) devam eden iki yıllık zindan hayatın­dan sonra bir köşeye çekilen ibn Hanbel hadîs dersi vermekten alı­konulmuş, Vâsik'ın hilâfeti döneminde (227-232/842-847) ise bazı dersler vermekle beraber yine de münzevi hayatına devam etmiş­tir. [105]

Mütevekkilin (232-247/847-861) Sünnîliğe eski itibarını verme­sinden sonra eğitim ve öğretim faaliyetlerine tekrar başlayan Ah­med, Halîfe Mütevekkil'İn kendisine karşı yumuşak tavırlarına ve çeşitli İhsanlarda bulunma arzusuna rağmen o, idarecilerden uzak durmaya ve mütevazı şartlar İçerisinde yaşamaya devam etmiştir.

Yaklaşık yetmiş beş yaşında 12 Rebîülevvel 241 Cuma günü (31 Temmuz 855) vefat ederek Bağdat'taki şehidler kabristanına (Me-kâbirü'ş-şühedâ) gömülen ibn Hanbel'in şahsiyeti, kişiliği ve cena­zesine katılanların sayısı hakkında anlatılan menkıbeler[106] halkın ona karşı olan samimi duygularını ifade etmektedir. Özellikle daha sonra Hanbelî mezhebinin ayırt edici bir vasfı haline gelen bid'at ve hurafeye ve bu arada kabirleri ziyaret konusundaki hassasiyet­lerine rağmen, ateşli taraftarlarının onun kabrine karşı gösterdikle­ri aşırı hürmet ve alâka sebebiyle burası bir ziyaretgâha dönüşmüş ve daha sonra sivil otorite tarafından korumaya alınmış[107] ve 574 (1178-9) yılında Halife Müstadî (566-74/1171-9) tarafından kabrine sünnetin en sadık müdafii olarak onu metheden bir kitabe kon­muş, [108] ancak VIII. (XIV.) asırda Dicle nehrinin taşması sonucunda meydana gelen selin tahribiyle kabir ortadan kaybolmuştur. [109]

Ahmed b. Hanbel, Kitap ve Sünnefin ışığından ayrılmamış, ha­yalını Hz. Peygamber ve arkadaşlarının sözlerini toplamaya vakfet­miş ve onları kendisi için rehber edinmiş, hilmi, sabrı ve güzel ah­lâkı, ile temayüz etmiş bir şahsiyettir, lîzlei ve inzivayı seven Ah-med, döneminin idareci ve halifelerinden daima uzakta durmaya çalışmıştır.[110]

Ahmed b. Hanbel ömrünü vakfettiği hadîs ilmine ayrı bir önem vermiştir. Ebû Zür'a er-Râzî'nîn (ö. 264/878) birlikte yaptıkları mü­zakerelerde tesbit ettiğine göre, Ahmed mükerrerleriyle beraber 700.000 (veya bir rivayete göre 1 milyon) hadîsi ezbere biliyordu. Bu sebeple Ahmed'e göre, fakih sayılabilmek için iyi bir muhaddis olmak, en az 400.000 rivayeti bilmek ve sıhhatinden emin olunma­yan rivayetlerle fetva vermekten sakınmak gerekir. Onun sahih ha­dîsleri İyi bilmesine rağmen, el-Müsned'inde bazı zayıf hadîslerin bulunması, söz konusu bu eseri için malzeme toplarken ortaya koyduğu kabul şartlarından kaynaklanmaktadır (el-Müsned el ilgi­li olarak üçüncü bölümün literatür kısmına bk.). [111]

O, yalancı kişilerden hadîs almamakla beraber, dogaı sözlülü­ğü ve dindarlığı ile bilinen kişilerin rivayetlerini almakta bir mah­zur görmemiştir. Ayrıca onun helâl ve harama, sünnet ve ahkâma dair rivayet ederken son derece titiz davrandığı, ancak faziletli amelleri teşvik eden ve Hz. Peygamber'e isnad edilmeyen haber­lerde aynı titizliği göstermediği söylenmektedir. [112] Bununla birlike, onun zamanında hadîsler sadece "sahih" ve "zayıf olmak üzere İki kısma ayrılmakta ve zayıf terimi daha sonra ortaya çıkan "hasen" terimiyle ifade edilen hadîsleri de içeriyordu. Onun kıyasa tercih ettiği hadîsler de bu tür hasen hadîslerdir. Kaldı ki İbn Sa'd (ö. 230/845), İdî (ö. 261/875), Ebû Hatim er-Râzî (ö. 277/890), Nesâî (ö. 303/915) ve İbn Hibbân (ö. 354/9Ö5) gibi hadîs tenkitçilerinin, onu hadîs tenkidinde otorite ve güvenilir kabul etmeleri de onun hadîsteki mevkiini gösterir. Hadîs hafızı Salih Cezere'nin (ö. 293/ 906), kendilerine yetiştiği muhaddisler içerisinde hadîslerin fıkhını en iyi bilenin Ahmed b. Hanbel olduğunu söylemesi ve Ahmed'in hadîslerdeki illetleri inceleyen ve bu sahanın ilk eseri sayılan Kitâbü'l-'İlel ve nıa'rıfeti'r-ricâl[113]adlı bir eser yazması da  hadîsteki yüksek derecesini gösteren delillerdendir. [114]

Öle yandan, onun mihne olayı sırasında insanlar hakkında edindiği tecrübe, düşünce dünyası ve metodolojisi üzerinde özel­likle de cerh ve üı'dîl konularındaki ölçülerine açık bir şekilde te­sir ettiği görülmektedir. O, bir kimsenin mihne olayı karşısındaki tavrını cerh ve ta'dîlde ölçü almıştır. Meselâ, kendisi zayıf bir râvi olmasına rağmen, mihne olayında İbn Hanbel'in görüşlerini be­nimsemesinden dolayı Muhammed b. Humeyd er-Râzî'nin rivaye­tini hasen kabul etmiş, [115] mihne olayında Mu'tezile'nin baskılarına dayanamayarak onlara müsbet cevap verenlerden Yahya b. Maîn (ö. 233/848), Ebû Nasr et-Temmâr ve Küreyb Muhammed b. Alâ el-Hadramî gibi şahıslardan muhaddisler arasındaki mümtaz mevki­lerine ve güvenirliliklerine rağmen hadîs yazılmasını hoş karşilamamıştır. [116]

Akaid konularına dair Ahmed b. Hanbel'in yazdığı risalelerden ve Mu'tezile'ye karşı mücadelesinden, onun hadîsçiliği ve fıkıhçılıgı yanında, aynı zamanda akaid konularında Selef-i sâlihînin aki­desini savunan ve Ehl-i sünnet inancının yerleşmesine katkıda bu­lunan bir akaid bilgini olduğu görülmektedir.

Ahmed b. Hanbel'e göre, "Din, Allah'ın kitabı, âsâr, sünen ve Allah'ın Resulü, sahâbîleri, tâbiûn, tebe-İ tabiîn, onlardan sonra da örnek olarak alınan, sünneti kabul eden, âsâri koruyan, sapıklığı tanımayan ve hatâ veya ayrılmakla suçlanmayan kabul edilmiş imamlar ite son buluncaya kadar biri diğerini teyid etmek suretiy­le, kabul edilmiş, sağlam ve meşru hadisler (ahbâr) hakkında gü­venilir şahıslardan geîen sağlam rivayetlerdir. Onlar, kıyas ve re'yi savunan kimseler değildir; çünkü kıyas, dinde değersiz ve re'y de aynıdır ve kötüdür. Dinde re'y ve kıyas taraftarları, güvenilir selef imamlarından herhangi bir eser bulunması dışında, sapıktır ve da­lâlettedir. [117]

Sözlükte "önceden gelenler. Önceden yaşayanlar, yas ve lazilei bakımından üstün olanlar" gibi ıvsiıli manalara gelen "selef keli­mesi; akftid, kelam ve fıkıh tarihinde genel olarak, "Dinde mezhep­leri taklit edilen ve görüşlerine uyulan kişiler" anlamında kullanıl­mıştır. Bu çerçevede, Ehû Hanîfe ve diğer bütün mezhep imamla­rı, bizim "selef'lefimizi teşkil ederler.w Sahabe ve tâbîler ise, söz konusu mezhep imamlarının selefleridir ve onlara "selef-i sâlİhîn" denir. [118]Selefin görüş ve düşüncelerini kendilerine temel hareket noktası kabul eden kişilere ise Selefiyye (Selefiyyûn, Selefîler, Selefçi) adı verilir. Selefiyye, Özellikle akâidde, "nasta varit olanı -müteşâbîhâtı ile birlikte- aynen kabul edip, teşbih ve teesîme düş­memekle beraber, te'vîle de gitmeyen Ehl-i sünnet-i hâssayı ifade eder. [119]

Bu tanım çerçevesinde, akide (İnanç) konularında Hz. Peygam­ber ve onun arkadaşlarının yolunu izleyen Selenlerin ilk halkasını tabiîler, meznep imamları ve büyük hadis bilginleri (muhaddisler) teşkil eder İslâm'ın 1 (V1I-VIII). yüzyılında, Müslümanlar arasında genel olarak Selefi akâid anlayış hâkim olmuş, ancak özellikle II (IX). Yüzyıldan itibaren islâm dünyasında yeni birtakım itikâd mezhepleri ortaya çıkmıştır. Bu yeni oluşumlar çerçevesinde, Ehl-i sünnet içerisinde de Selefîlik'ten sonra, Eş'arîlik ve Mâturîdîlik adında müstakil iki mezhep doğmuştur. Bu ayrışma sürecinde, yu­karıda adı geçen tabiîler, büyük mezhep imamları ve muhaddisler gibi Selefiler, Ehl-i sünnet-i hâssayı; Eş'arîler ve Mâturîdîler gibi da­ha sonra gelen Sünnîler ise Ehl-i sünnet-İ âmmeyi meydana getir­miştir. [120]

Selefiyye Allah'ın zâti, fiilî ve haberi sıfatlarının tümünü kabul ve ispat ederek, onları naslarda olduğu gibi, herhangi bir tevile tâ­bi tutmaksızın, aynen benimsemiş; Mu'tezile İse, bu sıfatların bir kısmını kabul, bir kısmını da tevil veya reddetmiştir. Bu sebeple bazen Seiefiyye'ye Sıfâtıyye (SıfatçO; Mu'tezİle'ye ise Muattıla (İp­tal Edici) adı verilmiştir. [121]

Selefiyye takdis, tasdik, aczi itiraf, sükut, imsak, keff ve marifet ehlini teslim (kabul) etmek şeklinde yedi temel prensip üzerinde ittifak etmiştir.

Takdis: Allah'ı cisim olmaktan tenzih etmek ve layık olmadığı .şeyi O'na yakısiırmanıakiıı. Selefîler. naskırda geçen ve Allah a iza­fe edilen "el, yüz, suret, oturma" gibi biriakım kelimelerin, tevil edilmeden okluğu gibi kabul edilmesini ve onlar üzerinde fikir yü-rûtülmemesini savunmuşlardır.

Tasdik: Hz. Muhammeci'in (s.a.v.) söylediklerini kabul ve tas­dik etmektir. Onun sözlerinde geçen "el, parmak, yüz" gibi kelime­ler, Allah'ın şan ve azametine yakışan bir anlamda kullanılmıştır. Hz. Muhammed'in (s.a.v.) her şeyi sâdık bir surette açıkladığında şüphe yoktur.

Aczi itiraf: İnsanın, manaları kapalı olan nasların (müteşâbih, çoğulu müteşâbihât) anlam ve maksatlarını bilmediğini ve bileme­yeceğini itiraf ve kabul etmesidir. Zira insanlar, bu gibi konularda her zaman hataya düşebilir. Dolayısıyla, en doğru davranış, bu tür konularda aczini itirafla, müteşâbihâtı olduğu gibi kabul etmektir.

Sükût: Müteşâbihâtın manasını sormamak, onlara dalmamak ve hatta onlar hakkında soru dahi sormayarak sükût etmek gerekir. Çünkü, bu konular üzerinde fikir yürüten insanlar her an hataya düşebilir ve bu hatalar da onları bilmedikleri bir cihetten küfre bi­le götürebilir.

Imsâk: Müteşâbih naslar üzerinde değişiklik yapmamak, söz konusu ifadeleri azaltmamak veya çoğaltmamaktır.

Keff: Müteşâbihât ile kalben dahi meşgul olmamak ve onlar üzerinde düşünmemektir. Yüzmesini bilmeyen bir kimsenin deni­ze dalması nasıl tehlikeli İse, câhil kimselerin de manası kapalı olan nasları açiklamaya girişmesi o kadar tehlikelidir.

Marifet ehlini teslim: Bir kimse kendisine kapalı gözüken müte­şâbih nasların herkese de kapalı olduğunu zannetmemelidir. Pey­gamberlerin, ilimde ileri gitmiş olanların (râsihûn), sıddîkların ve velîlerin, anlaşılması güç görünen birçok hususları bilebildiklerini kabul etmek gerekir.[122]

Görüldüğü gibi, Selefiyye'nin temel prensipleri özellikle akîde alanında ve bilhassa Allah'ın sıfatları ile müteşâbihât konulan çercevesinde odaklaşmıştır:[123] Akâid ve kelamdaki Selefîler, fıkıhla ise Ehl-i hadîs (Ehl-i eser) şemsiyesi allında toplanmışlardır.

İslâm'ın doğuşundan itibaren 50 yıl gibi çok kısa bir süre içeri­sinde Müslümanlar Mısır, Filistin, İran ve Anadolu gibi eski din, kültür ve medeniyetlerin merkezlerini fethetmiş ve buralarda me­denî, karmaşık ve kozmopolitik bir dünya ile karşılaşmışlardır. İs­lâm toplum ve coğrafyasının genişlemesine paralel olarak Müslü­manların dinî, kültürel ve siyasî sorunları da artmış ve Selefîlİğin, naslar karşısında susmayı ve oniarı olduğu gibi kabul etmeyi öngö­ren edilgen yaklaşımı, söz konusu yeni sorunlar karşısında yetersiz hâle gelmiş; bu sebeple de en müttakî imam ve bilginler dahî bir­takım itikâdî konular hakkında çeşitli görüşler beyan etmek zorun­da kalmış ve bu tanışmaların sonunda ise, İslâm düşüncesinde re'yd, akılcı, tenkitçi ve şüpheci birtakım yeni akımlar doğmuştur. İslâm düşünce tarihine makro tarih ya da uzun dönemli tarih pers­pektifinden bakıldığı zaman, selefçi ve eserci bir yaklaşımın, Ara­bistan Yanmadası'nın kulaktan duymaya (semâ) ve sözlü rivayete dayalı kültür yapısının bir sonucu olduğu ve islâm düşünce tarihin­deki birtakım yeni oluşum ve değişimler karşısında, geçmişin saf ve sâde anlayışlarının devam etmesini savunan gelenekçi (muha­fazakâr) ve hatta statükocu bir hareket olduğu söylenebilir. Yazılı kültüre dayanan ve kozmopolitik bir hayat yaşanan bölgelerde, hukukî eylem ve işlemlerinde re'y, kıyas ve akıl yürütme metotla­rını kullanan, hadislere -hadis uydurmacılığına karşı da bir tepki olarak-, tenkit ve tereddütle yaklaşan Hanefî mezhebi gibi akılcı yaklaşımlar yayılırken, tbn Haldun'un da isabetle belirttiği gibi, Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika gibi halkının büyük bir kısmını bedevilerin teşkil ettiği bölgelerde ise, Mâliki mezhebi gibi eser ve nakle dayanan mezhepler yayılmıştır ki, bu mezheplere mensup kişilerin çoğunluğu re'y, kıyas ve akıl yürütme gibi sanatlardan ha­bersiz bulunuyordu. [124] tbn Haldun'un bu sosyolojik ve hatta antro­polojik tespitinden hareketle, Hanbelîler'in selef ve eser (hadis) ta­raftarlıklarının temelinde, Arapkir'in câhiliyye döneminden tevarüs ettikleri sözlü rivayet geleneğinin yattığı ve Selefîlİğin, İslâm'ın hicrî f (milâdî V11-VI1I). yüzyılda oluşan form ve statükosunun bir ifa­desi olduğu; bu statüko ile değişim ve yenileşmeyi temsil eden çe­şitli akım ve ekoller arasındaki gerginlik ve gerilimlerin ise, İslâm düşüncesinin en verimli tefekkür alanlarını meydana getirdiği söy­lenebilir.

İşte, Ahmed b. Hanbel, akaide dâir aşağıda özetlenecek olan görüşleri ve mücadesiyle, Selefiyye'nİn önemli bir temsilcisi ve imamı hâline gelmiştir.

Onun akaide dair fikirleri, oğulları Abdullah ve Salih yanında, Müsedded b. Müserhed (ö. 228/843), İsmail b. Yahya el-Müzenî, Ebû Bekir el-Hallâl (ö. 311/923), Ahmed b. Cafer el-îstahrî, Abdül-vâhid b. Abdülazîz et-Temîmî (ö. 410/1020) ve Rızkullah b. Abdül-vehhâb et-Temîmî (ö. 488/ 1095) gibi râviler tarafından nakledilmiştir.[125]

Ne var ki, Hanbelî mezhebi mensuplarının, imamları hakkında­ki bazı mübalağalı sözleri ve ona muhalefeti Hz Peygamber ve as­habına muhalefet olarak yorumlamaları, [126] ayrıca teşbih ve teesîmi benimseyen bazı grupların kendi fikirlerini İbn Hanbel'e aitmiş gi­bi gösterme çabalan, [127] onun görüşlerinin tevsikiyeti konusunda bazı şüpheler doğurmaktadır. Öte yandan, Mu'tezile bilginlerinin İbn Hanbel'i Hz Peygamber'in getirdiği dini değiştirmek ve hatta Maniheizm'i benimsemekle itham etmeleri, [128] onun itikadî cephesini gerçek hüviyetiyle belirlemeyi güçleştirmekledir. Buna bir ete yaşadığı siyasî baskılar ve miline (işkence) olayı eklenince is üaha da zorlaşmaktadır.

İlin Hanbel'in naslara sımsıkı bağlı olduğu ve bu sebeple de ke­lâm metoduna karşı çıktığı hususunda genel bir kanaal bulunma­sına rağmen, onun Mu'tezİle mensuplarıyla tartıştığı ve bu müna­kaşalarda kelâmı sayılabilecek deliller kullandığı bilinmektedir.[129] Ayrıca, Cehmİyye ve Mu'tezile'nin görüşlerini reddetmek için yaz­dığı er-Red 'ale'z-Zenâdika veî-Cehmiyye adlı eserinde kelâm il­minde sıkça başvurulan "ihtimalleri araştırma" usulünü de kullan­mıştır. [130]

Ahmed b. Hanbel her ne kadar Hz. Peygamber ve ashabının açıklamaya girişmediği problemleri tartışmayı bid'at kabul etmişse de bizzat kendisinin yaşadığı bazı olayların etkisiyle bu prensibin­den vazgeçtiği görülmektedir. Onun dönemindeki en önemli tar­tışma konularından birini teşkil eden halku'l-Kur'an meselesinde, Kur'an ve Sünnet'te açık bir şekilde yer almayan "Kur'an'ın mahlûk olmadığı" tezini benimsemesi buna bir örnektir.

Kur'an ve Sünnet'in te'vil edilemeyeceği konusunda ona nisbet edilen görüşler dikkatle İncelendiğinde, başta Gazzâlî (ö. 505/ 1111) olmak üzere çoğunluğun kabul ettiği görüşe göre, onun nas-ları zahirî manâlarında anladığı ve mütesahihlerin asla te'vil edile­meyeceğini .savunduğu görülür. [131] Beyhakî (ö. 458/1066) ve Ibn Teymiyye (ö. 728/1328) gibi âlimler ise, onun sadece Cehmiyye ve Mu'teziie'ye ait asılsız te'villeri reddettiğini söylemişlerdir. Ona gö­re Kur'an'ın akideyle İlgili âyetleri müteşâbih olup bunların te'vili, ancak Hz. Peygamber'den rivayet edilen bir açıklamayla yapılabi­lir. [132]

Ahmed b. Hanbel'e göre zâtı, sıfatlan ve fiilleri bakımından bir ve tek olan Allah, .sadece Kur'an ve Sünnet'te bildirilen sıfatlarla ni­telendirilebilir. Aklın kendiliğinden ona herhangi bir sıfat nispet etmesi veya ııaslan dikkate almadan sıfatlarını açıklaması mümkün değildir. Allah'ın bütün sıfatları ezelî ve kadîmdir ve onların kadîm oluşu levhid inancıyla çelişmez, Zira sıratlar zatının ne aynı ne de gayrı.sıdır. Ona göre, Allah'ı naslarda belirtilen (sübûtî) sıfatlarla ni­telendirmek teşbihe götürmez. Allah'ı ınahlûkata benzetmek hata­lı olduğu gibi, onlara benzetmemek için naslarda bildirilen sıfatla­rı nefyetmek de aynı şekilde hatalıdır.[133]

Kaynaklarda, Kur'an'ın mahlûk olup olmadığı konusunda Ah­med b Hanbel'e şu görüşler nisbet edilmektedir: Kur'an, Allah ke­lâmıdır ve onun hakkında "mahlûktur" demek küfür, "mahlûk de­ğildir" demek ise bid'attır. [134]

Kur'an Allah kelâmıdır ve ona "mahlûktur" diyen küfre girece­ği gibi, "Kur'an'ı okuyuşun (telaffuzun) mahlûk olduğunu" .söyle­yen de bid'atçılık yapmış olur. Dolayısıyla sadece "Kur'an, Allah kelâmı olup mahlûk değildir" demekte yetinmek ve Kuran'i telaf­fuz edişin mahlûk olup olmadığı tartışmasına girmemek gerekir. [135]

Ne şekilde ifade edilirse edilsin Kur'an yaratılmış değildir, fakat Kur'an'ı okuma ve yazma fiilleri yaratılmıştır, dolayısıyla Kur'an'ı telaffuz edişin yaratılmış olduğunu kabul etmek, Cehmiyye'nin gö­rüşünü paylaşmak mânasına gelmez. [136]

Bütün bu rivayetlerden Ahmed b. Hanbel'e nisbet edilen görüş­lerin Kur'an'ın yaratılmışhkla nitelendirilemeyeceği noktasında bir­leştiği görülmektedir. Ayrıca bu sonuç "Kur'an mahlûktur" deme­yen müslümanları kâfir kabul eden ve bu görüşlerini bütün islâm âlimlerine zorla kabul ettirmek isteyen Mu'teziie'ye karşı verdiği mücadele ve çektiği mihne ile sabittir. [137]

Buhârî'ye (ö. 256/870) göre bu konuda Ahmed b. Hanbel ile di­ğer Sünnî âlimlere ait olarak bilinen görüş; Kuran'ın Allah kelâmı olup mahlûk olmadığı, diğer her şeyin ise (kulların fiilleri de dahil) mahlûk olduğudur.[138] Buhûrî'nin. bu konudaki Ahmed b. llanbel ile ilgili diğer rivayetleri sabit görmeyip reddetmesi, dikkate alın­ması gereken önemli bir noktadır.

İmanın tanımı konusunda kaynaklar, Ahmed b. Hanbel'e "tman söz ve amelden ibarettir", "İman kalp İle tasdik, dil ile İkrar ve uzuvlar ile ameldir" şeklinde iki tanım ni.sbet etmektedir. [139] Bunlar­dan ikincisinin ona ait olması daha kuvvetli bir İhtimaldir Zira, onun kalp ile tasdik ve dil ile ikrar edip itaati terkeden kimseyi "imanı eksik mümin" olarak nitelendirmesi[140] kalp ile tasdiki İma­nın rükünlerinden biri olarak kabul ettiğini göstermektedir.

Ahmed b. Hanbel'in amelin imana dahil olduğunu savunmasın­daki amacı, kâmil bir iman için kalbin tasdikini yeterli gören Mür-cie'yi reddetmek olmalıdır. O, amelin imandan bir cüz olduğunu kabul etmesine rağmen, imanı olduğu halde itaati terkeden kimse­yi kâfir saymamıştır. [141]

Tekfir konusunda ise Ahmed b. Hanbet'e iki görüş nisbet edil­mektedir. Bunlardan birincisinde, Allah'a şirk koşmayan ve kıble­ye yönelip namaz kılan bir kim,se tekfir edilemez; ikincisi ise Al­lah'ın sıfatları ve iman esaslarıyla ilgili konuların açıklanmasında, Ehl-i sünnet'ten farklı yorumlar getiren bütün ehl-i bid'at fırkaları tekfir edilir. [142]

Bu görüşlerden ikincisinin Ahmed b. Hanbel'e ait olması uzak bir İhtimal olarak görülmektedir. Zira Ehl-i sünnet akidesini savu­nan bir kimsenin, savunduğu zümrenin görüşüne uygun olarak ehl-i bid'atı tekfir etmemesi gerekir. [143] Çünkü Ahmed'in, bid'at fikir­leri savunan ve bunun öncülüğünü yapanları tekfir ettiğine dair ri­vayetleri[144] Ehli sünnet'in çoğunluğunun görüşü ile bağdaştırmak mümkün değildir.

Ahmed b. Hanbel'e göre müslümanların din ve dünya işlerini yürütecek bir imam (halife) seçmeleri gereklidir. Halifenin, Hulefâ-yi Râşidîn'in seçilme şekillerinden birisiyle belirlenmesi mümkün olmakla beraber, ehlü'1-hal vel-akdin tensibiyle seçilmesi daha uy­gundur. İmâmeün Kureyş'e ait olmasına ve yukarıda belirtilen se­çim yollarından biriyle belirlenmesinin gerekliliğine rağmen, bu makamı zorla elde eden kişi de fitneye sebep olmamak için meşru halife kabul edilir. Bu yaklaşımın tabii bir sonucu olarak, Ahmed b. Hanbel'e göre Muâviye (ö. 60/680) de meşru bir halifedir.[145]

Ahmed b. Hanbel, yukarıdaki görüşleriyle, Seİefiyye'nİn geliş­mesine olduğu kadar, genel olarak Sünnî kelâmına da etki etmiştir. Bu çerçevede, bizzat Eş'arî (Ö. 324/938), Ahmed b. Hanbel'in ken­disi üzerindeki tesirlerini itiraf etmektedir. [146]

Ahmed b. Hanbel'in ilim uğrunda yaptığı uzun ve yorucu yol­culukları ve münzevî yaşantısı yanında, mihne olayında gösterdiği satâbeti ve daha sonraki dönemlerde, özellikle Halife Mütevek-kü'in (847-861) hediye ve ihsanlarına karşı müstağni tavrı, onu bü­yük bir şöhrete kavuşturmuştur. [147] Bunun sonucu olarak, -doğum yer veya künyelerinden de anlaşılacağı gibi- İslâm dünyasının muhtelif bölgelerinden birçok öğrenci onun ilim halkasına katıl­mak için Bağdat'a gelmiş ve böylece daha sağlığında İken, bu öğ­renciler vasıtasıyla görüş ve fetvaları İslâm dünyasının birçok böl­gesine yayılmıştır. Böylece, söz konusu dönemde akaid, hadîs ve fıkıhla ilgili ilmî tartışmalarda ve yazılan eserlerde, Ahmed'in görüş ve düşüncelerini temsil eden veya savunan kişiler için "Ashâb-ı Ah­med (Ahmed'in arkadaşları)", "Hanbelî, çoğulu Hanâbile (Hanbelîler)" gibi sıfatlar kullanılmaya başlanmış, bu arada Ahmed'in çeşit­li konularda kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplar ve fetvalar toplanarak "Mesâil (Meseleler)" adıyla bir araya getirilmiş ve bu du­rum daha sonra akâid ve fıkıhta, adına "Hanbelî Mezhebi" denile­cek olan yeni bir mezhep ve hareketin temelini teşkil etmiştir.

"Giriş" kısmında belirtildiği gibi, Emevîler devrinden (41-132/661-750) itibaren başlayan Hieazhiar'ta İraklılar arasında (ince­leri üstat, çevre ve bilgi, sonraları ise metot farklılığına dayanan re­kabet ortamı Hanefîler'in Ehl-i rey (Iraklılar), Mâiikî ve Şâfiîİer'in ise Ehl-i hadîs (Hicazlılar) olarak aynşmasıyla sonuçlanmıştı. An­cak Ahmed b. Hanbei'in halku'l-Kur'an tartışmasında Mu'tezİle karşısında geleneksel düşüncenin ve geniş halk kitlelerinin Önderi olarak ortaya çıkması, ehl-i hadîs ile ehl-i re'y ayırımına ve hadîse bağlı fıkıh anlayışına, yeni bir boyut getirmiştir. Bu yeni durumdan sonra, o zamana kadar ki yaygın fıkhı mektepler, söz gelimi Hane­fî, Mâlİkî ve Şafiî ekolleri ve taraftarları ehl-i re'y, Hanbelîler Lse ehl-İ hadîs olarak anılmaya başlamıştır. Çünkü Ahmed b. Hanbel, "Ev-zâî'nin re'yi, Mâlik'in re'yi veya Ebû Hanîfe'nin re'yi... hepsi de re'ydir ve bana göre hepsi de birdir ve hüccet ancak asardadır" de­miştir.[148] Ahmed b. Hanbei'in özellikle itikadı alanda verdiği müca­dele esnasında serdettiği görüşleri etrafında oluşan ehl-i hadîs gru­bunun re'ye karşı bu sert tutumu, Hanbelî mezhebinin usulünün incelendiği ikinci bölümde görüleceği gibi, zamanla yumuşamış ve onlar da re'yi bir metot olarak kullanmaya başlamışlardır.

Ancak, Ahmed b. Hanbei'in hadîs İlmİndeki şöhretine ve özel­likle de "halku'l-Kur'an" konusunda Mu'tezile'ye ve devrin müste­bit halifelerine karşı yaptığı mücadeleye ve görüşlerinin yayılması için oluşan uygun ortama rağmen, onun sadece bir hadîsçi olup normatif kurallarla ilgilenen bir hukukçu olmadığı konusunda, en azından kendisini takip eden asır boyunca muhalif bazı görüşler ileri sürülmüş ve bu görüşler sebebiyle Özellikle Bağdat'ta çeşitli tartışmalar meydana gelmiştir.

Hanbelîler'in sert tepkilerine rağmen bazı âlimler Ahmed b. Hanbel'i fııkaha arasında zikretmemiş ve onun görüşlerini hilaf ki­taplarına almamışlardır. Meselâ, Ibn Kuteybe (ö. 276/889) [149]Ibn Cerır et-Taberi (ö. 310/923) IbtMfü'l-fukahâ?" [150] ve Debûsî (ö. 430/1039) Te'sîsii 'ıı-nazar[151]adlı kültür tarihi ve hilaf ile ilgili kitaplarına onun görüşlerini almamışlardır. [152] Böyle bir sonuç­la, bizzat Ahmed b. Hanbei'in bir fakih değil de muhaddis olarak bilinmek için gayret sarfeimesi ve kendi görüş ve fetvaları da dahil olmak üzere her türlü re'y ve fıkhın yazılmaması konusunda aşırı titizlik göstermesinin etkisi olmalıdır. [153] Buna, onun fıkhı konular­da bizzat kaleme aldığı veya talebelerine yazdırdığı Önemli bir ese­rinin bulunmayışı da ilâve edilince, ilk fıkıh tarihçilerinin ve hilaf yazarlarının onu fakihler arasında saymamaları tabii bir sonuç ola-rak ortaya çıkmaktadır. Ne var ki, İleride görüleceği gibi (bk. Üçün­cü Bölüm), sayıları az da olsa kendisine nisbet edilen bazı fıkıh ri­salelerinin mevcudiyeti, öğrencilerinin nesilden nesile naklettiği ve bizzat kendisinin hayatının sonlarına doğru yazılmasına müsaade ettiği binlerce fıkhî soruya karşı verdiği -hadîslerle de desteklenmiş olan- cevaplar (mesâil) ve bu cevapların verilişi sırasında takip et­tiği bazı temel prensipler, onu İslâm dünyasında yaşayan meşhur dört fıkıh mezhebinden birinin kurucusu yapmaya yeterli sebep­lerdir. [154]

Bununla birlikte, Ahmed b. Hanbei'in büyük bir fakih olduğu­nu kabul edenler de onun re'y ve hadîs medreselerinden hangisi­ne mensup olduğu hususunda birleşememişlerdir. Burada re'y kavramına verilen mânanın ayırıcı rol oynadığı anlaşılmaktadır. Re'yi kıyas ve istidlal mânasında alanlar, Zahirî olmayanların tama­mını -bu arada Ahmed b. Hanbel'i- Ehl-i re'y içinde zikrederken; haber-i vâhid ve sahabe kavli karşısında kıyası kullananları re'yc telakki edenler ise, Ahmed b. Hanbel'i Ehl-i hadîs içerisine sok-muşlardir. [155]

Öte yandan, tbn Hanbel insanların Kur'an ve Sünnet naslarından yüz çevirerek şahsî görüş bildirmeye (re'y) yönelecekleri en­dişesiyle kendi görüş ve fetvalarının yazılmasına karşı çıkmıştır. Meselâ, Öğrencilerinden İshak b. Mansûr el-Kevsec'in Horasan'da kendi görüşlerini rivayet ettiğini işitince, "Şahit olun, ben o iclihadların tamamından röcü ellim" demiştir.[156] Ancak bu tutumunu sonu­na kadar devam ettirmemiş ve naslarla sahabe kavlinde açık ceva­bı bulunmayan birçok soruya cevap vermek zorunda kalmış hatla bunların yazılmasına da izin vermiştir. Nitekim aynı Kevsec, Hora­san'dan gelerek önceden rivayet elliği Mesâit\ yeniden ona arzel-miş ve tasdikini almıştır. [157]

Ahmed b. Hanbel'in hadîs, fıkıh, kelâm ve ahlâk konularıyla İl­gili binlerce soaıya verdiği cevaplar daha sonra Öğrencileri tarafın­dan toplanmıştır. Toplanan bu malzeme, Hanbelî mezhebinin çatı­sını teşkil etmiş ve mezhebin metodolojisi de bu cevapların dayan­dığı temel prensiplerden ortaya çıkarılmıştır. Öğrencilerin kuruluş sırasındaki bu önemli hizmet ve katkıları sebebiyle, Henrİ La-oust'un da işaret ettiği gibi, Hanbelî mezhebi "kolektif bir yapı"ya benzemektedir.[158]

Bu kolektif yapının kuruluşu yani tedvin edilmesi ve daha son­ra gelişerek günümüze kadar geçirdiği safhalar incelenirken onun, içinde doğup geliştiği toplumların siyasal iktidarları veya bir orga­nizmanın gelişme safhaları gibi çeşitli ölçekler temel alınabilir. Bu­rada mezhebin tarihî serüveni, ilk öğrenciler tarafından tedvin edi­liş ve böylece kuaıluşun (doğum) tamamlanması safhası ile daha sonra uzun bir tarihî süreç içerisinde geçirdiği gelişme devresi ve son olarak da çeşitli tarihî ve siyasî şartların kendisine bahşettiği, bir devletin resmî mezhebi ve İdeolojisi olma imtiyazı ile kazandı­ğı yeni ve son durumu incelenecektir. Söz konusu dönemler ince­lenirken ayrıca mezhebin çeşitli siyasal iktidarlarla ilişkilerine ve bünyesinde meydana gelen değişimlere de işaret edilecektir.[159]

 

B) Tedvin Dönemi (241-334/855-945)

 

Mezhebin kuruluşunun tamamlandığı bu dönem Ahmed b. Hanbel'in 241 (855) yılında Ölümünden Büveyhîler'in 334 (945) ta­rihinde Bağdat'ı ele geçirmelerine kadar geçen yaklaşık bir asırlık süreyi kapsar. Bu süre içerisinde mezhebin fikrî ve tarihî malzeme­si toplanmış ve İslâm dünyasının değişik bölgelerinden gelen bil­ginler doktrinin bütünlüğünü temin için ortak gayretler sarfetmiş-lerdir. Ancak, İbn Hanbel'ln fikirleri veya doktrininin hususi yönle-. ri İle ilgili yapılan bu çalışmalar, henüz tam anlamıyla mezhepçilik gayreti ile yapılmadığından, bunlarda müelliflerin şahsiyetleri veya onların iigi alanları ile ilgili unsurlar da bulunmaktaydı.

Kelâmı tartışmalar yanında hadîs, fıkıh ve ahlâkla ilgili çeşitli problemlere de birer cevap leşkil eden bu bilgi ve çalışmalar yal­nızca Ahmed b. Hanbel'e değil, aynı zamanda özellikle de Hicaz veya Küfe ekollerine mensup Mâlik b. Enes (ö. 179/795), Abdullah b. Mübarek (ö. 181/797), Fudayl b. lyâz (ö. 187/803) ve İshak b. Râhûye (ö. 238/853) gibi kişilere isnat edilmiştir. Bu bilginler çok erken bir dönemde Hanbelî doktrininin yavaş yavaş sistemleşme­sine yardımcı oldukları gibi, kendilerinin mezhep imamının görüş­lerinden farklı bazı düşüncelerinin mezhep külliyatı içerisinde yer almış olması da bu ekolün daha uzun bir ömür sürebilmesine kat­kıda bulunmuştur. Ancak, Hanbelî mezhebi kuruluş ve tedvinini en çok Ahmed b. Hanbel'in oğullarının da içinde bulunduğu ilk öğrenci ve talebelerine borçludur. [160]

 

1. İlk Öğrenciler

 

Mezhebin teşekkülünde önemli rolü bulunan ibn Hanbel'in ilk öğrencilerinden Merv asıllı Kevsec (ö. 251/868-9) hocasının yanın­da uzun bir süre kalmış ve onun çeşitli konulara dair verdiği ce­vapları bir Mesâil mecmuasında toplamıştır.[161]

Yeterli fıkıh ve hadîs formasyonuna sahip olduktan sonra biraz da geç sayılabilecek bir zamanda İbn Hanbel'in ilim halkasına ka­tılan Ebû Bekir el-Esrem'İn (ö. 260 veya 2Ö1/874) Mesâil mecmuası da İbn Hanbel'in fıkhî görüşleri hakkında önemli bir kaynaktır. Bi­zans sınırlarında yaşayan halka halifeyi metheden ve onları bid'at-lardan sakındıran ve bazı parçaları günümüze kadar ulaşan bir mektup ona nisbet edilmektedir ki, bu durum mezhebin ilk men­suplarının hilâfet ve bid'atlar konusundaki temei yaklaşımlarını or­taya koyması yanında, bu mezhebin Bizans'la sınır komşusu olarak yaşayan halkın imanını koruma konusunda da bazı katkılarda bu­lunduğunu gösterir.[162]

Hanbelî mezhebinin mimarları arasında bulunan Ahmed b. Hanbel'in büyük oğlu Salih (ö. 266/879-80) Abbasîler döneminde Tarsus ve Isfahan kadılıklarında bulunmuş, rivayel elliği babasının eserleri ve Mesâi] ile doktrinin bugüne ulaşmasına yardımcı olmuşlur.[163]

Ahmed b. Haribel'in ameaoğlu Hanbel b. Ishak da (ö. 273/886) bir fetva mecmuası ile mezhebin oluşumun:! katkıda bulunmuş­tur.[164]

Aslen Rakkalı olan Abdülmelik el-Meymûnî (ö. 274/887) 205-227 yılları arasında yaklaşık yirmi küsur yıl îbn Hanbel'in titiz ve devamlı bir öğrencisi olmuş ve onun Mesâitmi nakletmiştir.[165]

İbn Hanbel'in önemli talebelerinden biri olan Ebû Bekir el-Mer-rûzî (ö. 275/888) ise bir yandan muta.sawıf Haris el-Muhâsibî (ö. 243/857), Mu'tezilî Bişr b. Gryâs el-Merîsî (ö. 218/833) ve Ibnü'1-Al-lâfa (ö. 318/930) karşı çıkarken, diğer yandan da ibn Hanbel'in Ki-tâbü'l-Vemnı [166]rivayet etmiştir.[167]

es-Sünen'i klasik altı hadis mecmuası içerisinde yer alan Ebû Dâvûd es-Sicistânî de (ö. 275/889) îbn Hanbel'in sadık bir öğren­cisi olup onun Mesâİt'mi[168] nakletmiştir.[169]

Yine ilk büyük muhaddislerden biri olan Ebû Hatim er-Râzî (ö.277/890) ibn Hanbel'in eğitim ve öğretim halkasında bulunmuş ve onun Mesâitini toplamıştır. Oğlu Abdurrahman'ın (ö. 327/938) er-Red ale'l-Cehmiyye adında bir eser yazmış olması, babasının da akaid sahasına ilgi duyduğunun bir işareti sayılabilir. Ebû Hatim er-Râzî imanın tanımı, halku'l-Kur'an meselesi ve keiâm ilminin meş­ruiyeti gibi tartışmalarda Hanbelî mezhebinin karakteristik fikirle­rini savunmuştur.[170]

Daha önceleri muhtemelen Ebû Bekir el-Merrûzî'nin tesiriyle zâhidâne bir hayal yaşayan Harb el-Kirmânî (ö. 280/893), İbn Hanbel İİe karşılaşmasından sonra onun görüşleriyle ilgili bir Mesâi/ mecmuası meydana gelirmiş, ancak buradaki rivayetlerinin çok küçük bir kısmı doğrudan doğruya imamdan kendisine ulaşmıstır.[171]

Fıkihçı ve hadîsçi olan İbrahim el-Ilarbî de (ö. 285/898-9) yak­laşık yirmi yıl îbn Hanbelin ders halkasında bulunmuş ve hocası­nın çeşitli görüşleriyle ilgili bir Mesâil mecmuası rivayet etmiştir. [172]

Ahmed b. Hanbel'in küçük oğlu ve talebesi Abdullah (ö. 290/ 903), başkalarının soramadığı hususları babasına sorup öğrenme ve onun birçok kitabını rivayet etme imkânı bulmuştur. "Üstat oğ­lu üstat" diye anılan Abdullah daha çok babasının hadîsle ilgili gö­rüş ve eserlerinin bize ulaşmasında aracı olmuş ve babasının sağlı­ğında tam olarak tertip ve tasnif edilmeyen el-Müsnedi belli bir sı­raya koymuş ve hatta bazı rivayetleri de ilâve etmiştir. [173] Babasının fıkıh, akaid ve ahlâkla ilgili görüşlerini el-Mesâil adıyla toplayan Abdullah, ayrıca ondan Fezâilü Osman b. Affân[174] Küâbü's-Sünntine[175] ve Müsnedü'l-Ensâr[176] gibi çeşitli eserler de rivayet etmiştir. [177]

Mezhebin kuruluş safhasında, Ahmed b. Hanbel'in doğrudan öğrencisi olmayan, fakat onun özellikle akideyle ilgili görüşlerini benimseyen ve onu üstat kabul eden daha birçok hadîsçi bulun­maktadır. Bunlardan Semerkant kadısı ve bir Müsned sahibi olan Dârimî (ö. 255/868) ibn Hanbel'in öğretisini izlemiştir. Hatta, Han-beîî tarihçisi Kâdî Ebü'l-Hüseyin Muhammed b. Ebî Ya'iâ (ö. 526/ 1131) meşhur altı hadîs mecmuasının ilk ikisinin müellifi olan Bu-hârî ve Müslim'i de İbn Hanbel'in talebeleri arasında saymıştır. [178] Ayrıca A. J. Wensinck, Ahmed b. Hanbel'i Ebû îsâ el-Tirmizî'nin (ö. 279/892-3) hocalarından biri olarak kabul eder. [179] Nesâî'nin (ö.303/915) hocaları arasında ise Hanbelî Ebû Hâlim er-RâzI yer al­maktadır.[180]

Ahmed iı. Hanbel ve onun öğrencilerinden okuyan Endülüslü Bakî b. Mahled'in (Ö. 276/889) Zâhirîliği İspanya'ya sokan kişi ola­rak kabul edilmesi ve tbn Hazm (ö. 456/1064) üzerinde etkili ol­ması" [181] Zâhiriyye'nin kurucusu Dâvûd b. Ali ez-Zâhirî (ö. 270/883) ile Ahmed b, Hanbel arasında halku'l-Kur'ân meselesinden dolayı bir kırgınlık bulunmasına rağmen, [182] Özellikle de nasların te'vili konusundaki benzer yaklaşımları sebebiyle iki mezhep arasındaki etkileşimi göstermektedir. [183]

 

2. Ebû Bekir el-HaUâl (ö. 311/923)

 

Hanbelî mezhebinin kuruluş safhasındaki en Önemli mimarı ise şüphesiz Ebû Bekir el-Hallâl'dır (ö. 311/923). Hatta HallâFden ön­ce müstakil bir Hanbelî mezhebinin bulunmadığı, topladığı mese­leler ve ortaya koyduğu kaideler sebebiyle onun Hanbelî mezhe­binin hakiki kurucusu olduğu söylenebilir. Hallâl, ibn Hanbel'in çeşitli konulara dair verdiği fetva ve görüşleri klasik fıkıh kitapları sistematiğine uygun bir şekilde Kitâbü'l-Câmi' li-'ulûmi'l-îmâm. Ahmed adıyla toplamıştır. Yirmi büyük cildi bulan bu eserin bugün ancak bazı bölümleri mevcut İse de (bk. Üçüncü Bölüm, Literatür) o, HanbeİÎ tarihinde başta İbn Teymiyye (ö. 728/1328) ve İbn Kay-yim el-Cevziyye (ö. 751/1350) olmak üzere[184] birçok âlimin yarar­landığı temel kaynaklardan biri olmuştur. Hallâl'e nisbet edilen ve mezhep içerisinde büyük bir otoriteye sahip bulunan Kitâbü 's-Sünneve Kitâbü :l-'îlm gibi başka eserler de bulunmaktadır. Ayrı­ca Hallâl, Tabâkâtü ashabı İbn Hanbel adıyla ilk Hanbelî tarihini yazmış ve Ebü'l-Hüseyin Muhammed b. Ebû Ya'lâ ve Ibnü'l-Cevzî gibi daha sonra gelen Hanbelî tarihçilere önderlik yapmıştır.

Öte yandan. HaUiU'den başka IV. (X.) yüzyılın kışlarındı] Han­belî mezhebinin oluşumunda eski iki hadîsçinin çocuklarının etkin rol oynadıkları görülmekledir, Bunlardan birincisi, meşhur hadîsçi Ebû Davud'un oğlu Abdullah (ö. 316/928) olup Kilâbü'f-Mesâbif adlı bir eseri ve İman konusuyla ilgili bazı beyitleri günümüze ulaş­mıştır. [185] İkincisi ise muhaddis Ebû Hâlim er-Râzî'nin oğlu Ebû Mu­hammed Abdurrahman er-Râzî'dir (ö. 327/938-9). Onun Kitâbü's-Sünne, Kitâbü 't-Tefsîr, Kitâbü 1-Cerh ve't-ta 'dil, Kitâbü 'r-Red 'aie'l-Cehmiyye ve Kitâbü Fedâiliİ-hnam Ahmed gibi eserleri Hanbelî doktrininin hadîs, fıkıh ve kelâmın çeşitli problemleri hak­kındaki genel eğilimlerini ortaya koyar. [186]

 

3. Ebû Muhammed el-Berbehârî (ö. 329/941)

 

  1. (X.) yüzyılda, Ebû Muhammed el-Berbehârî (ö. 329/941) il­mî katkılarından ziyade mücadeleci karakteri ile Hanbelîlik tarihi­ne damgasını vurmuştur.

Sâlİmiyye tarikatının kurucusu kabul edilen mutasavvıf Sehl b. Abdullah et-Tüsterî'nin (o. 283/896) öğrencisi olan Berbehârî; Şîa, Mu'tezîle ve kelâm metoduna karşı şiddetle muhalefet etmiş ve ateşli vaazlarıyla bilhassa 309-329 (921-941) yıllan arasında Bağ­dat'ın siyasî olaylarında ağırlığını hissettirmiştir. Ahmed b. Han­bel'in bîr fakih değil de muhaddis olduğu kanaatini taşıyan ve bu sebeple onun fıkhı görüşlerini İhtilâfü'l-fukahâ adlı eserine alma­yan Taberî'nin (ö. 310/922) ölümü üzerine, Hanbelî mezhebi taraf­tarlarının çıkardığı karışıklıklarda dolaylı da olsa onun etkisinin bulunması muhtemeldir.[187] Ayrıca, onun îsrâ sûresinin 79- âyetin­de geçen "makâm-ı Mahmûd" kelimesinin yorumu sebebiyle 317 (929) yılında Bağdat'ta bazı karışıklıklar çıkmış,[188] Halife Kâhir-Bil-lâh döneminde İse (321/933) hâcib Ali b. Büİeyk onu idareye kar­şı isyan düzenlemekle itham ederek bazı öğrencilerini Basra'ya sürmüştür.[189] 323 (934-5) yılında içki dükkânlarının yağmalanıp müzik aletlerinin kırıklığı "Hanbelî fitnesi" adı verilen olaylarda[190] sorumluluğu bulunduğu gerekçesiyle yakalanmaya çalışılmışsa da o gizlenmeyi başarmıştır.

Devamlı takip allında yaşadığı söylenen Berbehârî. Ahmed b. Hanbel'den gelen rivayetler konusunda en güvenilir râvî olarak kabul edilir. Kendisini ziyaret eden Ebü'l-Hasan el-Eş'arî'nin, Selef akîdesine uygun olarak yazdığını belirttiği el-İbâne'sin[191] ona tak­dim etmesine rağmen bu eseri tasvip etmeyen Berbehârî1[192] her çe­şit bid'ata karşı mücadele etmiş, imametin Kureyş kabilesi men­suplarının hakkı olmakla birlikte hangi soydan gelirse gelsin mev­cut yönetimlere isyan etmenin caiz olmadığını savunmuştur. Başta İbn Batta el-Ukberî (ö. 387/997) olmak üzere kendi dönemindeki Hanbelîler üzerinde etkili olmuş ve mezhep içerisinde görüş ve ha­reketlerini benimseyenlere hususi olarak Berbehâriyye adı veril­miştir. [193]

 

4. Ebü'l-Kâsım el-Hırakî (ö. 334/945)

 

Bu dönemde eserleri İle Hanbelî doktrininin oluşumuna en bü­yük katkıyı yapanlardan biri ise Berbehârî'nin çağdaşı olup Büvey-hîler'in Bağdat'a girmelerinden önce burasını terkederek Şam'a gi­den Ebü'l-Kâsım el-Hırakî'dir (ö. 334/945).

Bizzat Ebû Bekir el-Merrüzî'nin (ö. 275/899) öğrencisi olan Hı­rakî, ayrıca mezhebin kurucu imamı Ahmed b. Hanbel'in oğulları Salih (ö. 266/880) ve Abdullah'ı da (ö. 290/903) tanıyordu. Şam'a geldikten kısa bir müddet sonra vefat eden Hırakî burada şehidler mezarlığına gömülmüştür. Henüz Hanbelîliğin Şam'da yeni kök salmaya başladığı bu dönemde önemli bir ziyaretgâh haline gelen kabri, İbn Kesîr'in (ö, 774/1373) zamanında hâlâ mevcut idi. [194]

Hanbelî fıkhına dair en önemli eseri, mezhebin ilk el kitabı ni­teliğindeki el-Mııhtasar'dıv. Tabakat kitaplarında başka eserleri de bulunduğu söylenmekle beraber henüz bunlar kayıp durumdadır.

Öğrencileri arasında Abdülazîz b. Haris ei-Temîmî (ö. 371/981), Hbu 1-Hüseyin İbn Sem'ûn (ö. 387/998), Abdullah b. Balta (ö. 387/ 998) ve Ebû Hafs el-Ukberî (ö, 387/998) gibi daha sonra mezhebin en meşhur âlimleri olan kişiler bulunmaktadır.

Hırakî ve esen cl-Mubltısar ile Hanbelî mezhebi kuruluş safha­sını tamamlamış ve artık başta bu eser olmak üzere mezhep bilgin­leri çeşitli seıh ve haşiyelerle doktrini geliştirmeye ve savunmaya başlamışlardır.[195]

 

C) Gelişme Dönemi

 

Hanbelî mezhebi kuruluş ve tedvin dönemini tamamladıktan sonra artık doktrinin temel eğilimleri berraklaşmış ve mezhebin te­mel metinleri üzerine şerh ve haşiyeler yazılmaya ve bunların eği­tim ve öğretimi ile ilgili çeşitli kurumlar oluşturulmaya başlanmış­tır. Biz bu dönemi mezhebin gelişme .safhası olarak değerlendiri­yoruz.

Uzun bir tarihi süreci kapsayan bu dönem İçerisinde mezhebin gelişimi sürekli olarak yükselen bîr grafik çizmemiş, tarihî ve siya­sî olayların da etkisi ile bazı İniş ve çıkışlar yaşanmıştır. Herhangi bîr devletin kabul ettiği resmî mezhebin genel yaklaşımları ve hü­kümleri, .söz konusu devletin hukukî ve idarî hayatının gelişmesi veya daralmasına etki etttiği gibi, bu durumun söz konusu mezhe­bin tarihî .seyrine de önemli tesirleri olur. Bu sebeple, Hanbelî mez­hebinin gelişme dönemini İslâm tarihinde hüküm sürmüş çeşitli devletlerin tarihi devreleri içerisinde incelemek, mezhebin geliş­mesini ve siyasal iktidarlarla İlişkilerini göstermek bakımından fay­dalı olacaktır.

Biz bu geniş safhayı Büveyhîler ötvvi Bağdat Abbasî hilâfetinin son iki yüzyılı, Memlükİer ve Osmanlılar devri olmak üzere çeşitli devreler İçerisinde inceleyeceğiz.[196]

 

1. Büveyhîler Devri (334-447/945-1055)

 

Aslen Mecûsîve putperest iken IV. (X.) yüzyıl başlarında İslâm'a girerek Şiîliği benimseyen Deylemliler'in zamanla İran ve Irak'taki bazı siyasî olaylarda etkin ro! oynamaya başlamaları, Büveyh'in Ebü'l-Hasan Ali, Ebû Ali Hasan ve Ahmed adındaki üç oğlunun Fars eyaleti, Hûzisian, İsfahan, Şîraz, Kirman ve Hazar denizi kıyılarını ele geçirmeleri ile sonuçlanmış, 334 (945) yılında ise daha sonra "Muîzüddevle" unvanını alan Ahmed'in Bağdat'a girmesi ile Bağdat Abbasî Hilâfeti tarihinde yeni bir dönem başlamıştır.

Bağdat'a girişten yaklaşık yüzyıl sonra ise, 440la f 1048) Selçuk­lulardan Çağrı Beyin (ö. 452/1060) oğlu ECavunJ Bey (o. 465/1072) Büveyhîler'tn hâkimiyeti altında bulunan Kirman bölgesine girerek onların nüfuzuna son vermiştir. Bunun üzerine Bağdat'la Büveyhî-ler'in çeşitli baskıları altında yaşayan Abbasî Halifesi Kâim-Biemril-lâh (ö. 467/1074), Tugaıl Bey'i (ö. 155/1063) Bağdal'a davet ede­rek kendisini Büveyhîler'den kurtarmasını istemiş ve bu davet so­nucu Tuğrul Bey 447'de (1055) Bağdat'a girerek âsileri cezalandır­mış ve Bağdat'taki 110 yıllık Büveyhî hâkimiyetine son vermiştir.[197]

Büveyhîler çeşitli iç siyasî mücadelelerle otoritesi gittikçe zayıf­layan Abbasî hilâfetinin devamına bazı siyasî sebeplerle ses çıkarmamıslarsa da Sünnî halk karşısında meşruluklarını ispat için ken­dilerini tarihî olarak Sâsânîler'e bağlamaya çalışmışlardır. Bunun sonucu olarak da kısa bir süre içerisinde Bağdat'ta Şiîler'le Sünnî­ler arasında mezhep mücadelesi başlamış ve bilhassa Muîzüddev-le'nin 10 Muharrem 352 (S Şubat 963) tarihinde bütün Bağdat hal­kının dükkânlarını kapatmalarını, herkesin siyahlar giyerek Hz. Hüseyin (o. 61/680) için matem tutmasını emretmesi[198] gibi karar­ları, Şiîler'le Sünnîler arasındaki geçimsizlikleri artırmıştır.

Siyasî olaylar açısından hareketli olduğu kadar, ilim ve kültür hayatı bakımından da hemen her dalda verimli gelişmelerin oldu­ğu bu dönemde, Hanbelî mezhebi mensuplarının hem siyasî tavır­ları hem de ortaya koydukları doktrinel literatür açısından diğer mezheplerle karşılaştırıldıkları zaman daha canlı ve güçlü bir du­rumda oldukları söylenebilir.[199] Zira, Bağdat'ta Büveyhîler tarafın­dan teşvik edilen İmâmî Şiîliği ile Mısır'da Fâtİmîler tarafından desteklenen Ismâilîliğin gelişmesi karşısında, daha kurucu mezhep imamlarının sağlığından beri Sünnî yapılanmanın sari ve imkânla­rı konusunda geniş bir tecrübeye sahip olan Hanbelî âlimleri canlı bir tartışma ortamına girmişlerdir. Bu sebeple, söz konusu dönem­de llanbelîlik fıkhı bir mezhep olmanın yanında politik bir muha­lefet grubu rolünü de üstlenerek hilâfet ve Sünnîliğin müdafaası İçin kurulmuş organizasyonların başında yer almıştır.

Bu devrede Hanbelî mezhebini siyasî ve ilmî alanda temsil eden ve hayadan biyografi kitaplarında geniş bir şekilde yer alan birçok bilgine rastlanmaktadır. Bunlardan birkaçını kısaca tanı­mak, mezhebin gelişim sürecini daha yakından takip edebilmek için yararlı olabilir.[200]

 

a) Ebû Bekir en-Neccâd (ö. 348/960)

 

Bu dönemde Hanbelî mezhebinin fıkhî görüşlerini ve karakte­ristik özelliklerini yansıtan müelliflerden biri olan Ebû Bekir en-Neccâd (ö. 348/960), Bağdat'ta Mansûr Camisindeki vaaz ve hadîs dersleri ile ünlüdür.

Ibn Hanbel'in oğlu Abdullah, Ebû Dâvûd es-Sİcİstânî ve ibra­him el-Harbî gibi hocalardan ders alan ve kendisinden de İbn Bat­ta, Ebû Hafs el-Ukberî ve Ibn Hâmid gibi meşhur Hanbelî âlimleri­nin rivayette bulunduğu Neccâd, İbn Hanbel'in el-Müsned'mi der­lemiş, ayrıca Kitâbü's-Sünenve Kitâbü İhtüâfi 'l-fukahâ adında iki eser kaleme almıştır.[201]

 

b) Ebü'l-Kasım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî (ö. 360/971)

 

Akka'da (Taberiye) doğan Ebü'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî (ö. 360/971), Ebû Zür'a ed-Dımaşkî (ö. 280/893) ve Ab­dullah b. Ahmed gibi Önemli Hanbelî imamlarından okumuş ve hadîs konusunda el-Mu'cemü'l-Kebîr[202] el-Evsat, [203] el-Asgar, [204] el-Evâillii[205] ve Müsnedü'ş-Şâmiyyîn[206] adında çeşitli eserler vermiştir. Yaşadığı dönemde birçok Hanbelî üzerinde etkili olan Taberânî'nin öğrencileri arasında İsfahan'ın meşhur hadîscisi ve Kitâbii'r-Red ale'l-Eş'anyyeadlı eserin yazarı Ebû Abdullah b. Mende de (ö. 395/1004) bulunmaktadır.[207]

 

c) Ebû Bekir Abdülazîz b. Caîer (Gulâmüİ-Hallâl) (ö. 363/974)

 

Bu dönemin Hanbelî tarihi açısından en önemli yanlarından bi­ri de birinci neslin başlattığı Ahmed b. Hanbel'in eser ve görüşleri­nin tedvini faaliyetlerine devam edilmesi ve bu uzun kolektif çalış­mada son noktanın bu devirde konulmuş olmasıdır. Bu konudaki en önemli çalışmayı ise Hallâl'ın öğrencisi olan Ebû Bekir Abdüla­zîz b. Cafer b. Ahmed b, Yezdâd el-Bağdâdî (ö. 363/974) yapmıştır. Gulâmü'l-Hallâl adıyla anılan Abdülaziz, hocası Hallâl ve Ebü'l-Kasım d-Hırakrcten sonra mezhebin ilk büyük fakihlerinden biri kabul edilir. En az yirmi meselede görüşleri hocası tarafından be­nimsenmiş ve bazı konularda ise Hırakî gibi selefleriyle ihtilâfa düşmüş olması, onun ilmî seviyesini göstermektedir. [208]

Ahmed b. Hanbel'in Kitâbü 'l-Emrini rivayet etmesi yanında birçok eseri de bulunan Ebû Bekir Abdülazîz b. Ca'fer, Hallâl'ın Ki-tâbü'l-Câmf'ıni şerhetmiş ve daha sonra da onu Zâdü'l-müsâfirile ikmal eylemiştir. [209]

 

d) Ebü'l-Hüseyin îbn Sem'ûn (ö. 387/997)

 

Hanbelî eğitimine rağmen kendisini kesin olarak herhangi bir mezhep içerisine yerleştirmek güç olan bilginlerden Ebü'l-Hüseyin ibn Sem'ûn (Ö. 387/997) Abdullah b. Ebû Dâvûd es-Sicistânî, Mu­hammed b. Muhalled ve tbn Ziyâd ed-Dımaşkî gibi hocalardan okumuştur. Hırakî'nin el-Muhtasar'ma bir şerh yazan îbn Sem'ûn'-dan Kadî Ebû Ali b. Ebû Mûsâ ve Ebû Muhammed el-Haüâl gibi Hanbelîler hadîs dinlemiştir.

Bağdat'taki Sünnî-Şiî tartışmalarının toplumsal barışı bozması üzerine Adudüddevle'nin (ö. 372/983) bu olaylardan vaizleri soııınılıı tutarak onların vaaz vermesini yasaklamış olmasına rağmen İbn Sem'ûn hu emre uymamış, Adudüddevle de onun hakkında rarcı olmamıştır.[210]

 

e) İbn Batkı el-Ukberî (ö. 387/997)

 

Büveyhî hakimiyetinin ilk yarım yüzyılı içerisinde Bağdat Han-belîleri'nin büyük isimlerinden biri de İbn Batta el-Ukberî'dir (ö. 387/997).

Hocaları arasında Muhammed b. Muhalled el-Attâr(ö. 331/942) ve Berbehârî gibi meşhur Hanbelîler bulunmasına rağmen o, ne Berbehârî gibi mücadeleci ne de çağdaşı İbn Sem'ûn gibi parlak bir vaizdir. Yaklaşık kırk yaşlarında inzivaya çekilen Ukberî'nin devlet başkanlığı İle ilgili Mes'eletü'l-baV ve mâ yebillü minbü ve mâ lâ yebillü, iman konusunda küçük ve büyük boyutta olmak üzere Ki-lâbü'ş-Şerb ve'l-ibâne 'alâ usûli's-sü?ıne ve'd-diyâne, Seb'ûne ha-dîsen frl-cihâd gibi eserleri bulunmaktadır.[211]

Ölümünü izleyen çeyrek asır boyunca birçok âlim üzerinde iz bırakan îbn Batta'nın etkilediği kişiler arasında Hırakî'nin el-Mub-tasar'ma bir şerh yazan Ebû Hafs el-Ukberî (ö. 387/997) [212] ile tbn Hanbel'in öğrencisi Kevsec'in bazı meselelerini şerheden Ebû Hafs el-Bermekî de (ö. 403/1012) [213] bulunmaktadır.

Bu arada, onun çağdaşlarından Ebû Abdullah Hasan b. Hâ-mid'in (ö. 403/1012-3) bazı fıkıh problemleri hakkında çeşitli fa-kihierîn görüşlerini anlattığı Kitâbü'l-Câmi'ft ihtilâf'iİ-fukabâadlı eseri Hanbelî mezhebinde sıkça kullanılmıştır. Ayrıca Hırakî'nin el-Muhtasar'ı üzerine de bir şerh yazan îbn Hâmid çeşitli eserleri ya­nında eğitim faaliyetleriyle de Hanbelîliğin gelişmesine önemli kat­kılarda bulunmuştur. Öğrencileri arasında Mısırlı bir Hanbelî olan Ebû Bekir er-Ruşnânî (ö. 401/1010) [214] İle yaşadığı dönemin Han­belî tarihine damgasını vurmuş olan Ebû Ya'lâ Muhammed b. Hü­seyin b. Muhammed el-Ferrâ da (Ö. 458/1066) bulunmaktadır. [215]

 

f) İbn Mende (ö. 395/1005)

 

Bu dönemde Bağdat dışındaki bazı merkezlerde de meşhur bir­çok llanbelî bilginin Usmesi Hanbelî mezhebinin canlılığını gös­termektedir. Bunlardan İsfahan'da özellikle; İbn Mende ailesinden yetişen âlimler bunun önemli bir kanıtıdır. Bu ailenin fertlerinden biri olan Ebû Abdullah Muhammed b. îshak b. Mende (ö. 395/ 1005) yaklaşık kırkbeş yıl hadîs toplamış ve bu maksatla Merv, Bu­hara, Mısır, Trablus ve Mekke gibi İslâm dünyasının birçok merke­zini dolaşmıştır.

Bu büyük hadis hafızı geride bıraktığı eserleri, yetiştirdiği öğ­rencileri ve bilhassa oğullan ile İsfahan bölgesinde önemli bir çe­kim merkezi meydana getirmiştir. Kur'an'm mahlûk olmadığını sa­vunan, bid'atçılığa karşı mücadele eden ve hadîslerin çeşitli illetle­rinin araştırılması üzerinde yoğunlaşan Ebû Abdullah, İctihad dere­cesine ulaşmış bir fakih olmasına rağmen, Ahmed b. Hanbel'in ha­dîs ve akîde alanındaki geleneğini devam ettirmesi sebebiyle fıkıh­ta da Hanbelî mezhebine nisbet edilmiştir.[216]

Önemli eserleri arasında Ma'rifetü's-sabâbe, Fethu'l-bâb fi'l-künâ ve'l-elkâb, KUâbü'l-îmân, [217] Kitâbü'r-Red 'ale'l-Cebmiyye, [218] Kitâbü't-Tevhîd ve ma'rifetü esmâiüâhi azze ve celle ve sıfâtihî 'ale'l-iüifâk ve't-teferrüd[219] gibi kitaplar bulunmaktadır. [220]

Muhammed b. Lshak'ın oğullarından Abdullah (ö. 462/1070) hakkında ayrıntılı bilgilere sahip bulunmamakla birlikte, Ebü'l-Ka-sim Abdurrahman'ın (ö. 470/1078) Vâsıt, Mekke, Nîşâbur ve He-medan gibi merkezlere ilim yolculukları yaptığı bilinmektedir. EhU i sünnet'i savunması ve bid'atlara karşı sert tavrı ile tanınan Abdur-rahman'ın et-Tânhu'l-müstahrec min kütübi'r-ricâl li'l-ma'rifead­lı tarih ve tabakat kitabı ile küçük bazı risaleleri günümüze ulaş­mıştır. [221]

Üçüncü oğul Abdüivehhûb'ın (ö. 475/1084) ise el-Fevâid[222] ve Ebâdîsü İbn Mende adlı eserleri bulunmaktadır. Ancak o, bu eser­lerinden ziyade oğlu Ebû Zekeriyyâ Yahya ile tanınmaktadır. Ha-dîsçi ve fıkıhçılığı yanında tarih ilmiyle de meşgul olan Yahya b. Abdüivehhâb'ın (ö. 511/1118) Hanbelî mezhebinin tarihi açısından önemli bir mevkii olan Menâkıbü'l-İmâm Ahmed b. Hanbel adlı eserinden ibn Receb Zeyl'mĞp yararlanmıştır. [223] Bunun dışında Cüz'ün fthi men 'âşe mieten ve 'ışrîne seneten mine's-sahâbe, [224] Târih u Esbehân ve Menâkıbü'î-'Abbâs gibi tarihle ilgili bazı eser­leri de bulunmaktadır. [225]

 

g) Ebû Ya'lâ el-Ferrâ (ö. 458/1066)

 

Bir hukukçu ve kadı olarak resmî görevleri yanında Kâim-Bi-emrilîâh dönemindeki (422-467/1031-1075) Sünnî düşüncenin ye­niden yapılanması politikaları içerisinde önemli bir rolü olan Ebû Ya'lâ el-Ferrâ (ö. 458/1066), içerisinden birçok âlimin yetiştiği bir aileden gelmektedir. Babası Hanefî mezhebine mensup bir fakih ve muhaddis, anne tarafından dedesi Ebü'l-Kasım îbn Hanîfâ mu-haddis, ağabeyi Ebû Hâzini ise Mu'tezüe mezhebine eğilimli bir muhaddistir.

On yaşında babasını kaybettiği sırada Hırakî'nin el-Muhtasafm-dan bazı bölümler okuyan Ebû Ya'lâ el-Ferrâ, hocasının da yönlen­dirmesiyle Hanbelî bilgini ibn Hâmid'le karşılaşmış ve bu süreç onun Hanbelî mezhebini benimsemesiyle neticelenmiştir. Başta de­desi İbn Hanîfâ, Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebü'l-Kâsım es-Saydelânî, Ebû Abdullah Ibnü'l-Bağdadî, Ebü'l-Hasan es-Sükkerî gibi birçok mu-haddisten okuyan Ebû Ya'lâ, hocası îbn Hâmid'in ölümünden son­ra onun meclisinde eğitim ve fetva vermeye başlamıştır.

Talebeleri arasında oğullan Ebü'l-Kasım Ubeydullah (ö. 469/ 1076), Tabakâtü'l-Hanâbile yazarı Ebü'l-Hüseyin Muhammed (ö. 526/1131) ve Ebû Hâzim (ö. 527/1132), Hatîb el-Bağdâdî, Ali b. Muhammed ed-Dâmeganî, Muhammed b. Ahmed eş-Şâşî, Ebü'l-Vefâ İbn Akîl, Ebü'l-Hattâb el-Kelvezânî ve İbnü'l-Bennâ el-Bağdâ­dî gibi birçok meşhur âlim bulunmaktadır.

Ebû Ya'lfı, Halife Kâim-Bıemrillâh'ın ısrarlı teklifleri üzerine Da-rülhilâfe, Harım, Harran ve Ilulvân kadılığı yapmıştır. Sağlam şah­siyeti, ilmî ehliyt-ti, zühd \'e (akvâsıyla halkın ve halifenin güveni­ni kazanan Ebû Ya'lâ, çeşitli füru konularında mezhep imamından farklı İctihadlarda bulunmuş ve bu yönelişi .sebebiyle bazı bilginler tarafından mutlak müetehid olarak nitelenmiştir.

Tefsir, fıkıh. usül~i fıkıh, ilm-i hilaf ve kelâm gibi çeşitli dallarda altmış civarında eseri olduğu rivayet edilen Ebû Yalâ'nın günümü­ze ulaşan kitaptan arasında en çok dikkati çekenlerden biri devle­tin esas teşkilât ve İdaresiyle ilgili el-Ahkâmivs-sultâniyye sidir.[226] Ayrıca onun ilm-i hilafla ilgili et-Ta'lıkul-kebîrfi'l-mesâiU'l-hilâfîy-ye beyne'l-eimme, çeşitli fürû, usul ve akaid konularıyla ilgili Kitâ-bü'r-Rivâyeteyn ve'l-vecheyn, Şerbu Mubta.sari'l-Hırak,îve Hanbe> lî usûl-i fıkhına dair günümüze ulaşan İlk Hanbeiî kitabı özelliğine sahip el-Uddejlusûli'l-fıkh ve el-Kifâye JT usûli'l-fıkh[227] gibi eser­leri bulunmaktadır. [228]

 

2. Bağdat Abbasî Halifeliğinin Son İki Yüzyılı (447-656/1055-1258)

 

Tarihî bakımdan bu dönem, Tuğrul Bey'in 447'de (1055) Bü-veyhîler'in Bağdat üzerindeki vesayetini kaldırmasından Cengiz Han'ın torunlarından Hülâgu'nun (ö. 663/1264) 656 (1258) yılında Halife Müsta'sım-Billâh'ı (o. 640-656) öldürüp Bağdat'ı yerle bir ederek Abbasî Hilâfeti'ne son vermesine kadar geçen iki yüzyıllık bir süreyi kapsar.

Bu devrede Abbasî halifeleri dünyevî yetkilerini Selçuklu sul­tanlarına devretmelerine rağmen manevî bir otorite olarak kendi­lerine saygı duyulmaya devam edilmiştir. Alparslan (456-465/1063-1072) ve Melikşah (465-485/1072-1092) zamanlarında Anado­lu'nun kapısı Türkler'e açılmış, Mekke ve Medine Şiî eğilimli Fâtı-mîler'in elinden kurtarılmıştır. Ancak Meliks.ah'ın Ölümü ile Büyük Selçuklu Devleti'nde  karışıklıklar başlamış ve bundan kısa bir müddet sonra Haçlılar 491'de (1098) Antakya, 492'de (1099) Kudüs ve 5O3'le (1109-1110) Trablus'u işgal ederek Suriye ve Filistin (in­lerinde görülmüşlerdir.[229]

Ayrıca, kuruluşundan itibaren siyasî niteliği ağır basan Şiîlik bu dönemde, birtakım tarihî ve siyasî şartlar ile bölgesel kültür ve inançların da etkisiyle en mutedil kolu olan Ca'feriyye-lsnâaşeriy-ye Şiîlİği'nden bir katiller şebekesi halini alan Bâtınîliğe kadar çok çeşitli ve karmaşık bir yapıya sahip bulunmakta idi.

Selçuklular zamanında bu gruplarla mücadele edebilmek için ilk önce halkın düşünce seviyesini yükseltmenin gerekli olduğu tesbit edilmiş ve bunun için sağlam bir alt yapı oluşturma faaliyeti­ne girişilerek 459 (1066) yılında Bağdat'tan başlamak üzere Belh, Nîşâbur, Herat, Isfahan, Basra, Merv, Musul gibi birçok şehirde Ni­zamiye medreseleri kurulmuştur. [230]

Bu eğitim faaliyetlerine Suriye'de Nûreddin Mahmud Zengî'nin kurduğu (541-569/1146-1173) Zengî hanedanı[231] Qe Mısır ve Filis­tin'de Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin (Ö. 589/1193) kurduğu Eyyûbîler Devleti döneminde[232] de devam edilmiştir.

Doğrudan doğruya devlet tarafından değilse de devlet idaresin­de nüfuzu bulunan bazı kişilerin kurduğu vakıflar aracılığı İle faali­yette bulunan bu medreseler talebe yetiştirerek, halkı eğiterek ve istekleri halinde devlet yetkililerine fetva vererek Selçukluiar'ın çe­şitli Şiî gruplarına karşı halifeyi destekleyici tutumlarına dinî ve fıkhî bir meşruiyet kazandırıyordu. Hatta bu medreselerde akîde ala­nında bir yandan Şîa ve Mutezile gibi Ehl-i sünnet dışı çeşitli grup­larla mücadele edilirken, diğer yandan da Ehl-i sünnet içerisinde bazı aşırı unsurlar taşıyan "eski Sünnllik'le (Hanbeiîiik) "yeni Sün­nîlik" (Eş'arîlik) arasında bir denge kurulmaya çalışıldığı da .sezil­mektedir. Bu dengenin sonuçları fıkıh sahasına daha kolay yansı­mış ve medreselerde vakfiye şartlarına da bağlı kalınarak özellikle Sünnî bir fıkıh mezhebi veya mezheplerine ait kitaplar okutulmuş-tur. Hemen hemen birçok alanda olduğu gibi fıkıh sahasında da verimli geçen bu süre içerisinde İslâm dünyasında çeşitli mezhep­lere mensup Ebû îshak eş-Şîrâzî (ö. 476/1083), tmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî (ö. 478/1085), Gazzâlî (ö. 505/ 1111), Begavî el-Ferrâ (ö. 516/1122), Zemahşerî (ö. 538/1143), Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210) ve Âmidî (ö. 631/1233) gibi büyük bilginler yetişmiştir.

Hanbelî mezhebinin gelişimi açısından altın çağ olarak kabul edilebilecek bu İki yüzyıllık dönemde, onlar akîde konusundaki geleneksel tutumlarını devam ettirmekle beraber, bilhassa fıkıh ve fıkıh usulü alanında dönemin Hanbelî imamları arasında bazı fark­lılıkların ortaya çıktığı görülür. Nizamiye medreselerinde Şafiîlik-Eş'arîlik, Mu'tezîle ve tasavvuf arasında şiddetii bir rekabetin hü­küm sürdüğü bu dönemde, Hanbeiîiik Bağdat ve Şam'da yoğun­laşmış ve vezir Ebu'l-Muzaffer İbn Hubeyre (Ö. 560/1165) gibi ba­zı resmî yetkililerle Abdülkâdir-i Geylânî (ö. 561/1165-66) gibi bü­yük sûfîlerin himayesinde kendini güçlendirmiş ve birçok yeni medreseye sahip olmuştur.[233]

Şimdi söz konusu bu dönemde yetişen ve Hanbelî doktrin ve li­teratürüne katkı yapmış olan önemli müelliflerden bazılarına kısa­ca işaret edilecektir.[234]

 

a) Şerîf Ebû Ca'fer d-Hâşimî (ö. 470/1077-8)

 

Bu dönemin tipik Hanbelî fakihlerinden biri Berbehârî ve Ibn Batta'nın aksiyon ve anlayışının takipçisi olan Şerîf Ebû Ca'fer el-Hâşimî'dir (ö. 470/1077-8) ve o selefleri gibi mütevazı, fakat müca­deleci ve bid'at ehline karşı çok sert idi.

Ebû Muhammed el-Hallâl, Ebû İshak el-Bermekî, Kadî Ebû Ya'lâ, Ebû Abdullah ed-Dâmeganî gibi fakih ve muhaddislerin ders halkalarında yetiden Ebû Ca'fer, Selef akidesi ve Abbasî hilâfetinin otoritesinin yeniden tesisi için çeşitli faaliyetlerde bulunmuş ve 460 (1068) yılında Nizamiye medresesinde Mu'tezile'nin fikirlerinin okutulmasına; 461"de Mu'tezile ve Hallâc-ı Mansûr'un (ö. 310/922) görüşlerine sempati duymakla itham edilen İbn Akîl'e, 464 yılında devlet görevlilerinin çeşitli yolsuzluklarına, 465'te yine Ibn Akîl'e ve nihayet 469'da Hanbelîliği tenkit eden ve onları tecsîm ile suç­layan Nizamiye medresesi hocalarından meşhur sûfî Kuşeyrî'nin oğlu Îbnü'l-Kuşeyrî'ye (ö. 514/1120) karşı yapılan halk hareketleri­ne Önderlik yapmıştır.[235]

Kitâbü Ruûsİ'l-mesâİfinde İbn Hanbel ile diğer fakihler arasın­daki görüş farklılıklarını açıklayan Ebû Ca'fer, Kitâbü Ba'dı fecîâ'il-i Ahmed ve târihi mezâhibihî adlı eserinde ise mezhebin kurucu imamının hayat ve faziletleri ile mezhebin tarihini anlatmıştır.[236]

 

b) Abdullah b. Muhammed el-Herevî (ö. 481/1089)

 

Bu dönemde Horasan bölgesinin önemii, İlim ve kültür merkez­lerinden Herat'ta Hanbelîliğin en katı taraftarlığını Iran asıllı hadîs-çi, tefsirci, şair ve meşhur bir mutasavvıf olan Ebû İsmail Abdullah b. Muhammed el-Ensârî el-Herevî'nin (ö. 481/1088-1089) yaptığı görülmektedir.

Ebû Mansûr el-Ezdî ve Ebü'1-Fazl Cârûdî gibi bilginlerden hadîs ve tefsir dersleri alan-Herevî, babasının tasavvufa olan ilgisi sebe­biyle devrin önemli mutasavvıflanyla tanışma imkânı bulmuştur. Gerek tasavvuf gerekse Hanbelî mezhebi hakkındaki derin bilgisi­ni Muhammed Takı es-Sicistânî'ye borçlu olan Herevî, Sicistânî'nîn ölümünden sonra Nîşâbur'a giderek Ebu'l-Abbas Muhammed b. Ya'kub el-Esamm'ın talebelerinden okumuştur.

Herat'ta on yıl hadîs dersi veren Herevî, bütün hayatı boyunca sadık bir Hanbeiî oİarak Seîef düşüncesini hâkim kılmak için mü­cadele etmiş, özellikle sıfatlar konusundaki görüşleri sebebiyle 430'da (1038) Mücessime ve Müşebbihe'ye mensup olmakla itham edilmiş, Eş'arî kelâm anlayışının baskın olduğu Selçuklu hâkimiye­ti döneminde bazı kelâmcılarla bir kısım halk tarafından sohbetle­ri engellenmiş ve bu sebeple 433-435 (1041-1043) yıllan arasında Şekivan'a sürgüne gönderilmiştir. 43H (1046) yılında bazı kişilerin şikâyeti üzerine Herai civarındaki Pûşenv'ck; altı ay hapis yalan He-revî, 445'te (1053) ve/.ir Ebû Nasr Kündürî'nin Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'i E.ş'arîler aleyhine tahrik etmesi sebebiyle kısa bir süre rahatlamışsa da bu durum Tuğrul Bey'in ölümü (455/1063) ve Ebû Nasr Kündürî'nin yerine Nizâmülmülk'ün (ö. 4B5/1O92) vezir ol­masıyla son bulmuştur.

462'de (1069) Halife Kâim-BiemriUâh'ın (422-467/1031-1075) kendisine bir hil'at göndermesiyle hayatının en parlak dönemi baş­layan Herevî, daha sonra da Halife Muktedî-Biemriliâh (467-487/ 1075-1094) tarafından değerli bir cübbe ile "şeyhülislâm, şeyhüşşu-yûh, zeynülülemâ" gibi yüksek unvanlarla taltif edilmiştir. 478 (1085) yılında kaynaklarda adı belirtilmeyen bir kelâma ile yaptı­ğı tartışma sebebiyle meydana gelen kavga sonunda Mâverâünne-hir'e gitmek zorunda kalmışsa da kısa bir süre sonra tekrar Herat'a dönmüştür.

îslâmî ilimlerdeki geniş kültürü, dâhiyane hafızası ve olağan üs­tü hitabet kabiliyeti ile inandığı değerleri tavizsiz bir biçimde savu­nan Herevî, çeşitli sürgün ve tutuklamalar içerisinde geçen hayatı boyunca verdiği mücadele açısından en önemli eseri, kelâm ilmi­nin ve kelâmcılann kötülenmesi ile ilgili Kitâbu Zemmi 'l-kelâm ve ehlibî[237] adlı eseridir. Ayrıca Kitâbü'l-Erbaîn jî delâili't-tevhîd,[238] Menâkibu'l-îmâm Ahmed b. Hanbel, Kitâbü'l-Fârûk jî's-stfât, Ki-tâbü'UHülâsa jî hadîsi "Küllü bid'atin dalâle", el-Kasîde fi'l-İ'ti-kâd adlı eserleri ile Hanbelı mezhebinin tarih ve doktrinine katkıda bulunmuştur. Ayrıca Arapça ve Farsça olarak çeşitli ahlâkî ve ta-savvufî konuları anlattığı birçok eser ve şiiri bulunmaktadır.[239]

 

c) Ebü'l-Ferec Abdülvâhid b. Muhammed eş-Şîrâzî (ö. 486/1094)

 

Dımaşk'ta Hanbelî mezhebinin ilk üstatlarından biri, kendisine birçok menkıbe ve keramet isnat edilen Ebû Salih Müflih b. Abdullah'lır (ö. 330/94 I ).[240] Ant ak Suriye ve Kilislin bölgesinde İfanbe-lîligin kesin olarak yerleşmesi ve kok salması Kbu'l-Feree Abdülvâ­hid b. Muhammed eş-Şîrâzî ed-Dımaskî (ö. 186/1094) sayesinde olmuştur.

Ataları Şîrazlı olmakla beraber kendisi Harran'da doğan Ebu'i-Ferec, Bağdat'ta Kadî Ebû Yaİâ'dan fıkıh okumuş, daha sonra da Dımaşk'a yerleşmiştir Ebuİ-Ferec eş-Şîrâzî'nİn soyundan gelenle­re "İbnu'l-Hanbelî sülâlesi" adı verilmiştir. Hanbelî fıkhına dair el-îzâh, el-Mübhic, el-Müntehab, akaidle ilgili et-Tebsıra fi usûli'ddîn[241] adlı kitapları bulunan Şîrâzî'nİn kabri önemli bir ziyaretgâh olup yanı başında meşhur Hanbelî biyograficisi Ibn Receb'İn (ö. 795/1393) mezarı bulunmaktadır. [242]

Şîrâzî'nİn oğlu Abdülvehhâb da (İbnu'l-Hanbelî) (ö. 536/1141-2) fakİh, müfessir ve etkili bir vaiz olup babasından sonra mezhe­bin imamı sayılmış ve Şâfiîler'in itirazlarına rağmen Dımaşk'ta Han-beliye Medresesi'nİ kurmuştur. Fıkha dair el-Müntehabfi'l-fıkh, el-Müfredât, el-Burhân jî usûli'd-dîn adında eserleri ve Eş'arîlİğe karşı bir reddiyesi bulunmaktadır. [243]

Aynı soydan gelen Ebu'l-Ferec Nâsıhuddin Abdurrrahman b. Necm b. Abdülvehhâb b. Abdülvâhid (ö. 634/1236) ise Bağdat, Musul, Isfahan, Hemedan ve Mısır gibi beldelerde hem tahsil gör­müş hem de vaizlik yapmıştır. Özellikle Şam Eyyûbî meliklerinin saygısını kazanan Ebu'l-Ferec, Kudüs'ün fethi sırasında Selâhaddİn (564-589/1169-1193) ile beraber bulunmuştur. Dönemin büyük Hanbelî fakihi Muvaffakuddin lbn Kudüme ile bazı konularda ihti­lâfa düşen Ebü'l-Ferec, ondan sonra Hanbelî imamı olmuştur. Eser­leri arasında Kitâbü Akyiseti'n-Nebîyyi'l-Mustafâ Muhammed, Ki­tâbü îstihrâci'l-ddâî mine'l-Kur'ani'l-Kerîm, Hanbelî biyografi ya­zarı Ibn Receb'in Kitâbü 'z-Zeyt'mdtt kendisinden oldukça yarar­landığı el-îstis'âd bi-men lakiytü min sâlihil-'ibâd j'İ'l-bilâd, Esbâbü'l-badîs, eî-hıcâdjı'l-cihâd, Târîhü'l-vu'âzgibi önemli kitapları bulunmaktadır.[244]

 

d) Ebü'I-Hattâb el-Kelvezânî (ö. 510/1116)

 

V, (XI.) asırdaki geleneksel Sünnî anlayışın yeniden doğuşunun mimarlarından biri de Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî'dir (ö. 510/1116). Ebû Ali el-Hicâzî (ö. 452/1060), Ebû Ali el-Cevherî (ö. 454/ 1062), Ebû Abdullah ed-Dâmeganî (ö. 478/1085) gibi hocalardan okuyan Kelvezânî, arkadaşı İbn Akîî İle beraber Ebû Ya'lâ'dan ders almış ve hatta yine beraberce Nizamiye Medresesi'nde Gazzâlî'nin derslerine katıldığı rivayet edilmiştir.

Onun en meşhur Öğrencisi ise Kâdirİyye tarikatının kurucusu ve koyu bir HanbeİÎ olan Abdülkâdir-i Geylânî'dİr (ö. 561/1165-66). Ebü'l-Hattâb'm Özellikle fıkıh usulünde Ebû Ya'lâ'nın el-Uddetsin-den sonra mezhebin ikinci büyük eseri kabul edilen et-Temhîd fî usûli'l-fıktiı daha sonra gelen hemen bütün Hanbelîler'in yararlan­dığı temel bir kaynak olmuştur. [245] Bu eserin HanbeİÎ usulü ve tari­hi açısından en Önemli özelliği, doğuşundan itibaren metot bakı­mından birbirinin en büyük rakibi olan Mu'tezile ve HanbeİÎ mez­heplerinin fikirleri arasındaki karşılıklı etkileşimi göstermesidir.

Kurucu imamdan kendi çağdaşlarına kadar hemen bütün Han­belîler'in Mu'tezile'ye karşı sert tavırlarına rağmen o, Mu'tezİle'nin önemli usulcülerinden Ebu'l-Hüseyin el-Basrî'nin (Ö. 436/1044) el-Mu'temedini[246] ezberleyecek derecede okumuş, hazmetmiş ve muhtemelen yaşadığı dönemdeki HanbeİÎ camiasının tepkisinden sakındığı için isim vermeksizin onun birçok paragrafını ya aynen ya da küçük tasarruflarla nakletmiştir. [247] Ayrıca onun, mezhebin H-. teratürü İçerisinde adı sıkça geçen ve çeşitli şerhlere konu olan el-Hidâye, hilafa dair el-Hilâfü kebîrve el-Hüâfü's-sagîrgibi birçok eseri bulunmaktadır. [248]

 

e) Ebü'1-Vefâ İbn Akil (ö. 513/1119-20)

 

Hayatı ve eserleri ile sadece HanbeİÎ mezhebinin değil, aynı za­manda islâm düşüncesinin de önemli bir devresine ışık tutan Ebu'1-Vefâ ibn Akîİ (ö. 513/1119-20), Ebû Yala et-Ferrâ ve Ebû Mu­hammed et-Temîmî (ö. 488/1095) gibi bazı HanbeİÎ bilginlerden okumuştur. Ancak onun hocaları arasında Ebu't-Tayyib et-Taberî (ö. 450/1058), Ebû Nasr es-Sabbâğ (ö. 477/1084) ve Ebû Ishak eş-Şîrâzî {ö. 478/1085-6) gibi Şafiî, Kadilkudât Ebû Abdullah ed-Dâ­meganî (ö. 478/1086) gibi Hanefî, Ebu'i-Kasım b. Berhân (ö. 456/ 1064) ve Ebû Ali b. Velîd (ö. 478/1086) gibi Mu'teziiîler de bulun­maktaydı. Bağdat'ta Cüveynî, Gazzâlî ve Ebu'l-Hattâb'm ilim halka­larına katılan îbn Akîl Kur'an ilimleri, hadîs, dilbilimleri, edebiyat ve tasavvuf gibi konularla ilgilenmiş, özellikle de vaizlik, fıkıh, ke­lâm ve cedel sahasında derinleşmişti.

Gençliğinde Mu'tezİle'nin görüşlerine ve Hallâc'm doktrinine ü-gi duyan İbn Akîl bu alâkasından dolayı Mansûr Camİİ'ndeki ders­leri sırasında bir grup Hanbelî'nin düşmanlığını üzerine çekmiş ve himayecisi Ebû Mansûr b. Yûsuf'un (ö. 460/1067-8) ölümünden sonra da bu grubun öfkesi sebebiyle 46l (1069) ve 465 (1073) yıl­larında Bağdat'ta bazı tartışmalar çıkmış ve bir süre saklanmak zo­r/unda kalmıştır.

Bu grubun elebaşılığını yapan Şerîf Ebû Ca'fer el-Hâşimî'nin ca­miinde 8 Muharrem 465 (24 Eylül 1072) tarihinde şahitler huzurun­da ve iki gün sonra da halifenin divanında Hallâc'm görüşleri ile bazı Mu'tezilî fikirler lehinde söyledikleri sözlerden rücû ettiğini belirterek İfadesinin altına imzasını atmıştır.[249]

475 (1082-3) yılında Eş'arîler'le Hanbelîler arasında çıkan olay­lar sebebiyle vaaz vermeyi bırakan îbn Akîl, 484 (1091-2) yılında Melikşah (465-485/1072-1092) ve Nizâmülmülk'ün (ö. 485/1092) Bağdat'a gelişlerinde çeşitli konular hakkında Hanbelîler'in görüş­lerini izah ederek bir anlamda onların avukatlığını yapmıştır.

Yaşadığı çeşitli sıkıntılara ve özellikle de bazı görüşlerinden rü-cu ettiğini açıklamak zorunda bırakılmasına rağmen o, insanları "khî konularda taklit ve taassuptan sakındırmıştır.

tbn Akîl'İn tefsir, fıkıh, usul, âdâb ve dil gibi çeşitli konulara da-ır ansiklopedik mahiyetteki Kitâbü'l-Fünûn, hukuk metodolojisiyIe İlgili el-Vâzıhjıtısûli'l-Jıkb, nıezhepler arası diyalektik uırtı.şma-lar hakkındaki Kitâbft l-Cedel alâ Utrikati'l-fukabâ gibi birçok eseri bulunmaktadır.[250]

 

f) Ebü'l-Muzaffer Avnüddin İlin Hübeyre (ö. 560/1165)

 

Bağdat Abbasî Hİlâfeti'nin son ikiyüz yılı içerisinde Hanbelî ta­rihi üzerinde büyük tesirleri bulunan kişilerden biri olan vezir Ebu'l-Muzaffer Avnüddin Yahya b. Muhammed b. Hübeyre (Ö. 560/1165), Ebû Bekir ed-Dîneverî (ö. 532/ 1138) ve Ebû Ya'lâ'nın oğlu ve Tabakâtü'l-Hanâbile'nm yazan Kadî Ebü'l-Hüseyin'den (ö. 526/1132) fıkıh dersleri almıştır. Ayrıca dönemin meşhur zâhid-lerinden Ebû Abdullah Muhammed b. Yahya ez-Zebîdî'nİn (ö. 555/1160) sohbetlerine katılmış ve ondan öylesine etkilenmiştir ki, Bağdat sokaklarında devesi üzerinde halka vaaz verirken İbn Hü­beyre onun devesini çekmiştir.

Birçok hocadan kıraat, fıkıh, hadîs ve diğer ilimleri tahsil eden Ibn Hübeyre, malî işlerle ilgili çeşitli görevlerden sonra 542'de (1147) zimâm divanı reisi olmuştur. Bu görevde iken, Bağdat'ın asayiş ve emniyetinden sorumlu (şahne) olan Mes'ûd el-Bİlâlî el-Habeşî'den halîfenin müşteki olduğunu bir mektupla Selçuklu Sul­tanı Mes'ûd'a (ö. 551/1156) bildirmiş ve mektubunda politik bir üs­lûp kullanarak Selçuklu sultanlarının Abbasî halifelerine karşı say­gılı olduklarını, burada sadece adı geçen şahıstan rahatsız olundu­ğunu belirtmiş ve Halife Müktefî-Liemrillâh'ın (530-555/1136-1160) arzusunun sultan tarafından yerine getirilmesini sağlamıştır. Ayrıca o, Muhammed Şah b. Mahmûd'un (ö. 554/ 1159) Bağdat muhasa­rasını kaldırması karşılığında istediği parayı vermemesi konusunda halifeye telkinlerde bulunarak bunun yerine bir hilâfet ordusu ku-aılması ve Muhammed Şah ile mücadele edilmesi gerektiğini sa­vunmuş ve hazırlanan bu orduyla da Muhammed Şah'ı 544 (1149) yılında mağlûp etmiştir.[251] Bu iki sebepten biri veya her İkisinin et­kisiyle Halife Muklefî tarafından 544 (1149) yılında vezir yapılan İbn Hübeyre, Halife Müstencid-Billâh (555-566/1160-1170) zama­nında da bu görevde kalmıştır.

557 (116i) yılında 1 lanbeiî akidesini ve fıkhını öğretmek için hir medrese kurarak şahsî kütüphanesini buraya vakfetmiş olan İbn Hübeyıe'nin hayalı boyunca lakip elliği politikasının temel amacı, sünnetin ve hilâfetin otoritesini yeniden inşa etmek olmuş­tur. Bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için bir taraftan hilâfeti Sel­çuklu sultanlarının kontrolünden kurtarmaya ve Nûreddin Mah-mud Zengî'yi (541-569/1146-1174) Mısırı Fâtımîler'den almaya teş­vik etmiş, diğer taraftan da bütün Sünnî halkı Ş.iîiiğin karşısında ve Hanbelî akîdesi etrafında toplamaya çalışmıştır.

Fıkıh, hadîs ve Arap dilinde otorite olan İbn Hübeyre'nin öğ­rencileri arasında Ebu'l-Ferec tbnü'l-Cevzî ve İbnü'l-Mâristâniyye de bulunmaktadır. Onun Buhârî ve Müslim'in Sahib'lerinin şerhiy­le ilgili el-lfsâh 'an me'âni'ş-sıhâh, İslâm'ın beş esası ile İlgili el-İbâdâtü'l'hams ve Kitâbü'l-İşrâf 'alâ mezâbibi'l-eşrâf, el-lzâh ve't-tebyîn fî ihtilâfi'l-e'immeti'l-müetehidîn, el-Muktesid, Urcûze fi'l-maksûr ve'l-memdûdgibi eserleri bulunmaktadır.[252]

 

g) Abdülkâdir-i Geylânî (ö. 561/1166)

 

Bu dönemde Hanbelî düşüncesine etki eden en Önemli isimler­den biri İse Kâdiriyye tarikatının kurucusu Şeyh Abdülkâdir-i Gey-lânî'dir(ö. 561/1166).

Gîlân eyaletine bağlı Neyf köyünde doğan Abdülkâdir tahsil için Bağdat'a gitmiş, burada Ebû Galib b. Bâkıllânî, Ca'fer es-Ser-râc, Ebû Bekir b. Sûsen gibi âlimlerden hadîs; Ebü'l-Hattâb el-Kel-vezânî, Ibn Akîl ve Kadî Ebû'l-Hüseyin el-Ferrâ gibi hukukçular­dan fıkıh; Zekeriyyâ et-Tebrîzî gibi dilcilerden edebiyat okumuş­tur.

Başlangıçta Şafiî mezhebine mensup olan Abdülkâdir, Bağdat'a geldikten sonra kendi mizacına daha uygun bulduğu Hanbelî mez­hebini tercih etmiştir. Bu arada Muhammed b. Müslim ed-Debbâs (ö. 525/1131) vasıtasıyla tasavvufa inlisap etmiş, daha sonra da tef­sir, hadîs, fıkıh ve nahiv gibi ilimleri okutmaya ve vaaz vermeye haşlamıştır.

Eserlerinde Ahmed b. Hanbel'in itikadı ve fıkhı yaklaşımlarım hararetle savunan Geylânînin, tasavvuf konusundaki bazı görüşle­ri ve şahsiyetiyle ilgili çeşitli menkıbeleri içerisine sokulmuş, tahrif­leri temizlemek oklukça güç gözükmektedir. Meselâ İbn Receb, Abdülkâdir-Î Geylânî hakkında yazılmış menâkıbnâmelerin en meşhur ve önemlisi olan İbn Cehzam adıyla tanınan Ebu'l-Hasan Ali b. Yûsuf Şattanûfî'nin (ö. 713/1314) Behcetü'l-esrâr ve ma'di-nü'l~envâr[253] adlı eserinin hurafe ve saçma sözlerle dolu olduğunu belirterek bunların Abdülkadir'e nisbet edilmesinin doğru olama­yacağını savunur.[254]

Bütün eserlerinde ve özellikle de el-Gunye adlı kitabında Han-belî mezhebine bağlılığını açıkça ortaya koyan Abdüikâdir, [255] "Mezheplerin en iyisi îmam Ahmed'in mezhebidir" demiş, hatta "imam Ahmed'in akidesi üzere bulunmayan evliya var mıdır?" so­rusuna, "Ne şimdiye kadar olmuştur, ne de bundan sonra olacak­tır" diyecek kadar mezhebine sıkı bir bağlılık göstermiştir. [256] Onun Hanbelî mezhebine bu derece bağlanması, İbn Teymiyye gibi meş­hur bir tasavvuf tenkitçisinin dahi takdirini kazanmasına etki etmiş olmalıdır. îbn Teymiyye onu "doğru yolda" olduklarını kabul ettiği Seleften Fudayl b. İyâz, ibrahim b. Ethem, Ma'rûf-i Kerhî ve Cü-neyd-i Bağdadî gibi meşhur mutasavvıflarla birlikte anmış ve bazı sözlerini yorumlamaya çalışmıştır[257]

Çocuklarından Ebû Abdullah Seyfeddin Abdülvehhâb (ö. 593/H96) Halîfe en-Nâsır (575-622/1180-1225) zamanında kadılık yapmış; Ebû Bekir Tâceddin Abdürrezzâk (ö. 603/1206) birçok ta­lebe yetiştirmiş; Ebû Salih Nasr (ö. 633/1235) ise Bağdat'ta kadılku-dât olmuştur.

Abdülkâdir-i Geylânî'ye nisbet edilen el-Gunye[258] adlı eserde ibadetlerin fazileti ve müslümanların günlük hayatıyla ilgili hal ve hareketlerine yer verilmiş, akaid konulan Selef akidesi esas alına­rak açıklanmıştır. Ayrıca onun vaaz ve konuşmaları ile mektupla­rından oluşan el-Fethu 'r-rabbânî ve 'l-feyzü 'r-rahmânî,[259] Fütû-hu 'l-gayb[260] ve Mektuba[261] gibi eserleri bulunmaktadır. [262]

 

h) Ebü'l-Ferec Îbnü'l-Cevzî (ö. 597/1200)

 

Bu dönemin en verimli Hanbelî müelliflerinden biri de şüphe­siz hukukçu, tefsird, hadîsçi, tarihçi ve vaiz kimliği ile Ebü'l-Ferec Ibnü'l-Cevzî'dir (ö. 597/ 1201).

fbnü't-Taberî el-Harîrî (ö. 531/1136), Ebû Mansûr el-Cevâlîkî (ö. 540/1145), Muhammed b. Nasır (ö. 550/1155), Abdülvehhâb el-Enmâtî (ö. 583/1187) ve İbn Akîl gibi dönemin meşhur bilginlerin­den dersler alan Îbnü'l-Cevzî, bunların dışında daha önceden ya­şayan ve Hilyetü'l-evHyâ[263] adlı eseri yazmış olan ŞâfİÎ-Eş'arî mez­hebine mensup Ebû Nuaym el-îsfahânî (ö. 430/1038) ve başlangıç­ta bir Hanbelî iken daha sonra Şafiî mezhebine geçen hadîsçi ve ta­rihçi Hatîb el-Bağdâdî'nin (ö. 463/1070-71) eserlerinden etkilen­miştir.

Gençlik yıllarında zühd hayatından-zevk alan Ebü'l-Ferec Îb­nü'l-Cevzî, Halife Muktefî (530-55/1136-60) döneminde özellikle hilâfetin yeniden eski otoritesine kavuşması politikasını savunan Hanbelî vezir İbn Hübeyre'nin (ö. 5Ö0/1165) himayesi altında va­izliğe başlamış ve yumuşak bir üslûpla yaptığı vaazlarına halife da-' hü birçok devlet adamının ilgi göstermesi sebebiyle onlarla ilişki­leri gün geçtikçe artmıştır.

Hanbelîliğin gelişmesiyle yakından ilgilenen Halife Müstazî-Bi-emrillâh (566-74/î 170-80) zamanında, medrese ve camideki eğitim ve öğretim faaliyetleri bakımından Bağdat'ın en etkili kişilerinden biri haline gelen İbnü'l-Cevzî, 567 (1171-2) yılında Selâhaddîn-İ Ey-yûbî'nin (ö. 589/1193) Fâtımîler'i mağlûp ederek Kahire'de yeniden Abbasî halifesi adına hutbe okutması üzerine bu olayı kutla­mak için en-Naşr cıld Avradında bir eser yazmış, yine aynı halife adına el-Misbâhu'l-nntdî JT deule/i'l-Mustadî' adında başka bir eser kaleme almıştır.

Sünnîler'le Şiîler arasındaki çekişmelerin henüz devam ettiği bu dönemde[264] tbnü'l-Cevzî'nin tesiriyle Bağdat'ta Hanbelîlik hakkın­da gelişen sempati diğer mezhep mensuplarının kıskançlıklarına sebep olmuşa benzemektedir.

Îbnü'l-Cevzî, Şiîliğe meylederek yeni bir politika takip etmeye başlayan Halîfe en-Nâsır (575-622/1179-1225) zamanında Hanbelî vezir Ebu'I-Muzaffer b. Yûnus'u (ö. 593/1197) destekleyerek az ve­ya çok politik sahnede yer almaya devam etmiştir. Vezir İbn Yû-nus'un azledilip tutuklanmasından ve 590 (1114) yılında Şiî tbnü'l-Kassâb'm vezir olarak atanmasından sonra İbnü'l-Cevzî'nİn göz­den düşme süreci başlamış ve aynı yıl geçerli herhangi bir sebep olmaksızın tutuklanarak göz hapsinde tutulmak üzere Vâsıt'a gön­derilmiş, burada beş yıl sürgün hayatı yaşadıktan sonra 595 (1198-9) yılında serbest bırakılmış ve yaklaşık iki yıl sonra Bağdat'ta ve­fat etmiştir.

Îbnü'l-Cevzî, Hanbelî mezhebinin temel diyalektik kitapların­dan olan Telbîsü İblîs'te sadece Hâricîlik, Mu'tezile, Râfıza gibi Sünnılîk'ten az veya çok dışarıda bulunan mezheplere değil, aynı zamanda îslâm akaidi ve hukuku içerisine çeşitli bid'atları sokmak­la suçladığı kelâma, hadîsçi ve fıkıhçılara, devlet adamlarına ve bu arada Ebû Tâlib el-Mekkî (ö. 386/996) ve Kuşeyrî (ö. 465/1072) gi­bi birçok mutasavvıfa karşı da sert tenkitler yöneltmiştir.[265]

Sadece öğrencileri yoluyla değil Kur'an, hadis, fıkıh, kelâm, ta­rih, tasavvuf, tıp, ahlâk ve Arap edebiyatı gibi pekçok alanda yaz­dığı 200'den fazla eseri ile dönemin kültürel hayatına büyük katkı­larda bulunan tbnü'l-Cevzî'nin Menâkıbü!l4mâm İbn Hanbel, el-Mezhebü'l-Ahmedfî mezhebi'l-îmâm Ahmedg\b\ biyografik nite- I Hktekİ eserleri Hanbelî mezhebinin kuruluş ve gelişimi açısından önemli kaynaklardır.

Ayrıca fıkıh ve usulle ilgili olarak Kitâbü Abkâmi'n-nisâ, el-B&' zirl-eşhebü'l-münkaddü 'ala mubâlifî'l-mezheb, et-Tahkîkfîeh dîsi'l-hilâf Minhâcü'l-vüsül, el-Uddefî 'nsüli'l-fıkh, fi'l-mfzâhibi'l-erba'a. es-Sirnt'l-nıasi'ııı fı'l-ferâiz, cl-jiisâfjt mesaili"l-bilâf, el-İbâdâlü f-bams, Lügatü 'i-fıkb, ct-Müzzc-heb fi l-ınczbcb, Meşbû kn 7-tnezheb, Ruûsii l-mesfuL Ta zîmu 'l-fel-frtgibi çeşitli eserleri bulunmaktadır.[266]

Halife Nasırdan (ö. 622/1225) .sonra Bağda! Abbasî Hilâfeti'nin Moğollar tarafından yıkılışına kadar ZâhirBiemrillâh (622-623/ 1225-1226), Müslansir (623-640/1226-12-12) ve Muştasını (640-656/1242-1258) olmak üzere üç halife gelmiştir. Yarım yüzyılı aşkın bu süre içerisinde Hanbelîliğin, önceki yüzyılda görülen gelişmeyle karşılaştırıldığı zaman yeni bir açılını göstermemekle beraber yi­ne de seviyeli eserler veren birçok bilgine sahip olduğu ve onların az veya çok aktif politika içerisinde yer aldıkları görülür. Bu arada Hanbelîler'in diğer mezheplere karşı açık bir ü.stünlükleri olmayıp eğitim kuruluşlarında ve resmî dairelerde diğer üç Sünnî mezhebin sahip olduğu her tür imkâna onlar da sahip bulunuyordu.

Bu dönemde Bağdat'ta eserleri veya dinî ya da siyasî yönelişle­ri itibariyle mezhebin tarihinde etkili şahsiyetlerden biri olan Ib-nü'l-Mâristâniyye adıyla anılan Ubeydullah b. Ali el-Bağdâdî (ö. 599/1203) Kur'an, hadîs, fıkıh ve dilbilimden başka tıp, mantık, fel­sefe ve astronomi gibi İlimlerle de İlgilenmiştir. Bağdat'ta Dârülilim adında bir ev inşa ederek burayı ilmî bir merkez haline getirmiş ise de muhtemelen siyasî ve mezhebi çekişmeler sebebiyle burasına içerisindeki kitaplar ve diğer müştemilâtı ile beraber el konulmuş ve Ibnü'l-Mârİstâniyye de bir süre Mâristan'da hapse atılmıştır. DÎ-vânü'l-İslâm fî târihi dâri's-selâm adında Bağdat tarihi ile ilgili bir eseri bulunmakla beraber özellikle hadîsçiler onu cerhetmişlerdir.[267]

Abbasî Hilâfeti'nin son yarım yüzyılında yaşamış önemli bir fa-kih ve usulcü olan İsmail b. Ali el-Ezcî el-Me'mûnî'nih (ö. 610/ 1213) hilaf ve cedel ilmiyle ilgili el-Müfredât, Cennetti'n-nâzır ve cünnetü 1-münâzır adlı eserleri bulunmaktadır.[268]

Abdurrahman b. Ömer b. Gazzâl (ö. 615/1218) ise Hallâc'm gö­mülerini benimsemiş ve İbn Akîl'in daha önceden savunup da son­radan rücû ettiği iddialarını bu konuda delil getirmiş bir Hanbelîdir.[269]

Önemli bir fakih olan Muhammed b. Abdullah es-SâmeiTÎ (ö. 6l6/1219) İse, Sâmerrâ ve Bağdat'ta kadılık ve muhtesiblik gibi res­mî görevlerde bulunmuş, fıkıhta el-Mûstev'ib, ferâiz konusunda ise el-Furûkvit el-Büstânaâh iki eser yazmıştır. [270]

Mezhepler arası tartışmalı konulan iyi bilen, tefsir, fıkıh, dilbi­lim ve matematik gibi çeşitli ilimlerde önemli bir mevkiye sahip olan Ebu'1-Beka Abdullah b. Hüseyin el-Ukberî'nin (ö. 616/1219) fıkıh ve usulle İlgili et-Ta'lîk fî mesaili'l-hilâf, Şerhu'l-Hidâye li-Ebiİ-Hattâb, el-Merâm fî nihâyeti'l-ahkâm, Mezâbibü'l-fukahâ, en-Nâhİdfî 'ilmi'l-ferâid, Bülgatü'r-râid fîilmi'l-ferâid, Şerhu Lu-gati'l-fıkb gibi kitapları bulunmaktadır. [271]

Mutasavvıf, fakih ve amansız bir cedelci olan Ubeydullah Ishak b. Ahmed el-Ulsî (ö. 634/1236-7) ise Halife Nâsır'ı politikalan, 1b-nü'1-Cevzî'yi de sıfatlar konusunda te'vil ehline meyletmesi sebe­biyle tenkit etmiş ve bunlar hakkında çeşitli risaleler yazmıştır. Ka­tı bir Hanbelî olan Ulsî, bazı fakihleri verdikleri aıhsatlardan dola­yı tenkit etmiş, emir bi'1-ma'rûf ve nehiy ani'l-münker konusunda çok titiz davranmış ve hatta bu sebeple bir süre hapis yatmıştır. [272]

Bu dönemde zikredilmesi gereken meşhur Hanbelîler'den biri de Ebü'l-Ferec Ibnü'l-Cevzî'nin oğlu Muhyiddin lakabıyla meşhur Yûsuf b. Abdurrahman b. Ali el-Cevzî'dir (ö. 656/1258). Babası öl­düğü zaman on yedi yaşmda olan Muhyiddin önce Bağdat muhte-sibliğine, daha sonra da babasının yerine vaizliğe başlamış ve bil­hassa devlet adamları tarafından konuşmaları ilgiyle takip edilmiş-Ür. [273] Halife Zâhir'in (ö. 623/1226) ölümünden kısa bir süre önce Muhyiddin, Şam ve Mısır'a elçi olarak gönderilmiş ve bu süre içe­risinde birçok Hanbelî medresesinin kurulmasına vesile olmuştur.[274] Halife Müstansır (623-640/1226-1242) döneminde büyük tö­renlerle açılan ve İslâm eğilim tarihi açısından önemli bir mevkiye sahip olan Musiansıriyye Mcdresesi'nde [275] Hanbelî fıkıh hocası olarak görev yapan Muhyiddin, Bağdat'ın Moğollar tarafından iş­gali sırasında üç oğlu ile beraber şehid edilmiştir[276]

Bu arada, Zengîler (521/629/1127-1222) ve Eyyûbîler (564-650/1169-1252) devrinde ise, Dımaşk'ta Ben Müneccâ ve Filistin kökenli Benû Kudâme aileleri yetiştirdikleri bilginlerle ünlüdür.

Benû Müneccâ ailesinden Es'ad b. Müneccâ b. Berekât (ö. 606/1209), Bağdat ve Dımaşk'ta birçok hocadan okumuş, Nûred-din Zengî'nin devletinin son döneminde Harran kadılığı görevinde bulunmuştur. Kendi soyundan birçok bilginin yetiştiği Es'ad, Ab-dülvehhâb b. Ebü'l-Ferec eş-Şîrâzî'nİn öğrencisi, Muvaffakuddin ibn Kudâme'nin İse hocası olmuştur. Fıkha dair el-Kifâye fî Şerhi'l-Hidâye, el-Hulâsa fi'l-fıkb ve el-Umde fi'lfîkh adlı eserleri bulun­maktadır. [277]

Es'ad'ın iki oğlundan Şemseddin Ömer Ibnü'l-Müneccâ Harran kadısı olmuş, [278] diğer oğlu İzzeddin Osman b. Ibnü'l-Müneccâ İse iyi bir hadîs ve fıkıh eğitim almış ve kurduğu pekçok vakıfla Suri­ye Hanbelîliği'nİn gelişmesine hizmet etmiştir. [279]

izzeddin Osman da arkada iki oğul bırakmış, bunlardan büyük kardeş Sadreddin Ebu'1-Feth Es'ad Ibnü'l-Müneccâ (ö. 657/1259) zengin ve etkili bir kişi olup Şam'da yeni bir Hanbelî medresesi olan Sadriye'yi kurmuş, [280]küçük kardeş Zeynüddin b. Müneccâ ise (ö. 695/1295) önemli bir müfessir, fakih ve dilci olup Hanbeliyye, Sadriyye medreselerinde ve Ümeyye Camü'nde dersler vermiştîr.[281] Dinleyicileri arasında îbn Teymİyye ve Irak fakihi Abdullah İl Mıîhammed ez-Züreyrâtî (ö. 729/1528) gibi Önemli bilginler bu­lunan Zeynüddin'in gocuklarından Şerefeddiiı Muhanımed h; Mü-rteccâ (ö. 724/1323) ileride tbn Teymiyye'nin en sadık talebelerinden biri olduğu gibi, [282] Alâeddin Ali Îbnü'l-Müneccâ da Cö. 75O/Î349) kendi döneminde Suriye Ilanbelî kadılkudâtı tayin edil­miştir. [283]

Filistin'in Nablus şehrine bağlı Cemmâil beldesindeki Kudâme b. Mikdâm b. Nasr'ın ailesi ise V. (XI.) asırdan X. (XVI.) asra kadar bilhassa Hanbelî tarihine damgasını vurmuştur. 492'de (1099) Haç-lılar'ın Kudüs'ü işgalinden sonra ailenin feıtleri, başlarında daha Önceden Dımaşk'ta okumuş olan Ahmed b. Muhammed b. Kudâ­me (ö. 558/1163) olduğu halde 551 (1156) yılında Dımaşk'a hicret ederek burada mescid ve medreseleriyie ünlü Sâlihiyye mahallesi­ni kurmuşlardır.

Abbasî Hilaf'eti'nin son ikiyüz yılma tekabül eden zaman dilimi içerisinde bu aileden Ebû Muhammed Takıyyüddin Abdülganî b. Abdülvâhid b. Ali el-Cemmâilî (ö. 600/1203), Ebû Ömer Muham­med b. Ahmed b. Kudâme (ö. 607/1210), Ebu'l-Hasan Şerefeddin Ahmed b. UbeyduIIah b. Ahmed b. Kudâme (ö. 613/ 1217), Muvaf-fakuddin Abdullah b. Ahmed (ö. 620/1223) ve Ebû Abbas Seyfed-din Ahmed b. îsâ b. Abdullah (Ö. 643/1245) gibi âlimler yetişmiş­tir. [284]

Bu isimlerden özellikle Takıyyüddin Abdülganî b. Abdülvâhid ile Muvaf'fakuddin Abdullah b. Ahmed eserleri ve mücadeleleri açısından Hanbelî tarihinde çok önemli bir yere sahiptirler.[285]

 

ı) Abdülganî b. Abdülvâhid el-Cemmâilî (ö. 600/1203)

 

Cemmâil köyünde doğup ailesi ile birlikte küçük yaşta Dı-maşk'a gelen Ebû Muhammed Takıyyüddin Abdülganî b. Abdülvâ­hid, ilk eğitimini Cemmâil hatibi Ahmed b. Muhammed b. Kudâmeçler» almış, 561 (1165-66) yılında Bağdat'la Abdülkâdir-i Geylâ-nî ve diğer âlimlerinden dön yıl süreyle çesiili ilimler lahsil etlikten sonra Dımaşk, Kahire. İskenderiye ve İsfahan'a girmiştir.

Eşarîliğe muhalefeti, sûfî hayal tarzı ve sert tabiatı ile meşhur olan Cemmâilî, İsfahan'da iken Ebû Nuaym el-İsfahânî'nİn (ö. 430/1038) Marifetü's-sahâbe adlı kitabında 190 kadar hata bul­duğunu söylemesi üzerine Ebû Nuaym'in taraftarlarını kızdırmış ve burasını gizlice terketmek zorunda kalmıştır. Musul'da Ebû Ca'fer Muhammed b. Ömer e!-Ukaylî'nin (ö. 322/934) Ebû Hanîfe aley­hindeki rivayetlerle dolu el-Cerh ve't-ta'dîl[286] adlı kitabını okuttu­ğu iyin Hanefîler'i öfkelendirmiş ve bu sebeple hapse atılmıştır. Dı-maşk Camii'nde verdiği hadîs derslerini kıskanan diğer bazı mez­hep mensupları ile Kadı Îbnü'z-Zekî Muhyîddin Muhammed b. Ali ve hatib Zİyâeddin Abdülmelİk b. Zeyd ed-Devlaî tarafından 596 (1199-1200) yılında şikâyeti üzerine şehri terketmesi istenmiş ve Önce Ba'lebek daha sonra da Mısır'a gitmiştir, Mısır'daki bazı Şafiî fakihler ise onun Mücessime taraftan olduğunu ve halkın itikadına zarar verdiğini ileri sürerek idamını talep etmişler, bu iddia üzerine onun Mağrib'e sürgün edilmesi kararlaştırılmış, fakat sürgünden önce vefat etmiştir.

Ahmed b. Hanbel'in itikadı görüşlerine sıkı sıkıya bağlı olan ve bunları her oltamda korkusuzca savunan Cemmâilî, özellikte sıfat­lar hakkındaki görüşlerinden dolayı teşbihle İtham edilmiştir.

Ahkâmla ilgili 420 kadar hadîsi konularına göre sıralayarak bir araya getirdiği el-Umde fi'l-abkâm fî meâlimi'l-helâl ve'l-barâm, Ahmed b. Hanbel'in halku'l-Kur'an meselesinden dolayı çektiği eziyetleri anlattığı el-Mibne an İmâmı Ehli's-sünne ve kâ'idihim üe'l-cenne, en-Nasîba fi'l-ed'iyeti's-sabîba, [287] Sîretü 'n-nebî ve as-bâbühü'l-aşere, [288] el-Kemâl fî esmâir-ricâl veya el-Kemâl jî ma'rifeti'r-ricât; [289] el-Misbâb 'ıtyûni'l-ebâdîsrs-sıhâh[290] ve başta hadîs olmak üzere çeşitli kelâm konulan ile bazı şahıs ve zaman­ların faziletine dair birçok eseri bulunmaktadır.[291]

 

i) Muvaffakuddin İbn Kudâme (ö. 620/1223)

 

Cemmâilî ile aynı aile ve ilmî gelenekten gelip Hanbelî literatü­rüne çok büyük katkılarda bulunan Kudâme ailesinin bir diğer fer­di Muvaffakuddin İbn Kudâme'dİr (ö. 620/1223)-

ilk eğitimini Dımaşk'ta babasından ve diğer hocalardan alarak mezhebin birçok muhtasar metnini ezberleyen Muvaffakuddin, 561 (1165-6) yılında teyzesinin oğlu Abdülganî b. Abdülvâhid ile birlikte Bağdat'a giderek o günün Hanbelî İmamı Abdülkâdir-i Geylânî'den ders almıştır. Geylânî'nin Ölümü sebebiyle çok kısa süren bu dönemde Muvaffakuddin, hocasından tasavvuf hırkası giymiş ve onun tasavvuf anlayışını sürdürmüştür. [292] Daha sonra tb-nü'1-Mennî (ö. 583/1187) ve İbnü'l-Cevzî (ö. 597/1200) başta ol­mak üzere Bağdat'ın birçok meşhur hocasından okuyan Muvaffa­kuddin, Dımaşk'a döndükten sonra Hanbelî mezhebinin imamı olmuş, hatta tbn Teymiyye'ye göre Şam'a Evzâî'den (ö. 157/774) sonra ondan daha fakih biri gelmemiştir. [293]

Haçlılarla yapılan mücadelelere bilfiil katılan Muvaffakuddin Dımaşk'taki eğitim ve öğretim faaliyetleri yanında eserleriyle de Hanbelî literatürüne büyük katkılarda bulunmuştur. Fıkıh ve usul­le ilgili eserleri arasında, başlangıç seviyesindeki fıkıh öğrencileri için el-Umde fi'l-fıkhi'l-Hanbelt, orta seviyedeki el-M.uk.nl1 ve el-Kâft, Hırakî'nin el-Muhtasafı üzerine sade bir dille yazdığı ve İs­lâm hukukunun en güzel şekilde tanzim edildiği eserlerden biri olan el-Muknî, büyük Ölçüde Gazzâlî'nin el-Müstasfâ adlı fıkıh usulünden yararlanarak yazdığı Ravzatü'n-nâztr ve cünnetü'l-münâzır fî usûlî'l-fıkh adlı kitapları bulunmaktadır. Ayrıca, tbn Akîl'in tövbe etmeden önceki kelâm ve tasavvuf hakkındaki görüş­lerinin tenkidi için yazdığı Tahrîmü'n-nazarfî kütübi ehli'l-kelâm, [294] Kitâhü't-Tewâb[295] Lûm'atü'l-i'tîkâd, [296] Münazara fi'I-Kıtr'an (Rİyad 1989), el ~İstibsâr fî nesebi sahabe mine'l-ensâr[297] et-TebyînJîensâbi'l-Kureşiyyînt [298]gibi tefsir, hadîs, fıkıh ve kelâma dair birçok eseri bulunmaktadır. [299]

 

j) Fahreddîn Muhammed b. Teymiyye (Ö. 622/1225)

 

İslâm öncesi ve sonrasında önemli bir ilim ve kültür merkezi olan Harran'da Hanbelî mezhebi büyük temsilcilerini yetiştirmiştir. Bunlardan biri Ebu'I-Hasan Ali b. Amr b. Ali el-Harrânî'dİr (ö. 488/1095). [300] Ancak bu bölgede en meşhur Hanbelî bilginleri özel-îikle Benû Teymiyye ailesinden yetişmiş ve bu bilginler hem Harran'ın kültür tarihine hem de Hanbelî mezhebinin gelişimine bü­yük katkılarda bulunmuştur.

Bu ailenin fertlerinden fakih, müfessir ve hatip olan Fahreddin Muhammed b. Hıdır b. Muhammed b. Teymiyye (ö. 622/1225) Bağdat'ta Ali Ebu'i-Feth İbnü'l-Mennî, Ali Ahmed b. Ebü'1-Vefâ ve Ebu'l-Ferec İbnü'l-Cevzî gibi bilginlerden okumuş, memleketine döndükten sonra en-Nûriyye Medresesi'nde eğitim ve öğretim fa­aliyetlerine, Harran büyük camiinde İse İmam ve hatipliğe başla­mış, ayrıca Harran'da bizzat kendisi de bir medrese kurmuş, Dı-maşk'ın meşhur Hanbelî İmamı Muvaffakuddin İbn Kudâme İle çe­şitli konularda mektuplaşarak tartışmışlardır. [301]

Eserleri arasında et-Tefsıru 'l-kebîr adında büyük bir tefsir ile Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî'nin el-Hidâye'sİ üzerine yaptığı bir şerh bulunmaktadır. [302] Ölümünden sonra, yine bir Hanbelî bilgini olan oğlu Abdülgam b.  Muhammed b. Teymiyye ei-Harrânî (ö. 639/ İ241) onun yerine geçerek aynı görevleri yerine getirmiştir.[303]

Fahreddin'in kardeşinin oğlvı ve Takıyyüddin İbn Teymiyye'nin de dedesi olan müfessir, muhaddis ve fakih Mecdüddin Ebü'l-Be-rekât Abdüsselâm b. Abdullah b. Hıdr b. Teymiyye (6. 653/1255) ise Bağdat'ta altı yıl çeşitli ilimleri tahsil etmiş ve daha sonra mem­leketine dönerek burada eğitim ve Öğretim faaliyetlerinde bulunmuştur.

Mecdüddin'nin eserleri arasında fıkıh ve usulle ilgili el-Muhar-rer fi'l-fikh alâ mezhebi'İ-îmâm Ahmed b. Hanbel, el-Müntekâ min ehâdîsi'l-ahkâm an hayri'l-enâm, yarım bıraktığı ve daha sonra oğlu Şehâbeddin ve torunu Takiyyüddin tarafından tamam­lanan el-Müsevvede fî ıısûli'l-fıkh bulunmaktadır.[304]

Öte yandan, Hanbeiî mezhebinin bu dönemde Irak, Suriye ve Filistin bölgelerinde gösterdiği canlılığa ilâve olarak Eyyûbîler dev­rinde (564-648/1169-1250) özellikle Şafiî ve Mâlikî mezheplerinin hâkim olduğu Mısır bölgesinde de yayıldığı görülmektedir.

Mısır'da Hanbeİîligin İlk kurumsal gelişmesi Dımaşk'ta Ebu'l-Ferec eş-Şîrâzînin torunlarından tzzeddin tbn Abdülvehhâb'm Mı­sır'a gitmesi ve burada bir medrese kurması ile başlatılabilir.[305] Da­ha sonra buradaki en Önemli Hanbeiî temsilcisi Dımaşk'ta doğup yetişmiş olan müfessir, fakih ve vaiz Zeynuddin Ali b. İbrahim b. Necâ'dır (ö. 599/1202-3).

Nûreddİn Zengî'nin hizmetine giren Zeynuddin, 569 (1173) yı­lında Eyyûbî Devleti'nİ ele geçirme planlan yapan Şiî Umâre el-Ye-nıenî (ö. 569/1174) ve arkadaşlarının düşüncelerini Selahâddin'e haber vermiş ve bu sebeple onun güvenini kazanmış, Kudüs'ün 1 laçhlar'dan geri alınması sırasında da onun yanında bulunmuş­tur. [306] Ancak o, Kahire'de özellikle kendisi gibi vaiz olup Mısır hü­kümdarları üzerinde nüfuzu bulunan ve Gazzâlî'nin öğrencilerin­den Muhammed b. Yahya'nın (ö. 548/1153) arkadaşı olan Şafiî-Es'arî ekolüne mensup Şehâbeddin el-Tûsî (ö. 596/1199) ile çeşitli tartışmalarda bulunmuş ve muhtemelen bu tartışmaların toplumda  doğurduğu olumsuzluklar sebebiyle 595 U 198) yılında Eyyûbî Kmîri d-Mdikü'l-Azîz (ö. 595/î 198) Hanbelîler'i Mısır'dan çıkarma kuran almış, ancak bu karardan kısa bir süıv sonra ölmesi üzerine bu plan gerçekleşmemiştir.[307]

Bu olaylara rağmen Ilanbelİlik Suriye'deki kadar olmasa da Mı­sır'da varlığını sürdürmeye devam etmiştir, Meselâ, el-Mdikü's-Sâ-lih Necmeddin Eyyûb (637-647/1240-1249) döneminde ve 639-643 yılları arasında inşa edilen Sâlİhiyye Medresesi'nde Hanbeiî doktri­ni diğer üç Sünnî mezheple beraber okutulmuştur. Yine bu bu dev­rede Hanbeiî mezhebine mensup Şemseddin Muhammed el-Mak-disî'nin (ö. 676/1277) Mısır'da çok önemli mevkilere yükseldiği gö­rülmektedir.

Takıyyüddin Abdülga'nî b. Abdülvâhid'İn küçük kardeşi ve Dı­maşk'ta Muvaffakuddin tbn Kudâme ile beraber Hanbeiî imamlığı yapan meşhur fıkıhçı ve haciîsçi Imâdüddin el-Makdisî'nin (ö. 614/1217)223 oğlu olan[308] Şemseddin, Dsmaşk ve Bağdat'ta tahsilini tamamlamış, 640 (1242) yılından sonra Mısır'a yerleşmiş ve 663'te (1264) kendisine Mısır'ın ilk Hanbeiî kadilkudât unvanı verilmiş, ayrıca bîr süre Kahire'de Dâru Saîdü's-süedâ hankahınm başına ge­tirilmiştir. [309] Onun bu iki kurumun başına getirilmesi Hanbeİîligin Mısır'da elde ettiği gelişmeyi açıkça göstermektedir. Ne var ki, Mı­sır'da Hanbeİîligin gelişmesi istikrarlı bir şekilde olmayıp meydana gelen hemen her siyasî olayın onlar üzerinde az veya çok, olumlu veya olumsuz etkisi olmuştur.

Moğolların Bağdat'tan sonra Suriye'ye yönelmeleri ve 658 (1260) yılında Aynİcâlûl mevkiinde Memlûk ordularıyla yapılan sa­vaşı kaybetmeleri ise[310] Suriye ve Mısır'ın Baybars'ın (1260-1277) hâkimiyeti altında birleşmesi kapısını açmış ve bir taraftan Moğol tahribi ile Bağdat Hanbelîliği sona ererken diğer taraftan Memlük-ler'in nüfuzu altındaki Dımaşk ve Kahire'de Hanbeiî mezhebi yeni filizler vermeye devam etmiştir. [311]

 

3- Memlükler Devri (648-922/1250-1517)

 

Bağdat'ın Moğollar tarafından işgalinden sonra, şüphesiz Han-bdîlik bu bölgede hemen silinmemiş, Hülâgü (ö. 663/1265) ile başlayan ilhanlılar devrinde (1256-1335) bu mezhep Bağdat'ta Ali b. Muhammed eş-Şehrâyânî (ö. 672/1273)[312] Abdüssamed b. Ah-med el-Bağdâdî (ö. 676/1277), [313] Muhammed b. Abdülmuhsin el-Ezcî (ö. 728/1327) [314] ve Abdullah b. Muhammed ez-Züreyrâtî (ö. 729/1328) [315] gibi fakih, hadisçi ve kelâma temsilciler tarafından yayılmaya devam etmiştir. Ne var ki, bu işgal sonunda Bağdat ha­rap olmuş ve kendisine yüzyıllardır Sünnî hilâfetin merkezi olma imtiyazını veren dinî ve ilmî üstünlüğünü kaybederek basit bîr eya­let merkezi haline gelmiştir. Bu sırada, Kutuz'un 658 (1260) yılında Aynîcâlût'ta Moğolları bozguna uğratmasıyla kuruluşunu tamamla­yan Mısır Memlükleri, Iran Moğoltarı ile Filistin ve Suriye Frankları karşısında, Bağdat'ın düşmesiyle ortaya çıkan Sünnî dünyanın li­derliği hususundaki boşluğu doldurmaya başlamışlardır. [316]

Memlûk Devleti'nin kaynağını el-Melikü's-Sâlih Eyyûb'un (637-47/1240-49) muhafızlarından oluşan Türk asıllı köleler oluştur­maktaydı. Onun ölümünden sonra ortaya çıkan taht kavgasından yararlanan Şecerüddin (ö. 648/1250) ilk Memlûk sultanı olarak tah­ta çıkmıştır. Memlûk egemenliği biri Bahrî (648-784/1250-1382), diğeri Burcî (784-922/1382-1517) olmak üzere iki döneme ayrıl­maktadır.

Eyyûbîler'den askerî, iktisadî ve İlmî alanda iyi bir miras devra­lan Memlükler, kuvvetli bir ordu ve başarılı bir devlet idaresi ile çe­şitli alanlarda gelişmeler kaydetmişlerdi. Moğol tehditlerinin gide­rek azalması, Sultan Baybars(ö. 658/1260), Kalavun (ö. 678/1280) ve Halîl'in (ö. 689/1290) üslün mücadele güçleri ile Haçlıları imha etmeleri Memlükler'in İslâm dünyasında yeni bir umut olmasını sağlamıştı. Onlar bu konumlarını pekiştirmek için Moğolların 656'da (1258) Bağdat'ta öldürdüğü Abbasî Halifesi Müsta'sım-Bil-lâh'ın (640-56/1242-58) yerine amcası Müstansır-Billâh'ı (659/ 1261) ve ondan sonra da 1. Hâkim-Biemrillâh'ı (660/12Ö1) Kahi-re'de halife ilân etmişler, Mekke ve Medine şehirlerinin yöneticilerini de aynı amaçla korumaları altına almışlar ve bu arada birtakım Alevî ve îsmâilî unsurları da zararsız hale getirmişlerdir. Ayrıca sul­tan, emir veya bazı zengin kişilerin kurduğu çeşitli vakıflar aracılı­ğıyla da tefsir, hadîs, fıkıh ve kelâm gibi İslâmî disiplinlere ait gele­nekler Memlükler'in otorite alanına giren bölgelerde canlı bir şekil­de sürdürülmeye devam etmiştir.[317]

Hanbelî mezhebi özellikle Bahrî Memlükler devrinde Mısır ve Suriye'de büyük bir canlılık göstermiştir. Daha önceleri bu ülkele­rin adliye teşkilâtında bir tek başkadılık (kadılkudât) bulunuyordu ve bu unvanı yalnızca Şafiî kadısı taşıyordu. Ancak Baybars, 663 (1265) yılında Kahire'de birbirinden bağımsız ve her biri bir Sünnî fıkıh mezhebini temsil etmek üzere dört kadılkudâtlık makamı ih­das etmiş[318] ve bu teşkilâtlanmaya 664 (1266) yılından itibaren Su­riye'de de başlanmıştır. Şâfiîler'ce hoş karşılanmamakla beraber bu yeni sistem, hukukî hayatta her mezhebin kendi kadısına müraca­at ederek şahsî ahvale dair problemini kolaylıkla çözme imkânı vermesi ve her mezhebin doktriner gelişmesine katkıda bulunma­sı açısından önemli bir hukuk reformudur. Bu itibarla Mısır-Suriye Hanbelîliğİ söz konusu re organizasyondan olumlu bir şekilde etki­lenmiştir. [319]

Bu dönemin en meşhur Hanbelî bilginlerine önceki dönemde olduğu gibi yine Benû Kudâme ailesininin fertleri arasında rastlan­maktadır.

Bunlardan Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Muhammed b. Ahmed ibn Kudâme el-Makdisî (ö. 682/1283) babası Muhammed, amcası Muvaffakuddin başta olmak üzere birçok bilginden hadîs ve fıkıh dersi almış, Muvaffakuddin'in el-Mukni'sini okutmaya ve ihtiyaç duyulan yerlerini düzeltmeye izin almıştır. Devrinde Hanbelî İmamı kabul edilen ve şeyhülislâm lakabıyla anılan Abdunahman 664 (.1265-6) yılında Dimaşk'la kadılkudâi olmuş, kendisinden sonra da aynı göreve oğlu Necıneddin getirilmiştir. Öğrencileri arasında Takıyyüddin tbn Teymiyye. Mecdüddin İsmail b. Muhammed el-Harrânî gibi bilginler bulunmaktadır. [320]

İlk Memlükler dönemindeki Şam Hanbelîleri arasında Muvaffa-kuddîn lbn Kudâme'nin öğrencisi, Şafiî Muhyiddin en-Nevevî (ö. 676/1277) ile Hanbelî kadı Şemseddin Abdurrahman'ın (ö. 682/1283) hocası olan dönemin en önemli muhaddislerinden Ah­med b. Abdüddâim el-Makdisî (ö. 668/1269), Yahya b. Mansûr el-Harrânî (ö. 678/1279), Abdüssâtir b. Abdüihamîd el-Makdisî (ö. 679/1280), Ali b. Ahmed es-Sa'dî (ö. 690/1291), İbrahim el-Vâsıtî (ö. 692/1293), lbn Harüf adıyla meşhur Muhammed b. Ali el-Mev-sılî (ö. 727/1326) ve Şehâbeddin Ahmed b. Cebbara (ö. 728/1327) gibi birçok Hanbelî fakihi bulunmaktadır.

Bütün bu bilginler yanında döneme damgasını vuran en büyük Hanbelî imamı ise Takıyyüddin Ebü'l-Abbas Ahmed b. Abdülhalîm tbn Teymiyye (ö. 728/1328) olmuştur.[321]

 

a) Takiyyüddin lbn Teymiyye (ö. 728/1327)

 

Harranlı Benû Teymiyye ailesinden gelen Şehâbeddin Ebü'l-Mehâsîn Abdülhalîm b. Abdüsselâm b. Abdullah el-Harrânî (ö. 682/1283), HanbeİÎ ufkunda bir ay gibi ışık veren babası Mecdüd­din Ebü'l-Berekât Abdüsselâm (ö. 652/1254-5) ile bir güneş gibi parlayan oğlu Takıyyüddin Ahmed arasında gizlenmiş bir yıldız gibîdir. [322]

Şehâbeddin Ebü'l-Mehasîn Abdülhalîm Harran'da doğmuş, tah­sil için Halep'e gitmiş, babasından sonra beldesinin imamı, hâkimi ve hatibi olmuştur. Ferâiz, matematik ve geometri ilimlerinde uz­man olan Abdülhalîm 667 (1268-9) yılında aile ve akrabalarıyla bir­likte Oımaşk'a muhacir olarak gelmiştir. Dârü'l-Hadîsi's-Sükkeriyye Medresesi'nde hocalık yapan Abdülhalîm'i [323] muhtelif ilimlere dair çeşitli talikleri bulunmaktadır. Hanbelî fıkhı açısından en önemli eseri babasının yarım bıraktığı ve daha sonra oğlu Takiy-yüddin'in tamamladığı el-Müsevvede[324]

İslâm dünyasında kendisinden sonra asırlarca fikir ve eserleri tartışılan en önemli kişilerden biri ise meşhur bir Hanbelî hukukçu ve kelâmcısı olan Takıyyüddin Ebü'l-Abbas Ahmed b. Teymiy-ye'dir(ö. 728/1328). Onun hayatı, ilk Memlükier'in (Bahrîler) siya­sî ve kültürel tarihini yansıtmaktadır. Bu itibarla, Ahmed b. Teymiy-ye'nin hayatı ile ilk Memlükier'in siyasî tarihini birbirinden ayrı dü­şünmek hemen hemen imkânsız gibidir.

Harran'da doğan lbn Teymiyye, Moğol işgalinden önce 667 (1268-9) yılında altı yaşında iken ailesiyle beraber Şam'a mülteci olarak gelmiştir. Hocaları arasında babası Abdülhalîm, Suriye'nin ilk Hanbelî kadilkudâtı Şemseddin Abdurrahman el-Makdisî (ö. 682/1283) ve Zeynüddin İbnü'l-Müneccâ (ö. 695/1296) gibi devrin önemli bilginleri bulunmaktadır.

683'te (1284) Sükkeriyye Medresesi'nde, 684'te (1285) Ümeyye Camii'nde, 695 (1296) yılında ise Hanbeliyye Medresesi'nde ders vermeye başlamıştır. 698 (1299) yılında Hamahlar'ın isteği üzerine iman konusunda el- Akîdetü 'l-Hamevfyye?sini[325] yazmış, 699'da (1300) Memlûk ordusu ile Frank ve Moğollar'a yardım etmekle itham olunan Kisrevân Şiîleri'ne karşı sefere katılmış, 704'te (1305) kendilerine çeşitli ahlâkî zaaflar isnat edilen tasavvufa mensup ki­şilerden İbrahim el-Kettân ve Muhammed el-Habbâz Üe İbnü'l-Arabî'nin (638/1240-1) görüşlerinden hareket ettiklerini savunan Ittihâdiyye fırkasını tenkit etmiş[326] ve Kisrevân Şiîleri'ne karşı yapı­lan İkinci bir sefere katılmıştır.

705 (1306) yılında Dımaşk valisi başkanlığında yapılan iki top­lantıda ve Şafiî kadısı İbnü's-Sarsarî'nin (ö. 723/1323) ısrarları üze­rine sultanının emriyle yapılan üçüncü bir toplantıda el-'Akîdetü'l-Vâsıtiyye[327] adlı kitabının Kur'an ve Sünnet'e uygunluğu teshil edilmişse de bu olay üzerine adı geçen kadının görevinden İstifa etmesi sebebiyle iki muhalif, konunun halli için Kahire'ye gönderilmiş ve burada dört mezhebe mensup kadılkudâtİar ve diğer ba­zı yüksek devlet ricalinin huzurunda yapılan toplantıda İbn Tey­miyye itikadla ilgili konularda teşbihe sapmakla suçlanarak Kahire Kalesi'nde yaklaşık bir buçuk yıl hapisle cezalandırılmıştır.

707'de (1307) tevessül konusundaki görüşlerinden dolayı tek­rar sorguya çekilen îbn Teymiyye Kahire'de Kadılar Hapishane-sî'nde birkaç ay hapsedilmiş, 709 (1309) yılında iskenderiye'ye gö­türülerek burada bir süre göz hapsinde tutulmuştur. Daha sonra sultanın sarayında bir kuleye nakledilerek burada kitap yazmasına ve ziyaretçilerine izin verilen İbn Teymiyye, hapis kaldığı yedi ay süresince özellikle bazı Mağribliler'le tanışma imkânı bulmuş ve burada er-Red 'ale'l-Mantıkiyyîn[328] gibi bazı önemli eserlerini yaz­mıştır.

709 (1310) yılında Kahire'ye gelerek üç yıl fetva vermeye de­vam etmiş, ilmî faaliyetlerde bulunmuş ve nihayet 712 (1313) yılın­da Dimaşk'a dönmüştür. Burada kendisini tekrar Hanbeîîler'le Eş'arîler arasındaki kelâmî tartışmalar İçerisinde bulan Ibn Teymiy­ye, 718 (1318) yılında talâk konusunda Hanbelî mezhebinin görüş­leri ile çelişecek fetvalar vermekten menedilmiş; 718, 719 ve 720 yıllarında yapılan toplantılar sonunda sultanın emrini çiğnemek suçuyla Dımaşk Kalesi'nde beş ay hapse mahkûm edilmiştir. 726 (1326) yılında herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın lekrar tu­tuklanarak kabir ziyareti konusundaki görüşlerinden dolayı mah­kûm edilmiş ve bu arada birçok öğrencisi de sorguya çekilmiştir, iki yıldan fazla hapis yatan İbn Teymiyye, şikâyet üzerine 728 (1328) yılında elinden kalemi, kâğıdı ve mürekkebi alınarak dü­şüncelerini yazmaktan alıkonmuş ve bu olaydan beş ay sonra 728 (1328) yılında hapiste vefat etmiştir.

îbn Teymİyye'nin eserlerinin bir listesi öğrencisi îbn Kayyim el-Cevziyye'nin Esmâu müellefâti Şeyhülislâm İbn Teymiyye[329] adlı kitabında bulunmakta olup bunların hemen tamamına yakını ba­sılmıştır. [330] Ayrıca, onun eser ve risaleleri Mısır ve Suudi Arabis­tan'da çeşitli mecmualar halinde de yayımlanmıştır.

îbn Teymİyye'nin çeşitli branşlarda yüzlerle ifade edilen eserle­rinden fıkıh ve usulle ilgili olarak el-İstihsân ve'l-kıyâs, İkâmetü'd-de/îl alâ ihlâli't-tablîl, Nakdü merâtibi'l-icmâ, el-Muharrer nü-ne'I-ftkh alâ Mezhebi-İmâm Ahmed b. Hanbel, es-Siyâsütü'ş-şer'iyye Jî ıslâhi'r-râ'î ve'r-ra'iyye, el-Cevâbü İ-hâhir Jî züvvâriİ-mekâbir, Ref'ıı İ-me/âm, et-Müseovede jî usûli'l-Jıkh, el-Hisbe j'i'l-İslâm, Der'ü le'ârıızi'l-akl ve'n-nakl, Risale jî menâsiki'l-hac gibi eserlerine işaret edilmelidir.[331]

Hanbelî mezhebinin hemen hemen bütün büyük imamlarının eserlerini okuyarak doktrin ve literatür hakkında derin bir bilgiye sahip olan îbn Teymiyye, ayrıca diğer mezheplerin görüşleriyle il-gîli hilaf konuları, kelâm fırkaları, felsefe ve tasavvuf ilminin prob­lemlerine de hâkim bulunmakta İdi. Onun görüş ve mücadelesi­nin, Hanbelî mezhebinin tarihî gelişim süreci İçerisinde vazgeçil­mez özelliği haline gelen te'vil ve Allah'ın sıfatlan konusundaki te­mel yaklaşımları, Selef düşüncesine bağlılıkları ve bunun tabiî so­nucu olarak da bid'at ve hurafe diye nitelendirdikleri bazı davra­nışlara karşı aldıkları olumsuz tavır çerçevesinde geliştiği söylene­bilir. Ibn Teymiyye'yi Hanbelî mezhebinde ve îslâm tarihinde önemli kılan şey, islâm'ın doğuşunu takip eden ilk yıllardan beri mevcut olan ve tartışılan bu fikirlerden ziyade, onun inandığı de­ğerler uğrunda verdiği samimi mücadelesi olmalıdır.

Memlükler döneminde Şafiîliğin ve Eş'arîliğin en önemli temsil­cileri olan Sübkî ailesi fertlerinden Takıyyüddİn (ö. 756/1355) ve oğlu Tâeeddİn'in (ö. 771/ 1369-70) muhalefetine rağmen, Ibn Tey­miyye büyük bir nüfuza sahip bulunmaktaydı. Öğrencileri arasın­da diğer mezheplere de mensup olmak üzere Ibn Kayyim el-Cev-ziyye, Ahmed b. ibrahim el-Vâsıtî (ö. 711/1311-2), Şafiî hadîsçi Ce-mâleddin Yûsuf b. Abdurrahman el-Mizzî (ö. 743/1342-3), meşhur kelâmcı ve tarihçi Zehebî (ö. 748/1347-8), tarihçi ve hadîsçi Ebu'l-Fidâ îbn Kesîr (ö. 774/ 1372-3) ve Ibn Receb (ö. 795/1393) gibi meşhur bilginler bulunmakta idi.

Bu öğrencilerden biri olan Necmeddin Süleyman b. Abdüikavî eL-Tûfî(ö. 716/1316) özellikle maslahat-ı mürsele konusundaki ge­niş görüşleri dolayısıyla mezhep içerisinde çeşitli tartışmalara se­bep olmuştur.

İlk önce Zeynüddin Ali b. Muhammed es-Sarsari'den okuyan Tûfi, daha sonra Bağdat'la usul, felsefe ve hadîs dersleri almış, Şam'da Hanbeiî kadı Süleyman b. Hamza, şeyh Ahmed b. Teymiy­ye ve Mİzzî'nin ilim halkalarında bulunmuştur.

Nevevî'nin (ö. 676/1277) Kitâbü'l-Erba'în'vcvs[332] yaptığı şerhte "Zarar ve zararla mukabele yoktur"[333] hadîsini incelerken masla­hatla ilgili görüşlerini açıklamış ve daha sonra bu bölüm özel bir ri­sale haline getirilmiştir. [334] Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Âişe'ye çattığı İçin bazı müelliflerce Şiî olarak nitelenen[335] Tûfi, Kahire'de Hanbe-îî kadısı Mes'ûd b. Ahmed el-Hârisî (ö. 711/1311) tarafından kır­baçla cezalandırılmış, hapse atılmış ve nihayet ders vermesi yasak­lanmıştır. O, elli küsur eser yazan verimli ve Memlükler döneminin en özgün yazarlarından biridir. [336]Suriye ve Mısır'ın Osmanlılar tarafından fethinden sonra da tbn Teymiyye'nin görüşlerini savunan birçok kişi bulunmaya devam etmiştir. Bunlardan Mer'î b. Yûsuf el-Kermî el-Makdisî (ö. 1033/ 1623) Ibn Teymiyye'nin görüşlerini medheden el-Kevâkİbü'd-dür-riyyefî tnenâkıbi'l-rnüctehid İbn Teymiyye[337] adında bir eser yaz­mıştır. Yine onun fikirlerinden etkilenen Muhammed b. Abdülveh-hâb (ö. 1206/1792) Vehhâbîlik hareketini başlatmıştır.

Bugün tbn Teymiyye'nin fikirleri ve mücadelesi özellikle Sünnî islâm dünyasında, çeşitli düşünce hareketlerinin beslendiği hir kay­nak olma değerini hâlâ muhafaza ettiği gibi, hayatı ve görüşleri hak­kında da geniş bir literatür meydana gelmiştir, tbn Abdülhâdî'nin (ö. 744/1343) el-Ukûdü'd-dürriyye min menâkıbı Şeyhülislâm Ahmal İhıı 'Icyniiyyc, Henri [.aoıısl'un NazüHyyâtü Şeyhülislâm tbn 'rcvıniyyo fi's-siyâscii ivI-iciiıh/i.[338] Selâhadtfin el-Müneccid'in .Ş't1)'-bü t islâm İhn Tev/uiyye, sîrelübû ve cıhbânthû ffic/e'l-mjjerrihfrı, [339] Muhammed Ebû Zehı'e'nin fhıı 'l'cymiyye haycîlt.hû ve asntbû, ârâ-übû vefıkhuhû, [340] Muhammed Halîl Herrâs'ın Bâ'isü'u-nchdaii'l-îslâmiyye Ibn Teymiyye es-Se/e/l nakdübû li-memlikl'l-mütekelli-mîn oe'l-felâsifeli fi'l'ilâbiyyâl[341] ve Süfeym el-Hilâlî'nin İbn Tey-miyye el-Müflerâ aleyhi[342] gibi eserler bunlara örnektir.- [343]

Yine Memlükler döneminde Dımaşk'ta Benû Kudâme ailesin­den Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdülhâdî el-Makdisî (ö. 744/1343) fıkıh, hadîs ve akaid konularında Hanbe­iî geleneğini sürdürmüş, özellikle hadîs ve tarih ilmine dair birçok eser vermiştir. Kırk seneden daha kısa süren hayatı içerisinde Man-sûriyye, Sâlihiyye ve Giyâsiyye gibi medreselerdeki hadÛs hocalığı yanında yetmişten fazia kitap yazan îbn Abdülhâdî'nin eserleri ara­sında el-Abkâm, KauâidJT' ıısûH'l-fıkh, Ibnü'l-Cevzî'nin ihtilaflı çe­şitli fikhî konular hakkındaki et-Tabktk adlı eserine Tenkîbu't-tab-kîk JT ehâdîsi't-ta'ltk adıyla bir şerh ve Takıyyüddin es-Sübkî'nİn (ö. 756/1355) kabir ziyareti konusunda îbn Teymiyye'nin görüşle­rini tenkit ettiği Şi/âü's-sekâm ziyareti bayri'l-enâm adlı risalesi­ne es-Sârimü'l-münekkîfi'r-red ale's-Sübkî[344] adıyla bir reddiye yazmıştır. [345]

 

b) İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350)

 

Memlükler devrinde ismi ve mücadelesi Hanbeiî mezhebi tari­hi içerisinde îbn Teymiyye ile beraber geçen ve onun fikirlerinin hakiki vârislerinden birisi ise, babası bir Hanbeiî medresesi olan Cevziyye'nin kayyimi bulunması sebebiyle kendisine îbn Kayyim el-Cevziyye lakabı verilen ŞemsetlcÜn Ebû Bekir Muhamnıed h. Ebû Bekir'dir (ö. 751/1350).

Şam'da doğmuş ve burada yetişmiş olan tbn Kayyim'in, hocala­rı arasında Kadı Süleyman b. Hamza (ö. 711/1311), Şâfıî usulcü Sa-fiyyüddin el-Hindî (6. 715/1315), Şeyh Ebû Bekir b. Müsned İbn Abdüddâim (ö. 718/1318), İsmail Mecdüddin b- Muhammed el-Harrânî (ö. 729/1328), Muhammed Şemseddin Ebû Abdullah b. Müflih b. Muhammed (Ö. 763/İ3Ö1) ve kendisiyle kader birliği İçe­risinde olduğu meşhur Hanbdî İmamı Ahmed Ibn Teynıİyye bu­lunmaktadır.

Görüş ve eserleri ile kendisinden sonraki birçok islâm bilgini­ne etki eden İbn Kayyım, tarihçi ve hadîsçi tbn Kesîr (ö. 774/1372), Zehebî (ö. 748/1347), fıkıhçı Ibn Receb ve dilci Fîrûzâbâdî (ö. 817/1414) gibi çeşitli bilginlere hocalık yapmıştır. 726 (1326) yılın­da Ibn Teymiyye ile beraber Şam Kalesi'ne hapsedilen ve ancak onun ölümünden sonra 728 (1328) yılında serbest bırakılan Ibn Kayyim el-Cevziyye, 736'dan (1336) itibaren Necmeddin b. Halli-kân'ın Dımagk'ın Guta bölgesinde kurduğu camideki vaazlan, 743'te (1342) başladığı Sadriyye Medresesi'ndeki dersleri[346] ve he­men hemen bütün Islâmî ilimlerde kaleme aldığı büyüklü küçüklü elliyi aşkın eseri ilehocasının görüşlerini anlatmaktan geri kalma­mıştır. Bu arada İbn Kayyim, bir taraftan tasavvufta îttihâdiyye mezhebiyle mücadele ederken diğer taraftan da fıkıh alanında ho­cası îbn Teymiyye'nİn de önemli muarızlarından olan Şafiî kadısı Takıyyüddin es-Sübkî ile müsabaka ve talâk konularında tartışmış­tır. [347]

Onun fıkıh ve usule dair; iyi bir müftü için rehber olmak üzere hazırladığı ve içerisinde hüküm ve fetva verme usullerini inceledi­ği, özellikle de kanuna karşı hile kavramına karşı çıktığı hukuk me­todolojisine ait î'lâmü'l-muvakkı'în an Rabbi'l-âlemîn, hocası Ibn Teymiyye'nİn Kitâbü's-Siyâseti'ş-şer'iyye'sindeki fikirlerine daya­narak ispat teorisi çerçevesinde yazdığı et-Turuku'l-hükmiyyefi's-siyâseti'ş-şer'iyye, özellikle kendi devrindeki ilmî ve siyasî tartışma­larda önemli bîr yer tutan gayri müslimlerin kıyafetleri, ibadet yerleri, davranışları ve onlarla ilgili çeşitli hükümler konusunda Abkâ-nıı'i ebliz-zimme, talâk hakkında îgûsetü'l-lehfân fî hükmi lala-ki l-gadbân gibi eserleri bulunmaktadır. Ayrıca tefsire dair et-Tefst-nı'l-Kayyime[348] et-Tibyân JT aksâmiİ-Kur!ayı, [349] ei-lunsâl Kur'ani:l-Kerım[350] hadîse dair el-Menâru'l-mümffi's-sahîhi ve'd-da [351] kelâma dair İçtimâ 'u 'l-cüyûşi 'l-İslâmiyye 'alâ gazvi 'l~ Mu'attüe ve'l-Cehmiyye, [352] el-Kâfiyyetü'ş-Şâfiyye fi'l-İntisâri li'l-firkati'n-nâciyye; [353] tasavvuf ve ahlâka dair MedâHciVs-sâlikînı[354] ve siyerle ilgili olarak Zâdüİ-me'âd hedyi hayn'libâd[355] gibi birçok alanda eserleri bulunmaktadır. [356]

Bu güne kadar eserleri çeşitli defalar basılan veya çeşitli dillere tercüme edilen Ibn Kayyim hayatı, eserleri ve görüşleri hakkında birçok çalışma yapılmıştır. Abdülazîm Şerefeddİn'in îbn Kayyim el-Cevziyye 'asruhû ve menbecühû ve 'ârâühû fi'l-fıkbi ve'l-'akâidi ve't-tasavvuf[357] Muhammed Ahmed es-Sİnbâtî'nin Menhecü İbni'l-Kayyim ji't-tefsîr, [358] Muhammed Müslim el-Ganîmî'nİn Hayâtü'l-İmâm îbn Kayyim el-Cevziyye[359] Bekir b. Abdullah Ebû Zeyd'in İbn Kayyim el-Cevziyye bayâtühû ve 'âsâruhü[360] ve Ahmed Mahir el-Bakarî'nin îbn Kayyim min âsâribi'l-'ilmiyye [361] adh eserleri bu çalışmalara örnek gösterilebilir.[362]

 

c) Ebû Abdullah Şemseddİn b. Müflih (ö. 763/1361)

 

Kadılkudâl Cemâİeddin Yûsuf Muhammet! b. Müflih el-Makdi-sî'nin (ö. 769/1367) meşihat naibi olup kızıyla da evli bulunan EbCı Abdullah Şemseddin Mulrammed b. Müflih el-Makdisî de (ö. 763/ 1362) Hanbelî mezhebinin önemli müelliflerinden biridir.

Bu evlilikten dördü erkek yedi çocuk meydana gelmiş ve oğul­larından Zeynüddin Abdumıhman (ö. 788/1386), Takıyyüddin ve Burhâneddin lakaplarıyla anılan Dımaşk Hanbelî Kadısı İbrahim (ö. 803/1400), Şehâbeddin Ahmed (ö. 814/1411) ve Şerefeddin Ab­dullah'tan (ö. 834/1430) her biri mezhebin önemli biİginleri arasın­da yer almışlardır.[363]

Ömrünü eğitim ve öğretim faaliyetlerine hasreden İbn Müflih'in mezhebin literatürüne önemli katkıları olmuştur. Eserleri arasında fıkıh ve ahlâk konularına dair büyük, küçük ve orta uzunlukta olmak üzere üç adet el-Âdâbü'ş-şer'iyye, fürûa dair Hanbelî mezhe­binin temel eserlerinden Kitâbü'l-Fürû,[364] usulle ilgili Kitâbü Usû-li'l-fıkh adında eserleri bulunmaktadır. [365]

Bu dönemde Hanbelî mezhebi mensupları yalnızca Şam bölge­sinde bulunmayıp Ba'lebek, Halep ye Filistin gibi bölgelerde de birçok Hanbelî bilgine rastlanmaktadır.

Bunlardan Muhammed b. Ahmed e!-Yûnînî (ö. 658/1259) ve iki oğlu Şerâfeddin Ali el-Yûnînî (ö. 701/1301) ve Kutbüdclin Mûsâ el-Yûnînî (ö. 726/1325) ile Muhammed b. Dâvûd el-Ba'lî (ö. 679/ 1280), Abdurrahman b. Yusuf el-Ba'lî (ö. 688/1289), Muhammed b. Abdülvelî el-Ba'lî (ö. 701/1301), Muhammed b. Ebul-Feth el-Ba'lî (ö. 709/1309), Abdurrahman b. Mahmud el-Ba'lî (ö. 734/ 1333), Muhammed b. Ali el-Ba'lî (ö. 744/Î344) ve Kitâbü't-Teshîl fi'l-fıkh alcı mezbebi'l-îmâmi'r-Rabbânî Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî[366] adli Hanbelî fıkhına dair muhtasar bir eserin sahibi olan Ebû Abdullah Bedreddin Muhammed b. Alfıeddin h Ali el-Balî (0.778/ 1376) gibi fakih ve muhaddisler, Dımak'ın kuzey bölgelerle irtiba-Unı sağlayan yol üzerinde ve çeşitli Şiî grupların yaşadığı Kisrevan ve Bikâa yakınında bulunan Balebek'le hem Hanbelî mezhebinin gelişimine önemli katkılarda bulunmuşlar hem de Memlükier'in Şi-îler'e karçı olan politikalarında bir emniyet unsuru olmuşlardır.

Hanbelîiiğin Ba'lebek'teki bu canlılığına karşılık Halep'te onla­rın tam bir şekilde kök salamadığı görülmektedir.

Halep'in en eski medreselerinden olan Zeccâciye'de diğer mez­hepler yanında Hanbelî fıkhının da okutulmasına ve Eyyûbîler devrinde Şafiî ve Hanefîler için bir medrese kuran Emir Seyfeddİn Ali b. Candar'ın (ö. 622/1225) aynı şekilde Mâlikî ve Hanbelîler için de bir medrese kurmasına rağmen, burada Şam veya Ba'lebek'de-ki gibi bir Hanbelî cemaati oluşmamıştır. Ancak biyografi kitapla­rında bu döneme ait Halep asıllı İbnü'l-Haddâd adıyla meşhur Mu­hammed b. Osman el-Âmidî (ö. 724/1323) ile Mahmûd b. Süley­man el-Halebî (ö. 725/1325) adında iki bilgine rastlanmaktadır.[367]

 

d) Ebü'l-Ferec Zeynüddîn îbn Receb (795/1392)

 

Şam'a yerleşmiş Bağdat kökenli bir aileden gelen Ebu'l-Ferec Zeynüddin Abdurrahman b. Ahmed b. Receb (ö. 795/1393) büyük­lü küçüklü birçok eseri ile Ilanbelî doktrinine Önemli katkılarda bulunmuştur.

Hocaları arasında İbn Kayyim el-Cevziyye, Zehebî, Sehâbeddin Îbnü'n-Nakîb (ö. 764/1362), îbn Kesîr (ö. 774/1373) ve Nevevî (ö. 805/1402) bulunmaktadır.

Şam'da Hanbeliyye ve Ömeriyye gibi medreselerde hocalık ya­pan îbn Receb'in günümüze kadar gelmiş eserleri arasında el-Ka-vâ'idfi'l-fıkhi'l-fstâmîtemd hukuk prensipleriyle ilgili çok önem­li bir çalışmadır. Kadı Ebu'l-Hüseyin Muhammed b. Ebû Ya'lâ'mn Tabakâiü'l-Hanâbileü üzerine yazdığı Kitâbü'z-Zeylalâ Tabakâ-(i'l-llaııâbile ise[368] lanbelîliğin güvenilir bir tarihçesini teşkil eder. Ayrıca onun fıkıhla ilgili olarak el-İstihrâc li-ahkâmi'l-harâc, Akyi-setü 'n-Nebîyyi'l-muslaja Muhammed ve Ahkâmti'l-havâlîm,m) hadîse dair Şerhu Heli't-Tirmizî, [369] kelâmla ilgili b'adlu ümi's-selef alâ Um i"I-halef[370] gibi çeşitli branşlarda birçok eseri bulunmakta­dır. [371]İbn Teymiyye'den İbn Recebe kadar geçen .süre İçerisinde Hanbelîlik tarihinde hâkim olgu İbn Teymiyye'nin etkisiyle Hanbe-iîiiğin kazandığı dikkate değer atılımdın Bununla birlikte onlar, Memiükîer devrinin hâkim mezhebi olan ve devlet görevlerinde kendilerine öncelik verilen Şafiîliğin ve her biri büyük şöhret sahi­bi olan Eş'arî kelâmaİarının sert direnci ile karşılaşıyorlardı. Bu muhaliflerin en ünlüleri Yemen kökenli olup Mekke'de yerleşmiş bulunan Şafiî Abdullah b. Es'ad el-Yâfıî (ö. 768/1367) ile Muham-med b. Kalavun'dan (ö. 741/ 1341) İtibaren Kahire ve Şam'da çe­şitli devlet hizmetlerinde ve medreselerde önemli görevler üstle­nen Takıyyüddin es-Sübkî (ö. 756/1355), oğlu Tâceddin es-Sübkî (ö- 771/1370) ve Sübkî ailesinin diğer fertleridir.

Bu dönemde Hanbelîlik Mısır'da, Harran göçmeni Ahmed b. Hamdan el-Harrânî (ö. 695/1295), Şerefeddin Abdülganî b. Yahya el-Harrânî (ö. 709/1309) ve Mes'ûd b. Ahmed el-Hârisî (ö. 711/ 1312) gibi fakihlerle Şam ve Filistin bölgelerindeki kadar olmasa da mütevâzi bazı gelişmeler göstermeye devam etmiştir. Ancak, Burcî (Çerkez) Memlükleri zamanında (784-923/1382-1517) Hanbelîlik Mısır, Suriye ve Filistin bölgelerinde daha önceki canlılığını kaybet­meye başlamıştır. Muhtemelen bu sonuçta, özellikle Burcîler döne­minde çeşitli siyasî ve iktisadî olaylar neticesinde Memlûk saltana­tının giderek gerilemeye başlamasının ve Hanbelî bilginlerinin bid'at anlayışları gereği çeşitli konularda takındıkları aşırı müdahe-leci tutumlara karşı toplumun bazı kesimlerinde meydana gelen di­rencin rolü vardır. Henri Laoust, Hanbelîler'in özellikle Îbnü'1-Ara-bî'ye ve gittikçe nüfuzunu artıran İttihâdiyye fırkasına karşı göster­dikleri düşmanlıkların, kendilerinin bu İzafî düşüşlerinin artmasına katkıda bulunduğuna işaret etmekledir. [372] Ancak, bu zayıflama ke­sinlikle Hanbelîliğin tamamıyla ortadan kalkması anlamına değil­dir. Zira, bu donemde de eğitim ve Öğretim faaliyetlerine ve resmî devlet görevlerine devam eden büyük Hanbelî fıkıhçı ve kelâmcı-ları bulunmaktadır. Bu bilginlerin büyük bir listesi dönemin Önem­li tarihçilerinden Ebu'1-Yümn cl-Uleymî'nin (ö. 928/1522) el-Men-hecû'l-ahmedve bunun zeyli olan îbn Şattî adıyla meşhur Muham­med Cemîl b. Ömer el-Bağclâdî'nin Mubtasaru Tabakalı 'l-Hanâbi-le adlı eserinde bulunmaktadır.

Bu süre içerisinde Hanbelî imamlığı kendisine ulaşmış ve Dı-maşk'ta başkadılık yapmış olan Ebû îshak Burhâneddin tbrâhîm b. Muhammed b. Müflih (ö. 884/1479-80) mezhebe birçok bilgin, İmam, hatip ve kadı yetiştiren Ebû Abdullah Şemseddin Muham­med b. Müflih ailesinden gelmektedir. İbn Kudâme'nin el-Muk­ni 'sinin şerhi olan el-Mübdi'fîşerhi'l-Mukni'adlı eseri, mezhep li­teratüründe en geniş kitaplardan biri olup Hanbelî fıkıh ansiklope­disi niteliğindedir. el-Maksadü'l-erşedfî zikri ashâbı'l-İmâm Ah­med İse Hanbelî tarihine dair önemli bir kaynaktır. Ayrıca kaynak­larda Mirkâtü'l-vüsûl ilâ ilmi'I-'usûl adında bir eseri zikredilmek­tedir.[373]

 

e)  Alâeddin Ali b. Süleyman el-Merdâvî (ö. 885/1480)

 

Bu dönemin önemli Hanbelî müelliflerinden Alâeddin Ali b. Süleyman b. Ahmed el-Merdâvî (ö. 885/1480) birçok hocadan fı­kıh, usul, hadîs, hesap, ferâiz ve gramerle ilgili dersler almış, hoca­sı Burhâneddin Ibn Müfiih'İn ölümünden sonra onun derslerini de­vam ettirmiş ve resmî görev almaktan kaçınmıştır. Kitapları arasın­da İbn Kudâme'nin el-Mukni'sinin geniş bir şerhi olan el-însâf fî ma'rifeti'r-râcih mine'l-bilâ/ve bu eserin ihtisarı niteliğindeki et-Tenkıhu'l-müşbi'fî tahrîri ahkâmi'l-Muknî', Ibn Müflih'in Kitâ-bü'î-Fürû'unun tekmilesi niteliğindeki Tashîhü'l-fürû', hukuk me­todolojisi hakkında Tahrîrü'l-menkûl fî tehzîbi ilmi'I-'usûl ve bu­nun şerhi et-Tahbîr fî şerbi't-Tahrfr adlı eserler bulunmaktadır. [374]

 

f)  Ebü'1-Yümn Mücîrüddin el-Uleymî (ö. 928/1522)

 

Müfessir, fakih ve tarihçi Ebul-Yümn Mücîrüddin Abdurrah-man b. Muhammed el-Uleymî (ö. 928/1522) başta babası kadılkudâl Şetnseddin Ebü Abdullah Muhammed (ö. 873/1469) olmak üzere Takıyyüddin Abdullah el-Kalka.şendî, Şehâbüdcün Ahmed el-Umeyri, Alâeddin el-Gazzî, Kadıikudâl Nûreddin el-Mısrî gibi bilginlerden fıkıh, hadîs ve kıraat dersleri almış; Remle, Kudüs, Nablus ve el-Halîl kadılıklarında bulunmuş, 922 (1516) yılında emekli olduktan sonra telif, ders ve fetva ile meşgul olmuştur.

Önemli bir Hanbelî tarihçisi olan Ebu'1-Yümn el-Uleymî, îbn Receb'in Kitâbü 'z-Zeyl 'alâ Tabakalı 'l-Hanâbifâ'sine el-Menhe-cü'l-Ahmed fitemcimi 'ashâbî'l-îmâm Ahmed adıyla bir zeyil yaz­mıştır. Ayrıca, yaratılıştan 900 (1494-95) yılına kadar Kudüs ve ci­varında meydana gelen olayları anlattığı el-Ünsü'l-celû bi-târîhi'l-Kudüs ve'l-Halîl,[375] yine yaratılıştan 896 (1490-91) yılma kadar meydana gelen olayların anlatıldığı genel bir tarih olan et-Târîhu'l-mu'teberfi enbâi men aber, [376] Hanbelî tabakatına dair et-Tabakâ-tü'l-kübrâ adıyla bilinen ed-Dürrü'l-müneddâd fi 'asbâbi'l-Imâm Ahmedvft Tashîhu'l-hilâjVl-mutlakfi'l-Mukni'gibi eserleri bulunmaktadır[377]

Bu müelliflerden başka Memlükler'in .son döneminde yetişmiş Takıyyüddin Îbn Kundüs (ö. 861/1456), Nablus, Remle ve Kudüs kadılıklarında bulunan Bedreddin Muhammed el-Ca'ferî (ö. 889/ 1484), tefsir, hadîs, fıkıh ve tasavvuf gibi birçok dalda çeşitli eserle­ri bulunan Cemâleddin Yûsuf b. Abdülhâdî (ö. 909/1503), Dı-maşk'ta Hanbelî kadılığı yapan Şehâbüddin el-Askerî (912/1506-7)' ve Hanbelî fıkhına birçok bilgin yetiştirmiş bir ailenin ferdi olan ve Dımaşk'ta Hanbelî kadılığı görevinde bulunan Necmeddin b. Müf-Hh (Ö. 929/1522) gibi birçok ilim adamı Hanbelî doktrinine ve lite­ratürüne katkıda bulunmuşlardır.

Ancak, bu arada Burcî Memlükleri döneminde devlet idaresin­deki bozulmalar sebebiyle Memlûk saltanatı gerilemeye başlamış ve 803'te (1400) Suriye'yi Timur'a (ö. 807/1405) vermek zorunda kalmışlardı. Sultan Barsbay'ın hükümdarlığı (825-841/1422-1438) sırasında kısa bir süre için siyasî ve iktisadî alanlarda bazı iyileşme­ler sağlanmış ise de Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim 922 (1516) yılında Halep yakınındaki Mercidâbık Savaşı'nda MemKiklu Sultanı Kansu Gavri'yi, 922'de (1517) ise Ridâniye Savaşı'nda Tomanbay'ı yenerek Memlükler'in saltanatına son vermiş ve bu olay­dan sonra Memlûk emirlerinin bir kısmı ile son Halife Mütevekkil-Aleflah (923/1517) İstanbul'a gönderilmiş, Mekke ve Medine gibi mukaddes toprakların himayesi de O.smanh Devleti'nin eline geç­miştir.[378]

 

4) Osmanlılar Devri (922-1342/1517-1923)

 

O.smanlılar'ın Suriye ve Mısır'ı fethinden sonra devletin re.smî mezhebi olan Hanefîliğin öne çıktığı ve bu durumun HanbeİÎHğin gelişmesine olumlu katkıda bulunmadığı ve onun sahasının gittik­çe daralmasına sebep olduğu gözlenmektedir. Biraz geç bir dönem olmakla beraber, İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinden gelen birçok öğrencinin eğitim gördüğü Kahire'deki Ezher Üniversitesi'nin 1293 (1876) yılı itibariyle hoca ve öğrenci mevcudunun mezheple­re göre dağılımı, bu dönemdeki mezheplerin yaygınlığı hakkında bir fikir verebilir. Söz konusu tarihteki hoca ve öğrencilerin fıkıh mezheplerine göre dağılımı; Şafiî 147 hoca, 5651 öğrenci; Mâlikî 99 hoca, 3826 öğrenci; Hanefî 76 hoca, 1278 öğrenci ve Hanbelî mez­hebine mensup 3 hoca, 25 öğrenci şeklİndedir. [379] Hanbelî mezhe­bine mensup hoca ve öğrencilerin sayısının azlığına rağmen Suri­ye, Filistin ve Mısır'da Hanbelî fıkhının eğitim ve öğretimine devam edilmiş ve Osmanlılar'm sonuna kadar devletin hâkim olduğu top­raklarda birçok Hanbelî bilgini yetişmiştir.[380]

 

a) Şerefüddîn Musa b. Ahmed el-Haccâvî (ö. 968/1560)

 

Bu dönemin önemli bilginlerinden bîri Şam Hanbelîleri'nin müftüsü olan Ebu'n-Necâ Şerefeddin Mû.sâ b. Ahmed el-Haccâ-vî'dir(ö. 968/1560).

Haccâvî, Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed eş-Şüveykî ve Ebû Hafs Necmeddin Ömer b. İbrahim es-Sâlİhî gibi hocalardan okumuştur. Muzafferi Camii'ndeki imamlık görevi yanında Ebû Ömer Medresesİ'ncle Hanbelî fıkhı hocalığı yapan Haccâvî'nin el-İkııâ ii-lalibi'l-hıiifâ'si Hanbelî mezhebinin temel metinlerinden biridir. Zâdii 'l-müstctkni' fî Ihtisâril-Mıtkni' ise İbn Kudâme'nin el-Muk--m1 inin muhtasarı olup Hanbelî mezhebindeki râcih görüşleri içer­mektedir. Haccâvî'nin ayrıca Haşiye 'ale'l-fürû', Şerhut-Müfredât, Şerhu Manzûmeti'l-'âdâb li-lbni Müftih gibi çeşitli kitapları da bu­lunmaktadır. [381]

 

b)  Îbnü'n-Neccâr el-Fütûhî (ö. 972/1564)

 

Mısır'ın son Hanbelî kadrl-kudâtlarından Şehâbeddin Ahmed b. Abdülazîz el-Fütûhî b. Neccâr (ö. 949/1542) ve oğlu Takıyyüd-din Muhammed b. Ahmed el-Fütûhî b. Neccâr da (ö. 972/1564) dö­nemin önemli Hanbelî bilginlerindendir.

Takıyyüddin'İn fürû'a dair Müntehe'l-irâdât Jt cem'i'l-Mukni' ma'a't-tenkîb ve ziyâdât, usule dair İse Alâeddin el-Merdâvî'nin Tahrîrü'l-menkûl fi tehzîbü Hîmi'l-usûî adlı eserini el-Kevkebü'l-münîr adıyla ihtisar etmiş, daha sonra da bu muhtasarı el-Muhte-beru 'l-mübteker şerhu '[-Muhtasar adıyla şerhetmiştir. [382]

 

c)  Mansûr b. Yûnus el-Buhûtî (Behûtî) (ö. 1051/1641)

 

  1. (XVII.) asnn ilk yarısının en meşhur Hanbelî bilginlerinden ve Mısır'da bu mezhebin son büyük temsilcilerinden biri olan Man­sûr b. Yûnus eİ-Buhûtî (Behûtî) ise (Ö. 1051/1641) Ezher Üniversi-tesi'nde hocalık yaparak eğitim ve öğretim faaliyetleriyle mezhe­bin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Onun birçoğu el kitabı ma­hiyetindeki eserlerinden bazıları günümüzde de Suudi Arabis­tan'da çeşitli üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmaktadır.

Hicaz, Necİd, Suriye ve Kudüs başta olmak üzere birçok belde­den Hanbelî fıkhını öğrenmek için kendisine gelen öğrencileri ara­sında Abdülbâkî ed-Dımaşkî, Yûsuf el-Kermî, Muhammed el-Hal-vetî gibi bilginler bulunmaktadır.

Hanbelî fıkhının temel kaynaklarından biri olan Keşşâfû't-kınâ 'an (mettı) i'I-!knâ' adlı eseri, Haccâvî'nin son dönemlerde bir Hanbelî klasiği haline gelen et-fknâ'&âh kitabının .şerhidir. Buhti-tî, tbnü'n-Neccâr'ın Müntehe'l-irâdât'ına Dehâiku üh'n-nühâ U-Şerhi 'l-Müntehâ, Haccâvî'nin Zâdii 't-müstakni'sine er-Kavzü 7-mürbı adında birer şerh yazmıştır. Onun Hanbelî fıkhını özetleyen Vmdetü't-tâlib adlı eserini Osman b. Ahmed en-Necdî (Ö. 1097/ 1686) Hidâyetti'r-râgıb li-Şerhi 'Umdeti't-tâlib adıyla şerhetmiş, Sâlİh b. Hasan el-Buhûtî ise Vesîletü'r-râgıb li-'Umdeti't-tâlib adıy­la manzum hale getirilmiştir.[383]

 

d) lbnü'1-İmâd el-Akerî (ö. 1089/1679)

 

Abdülhay b. Ahmed b. Muhammed b. el-lmâd el-Akerî (ö. 1089/1679) Şam'da doğup Kahire'de eğitimini tamamlamış ve hac için gittiği Mekke'de vefat etmiş bir Hanbelî fakihi ve tarihçisidir.

Önemli eserleri arasında, Hanbelî fıkhına dair Şerhun 'alâ met-ni'l-Müntehâ ile İsiâm tarihinin temel kaynaklarından biri olan ve hicrî 1 ile 1000. yıllan arasında meydana gelmiş olaylarla önemli ki­şilerin hayatını anlattığı Şezerâtü'z-zehebfîahbâri men zehebbu-lunmaktadır. [384]

Osmanlılar döneminde bunlardan başka, Hanbelî geleneğinde-kî özellikle Ibnü'l-Arabî ve fikirlerine karşı süregelen muhalefetin değiştiğine dair önemli örneklerden biri olan ve onun eserlerini yazan Hanbelî bilgini Yemen asıllı Takıyyüddin tbnü'z-Zebâh (ö. 985/1577), Dimagk'taki Hanbelî kadılarından Şemseddin Muham­med b. Ali b. Ömer Sıbtu'r-Rüceyhî (ö. 1002/ 1593), tarihle ilgili ba­zı eserleri bulunan kadı Ekmelüddin ibn Müflih(ö. 1011/1602), ka­dı Nûreddin Mahmûd el-Humeydî (Ö. 1030/1620), çok verimli bir müellif ve içtihadı bakış açısına sahip bir fakih olan Meri b. Yûsuf el-Kermî (ö. 1033/1623), tefsir, hadîs ve fıkıh gibi çeşitli ilimierde derinleşmiş olan Dimaşk Hanbelî müftüsü Abdülbâkî b. Abdülka-dir el-Ba'lî (ö. 1071/1660), muhaddis Ebu'l-Mevâhib b. Abdülbâkî

el-Ba'iî (ö.  1126/171 i), Şam'da Sinan Paşa Camii'ncte vaizlik ve Ömeriyye Medresesinde hocalık yapan Ali el-Berâ/.iî (ö. 1155,' 1743); fıkıh, hadîs, kelâm ve siyer gibi birçok branşta eserleri olan Muhammet! b. SâÜm b. Süleyman es-SefTârînî Cö. 1188/1774) ve ai­lesinden çeşitli Hanbeiî âlimlerinin yetiştiği Şeyh AbduiTahman b. Abdullah el-Ba'lî (ö. 1192/1778) gibi birçok bilgin yaşamıştır.[385]

 

e) Muhammed b. Abdülvehhâb (ö. 1206/1792)

 

Yukarıda adı geçen bütün bilginlerin Hanbeiî doktrininin geliş­mesine; yaptıkları katkılar bir yana, Osmanlılar döneminde Hanbe-lîlik tarihinin en önemli olayı Vehhâbîlik hareketidir.

Bu hareketin kurucusu olan Muhammed b. Abdülvehhâb (ö. 1206/1792) Necid'İn merkezî bölgelerinden Uyeyne'de Hanbeiî mezhebine mensup birçok bilginin yetiştiği bir aileden gelmekte­dir. Dedesi Süleyman b. Muhammed Necid'de müftü, babası Ab­dülvehhâb ise emir Abdullah b. Muhammed b. Muammer döne­minde Uyeyne kadısı idi.

islâm'dan Önce Yemen, tran, Hindistan, Irak ve Şam'ın tesirleri altında kalmış olan Necİd bölgesinde, Hz. Peygamber'in ölümün­den sonra Esved el-Ansî (ö. 11/632), Müseylimetülkezzâb (Ö. 12/633), Tuleyha b. Huveylid (ö. 21/642) ve Secâh (ö. 55/675) gi­bi sahte peygamberler çıkmıştı. Muhammed b, Abdülvehhâb'm yaşadığı dönemde ise bu bölgenin iktisadına çapulculuk, dinî haya­tına da çeşitli hurafeler hâkim bulunmakta idi. Muhtemelen, bu yanhş inançlarla mücadele edebilmek için yeterli donanıma sahip olmak arzusu ile uzun sürecek bir ilim yolculuğuna çıkan genç Muhammed önce Mekke ve Medine'ye gitmiş, özellikle Medine'de îbn Teymiyye'nin düşüncelerini benimsemiş olan Necidlİ Abdullah b. İbrahim b. Seyf in tesiri altında kalmıştır. Ayrıca, hocaları arasın­da Hanefi âlimi Muhammed es-Sindî (ö. 1163/1750),[386] Muham­med b. Süleyman el-Kürdî (ö. 1194/1780), Ali Efendi ed-Dâğıstânî, Şeyh îsmâîl el-Aclûnî ve Muhammed el-Meemûî gibi bilginler bulunmaktadır.

Medine'den Şam'a, oradan da uzun bir süre kalacağı Basra'ya giden Muhammed, Basra'da özellikle Muhammed el-Mecmûî'den felsefe ve sîre okumuş, çeşitli sûfi grupları ve Şîa mensuplarıyla tanışmıştır. Bu değişik kültür grupları içerisinde gördüğü çeşit fikir ve uygulamalar, onu reform düşüncesine ve bunun İçin fiilî bir mü­cadeleye girişilmesi gerektiği neticesine götürmüşe benzemekte­dir. Basra'dan 1152 (1739) yılındaki ayrılışı onun eğilim sürecinin sona erişinin ve çeşitli dinî ve siyasî faaliyetlerinin başlangıcı ola­rak kabul edilebilir. Özellikle Basra'dan sonra babasının yaşadığı Hureymüe'ye giderek burada bütün hayatı boyunca vereceği mü­cadelenin temelini teşkil eden tevhid inancıyla ilgili görüşlerini be­lirlediği Kitâbü 't-Teuhfdini yazmış ve etrafına birtakım öğrenciler toplayarak görüşlerini tebliğ etmeye başlamış, babasının 1153'te (1740) vefatı üzerine Hureymile'yi terkederek Uyeyne'ye gelmiştir.

Bu dönemde Uyeyne'ye hâkim olan Muammer ailesinden Enıîr Osman b. Bİşr'i bölgede kutsal kabul edilen Zeyd b. Hattâb'ın (ö. 12/634) türbesiyle bu civardadaki bazı mezarları yıkmaya ve ağaç­ları kesmeye ikna etmiş, bu arada vaazlarını Dir'İye, Riyad ve Men-fûha'ya kadar genişletmiştir. Ancak onun Uyeyne'deki faaliyetle­rinden hoşnut olmayan insanların baskısı özellikle de Benû Hâlid kabilesinin emiri Süleyman b. Urey'ir'in müdahelesi sonunda Uyeyne'yi terketmek zoaında kalmış ve Riyad yakınında bulunan Dir'iye bölgesine gelmiştir.

Dİr'iye'de Emîr Muhammed b. Suûd'un desteğini kazanan Mu­hammed b. Abdülvehhâb 1157 (1744) yılında emîrle Allah'ın hü­kümranlığını kurmak üzere, emirliğin îbn Suûd ve nesline, şeyhli­ğin ise kendisine ve nesline ait olması şartıyla, savaşta ve barışta birbirini desteklemek üzere karşılıklı olarak biat etmişlerdir. Bu ta­rih küçük bir bedevi emirliğinin büyük bir devlete dönüşümünün başlangıcına işaret etmekle kalmayıp, ayrıca Hanbeiî mezhebinin de bir devletin resmî mezhebi olarak kabul edilmesinin başlangıcı­nı teşkil eder. Bu tarihten sonra Muhammed b, Abdülvehhâb'ı Su­udi Krallığı'ndan ayrı düşünmek mümkün değildir. Bu dönemin ta­rihî ve siyasî şartlan, Muhammed b. Suûd'un siyasî nüfuzunu artır­mak için Muhammed b. Abdülvehhâb gibi bir bilgine, onun ise kendi davetini yayabilmek için Muhammed b. Suûd gibi bir emîre ihtiyacı olduğunu göstermektedir.[387]

Muhammetl b. Abdülvehhâb Ölünceye kadar Dir'iye Camii'nde dersler vererek, ye.siili eserler yazarak, Neci d bölgesinde ve kom­şu ülkelerde bulunan bazı bilginlere, emirlere, .sultanlara mektup­lar yazarak dinî ve siyasî sahada faaliyetlerine devam etmiştir. Onun doktrininin temelini Allah'ın zât, sıfat ve fiilileri yönünden birlenmesinin tevhid için yeterli olmayıp kulların da kendi fiilleriy­le Allah'ı birlemeleri gerektiği prensibi oluşturur (tevhîd-i ma'bûdi-yet, amelî tevhid). Bu tevhidi yerine getirmeyenler kâfir olup onla­rın mal ve canlan muvahhidlere helâldir. Müteşâbİh âyetlerden za­hirleri kastedilmiş olup bunları te'vil ve tefsir caiz değildir. Teves­sül küfürdür ve şefaat yalnızca Allah'a mahsustur. Dolayısıyla Kur'an'dan başka mürşid, Allah'tan başka hidayet verici yoktur ve Peygamberlerden dahi şefaat dilemek haramdır. Ona göre, Kur'an ve Sünnet'te olmayan her yeni şey bid'at ve her bid'at ise sapıklık­tır. Akıl şerî bir delil olmadığı gibi mevcut naslar haricinde ictihad, kıyas ve istihsan yollarına gidilemez. İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak için çalışmak ve gerekirse savaşmak farzdır.[388]

Ancak İslâm dünyasında Vehhâbiliğin keiâm ve fıkıh alanında­ki bu katı görüşlerinin reddi konusunda geniş bir literatür meyda­na gelmiştir. [389]

Muhammed b. Abdülvehhâb'm kendi dönemindeki dinî, siyasî ve kültürel alanlardaki yozlaşma ile mücadeleye karar vermesinde; öncelikle kendi ailesinden tevarüs etliği ve daha sonra da eğitimi, .seyahatleri ve lecrübeleriyle zihninde berraklaşan Hanbelî mezhe­binin Kur'an ve Sünnet metinlerini anlama ve Allah'ın sıfatlarını yo­rumlamadaki Selefi yaklaşımının etkisi açıkça görülmekledir. Onun bu mücadelesinde en büyük referansının Hanbelî mezhebi tarihinde benzer bir mücadele vermiş olan Ibn Teymiyye'nin dü­şünce ve hayatı olacağı tabiidir. Bu arada o, başta İbn Kayyim el-Cevziyye olmak üzere mezhepte etkili olmuş diğer bilginlerin eser ve fikirlerinden de yararlanmıştır.

Bununla birlikte onun başlattığı hareketin, özellikle ilk yıllarda Hanbelî mezhebi mensuplarından tam destek aldığı söylenemez. Meselâ, bölgenin önemli bilginlerinden ve Muhammed b. Abdül-vehhâb'ın da kardeşi olan Süleyman b. Abdülvehhâb, Muhammed b. Abdurrahman el-Ahsâî, Muhammed b. Abdullah b. Fîrûz en-Necdî ve meşhur bir Hanbelî tarihçisi olup es-Suhûbü'l-vâbile[390] adlı Hanbelî tabakalını yazan îbn Humeyd (ö. 1295/1878) gibi ba­zı Hanbelî bilginler bu hareketi benimsememiş hatta ona hasım ol­muşlardır. [391]

Şeyh Muhammed'in kendi davetinde kullanılmak üzere yazdığı ve çeşitli defalar baskısı yapılmış olan eserlerinin çoğu, Kur'an ve Sünnet metinlerinden aktarılmış parçalardan meydana gelen muh­tasar kitaplardır. Hanbelî tarihi içerisinde mezhebin en dar ve en sı­kı bakış açısını yansıtan Kitâbü't-Tevhîdi sıksık basılmış ve üzerin­de birçok şerh yazılmıştır.[392] Onun küçüklü-büyüklü bütün eserle­ri Müettefâtü'ş-Şeyhi'l-îmâm Muhammed b. 'Abdülvehhâb adı al­tında neşredilmiştir. Bunlar içerisinde başta Kitâbü 't-Tevhîd olmak üzere fıkha dair Muhtasânıİ-insâfvt Şerhu'l-kebfr, Mubtasaru St-reti'r-resûl ve el-Fetâvâ, siyer konusunda Muhtasara Zâdi'İ-me'âd, hadîsle ilgili Mecmu'u'l-hadîsve Ehâdtsfi'l-fiten ve'l-havâ-dis gibi eserleri bulunmaktadır. [393]

Muhammed'in oğulları ve birçok torunu da onun fikirlerini yay­mak için çalışmıştır. Bunlardan oğlu Abdullah, Hicazın fethi sıra­sında Suûd lı. Ahdülaziz'i (ö.  1218/1803-14) desteklemiş, Vehhâbî daveti ile ilgili çeşitli kitaplar yazmıştır. Abdullah'ın oğlu Diriye Kadısı Süleyman ise şiddetli bir Osmanlı düşmanı olup 1233 (1818) yılında ibrahim Paşa'nın Dir'iye'yİ ele geçirmesi üzerine idam edil­miştir.[394] Onun, dedesinin Kitâbü t~Tevbtd"ine olan şerhi yanında ed-Delâil JT 'ademi müvâlâti ehli'l-işrâk, Haşiye 'ale'l-Mukni' fi'l-fıkb ve Vehhâbî davetinin Irak'la ilişkileri konusunda Kitâbü 't-Tev-hîd 'an tevMdi'UHallâkJîcevabi [395] adında bir eseri bu­lunmaktadır Abdurrahman b. Hasan (ö. 1285/1869) ise dedesi Mu­hammed b. Abdülvehhâb'ın Kitâbü't-Tevhîdine Fethıt'l-mecîdşer-hu Kitâbi't-Tevhîd adında bir şerh ile Hams resâil, el-Kavlü'l-fas-lü'n-nejîsfi'r-reddi 'aleİ-müflen Dâvûd b. Cercîs gibi çeşitli eser­leri bulunmaktadır. [396]

Vehhâbîlİğin doğup geliştiği dönemde Mısır, Suriye, Irak ve Hi­caz gibi çeşitli bölgelerde önceden Hanbelî mezhebine mensup in­sanlar içerisinde Vehhâbî hareketini benimseyen veya bu hareket­ten ayrı klasik bir Hanbelî olarak birçok ilim adamı yetişmeye de­vam etmiştir. Bunlara örnek olarak Hanbelî tarihçisi Kemâleddin Muhammed el-Gazzî (ö.   1214/1799),  Dımaşk Hanbelî müftüsü Mustafa b. Sa'd es-Süyûtî (ö.1243/1827), Osman b, Sind en-Necdî (ö. 1250/ 1834), aslen Iraklı olup Hanbelî mezhebine birçok İlim adamı veren Şattî ailesinden Mustafa b. Mahmûd eş-Şattî (ö. 1269/ 1852), Hasan eş-Şattî (ö. 1274/1857) ve Abdüssselâm b. Abdurrah­man eş-Şattî (Ö. 1295/1878); es-Sububü 'l-vâbile, Hâşiyetü 'ala Şer-bi'l-Müntehâ gibi eserlerin müellifi Muhammed b. Abdullah b. Os­man b. Humeyd el-Âmirî (ö. 1295/1878), Muhammed Hatîb ed-Dû-mânî (ö. 1308/1890), Hanbelî tabakalına dair bir eseri bulunan Muhammed Murad Efendi eş-Şatâ (ö. 131İ/1H96) ve el Medbal ila Mezbebvl-îmûm Abtııed b. Hanbe/-, Şerbu Ravzalü 'n-nâzır gibi eserlerin sahihi Ahdüikadir b; Bedrân (ö. 1927) ve daha birçok 1 [anbelî bilgini gösterilebilir.[397]

Muhammed b. Abdiilvehhâb ile Muhammed b. Suûd merkez­den uzak Necid bölgesinde kendi dinî ve siyasî oluşumlarını ta­mamlarken, Lale Devrî'nin sıkıntıları ile meşgul olan Osmanlılar'da 1. Mahrriud henüz yeni tahta çıkmıştı (1143/ 1730). Devlet, Patrona Halil (Ö. 1143/1730) ve çeşitli Yeniçeri isyanları ile uğraşırken, İran Şahı Nâdir (ö. 1160/1747) ile Rusya ve Avusturya devamlı olarak sı­nırlara tecavüz ediyordu. III. Selim devrinde (1203-1222/1789-1807) ise Rusya ve Avusturya'nın tecavüzleri yanında Fransızlar Mı­sır'a girmiş (1213/1798) ve ülkedeki iç karışıklıklar sürekli gelişen Vehhâbî hareketiyle İlgilenme imkânı vermemişti. [398]

Muhammed b. Suûd'un ölümünden sonra oğlu I. Abdülazîz (1179-1218/ 1765-1803) Katar, Bahreyn ve Uman'ın önemli bir bö­lümünü ele geçirmiş ve Vehhâbî kuvvetleri 1226 (1811) tarihi itiba­riyle Halep'ten Hint Okyanusu'na, Iran körfezi ve Irak sınırların­dan Kızıldeniz'e kadar yayılmıştı. Bu durumdan rahatsız olan Osmanlılar, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa "dan (ö. 1265/ 1848) Suûdî-Vehhâbî hareketine müdahele etmesini ve onları özellikle Mekke ve Medine'den uzaklaştırmasını istemişlerdir. Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa 1234'te (1818) Vehhâbîler'İn merkezi Dir'iye'yİ ele geçirerek Birinci Suûdî-Vehhâbî rejimine son vermiş­tir.

Ancak, bu arada Mısırlıların elinden kurtulan Suudî ailesinden Türkî b. Abdullah (1820-34) Riyad'ı ele geçirerek burayı başşehir yaprmş ve kendisini de Necid, Hasa (Ahsa, Lahsâ) ve Uman emîri ilân etmiştir. Daha sonra oğlu Faysal b. Türkî (1249-55/1834-38, 1259-82/1843-65) Hicaz ve Basra körfezi kıyılan dışındaki eski Suud topraklarını tekrar egemenliği altına almış, ancak Faysal'dan sonra hanedan içi çekişmeler sebebiyle yönetim Suudî ailesinin üyeleri arasında çeşitli defalar el değiştirmiş, bu arada Hâil'î mer­kez edinen Reşîdî hanedanı yeni bir güç olarak ortaya çıkmıştır. II. Abdülazız b. Abdurrahman b. Faysal (1902-53) 1319'da (1902) Ri-yad'ı Reşîdîler'den alarak Necid bölgesinde Suudî egemenliğini ye­niden .sağlamış, 1912'de Vehhâbî inançları doğrultusunda stkı bir dinî ve askerî eğitim verdiği ihvan birliklerini kurmuş, [399] 1919'da Mekke Şerifi Hüseyin b. Ali'nin (ö. 1350/1931) kuvvetlerini, 1340'ta (1921-22) ise Reşîdîler'i yenerek Arabistan'ın kuzeyini bütünüyle ele geçirmiştir.

Osmanlı Devletİ'nin çeşitli iç ve dış olaylar sebebiyle otoritesi­nin zayıfladığı ve bu hareketi takip etmek için böigeye hususi bir ordu gönderemeyip İşi bölgedeki çeşitli valilere ve Mekke-Medine emirlerine havale etmek zoaında kaldığı ve daha sonra da inkıra­za uğradığı bir ortamda, Vehhâbî-Suûdî birlikleri 1924'te Tâif ve Mekke'ye, 1925'de ise Medine ve Cidde'ye girmişlerdir.[400]

 

D) Yeni Dönem

 

Osmanlı Devleti, içerisinde Vehhâbî hareketinin de dahil oldu­ğu çeşitli iç isyanlar ve bazı dış tecavüzler neticesinde zaafa düş­müş ve I. Dünya Savaşı (1914-1918) sonunda îtilâf devletleri tara­fından Anadolu işgal edilmişti. Mustafa Kemal Atatürk'ün önderli-.ğinde Anadolu'da verilen İstiklâl mücadelesinin neticesinde, 1923 yılında Osmanlı Devleti tarihin sayfalarına intikal ederken, onun tarihî ve coğrafî mirası üzerinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti ku­rulmuştur. Eski Osmanlı haritasında meydana gelen bu büyük de­ğişiklikler ve yukarıda kısaca özetlenen tarihi hadiseler sonunda, Suudi Emirliği Suudî Devleti haline dönüşmüş ve bu devletin res­mî ideolojisini de kendisine Hanbelî mezhebini referans olarak gösteren Muhammed b. Abdülvehhâb'ın görüşleri teşkil etmiştir.

Bu bir anlamda I lanbeİÎ mezhebinin adı geçen devletin resmî mez­hebi haline gelmesi demektir ve bu durum da söz konusu mezhe­bin tarihinde yeni bir safhayı oluşturur.

Suudîler'in lideri Abdülazîz h. Suûd, kendisini 1926'da Hicaz, 1927'de Necid kralı ilân etmiş ve 17 Eylül 1927 tarihinde de İngiliz­lerle Cidde Antlaşması'nı imzalamıştır.[401] Bu anlaşma hükümlerine göre ingilizler, Şerif Hüseyin'i terkederek Suudîler'in Hicaz üzerin­deki egemenliğini tanımış, Abdülazız de İngiliz nüfuzu altındaki Ürdün ve Irak ile çatışmaktan vazgeçmiştir. [402]

iki ayrı birim olarak yönetilen Hicaz ve Necid bölgeleri 1932'de Suudî Arabistan Krallığı adı altında birleştirilmiştir. Abdülaziz'in ölümünden (ö. 1953) sonra yerine büyük oğlu Suûd (ö. 1969) geç­miş, ancak daha sonra ikinci oğlu Faysal b. Abdülazız 1964'de bü­tün yetkileri eline geçirerek kral olmuş ve 1975'te öldürülene ka­dar ülkeyi dirayetle yönetmiştir.

Faysal'dan sonra tahta kardeşi Hâlİd b. Abdülazız (1975-1982), onun ölümünü (1982) müteakip ise kardeşi Fahd b. Abdülazız çık­mıştır.

Ülkenin kalkınmasında ve alt yapısında köklü bir modernleşme süreci yaşanmakla birlike İdarenin monarşik yapısı ile devletin Vehhâbî ideolojisinde herhangi bir değişme olmamıştır. [403]

29 Ağustos 1926 tarihli Hicaz Krallığı anayasasının 6. maddesin­de "Hicaz Krallığı'nda hükümler, Kur'an ve Peygamber'in sünneti­ne uygun olarak verilir" denilmiştir[404]Aynca, Suudi Arabistan'da kralların ilân ettikleri çeşitli bildiri ve genelgelerde belirttiklerine göre. ülke şeriat kurallarına göre yönetilir.[405]1926 tarihli anayasada olduğu gibi, daha sonraki kralların bildiri ve beyanlarında ge­cen "şeriat" kavramından Kilap ve Sünnet kastedilmiş olup. Han­belî mezhebi veya Vehhâbî anlayışına hususi olarak herhangi bir atıfla bulunulmamıştır. Bu durum devletin "resmî bir mezhep" te­lakkisinin olmadığı hissini uyandırmakla beraber, söz konusu dev­let meşruyetinî Mulıammed b. Abdülvehhâb ile Muhammcd b. Su-ûd'un 1744 Dir'iye'de yaptıkları anlaşmadan aldığı için özeüikle hukuk, [406] eğitim, Öğretim ve dinî hizmetler alanında bu anlaşmaya sâdık kalındığı gözlenmektedir. Ayrıca, Suudi Arabistan Krallığı "nın kuruluşundan bugüne kadar geçen tarihî süreç içerisinde Muham-med b. Abdülvehhâb da Vehhâbî hareketinin en büyük teorisyeni olarak yerini korumuştur.

Öte yandan, Vehhâbî hareketi her ne kadar ilhamını Hanbelî geleneğinden almış ve İslâm dünyasının çeşitli bölgelerindeki yan­lış bazı anlayışların düzeltilmesi konusunda bir canlılık sağlamışsa da bu hareketin de dahil olduğu çeşitli isyanlar ve yabancı ülkele­rin tecavüzleri sonunda Osmanlı Devleti'nin yıkılmış olması, söz konusu hareketin tarihi olarak bir Arap milliyetçiliği hareketi veya böyle bir hareketin habercisi olup olmadığı konusunda tereddütle­rin doğmasına yol açmıştır. Bununla birlikte, Vehhâbîlik özellikle dinî alanda sadece Necid bölgesini etkilemekle kalmamış, aynı za­manda tesiri Kuzey Afrika'dan Uzakdoğu'ya kadar birçok bölgeye ulaşmıştır, [407] Bu durum, en azından Hanbelî eserlerinin ve olayla­ra yaklaşım tarzının da söz konusu bölgelere ulaşması anlamına gelmektedir ve böylece Hanbelî mezhebi ile Vehhâbîlik hareketi aynı tarihi paylaşmaktadırlar.

Arabistan'dan sonra Vehhâbîliğin yayıldığı ikinci bölge olarak kabul edilen Hindistan'da hareketin ilk işaretlerine Doğu Bengal'in Favidpûr bölgesinde Hacı Jeriatuilah'ın (176-İ-1S4O) liderliğinde kurulan Ferâizî hareketinde rastlanmaktadır.[408] Ayrıca, i Iindis-mn'da bidat ve hurâfeleyie mücadaiecie önemli bir yeri olan Seyyid Alımed Şehîd el-Birîlvî'nin (ö. 1246/1S3D hareketinin de Veh­hâbî davetinin bazı prensiplerinden unsurlar taşıdığı iddia edilmiş­tir. [409]Bugün ise Hint kıtasında Vehhâbîliğin, kendilerini "Ehl-İ ha­dîs" olarak isimlendiren hareket tarafından devam ettirildiği ileri sürülmektedir. [410]

Endonezya'da XIX. yüzyılın başlarında Tuanku nan Rantjeh li­derliğinde bir grup, Vehhâbîler'in Arabistan'da yaptıkları gibi bazı ıslah hareketlerine girişmişler ise de Rantjeh'in 1832'de ölmesiyle bu hareket sona ermiş, ancak bu bölgede Kur'an ve Sünnet esasla­rına dayalı Islâmî bir hayat için muhtemelen bazı Vehhâbî etkileri taşıyan Pedriler (Padriler) gibi başka bazı hareketler varlıklarını sürdürmüşlerdir. [411]

Mısır'da ise Muhammed Abduh'un (ö. 1323/1905) başını çekti­ği Yeni Selefiyye hareketinin Vehhâbîlik'ten bazı fikirler aldığı ileri sürü İm üstü [412] Aynca, XX. yüzyılın başında Hasan el-Bennâ (ö. 1368/1949) tarafından kurulan İhvân-ı Müslimîn (Müslüman Kar­deşler Teşkilâtı) hareketinin de Vehhâbî davetinden etkilendiği id­dia edilmiş tir. [413]

Kuzey Afrika'da özellikle de Fas ve Libya'da XIX. asır boyunca Vehhâbî fikirler değişik şekiller altında görülmüştür. [414] Libya'da Senûsî Muhammed b. Ali (ö. 1202/1859) tarafından kurulan Senûsiy-ye hareketi, Vehhâbîlik ile sûfiüğin bir karışımı olarak değerlendi [415]Batı Afrika'da Osman dan Fodİo'nun (ö. 1232/1817) cihadının ve Batı Sudan'daki Fulânîler'in Vehhâbîier'den bazı etkiler taşıdığı söylenmektedir. [416]

Son olarak, 1989-90 yıllarında Doğu Blokıfnun çökmesi üzeri­ne, Vehhâbî ve Selefi düşünceye mensup kişi ve kuruluşların Orta Asya, Kafkasya ve Balkanlardaki Hanefî mezhebine mensup müs-lümanlann yaşadığı Türk kültür havzasında çeşitli dînî ve kültürel faaliyetlere giriştikleri gözlemlenmektedir. Bu çalışmalar, .söz ko­nusu bölgelerdeki Müslüman unsurların maddî imkansızlıkları ve din konusundaki cehaletleri .sebebiyle, mevzî başarılar elde etse de adı geçen bölgeler, hukukî tefekkürlerinin temelini re'y ve kıyas gi­bi çeşitli akıl yürütme metotları teşkil eden Hanefî mezhebinin as­lî ve doğal vatanı olduğu için, sözlü rivayet (semâ'î) geleneğine dayanan nakilci (eserci) ve selefçi bir din anlayışının, bu bölgelerde­ki etkinliği geçici ve yüzeysel olacak; bu girişimler uzun vâdede, adı geçen bölgelerde yaşayan müslümanlann dini ve toplumsal bünyelerinde "doku uyuşmazlığı" problemiyle karşılaşacak ve söz konusu toplumların dini ve sosyal hayatlarında derin yaralar açmaktan başka bir işe yaramayacak, adı geçen Vehhâbî-Selefî dâile-ri de kendi asli vatanlarına eli boş olarak geri döneceklerdir.

Diğer taraftan, değişik islâm ülkelerinde bid'at ve hurafelere karşı mücadele eden, Kur'an ve Sünnet'e dönülmesini amaçlayan bazı kişi veya gaıplar ise, isterse Necid'den çok uzakta ve burası­na tamamıyla yabancı bulunsunlar, kendi memleketlerinde çeşitli dinî, siyasî ve sosyal sebeplerle "Vehhâbî" adıyla anılmış veya "Vehhâbî" olmakla itham edilmişlerdir. Ancak, Vehhâbîlik sırf bir düşünce hareketi olmayıp, ayrıca İslâm dünyasının her köşesine taşınma imkânı bulunmayan birtakım millî unsurlar içeren siyasî bir hareket olduğu için, söz konusu bu bölgesel hareketler, onun yan kolları olarak değeriendirilmemelidir. Zira, her yıl hac ve um­re için Suudi Arabistan'a giden milyonlarca insana ücretsiz olarak dağıtılan Vehhâbî doktrinine ait çeşitli kitapların, İslâm tir, her bölgesinde Necid lipi bir harekeli gerçekleştirebilmek lerli etkiyi yapamamış olması, bu durumun bir işareti savilaf T Fakat, bültin bunlara rağmen, Vehhâbîlik çağdaş İslâm düşün sinde ve Hanbelî mezhebi tarihi içerisinde önemli bir köşe tası ola­rak tarihteki yerini almıştır.[417]

Vehhâbîlik hareketinin çeşitli bölgelerdeki yayılmasıyla ilajü ko­nulan siyasî tarih ve mezhepler tarihine havale ederek Hanbelî mez­hebinin bugünkü pozisyonuyla ilgili şunlar söylenebilir: Günümüz­de bu mezhebin; tarihî, coğrafî, dinî, siyasî ve ekonomik alanlarda büyük öneme haiz olan Suudi Arabistan Kraliığı'nm himayesinde ve adı geçen ülkenin önemi ile doğru orantılı olarak büyük gelişmeler kaydettiği ve akaide dair görüşlerinin ülkenin dinî hayat ve eğitim stratejisinin belirlenmesinde etkili olması ve fıkha dair görüşlerinin' ise dinî ve hukukî hayatta tatbik edilmesi sebebiyle[418] gerek litera­tür gerekse doktrinin yayılması ve işlenmesi açısından diğer mezhepler karşısında büyük bir avantaj elde ettiği gözlenmektedir. Bu imkanlarla, söz konusu ülkenin üniversite ve araştırma merkezlerin­de Hanbelî mezhebinin başta akâid olmak üzere hadîs, fıkıh ve di­ğer dallardaki görüşleri hakkında birçok yüksek lisans ve doktora çalışması yapılmakta ve bu arada üniversitelerin bilhassa akâid ve tevhidle İlgili bölümlerinde devletin Selefî-Vehhâbî ideolojisinin ko­runmasına özel bir hassasiyet gösterilmektedir. Bu himaye ve gay­retler neticesinde, XX. yüzyılda eski ve yeni birçok Hanbeiî literatü­rü yalnızca Suudi Arabistan'da değil Mısır, Suriye, Lübnan ve Hindis­tan gibi çeşitli bölgelerde de basılma İmkânına kavuşmuştur.[419]

 

III. Mezhebin Coğrafyası

 

Birinci bölümde Ilunbelî mezhebinin tarihçesi sırasında belirtil­diği gibi, İslâm coğrafyasının muhtelit"bölgelerinden yaklaşık 5000 civarında talebe ve ilim adamı Ahmed b. Ihınbel'in ders halkasına katılmış ve bu kişiler vasıtasıyla onun görüşleri geniş bir alana ya­yılma imkânı bulmuştu. İbn Ebû Ya'lanın (ö. 526/1131) Hanbelî mezhebinin klasik anlamda ilk tabakat kitabı sayılan ve Ahmed b. Hanbel'den başlayarak 513 (1119) yılına kadar yaşamış olan 706 âlimin hayatını anlattığı Tabakâtü'l-Hunâbileadlı eserine bakıldı­ğı zaman, onların nisbelerinden birçoğunun Bağdat, Küfe, Nîşâ-bur, Horasan, Basra, Halep, Şam ve Hicaz gibi çeşitli şehir ve bölgelerden geldikleri anlaşılmaktadır. Özellikle IV. (X.) asırda Han­belî mezhebi Bağdat'ta üstün bir duruma gelmiş, ancak Hanbelî-ler'in burada Eş'ari-Şâfiî mezhebi mensuplarıyla yaptıkları seıt mü­cadeleler devletin onlara karşı çeşitli tedbirler almasına sebep ol­muştur. [420]

Zamanla Bağdat'tan güneye doğaı başlayan mezhebin yayılma süreci özellikle Moğollar'm Bağdat'ı işgalinden (656/1258) önce başlayan çeşitli iç göçlerin de etkisi İle hızlanmıştır. İbn Receb'in (o, 795/1393) V. (XI.) asrın ortalarından VIII. (XIV.) asrın ortalarına kadar yaklaşık üç asn kaplayan bir dönemde yaşamış olan 552 Hanbelî âliminin hayatını anlattığı Kitâhü'z-Zeyl 'alâ Tabakâtı'l-Hanâbilesinin fihristine bakıldığı zaman, tercüme-i hâlleri anlatı­lan kişilerin yukarıda adı geçen şehirlerle birlikte Âmid, Ba'lebek, Erbil, Halep, Hama, Harran, Hemedan, İsfahan, Kudüs, Musul, Rakka, Sâmerrâ, Semerkant, Şam, Şîraz, Taberistan ve Vâsıl gibi bütün Irak, Suriye ve Filistin topraklarına yayıldıkları ve özellikle de bunlardan Harran, Şam ve Beytülmakdİs (Kudüs) gibi şehirler­de büyük Hanbelî bilginleri, Benû Teymiyye ve Benû Kudâme gi­bi meşhur Hanbelî ailelerinin bulunduğu görülür. Özellikle VII. (XIII.) yüzyıldan sonra ise Mısır bölgesinde Hanbelîler görülmeye başlanmış ve buradan az da olsa Kuzey Afrika ülkelerin'.- yayılma imkânı  bulmuşlardır. [421] Ancak,   yukarıdaki   bölgelerde   Hanbelî mezhebine mensup birçok âlimin bulunması, adı geçen bölgelerin halklarının bütünüyle bu mezhebe mensup olduğu anlamına gel­mez. isiâm hukuk tarihi ve mezhepler tarihi ile ilgili kaynaklarda, ge­nel olarak Hanbelî mezhebi Sünnî fıkıh mezhepleri içerisinde da­ima Ilanelî. Şafiî ve Mâliki mezhebinden sonra dördüncü sırada zikredilmiştir. Hanbelî mezhebinin sayısal bakımdan dördüncü sı­rada yer almasının bize göre biri tarihî diğeri doktrine! olmak üze­re iki önemli sebebi bulunmaktadır.

Tarihî olarak, mezhebin kurucu imamı olan Ahmed b. Hanbel, müsJümanlar arasında gerek akaid gerekse fıkıh konularında genel eğilimlerin belirginleşmesinden sonra ve çeşitli tarihî, coğrafi, siya­sî ve kültürel sebeplerle insanların kendilerini belli bir gruba men­sup hissetmeleriyle İigİli sürecin tamamlanma aşamasında gelmiş­tir. İbn Hanbel'in tarih bakımından diğer imamlardan sonra yetiş­mesi ve görüşlerinin sistematikleştirilmesi ve mezhep haline gele­bilmesi için uzun bir tedvin dönemi geçirmek zorunda kalması, Hanbelî mezhebi mensuplarının, önceden mevcut olan islâm hu­kuk mezhepleri içerisinde sayısal bakımdan sonuncu sırada yer almasına sebep olmuştur.

Doktrinal olarak ise, bu mezhep mensupları özellikle Allah'ın sıfatlan, te'vil, tecsîm ve bid'at gibi bazı akaid konularında Ehl-i sünnet içerisinde ifrata yakın bir noktada bulunmuş ve bu görüşle­rini şiddetle savunmuşlardır. Hanbelîler'in önce Mu'tezüe ile, onla­rın inkırazından sonra da Eş'arîleıİe ve bazı tasavvuf şeyhleri ve fırkalarıyla olan bu uzun ve sert mücadeleleri, onlara karşı olan grupları kemikleştirmiş ve bu durum zamanla zaten az olan mez­hep mensuplarının sayısının daha da azalmasına etki etmiş olmalıdır.[422]

Öte yandan İbn Haldun, Hanbelî mezhebine mensup olanların sayısının diğer Sünnî fıkıh mezheplerine nisbetle az oluşunu, bu mezhebin ictihaddan uzak olmasına ve onun asıl kuvvetini rivayet ve haberlerden almasına bağlamıştır. [423] Bize göre, ikinci bölümde anlatıldığı gibi, Hanbelî mezhebi zengin hadîs kaynakları, sahabe ve Selefin görüş ve fetvaları, örf ve âdet, maslahal-ı mürsele ve is-lishâb gibi sürekli gelişmeye açık olan önemli metodolojik araçla­ra sahip bulunmaktadır. Bu sebeple Hanbelîler'in diğer mezheple­re nisbelle az oluşunu, onların fıkhî metodolojilerinden ziyade, akaidle ilgili görüşlerinde ve bu uğurda verdikleri mücadelelerinde aramak daha isabetli olmalıdır. Zira başta Ahmed b. Hanbel'i büyük bir şöhrete ulaştıran ve arkasından geniş kitlelerin gitmesi­ni sağlayan unsur ve tarihte Hanbelî mezhebi mensuplarının katıl­mış olduklan çeşitli olaylar, onların fıkhı görüşleri ve metodolojik farklılıkları değil, akaid alanındaki görüş ve mücadeleleridir. Mu-hammed Ebû Zehre de Ibn Haldun'un bu görüşünü tenkit ederek, bir mezhebin tâbilerinin azlığı veya çokluğunun, o mezhebin me­totlarından ziyade, onun yayılmasını kolaylaştıran veya güçleştiren birtakım siyasî ve sosyal sebeplere bağlı olduğunu söylemiştir.[424] Bu değerlendirmeyi destekleyen bir delil de Hanbelî mezhebinin XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hicaz bölgesinde göster­diği gelişmedir. Muhammed b. Abdülvehhâb'ın 1744 yılında Emîr Muhammed b. Suûd İle Dir'İye'de yaptığı anlaşmanın sonucu ola­rak ortaya çıkan Vehhâbî hareketi, Hanbelî mezhebinin akaid ve fı­kıh konularındaki görüşlerinden ilham almış ve bu hareket daha sonra Hicaz bölgesinde Suudi Arabistan Krallığı adı altında yeni bir devletin kurulması İle neticelenmiştir.

Bugün dünyada özellikle tslâm ülkelerinde yapılan nüfus sa­yımlarında mezheplerle ilgili açık İstatistikler bulunmadığından mezheplerin dağılımlarını gösteren gerçek rakamlardan mahrum bulunmaktayız. Burada ancak, mezhebin kuruluş ve tarihçesiyle ü-gili birinci bölümde verilen bilgilerden hareketle, mezhebin genel olarak yayıldığı bölgelerin adı verilecektir. Buna göre bugün Han­belî mezhebi mensuplan mezhebin tarihi olarak yayılmış olduğu Irak, Suriye, Ürdün, Filistin ve Mısır'da bulunmaktadır. Ayrıca, Veh­hâbî hareketinin etkisiyle Hindistan ve Kuzey Afrika gibi bazı böl­gelerde Ahmed b. Hanbel'in fıkıhtaki görüş ve fetvalarıyla hareket eden çeşitli kimselere rastlanmaktadır. [425] Suudi Arabistan, Katar ve Uman'da ise Hanbeİtler'in sayısı diğer mezhep mensuplarından daha fazla bulunmaktadır. [426] Bugün dünyada Hanbelîler'in sayısı­nın yaklaşık olarak 20 milyon civarında olduğu söylenebilir. [427]

 

II. HANBELİ MEZHEBİNİN USULÜ VE GENEL KARAKTERİSTİĞİ

 

I. Usulü

 

Müctehidin şerl-amelî hükümleri tafsîlî delillerinden çıkarabil-mesine yarayan kurallar bütününden meydana gelen usûlüİ-fîkh (hukukun kökleri) ilmi, çağdaş İslâm âlimlerinden Muhammed Ha-mîdullah'ın işaret ettiğine göre, müslüinanlardan önce ne Şark ve ne de Garp cemiyetleri tarafından meydana getirilmiş değildir.[428] Bu konuda günümüze kadar ulaşabilmiş ilk usul kitabı olma özelliğini hâlâ İmam Şafiî'nin er-Risâle'si korumaktadır. Ancak bu, Şafiî'nin söz konusu eserinden önce İslâm hukukçularında usul düşüncesi­nin olmadığı anlamına gelmez. Zira, onun kitabının konularını teş­kil eden kitap, sünnet, icmâ ve kıyas gibi konular hem kendi hem de kendisinden Öncekiler devrinde tartışılan konulardır. Şafiî'nin buradaki hizmeti, yapılan tartışmaları imkân nisbetinde özetlemesi, sistemleştirmesi ve kendi görüşlerini ortaya koymasıdır.

imam Şafiî'nin bıı eseri sayesinde, onun devrinde İslâm dünya­sında mevcut olan muhaddislerin saf akîdeciliği, ehl-i reyin libera­lizmi ve Mu'tezile'nin rasyonalizmi şeklinde özetlenebilecek üç te­mel eğilimden hukukçularla muhaddîsler arasındaki ihtilâf gideril­meye ve bu iki grup yanyana getirilmeye çalışılmıştır. [429] Bu gruplar­dan Mu'tezîle ise, gittikçe şiddetini artıracak şekilde Ehl-i sünnet'e karşı mücadelesini sürdürmüş ve halku'l-Kur'an meselesinde dev­letin resmî görevlileri ve halifelerini de kullanarak büyük bir baskı kurmuştur. Bu baskılara karşı ilim adamları ve halk arasında olu­şan geniş aksülamel karşısında, Abbasî Halifesi Mütevekkil (232-247/847-862) geri adım atmak zoaında kalmış ve bu adım sadece Mu'tezile'nin tarihten siiinme.siyle değil, aynı zamanda onların yaz­dıkları birçok eserin de yok olmasıyla neticelenmiştir. [430]

III. (IX.) asırda .Şafiî'nin eseri ilim dünyasında gereken y yapmış ve bu alanda birçok eser yazılmasını) sebep olmuştur

lar arasında lanefîler'deıı îsâ b. Hbân'ın (ö. 221/835) Kitâhü lsbâ H'l-kıyâs, Mu'tezİle'Uen İbrahim en-Nazzâm'm (ö. 221/835) Kitâ-bü'u-NükeL Mâlikîler'den Asbağ b. R-rec'in (ö. 225/839) Kitâb  'usûH'l-fokb, Dâvûd b. Ali ez-Zâhirî'nin (ö. 270/883) Kiıâbümâ, Kiıâbü /btâli'İ-kıyâsgihi eserleri sayılabilir.[431]

  1. (X.) asır ise hem mezheplerin usul görüşlerinin olgunlaşma­sı ve son şeklini alması hem de bu konudaki eserlerin sistematik­lerinin etkilerinin günümüze kadar devam etmesi bakımından ts-lâm hukuk tarihinde çok önemli bir devirdir. İbn Burhan el-Fârisî eş-Şâfiî'nin (ö. 305/917) ez-ZabîreJÎ 'usûli'l-ftkh, İbn Süreyc'in (ö. 306/918) Kitâbü'r-Red 'alâ İbn Dâvüd fîİbtâlVl-kıyâs, Ebü'l-Hasan el-Kerhî'nin (o. 340/951) 'Usû[432]ve Ahmed b. Ali er-Râzî el-Ces-sâs'ın (ö. 370/980) el-Fusûlfi'l-'usûf[433] gibi eserleri bu asırda yazılan usul kitaplarından bazılarıdır. [434]

Artık bundan sonra usul edebiyatı gelişmiş ve yazarların gaye­leri ve kullandıkları metotlar bakımından çeşitli kısımlara ayrılmış­tır. [435] Çoğunluğunu kdâmcıların teşkil ettiği müellifler kitaplarını mütekellimîn metodu (Şâfiîyye metodu), Hanefi usuleüler İse fuka-ha metoduyla (Hanefiyye metodu) yazmışlardır. Daha sonra bazı müellifler bu iki metodu birleştirerek memzuç metot (karma me­tot) adını verdikleri yöntemle çeşitli eserler vermişlerdir. [436]

Usul tarihine Hanbelî mezhebi açısından bakıldığı zaman, özel­likle Ahmed b. Hanbel'in fıkha dair görüş ve fetvalarını yazdırmak­tan kaçındığı, kendi re'yi yerine zayıf dahi olsa hadise ve sahâbı kavline itibar ettiği görülür. Ancak îbn Hanbel'in usule dair bir ese­rinin olmaması, bu konuda hiçbir görüşü bulunmadığı anlamına gelmez. Onun sağlığında binlerce somya karşı verdiği cevapların erisinde tutarlı olabilmesi için belli bazı prensiplere dayan eder. Hatta, bir mesele karşısında öncv kitap, sonra sonra da sahabe görüşlerini delil olarak kullanması. zihninde (İzcilikle hukukun kaynaklarına dair bir hiyeraışi-"varlı&trn göstermektedir. Kaldı ki o muhtemelen, ilk usul kila izan olan hocası ve arkadaşı İmam Şafiî'nin er-Risâle'sini vc likitti en azından kısmen okumuş olmalıdır. Ayrıca, usul  metot bakımından herhangi bir ihtiyaç duyduğu zamanda ise o, Selef-i sâlihîn'den saydığı ve hadîse bağlılığına inandığı Şafiî'nin " ölüşlerine müracaat eder ve hadîste hükmü bulunmayan mesele­leri hiç düşünmeksizin onun hükmüne bırakırdı.

Hanbelî mezhebi mensupları, kumcu imamın ölümünden son­ra ilk önce imamın görüş ve fetvalarını toplama seferberliğine gi­rişmiş ve bu mezhep sistematik bir usul kitabına kavuşabilmek için imamın ölümünden sonra yaklaşık bir buçuk asır daha beklemek durumunda kalmıştır. Mezhebin beklediği bu kişi Kadî Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'dır (ö. 458/1066).

Ebû Ya'lâ'nın yazdığı el-'Uddefîusûli'l-fıkh adlı eser günümü­ze ulaşan ilk Hanbelî usul kitabı olma özelliğini henüz korumakta­dır. el-'Udde'nin usul ile ilgili kaynakianndan anlaşıldığına göre,]i Ebû Ya'lâ bu eseri yazmadan önce, Hanefîîer'den Cessâs'ın el-Fu-sûl'ünü Mu'tezile'den Ebu'l-Hüseyin el-Basrî'nin el-Mu'te-medm Ebû Bekir el-Bâkillânî'nin (ö. 403/1013) et-Takrîb veUr-Şâdfîusûli'l-fiktimı gördüğü anlaşılmaktadır. Re'y ehli ile kelâm-cıların metodunu iyi bilen Ebû Ya'lâ'dan sonra, yine Hanefîler'in ve Mutezilenin görüşlerine âşinâ olan Ebu'l-HattâlVın (ö. 510/1116) et-Tembîd de el-Vdde'dcn yararlanılarak mütekellimîn metodu yazılmışta-.

Hanbelî usul literatürü, sistematik bakımından ehl-i reyi temsil iâmcı ve hukukçusu oian Gazzâlînin (ö. 505/1111) Miistas büyük oranda ihtisar ederek Ravzatü'n-nâzır adıyla bir eser yazmıştır.IK Bu durum söz konusu iki mezhebin, fıkıh ve usuldeki yakınlıkları bakımından normal karşılanabilir. Ancak. Mu'leziie'nin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, kelâm tartışmalarında llanbelîler'in en büyük boy hedefinin genel olarak itikadda Eş'ariyye mezhebinin görüşlerini ve metodunu benimseyen Şâfİîîer oldukları dikkate alınınca, Hanbelıler'in fıkıh usulü konularında Şâfiîler'le dost ve akraba, usûlü'd-din (akaid) konularında ise mu­halif ve muhâsım olmak gibi bir ikilem içine düştükleri ve kendi selefi tarzlarına uygun bir sistematiğe sahip usul literatürü geliştire­medikleri[437] şeklinde bir şüphe doğmaktadır. [438] Zira, önemli olan el-Müstasfâyı ihtisar etmek değil, felsefenin temel dallarından biri olan mantık ilmini fıkıh usulünün mukaddimesi yapan ve usulle il­gili görüşlerini bu mantık İlkeleriyle temeliendiren Gazzâlî'nin[439] usul anlayışı İle kumlusundan günümüze kadar varlığını kelâmı ve felsefî metotlara karşı mücadele etmeye borçlu olan Hanbeliy-ye'nin görüşlerini uzlaştırmaktır. Bize göre bu uzlaşma, el-Müstas-fâ'nm mantık İİkelerinin tartışıldığı mukaddimesinin ihtisar edilme­siyle sağlanabilecek derecede kolay değildir. Eğer böyle olsaydı, İbn Kudâme'den sonra gelen Ibn Teymiyye, ömrünü Şâfu-Eş'arî kelâmcilanyla mücadele ederek geçirmek zorunda kalmazdı.

Hanbelî mezhebinin fıkıh usulü hakkında yazdıkları kitaplar, mezhebin literatürü hakkındaki üçüncü bölüme havale edilerek, şimdi onların bizzat fıkıh usulüyle ilgili konulardaki görüşlerini in­celemeye çalışacağız. Ancak bundan önce, onlann usûl-İ fıkıh ilmi­ni nasıl değerlendirdiklerini görmek istiyoruz.

Kadı Ebû Ya'lâ, usûl-i fıkhın "Üzerine fıkhı meselelerin bina edildiği ve hükümlerin kendisiyle bilindiği şey" anlamına geldiğini belirtmiştir. [440]Ona göre, usûl-i fıkıh hakkında konuşmak sadece fıkhın delillerini konuşmak demek değildir. Çünkü fıkhın delilleri, umum lafızlarının kullanılması ve ietihad yollarından ibarettir. Hal­buki usûl-i fıkıh çalışmaları, bütün bu lafız ve ietihad metotlarının muktezâ ve mûcepleri ile sıhhat ve fesatlarının ispatıyla ilgilidir. Ebû Ya'lâ, bu yaklaşımının tabii sonucu olarak fürûa bakmadan usûlün bilinemeyeceğini söylemektedir. Zira fürû yollarını bilme­yen ve onları kullanamayan kimselerin, usulün gerektirdiği çeşitli istidlal yollarını bilmesi ve onları kullanması mümkün değildir.[441]

Ebû Ya'lâ'nın bu görüşlerinden; önce fürû konularının bilinme­si, daha sonra da bunlardan usul prensiplerinin vazedilmesi şeklin­de bir anlayış ortaya çıkmaktadır ki, bu yaklaşım biçimi, onun mensup olduğu ekolden ziyade fukaha metotu denilen ve daha çok Hanefîler'in kullandığı yönteme daha yakın gözükmektedir.

Bu tanımdan sonra Ebû Ya'tâ, fıkhın asıllarının (usûl-i fıkıh) ve şer'î delillerin asıl, mefhûm-i asıl ve istishâbü'1-hâl olmak üzere üç kısım olduğunu söyleyerek bu konudaki diğer görüşleri nakieder ve bu üçlü taksimin daha .sahih olduğunu belirtir. [442] Onun bu taksi­mi, biraz aşağıda "islâm Hukukunun Kaynakları" konusunda ayn-ca daha geniş bir biçimde ele alınacaktır. Ancak, burada dikkati çe­ken husus, Ebû Ya'lâ'nın bir paragraf önce usûl-i fıkıh ile fıkhın de-Üllerİ (edİHetü'1-fıkh) arasını ayırırken, burada söz konusu iki teri­mi eş anlamlı olarak kullanmış olmasıdır.

Ebü'l-Hattâb e!-Kelvezânî ise usûl-İ fıkhın bir sözlük bir de örfi (terim) anlamı bulunduğunu belirterek, sözlükte onun "Üzerine fıkhın bina edildiği ve kendisinden (birtakım) fürûun doğduğu şey", fakihîerin örfünde ise "Deliller, metotlar (turuk), bunların mertebeleri ve bunlarla istidlalde bulunmanın keyfiyeti" mânasına geldiğini söylemiş ve daha sonra da delillerin nelerden ibaret oldu­ğunu anlatmaya başlamıştır. [443]

Ebü'l-Hattâb el-Kelvezânînİn bu tanımı gerek kapsam, gerekse içerik bakımından hocası Ebû Ya'lâ'nın tanımından daha açık ve anlaşılır gözükmektedir. Aynca, Kelvezânî'nin bu tarifi klasik fıkıh usulü kitaplarının konularını da veciz bir şekilde belirlemiş bulun­maktadır.

Şimdi biz, bu konular hakkındaki Hanbelî mezhebinin görüşle­rini; islâm hukukunun kaynakları (deliller), şer'î delillerden çıkarı­lan hükümler, kaynaklardan hüküm çıkarma metotları, ietihad ve taklit ana başlıkları allında incelemeye çalışacağız.[444]

 

A) İslâm Hukukunun Kaynakları

 

İlk Hanbefi usûl-i fıkıh kitabının yazan olan Kadı Ebû Yala, yu­karıda belirtildiği gîbi, şer'î delilleri (kaynak, nıasdar) asıl, mef-hûm-i asıl ve iüüshâbü'1-hâl olmak üzere üç kısma ayırmıştır.[445]

Bazıları ise şer'î delilleri, elde edilme bakımından kavi (akvâl) ve istihraç olan deliller şeklinde iki kısma ayırmıştır. Bunlardan kavi (söz) olanlar na.s, umum, zahir, mefhûmu'1-hitâb, fahve'l-hitâb ve icmâ gibi delillerdir. İstihraç ise kıyas delilidir. [446]

Ebû Ya'lâ, delîlü'l-hitâb ve istishâbü'l-hâlin de içine girmesi se­bebiyle birinci taksimin daha kapsamlı ve daha sahih olduğunu söylemektedir. [447]

Üçlü taksimdeki asıl kavramını tasnif eden Ebû Ya'lâ bunu ki­tap (Kur'an-ı Kerîm), sünnet ve icmâ şeklinde üç kısma ayırır. Ona göre kitap mücmel ve mufassal, sünnet ise Hz. Peygamber'den biz­zat müşahede ve duyarak elde edilenler ve sadece haber yoluyla gelenler olmak üzere iki kısımdır. [448] îemâm mahiyeti ve çeşitleri ise ileride tartışılacaktır.

Bu üçlü taksimde geçen mefhûmü'1-asl; mefhûmu'1-hitâb, delî­lü'l-hitâb ve ma'ne'l-hitâb olmak üzere Üç kısma ayrılır, lstishâbü'l-hâl ise berâet-İ zimmet ve İstishâbü hükmi'1-icmâ şeklinde iki kı­sımdır. [449]

islâm hukukunun kaynakları olan delilleri bu şekilde tasnif eden Ebû Ya'lâ, eserinde önce emir, nehiy, umum, husus, tahsis, nesih, tearuz ve tercih gibi Kitap ve Sünnet delillerinin ortak konu­larını incelemiş, daha sonra da icmâ, istishâbü'İ-hâl ve bazı istidlal türlerini, bu arada da kıyası ele almıştır. Bu sıralama onun yukarı­daki tasnifine genel olarak uygun gözükmektedir.

Ebu'l-Hattâb eİ-Keîvezânî ise hocası Ebû Ya'lâ'nın eserinden büyük oranda etkilenip onun temel tasnifine sadık kalmış olmakla beraber daha açık ve anlaşılır kavramlar kullanmıştır. O, söz konu­su üçlü taksimi asıl, ma'kûl-i asıl ve istishâbü'İ-hâl şeklinde ifade etmiştir.

Ona göre "asıl" delilinin içerisine kitap, sünnet, icmâ ve İmam Jımedden gelen bir rivayete göre "sahabeden bir kişinin sözü" de girer. Kitabın nas. zahir, umum ve mücmel olmak üzere dört çeşit delâleti vardır, sünnelin ise kavi (söz), fiil ve ikrar (takrir) şeklinde üç tür delâleti bulunmaktadır. İcmâ da âm (genel, umumi) ve hâs (hususi, özel) şeklinde iki kısma ayrılır. Bir tek şahabının sözünün delâleti ise -hüeeiyyeti kabul edilmesi halinde- sünnetin delâleti gi­bidir.[450]

Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî'ye göre ma'kûl-i asıl ise lahnü 1-hitâb, fahve'l-hitâb, ma'ne'l-hitâb ve delîlü'l-hitâb; istishâbü'İ-hâl de Lstis-ıâbü hâli'1-akl ve istishâbü hâli'1-icmâ şeklinde kısımlara ayrılır. [451] Bu temel tasnife uygun olarak, Ebü'l-Hattâb el-Kelvezânî eserinde şer'î delilleri Kitap ve Sünnet (ortak konular), şer'u men kablenâ (bizden öncekilerin şeriatları), kavlü's-sahâbî, icmâ, kıyas ve istis-ıâbü'1-hâl şeklinde sıralayarak İncelemiştir.

İbn Kudâme ise, üzerinde ittifak edilen şer'î delillerin kitap, sünnet, icmâ ve aslî nefiy üzerine devam eden akıl delili (istishâb); ıakkında ihtilâf eden delillerin de kavlü's-sahâbî ve şer'u men kab­lenâ olduğunu belirterek, bütün bu delillerin aslının da sonuç iti­bariyle Allah'ın kitabı olduğunu söylerdi[452] Ancak îbn Kudâme, hak­anda ihtilâf edilen delilleri İncelerken kavlü's-sahâbî ve şer'u men fkablenâ'ya istîhsan ve İstıslahi (maslahat-ı mürsele) da ilâve etmiş­tir. [453]

tbn Kayyım el-Cevziyye'ye göre de Hanbelî mezhebinde şer'î lükümlerin kendisinden çıkarıldığı kaynaklar İçerisinde İlk sırayı sahih naslar alır. Daha sonra da sahabenin fetvaları, mürsel ve za­yıf hadîs ile kıyas gelir. [454] Bu naslar içinde yer alan hadîsler sabit ve ıhih olduğu müddetçe, onlar Kitap ve Sünnet şeklinde bir ayırıma îbi tutulmazlar ve ikisi de aynı derecede kabul edilirler. Bunlar arasında herhangi bir tearuz (çelişki) bulunması halinde problem tercih kaidelelerine göre çözümlenir. Burada esas olan, naslann i'e'y ve kıyasla zayi edilmemesidir. [455]

Son döneni Ilanbelî bilginlerinden Abdülkadir b. Bedrân da mezhebin f'ürûunda temel alınan delillerin beş adet olduğunu söy­lemiştir. Bunların birincisi (kitap ve sahih sünnetten meydana ge­len) naslar, ikincisi sahabenin ittifakla kabul edilen fetvaları, üçün­cüsü sahabenin ihtilaflı fetvaları, dördüncüsü mürsel ve zayıf ha­dîsler ve beşincisi ise kıyastır.[456] Ayrıca İbn Bedrân, bu delilleri üze­rinde ittifak edilen ve ihtilâf edilenler şeklinde bir ayırıma tâbi tut­muş ve bunlardan kitap, sünnet, İcmâ ve istishâbü'1-hâî delilleri hakkında ittifak edildiğini; şer'u men kablenâ, kavlü's-sahâbî, istih-san ve İstıslah (maslahat-ı mürsele) hakkında ise ihtilâf edildiğini söylemiş, ancak o kıyas delilini ilk döit delilden sonra beşinci sıra­da incelemiştir. [457] Ayrıca o, üzerinde ihtilâf edilen delillere sedd-i zerâi' ve İlhamı da ilâve etmiştir. [458] Ibn Bedrân'ın bu tasnifinde özel­likle kıyasın yeri hakkında bir açıklık olmadığı görülmektedir. Çünkü kıyas, üzerinde ittifak edilen kitap, sünnet, icmâ ve istishâ-bü'l-hâl delilleri arasında olmadığı gibi, hakkında ihtilâf edilen şer'u men kablenâ, kavlü's-sahâbî, istihsan ve istıslah arasında da bulunmamakta, [459] ancak buna rağmen İbn Bedrân onu deliller hi­yerarşisi içerisinde beşinci sırada incelemektedir.

Hanbelî mezhebine mensup yukarıdaki usulcülerin delillerin çeşitleri ve sıralanmasıyla ilgili bu açıklamalarından onların hemen hepsinin kitap, sünnet, icmâ ve istishâb üzerinde ittifak ettikleri; şer'u men kablenâ, kavlü's-sahâbî, kıyas, istihsan, İsttslah (masla­hat-ı mürsele) ve sedd-i zerâi hakkında ise ihtilâf ettikleri anlaşıl­maktadır. Biz bu ihtilaflı delillere, bazı Hanbelî usul kitaplarında en azından bir hukukî prensip olarak geçen örf ve adet delilini de ek­liyoruz.

Şimdi, teşri değeri hakkında ittifak ve ihtilâf edilen yukarıdaki delillerin Hanbelî metodolojisindeki değerleri incelenmeye çalışı­lacaktır.[460]

 

1. Üzerinde İttifak Edilen Deliller

 

a) Kur'ân-ı Kerim

 

Allah'ın kitabı olan Kur'an-i Kerîm ihtilafsız bir şekilde Hanbelî mezhebinin birinci kaynağını teşkil eder.

Kur'an'ta ilgili usût-i fıkıh kitaplarında onun tanımı, özellikleri, mütevâtir olmayan kıraatlerin kaynak olarak kabul edilip edileme­yeceği, Kur'an'ın nüzulü, tedvini ve toplanması, kaynak değeri, Kur'an naslarının hükümlere deiâleti, hükümleri beyanı ve üslûbu geniş bir şekilde tartışılmıştır.

Bizim buradaki amacımız söz konusu bu tanışmaları bütün mezheplere göre geniş bir şekilde tartışmaktan ziyade, bu konula­ra dair Hanbelîler'İn özellik arzeden görüşlerini vermektir.

Kur'an, okunmakla ibadet edilen ve bize kadar tevatür yoluyla geîmiş olan Allah'ın vahyedilmiş kelâmıdır.[461]Buradaki "kelâm" kavramının taşıdığı mânalar ile onun Allah'a nisbet edilmesi konu­su, kelâm ilminin sıfâtuüah bahsinin önemli tartışmalarından birini teşkil eder. Kur'an bizatihi kendisi mu'cizdir (âciz bırakan). Bazı Hanbelîler, Ahmed'in bu konudaki görüşünün diğer mezhep men­suplarının benimsediği şekilde, Kur'an'ın nazmı (Safzı) ve manasıy­la mu'cîz olması doğaıİtusunda olduğunu söylerken, Kadî Ebû Ya'lâ onun manasının i'cazı konusunda muhalefet etmiştir. Ibn Hâ-mîd (ö. 403/1012), Ahmed'in bu konudaki cevabından mukattaa harflerinde i'câzın devam edeceği mânasının çıktığını söylemiştir. Bu tartışmada Kadî Ebû Ya'lâ bazı ayetlerde i'câzm olduğunu, Ibn Akîl ise bir veya iki âyetle meydan okumanın hâsıl olmayacağını söylemiştir. [462]

Tevatürle bize kadar ulaşmayan vahiyler Kur'an'dan kabul edil­mez. [463] Tûfî'ye (Ö. 716/1316) göre yedi kıraat imamına nisbet edi­len kırâat-i seb'anın söz konusu imamlara nisbeti mütevâtir olmak­la birlikte, bunların her birinin Hz. Peygamber'e ulaşması tevatür şartlarını taşımayıp bir kişinin diğer bir kişiden nakli derecesinde­dir. Bu görüşü değerlendiren îbn Bedrân, böyle bir sözün bizi Kur'an'ın tevâtüren gelmediğine dair bir sonuca götürmemesi ge­rektiğini söylemiştir. Zira, bizzat Kur'an'ın mahiyeti ile kıraatler ve Kur'an'ın tevâtüren nakli hakkındaki icmâ arasında fark bulun­maktadır. [464] Hanbelî mezhebindeki baskın görüş, Hz. Osman'nın (ö. 35/656) mushafında bulunmayıp Ibn Mes'ûd'un (ö. 32/652) mushafında yer alan Bakam sûresinin 196. âyetindeki ilâve gibi te­vatür derecesine ulaşmayıp şâz olarak sahih bir yoldan gelen vahiyler ile namazın sahih ve olan rivayetin de hüccet olacağı doğrultusundadır. [465]

Kur'anda nien.se itibariyle yabancı bir dile ait olup daha sonra Arapçalaşmış (muarreb) kelimelerin varlığı konusunda[466] Kadî Ebû Ya'İâ, Kur'an'da Arapça dışında bir dile ait kelimenin olmadığını savunmuştur. [467] Bu konuda İbn Abbas ve tkrime'den Tâhâ sûresi­nin ilk âyetindeki "Tâhâ" ve el-Müzzemmil sûresinin 6. âyetindeki "nâşiete'1-leyl" gibi bazı muarreb örnekler zikredilmekte ise de, [468] Yûsuf sûresi ikinci ve ez-Zümer sûresi 28. âyetlerinden anlaşıldığı­na göre, Kur'an'ın bütünü Arapça olup başka bir düden hiçbir ke­lime yoktur. Zira Allah Araplar'a, Kur'an'ın bir benzerini getirmek­le meydan okumuştur. Eğer Kur'an'ın tamamı Arapça olmasaydı böyle bir meydan okuma doğaı olmazdı. [469] Abdülkadir b. Bedrân bu konuda şöyle bir orta yol izler: Eğer buradaki muarrebden amaç Kur'an'da ibrahim, îshak, Ya'kub gibi aslen Arapça olmayan özel isimlerin varlığı ise bunda bir zarar yoktur, özel isimlerin dı­şında bazı. yabancı kelimelere gelince, bunlar da kesin olarak dilin içselleşlirdiği, Arapça içerisine almayı uygun gördüğü şeylerdir. [470]

Kur'an'ın muhkem ve müteşâbihi hakkında usulcüler arasında geniş tartışmalar bulunmakta İse de, Hanbelî mezhebinde muh­kem, mânası açık olandır. [471] Müteşâbih ise "ayn" ve "kur'u" kelime­lerinde olduğu gibi herhangi bir iştirak, el-En'am sûresinin 141. âyetindeki "Hasad gününde hakkını (zekât ve sadakasını) veriniz" ifadede "hak"kın miktarı konusundaki gibi bir icmal veya Allah'ın sıfatlarıyla İlgili teşbihler gibi herhangi bir benzetmeden dolayı mâ­nası açık olmayan kelimedir. [472]

Bu konuda varılan genel sonuç; bütün bilginlere göre Kur'an'­da anlamsız bir kelimenin olmadığı, cumhura göre ise Kur'an'da mânasını sadece Allah'ın bilip başka hiçbir kimsenin bilemeyeceği şeylerin bulunduğudur. [473]

Kur'an'daki kelimeler ne tür bir kelime olursa olsun, herhangi bir delil bulunmadan o zahirî anlamından başka bir mânaya çeki­lemez.[474] Yine herhangi bir asıl olmaksızın sırf re'y ve ietihadia Kuranı tefsir elmek de caiz değildir. Kur'anda "O (şeytan) size an­cak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söyle­menizi emreder" (el-Bakara 2/169) ve "İnsanlara, kendilerine İndi­rileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik" (en-Nahl 16/44) âyetleri ile îbn Abbas'm rivayet ettiği "Kim Kur'an hakkında re'yiyle konuşursa, cehennemdeki ye­rini hazırlasın" hadîsi[475] ve benzer rivayetler gereği Kur'an hakkın­da re'yle konuşmak caiz değildir. [476] Ancak Kur'an'ın tefsirini öğren­mek, sözü hüccet olan kişiden bunu nakletmek ise caiz ve sevaptır. Helâl ve harama dair hükümleri öğrenmek gibi. Ahmed de bu şekilde birçok âyet-İ kerîme tefsir etmiştir. [477] Kur'an'ın lisan kaide­lerine göre tefsiri konusunda ise Ahmed b. Hanbet'in olumlu ve olumsuz iki görüşü rivayet edilmektedir. Ebû Ya'lâ bu konuda İma­mın cevaza dair görüşünü çeşitli delillerle anlatmıştır ki, buradan onun da bu görüşü benimsediği sonucu çıkmaktadır. [478]

 

b) Sünnet

 

Hanbelî usulcülere göre, Hz. Peygamber'in sözlerinin doğrulu­ğuna Kur'an mucizesi delâlet ettiği, Allah'ın ona İtaati emredip emirlerine muhalefetten sakındırdığı için[479] onun sünneti İslâm hu­kukunda bir delildir. [480]

Hz. Peygambcr'in söz. fiii ve takrirlerinin tümüne birden sünnet adı verilir ve onun sözlerini şifahî olarak ağzından duyan kimseler için söz konusu sünnet kati bir delildir.[481]

Hz. Peygamberden rivayet edilen haberlerin nakli sırasında "Hz. Peygamber'den işittim", "Bana haber verdi" gibi birçok lafız kullanılır ve onların delâlet dereceleri geniş bir şekilde tartışılmış­tır. [482]

Hz. Peygamber'in sünneti sübût bakımından Hanbelî usulünde tevatür ve âhad adıyla iki kısma ayrılır.

Hanbelîİer'de mütevâtir haberle meydana gelen bilgi üzerinde bütün insanların icmâ etmesi şart değildir. Çünkü, kabul edilmesi hususunda bazı ihtilâflar bulunmasına rağmen imam Ahmed sıfat­larla İlgili haberleri kabul etmiştir ve bunlar ona göre kesin bilgi ifade eder. [483] Kadî Ebû Ya'lâ ise, tevatürle elde edilen bilginin zaru­ri bir bilgi olduğunu, ancak bunun iktisap ve İstidlal cihetinden bi­linemeyeceğini kabul etmiştir. [484] Ebu'l-Hattâb ise tevatürden hâsıl olan bilginin de nazari olduğunu ve içerisinde şu İki şart bulunma­dıkça onun bizatihi kesin bir bilgi İfade etmeyeceğini söyler: Bun­lar, söz konusu haberi nakledenlerin -şartlara ve kalabalıklarına göre değişebilir olmakla beraber- yalan üzerinde birleşme meleri ve vakıayı haber verme konusunda ittifak etmeleridir. Bu tartışma­da İbn Kudâme, tevatür kelimesinin delâlet ve türevlerinden hare­ket ederek Ebû Ya'lâ'nm görüşünü doğru bulur. [485]

Öte yandan, tevatür haberi nakledenlerin bu haberin nakil ve bilinmesinde ihtiyaç duyulan hususları gizlememesi gerektiğine işaret etmeliyiz. Zira İmâmiyye böyle bir haberin nakil ve bilinme­si konusunda bazı şeylerin gizlenebileceğin! İleri sürmüştür[486] ki, bu yaklaşım onların takıyye düşüncesiyle yakından alâkalıdır.

Tevatürün dışındaki yollarla gelen haberler i.se âhad olup[487] onunla kesin bilginin meydana gelip gelmeyeceği konusunda İmam Ahmed'den farklı rivayetler bulunmaktadır. Hatta Ebû Bekir el-Merrûzî'den, İmam Ahmed'e "Şurada bir insan 'haber ameli ge­rektirir fakat ilmi gerektirmez' diyor" dedim, o bunu ayıpladı ve "Bu ne demek bilmiyorum" dedi[488] şeklinde gelen rivayetten, bura­da âhad haberden hâsıl olacak ilim ve onunla amel edilmesini bir tuttuğu dahi anfaşılıyorsa da, Ahmed'İn rü'yet hadîsi hakkındaki "Ona inanırız ve hak olduğunu biliriz ve onunla kesin ilim hâsıl olur[489] sözünü bazı Hanbelîler, haber-i vâhid sert bir konuya ait ise kesin bilgi gerektireceği şeklinde yorumlamışlar, fakat Ebû Ya'lâ bunun istidlal açısından olacağını, zorunluluk açısından ol­mayacağını ilâve etmiştir. [490] îbn Kudâme ise, Hanbeİîlerin çoğun­luğu ve özellikle de müteahhir bilginlerinin haber-i âhadın kesin bilgi ifade etmeyeceğini benimsediklerini söylemiştir. Çünkü zaru­retle biliyoruz ki, duyduğumuz her haberi tasdik etmiyoruz; eğer bu tür haberler kesin bilgi ifade etseydi, birbiriyle çatışan iki habe­rin varlığına rastlanmaz ve davalarda tek şahitle hüküm verilirdi. [491] Ayrıca İbn Kudâme, haber-i vahidin İmam Ahmed'e göre ilim ifa­de etmesi ihtimalini söyledikten sonra, ashâb-t hadîs ve Zâhirîler'in de bu görüşte olduklarına işaret eder. [492] Bu ihtimale rağmen, Han-belîler'in özellikle müteahhir bilginlerinin haber-i vâhidle kesin bilginin hâsıl olmayacağına dair görüşlerini mezhep içerisinde bir gelişme olarak değerlendirmek mümkündür.

Diğer taraftan, bazı kelâmcılar haber-i vahidin yalana da ihtima­li bulunmasından dolayı onunla taahhüdün aklen caiz olmadığını savunmuşlarsa da, [493] Ebu'l-Hattâb aklın bu konuda haber-i vahidi kabul etmeyi gerektireceğini savunur. Çünkü, eğer muamelelerin oluşumunu sadece kat'î delillerle sınırlandırırsak, kati deliller çok nâdir bulunduğu İçin birçok hükmün iptal edilmesi gerekir. Ayrıca, Peygamber bütün İnsanlara gönderilmiş olmasına rağmen on­ların hepsiyle bizzat yüzyüze konuşması veya bu konuşmaların onlara tevatür yoluyla ulaşması mümkün değildir. Kaldı ki, burada bu haberler hakkında râvinin doğruluğu kabul ve zannedildiği za­man, Allah ve Resulü'nün enirinin varlığı tercih edilmiş olur ki, bu hususla ihtiyat, râcih olan ile amel etmektir.[494] Tarafların bu konu­daki uzun tartışma ve delilleri bir tarafa, Hanbeiîler'in çoğunluğu ise, metodolojilerindeki bir başka prensibi çalıştırarak haber vâhicile teabbüdün vacip olmadığı gibi muhal de olmadığını, berâet-i asliyye ve istishâb devam ettiği için söz konusu haberle teabbüd yapılmamalından dolayı bütün hükümlerin tatilinin gerekmeyece­ğini söylemişlerdir. [495]

Hanbeiîler'in de dahil olduğu usulcülerin cumhuru haber-i vâ-hidle amel etmenin şeriat açısından caiz olduğunu kabul ederken, Kaderiyye'nin çoğunluğu ile bazı Zahirîler İse buna karşı çıkmışlar­dır. [496] Onların bu yaklaşımı ise birinin akılcılığına, diğerinin de la-fızcılığına uygun bir tavırdır.

Hanbelî usulünde bîr râvinin rivayetinin kabul edilebilmesi için mü.slüman, mükellef, âdil ve zabt sahibi olması gerekir. [497]Müslü­manlıkla ilgili şart sırasında, söz konusu kişi fâsık bir te'vilci olur da kendi fr.sk ve te'viline insanları çağırırsa onun haberi kesinlikle kabul edilmez. Ancak kendi görüşüne davet etmeyen birisi ise onun haberinin kabulü konusunda İmam Ahmed'den olumlu ve olumsuz İki görüş bulunmaktadır. [498] Ebu'l-Hattâb bunlardan te'vilci fâ.sıkm haberinin kabul edileceği görüşünü tercih etmiştir. [499]Onun bu yaklaşımı Hanbeiîler'in râvinin âdil olması şartında ileri sürdük­leri "fâsıkın haberinin kabul edilmeyeeeği"ne dair görüşleri ile[500] çelişmekle birlikte, Hz. Feygamber'e ait bir haberi te'vilci fâsık bir mü.slümanm elinde dahi olsa almak ve onu zayi etmemek şeklin­de eser konusundaki hassasiyetlerini gösterir ve ayrıca da fâsık te'vilci diye ayın ettikleri insanlara karşı bir yumuşamayı içerdiği için mezhebin u.sulünün gelişmesi açısından faydalı bulunabilir.

Ebû Yala el-Ferrâ ve Ebu 1-Hattâb cl-Kelvezânî'nin belirttikleri gibi, Ilanbelîler'e göre lıaber-i âhad İle Kuran'ın âm naslannı tah­sis caizdir. Burada tahsise konu olan âm nassın daha önceden tah­sis edilmiş olup olmaması arasında fark yoktur.[501] Bu konuda şu Ör­nek verilebilir: Kur'ân-ı Kerim'de "Allah, .size çocuklarınız (in ala­cağı miras) hakkında, erkeğe kadının payının iki mislini tavsiye eder..." (en-Nisâ 4/11) buyrularak çocukların miras hisseleri tek tek belirtilmiştir. Bu âyetin umumundan, kendisine "çocuk (evlât) denilmesi uygun olan herkesin anababasına miras olacağı anlaşıl­maktadır. Âyette, çocukların hıristiyan, yahudi veya katil olmaları arasında herhangi bir ayırım yapılmamıştır. Hz. Peygamber ise, "Katile mirastan hiçbir şey yoktur, [502] "Katil varis olamaz, [503]"Kâfir müslümana, müstüman kâfire vâris olamaz, [504]"îki ayrı mîllet (din) ehli (birbirine) vâris olamaz[505]sözleri ile âyetteki "çocuklarınız" lafzından amacın, "murisini katletmeyen ve onunla aynı dinden olan kimseler" olduğunu açıklamış ve bu kelimenin umumunu tahsis etmiştir. [506]

Hanbelî usulcüleri diğer mezhep mensuplannın çoğunluğunun kabul ettiği gibi sahâbîlerin mürsellerini tereddütsüz olarak kabul etmişlerdir ki, bu onların sahâbîlerin âdil olduklarına dair görüşle­rinin bir sonucudur. [507]

Sahabenin dışındaki kişilerin mürsellerini kabul konusunda ise İmam Ahmed'den iki görüş nakledilmiştir. Bunlardan birincisinde Ahmed sahâbîlerin dışındakilerin mürsellerini kabul etmiştir ki, bu İmam Mâlik, Ebû Hanîfe ve Mu'tezile'nin de tercih ettiği bir [508]Diğerinde İse İmam Ahmed böyle bir haberi kabule değer bulmaz.87 Bu görüşü ise bazı Şâfiîler'le Ehl-i hadîs ve bazı Zahirîler kabul etmiştir. [509]Burada kabul taftadan, mürseli yapan kişi sika ol­duktan sonra, onun da âdil bir kişiden hadîsi almış olacağını ve bu­nun hangi devirde olursa olsun farketmeyeceğini, burada proble­min aslını irsali yapan kişinin güvenilir olup olmamasının teşkil et­tiğini söylemişlerdir Karşı çıkanlar İse, [510] Hz. Peygamber'in İlk üç asırdaki nesli methettiğini ve onların durumunun kendilerinden sonra gelenlerden daha kuvvetli olduğunu ileri sürmüşlerdir. [511]

Diğer yandan, Hanbelîler kıyasa muhalif olan haber-İ vâhidleri delil olarak kabul etmişlerdir. [512] Bu konuda diğer mezhep bilginle­rinden İmam Mâlik kıyası takdim ederken, Ebû Hanîfe söz konusu haberin kitap, sünnet ve icmâ gibi herhangi bir usule muhalif ol­ması halinde onun delil olarak kullanılamayacağını söylemiştir. [513]

Ahmed b. Hanbel ve arkadaşlarına göre, hadîsin rivayetinde onu bizzat lafızlanyla birlikte rivayet etmek müstehapür. Ancak manasıyla rivayet eder de dinleyenin aklına hadîsin anlamı hakkın­da hiçbir şüphe gelmeyecek şekilde kelimeleri aynı mânaya gelen başka bir kelime üe değiştirirse bunu da caiz görür. [514]

Hanbelî usulünde sünnet hakkında yapılan tartışmalara son vermeden önce onların zayıf hadîsle İlgili görüşlerine işaret etme­liyiz. Başta İmam Ahmed olmak üzere Hanbelîler'in çoğunluğu özellikle faziletler konusunda- zayıf hadîsle amel edilebileceği ka-naatmdedifler. [515] Burada İmam Ahmed'İn "zayıf teriminden mak­sadı, hadîsçilerin kullandıkları "zayıf terimidir, çünkü hadîsçiler bazan fakihlerin zayıf olarak algılamadıkları irsal, tedlîs... gibi bazı yollarla gelen hadîsleri "zayıf olarak telakki ederler. Bu sebeple, söz konusu hadîslerle "amel edilir"den amaç, "fıkıhçıların metodu üzere" amel edilir demektir.[516]Ahmed b. Hanbd hadîs ilmi bakı­mından zayıflıklarına rağmen Amr b. Merzük (ö. 224/838), Ali b. el-Ca'd (ö. 230/844) ve İshak b. Ebû tsrâîl (ö. 246/86[517] gibi kişiler­den hadîs rivayet etmiştir.ys Öte yandan tedlîs konusunda Ahmed, bunu kerih ve ayıp görmekle beraber böyle bir haberi kabule de engel olmaz. [518] Öte yandan, bu tür hadîslerin kabulü konusunda İmam Ahmed'İn olumsuz düşündüğüne dair bir görüş de bulun­makta olup onun zayıf hadîsi sadece ibret ve diğer sahih hadîsler­le birlikte delil olarak kullanmak için yazdığı ileri sürülmüştür. [519]

 

c) İcmâ

 

İslam hukukçularının genel olarak kabul ettikleri üçüncü delil icmâdır. [520] Bir asırdaki müctehidlerin dinî bir konu üzerinde ittifak etmesi anlamına gelen icmâ Hanbelî usûlcülere göre kesin bir de­lil olup ona muhalefet edilmesi haramdır ve onlara göre ümmetin hata üzerinde İcmâ etmesi caiz degildir. [521]

İcmâın delil değeri konusunda imam Ahmed'İn görüşleriyle il­gili kaynaklardan bize ulaşan bazı bilgiler bu hususta mezhebin görüşünün uzun bir olgunlaşma süreci geçirdiğini göstermektedir.

Abdullah ve Ebu'l-Hâris'ten gelen bir rivayette imam Ahmed'e "Sahabe bir konuda icmâ ettiği zaman onların görüşlerinden çıkma konusunda ne dersin?" diye sorulduğu zaman o, "Bu çirkin bir söz­dür, ehl-i bid'atın sözüdür, sahabe İhtilâf ettiği zaman da onların görüşlerinden çıkılmaz" derken, [522] Abdullah'ın bir başka rivayetin­de ise "Bir kimse bir konuda icmâ bulunduğunu iddia ederse bu yalandır, belki de insanlar ihtilâf eimi.şierdir. Bu libû Bekir el-Esam ve Bişr b. Gıyâs eİ-Merisînin iddiasıdır. Bilmiyoruz, belki de insan­lar ihtilâf etmişler, fakat bu haber ona ulaşmamıştır" demiştir.[523] Merrûzî'den de buna benzer bir rivayet bulunmaktadır, [524]Başka bir rivayette ise, "Bu bir yalandır insanların icmâ ettiklerini o bile­mez, ancak 'bu konuda herhangi bir ihtilâf bilmiyorum' diyebilir ve bu söz onun 'insanların icmâı' sözünden daha güzeldir" dediği be­lirtilmiştir. [525]

Ebû Ya'lâ bu rivayetleri değerlendirirken, bu sözlerin icmâın sıhhatini menetmediğini ve onları İmamın sadece verâ (İhtiyat) ci-hetiyle söylediğini, sanki burada kendisine ulaşmamış bir ihtilâfın bulunması ihtimaline işarel ettiğini ya da bunu Selefin ihtilâfları hakkında bilgisi olmayan kişiler için söylediğini belirterek, Abdul­lah ve Ebu'l-Hâris'in naklettikleri yukarıdaki sözlerinden, mutlak olarak icmâın sahih olduğunun anlaşılacağını ifade ederek İcmâ ile amel ettiğine dair çeşitli örnekler verir[526]

Ebû Ya'lâ'nın bu görüşlerini nakleden Ibn Teymiyye ise, İmam Ahmed'in reddettiği icmâın sahabe, tabiîn ve etbâu't-tâbiînden sonraki icmâ iddiaları olduğunu söylemiştir. [527] Ona göre imamın sözlerinde ilk üç nesilden sonrakilerin icmâının delil olacağına da­ir bir şey yoktur. Onun "her asnn icmâından" sözüyle sadece tabi­îler kastedilmiştir. Merîsî ve Esam gibi kelâmcüar ise sadece Ebû Hanîfe, Mâlik ve benzerlerinin görüşlerini bildikleri, sahabe ve ta­biîlerin görüşlerini bilmedikleri halde icmâ iddiasında bulunuyor­lar. Mâlik, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî (ö. 189/805), Şafiî ve Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm (ö. 224/838) gibi birçok kimse de çe­şitli meselelerde -bilmedikleri birçok İhtilâf bulunmasına rağmen-icmâ etmişlerdir. Bu sebeple biz kitap, sünnet ve Ömer b. el-Hattâb, Abdullah b. Mes'ûd (ö. 32/652) ve diğer sahâbîlerin kelâmı hakkındaki icmâya itimat ederiz. Zira bu sahâbîlerden her biri, "Ben Allah'ın kitabında olanla hüküm veririm, orada yoksa Allah'ın resulünün sünnetiyle, orda da yoksa sâlih insanların üzerinde icmâ ettikleri şeylerle hükmederim" demişlerdir. [528]

Ibn Teymiyye'nin bu yorumlarından Ahmed b, Hanbel'in ilk üç neslin icmâlarını kabul etliği, diğer asırlarda ise icmânın meydana görüşünü benimsediği anlaşılmakladır. Bununla bir­likle 1 hmbelî usûlcülerinin. imamlarının icmâ hakkındaki görüşle­rini nel bir şekilde ortaya koymadan, İcmânın kabul ve reddi ko­nusundaki tartışmalara geçtikleri ve bu tartışmalarda İcmâ taraftar­ları yanında yer aldıkları görülmektedir.[529] Bu dunun, onların ima-niın görüşlerini ele bu doğrultuda yorumladıkları anlamına gelir. Bize göre de böyle bir yorum, Hanbelî mezhebinin temel yakla­şımları açısından tutarlı görünmektedir. Zira, devlet başkanlığı (imamet) makamını zorla ele geçiren kişinin halifeliğini fitne tehli­kesi sebebiyle muteber kabul eden ve selefin her türlü hal ve dav­ranışını kendisi İçin nas gibi telakki eden muhafazakâr bir bakış açısı, sonuç olarak bizi icmâ kavramına götürecektir. Bize öyle ge­liyor ki, Ahmed b. Hanbel'den önce usûlcüler arasında icmâ tartış­maları oıtaya çıkmamış olsaydı bile, onun muhafazakâr ve statüko­dan yana tavrı, sonuçta icmâ anlayışına ulaşırdı.

İmam Ahmed'in ilk üç nesil ile sınırlı olan icmâ anlayışını geniş­leten bu yorumlara ilâveten, ondan nakledilen bazı sözlerden ha­reketle, her asır ehlinin icmâının da hüccet olduğu ve onların hata üzerinde birleşmelerinin caiz olmadığı sonucuna varılmıştır. [530]Merrûzî'den gelen bir rivayette imam Ahmed bilgiyi ararken "Re-sûlullah'tan gelen şeylere bakılır, onlar içerisinde yoksa ashabın­dan gelenlere bakılır, onlarda da yoksa tabiînden gelenlere bakılır" demiş, Ebû Dâvûd'dan gelen bir rivayette ise ittibâın "nebiden ve ashabından gelenlere uymak olduğunu" belirterek bundan sonra gelen tabiîler hakkında ise muhayyer olunduğunu söylemiştir. [531]Hanbelî usulcüleri bu rivayetlerden, her asrın ehlinin icmâının hu­kuki bir delil olacağı sonucunu çıkarmışlardır. [532]

Hanbelîler'in çoğunluğu icmâm sıhhat ve İstikrar bulması için onun meydana geldiği asrın geçmesini (inkıraz) şart koşmuşlardır. Buna göre meselâ, sahabe herhangi bir hüküm üzerinde İcmâ eder de- daha sonra onlardan bazısı veya tamamı bu görüşten vazgeçerse icmâ ortadan kalkar. Onlar bu sonucu, Abdullah'ın İmam Ahmed'den rivayet ettiği "İcmâın hücdyyeti, söz konusu hususta ic-ma edildiğini zanneden kişi içindir. Eğer daha sonra bu icmâdan aynhriarsa yeni bir icmâ oluncaya kadar üzerinde icmâ etlikleri şey hakkında durmayız" sözünden çıkarmışlar ve daha .sonra temadan vazgeçildiğine dair bazı Örnekler vermişlerdir.[533] Ayrıca onlar bu konuda çeşitli deliller de getirmişlerdir. Meselâ onlar, Kur'an-ı Ke-rim'deki "İşte böylece .sizin insanlığa şahitler olmanız, resulün de size ahii. olması için sizi mutedil bir millet kıldık" (el-Bakara 2/143) âyetini, İslâm ümmetinin başkaları üzerine şahit kılındığı, fakat kendi kendileri üzerine şahit kıhnmadıkları seklinde yorumlamışlar ve bu durumu icmâda asrın geçmesinin (inkıraz) gerekli­liğinin delİİİ olarak ileri sürmüşlerdir. [534] Yine, Hz. Ebû Bekir hadd-i şürb (içki cezası) için kırk cetde vururken, Hz. Ömer bunu sekse­ne çıkarmış, onun hilâfetinden sonra gelen Hz. Ali ise bu cezayı tekrar kırk celdeye indirmiştir. Bu delillerden hareketle Ahmed b. Hanbel'in icmâın oluşması için asrın geçmesini (inkıraz) gerekli gördüğü anlaşılmaktadır. [535]

Öte taraftan, bu konuda imamdan asrın geçmesinin şart olmadiğmı ima ettiğine dair bir görüş de bulunmaktadır. [536] Bu hususta Mu'teziie kelâmcıları, Eş'ariler ve Haneliler asrın geçmesini icmâın sıhhati için şart koşmazken, Şâfiîler'den Ibn Fûrek(ö. 406/1015) ve Süleym er-Râzî gibi birkaç kişi Hanbelîler gibi, çoğunluk ise diğer­leri gibi düşünmektedir. [537] Bu tartışmanın pratik sonucu şudur: As­rın geçmesini şart koşmayanlara göre, icmâ edenlerden hiçbiri ic­mâ ettikleri şeyden rücû edemez, eğer biri görüşünden vazgeçerse onun rücûu geçerlidir, ancak diğerlerinin kavli onun için bir hüc­cettir. İcmâın sıhhat ve istikrar bulması için asrın geçmesini şart görenler İse, icmâ eden sahâbîlerin hepsi üzerinde icmâ edilen görüş­ten başka bir görüşe dönebilir ve onun yeni görüşü icmâa karşı bir "hilaf" olarak kabul edilir. [538]

Hanbelîler'e göre sahabe iki görüş üzerinde ihtilâf edip tâbiîler de bu görüşlerden biri üzerinde icmâ etseler hilaf ortadan kalkmaz ve diğer görüşe rüeû etmek caiz olur. [539] Bu konuda diğer mezheplerden Hanerîier ve Mu'lezile'ye göre ise tabiîlerin icnıâı ile ihtilâf ortadan kalkmış olur ve diğer görüşe rücû caiz olmaz. Şâfiîier'in çoğunluğu Hanbelîler gibi, başta imam Şafiî'den bir rivayet ile İbn Hayam (ö. 488/1095) ve Ebû Bekir el-Kaffâl (ö. 507/1114) gibi bil­ginler ise Hanefiler gibi düşünür.[540]

Hanbelîler'e göre, sahabe iki görüş üzerinde ihtilâf ettiği zaman üçüncü bir görüşün ihdas edilmesi caiz değildir. Bu konuda Esrem, imam Ahmed'den "Hz. Peygamber'in ashabı ihtilâf ettiği zaman onların görüşlerinden biri seçilir ve onların görüşlerinden daha sonra gelenlerin görüşlerine gidilmez" dediğini rivayet etmiştir. [541] Ebû Ya'lâ, bir görüş üzerinde icmâ etmenin, o görüş dışındakilerin bâtıl olduğu hakkında da bir İcmâ bulunduğu anlamına geldiği gi­bi, sahabenin iki görüş üzerinde icmâ etmelerinin de söz konu.su bu İki görüşün dışındaki diğer görüşlerin de butlanı hakkında bir icmâ anlamına geleceğini ileri sürmüştür. [542]

Bir veya iki kişi, herhangi bir konuda cemaate muhalefet eder­se, bu konuda icmâ oluşmaz, icmâ ehli sayılan bir kişinin muhale­feti, mezhepte mevcut olan iki rivayetten en sahih olanına göre, ic­mâın oluşmasına mani olur. Bir rivayette, bu hususa imada bulu­nan imam Ahmed "Allah'ın Resulü'nün arkadaşları ihtilâf ettiği za­man, bir kimsenin onlardan bir kısmının görüşünü herhangi bir ih­tiyar olmaksızın (tercih delili bulunmaksızın) diğerleri aleyhine al­ması caiz olmaz. (Bu durumda) Kitap ve Sünnet'e en yakın olan görüşe bakılır" demiştir. [543] Ancak, diğer birçok konuda olduğu gi­bi bu konuda da İmam Ahmed'den aksine bir rivayet daha bulun­maktadır. Bu rivayette ise o, bir kişinin ihtilâfına itibar edilmeyece­ğini ve bu durumun icmâın in'İkadma engel olmayacağını söyle­miştir. [544]

Hanbelîler'e göre icmâda İlim ehlinin (müctehid) görüşüne iti­bar edilir, avamın onlara İhtilâf etmiş olmasına itibar edilmez. Ib-nü'1-Kâsim'ın rivayet ettiğine göre, kendisine Şüreyh ve Ibn Şîrîn hakkında sorulduğu zaman, Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: "Bunlar, tabiînden kendileri gibi olanlar aleyhine hüccet olmazlar.

Bu durumda, kendilerinden önce yaşamış Uz. Peygamberin asha­bından olan kişiler aleyhine nasıl hüccet olsunlar?"[545] Hanbetîler'e göre avam, şer'î hükümlerde içtihatla ehil değildir. Dolayısıyla, on­ların kendi içtihatlarıyla amel etmeleri caiz olmadığı gibi, başkala­rının da onların ictihacilanyla amel etmesi caiz değildir. Bu konuda onlar, sanki sabî çocuk ve mecnun (deli) kişiler gibi olup herhan­gi bir soııımlulukları yoktur. [546] Hatta Hanbelîler'e göre, kelâm ve hadîs ehline mensup İlim adamları da şayet fıkhı hükümleri ve fürûu biliniyorlarsa, onların da icmâa karşı hilaflarına itibar edil­mez. [547]Icmâ ehliyetine sahip kişilerin belirlenmesi ve onlarda fı­kıh bilgisinin aranması konusunda Hanbelîler'İn ulaştıkları bu nok­ta gerçekten önemli bir seviyedir. Zira onlar, şer'î hükümleri ve fü-rû-i fıkhı bilmeyen bir kişinin ietihad ve görüşlerinin -kendi.si as-hâb-ı hadîsten dahi olsa- icmâ karşısında herhangi bir değerinin bulunmadığını belirtmiş olmaktadırlar.

İcmâ, İcmâ ehlinden duyularak veya onların bizzat bir şeyi yap­tıkları müşahede edilerek ya da onlardan bize nakledilmekle bili­nebilir. Nakil ise bazan tevatür hazan da âhâd yolla olabilir ve her iki yol da icmâın bilinmesinde birer metottur. Bazı Hanefî ve Şâfi-îler İcmâm âhad yolla nakledilmesi halinde onunla amel edilmeye­ceğini ileri sürmüşlerse de Hanbelîler'e göre, şeriat sahibinin (sâri') sözü âhâd yolla nakledildiği zaman nasıl bizim için hüccet oluyor ve onun gereği ile amel etmek gerekiyorsa, icmâm da böyle oldu­ğunu savunmuşlardır. [548] Onların bu görüşleri, haber-i âhâd hak­kındaki görüşleriyle pareleldir. Zira, onların herhangi bir icmâı tek kişinin rivayet etmesi sebebiyle reddetmeleri halinde, tek kişinin rivayet ettiği hadîsleri de kabul etmemeleri gerekecektir ki, bu du­rum onların bütün sistemlerini sarsar. Dolayısıyla, haber-i âhâd yo­luyla gelen icmâa karşı olumlu bakışları, salt olarak haber-İ vâhîd hakkındaki kabullerinin bir sonucudur.

Icmâ ile ilgili bütün bu ayrıntılardan, Hanbelîler'İn sahabenin görüşlerine özel bir önem verdikleri, Selef-İ sâlihîn dedikleri bu neslin görüşlerinin Kitap ve Sünnefe yakınlığına inandıkları ve di­ni korumak için onların görüşlerinin çerçevesi içerisinde kalmaya özen gösterdikleri anlaşılmakladır.

Hanbelîler'İn icmâ ile ilgili başka bir hassasiyetleri de icmâm oluşabilmesi İçin dalâlet ve fisk ehlinin buna dahil olmamasını şarl koşmalarıdır. Onlara göre icmâ, fı.sk ve dalâletleri bulunmayan ehi-i hakkın icmâıdır. Bekir b. Muhammed'in rivayetinde Ahmed, "Ba­na göre âdil olmayan bir kişi şahitlik yapamaz, böyle olunca ben onun verdiği hükmü nasıl caiz görürüm demiştir. Ayrıca, Ebû Ya'lâ burada dalâlet ve fisk ehli olarak Cehmiyye'yi zikretmiştir.[549] Ibn Kudâme, Ebu'l-Hattâb'ın fâsık müminin görüşüne icmâda iti­bar edileceği kanaatinde olduğunu söylemekte ise de, [550] Ebü'i-Hattâb bu konuda mezhebin genel eğiliminden ayrılmamış ve fâ­sık müminin görüşüyle icmâm in'ikad etmeyeceğini belirtmiştir. [551] Hanbelîler'İn bu görüşleri kelâm sahasında Cehmiyye İle yaptıkla­rı mücadelenin bir devamı olarak nitelenebilir. [552]

Hanbelîler, Medine'de oturanlarla diğer şehirlerde oturanların icmâ konusunda eşit olduklarını savunmuşlardır. Eğer Medine eh­li bir görüş belirtir, diğerleri de bunu uygun bulursa icmâ meyda­na gelir. Medine ehlinin görüşlerine diğer şehirlerde oturanlardan bazıları muhalefet ederse onların görüşleri diğerlerininkinden da­ha üstün değildir. [553] Ebû Davud'un bir rivayetinde Ahmed, "Mâ-lik'in re'yinin ve başka herhangi bir kişinin re'yinin hoşuna gitme­diğini" söylemiştir. [554] Onun bu konuda hicret yurdunun imamı olan Mâlik'e karşı çıkmasının nedeni, Medine dışında yaşayan sa-hâbî ve tabiîlerin görüşlerini zayi etmek İstememesi olmalıdır. [555]

Ahmed b. Hanbel'in sahabenin mushaf üzerinde İcmâ ettikleri­ne dair görüşü[556] ve benzer rivayetlerden hareketle, Hanbelîler "Sahabeden bir kısmı bir görüş belirtip bu görüş diğer sahâbîlere de ulaşsa ve onlar da bu asır geçinceye kadar söz konusu görüşe muhalefet veya inkâr etmeyip sükût geçseler bu icmâ olur" diye­rek sükûn icmâ m sahihliğine i.şarel etmişlerdir.[557] Meselâ, Hasan b. Sevâb'ın rivayet ettiğine göre. Ahmed b. Hanbel "Teşrik tekbirleri­nin Arefe günü sabah namazından teşrîk günlerinin (eyyûmü'1-l.eş-rîk kıırban bayramının dört günü) sonuna kadar süreceği kana­atindeyim" elemiştir. Bunun üzerine kendisine "Bu kanaate hangi delille varıyorsunuz?" diye sorulduğunda, o "Ömer, Ali, Abdullah b. Mes'ûd ve Abdullah b. Abbas'ın icmâ İle" şeklinde cevap vermiş­tir. [558]Onun bu sözlerinden, adı geçen sahâbîlerin teşrik tekbirle-riyle ilgili uygulamalarını, yaygınlığı ve muhalifinin de bulunma­ması sebebiyle icmâ olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır. Yine Muhammed b. Ubeydullah eİ-Münâdî'nin (Ö. 272/886) rivayetine gö­re, tmam Ahmed "ResülullalVın ashabı bu mushaf üzerinde icmâ etti" demiştir. Ebû Hafs ei-Bermekî, bu sözü yorumlayarak, sahâbî-lerden bir kısmı bir görüş belirtip de diğerlerinden buna bir itiraz gelmediği zaman, bu durumun Ahmed'e göre icmâ anlamına gele­ceğini söylemiştir. [559]

Ayrıca, sahabeden bazısı bir görüş belirtir ve bu görüş diğer sa-hâbîler tarafından duyulmaz ve fakat onun muhalifi de bilinmezse ve kıyas da buna delâlet ederse, böyle bir görüşle ame! etmek va­cip olur. Şayet ona muhalefet eden bir kıyas bulunursa bakılır; sa­habenin görüşüyle beraber önceki kıyastan daha zayıf bir kıyas bulunursa, daha zayıf kıyasla birlikte sahabe görüşünü aİmak evlâ­dır, zira bunlardan her biri tek başlarına hüccet olabildiklerine gö­re ikisi bir araya gelince icmâ ile hüccet olur. Ancak sahabe kavliy-le beraber bir kıyas bulunmazsa, bu konuda birincisi o hüccettir ve kıyasa takdim edilir ve kendisine uyulması gerekir; ikincisi kıyas takdim edilir şeklinde farklı İki rivayet bulunmaktadır. [560] Sahabe kıyasa muhalif bir görüş belirtir ise, bu konuda Ebû Ya'lâ imamdan rivayet edilen görüşlerin vakf üzere hamlediİebileceğîni söylemiş­tir. [561]

 

d) İstishâb

 

Sözlükle "beraber bulunmak, arkadaşlık etmesini istemek[562] mânalarına gelen istishâb bir usûl terimi olarak "geçmişle (birinci zamanda) sabit olan bir durumun değiştiğine dair herhangi bir de­lil bulunmadıkça hâlihazırda da (ikinci zamanda) varlığını korudu­ğuna hükmetmek[563] demektir. Aksine bir delil bulunmadıkça bir eşyadan faydalanma veya bir davranışta bulunmanın mubah oldu­ğuna hükmetmek "İbâha-i asliyye", delil bulunmadıkça mükellefi sert tekliften sorumlu tutmamak "berâet-i asliyye", şer'an varlığı kabul edilen bir hükmü varlık sebebi ortadan kalkmadıkça var ka­bul etmek İse "vasıf" istishâbıdır. [564]

tstishâbda önceden varlığı bilinen bir duaımun devam edip et­mediği konusunda tereddüte düşüîürse, onun önceki mevcudiye­tine dayanarak bu durumun varlığını koaıduğuna, önceden var ol­mayan bir duaımun daha sonra meydana gelip gelmediği konu­sunda tereddüte düşüîürse, önceki yokluğundan hareketle onun hâlâ mevcut olmadığına hükmedilir. [565] Bu tanım ve tasniften istis-hâbm muahhar bir vaziyeti mukaddem bir vaziyete bağlama tema­yülünden ve yeni bir hüküm vazetmeksizin sadece önceden var olan bir hükmün varlığını koruduğunu kabul etmekten ibaret ol­duğu anlaşılmaktadır. [566] Bu tesbit, İslâm hukukçularının İstishâba delil değeri vermekte müsamahalı davrandıklarını göstermekle be­raber, asıl delil önceki hükmün kendisi ile sabit olduğu delildir ve istishâb onun hükme delâletini olduğu gibi bırakmaktır. [567] Dolayı­sıyla İstishâba başvurmadan Önce söz konusu olay hakkında kitap, sünnet, İcmâ, kıyas ve diğer kaynaklarda Özel bir delilin bulunup bulunmadığının araştırılması, delil mevcut ise ona göre, değilse son çare olarak istishâb İle hükmedilmesi gerekir. [568] Bu delil, Han-be!î usul kitaplarında üzerinde ittifak edilmiş olan kitap, sünnet ve icmâdan sonra dördüncü sırada zikredilmiştir.

Hanbelîler'den Ebû Yala, eserinin giriş kısmında genel olarak şcr'î delilleri sayarken istishâbı zikretmiş, ancak onun tanımım yapmadan onu iki kısma ayırarak incelemiştir. Buna göre istishâb, berâel-i zimmet ve icmâın hükmü olmak üzere iki kısımdır.[569] Be-ıvl-i zimmet islihâbının sahih olduğu hususunda ilim ehlinin icmâı bulunduğunu belirten Ebû Ya'lâ, bir Hanbelî'ye göre vitir namazı­nın vacip (farz) olmamasını bu konuya örnek göstermiştir. Çünkü bu hususta genel ilke, şer'î bir delil vitir namazının vacip olduğu­na delâlet edinceye kadar kişinin zimmetinin ondan berî olması­dır. [570]

Ebu'I-Hattâb el-Kelvezânî de hocasının bu görüşlerini et-Tem-hîd\n giriş kısmında aynen benimsemiş, o da herhangi bir tanım yapmadan aynı ayırımı tekrarlamıştır. Ancak o "berâet-i zimmet İs­tishâbı" terimi yerine "istishâbü hâli'1-akl" (akıl istishâbı) terimini kullanmıştır. Ayrıca hocasının verdiği vitir namazı Örneğini biraz daha açık ve anlaşılır hale getirmiştir. Buna göre, zimmetin her tür­lü sorumluluktan berî olması akıl gereğidir. Kim zimmetin herhan­gi bir şeyle meşgul olduğunu iddia ederse, bu konuda delil getir­mesi gerekir. Meselâ, zimmetin her türlü namazdan berî (sorum­suz) olması asıldır. Ancak, zimmetin beş vakit namazla meşgul (sorumlu) olduğu konusunda icmâ bulunmaktadır. Beş vaktin dışın­da, altıncı bir namazla zimmetin sorumlu olduğunu İddia edenle­rin bunu ispat için delil getirmeleri gerekecektir. [571]

tbn Kudâme ise, serî hükümlerin akılla bilinemeyeceğini ve peygamber gönderilmeden Önce her türlü vacipten insanın zim­metinin berî olduğuna (berâet-i zimmet) aklın delâlet edeceğini söylemiştir. [572] Bu durumda, hükümlerin ispat ve nefyi konusunda aklın iki pozisyonu bulunduğu söylenebilir. Birincisi, hükümlerin ispatı konusunda akıl yetersizdir. İkincisi, hükümlerin nefyi konu­sunda şer'î bir delil gelinceye kadar akıl böyle bir hükmün yoklu­ğuna delâlet eder. Mesela yukarıda verilen örnekte olduğu gibi, beş vakit namaz konusunda şer! bir delil bulunduğu zaman altın­cı vakit vacip olmaz. Ancak bu, şeriatın altıncı vaktin yokluğuna dair bir açıklaması sebebiyle değildir. Çünkü onun lafızları sadece beş vaktin vacip olduğunu belirtmektedir. Fakat onda altıncı vaktin vücubu da neryed il mistir, zira bunu ispat eden bir delil yoktur. İşte. istishâb kelimesi mutlak olarak kullanıldığı zaman bu tür be-fâet-i asliyye istishâbı akla gelir ve bu tür istishâb Mu'lcv.ik ile ba­zı Mâlikîler hariç, islâm hukukçularının çoğunluğu tarafından hüc­cet olarak kabul edilmiştir.[573]

Ancak, berâet-i zimmet ibtishâbı hakkında şöyle bir itiraz yapı­labilir: Bir konu hakkında herhangi bir delil bulunmasına rağmen, onu aramak ve elde etmek hususunda insan hata etmiş veya yeter­li araştırmada bulunmamış, ve böylece yetersiz bir araştırmanın so­nucu olarak da bir hükmü vacip kılan delil terkedilmiş olabilir. Bu İse, nasların zayi ve iptal edilmesi anlamına gelir. Böyle bir itiraza karşı, istishâb taraftan Hanbeiîler şöyle cevap vermişlerdir: Aşın bir delil talebi (araştırması) üzerimize vacip değildir. Normal bir araş­tırma yaparız ve şayet herhangi bir deli! bulamazsak, zimmetlerin Önceden olduğu gibi berâet üzere bırakılması gerektiğine (istis-hâbla) hükmederiz. [574]

Ebû Ya'lâ, icmâın hükmünün istishâbını ise şöyle açıklamakta­dır: Bu istishâb, ümmetin bir hüküm üzerinde icmâ etmesi ve da­ha sonra da hakkında icmâ edilen hükmün sıfatının herhangi bir sebeple (meselâ ihtilâf ile) değişmesi halidir. Bu durumda onun hakkında icmâ edenler, söz konusu İhtilâftan sonra, icmâ edilen hükümden başka bir hükme çeviren yeni bir delil gelinceye kadar, icmâ halinin devamının (istishâb) gerekli olup olmayacağı husu­sunda ihtilâf etmişlerdir. [575] Bu noktada, Ebû Ya'lâ ve Ebu'I-Hattâb icmâın hükmünün istishâbı lehinde görüş belirtmişlerdir. Ayrıca bu tür istishâbı Dâvûd ez-Zâhirî ve arkadaşları ile Ebû Sevr, Müzeni ve Sayrafî de berâet-i zimmet istishâbı derecesinde bir delil olarak ka­bul etmişlerdir. [576] Meselâ, teyemmüm ile namaz kılan bir kimse na­mazda iken su görmüş olsa, namazının bozulup bozulmayacağı konusunda, icmâın hükmünün istishâbını kabul edenler namazın bozulmayacağını ileri sürmüşlerdir. Çünkü onlara göre, söz konu­su kimsenin namaza taharetle (teyemmüm) başladığı konusunda icmâ bulunmaktadır. Bu durumda, aksini savunanların bu konuda delil getirmesi gerekir. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi, İcmâ edil­miş olan hal, istisâbü'1-hâl hükmünde olup onu değiştirecek yeni bir delil bulunmadığı .sürece eski hali yani icmâ edilmiş hali devam eder.[577] Yine, mtisl-üman kişinin mülkü icmâ İle şahittir. O inidad elliği zaman, mülkünün kendisinden zail olup olmadığı hususun­da bilginler ihtilaf elmiş.lerdir. Bu tartışmada, onun mülkünün zail oduğunu iddia edenin buna dair delilini getirmesi gerekir. [578] Salih ve Yûsuf b. Musa'nın rivayet etliğine göre, İmam Ahmed "Selebden (.savaşta öldürülen düşman askerinin üzerinden çıkan şahsî eşyala­rı) beşte bir alınmaz. Selebden beşte bir aldığın(a dair) Nebîclen (s.a.v.) (herhangi bir haber) duymadık" demiştir. Böylece o, şer'î delilin olmayışını, asıl yani selebden beşte bir alınmaması gereğini ibka edici olarak kabul etmiştir. [579] Istishâb deliliyle ilgili olarak Hanbelî usu! kitaplarında atların, buluntu ziynet eşyalarının ve sebzelerin zekâtlarının vacip olmadığına dair zengin örnekler bulnmaktadır. [580]

Öte yandan, ibâha-i asliyye ile berâet-i asliyye istishâbını kabul konusunda, islâm hukukçuİan arasında genel bir ittifak bulundu­ğunu söylemek mümkün İse de vasıf İstİshâbı hakkında çeşitli ihti­lâflar bulunmaktadır. Hanefi ve Mâiikîler vasıf istishâbını defetme konusunda elverişli, ispat hususunda ise elverişsiz bir delil olarak kabul etmişlerdir. Onlara göre, böyle bir istishâb ile eski haklar ko­runmakla beraber yeni haklar elde edilemez. Meselâ, uzun süre kendisinden haber alınamayan kayıp kişiler (mefkûd) kendi mal­ları bakımından sağ kimseler gibi olup onun bu mallar üzerindeki mülkiyet hakkı devam eder. Ayrıca, şayet evli ise, ölümüne dair bir delil bulununcaya veya hâkim onun Ölümüne hükmedinceye ka­dar evlilik sıfatını korur. Ancak, söz konusu kayıp kişi gaip olduğu süre içerisinde birtakım yeni haklar iktisap edemez, bu süre içeri­sinde kendisine miras ve vasiyet gibi herhangi bir yolla bir mal in­tikal etmez. Buna karşı, Şâfİîler'le Hanbelîler'e göre ise vasıf İstis-hâbı hem defetme hem de ispat bakımından yeterli bir delildir. Yu­karıda adı geçen mefkud, ölümüne hükmedilinceye kadar gaiplik süresi içerisinde sağ kabul edilir ve hem kendi malları üzerindeki mülkiyet hakkı devam eder hem de miras, vasiyet ve benzeri bir­takım yollarla mülkiyetine yeni mallar da intikal edebilir[581] Muhammed Ebû Zehre'nin İşaret ettiği gibi, burada Hanefî ve Mâlikîler islishâba dayanan kişiyi, değişiklik iddiasına karşı itiraz eden şahsa benzetmişlerdir. Böylece onların nazarında isiishâb yeni haklar ispat etmeyip sadece sabit hakların aynen devamını sağla­makladır. Halbuki Şafiî ve Hanbelîler isiishâbı sadece İtiraz etmek için gerekli bir delil olarak görmeyip, aynı zamanda yeni haklar is­pat eden muarız bir delil değerinde kabul etmişlerdir.[582]

Herhangi bir.konuda delilin bulunmadığı ve bu sebeple de is-tishâbla hareket edilmesi gerektiğine dair Hanbelîİer'de şöyle bir süreç bulunmaktadır: Delilin bulunmayışı bazen kesin (kafi) ba­zen da zannî bir yol ile bilinir. Kesin olarak bir delilin bulunmama­sı hakkında, Şevval orucunun vacip olduğu konusunda delilin bulunmayışı örnek verilebilir. Çünkü bu konuda şayet bir delil olsay­dı o delil nakledilirdi ve bu durum bütün ümmetten gizli kalamaz­dı. Dolayısıyla böyle bir vücûbun olmayışı, bizzat delilin yokluğu ile bilinmiştir. [583] Zannî bir yolla herhangi bir delilin bulunmadığı sonucuna varılması ise, ehliyet sahibi bir müetehidin bütün gayre­tini sarfederek yaptığı araştırmada, aradığı konuda herhangi bir de­lil olmadığına zannı galibinin meydana gelmesiyle olur. Bu durum, onunla amelin vacip olduğu konusunda kesin bilgi derecesinde kabul edilir. Çünkü bu zan, araştırma ve içtihada dayanmaktadır. [584] Bu metot hakkında; araştırmanın bir sınırının bulunmadığı, haber­lerin ise pekçok olduğu ve bu sebeple bazan ona ulaşıiamayabile-ceği şeklinde bir itiraz ileri sürülebilir. Bu itiraza; insan bütün gay­retini harcadıktan sonra bir şey bulamadığına kanaat getirirse o za­man akıl deliline (istishâb) dönme hakkının doğacağı şeklinde ce­vap verilir. Çünkü, artık haberler tedvin edilmiş, sahih hadîsler top­lanmıştır. Bu haberler ise sınırlı sayıdadır. Şu halde istishâb, delil-sizliğe veya delili bilmemeye değil, önceki hükmün kendisiyle sa­bit olduğu aklî veya şer'î bir delile -hem de araştırma sonucu onu değiştiren bir delilin bulunmadığı konusunda meydana gelen zan (bilgi) ile beraber- dayanmakladır. [585]

Diğer taraftan, Önceki hükmü nefyeden (ikinci) durum İçin ay­nen ilk ispal edende olduğu gibi delil gerekir. Hanbelîlerle bera­ber fukaha ve mütekellimînin cumhurunun da paylaştığı bu görü­şe göre, hükmü nefyedene bunu bilerek mi yoksa şüphe ile mi yaptığı sorulur. Şüphesinden dolayı ise, bu onun konu hakkındaki cehlini itiraftır. Kesin bilgisi olduğunu ileri sürerse, o zaman da bu­nu ya taklit ya da nazar yoluyla bilebilir. Taklit yoluyla bildiğini id­dia ederse, bu bizzat kendi körlüğünü itiraf ve başkasının basireti­ni ileri sürmekledir. Araştırarak (nazar ile) bu nefye ulaştığını söy­lerse o zaman da delilini ayıklaması gerekir.[586]

Hanbelî usulünde şeriat gelmeden önce kendisinden faydalanı­lan eşyanın hükmü hakkında iki görüş bulunmaktadır: Ebu'İ-Ha-san et-Temîmî (ö. 420/1030) bunların haramlığı (hazr) hakkında şer'î bir delil gelinceye kadar İbaha, Ibn Hâmid (ö. 403/1012) ve Ebû Ya'lâ el-Ferrâ ise bunun hazr üzere olduğunu söylemiştir. Her iki görüşü destekleyici olarak İmam Ahmed'den farklı rivayetler bulunmaktadır. [587]

Fıkıh usulünün en Önemli konularından birini teşkil eden eşya­da aslolanın ibâha mı yoksa hazr mı olduğu konusundaki[588] bu farklı rivayetlere rağmen, Hanbelîler'in başka bîr delil bulamadık­ları zaman istishâba gitmelerinden ve onu re'ye alternatif olarak kullanmalarından[589] dolayı, onların sistemlerine göre, eşyada aslolanın İbâha olması fikri tercihe daha lâyık gözükmektedir. [590]

 

2. Üzerinde İhtilâf Edilen Deliller

 

Hanbelî usulcüleri hukukî delil oluşu konusunda mezheplerin ihtilâf ettikleri delilleri, İttifak edilen deliller gibi dört adet kabul et­mişlerdir. Bunlar kavlü's-sahâbe, "şer'u men kablenâ" (bizden ön­cekilerin şeriatleri), istihsan ve maslahattır (istislâh). [591] Kıyasa ise bu deliller içerisinde yer vermemekle beraber, onu ayn bir başlık içerisinde ve fakat diğer mezheplerin usul kitaplarında olduğu gi­bi incelemişlerdir. Ayrıca burada sedd-i zerâi' ve Örf konusuna da yer verilmiştir.[592]

 

a) Sahâbî Kavli

 

Sahabenin bir bütün veya bir grup olarak herhangi bir konuda görüşlerinin Hanbelî usulündeki hukukî değerine yukarıda icmâ konusunda değinilmişti. Burada İse lek fen olarak onların görüşle­rinin hukukî değeri incelenecektir.[593]

İbn Kayyım el-Cevziyye, Ahmed b. Hanbel'in fetva usulünde birinci sırada Kitap ve Sünnet naslarırîı sayarken, ikinci sırada da sahabenin fetvasını zikretmiştir. Buna göre Ahmed, onlardan biri­nin muhalifi bilinmeyen bir fetvasını bulursa, buna icmâ adını ver­memekle beraber onu alır ve başka bir delile müracaat etmezdi. Ahmed sahabeden bu tür bir fetva bulduğu zaman ne amel ne re'y ne de kıyası ona takdim ederdi. [594] Ahmed üzerinde ihtilâf bilinme­yen sahabe fetvası hakkında "icmâ" terimini kullanmaktan kaçınıp "Onu defedecek bir şey bilmiyorum" vb. ifadeler kullanmış olsa da bize göre böyle bir sahabe fetvası icmâ kavramına dahil olmalıdır ve bu sebeple de konu icmâ bahsinde incelenmiştir.

İbn Kayyim'in Ahmed b. Hanbel'in fetva usulünde üçüncü asıl olarak zikrettiği sahâbîlerin ihtilâf ettikleri zamanki görüşleri ise bi­zim burada söz konusu ettiğimiz sahâbî kavlidir. Buna göre, saha­be bir konuda ihtilâf ettiği zaman, onların görüş ve uygulamaları Kitap ve Sünnet'e yakın olduğu sürece, Ahmed bu görüşlerin çerçevesinden dışarı çıkmamak şartıyla onlardan birini tercih etmekte muhayyerdir. Eğer bu görüşlerden birinin Kitap ve Sünnet'e uy­gunluğu konusu tebeyyün etmezse, Ahmed sadece bu konudaki ihtilâfı nakleder ve kendisi kesin bir görüş belirtmez. [595]

Ibn Kayyim'in sahâbî kavli hakkındaki bu görüşleri bize göre çok gene! ifadelerdir. Her ne kadar bu konuda mezhebin genel eğilimi İbn Kayyim'in belirttiği gibi sahâbî görüşünü delil olarak kullanmak ve onu terkedip re'ye gitmemek ise de mezhepte bu konuda gelişmeci eğilimlere de rastlanmaktadır.

Hanbelî usul kaynaklarına bakıldığı zaman, sahâbî kavlinin kı­yasa takdim edilebilecek ve âm nassı tahsis edecek hukukî bir de­lil olup olmadığı konusunda Ahmed b. Hanbel'den iki farklı riva­yet görülür.

İmanı Ahmed'den gelen bazı rivayetlere göre sahâbîlerin gö­rüşleri .serî bir hüeuel değildir. Bu konuda Ahmed. Ebû Davud'un rivayet etliği bir sözünde "Nebiden başka herkesin görüsünü ala­bilirim de terkedebilirim de" demiştir. Merrûzî ise ondan şu sözü nakletmektedir: "İbn Ömer Ünım-i velede kazfde bulunan kişiye had (d-i kazf) gerekir' diyor. Ben böyle bir (söze) cesaret edemem. Sadece o bir câriyedir ve onun tâbi olduğu hükümler cariyelerin hükümleridir" demiştir[596] Ayrıca Meymûnî'den gelen bir rivayette, Alımed b. Hanbel'e abdest alırken başa giyilen külah üzerine mesh yapılıp yapılamayacağı sorulduğunda o "Bu konuda Hz. Peygam-ber'den hiçbir şey gelmemiştir. Mesh yapılabileceği hakkındaki gö­rüş Ebû Musa'nın (el-Eş'arî) görüşüdür. Ben böyle söylemekten sa­kınırım" demiştir. [597] Ayrıca, kavl-i cedidinde (son görüşünde) İmam Şafiî, Ebû Mûsâ el-Anezî (ö. 252/866), Begavî (ö. 259/872), Mu'tezile'den Kadî Abdülcebbâr (ö. 415/1025) ve Ebu'l-Hüseyin el-Basrî (ö. 436/1044) ve Eş'arîler de bu görüştedir. [598]

Diğer bir rivayete göre ise Alımed b. Hanbel'e göre hakkında ihtilâf edilen sahâbî görüşü hukukî bir delildir ve o kıyasa takdim olunur. Bu konuda İmam Ahmed'den birçok örnek rivayet edilmiş­tir. [599] Meselâ Ebû Tâlib, İmam Ahmed'in oruçta bilmeyerek fecrin doğuşundan (imsak) sonra sahur yemeğini yiyen ve daha sonra vaktin geçtiğini öğrenen kişinin söz konusu oruç yerine bir gün ka­za etmesi gerektiği, ancak unutarak yiyen kişiye ise bir şey gerek­meyeceği kanaatinde olduğunu söylemiştir. Ona "Kişi bilmeden bunu yaptığı zaman aynen unutan kişi gibidir" denildiği zaman, Alımed "Bu kıyasa göre böyledir. Fakat Ömer, gündüzün sonunda gece (akşam) zannederek orucunu yemiş ve 'Onun yerine bir gün kaza ederim' demiştir" cevabını vermiştir. [600] Bu örnekten anlaşıla­cağı üzere burada Ahmed, kıyasın gereğini değil, şahabının uygu­lamasını tercih etmiştir. Diğer mezheplerden Mâlik ve eski kavlin­de Şafiî olmak üzere, Muhammed b. Hasan, Berâziî (ö. 372/982), Cessas (ö. 370/981), Cübbâî (ö. 321/933), Cürcânî (ö. 398/1007) gi­bi birçok bilgin de bu görüştedir. [601]

Hanbelî mezhebinin tarihî süreç içerisindeki genel eğilimi, sa­hâbî kavlinin serî bir delil olduğu doğrultusundadır. Ancak Ebû Ya'lâ ve Lbu'l-Ilattâb ihtilâfın kaynağına işaret ederek bunun, bir yanda zayıf bir kıyasla beraber sahâbî kavlinin bulunması, diğer yanda ise bu İkisine muarız bir celi kıyasın bulunması hali olduğu­nu söylemişlerdir. Onlar, tartışma konusu olan sahâbî sözünden maksatlarının, lehinde şahitlik yapacak herhangi bir çeşit kıyas bu­lunmayan sahâbî kavli olmadığını belirterek, böyle bir söze Hz. Peygamber'den gelen mevkuf haber değeri vermediklerini ve ona kıyasın muâraza edemeyeceğini savunmadıklarını açıklamıştır.[602]

Ebû Ya'lâ ve Ebu'l-Hattâb'ın sahâbî kavliyle ilgili tartışmaların temelinde yatan bu inceliği zikretmeleri, konunun anlaşılmasını kolaylaştırdığı gibi, burada onların sahâbî kavlini, sah sahâbî söy­lediği için değil de Hz. Peygamber'e ulaşan mevkuf bir haber olma ihtimalinden dolayı muhafaza etmek istedikleri ve bunun mantıkî sıhhatini de en azından hangi derecede olursa olsun herhangi bir kıyasla kontrol etme eğiliminde oldukları anlaşılmaktadır. Bu du­rum, onlann hem sahâbî görüşlerini korumadaki hassasiyetlerini hem de kıyasa verdikleri değeri gösterir.

Adı geçen usulcülerin bu değerlendirmelerine, Ahmed b. Han-bel'İn re'y aleyhindeki tavrı göz Önüne alınarak bakıldığı zaman, mezhebin bu noktada büyük bir gelişme gösterdiği söylenebilir. Hatta Ebü'l-Hattâb bu konuda daha da ileri giderek, sahâbî kavli­nin şer! bir delil olduğu İddiasına karşı, "Biz bunu kabul etmeyiz, zira o bir deiil olsaydı, sahabenin kıyasa bağlandıkları gibi ona da uymaları gerekirdi. Çünkü kıyasın illeti sahih olduğu zaman bu, onun şeriat sahibinin de gözettiği bir illet olduğuna delâlet eder ve zayıf bir illet sebebiyle ona sahâbî kavli takdim edilmez" demiş­tir. [603] Ayrıca bir insanın, ittibâ edilmesini gerektirecek bir meziyeti bulunmayan başka birisine uyması vâcip değildir ve bu itibarla bir sahâbînin diğer bir sahâbî, bir müetehidin de diğer bir müetehid karşısında bir meziyeti yoktur ve ona uyması gerekmez. [604]

Son dönemin Hanbelî müelliflerinden Abdülkâdir b. Bedrân da Ebü'l-Hattâb'ın ietihad ruhu ile söylenmiş bu görüşlerini aynen be­nimsemiş görünmektedir. [605]

 

b) Şer'u men kablenâ (Bizden Öncekilerin Şeriatları)

 

Hanbelî usulenleri diğer mezhep usulcüleri gibi, İslâm dininde ne.shedilmemiş olan bizden önceki şeriatların hükmünün bizini için de geçerli olup olmadığı ve Hz. Feyganıber'in peygamberlik­ten sonra da kendisinden önceki şeriatlara uymakla yükümlü olup olmadığı konusunu tartışmışlardır. Bu konuda İmam Ahnıed'den iki farklı görüş, rivayet edillmîştir.

Birinci görüşe göre; Hz. Peygamber'den önceki şeriatlardan olup da bizim dinimizde neshedüdiği sabit olmayan her şey bizim için de şeriattır ve onların hükümleri, önceki milletler için geçerli olduğundan değil, bizzat bizim için bir şeriat olması hasebiyle bizi bağlar. Ebû Tâlib, bu konuyla ilgiii olarak İmam Ahmed'den şu gö­rüşü rivayet etmiştir: imam Ahmed, oğlunu kurban etmek üzere yemin eden kişinin, bir koç kurban ederek onun etini tasadduk et­mesi gerektiğini belirtmiş ve bu hadiseyle ilgili olarak Hz. İbra­him'in oğlu İsmail'i kurban etmek için adaması üzerine Cenâb-ı Hakk'ın ona bir kurban verdiğine dair "Biz oğluna bedel ona bü­yük bir kurban verdik" (es-Saffât 37/107) âyetini okumuştur.[606] Ebu'l-Hâris, Esrem, Fazl b. Zİyâd ve Abdüssamed'in rivayet ettikle­rine göre, Ahmed b. Hanbel'e kura hakkında sorulduğu zaman o şöyle demiştir: "Allah'ın kitabında İki yerde 'Gemide olanlarla kar­şılıklı kura çektiler de kaybedenlerden oldu' (es-Sâffât 37/141) ve içlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye kura çekmek üzere kalemlerini atarlarken (Âl-i İmrân, 3/44) şeklinde kuradan bahsedilmektedir." Bu örnekte Ahmed, kuranın ispatı hakkında iki âyeti delil getirmiştir. Halbuki burada geçen kuralar, Hz. Yûnus ve Hz. Zekeriyyâ'nın şeriatlarında bulunmakta idi. [607] Bu konudaki ör­nekleri çoğaltmak mümkündür. İmam Ahmed'den rivayet edilen bu görüşü ayrıca Hanbelîler'den Ebu'l-Hasan et-Temîmî ile diğer mezheplerden bilhassa Hanefîler benimsemişlerdir. [608]

İkinci görüşe göre İse; Hz. Peygamber kendisinden önceki şe­riatlardan sadece kendi şeriatında da sahil olduğuna dair bir delil bulunan hususlarla amel etmiştir. İslâm'da ela sabit olan bu tür hü­kümler, başlangıçtan itibaren Hz. peygamber için de bir şeriattır. Bunun dışındaki hükümler ise bizim için bağlayıcı değildir. Ebû Talibin bir rivayetinde, İmam Ahme-d'ın bu görüşte olduğunu ima eden iradeler bulunmaktadır. Meselâ, Yahudilere "Cana karsı can" emredilmiş ve "Tevrat'ta onlara .şöyle yazdık: Ona can..." (e!-M;V ide 5/45) denilmiştir. Bizim hakkımızda ise ""Ey iman edenler! Öl­dürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür)" (el-Bakara, 2/178) şeklinde buyrulmuş-tur. Bizden önceki şeriatların bizim için geçerli olmadığını ima eden bu görüşü, diğer mezheplerden Şâfiîler'in büyük çoğunluğu ile Mu'tezile ve Eş'ariier de benimsemişlerdir.[609] İbn Kudâme ise, bizden Önceki şeriatların bizim hakkımızda geçerli olmadığını çe­şitli naklî ve aklî delillerle ispat etmeye çalışmış[610] ve sonuçta bi­zim için kısas, recm ve benzeri âyetlerde olduğu gibi Kitap ve Sün-net'İn ihtiva ettiği hükümlere uymamız ve onlardan dönmememiz gerektiğini söylemiştir. [611]

Kadî Ebû Ya'İâ ve Ebu'l-Hattâb'ın konuyu vazedişlerînden bu tür hükümlerin bizim için de geçerli olduğu görüşünü benimsedik­leri anlaşılıyorsa da[612]  mezhebin usulü açısından İbn Kudâme'nin yaklaşımı bize daha isabetli gözükmektedir. Zira, Hanbelîler'İn bir mesele hakkında öncelikle Kitap ve Sünnet naslanna ve bunlarda bulamadıkları zaman ise Selef-i sâlihîn'in söz ve davranışlarına mü­racaat ettikleri, en sonunda da İstishâba göre hüküm verdikleri dik­kate alındığı zaman onların, neshedüdiğine dair bir açıklama bu­lunmayan bizden öncekilerin şeriatlarının bizim için de şer'î bir hüküm olarak değerlendirilmeyip bu konuda ibâha-i asliyyeye göre hüküm vermeleri metodolojileri açısından daha tutarlı olmalıdır.

Ayrıca, bu konunun Hz. Peygamber'in kendisinden önceki şe­riatların hükmüyle soaımlu olup olmadığı meselesi ile de yakm ilişkisi vardır. Prensip olarak, ikinci sırada gelen bir peygamberin maslahatının, birinci sırada gelen peygamberin maslahatına uygun olması da olmaması da aklen ihtimal dahilindedir. Bu ihtimalden hareketle, ikinci peygamberin birinciye gelen şeriattan sorumlu ol­ması da olmaması da mümkündür. [613]

 

c) Kıyas

 

Ebû Ya'lâ kıyası, -aralarındaki cami' bir illetten dolayı fen asla çevirmek" şeklinde Lirif etmiş ve daha sonra da "aslın illeti sebe­biyle fer'î asla hamletmek", "bir şeyi diğer bir şeyle denkleştirmek", "bir şeye başka bir şey İle itibar etmek" gibi çeşitli tanımlar sevkelmiştir.[614] Ebu'l-Hallâb, Ebû Ya'Iâ'nın birinci tanımını aynen benimsemiş, [615] ayrıca "aslın illeti sebebiyle fer'in asla hamledîlmesi" şek­linde yeni bir tanım ilâve etmiştir. [616] îbn Kudâme ise kıyası "arala­rındaki bir İllet (cami') sebebiyle fer'in hükmünün aslın hükmüne hamledümesi" olarak tarif etmiş ve kıyasın sadece "ietihad" olarak tanımlanmasını hatalı bularak ietihad faaliyetinin umûmâta ve di­ğer delillere bakılarak yapılabildiği halde kıyasın böyle olmadığını, dolayısıyla kıyasın daha dar kapsamlı bir ietihad faaliyeti olduğu­nu belirtmiştir, [617] Kıyasın, "aralarındaki cami' bir illetten dolayı fer'i asla hamletmek" şeklindeki tarifi, onun rükünleri olan asıl, fer', il­let ve hükmü kapsaması bakımından "efradını cami" bir tanım ola­rak görülebilir. Kıyasın rükünleri olan asıl, fer', illet ve hüküm ko­nuları ve bu rükünlerde bulunması gereken şartlar, fıkıh usulünün en geniş ve en çok tartışılan konularının başında gelir. Ancak eli­nizdeki eserin kapsamı bu tartışmaların yapılmasına imkân verme­diği için, burada yalnızca kıyasın hukukî değeri ve uygulanmasıy­la ilgili bazı konular hakkında Hanbelîler'in görüşleri belirlenmeye çalışılacaktır.

Kıyasın hukukî değeri konusunda, Kadî Ebû Ya'lâ aklî kıyasın hüccet ve onunla istidlalin vacip olduğunu söylemiş ve daha .son­ra imam Ahmed'in er-Red 'ale'z-zenâdıka vei-CehmiyyeWmde ak­lî delilleri kullandığına dair çeşitli örnekler vermiştir. [618] Ebû Ahmed Bekir b. Muhammed ise, İmam Ahmed'den "Hiç kimse kıyas­tan müstağni kalamaz. Hâkim ve mam işlerini bununla görür, in­sanları toplar, kıyas ve teşbihte bulunur. Nitekim Hz. Ömer de Ka­dî Şüreyh'e (Ö. 78/697) işleri birbirine kıyas et' demiştir" şeklinde bir rivayette bulunmuştur. [619]

Diğer taraftan Meymûnî'den gelen bir rivayette, Ahmed b. Han-bel'in "Fıkıhta konuşan insan şu iki asıldan sakınsın: Mücmel ve kiyas" dediği nakledilmiş ve Ebû Ya'lâ onun bu sözünü kıyasın sün­net karsısında kullanılması haline yorumlamışın".[620] Hbu'l-I lauâb ise hocası Ebû Ya'lânın bu yorumuna itiraz ederek Zahir, bu yo­rumun hilafıdır" demişse de bunun dışında fazla ayrıntıya girme­miş ve kıyasla taahhüdün caiz olduğuna dair delillerini serdetme-ye devam etmiştir. [621]

tbn Kayyım el-Cevziyye de Ahmed b. Hanbel'İn fetva usulünde bir mesele hakkında nas, sahabe kavli veya onlardan birinin görü­şü, mürseî veya zayıf bir eser bulunmadığı zaman, beşinci sırada kıyasa gidileceğini ve onunla zaruret .sebebiyle amel edileceğini belirtmiştir. [622] Hallâl, Ahmed'in "Şafiî'ye kıyas hakkında sordum, o 'Ona ancak zaruret halinde gidilir' veya bu mânaya gelen bir şey söyledi" dediğini rivayet etmiştir. [623] Ayrıca Ahmed hayatı boyunca, hakkında Seleften bir eser (nakil, görüş) bulunmayan bir mesele­de fetva vermeyi hoş karşılamamış ve insanları bundan şiddetle sa­kın dırmıştır. [624]

Kıyasın hücciyeti konusundaki farklı görüşleri İbn Teymiyye güzel bir tasnife tâbi tutarak, Hanbelîler'in bu konudaki görüşünü berrakları rinaya çalışmıştır: O, naslan tam olarak araştırmadan kı­yasla hüküm verme hususunda üç şıkkın söz konusu olacağını söyler. Birincisi, bilinen delilleri araşürmaksizın kıyasla hüküm vermektir ki, bu yol kesin olarak caiz değildir. îkincisi, araştırma halinde elde edilmesi mümkün olan naslar bulunduğu halde, on­ları araştırmaksızın kıyasla hüküm vermektir ki, bu da Hanefiler'İn metodu olup bu şartlar altında kıyasa gitmenin caiz olması gerekir. Ancak bu tür kıyasla hüküm vermek Şafiî ve Ahmed ile ehl-i hadî­se mensup bilginler tarafından caiz görülmemiştir. Buna göre Ah­med b. Hanbel ve diğerleri kıyası teyemmüm derecesinde kabul etmişlerdir. Teyemmüme nasıl ki ,su bulunmadığına dair zann-ı ga-lib hâsıl olunca gidiliyorsa, kıyasa da nas bulunmadığına dair zann-ı galib hâsıl olunca gidilir. Ahmed'in "Kıyası ne yapacaksın, hadîste seni ondan müstağni kılacak şey var?" sözünün anlamı da budur. İşte bu nokta, Ehl-i hadîs ile Ehl-i re'y arasındaki temel fark­tır. Üçüncüsü ise nassı araştırıp bu konuda herhangi bir nas bulunmaçlığına chıîf ann-ı galib meydana geldikten sonra kıyasa git­mektir ki, im durumda kıyasla amel etmek tereddütsüz olarak ca­izdir.[625]

Bu görüş ve tartışmalardan, Hanheiîler'in Kitap, Sünnet icmâ, sahabe ve Selef-İ sâlihîn'in eserlerinde konuyla ilgili bir delil bula­madıkları zaman, zaruret sebebiyle kıyasa başvurdukları anlaşıl­maktadır. Kıyasa verdikleri bu sınırlı role rağmen, Hanbelî usul ki­taplarında kıyasla ilgili bütün konular herhangi bir Hanefî usul ki­tabını aratmayacak kadar ayrıntılı bir şekilde İncelenmekten de ge­ri kalınmamıştır. Hangi sebeple olursa olsun, Hanbelîler'in usul li­teratüründe kıyasın bu kadar geniş yer tutması, onların usul düşün­cesinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. [626]

Ayrıca, Hanbelîler'in kıyasın hukukî değeriyle ilgili bu görüşle-; Finin mantıkî tutarlılığını testetme İmkânı veren en önemli vesile­lerden birisi kıyasın tahsis delili oluşuyla ilgili tartışmalardır. Kıya­sın hukukî değeriyle ilgili ihtilâfların tabii bir sonucu olarak, âm nassın hâs bir kıyasla tahsisi konusunda da Hanbelîler'de farklı yaklaşımların bulunduğu görülmektedir: İmam Ahmed'den gelen bir rivayete göre, kıyas ile âm nas.sın tahsis edilmesi caizdir. Han­belî bilginlerinden Ebû Ya'lâ, Ebû Bekir Abdülazîz ve Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî kıyasın âm nassı tahsis edeceği görüşünü benimse­mişlerdir. Ancak, mezhepte kıyasın tahsis delili kabul edilmediğini ve onun zahir bir nassa muâraza yapamayacağını savunan bilgin­ler de bulunmaktadır. Bunların başında ise Ebu'l-Hasan el-Ceze tî [627]ve Ebû îshak b. Şâkıla [628] (ö. 369/980) yer almaktadır. [629]

Kıyasın tahsis delili olusuna dair verilen örneklerden birisi Ebfı Davud'un şu rivayetidir: Bir kişi, üç talâka niyel ederek karısına "Sen boşsun" elemiş olsa. Ahmed'e göre bu durumda bîr Lalâk mey­dana gelir. Ona, İshâk b. Kâhûye'nin (ö. 243/857) "Ameller ancak niyetlere göredir[630] hadîsiyle hareket ederek üç talâkın meydana geleceği kanaatinde olduğu söylendiği zaman, Ahmed "Durum öy­le değildir. O takdirde, karısını boşamaya niyet else ve bunu da te­laffuz etmese, bu talâk olur mu?" diye sormuşun".[631] Burada imam Ahmed, insanın İçinde gizli bulunan iradesinin değil de dışa vuran İradesinin geçerli olacağını belirtmek istemektedir. Aksi halde sırf insanın İçinden niyet etmesi sebebiyle talâk meydana gelmiş olsay­dı, o zaman bu niyetin sonucu olarak herhangi bir kelimeyi telaf­fuz etmeden de talâkın gerçekleşmesi gerekirdi. Ahmed b. Hanbel'in bu kıyası, niyetle İlgili yukarıdaki hadîsin tahsisi anlamına gelmektedir. Bu örnek kıyasla âm nassın tahsisine delil olması ya­nında, Hanbelîler'in hukukî işlemlerde iç iradeyi esas alan genel yaklaşımlarına[632] da ters düşmesi bakımından önemli bir ipucudur. Öte yandan, bu tartışmada kıyasın tahsis delili olduğunu savunan­lar, genel olarak kıyası sert bir delil olarak da kabul eden kişiler­dir. Kıyasın Kitap ve Sünnet -isterse haber-i vâhid olsun- karşısın­da herhangi bir değeri olmadığını ileri sürenler ise, tabii olarak onun âm nassı tahsis edebilmesine karşı çıkmışlardır. [633] Burada meşhur birçok Hanbelî usulcünün kıyası tahsis delili olarak benim­semiş olması, onların kıyas konusunda gösterdikleri gelişmeyi ifa­de etmesi bakımından dikkat çekicidir.

Diğer taraftan, kıyasın çeşitleri ve uygulama alanıyla ilgili ola­rak da Hanbelî usu! kitaplarında dikkat çekici ayrıntılar bulunmak­tadır. Meselâ, onlara göre kıyas, açık (vazıh) ve kapalı (hafi) olmak üzere iki kısma aynlır. Açık kıyas, aslın mânası (illet) fer'de de ke­mâliyle bulunan kıyastır. Meselâ, ribânın illeti böyledir. Hz. Pey­gamber buğdayda ribâ cereyan edeceğini belirtmiş, Hanbdîler İse pirinci buğdaya kıyas etmişlerdir. Çünkü onlara göre, pirinç de keyî ve cins olma bakımından buğdayla aynı mânadadır. Ibnü'l-Kâsım'm rivayetine göre, tmam Ahmed bu lür kıyası kullanmış ve "Alan ve gümüşe kıyasla demir ve kurşun da fazkılıkh (müic-fûdıl) olarak alınıp satılması caiz değildir" demiştir.[634]

Kapalı kıyas ise, asıl ile fer' anısında büyük bir benzerliğin (se-beh) bulunduğu bir kıyastır. Meselâ, bir hadîse hakkında biri ya­saklayan diğeri serbest kılan İki asıl (prensip) çekişse ve her bir as­lın da beş adet vasfı (niteliği) bulunmuş olsa; şayet söz konusu ha­dîse bu asıllardan her birinin vasıflanın içermemekle beraber, dön nitelikte ibâhaya, üç vasıfta da hazra daha çok benzese yani her­hangi bir şekilde iki asıldan birine daha çok benzemiş olsa, bu du­rumda iki görüş rivayet edilmektedir:

Birinci görüşe göre, bu kesin olarak kıyas değildir. Çünkü kı­yas, fer'de asim vasıflarının kemaliyle bulunması halinde müm­kündür. Eğer bu vasıfların tümü değil de bir kısmı fer'de bulunur­sa, bu durumda kıyastan söz edilemez. Ahmed b. Hüseyin b. Has-sân'ın rivayet ettiğine göre İmam Ahmed bu konuda "Kıyas, iki şeyden -her türlü durumda aralarında benzerlik bulunması halin­de- birinin diğerine benzetilme sidir (kıyas edilmesi). Ancak, onlar bir halde biribirine benzer, diğer bir halde muhalefet eder ve sen de onun üzerine kıyasta bulunmak istersen, bu bir hatadır. Çünkü o, bazı durumlarda (biribirine) muhalefet, bazı durumlarda ise mu­vafakat etmiştir. Bütün durumlarda böyle olması halinde, onu ba­zan kabul bazan da terketmiş olursun, Dolayısıyla, onun hakkmda bende bir şey (fikir) yoktur[635] demiştir.

İkinci görüşe göre ise, bu tür bir kıyas sahihtir ve kıyasa konu olan hadise, sakındıran (hazreden) ve serbest (mubah) kılan iki asıldan kendisine en çok benzeyene İlhak edilir ve onun hükmü geciktirilmez. Bu konuda Harb şu rivayeti nakletmiştik Biribirine Hân[636] yapan karı koca Yahudiden, karısına kazfte bulunan koca hakkında, İmam Ahmed "Bunun bir anlamı (vechi) yoktur. Çünkü, yahudi koca âdil değildir. Lıân ise yalnızca bir şehâdet işlemidir ve

Yahudi koca âdil değildir ki. onun şehâdeti caiz olsun" demiştir.[637] Onun bu sözlerinden, Yahûdî karı koca arasında Hân İşlemini uy­gun görmediği anlaşılmakladır. Çünkü o ilânı, kâfirden sâdır olma­sının imkânsızlığı hususunda, şehâdeie kıyas etmiştir. Halbuki li-ântn şehâdete benzerliği az, yeminlere (eymân) benzerliği ise da­ha fazladır. İmam Ahmed'İn bu görüşü, onun asıi ile fer' arasında­ki benzerliğin (şebeh) çokluğuna dayanarak kıyas yapmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. [638]

Hanbelîler'in illetin tesbitiyle ilgili faaliyetlere kıyas adının veri­lip verilmeyeceği konusundaki görüşlerini da şu şekilde özetlemek mümkündür: Nas veya icmâda yer alan bir. hüküm için "münâsib" olan vasfı (illet) ortaya çıkarmak üzere yapılan faaliyete tahricü'l-menât denir ve Hanbelîler'e göre bu işlem bizzat kıyasın kendisi olup buna "kıyas" adının verilmesi hususunda onlar arasında her­hangi bir ihtilâf bulunmamaktadır. Bir hükmün ta'lîli ile İlgili olarak nasta yer alan vasıflar üzerinde, illet olarak kabul edilemeyecek olanları ayıklamak ve nassın göstermek istediği esas illeti belirle­mek maksadıyla yapılan faaliyetler ise tenkîhü'l-menât adını alır ve böyle bir içtihadın gereğiyle amel edilmesi konusunda Hanbelîler ittifak etmişler ise de bu işlemin kıyas olarak isimlendirilmesi ko­nusunda İhtilâf etmişlerdir. [639] Bu arada, mefhûm-i muvâfakanın delaletiyle ilgili olarak, Ebû Ya'lâ tenbih (evlâ) yoluyla sabit olan hükmün kıyas olarak isimlendirilemiyeceğini, çünkü onun sadece hitaptan anlaşılan bir mâna (mefhûm-i hitâb ve mefhûm-i fehva) olduğunu söylemiştir. [640] Meselâ, "Onlara 'öf!' bile deme" (el-lsrâ 17/23) âyetinin lafzından, anne ve babaya sadece "öf!" demek de­ğil, onlara zarar veren her türlü şiddet, ve darbın da yasak olduğu anlaşılır ve bu sonuca kıyasla değil, bizzat ayetin lafzıyla ulaşılır.

Hanbelîler'in kıyas konusundaki gelişmeleri sadece onun tah­sis delili olması ve yukarıda anlatılan bazı ayrıntılarla sınırlı kalma­mış ayrıca isimlerin, hadlerin, kefaretlerin, mukadderat (sayı, ölçü ve tartı gibi çeşitli nicelikleri belirtilmiş olan hususlar) ve bedelle­rin (karşılık) kıyasla ispatı konusunda da aynı gelişme devam etmiştir.

HanbeIer, isimlerin kıyas yoluyla ispat edilmesini caiz gör­müşlerdir Meselâ, onlar nebize, hamre (şarap) kıyasla İıamr", nebhâşe de (keten soyucu) hırsıza kıyasla "hırsız" adını vermişler­dir. Esrem bu konuda şu meseleyi rivayet etmektedir: imam Ahmed'e "Hamr, aklı örten (kapatan) şeydir[641]hadîsi hatırlatılarak, bu hadîsle kastedilen şeyin ne olduğu sorulduğu zaman, Ahmed "Aklı değiştiren (bozan) şey" cevabını vermiştir- Bunun üzerine kendisine "Aklı bozan her nebîz hamr mıdır?" denildiğinde "Evet" cevabını vermiştir. [642] Kıyas yoluyla isimlerin İspat edilebilmesi ko­nusunda Şâfuler'le Hanbelîler paralel düşünürken, Hanefîler'le ke-lâmcılarm çoğunluğu bu konuda aksini savunmuşlardır. [643]

Yine Ebû Ya'lâ ve Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânînin belirttiğine gö­re, Hanbelîler hadlerin, kefaretlerin, mukadderat ve bedeiierin kı­yasla ispatını da caiz görmüşlerdir. [644] Mezhebin bu konudaki ka­bulünü Ebû Ya'lâ genel ifadelerle belirtirken, Ebü'l-Hattâb el-Kel-vezânî bunu söz konusu mesele hakkındaki hükmün illetinin bilin­mesi ve ona engel bir mâninin bulunmaması kaydıyla sınırlamaya çalışmıştır. [645] Hanbelî usulcüleri bu konudaki görüşlerinin ispatı için geniş tartışmalar yapmış ve çeşitli deliller getirmeye çalışmış­lardır. Onların bu konuda getirdikleri delillerden birisi, meşhur Mu-âz hadîsinde[646] geçen "Re'yimle ietihad ederim" sözüdür. Ayrıca Hz. Ömer devrinde içki haddindeki celdenin artırılmış olması da önemli bir delildir. Bilindiği gibi, Hz. Ömer içkinin cezası konu­sunda ashap ile istişare etmiş ve 'insanlar içkinin peşine düşer ol­dular ve onlar içkinin cezasını az (küçük) buluyorlar" demiştir. Bu sırada Hz. Ali, "İnsan içki içince sarhoş olur, sarhoş olunca da he­zeyanda bulunur Hezeyanda bulununca da iftira eder. Bu sebepte onun haddi iftira edenlerin (kazfte bulunanların) cezası olmalıdır" demiş ve ashap içki haddinin kıyas yoluyla kazf haddine ilhakı ya­ni kırk celdeden seksen celdeye çıkarılması konusunda icmâ et­miştir. [647]

Hanbelî mezhebinde hadlerin kıyasla sahil olması konusunda Meymûnînin .su rivayeti örnek olarak verilebilir: İmam Ahmed'e dinarın dörtte birinden daha az bir miktarda altın çalan kişinin hükmü sorulduğunda, "Ona had tatbik ederim (elini keserim)" de­miştir. "Niçin?" denildiğinde, "Çünkü, şayet o kişi herhangi bir tica­ret malını çalmış, olsaydı, bu malı dirhemlerle takvim (dirhem ola­rak karşılığını tesbit) ederdim. Burada da böyledir. Yani, dinarın dörtte birinden daha az miktarda altın çaldığı zaman da aynı şekil­de onu dirhemlerle takvim (tesbit) etmiş oiuyorum[648] cevabını vermiştir.

Şâfiîler'İe Hanbelîler hadlerin, kefaretlerin, mukadderat ve be­dellerin kıyasla ispatı konusunda hemfikir iken, metodolojilerinde kıyasa oldukça geniş yer veren Hanefîter'in bu konuda karşıt taraf­ta yer aldığı görülmektedir. İslâm hukuk mezheplerinin bu konu­daki görüş ve delillerinin değerlendirilmesi müstakil çalışmalar ge­rektirecek kadar geniştir. [649] Elinizdeki eserin genel çerçevesi ise böyle bir tartışmanın burada yapılmasına imkân vermemektedir. Ancak burada şu kadar söylenebilir: Hanbelîler'in hadİer, kefaret­ler, mukadderat ve çeşitli bedeller gibi özellikle ibadet mânası taşı­yan bazı alanlarda kıyasın geçerliliğini kabul etmeleri, aslında on­ların bu alanlarda na.slarla yetinme, bu alanları dar tutma ve bu ko­nularda her türlü bid'at ve hurafeye karşı mücadele etme hususun­daki temel yaklaşımlarıyla ters düşer gözükmektedir. Hanefiler'in ise başta kefaretler ve hadler olmak üzere nitelik ve nicelikleri ke­sin olarak tesbit edilmiş olan ibadet ve ceza hukuku sahasında kı­yasa gitmemeleri, ibadetlerde bid'at ve hurafeden sakınma, ceza hukukunda suç ve cezanın kanuniliği, şüpheden sanığın yararlan­ması gibi genel İlkelere ağırlık verdiklerini ve kıyas yoluyla ibadet ile suç ve cezanın alanını genişletmekten kaçındıklarını göster­mektedir.[650]

 

d) İstihsan

 

Hakkında geniş tartışmalar yapılmış olmasına rağmen, istihsa-nın belirli bir tanımı üstünde İslâm hukukçuları genel bir ittifaka varamamışlardır.[651] Hanbelî usulcüler tarafından da farklı tanımla­rı yapılan istihsanı Ebû Ya'lâ, "bir hükmü, kendisinden daha evlâ ba.şka bir hükümle terketmek[652] seklinde tarif etmiştir. Ebu'l-I lat-lâb el-Kelvezânî, hükümlerin birinin diğerinden evlâ veya daha kuvvetli olduğunun söylenemeyeceğini, kuvvetin sadece deliller hakkında söz konusu olacağını belirterek Ebû Ya'lâ'nın bu tanımı­nın "kıyasın mûcebinden kıyastan daha kuvvetli bîr delile dön­mek" anlamına geleceğini .söylemiştir. [653] İbn Teymiyye de Ebû Ya'lâ'nın bu tanımından Istihsanın "iki delilden birini diğerine ter­cih etmek" anlamına geldiği sonucunu çıkarmıştır. [654] Ancak, son dönem Hanbelî âlimlerinden Abdülkadİr b. Bedrân ise bu tanım­lardan hareketle imanı Ahmed'e göre istihsanın, "kıyasın mûcebin­den daha kuvvetli bir deli! sebebiyle vazgeçmek" mânasına gelebi­leceğini ifade etmiştir. [655]

Ebû Ya'lâ imamın oğlu Salih, Meymûnî ve Merrûzî'nin imamdan yaptıkları bazı rivayetleri naklederek, onun kelime olarak istihsanı mutlak bir şekilde kullandığını belirtir. [656] Ancak, Ebû Tâlib'den ge­len bir rivayette Ahmed "Ebû Hanîfe'nin arkadaşları kıyasın hilâfı­na bir şey söyledikleri zaman l.stihsan yapıyoruz ve kıyası bırakı­yoruz' derler ve hak olduğuna inandıkları şey karşılığında onu bı­rakırlar. Halbuki ben gelen her hadîse başvuruyorum ve ona kıyas yapmıyorum" demiştir. [657] Bu sözün zahirinden, Ebû Ya'lâ'nın işa­ret ettiği gibi, imamın istihsana karşı olduğu anlaşılmakta ise de yi­ne bizzat Ebû Ya'lâ istihsanın sahih olduğunu ispata çalışmıştır. O, istihsandan maksadın bir hükmün daha kuvvetli bir hükümle ter-kedilmesi olduğunu söyleyerek istihsan lehine kitap, sünnet ve icmâdan çeşitli deliller getirmişin.[658] Kadî Ya'kûb b. İbrahim el-Ber-zebînî de Co. '186/1093) Ebû Yalanın tanımını sevkederek istihsan-kı hüküm vermenin Ahmed'în mezhebi olduğunu belirtmiştir. [659] İbn Teymiyye ise. İmam Ahmed'den islih.sanın bâlıl olduğunu çağ­rıştıracak bazı imaların bulunduğuna işaret etmiştir. [660]

İstihsanın leh ve aleyhindeki bu rivayetler incelendiğinde Han­belî usulünde İstihsanın geçerli bir metot olarak kabul edildiği so­nucuna varılır. [661] Çünkü, Abdülkadİr b. Bedrân'ın da belirttiği gibi istihsan, "müetehid nazarında bir delilin, kendisinden daha kuv­vetli başka bir delil sebebiyle tahsis edilmesi" anlamına gelir. [662] Böyie bir tanım İse, yukarıda Ebu'l-Hattâb'ın da işaret ettiği gibi, kı­yasın mûcebinden daha kuvvetli bir delile dönmeyi yani kuvvetli herhangi bir delil .sebebiyle kıyastan vazgeçmeyi içermektedir. Kı­yastan vazgeçmeyi gerektirecek böyle bir işlem ise Hanbelîler'in metodolojileri açısından re'y ve kıyastan kaçınabilmek için önemli bir alternatif olarak gözükmektedir.

îstihsanın aleyhinde rivayet edilen görüş ve imalar İse herhan­gi bir delilden "daha kuvvetli bir delil" sebebiyle değil de "delilsiz" olarak dönmekle ilgilidir. Diğer taraftan, elde herhangi bir delil ol­madan şerl bir delili terketmek, sırf kendi arzusu ile hüküm orta­ya koymak demektir ki, başta Hanefîler olmak üzere istihsanı sa­vunan hiçbir mezhep böyle bir hareketi asla iddia veya tasvip et­memiştir. Şu kadar var ki, İstihsanı benimseyen Hanbelîler'e karşı şöyle bir itiraz ileri sürülebilir: Hemen hemen .her meselede fuka-ha arasında çeşitli İhtilâflar bulunmakta ve sız de bunlardan -ken­dinize göre- en kuvvetli olan delile sahip olduğunuzu savunuyor­sunuz, istihsan ise iki delilden kuvvetli olanla hareket etmek anla­mına geldiğine göre, bu durumda sizin mezhebinizin tamamıyla is­tihsana dayanması gerekmez mi? Ebû Ya'lâ bu soruya karşı, fuka-ha arasında meydana gelen ihtilâflarla ilgili meselelerde kendileri­nin, muhaliflerin delillerini sahih değil fâsid olarak kabul ettikleri­ni ve dolayısıyla da ortada "sahih iki delilden daha kuvvetli olanı tercih" .seklinde bir durum olmadığını ve bu sebeple kendi dayandıkları delillere istihsali adını vermediklerini söylemektedir.[663] Gerdekten bu soru islihsun konusunu tartışan bütün İslâm hukuk­çularına yöneltilebilir ve tarafların verecekleri cevaplar da kendi içerisinde mantıkî tutarlılığa sahip olabilir. Ancak yine de bu du­rum, yapılan tartışmaların sadece terim ihtilafıyla ilgili lafzı bir tartışma olduğu ve ortada onlar arasında gerçek bir ihtilâfın bulunma­dığı gerçeğini ortadan kaldırmayacaktır.

î.stihsanla ilgili Hanbelî usul kitaplarında çeşitli örnekler bulun­maktadır. Meselâ, Merrûzî'nin rivayet ettiğine göre, Ahmed b. Han-bel "Sevâd arazisini satın almak caiz, satmak ise caiz değildir" de­miştir. Bu söz üzerine ona, "Malik olmayan bir kişiden nasıl satın alınır?" diye sorulduğunda, "Kıyas senin dediğin gibidir. Ancak o bir istihsandır" demiş ve ashabın mushaf satın alınmasına ruhsat verdiklerini, ancak onun satışını caiz görmediklerini delil olarak getirmiştir. [664] Bu örnekte, Ahmed b. Hanbel'İn sahabe görüş ve uy­gulamasını, kıyastan daha kuvvetli bir delil olarak gördüğü ve onu kıyasa tercih ettiği yani istihsan İle amel ettiği anlaşılmaktadır. Bir başka örnekte ise şoyie anlatılır: Bir araziyi gasbederek üzerinde ziraat yapan kiş hakkında İmam Ahmed, ziraatın arazi sahibine ait olacağını, gâsıba (ziraat sahibi) ise arazi sahibinin nafaka ödemesi gerektiğini söylemiştir. [665]Bu olayda kıyas, ziraatın gasıba ait olma­sını ve arazi sahibine de arazisinin ücretinin ödenmesini gerektir­mekte ise de Ahmed b. Hanbel, Râfi' b. Hadîc'in rivayet ettiği "Kim bir kavmin arazisini ekerse; ziraat arazi sahibinindir, ekene ise na­faka vardır[666] hadîsiyle amel ederek istihsan yapmıştır.[667]

 

e) Maslahat-ı Mürsele

 

Maslahat (çoğulu mesâlih) sözlükte "fayda, yarar, menfaat, iyi­liğe sebep olan şey", mürsel ise "salıverilmiş, herhangi bir kayıt ve­ya şarta bağlanmamış, başıboş bırakılmış" anlamına gelir. [668] Huku­kî bir terkip olarak maslahat-ı mürsele "Şâri'in, hakkında herhangi bir hüküm belirtmediği ve geçerli olup olmadığına dair şer'î bir de­lil bulunmayan yarar[669] veya "İspat veya ilgası (meşruiyet veya gayr-i meşruiyeti) hakkında özel bir delil bulunmayan ve şeriatın genel maksatlanyla birlik İçinde olan maslahat[670] seklinde tarif edilebilir. Bu tür maslahatlara göre hüküm verme metoduna ise is-tislâh adı verilir. [671]

Maslahat, Allah'ın insanlar için vazettiği hükümlerin mihverini teşkil etmektedir. [672] Sâri', dinî hükümleri teşri kılarken beşer haya­tı için zaruri olan yani bugünkü tabirle "temel insan haklan" adı al­tında değerlendirilen insanın dinini, canını, akıl, nesil ve mal var­lıklarını korumayı ve geliştirmeyi hedeflemiştir. Dolayısıyla, bu beş temel hakkı muhafazaya yönelik her davranış ve eylem maslahat çerçevesinde değerlendirilebilir. [673] Ayrıca, maslahatın kelâm İlmin-deki hüsün (iyilik) ve kubuh (kötülük) problemi ve kullar için en uygun olanı (aslah) yaratmanın Allah üzerine vacip olup olmama­sı konusu İle fıkıh usulündeki illetlerin hükümler için belirleyici alâmetler olup olmadığı meselesiyle[674] de yakın İlişkisi bulunmak­tadır.

islâm hukukunda, şer'î hükümlerin üzerine bina edildiği mas­lahatlar, şâri'in kendilerine itibar edip etmemesi bakımından; ken­dilerine itibar edilmesi hususunda belirli bir şer'î delil bulunan va­sıflar (muteber münasebet, muteber maslahat), ilga ve iptal edil­mesi konusunda belirli bir sert delil bulunan vasıflar (mülga mas­lahat), itibar veya ilgası hususunda belirli bir delil bulunmayan vasıflar (mürsel münasebet, mürsel maslahat) .şeklinde üç kısımda in­celenmiştir. Bunlardan lehinde bir nas bulunan maslahatın geçerli­liği ve ilga edilen bir maslahatın hanımlığı konusunda İslâm hu­kukçuları arasında herhangi bir ihtilâf bulunmamaktadır.[675]

İlga veyıı itibar edilmesi hususunda herhangi ser'İ bir delil bu­lunmayan mürsel maslahatlar, çeşitli mezheplere mensup birçok âlim tarafından olduğu gibi, Hanbelîler tarafından da üç kısımda incelenmiştir: Birincisi, hâciyât derecesindeki maslahatlar. Bunlar, aslında bir zaruret bulunmamakla beraber gelecekte kendilerinden bir salâh ve fayda beklentisinin bulunduğu maslahatlardır. Velinin, küçük kızını evlendirme yetkisinin bulunması gibi. [676] İkincisi, tah-sîniyyât derecesindeki maslahatlar. Bu tür maslahatlara İbadet ve  muamelelerde âdâb-ı muaşeret kaidelerine uyma derecesindeki maslahatlar Örnek olarak verilebilir. Nikâhta velinin hazır bulun­ması gibi. [677] Herhangi bîr delile dayanmadan bu iki tür maslahatla amel etmenin Hanbelî mezhebinde caiz olmadığı konusunda itti­fak bulunmaktadır. Çünkü, herhangi bir delil olmaksızın bunlarla hüküm vermek sırf re'yle şeriat vazetmek demektir. [678] Maslahat-ı mürselenin üçüncü türü ise zaruriyyât derecesinde olan maslahat­lardır. Bunlar dini, canı, aklı, nesli ve malı muhafaza ile İlgili temel maslahatlardır. Sapıklığını yayan kâfirin katli, bid'atına davette bu­lunan bid'atçmın cezalandırılması, nefsi muhafaza için kısasla hük-medilmesi ... gibi. [679]

Maslahat-ı mürselenin şartları ve hukukî değeriyle ilgili tartış­malar konusunda Hanbelî usul kitaplarına bakıldığı zaman bu hu­suslarda açık, ayrıntılı ve sistematik bilgilere rastlama imkânı[680] he­men hemen yok gibidir. Bu eserler arasında derli-toplu en çok bil­ginin îbn Kudâme'nin Ravza ve onun tekrarı niteliğinde olan İbnü'l-Lehhâm'ın el-Muhtasar'mda[681] bulunmaktadır. Bu bilgiler ise daha ziyade Gazzâlî'nin el-Müstasfâ'smın konuyla ilgili bölümünün[682] bir özeti niteliğindedir. Ayrıca, el-Müsevvede'de mesâlih-i mürsele hakkında kısa bir paragraf açılmış ve maslahat-ı mürsele üzerine hüküm bina edilmesinin caiz olmadığı belirtilmiştir.[683] Hanbelî tarihinde maslahatla ilgili en Önemli gelişmeyi ise, kendi­sinden biraz aşağıda bahsedilecek olan Necmeddin et-Tûfî sağla­mıştır. Ayrıca muasır âlimlerden Abdülkadir b. Bedrân maslahat-ı mürselenin yukarıda zikredilen tasnifini tekrarlamış, [684] Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî ise bu konuda Hanbeiîler'in görüşlerini ay­rıntılı bir şekilde hulâsa etmiştir. [685]

Hanbelî usul kitaplarındaki maslahat-ı mürseleyle İlgili cüz'î bilgüer birleştirildiği zaman, Muhammed Ebû Zehre'nin de işaret etti­ği gibi, Hanbeiîler'in maslahat-ı mürseleyi hukukî bir delil olarak kabul ettikleri ve bu kabulü de İmam Ahmed'e nİsbet eyledikleri anlaşılır. [686] Bu arada, maslahat hakkında İbn Kayyim el-Cevziy-ye'nin değerlendirmeleri de mezhebin genel eğilimini göstermesi açısından çok önemlidir. O, şeriatın esasının hikmetler ve kulların dünya ve âhiret maslahatları üzerine kurulu olduğunu belirterek "Şeriat tamamıyla adalet, rahmet, maslahat ve hikmettir. Adaletten zulme, rahmetten zıddına, maslahattan mefsedete ve hikmetten saçmalığa (abes) giden hiçbir mesele, çeşitli tevillerle şeriat içeri­sine sokulsa dahi, asla şeriattan değildir. Şeriat, Allah'ın kulları ara­sındaki adaleti ve mahlûkatı arasındaki rahmetidir..." demiştir. [687] Yine o, akidlerin çeşitli şartlara bağlanması hususunu anlatırken, "Akidlerin, fesihlerin, teberrulann, İltizamların (borçlar) ve diğer hukukî İşlemlerin çeşitli şartlara bağlanması, zaruret, ihtiyaç veya maslahatın gerektirdiği bir iştir ve mükellef bunlardan müstağni kalamaz[688] diyerek, hayatın ihtiyaç ve maslahatlarının gerektirdi­ği birtakım şartların koşulmasını muteber görmüştür.

Hanbeiîler'in maslahatı! bakışlarını İfade eden bu cümleler ya­nında, onların çeşitli fürû-i fıkıh kitaplarına kısa bir göz atıldığında, maslahata dayanılarak verilmiş birçok hüküm ve fetvalarının da bulunduğu gorülecektir. Özellikle siyâset-i şer'iyyeyle ilgili konu­larda maslahata bina edilmiş, zengin örnekler bulunmaktadır. On­lar arasında maslahat hakkında mevcut olan ihtilâf, bizzat maslaha­tın varlığı hakkında değil, bir şeyin maslahat içerdiğinin herhangi bir yolla bilinip bilinmemesi hakkındadır. Hanbelîler. maslahat-ı mürseienin geçerli olabilmesi İçin söz konusu maslahatın İslâm'ın hiçbir delil ve esasına aykırı düşmemesi, onda aklın kabul edeceği nitelikte bir yarar olması, kendisiyle amel edildiği takdirde dinde bir güçlüğü kaldırması, insanlara kolaylık sağlaması[689] ve şer'in umumi bir tarzda ya da genel kaideler çerçevesinde onu uygun görmesi veya onun cinsinden olan bir şeye itibar etmiş olması ge­rektiğini[690] söylemişlerdir. Ne var ki, bütün bu olumlu yaklaşımla­ra rağmen, Hanbelîler'de maslahat-ı mürseleyi delil kabul edenler onu, Mâlikîler gibi bizatihi müstakil bir delil değil de yalnızca kıya­sa tâbi ve kıyasın bir türü olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır. [691]

Öte yandan, İmam Ahmed maslahata dayanan birçok sahabe fetvası görmüş ve bu tür fetvaları severek kabul etmiştir. [692] Meselâ o, siyasette genellikle maslahata uymuş, hükümdarın halkı masla­hat olana yöneltmesi ve fesaddan uzaklaştırması yolunu tavsiye et­miş, fâsık ve kötü huylu kimselerin sürgün edilmesi, bid'atçıların cezalandırılması, ramazan günü şarap içenin cezasının artırılması, sahabeye dil uzatana ceza verilmesi gerektiğini söylemiştir. [693]

Bu arada, maslahata itibar konusunda sadece Hanbelîler içinde değil, diğer bütün islâm hukukuk mezhepleri içerisinde de en ile­ri noktada bulunan kişi Özgün bir Hanbelî olan Necmeddin et-Tû-fî'dir (ö. 7l6/13l6). Tûfî, maslahatla ilgili görüşlerini "Zarar ve za­rarla mukabele yoktur[694] hadîsini şerh sırasında açıklamıştır. [695] Bu hadîsi, maslahata riayet konusunda hususi bir nas olarak kabul eden Tûfî, İbadet ve mukadderat (sayı, ölçü ve tartı gibi çeşitli ni­celikleri belirtilmiş hususlar) dışındaki muamelât ve benzeri hü­kümlerde maslahata riayet prensibi İle nas ve icmâın tearuz etme­si halinde, maslahata riayet prensibinin "tahsis ve beyan" yoluyla onlara takdim edileceğini savunmuştur. [696] Tûfî'nin bu görüşü, tah­sis delilinin âm nas ile aynı zamanda gelmiş (mukârin) olması ya da en azından söz konusu âm nas ile amel edilmeye ihtiyaç duyulduğu sırada gelerek beyanın ihtiyaç vaktinden sonraya sarkmama­sı (tehir olmaması) konusundaki usulcülerin genel ittifakları[697] İle karşılaştırıldığı zaman, Tûfî'nin maslahata riayet hakkında hususi nas olduğunu ileri sürdüğü hadîs ile tahsise konu olduğu ileri sü­rülen âm naslar anısında kaldı ki, Tûfi'ye göre belirli bir âm nas değil bütün âm naslar söz konusudur- tahsis değil, neshin gerçek­leşebileceği şeklinde bir tehirin hatta genel bir belirsizliğin bulun­duğu söylenebilir. Bu durumda, ortada Tûfî'nin dediği gibi bir "tah­sis" değil, şer'î nasların "ne,sh"i .söz konusu olacaktır. Böyle bir yo­rum ise naslann, maslahat olduğu zannedilen çeşitli vehimlerle ip­tal edilmesi anlamına gelecektir. [698]

 

f) Sedd-i Zerâİ'

 

"Şekil bakımından meşru görülen tasarrufların, meşru olmayan maksatlara ulaştırmasını önlemek" mânasına gelen sedd-i zerâi[699] prensibine, İslâm hukuk doktrinleri içerisinde en büyük değeri Mâlikîler ve onlardan sonra da Hanbelîler'in verdiği söylenebilir. [700] Ne var ki, İbn Kayyim el-Cevziyye'nin î'lâmü'l-muvakkıîn adh ese­ri müstesna, Hanbelîler'in temel usûl-İ fıkıh kitaplarında, üzerinde ihtilâf edilen deliller içerisinde sedd-i zerâİ' konusuna fazla yer ve­rildiği görülmez. [701] Ancak, onların metodolojilerini insanın gerçek niyeti üzerine kurmuş olmalarından ve çeşitli konularda diğer mezheplerle yaptıkları tartışmalardan, sedd-i zerâiye hukukî bir delil değilse de genel bir hukuk kuralı olarak yüksek bir değer ver­dikleri anlaşılmaktadır.

İbn Kayyim el-Cevziyye, maksatlara ancak birtakım yol ve se­beplerle ulaşılabileceğini belirterek bu yol ve sebeplerin hüküm bakımından söz konusu amaçlara tâbi olduğunu söylemiştir. Ona göre.

Harama vesile olan yollar menedilme ve kerahet bakımından aynen söz konusu haramlar; itaat ve ibadetlere vesile olan yollar ise izin ve muhabbet acısından aynen söz konusu ibadetler gibidir. Dolayısıyla maksata ulaşmak için kullanılan araçlar da (vesile) maksata tâbidir. Kendisine götüren birçok yol ve vesile bulunduğu halde Allah, bir şe­yi haram kılıyorsa, burada haramın gerçekleşmesini ve koruluğuna yaklaşılmasını önlemek için, harama götüren yol ve vesileleri de ha­ram kılması gerekir. Eğer bu yol ve vasıtaları mubah kılmış olsaydı, bu durum söz konusu şeyin haram kılınmasıyla çelişir ve nefisleri de o ha­rama teşvik etmiş olurdu. Halbuki Allah'ın ilim ve hikmeti kesinlikle buna engeldir.[702]

İbn Kayyim el-Cevziyye, böyle bir durumun yalnızca Allah'ın ilim ve hikmetine değil, beşer aklına da aykırı olduğuna işaret ede­rek şöyle demiştir:

"Dünyadaki idarecilerin siyaseti de bunu yasaklamaktadır. Onlardan biri askerini, halkını veya aile efradını herhangi bir şeyden menedip sonra da söz konusu yasağa götüren vesileleri, sebepleri ve yollan on­lara serbest biraksa, bu bir çelişki (tenakuz) sayılır ve dolayısıyla hal­kından ve askerinden onlara kendi maksadının hilâfına birtakım işler meydana gelir. Doktorlar için de aynı şeyler söz konusudur. Onlar bir hastalığı önlemek istedikleri zaman, hastayı söz konusu hastalığa gö­türen yol ve sebeplerden menederler (koruyucu hekimlik). Aksi halde iyileştirmeyi arzu ettikleri şeyler fesada gitmiş (bozulmuş) olur. Durum böyle olunca, en yüksek hikmet, maslahat ve kemal derecesinde olan bu kâmil şeriat hakkında ne düşünülür? Onun kaynaklarını ve menba-lartnı düşünen insan, yüce Allah'ın ve onun resulünün, haram kıldık­ları ve nehyettikleri hususlara götüren vesile ve yollan da kapatacağı­nı anlar. [703]

İbn Kayyim el-Cevziyye maslahata ve mefsedete götüren yolla­rı çeşitli derece ve mertebelere ayırdıktan .sonra, şeriatın helâle gö­türen yollan açtığına, harama götüren yollan da kapattığına dair tam doksan dokuz adet delil getirmiştir. [704] Meselâ, Kur'ân-ı Ke-rîm'de "Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) .sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah'a söverler" (el-En'âm 6/108) buy-rulmuştur. Burada müslümanİar müşriklere karşı gayzlarının ifade­si olarak onlara ve putlarına küfretmekten nehyedilmiştir. Çünkü, buna tepki olarak müşrikler de yüce Allah'a sövebilirler. Burada Cenâb-ı Hakk'ın kendisine .sövülen bir mevkide bulunmaktan çı­karılmasının maslahatı, bizim müşriklerin pullarına küfretmekten elde edeceğimiz maslahattan daha tercihe lâyıktır. Görüldüğü gibi bu âyet, caiz olmayan bir davranışa .sebep olmaması için, caiz olan bir davranışı menetme hususunda açık bir delildir.[705]Yine, Kur'an'-cla "Mümin kadınlara .söyle:.. Gizlemekte oldukları ziynetleri anla­şılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar" (cn-Nûr 24/31) buyaılmuş-tur. Aslında yürürken ayakları yere hızlı basmak (vurmak) binefsi-hî caiz olan bir husustur. Ancak böyle bir vuruş ile kadınların ayak­larında bulunan halhal denen takılar ses çıkarır. Böyle bir .sesin ise erkekleri şehevî birtakım  arzulara sevketmemesi  için,  kadınlar ayaklarını yere hızla vurarak yürümekten menedilmiştir. [706] Ayrıca, alışverişle meşguliyet cuma namazına engel olur düşüncesiyle, Cu­ma   namazı   vaktinde  alışverişin  bırakılması   emredilmiştir  (el-Cum'a, 62/9). Hz. Peygamber de güneşe tapanlara benzememek için güneşin doğuş ve batışı sırasında namaz kılmaktan, ribâya düşmeyi önlemek için ikrazda bulunan kişiyi ve rüşveti önlemek için de vali ve kadı gibi idarecileri hediye almaktan menetmiştir. Yine Hz. Peygamber savaş .sırasında hırsızlık yapan kimseye had tatbik edilmesini yasaklamıştır. Bunda da hırsızın, bu cezaya kıza­rak düşman tarafına geçme ihtimalini önleme düşüncesi bulun­maktadır. Ayrıca o, fitne zamanı silâh satışını nehyetmıştir. Bu ya­sak ise, mevcut olan filne ve kargaşa ortamının daha da kötüleşme­sine etki edecek unsurları ortadan kaldırmak amacıyla konulmuş­tur. Öte yandan, sahabe ve fakihierin çoğunluğu da birtek kişiyi öl­düren bir grup insanın kısas edilmesini, katil olaylarının artmasını önlemek için caiz görmüşlerdir. [707] Hanbeiîler ise şeddi zerâi' pren­sibine dayanarak; sonucu itibariyle ribâ ve hileye götüren her tür­lü akdi menetmişler, Ölümle sonuçlanan hastalıkda (maraz-ı mevt) hanımını mirastan mahrum bırakmak maksadıyla yapılan boşama­yı geçersiz saymışlardır. [708]

İbn Kayyim el-Ccvziyyc'nin sedd-i zerâi' ile İlgili naklettiği zen­gin örneklere rağmen, Hanbciîler'in niyet ve maksada verdikleri önem ile sedd-i zerâi prensibine verdikleri değer arasında bir paradoks gözükmektedir. Çünkü onlar bir taraftan lafızların değil, ni­yet  ve  maksatların  (sübjektif irade)  önemli  okluğunu  savunurken[709] diğer taraftan da maksat ne kadar meşru olursa olsun sayel netice gayri meşru ise bunu da sedd-i zerâi' yoluyla engellemeye çalınmaktadırlar. Bununla birlikte, itiraf edilmelidir ki, hukukî ta­sarrufların yorumlanması sırasında kişinin niyet ve maksatının et­kisini tesbiüe ilgili tartışmalar1 sadece İslâm hukuk mezheplerinin değil, hemen hemen bütün hukuk sistemlerinirı en önemli prob­lemlerinden biridir ve bu tartışmalar genel olarak yoaım alanmda "irade hürriyeti" (iç, sübjektif irade) ve "irade beyanı" (dış, objektif irade) nazariyelerini doğurmuştur. Bütün bu nazariyelerin amaçla­rı ise sübjektif irade ile objektif netice arasındaki gerçek ilişkiyi be­lirli kurallara bağlamak ve "gerçeğe" ulaşabilmektir. Zaman ve me­kânın, imkân ve ihtiyaçların da etkisiyle "adalet" terazisinin bazen "niyet" bazen de "netice" kefesine ağırlık verilerek yapılan bu "ger­çeği" bulma mücadelesi kıyamete kadar devam edecektir.[710]

 

g) Örf ve Âdet

 

Sözlükte "sabır, iyilik, ih.san, cömertlik, nefsin hayır bilip kendi­sine güvendiği şey[711] mânalarına gelen örf kelimesini. Ebu'i-Bere-kât Abdullah b. Ahmed en-Nesefî (ö. 710/1310) "Aklın delaletiyle kişilerde yerleşen ve selim tabiatlarca benimsenip kabul edilen şey"[712] Cürcânî ise (Ö. 816/1413) örfün "Aklın şehâdetiyle nefisler­de yerleşmiş olup tabiatların kabul ile telakki ettiği şey[713] olarak tarif etmişlerdir. Muasır hukukçulardan Abdülvehhâb Hallâf ve Abdülkerîm Zeydân onu "insanların itiyat ettikleri, hayat ve muame-lerinde üzerinde yürüdükleri söz, fiil veya terk[714] şeklinde sınır­landırmaya çalışmışlardır. Bu tanımlardan örfün, "şerl naslara ay­kırı olmayan, akıl ve ruh sağlığına sahip kişilerin mâkul buldukla­rı, öteden beri tekrarlanarak ruhlara yerleşmişbulunan sözlü veya fiüî alışkanlıklar" olduğu söylenebilir. [715]

Âdet ise, sözlükte "tekrarlamak, alışkanlık haline getirmek, dön­mek[716] manalarına gelir, tbn Ferhün ve Karafî âdeti, "bir mânanın insanlara galebe etmesi [717]İlin Emîr el-Hâc (879/1474) ise "aklî bir alâka olmaksızın (düşünmeden) tekrar tekrar yapılan iş[718]şeklin­de tarif etmişlerdir.

Bu tanımlardan Örf ve âdet kavramlarının mahiyet bakımından birbirinden farklı olduğu anlaşılmakla birlikte, [719] onlar İslâm hu­kuk literatüründe "genel olarak toplumda yaşayan ve yazılı olma­yan kaideler" mânasında eş anlamlı olarak kullanılmışlardır. [720]

Örf sıhhati bakımından sert nas veya katı delillere aykırı olma­yan (sahih) ve şer'î naslara aykırı olan (fâsid), konusu bakımından ise kavlî (söz) ve fiilî (amelî, uygulama) örf olmak üzere İki kısma ayrılır. Kapsamı (şümulü) bakımından da örfler iki türlüdür; Bütün insanlar tarafından her zaman ve her yerde geçerli olan, ya da İs­lâm hukuku açısından risâlet devrinden zamanımıza kadar bütün hukukçuların benimseyip uyguladıkları ve hakkında herhangi bir nas bulunmayanlar örflere "ânı" (genel); bir bölge, şehir ya da sa­nat veya meslek sahipleri arasında yaygın olanlara ise "hâs" (özel) örf denir. [721]öte yandan, şeriatın bir kelimeyi hakiki anlamından alarak ona yeni bir anlam yüklemesine "şer'î örf adı verilir. Bunlar aslında hâs örf olmakla beraber, önem ve değerine işaret etmek için bu isimle anılmışlardır. [722]

Toplum hayatında herhangi bir davranışın doğup gelişme, Örf ve adet şeklinde yaptırım gücüne sahip hukukî bir kural haline dö­nüşme süreci ve İslâm hukukundaki değeri hakkında geniş bir li­teratür meydana gelmiştir. [723]

Örfün şen bir delil olabilmesi için rükün ve şartlarının lam ola­rak bulunması gerekir. Örfün maddî ve manevî (psikılojik) olmak üzere iki unsuru (rüknü) bulunmaktadır. Örfün maddî unsuru de­vamlı (ıliırad) ya da uzun bir süre ve çoğunluk tarafından yapılmış (galebe) olmasıdır. Psikolojik unsuru ise, nefislerde istikrar bulma­sı ve aklıselim sahiplerince bağlayıcı bir tasarruf olduğuna inanıl­masıdır.[724] Ancak bu unsurların, kendi içlerinde çeşitli belirsizlikler taşımaları sebebiyle, objektif olarak tesbit edilmeleri oldukça güç­tür. Zira bir eylemin nefislerde yerleşmesi ve onun kanuna uygun hatta kanun gibi bağlayıcı bir karakter kazandığına dair genel bir inancın toplumda yerleşmesi süreci geniş araştırma, İstatistik ve gözlemlerle tesbit edilebilir. Ayrıca, bu unsurlar yanında, Örfün sert bir delil olabilmesi için, fiilî tasarrufun inşâsı sırasında mevcut olması (târî olmaması) ve Örfün aksine sözlü veya fiilî bir tasrihin bulunmaması da şarttır. [725]

Hanbelî usul kitapları tarandığı zaman şer'î deliller konusunda Örf ve adete yer verilmediği görülür. Bu durum, onların nas mer­kezli metodolojilerinin tabii bir sonucu olarak gözükmektedir. An­cak, Hanbelîler'in örf ve âdetle ilgili olumsuz değerlendirmelerine tahsis delilleri konusunda rastlanmaktadır. Örf ve âdetin tahsis de­lili olmaması konusunda, diğer mezheplere mensup Ebu'l-Hüseyin el-Basrî, Şîrâzı, Gazzâlî, Râzî ve Âmidî gibi usulcülerin görüşleri de Hanbelîler'le paralellik arzetmektedir. [726]

Ebû Ya'lâ, naslarda bulunan âm bir lafzın mükelleflerin âdetle-riyle tahsis edilemeyeceğini söylemiştir. Mesalâ, insanlar herhangi bir alışveriş nevini yapmayı âdet haline getirdikleri sırada, mutlak olarak bey'in (alışveriş) haram olduğuna dair bir âm nas gelse, bu âdet söz konusu âm nassı tahsis edemez. Nitekim, insanlar birta­kım haksız (bâtıl) yollarla biribirinin malını yerken ve bu mesele onlar arasında bir âdet halini almışken, Cenâb-ı Hak "rvlallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin" (el-Bakara 2/188) buyurmuş ve onlar arasında carî olan çeşitli âdetleri iptal etmiştir. Burada hü­küm lafza taalluk etmektedir ve dolayısıyla da lafzın ifade ettiği bü­tün mânalarla hükmetmek gereklidir. [727]

Ebu'l-Hattâb ela örf ve âdetin tahsis delili olamayacağı konu­sunda hocasıykı aynı düşünmüş ve benzer argümanları kuîlanmıstır.[728]

Örf ve âdetin tahsis delili olamayacağı hususunda Hanbelîler, umumun bir delâlet olduğunu ve ancak bir delâlet türüyle tahsis edilebileceğini, halbuki âdetin delâlet olmadığını, insanların güze­li (hüsün) âdet edindikleri gibi çirkini (kötü, kubh) de itiyat haline getirmiş olabileceklerini savunmuşlardır. [729]

Bu delile karşı; âdetin de aslî ibâhaya ("Eşyada aslolan mubah-lıktır" kuralına) delâlet edeceği ve ibâha-i asliyyenin ise Hanbelî-ler'e göre şer'î bir hüccet olduğu itirazı yapılabilir. Ancak onlar bu itiraza karşı, aslolanın bir konuda şer'î nassın bulunması olduğunu ve burada umumi lafzın serî delil niteliğinde bulunduğunu ve ona dönülmesi gerektiğini söylemişlerdir. [730]

Örfün tahsis delili olmadığı konusunda Ebû Ya'lâ ve Ebu'l-Hat-tâb'ın seslendirdikleri bu görüşlerin, sadece amelî (fiilî) örf ve âdetlerin tahsis delili olmasında değil, aynı zamanda kavlî (lafzı) örf ve âdetlerin tahsisinde de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Çün­kü onlar, kavlî Örfle yapılan tahsisin de hakikatte tahsis olmayıp sa­dece sözlükteki kullanımına nisbetle bir kasr olduğunu ileri sür­müşlerdir. Meselâ, dâbbe (çoğulu devâb) kelimesini ele alalım. Bu kelime "yürüyen bütün hayvanlar" için kullanılan bir İsimdir. An­cak, insanlar bu kelimeyi sadece "at" anlamında kullanmayı âdet haline getirseler, Hanbelîler "dâbbe" kelimesini artık at mânasına hamlederler. Bu ise gerçek bir tahsis olmayıp, dil kurallarına (lü­gat) nispetle bir tahsistir ve dâbbe kelimesi insanlar arasında âdet olan bu mânanın dışındaki diğer anlamlar İçin de mecaz olarak de­vam eder. [731]

Mecdüddİn Ebu'l-Berekât İbn Teymİyye ise (ö. 652/1254) Ebû Ya'lâ ve Ebü'l-Hattâb'ın bu görüşlerini nakleîtikten sonra, onların görüşlerinin tam aksine, sadece kavlen değil, fiilen de "Umumun, mûtat olan amel ile kasredilmesi" anlamında tahsisin mezhepte ka­bul edildiğine dair çeşitli Örnekler vermiştir. Meselâ imam Ahmed, Hz. Peygamberin muhâbera (tarla bir yandan, emek bir yandan ortakçılık), arazinin kiralanması ve müzâraadan (ziraat ortakçılığı) nehyetmesini, ashabın yaşadığı dönemde mevcut olan muameleler üzerine kasretmig,[732] yani hadîsteki nehyin kendi döneminde mev­cut oian tarla ve ziraat ortakçılığı veya yerin kirasıyla ilgili uygula­malar (örf) için söz konusu olmadığını söylemek istemiştir. Yine, bir kişi "Baş veya yumurta ya da et yemeyeceğine" yemin etse ve daha sonra da haram kılınmış et (İaşe gibi) ve balık yumurtası gibi Örf ve âdette yenilmeyen bir şeyi yese, onun yemininin bozulup bozulmayacağı konusunda, örfe itibar etmenin gerekli olup olma­dığına dair İhtilâfa dayalı olarak, mezhepte olumlu ve olumsuz iki görüş bulunmaktadır.

Bu Örnekler, Hanbelî mezhebinde örf ve âdetin tahsis delili olup olmadığı konusunda derin farklılıkların bulunduğunu göster­mektedir. Bu arada, dikkati çeken bir başka husus ise, amelî (fiilî) âdetin tahsis delili olması konusunda imam Ahmed'den ve diğer bazı Hanbelî müelliflerinden nakledilen çeşitli örneklerle[733] özel­likle Hanefîler'den Ebû Yûsuf'a nîsbet edilen örfe dayalı nasların başka bir örfle tahsis edilebileceğine dair görüşü" [734]arasında büyük bir benzerliğin bulunmuş olmasıdır. Çünkü, yukarıda verilen muhâbera, müzâraa ve yer kirasıyla ilgili muamelelerin nehyinin, Hz. Peygamber dönemiyle sınırlandırılması, bir anlamda önceki nehye temel teşkil eden muamelelerin örfî olduğunu söylemek demektir. Bir taraftan, örfî olan bu uygulama nas İle nehyedilirken, diğer ta­raftan da meşru sınırlar çerçevesinde gelişen yeni (târî) örf, söz ko­nusu bu nassı tahsis etmiş olmaktadır. Bu konudaki tartışmalar için meşhur ribâ hadîsi örnek verilir. Söz konusu hadîste Hz. Peygamber buğday, arpa, hurma ve tuzun ölçek (keyl) ile, altın ve gümü­şün ise tartı (vezn) ile mübadele edileceğini söylemiştir. [735] Ebû Ha-nîfe ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî hadîsin lafzından hareket­le, orada belirtilen mübadele şekli dışında başka bir şeklin kabul edilemeyeceğini, [736] Ebû Yûsuf ise yukarıdaki maddelerin ölçü ve­ya tartı ile mübadelesi prensibinin değişmez teşrîî bir kural olma eliğini, bunun o günkü câri âdetlere bağlı olduğunu, teamül haline gelmesi durumunda akınlar arasında eşitliğin ölçü ile, buğdaylar arasında ise tartı ile yapılabileceğini ileri sürmüştür.[737] Serahsî, hu hadîsin ölçü ve tartının takriri sünnet olarak yerleştiğini gösterdiği­ni ve onun artık örfle değiştirilemeyeceğini savunmüşsa da, [738] ger­çekten hadîse dikkatle bakıldığında, onun asıl amacının söz konu­su maddelerin ölçü veya tartı ile satışı değil, mübadele sırasında herhangi bir fazlalığın olmaması ve gayri meşru bir kârın engellen­mesi olduğu görülecektir. [739] Yine, kızların evlenme hususundaki izinlerinin o konuda "susmaları" olduğu, [740]"Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve (cihad İçin) bağlanıp besle­nen atlar hazırlayın[741] âyetindeki "kuvvef'ten maksadın da "ok at­mak" olduğu[742] şeklinde, Hz. Peygamber'den nakledilen bazı yo­rumların tamamıyla örfe dayandığı, bu Örflerin değişmesiyle bu tür yorumların ve kendilerine bağlanan hükümlerin de değişiceği ile­ri sürülmüştür. [743]

öte yandan, örf ve âdeti şer'î deliller ve tahsis delilleri İçine al­mayan Hanbelîler onu genel olarak fıkhı kaideler içerisinde ince­lemişlerdir. Onlara göre örf ve âdet, delil olmamakla beraber deli­le benzer bir fıkıh kuralıdır. Ona riayet delil ile sabittir. Dolayısıy­la, bazı cüz'ı konularda Örf ve âdetle hükmedilir ve bu sebeple de o, bu cüzi meselelerde "delil gibi" kabul edilir. [744]

örf ve âdeti gene! bir hukuk kuralı olarak kabul eden Hanbelî­ler, onun önemini belirtirken, örf ve âdeti serî bir delil olarak ka­bul eden mezheplerin kullanabileceği bütün argümanları kullan­mışlardır. Meselâ onlar, Kur'an-ı Kerim'de çeşitli âyetlerde geçen "mâruf'[745] kelimesini örf ile yorumlamışlar, [746] Hz. Peygamber'in örfte mevcut olan uygulamaya göre hareket edilmesini tavsiye el­liği bazı olayları[747] İbn MesTıd'a nisbet edilen "Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah kalında da güzeldir[748] sözünü delil ola­rak getirmişlerdir.

Diğer yandan, İbn Kayyım el-Cevziyye zaman, mekân, şartlar, niyet ve âdetlerin değişmesiyle fetvanın da değişeceğine dair geniş açıklamalarda bulunmuş ve bu hususta birçok örnek vermiştir. [749] Ayrıca o müftünün özelliklerini sayarken, müftünün insanların örf ve âdetlerini, yalan ve hilelerini bilmesi gerektiğini, aksi halde fet­valarında isabet edemeyebileceğini söylemiştir. [750]Yine, ibn Kay-yim el-Cevziyye, müftünün kendisine getirilen meseleler hakkında örfe müracaat etmesinin lüzumuna işaretle; İkrar, yeminler ve va­siyetler gibi lafızlarla ilgili konularda fetva verebilmek için müftü­nün, bu lafızları kullanan insanların örflerini bilmesi ve bu lafızları -hakiki mânalarına aykırı olsa dahi- onların örf ve âdetlerine göre yorumlaması gerektiğini, böyle davranmayan kimsenin hem ken­dini hem de başkalarını sapıtmış olacağını ileri sürmüştür. Meselâ, "dinar" kelimesinin bir beldede  dirhem, başka bir yerde 12 dir­hem ve birçok memlekette de "mağşuş" (karışık) para için kullanıl­dığını düşünelim. Bir kişi, başkası lehine bir miktar dirhem borcu olduğunu ikrar etse veya bir miktar dirhemi birisine vereceğine ya da bir kadına mehir olarak vereceğine dair yemin etse, müftü ve hâkim o kişiyi "halis dirhem vermekle" ilzam edemez. Şayet onlar dirhemden "hâlis dirhemi" kasteden bir beldede yaşıyorlar ise, ora­da da bu cümlede kullanılan "dirhem" anlamında "mağşuş para"yla hüküm veremez. [751] Hatta bu konunun önemine dikkat çe­ken îbn Kayyim el-Cevziyye, bu hususta hataya düşen cahil müf­tünün insanları aldattığı gibi, Allah ve Resulü adına da yalan söyle­miş, olacağını, dini tağyir ederek Allah'ın haram kılmadığı şeyleri haram kılmış, Allah'ın vacip kılmadığı şeyleri de vacip kılmış ola­cağını söylemiştir. [752]

Bu görüşlerden, Hanbelîler'in örf ve âdeti önemli bir hukuk ku­ralı olarak kabul etlikleri anlaşılmaktadır. Hatta, yukarıda verilen örneklerden, onların Örf ve âdeti serî bîr delil olarak kabul eden­lerden çok uzak bir noktada olmadıkları ela görülmektedir. yandan, I kınbeiîler'in Selef uygulaması adı allında. Selefin bizzat içinde ve etkisi allında yaşadıkları birtakım örf ve âdetleri kabul et­tikleri dahi söylenebilir. Çünkü. "Biz Selefin görüş ve uygulamala­rını kabul ederiz" demek, bir anlamda "Biz Selefin örf ve âdetini de kabul ederiz" demektir. Zira, Selefin her söylediği ve yaptığı va­hiy ya da sünnet gibi "pas" olmadığına göre, bunlar olsa olsa ken­di zaman ve mekânlarının, İmkân ve ihtiyaçlarının, örf ve âdetleri­nin etkisi altında ulaştıkları birtakım içtihatlardır.[753]

 

B) Şer'î Delillerden Çıkarılan Hükümler

 

Usulcülere göre şer'î hükmün kaynağı (hâkim) Allah'tır ve hü­küm ise mükelleften sâdır olan fullere bağlanan şer'î bir vasıftır. Onlar, "Şâri'in, mükelleften bir fiili yapmasını veya yapmamasını is­temesine yahut da onu yapıp yapmama arasında serbest bırakma­sına" teklifi, "Şâri'in, bir şeyi başka bir şey için sebep, şart veya mâ­ni kılmasına" ise vazl hüküm adını vermişlerdir.[754]

Hanbelî usul literatürü, şer'î delillerden çıkarılan hükümler ko­nusunda Şafiî ve Hanefi usullerine göre fazla sistematik görünmü­yorsa da konuyla ilgili mezhebin temel eğilimlerini yansıtacak ye­terli malzemeye sahip bulunmaktadır. Burada konuyla ilgili detay tartışmalara girilmeksizin Hanbelîler'in Özellik arzeden fikirlerine, ibn Kudâme'nİn Ravzatü 'n-nâzır adlı kitabı esas alınarak kısaca temas edilecektir.

Hanbelî usulcüleri teklifi hükümleri vacip, mendub, mubah, mekruh ve mahzur (haram) olmak üzere beş kısma ayırmışlardır. Vacip onlara göre, 'Terkedene ceza vaad edilen şey (fiil) "dir. imam Ahmed'den gelen bir rivayette o, farzı vaciple eş anlamlı, di­ğer bir rivayette ise farzı, (vacip) tetkit edici olarak görmüştür. [755] Ayrıca Hanbelîler, diğer mezhep usıılcüîeri gibi, vacibi katiyet de­recesi bakımından kut î ve zannî, istenen fiilin belirli olup olmama­sı bakımından muayyen ve muhayyer, zamanları bakımından dar zamanlı (mudayyak) ve geniş zamanlı (müvessa) olarak kısımlara ayırmışlardır. [756]

Mendvıp "Terkedilmesi sebebiyle zem gerekmeyen ve terkedildigi zaman bir bedele ihtiyaç duymayan emredilmiş bir fiildir" ve o "emredilmiş" olması itibariyle bir tekliftir.[757]Ayrıca, mezhepte bu kavram yerine .sünnet ve müstehap terimleri de kullanılmıştır. [758] Mubah ise "Allah'ın yapılmasına ve terkedilmesine -yapana zem terkedene de medih gerekmeksizin- İzin verdiği fiildir".[759]

Mekruh, mendubun zıddı olup "Terkedilmesi yapılmasından daha hayırlı olan fiildir" ve bu kelime özellikle mütekaddimın Han-belî ulemâ tarafından bazan mahzur (haram) için de kullanılmış­tır. [760]Haram ise, vacibin zıddidır yani "Yapılması halinde ceza va-ad olunan fiildir". Bir şeyin tek bir açıdan hem vacip hem haram veya hem itaat hem de mâsiyet olması mümkün degildir. [761]

Görüldüğü gibi teklifi hükmün sayısı ve tanımlan konusunda Hanbelîler'in diğer mezheplerden farklı fazla bir yönleri bulunma­maktadır. Ayrıca, bizim buradaki amacımız fıkıh usulü kitabı yaz­mak olmadığı için, söz konusu tanımların ayrıntılarına girilmeye­cektir.

Teklif kavramı, emir veya nehiyle hitap etmek anlamına geldi­ği için, teklifi hükmün muhatabı olan mükellefe (el-mahkûm aleyh) ve hükme konu olan fiillere (el-mahkûm bih) ait birtakım şartlar vardır,

Hanbelîler'e göre, mükellefin akıl sahibi olması ve hitabı anla­ması şarttır. Bu konuyla ilgili olarak onlar sabî, mecnun, uyuyan, unutan, sarhoş ve mükrehin sorumlulukları konusunda geniş tar­tışmalar yapmışlardır. [762]

Hükme konu olan fiillerin (el-mahkûm bih, el-mükellefu bih) ise mükellef tarafından tam olarak bilinmesi ve İfasının imkân da­hilinde olması gerekir. Daha çok kelâm ilmindeki güç yeten ve yet­meyen şeylerle teklif konusundaki tartışmalarda kullanılan delille­rin yer aldığı bu konuda Hanbelıler güç yetmeyen şeyle teklifi ca­iz görmemişlerdir. [763]

Vaz'î hükümler ise sebep, rükün, şart, mâni ve sıhhat-f lan olup bunların gerek tanımları ve gerek.se nevileriyle klasik   usûi-i   fıkıh   kitaplarında   geniş,   bir  şekilde  anlai I olup[764] bu  konular hakkında Hanbelîler'in diğer mezhep aşırı bir farklılık arzeden yönleri yoktur. Bu konularla ilgiij olank onların genel eğilimleri daha çok, İmam Ahmed'in de saygı duydu­ğu ve hocası olan İmam Şafiî'nin mezhebi ile paralellik arzetmektedir.[765]

 

C) Kaynaklardan Hüküm Çıkarma Metotları

 

Kur'an ve Sünnet metinlerini anlayabilme ve onlardan hüküm çıkarabilme amacıyla yararlanılan kurallara fıkıh usulünde "kay­naklardan hüküm çıkarma (istinbat) melotîan" adı verilir. Bu me­totlar kelimelerin mânalara delâletleri, kapsamları, deliller arasın­daki zaman ilişkileri ve zahirleri arasında herhangi bir çatışma ol­duğu zaman aralarını uzlaştırma veya onlardan birini tercih etme gibi çeşitli konuları kapsar.

islâm hukukunun temel kaynakları olan naslar ile sahabe kavli gibi bazı tâli deliller Arapça olduğu için onların anlaşılması, yorum­lanması ve onlardan hüküm çıkarılabilmesi öncelikle bu dilin iyi bilînmesiyle mümkündür. Fıkıh usulünde önemle üzerinde duru­lan bu lafızların çeşitli hükümlere delâleti fukaha metodunu be­nimseyen Hanefi usulcüieri tarafından genel olarak dört ana başlık altında toplanmışür: Birincisi, lafızlar vazolunduğu mâna bakımın­dan hâs, âm, müşterek ve müevvel kısımlarına ayrılır. İkincisi, la­fızlar vazolunduğu mânada kullanılması itibariyle hakikat, mecaz, sarih ve kinaye olmak üzere dört kısımda incelenir. Üçüncüsü, laf­zın kullanıldığı mânaya delâletinin açıklık ve kapalılık derecesi ba­kımından; açıklık derecesine göre zahir, nas, müfesser ve muh­kem; kapalılık derecesine göre ise hafî, müşkiî, mücmel ve müte-şâbih kısımlarına ayrılır. Dördüncüsü ise, lafızlar kullanıldıkları mânaya delâletinin şekli yani mânanın doğrudan veya dolaylı bir yolla ifade edilmesi açısından İbare, İşaret, delâlet ve İktizâ kısım­larına ayrılır. [766]

Hanfoefi usulcülerinden Ebû Yala usûl-i fıkıh ve ser'î delillerin asıl, mefhûm-i asıl ve isiishâbü'1-hâl olmak üzere üç kısımdan mey­dana geldiğini belirtir. Ayrıca ü, usûl-i fıkhın biri sözler diğeri istih­raç olmak üzere iki kısım olduğuna dair başka bir görüş, nakleımis-lİr. Bu görüşe göre sözler; nas, umum, zahir, mefhûmifl-hitâb ve onun fehvası ve icrııâ; istihraç ise kıyas demeklir. Ancak, Ebû Ya'lâ birinci tasnifi daha kapsamlı bularak onu tercih etmis.tir.[767] Ebu'l-Haltâb i.se böyle bir tercihle bulunmaksızın fakihlerin örfünde usûl-i fıkhın "deliller, metot (tunik) ve dereceleri ve onlarla isüdlâ-lin keyfiyeti"nden bahseden bir ilim olduğunu, delillerin asıl, ma-kûl-i asıl ve istishâbdan ibaret bulunduğunu İfade etmiştir. [768] Bun­lardan aslın makulünü ise lahnü'l-hitâb, fehva'1-hitâb (mefhûmü'l-hİtâb, Hanefîler'deki delâletü'n-na.s), ma'na'l-hitâb ve delîiü'l-hitâb (mefhûnvi muhalefet, zıt aniam) olarak saymıştır. [769]

Ebü'l-Hattâb, kitabın delâletini na.s, zahir, umum ve mücmel ol­mak üzere dört kısımda İncelemiştir. [770]

îbn Kudâme'nin Ravzaîü'n-nâzır adlı eserinde bu konuyla il­gili yapılan tasnifler ise GazzaLînin el-Müstasfâsmdan alındığı için daha farklıdır, Buna göre, lafızların mânaya delâletleri mutâbaka, tazammun ve lüzum olmak üzere üç kıs imdir. [771] Lafızlar umum ve husus bakımından muayyen bir mânaya delâlet edenler ve mutlak olanlar şeklinde ikiye ayrılırken, İfade ettikleri mânaların sayıları bakımından da müteradife, mütebâyine, mütevâtıe ve müşterek ol­mak üzere dört kısımda incelenir. [772] Lafızlar karşılığında zihinde mevcut olan mânalar ise mahsus (duyularla algılanmış), mütehay-yel (tahayyül yoluyla ulaşılmış) ve mâkul (akıl yoluyla elde edil­miş) olmak üzere üç çeşitür. [773]

Yukarıda adı geçen kavramların birçoğu Hanbeli usul kitapla­rında kullanılmakla beraber bunlar daha ziyade usulün girişi mahi­yetindeki tanımlar bölümünde incelenmiş ve bu tasnif ve tanımlar Iianefîler'inkİ kadar berraklık kazanamamıştır. Bununla birlikte onların yaptıkları tasnifler, genel olarak Şâfİiyye (mütekellimîn) metoduna göre yazılmış usul kitaplarının manlûkun (sarih ve gayr-i sarih) ve methumun delâleti (meflıûmü'l-muvâtaka ve mefhû-mü'l-muhâlefe) sistematiğine daha uygun gözükmektedir.

Şer'î delillerin delâletleri konusundaki en geniş tartışmalardan bîri onların umum ve husus açısından kapsamları ve özellikle de âm (umumi) bir lafız veya hükmün hâs (husûsî) bir lafız veya delil ile tahsis ve sınırlandırılması konusudur. Ayrıca nasların delaletleri hakkındaki bu lafzı tartışmalar yanında, onların nüzul veya vürûd sebep ve tarihlerinin bilinip bilinmemesiyle ilgili bazı problemler (nesh) ve aralarında bazı çelişki ve çatışmalar da (tearuz) söz ko­nusu olabilir ve böyle bîr durumda onlar arasını uzlaştırma imkân­ları (tercih) aranır.

Şimdi hüküm çıkarma metotlarıyla İİgili önemli tartışma konu­larından tahsis, nesih, tearuz ve tercih ile ilgili Hanbelîler'in özellik arzeden fikirlerine kısaca işaret edilecektir.[774]

 

1. Tahsis

 

Ebu'I-Hattâb aminin, "İçerisine girmeye elverişli olan bütün mânaları kapsayan bir söz olduğunu" söylemiştir.[775] Buna göre âm lafızlar mârife cem'üer (el-cem'u'1-muarref; el-müslimûn, er-ricâl gibi), cins isimler (insan, hayvan gibi), müphem isimler (men, mâ, eyyü, eyne gibi), eliflamlı müfred isimlerdir (el-insân, el-kâtil, dirhem gibi). [776]

Hanbelîler'e göre dilde umum için vazolunmuş birtakım siga ve kalıplar vardır ve bunlar her türlü .sınırlayıcı karinelerden arınmış olarak kullanıldıkları zaman, kapsadığı bütün mânalara birden (is­tiğrak) delâlet ederler. Abdullah'ın imam Ahmed'den yaptığı riva­yette onun bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır. [777] Bu meyanda Hanbelîler'e göre ekaîlü'1-cem (azlık cem) üçtür ve bu konuda Sa­lih ve Hanbel'den gelen bir rivayet, imamın bu görüşte olduğunu ima etmekledir. [778]

Hâs (husus) ise, "Tek bir mâna için vazolunan kelimedir". "Bu söz tahsis edilmiştir (mahsus)" denildiği zaman o, sözün bazı fertlerî üzerine kasredildiği anlamına gelir. Yani bu kelimeyi konuşan kişi (mütekellim, sâri') onunla vazolunduğu mânalardan sadece bir kısmını kastetmiş demektir. Mütekellimin iradesi sebebiyle ânımın kapsamının daraltılıp içerisindeki mânalardan bir kısmı İçin kulla­nılması ise tahsisi meydana getirir.[779]

Salih ve Ebu'İ-Hâris es-Sâiğ'İn imam Ahmed'den yaptıkları bir rivayet, umumi bir lafız kullanılması halinde onu duyan kimsenin tahsis edici bir delilin bulunup bulunmadığını araştırmadan önce, ona inanması ve onunla amel etmesinin vacip olmadığını ima et­mektedir. Ebu'l-Hattâb da bu görüşü desteklemiştir. Ebû Bekir el-Hallâl ile Ebû Ya'lâ ise tahsis delilini araştırmaya girişmeden evvel derhal onun umumuna inanılması gerektiğini savunmuştur. [780]

Anımı umumi anlamından çıkarıp hususi mânaya çeviren delil­lere tahsis delilleri (muhassıs) adı verilir ve umum lafzına bitişik olarak gelen delillere bitişik (muttasıl), âm lafzından ayrı olarak ge­len delillere ise ayrı (munfasıl) tahsis delilleri denir. [781]

Muttasıl muhassıslar şart, sıfat, gaye ve istisna gibi âm lafza bi­tişik olarak kullanılabilen ve onu kapsamındaki mânalardan bir kısmına çeviren lafzî delillerdir. [782]

Munfasıl tahsis delilleri İse akıl, kitap, sünnet, İcmâ, sahabe kavli ve kıyastır.

Hanbelîler'e göre akılın delaletiyle umum tahsis edilebilir. Me­selâ, Kur'ân-ı Kerîm'de geçen "Ey insanlar!" İfadesiyle "insanlar"a yüklenen birtakım sorumluluklara, sabî çocuklann ve delilerin mu­hatap olmadıkları akılla bilinir ki, bu aklın tahsisi demektir. [783]

Hanbdîler, genel olarak Sünnet'e verdikleri değerin bir sonucu olarak kati sünnetle olduğu gibi, haber-i vâhidle de kitabın umu­munun tahsis edilmesini caiz görmüşlerdir. [784]

Abdullah'ın rivayetinin zahirinden anlaşıldığına göre, sünnetin umumu Kur'an'ın hâssıyla tahsis edilebilir. Ancak İbn Hâmid'in (ö. 403/1012) mezhepte bunun caiz olmadığına dair bir rivayeti bulunmaktadi[785] ki, bu sonuca tahsisin bir beyan ve refsir faaliyeti olup, beyan etme görevinin Sünnel'e ait olduğu. Kıır'an'ın ise be­yan edilen olduğu anlayışından ulaşılmış olabilir. Ayrıca Kitap ve Sünnetin umumu Hz. Peygamber'in fiili ile de tahsis edilebilir[786] ki, bu da Hz. Peygamber'in sünnetine verilen değerin bir sonucu­dur. Ayrıca mezhepte kat'î bir delil olarak kabul edilen icmâ, delîl-i hitâb ve sahâbî kavli ile de âmmın tahsisi câizdir. [787]

Kitap ve Sünnet'İn umumunun kıyasla tahsisi konusunda Ebû Bekir el-Haüâl, Ebû Ya'lâ ve Ebu'l-Hattâb böyle bîr tahsisi caiz gö­rürken, Ebu'l-Hasan el-Cezerî ve Ebû İshak İbn Şakılâ (ö. 369/979) gibi bazı bilginler kıyasın tahsis delili olamayacağını savunmuştur. [788]

Hanbelîler'e göre âmmın, kapsamı İçerisinde bir tek fert kalın­caya kadar tahsis edilmesi câizdir. [789] Ancak onlar âmmın, tahsisten sonra mecaz veya hakikat ifade etmesi konusunda İki gruba ayrıl­mışlardır. Bir grup, tahsisten sonra âmmın mecaza dönüşeceğini ve burada tahsis delilinin lafzî veya gayr-i lafzi ya da muttasıl veya munfasıl olmasının farketmeyecegini savunmuştur. Aralarında Ebû Ya'lâ'nın da bulunduğu diğer bir grup ise, hiçbir halde âmmın me­caza dönüşmeyeceğini ileri sürmüştür. [790] Onlara göre, tahsise uğ­ramış olan âm lafız tahsis edilmiş fertlerinin dışındaki mânalar hak­kında da delil olmaya devam eder. Abdullah ve el-Meymûnî'den gelen rivayetlerden Ahmed'in de bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır. [791] Aynca bu durum, âmmın tahsisten sonra hakikat olarak de­vam edeceğini savunan yukarıdaki görüşün de bir neticesidir.

Hanbelîler'e göre umumun, Örf ve âdetlerle tahsis edilmesi ca­iz değildir. [792] Ancak, bu konuda yapılan tartışmalardan, onların karşı oldukları âdetlerin fiilî âdetler olup kavlî (sözle ilgili) âdetler olmadığı söylenebil ve ashabının takrir ve tasvibinden geçen âdetler olmaması gerekir Zira onların benimsedikleri âdetler, bir anlamda mevkuf hadîs ve­ya bizzat [-iz. Peygamber'in fiil ve takrirleri olmadı itibariyle tahsis delili olması iktizâ eder.[793]

 

2. Nesih

 

Sözlükle "ref ve izâle etmek, bir yerden başka bir yere naklet­mek" anlamına gelen nesih, terim olarak "Önceden gelen bir hitap­la sabit olan hükmün daha sonra gelen başka bir hitapla ortadan kaldırılması" şeklinde tarif edilebilir. [794]

Hanbelîler'e göre neshin meydana gelebilmesi İçin nâsihin mensuhtan sonra gelmesi, neshedilen hükmün şeriat tarafından konmuş ve daha sonra kaldırılmış olması, iptal eden delilin şerl bir delil olması ve neshedilen hüküm için önceden bir sürenin belirtil­miş olmaması yani önceden mutlak olarak teşri' kılınması ve daha sonra ikinci bir delil ile devamına son verilmiş olması ve nihayet nâsihin mensuhtan daha kuvvetli veya onun dengi olması şarttır. [795]

llanbelîler'e göre nesih aklen ve şer'an caizdir. Bu konuda, Sâ-lih ve Ehu'l-Hâris'ten gelen bir rivayette Ahmed b. Hanbel, "Biz bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak (erteler­sek)" (el-Bakara 2/106) âyetini neshin cevazı için delil getirmiş­tir. [796]

Kur'an'ın Kur'an'la, mütevâtir sünnetin kendisi gibi başka bir mütevâtir sünnetle, haber-i vahidin de yine kendisi gibi bir haber-i vâhidle neshi caizdir ve neshi kabul edenlere göre bu tür nesih­ler hakkında ittifak vardır. [797] Ancak Ebû Ya'lâ, Kur'an'ın sünnetle neshini sert açıdan caiz görmeyerek bunun örneğinin bulunmadı­ğını söylemiştir. Faz! b. Ziyâd ve Ebu'l-Hâris'ten gelen bir rivayette Ahmed'e sünnetin Kur'an'ı neshedip edemeyeceği sorulduğu za­man o, "Kur'an ancak kendisinden sonra gelen bir Kıır'an (âyeti) ile nesholunabilir. sünnet Kur'an'ı tefsir eder' demiştir. [798] Ebu'l-Haiıûb ise Kur'an'ın mütevâtir sünnetle nesholunabileeeği fikrini benimsemiştir. Ayrıca, bu konuda Salih'in İmanı Ahmed den yaptı­ğı bir rivayet neshi kabul edenleri desteklemektedir ve onlara gö­re bu bir anlamda Allah'ın, l'eygamber'inin lisanı ile neshetmesi dernektir.[799] Ancak Ebû Ya'lâ, Kur'an'ın sünnetle neshinin akıl ba­kımından cevazına mani bir durum olmadığını kabul etmiştir. [800]Haber-i vâhidle Kur'an ve mütevâtir sünnetin neshi ise aklen caiz olmakla beraber şer'an caiz değildir. [801]

Sünnetin Kur'an'la neshi ise caizdir ve bu konuyla ilgili İmam Ahmed'den çeşitli örnekler rivayet edilmiştir. [802]

Icmâ ile sabit olan bir hükmün neshedilmesi ise caiz değildir, zira icrnâ vahyin kesilmesinden ve Hz. Peygamber'in vefatından sonra meydana gelmiştir ve onu neshedecek vahiy mevcut değildir. [803]

Ebû Ya'lâ kıyasın neshedilmesi konusunda genel ifadeler kulla­narak bunun caiz olmadığını, zira kıyasın bir asıldan çıkarıldığını ve kendisinden çıkarıldığı asıl devam ederken ondan çıkarılan kı­yasın neshinin sahih olmayacağını belirtmiştir. [804] Ebu'l-Hattâb ve İbn Kudâme ise bu konuyu irdeleyerek, kıyasın illeti nasla belirtil­miş (mansûsa) ise onun nas gibi kabul edileceğini ve nâsih veya mensuh olabileceğini, İlleti nas ile bel i itilmemiş ise -dereceleri hakkında bazı ihtilâflar bulunmakla beraber- genel olarak onun ne nâsih ne de mensuh olacağını söylemişlerdir. [805] Kıyas onlara göre nâsih olamaz, çünkü nasla sabit olan bir hüküm kıyasla ortadan kaldırılamaz ve şayet nas ile kıyas teâaız ederse nas tercih edilir. [806]

llanbelîler'e göre bir hükmün uygulama vaktinin girmesinden sonra ve fakat tatbikinden önce neshi caizdir ve bu hususta mez­hepte herhangi bir ihtilâf yoktur. Ancak uygulama vaktinden önce neshi konusunda bazı görüş farklılıkları bulunmaktadır. Buna gö­re İbn Hâmid böyle bir neshi caiz görürken, Ebu'l-Hasan et-Ternîmî Hanbelîltr'in bunu caiz görmediklerini söyler.[807] Ebû Ya'lâ da bunun caiz olması gerektiği görüşünü benimseyerek, İmam Ah-med'in sözünün zahirinden bunun anlaşıldığını söylemiştir. Çünkü Ahmed, Salih ve Ebu'İ-Hâris'in rivayetine göre, "Biz bir âyetin hük­münü yürürlükten kaldırır veya unutturursak (ertelersek)" (el-Ba-kara 2/106) âyetinin, neshin caiz olduğunu gösterdiğini ve Allah'ın dilediği zaman kitabından istediği miktarda nesh yapabileceğini haber verdiğini söylemiştir. Bu sözün zahirinden ise, her ahvalde neshin caiz olduğu anlaşılmaktadır[808]

Hanbelîler'e göre nassa ziyade nesih anlamı taşımaz. Bu kabul ise onları, haber-i vâhid ve kıyas ile nassa ziyade yapmanın caiz ol­duğu sonucuna götürür. [809]

Haberlerin neshi konusunda ise; eğer haber sadece hakkında haber verilen açısından söz konusu olup başkaları hakkında mey­dana gelemiyor ise onda nesih caiz değildir. Meselâ, Allah'ın vah­daniyetine dair bir haberin ya da Hz. Musa'nın veya diğer peygam­berlerden birinin peygamberlik haberlerinin daha sonra neshedilmesi mümkün değildir, zira bu durum kelâmda yalana götürür ki, Allah hakkında yalan asla düşünülemezdi Ancak, haberin değiş­mesi veya hakkında haber verilenin dışında da meydana gelmesi mümkün ise onda nesh söz konusu olabilir. Meselâ, önceden kâfir olan bir kişiden "kâfir", iman ettikten sonra da "mümin" şekliyle haber verilmesi caizdir. [810]

Neshin vukuu akıl ve kıyasla değil ancak nakil yoluyla bilinebi­lir. Bu yollar ise şunlardır: Birincisi, bizzat Kur'an veya sünnetin ha­ber vermesi, el-Bakara (2/187) ve el-Enfâl (8/66) sûrelerinin ilgili âyetlerinde olduğu gibi. [811] İkincisi, tearuz eden iki haber bulunup bunlardan birisinin diğerini değiştirdiği bilinmekle. Meselâ, önce­den "Kabirleri ziyaret etmeyiniz", daha sonra da "Kabirleri ziyaret ediniz" demek gibi. Bu tür durumlarda Abdullah'ın İmam Ah-med'den rivayet ettiğine göre o, son gelen haberin alınmasının daha evlâ olduğunu söylemiştir.[812] Üçüncüsü ise, ümmetin söz konu­su hükmün mensuh olduğu veya nasihinin daha sonra geldiği konusunda icmâ etmesiyle. Bu durumda İcmâ ile o haberin neshol-duğuna hükmokinur. Ancak burada nesheden icmâ değildir ve ic­mâ sadece onun nesholunduğu konusundadır. Zira icmâ nâsih ola­maz. Çünkü kitab ve .sünnet hilafına İcmâ meydana gelemez. [813]

 

3. Tearuz ve Tercih

 

Fıkıh usulünde, aynı konuda iki delilden her birinin diğerinin gerektirdiğiyle çelişen bir hükmü getirmesine "delillerin çatışması" (teâruzü'l-edille) adı verilir. Aslında kati deliller arasında aynı za­manda ve aynı mesele (hal) üzerinde gerçek bir tearuzun buluna­mayacağı konusunda islâm hukukçuları ittifak etmişlerdir. Buna göre, iki haber arasında tearuzun bulunması halinde ya râvilerden birinin yalan söylediği sonucuna vanlır veya bu delillerden birisinin bir hal veya zamanla İlgili olduğuna hükmedilerek aralan uzlaştırıhr (cem') ya da onlardan birinin mensuh olduğuna hükmedilir. [814]

tbn Kudâme, müctehidin her meselede Öncelikle icmâa bakma­sı gerektiğini, eğer bir meselede icmâ bulursa diğerleriyle istidlal­de bulunamayacağını, zira ortada Kitap ve Sünnet delilinin İcmâa muhalefeti söz konusu ise, bu icmâ İle onun mensuh olduğu veya te'vil edildiğinin bilineceğini söylemiştir. [815] Bundan sonra ise müc-tehid, kitap ve mütevâtir sünnete bakar ve bunların her biri katî bi­rer delil olduğu için aralarında -nesh durumu hariç tearuz söz ko­nusu olamaz. Ayrıca kesin bilgi ile zan arasında da tearuz olmaz, zira kesin olarak bilinen bir şeyin aksi düşünülemez, hilafının bu­lunduğu zannedilen şey ise sadece şüpheden ibarettir. [816]

Bu temel noktadan hareketle, Kitap ve Sünnet lafızlan tearuz eder ve aralarını mecaz, takyit ve tahsis gibi bir yolla uzlaştırma (cem') mümkün olmazsa tercih kurallarıyla hareket edilerek onlar­dan biri diğerine tercih olunur. Bu kurallar, iki haber arasından bi­rini seçebilmek için ortaya konulmuş objektif kaidelerdir ve mezhe­bin şer'î delillere verdiği önem ve dereceye göre tesbit edilmiştir. [817]

İki halıcr arasında tercih bu haberlerin senedi, metni veya baş­ka bir sebebe göre yapılabilir. Haberin senediyle ilgili olan lercih kuralları genci olarak şunlardır: I laberlerden birinin râvi sayısı di­ğerini ilkinden daha fazla ise, fazla râviye sahip olan takdim edilir, tki râvden biri daha sağlam ve daha bilgin ise, onun rivayeti tercih edilir. Râvilerden biri rivayet ettiği olayı bizzat görmüş (mübaşir) ise veya anlatılan olayın kahramanı (sahibi) ise onun rivayeti alınır.

Râvilerden birinin mevkûsi Hz. Peygamber'e daha yakın olması halinde, onun sözünü daha iyi işitmiş ve bellemiş olması İhtimali­ne dayanılarak sözü tercih edilir. Onlardan biri sahabenin yaşlıla­rından, diğeri küçüklerinden olursa büyüğünün rivayeti alınır. Râ­vilerden biri, hadîsi Hz. Peygamberle arasında bir perde ve engel olmadan, diğeri hicap arkasından duymuşsa, birincinin rivayeti ter­cih olunur. Râvilerden biri olayı en ince ayrıntılarına kadar veriyor­sa, böyle olmayana karşı takdim edilir. Râvilerden birinin rivayetin­de farklılık bulunmaması halinde, söz konusu bu rivayet ihtilâf bu­lunan rivayete karşı tercih edilir. Hadîslerden birisi müsned diğeri mürsel olması halinde, müsned tercihe lâyıktır.[818]

Haberin metniyle ilgili tercih kaidelerinden bazıları ise şunlar­dır: Onlardan birinin hem Hz. Peygamber'in sözünü hem de bu­nun delilini içermesi halinde sadece sözünü İçeren habere karşı tercih edilir. Rivayetlerden biri söz diğeri fiil olması halinde söz ter­cih edilir. Onlardan bîri söz ve fiil, diğeri ise sadece söz olması ha­linde birincisi alınır.

Haberlerden biri tahsis edilmişse -onun artık mecaza dönüştü­ğünü söyleyenler bulunduğu için tahsis yapılmayan tercih edilir. Rivayetlerden biri mutlak, diğeri bir sebep üzerine varit olmuşsa, mutlak takdim olunur.

Haberlerden birinin mânası herhangi bir takdir (ızmar) yapıl­madan lafzına daha uygun ise böyle olmayan habere karşı tercih olunur. Yine onlardan biri Hz. Peygamber'in bâtında hataya düş­mesini tazammun ediyorsa, böyle bir sonuca götürmeyen haber tercih olunur. Onlardan biri ispat diğeri nefiy ifade ediyorsa ispat ifade eden alınır. Haberlerden biri daha sonra ise onunla amel edi­lir. Farz hakkında ihtiyat bulunan haber bu niteliği taşımayana kar­şı tercih edilir.

Kur'an ve Sünnet lafızlarının karşılaşması halinde; İmam Ah-med'in "Sünnet, Kıır'an'm beyanıdır" sözünün zahirinden, .sünne­tin takdimi ve Kur'an'ın onun üzerine tertip edilmesi anlaşılmakta ise de, Ebu'I-Hâris'in rivayet ettiği bir ifadesinde o "Sünnet, Kur'an'ı tefsir ve tebyin eder, sünnet kitabı tarif eder", Abdullah'ın,rivayetinde İse "Sünnet'Kur'an'ın mânasına delâlet eder" demiştir ki, bu sözlerden Kur'an'ın takdim ve sünnetin onun üzerine tertip edil­mesi gerektiği anlaşılır. Çünkü, Kur'an bize kadar geliş yolu itiba­riyle katidir. [819]

Ayrıca, haberlerden bîrinin haram, diğerinin ibaha ifade etmesi halinde İhtiyatla hareket edilerek haram hükmünü ifade eden ter­cih edilir. Aynı şekilde had cezası konusunda iki haber tearuz etti­ği zaman, haddi İspat eden alınır, ıskat eden alınmaz. [820]

Senet ve metin dışındaki tercih sebeplerinden bazıları ise şöyle sayılabilir: Bu haberlerden biri Kur'an'ın zahirine veya Sünnet'e da­ha uygun olması halinde, uygun olan diğerine tercih edilir. Onlar­dan birinin mânası diğer yollardan da çeşitli lafızlarla rivayet edil­miş ise diğerine takdim olunur. Haberlerden biri kıyasa daha uy­gunsa veya onlardan biriyle dört mezhep imamı amel etmiş ise, di­ğerine karşı tercih edilir. Eğer haberlerden birinin râvisi bu haber­le ilgili kendi yorumunu da İlâve etmişse, bu haber diğerine karşı ek bilgiler ihtiva ettiği için tercih olunur. [821]

Bütün bu tercih kuralları ile bir sonuca ulaşılamazsa ve onlar arasında tercihe yardım edecek başka bir delil yok ise, Hanbelî-ler'in metodolojisine uygun olan istishâbü'1-hâl kuralına göre hare­ket etmek, yani o hususta hükmü belirleyen özel hiçbir delil yok­muş gibi davranmak olmalıdır.[822]

 

D) İctihad ve Taklit

 

Sözlükte "zor ve meşakkatli bir işi gerçekleştirme uğrunda olanca gayreti göstermek ve imkânları seferber etmek" anlamına gelen ictihad, İslâm hukukçuları tarafından "Şer'î hükümleri bile­bilmek için bütün gayretini harcamak" şeklinde tarif edilmiştir. Şer'î delillerden hüküm çıkambüme melekesine sahip olan kişiye ise müctehid denir ve bu kişiler usulcüler tarafından "fakın" ve "müftü" adıyla da anılır.[823]

Hanbelîler'e göre bîr kişinin müctehid olabilmesi için şer'î de­lilleri ve onlarla istidlal yollarını bilmesi şafttır. [824] Müctehid olmak için adalet şart değilse de bu ancak onun sözüne güvenebilmek için aranan bir "şarttır. Çünkü âdil olmayan kimsenin fetvası kabul olunmaz. [825]

Şer'î deüller ve onlarla istidlalde bulunabilmek için, Kur'an'dan ahkâmla ilgili âyetleri -ki, bunlar beşyüz kadardır- bilmesi gerekli­dir. Ancak bunları ezberlemesi şart olmayıp gerektiğinde yerlerini bilmesi yeteriidir. [826]

Hadîslerle İlgili olarak ise, Ahmed b. Hanbel'in fetva veren kim­senin beşyüz bin hadise kadar ulaşan farklı sayıda hadîs bilmesiy-le ilgiîi görüşleri[827] son dönem Hanbelîier'inden İbn Bedrân tara­fından, onun bu konudaki İhtiyatına veya kâmil bir fakihin nitelik­lerini belirtmiş olmasına yoaımlanmış ve onun sözlerinin delâle­tinden, yaklaşık bin veya bin iki yüz hadis bilmenin yeterli olaca­ğının anlaşıldığını söylemiştir. [828] Ibn Kudâme de bu konuda bir ra­kam vermeksizin ahkâmla ilgili hadîsleri bilmesinin yeterli olacağı­nı, bunların çok olmasına rağmen yine de sınırlı sayıda olduğunu söylemiştir. [829]

Ayrıca Kitap ve Sünnet'İn nâsih ve mensuhunu ve delil olarak kullanacağı hadîslerin râvilerini ve onların âdil olup olmadıklarını bilmesi gerekir. [830] Yine kendisinden istenen fetva konusunda icmâ bulunup bulunmadığını, delilleri kullanmayı, kıyas ve istishâbü'l-hâli bilmesi lâzımdır. [831] Müctehidin şer'î delillerde kullanılan söz­lerin sarihini, zahirini, mücmelini, hakikat ve mecazını... ayırt et­mek için Arapça'nın sarf ve nahivini, dil İnceliklerini bilmesi gere­kir. Ancak bunların sadece kendisini ilgilendirdiği miktarı yeterli­dir. [832] Fürü fıkıhla ilgili ayrıntıları bilmesi ise şart değildir. Çünkü bunlar kişinin ietihad derecesine ulaştıkları sonra tahric ettiği hükümlerdir.[833]

Ibn Bedrân, ietihacidan amaç .şer'î bir hükmün ortaya konulma­sı olduğu için, bu amacın gerçekleştirilebilmesi için bazen yukarı­da zikredilen konuların dışında birtakım başka hususların da bilin­mesi gerekebileceğini söylemiştir. Ayrıca o, müetehidin istinbat melekesine sahip, uyanık bir kafa ve kalbe sahip bulunmasının şart olduğunu belirterek, ietihad derecesine ulaştıracak birçok ilim­leri okuyan nice katı fikirli insanların zihinlerinin taşlattığını ve sen "dogu"dan sorduğun zaman, onların sana "batı"dan cevap verdik­lerini ve bu tür insanlardan hiçbir şeyin alınmaması ve sorulmama­sı gerektiğini İşaret etmiştir. [834]

Bu şartlar bütün meselelerde ietihad yapabilmek için yani mut­lak müctehid için gerekii şartlardır. Sadece bir meselede ietihad ya­pabilmek İçin ise, bütün meselelerde ietihad derecesine ulaşmak şart olmayıp sadece söz konusu meselenin delillerinin öğrenilme­si yeterlidir. [835]

Hanbelîler bir meselede bütün müctehidlerin isabet edemeye­ceğini savunarak hem usulü'd-dîn hem de fürûu'ddîn konularında müctehidlerden sadece birisinin içtihadının hak digerierininkinin bâtıl olduğunu söylemişlerdir, imam Ahmed'in buna dair birçok sözü bulunmaktadır. [836]Ancak fetva konusu, hakkında kati bir nas veya icmâ bulunmayan dinin fürûu iie ilgiliyse, o zaman isabet edemeyen müctehid mazurdur ve içtihadı karşılığında ona bîr ecir verilir. [837]

Müctehid kendi içtihadı sonunda İki delilin çatıştığı sonucuna varır ve aralarından birini tercih edemez ise, onlardan biriyle veya aralarında tahyîrle hüküm veremez, bu konuda tercihe yardım edecek başka bir deliî buluncaya kadar beklemesi (tevakkuf) gere­kir. [838] Bu sebeple, onların çoğunluğuna göre müetehidin tek bîr halde "Bu meselede iki görüş var" demesi caiz değildir. [839]

Müctehid çalışması sonunda herhangi bir içtihada ulaşırsa, bu konuda kendisinin ba.şka bir nıüclehidi taklit etmesi caiz değil­dir.[840] Ancak fetva soran (müsteflî) kimseye o konuyla ilgili olarak imamların görüşlerini nakledebilir. [841]

HanbelîlerYlen îbn Hamdan müctehidleri dört tabakaya (dere­ce) ayırmıştır. Birincisi, mutlak müetehidler olup onlar, şartları yu­karıda belirtilen müstakil müctehidlerdir. İkincisi, mezhebde müc­tehid olanlar. Bu derecenin sınırları geniş olup tahrîc ve tercih ehli yanında mezhebin hükümlerini ezberleyerek onların naki! ve anla­şılması için çalışan kimseleri kapsar. Üçüncüsü, sadece bir ilimde müctehid olanlar. Meselâ, hadîse taallûk etmeyen konularda kıyası ve şartlarını bilen kimse, kıyasla hüküm verebileceği gibi, sadece ferâizi bilen kimsenin de yalnızca bu konuda fetva vermesi caizdir. Dördüncüsü, bir veya bazı meselelerde müctehid olanlardır. Bunla­rın söz konusu mesele dışında fetva vermeleri caiz değildir. [842]

Sözlükte "boyuna bir şey takmak" anlamına gelen gelen taklit, islâm hukukuçulunna göre, "Delilsiz olarak başkasının sözünü ka­bul etmek" demektir. [843] Hanbelîler, Hz. Peygamber'in sözü ile ic-mâı -kendileri bizzat delil oldukları için- bu şekilde kabul etmeye taklit adı vermezler. Ebu'l-Hâris'in bir rivayetinde imam Ahmed "Kim haberi taklit ederse, inşallah onun salim olmasını ümit ede­rim" demiştir. [844]

Hanbelîler, Allah'ın varlığı ve birliği, risâletin sıhhati ve zarûrât-i dîniyye gibi konularda taklidin geçerli olmayacağını savunmuş­lardır. Şayet bu konularda taklit caiz görülürse, müetehidin taklit edüen konularda hata etme ihtimali bulunduğu İçin, böyle bîr ce­vaz sonuç itibariyle İmanda şüpheye götürür. [845] Fürû konularında ise İnsanlar âlim ve avam olmak üzere iki kısma ayrılır ve avamın bilmedikleri konularda herhangi bir âlimi taklit ve onun fetvasıyla amel etmeleri icmâ ile caiz hatta vaciptir. [846]

Bir beldede birden fazla müctehid bulunduğu zaman, mukalli­din onların en bilginine müracaatı .sari olmayıp onlardan dilediği­nin görüşünü alabilir.[847] Ancak Ahmed'den, onların en faziletlisine sorması gerektiğine dair bir görüş rivayet edilmiştir. Hırakî (ö. 334/ 945) de buna ima etmiş ve iki kişinin içtihadı farklı olduğu zaman, avamın kendi nefsinde en güvenilir olan âlime tâbi olacağını söy­lemiştir. İbn Kudâme ise onlardan dilediğine uyacağına dair birin­ci görüşü tercih etmiştir. Ayrıca, bu konuda muhayyer bulunduğu­na dair de bir görüş bulunmaktadır. [848]

Fetva usul ve âdâbıyla ilgili Hanbelî literatüründe ki en önemli eser İbn Kayyım el-Cevziyye'nİn î'lâmü'l-muvakkıîn adlı kitabı olup özellikle onun IV. cildinin büyük bir kısmı bu konuya hasre­dilmiştir. Ayrıca, İbn Hamdân'in (ö. 695/1295) Sıfatü'l-fetvâ vei~ müftî ve'l-müsteftf[849] adlı eseri de bu sahada mezhebin görüşlerini açıklayan müstakil bir kitaptır. Ali el-Merdâvî (ö. 885/1480) el-İn-sâfinda söz konusu bu eserden büyük oranda istifade etmiştir. [850]

 

II. Genel Karakteristiği

 

Buraya kadar Hanbelî mezhebinin kuruluşu ile uzun tarihî sü­reç içerisinde gösterdiği gelişme ve hukukî hadiseler hakkında hü­küm verebilmek İçin kullandıkları metodolojileri incelenmiştir. Şimdi, Önceden verilen bu bilgiler temel alınarak onların genel ka-rekteristikleri ve Özellikleri tesbit edilmeye ve bir Hanbelî portresi çizilmeye çalışılacaktır.

Elinizdeki eserin bu safhasına kadar ulaşabildiğimiz bilgiler­den, Hanbelî mezhebinin bizzat İmam Ahmed'in tesbit edip ortaya koyduğu temel kurallar değil de onun öğrencileri ve mezhep bil­ginleri tarafından Ahmed'in eserleri, fetvaları ve sözlerinden çıka­rılan prensipler ışığında geliştiği anlaşılmaktadır. Hatta bu sebeple, mezhebin kolektif bir yapıya sahip olduğu dahi söylenebilir.

Mezhebin üzerine inşa edildiği temel esas ise, İslâm hukuku­nun kaynaklarıyla ilgiii kısımda görüldüğü gibi[851] naslardır, Bu nasların Kitap ve Sünnet şeklinde bir ayırıma tâbi tutulmaması,

Hanbelîlİğî koyu bir eserciliğe götürmüş ve böylece mezhebin te­mel Özelliği "eser taraftarlığı" ve bunun tabii sonucu olan "Selefi-lik" olmuş ve mezhep mensupları "Selefi" olmakla İftihar etmişler­dir. Bunun yanında, bilhassa akitlerin şartları ve çeşitten konusun­da sübjektif (iç) İradeye önem verdikleri ve metodolojileri itibariy­le maslahat ve istishâb ağırlıklı oldukları, mezhep mensuplarının toplumsal hayatlarında müdaheleci, ferdî hayatlarında ise zâhidâ-ne bir yaşam sürdükleri ve mezhebin her dönemde birtakım poli­tik roller üstlendiği söylenebilir. Şimdi bu temel Özellikler üzerinde kısaca durmak istiyoruz.[852]

 

A) Selefflik

 

Hanbelî mezhebinde başta kurucu imam kabul edilen Ahmed b. Hanbel olmak üzere bütün Hanbelî bilginleri eser taraftan yani ehl-i eser olup re'y ve kıyasa karşı çıkmışlardır. Buradaki eser, sıra­sıyla Kitap ve Sünnet naslarını ve kendilerine "selef (öncekiler)" adını verdikleri başta sahabe nesli olmak üzere tâbiûn ve etbâu't-tâbiînin dini anlayış ve uygulamalarını kapsamaktadır. Hanbelî mezhebinin usulü incelenirken de görüldüğü gibi, onlara göre kaynaklar hiyerarşisinde ilk sırayı naslar yani Kitap ve Sünnet, da­ha sonra da sahabe kavli (kısmen icmâ içerisinde) ve zayıf hadîs­ler almıştır. Re'y ve kıyasa ancak zaruret halinde başvurmuşlar ve henüz ortaya çıkmamış fıkıh problemlerini takdirle (tasavvur, var­sayım) çözmeye kalkışmamalardır. Böylece, onların bilhassa fıkıh ve akaid konularındaki temel yaklaşımları, islâm'ın ilk devirlerin-deki (sadr-ı İslâm) an'aneler ile taayyün etmiş bulunuyor du.[853]

Ahmed b. Hanbel'in, kendi görüşlerinin bir doktrinin parçası olarak sistematik bir şekilde sunulmasını reddetmesini, fıkhın ko-difikasyonuna karşı bir reaksiyon olarak değerlendiren Henri Laoust, ilk dönemden beri temel doktrininin sözlü rivayete dayalı ol­ması sebebiyle, onu herhangi bir düşünce kalıbı içerisine sokma­nın veya farazî bir şekilde kurgu ile dondurmanın, onun dahilî ka­rakterini değiştirebileceğine İşaret etmiştir. [854] Bunula beraber, Ah-med b. Hanbel'in yaygın şöhreti sebebiyle Horasan, îran, Irak, Su-.riye ve Hicaz gibi çeşitli bölgelerden kendisine sorulan binlerce yaşanmış probleme verdiği cevaplar, Hanefî ve ŞâfİÎ mezheplerinin tasavvura dayalı çözümlerinden az olmadığı gibi, bu durum onun fıkhına canlılık ve uygulanabilirlik Özelliklerini de kazandırmıştır. Ancak onlar, Selefi yaklaşımlarının tabiî sonucu olarak, hayat hadîseteri karsısında muhafazakâr ve statükocu bir tavır almış ve yeni problem ve olaylar karşısında bid'at nazariyesini geliştirmişlerdir. Hiçbir mezhepte Hanbelî mezhebinde olduğu kadar bid'at yasağı ifrata vardırılmamıştır. Ignaz Goldziher'in de işaret ettiği gibi, bu mezhep mensuplarının bütün mezhebi ve toplumsal münasebetle­rinde hâkim olan sıkılık ve umumiyetle de diğer Sünnî mezhepler­de olduğundan daha mutaassıp bir müsamahasızlık içerisinde bu­lunmalarının sebebinin bu bid'al anlayışı olduğu söylenebilir.[855]

Bu bid'at nazariyesi ise, zamanla onların islam'ın doğuşundan itibaren geçen uzun tarihi süreç içerisinde, islam dünyasında olu­şan çeşitli dini ve kültürel geleneklere ve meydana gelen yenilik­lere karşı çıkmalarını gerektirmiştir. Böylece, HanbeİÎIer bîr taraf­tan islam'ın ilk asırlarına dönmeyi savunurken (köktenci), diğer taraftan da bid'at karşıtlığı olanları bir tür modernist konumuna ge­tirmiştir. Özellikle, xix. yüzyıldan itibaren islam dünyasında Kur'an ve sünnete dönülmesini savunan bîr takım kişi ve grupların hem selefi hem de yenilikçi görünmelerinin sebebi, selefîliğin iki yönlü (dichotomique) yansımasıdır. Nevar ki, söz konusu yeni selefîlerin modern görüntüleri, bize göre, geçici ve biraz da aldatıcıdır. Zira, selefîliğin ana karakteri, tarihin belirli bir dönemine dönmeyi ve söz konusu dönemin dini anlayış ve uygulamalarına bağlı kalmayı gerektirmektedir. Dolayısıyla, içerisinde selefi izler taşıyan her dü­şünce veya hareket aslında tutucu ya da gelenekçi bir düşünce ve­ya harekettir.[856]

 

B) Sübjektif İrade Taraftarlığı

 

Hanbelî mezhebi bilginleri eserci ve selefi olmanın ve özellikle de akaid konularında te'vilden kaçınmanın tabii sonucu olarak la­fızlara ve onların zahirlerine ağırlık vermişlerdir. Ancak, sınırsız ha­yat hadiselerine sınırlı naslarla ve hem de onlann lafzî (litteral) yo­rumlarıyla cevap vermek sonuçta tabii olarak metodolojide bir tı^ kanmaya yol açacaktır.

işte Hanbelî mezhebinde bilhassa Zâhirîler'de görülen katılık ve tıkanmaya düşmemek için insanın gerçek niyet ve maksadına (sübjektif irade) önem verildiği görülmektedir. [857] Diğer bazı mez­hep bilginleri, muamelelerin sıhhat veya butlanına hükmedebil­mek için objektif kriterler ortaya koyma kaygısıyla akidler esnasın­da; kullanılan lafızlara, gramer kurallarına, kıyas ve kaidelerine bağlı kalmayı şart koşmuşlar ve sonuçta özellikle borçlar hukukun­da muamele, şart ve akid sahasını daraltmış hırdır. Buna karşılık, Hanbelîler lafızlar yerine maksat ve niyeti, kıyas yerine de naslan ölçü alarak özellikle naslann yasaklamadığı veya istishâbü'1-hâl prensibinden hareketle naslarda yer almayan akid ve muamele çe­şitlerine geniş bir yer vermişlerdir.[858] Ayrıca onlar bu sübjektif ira­de alanını sedd-İ zerâi prensibiyle de kontrol ederek meşru amaç­lar için araçların da meşru olmasını şart koşmuşlardır. Bize göre, Hanbelî mezhebini tarihî süreç içerisinde birçok hadiseye dayana­rak günümüze kadar yaşatan ve ona canlılığını veren en önemli unsurlardan birisi, onun amaçlara (irade hürriyetine) verdiği bu önem ve onlara ulaştıracak araçları kontrol etmesi yani amaçlarla araçlar arasında kurduğu otokontrol sistemidir.[859]

 

C) İstishâbcilık

 

Hanbelî mezhebinin usulü incelenirken re'yle ictihadda bulun­maktan kaçınmak için istishâba yöneldikleri ve bu delilin onların metodolojilerinin temel unsurlarından biri olduğu görülmüştü. İstis-hâb gereği, onlara göre Kur'an ve Sünnet'te Allah ve Resulü tarafın­dan yasaklanmamış hiçbir şey şeriat adına yasaklanamaz. Bu kabul ise özellikle ibadetlerde titiz davranmayı, bunun dışındaki alanlar­da da taassuptan uzak kalmayı gerektirmiştir. Itikad ve ibadetler ala­nındaki dar bakış açılannm etkisiyle, tarihte Hanbelîler'le diğer mezhep mensupları arasında akaid konularında bazı tartışma ve ka­rışıklıklar çıkmış ise de fıkıhta bilhassa berâet-i asliyye İstishâbını te­mel bir prensip olarak sık sık kullanmaları hukukî hayatta büyük bir esneklik ve genişliğe sebep olmuştur. Netice itibariyle doktrin, İba­det sahasındaki darlık İle muamelât alanındaki genişlik arasında gi­dip gelen ve bu alanlardan her birinin cidarına çarparak hareket enerjisini kazanan bir sarkaç gibi canlılık ve sürekliliğini sağlamıştır.[860]

 

D) Müdahelecilik

 

Hanbelîler'in akaid ve ibadetler alanındaki darlıkları ile emir bi'1-ma'rüf ve nehiy ani'l-münker ve bid'at konularındaki hassasi­yetleri, başta kelâm mezhepleri olmak üzere diğer gruplara karşı sert davranmalarına ve müdahaleci bir karakter kazanmalarına se­bep olmuş ve hiçbir mezhepte Hanbelî mezhebinde olduğu kadar bîd'at yasağı ifrata vardırılmamıştır. [861]

Hanbelîler'in diğer mezhep ve gruplara karşı katı tutumları ve sebep oldukları çeşitli toplumsal hadîselere tarih ve tabaka! kitap­larında sıkça rastlanmaktadır. Ignaz Goldziher, "Zur Geschichie der hanbalitisehen Bewegungen[862] adlı makalesinde Hanbelî­ler'in tarihteki bu hareketleriyle ilgili çeşitli örnekler verir.

Daha mezhebin kuaıluş safhasında, Mu'tezile'nin yönlendirdi­ği devlet adamları tarafından Ahmed b. Hanbel'in halku'l-Kur'an konusunda kamu vicdanını rahatsız edecek derecede mağdur edil­mesi, halkın ona meylini artırmış ve neticede yöneticiler halkın tepkisinden çekinerek İbn Hanbel'i serbest bırakmak hatta ona çe­şitli imkânlar sağlamak zorunda kalmışlardı. Bu olayın Ahmed b. Hanbel'in zaferi ile sonuçlanması, halk ve ulemâ arasında Mu'tezi-Ie'ye karşı mevcut olan tepkiyi zirveye çıkarmış ve hatta bu tepki­ler sonucu Mu'tezile tarih sahnesinden silinme sürecine girmiştir. Ancak Mu'tezile'nin fikir ve inanç hürriyetini ortadan kaldıran bu baskıcı tutumuna karşı tepkiler pek erken bir dönemde başlamış görünmektedir. Meselâ, daha mihne olayları başlamadan önce Ahmed b. Hanbel'in de hocalarından olan Abdurrahman b. Mehdî'nin (Ö. 198/814) seslendirdiği "Şayet elimde yetki olsaydı, Kur'an'ın ya­ratılmış olduğunu söyleyenleri kafalarını vurduktan sonra Dicle'ye atardım" cümlesi, [863] Ehl-i sünnet taraftarlarının Mu'tezile'ye karşı duygularını dile getirmektedir. Mİhne olayından sonra, ibn Hanbel'in hürriyetine ve büyük bir şöhrete kavuşmasıyla, ehl-i hadîsin ve özellikle de Ahmed'in arkadaşlarının Sünnî inancı kendilerinin temsil ettiği zehabına kapıldıkları ve başka gruplara karşı üstünlük duygusuna girdikleri söylenebilir.

Bu duyguyla diledikleri işi yapmak veya yaptırmak ya da be­ğenmedikleri görüş sahiplerini susturmak gibi eylemlere girişmiş­ler ve tepkileri sadece Mu'tezile ile sınırlı kalmamış ve bizzat Mu'­tezile'ye karşı reaksiyon olarak doğan Sünnî-Eş'arî mezhebi men­suplarını da susturmaya çalışmışlardır. Hatta kendi mezheplerinde -ki bazı âlimler de onların sertliklerinden ve hasmane davranışların­dan nasiplerini almışlardır. Bu arada, Eş'arîliğin doğuşu İle Sünnî kelâmında meydana gelen yeni yapılanmalara rağmen, Hanbelîler açısından hiçbir şey değişmemiş, ve her vesileyi kullanarak Kelam karşıtlığına devam etmişlerdir.[864] Onlar, bu olaylar sırasında halk tabakasını ve haikın tepkilerinden endişe eden idarecileri yanları­na çekmeyi başarmışlardır. Halepli Şafiî âlimlerinden Şehâbüddin Ahmed b. Yahya b. İsmail eİ-Kilâbî'nin (ö. 733/1332) Allah'a cihet isnadının nefyi ve îbn Teymiyye'nin reddi konusunda yazdığı bir risalesinde, VIII. (XIV) asırda Haşviyye'nin (ki bununla Hanbelîler kastolunmaktadır) durumunu anlatırken onların, kendi haşviyatla­rını açıklamaktan çekinen ve maddî çıkar sağlamak ya da cahil in­sanları etraflarına toplamak için "Selefin Mezhebi" adı altına gizle­nen iki gruptan meydana geidiğini söylemesi[865] ve Ignaz Goldzi-her'in bu değerlendirmenin daha önceki dönemler için de geçerli olduğunu ileri sürmesi, [866]söz konusu hareketlerin niteliği hakkın­da bazı ipuçları verebilir.

Hanbeîîler'in islâm tarihinde sebep oldukları önemli olaylardan biri, meşhur tarihçi ve fıkıhçi Muhammed b. Cerîr et-Taberî'nin (ö. 310/923), Ahmed b. Hanbel'i fakih değil de muhaddis kabul ede­rek onun görüşlerini İhtilâfü'l-fukahâ adlı kitabına almaması ile ortaya çıkmıştır. Buna şiddetle tepki gösteren Bağdat Hanbelîler'i Taberî'nin evini muhasara altına atmışlar, öğrencilerinin onun evi­ne girmesine ve ondan okuyup yazmalarına engel olmuşlardır. Hü-seyneke b. Ali en-Nîsâbûrî, Ibn Huzeyme'nin kendisine Muham­med b. Cerîr'den bir şey yazıp yazmadığım sorduğu zaman, "Bir şey yazamadığını, çünkü Hanbeîîler'in onun huzuruna girmesine mani olduklarını" söyle mistir. [867] Taberî'nin ölümünden sonra ise, onların taşkınlıklarından korkulduğu İçin cenaze gece evin içerisi­ne gömülmek zorunda kalmıştır. [868]

Öte yandan, Ehl-İ sünnetin ve Ehl-i hadîsin en büyük temsilci­lerinden biri ve sahih kabul edilen altı hadîs kitabından birincisinin yazan olan Muhammed b. İsmail el-Buhârî (ö. 256/870) gibi bir âlim, özellikle halku'l-Kur'an konusundaki görüşlerinden dolayı, Ahmed b. Hanbel taraftarlarınca sigaya çekilmiş, ve bu sebeple o Nîsâbûr'u terke tmiştİr. [869]

İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Ebû Sevr gibi âlimlerle ilmî müzakereler yaptığı sırada ders metnini okumakla görevli olan ve Şafiî'nin takdirlerini kazanan Zâ'ferânî (Ö. 260/873)[870]halku'l-Kur'an konusunda İbn Hanbel'in aksine görüş belirttiği için, Buhâ­rî ve Müslim'in râviierinden olan Nişabûrlu Ebu'l-Abbas es-Serrâc (ö. 313/925) tarafından rahatsız edilmiş, Serrâc halkı onun aleyhi­ne kışkırtmış ve sokağa her çıkışında "Za'ferânî'ye lanet edin" de­miş ve halk da lanetle bağırmıştır. Bu duruma dayanamayan Zâ'fe­rânî, Nîşâbûr'dan Buhârâ'ya gitmek zorunda kalmıştır. [871]

Ebu'l-Hasan el-Eş'arî'nin (ö. 324/938) Ahmed b. Hanbel hak­kındaki sitayişkâr ifadelerine ve onun görüşlerini benimsediğini açıkça beyan etmesine rağmen, başta dönemin meşhur Hanbelî temsilcisi Berbehârî (ö. 329/941) olmak üzere diğer Hanbelîler ta­rafından hüsnükabul görmemişi[872] hatta Eş'arî'nin ölümünden son­ra gömüldüğü türbe Hanbelîler tarafından birçok defa tacize uğra­mış[873] ve sonunda türbe yıkılarak kabrin yeri gizlenmek zorunda kalınmıştır. [874]

îbn Hanbel taraftarlarından Yahya b. Ammâr hadîsçi İbn Hib-bân (Ö. 354/965) hakkında "Onun ilmi çoktu, ama dini çok değil­di. O Allah'ın mekân İçinde sınırlı olduğunu reddettti, biz de onu Sicistan'dan kovduk" demiş ve yine aynı İbn Hibbân, nübüvvetle ilgili görüşleri sebebiyle zındıklıkla suçlanmış hatta halifeden onu öldürmesi İstenmiştir. [875]Yine yaşadığı dönemin en parlak âlim ve hatiplerinden olan hadisçi ve tarihçi Hatîb el-Bagdâdî (Ö. 403/ 1071) Eş'arîlik'le ilgisinin olduğu farkedilir edilmez Hanbelîler ta­rafından Bağdat'ta Mansur Câmiİ'nde hutbe okuması engellenmek İstenmiş ve onların çeşitli baskılarına mâruz kalmıştır. [876] Benzer bir olay da Ebu'l-Fütûh el-lsferâînî'nin (ö. 538/1143) başına gelmiş ve bu. bilgin sırf Eş'arî olduğu için İki defa Bağdat'ı terketmek zorun­da kalmıştır. [877]

Hanbelîler'in Eş'arîHğî sıkıştırma faaliyetleri Bağdat'ta Selçuklu hâkimiyetinin ilk yularına kadar devam etmiştir. Meşhur mutasav-vııf Kuşeyri'nin (ö. 465/1072) oğlu sûfî ve kelâma Ebû Nıısr el-Ku-şeyri, 469 (1076) yılında Manbelîler'in Bağdat'ta çıkardıkları olaylar üzerine burasını terketmek zorunda kalmış., meşhur usulcü ve tikıhçı Ebû İshak eş-Şîrâzî (Ö. 476/1083) Vezir Nizâmülmülk'e (ö. 485/1092) yazdiğı mektupta, Hanbelîler'in yaptıklarını ve çıkardık­ları fitneleri anlatarak ondan yardım istemiş, Nizâmülmülk de ce­vabî yazısında İbnü'l-Kuşeyrî'ye karşı olay çıkaranların şiddetle ce­zalandırılacağını söylemiştir[878] Ertesi yıl, yani 470 (1077) tarihinde, başlarında Şerîf Ebû Ca'fer b. Ebû Mûsâ (ö. 470/1077-78) olduğu halde, Hanbelîler Nizamülmülk'ten koruma talep eden Ebû İshâk eş-Şîrâzî ve talebelerine karşı harekete geçmişler ve bu olayda yir­mi kişi sokak çatışmalarında hayatını kaybetmiştir. [879]Bu hâdise­den sonra yine Nizâmülmülk, Şîrâzî'ye bir mektup göndererek ona karşı saygılarını belirtmiş ve fitne çıkaranların cezalandırılacağını, Şerîf Ebû Ca'fer'in de hapsedileceğim bildirmiş[880] ve Nizâmül-mülk'ün korumasıyla Eş'arîler Bağdat'ta rahat bir nefes almaya baş­lamışlardır. [881] Ancak Selçuklular'ın Eş/arîlik hakkındaki bu yeni ve olumlu yaklaşımlarına rağmen, Hanbelîler açısından pek bir şey değişmemiş, hatta Eş'arîliğin VI. (XII) asrın ortalarından İtibaren is­lâm dünyasındaki en geniş mezhep haline gelmesine rağmen, on­lar, hayatları boyunca Eş'arîlikle uğraşmaktan geri kalmamışlardır.

Hanbelîler'in bu katı davranışları sadece ilmî alana inhisar et­memiş, günlük hayatta da bid'at ehli olarak gördükleri şahıslara karşı tavır almışlar ve hatta bid'at ehliyle selamlaşmayı dahi uygun görmemişlerdir. [882] Meşhur Şâfiî-Eş'arî bilgini Ebû Mansûr Fahred-din Ibn Asâkir ed-Dımaşkî (Ö. 620/1223) Hanbelîler'in bir olay çı­karmalarından çekindiği İçin onların bulunduğu yerlerden geç­mezdi. [883] Onun Muvaffakuddin İbn Kudâme'ye selâm verdiği fakat Ibn Kudâme'nin onun selâmını almadığı rivayet edilmiştir[884] ki, bu haberlerin doğruluğu bir tarafa, onların şüyuu vukuundan daha kötüdür. Hanbelîler tzzeddin b. Abdüsselâm'a {ö. 660/1262) karşı da aynı şekilde kaba davranmışlar ve onu Eyyûbî Sultanı el-Melik II. e-l-E.şref Muzafferüddine (648-50/1250-52) şikâyet etmişlerdir. [885]

Hanbelîler'in sen tavırları bu noktada da kalmamış ve kendileri için tehlikeli gördükleri kimseleri zehirleyerek ortadan kaldırmak­tan dahi çekinmemişlerdir. Meselâ, kendisi Eş'ari olup Hanbelîler'le çeşitli tartışmalarda bulunan Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Berruvî et-Tûsî (ö. 567/1171) karısı ve çocuğu ile birlikte Hanbeiîler'in gönderdiği zehirli helva ile öldürülmüştür. [886] Bu olayın doğruluğu hakkındaki şüphelerimiz mahfuz kalmak kay­dıyla, bizim burada işaret etmek istediğimiz şey; mezhep taassubu­nun feıt ve toplum hayatını ve toplumsal barışı zedeleyici bir unsur olduğu ve bütün müslümanların, tehlikeli bir virüsten sakınıp ko­runduğu gibi bu hastalıktan da korunması gerektiğidir.

Bağdat'taki sosyal hayatın ve bilhassa Hanbelî toplumunun fo­toğrafını vermesi açısından şu tarihî bilgi de önemlidir: Eş'arîler ge­nellikle Bağdat'ın Nizâmiyye mahallesinde, Hanbelîler ise Harbiy­ye mahallesinde oturmaktaydılar ve Harbiyye mahallesi sakinleri Nizâmiyye mahallesinde yaşayanların cenaze namazlarına katıl­mazlar ve bunu sünnetin koruyuculuğunun bir vesilesi kabul ede­rek sokağa dökülürlerdi. [887]

Diğer gruplara karşı bu katı tutumu sergileyen Hanbelîler ken­di İçlerindeki sapmalara karşı da çok dikkatli ve hatta bağışlamaz bir tavır içinde olmuşlardır. Önemli bir usul, cedel ve di! bilgini olan Hanbelî Ebu'1-Vefâ İbn Akîl (Ö. 513/1119) zaman İçerisinde Mu'tezile âlimleriyle görüşmüş ve onlardan istifade etmişti. Ayrıca, bazı sûfîlerle ilgi kurarak onların fikirlerini tanımış ve-bu sebeple Hallâc-ı Mansûr'dan (Ö. 310/922) bahsederken saygılı İfadeler kul­lanmaya özen göstermişti. Onun İfadelerini kaydeden talebeleri bu durumu ifşa etmişler ve bu sebeple İbn Akîl yaklaşık beş yıl gizlen­mek zorunda kalmıştır. O, tekrar halk İçine dönebilmek için daha Önce savunduğu fikirlerinden vazgeçtiğine dair, camide bütün hal­kın huzurunda ve divan Önünde ifade vermek, önceki goriişlerinden vazgeçtiğini ilân etmek ve bununla ilgili bir belgeyi İmzalamak zorunda kalmıştır.[888]

Özellikle Eyyübîler döneminde, Suriye bölgesinde Hanbelîler Ehl-i sünnete hâkim olmuşlardı. Issız ve kimsesiz bir yerde Ehl-i sünnetten bir kişiye rastladıkları zaman ona karşı kötü davranırlar hatta bazan ona küfreder veya onu döverlerdi. [889] Bu durumu tas­vir eden Ignaz Goldziher, biraz da mübalağalı bir şekilde "Kendi­sinden emin olunan bir Hanbelî, beyaz bir karga kadar nâdir bulu­nuyordu" demektedir. [890]

Bütün bu örneklere, çeşitli bid'at ve hurafelere karşı çıkmak adına Vehhâbıler'in İslâm'ın kültür varlıkları olan birçok kabir ve türbeyi yıkmaları, kendi tevhid anlayışlarını benimsemeyenleri kâ­fir ve müşrik olarak ilân edip onlarla savaşı caiz görmeleri, malla­rını ganimet kabul etmeleri ve bu uğurda özellikle Hicaz, Suriye ve Irak bölgelerinde birçok savaş yapmaları[891] da ilâve edilince, Han-belîler'in toplumsal hayattaki müdahaleci karakterleri daha da be­lirgin hale gelmektedir. [892]

öte yandan, tarih boyunca Hanbelî âlimlerinin özellikle Al­lah'ın varlığı, birliği ve sıfatları konusunda çeşitli gruplarla ve bu arada bazı tarikat ve tarikat şeyhleri ile mücadele etmeleri, Hanbe-lîler'in tasavvufa karşı olduklarına dair bir kanaatin doğmasına se­bep olmuş gözükmektedir. Ancak biz elinizdeki eserin birinci bölümünde, kurucu İmam Ahmed b. Hanbel'den başlamak üzere gü­nümüze kadar gelen büyük Hanbelî imamlarının toplumsal hayat­taki mücadeleci karakterlerinin aksine, şahsî hayatlarında müteva-zi ve zâhidâne bir yaşam sürdüklerini tesbit etmiş bulunuyoruz.

Bizzat Ahmed b. Hanbel hayatı boyunca zühd ve takva içerisin­de yaşamış, idarecilerin İhsanlarından uzak durmuş bir bilgindir. O, .sadece zâhidâne bir hayat yaşamakla kalmamış, kendisinden önce bu şekilde zühd içerisinde yaşayanlarla İlgili rivayetleri topla­yarak Küâbü'z-Zühcfi[893] adında bir eser de telif etmiştir. Bu eserde Hz. Peygamber'in zühdle ilgili söz ve davranışları ile çeşitli peygambrlerin zühd hayatına dair rivayetler, başta Hulefa-yi Râşidîn olmak üzere ileri geien sahabe ve tabiî büyüklerinin zühd hayatla­rı ve bu konudaki sözleri yer atmaktadır.

Ayrıca, Hanbelîler arasında Hâce Abduüah-ı Herevî (ö. 481/ 108£0 veAbdülkadir-i Geylânî (ö. 561/1166) gibi katı birer Hanbelî olan Jneşhur mutasavvıflar ve tarikat kurucuları da bulunmaktadır. Ibn Recebin Hanbelî tabakatıyla ilgili biyografik eserinde bunlar­dan Herevî için "sûfî"[894] Geylânî için ise "zâhid[895] İsmi kullanılmış­tır. Bu durum îbn Receb'in Hanbelî bilginlerini mutasavvıf olarak niteleme konusunda dikkatli davranma gereği duymadığını göster­mektedir. Ibn Receb'in V. (XI) asrın ortalarından VIII. (XIV) asrın or­talarına kadar bir dönemi içine alan bu eserinde, teshillerimize gö­re tanıtım cümlesinde "zâhid" ve "sûfî" sıfatlan kullanılan doksan beş kişi bulunmaktadır. [896]Bundan, Ibn Receb'in eserinde tercüme-i halleri anlatılan 552 kişinin yaklaşık beşte birinin, kendilerine "sûfi" adı verilebilecek derecede zâhidâne bir hayat yaşadıkları anlaşı­lır. Bu dönemde yetişen en önemli Hanbelî müelliflerden Muvaffa-kuddin Ibn Kudâme el-Makdisî, Bağdat'ta bizzat hocası Abdülkâ-dir-i Geylânî'den tarikat hırkasını giydiği gibi, [897] Benû Kudâme ai­lesinden yetişen velûd bir Hanbelî müellifi ve Ibnü'l-Mİbred adıyla meşhur olan Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî da (ö. 909/1503) hocalan olan Şihâb İbn Zeyd adıyla meşhur Ahmed b. Muhammed b. Ebû Bekir (ö. 870/1465), Îbnü'l-Aysâvî künyesiyle meşhur Ahmed b. Muhammed b. Ali el-Ba'lî ve Muhammed b. Ebu'l-Hasan'dan tasavvuf hırkası giymiştir. Bu hocalardan ikincisi Kadiri, üçüncüsü ise bir zaviyenin şeyhi idi. [898] Aynı şekilde Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî tasavvufla ilgili olarak el-Vukûf 'alâ lübsi's-sûfve Sıdku't-teşeuvüf ilâ ilmi'l-lasavvufadında iki eser kaleme almıştır, [899] O, Tehzîbü'n-nefsadlı eserinde ise ilim tâliplerini meşâyihten okumaya teşvik eder ve mesâyihin bil" nazarının da­hi kâfi geleceğini ve bunun bir iz bırakacağını, tasavvuf hırkası giy­meleri halinde ise bundan hayır umulacağım, Seleften bir grup ule­mânın da salih insanların elinden bu hırkaları giymeyi talep ettikle­rini ve tasavvuf ehlinin de bu mübarek hırkanın giyilmesine Önem verdiklerini söyler.[900] Yine aynı müellif, Mugnî zevi'l-efhâm 'ani'l-kiuübi 'l-kesîrefi 1-ahkam 'alâ mezhebi 'l-lmâmi 1-mübeccel Ahmed b. Hanbel adlı fıkıh kitabında tasavvuf! konularla ilgili bir fasıl aç­mış ve burada mutasavvıf terimini tarif ederek tasavvuf! bazı esas ve ilkeleri özetlemiş, tasavvufun derecelerini sekiz ana kısma ve her dereceyi de kendi arasında çeşitli menzillere ayırmıştır. [901] Onun bu tasnifinin ve görüşlerinin tasavvuf ehlinin yaklaşımlarına uygun olması bir yana, böyle bir bölümü fürû-i fıkıhla ilgili bir ki­taba almış olması da Hanbelî fıkıh kitaplarının sistematiği açısından dikkate değer ayrıcalıktır.

Bütün bu örneklerden, Hanbeİîlik ile sûfizm arasında kuvvetli bir akrabalık bulunduğu görülmektedir. Bu akrabalık sadece onla­rın ortak ruhî kaynaklarından yani Kur'an'dan değil, aynı zamanda onların İslâm'ın erken bir dönemde doğan dinî hareketleri olmala­rından da gelmektedir- Hanbelîler ve sûfîler, akılcı ve re'yeilere muhalif olarak Ehl-i hadîse mensup İdiier ve bu akrabalık onların akılcı teolojiye (Kelam) karşı ortak, aktif ve sürekli düşmanlıkları­nı açıklamaktadır. Dahası, sûfîler ve Hanbelîler, muamelelerin şe­kilciliğini aşarak, "Amellerin ancak niyetlere göre olduğu"nu dokt­rinlerinin ayırt edici vasfı haline getirmişi erdir. [902]

Ancak, Hanbelî bilginlerinin bu zühdlerine rağmen, tarihte ba­zı mutasavvıflarla tartıştıkları da bir vakıadır. Meselâ, Hanbelîler'in Ibnü'l-Arabî ve onun fikirlerinden esinlenen îttihâdiyye fırkasıyla mücadeleleri meşhurdur. [903]Bu tartışmaların özellikle mârifetullah, sıfâtullah, hulul, vahdel-i vücüd gibi kavramlar etrafında dönme-sinden, Hanbelîler'in bu mücadeleyi Selefi levhid anlayışlarını ko­rumak için yaptıkları,' yoksa mutasavvıflarla zühd, takva, verâ ve tevazu gibi konularda bir ihtilâfları bulunmadığı görülür. Sonuç olarak tasavvufun "zühd ahlâkı" ile sınırlandırılması halinde, Han­belî mezhebinin ona çok olumlu baktığı, ancak onun hulul, mari­fet ve ibâha gibi çeşitli prensiplerine, felsefî boyutuna ve türbe, mûsikî ve âyinle ilgili çeşitli bid'atlarına karşı çıktığı anlaşılmakta­dır ki, bu da Hanbelî mezhebinin Selefi akâid ilkeleri açısından tu­tarlı bir yaklaşım tarzıdır.[904]

Diğer taraftan, Hanbelî mezhebi mensupları bütün İslâm tarihi boyunca çeşitli politik roller üstlenmiş görünmektedirler. Öncelik­le Hanbelî mezhebi literatürü içinde siyâset-i şer'iyye konusunda­ki zenginlik dikkati çekmektedir. Bunda muhtemelen Ahmed b. Hanbel'in hilâfet kurumu hakkındaki politik görüşleri ile onun Hâ-ricîlik ve Şiîliğe karşı oluşunun ve Hanbelî bilginlerinin yaşadıkla­rı dönemlerin sultanlarıyla yakın ilişkilerinin etkisi olmalıdır.

Muasır âlimlerden Muhammed Ebû Zehre, Ahmed b. Hanbel'in hilâfetin Arap hanedanından birine veya herhangi bir Arap kabile­sine mahsus olduğunu tasrih etmediğini söylemiştir. [905] Halbuki, Ebu'l-Abbas Ahmed b. Ca'fer el-İstahrî, Ahmed b. Hanbel'in akîde ile İlgili görüşlerine dair rivayetinde, onun "İmamlar Kureyş'tendir" şeklinde özetlenebilecek bakış açısını benimsediğini ve insanlar­dan iki kişi kalıncaya kadar hilâfetin Kureyş kabilesinin hakkı ol­duğunu ve diğer insanların bu konuda onlarla münazaaya ve on­lar aleyhine isyan etmeye haklarının bulunmadığını ve kıyamete kadar onlardan başkası için hilâfet hakkının kabul edilmeyeceğini açıkça belirtmiştir. [906] Ayrıca, bir kişinin zorla bu makamı ele geçirmeşini de fitneden kaçınmak gerekçesiyle caiz gören İbn Hanbel, halife zalim dahi olsa ona karşı isyan yerine itaati tercih etmiştir.[907] Onun bu sonuçlara ulaşmasında İslâm'ın ilk dönemlerinde yaşa­nan fitne hadiselerinin ve kendi doğumundan kısa bir süre önce gerçekleşen Abbasî ihtilâlinde akan kanların ve kendi döneminde yaşanan Halife Emîn ile Me'mün arasındaki taht kavgalarının ve Abbasî sarayında İran ve Türk nüfuzunun giderek artmasının önemli tesirleri olmalıdır.

Mezhebin oluşum sürecinde, Mu'tezüe'nin yönlendirmeleri ile baskıcı bir politika izleyen dönemin halifelerine karşı, Ahmed b. Hanbel'İn tavrı sadece akâid konusundaki görüşünü belirtmek ol­mayıp, söz konusu baskıcı politikalara karşı verilen siyasî karakte­re sahip bir fikir hürriyeti mücadelesi olarak da nitelenebilir. [908]Bu mücadelenin kazanılmasından sonra ise, Hanbelîler Ehl-i sünneti koruma adıyla iktidarın yanında yer almışlar ve birçoğu parlak bi­rer vaiz olan Hanbelî âlimlerinin halk nazarındakî yüksek mevkile­rini bilen dönemin devlet adamları da bu kişilerle beraber görün­meyi kendi maslahatlarına uygun bulmuşlardır. Özellikle Şiî Bü-veyhîler'in-Bağdat Abbasî Hilâfeti'ni nüfuzları altına almaları üzeri­ne (334-447/945-1055), Hanbelî mezhebi mensuptan dönemin muhalefet grubu rolünü üstlenerek Şîa karşısında Ehl-i sünnetin ve başta Büveyhîler olmak üzere diğer küçük devletler karşısında da Abbasî Hilâfetİ'nin güçlendirilmesi taraftarı olmuşlardır. Hanbelî­ler, Moğollar'ın Bağdat'ı işgalinden (656/1258) sonra, Suriye ve Mı­sır'da Ehl-i sünnetin temsilcisi olarak Memlükler'i desteklemişler ve bu arada Haçhlar'a karşı yapılan seferlerde sultanlarla beraber bulunmuşlardır. [909]

Osmanlılar devrinde uzun bir sessizlik dönemi yaşayan Hanbe-lîlik, Muhammed b. Abdülvehhâb'ın Muhammed b. Suûd'la 1744 yılında Dir'iye'de yaptığı anlaşma ile siyasî bir hareket hüviyeti ka­zanarak Suudi Arabistan Krallığı'nın doğuşuna zemin hazırlamış olup halen adı geçen devletin resmî mezhebi olarak varlığını sür­dürmeye devam etmektedir.[910]

 

III. HANBELİ MEZHEBİNİN LİTERATÜRÜ

 

Hanbelî mezhebi mensupları mezhebin çeşitli alanlardaki gö­rüşlerinin açıklanması, anlaşılması, yayılması ve müdafaası için bir­çok eser yazmışlardır. Ancak, öncelikle Ahmed b. Hanbel'İn kendi fıkhî görüşleri ve metodolojisi hakkında hususi bir eser yazmama­sı sebebiyle, mezhebin fıkhı ve metodolojisi, daha sonra öğrenci­leri tarafından onun çeşitli fetva ve görüşleri temel alınarak ortaya konulmaya çalışılmıştır. Mezhebin bu şekilde kolektif bir çalışma sonunda kurulmuş olmasının neticesi olarak bazan bir konuda bir­birine zıt çeşitli görüşler bulunabilmekte ve bu zıt görüşlerin uzlaş-tırılmasına çalışılmaktadır. Bu konuda en önemli problemlerden biri ise, başta mezhep İmamı olmak üzere diğer bilginlerin özellik­le usulle ilgili kullandıkları kavramların çeşitliliğidir. Mezhebin me­todolojisinin anlaşılması açısından bu kavramların bilinmesine ih­tiyaç vardır. Ayrıca, mezhep bilginlerinin doktrindeki görüşlerin kimlere aidiyetini tesbit hususunda kullandıkları çeşitli sıfatlar da eldeki eseri anlamakta güçlük çıkartacak kadar çok ve farklıdır. Bu sebeplerle, Hanbelî literatürünü anlatmaya başlamadan önce, bu literatürü anlamada bir nevi anahtar görevini yapacak olan bu kav­ramlar hakkında bilgi verilecektir. Öte yandan, mezhep literatürü İçerisinde bu tür bilgilere, hemen her fıkıh kitabının özellikle giriş bölümlerinde rastlamak mümkündür. Burada müellif, eserinde çe­şitli kitaplar veya bilginler için kullandığı sıfatları, kısaltmaları veya rumuzları kısaca verir. Diğer taraftan, mezhep imamının ve mez­hep bilginlerinin hüküm çıkarma ve fetva verme sırasında kullan­dıkları kavramlar ise özellikle usul kitaplarınının ietihad, taklit, fet­va ve istîftâ bölümleri ile fetva usulüyle ilgili hususi kitaplarda bu­lunmaktadır.

Burada Hanbelî mezhebi literatüründe kullanılan çeşitli kav­ramların tanım ve tesbiderinde, Ahmed b. Hamdan el-Harrânî'nin (ö. 695/1295) Sıfatü'l-fetvâ, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Müflih'in (ö. 763/1361) Kitâbü'l-Fürü, Alâeddin Ali b. Süleyman el-Merdâvî'nîn (ö. 885/1480) Kitâbü'l-Fürû' üzerine yazdığı ve söz konusu eserle birlikte basılan Tashıhü'l-fürû've yine Merdâvî'nİn el-însâ/mm XII. cildinde yer alan "Kâidetün nâfi'atün câmi'atün li-sıfâti'r-rivâyâtri-menkûleti 'ani'1-İmâm Ahmed ve'1-evcühi ve'1-İhti-mâlâti'l-vârideti 'an ashâbihî" adını taşıyan bölüm ve Abdülkadir b. Bedrân'ın el-Medhal\ temel alınacaktır.[911]

 

I. Mezhep Kitaplarında Geçen Bazı Kavramlar

 

Burada, özellikle herhangi bir fetva veya görüşün kurucu imam Ahmed b. Hanbel'e ni.sbeti veya bu görüşün delâlet derecesini tes-bit hususunda mezhebin usul ve fürû kitaplarında kullanılan çeşit­li kavralar ile mezhep bilginlerinin birbirleri hakkında kullandıkla­rı tanımlayıcı unvanlar incelenecektir. [912]

 

A) Şer'î Hükümlerle İlgili Kavramlar

 

Mezhepte en çok tartışılan konulardan birisi, Ahmed b. Han-bel'in sert bir hüküm hakkında kullandığı kavramın delâlet dere­cesidir. Ali el-Merdâvî, imamın kullandığı bir kelimenin anlamının başka bir mânaya ihtimali olmayacak şekilde hükümde sarih veya başkasına ihtimali bulunmakla beraber zahir ya da birbirine müsa­vi olarak iki ve daha fazla mânaya ihtimali olabileceğini .söylemiş­tir.[913] Mezhep imamının kullandığı kavramların bu şekildeki delâlet dereceleri ile ilgili ihtilâfların etkisi özellikle de tahrim, kerahet, nedb, ibâha ve vücûb gibi şer'î hükümler konusunda kendisini gösterir.

Eğer İmam bir şey hakkında müstakil olarak "Bu haramdır" de­mişse, söz konusu cümle haramlık konusunda sarihtir ve başka hiçbir mânaya çekilemez. Ancak, bu cümleden sonra "ekrehuhû = onu kerih görüyorum" veya "lâ yu'cibünî=hoşuma gitmiyor" de­mişse, bundan kerahet hükmü anlaşılır. [914]

imam Ahmed'in bir konudaki "lâ yenbagî=gerekmez", "lâ yas-luhu=uygun değildir". "estakbihuhû=onu kerih buluyorum "hüve kabîh=o kötüdür" ve "lâ erâhü=onu uygun bulmuyoaım" gibi söz­leri, mezhebin bilginlerinden bazılarına göre kesin haram, bazıla­rına göre ise lenzihen mekruh anlamına gelir. İbn Hamdan özellik­le ilk iki kavramın kesin haram anlamına geleceğini belirtmişi [915]Ibn Müflih ise bunlara daha sonraki kavramları İlâve etmiştir. [916]

Ahmed b. Hanbel'in "ekrehü kezâ=bunu kerih görürüm", "lâ yu'cibünî=bu hoşuma gitmiyor", "lâ uhibbühû=onu sevmiyorum", "lâ estahsinühıVonu hoş görmüyorum" veya "yefalü's-sâilü keza ihtiyâten=soru soran ihtiyat gereği şöyle yapar" gibi sözleri hakkın­da iki görüş vardır: Birincisi, onun "yemeğe üflenmesini kötü gö­rüyorum" cümlesi tenzîhen mekruha yorulurken, "müt'ayı kötü görüyorum" sözü tahrîme yorulmuştur.[917]

Onun "ahşâ=korkarım", "ehâfü en yekûne ev ellâ yekûne ol­masından veya olmamasından korkarım" lafızlan ise, Merdâvî'nin de ifade ettiği gibi sakındırma (menetme) hususunda zahirdirler. [918] Ancak bu lafızların hangi mânaya delâlet ettiğine dair başka bir de­lil bulununcaya kadar vakfedilmesi gerektiği de söylenmiştir. [919]

Öte yandan îbn Kayyim el-Cevziyye, özellikle kerahet kavramı­nın kullanımına dikkat çekerek, önceki imamların "tahrim" lafzın­dan çekindikleri için "kerahet" kelimesini kullandıklarını, daha sonra gelenlerin ise öncekilerin "kerahet" dedikleri konular hak­kında "tahrim" kelimesini kullanmayı nefyettiklerini ve böylece "kerahet" kelimesinin kullanımında büyük bir genişleme olduğunu ve bu hususta tembellik gösterildiğini, dolayısıyla şeriat ve imam­lar hakkında büyük hataya düşüldüğünü söylemektedir. [920]

Ahmed b. Hanbel'in "ehubbü kezâ=şu hoşuma gidiyor", "yu'ci-bünî=hoşuma gidiyor", "a'cebe İleyye=hoşuma gidiyor", "hazâ ah-senü=bu en güzeli[921]"hüve hasenün güzel", "estahsinü kezâ şu­nu güzel buluyorum", "estahibbü kezâ şunu hoş karşılıyorum" ve "ahtâru kezâ şunu tercih ederim" gibi kavramları, Hanbelî mezhe­binin çoğunluğu tarafından nedb ve ibâhaya yoruluştur. Ancak, bunların hangi mânaya delâlet ettiğine dair başka bir delil bulu­nuncaya kadar tevakkuf gerektiği de söylenmiştir. Ancak mezhep­te sahili olan birinci görüştür.? îbn Hanbel'in "lâ be'se bi-kezâ-bunda bir beis yok", "ercü en-lâ be'se bih umarım onda bir sakın­ca yoktur", "lâ nerâ bihî be'sen=onda bir sakınca görmüyoruz" ifa­deleri İse mubahlık içindir[922] ve Salim es-Sakafî'nin teshillerine göre, onun bu lafızlarla şer'İ hükmüne işaret ettiği yaklaşık 450  ya­kın mesele bulunmaktadır.[923]

Bunlar dışında, eğer İmam Ahmed'den bir .şey sorulur ve ona cevap verir,- bundan hemen sonra da başka bir şey hakkında soru­lur da o,, bu somya karşılık "zâke ehvenü ev eşeddü = bu daha ha­fif veya daha şiddetli" diye karşılık verirse, onun bu cevabı bazı hu­kukçulara göre Önceki mesele i!e hüküm bakımından aynı, bazıla­rına göre İse farklıdır. [924]

Ayrıca, imam Ahmed'in "lâ ecterî aleyh=ona cesaret edemem", "le-etevakka'hu=ondan mutlaka sakınırım", "mine'n-nâs men yete-veakka'hu=ondan sakınan insanlar var", "innî le-estevhişü minh= ondan kaçınırım" gibi cümleleri söz konusu hususta zayıflık bulun­makla beraber ona izin verdiğine delâlet eder. [925] "Lâ edrî=bilmiyorum" sözü ise genel olarak tevakkuf edilmesi gerektiği anlamına gelir. [926]

Ahmed b. Hanbel'in şer! hükümlerle İlgili bu kavramlarının hangi anlama geleceği konusunda en önemli unsur karinelerdir. İbn Hamdan karineler vücûba, nedbe, tahrime, kerahete veya ibâ-haya delâlet ederse, en uygun olanın onun sözünün, karinenin de-İâlet ettiği anlama yorulması olduğunu söylemiştir. [927]

 

B) Tercihle İlgili Kavramlar

 

Ömrünü hadîs ve eser toplamakla geçiren İmam Ahmed, bizzat aynı konuda birbiriyle çelişen hadîsler ve sahabe görüşleri İle kar­şılaşmış olabilir veya bir konu hakkında önceden şöyle düşünür­ken, daha sonra o konuda daha kuvvetli bîr delil bularak önceki görüşünü değiştirmiş olabilir. Bu ve benzer sebeplerle, bazan bir konuda ondan iki veya daha fazla görüş nakledildiği olmuştur. Bu durumda, tercih kurallarına göre, İlk önce imkân nisbetinde bu İki rivayetle amel edilir. Meselâ anı hâssa, mutlak mukayyede hamlo-lunarak her iki delil ile de amel edilmeye çalışılır. [928] Rivayetler ara­sını cemetmek mümkün olmazsa, diğer tercih kaidelerine göre onkırın tarihlerine bakılır. Tarihleri biliniyorsa, sonra gelenin onun mezhebi olduğu hakkında Hanbelîlerin cumhuru görüş birliği -içe­risindedir.[929] Tarihleri bilinmezse o, kendi yaklaşım tarzına, usul ve tasarruflarına en yakın olanı tercih eder. [930] Eğer onlardan birinin ta­rihi bilinip diğerininki bilinmezse, sahih olan görüşe göre, bu şık­kın hükmü her iki rivayetin de tarihinin bilinmediği halin hükmü gibidir, ancak bu konuda vakfa da ihtimal vardır. [931]

İmam Ahmed bir sünnet veya eserden rivayet eder veya onu sa­hih ya da hasen kabul eder ya da onun senedinden razı olur veya kitaplarında tedvin eder ve onu reddetmeyip aksine de fetva ver­mezse bu onun mezhebi demektir. [932] Eğer bir konu hakkında fetva verir ve ona itiraz olunur, o da buna sükut ederse; bu düaım onun görüşünden rücû ettiği anlamına gelmez. [933] İki rivayetten birini il­letli bulur, diğerini illetli bulmayıp hasen kabul ederse; onun mez­hebi, hasen bulduğu rivayettir. [934]

Ahmed b. Hanbel bir hüküm hakkında fetva verdikten sonra ona birisi bu konuda itiraz eder ve o da susarsa bu durum, onun zıt görüşü kabul ettiği anlamına gelmez. Bazı bilginler imamın ted­bir gerekçesiyle veya herhangi bir fitnenin doğmasını istemediğin­den böyle sükût geçtiğini, aslında kendi görüşünde devam ettiğini söylemişlerdir, ikinci bir grup ise, bu durumun onun İlk fikrinden rücû ettiği anlamına geleceğini ileri sürmüştür. [935]Hanbelî literatüründe sıkça kullanılan tercihle ilgili kavramlar­dan "el-evcüh", Hanbelî âlimlerinin imam Ahmed'in sözünden al­dıkları veya onun İma ettiği ya da onun delili, ta'lîli veya sözünün gelişinden çıkarılmış görüş ve tahrîcler anlamına gelir. [936]"Tahrîc" ise, bir meselenin hükmünü benzer bir meseleye nakletmek ve hüküm konusunda aralarını eşit hale getirmek demektir. [937] Bu kavramalardan "ihtimal", kendisine muhalif veya müsavi bir delil bulu­nup da bunların tercih edilmesi sebebiyle zayıf kalan bir delil hak­kında kullanılır. 'Tevakkuf [938]ise, aralarından birini diğerine terci­he yarayacak bir delil bulunmayan birbirine denk kuvvetteki çatı­şan iki cîeliile ameli terketmek demektir. Anık o konuda şeriat gel­meden önceki helâl, haram veya vakf hükmü geçerlidir. [939]

Hanbelî fıkıh kitaplarında herhangi bir konuda "fîhâ vechân" ifadesi, bu hususta İmamın herhangi net bir görüşü bulunmadığı anlamına gelir. Ancak, "fîhâ rivâyetân" sözü ise, biri nas diğeri ise ima yoluyla gelen veya başka bir nastan çıkarılan bir rivayet bulun­duğu manasınadır. [940] Bir konu hakkındaki "el-kavlân" ifadesi ise, bu konuda imamdan bir görüş olduğu veya biri hakkında görüş belirttiği diğeri hakkında isa imada bulunduğu anlamındadır. [941]Öte yandan, Hanbelî mezhebi literatüründe mezhebin görüşle­rinin anlatılması sırasında kullanılan "nassan" kelimesi, söz konu­su görüşün îmanı Ahmed'e nisbet edildiği anlamına gelir. Yine bu sırada kullanılan '"anhü" ifadesi de bu görüşün Ahmed'e aidiyetini belirtir. [942] Hanbelî bilginlerinin "el-mezhebü kezâ=mezhebin görü­şü şudur" sözü İmam Ahmed'in görüş veya imasına ya da görüş ve imasının bundan çıkarıldığına işarettir. [943]

Literatürde geçen "ale'1-asah, es-sahîh, ez-zâhir, el-azhar, el-meşhûr, el-eşhür, el-akvâ" gibi sözler İmam Ahmed veya onun ba­zı arkadaşlarının görüşlerine delâlet eder. [944] Bu ifadelerden mezhe­bin zahir görüşünün, o konuda "meşhur" olan kavi olduğu, "sarih"İn ise te'vile ihtimali bulunmayan ve muarızı olmayan görüş mânasına geldiği anlaşılmaktadır. [945]

Hanbelî fıkıh kitaplarında geçen "kıyle=denildi" kelimesi, söz konusu görüşün İmamdan ima yoluyla veya yüzyüze ya da taline veya ihtimal yoluyla rivayet edildiği anlamına gelir. [946] "Rivayet" ke­limesi İse söz konusu görüşün imamdan nas veya ima ya da ashap­tan tahrîc yoluyla geldiğini gösteriri. [947]

 

C) Mezhep Bilginlerini Tanımlayıcı Unvanlar

 

Hanbelî literatüründe özellikle daha sonra gelen herhangi bir âlim, eserlerinde kendinden önce yaşamış bilginler için veya biz­zat kendi hocası veya arkadaşları için bazı unvanlar, lakaplar veya rumuzlar kullanmış olabilir. Yalnızca Hanbelîler'e mahsus olmayıp hemen her mezhep literatüründe mevcut oian bu unvanlar, aslın­da bir hareket veya mezhebin teşkilâtlanma şemasını gösteren bîr belge niteliğindedir.

Hanbelî kaynaklarında mutlak olarak kullanılan "imam" keli­mesi ile mezhebin kurucu imamı Ahmed b. Hanbel kastedilir. Bu kaynaklarda geçen "cemaat" kelimesinden maksat ise Ebû Tâîib b. Humeyd (ö. 244/858), Hanbel b. İshak b. Hanbel (ö. 263/876), Sa­lih b. Ahmed b. Hanbel (ö. 266/879), Abdülmelik b. Abdülhamîd b. Meymûn (ö. 274/887), Harb b. İsmail (ö. 280/893), İbrahim b. İs­hak el-Harbî (ö. 285/898) ve Abdullah b. Ahmed b. Hanbel'den (ö. 290/902) meydana gelen gruptur. "Cemaatin rivayeti" sözüyle bu ilk Hanbelî âlimlerin rivayet ettiği görüş kastedilmiş demektir.[948]

Hanbelî mezhebinde "mütekaddimûn" imam Ahmed b. Han­bel'den Kaciî Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'ya (ö. 458/1066) kadar geçen dev­rede yaşamış oian bilginler için; "mütevassitûn" Kadî Ebû Ya'lâ'dan Burhâneddin İbrahim b. Muhammed b. Müflih'e (ö, 884/1479) ka­dar geçen devrede yaşamış olanlar için; "müteahhirûn" ise Alâed-din Ali b. Süleyman el-Merdâvîden (ö. 885/1480) Muhammed b. Abdullah b. Ali el-Âmİrî'ye (ö. 1295/1878) kadar geçen dönemde yaşamış olan bilginler için kullanılır. [949]

Hanbelî kaynaklarında "kâdî" kelimesi ile, Özellikle de Ebû Ya'lâ'nın zamanından VIII. (XIV) asra kadar mutlak olarak kullanıl­dığı zaman, Muhammed b. Hüseyin b. Muhammed (458/1065) ya­ni Ebû Ya'lâ el-Kebîr kastedilir. Ancak et-Iknâ' yazan Haccâvî (ö. 968/1560) ve el-Müntehânm müellifi İbnü'n-Neccâr el-Fütûhî (Ö, 972/1564) gibi müteahhir bilginler "kâdî" sıfatını Alâeddİn Ali b. Süleyman el-Merdâvî için kullanmışlar, ayrıca îbn Kudâme'nin el-Muknîini tashih ve tenkili ettiği için ona "Münakkih" lakabını da vermişlerdir. [950]

ibn Akîl ve Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî eserlerinde mutlak olarak "şeyhunâ" dedikleri zaman bununla Kadî Ebû Ya'Iâ'yı kastederler. Ancak, müteahhırîn bilginler "şeyh" kelimesini kullandıkları zaman, bundun Muvaffakuddin İbn Kudâme (ö. 620/1223) anlaşılır. "Şeyhân" dedikleri zaman ise bundan amaç Muvaffakuddin İbn Kudâme ve Meedüddin Abdüsselâm b. Teymiyye'dir (ö. 652/ 1254-5). Her kitabı şerheden kendisi için "şârih", eseri için de "şerh" ke­limelerini kullanmakla beraber, müteahhirîn bilginler eserlerinde mutlak olarak "şârih" kelimesini kullanırlarsa onunla Şemseddin Abdurrahman b. Ebû Ömer, mutlak olarak "eş-şerh" dedikleri za­man ise el-Mukni'm Şemseddin Abdurrahman b. Ebû Ömer tara­fından yapılmış ilk şerhi olan eş-Şerhü'l-kebîr(_eş-Şâfî)[951] adlı eseri­ni kastederler. [952]

 

II. Literatür

 

Hanbelî mezhebinde yazılmış olan eserler fürû ile ilgili temel metinler ve bunlar üzerine yapılan şerhler, usul kitapları ile diğer bazı hukuk dallarına ait kitaplar, mezhebin tarihi ve mensuplarının tercüme-i hâlleri ile ilgili biyografi kaynaklan ve mezhep hakkında yapılan yeni çalışmalar şeklinde özetlenebilir. Burada adı geçen eserlerden bir kısmı kısaca tanıtılacak ve imkân nisbetinde neşirle-riyle ilgili bilgiler verilmeye çalışılacaktır.[953]

 

A) Temel Metinler ve Şerhleri

 

Bilindiği gibi Hanbelî mezhebinin kurucu imamı olan Ahmed b. Hanbel, başta kendi görüşleri olmak üzere her türlü re'y ve fık­hın yazılmasına karşı çıkmıştır. Bu yüzden bizzat onun kaleme al­dığı veya talebelerine yazdırdığı fıkıhla doğrudan ilgili bir eseri bu­lunmamaktadır. Bununla birlikte, farklı konularda veya fıkıh siste­matiğine uymasa da fıkıhla alâkalı bazı eserler ona nisbet edilmiş­tir. Doktrinin gelişmesine katkıları dolayısıyla bu eserler Hanbelî mezhebinin temel kaynaklarından sayılır.

Ahmed b. Hanbel'in yaklaşık 700.000 hadîs içerisinden seçerek tertip ettiği 30.000 kadar hadîs, oğlu Abdullah ile talebesi Ebû Bekir el-Kâtı'î'nin çeşitli ilâveleriyle[954]el-AfMsne. [955] adı altında toplanmıştır.

Abdullah'ın rivayet ettiği kelâm firkalanyla ilgili Kitâbıi's-Sünne[956] zühd ve takvaya dair Küûbü'z-Zühd, [957] Kitâbü'l-Verâ[958] hadîslerdeki illetlerle İlgili Kitâbü'l-İlet ve ma'rifeti'r-ricâl, [959]haram içkilere dair Hz. Feygamber'in hadîsleri, sahabe ve tabiîlerin sözle­rinin toplandığı Kitabü'l-Eşribe [960]ilk asırlardaki Selef akidesinin savunulduğu er-Red[961]a!e'z-zenâdtkaue'l-Cebmiyye[962] hü­kümlerine dair Küâbü's-Salât, itikad konularıyla ilgili el-Akîd[963] gibi çeşitli eserler de Ahmed b. Hanbel'e nisbet edilen kitaplar ara­sındadır. [964]

Ahmed b. Hanbel'in kendisine sorulan binlerce soruya verdiği cevaplar ise öğrencileri tarafından Mesâit adıyla bir araya getiril­miştir. Bunlardan büyük oğlu Salih'in (ö. 265/878) rivayet ettiği Mesâilü'l-lmâm Ahmed b. Hanbel[965] toplam 1756 mesele ihtiva et­mekte olup naşir tarafından bazı başlıklar ilâvesiyle tertip ve tasnif edilmiştir. Küçük oğlu Abdullah'ın el-Mesâiîi[966] İse naşirin verdiği numaralara göre 1635 meseledir.

Ayrıca îshak b. tbrâhim b. Hânînin (ö. 275/888) el-Mesâit& ile Ebû Dâvûd es-Sicistânî'nin (ö. 275/889) el-Mesâil[967] de yayımlanmistir. Bunlardan başka Ishak b. Mansûr el-Kevsec (ö. 251/865). Ebû Bekir el-Hsrem (ö. 260/873 veya 273/886), llanbel b. Lshak (ö. 273/886), Abdülmelik el-Meynıûnî (ö. 274/887), Ebû Bekir el-Mer-rûzî (ö. 275/889), Ebü Hâlim er-Hâzî (ö. 277/890), Ilarb b. İsmail el-Kirmânî (ö. 280/873), İbrahim b. İ.shak el-Harbî (ö. 285/898) ve Abdullah b. Abdülazîz el-Begavî (ö. 286/899) gibi âlimler tarafın­dan toplanan mesâillerin bir kısmı günümüze kadar gelmiştir.[968]

Hanbelî mezhebinin ilk mimarlarından biri olan Ebû Bekir el-I Iallâl'in (ö.311/923) Kİtâbü'l-Câmi' li- 'ulûmi'l-İmâm Ahmed adın­daki eseri İle Ahmed b. Hanbel'in usûlü'd-dîn hakkındaki görüşle­rini ortaya koyduğu Kitâbü's-Sünne[969] ve muhtemelen usul-i fıkıh konularındaki görüşlerini anlattığı el-Kitâb fi'l-'îlm adlı eserleri de mezhebin İlk temel kaynaklanndandır.

Hallâl'in öğrencisi Ebû Bekir Abdülazîz b. Ca'fer (ö. 363/973-4) eUCâmîi Şerhu Kitabi 'l-Câmi' adıyla şerhetmiş ve daha sonra da Zâdü'l-müsâfir adıyla eseri tamamlamaya çalışmıştır. Gulâmü'l-Hallâl adıyla da tanınan Abdülazîz b. Ca'fer, ayrıca Ahmed b. Han­bel'in Kitâbü'l[970]isimli risalesini rivayet etmiş, el-Muknî, el-Kâft, Muhtasaru's-sünne gibi çeşitli eserler kaleme almıştır. [971]

Hanbelî mezhebinin uzun tarihi İçerisinde doktrinin gelişmesi­ne katkıda bulunan birçok muhtasar ve şerh yazılmıştır. Bunlar arasında Ebu'l-Kâsım el-Hırakî'nin (ö. 334/946) el-Muhtasar, Kadı Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın (Ö. 458/1066) çeşitli usul, fürû ve akâid ko­nularıyla ilgili Kitâbü'r-Rivâyeteyn ve'l-vecheyn[972]oğlu Kadî Ebu'l-Hüseyin'İn (Ö. 526/1131) babasının Kitâbü 'r-Rivâyeteyn ini ta­mamlayıcı mahiyetteki Kitâbü't-Temâm. limâ sahhafi'r-rivâyeteyn ve's-selâs ve'l-erba' 'ani'l-imâm veİ-mıthtâr mine'l-vecbeytfi[973] adlı eseri, Ebul-Hattâb el-Keivezânî'nin (ö. 510/1116) el-Hidâye, Mu-vaffakuddin Ibn Kudâme'nİn (ö. 620/1223) el-Vm.de fii-fıkhi'l-Hanbelî, el-Muknî, el-KâfıJî fıkhi'l-İmâmi'l-mübeccel Ahmed b. Hanbel adlı eserleri, Ebu'l-Berekât Mecdüddin Abdüsselâm b. Abdullah b. Teynıiyye'nin (ö. 652/1254-5) el-Muharrer fi l-fıkh alâ mezhebi"1-1'mâm Ahmed b. Hanbel, Şemseddin İbn Müfiih el-Mak-disî'nin Kitâbü '1-FürtV, Haccâvî'nin (ö. 968/1560) el-İknâ' li-lâli-bi'l-intİfâve. Zâdü'l-müstakni'stdh eserleri, İbnü'n-Neccâr'ın Mün-tehe'l-lrâdât, Buhûü'nin 'Umdetüt-lâlib, Mer'î b. Yûsuf el-Ker-mî'nin Delîlü 't-tâlib li-neyli'l-melâlib, Muhammed b. Bedreddin b. Belbân ed-Dımaşkî'nin (ö'. 1083/1672) Kitâbü Ahsari'l-muhtasarât fi'l-fıkb 'alâ mezhebi'l-îmâm Ahmed b. Hanbefr[974] adlı eserleri ve bu kitaplar üzerine yazılan çeşitli şerhler günümüze ulaşmış ve bir­çok defa neşredilmişlerdir.

Hanbelî mezhebi tarihinde bu muhtasar ve çeşitli şerhleri dışın­da, çoğu günümüze ulaşmamış, bir kısmı da kütüphanelerde neş­redilmeyi bekleyen çeşitli eserler de bulunmaktadır. Suriye Hanbe-lîliği'nin ilk üstatlarından Ebu'İ-Ferec eş-Şîrâzî'nin (ö. 486/1094) el-îzâh, el-Mübhic, el-Müntehab ve oğlu Ebu'l-Kâsım Îbnü'l-Hanbe-lî'nin (ö. 536/1141-2) el-Müntehabfi'l-fıkh ve el-Müfredât adlı eser­leri bu tür temel metinlerdendir. Yine, Ebu'1-Vefâ Ibn Akîl'in (ö. 513/1119-20) aslında 200 cüz olduğu nakledilen fakat sadece bir cildi günümüze ulaşan Kitâbü'l-Fünûîf[975] adlı eseri de çeşitli konu­lara dair ansiklopedik bir kitaptır. Vezir Ebu'l-Muzaffer Ibn Hübey-re'nin (ö. 560/1165) İslâm'ın beş esasıyla ilgili el-lbâdâtü'l-hamsile Es'ad b. Müneccâ'nm el-Hülâsa fi'l-fıkh ve el-'Umde fi'l-fıkh adlı eserleri de Hanbelî mezhebinin temel fürû kitap larındandır.

Diğer yandan, İslâm dünyasında asırlarca fikir ve eserleri tartı­şılan kişilerden biri olan Hanbelî bilgini Takıyyüddin İbn Teymiy-ye'nin (ö. 728/1328) tefsir, hadîs, fıkıh ve kelâm gibi birçok alanda yazmış olduğu eser ve risaleleri, müstakil olarak basılmaları yanın­da, Mısır ve Arabistan'da Mecmû'atü'r-resâil[976] Mecmû'atü'r-resâ-ili'l-kübrâ, [977] Kitâbü Mecmu 'ati 'l-fetâvâ, [978] Mecmû'atü'r-resâil ve'l-mesâifi1 [979]ve Mecmû'atü fetâvâ îbn Teymiyye (el-Fetâvâ'l-kübrâ) [980] gibi çeşitli isimler altında da yayımlanmıştır.

Yine Hanbelîlik tarihinde Vehhâbî hareketini gerçekleştiren Muhammed b. Abdülvehhâb'ın (ö. 1206/1792) mezhebin en dar bakış açısını yansıtan Kitâbü'i-Tevbîdı sıksık basılmış ve üzerine birçok .şerh yazılmıştır. Bunlardan ikisi; Ilın Abdülvehhâb'ın torun­larından Süleyman b, Abdullah'ın (ö. 1233/1817) Teysîrü'l-Azîzi'l-Bamîdjîşerhi Kitâbi't-Teuhîd, [981] Fethu 'l-tnecîd şerhu Kitâb [982]adlı şerhleridir.

Muhammed b. Abdülvehhâb'ın bütün eserleri Müellefâtü'ş-Şey-hi'l-İmâm Muhammed b. Abdülvebbâb[983] adıyla neşredilmiştir. Bunlardan I. ciltte başta Rüâbü't-Tevhîdolmak üzere el-Akîde ve'l-âdâbü 'l-hlâmiyye konularındaki çeşitli risaleleri, II ve III. ciltlerde Muhtasara'l-insâfve Şerhu'l-kebîrgibi fıkıhla ilgili eserleri, IV. cilt­te Muhtasara Sîreti'r-resûl ve el-fetâvâ, V. ciltte tefsire dair eserle­ri ile Muhtasaru Zâdi'l-me'âd; VI. ciltte çeşitli şahıs ve bölgelere. dinî ve siyasî maksatlarla gönderdiği mektupları; VH-XI. ciltlerde Mecmu'u'l-hadîs ve Ehâdîsfi'l-fiten ve'l-havâdisgibi hadîs ilmiyle ilgili eserleri; XII. ciitte ise çoğunluğu tevhid konusunda yazılmış olan bazı risaleleri bulunmaktadır. [984]

Şimdi burada Hanbelî mezhebinin fıkhî görüşlerini içeren ve yukarıda adından bahsedilen bazı temel metinler ve şerhleri kısa­ca tanıtılmaya çalışılacaktır.[985]

 

1. el-Câmi'

 

Hanbelî mezhebinin ilk kurucu İmamlarından Ebû Bekir Ah­med b. Muhammed b. Hârûn el-Hallâl (ö. 311/923), uzun seyahat­ler sonunda lbn Hanbel'in hadîs, fıkıh ve akaide dair görüşlerini Kitâbü'l-Câmi' li-'ulûmi'l-îmâm Ahmedadlı bir eserde toplamıştır, Klasik fıkıh kitaplarının sistematiğine sahip ilk Hanbelî fıkıh kitabı niteliğinde ve yaklaşık yirmi ciltten meydana gelen bu eserin, VIII. (XIV.) asrın başlarında mevcut olduğu bilinmektedir. [986] lbn Teymiy-ye ise, Hallâl'in çeşitli şehirleri dolaşarak îmam Ahmed b. Han­bel'in fıkıh konulan hakkında söylediklerini yaklaşık kırk ciltte topladığını, ancak buna rağmen Ahmed'in verdiği cevaplardan bir­çoğunun Hallâi'in kitaplarında yer almadığını söylemektedir. [987]

Eserin günümüze ulaşan parçalarından anlaşıldığı kadarıyla, Hallâl bu kitabında zaman zaman kendi görüşlerini ifade etmekle beraber, genel olarak İmam Ahmed'in sorulan somlara verdiği ce­vapları toplamıştır. Bu cevaplar kitap, sünnet, sahabe ve tabiînden gelen çeşitli rivayetlerle desteklenmiş, bu arada bazı fakihlerin gö­rüşlerine yer verilmiş ve hatta İmam Ahmed'den gelen rivayetler arasında da tercihler yapılmıştır.

Bu eserin günümüze ulaşan bölümlerinden bir kısmını Seyyid Kİsrevî Hasan Ahkâma ehli'l-milel mine'l-Câm Ii-mesâilii4mâm Ahmed b. Hanbe[988] ve el-Vukûf've't-tereccülmine'l-Câmi'' li-mesâ-İli'l-İmâm Ahmed b. Hanbe[989] adlarıyla yayımlanmıştır.

Eserin vakıflarla ilgili bölümünü ise, Abdullah b. Ahmed b. Ali ez-Zeyd başına geniş bir mukaddime ilâvesiyle Kitâbü'l-Vukûf min mesâilii-tmâm Ahmed b. Hanbel eş-Şeybân[990] adıyla neşret-miştir.

Öte yandan, el-Câmün bir başka bölümü de Abdülkadir Ah­med Atâ tarafından Kitâbü Ahkâmi'n-nisâ[991] adıyla yayımlanmıştır.

Ebû Bekir el-Hallâl'in el-Câmi'adh bu eserini, Gulâmü'l-Hailâl lakabıyla meşhur olan öğrencisi Ebû Bekir Abdülazîz b. Ca'fer (ö. 3Ö3/974) Şerhu Kitabi'l-Câmi' adıyla şerhetmiştir. Gulâmü'l-Hallâl daha sonra da başta Hırakî olmak üzere çeşitli Hanbetî bilginleri­nin kitaplanndan yararlanarak bu şerhi tamamlayıcı mahiyette Zâ-dü'l-müsâfiradlı eserini yazmıştır. [992]

 

2. el-Muhtasar

 

Hanbelî literatürüne en büyük katkıyı yapanlardan biri olan Ebu'l-Kâsım el-Hırakînin (ö. 334/946) el~Muhta[993] Hanbelî fü-rûuna dair ilk el kitabı niteliğindedir. Hırakî bu esere özel bir isim vermemiş, ancak mezhebin görüşlerini özlü bir şekilde İhtiva et­mesi sebebiye, kitap daha sonraları el-Muhtasar adıyla meşhur olmuştur. Tertip bakımından Şafiî fıkıh kitaplarına benzeyen bu eser, özellikle üzerine yapılan şerhlerin yaygınlık kazanmasından sonra, mezhebin en güvenilir metinlerinden birisi haline gelmiştir.

el-Muhtasar yaklaşık 2300 meseleyi ihtiva etmekle olup. bura­daki görüşlerin lamamı Ahmed b. llanbdV ait olmayıp bir kısmı ihrakî'nin kendi fahrîdendir. Ancak onun bu durumu belirtmeme­si, söz konusu görüşlerin kime aidiyeti konusunda tereddüde se­bep olmaktadır.

Hanbelî mezhebi tarihinde çok tutulan bu eser, medreselerde ders kitabı olarak okutulmuş, öğrenciler tarafından ezberlenmiş, üzerinde birçok şerh yazılmış ve bazı bilginler tarafından manzum hale getirilmiştir.

Üzerine yaklaşık 300 adet şerh ve haşiye yazılan eî-Muhta-sarnsı [994]bu şerhlerinden bazıları şunlardır:

  1. a)Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın (ö. 458/1066) şerhi. Bu kitabın Şam Zâhirîyye Kütüphanesinde farklı nüshalardan İki cildi mevcut olup[995]eser Ümmülkurâ Üniversitesinde Suûd Abdullah er-Ravkî tarafın­dan neşre hazırlanmıştır.[996]
  2. b)Ebû Ali el-Hasan b. Ahmed b. Abdullah İbnü'l-Bennâ el-Bagdâdî'nin (ö. 471/1078) el-Mukni'fîşerhi Muhtasarı '1-Htrakî.[997]adlı şerhi. el-Muhtasar'm ilk şerhlerinden biri olan bu eserde, Hıra-kî'nin ibaresinin başına "sad" harfi konularak cümlenin musannife ait olduğu belirtilmek istenmiş, tbnü'l-Bennâ el-Bağdâdî'nin şerhi­nin başına ise "şin" harfi konulmuştur. Bu şerhi neşreden Abdüİa-zîz b. Süleyman b. İbrahim el-Buaymî'nin eserin neşri sırasında yazdığı geniş mukaddimesi İle şerhte geçen bütün görüşlerin diğer meşhur bazı Hanbelî metin ve şerhlerinden kaynaklarının gösteril­mesi şeklindeki tahkiki, ayrıntılı fihristleri ve çeşidi açılardan yap­tığı indeksleri söz konusu neşre ayrı bir önem kazandırmıştır.
  3. c) Muvaffakuddin îbn Kudâme'nin (ö. 620/1223) el-Mugn[998]adındaki şerhi. İbn Ktıdâme, Hanbelî tarihinde en çok tutulan ve  şöhret bulan bu şerhte, Hanbelî mezhebindeki farklı görüşler ya­nında, diğer mezhep imam ve müctehidlerinin de görüş ve delille­rine genişçe yer vermiş ve aralarında tercihlerde bulunmuştur.

Abdullah Ömer el-Bârûdî, el-Mugnî'Ğtt zikredilen ve genel ola­rak İslâm hukukçuları tarafından icmâ ve ittifakla benimsenen gö­rüşleri kitap, bab ve fasıl sistematiğine sadık kalarak ve el-Mug-nftıin ilgili cilt ve sayfa numarasını da vererek derlemiş ve bu ese­re el-Berku 'l-lemmâ 'fî-mâfi 'l-Mugnî min ittifak ve 'l-iftirâk ve İ-ic-mâ'admı vermiştir.[999]

Öte yandan, ibn Kudâme'nin el-Muhtasar üzerine yaptığı bazı ilâveleri içeren el-Hâdtveya. Vmdetü'l-hâzimfrl-mesâili'z-zevâid 'an Muhtasar-ı Ebi'l-Kâsınf[1000] (bazı kaynaklarda 'Umdetü'l-'âzimfî telhîsi'l-mesâili'l-hâriciyye 'an Muhtasar-ı Ebi'l-Kâsım şeklinde) adlı bir eseri daha bulunmaktadır. Yine İbn Kudâme'nin el-Muhta­sar^ üzerine yaptığı bazı ilâvelerden ibaret olduğu anlaşılan Zevâi-dü'l-kâfî 'ale'l-Hırakîzd\ı eserini, Cemâleddin Ebû Zekerİyyâ Yah­ya b, Yûsuf es-Sarsarî (ö. 656/1258) Vâsıtatü'l-'ıkdi's-semîn ve 'umdetü'l-hâftzt'l-emtnadıyla manzum hale getirmiştir.

  1. d) Ebû Tâlib Abdurrahman b. Ömer el-Basrî ed-Darîr'in (ö. 684/1285) el-Vâzth ft şerhi Muhtasar-ı Ebi'l-Kasım el-Hırakî adlı şerhi de yazma halde günümüze ulaşmıştır.[1001] Ayrıca, Ebû Tâlib'e el:Kâfîfîşerhi'l-Hırakîadında başka bir şerh daha nisbet edilmek­tedir.
  2. e)Şemseddin  Muhammed  b.   Abdullah  ez-Zerkeşî'nin  (ö. 772/1370) Şerhu Muhtasarı 'l-Hımkp[1002]adlı şerhinde ise diğer mez­heplerin görüşlerine fazla yer verilmemiştir. Ancak bu şerh, Ahmed b. Hanbel'den gelen birçok rivayeti nakletmesi, değerlendirmesi ve her meselede Hanbelî bilginlerinin görüşlerine geniş bir şekilde yer vermesiyle temayüz etmiştir. Ayrıca, eserde geçen bütün hadîs­ler ve Seleften nakledilen görüşler kaynaklarıyla birlikte zikredil­miş, görüşlerin nisbetinde bulunabilecek hatalar düzeltilmiş, kav­ramların etimolojisi ve hadîslerin şerhi geniş bir şekilde yapılmıştır. Eserde Hırakî'nin görüşleri "kale", Zerkeşî'nin şerhi ise "şin" harfiy­le belirtilerek biribirinden ayırt edilmiştir. Zerkeşî'nin bu şerhi, konularımn genişliği, delillerinin ayrıntısı yanında, açık ve sade üslu­buyla da kullanışlı bir kaynak niteliğindedir,

Ayrıca, el-Muhtasar üzerine şerh yazdığı belirtilen kişiler ara­sında Ebû Hafs Ömer b. İbrahim b. Abdullah el-Ukberî (ö. 387/ 997) (el-Muhtasar'm bilinen ilk şerhini yapmıştır), Ebû Abdullah Hasan b. Hâmid b. Aii b. Mervân (ö. 403/1012), Ebû Ali Muham-med b. Ahmed b. Muhammed el-Hâşimî (Ö. 428/1036), Ibn Ebû Ya'lâ (ö. 527/1133), Ebu'l-Hasan Ali b. Abdullah b. Nasr ez-Zâgunî (ö. 527/1132), Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Rezîn el-Gassânî (ö. 656/1258), Ebû Muhammed Abdürrezzâk b. Rızkullah er~Res'anî (ö. 661/1263) (şerhinin adı el-Muntasarşerhu'l-Muhtasar), Abdul­lah b. Ebû Bekir b. Muhammed el-Harbî (ö. 681/1282) (şerhinin adı el-Mühim fî şerhi'l-Hırakî), Necmeddin et-Tûfî (ö. 716/ 1316) (el-Muhtasafı yansına kadar şerhettiği nakledilmektedir), Ebû Ab­dullah Muhammed b. Ahmed el-Harrânî (ö. 749/1348), Ibn Kâdı'l-Cebel lakabıyla meşhur olan Abdülazîz b. Ali el-Bekrî et-Temîmî el-Bağdâdî (ö. 846/1443), Ahmed b. Hasan b. Ahmed b. Abdülhâdî (ö. 895/1490) ve Ibn Bedrân lakabıyla meşhur Abdülkadir b. Ah­med (ö. 1346/1927) (el-Mubtasar'm "Kİtâbü'l-ferâiz" bölümünü Ki-fâyetü'l-mürte'î ilâ ma 'rifetiferâidi'l-Hırakîadıyla şerhetmiştir) gi­bi meşhur Hanbelî bilginler bulunmaktadır. Bu arada, son dönem Hanbeiîler'İnden Muhammed b. Abdurrahman b. Hüseyin Âl-i Ismâil (ö. 1389/1969) de el-Muhtasar üzerine Hâşiyetü Muhtasari'l-îtnâm Ebi'l-Kasım el-Hırak.[1003] adıyla bir haşiye yazmıştır.

Ebû Bekir b. Zeyd el-Cerrâî ise (ö. 883/1478), el-Muhtasaröze­rine yapılan çeşitli ilâveleri (zevâid) bir araya getirerek Gâyetü'l-mailab fî ma'rifeti'l-mezbeb[1004]  adındaki eserini telif etmiştir. Bu şerhler yanında, Ebu'I-Fazl Ahmed b. Nasruİlah el-Kirmânî et-Tüs-terî el-Bağdâdî (ö. 844/1440) el-Muhtasar\ ihtisar etmiştir.

İbnü'l-Mibred lakabıyla meşhur olan Cemâleddin Yûsuf b. Ha­san b. Abdülhâdî (ö. 909/1503) es-Segaru'l-bâsim li-tahrîci eh adî­si Muhtasar-ı Ebi'l-Kâsım adlı eserinde el-Muhtasar içinde geçen hadîsleri tahrîc etmiştir.

Ayrıca, Ebu'l-Mehâsîn Muhammed b. Abdülbâkî el-Mecmaî (ö. 571/1176) Şerhu garibi elfâzı'l-Hırakî, İbnü'l-Mibred ed-Dürrü'ntıakî şerhi el/âzı 'l-Hırak[1005] eserlerinde el-Mubtasar'&dki ga­rip kelimeleri ve bazı terimleri açıklamışlardır. Özellikle İbnü'l-Mibred'İn ed-Dûrrü'n-ftakt adlı eseri, kelimelerin sözlük anlamla­rı yanında terim mânalarını da açıklaması sebebiyle, islâm huku­kuna ait ıstılahlar açısından önemli bir kaynaktır. Müellif, yaptığı açıklamalar hakkında âyet ve hadîsler yanında Arap şiirinden de deliller getirmiştir.

Diğer taraftan el-Muhtasar, Ebû Muhammed Ca'fer b. Ahmed es-Serrâc (ö, 500/1106), Ebû Ca'fer Mekkî b. Muhammed b. Hübeyre (ö. 567/1171) ve Cemâleddin Ebû Zekerİyyâ Yahya b. Yûsuf es-Sarsarî (o. 656/1258) (ed-Dürretü'l-yetîme) tarafından manzum hale getirilmiştir. Ebu'l-Abbas Ahmed b. Hüseyin b. Ahmed b. Muhammed el-Bagdâdî (ö. 588/1192) ile Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Mavsılî (ö. 656/1258) ise sadece ibadetler kısmını nazma çevirmişlerdir. [1006]

 

3. el-Hidâye

 

Yaşadığı dönemdeki geleneksel Sünnî anlayışın temsilcilerin­den biri olan Ebu'l-Hattâb eHCe!vezânî'nin.(ö. 510/1116) çeşitli şerhlere konu olan ei-Hidâye[1007] adlı eseri Hanbelî mezhebinin te­mel metinlerinden biridir.

Müellif bu eserde yalnızca Ahmed b. Hanbel'in görüşlerine yer vermekle kalmamış, bazan kendi tercihlerini de belirtmiştir. Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî, eserde kullandığı "Şeyhimiz dedi" İfadesiyle Kadî Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'yı kastetmiştir. Abdülkadir Ibn Bedrân'ın da işaret ettiği gibi[1008] Kelvezânî bu eseriyle imam Ahmed b. Han-bei'den gelen rivayetleri tashih ve mezhepte ictîhad edecek bir se­viyede olduğunu göstermiştir. el-Ilidâye, llanbelî mezhebinde hakkında en çok şerh yazılan eserlerden biridir, idareyi şerhedenlçr arasında Ils'ad b. Mü-neccâ tbnül-Berekât (Ö. 606/ 1209) (en-Nihâye adındaki bu ş.erh on cilt kadar olup yarını kalmıştır), Ebu'1-Bckâ Abdullah h. Hüse­yin el-Ukberi (ö. 616/1219), Fahreddin Muhammed b. I Iıclır b. Tey-nıiyye (ö. 622/1225) ve Fahreddin'in amcasının oğlu Mecdüddin Abdüsselâm tbn Teymiyye (ö. 652/1254) (müsvedde halinde ve yarım olan Müntehe'l-gâye fi' şerhıl-Hidâye) gibi müellifler bulun­maktadır.[1009]

 

4. el-'Umde

 

Hanbelî literatürüne en büyük katkıda bulunan müelliflerden biri olan Muvaffakuddin îbn Kudâme'nin (ö. 620/1223) et-'Umde fî'l-fıkfoî't-Hanbet[1010] veya 'Umdetüi-ftkh 'alâ mezhebi'l-lmâm Ahmed[1011] adlı eseri, başlangıç seviyesindeki fıkıh öğrencileri için bir ders kitabı niteliğindedir. Eserde herhangi bir tartışma veya muka­yeseye girişilmeden mezhepte tercih edilen görüşler kısa bir şekil­de ve sade bir üslûpla anlatılmıştır. Ayrıca, görüşler verilirken on­ların delilleri belirtilmeyerek sadece bazı konularda birkaç âyet ve­ya hadîs sevkedîlmekle yetinilmiştir.

îbn Kudâme'nin bu muhtasarını Bahâeddin Abdurrahman b. İbrahim el-Makdİsî (ö. 624/1226) el-'Uddeşerhu'l-'Umde, [1012]Şeyhü­lislâm îbn Teymiyye (ö. 728/ 1327) Şerbu'l-'UmdeJî'l-fikb,ıw Ab-dülmü'min b. Abdülhak el-Katıl (ö. 739/1338) Şerhu'l-'Umde[1013] a-dıyla şerhetmiştir. Abdullah b. Abdurrahman el-Bessâm ise adı ge­çen muhtasarı çeşitli not ve haşiyeler ekleyerek 'Umdetü'lfıkh şerh ve ta [1014]adıyla neşretmiştir. [1015] Ayrıca Cidde'deki el-Mahkemetü'ş-şer'iyyenin reisi olan Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Hare-kân'ın yaptığı şerh ise yarım kalmıştır. [1016]

Bunlardan Bahâeddin Abdurrahman b. İbrahim es-Sa'dî el-Makdisî'nin şerhi el-'Udde, diğer şerhlere nazaran kısa bir eserdir.

Muhtasarın metni ile şerhi bir çizgiyle birihirinden ayrılmıştır. Şerh­te, metnin cümleleri parantez içerisine alınmış ve her bir cümle "Mes'ele" başlığı altında kısaca açıklanmıştır Şerh sırasında muhta­sarda belirtilen görüşlerin delilleri verilmiş, ancak mezhebin diğer görüşleri zikredilmemigtir. Hadîslerin kaynaklan ve sıhhat derece­leri belirtilmiştir.

îbn Teymiyye'nin yaptığı şerh ise sadece ibadetler kısmıyla ilgi­lidir. Bu şeriıin I. cildinde taharet, vudû, hayız ve nifas konulan, 11. ve III. ciltte ise hac konusu İşlenmiştir. İbn Teymiyye bu eserinde, îbn Kudâme'nin muhtasarında geçen cümlelerini "Mes'ele" başlığı altında ve parantez içi ifadelerle nakletmiş, daha sonra da bu cüm­leleri açıklamıştır Sadece metni açıklamakla yetinmeyen ibn Tey­miyye, şerhine yeni konu ve meseleleri de ilâve etmiş, İmam Ah-med'den gelen rivayetlerle çeşitli Hanbelî İmamlarının görüşlerini ayrıntılı şekilde nakletmiş; kitap, sünnet, sahabe sözleri ve lııgattan geniş biçimde yararlanmış, görüşler arasında sahih, esah ve ezhar olanları belirterek tercihlerde bulunmuştur. Eserde bazı konular müstakil bir risale veya kitap olacak kadar geniş bir tarzda incelen­mekle beraber, söz konusu bu şerh Hanbelî mezhebinin görüşle­riyle sınırlı kalmıştır. Eser, ibn Teymiyye'nin sağlam muhakemesi ile güçlü cedel kabiliyeti, fıkıh ve usuldeki derin bilgisi ve Hanbe­lî mezhebine dair zengin malzemesinin bir ürünü olarak, Hanbelî mezhebi literatürü içerisinde önemini hâlâ korumaktadır.[1017]

 

5. el-Mukni'

 

İbn Kudâme'nin el-'Umde'den sonra yazdığı el-Mııknîıt[1018] adlı eseri orta seviyedeki fıkıh eğitiminde ders kitabı olarak kullanıla­cak nicelik ve nitelikledir. Müellif, bu eserde herhangi bir mesele hakkında bazan farklı görüşlere yer vermekle beraber bunların de­lillerini tartışmamıştır. Kitapta konular incelenirken kazuistik (me-seleci) bir metot takip edilmiş ve sistematik bakımından kitap, bab ve fasıl sistemine göre düzenlenmiştir.

el-Mukni' Hanbeîî ulemâ tarafından çok tutulmuş ve üzerine birçok şerh yazılmıştır. Bunlardan neşredilenler şunlardır:

  1. a)Müellifin yeğeni olan Şemseddin Ebıı'l-Ferec Abdurrahman h. Ebû Ömer İbn Kııdâme el-Makdisî'nin (ö. 682/ 1283) eş-Şerbü'l[1019]adlı şerhi. Bu eser, eİ-Mukni! üzerine yapılan ilk şerhtir. Bu şerhle, el-Muk?ıi\n yazarı îbn Kudâme'nin, Hırakînin el-Muhtasar üzerine yazdığı el-Mugnîadlı büyük şerhi esas alınmış, ayrıca onda bulunmayan biıtakım mesele ve rivayetler eklenmiştir, el-Afuknfdeki meseleyi ele alan müellif önce metnin mânasını açık­lamış, daha sonra da bu konudaki muhalif ve muvafık görüşleri zikretmiştir. Bütün görüşlerin delilleri ayrıntılı bir şekilde incelen­miş ve tercih edilen görüş belirtilmiştir.[1020] Şem.seddin Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ebû Ömer el-MakdiSî'nin eseri içtihadı bir bakış­la şerhettiği, ancak bu bakış açısının Hanbelî mezhebi ile sınırlı ol-dugu söylenebilir.
  2. b)Ebû  Abdullah Şemseddin  Muhammed b.  Ebü'1-Feth  el-Ba'lî'nin (ö. 709/1309) el-Mutli' alâ ebvâbi'l-Mukni' adh eseri.[1021] el-Muknfde geçen kelimelerin sözlük ve terim mânalanni tek tek açıklayan bu şerhte görüşler tartışılmamış ve onlarla ilgili herhangi bir delil getirilmemiştir. Dolayısıyla bu kitap, daha ziyade İslâm hukukuna ait kelime ve kavramlarla ilgili bir sözlük niteliğindedir. Eserin son kısmında, başta Ahmed b. Hanbel olmak üzere, kitapta adı geçen şahısların kısa tercüme-i hâlleri verilmiştir. Ayrıca kitabın sonuna, Muhammed Beşîr el-Erbilî tarafından yapılan "Mu'cemü elfâzı'l-fıkhi'l-Hanbelî" adında isim ve kavramlarla ilgili geniş bir fihrist konmuştur.
  3. c)Burhâneddin îbn Müfiih'in (ö. 884/1479) el-Mübdi'fî şerhi'l-Mukni'adındaki şerhi.[1022] Bu eser el-Muknfin en büyük şerhi oldu­ğu gibi, mezhebin de en geniş kitaplarından biri olup, Hanbelî fı­kıh ansiklopedisi mahiyetindedir. el-Muknfin metni sayfa başında verilmiş ve şerh bir çizgi ile ayrılmış, ancak şerh sırasında da metin parantez içinde tekrarlanmıştır. Şerhte geçen görüşler geniş bir şe­kilde açıklanmış, kitap, sünnet, selefin sözleri ve Arap şiirinden de­liller  getirilmiştir.   Şârİh,   el-Muknfde  geçmeyen  bazı  konuları "Fer"', dikkat çekmek istediği bazı uyanları "Tenbih", tesbit edebil­diği önemli bir hikmet veya inceliği ise "Fâide" başlığı altında an­latmıştır. Konular işlenirken ayrıntıya girilmiş, meselelerin daha kolay anlaşılabilmesi için tasnifler yapılmıştır. Eserde, geniş hadîs ve eser malzemesi ile pekçok Hanbelî fıkıh kitabı kullanılmıştır.
  4. d)Alâeddİn e!-Merdâvî'nin (ö. 885/1480) el-İnsâj'fi ma'rifeti'r-râcib mine'l-hilâf alâ Mezhebi'!-hnârmi'l-müheccel Ahmed b. Hanbe[1023]adlı şerhi. Merdâvî, bu .şerhte mezhepte tercih edilen, sa­hih veya esah görüşleri geniş bir biçimde anlatmış, her meselenin delillerini ayrıntılarıyla zikretmiştir. Merdâvî bu şerhte takip ettiği metodu geniş bir biçimde eserin başında anlatmıştır. [1024]

Merdâvî, kendisinin bu uzun şerhini et-Tenkîhu'l-müşbi' fî tah­rîri ahkâmvl'Muknî'fîfıkhı imâmi's-sünne Ahmed b. Hanbelnı adıyla ihtisar etmiştir. Ebu'I-Yümn el-Uleymî ise (ö. 928/1522), Merdâvî'nin el-însâf[1025] el-îthâfüdıyh kısaltmıştır. [1026]

Merdâvî'nin et-Tenkîhu'l-müşbi'adlı bu ihtisarı Hanbelî litera­türünde önemli bir mevkiye sahiptir. Haccâvî (ö. 960/1552), Mer­dâvî'nin bu kitabına Kitâbü Havâşi't-tenkîh fi'lfîkh 'alâ mezhebi'l-îmâm Ahmed b. Hanbel[1027] adıyla bir haşiye yazmıştır. Takıyyüddİn Îbnü'n-Neccâr ise (ö. 972/1564) Merdâvî'nin et-Tenkîhu'l-müşbi' adlı eserine bazı ekleme ve çıkarmalar yaparak Müntehe'l-irâdât fî cem'i'l-Mukni' ma'a't-tenkîh ve'z-ziyâdâtu4 adlı kitabını telif et­miştir. Buhûtî de (ö. 1051/1641), Îbnü'n-Neccâr'in Müntehe'l-irâ­dât[1028] adlı eseri üzerine Dekâiku üli'n-nühâ li-serhi'l-Müntebâ[1029] adında bir şerh kaleme almıştır.

Ayrıca, el-Mukni'İle et-Tenkîh arasındaki münasebet ve işaret­lerle ilgili olarak Ahmed b. Abdullah el-Askerî (ö. 910/1504) el-Menhec fi'l-cem' beyne'l-Mukni' ve't-Tenkîh (yarım), Ahmed Mu­hammed eş-Şüveykî (ö. 931/1524) ise et-Tevdîh fi'l-cem' beyne'l-Muknr' ve't-Tevdîh adlı eserlerini yazmışlardır. [1030]

Öte yandan, el-Mukni üzerinde Şeyh Sa'deddin Mes'ûd el-Hâri-sî (ö. 711/ 1311), Ebu'1-Mehâ.sin Yûsuf b. Muhammed el-Makdisî (6. 719/1319) (Kifâyetli l-müslaknî H-ediHeti'l-Mıtkni) ve tarihçi Ebu'1-Yümn Müclrüddin el-Uleymî'nin de (ö. 928/1522) (Tasbî-hu'l-bilâfi'i'mutlakfi'l-Mukııt)[1031] şerh ve haşiye türünden çalış­maları bulunmaktadır.

el-Mukni hakkındaki şerh ve haşiye çalışmaları yanında, yuka­rıda adı geçen Haccâvî, İbn Kudâme'nin d-Mukni\n\ Zâdü'l-müs-takni'fî ihtisarıİ-Muknins [1032]adıyla kısaltmiştır.

Hanbelî mezhebinde tercih edilen görüşleri içeren bu muhta­sar, Buhûtî tarafından er-Ravzu'l-mürbi' bişerhi Zâdi'l-müstaknî' adıyla şerhedilmiştir. [1033] Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım el-Âsımî en-Necdî de (ö. 1392/1972) er-Ravzu'l-mürbi'üzerine Hâşi-yetü'r-Ravzı'l-mürbi' şerhi Zâdi'l-müstaknî[1034] adında geniş bir ha­şiye yazmıştır.[1035]

 

6. el-Kâfî

 

îbn Kudâme'nin el-Kâfî fî fıkhi'l-îmâmi'l-mübeccel Ahmed b. Hanbe[1036] adlı eseri de Hanbelî mezhebinin önemli temel metinle­rinden biridir. Kitap, bab ve fasıl sistemine göre yazılan eserde ko­nular geniş bir şekilde incelenmiş ve mezhepte mevcut farklı görüş­ler delilleriyle verilmiştir. Eser, müellifin el-'Umde ve el-Mukni'adlı muhtasarlarının genişletilmiş bir şekli niteliğinde gözükmektedir. İbn Kudâme'nin çağdaşlarından olan Ziyâeddin Muhammed b. Ab-dülvâhid (ö. 643/ 1245) el-Kâfî'de geçen hadîsleri tahrîc etmiştir. [1037]

 

7. el-Muharrer

 

Bağdat dışındaki Hanbelî mezhebinin en canlı merkezlerinden biri olan Harran'da Benû Teymiyye ailesinden fakih Ebu'l-Berekât

Mecdüddin Abdüsselfım b. Abdullah b. Teymiyye"nin (6. 652/ 1254) el-Muharrerfi'l'ftkh Ahmed b. Hanbel adlı eseri, klasik Hanbelî fıkıh kaynaklan içerisinde önemli bir me­tindir Müellif eserin girişinde, kitabı görüşlerin delil ve gerekçele­rine girmeksizin muhtasar bir şekilde ve öğrencilerin ezberleyebil-mesi için sade ve anlaşılır bir diüe yazdığını belirtmektedir.[1038] Bu mukaddimede ifade edildiği gibi, eserde tercih edilen görüşler kı­saca verilmiş ve delilleri zikredilmemiştir. Kitap, orta seviyedeki fı­kıh öğrencileri İçin el kitabı niteliğindedir.

Bu eser üzerine Şemseddin İbn Müflih el-Makdisî (ö. 763/1361) en-Nüket ve'l-fevâidü's-seniyye 'alâ müşkili'l-Muharrer H-Mecdid-din b. Teymiyye[1039] ve Safiyyüddin Abdülmü'min b. Abdülhak b. Mes'ûd el-Katî? (ö. 739/1338) Tabrîrü'l-mukarrerfîşerhi'l-Muharrer[1040] adında birer şerh yazmışlardır.[1041]

 

8. Kitâbü'l-Fürû'

 

Şemseddin İbn Müflih el-Makdİsî'nİn Kitâbü'l-Fürû'[1042] adlı ese­ri de Hanbelî mezhebinin Önemli metinlerindendir. Eserin kolay okunması ve ezberlenebilmesi için görüşlerin delil ve gerekçeleri çoğu zaman verilmemiştir. Müellif, genellikle mezhepte tercih edi­len görüşü öncelikle vermiş, şayet ihtilaflı bir konuda kendisinin bir tercihi yok ise burada sadece ihtilâfı zikretmekle yetinmiştir. Ayrıca onun "ale'1-esah" ifadesi iki rivayetin, "fi'1-esah" ise İki izah tarzının (vecih) en sahih olanı mânasında kullanılmıştır ki, bu ifa­deler söz konusu meselede ihtilâfın mevcut olduğuna işaret et­mektedir.

Kitâbü 'l-Fürû da sadece Hanbelî mezhebine ait görüşlerle yeti-nilmemiş, ayrıca diğer üç mezhebin görüşleri de zikredilmiştir. Bu özelliği itibariyle eser bir hilaf kitabı olarak da değerlendirilebilir. Mezhep imamlarının görüşleri belirtilirken, şayet herhangi bir me­selede ittifak ve icmâ var ise bu durum (ayın) harfi İle, üç mezhep İmamının ittifak ettiği veya mezhepte en sahih olarak kabul edilen görüş (vav), imamların ihtilâf etlikleri hususlar (ha), Ebü Hanîfe'nin hilafının olduğu konu (he), Mâlik (mim), Ebû I lanîfe ve Mâ­lik adına iki rivayet varsa (re), Şafiî (şin), onun bir konuda iki gö­rüşü varsa (gaf), imamlardan birisinin bu görüşü uygun görmesi halinde ise söz konusu meseleden önce (vav) harfi konulmuş­tur. [1043]

Kitâbü 'l-Fürû' da diğer temel metinler gibi çeşitli şerh ve haşi­yelere konu olmuştur. Bu çalışmalara Ahmed b. Ebû Bekir b. Mu­hammed b. İmâd el-Hamevî {el-Maksadü'l-müncih li-Fürü'ı Îbn Müflih), Nasaıllah b. Ahmed el-Bağdâdî el-Mısri (haşiye), Ebû Be­kir îbn Kundüs (haşiye), Yûsuf el-Merdâvî (Nibâyetü't-hükmi'l-meşrû' fî tashîhi'l-Fürü) ve Alâeddin Ebü'l-Hasan Ali b. Süleyman el-Merdâvî'nin (Tashîhü'l-Fürû') [1044] şerh veya haşiyeleri örnek gös­terilebilir. [1045]

 

9. el-lknâ' H-tâlibİ'l-intifâ'

 

Osmanlılar dönemi Şam Hanbelîleri'nin müftüsü Ebu'n-Necâ Şerefeddin Mûsâ b. Ahmed b. Mûsâ eİ-Haccâvî el-Makdisî'nin (ö. 968/1560) el-lknâ'li-tâlibi'l-intifâ'[1046] adlı eseri Hanbelî mezhebin­de Önemli bir metindir. Bu eserde Haccâvî, mezhepte tercih edilen görüşleri esas almış ve görüşlerin deHüerini vermiştir.

  1. (XVII.) asrın meşhur Hanbelî bilginlerinden Mansûr b. Yû­nus el-Buhûtî (ö. 1051/1641) mezhebin temel metinlerinden olan bu eseri Keşşâfu'l-ktnâ' 'an metni'l-îknâ'adıyla şerhetmiştir.[1047]

Mert b. Yûsuf el-Kermî ise (ö. 1033/1624) Haccâvî'nin el-lknâ'ı ile Îbnü'n-Neccâr'ın Müntehe'l-irâdâtmı Gâyetü'l-müntehâ fi'l-cetn' beyne 'l-îknâ' ve'l-Müntehâ[1048] adıyla bir araya getirmiştir.

Mer'î b. Yûsuf el-Kermî nin Gâyetü'l-müntehâ 'sı üzerinde de müteahhir bazı Hanbelî bilginleri çeşitli şerh ve haşiyeler yazmış­lardır. Bunlar arasında İbnü'1-îmâd (ö. 1089/1679), Muhammed b. Afâlik el-thsâî, İsmail el-Cerrâî, Mustafa b, Sa'd b. Abduh es-Süyûtî er-Rahyebânî ve Hasan b. Ömer eş-S,altî (ö. 1273/1856) gibi âlim­ler bulunmaktadır.[1049] Bunlardan Mustafa b. Sa'd b. Abduh e.s-Süyû-tî er-Rahyebânî'nin (ö. 1243/1827) Meiâlibü üli'n-nübâ fî şerhi Gâyeü'l-müntebâ[1050] İle Hasan b. Ömer eş-Şattî'nin bazı çıkarma ve eklemeler yaparak yazdığı Tecrîdü zevâidi'l-Gâye ve'ş-şerb adlı eserleri basılmıştır. [1051]

 

10.  Vmdetü't-tâîib

 

Vmdetü 't-tâlib, birçok Hanbelî fıkıh kitabına imzasını atan mü­elliflerden Mansûr b. Yûnus b. Selâhaddin b. Hasan b. Ahmed b. Ali b. îdrîs el-Buhûtî'nin (ö. 1051/1641) eseridir. [1052] Kitapta fıkhî ko­nular muhtasar bir şekilde anlatılmış, konuların işlenişi sırasında delillere ve diğer mezheplerin görüşlerine yer verilmemiştir.

Buhûtî'nin bu eserini Osman b. Ahmed en-Necdî (ö. 1097/ 1686) Hidâyetti 'r-râgıb H-şerhi 'Umdeti't-tâlib[1053] adıyla şerhetmiş-tir. Şerhte, fazla ayrıntıya girilmemiş, deliller kısaca verilmiştir. Ay-nca bu muhtasarı, Salih b. Hasan el-Buhûtî Vesîletü'r-râgıb adıyla nazma çevirmiştir. [1054]

 

11.  Delîlü't'tâlib

 

Son dönemin meşhur e! kitaplarından biri olan Delîlü 't-tâlib li-neyli'l-metâ[1055]  yazan Meri b. Yûsuf b. Ebû Bekir b. Ahmed b. Bekir b. Yûsuf b. Ahmed ei-Kermî d-Makdisî'dir. Eserde tercih edi­len görüşlere yer verilmiştir. Kermî, bu kitabında Îbnü'n-Neccâr la­kabıyla meşhur olan Ahmed b. Abdülazîz b. Ali el-Fütûhî'nin (ö. 972/1564) Müntehe'l-irâdât adlı eserinden çokça yararlanmıştır. Hatta bu sebeple söz konusu esere Müntehe'l-irâdâtm muhtasarı demek mübalağa sayılmamalıdır.

Kermî'nin bu eseri bazı bilginler tarafından şerhedilmiş veya üzerinde bazı çalışmalar yapılmıştır. Bunlar arasında Ahmed b. ivaz b. Muhammed el-Merdâvî el-Makdisî (iki cilt), Mustafa ed-Dûmî e.s-Sâlihî. Muhammet! b. Alxlülazîz . Mâni', İbn Ebû TagÜb la­kabıyla meşhur Abdülkadir b. Ömer eş-Şeybânî (ö.   1135/1723)

(Neylü'İ-nıc'ârih bi-şerbi I)e/î/İ'/-lâlib)[1056] İsmail b. Abdülkerînı I). Muhyiddin cl-Cerrâî ed-Dımaşkî (ö. 1202/1787) (yarım bir şerh), Muhammed b. Ahmed es-Sefârînî (ö. 1188/1774), Abdullah el-Makdisî, Salih el-Buhûtî (Meslekü'r-râgıb şerbu Delîli't-tâlib) [1057] ve İbrahim b. Muhammed b. Salim b. Duveyyân (ö. 1353/1935) (Me-nârü's-sebîlJîşerhi'd-Delîl) [1058] bulunmaktadır.

Ali Abdülhamîd Baltacı ve Muhammed Vehbî Süleyman ise İbn Ebû Tağlİb'İn Neylü İ-me'ârib bi-şerbi Deltlit-tâliblyle İbn Duvey-yân'ın Menârü's şerhi'd-Delîl adlı eserini birleştirerek el-Mu 'temedJî fıkbi'l-îmûm Ahmed[1059] adını vermişlerdir.

Öte yandan, Muhammed b. İbrahim b. Ureykân ve Halep ule­mâsından Muhammed Râgıb et-Tabbâh (ö. 1370/1950), Kermî'nin Delîlü't-tâHb\ni nazma çevirmişlerdir. [1060]

 

B) Usul Kitapları

 

Hanbelî usûl-i fıkhına dair günümüze ulaşan ilk eser Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın (Ö. 458/1066) el-Vddefî usûli'l-fıkh adlı kitabıdır. Yi­ne onun usul, fürû ve akâid konularıyla ilgili Kitâbü'r-Rivâyeteyn ve'l-vecheyıı'min[1061] usûl-i fıkıhla ilgili bölümü Abdülkerîm b. Mu­hammed el-Lâhim tarafından el-Mesâilüi-usûiiyye min Kitâbi'r~Ri-vâyeteyn ve'l-veçheynadıyla yayımlanmıştır. [1062] Ayrıca Ebû Ya'lâ'nın kütüphane kayıtlarında el-Kifâye Jî usûli'l-fıkb[1063] adında bir eseri daha bulunmaktadır. Bunlar yanında Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî'nin (ö. 510/1116-7) el-'lenıbîd Jî ustVil-fıkb, Ebu'1-Vefâ İbn Akîi'in d-Vâzıh Jt usiUi'l-fıkb[1064] Ebu'l-Ferec [bnü'l-Cevzî'nin (6. 597/1201) Minbâcü'l-vüsûlve cl-'UddeJî'usûli'l-fıkb, Muvaffakuddin ibn Ku-dâme'nin Ravzatü'n-nâzır, Ebu'l-Ferec Nâsıhuddin İbnü'l-Hanbe-lî'nin (ö. 634/1236) Kilâbü Akyiselİ'n-Nebîyyi'I-MustaJâ Mubammed, [1065] Mecdüddin Ebu'l-Berekât İbn Teynıiyye'nin (Ö. 652/1254) yarım bıraktığı ve oğlu Şehâbeddin iie torunu Takıyyüddin İbn Teymiyye tarafından tamamlanan el-MüsevvedeJî'usûli'l-fıkb, yine Takıyyüddin İbn Teymiyye'nin el-Islihsân ve'l-kıyâs, [1066] tkâmetü'd-delîl 'alâ ibtâli't-tahlü, [1067] Nakdü merâtibi'l-icmâ1[1068] ReJ'u'l-me-lâın 'ani'l-eimmeti'l-a'lâm[1069] Der'ü te'âruzı'l-'akl ve'n-nakl[1070] gibi kitapları, Safiyyüddin Abdülmü'min b. Kemâlüddin Abdülhak el-Bağdâdî el-Hanbelî'nin (ö. 739/133S) Tahkîkıı'l-emel Jî ilmeyiİ-usûl ve 'l-cedel adlı kitabı ile bunun muhtasarı olan Kavâidü 'l-usûl ve me'âkıdü'l-Jusûl[1071]İbn Kayyim el-Cevziyye'nin (ö. 751/1350) İ'lâmü'l-muvakkı'în 'an Rabbi'l-'âlemtn, Ebû Abdullah Şemsed-din İbn Müflih el-Makdisî'nin (ö. 763/1362) Kitâbü Usûli'l-Jtkh, [1072] Alâeddİn Ali b. Süleyman el-Merdâvî'nin Tahnrü'l-menkûlJt teh-zîbi ilmi'l-usûl ve bunun şerhi olan et-Tahbîr Jî şerbi't-Tahrîr ile Tahrfrü'l-menkııtün Takıyyüddin Ibnü'n-Neccâr (ö. 972/1564) ta­rafından yapılan el-Kevkebü'l-münîrâdh ihtisarı ve el-Muhteberü'l-mübteker şerbu'l-Muhtasar (Şerbu'l-Kevkebi'l-münîr) adlı Şerhi, İbnü'l-Lehhâm lakabıyla meşhur Alâeddin Ali b. Muhammed b. Abbas b. Şeybân el-Ba'lî'nin (ö. 803/1400) el-Muhtasar Jî usûli'l-fıkb 'alâ mezbebi'l-lmâm Ahmed b. Hanbel[1073] adlı muhtasar kita­bı Hanbelî mezhebinin önemli usul kaynaklanndandır.

Şimdi bu eserlerden bazılarını yakından tanımaya çalışalım.[1074]

 

1. el-UddeJT usüli-fikb

 

Hanbelî mezhebinin günümüze ulaşan ilk usul kitaplarından biri Ebû Ya'la Muhammed b. Hüseyin ef-Ferrâ'nın (ö. 458/1065) el-'Uddeft usûli'l-fık[1075] adlı eseridir.

Tarihî süreç bakımından el-'Udde, Mutezile usulcüsü Ebıı'1-Hü-seyin el-Basrî'nin (Ö. 436/1044) Kitâbü'l-Mu'temedi[1076] ile Şafiî usulcüsü İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî'nin (ö. 478/1085) el-Bur-hân[1077] yazıldığı dönemlerin oltasına tesadüf etmektedir.

el-'Udde, Hanbelî mezhebinin usule dair görüşlerini anlatması açısından orijinal bir eser olmakla beraber, sistematik bakımından Ebü'l-Hüseyin'İn el-Mu'temedine çok benzemektedir. Bu benzer­likten, Ebû Ya'la'nın el-'UddeSfi yazmadan önce, aynı zamanda kendisi gibi Bağdatlı olan Ebü'l-Hüseyin'in kitabını gördüğü ve on­dan faydalandığı anlaşılmaktadır. Hatta, Ebû Yala muhkemin tanı­mını yaparken bizzat Ebü'i-Hüseyin'in adını zikretmek suretiyle Mu'tezile'nin bu konuyla ilgili görüşünü nakietmiştir.[1078]

Hemen hemen kendisinden sonra yazılan bütün Hanbelî usul kitaplarına kaynaklık yapan el-Vdde'nin î. cildinde bazı usul kav­ramlarının tanımı ile harfler ve emir bahsi incelenmiştir. II. cildin­de nehiy, umum, istisna, muhkem ve müteşâbih; III. ciltte nesh, te­aruz ve tercih; IV. ciltte icmâ, taklit, kıyas; V. cildinde ise illet, iti­raz, ietihad konusu ile Ahmed b. Hanbel'İn kullandığı bazı hukukî kavramlar yer almaktadır.

Eserde konular incelenirken önce meselenin mahiyeti açıklan-mış, sonra tercih edilen görüş ve diğer muhalif görüşler anlatılmış­tır. Görüşlerin delilleri verilirken önce tercih edilen görüşün delil­leri nakledilmiş, daha sonra da bu deliller aleyhine ileri sürülen iti­razlar reddedilmiş ve son olarak da muhalif görüşlerin delilleri açıklanmıştır. Müellif, görüşler arasından mezhepte sahih kabul edileni veya kendi tercih ettiği görüşü açıkça belirtmiştir.

el-'Udde de, Hanbelî mezhebinin usule dair bütün görüşleri ve­rilmeye çalışılmış ve bu konuda herhangi bir ihtisara gidilmemiştir. Bu durum ise, mezhebin usule dair görüşleri arasında mukayese yapma veya mezhebin o konuda geçirdiği süreci görebilme imkâ­nı vermiştir. Kitapta, kısmen Şâfiîler'e daha fazla olmak üzere, di­ğer mezheplerin görüşlerine de yer verilmiştir. Ancak burada mü­ellifin temel amacı, Hanbelî mezhebinin görüşlerini ortaya koymak olmuş ve her meselede bu mezhebin bakış açısını ayrıntılı bir şe-kİİde incelemeye çalışmıştır.

Ebû Ya'lâ el-Ferrâ, İmam Ahmed b. Hanbel'İn görüşlerini nak­lederken bunların nas, işaret veya ima gibi hangi yoldan geldikle­rini, bu bilgileri nereden ve nasıl aldığını belirtmiştir. Bu arada, söz konusu rivayetler arasında İrtibatlar kurmuş, görüşlerin ilk râvisi-nin kim olduğunu tesbite çalışmıştır. Rivayetlerin sıhhati hakkında­ki bu titizliği yanında, bir konuda mevcut olan rivayetlerin hemen tamamını vermeye çalışmış ve bu konuda herhangi bir kısıtlamaya gitmemiştir. Şayet konu geniş ve karmaşık ise, "mesele"ler şeklin­de alt başlıklara ayırarak tafsilâtlı bir şekilde incelemiştir. Görüşler arasında sadece terime dayalı bir ihtilâf mevcut olup gerçek bir ay-nlık yok ise bu durumu açıklamış ve uzlaştırıcı bir sonuca varma­ya çalışmıştır. Müellif kullandığı delilleri sıralarken önce Kitap ve Sünnet'ten delilleri getirmiş, daha sonra da icmâ, kıyas, sahabe sözleri, Arap şiiri ve Arapça gramerinde üstat olan ilim adamlarının görüşlerine yer vermiştir.[1079]

 

2. et-Temhîdfî'usûli'l-fıkh

 

Fıkıh usulünde mezhebin ikinci büyük eseri Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî'nin (ö. 510/1116-7) et-Temhîdfî usûli'l-fıkh adlı kitabı­dır. [1080] Bazı kaynaklarda adı et-Temhîd fî 'İlnıi'l-usûl li-ftkhi'l-Ha-nâbile, et-Temhîd'fi'l-usûlva Usûlü'l-fikb olarak da geçen eser, da­ha sonra gelen hemen bütün Hanbelî müelliflerin kaynaklarından biri olmuştur.[1081]

Eserin I. cildinde fıkıh, usul, deliller ve çeşitleri, nas, zahir, umum, mücmel, icmâ, kıyas gibi çeşitli fıkhı ıstılahların tanımı, sonra harflerle ilgili açıklamalar, usûl-i fıkhın tertibiyle ilgili kısa bir giriş, emir ve nehiy konulan yer almıştır. II. ciltte umum, husus ve tahsis, mutlak-mukayyet, müemel-mübeyyen, hakikat-mecaz, muhkem-müteşâbih. beyan, nesih ve şer'u men kablenâ; III. ciltte haberler (ahbâr), icmâ, kıyas; IV. ciltte kıyasla ilgili çeşitli konular, tercih kaideleri, istishâbü'1-hâl, ietihad ve taklitle İlgili tartışmalar bulunmaktadır.

Ebu'l-Hatlâb bu eserinde sistem, metot ve içerik bakımından büyük oranda hocası Ebû Yala el-Ferrâ'nın eİ-'Uddesinden yarar­lanmıştır Bu arada onun hocasından ayrıldığı çeşitli görüşleri de bulunmakladır.[1082]

Ehü'l-Hattâb eserde sadece Ahmed b. Hanbel'in görüşlerini nakletmekle kalmamış, aynı zamanda bu rivayetlerin sıhhatini tet­kik etmiş ve diğer Hanbelî âlimlerinin de görüş ve delillerini ver­miştir. Bu arada diğer mezhep imamlarının görüşlerini de gerekti­ği zaman geniş bir şekilde açıklamıştır. et-Temhîd ihtiva ettiği bu zengin malzeme itibariyle yalnızca bir mezhebin usul kitabı olmak­tan ziyade, mukayeseli bir usut-i fıkıh çalışması niteliğindedir.

Diğer yandan, Ebu'l-Hatlâb'ın eserinde hem sistematik hem de içerik olarak en çok yararlandığı kaynaklardan birinin meşhur Mus-tezile bilginlerinden Ebu'l-Hüseyin el-Basrî'nin (ö. 436/1044) el-Mu 'temed adlı kitabı olması da dikkat çekicidir. Ebu'l-Hattâb'ın ba-zan isim vererek bazan da İsim vermeyerek Ebü'l-Hüseyin el-Basrî'nin görüşlerini nakletmesi, [1083] Hanbelî mezhebinin Mu'tezile'ye karşı katı tutumu ve mücadelesi hatırlandığı zaman, [1084] genel olarak Hanbelîliğin olmasa da ferdî olarak bazı Hanbelî müelliflerin geçir­diği değişimin bir ifadesi olarak değerlendirilebilr.

Müellif her konunun başında kendi tercihini açıkça belirtmiş ve daha sonra da delillerini sıralamıştır. Arkasından, muhalif görüşü delilleriyle beraber geniş bir şekilde nakletmiş ve bu esnada her­hangi bir mezhep taassubu ve saldırganlık içerisine girmemiştir. Bütün bu deliller ve tartışmalar esnasında Ebü'l-Hattâb sade ve anlaşılır bir dil kullanmış, yaptığı tercihler arasında çelişkiye düşme­miş ve belirli bir tutarlılık sergilemiştir. Eserin bu özellikleri, müel­lifin usûl-i fıkıhtaki engin bilgisinin bir sonucu olmalıdır. [1085]

Ancak bütün bu üstün vasıflarına rağmen, eserde bazı zaaflar da göze çarpmaktadır. Meselâ, eserde bazı zayıf hadîslere yer verilmiştir. Bu arada usul tartışmaları yapılırken kullanılan deliller arasında fümile ilgili örneklerin az oluşu dikkati çekmektedir- Ay­rıca, özellikle tanımlarla ilgili bilgilerin, önceye atıfta bulunulmak-sızın sıkça tekrarlandığı görülmektedir. Yine, eserde çeşitli görüş­lerin bazı şahıs veya mezheplere nisbeti sırasında birtakım hatalar olduğu söylenmektedir. [1086]

 

3. Ravzatü'n-nâzır

 

Hanbelî usulünün en Önemli eserlerinden biri olan Ravzatü'n-nâzır ve cünnetü'l-münâzır usûli'l-fıkh 'alâ mezhebi'l-îmâm Abmed'[1087] Muvaffakuddin îbn Kudâme kaleme almıştır.

Daha sonra gelen birçok Hanbelî usulcünün faydalandığı bu eserin çatısını Gazzâlî'nin el-Müstasfâ min ilmi İ-usûlıl[1088] adlı kitabı teşkil etmektedir, Hatta onun, el-Müstesfâ'nın bir ihtisarı olduğu dahi söylenebilir. Ancak müellif, Ravza'nm hemen hiçbir yerinde bu hususa işaret etmemiştir.

Ravza, yaklaşık olarak bütün usûl-i fıkıh konularını muhtasar bir biçimde ihtiva etmektedir. I. cildinde bazı usul kavramlarının tanımı, lafızların çeşitleri ve mânaya delâlet şekilleri, hüküm, şer'î delillerden Kitap ve Sünnet konuları; II. cildinde icmâ, istishâb, şer'u men kablenâ, sahabe kavli, istihsan, istislah, bazı dil bahisle­ri, beyan, emir, nehiy, umum, husus, tahsis, mutlak ve mukayyet bahisleri; III. cildinde ise kıyas, İctihad, taklit ve tercih konuları in­celenmiştir.

tbn Kudâme bu eserini sade bir dille yazmış, tanımlar sırasında fazla ayrıntıya girmemiş, ancak konunun gerektirmesi halinde ba­zı "fasıllar açarak gerekli açıklamaları yapmıştır. Müellif, eserinde daha ziyade îmam Ahmed b. Hanbel'in görüşlerini ve ondan gelen rivayetleri vermiş, konuları tartışırken Hanbelî mezhebinin görüş­leri ile diğer mezheplerin bakış açıları arasında irtibatlar kurmaya çalışmıştır. Meselâ. "Bu konuda imamdan İki rivayet bulunmakta­dır. Onlardan birisi şöyledir ve bu görüşü ayrıca Şâfiîler veya Ha-nefîler de savunmuştur" şeklinde bağlantılar kurmuş ve bazı mu­kayeselerde bulunmuştur. Hemen her meselede tercihini belirten müellif, özellikle kendi mezhebinin görüşlerini savunmak için kitap, sünnet, icmâ, kıyas, sahabe sözleri ve Arap şiirinden sıkça de­liller getirmiştir. Ancak onun, zorunlu olmadıkça aklî delilleri kul­lanmadığı görülmekledir.

Bu özellikleri yanında, eserde bazı mevzu hadîslerin kullanıldı­ğı ileri sürülmüş, ayrıca birtakım ibarelerinde zorluklar bulunduğu, bazı görüşlerin sahiplerine nisbeti hususunda da çeşitli şüpheler olduğu şeklinde çeşitli tenkitler yöneltilmiştir. [1089]

Ravzatü'n-nâzır eskiden Hanbeiî medreselerinde fıkıh usulü ders kitabı olarak okutulduğu gibi bugün de Suudi Arabistan'da di­nî eğitim veren bazı fakülte ve okullarda aynı şekilde ders kitabı olarak okutulmaktadır.

Öte yandan, bu eser üzerinde çeşitli çalışmalar da yapılmıştır: Muhammed b. Ebü'1-Feth el-Ba'lî (ö. 709/1309) Telhisti Ravzati'n-nâzır[1090] adlı kitabında Ravza'yı ihtisar etmiş, ancak onun mantık­la ilgili mukaddimesini koaımuş ve ayrıca tertibini de bozmamıştır.

Necmeddin Ebü'r-Rebî' Süleyman b. Abdülkavî et-Tûfî (ö. 716/ 1316) önce Ravza'yı ihtisar etmiş, onun mukaddimesinde bulunan mantık ilmiyle ilgili bazı konulan çıkarmış, aynca yeni bazı mese­leler eklemiş ve bu ihtisara el-BülbülJT usûli'l-fıkh[1091] adını vermiş­tir. Tûfî, daha sonra bu muhtasarını Şerhu Muhtasarı 'r-Ravza adıyla şerhetmiştir. Tûfî'nin bu şerhi, Ravza'nm metninden çıkardı­ğı birçok kısım ve eklediği geniş bölümler itibariyle adı Şerhu Muhtasarı'r-Ravza [1092] olmakla beraber, Ravza'Ğan. müstakil ve Özgün bir eser niteliğindedir. Bu özellikleri itibariyle de adı geçen şerh, Tûfî'den sonra yetişen Alâeddin Ali b. Süleyman el-Merdâvî (ö. 885/1480) ve Takryyüddin el-Fütûhî (ö. 979/1571) gibi Hanbelî fa-kih ve usulcülerinin temel kaynaklanndan biri olmuştur.

Bu arada islâm hukuku, usulü ve tarihiyle ilgili çeşitli konular­da özgün fikirlere sahip olan Tûfî, [1093] "Zarar ve mukabele bi'z-zarar yoktur"[1094] hadîsini şerhederken, mezhebindeki genel kabullerin aksine olarak, maslahata riayet prensibinin beyan ve tahsis yoluy­la nas ve icmâa takdim edileceğini ileri sürmüş[1095] İse de onun btı görüşleri Şerhu Muhtasarı 'r-Ravza hin maslahat konusunda veya bir başka bölümünde yer almamıştır. Ayrıca, onun Şiîleştiği (teşey-yü' ettiği) yolundaki İddialara rağmen, [1096] bu konuda da adı geçen şerhte herhangi bir ima veya işarete rastlanmaz. Dolayısıyla söz konusu şerh, Hanbelî mezhebinin usule dair görüşlerini anlatan güvenilir kaynaklardan biridir.

Öte yandan, Alâeddin el-Kinânî el-Askalânî, Tûfî'nin Ravzatü'n-nâzır üzerine yaptığı ihtisarı şerhederek Sevâdü 'n-nâzır ve şekâiku 'r-Ravzı 'n-nâzır adını vermiştir. [1097]

Abdülkadir b. Ahmed b. Mustafa Bedrân ed-Dûmî ed-Dımaşkî İse, Ravzatü'n-nâzıfdi bazı notlar eklemiş ve bu notlann çokluğu sebebiyle eser şerh niteliğini kazanmış ve bu şerhe Nüzhetü 1-hâ-tıri'l-ât[1098] adını vermiştir.

Muhammed el-Emîn b. Muhtar eş-Şinkîtî de Ravza'nm başta mantıkla ilgili konulan içeren mukaddimesi olmak üzere bazı me­selelerini çıkarıp yeni bazı konular ilâve ederek Müzekkire JT usû-li'l-fıkh[1099] adlı eserini meydana getirmiştir. Bu eser de Suudi Ara­bistan'daki çeşitli fakültelerde fıkıh usulü ders kitabı olarak okutul­maktadır.

Yine Abdülkadir h. Şeybelülhamd. Havza'nın mantıkla ilgili mukaddimesi ve  hilafla  ilgili ayrıntıları ihtisar ederek  Inılâ'u'i-uhûl bi'Ravzati'l'tısûladını vermiştir. [1100]

Abdülazîz b. Abdurrahman es-Saîd ise îbn Kudânte ve âsarıı-bü'!-ıısûliyye[1101] adlı eserinin I. cildinde Hanbelî mezhebinin kısa­ca tarihçesini verdikten sonra, îbn Kudâme'nin hayatını, eserlerini ve Ravzatü'n-nâzıria ilgili tanıtıcı bazı bilgileri aktarmış; II. cildin­de ise küçük bazı dipnotlarla Ravzatü 'n-nâztr\n metnini neşret-miştir. Ancak eserin bu cildinin üzerinde îbn Kudâme ve âsâru-bü 'l-usûliyye, yazar olarak da Abdülazîz b. Abdurrahman es-Saîd adının geçmiş olması, öğrenci ve okuyucuların zihninde bir karı­şıklığa sebep olmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu II. cildin adının Ravzatü 'n-nâzir, yazarının ise îbn Kudâme olarak değiştirilmesi ve Abdülazîz b. Abdurrahman es-Saîd'in adının da naşir olarak açıkça belirtilmesi bu karışıklığı önleyecektir.[1102]

 

4. el-Müsevvedefî usûli'l-fıkb

 

el-Müsevvede Jı usûli'l-fıkh[1103] Harranlı Benû Teymiyye ailesin­den gelen Mecdüddİn Ebü'l-Berekât Abdüsselâm b. Abdullah (ö. 653/1255) tarafından yazılmaya başlanmış bir usûl-İ fıkıh kitabıdır. Ancak o bu eseri tamamlayıp temize çekeme imkânı bulamamıştır. Daha sonra oğlu Şehâbeddin Ebü'l-Mehâsin Abdülhalîm b. Abdüs­selâm (ö. 682/1283) bu müsveddelere bazı İlâvelerde bulunmuş, ancak o da kitabı ikmal edememiştir. Torunu Şeyhülislâm Takıy­yüddin Ebü'İ-Abbas Ahmed b. Abdülhalîm (ö. 728/1328) ise baba ve dedesinin bıraktığı bu müsveddelere bazı bilgiler eklemiş, an­cak o da bu yazıları temize çekme fırsatı bulamamıştır. Şeyhülislâm Takıyyüddin Ebü'İ-Abbas Ahmed b. Abdülhalîm'in ölümünden on yedi yıl sonra, öğrencilerinden Ebu'l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Abdülganî el-Harrânî (ö. 745/1344) bu müsveddeleri temize çekerek bir araya getirmiş ve her müellifin görüşlerini diğe­rinden ayırarak eseri tertip etmiştir.

Kitabın fasıllarının başında veya konuları içerisinde geçen "Şey-hünâ" kelimesinden maksat Şeyhülislâm Takıyyüddin Ebü'İ-Abbas Ahmed b. Abdülhalîm, ;'Vâ!idü şeyhinâ" kelimesinden amaç İse Şe-hâbüddin Ebü'l-Mehâsin Abdülhalîm b, Abdüsselâm'dır. Söz konusu bu iki şahsın adının anılmadığı yerler ise tabii olarak Mecdüd-din Ebü'l-Berekât Abdiisselâm b. Abdullah b. Hıchr'a ;üı bölümler­dir. Çünkü eserin aslı ona ait olup. diğer iki müellif ona sadece ba­zı ilâvelerde bulunmuşlardır.

Ebu'l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-Harrânî'nin el-Mihevve-deyi bu şekilde ortaya çıkarmasından sonra, kitap Hanbelî bilgin­leri arasında beğenilmiş ve birçok kişi onu kaynak olarak kullan­mıştır. Eser, ihtiva ettiği Hanbelî mezhebine ait zengin usul malze­mesi bakımından bugün de usûl-i fıkıh ve Hanbelî doktrini hakkın­da çalışma yapanlar için müstağni kalınamayacak bir kaynak olma niteliğini hâlâ koaımaktadır.[1104]

 

5. î'lâmü'l-muuakkı'în

 

î'lâmü'l-mııvakkî'în 'an rabbi'l-'âlemînm[1105] îbn Kayyim el-Cev-ziyye lakabıyla meşhur olan Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekir'in (ö. 751/1350) yazdığı en önemli eserlerden biridir.

îbn Teymİyye'nİn meşhur öğrenci ve bağlılarından biri olan îbn Kayyim el-Cevziyye'nin bu eseri, sistematik ve içerik bakımından klasik bir usûl-i fıkıh kitabı gibi olmayıp fıkıh, usul ve fıkıh tarihi hakkında genel bilgiler veren ansiklopedik mahiyette bir kitaptır. Ancak, içerdiği meselelerin çoğu fıkıh usulünün konuları olması sebebiyle o, burada Hanbelî usûl-i fıkıh kitapları İçinde İncelen­mektedir.

Eserin I. cildinde Hz. Peygamber'in ashabı içerisinden yetişen fakihlerle daha sonraki dönemlerde çeşitli şehirlerde yaşayan bazı bilginlerin hayatı ve Ahmed b. Hanbel'in fetva usulü, sahabenin fetva verirken takip ettikleri metotlar, kıyas, nesh, re'y ile fetva ve bu konuda bazı sahabenin olumlu veya olumsuz görüşleri, Hz. Ömer'in muhakeme usulüyle İlgili olarak Ebû Mû.sâ el-Eş'arî'ye gönderdiği mektup ve bu mektup çerçevesinde niyet, sulh, kıyas­la ilgili bazı tartışmalar ve istishâb gibi konular birçok fürû örnek­leriyle incelenmiştir.

Eserin II. cildinde, kıyasla ilgili tartışmalara devam edilmiş, çe­şitli emir ve yasaklarla ilgili naslar illet-hikmet ilişkisi acısından in­celenmiş ve Selefin fetva verirken göz önünde tuttuğu  esaslar, nesli, tahsis, Resûlullah'ın fiil, takrir ve terkinin değerlendirilmesi gibi konular zengin Örneklerle açıklanmıştır. Yine bu ciltte taklil konusu[1106] geniş bir biçimde ele alınmıştır.

III. ciltte Örf, maslahat, niyet ve maksat ilişkisi, makasıdın hük­mü ve çeşitleri, rürûdan verilen örnekler ışığında tartışılmıştır. Bu cildin büyük bir kısmı ise (kanuna karşı) hile (hile-İ şer'iyye) konu­suna ayrılmıştır. Müellif, burada hileye (çoğulu hiyel) karşı tavır alarak, İslâm hukukunda hilenin haram olduğu hususunda birçok delil getirmiştir. Ancak Saîd Ramazan el-Bûtî, İbn Kayyim el-Cev-ziyye'nin hilenin tanımıyla ilgili görüşlerinin açık ve anlaşılır olma­dığını, onun fakihlerin çoğunluğunun (cumhur) hile-i şer'İyyeden ne kastettiğini açıkça ortaya koymadan, hemen hemen hiç kimse­nin kabul etmediği 100'den fazla hile örnekleriyle sözünü uzattığı­nı ve sonra da bunları her çeşit hilenin veya hiyelin büyük bir kıs­mının reddi konusunda delil olarak kullandığını, ayrıca onun sıh­hat ve butlandan da neyi kastettiğini açık bir şekilde ortaya koyma­dığını ileri sürmüştür. [1107]

Bu tenkitler ışığında Ibn Kayyim el-Cevziyye'nin verdiği hile ör­neklerine bakıldığı zaman, gerçekten onun hile kapsamına girme­mesi gereken ve doğrudan doğruya hukuka aykın birtakım mu­ameleleri de hiyel içerisinde incelediği görülür. [1108] Ancak bu tenkit­lere rağmen eserin hile ile ilgili bu kısmı, hiyel konusunda yazılan birçok müstakil kitaptan daha geniş, kapsamlı ve kıymetli bulun­maktadır.

Müellif, eserin IV. cildinde de hilenin iptaliyle İlgili delillerini sı­ralamaya devam etmiştir. Daha sonra müftü ve müctehidlerin taba­kalarını, müftünün fetva verirken dikkat etmesi gereken hususlar gibi fetva usulüyle ilgili birtakım esaslan incelemiştir.

İbn Kayyim el-Cevziyye, bu eserinde genel olarak usûl-i fıkhın konularını tartışmakla beraber, kullandığı üslûp fıkıh usulü kitap­larından ziyade klasik ahlâk ve mev'iza kitaplarının üslûbuna ben­zemektedir. Bunda İbn Kayyim'in meşhur bir vaiz olması ve ahlâk, tasavvuf ve mev'ize gibi çeşitli konularda eser yazmış olmasının et­kisi bulunabilir. Diğer taraftan bu eser, genel olarak İslâm hukukunda hikmet ve makasıda dayalı gaî (leleoiojik) yorum anlayışını savunması itibariyle de İslâm hukuk tarihi ve hukuk metodolojisi açısından önemli bir kaynaktır.[1109]

 

6. Tahrîrü 'l-tnenkûl

 

Hanbelî mezhebinin temel usul kaynaklarından biri olan Tab-rirü'I-menkûl Jt tebzîbi 'ilmi'l-usûl, bu mezhebe birçok eser ka­zandıran Alâeddin Ali b. Süleyman el-Merdâvî tarafından kaleme alınmıştır.

Tahrîrü 1-menkûl üzerinde Takıyyüddin Ibnü'n-Neccâr'ın (ö. 972/1564) çalışmaları meşhurdur. O, eseri önce Muhlasarü't-Tah-nrveya el-Kevkebü'l-münîr adıyla ihtisar etmiş, daha sonra da bu muhtasara el-Muhteberu'l-mübteker şerhu'l-Muhtasar veya Şer-hü'l-Kevkebi'l-münîradıyla bir şerh yazmıştır.

Bu şerhi Muhammed Hâmİd el-Fıkî neşretmiş[1110] İse de bu neşir eksik bir nüshadan yapıldığı için eserin ancak üçte biri kadardır. Daha sonra Muhammed ez-Zühaylî ve Nezîh Hammâd adı geçen şerhi çeşitli nüshaianyla karşılaştırarak geniş dipnotlar, haşiyeler ve çeşitli fihristler de ilâvesiyle ilmî neşrini yapmışlardır, [1111]

Ibnü'n-Neccâr'ın sade bir üslûpla yaptığı bu şerh, Tahrîrü'l-menkûlU daha anlaşılır ve yararlanılabilir hale getirmiş ve onu ta­mamlamıştır. Bu metin ve şerh biribirine o kadar uyumlu ve insi­camlıdır ki, metinle şerhi biribirinden ayıran parantezler kaldırılmış olsa okuyucu onun tek bir müellifin kaleminden çıkmış müstakil bir eser olduğunu zanneder.

Şerhin I. cildinde çeşitli terimlerin tanımları, lafzî delâletler, şer'î hüküm ve teklif konuları yer almaktadır. II. ciltte şer'î delillerden kitap, sünnet, icmâ ve sahabe kavli; III. ciltte emir-nehiy, umum-husus, mantûk mefhum ve nesih meselesi; IV. ciltte ise kıyas ve di­ğer bazı usul konuları incelenmiştir.[1112]

 

C) Kavâid Kitapları

 

Hanbelî mezhebinin literatürü içerisinde hukukun genel pren­sipleri mahiyetinde olan küllî kaidelerle ilgili birçok eser bulun­maktadır. Bunlar arasında Necmeddin et-Tûfî'nin (ö. 716/1310) el-Kava 'idü 's-suğrâ, el-Kavâ 'idü 'l-kübrâ ve er-Riyâdü 'n-nevâdirfi 7-eşbâh ve'n-nezâir, Takıyyüddin tbn Teymİyye'nin el-Kavâ'idü'n nûrâniyyettîıl~fıkhiyye, F.bu'l-Abbas Şerefeddin İbn Katlı'l-Cebel'in (ö. 771/1370) el'Kavâ'idü'l-fıkbiyye[1113] ibn Reeeb'in el-Kavâ'id'JVt-fıkhi'l-İslâm, İbnü'l-Lehhâm lakabıyla meşhur Alâeddin Ali b. Ab-bas el-Ba'lî'nin (ö. 803/ 1400) el-Kavâ'id, Yûsuf b. Hasan b. Abdül-h-âdî ed-Dimaşkî'nin (ö. 909/1505) Kİtâbül-Kavâ'idi'l-kulliyye ve'd-davâbitı'l-fıkhiyyeadlı eserleri önemli bîr yer tutar. [1114] Ayrıca, aslen Hanefi mezhebine mensup olup Mekke'de el-Mahkemetü'ş-şer'İy-yetü'l-kübrâ'nm başkanlığını yapan Ahmed b. Abdullah el-Karî'nin (ö. 1359/1940) Kavâ'id {Mecelletü'l-abkâmi'ş-şer'iyye 'alâ Mezhe-bi'l-imâm Ahmed b. Hanbet) [1115] adlı kitabı da Hanbelî doktrininde-ki genel hukuk prensipleri konusunda modern bir çalışmadır.

Bu eserlerden bazılarını kısaca tanıtmak İstiyoruz. [1116]

 

1. el-Kavâ'idü'n-nûrâniyye

 

Takıyyüddin Ibn Teymiyye'nin fıkhı kaidelerle ilgili el-Ka-vâ'idü'n-nûrâniyyetü'l-fikhiyye[1117] adlı eseri müellifin tefsir, hadîs, fıkıh ve kelâm gibi çeşitli sahalardaki zengin bilgisinin bir ürünü olarak gözükmektedir. Onun bu eserde zikrettiği birçok kaideye aynca el-Fetâvâ[1118] adlı eserinde de rastlamak mümkündür.

îbn Teymiyye'nin hukuk kâideteriyle ilgili bu eseri, klasik fıkıh kitapları sistematiğine göre tasnif edilmiş ve taharetten diğer temel fıkıh konularına kadar her bir bahis ayrı başlıklar altında incelen­miştir. Her konuyla ilgili hukukî kaideler verilmiş ve onlar hakkın­da fakihlerin ihtilâfları fürûdan çeşitli örnekler ışığında açıklanmış­tır. Ne var ki, müellif sürekli olarak kendisini bu sistematikle ba­ğımlı hissetmemiş, değişik münasebetler ve farklı başlıklar altında bazı yardımcı kaidelere de yer verdiği olmuştur.[1119]

 

2. el-Kavâ 'idfi'l-fıkbi'l-hlâmt

 

Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Receb'in (Ö. 795/1392) kaleme al­dığı el-Kavâ'idfi'l-fıkhi'l-lslâm, [1120] genel hukuk kuralları konusunda sadece llanbelî mezhebinin değil, bir bülün olarak İslâm huku­kunun en önemli kaynaklarından birini (eskil eder. Bu eserin bir diğer adı Taknrü'l-kavâ'id ve fahrîni l-fei'âid'dn'.

İçerisinde 160 kaidenin incelendiği bu eserde, kaideler klasik fıkıh kitapları sistematiğinde değil de "Birinci, İkinci, üçünücü... kaide" başlıkları.altında verilmiştir. Bununla birlikte, ilk kaidelerin genellikle tajıâret ve ibadetlerle ilgili olmasından hareketle, müel­lifin onları sıraya koyarken belirli bir sistematiği gözettiği anlaşıl­maktadır. Bu arada nâ.sir tarafından kitabın sonuna konulan fihrist­te, fürûile ilgili kitap ve bab başlıkları açılarak ilgili oklukları kaide­lerin sıra.ve sayfa numaraları gösterilmiştin Bu fihrist kitaptan ya­rarlanmayı artırmış olmakla beraber, kitapta geçen kaidelerle ilgili herhangi bir fihrist bulunmamaktadır. Bu sebeple islâm hukuku­nun en önemli kaynaklarından birini teşkil eden el-Kavâ'id'ın, İçinde geçen bütün nasların tahrîcinin yapılacağı, mezhebe ait gö­rüşlerin ana kaynaklardan referanslarının gösterileceği, kitap, yer, kavram, konu, kaide gibi çeşitli açılardan fihrist ve indekslerinin bulunacağı ciddi bir tahkike ihtiyacı bulunmaktadır.[1121]

 

3. el-Kavâ'id ve'l-fevâidü'l-usûliyye

 

Ibnü'l-Lehhâm lakabıyla meşhur Ebu'l-Hasan Alâeddin Ali b. Muhammed b. Abbas b. Şeybân el-Ba'lî'nin (Ö. 803/1400) el-Ka­vâ 'id ve'l-fevâidü 'l-usûliyye[1122] adli eseri de Hanbelîler'in kavâid li­teratürü içerisinde önemli bir yer tutar.

Kitapta toplam altmış altı kaide bulunmaktadır ve bu kaidelerin lamamı fıkıh usulüne aittir. Müellif Önce kaideyi verir ve onunla il­gili çeşitli tartışmaları yapar, daha sonra da bu kaideyle ilgili fürû örnekleri tek tek sayar. Bu arada bazan "Tenbih" veya "Fâide" baş­lıklarını açarak çeşitli inceliklere ve hikmetlere dikkat çeker. Ibnü'l-Lehhâm bu eserde kaynak bakımından yalnızca Hanbelî mezhebi­nin usul ve fürû kitaplarından istifade etmekle kalmamış, aynı za­manda Hanefî, Şafiî ve Mâlikî usul kitaplarından da yararlanmıştır.

Öte yandan, el-Kavâ'id ve'l-fevâidü'l-usûliyyefarklı naşirler ta­rafından iki ayrı neşri yapılmış olmakla beraber, yeniden dikkatli ve kapsamlı bir tahkike ihtiyacı bulunmakladır. Ayrıca, bu neşirlerden ilkini Muhammed Hâmid el-Fıkî, ikincisini İse yaklaşık on bir yıl sonra Eymen Salih Şa'bân yapmıştır. Ancak bunlardan İkinci naşirin eser üzerinde önemli herhangi bir tahkikte bulunmadan Muham­med Hamic! el-Fıkî'nin neşrini aynen yayımladığı görülmektedir. [1123]

 

4. Kitâbü'l-Kavâ'idi'l-küliiyye

 

Cemâleddin Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî'nin (ö. 909/1503) Kitâbü'l-Kavâ'idi'l-külliyye ve'd-davâbüı'l-fıkhiyye[1124] adlı eserinde kaideler önce sıra numarasıyla verilmiş, daha sonra da parantez içerisinde hangi konuda olduğu belirtilmiştir. Böylece fihristine bakıldığı zaman kaidelerin, klasik fürû kitaplar sistemati­ğine göre sıralandığı görülür.

Eser çok muhtasar olup, deliller veya doktrin bakımından her­hangi bir tartışmaya girilmemiş, sadece kaidenin kapsamıyla ilgili hususlar kısa ve yalın ifadelerle maddeler halinde belirtilmiştir. Me­selâ, "Zekâtın vücûbunun şartlan beştir", "Haccın vücûbunun şart­lan beştir" ve "Bey'in şartlan yedidir" denilerek bu şartlar birer ke­lime veya kısa birer cümle halinde alt alta sayılmıştır. Dolayısıyla kitap, bilhassa başlangıç seviyesindeki fıkıh eğitimi ve ilmihal bil­gileri bakımından faydalı bir el kitabı niteliğindedir.

Yine aynı müellifin Hâtinıetü mugnîzevi'l-efhâm 'ani'l-kütü-bi'l-kesîre fi'l-ahkâm[1125] adlı eseri de çeşitli fıkhı kaideleri ihtiva et­mektedir. [1126]

 

D) Furûk Kitapları

 

Fıkhî mesele veya kaideler arasındaki farkları inceleyen furûk kitaplarına diğer mezheplere oranla az olmakla beraber Hanbelî-ler'de de rastlanmaktadır. Ibn Süneyne es-Sâmerri'nin (ö. 6l6/ 1219) el-Furük 'alâ mezhebi'l-İmâm Ahmed b. Hanbel, [1127] Ebu'l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Halef b. Râcih el-Makdisî'nin (ö. 638/1240-41) el-Fusûl ve'l-furûk, Ebû Muhammed Takıyyüddin Abdurrahman ez-Züreyrânî el-Bağdâdî'nin İzâhu'd-delâil fi'l-fu-rük beyne'l-me[1128] ve son dönem hukukçularından Abdurrahman b. Nasır es-Sa'dî'nin (ö. 1376/1956) el-Kavâ'id ve'l-usûlü'l-câ-mi'a ve'l-furûk ve'l-tekâsîmü İ-bedvati'n-nâbiga[1129] adlı eserleri bu sahadaki önemli Hanbelî kaynaklarıdır. [1130]

 

E) İlm-İ Hilaf Kitapları

 

Bugün mukayeseli İslâm hukuku adı verilebilecek olan ilm-i hi-lâf sahasında Hanbelîler'e ait birçok eser bulunmaktadır. Bunların ilki, mezhebin teşekkül devri imamlarından olan Ebû Bekir Ahmed b. Selmân en-Neccâd'ın (ö. 348/960) Küâbü'l-Hü[1131] adlı eseridir. Yine mezhebin ilk mimarlarından Gulâmü'l-Haüâi lakabıyla meş­hur olan Ebû Bekir Abdülazîz b. Ca'fer b. Ahmed el-Bağdâdî'nin (ö. 363/974) Kitâbü'l-Hüâf ma'a'ş-Şâfi[1132] adlı eseri doktrinde önemli bir mevkiye sahiptir. Ibn Ebû Ya'lâ'nın hilafla ilgili bazı na­killerde bulunduğu Kitâbü 'l-Hilâf adlı eser, muhtemelen Gulâ-mü'1-Hallâi'İn bu kitabı olmalıdır. [1133]

Ebû Hafs Ömer b. İbrahim el-Ukberî'nin (ö. 387/997) el-Hilâf beyne Mâlik ve Ahmed[1134] adlı kitabı ise îmam Mâlik ile Ahmed b. Hanbel arasındaki İhtilaflı konulan içermektedir. Bu arada Ibn Hâ-mid'in (ö. 403/1012) fıkıh meseleleriyle ilgili çeşitii fakihlerin gö­rüşlerini naklettiği Kitâbü 'l-Câmi'fî ihtilâfi'l-fükahâ adlı eserine de Hanbelî kaynaklarında sıkça rastlanmaktadır.

Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'mn (ö. 458/1066) et-Ta'lîku'l-kebîr fi'l-me-sâ'ili'l-hilâfiyye beyne'l-eimme adlı kitabı ise bu sahanın temel eserlerindendir. [1135] Ibn Müflih'in el-Hilâfü'l-kebîr adıyla zikrettiği bu kitabı, Ebu'l-Kasım Mûsâ b. Ahmed b. Muhammed en-Neşâdirî (ö. 522/1128) tamamlamıştır. [1136] Ayrıca bu konudaki en Önemli eserleri, mezhebe birçok önemli kitaplar kazandıran fakihlerden Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî'nin yazdığı görülmektedir. Onun bu ko­nudaki, kitapları el-Hİlâfü'l-kebîr (el-lntisâr mesâ'ili'l-kibâr) [1137] ve el-Hilâfü's sagır(,Ru'ûsü'î~mesâit) [1138] adını taşımaktadır.

Öle yandan, lbn Ehû Ya "tâ (ö. 526/1131). l'abakâtü'l-Haiıûbile adlı klasik- biyografi kitabında Ebu1 \-Kasını el-Hırakî ile Gulâmıfl-Hailâl arasında ihtilaflı olan doksan sekiz meseleyi sıralayarak on­ların görüşlerinin dön mezhep imamı ve diğer bazı müctehidler-den hangisinin görüşleriyle tetâbuk ettiğini anlatmıştır. İçerdiği ko­nuların sayısının, bazı müstakil hilaf kitaplarının konularından da­ha çok olması sebebiyle Tabakâfm bu kvsmı da müstakil bir hilaf risalesi olarak kabul edilebilir.

Bu arada Ebû Hâzim Muhammed el-Ferrâ'nın (ö. 527/1132) Ki-tâbü't-Tebstra Ji'l-hilâJ, İbnü'z-Zâgunî lakabıyla meşhur Ali b. Ah-dullah b. Nasr b. Serî el-Bagdâdî'nin (ö. 527/1132) el-Hilâfü'l-kebîr, [1139] Ebu'l-Muzaffer lbn Hübeyre'nin (Ö. 560/1165) el-lşrâf 'alâ mezâbibi'l-eşrâf[1140] Kitâbü İbtilâjî'l-e'imtne ve ittijâkıhim, [1141] el-îzâh ve't-tebyîn Jî ihtilâfi'l-e'immeti'l-müctebidîn[1142] gibi çeşitli isimlerle anılan eUİfsâh 'ayı me'âni's-sıbâb adlı eseri, Ibnü'l-Mennî lakabıyla meşhur Ebu'1-Feth Nasr b. Fityân b. Matar en-Nehrevânî. el-Bağdâdî'nin (ö. 583/1187) Ta'lîkatü'l-hilâ[1143] Ebu'l-Ferec îb-nü'1-Cevzînin (ö. 597/1200) et-Tahkîkjîehâdîsi'l-hilâjvç. el-İnsâf Jî mesâ'ili'l-bilâf, Ebu'1-Beka el-Ukberî'nin (ö. 616/1219) et-Ta'lîk Jîmesâ'ili'l-hilâj, Muvaffakuddin tbn Kudâme'nin Münazara bey-ne'l-Hanâbile ve'ş-Şâfi'îyye, [1144] Kemâleddin Ebü'r-Rebî' Süleyman b. Ömer b. Salim b. el-Müsebbik el-Harrânînin (ö. 620/1223'den sonra) el-Vifâk ve'l-bilâf beyne'l-e'İmmet-i'l-erbea'a, [1145] Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî'nin (Ö. 744/1343) Tenkîbu't-tabkîk jî ehâdîsi'î-Ta'lîk, Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî'nin (ö. 909/1503) Mugnî zevi'l-ejbâmve îzzeddin Ebû Abdullah Muhammed b. Alâeddin Ali el-Makdisî'nin yaklaşık 1000 beyitten oluşan ve Ahmed b. Hanbel'in diğer üç mezhep imamın­dan ayrıldığı noktalan ele alan en-Nizâmü'l-müzbeb Jî müfredâ-ti'l-mezheb[1146] adlı eserleri Hanbelî mezhebinin gelişimine büyük katkısı olan hilafla ilgili literatürü teşkil ederler.

Şimdi bunlar İçerisinden neşredilmiş olan birkaç hilaf kitabını yakından tanımaya çalışalım. [1147]

 

1. el-İfsâb an me'âni'ssıbâb

 

Vezîr Avnüddin Ebu'l-Muzaffer Yahya b. Muhammed b. Ilübey-re (ö. 560/1164), Buhârî ve Müslim'in $ahlb'\erin\ şerhetmeye baş­lamış ve birkaç ciltten meydana gelen bu şerhe cl-İfsâb 'an me'âni's-sıbâb adını vermiştir. Ancak lbn Hübeyre, "Allah kimin hakkında hayır murad ederse, onu dinde fakih kılar"[1148] hadîsinin şerhi üzerinde geniş bir şekilde durmuş ve bu arada fıkhın mânası ve hakkında ittifak veya ihtilâf edilen çeşitli meseleleri uzun uzadı-ya anlatmıştır. lbn Hübeyre'nin fıkıhla ilgili geniş açıklamalarda bulunduğu bu bölüm daha sonra el-îfsâb 'an me'âni's-sıhâh (Jrl-fıkb 'ale'l-mezâbibi'l-erba'a) adıyla müstakil bir kitap haline geti­rilmiş ve iki cilt olarak neşredilmiştir. [1149]

Müellif eserine doğrudan doğruya .söz konusu hadîsi şerhet-mekle başlar. Bu arada, fıkıh tarihine ve dört mezhebin kuruluşu­na atıfta bulunarak imamların icmâ ve ittifak ettikleri bazı konuları anlatmak istediğini belirtir. [1150] Taharet konusuyla başlayan kitabın

  1. cildinde salât, sıyâm, hac, udhiye ve büyü' konuları yer alırken,
  2. cildinde şirketlerden köleliğe kadar bütün klasik fıkıh kitapları­nın konuları incelenir.

Eserde önce dört mezhep imamının ittifak, daha sonra da ihti­lâf ettikleri konular zikredilir. Görüşler verilirken delilleri anlatıl­maz ve herhangi bir tartışmaya girilmez. Kitap, naşirin zengin ha­şiye ve notlarıyla beraber hilaf konusunda yararlı bir kaynaktır. [1151]

 

2. et-Tabkîkjı ehâdîsi'l-bilâf

 

Cemâleddin Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali Ibnü'l-Cevzî (ö. 597/1200), Ebû Yala el-Fer-râ'nm (ö. 458/1066) on bir cilt olduğu söylenen et-Ta'lîku'l-kebîr fii-mesâ'ili'l-hüâfiyye beyne'l-e'İmme adlı hilaf kitabında geçen hadîsleri tahkik ve tashih ederek et-Tab-kîk jî ehâdîsi'l-bilâf[1152] adlı eserini telif etmiştir. Îbnü'l-Cevzî, kita­bın mukaddimesinde eserde hilafa ait konuları anlattığını, tarafla­rın delillerini incelediğini ve bu tartışmalar sonunda insaflı bir okuyucunun Kanbelîler'e ait görüşlerin diğer mezheplerin görüşlerin­den daha sahih olduğunu göreceğini söylemiştir.[1153] Kitabın girişin­deki bu yaklaşımıyla mezhep taassubunun işaretlerini veren İb-nü'1-Cevzî'nin bu tutumuna, eserin naşirleri de dikkat çekiniştir. [1154]

Eser "kitab" ve "mesâil" sistemi iizerine kurulmuş ve tartışma konuları genellikle "mes'ele" başlığı allında incelenmiştir. Önce konuyla ilgili ittifak edilen genel nokta, daha sonra da şayet var ise Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve Ahmed'in görüşleri kısaca belirtilmiştir. Bu bilgilerden sonra Hanbelî mezhebinin görüşlerini destekleyen hadîsler birinci, ikinci, üçüncü hadîs... şeklinde sıralanarak senet­leriyle birlikte verilmiştir. Nakledilen hadîsler hakkında, bazan sa­hih veya zayıf olduğuna dair kısa bir nottan başka, geniş bir tartış­maya girilmemiştir. Ayrıca karşıt görüşlerin delilleri de zikredilme-yerek sadece Hanbelîler'in delilleriyle yetinilmiştir. Kitapta toplam 2072 hadîs bulunmaktadır.

Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî ise (Ö. 744/ 1343), tbnü'l-Cevzî'nin et-Tahkîk fî ehâdîsi'l-bilâfadh bu kitabında bulunan hadîslerden bazılarının senetlerini kısaltıp ayrı­ca ona bazı konulan da İlâve ederek Tenkîhu't-tahkîk fî ehâdîsi't-ta'lîff[1155] adını vermiştir. Yine, tbnü'l-Cevzî'nin et-Tahkîklni, Burhâ-neddin İbrahim b. Ali b. Abdülhak da (ö. 744/1343) İhtisar etmiştir. [1156]

Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdülhâdî de Tenkîhu't-Tahkîk adlı kitabında konulan "kitab" ve "mesâil" başlığı altında vermiştir. Eserde hadîsleri rivayet edenler, onların sahih veya zayıf olduğuna dair bilgiler, bazı hadîslerin illetleri, Îbnü'l-Cevzî'nin sü­kût geçtiği bazı râvilerin hayatları hakkında geniş bilgiler bulun­maktadır. Ayrıca kitapta, Îbnü'l-Cevzî'nin bazı hata ve çelişkileri ile sükût geçtiği bazı konular, Şemseddin İbn Abdülhâdî tarafından zikredilmiştir. [1157] Yapılan bu ilâvelerin hasma (z) harfi, sonuna ise (o) işareti konularak tbnü'l-Cevzî'nin görüşlerinden ayırt edilmiştir.

Sistem bakımından eserde, önce ittifak edilen konular son- i imamların ihtilaflı görüşleri zikredilmiştir. Bir meselede .savet ittifak noktası yoksa, Önce Ihınbeiî mezhebinin görüşü, ,sonrı da muhalif görüş belirtilir. Daha sonra Hanbelîler'in görüşünü destek­leyen hadîsler "Bu konuda hadîsten iki, üç, dört... tane delilimiz var" denilerek bu hadîsler tek tek zikredilir. Ancak hadîslerin özel­likle delâletleri hakkında fazla bir tartışmaya girilmediği gibi, mu­halif görüşlerin delilleri de verilmez. Kitapta ihtilâfa konu olan top­lam 351 mesele incelenmiştir. [1158]

 

3. Mugnîzevi'l-efhâm

 

İbnü'l-Mibred lakabıyla meşhur olan Cemâleddin Yûsuf b. Ha­san b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî'nin (ö. 909/1503) Mugnî zevi'l-ef­hâm 'anİ'l-kütübiİ-kesîre fi'l-ahkâm 'alâ mezhebi'l-îmâmi'l-mü-beccel Ahmed b. Hanbe[1159] adlı kitabı da Hanbelî mezhebinin hila­fa dair önemli eserlerinden biridir.

Çeşitli defalar basılan Mugnî zevi'l-efhâm, başta müellif Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî olmak üzere bazı müellifler tarafından şer-hedilmiştir. Müellifin şerhinin 120 cilde ulaştığı şeklinde mübalağa­lı rakamlar verilmiştir. [1160] Abdülmuhsİn b. Nasır Al-i Ubeykân ise eseri taharet bahsine kadar şerhedebilmiş ve iki ciltten meydana gelen bu şerhine Gâyetü'l-merâm şerhu Mugnî zevi'l-efhâm adını vermiştir. [1161]

Hilafa dair muhtasar bir eser olan Mugnî zevi'l-efhâm, özellik­le ilk bölümde yer alan konularıyla ilgi çekmektedir. Önce, usu-lü'd-din (akâid) konularından bilinmesi gereken hususlar (Allah'a iman ve onun sıfatları, nübüvvet, ahiret hayatı gibi), daha sonra Arapça İfadeleri anlayabilmek için i'rapla ilgili bazı meseleler ve çeşitli fıkıh usulü kaideleri, edep ve ahlâkla ilgili bazı kurallar, bir­takım fikhî terimler, tasavvuf ve dereceleri, imamdan rivayet yolla­rı ve tercihe dair bazı kavramlar özet bir şekilde anlatılmıştır. Daha sonra kitap ve bab sistematiği içerisinde klasik fıkıh konuları ince­lenmiştir. Her kitap (bölüm) içerisinde bahsedilen konulara rakam verilmiştir.

Kitapla genellikle Önce iıtifak edilen, daha sonra da ihtilâf edi­len görüşler nakledilmiştir. Bu arada .söz konusu görüşler tartışılma­dığı gibi, delilleri de zikredilme mistir. Görüş sahiplerinin isimleri yerine rumuz kullanılmıştır. Buna göre; hakkında icmâ bulunan gö­rüsün hemen arkasından (ayın), üç mezhep imamının uygun bulup ittifak ettiği görüş için (vav), Ebû Hanîfe'nin uygun bulduğu görüş için (vav he), Şâfiî'ninki için (vav şin), üç imamın ihtilâfı için (hı), hakkında Hanbelî mezhebinde ihtilâf bulunan görüşler için (vav dal), garip meseleler için ise (hemze) işareti kullanılmıştır. [1162]

 

F) Cedel Kitapları

 

Gerek fıkhı yaklaşımları gerekse kelâmı anlayışları sebebiyle İs­lâm hukuk tarihinde diğer mezheplerle sürekli tartışan ve müdaha­leci bir Özelliğe sahip olan Hanbelî mezhebi âlimleri, bu tartışma­ların usul ve erkânından bahseden cedel ilmi sahasında da çeşitli kitaplar yazmışlardır. Bunlar içerisnde Ebu'1-Vefâ Ibn Akîl'in Kitâ-bü'l-Cedel 'alâ tarîkati'l-fukahâ, Ebu'l-Ferec Nâsıhuddin Abdur-rahman b. Abdülvâhid'İn (ö. 634/1236) Kitâbü îslihrâci'l-cidâl mi-ne'l-Kur'ani'l-Kerîm, Necmeddin et-Tûfî'nin 'Alemü'l-cezel fî 'il-mi'l-cedel adlı eserleri en önemlileridir.

Bu eserleri kısaca tanımaya çalışalım. [1163]

 

1. Kitâbü'l-Cedel 'alâ tarîkati'l-fukabâ

 

Ebu'1-Vefâ Ali b. Akîl b. Muhammed b. Akîl el-Bağdâdî'nin (Ö. 513/1119) Kitâbü'l-Cedel 'alâ tankati'l-fukahâ[1164] adlı eseri bu tü­rün klasik bir örneğini teşkil eder.

Kitabına ietihad ve cedel kavramlarının tanımıyla başlayan Ibn Akîl, daha sonra şer'î delillerin kitap, sünnet, icmâ, kıyas, istishâ-bü'l-hâl ve kavlü's-sahâbî olduğunu belirterek, bu delillerin her bi­rinin delâlet şeklini ve çeşitlerini anlatır. Bir konu hakkında, iki de­lilin karşılaşması halinde hangisinin tercih edilmesi gerektiğine da­ir tartışmaları veren İbn Akîl, diğer cedel kitaplarında olduğu gibi, başla Kitap ve Sünnet olmak üzere, icmâ, kavlü's-sahâbî, fahve'l-hitâb, delîlü'l-hitâb ve kıyasla istidlal konularında yapılan bazı iti­razları inceler.

tbn Akîl'in bu eserinin, gerek sistematik gerekse konu ve üslûp bakımından Hanefi, Şafiî ve Mâliki bilginlerinin yazdıkları cedel kilaplarından herhangi bir farkı bulunmamaktadır. Müellifin, bazan kullandığı "ashabımız"[1165] ifadesi de olmasa, eserin diğer herhangi bir mezhep bilginine ait olduğu zannedilebilir. Bu duaım îbn Akîl'in yaşadığı değişimi yansıtan önemli bir göstergedir. [1166]

 

2. Kitâbü İstihrâci'l-cidâl mine'l-Kıır'âni'l-Kerîm

 

Nâsıhuddin tbnü'l-Hanbelî adıyla meşhur olan Ebu'l-Ferec Ab-durrrahman b. Abdülvâhid'İn (ö. 634/1236) Kitâbü İstihrâci'l-cidâl mine 'l-Kur'ani 'l-Kenm[1167] adlı eserinde, Kur'ân-ı Kerîm'de övülen ve yerilen cedel çeşitleriyle ilgili âyetler verilmiş, çeşitli peygam­berlerin hayatından cedel örnekleri verilmiş, daha sonra da Allah'ın varlığı ve birliği, Hz. Muhammed'in risâleti konusundaki de­liller serdedilmiştir. Eser küçük bir risale boyutunda olmasına rağ­men, Kur'an-ı Kerim'deki zengin cedel Örneklerini vermesi bakı­mından önemli bir kaynaktır. [1168]

 

3. Alemü'l-cezelfî 'ilmi'l-cedel

 

Necmeddin et-Tûfî'nin 'Alemü'l-cezelfî 'ümi'l-cede[1169] adh ese­ri cedel ilminin temel kitaplarından biridir. Bu eserde Tûfî, önce cedel kelimesinin tanımını ve cedel ilminin konusunu, amacını in­celemiş, daha sonra da cedelin şer! hükmünü, âdabını ve rükünle­rini anlatmıştır. İstidlal konusunda geniş tartışmalara girişen Tûfî, Kur'an-ı Kerîm'deki cedelle ilgili âyetleri ve islâm tarihinden çeşit­li cedel örneklerini vermiştir. Ayrıca eserin sonunda Tûfî'nin, îbn Kudâme'nin usule dair er-Ravza'sı üzerine yaptığı Şerh'İ hakkında­ki bir notu, onun çalışması ve psikolojisi hakkında da bazı ipuçla­rı vermektedir. Müellif, cedelle ilgili bu eserin ilk dört babını muh­tasar geçtiğini, bunun sebebinin İse er-Ravzdnın şerhi sırasında çok fazla çalıştığını ve yorulduğunu, hatta bu sebeple kendisine usanç ve bıkkınlık geldiğini söylemektedir. [1170]

 

G) el-Ahkâmü's-sultâniyye Kitapları

 

İslâm hukuk tarihinde, devletin esas teşkilât ve idaresiyle İlgili klasik fıkıh konulan genel olarak el-ahkâmü's-sultaniye başlığı altında incelenmiştir. Bu konuda Hanbelî literatürü içerisinde birçok temel kaynağa rastlanmaktadır. Bunlar arasında, İbn Batta'mn (ö. 387/997) Mes'eletü'l-haV ve mâ yehillü minhü ve mâ la yehillü (<?/-Hal' ve ıhtâlü'l-hüe) [1171] adlı esen ilk kaynaklardan sayılır. Ayrıca Ebû Ya'Iâ el-Ferrâ'nın (ö. 458/1066) el-Ahkâmü's-sultâniyye, ibn Teymiyye'nin es-Siyâsetü'ş-şer'iyyefî ıslâhi'r-râ'î ve'r-ra'iyye, ibn Kayyim el-Cevziyye'nin (ö. 751/1350) et-Turuku'l-hükmiyyefi's-si-yâseti'ş-şer'iyye adlı kitapları bu sahanın en önemli eserleridir.

Bunlardan bazılan hakkında kısaca şunlar söylenebilir: [1172]

 

1. el-Ahkâmü's-sultâniyye

 

Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nm (ö. 458/1066) el-Ahkâmü's-sultâniyye[1173] adlı eseri, yalnızca Hanbelî mezhebinde değil, bu sahadaki bütün islâm hukuk literatürü içerisinde müstesna bir mevkiye sahiptir.

Ebû Ya'lâ, bu eserine Muhtasaruİ-mu'temedfiusûliddîn adın­daki kitabının devlet başkalığı (imamet) konusunu temel almıştır. el-Ahkâmü's-sultâniyye toplam on yedi bölümden meydana gel­mektedir. Konuları arasında devlet başkanlığı (imamet), ehlü'1-hal ve'l-akd ve vezirlik makamlarının görev ve sorumlulukları, isyan (bağy) ve irtidad ehli ile savaş, kaza ve mezâlim mahkemelerinin yetkileri, hac işleri, zekât ve sadakaların toplanıp dağıtılması, zira­at ve madenler, fey ve ganimetlerin taksimi ve ceza hukuku gibi devletin sosyal, idarî, malî ve cezaî sorumluluklanyla ilgili geniş bölümler bulunmaktadır.

Ebû Ya'lâ'nın el-Ahkâmü's-sultâniyye'si ile Şafiî fakihi Mâver-dî'nin (ö. 450/1058) el-Ahkâmü's-sultâniyye[1174] adlı eseri arasında tarihî öncelik konusunda çeşitli araştırmacılar farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunlardan Abdullah Mustafa el-Merâgî, Ebû Ya'lâ'nın kitabının, [1175] Claude Cahen, Kamerüddin Han ve Muhammed Ab-dülkadir Ebû Fâris[1176] Mâverdî'nin eserinin orijinal olduğunu savu­nurken, Henri Laoust ise biribirine zıt bu iki görüşün dışında başka bir ihtimalden bahsetmiştir, Ona göre, bu iki yazarın birbirinden bağımsız olarak, bugün bizim tarafımızdan henüz bilinmeyen baş­ka bir kaynaktan yararlanarak eserlerini yazmış olmaları da müm­kündür. [1177]

 

2. es-Sİyâsetü'ş-şer'iyye

 

Takıyyüddin ibn Teymiyye'nin es-Siyâsetü'ş-şer'İyye ıslâhi'r-râ'î've'r-ra'iyye[1178] adlı eseri de Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın el-Ahkâmü's-sultâniyye'si gibi devletin esas teşkilât ve idaresiyle ilgili temel Hanbelî kaynaklarından biridir Eser, büyük bir ihtimalle Memlûk Sultanı Muhammed b. Kaiâvun'a (ö. 742/1342) hitaben yazılmış bir nasihatnâme niteliğindedir.

îslâm dünyasında birçok defa neşredilmesi yanında, bazı Batı dillerine[1179] Ve bu arada Türkçe'ye[1180] de tercüme edilen bu kitabın konuları arasında velayet ve imamet kavranılan, devlet başkanı ve kadılığın şartları ve görevleri, ganimetler ve sadakalar ve bunların toplanarak dağıtılması, had ve kısas cezalarının tatbiki gibi İslâm hukukunun anayasa, idare, maliye ve cezayla ilgili çeşitli hüküm­leri bulunmaktadır.

Müellif, eserini yazarken önce genel kural ve prensipleri ortaya koymuş, daha sonra da ayrıntıları özet bir şekilde anlatmıştır. An­cak bununla da yetinmeyerek yaşanan hayattan örnekler vermiş, devrin olaylarını, zamanın ve ülkenin içinde bulunduğu şart, İm­kân ve ihtiyaçları dile getirmiştir. Bu sebeple eser, müellifin yaşa­dığı Memiükler döneminin çeşitli siyasî ve idarî olayları hakkında tarihî bir belge niteliğindedir. Ayrıca, müellifin eserde nasihat edi­ci ve yol gösterici bir üslûbu benimsemesi kitabın okunmasını ve anlaşılmasını kolaylaştırdığı gibi, yazarın sahip olduğu coşkun ruh yapısı muhatabını harekete geçirmekte ve kitaba ayn bir cazibe ve akıcılık kazandırmaktadır.[1181]

 

3. et-Turuku'l-hükmiyye

 

et-Turuku'l-hükmiyye fi's-aiyâseti'ş-şer'iyye, [1182] Ibn Teymiy-ye'nin öğrencilerinden Ibn Kayyım el-Cevziyye lakabıyla meşhur Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekir ed-Dımaşkî'nin (ö. 751/1350) Önemli eserlerinden biridir. el-Firâsetü'l-merzıyyeJîah-kâmi'ssiyâseti'ş-ş&r'iyye adıyla da anılan eser, yukarıda zikredilen kitaplar gibi doğaldan doğruya devletin esas teşkilât ve İdaresin­den ziyade özellikle yargı sistemiyle ilgili konuları kapsamaktadır. Bu yönüyle kitap, sadece Hanbelî mezhebinde değil, bütün olarak İslâm muhakeme usulü hakkında temel kaynaklardan biridir. Kal­dı ki, eser herhangi bir mezhebin müdafaası veya muhakeme usu­lü hakkında Hanbelî mezhebinin görüşlerini ortaya koymak İçin yazılmış değildir. Ayrıca o, sistematik ve konularının işlenişi bakı­mından klasik fürû-i fıkıh kitaplarından farklı bulunmaktadır. Eser­de geçen "şeyhünâ" kelimesinden, Ibn Kayyim el-Cevziyye'nin ho­cası Ibn Teymiyye kastedilmektedir.

Eserde hâkimin görevleri, hüküm verirken dikkat etmesi gere­ken hususlar, ispat vasıtaları (deliller), çeşitli ceza davaları, velayet­ler, ahmsatım ve fiyat tesbitiyle ilgili bazı konular incelenmiştir.

Öte yandan, Ibn Kayyim el-Cevziyye'nin gayri müslimlerin İs­lâm toplumundaki hak ve sorumluluklarıyla ilgili Abkâmü ebli'z-zimme[1183] adlı eseri de el-ahkâmü's-suİtâniyyc- türü kitapların bazı konularını incelemesi itibariyle önemli bir kaynaktır.[1184]

 

H) Hisbe Kitapları

 

Hisbe, "ihtisâb" kökünden bir isimdir. İhtisâb ise sevap ummak, güzel tedbir sahibi olmak, sevap işleyip mükâfatını âhirette bekle­mek, çirkin bir işi beğenmeyip yasaklamak demektir. [1185] Ayrıca his­be kelimesi, emir bi'1-ma'rûf ve nehiy ani'l-münker faaliyetlerini ve özellikle bununla görevli müesseseyi İfade etmektedir. Hisbe, top­lum ile ekonomik düzen arasındaki İlişkileri ayarlayan bir kurum­dur. Bu kurumun öncelikli amacı, toplumu yüksek bir ahlâkî sevi­yeye çıkarmak ve onu kötü işçilik, dolandırılıcık, zorbalık, her tür­lü sömürü, fesat ve bozulmadan korumaktır. İslâm hukuk tarihin­de hisbe müessesesinin tarihî gelişimi, bu kurumda görev alacak kişilerde aranan şartlar, görevleri, çeşitli islâm devletlerinde bu ku­rumun uygulamalarıyla ilgili olarak birçok eser yazılmıştır. [1186]

Kur'an ve Sünnet'teki hukukî ve ahlâkî hükümlerin fertlerin ki­şisel hayatlarında olduğu gibi toplumsal hayatta da uygulanmasına büyük önem veren Hanbelîler özellikle bid'atlaria mücadele, emir bi'1-ma'rûf ve nehiy ani'l-münker gibi konularda bazan ifrata vara­cak derecede titizlik göstermişler ve bu konulardaki görüşlerini hisbeyle ilgili eserlerde dile getirmişlerdir.

Bu konuda Hanbelî mezhebi literatürü içerisinde geçen kitap­ların başında mezhebin ilk İmamlarından Ebû Bekir Ahmed b. Mu­hammed b. Hârûn el-Hallâl'in (ö. 311/923) el-Emr bi'1-ma'rûf ve'n-nehy 'ani'l-münker[1187] adlı eseri gelir. Ancak bu eser sistematik ba­kımdan daha sonraki klasik hisbe kitapları gibi olmayıp daha ziya­de emir bi'1-ma'rûf ve nehiy ani'l-münker konularına hasredilmiş­tir. Klasik hisbe konulan ise Hallâl'in Öğrencisi olup Gulâmü'1-Hal-lâl lakabıyla şöhret bulan Ebû Bekir Abdülazîz b. Ca'fer b. Ahmed el-Bağdâdî'nın (ö. 363/974) Muhtasarü'l-hisbe,[1188] mezhebe birçok eser kazandıran îbnü'l-Mİbred lakabıyla meşhur Cemâlcddin Yû­suf b. Abdülhâdî'nin Kitâbü 'I-Hisbe[1189] ve Takıyyüddin Ibn Teymiy-ye'nin el-Hisbe fi'l-îslâm[1190] ile el-Emr bi'l-ma'rûf ue'n-nehy 'ani'l-münker[1191] adlı eserlerinde incelenmiştir. Ancak Hanbelî literatürü içerisinde bu türün en meşhur kitabı Ibn Teymiyye'nİn el-Hisbe fiİ-îslâm adlı eseridir.

Ibn Teymiyye bu kitabında hisbenin temel prensiplerini, ticari ve ekonomik hayatı düzenleyen ahlâkî ilkeleri, kamu yaran ve devletin sorumluluğunu, narh koyma hususundaki tartışmaları, suç ve cezalan, iyiliği emir ve kötülükten sakındırmanın önemini ve bu konuyla ilgili çeşitli ayrıntıları incelemiştir, Aynca, eserde pi­yasanın problemleri, çarpıklıkları ve bu durumların üretici ve tüke­ticiler üzerine etkileri ele alınmıştır.

Ibn Teymiyye bu kitabında her türlü tekelcilik, İstifçilik ve fiyat­larla ilgili spekülasyonları reddederek âdil bir fiyat-ücret prensibini ortaya koymaya çalışmıştır. O bu konuda; Allah'ın inançsız bile ol­sa âdil devleti destekleyeceği, fakat mümin olsa dahi zalim devleti desteklemeyeceğini söyleyecek kadar İleri bir noktaya ulaşmıştır. [1192]

 

I) Malî Hukukla İlgili Kitaplar

 

Devletin gelir ve giderleri konusunda İslâm hukuk tarihinde ya­zılan eserler genel olarak haraç adıyla anılmaktadır. Türkçe'de "ha­raç" şeklinde kullanılan bu kavram, tebaanın mal varlığından alı­nan vergiler anlamına gelir. Devletin topladığı çeşitli tür ve miktar­lardaki vergiler ile bunların harcama alanları, klasik fıkıh kitapla-nnda siyer ve cîhad, madenler, ganimetler, zekât, öşür, haraç, cizye ve fey gibi çeşitli başlıklar içerisinde incelenmekle beraber, bu konular islâm hukuk tarihi bakımından çok erken sayılabilecek bir dönemde "haraç" adı altında toplanmaya ve bu alanda çeşitli eser­ler verilmeye başlamıştır. Bu türün ilk örneği, Hanefî mezhebinin büyük imamlarından Ebû Yûsuf Ya'kûb b. ibrahim el-Kûfî'nin (ö. 182/798) Küâbü'l-Harac[1193] adlı eseridir.

Hanbelî mezhebi literatürü İçerisinde kamu maliyesini ilgilen­diren kitaplar arasında en meşhuru Ibn Receb adıyla meşhur olan Ebu'İ-Ferec Abdurrahman b. Ahmed'in (ö. 795/1393) el-îstihrâc ti-ahkâmi'l-harâc[1194] adlı eseridir.

Ibn Receb bu kitapta önce haraç vergisinin tanımını ve sünnet­teki haraçla ilgili rivayetleri vermiş, daha sonra haraç alınacak ara­ziler, haracın mahiyeti, miktarı, haraç arazisine sahip olan kişilerin bu araziler üzerindeki tasarruf haklan, bu arazilerin miras olarak intikali, haraç arazileri hakkında devlet başkanının (İmam) yetkile­ri, haraçtan elde edilen gelirler ve bunların harcama kalemleri sa­habe, tabiîn, dört mezhep imamı ve başta Ibn Teymiyye olmak üzere çeşitli bilginlerin görüşleri ışığında ayrıntılı bir şekilde ince­lemiştir. Hadîsleri senetleriyle vererek onların sıhhat derecelerini belirtmiş ve aralarında tercihte bulunmuştur.

Naşirlerden özellikle Cündî Mahmûd Şellâş el-Heytî'nin yaptığı uzun bir giriş, değerli tahkik ve notlarla daha kullanışlı hale gelen eserde, müellif kendisinden önce yazılan ahkâm-ı sultâniyye, em­val, haraç ve siyâset-i şer'iyye literatürünü görmüş ve bunlardan yararlanmıştır. Kitapta herhangi bir mezhep taassubu gösterilme-yip, konular işlenirken her görüşün delilleri verilmeye çalışılmıştır.[1195]

 

İ) Ferâİz Kitapları

 

İslâm hukuk tarihinde mirasla ilgili konular klasik fıkıh kitapla­rında "miras" veya "ferâiz" başlığı altında incelenmiştir. Çeşitli mez­heplere mensup birçok ulemânın bu konuda yazdığı kitapların lis­tesi geniş bir yekûn tutacak boyuttadır.

Ferâiz konusunda Hanbelî mezhebinde yazılan kitaplar arasın­da Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî'nin  et-Tehzîb fi'l-ferâiz[1196] lbnü'l-Cevzî'nİn (ö. 597/1200) es-Sırnt'l-masûn fi'l-ferâ'iz, Muhammed b. Abdullah e.s-Sâmerrî'nin (ö. 616/1219) el-BÜstân[1197] Ebu'1-Beka el-Ukberî'nin (ö. 616/1219) en-NâhidJT 'iimi'l-ferâ'izvtz Bülgatü'r-râ'idfî 'ilmi'l-ferâ'izadlı eserleri .sayılabilir. Ancak, remizle ilgili İs­lâm hukuk literatürü tarandığı zaman[1198] Hanbelîler'in bu konuda­ki eserlerinin diğer Sünnî mezheplere nazaran daha az olduğu gö­rülmektedir.[1199]

 

J) Ahkâmla İlgili Kitapları

 

İsiâm bilginleri arasında ahkâmla İlgili hadîsleri bir araya getire­rek onları şerhetmek bir gelenek haline gelmiştir. Hadîs ve fıkıh ilimlerinin buluştuğu bu oıtak zernin üzerinde birçok eser yazıl­mıştır. [1200] Hanbelî mezhebine mensup bilginler de bu geleneğe uyarak ahkâm hadîsleri hakkında çeşitli çalışmalar yapmışlardır.

Bunlar İçerisinde en meşhur olanlardan biri Takıyyüddin Ab-dtılganî b. Abdülvâhid b. Ali b. Sürür ei-Cemmâîlî el-Makdİsî'nin (ö. 600/1203) helâl ve haramla İlgili el-'Umdefi'l-ahkâmfîme'âli-mi'l-helâl ve'l-harârri[1201] adlı eseridir.

el-'Umde'de çeşitli fıkıh konularıyla ilgili olarak Buhârî ve Müs­lim'in ittifak ettiği 420 hadîs bulunmaktadır. Eserde hadîslerin se-nedleri atılmış ve sadece ilk râvileri verilmiştir. Bu arada hadîsler klasik fıkıh kitaplannda olduğu gibi konu başlıkları altında ve sıra numarasıyla zikredilmiştir. Ne var ki, müellifin burada Buhârî ve Müslim'in İttifak ettiği bazı hadîsleri bir araya getirmekten başka bir fonksiyonu görülmemektedir.

Eser daha sonra çeşitli bilginler tarafından şerhedilmiştir. Yapı­lan bu şerhlerde, nakledilen hadîslerde mevcut olan garîb kelime­ler açıklanmış, hadîsler kısa ve ayrıntılı bir şekilde tefsir edilmiş, onlardan elde edilen hükümler anlatılmış, bu hükümler hakkında İslâm hukukçularının İhtilâfları ve mezheplerin görüşleri izah edilmiştir.

el-'Umde'yi şerh edenler anısında Takıyyüddin Ibn Dakîkul'îd (ö. 702/1302) (İh kâmül-ahkâm, şerhti Vmdeti'l-ahkâm), [1202] Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Merzûk et-Tilimsânî el-Mâlikî (ö. 781/1379), Sirâcüddin İbnü'l-Mülakkın eş-Şâfîî (ö. 804/1401) (el-İ'lâm), Tâceddin Abdülvehhâb b. Muhammed b. Hasan b. EbiVl-Vefâ el-Alevî (ö. 875/1470), Ali b. Ahmed b. Mülakkın (ö. 1040/1630) {el-İ'lâm bi-fevâ'idi 'Umdeti'l-ahkâm), Muhammed b. Ahmed es-Sefârînî el-Hanbelî, [1203] Abdullah b. Abdurrahman b. Sa­lih Âl-i Bessâm (Teysîrü'l-'allâm şerhu 'Umdeli'l-ahkâm), [1204] Mus­tafa Abdülkadir Atâ[1205] ve Halîl el-Meys (Hulâsatü'l-kelâm 'alâ Vmdeti'l-ahkâm) [1206] gibi bilginler bulunmaktadır. [1207]

Bunlardan özellikle Ibn Dakîkul'îd'in Ihkâmü'l-ahkâm şerhu 'Umdeti'l-ahkâm adlı eseri, ahkâm hadîsleriyİe ilgili edebiyat içeri­sinde önemli bir mevkiye sahiptir. Ibn Dakîkul'îd'in bu şerhi üze­rine Ebû İbrahim Izzeddin Muhammed b. İsmail el-Emîr es-San'ânî (ö. 1182/1768) el-'Udde[1208] adında geniş bir haşiye yazmıştır.

Ahkâm hadîsleriyİe ilgili olarak, mezhep ayırımı gözetilmeden bütün fıkthçı ve hadîsçilerin İtibar ettiği eserlerden biri ise Mecdüd-dîn Ibn Teymiyye'nin (ö. 653/1255) el-Müntekâ min ahbâri'l-Mus-Utfâ[1209] adlı eseridir. el-Müntekâ fıkhı konulara göre seçilmiş 5029 hadîsten meydana gelmektedir. Hadîsler nakledilirken ilk râvileri verilmiş ve sonunda da hadîsin alındığı kaynak gösterilmiştir.

Mecdüddin Ibn Teymiyye'nin bu eseri üzerine birçok bilgin şerh yazmıştır. Bunlar arasında Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Abdüihâdî el-Makdisî (ö. 744/1343), Sirâcüddin Ömer b. Ali el-Mülakkın eş-Şâfiî (ö. 804/1401) (şerhi yarım kalmıştır), Ebu'l-Abbas Ahmed b. el-Muhsin el-Kadî b. Kâdı'l-Cebel el-Hanbelî (ö.771/1369) (şerhi yarım kalmıştır) ve Muhammet! b. Ali eş-Şevkânî (ö. 1250/1834) gibi bilginler bulunmaktadır. [1210] Bunlardan .Şevkâ-nî'nin Neylü'l-evtâr şerhti Mü nteka'l-abbâr-[1211] adlı şerhi hem hadîs tenkil ve değerlendirmeleri ve hem de ihtiva ettiği fıkhı tartışmalar bakımından bütün fıkihçı ve hadîsçilerin müstağni kalamayacakları derecede önemli ve güvenilir bir eserdir. Muhammed b. Râşid, Ney-lü'l-evîâr'ââ geçen hadîslerin geniş fihristini çıkartarak Tenvîrü üli'l-ebsâr bi-tertîbi ehâdîsi Neyli'l-evtâradını vermiştir. [1212]

Öte yandan, ahkâm hadîsleriyle ilgili olarak Hanbelî literatürü içerisinde Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Ab-dülhâdî el-Cemmâîlî'nin (ö. 744/1343), İbn Dakîkulld'in (702/ 1302) el-llmâm fi ehâdîsi'l-ahkâm[1213] adlı eserini ihtisar ederek yazdığı el-Mubarrerfi'l-badîs[1214] ve Cemâleddin Ebü'l-Mehâsin Yû­suf b. Abdülhâdî el-Makdisî'nin el-Muhtasarfîehâdîsi'l-ahkâm ad­lı kitapları gibi birtakım eserler de bulunmaktadır.

Ayrıca, Hanbelîler içerisinde mezhebin hassasiyet gösterdiği bazı konularda müstakil olarak çeşitli risale ve kitapların yazıldığı da olmuştur. Meselâ, Hanbelîler'in bîd'atlara karşı sert tutumlarının bir ifadesi olarak Ibn Kudâme (620/1223) mûsiki hakkında Fütyâ fi'zemmi'ş-şebbâbe ve'r-raks [1215]-semâffi adıyla bir eser kaleme almıştır. Bu arada, Ibn Teymiyye'nin (ö. 728/1328) hacla ilgili Risale fimenâsiki'l-hâc[1216] Ibn Kayyirn el-Cevziyye'nİn (Ö. 751/1350) na­mazı terkedenler hakkında es-Saîâtü ve hükmü tarîkihâ[1217] ve talâk konusunda îgâsetü'l-lehfânfî hükmi talâkı'l-gadbân[1218] adlı eser­leri mezhep bilginleri tarafından çok tutulan eserlerden bazılarıdır.[1219]

 

K) Biyografi Kitapları

 

Hanbelî mezhebinin tarihî gelişimi ve fakihlerinin hayatıyla il­gili bilgiler çeşitli ilimlere ait tabakat kitaplarında (Tabakâtü'l-fukaba, Tabakâtü'l-müfessirln, Tabakâtü 7-muhadd'isîıı gibi), şehir tarihlerinde (Târtbu Bağdâd, Târîhu Dtmaşkgîbi) ve genel taba­kat İŞezerâtü'z-zeheb) ve tarih (el-Bidâye ve'n-nibâyegibi) kitap­larında geniş bir şekilde bulunmakla beraber, bu konuda bizzat mezhep bilginleri de hususi eserler kaleme almışlardır. Bu tür eser­leri biz, müstakil olarak tek bir kişi hakkında yazılan monografiler ve klasik tabakat kitapları şeklinde iki kısımda İnceleyeceğiz. [1220]

 

1. Monografiler

 

Hanbelî tarihinde monografiler daha ziyade mezhebin kuaıcu imamı ile mezhebin doktrin ve gelişimine önemli katkılarda bulu­nan bazı kişiler hakkında yazılmıştır. Bunlar İse Ahmed b. Hanbel ve mezhebin tarihine damgasını vuran Ibn Teymiyye ve Hanbelîli-gin bugünkü gelişiminin kendisine borçlu olduğu Muhammed b. Abdülvehhâb'tır. [1221]

 

a) Ahmed b. Hanbel Hakkında Yazılan Kitaplar

 

Hanbelî mezhebinin biyografi literatürü, mezhebin kurucu İmamı Ahmed b. Hanbel'in hayatı, fazileti ve mücadelesine dair ya­zılan eserlerle başlatılabilir. Bu konudaki ilk eser Ahmed b. Han­bel'in büyük oğlu Salih'e nisbet edilen Sîretü'l-İmâm Ahmed b. Hanbetd\r. [1222] Yine Salih'e babasının çektiği sıkıntılarla iigili Mih-netü'l-tmâm Ahmed adında bir eser nisbet edilmektedir. Ayrıca, aynı konuda Ahmed b. Hanbel'in talebesi ve amcaoğlu Hanbel b. Ishak b. Hanbel'in (ö. 273/886) Mihnetü İbn Hanbel[1223] adında bir kitabı bulunmaktadır.

Bunlar dışında, islâm tarihinde meşhur şahsiyetlerin menkıbe­lerini yazma geleneğinin de etkisiyle Ahmed b. Hanbel'in hayat ve mücadelesiyle ilgili geniş bir literatür meydana gelmiştir.

Hallâl'in (ö. 311/923) Kitâbü Ahlâki'l-İmâm Ahmed b. Han­bel, [1224] Ebû Muhammed er-Râzî'nin (ö. 327/938) Kitâbü Fedâ'ili'l-îmâm- Ahmed, Kadı Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın Fezâ'ilü Ahmed[1225] Ah­med b. Hüseyin ei-Beyhakî'nİn (ö. 458/1066) Menâkıbü'l-lmâm İbn Hanbel ve'l-îmâmi'ş-Şâfi'[1226] Şerîf Ebû Ca'fer el-Hâşimî'nİn (470/1077-8) Kitâbü Ba'zı fezâ'il-i Ahmed ve târihi mezâhibibt, Hâce Abdullah eUl lerevî'nin (ö. 481/1088) Menâkıbü'I-hnâm Ah-med b. Hanbel, [1227] Ebu'İ-Ferec Abdurrahman h Cevzî'nin (ö. 597/ 1200) Menâkıbü P/mâm Ahnıed b. Hanbel, [1228] Takıyyüddin Abdül-ganî el-Makdisî el-Cemmâlî'nin (ö. 600/1203) el-Mihne an ıınâmi Ehli's-sünne ve kâ'idihim ile'l-cenne, [1229] Zehebî'nin (ö. 748/1348) Tercümetü'l-îmâm Abmed miti Târîhi'l-İslâm, [1230] Makrîzî'nİn (Ö. 845/1442) Menâkıbü Abmed b. Hanbel [1231] Bedreddin Muhammed b. Muhammed b. Ebû Bekir es-Sa'dî'nin (ö. 900/1394) el-Cevheru 7-muhassai fî menâkıbı Ahmeâ b. Hanbel [1232] adlı eserleri, yalnızca Ahmed b. Hanbel'in hayat ve menkıbeleri konusunda değil, aynı zamanda Hanbelî mezhebinin kuruluş, süreci ve temel prensipleri hakkında da önemli birer kaynaktır.

Ayrıca Ahmed b. Hanbel'in hayatıyla ilgili olarak çağımızda W. M. Patton'ın Abmad b, Hanbal and the Mihna[1233] Ali Abdülhak'ın Ahmed b. Hanoel ve'l-mihne, [1234] Muhammed Ebû Zehre'nin îbn Hanbel hayâtühû ve 'asruhû, ârâühû ve fıkhuhû[1235] Mustafa eş-Şek'a'nın el-tmâm Ahmed b. Hanbel[1236] Abdülganî ed-Dakar'ın Ahmed b. Hanbel îmâmü Ehli's-sünne, [1237] Abdülazîz el-Müsned'in İmârnü's-sâbirtn[1238] Ahmed Abdülcevâd ed-Dümî'nin Ahmed b. Hanbel beyne mihneti'd-dîn ve mihneti'd-dünyâ[1239] Abdülhalîm el-Cündî'nin Ahmed b. Hanbel îmâmü Ehli's-sünne[1240] ve Yûsuf Şevki Yavuz'un İslâm Akaidinin Üç Şahsiyeti: Ahmed b. Hanbel, îbn Fûrek, Kadı Beyzavı[1241] adlı eserleri gibi birçok biyografi kita­bı yazılmıştır.

Diğer yandan, imam Ahmed b. Hanbel'in hocalarıyla ilgili ola­rak Amir Hasan Sabrî'nİn Mu'cemü şüyuhil-!mâm Abmed b. f-fcın-bel fi'l-Müsned[1242] adiı eseri de Ahmed b. Hanbel'in yetişmesinde katkısı bulunan kişileri anlatması bakımından önemli bir çalışmadır. [1243]

 

b) İbn Teymİyye Hakkında Yazılan Kitaplar

 

Kurucu imam dışında Hanbelî mezhebine en büyük canlılık ve yenileşmeyi sağlayan bilginlerden biri olan îbn Teymiyye'nin ha­yatı, görüşleri ve mücadelesi hakkında da birçok eser kaleme alın­mıştır.

İbn Kayyım el-Cevziyye Esmâ'ü müellefâti Şeyhilislâm îbn Tey-miyye [1244] adlı eserinde hocasının kitaplarının bir listesini verirken, Şemseddin Muhammed b. Abdülhâdî el-Makdisî (ö. 744/1343) el-Vküdü'd-dürriyye fî menâkıbı Şeyhülislâm Ahmed îbn Teymiyye[1245] Meri b. Yûsuf el-Kermî el-Makdi.sî de fö. 1033/1624) el-Kevâkibü'd-dürriyyeJî menâkıbı îbn Teymiyy[1246] adlı eserleriyle kla­sik menâkıb tarzında îbn Teymiyye'nin hayatını anlatmışlardır.

Son dönem müelliflerinden Selâhaddin el-Müneccid'in Şeyhü­lislâm îbn Teymiyye: Sîretühû ve ahbârühû inde'l-müerrihîn[1247] Muhammed Ebû Zehre'nin ibn Teymiyye: Hayâtühû ve 'asruhû. ârâühû ve fıkhuhû[1248] Muhammed Yûsuf Musa'nın ibn Teymiyye[1249] Ebu'l-Hasan Ali el-Hasenî en-Nedvî'nin Hâs bi-hayâti Şeyhi­lislâm el-Hâfız Ahmed b. Teymiyye[1250] Muhammed Behce el-Bay-târ'ın Hayâtü Şeyhilislâm îbn Teymiyye, Muhâdarât ve makâlât ve dirâsât, [1251] Abdüsselâm Hâşim Hâfız'ın el-tmâm İbn Teymiyye, [1252] Muhammed Saîd İsmail'in Mihrecân el-îmâm îbn Teymiyye[1253] Sâ-ib Abdülhamîd'in îbn Teymiyye, hayâtühû ve 'akâ'idübû[1254] ve Abdurrahman en-Nahlâvî'nin İbn Teymiyye[1255] adlı eserleri ise Ibn Teymiyye'nin hayalı hakkında yazılan çağdaş biyografi kitaplarıdır.

Bu arada Ömer Ferruh'un İbn Teymiyye el-Müctehİd beyne ah-kâmi'l-fııkabâ ve bâcâti'l-müclema[1256] Omar A. Farrukh'un Ibn Taimiyya on Public and Private Laıv in islam, or Public Policy in Islamic Jurisprudence[1257] İbrahim Halîl Bereke'nin İbn Teymiyye ve cühûdühû fi't-tefsîr[1258] Muhammed e.s-Seyyid el-Cüleynid'in el-İmâm İbn Teymiyye ve mevkıfuhû mine't-te'vîl[1259] Sabrı el-MÜte-vellî'nin Menbecü İbn Teymiyye fî tefsîri'l-Kur'ani'l-Kerîm[1260] Hen-ri Laoust'un Essai sur les Doctrines Sociales et Polüiques de Taqi-d-Dîn Ahmad b. Taimiya[1261] et-Tabİâvî Mahmud Sa'd'ın Mevkıfu İbn Teymiyye min felsefeti İbn Rüşd[1262] Muhammed Hüsnî ez-Zeyn'in Mantıku İbn Teymiyye ve menbecühü'l-fikrî[1263] Wael B. Hallaq'ın Ibn Taymiyya Agairist the Greek Logicians[1264] Ahmed Mahmûd el-Cezzâr'ın el-Velâye beyne'l-Cîlânî ve İbn Teymiyye[1265] Mustafa Hilmi'nin İbn Teymiyye ve't-tasavvuf[1266] Muhammed Halîl Herrâs'm BâHsü'n-nehdati'l-İslâmiyye: İbn Teymiyye es-Selefî, Nakdühû li-mesâliki'l-mütekettimîn ve'l-felâsife fi'l-ilâhiyyât[1267] Serajul Haque'ın İmâm İbn Taimıya and bis Projects of'Reform[1268] Muhammad Umar Memon'un Ibn Taimıya's Struggle Against Po-pular Religİon[1269] Muhammed Harbînin İbn Teymiyye ve mevkıfu­hû min ehemmi'l-fırak ve'd-diyânât fî 'asrihî[1270] Muhammed Re-şâd Sâlim'in Mukârene beyne l-Gazzâlî ve İbn Teymiyye[1271] Ibrâhini Ukaylî'nin Tekâmülü't-menheci't-ma'rifî 'inde İbn Teymiyye[1272] adlı kitapları ise İbn Teymiyye'nin çeşitli alanlardaki görüşle­ri üzerinde yapılmış akademik çalışmalardır.

Öte yandan, İbn Teymiyye'nin şahsiyeti ve çeşitli görüşleri etra­fında bazı tartışmalar olmuş ve bu hususta birçok eser ve karşılıklı reddiyeler de kaleme alınmıştır. Bunlara örnek olarak Takıyyüddin Ali b. Abdülkâfî es-Sübkî'nin (ö. 756/1358) Şifâ'ü's-sekâmjt ziya­reti Hayri'l-enâm[1273] ve yine aynı müellifin İbn Teymiyye'nin çeşit­li konulara dair görüşlerini reddetmek için kaleme aldığı ed-Dür-retü'l-mudiyyefi'r-red 'alâİbn Teymiyye, Nakdü'l-ictimâ' ve'l-iffi­rak fî mesâili'l-imân ve't-talâk, en-Nazarü'l-muhakkak fi'l-half bi't-talâkı'l-mu 'allak, el-İ'tibâr bibekâi'l-cenne ve'n-nâr, en-Nasî-hatü'z-Zehebiyyeadli risaleleri sayılabilir. Bu risaleler er-Resâ'ilü's-Sübkiyyefi'r-red 'alâ İbn Teymiyye ve tümîzihîlbn Kayyim el-Cev-ziyye adıyla neşredilmiştir. [1274]

Ayrıca, Takıyyüddin es-Sübkî'nin Şifâ'ü's-sekâm fî ziyareti Hayrı 'l-enâm adlı eserindeki iddialarını reddetmek ve İbn Teymiy­ye'nin görüşlerini savunmak için ise Şemseddin Ebû Abdullah Mu­hammed b. Ahmed b. Abdülhâdî (ö, 744/1344) es-Sârimü'l-mü-nakkî fi'r-reddi 'ale's-Süb[1275] adıyla bir reddiye yazmıştır. Şem­seddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Abdülhâdî'nin bu cevabına İse, tbn Teymiyye karşıtları çeşitli reddiyeler yazmaya de­vam etmişlerdir. [1276]

Yine, îbn Teymiyye etrafında gelişen bu tür tanışmalara Mu­hammed b. Ebû Bekir b. Nâsıruddin ed-Dımaşkî eş-Şâfiî'nin (ö. 842/1438) er-Reddü'l-vâfir 'alâ men za'ame: Bi-enne men semmâ îbn Teymiyye "Şeyhülislâm" kâfiri[1277] Mer'î b. Yûsuf el-Kermî'nin (Ö. 1033/1623) eş-Şehâdetü'z-zekiyye fî senâ'i'l-e'imme 'alâ İbn Teymiyye[1278]Dâvûd b. Süleyman b. Circîs el-Bağdâdî'nin (ö. 1299/ 1882) Küâbü Sulbi'l-ihvânfi[1279] Abdurrahman eş-Şerkâvî'nin İbn Teymiyye: el-Fakîbü'l-muazzeb[1280] es-Seyyid el-Cemîlî'nin Münâzarâtü İbn Teymiyye ma'a fukahâ'i Mahmûd Mahmûd el-Gurâb'in er-Red alâ İbn Teymiyye nün kelâm.Vs-Şeybi'1-ekber Muhyiddin îbnVl-Arabî Süleym eKHilâlînin tbn Teymiyye el-Müfierâ 'aleyhi ve Mamur Muhammed Muhammet! Avîs'in İbn

Teymiyye leyse selefiyyen  adlı eserleri ilâve edilebilir. [1281]

 

c) Muhammed b. Abdülvehhâb Hakkında Yazılan Kitaplar

 

XVIII. yüzyılda yaptığı mücadeleyle Vehhâbîlik adında bir hare­ketin doğmasına sebep olan ve hareketi zamanla siyasî bir karak­ter kazanarak Suudi Arabistan Krallığı'nın doğuşunu hazırlayan Muhammed b. Abdülvehhâb hakkında da pek çok eser kaleme alınmıştır. Bu eserlerin bir kısmı ilmî üslûptan uzak ve İdeolojik amaçlı olsa da genel olarak onlar Vehhâbî hareketinin ve Hanbelî mezhebinin akâid ve fıkıh alanlarındaki yaklaşımlarını yansıtıcı ni­teliktedirler. [1282]

Muhammed b. Abdülvehhâb'in hayatı ve eserleri hakkında ya­zılan kitaplara örnek olarak; Abdullah es-Sâlih el-Useymîn'in eş-Şeyh Muhammed b. Abdülvehhâb hayâtühû ve fikruhû[1283] Mah­mûd Avad'ın Muhammed b. Abdi'l-Vehhâf[1284] Abdülhalîm el-Cün-dî'nin el-lmâm Muhammed b. Abdülvehhâb ev intisârü'l-menhe-ci's-selejî, [1285] Ahmed Muhammed ed-Dubeyb'in Âsârü'ş-Şeyh Mu­hammed b. Abdülvehhâb[1286] Abdülazîz b. Abdullah b. Bâz'm Mu­hammed b- Abdülvehhâb, da 'vetühü ve sîretühüfi Ahmed b. Ha-cer b. Muhammed'in eş-Şeyh Muhammed[1287] b. Abdülvehhâb, akîde-tüh ü 's-selefiyye ve da 'vetühü 'l-ıslâhiyye ve sena 'ü 'I- 'ulemâ 'aleyhfi George Snavely Rentz'in Muhammad ibn Abd [1288]allah-hâb (1703/04-1792) and the beginnings of Unİtarian Empire in Arabiap[1289] Ahmed Abdülgafûr Attâr'ın Muhammed b. 'Abdülveb- Hüseyin Halef Haz'al'in Hayâtü'ş-Şeyh Muhammed b. 'Abdülvehhâb[1290] Abdülkerîm el-Hatîb'in Muhammed h, Abdülveh­hâb, e!-'aklü 1-bür ve'l-kalbü 's-selîm[1291] Abdullah b. Sa'd er-Rüvey-şid'in el-hnâınü'ş-Şeyh Muhammed b, Abdülvehhâb [Vt-târîh^[1292]Emîn Saîd'in Sîretü'l-İmâm eş-Şeyh Muhammed b. Abdülveh­ Ahmed ed-Dubeyb'in Âsârü'ş-Şeyh Muhamm.ed b, 'Abdül-s Abdülazîz Seyyid el-Ehl'in Dâiyetü't-tevhîdMuhammed b. Abdülvehhâb[1293] Esther Peskes'in Muhammad b. Abdalıvah-hâb (1703-92) im Vföderstreit, [1294]Âmine Muhammed Nusayr'in eş-Şeyhülislâm Muhammed b. Abdülvehhâb ve menhecühû fîmebâ-hisi'l-'aktde, [1295]Muhammed b. Abdullah es-Selmân'ın Reşîd Rızâ ve da'vetü'ş-Şeyh Muhammed b. 'Abdülvehhâb[1296] adlı kitapları göste­rilebilir.

Ayrıca ibn Abdülvehhâb'in görüşleri ve Vehhâbîlik hareketi çerçevesinde bazı tartışmalar yapılmış ve karşılıklı reddiyeler yazıl­mıştır. Süleyman b. Abdülvehhâb en-Necdî'nin es-Savâ'ıku'l-ilâ-hiyyefi'r-red 'ale'l-Vehhâbiyyep[1297] Eyüb Sabri Paşa'nın Târîh-i Veh-hâbiyân ( Vehhâbîler Tarihi), [1298] Süleyman b. Abdullah'ın et-Tevdîh an tevhîdi'l-Hallâk fî cevabi ehli'l-Irâk ve tezkiretü üli'l-elbâb fi tarikati'ş-Şeyh Muhammed b. 'Abdülvehhâb[1299] ve Muhsin el-Emîn el-Hüseynî el-Âmilî'nin Kesfü'l-irtiyâbfî'etbâ'ı Muhammed b. 'Abdülvehhâtö[1300] adlı eserleri bu çerçevede değerlendirilebilir. [1301]

 

2. Tabakât Kitapları

 

Hanbelî tarihinde, hususi şahıslarla ilgili çeşitli monografiler ya­nında, belirli dönemlerde yaşayan bilginlerin tercüme-i hâllerini anlatan genel tabakat kitapları da bulunmaktadır.

Tarihte ilk Hanbelî tabakat kitabını, mezhebin doktrinini de derleyen Ebû Bekir el-Hallâl'in (ö. 311/923) yazdığı anlaşılmakta­dır. Bazı parçalan günümüze kadar ulaşmış olan bu eserin adı Tabakâtü ashabı İhn Hanbel[1302]. Ancak mezhep bilginleri hakkın­daki ayrıntılı ve tamamı günümüze ulaşan ilk tabakat kitabı Muhammed b. Ebû Ya'lâ e!-Ferrâ'nın (ö. 526/1132) Tabakâtü'l-Hanâbile'sidir.

Ayrıca Ebu'l-Beka el-Ukberî'nin (ö. 616/1219) Mezâhibü'l-jü-kabâ, Ebu'l-Ferec Nâsıhuddin Abdurrrahman b. Abdülvâhid'in (ö. 634/1236) çağdaşı bulunan elli âlimin tercüme-i hâlini anlattığı el-Istis'âd bi-men lakîtü min sâlihî'l-'ubbâd fi'l-büâc[1303] adlı eseri, Muhammed b. Abdülkavî el-Merdâvî'nin (Ö. 699/1299) Tabakâtü'l-Hanâbİle[1304]Muhibbüddîn Ahmed et-Tüsterî'nİn (Ö. 846/1442) Ta-bakâtü'l-Hanâbile, İzzeddin Ahmed b. İbrahim el-Askalânî'nîn (ö. 876/1471) yaklaşık on dört cilt olduğu rivayet edilen et-Tabakâ-tü'l-kübrâ'ile bunu kısaltarak yazdığı üç ciltlik et-Tabakâtü'l-vüs-tâve onun da muhtasarı olan et-Tabakâtü's-suğrâ[1305] adlı kitapları, Ebû İshak Burhâneddin Ibn Müflih'in (ö. 884/1479) el-Maksadü'l-erşed fî zikri ashâbı'l-îmâm Ahmed, Muhammed b. Abdullah b. Humeyd'in es-Suhubü'l-vâbile 'alâ darâihi'l-Hanâbile, [1306]Abdur-rahman b. Abdüllatif Âlü'ş-Şeyh'in Vlemâü'd-da 've, [1307]Abdullah b. Abdurrahman b. Salih el-Bessâm'ın 'Ulemâ'ü Necd hilâle sitteti ku-rûrfifâ adındaki eserleri de Hanbelî tabakatınm önemli kaynakla-rındandır.

Öte yandan, Abdullah b. Ali b. Humeyd es-SübeyTnİn (ö. 1346 /1927) ed-Dürrü'l-müneddad  esmâ'i kütübi Mezhebi'Ulmâm Ahme[1308] adlı eseri ile naşiri Câsim b. Süleyman el-Füheyd ed-Devserî'nin ona yazdığı zeylinde bazı Hanbelî müelliflerin isim ve eserleri de zikredilmiştir. Yine, Ibn Duveyyân'ın (İbrahim b. Mu­hammed b. Düveyyân en-Necdî) (ö. 1353/1935) Refu'n-nikâb [1309]terâcimi'l-ashâby[1310] adlı eserinde de mezhebin başlangıcından Vehhâbı hareketinin kurucusu Muhammed b. Abdülvehhâb'a kadar yaşayan bilginlerin hayatları anlatılmıştır. [1311] Su'ûd b. Abdullah el-Fenîsân'ın Asârü 'I-Hanâbilefî 'ulûmi'l-Kıtr'ay[1312] adlı muhtasar ki­tabında ise, Ahmed b. Hanbeİ'den Abdülıızîz b. Râşid'e (ö. 1403/ 1982) kadar 120 Hanbelî müellifin kısa tercüme-i hâli ve tefsirle il­gili kitaplarının adı verilmektedir. Bu eser özellikle son dönem Hanbelîler'in hayat ve eserlerine de yer vermesi itibariyle faydalı bir çal iş madır. [1313]

Hanbelî tabakatıyla ilgili eserlerde dikkati çeken husus, bu eserlerin birbirinin ihtisarı veya zeyli şeklinde bir zincir oluştura­cak tarzda yazılmış olmasıdır. Bu sayede, mezhebin "bütün" bir ta­rihi ortaya çıkmakta ve zincirin halkaları tamamlanmaktadır. Şim­di, bu zinciri oluşturan meşhur bazı tabakat kitaplarını yakından ta­nımaya çalışalım. [1314]

 

a) Tabakâtü'l-Hanâbile

 

Tabakâtü'l-Hanâbüe, Muhammed b. Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın (ö. 526/1132) Hanbelî bilginlerinin hayatını anlattığı bir eserdir. [1315]

Hanbelî tarihinin en güvenilir kaynaklarından biri olan ve [1316] (1119) yılına kadar yaşamış 706 bilginin tercüme-i hâlinin yer aldı­ğı bu kitapta, Hanbelî bilginleri altı tabakaya ayrılmıştır. Birinci ta­bakada Ahmed b. Hanbel, arkadaşlan, öğrencileri ve ondan her­hangi bir mesele, hadîs ya da olay nakledenler; ikinci tabakada İmam Ahmed'in öğrencilerinin öğrencileri yani ikinci nesil anlatılır ve diğer tabakalar da bu şekilde devam eder. Ancak birinci ve ikin­ci tabakada şahıslar alfabetik sıraya, ilk iki tabakadan sonra ise ölüm tarihlerine göre ele alınmıştır.

Muhammed b. Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın bu kitabı, Hanbelî mezhe­bine ait tabakat literatürü içerisinde hakkında ençok ihtisar veya zeyl çalışması yapılan eserlerden biri olmuştur.

Tabakâtü'l-Hanâbile'yi Şerefeddin Abdürrahim b. Abdullah el-Bağdadî (ö. 741/1341) Muhtasaru Tabakâtı'l-Hanâbile adıyla kısaltmış ve kendisi bazı ilâveler yapmış, yine Muhammed b. Ab-dülkadir el-Ca'ferî el-Nablusî de (ö, 797/1394) Muhtasaru Tabakâ-ti 'l~Hanâbile[1317] adıyla kısaltmıştır.

İbn Reçel) ise, İbn Ebû-Ya'lânm bu eserine ez-Zeyl alâ Taba-kâti'I-Hanâbüe[1318] adıyla bir zeyl yazmıştır. Bu zeyl, 500 (1106) yı­lından 750 (1350) yılına kadar geçen süre içerisinde yaşamış olan 552 Hanbelî bilgininin tercünıe-i hâlini ölüm tarihine göre anlatan güvenilir bir kitaptır.

îbn Receb'in bu Zeyli üzerinde ise bazı ihtisar ve ilâve çalışma­ları yapılmıştır. Bu çalışmalar Hanbelî tarihinin çeşitli dönemlerini birbirine bağlayan ve bütünleştiren halkalar gibidir. [1319]

Abdürrezzak b. Süleyman b. Ebü'1-Kerm (ö. 819/1416), îbn Re­ceb'in Zeytini Muhtasarıt Zeyl-i Tabakâtı'l-Hanâbile adıyla kı.saltmıştır.

Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî (İbnü'l-Mİbred) Zeylü İbn Abdvl-bâdî 'alâ Tabakan İbn Receb[1320]adıyla ibn Receb'in Zeytine bir İlâ­ve yazmıştır. Ayrıca yine aynı müellifin el-Cevherü'l-müneddad Jı Tabakalı müteahhirî ashâb-t Ahmed[1321] adlı eseri de İbn Receb'in Zeyîi üzerine bir ilâve niteliğindedir.

ibn Humeyd (ö. 1295/1878), ibn Receb'in bu kitabına es-Subu-bü'l-vâbile 'alâ darâibi'l-Hanâbile adında bir zeyl yazarak 751 (1350) tarihinden kendi zamanına kadar yaşamış olan Hanbelî bil­ginlerini anlatmıştır, ibrahim en-Necdî ez-Zübeyrî de tbn Hu-meyd'in bu eseri üzerine es-Sâbile fi'z-zeyl 'ale's-Suhubi'l-vâbile adında bir zeyl yazmıştır.

Ebu'1-Yümn el-Uleymî (ö. 928/1521), ibn Receb'in Zeytine ilâ­ve niteliğinde el-Menhecü'l-ahmedfî tabakâti asbâbı'l-İmâm Ah-medm adlı eserini kaleme almış ve burada 900 (1494) yıhna kadar yaşamış olan Hanbelî âlimlerinin hayatını tarihi sırayla anlatmıştır. Ayrıca Uleymî, kendisinin bu eserini ed-Dürrü'l-müneddad jîas-hâbi'l-imâm. Abmed[1322] adıyla ihtisar etmiştir.

Muhammed Kemâleddin b. Muhammed el-Gazzî ise (Ö. 1214/ 1799) Ulcymî'nin el-Menhecü'l-ahmed'mt en-Na'tü'l-ekmel li-asbâbi'l-İtnâtn [1323]Abmed b. Hanbelî adında bir zeyl yazarak, onu kal­dığı tarih olan 900den (1494) 1207 (1792-93) yılma katlar getirmiş­tir. naşirleri ise aynı metot ve üslûpla 1214 (1799) tarihinden 1400 (1979-80) yılına kadar yaşayan meşhur HanbelîJer'in tercüme-i liflilerini esere ilâve etmişlerdir.[1324]

Muhammed Cemîi b. Ömer eş-Şattî (Ö. 1379/1959) Uleymî'nin el-Menbecü 'l-ahmedİle Gazzî'nin en-Na'tü'l-ekmel'İnden bazı kişi­lerin tercüme-i hâllerini bir araya getirip bunlara kendi çağdaşı olan bazı bilginlerin hayatını da ilâve ederek Muhtasanı Ta-bakâti'l-Hanâbilei^ adlı eserini yazmıştır. [1325]

 

b) el-Maksadü 'l-erşed

 

el-Maksadü'l-erşed ft zikri ashâbı'l-îmâm Ahmedfi[1326] meşhur Hanbelî imam ve müelliflerinden Burhâneddİn İbrahim b. Muham­med b. Abdullah b. Muhammed b. Müflih'in (ö. 884/1479) Hanbe­lî tabakalıyla ilgili eseridir.

İbn Müflih, bu eserinde Hanbelî âlimlerin hayatını alfabetik isim sırasına göre anlatmıştır. Bu arada İlk olarak İmam Ahmed b. Hanbeİ'den başlamıştır. Ancak eserde, İsimlerin tertibi konusunda alfabetik sıraya bazan uyulmadığı görülmüş ve şahısların hayatı an­latılırken ihtisara riayet edilmiştir. Müellif, bu eseri yazarken başta îbn Ebû Ya'lâ ve ibn Receb olmak üzere meşhur Hanbelî tabakat-ları ile genel tarih kitaplarını görmüş ve onlardan yararlanmıştır.

Toplam 1315 âlimin hayatının anlatıldığı eser, naşirin yaptığı kıymetli tahkik ve hazırladığı çeşitli fihrist ve indekslerle, Hanbelî tabakatı hakkında vazgeçilemez bir kaynak halini almıştır. [1327]

 

c) 'Ulemâ'ü Necd

 

Abdullah b. Abdıırrahman b. Salih el-Bessâm'ın 'Ulemâ'ü Necd hilâle sitteti kurûn[1328] adlı eserinde Necid bölgesinden yetişmiş[1329] bilginin hayatı anlatılmıştır. Burada anlatılan kişilerin tamamı doğ­rudan doğruya Hanbelî mezhebine mensup olmamakla beraber, onların çoğunluğunu Vehhâbî hareketinin başlamasından sonra yetişen ve bu hareketi benimseyen Hanbeîî-Selefî kişiler teşkil etinekledir. Bu sebeple, söz konusu eserin de müstakil bir Hanbelî tabakat kitabı olarak değerlendirilmesi mümkündür. Hatta eserin, son dönem Hanbelî bilginlerinin hayatı hakkındaki temel kaynak­lardan biri olduğu söylenebilir. [1330]

 

L) Mezhep Hakkında Yapılan Çalışmalar

 

Hanbelî mezhebinin gerek tarihi gerekse fıkhı ve keiâmî görüş­leri hakkında islâm dünyasında ve Batı'da birçok yeni çalışma ya­pılmaktadır.

İslâm dünyasındaki çalışmalar genellikle Ahmed b. Hanbe'l, Ibn Teymiyye, Ibn Kayyım el-Cevziyye ve Muhammed b. Abdülveh-hâb gibi herhangi bîr imamın hayatı, mücadelesi ve görüşlerinin değerlendirilmesiyle ilgili ya da herhangi bir bilginin eserini tahkik veya usul ya da fürûuyla alâkalı görüşlerini tesbit ve değerlendir­me çerçevesinde olmaktadır. Bu tür neşirlerin bir kısmı çeşitli vesi­lelerle daha Önce zikredilmiştir. Ancak burada özellikle çağdaş Hanbelî müelliflerinden Abdülkadir b. Bedrân ed-Dımaşkî'nin (Ö. 1346/1927) Hanbelî mezhebinin kuruluşu, esasları, tarihi ve litera­türü hakkında bir giriş olarak yazdığı el-Medhal ilâ m.ezbebi'1-Imâm Ahmed b. Hanbe[1331] adlı eserinin müstesna bir mevkiye sa­hip olduğu belirtilmelidir.

Bunun dışında, Muhammed Ahmed Ali Mahmûd'un el-Hanâbi-lefî Bağdâd[1332]Ahmed Bükeyr Mahmûd'un îshâm Jîtârîhi'l-Mez-hebî'l-Hanbelp[1333] Salih b. Abdülazîz Âli Mansûr'un Usûlü'l-fıkh ve İbn Teymiyye[1334] Salim Ali Muhammed es-Sekafî'nin el-Fıkhü'l-Hanbelî ve keyfe vasale ileynâp[1335] Mefâtibu'l-fıkhı'l-Hanbelî^ Mustalahâtü'l-fık.hi'l-Hanbel[1336] ve Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî'nin Usûlü mezhebi'l-lmâm Ahmed^ adlı eserleri de Hanbe­lî mezhebi hakkında yapılan son çalışmalardandır.

Batı'da ise Hanbelî mezhebinin doktrin ve tarihi ile ilgili birçok Çalışma yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir. Bunların başın­da Henri Laoust ve George Makdisî'nin eserleri gelmektedir.

Henri Laoust'un çalışmaları arasında Essais sur les doctrines sociales etpolitiques d'Ibn Taimiya,[1337] Le Precis de Droit d'Jbn Qudâma[1338] 'bistoire des hanbaiites d 'Ibn Ragab[1339] La Profsssion de Foi d'Ibn Batta-l'raditionniste et Juriconsulte Musulman d'Ecole Hanbalite Mort en Irak â Ukbara 387/997[1340] Le traite de droit public d'Ibn Tatmiya, [1341] "Le reformisme des Saİafiya[1342] "Quelqu-es opinions sur la theodicee d'Ibn Taimiya[1343]"Une Risala d'Ibn Taimiya sur le serment de repudiation[1344] Contribution â une etü­de de la methodologie canonique d'Ibn Taimiya, [1345]"La biaograp-hie d'Ibn Taimiya d'apres Ibn Katîr[1346] "Les premieres professions de foi hanbaiites"[1347] "Le Hanbalisme sous le caliphat de Bagdad (241-656/856-1258)" [1348] "Le Hanbalisme sous les Mamlouks Bahrides[1349] "Une fetwâ d'Ibn Taimiya sur Ibn Thumart[1350] "Les agita-tions religieuses a Baglıdâd aux IVe et Ve siecles de l'hegire[1351] "L'İnfluence d'Ibn Taymiyya[1352] gibi eser ve makalelerinin yanında, çeşitli ansiklopedilerde Hanbelî mezhebine mensup birçok âlimin hayatıyla ilgili maddeleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları, "Ah-mad b. Hanbal" £P(Ing.), I. 272-277; "al-Bahûtî", BPQng.\ I, 949; "al-Barbahârî",   EP (Ing.),  I,   1039-1040;   "Gulâm al-Hallâl",   EP (Ing.), II, 1093; "Hanâbila", EP (îng.), 111.158^102; "Ibn 'Abd al-Wahhâb", EP (Ing.), III, 677-679; "Ibn Batta", EP (Ing.), III, 734-735; "Ibn al-Djawzî", EV (îng.), III, 751-752; "Ibn al-Farrâ", EP (Ing.), III, 765-766; "Ibn Kayyim al-Djawziyya", EP (İng.), III, 821-822; "Ibn Taymiyya", EP (Ing.), III, 951-955; "Ibn Taymîyah", E. Br., IX, 150-151 ve "al-Khırakî", £7-?(îng.), V, 9-10 gibi maddelerdir.

George Makdisi'nin eserleri arasında ise Ibn Qudâma's Censu-re of Speculative Theo!ogy "L'Isnad Initiatique Soufi de Muwaf-fak ad-Dîn Ibn Qııdâma[1353]"Ibn Taimiya; A Sûfi of the Qâdiriya Order[1354] "Nouveaux details sur l'affaire d'lbn "The Han-beii School and Sufism[1355] "Ibn 'Akıl et la Resurgence de L'lsiâm Tradiüonaliste au XIe siecle (Ve siecle de 1'Hegire) [1356] gibi kitap ve makaleler dışında Hanbelî mezhebiyle ilgili çeşitli ansiklopedi maddeleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; "Hanâbİla", The Encylopedia ofReligion, VI, 178-188; "Ibn 'Akıl",(İng.), III, 699-700; "Ibn Hubayra", EP (îng.), III, 802-803; "Ibn Kudâma", EP Cİng.), III, 842-843; "Ibn Muflih", EP (İng.), III, 882-883; "Ibn Rad-jab", EP(îng.), III, 901-902 ve "Ibn Taymîyah", Encydopedia ofRe­ligion, VI, 571-574 sayfalan arasında yer alan maddelerdir.

Bunlardan başka, Hanbelî mezhebinin doktrini, tarihi ve mez­hep içerisindeki çeşitli hareketlerle ilgili olarak şu yayınlar örnek olarak gösterilebilir: L. A. Corancez, Histoire des Wahabİs depuis leur origin jusqu'a la Fin de 1809; [1357] L. Burckhardt, Notes on the Bedouins and Wahabys . Habib, Ibn Saud's Warrior of is­lam. The Ikhtvan of Najd and their Role in the Creation of the Sa'udi Kingdom, 1910-193O; [1358] Syafiq A. Mughni, Hanbeli Move-ments in Baghdad From Abu Muhammad al-Barbahari (d. 329/941) to Abu Ja'fer al-Hashimi (d. 470/1077); [1359] Nimrod Hur-vitz, Ahmad Ibn Hanbal and The Formatİon of Islamic Ortho-doxy[1360] S. M. Zwemer, "The Wahhâbîs; their origin, history, tenets, and influence[1361] Michaux-Bellaire, "Le Wahhabisme au Maroc[1362] Deniel Raymond, "L'ijtihâd ehez Muwaffaq al-Dîn b. Qudâma[1363] G. J. L. Soıılie, "Formes et action actuelle du Wahabİsme. [1364]

Reniz, "Wahhabism and Saudi Arahia[1365] Donald P, Little, "The Mistorical and lli.storiographıcal Signifîcance of Lhe Detenîion of Ibn Taymiyya",[1366] aynı müellifin "Did Ibn Taymiyya Have a Screw Loose? [1367]  Lansine Kaba, The Wahhabiyya Islamic Reform and Politics in I-'rench West Africa (Evanston, Illinois 1974); J, Voli, "Muhammad Hayyâ al-Sindî and Muhammad Ibn 'Abd al-Wahhâb: an analysi.s of an İnteliecîual group in dghteenth-century Madî-ne"[1368]  Bianquis-S. Atassi-Khattab, "Luttes d'influence â l'interi-eur du Sunnisme Damascain entre 400 et 550 de l'Hegire[1369] J. O. Voil, "Wahhabism and Mahdism: Alternative Style.s of Islamic Rene-wals"[1370]  Susan A. Spectorsky, "Ahmad Ibn Hanbal's Fıqh"[1371]  A. H. Green, "A Tunisian Reply to a Wahhabİ Proclamation: Texts and Contexts[1372]  Aharon Layİsh, "Saudi Arabian Legal Reform as a Me-cahanism to Moderate Wahhâbî Doctrine[1373]  joseph Drory, "Han-balîs of the Nablus Region in the Eleventh and Twelfth Centuri-es[1374]  EHzabeth Sirriyeh, "Wahhâbîs, Unbelievers and the Prob-lems of Exclusivism"[1375]  Binyamin Abrahamov, "Ibn Taymiyya on the Agreement of Reason with Tradİtion"[1376]  Michael Cook, "On the Origins of Wahhâbism",[1377] Sherman A. Jackson, "Ibn Taymiy-yah on Trial in Damascus[1378]  ve John O. Voli, "Ibn 'Abd al-Wahhâb, Muhammad", The Encydopedia of Religion (VI, 551-552), a.mlf., "Wahhâbîyah", The Encydopedia of Religion (XV, 313-316). Ayrıca, elinizdeki eserin bibliyografya bölümünde de konuyla İlgili geniş bîr üste bulacaksınız. [1379]

 

Sonuç

 

îslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem: HanbelîMezhebi adlı bu çaiıgmanm giriş kısmında islâm hukukunun geçirdiği merhaleler incelenmiş ve söz konusu mezhebin hemen bütün Islâmî ilimlerin ve hareketlerin teşekkül ettiği ve neşvünema bulduğu ve Özellikle de fıkıhta Ehl-i re'y-Ehl-i hadîs ve kelâmda Mu'tezîle-Ehl-İ sünnet mücadelesinin yaşandığı bîr ortamda vücut bulduğu görülmüştür.

Hanbelî mezhebinin kuruluş ve tarihçesinin incelendiği birinci bölümde Ahmed b. Hanbel'in tercüme-İ hâli kısaca verilerek onun fikir ve yönelişlerine etki eden unsurlar ve onun hadîs, kelâm ve fı­kıhtaki temel eğilimleri tesbit edilmeye çalışılmıştır. Burada, onun hadîs İlmine yönelmesi ve bütün hayatını bu ilme vakfetmesi sebe­biyle, fakih olmaktan ziyade bir muhaddis olarak tanındığı ve bun­da kendisinin hayat hadîselerine daima naslarla cevap verip re'yle fetva vermekten kaçınması hatta buna karşı çıkmasının rolü bulun­duğu tesbit edilmiştir. Ayrıca onun, Kur'an'ın mahlûk olup olmadı­ğı tartışmasında Mu'tezİle'nin yönlendirmesi ile baskıcı bir tutum izleyen dönemin halîfeleri tarafından mağduriyete uğratılması ve bir anlamda fikir hürriyeti ve insan haklan mücadelesi sayılabile­cek bir tavır sergilemesi, halk nazarında şöhretinin artmasına ve halkın'dinî problemlerini çözmek için ona veya onun arkadaş ve öğrencilerine yönelmelerine sebep olmuş ve böylece ehl-i hadîs içerisinde İmam Mâlik ve Şafiî'den daha fazla eser ve Selef tarafta­rı bir renge sahip, gelenkçi bir hukuk ekolü doğmuştur.

Bu bölümde mezhebin uzun tarihçesi tedvin, gelişme ve yeni dönem şeklinde üç ana başlık altında incelenmiştir. Tedvin döne­minde, Ahmed b. Hanbel'in görüş ve fetvalarının onun arkadaş ve öğrencileri tarafından toplandığını ve bu açıdan mezhebin gerek usul gerekse fürûunun birçok kişinin oıtak gayretleri sonucu ku­rulmuş kolektif bir yapıyı andırdığı tesbit edilmiştir. Mezhebin ku­ruluş süreci, Mu'tezile'ye karşı ehl-i hadîs taraftarlarının elde ettiği zaferin halk nazarında henüz devam ettiği IV. (X.) asırda tamam­lanmış ve bu asırda özellikle Abbasî Hilâfeti'nin merkezi olan Bağ­dat'taki siyasî ve ilmî hareketlere Hanbelî mezhebi mensuplarının yön verdiği görülmüştür.

Hanbelî mezhebi uzun gelişme süreci içerisinde, Şiî eğilimli Bü-veyhîler'İn Bağdat'a hâkim oldukları donemde (334-447/945-1061) Şia'ya karşı Ehl-i sünnet'in, küçük devleilere karşı da Abbasî Hİlâ-feti'nin güçlendirilmesi taraftarı olmuş ve bu dönemde Büveyhî-ler'e karşı muhalefet hareketlerini temsil etmiştir. Büveyhîler'den sonra Selçukluların Bağdat'ı nüfuzları altına almaları (447-656/ 1061-1258) ile devletin Şiî eğilimleri ortadan kalkmışsa da onlar, Selçuklu sultanları yerine Abbasî halifeleri yanında yer almaya de­vam etmişler ve bu arada Mu'tezile'nin etkinliğini kaybetmesinden sonra kendilerine yeni bir rakip olarak Eş'arîler'i bularak, onlarla özellikle kelâmî konularda, bazen de bilimsel münakaşa sınırlarını aşacak şekilde, sert bir mücadeleye girişmişlerdir.

Bağdat'ın Moğollar tarafından yerle bir edilmesinden (656/ 1258) sonra, Hanbelîler'in Suriye, Filistin ve Mısır'a doğru yayıldık­ları görülmektedir. Bu dönemde Abbâsîler'den sonra Sünnî dünya­nın liderliği hususunda doğan boşluğu Mısır'daki Memlükler dol­durmaya başlamış ve Hanbelî bilginleri Memlûk sultanlarının etra­fında yer almışlardır. Bu bilginler İçerisinden özellikle tbn Teymiy-ye (ö. 728/1328) mezhebe yeni bir canlılık getirmiştir. Memlük-ler'den (648-922/1250-1517) sonra ise Suriye, Filistin, Mısır ve Hi­caz toprakları Osmanlılar'ın eline geçmiştir. Osmanlılar Şîa karşı­sında Ehl-i Sünneti savunmakla beraber, hukukî uygulamalarında re'y ve içtihat taraftan olan Hanefi mezhebini benimsemeleri, kadı ve müftülerin tayinlerinde bu mezhep mensuplarına öncelik ver­meleri sonucu, Osmanlılar döneminde Hanbelî mezhebinin geliş­mesinde bir durgunluk göze çarpmaktadır. Osmanlılar döneminin (922-1342/1517-1923) Hanbelîlik açısından en önemli olayı, Necid bölgesinde Muhammed b. Abdülvehhâb'ın (ö. 1206/1792) başlattı­ğı Vehhâbîlik hareketidir. Emîr Muhammed b. Suûd (ö. 1179/1765) ile anlaşan İbn Abdülvehhâb akâid ve tevhid konusundaki görüş­lerini kılıçla hâkim kılmaya karar vermiş ve yapılan birçok savaş neticesinde bu hareket Suudi Arabistan Krallığı'nın kurulmasıyla neticelenmiştir.

Hicaz bölgesinin Suudi Arabistan KraİlığYnın eline geçmesi ve Hanbelî mezhebinin akâid ve fıkıh anlayışının bu devletin resmî İdeolojisi haline gelmesi, Hanbelî mezhebinin tarihinde yeni bir sayfa açmıştır. Bu yeni dönemde Hanbelî mezhebi mensupları, İs­lâm dünyasındaki sayısal bakımından azlıklarına rağmen, Suudi Arabistan'ın dinî, siyasî, coğrafi ve ekonomik özellik ve imkânlarından yararlanarak mezhebin görüşlerinin uygulanması, geliştiril­mesi, yayılması, eski ve yeni mezhep literatürünün basılması ve dağıtılması gibi konularda büyük bir avantaj elde etmişlerdir

İkinci bölümde mezhebin usul ve metodolojsi incelenerek özellikle de Kitap, sünnet, İcmâ, sahabe kavli, İsüshâb, maslahat, kıyas ve sedd-i zerâi konularıyla İlgili doktrindeki gelişmeler gös­terilmiştir. Daha sonra fıkıh usulünün serî hükümler, istinbat me­totları ve içtihat-taklit konularındaki görüşleri ana başlıklar halinde verilerek, varsa farklılıklar belirtilmeye çalışılmıştır. Burada, mez­hebin usulünün hem sistematik hem de anlayış bakımından, tarihî süreç içerisinde, özellikle akâid konularında olduğu gibi, farklılık­larını koaıyamadığı ve akâid alanında sürekli mücadele ettikleri Şâfiî-Eş'arî usulü ile büyük bir yakınlık ve benzerlik noktasına gel­dikleri söylenebilir.

Ayrıca bu bölümde, Hanbelî mezhebinin genel karakteristiği tesbit edilerek bir Hanbelî portresi çizilmeye çalışılmıştır. Buna gö­re onlar, ehl-i hadîs olmalarının tabiî bîr sonucu olarak selefçi bir karakter kazanmışlardır. Selefçilik İse bakış açısı itibariyle muhafa­zakârlığı ve statükoculuğu doğuracaktır. Akâid konusundaki yoru­ma kapalı katı nasçı anlayış ile hukukî hayattaki selefçi ve muhafa­zakâr (gelenekçi) bakışın tabiî sonucu olarak Hanbelîler, gündelik hayattaki değişim ve gelişmeler karşısında, "bİd'at" silâhını sık sık kullanmaktan kaçınmamışlardır. Ayrıca Hanbelîler'in muamele ve akitlerin şart ve çeşitleri konusunda sübjektif irade taraftan olduk­ları, hakkında nas bulunmayan konularda maslahat ve istishâb ile hüküm verdikleri ve bu prensipler sebebiyle mezhebin hayat ha-dîseleri karşısında çözüm üretebilmek için gerekli olan canlılık ve seyyaliyeti kazandığı görülmüştür. Öte yandan, Hanbelî mezhebi mensuplarının karakter bakımından toplumsal hayatta müdahale­ci, ferdî hayatlarında ise mütevazı bir hayat sürdükleri tespit edil­miştir. Bu bölümde onların sebep oldukları çeşitli mezhep kavga­larına ve tasavvufla münasebetlerine işaret edilmiştir. Nihayet, Hanbelî mezhebinin doğuşundan günümüze kadar hemen her de­virde az veya çok politik bir rolü bulunduğu ve bu sebeple de ya­yıldığı bölgelerdeki siyasî iktidarların el değiştirmesinden dolayı müspet veya menfî yönde etkilendiği görülmüştür.

Üçüncü bölümde ise mezhebin literatürü incelenmiştir. Mez­hep imamı ve diğer bilginlerin usul ve fürû konularıyla ilgili kullan­dıkları bazı kavramlarla mezhep mensuplarının birbirini tanıtmak için kullandıkları terimler, bu literatürü anlamada anahtar niteliğin­de olduğu için öncelikle açıklanmıştır. Daha sonra mezhebin, is­lâm hukukunun değişik branşlarına ait kitaplar, ile mezhep hak­kında yazılan eserler, gerekli hallerde bazıları tanıtılmak suretiyle zikredilmiş ve mezhep literatürünün özellikle XX. asırda Suud. Arabistan Krallığının siyasî ve malî himayesi altında geniş bir şekil­de basıldığı ve yayıldığı görülmüştür.

Bütün bu gelişmeler ve mezhebin metodolojisi ile genet karak­teristiği bize, Hanbelî mezhebinin, müslümantarın bir kısmının ha­yatına yön vermeye devam edeceğini göstermektedir. [1380]

 

BİBLİYOGRAFYA

 

Abbâs, İhsan, Şezerât miti kütübirı ınefkûdetinfi't'tânh, Beyan 1988. Abdullah b. Süleymah b. Menî, "ef-Muğnî libn Kudâme", ed-Dâre, M/2, Riyad 1397/1977, s. 352-361. Alx!urrahim, Abdurrahim Abdurrahman,   Târîhıı'l-Arabi'l-badîs ve'l-muâsır, Katar 1402/1982.

Abdül'âl, İsmail Salim, el-Bahsü'l-fıkhî, Kahire 1412/1992. Abdülazîz el-Buhârî, Abdülazîz b, Ahmed b. Muhammed (ö. 730/1330),

Kesfüİ-esrâr alâ Usûliİ-Pezdevî, HV, İstanbul 1890 (Kesfü'l-esrâr), Abdülbâkî, İbrahim, "Şeyhülislâm İbn Teymiyye", ME, XXX/2 (196i),"İbn Kayyım el-Cevziyye", ME, XXX (196i), s. 448-457. Abdülbâkî, Muhammed Fuâd (ö. 1388/1968), el-Mu'cemü'l-müfebres li-el-

fâzi'l-Kur'ani'l-Kenm, İstanbul 1982. Abdüîhak, Ali, Ahmed b. Hanbel ve'l-mibne, Kahire 1958. Abdülhamid, İrfan, "Eş'arî, Ebü'l-Hasan", DlA, XI, 444-447. Abdülhamid, Muhsin, Min eimmeti't-tecdîdi'l-hlâmî, Rabat 1407/1986. Abdülhamid, Sâib, îbn Teymiyye: hayâtübû ve akâidühû, Beyrut, ts. (el-Gadîr li'd-Dirâse ve'n-Neşr). Abdüikadir, Ali Hasan, Nazratûn âmme fî târihi'l-fıkhi'l-îslâmî, Kahire

  1. Abdülkâdir-i Geylânî (ö. 561/1166), el-Gunye li-tâlibî tarîki'l-bak (nşr. Fe-rec Tevfîk el-Velîd), Bağdat, Ls. (Mektebetü'ş-Şarkıl-Cedîd), I-III. Abhijit Putta M. A., Müslim Suciety in Transition Titu Meer's Revult: 1831,

Calcutta 1986. Abrahamov, Bİnyamin, "îbn Taymiyya on the Agreement of Reason with

Tradition", The Müslim World, LXXXII/3-4, Hartford - Connecticut 1992, s.256-273.                      

Abû, Adil Necm, "el-Medresetü fİ'1-imâreti'i-Arabiyyeti fî Sûriya", el-Havliyyâtü'l-eseriyyetü'l-Arabiyyetü's-Sûriyye, XIV, Dımaşk 1974, s. 75-99. Ahlvvardt, Wiiheîm, Verzeicbnis der Ambischen Handschriften der Königlicben Bibliothek zu Berlin, I-X, Berlin 1887-99. Ahmad, Mohiuddtn, Saiyid Abmad Shahid, Lııcknow 1975. Ahmed b. Hanlel (ö. 241/855), Kİtâbü's-Sünne (nşr. Muhammed b. Saîd

Besyûnî), Beyrut 1405/1985.

Mesâilü'l-lmâm Abtned b. Hanbel: Rivâye ihniht Abdullah (nşr. Züheyr §âviş), Beyrut 1988.

Mesâilü'l-lmâm Abtned h. Hanbel: Rivâye ibniht Ebi'l-Fazl Salih (nşr. Fazlurrahman Dîn Muhammed), HI, Mori Gate Delhi 1408.

el-Müsned, I-VI, İstanbul 1982 (îbn Hanbel).er~Red ale'z-zenâdika ve'l-Cehmiyye (Ali Sâmİ en-Neşşâr-Ammâr

Tâlibî), Akâidü 's-selef içinde), İskenderiye 1971, s. 51-114.

Ahmed h. Hacer h. Muhammed Âl-i Ebü Tâ mî Âl h. Ali, eş-Şeyb Mııbıınıınecl b. Ahdülıvbhûb akîdelübû's-seiefiyye re da'relühü l-islâhiyycre semıü'l-ulemâi aleyh, Mekke 1395-Ahmed Emin (ö.1373/1954), "Muhammed h, Abdilvehhâb", fil tul es Ara bes

Dossiers, sy. 82, Koma 1992, s.6-31.

Zuamûü'l-ıslâh fiİ-asrihi'l-hadîs, Beyrut, ts. (Dârü'1-Kütübi'l-Anıbî). Ahmed, Fuâd Abdülmünim, "tbn Hübeyre", MH, sy. 9 O9S1.), s. 1690-1696;

  1. 12 09<Sl), s. 2070-2074. Ahmed Teymûr Paşa (Ö. 1348/1930), Nazratün târihiyyefî budûsi'l-mezâhibi'l-erbaa, Kahire 1351. Ahmed, Ziauddin, "Some Aspects of the Political Theology of Ahmad b.

Hanbal", IS, XII/1 (1973), s.53-66. Akgündüz, Ahmed, "Gulâmü'l-Hallâl", DİA, XIV, 189. Ali, Abdullah Muhammed, "Mu'cemü mâ ellefehû ulemâü'i-ümmeti'İ-İslâ-

miyye  li'r-reddi   ala   hurâfâti'd-da'veti'l-Vehhâbiyye",   Türâsünâ,

XVII, Kum 1409, s. 146-178. Ali Haydar Efendi (ö. 1334/1915), Dürerü'l-hükkâm serbu Mecelleti'l-Ab-kâm, T III, istanbul 1911. Ali, Muhammad Mohar, "Impact of the Salafia Movement on the South Asi-an Sub-contİnent", Mecelletü Külliyyeti'l-Ulûmi'l-Ictimâiyye, IV, Ri-yad 1980, s. 3-15.

Ali Paşa Mübarek (ö. 1311/1893), el-Hıtatü't-tevfîkiyyeti'l-cedîde(nşr. Mu­hammed Mustafa İbrahim), l-W, Kahire 1980. Alûçî, Abdülhâmid, Müellefâtü Îbni'l-Cevzî, Bagdad 1385/1965. ÂIûsî, Ebü'l-Mealî Mahmûd Şükrî b. Abdullah (ö. 1342/1924), Târîbu Necd,

Kahire 1925-Âlü'ş-şeyh, Abdurrahman b. Abdüllatif, Meşâhîru ülemâi Necd ve gayribim, Riyad 1392/1972.

'Ulemâü'd-da've, Kahire 1386/1966.

Amâre, Muhammed, Kesâilü'l-adl w't-tevbîd, I-II, yy., 1971 (Darü'l-Hilâi). Âmidî, Ebü'I-Hasan Seyfeddîn Ali b. Muhammed (ö. 631/1233), el-lbkâmfî

mûli'l-ahkâm (thk. İbrahim el-Acûz), I-IV, Beyrut 1985 iel-îhkâtri). Anânî, Şükrî, el-Memleketü İ-Arabiyyetü 's-Suûdiyye: Dirâse Bibliyografiyye, Riyad 1398/1978. Aasarî, H. S. Bazmee, "Khwâja 'Abd Allah al-Ansârî al-Harawr, HI, V/3

(1982), s. 31-55. Arlıarry, A- F., "Jâmî's Biography of Ansârî", The Islamic Quarterly, III-IV,

London 1963, s. 57-82. Arlıerry, Arthur John (ö. 1389/1969), "A Hanbalî Tracl on the Eternity of the

Qur'ân", The Islamic Quarterly, III, London 1956, s.l6-4l. Aselî, Kâmil Cemîl, "Müdrüddİn ef-Uleymî el-Hanlıelî, müerrihu'l-Kudüs, nassun cedîd an lıayâtih ve nassu zeyü kitâbihn~Üasi'l<elîl", Dirâ-sât, XII/8, Amman 1985, s. 115-136.

Ashraf, Ali, "Tlıe Wahabi Movement and the British", Khuda Bakbsb Lectu-reslndian and Islamic, I, Patna 1993, s. 411-424.Islams and Modernüies, London 1993. Bâbekr, Hasan Halîfe, "Felsefetü makâsıdi't-teşrî fi'1-fıkhi'l-îsiâmî ve usulih", Mecelletü'ş-Şeria vel-Kânûn, I, Abûdabî 1987, s. 99-142. Bağdatlı İsmail Paşa (ö. 1338/1920), Hediyyetü'l-arifİn esmaü'l-müellifîn

ve asârü'l-Mûsânnifîn, I (nşr. Kilisli Rifat-İbnüiemin Mahmûd Ke­mal); II (nşr. İbnülemin Mahmûd Kemal-Avrii Aktuç), İstanbul 1951-

55 - Tahran 1387/1967 (Hediyyetü'l-arifin).

Izâhu'l-meknûn fi'z-zeyl alâ Ke$fi'z-zunûn an esâmi'l-kütüb ve'lfünûn (nşr. Kilisli Rıfat-Şerefeddin Yaltkaya), MI, istanbul 1945-47 (Izâhu 'l-meknûri) Bahrülulûm   el-Leknevî,   Abdülalî   Muhammed    b.    Nizâmüddîn   (ö. 1180/1766), Fevâtibu'r-rahamût bi-serbi Müselletni's-sübût fî usûli'l-fıkh, I-II, Kahire 1904 (Fevâtibu'r-rahamûi). Bakarı, Ahmed Mahir, İbn Kayyım miri âsârihi'l-ümiyye, İskenderiyye

  1. Bammat, Haydar (ö. 1385/1965), tslâmiyetin Manevi ve Kültürel Değerleri(trc. Bahadır Dülger), Ankara 1963. Bardakoğlu, Ali, "Tabiî Hukuk Düşüncesi Açısından İslâm Hukukçularının

İstihsan ve İstıskh Görüşü", EÜİFD, III (1986), s. 111-138. "Ferâiz", DİA, XII, 362-363-

Barthold, W. (ö. 1349/1930), islâm Medeniyeti Tarihi (trc. M. Fuad Köprü­lü), Ankara 1984. Basri, A., "The Book of Juridical Qıyas", The Müslim World, LXXVII, Conneeticut 1987, s. 207-228. Bedrfın,   Ebü'l-Ayneyn   Bedrân,   Târîh'u'l-fıkhi'l-lslâmî ve  nazariyyetü'lmülkiyye ve'l-ukûd, Beyrut, ts. (Dârü'n-Nahdatil-Arabiyye) (Taribu'l-fıkhi'l-Islâmî). Belâgî, Mulıammed Cevâd, "er-Reddü ale'l-Vehhâbiyye nsr. Muhammed Alî

el-Hakîm", Türâsünâ, IX/2~3, Kum 1414 içinde, s. 377-457. Bellaire, Michaux, "Le Wahhabisme au Mar<K.'!, L'Afriaue Français Supplement, .sy. 1, 1928, s. 489-492. Ben Cheneb, Moh., "Herevî", İA, V/l, s. 443-444.

"İbn TeymiyytT, İA, V/2, s. 825-829. Bcrknîsî,, "Â!-i Kudüme", DMBÎ, II, 87-94. Bernand, M., "Idtna1", ZiPÛng.), III, 1023-1026.

"Kıyas", /^(ing.), V,23H-242. Bernburg, Lutz Richter, "Amîr - Millik -Slıâhânshâh: 'Adud ad-Dauia's titu-

Iature re-examined", Journal of the Britisb Tnstttute ofPersİan Sttıdies, XVIII, London 1980, s. 83-102.

Bassam, Abdullah b. Abdurrahman b. Salih,  Vk'inâ'ü Necdhilâlesittetiku­run, I-III, Mekketü'l-Mükerreme 1398 (Vlemâ'ü Necd). Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali (ö. 458/1066), Kitâbü'l-Es (Fasiiyye Tecrübiyye Sâniyye), Amman 1993, s. 349-356. Bianquis; T.-Khattab, S. Atassi, "Lutfes d'influence a I'interieur du Sunnisme Damascain entre 400 et 550 de l'Hegire", BEO, XXX (1978), s. 368-"Muhammad b. Mahmûd b. Muhammad b, Malik-shâh", EP (İng.),

İslâm Devletleri Tarihi (trc. E. Mercii - M. îpşirli), istanbul 1980. Bouvat, L, "Le Vüayet de Bagdad et son organisation administrative", Re-

vue du Monde Mıısulman, XXIH, Paris 1913, s. 240-267. Bowen, Harold, "!The Last Buwayhids", JRAS (1929), s. 225-245. Braune, W.-Kevkeb, Abdünnebî, "Abd al-Kadir al-Djilani", £72(İng.), I, 69-

  1. Brockelmann, Cari (ö. 1375/1956), Geschicbte der Arabischen Litteratüre,

I-VI, Lieden 1943-49 İGAL).

Supplement, I-III, Leiden 1937-42 (Supp"İbnülcevzr, ÎA, V/2, s. 848-850.

"Ulaymî", ÎA, XIII, 22-23. Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (ö. 256/869), Halku ef'âli'l-

ibâd, bk, Neşşftr, AH Sâmî - Ammâr et-Tâübî, Akâûlü's-selef, İsken­deriye 1971, s. 117-252.

Sabîhu'l-Buhârt, T-VIII, İstanbul 1981 (Bubârt).

Burckhardt, J. L., Notes on the Bedouins and Wahaİrys, London 1830. Burhanı, Muhammed Ilişâm, Seddü'z-zerâi' /f şerîati'l-Islâmiyye, Beyrut

1406/1985. Busse, Herbert, "Iran under the Bûyids", The Cambridge History of Iran,

Cambridge 1993, IV, 250-304. BiU,§â, Mustafa Dîb, Eserü.'1-edİİleti'l-muhtelefi Jîhâ fi'l-fıkbi'l-İslâmî, Dı-

imşk, is, (Dârü'1-İmâm el-Buhârî) Büstânî,   Fuâd   Efram,   "Bağdâd   âsimetü'l-edebil-Abbâsî",    el-Meşrik,

XXXII/1, Beyrut 1934, s. 05-108.

"Temâz.ücü'l-anâsın'l-beserİyye !T Bağdâdi'!-Abl >âsiyyîn", el-Me$rik, XXXH/3, Beyrut 1934, s. 409-440. Bûtî, Muh;ıınmed Saîd Ramazan, {)avâbilü 1-maslaha fi'ş-şerîali'l-lslâmiy-

ye, Beyrut 1406/1986. Câbir, Emîne Muhammed b, Yûsuf, Ihtı Receb ei-Hanbelî re âsârıibtVI-j)khiyye, Katar 19H5.

Cahen, Buwayhid.s1350-1357. Calverley, E. E., 'The Doctrines of the Arabian 'Brethren'"  The Müslim

World, XI, Connecticut 1921, s. 364-476. Canan, İbrahim, "Ebû Hatim er-Râzî", DÎA, X, 150-151. Ced'ân, Fehmî, el-Mihne, bahsün fî cedeliyyeti'd'dmiyyi t>e's~sivâsiyyi fi'l-

îslâm, Beyrut 1989. Cessâs, Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî (ö. 370/980), el-Fuml fi'l-usûl (nşr.

Uceyl Câsim en-Neşemî), I-III, Kuveyt 1985 (el-fusûl). Cevdet Paşa (ö. 1312/1895), Târîh-i Cevdet, I-XII, İstanbul 1309. Cezzâr, Fikrî, Medâhüü'l-müellifîn ve'l-a'lâmü'l-Arab hattâ âmmi 1215b=

1800, I-III, Riyad 1994.' Chabbi, Jacqueline, '"Abd al-Kâdir al-Djîlânî Pensonnage Historique", SI,

XXXVIII (1973), s. 75-106.

."Fuday! b. 'Iyâd, Un precurseuf du Hanbalisme (187/803)", BEO,

XXX (1978), s. 331-345. Cîdî, Ömer b. Alxlülkerîm, el-Urf ve'l-amelfi'l-mezhebi'l-Mâlikî, Muham-

mediyye 1984. Chopra, P. N., "Character of the Wahabi Movemenf, Proceedings of the in-

dian Historical Records Commissions, XXXV (1960), s. 66-68. Cook, Michael, "On the Origins of Wahhâbismv, JRAS, III/II, 2 (1992), s.

191-202. Corancez, A., Histoire des Wababis depuis leur origin jnsqu'â la Fin de

1809, Paris 1810.

Cornevin, R., "Fulbe", EP(tng.), II, 939-943. Cündî, Abdülhalîm, el-Imâm Muhammed b. Abdülvehhâb ev İntisâru'l-

menheci's-selefî, Kahire 1978. Cündî,   Enver,   Terâcimü'l-a 'İâmi'l-muâstrîn  fi'l-âlemi'l-îslâmî,   Kahire

  1. Cüveynî, Ebü'l-Meâlî İmâmü'l-Haremeyn. Rükneddîn (ö. 478/1085), el-Bur-

hânjı usûli'l-fıkh (thk. Abdülazîm Dîb), MI, Katar 1978. Çağatay - Çubukçu, Neşet - İbrahim Agâh, tstâm Mezhepleri Tarihi, Anka­ra 1985, II. Baskı, Ankara Ünv. İlahiyat Fak. Yayınları. Çeker, Orhan, "Ebü'l-Ferec eş-Şîrâzr, DİA} X, 318-319. Dahlân, Ahmed b.  Zeynî (0.   1304/1886), ed-Düreru's-seni)rye fi'r-reddi

ale'l'Vehbâbiyye, Kahire 1985. Daiber, Hans, 'The Quran as a "Shİbboleth" of Varying Conceptions of the

Godhead", Israel Oriental Studies, XIV, Leiden 1994, s. 249-295. Dangor, Suleman Essop, "imam Ilın Taymiyyah", The Müslim World, X/12,

Connecticut 1983, s. 39-42.

Dârtmî, Ebû Muhiiınmud AfxİLilkıh h, Abdurrahman I). FazI (<"). 255/868),

Sihıcııü'd-Pârimi(nşr. Hâlit A'lemî-Fevvâz Ahmed ez-Zemerlî). I-

[[, Beyrul 1987. Dârimî, Ebû Said Osman b, Saki <ö. 280/894), er-Red ale'l-Cebmiyye(nî?r.

Gösta Wîestam), Leiden 1960. De Beaut'ecueü, S. Df Laugier, "'Abdallah al-Ansârî al-Heravf, tilr., I, 187-

"al-Ansârî al-Hantwî', fîPClng.), I, 515-516.

Khıvâdja Abdullah Ansan (396-481/1006-1089) Mystique Hanbalite, Beyrut 1965.

"Le Langage Image du Livre defi Etapes de Hwâga Abdullah Ansârî, Mysüque Hanbalite du Ve/Xle s.", BEO, XXX (1978), s. 33-44. De BeUefonds, Y. Linant, "Istishâb", EPÛng.), IV, 269. De Lacy O'ieary, İslâm Düşüncesi ve Tarihteki Yeri (trc. Hüseyin Yurday-

dın-Yaşar Kutluay), Ankara 1959 Debûsî, Ebû Zeyd Abdullah b. Ömer b. îsa (6.430/1039), Te'sîsü'n-nazar

(nşr. Zekeriyya Ali Yûsuf), Kahire ts., (Matbaatü'l-İmâm). Desûkî, Muhammed-Câbir, Emin, Mukaddime fî dirâsâti'l-fıkhi'l-lslâmî,

Katar 1411/1990. Devâlibî, Muhammed Ma'ruf, el-Medbal ilâ ilmi usûli'l-fıkh, Beyrut 1965 (el-Medhat).

Dîb, Abdülazîm, "Buhûtî", DÎA, VI, 385-386. Dİetl, Gulshan, "M«narchy and Interest Articulation", The Gulfin Transition (ed. M. S. Agwanİ), New Delhi 1987. Diyanet, Ebü'1-Hasan, "İbn Mende", DMBÎ, IV, 699-701. Dobbin, Christine, "Padri", EP (İng.), VIII, 237-238. Donald P. LitÜe, "A New Look at al-Alıkâm al-Sultâniyya",  The Müslim

World, DOV/1, New York 1974, s. 1-15. Doris Belırens-Abouseif, "Change in Function and Form of Mamluk Religious Institutions", Annales lslamologiqııes, XXI, Caire 1985, s. 73-93. Dönmez, İbrahim Kâfi, "Amel", DİA, III, 16-20.

"Amel-i Ehl-i Medine", DİA, III, 21-25.

"el-Urf",   Mecelletü  mecmai'l-fıkhi'l-îüûmî,   IV/5,   Cidde   1988,  s.

3297-3329. Drory, Joseph, "Hanbalîs of the Nahlus Kegion in tlıe Eleventh and Tvvelfth

Centurie.s", Asian and A/rican Studies, XXII, İsrael 1988, s. 103-106. Dubeyb, Ahmed Muhammed, Âsârü's-Şeyh Muhammed b. Abdilvehbâb,

Riyad 1402/1982. Dûnıî, Ahmed Abdülcevâd, Ahmed b. Hanbet beyne mihneti'd-dîn ne mih-

neli'd-dünvâ, Beyrut, ts. (Mens.ûrâtü'1-mektebeti'l-Asriyye). Dunne, J. Heywoıth, Religious and Political Trends in Modern Egypt, Lon-

don 1950. Dûrî, Abdülaziz, "Baghdad", EP (İng.), i, H94-908.

"Bagdaf, DİA, İV, 425-433.

Dûrî, Hıdir, "İbnü'l-Cevzî', Âdâhü'r-Râfidm, IV, Musul 1972, s. 108-147. Ebû Dâvud, Süleyman b. Eş'as b. İshâk el-Ezdî (ö. 275/889), Sünenü Ebî

Ebû FiItis, Muhammed Abdüikfıdir, el-KculîHbû Ya'lâ el-l-'cırâ re Kitâhiibû et-Abkâmıi's-suMâniyye, Beyrut 1403/ 1983.

Ebû Süleyman, Abdülvehhsib İbrahim, el-Fikrfil-usûlî, Cidde 1984. Kitâbetü'/-bahsi'l-ilmt, Mekke 1983.

Ebû Sünne, Ahmed Fehmi, t'l-Vrfrel-âdefîre'vi'l-fukabâ, Kahire 1947 (el-Vrfl.

Ebû Ya'lâ el-Fernı, İbnü'l-Ferrâ Muhammed h. Hüseyin (ö. 458/1066), el-Ahkâmü's-sıdtâııiyye (nsr. Muhammed Hâmid el-Fıkî), Beyrut 1403/ 1983.

el-Mu'iemed fî usûli'd-dîn (nşr. Vedi' Zeydân Hacidâd), Beyrut 1974.

et-'Uddefî. usûli'l-fıkh (nşr. Ahmed b. Ali Seyr Mübârekî), I-V, Riyad 1995 (el-Vdde).

Ebû Zehre, Muhammed (ö. 1394/1974), İbn Hanbel, hayâtühû ve asrühû. Kahire 1981 (Ibn Hanbet).

Mâlik hayâtühû ve asrühû, Kahire 1952 {Mâlik). Usûlü'l-fıkh, Kahire, ts. (Dârü'l-Fikrfl-Arabî) (Usûl),

Ebû Zeyd, Bekir b. Abdullah, Ibn Kayyim et-Cevziyye hayâtühû ve âsârü-bû, Riyad 1400/1980.

Ebû Şâme el-Makdisî, Ebü'l-Kâsım Şehâbeddîn Abdurrahman (ö. 665/1268), Terâdmü ricali'l-karneyis-sâdis ve's-sâbi' (nşr. Mu­hammed Zâhid el-Kevserî), Beyrut 1974.

Ebü'l-Hattâb el-Kelvezânî, Mahfuz b. Ahmed b. el-Hasan (ö. 510/1116), et-Temhîd ft usûli'l-fıkh (nşr. Müfîd Muhammed Ebû Ameşe), I-IV, Mekke 1985 (et-Temhîd).

Ebül-Hüseyin el-Basrî, Muhammed b. Ali (ö. 436/1044), el-Mu'temed fi usûli'l-fıkh (thk. Muhammed Hamîdullah), I-II, Dımaşk 1964 (el-Mu'temed).

Ebü'1-Yümn el-Uleymî, Müdrüddîn Abdurrahman (ö. 928/1522), el-Menhe-cü'l-Ahmed fî Tabakâti asbâbi't-tmâm Ahmed (nşr. Muhammed Muhyiddin Alxlülhamid-Âdil Nüveyhiz), MI, Beyrut 1403/1983.

Ecer, Ahmet Vehbi, "Osmanlı Tarihinde Vehhabî Hareketinin Sebep ve So­nuçlan", IX. Türk Tarih Kongresi, 21-25 Eylül 1981, Ankara 1989, III, 1229-1237.

Edens, David G., "The Anatomy of the Saudei Revoîution", International Journal of Middle Easl Studies, V/l, Cambridge 1974.

Edîlî Salih, Muhammed, Tefsîrü'n-nusûsfi'l-fıkhi'l-tslâmî, I-II, Beyrut 1984.

Efgânî, Muhammed Saîd Abdülmecîd Said, Şeyhülislâm Abdullah el-Ensâ-rîel-Herevî, mehûdiuhû ve arûühü'l-kelâmiyye ve'r-rûbiyye, Kahi­re, ts. (Dârül-Kütübi'l-Hadîse).

Elizabeth, M. Sirriyeh, "Muhammad b. Su'ûd", /SPÜngJ, VII, 410.

"Wahhfıbls, IJnbelievers and the Problems of Exclusİvism°, British Society for Middle Eastern Studies Bul/etin, XVI/2, Oxfbrd 1989, s. 123-132.

Erkal, Mehmet, "el-Ahkâmü's-sultaniyyt, DÎA, I, 556-557'. Encovitz, Joseph M., The Office of~Qâdı al-t/ıtdât in Cairo under the Bah­rî Mamlûks, Berlin 1984. Eş'arî, Ebül-Hasan b. EM Bi.^r Ali b, İsmail (ö. 324/936), d-tbâne(nşr. Fev-

kiyye Hüseyin Mahmûd), Kahire, [s. (Dârül-Kütüb). Eşkurî, Hasan Yûsufî, "Ibn Teymiyye, Fahrüddîn", DMBÎ, III, 193. Eşkurî, Hasan Yüsuiî-Minüçehrî, Ferâmerz Hâc, "İbn Hübeyıe", DMBÎ, V,

103-106. Eyüb Sabri Paşa (ö. 1308/1890), Târîh-i Vehhâbiyân: Vehhâbiler Tarihi,

(nşr. Süleyman Çelik), İstanbul 1992. Fâhirî, Muhammed b. Ömer, el-AhbârÛ'n-Necdiyye(nşr. Abdullah b. Yûsuf

eş-Şibl}, Riyad, ts. (Câmiatü'1-lmâm Muhammed b. Suûd). Faruqİ, Zİyaul Hasan, "Madrasa Nizâmiya of Baghdad", Studies in islam,

XVII/1, New Delhi 1980, s. 1-7.

es-$eyhü 'l-imâm Muhammed b. Abdüvehhâb ve menhecühûfî me-

bâhisi'l-akîde, Beyrut 1403/1983. Faruque, Muhammed, "The Development of the Institution of Madrasa and

the Nizâmiyah of Baghdad", IS, XXVI/3 (1987), S. 253-263-Fasi, Alai, The Independence Movements in Arab North A/rica, New York

1970.

Fazlur Rahman (ö. 1409/1988), islâm (trc. Mehmet Aydın-Mehmet Dağ), İs­tanbul 1981.

"es-Sünne  ve'1-hadîs",  ad-Dirâsât al-İslâmiyya,  H/1,  İslamabad

1967, s. 1-21,

"es-Sünne ve'Hctihâd ve'1-icmâ' fi'I-ahdi"l-Lslâmîyyi'l-ewer', ad-Di­râsât al-hlâmiyye, 1/3, îslamabad 1965, s. 1-22. Ferruh, Ömer, İbn Teymiyyeel-müctebid beyneahkâmi'l-fukahâ'vehâcâ-

îi'l-müctema', Beyrut 1411/1991.

Fığlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda itikadı islâm Mezhepleri, Ankara 1990. Fıkkî, İsâmüddîn Abdürraûf, ed-Devletü 'l-Abbâsî, Kahire 1987. Gâlib, Muhammed Edîb, Min Ahbâri'l-Hicâz ve Necd fî Târîhi'l-Cebertî, Ri-

yad, 1395/1975 (Dârü't-Yemâme). Ganîmi, Muhammed Müslim, Hayâîü'l-îmâm ibn Kayyım et-Cevziyye,

Beyrut 1401/1981.

Garâbİye, Abdülkerîm Mahmud, Târîbu'l-Arabi'l-hadîs, Beyrut 1984. Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed (ö. 505/1111), el-Müsiasfâ

min îlmi'l-usûl, MI, Kahire 1322/1904 {el-Müstasfâ").

îhyâü ulûmi'd-dm, Beyrut 1403/1982, I-V. Gazzî, Ebü'I-Mekârim Necmeddîn Muhammed (ö. 1O61/165D, el-Kevâki-

hü's-sâire bi-a'yâni'l-mieti'/.-âsire(nşr. Cebrail Süleyman Cebbûr),

I-III, Beyrut 1979. Gemaimaz, Mehmet Semih, "Suudi Arabistan Yargı Düzeni ve Yargılama

Usulleri Üzerine Notlar", Mukayeseli Hukuk Araştırmaları. Dergisi,

XX, İstanbul 1996, s. 153-176.

Gibb, H. A. R., Modern Trends in islam, Chicago 1947. Giliiot, Claııde, "Textes Arabes Anciens fedites en

1990 â 1992", Mefaı/ges deInstitude Domiııitüııı des F.tııdes Orîeıı-

ialesdu Caire (MtDiiO), Löuvain 1993, [-XXI. Gimaret, D., "Mu'tazila", HP(\ng.), VII, 783-793. Goitein, S. D., "Urban Housing in Fatimid and Ayyubid Times", SI, XLVM

(1978), s. 5-23. Goldschmidt, Artur, A Omcise History of the Middle Rast, Boulder-Colord-

dö 1991. Goldziher, Ignaz (ö. 1339/1921), "Ahmed", İA, I, 170-173.

"Arabic Literatüre During the Abbasid Period" (trc. J. Somogyi), Is-

lamic Culturç, XXXI/3, Haydarâbâd 1957, s. 220-234.

"Fıkıh", İA, IV, 601-608.

Zahirîler Sistem ve Tarihleri (trc. Cihad Tunç), Ankara 1982 (Zahi­rîler).

"Zur Geschichte der hanbalitischen Bewegungen'T, Zeitschrift der

Deutschen Morgenlândischen Gesellschaft, Leipzig 1908, s. 1-28. Green, A. H., "A Tunisian Reply to a Wahhabi Proclamation: Texts and

Contexts", in Quest of an Islamic Humanism, Cairo 1984, s. 155-177. Habib, J. S., ibn Saud's Warriors of islam. The Ikhwan of Najd and Their Role in the Creation of the Sa'udi Kingdom 1910-1930, Leiden

  1. HaceâVî, Şerefüddîn Ebü'n-Necâ Mûsâ (ö. 968/15Ö0), Kitâbü Havâşi't-tenkîh fi'l-fıkh alâ mezhebi'l-İmâm Ahmed b. Hanbel (nşr. Yahya b.

Ahmed Yahya el-Cürdî), Kahire 1412/1992. Hacvî, Muhammed el-Hasan el-Hacvî el-Fâsî (ö. 1376/1956), el-Fikrü's-sâmî fî târîhi'l-fıkhi'l-îslâmî (nşr. Eymen Salih Şa'bân), I-II, Beyrutl4l6/199 (el-Fikrü's-sâmî). Hafif, Ali, "es-Sünnetü't-teşrîiyye", Mecelletü Muallimetü'l-Buhûs ve'd-dirâsâtii-Arabiyye, I, Kahire 1969, s. 327-343. Hafsi, ibrahim, "Recherches sur İe Genre Tabaqâf dans la Litterature Arabe", Arabica, XXIV/1, Leiden 1977, s. 1-41. Hakemi, Ahmed b. Hafız, "Âsârü'ş-Şeyh Al>durraiıman b. Hasan Müceddidü'd-da'veti'1-ıslâhiyye fî Necd", ed-Dâre, N/5, Riyad 1980, s. 76-96. Halîl, îmâdüddîn, "en-Neşâtü'1-ilmiyyü fî devleti Nûreddîn Mahmûd Zengî", el-Mevrid, IX/3, Bağdat 1980, s. 97-112.

Nûruddîn Mahmûd ve tecrübetühü'l-İslâmiyye, Dımaşk 1407/1987. Hallâf, Abdülvehhâb (ö. 1375/1956), Hülâsatü Târihi't-tesrîi'l-îslâmî, Ku­veyt 1402/1982.

İhnü usûli'l-fıkh, Kuveyt 1968 (Usûl).

Mesâdirü't-teşrii'l-tstâmîfîmâ lâ nassafıh, Kuveyt 1972 (Mesâdır), Hallacı, W;ıel **., Law and Legal Theory in Classical and Medieval islam,

Hampshire 1994.

"Non-analogical   Arguments  İn Sünni Juridical   Qıyâs",  Arabica,

XXXVl/3, Leiden 1989, .s. 286-306.

"On the Authoritativeness of Sünni Consensus", International Jour­nal of Middle Kast Studies, sy. 18, Cambridge

Halm, H., "al-Kushayrî", fi^Clng.), V, S27.

Hamidullah, Muhammed, "Fıkıh Usulü Tarihi", İslâm Hukuku Hlüdleri, îs-Lunbi.il 1984.

"İslâm Hukukunun Kayna.klan.na Dair Yeni hir Araslırına" (yev. Bü­lent Davran), islâm 'm Hukuk /İmine Yardımları, İstanbul 1962, "Halîfe Hz. Ömer Devrinde Adlî Teşkilat - Ebû Mûsâ el-Eş'arfye Gönderilen Kazâî Talimatnameler" (trc. Fahrettin Atar), islâm Ana­yasa Hukuku (nşr. Vecdi Akyüz), İstanbul 1995, s. 284-320.

Hamza, Abdüllatif, el-Hareketü'l-fiknyyetüfiMısra fi'l-asrîne'l-Eyyûbî've'l-Memlükiyyi'l~ewel, Kahire, ts., (Dârü'l-Fikri'l-Arabî).

Haq, Mahmuddul, "Wahhabİ Tradition, Origins and Impact", The Gulfin Transition (ed- M.S. Agwani), New Delhi 1987, s. 15-25.

Haque, Ziaul, "Ahmad Ibn Hanbal: The Saint-scholar of Baghdâd", HI, VI-II/3 C1985), s. 69-90.

Har-el, Shai, Struggle for Dınnination in the Middle East The Ottoman-Mamluk War 1485-91, Leiden 1995.

Harbî, Muhammed b. Ali Osman, îhn Teymiyye ve mevkıfühû min ehem-mi'l-fırak ve'd-diyâne jîasrihî, Beyrut 1987/1407.

Harrânî, Ahmed b. Hamdan (ö. 695/1295), Sıfatü'l-fetvâ ve'l-müftt ve'l-müstefttinşv. Muhammed Nâsıruddîn el-Elbâriî), Beyrut 1404/19B4 (Sîfatü'l-Fetvâ).

Hasan, Ahmed, The Early Development of Islamic Jurisprudence, Islama-bad 1988. "Early Mode.s of Ijtihâd, Ray, Qıyâs and Istihsân", IS, VI/1 (1967), s.48-79.

"The Sunnah-its Early Concept and Development", IS, VIl/l (1968),s. 47-69-Hatılı el-Bagdâdî, Ahmed b. Ali b. Sabit (ö. 463/1071), el-Kifâyejîilmi'r-ri-vâye, Haydarâbâd 1357.

Târîhu Bağdâd, I-XIV, Beyrut, Es. (Dârü'i-Kütübi'İ-ilmiyye). Haymî, Salâh Muhammed, "Cemâlüddîn Yûsuf b. Alxlilhâdî eİ-Makdisî ed-

Dımaşkî: Hayâtühû ve âsârühü'l-mahtûta ve'1-matbûa", Mecelletü

Ma'hedi'l-mahtûîâti'l-Arabiyye, 11/26, Kuveyt 1403/1982, s. 775-811,

Hayyât, Abdülaziz, Nazariyyetü'l-urf Amman 1977. Haz'al, Hüseyin Halef, Hayâtü's-Şeyh Muhammed b. Abdilvehhâb, Beyrut1391/1971.

Târîhu 1-Cezîreti'l-Arabiyye fi asri'ş-$eyh Muhammed b. Abdilveh-hâb, Beyrut 19Ö8.

Helms, Christine Moss, The Cohesiorı of Saudi Arabia, Baltimore 1981. Herevî, Necîb Mâyil, "İbn-i îmâd", DMBİ, IV, 330-331.

"İbn Kayyim", DMBİ, IV, 498-504. Herrâs, Mulıammed Haiti, Bâisü'n-nvhdati'l-îslâmiyye Ihtı Teymiyye esse-

lefi, nakdühû li-mesâliki'l-mütekellimm ve'l-felâsife fiİ-ilâhivyât,

Beyrut 1404/1984. Hilâlî, Süleym, Ibn Teymiyye el-Müfterâ aleyh, Amman 1405.

Hintâti, Necmeddîn, 'Mulu'ıveietün li-ne^ri'i-me/.hebi I-Iianbelî bi-İfrikiyye

havaliye muntıtsıi'I-kam IIIAX", IB1A. LVIİ/173, 'l'unu.s 1994, s. 91-106. Hiskert, M., "An Islamic Tradition of Reform in Ihe Weslern Sudan From ihe SixteenUı to the F.ighteenlh Century", BSOAS, XXV (1962), s. 593-

  1. Hogarth, D. G., .!Wahabism and British Interests", International Affaires,

ÎVU925), s. 70-81. Holt, P. M., Egypt and the bertile Crescent 1516-1922, London 1966.

"Mamlûks", EPClng.), VI, 321-325. Hotinli, Rauf Ahmet, "Arabistan", lA, 1, 492-498. Hourani, Gorge F., "The Basis of Authority of Consensus in Sunnite islam",

5/, XXI (1964), s. 13-60. Hudarî, Bek, Muhammed (6. 1345/1927), Muhâdarâtü târîhi'l-ümemi'l-ls-

lâmiyya: ed-devletü:l-Akbûsiyye, Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife).

Târthu'f-tesrîi'l-Islâmî, Beyrut 1983. Humphrels, R. Stephen, "Mamluk Dynasty", Dietionary of the Middle Ages

(ed. Joseph R. Strayer), New York 1989, VIII, s. 70-78. Hunwick, J. O., "Salih al-Fullânî (1752/3-1803) : Tlıe Career and Teachings

of a West African Âlim in Medina", in Quesi of an Islamic Hıımanism, (ed. A. H. Green), Cairo 1984, s. 139-154. Hurewitz, J. C, Diplomacy in the Near and Middle East, I-II, New York 1958.

Hüseyin Hasan, A'lâmü Temim, Beyrut 1980. Inayatuilah, Sh., "Ahl-i Hadîth", /;P(İng.), I, 259-260.

''Sayyid Ahmad Brelvvî", £/2(ing.), I, 282-283-Irwin, Rolx;rt, The Middle East in the Middle Ages: Ihe Early Mamluk Sultanate 1250-1328, Beckenham 1986. Itır, Nureddin, "Dâvûd ez-Zâhirî', DİA, IX, 49-50. İbn Abdülber, Ebû Ömer Yûsuf b. Abdullah (ö. 463/1071), Câmiu beyâni'î-ilm ve fadlihî(nşr. Abdurrahman Muhammed Osman), I-II, Kahire1388/1968. İbn Abdülhâdî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdülhâdî el-Cemmâ- ilî (ö. 744/1343), el-Mubarrerfi'l-hadîs (nşr. Muhammed Selîm îbrâhîm Semâre-Cemâl Hamdî ez-Zehebî), I-II, Beyrut 1405/1985. Tenkîhu't-tahktk fiehâdîsi't-Ta'lîk(nsr. Âmir Hasan Sabrî), I-II, yy.,

1409/1989 (el-ımârâtü'l-Arabiyyetü'l-MCHtahide). et-Ukudü'd-dürriyye min menâkıbı Şeyhilislâm Ahmed Ibn Tey­miyye (n,şr. M. Hâmid el-Fıkî), Kahire 1938. İbn Abdüsselâm, İzzeddîn Alxiülazîz b. Abdüsselâm (ö. 660/1262), Kavâidü'l-ahkâm fi mesüliki'l-enâm, Beyrut, Ls. (Dârü'l-Ma'rife). İbn Abdüsşekûr, Muhibbullah (ö. 1119/1707), Müsellemü's-sübût fi usûli'l-fıkh, I-II, Kahire 1904 (Müsellemü's-sübût). tbn Âbidîn, Muhammed Emin b. Ömer b. Abdülazîz (ö. 1252/1836), Neşrü'l-arf fi binâi ba'di'l-ahkâm ale'!-urf(Mecmûatü resâil içinde),

(baskı yeri ve tarihi yok) (Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Arabî), II, 112-145 (Nesru'l-arj).

İbn Akîİ, Ebül-Vefâ Ali b. Akîl b. Muhammed (ö. 513/1119), Kitâbü'l-C'edel ala lankati'l-fııkahâ (nşr. d. Makdisi,   "Le livre de la Dialectique d'Ibn Aqîl" (Kitâbü'l-Cedel), Bl':<), XX (1967), s. 119-206. İbn Asâkir, Ebül-Kâsım Ali b. I [asan b. Asâkir (ö. 571/1176), Târîbu Mediııeti nuııaşkinşr. Seiâhaddin e!-Müneecid), I-III, Dımaşk 1871/1951 (Tûrîbıı Dınıaşk).

Tebyhıü kezibvl-mufterî fî mâ nüsibe ile'1-îmâm Ebi'l-I-hısan el- Eş'ari, Beyrut 1404/1984. İbn Bedrân, Abdülkâdir (ö. 1346/1927), ei-Medbal'ilâMezhebi'l-îmâm Ahmed b. Hanbel (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Beyrut 1405/1985 (et-Medbat). îbn Bennâ el-Bağdâdî, Ebû Ali Hasan b. Ahmed b. Abdullah (ö. 471/1078), el-Mukni' Jî şerhi Mufotasari'İ-Hırakî (nşr. Abdülazîz b. Süleyman

el-Buaymî), IV, Riyad 1414/1993. İbn Bişr, Osman, Ünvânü'l-mecd fi târihi Necd, Riyad, ts. (Mektebetü'r-Ri-

yadi'l-Hadîse). îbn  Ebû   Hatim,   Ebû  Muhammed  Abdurrahman  b.  Muhammed  (ö.

327/938), el-Cerh vet-ta'dîl, I-IX, Beyrut 1371/1952. İbn Ebû Tağlib, Abdülkâdir b. Ömer eş-Şeybânî (6. 1135/1722), Neylü'l-

meârib bi-şerhi Delîli't-tâlib (nşr. Muhammed Süleyman Abdullah

el-Eşkar), I-II, Kuveyt 1403/1983-İbn Ebû Ya'lâ, Ebü'i-Hüseyin Muhammed b- Muhammed (ö. 526/1131), Ta-

bakâtü'l-Hanâbile (nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî), I-II, Kahire

1371/1952 (Tabakât). İbn Emîr d-Hâc, Ebû Abdullah Şeıhseddin Muhammed b, Muhammed (ö.

879/1474), et-Takrîr ve't-tahbîrşerhü't-Tahrîr, I-III, Beyrut 1983. İbn Fazlullah et-Ömerî, Şehâbeddîn Ahmed b. Yahya (ö. 749/1349), Mesâ-

Hkül-ebsâr<nşr. Fuat Sezgin), Frankfurt 1408/1988. İbn Ferhûn, Burhâneddîn İbrahim b. Ali b. Muhammed (ö. 799/1397), Teb-

sıratü'l-hükkâm fî usûli'l-aktliye ve menâbici'l-abkâm, I-II, Beyrut

1983-İbn Gannâm, Hüseyin (Ö. 1225/1810), Tarîhu Afectf (veya) Kavzatü'i-efkâr

ve'l-ejhâm li-mertâdi Tânhi'l-lmâm (nşr, Nâsıruddîn el-Esed), Ka­hire 1402/1982 {Tarîhu Necd). İbn Hacer el-Askalânî, Ebü'l-Fadl Şihâbüddîn Ahmed (ö. 852/1448), ed-Dü-

rerü'l-kâmine fî a'yûni'l-mieti's-sâmine, I-IV, Beyrut, ts. (Dâru'l-Cı\) (ed-Dürerü'l-kâmine).

Lisânü'l-mîzân, I-VII, Haydarâbâd 1329-31.

Tebzîbü't-Tehzîb, I-XII, Haydarâbâd 1325-27/1907-1909.

Inbâu'l-ğumr bi-enbâi'l-umr, V-IX, Beyrut 1986. îbn Haldun, Abdurrahman b, Muhammed (ö. 808/1406), Mukaddimetü

İbn Haldun (nşr. Ali Abdülvâhid Vâfi), I-III, Kahire 1379/1960. îbn Hallikân, Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muhammed (ö. 681/1282), Vefeyâtu'l-

ayan ve enbâu'z-zemûn (nşr. İhsan Abbas), I-VIII, Beyrut 1968-72

(Vefeyâf). İbn Hanbel, bk. Ahmed b, Hanlx:!.

İbn Hazm, Ebû Muhammed b Ali b. Alimed (ö 456/1063), Merâtibi't l-ic-

nıâ'fl'l-ihâdâl tvl-ıı/uâınelât re 1-i'tikâdâı, Beyrut 1987. İbn Hülieyre, Avnücldîn Ebü'l-M uza iler Yahya b. Muhammed b. Hülıeyre

((). 560/1164), el-lfsâh an ıneâııi's-sıbâb fi'l-fikb ale'l-nıezâhibi'l-

erbea (nşr.   Ebû Alxİullah  Muhammed Hasan Muhammed),   I-II,

Beyrut 1417/1996. İbn Kayyim el-Cevzîyye (ö. 751/1350), Ebû Abdullah Semseddin, Esmâu

müeliefâti Şeyhi!islâm ibn Teymiyye(nşr. Selâhaddîn el-Müneccid),

Beyrut 1403/1983.

et-Turuku'l-bükmİyyefi's-sİyâseU'ş-şer'iy)fe(t\\k. Muhammed Cemîİ

Gâzî), Kahire 1317 (et-Turuku'l-bühniyye).

Zemmü'l-tmluesvism ve't-tabzîr mine'l-vesvese, Beyrut, ts. (Dârü'I-

Matbûâtü' 1-Arabiyye).

Vlâmü'l-muvakkı'în an Rabbi'l-âlemînithk. M. Muhyiddin Abdül-

hamîd), I-IV, Kahire 1955 (Vlâmü'l-muvakkı'fti). ibn Kesîr, EbÜ'I-Fidâ İmâdüddîn îsmaîl b. Ömer (ö. 774/1373), el-Bidâye

ve'n-nibâye, I-XIV, Beyrut 1981 (el-Bidâye).

İbn Kudâme, Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullah b. Ahmed b. Mu­hammed b. Kudâme el-Makdisî (ö. 620/1223), el-Kâfîfîfıkhi'Umâ-

mi'l-mübeccel Ahmed b. Hanbel {nşr. Züheyr Şâvîş), I-IV, Beyrut 1402/1982 (el-Kâfî).

el-Muğnî (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî-Abdülfettâh Mu­hammed el-Huİv), I-XV, Kahire 1412/1992.

el-Mukni 'fî"fîkhi's-sünneti Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî, Beyrut, ts.(Dârü'l-Kütübİ'l-llmiyye).

Ravzatü'n-nâzır ve cennetti 'l-menâzır (nşr Alxlülkerîm b. Alî b.

Muhammed en-Nemle), I-III, Riyad 1414/1993 (Ravzatü'n-nâztr).

Tahrimü'n-nazarfî küîübi ehli'l-Kelâni: Kitâbünfîhi'r-reddü alâ İbn Akîl (nşr. G. Makdisi), Norfolk 1985-

el-Umde fi'l-ftkhi'l-Hanbelt'(nşr. S. Halîl el-Hevârî-Eymân Muham­med), Dımaşk 1990. ibn  Kudâme  el-Makdisî,   Semseddin  Ebü'l-Ferec Abdurrahman  b.   Ebû

Ömer (ö. 682/1283), eş-Şerhü'l-kebîr, !-XIV, Beyrut 1392/1972 (el-Muğnî \\e birlikte). İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (ö. 276/889), el-lbtilâf

fi'l-lafz ve'r-red ale'l-Cehmiyye ve'l-Müşebbihe, bk. Neşşâr, Ali Sâmî

Ammâr et-Tâlibî, Akâidü's-selef İskenderiye 1971, s. 223-252. eİ-Maâfif'(nşr. Servet Ukkâşe), Kahire 1969.

Te'vîlü muhtelifi'l-badfc(v£X. Muhammed Zührî en-Neccâr), Kahire 1386/1966. İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (ö. 273/887), Sü-

nenü îbn Mâce, I-II, İstanbul 1981 (îbn Mâce). ibn Manzûr, Ebü'1-Fazl Muhammed b. Mükerrem b. Ali (ö. 711/1311), lisânü'l-Arab, I-XV, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).

Muhtasaru Târihi Dttnaşk (nşr. Hafız Muhammed Mutî), I-XXVII, Muhammed (ö. 763/1362), Kitâbıi'l-l-'ıirû' (n.şr. AbdüsseHâr Ahmed Ferrâc), [-VI, Beyrut 1405/1985.

İbn Mütlîh el-M:ıkdisî, Ebû Ifllıâk Burlıâneddin İbrahim b. Muhammet! (ö.884/1479), el-Maksaclı't'l-ersedfî zikri ashabı fnıânı Abmeei (nşr. AbduiTahman b. Süleyman el-Useymin), I-I1I, Riyad 1410/1990 (el-

Maksadü 1-ersed). Hırı Receb, Ebü'l-Ferec Zeynüddîn AbduiTahman (i). 795/1393), el-Kavâid

fi'I-fıkbi'İ-îslâmîdhk. Tâhi Abdürraûf Sa'd), Kahirel972 (el-Kavâid).

Kitâbü'z-Zeyl alâ   Tabakati\'-Hanabile,  I-II,   Beyrut,   ts.   (Dârü'i-Ma'rife) (Zeyt). İbn Tagrîberdî, Ebü'1-Mehâsin Yûsuf b. Tağriberdî (ö. 874/1469), en-Nücûmü'z-zâhirefi mülûki Mısr ve'l-Kûhire, I-X11, Kahire 1929 (en-Nü-cûmü 'z-zâbire'). el-Menbelü's-sâfî ve'l-ınüstevfî ba'de'l-Vâfî (nşr. Muhammed Muhammed Emîn), I-II, Kahire 1984 (el-Menbelü's-sâfî). İbn Teymiyye, Ebül-Berekât Mecdüddin Alıdüsselâm b. Abdullah b. Teymiyye, (ö. 652/1254), el-Muharrerfi'l-fikh alâ mezhebi'l-hnâm Ahmed b. Hanbel, I-II, yy., 1369/1950 (Matbaatü's-Sünneü'i-Muhammediyye).

el-Müntekâ min abbâri'l-Mustafâ, I-II, Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife). İbn Teymiyye, Takıyyüddin Alımed b. AMülhalîm (Ö.728/1327), el-Hisbe(Mecmuu Fetâvâ içerisinde), Riyad 1412/1991, XXVIII, 60-120.

el-tklîl fi'l-müteşâbih ve't-te'vîl(Mecmuu fetâvâ içinde), Riyad 1381,XIII, 270-314.

el-Müseın>edefî usıili'l-fıkb, Kahire 1983 (el-Müsemıede).Mecmûatü'r-remü vei-mesâil (nşr.  M.  Reşîd Rızâ),  I-V,  Beyrut1403/1983. Mecmuu fetâvâ (thk. Abdurrahman Muhammed İbn Kasım), I- XXXVII, Riyad 1961.

Mitıhâcü's-sünneti'n-nebeviyye (nşr. Muhiimmed Reşfıd Sîilim),  IX, Riyad 1986.

Nakdü merâtibiİ-icmû, (İbn Hazm, Merâîibü'l-icmâ' içerisinde),

Beyrut 1987, s. 203-225. İbn .'jültî, Muhammed Cemil b. Ömer el-Bağdâdî, Muhtasaru Tabakâti'l-Hanâbile (nşr.   Fevvaz  Alımed  ez-Zemerlî),   Beyrut   1406/1986

(Muhtasar). Îbnü'l-Arabî, Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah (Ö. 543/1148), Abkâmü'l-Kur'an, I-IV, Kahire 1974. İbnü'l-Cevzî, Ebü'l-Ferec Abdurrahmun b. Ali (ö. 597/1201), Menâkıbü'l-Imâtn Ahmed b. Hanbel (n.şr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Kahire 1979 (Menâkıb).

el-Muntazam fi târîhi'l-mülûk ve'l-ümem (nşr. Muhammed Abdül-kâdir   Ahmed   Atâ-Muslata   Abdüikâdir   Ata),   (-XVIII,   Beyrut Sıfatû's-safi'e (n£r. Mahmud Fahûri-Muh;ımmed Kal'acî), I-IV. Ha­lep 1969-73.

et-Tabkîk fi ehâdîsi'l-bilâf {n.şr. Mes'ad Abdülhanıîd Muhıımmfd es-Sadenî - Muhammed Fâris), l-ll, Beyrut 1415/1994. Telbtsıi tbh% Kahire 1368. İbnü'1-Esîr, Ebü'l-Hasan Ali b, Muhammed (ö. 630/1233), el-Kâm il fit-târih (aşr. C. johannes Tornl>erg), I-XH1, Beyrut 1399/1979 (el-Kântil).

el-Lübâb fi tehzibi'I-ensâb, 1-I1I, Kahire 1357-69. İbnü'l'Gazzî, Muhammed Kemâleddin b. Muhammed, en-Na'tü'l-ekmel li-ashâbi İ-lmâm Ahmed b. Hanbel (nşr. Muhammed Muti" el-Hâfiz-

Nizâr Abaza), Dımaşk 1402/1982 (en-Na'tü'l-ekmel)-İbnü'l-Lehhâm, Alâeddin Ali b. Abbâs b, ŞCybân (ö. 803/1400), el-Muhtasar fî  usûli'l-fıkh  (nşr.   Muhammed   Mazhar   Beka),   Dımaşk 1400/1980 (el-Mubtasar). İbnü'i-lmad, Abdülhay b. Ahmed b. Muhammed (ö. 1089/1678), Şezerû-tü'z-zeheb fî ahbâri men zebebe, I-VIII, Kahire 1350-51 {Şezerâ-tü'Z'zeheb). Ibnü'l-Mibred, Cemâleddîn Yûsuf b. Hasan b. Abdilhâdî ed~Dımaşkî (ö.

909/1503),   ed-Dürrü'n-nakî fî şerhi elfâzi'l-Hırakî (nşr.  Rıdvan Muhtar b. Garbiyye), I- III, Cidde 1411/1991.

Kitâbü'l-Kavâidi'l-külliyye ve'd-davâbitrl-fıkhiyye (nşr. Câsim b. Süleyman ed-Devserî), Beyrut 1415/1994.

Muğnîzevi'l-efhâm aniİ-kütübil-kesîrefi'l-ahkâm alâ mezbebi'l-îmâmi'l-mübeccel Ahmed b. Hanbel (nşr. Ebû Muhammed Eşref b. Abdilmaksûd), Riyad 1416/1995. Ibnü'n-Neccâr, Muhammed b. Ahmed b, Abdüîazîz b. Ali (ö- 972/1564), Şerbu'l-Kevkebi'l-münîr (nşr. Muhammed ez-Zühaylî-Nezîh Ham-

mâd), I-IV, Dımaşk 1982 (Şerhu'l-Kevkeb). İbnü'n-Nedîm, Ebü'l-Ferec Muhammed b. İshâk (ö. 385/995), el-Pihristü fîabbâri'l-ıdemâi'l-Mûsânnifîn mine'l-kudemâ ve'l-muhdesîn ve es-

mâi kütübihim, Beyrut 1398/1978 (el-Fibrist). Îbnü's-Sübkî, Tâceddin Abdülvehhâb b. Ali (ö. 771/1370), Cem'u'I-cevâmi', I-II, Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-îlmiyye). İbrahim b. Salih b. İsâ, Akdü'd-dürer bi-mâ vakaa fî Necdfi'l-havâdisi fî âbin'l-karni's-sâlisi asere ve evveli'r-râbii aşere, Dımaşk  1372/

1953-İbrâhîm, Naciye Abdullah, "İbnü'l-Cevziyye, Fihristü küiübihî", Mecelletü'l-MeanaVl-îlmrl-Irâkt, XXXI/2, Ba£dad 1980, s. 193-221.

İlgürel, Mücteba, "Türkler (Osmanlılar)", ÎA, XII/2, s. 321-342.

İzmirli, ismail Hakkı (ö. 1366/1946), "Örfün Nazar-i Şer'ideki Mevkii", Sebî-lurreşâd, sy. 293, İstanbul 1332, s. 129-132. Yeni îlm-i Kelâm, Ankara 1981, Ümran Yayınevi.

Jackson, Sherman A., "ibn Taymiyyalı on Trial in Damascus",/oMrn«/ ofSe-mitic Studies, XXXIX/1 Oxford 1994, s. 41-86.

juynboll, G. H. A., "Some New Ideas on the Oevelopment of Sunna as a Technical Term İn Early Istam", Jarusalem Studies in Arabit and is­lam, X, jarusalem 1987, s.97-118.

juynboll. II. A., "Ahnuıd Muhammad Shakif and his Edîtion ol İbn Hanbal's

Mıısnad", Der İslam, XLIX, Berifaı 1972, s. 221-247. Juynboll, Th. W. (1278/1K61). "İsUshab", ÎA, V/2, 1221. Kaba, lansine,  The Wahbabiyya Islatnic Reform and PolitUss in French

West Africa, Evanston, Illinois 1974. Kahir, Mafizullah, " Ad minisi rai ion of Justice During the Buwayhid's Period

(A.D. 9461055)", Is/amic Cıdture, XXXIV, Haydarâbâd 1960, s. 14-21. ne Buıvayhid Oynaştı- of Baghdad (334/946-447/1055), Calcutta 1964.

"The Relation of the Buwayhid Amirs with the Abhasid Caliphs", Jo­urnal of tbe Pakistan Hİstorical Society, H/3, Karachi 1954, s. 228-243. Kaddüre, Zâhiye, eş-Şüyûiyye ve eserübü'l-ictimâî ve's-siyâsî' fi'l-hayâti'l-

islâmiyyifiİ-asri'l-Abbâsîyyi'l-evvel, Beyrut 1408/1988. Kafesoglu, İbrahim (ö. 1405/1984), "Türkler", ÎA, XII/2, 262, 274-276. Kallek, Cengiz, "Ebû Ya'lâ el-Ferrâ", DİA, X, 253-255. Kamali, Mohammad Hashirn, "Have We Neclected the Shraûıh-Lavv Doctri-Kaviraj, Narahari, Wahabi and Farazi rebels of Bengal, Delhi 1982. Kehhâle, Ömer Rızâ, Mu'cemü'l-müellifîn: Terâcimü Musannifi't-kütübi'l-Arabiyye, 1-VîII, Dımaşk 1957 (Mu'cemü'l-müellifîn). Kelly, J. B., Britain and the Persian Gulf 1795-1880, Oxford 1991. Kennedy, Htıgh, "Baghdad", Htr., II!, 112-415.

The Harly Abbasid Caliphate, Kent 19H1. Kerevî,  İbıâhim Süleyman, Nizâmü'l-vezâreii fi'l-asri'l-Abbâsîyyi'l-evvel,

İskenderiye 19H9-Khalicj Ahiîiad Nizami, "The Impact of Ibn Taimiyya on South Asia", jour-nal of Islamic Studies, I, Oxford 1990, s. 120-149.

Khan, M. A., TheFara'idiMovement of Bengal, 1818-1905, Karachi 1965-Kılavuz, Ahmet Saim, "Berhehârî", DİA, V, 476-477. Kihçer, M. Esad, "Ehl-i Re'y", DÎA, X, 520-524-Islâm Fıkhında Re'y Taraftarları, Ankara 1975. Kimber, R. A., 'The Early Abbasid Vizierate", Journal of Semitîc Studies,

XXXVII/1, Oxford 1992, s. 65-85. Koca, Ferhat, "İslâm Hukukunda Maslahat-ı Mürsele ve Necmeddin et-Tû-

fî'nin Bu Konudaki Görüşlerinin Değerlendirilmesi", İLAM Araştır­ma Dergisi, 1/1, İstanbul 1996, s. 93-122.

İslâm Hukuk Metodolojisinde Tahsis, İstanbul 1996.

"İbn Abdülhâdi, ^emsiddîn", DİA, XIX, 273-274.

"îbn Kudâme, Ebu'l-Ferec" DİA, XX, 138-139-

"İbn Kudâme, Muvaffakuddin", DİA,XX, 217-218.

"İbn Teymiyye, Fahreddin", DÎA, XX, 389-390.

"İbn Teymiyye, Takıyüddin", D/^,391-405.

"Ibnü'I-Hanbelî, Ebu'l-Kâsım", DİA, XXI, 67-68.

"Îbnü'l-Hanbeiî, Nâsıhuddin", DİA, XXI, 123.

"Îbnül-Mâristâniyye", DİA, XXI, 126-128.

"Îbnü'n-Neccâr el-Fütûhr, DÎA, XXI, 170-171. Kopraman, Kâzım Yaşar, "Mısır Memlukleri (1250-1517), Mısırda Memluk

Devletinin Kuruluşu", Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi,İstanbul 1987, VI, 506-540.

"Burciyye", DÎA, VI, 419-420. Kostiner, }., The Making of Saudi Arabia 1916-1936: From Chiefiaincy to

Monarchical State, New York-Oxford 1993. Köprülü, M. Fuad (ö. 1386/1966), "Fıkıh", ÎA, IV, 608-622. Köse, Saffet, İslâm Hukukunda Kanuna Karşı Hile, istanbul 1996. Kramers, J. H., '"Othmânlı", A72(İng.), VIII, 195-202. Kurtuluş, Rıza, "Ahmed Şehîd", DİA, II, 134-135. Kütübî, Muhammed b. Şâkir ei-Kütülıî (ö. 764/1363), Fevâtüİ-Vefeyât (nşr.İhsan Abbas), I-V, Beyrut 1973-74.

Lammens, H. S. J., islam Beliefs and Institutions, London 1979. Laoust, Henri, "Ahmad b. Harlbal" /:7-?(İng.), I,

Le Precis de Droit d'Ibn Qudâma, Beirut 1950.

"Les Premieres Professİons de foi Hanbalites", Melunges Louis Mas-signon, Damas 1957, III, 7-35-Les Scbismes dans l'Islam, Raris 1965-Nazariyyâtü Şeybilislâm Ibn Teymiyye fi's-siyâseti ve'l-ietimâ'(trc.

Muhammed Abdülazîm Alî - Mustafa Hilmî), Kahire 1396/1976.Pluralismes dans l'Islam, Paris 1983.

"al-Balıûtr, £P(İng.), I, 949.

"Gulâm ai-Hatlâl", £/-Kİng.), II, 1093.

"Ibn al-Farrâ", EP(İng.), III, 765-766. Layish, Aharon, "Saudi Arabİan Legal Reform as a Mecahanism to Moderate Wahhâbî Dcx;trine",/J4O5, CVII/2 (19H7), s. 279-392. Lecomte, G., "Abû Yala Ibn al-Farrâ, Kitâb al-Mutamad fî usu! al-dîn", Arabica, XXÎI/1, Leiden 1976, s. 93-Leiser, Gary, "Hanbalism in Egypt before the Mamlûks", SI, LIV (1981), s.

155-181. little, Donald P., "A New Look at al-Ahkam al-Sultanıyya", The Müslim

World, LXIV/1, Connecticut 1974, s. 1-15.

"Did Ibn Taymiyya Have a Screw Ixxse?", SI, XLI (1975), s. 93-111.

"Reîİgion under the Mamîuks", The Müslim World, LXXIII/3-4, Con­necticut 1983, s". 165-181.

"The Historical and Historiographical Signifıcance of the Detention

of Ibn Taymiyya", International Journal of the Middle East Studies,

IV/3, Cambridge 1973, s. 311-327. Long, David E., "Kingdom of Saudi Arabia", The Middle East: Its Govern-

tnents and- Politics (cd. Abid A. Al-Marayati), California 1972. Macdonald, D. B., "İcmâ", M, V/2, 926-927. Mackensen, Ruth Stellhorn, "Four Great Libraries of Medieval Baghdadv,

Library Quarter/y, II (1932), s. 279-299. Madelung, Wİlferd, "The Assumptİon of the titie shâhânshâh l)y the Bûyids

L'l-Erdâu t-tesnivve fi'd-dnreli'l'asriyye, Beyrut 1981. Mahmud, Masan Ahmed-Şerîf, Alırned İbrahim, el-Âlenuı'l-ts!aınîJi'l-asri I-Abhâsî, Kahire, ts. (Dârül-Fikrı 1-Aralıî). MakdLsî, üahâüddîn Ebû Mııhammed Alıdıırralıman b. İbrahim b. Ahmed b. Abdurrahman el-Makdisî (ö. 624/1226), el-Vdde Şerhli 1-Vwde,

Beyrut, is. (Dûrü'I-Ma'rife). Makdisi, George, "Hanâbilah",  The Encydopedia of ReligUm, New York

1987, VI, 178-188.

"Ibn 'Akıl", /;'P(İng.), III, 699-700.

Ibn 'Akü et la resurgence de L'Islam Traditionaliste au XIe siecle

(Ve siecle de l'Hegire), Damascus 1963.

"Ibn Kudâma", E/Hİng.), III, 842-843.

"Ibn Münih", £^(tng.), III, 882-883-

Ibn Qudâma's Censıtre of Speculative Theology, Norfolk 1985.

"Ibn Radjab", £P(İng.), III, 901-902.

"Ibn Taimİya; A Süfi of the Q5diriya Order", American Journal of Arabic Studies, I, Leiden 1974, s. 118-129-

"Ibn Taymîyah", The Encydopedia of Religion, New York 1987, VI,571-574.

"Le livre de la Dialectique d'Ibn 'Aqîl" (Kitâbü'l-Cedel), BEO, XX(1967), s. 119-206.

Müslim Instİtutions of Learning in Elevent-century Baghdad", BSOAS, XXIV (1961), s. 1-56.

"Nouveaux details sur l'affaire d'Ibn 'Aqîl", Melanges Louis Massignon, Damas 1957, III, 91-126.

Religion, Laıv and Learning in Classical islam, Norfolk 1991.

"Ibn Hubayra", RP (İng.), III, 802-803.

"Ibn Taimiya's Autograph Manuscript on Istİhsân: Materials For the

Study of Islamic Legal Thought", Arabic andlslamic Studies in Honor ofH. A. R. Gibb, Leiden 1965, s. 446-479. Makdisî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed (ö. 380/990), Ahsenü't-tekâsîm (nşr. Fuat Sezgin), Frankfurt 1989. Malti-Douglas, Fedwa, "Yûsuf Ibn 'Alxl al-Hâdî and his Autograph of the

Wuqû" al-balâ bil-bukhl wal-bukhalâ'", BEO, XXXI (1980), s. 17-50. Maneeh, Abdullah bin Sulaiman, "Law and Justice in Saudİ Arabia" (trc. Is-

hak Khiiiifah Shareef), The Müslim World Journal, VIII/2, Makkah

1980, s. 14-18. Mansûr, Muhammed, "el-Harekelü'1-Vehhâbiyye ve rüdûdü'l-fi'l-Magribiy-

ye inde bidâyeti'l-karni't-tılsi' a.-jere", el-Islâh ve'l-müctemeu'l-Magribî fi '{-karni 't-tâsi'   'asere,   (sempozyum   bildirileri),    Rabat 1407/1986, s. 175-191.

Manlran, Rolıert, Ulamın Yaytlts Tarihidrc. İsmet Kayaoglu), Ankara 1981. Margolioth, D. S., "Alxlü!kadir", İA, I, 80-82.

;Kadiriye", lA, VI, 50-54. Mason, Herl^rt, Two Statesman of Medieval islam; VizirIbn Hubayra and

Caliph an-Nasir li Din Allah, Paris 1972.

Massignon, L, (ö. 1382/1962), "La Survie d'al-Hallâj, Tabteau Chronologi-quıj de son InHuence apren sa Moıt", BHO, XI (1945-46), s. 131-143.

Matar, Ahmed Fehîm, 'eş-Seyh Muharnrned b. Abdülvehhâb abkariyyü'l-asri ve üstâzül-dir. Mecelletül-bubûsi'l-lslâmiyve, XIII, Riyad 1405/1985, s. 233-247.

Mat hur, Y. B., "The Mujâhldîn Movement in Modern tndia", Studies in is­lam, IV/2-4, New Delhi 1969, s. 193-

Merci!, Erdoğan, "BüveyMer", DİA, VI, 496-500.

Merdâvî, Alâeddin Ebü'î-Hüseyln Ali b. Süleyman (ö. 885/1480), el-lnsâffî ma 'rifeti 'r-râcib mine 'l-bilâf alâ Mezhebi '1-İmâmİ 'l-mübeccil Ah­med b. Hanbel (nşr. M. Hâmid el-Fıkî), I-XII, Beyrut 1387/1957; 1406/1986 {el-lnsâf).

Tashîhü'l-fürû' (nşr.   Abdüssettâr Ahmed  Ferrâc),   I-VI,   Beyrut 1405/1985.

Miquei, Andre, "Les Successİons dans le Kitab al-Ifsah du Vizir Ibn Hübay-a (m. 560/1165)", RBl, XXXVI/1 (1968), s. 133-134.

Modarressi, Hossein, "Early debates on the integrity of the Qur'ân", SI, DOCVII (1993), s. 5-39.

Mohammad Zain bin Haji Othman, "Urf as a Source of Islamlc Law", IS, XX 3 (1973), s. 342-355.

Mohİyuddin, A. H., "Is Pakistan a consequence of Wahhabi.sm?", The Pro-ceedings of Pakistan Hİstorical Conference, Rarachi 1954.

Muhammed el-Habîb el-Heyle, "îstihrâcü'l-cedei mine'l-Kur'ani'l-Kerîm li'bni'l-Hanbelî", Mecelletü'l-bahsi'l-ilmî ve't-türâsi't-lslâmt, IH, Mekke 1400, s. 319-352.

Muhibbi, Muhammed Emîn (ö. 1111/1699), Hulâsatüİ-eserfîa'yâni'l-kar-ni'l-bâdî aşer (nşr. Mustafa Vehbi), I-IV, Beyrut 1867.

Muhtar, Selâhaddîn, Târîhu'l-memleketiİ-Arabiyyeti's-Suûdiyyetİft mâzî-hâ ve hâdırihâ, I-H, Beyrut 1957.

Müneccid, Selâhaddin, Mu'cemüİ-mahtutâU'l-matbûa, I-V, Beyrut 1968. Mu'cemü'l-müerrihîn ed-Dımaşktyyîn ve âsâruhümü'l-mahtûta ve'l-matbûa, Beyrut 1978.

Şeyhülislâm Ibn Teymiyye, sîretühû ve ahbârubû inde'l-müerri-hîn, Beyrut 1976.

Münzirî, Abdülazim b. Abdülkavî el-Münzirî (ö. 656/1258), et-Tekmile li-ve-feyâti'n-nakale(nşr Beşşâr Avvâd Ma'rûO, İ-IV, Beyrut 1401/1981.

Mûsâ, Muhammed Yûsuf, Ibn Teymiyye, Feccâle, Ls. (Mektefx^tü Mısr).

Müslim b. el-Haccâc, Ehü'l-Hüseyin d-Kuşeyrî (ö. 261/875), Sahîhu Müs­lim, I-IV, İstanbul 1981 {Müslim).

Mustafa, Şâkir, "Â!ü Kudâmeti's-sâiihiyye", Havliyyûtü Külliyyeti't-Âdâb, XIV, Kuveyt 1402/1982, s. 7-116.

Naget, Tilman, "Buyids", HIr, IV, 578-586.

Nasır, Ayide İbrahim, el-Kütübü'l-Arabiyye'lletî nüşiret fî Mısr beyne âmey 1926-1940, Kahire 1980.

Necdî, Süleyman b. Abdilvehhâb, es-Savâikı'l-ilâbiyye fi'r-reddi ale'l-Veh-hâbiyye, (nşr. İbrahim Muhammed ei-Betâvhî), Kahire 1987.

Nedevî, Ebü'l-Hasan, islâm Önderleri Tarihi: Ibn Teyttılyye(ire. Yûsuf Ka­raca). İstanbul 1992.

islâm Önderleri Tarihi. Seyyicİ Ahmed Şehidin Havalı (trc; Yûsuf

Karaca), VI-VIII fstarlbu) 1992.

Nedvî, Ali Ahmed, el-Kavâidü'l-fıkhiyye, Dımask 1406/1986. Nefîsî, Salıid, ;'eİ-Medresetü'n-Nizamıyye fî Ba^dâd",- ed-Dirâsâfü'/-edebiy-

ye, IX/l-2, Beyrut 1967, s. 67-93. Nesâî, Ebû Alxlurrahman Ahmed b. Ali b. Şu'ayb (ö. 303/915), Süneııü'ıı-

Nesâî, I-VIII, İstanbul 1981 {Nesâî). Neşemi, Uceyl Câsim, "el-İ.sühsan hakikatühû ve mezâhibü'l-u.sûliyyîn

Mecelletü's-Şerîa  ve'd-Dirâsâtü'l-hlâmiyye,  1/1,  Kuveyt  1984,  s.

Neşşâr, Ali Sâmî- Tâlibî, Ammâr, Akâidü's-selef İskenderiye 1971. Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddin Yahya b. Şeref (ö. 676/1277), 40 Hadîs

(ire. Ahmed Naim), Ankara 1985. Nicola, A. Ziadeh, Sanûsîyah, Lieden 1983. Nuaymî, Muhyiddin Alxlülkâdir b. Muhammed (ö. 927/1521), ed-Dâris fî

târthi'l-medâris (nşr. Ca'fer el-Hasenî), I-II, Kahire 1988 {ed-Dâris). Nusayr, Âmine Muhammed, Hbü'l-Ferec Ibnü'l-Cevzî, arâühü'l-ketâmiyye

ve'l-ahlâkıyye, Kahire -Beyrut 1407/1987.

es-Şeyhü 'l-imâm Muhammed h. Abdilvehhâb ve tnenhecühu ft me-

bâhisi'l-akîde, Beyrut 1403/1983-

Nüveyhiz, Âdil, Mu'cemüİ-tnüfessirîn, Beyrut 403/1983. Nwiya, R, "al-Kaiwadhânr, ft'P(İng.), IV, 513. Öğüt, Saİim, "Ehl-i Hadîs", DİA, X, 508-512. Özaydın, Abdülkerim, "Ebü'1-Yümn el-Uleyrm", DÎA, X, 352-353. Özdemir, Mehmet, "Endülüs", DİA, XI, 211-225. Özel, Ahmet, "Fıkıh", DİA, XIII, 18-20. Özen, Şükrü, İslâm Hukuk Düşüncesinin Aklîlesme Süreci, İstanbul 1995

(Yayınlanmamış doktora tezi).

"Hallâl, Ebû Bekir", DİA, XV, 382-383.

Öztürk, Osman, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul 1973. Paret, R. (1403/1983), "İstihsan ve İsfıslah", İA, V/2, s. 1217-1220. Patton. Waiter M., Ahtnad b. Hanbal and the Mîhna, Heideilx;rg 1897. Pellat, Ch., "Bakîb. Makhîad", EPÛnp,.), I, 956-957. Pezdevî, Ebü'i-Yûsr Muhammed b. Muhammed (ö. 493/1100), Vsûlü'd-dîn (thk. Hans Peter Liass), ÎOıhire 1963. Pezdevî, Fahrü'l-îslâm Ali b. Muhammed b. Hüseyn (ö. 482/1089), Kenzü'l-vusul ilâ ma'rifeti'1-usûl, bk. Abdülazîz el-Buhârî, Kes/ü'l-esrâr. Polat, Selâhaddin, "Alxlullah b. Ahmed b. Hanlx;l", DİA, I, 81. Rahyebânî, Mustafa b. Sa'd es-Süyûtî, (ö. 1243/1827), Metâlibü üli'n-nühâfî şerhi   Gayeti'l-müntebâ  (nşr.   Züheyr   S.âvîs.),   I-V,   Beyrut

1415/1994. Raymond, Denie!, "L'İjtihâd ehez Muwaffaq ai-Dîn b. Qudâma", REI, XXXI

(1963), s. 33-47. Rebîa, Alxlülazîz b. Abdurrahman, "el-Amel bi'1-maslaha", Adtva al-Sbaria,

Rentz, G., "Wahhabism and Saudi Arabia", The Amblem Penimuta: Society

tuıd Poiitksicû. D. Hopx(K)d), London 1972. Reşîd, Nâzım, "en-Neşâtü'l-ilmî ve'l-edebî İT ahdil-üsretil-Emeviyye", Adâ-

bii'r-râfidm, VIII, Musul !977, .s. 443-477. Reuben Levy, M. A,, "The Nizamiya Madrasa at Bajîhdad", Jmırtml oftbe

Royal Asiatic Society, II, Germany 1928, s. 265-270. Robson, J., "Abû Dâ'ûd al-Sklji.stâm", £#(tng), 1, 114. Rosenthal, F., "Ibn al-Imâd", El-'(İng.), III, 807.

"Ibn Manda", EP (İng.), III, 863-864. Sabari, Samiha, Moııvements populaires ü Bagdad â l'epoque Abbasside,

IXe-XIe siecles, Paris 1981. Safedî, Seifüıaddin Halil b. Aybeg (ö. 764/1363), Kitâbü'l-Vâfîbiİ-vefeyâl

(nşr.    İbsan   Abbas-Şükrî   Faysai),    I-XXII,    Wiesbaden    1401-

1402/1981-82 (el-Vâ/î). Safiullah, Sheikh M., "Wahhâsim: A Conceptual Relaüonship Between Mu-

lıammad Ibn 'Abd al-Wahhâb and Taqiyy al-Din Ahmad Ibn Tay-

miyya-', HI, X/l (1987), s. 67-83. Sâlİhiyye, Muhammed îsâ, el-MıVcemü'ş-şûmü li't-türûsi'l-ArabiyyVl-mat-

bû\ I-m, Kahire 1992-43-

"Müeddibü'l-huîefâi fi'1-asri'l-Abbâsiyyi'l-evvel", el-Mecelletü 'l-Ara-

biyyetü Itl-ulûmi'l-insâniyyeti, U/5, Kuveyt 1982, s. 43-96. Salim, Tayyib Hudari es-Seyyid, "Hücciyyetü kavli'.s-sahâbiyyi inde'1-usû-

liyyîn", Adıva al-Sharia, VIII, Riyad 1397, s. 365-379. Schacht, Joseph (ö. 1389/1969), islâm Hukukuna Giriş (çev. Mehmet Dağ-

Alxlülkadir Şener), Ankara 1977.

"Mâlik b. Anas", £/2(İng.), VI, 262-265.

"Sur i'expres,sion "Sunna dıı Prophete", Melanges d'Orientatisme

offerts a Henri Masse, Tahran 1963, s. 361-365-

The Origins of Muhammadan Jurisprudence, Oxford 1975.

"Usûl", İA, XIII, 69-73.

Seccâdî, Sâdık, "Âl-i Büveyh", DMBl, I, 629-646. Sehâvî, Muhammed b. Abdurrahman (ö. 902/1497), ed-Davü'l-lâmi'H-eb-

li'l-karni't-lâsî,   I-XII,   Beyrut,   ts.   (Dâru   Mektebeti'l-Hayât)  (ed-

Dav'ü'Nâmi').

ez-Zeyl alâ Refi'l-ısr {nşr. Hiiâi Cevdet), yy., 1966 (Dârü'l-Maârif). Selmân, Muhammed Abdullah, "Eserü'd-da'veti's-selefiyyeti fi'1-âlemî'l-îs-

lâmî", Mecelletü Külliyyetil-Ulûmi'l-îctimâiyye, I, Riyad 1977, s.

449-491. Sem'ânî, A!xiülkerim b. Muhammed b. Mansûr (ö. 562/1167), el-Imsûb

Cnşr. Alxlurrahman b. Yahya el-Yemânî), I-X, Beyrut 1980. Semerkandî, Alâeddin F.bû Bekir Muhammed I). Ahmed Cö. 539/1144), Mî-

zânü'I-ukûl fi netûici'l-ukûl(el-Muhtasar) (nşr. M. Zeki Abdülber),

Katar 1984 (Mîzân). Senhûrî, Abdürrezzâk Ahmed (ö. 1391/1971), Mesâdirii'l-hak fiİ-fıkhi'l-h-

iâmî, l-VI, Beyrut, ts. (el-Mecmau'1-Îİmi'l-Araliî el-İslâm). Seralisî, Muhammed b. Ahmed b. Ebû Sehl (ö. 483/1091), Usûlü's-Serahsî

(thk. Ebü'l-Vefâ el-Efgânî), I-II, Beyrut 1973 (Usûl).

el-Mehsût, I-XXX, İstanbul  Serkis, Yûsuf İlyân b. Mûsâ cd-Dım;^kî (ö. 1351/1932), Mu ceıtın't-nıatbn-

ali'l-Anıhiyyc n'l-niııancbc, I-II, Kahire 1928-30 Sevini,   Ali,   Anadolu 'sıun   fa'etbi   -Selçuklular  Donemi:   Başlangıçtan 1086'ya Kadar, Ankara 1988. Sezgin, Fuat, Gescbicbte des arabiseben Schriftlunıs, I-IX, Leiden 1967-84 (GAS). Shakir, Abdulmunim, OmsHtutions oftbe Omntries of the World: Saudia

Arabia, New York 1976. Shehaby, Nabil, "'illa and Qıyâs in Early Islamic Legal Theory", Journal of

the American Oriental Society, CII/1, New Haven 1982, s. 27-46. Sibt Îbnü'l-Cevzî (ö. 654/1256), Mİr'âtü'z-zaman fîtârihi'l-a'ymı (nşı: Câ-

nân Celîl Muhammed), yy., 1990 (ed-Dârü'1-Vataniyye) (Mir'âtü'z-

zaman). Sıddîkî, M. Zübeyr, "İslâm Hukukunda Hadîsin Yeri" (çev. M. Esad Kılıçer),

AÜÎFD, XII (1954) s. 113-117.

Sıddîqî, M. Zubayr, Hadîs Edebiyatı TarihiÇlrc. Yûsuf Ziya Kavakçı), İstan­bul 1966. Sinbâlî,  Muhammed Ahmed,  Menhecü İbnü'l-Kayyim J'i't-tefiîr,  Kahire

1393/ 1973. Siyâd, Abdülazîz b. Abdurrahman, "Riâyetü'l-maslaha ve def'ü'l-meisede",

Adıva al-Sharia, X, Riyad 1978, s. 1-36. Sobernheim, M., "Memlükler", İA, VII, 689-692. Somogyi, Joseph de., "Ibn al-Jauzî's Handbook on the Makkan Pilgrimage",

JRAS, II (1938), s. 541-46. Soulie, G. J. L, "Formes et action actuelle du Wahabisme':, African et l'Asie,

LXXIV (1966), s. 3-10.

Sourdel, Dominique, Le Vizirat Abbâside de 749 a 936, Damas 1959. Sönmez, Abidin, "Sünnetin İslâm Hukukundaki Yeri ve Önemi", İslâm Me­deniyeti Mecmuası, IV/1, İstanbul 1979, s. 7-54. Spectorsky, Susan A., "Ahmad Ibn Hanbal's Fıqh", JAOS, iÜ (1982), s. 46l-

Le Stntnge, G., Baghdad Durmg the Abbasid Caliphate, Oxi'ord 1924. Sübey'î, Abdullah b. Ali, ed-Dürrü'l-münaddad fîesmâi kütübi mezhebi'l-

îmâm Ahmed(ns.r. Câsim ed-Devserî), Beyrut 1410/1990.

"eş-Şeyh Muhammed !">. Abdilvehhâb hayâtühû ve fîkruhû", Etudes

Arabes Dossicrs, sy. 82, Roma 1991-92, s. 34^43. Sübkî,   Ebü'l-IIasan   Takiyyüddîn   Ali   b.   Abdülkâiî   (ö.   756/1355),   7a-

bakâtü'ş-Şâfiiyye (nşr. Abdülfettâh Muhammed el-Hulv-Mahmud

Muhammed et-Tmâhî>, 1-X, Kahire 1385/1966.

er-Resâilü's-Sübkiyye fi'r-red alâ îbn Teymiyye ve tihmzihî tbn

Kayyım el-Ceuziyye, Beyrut 1403/1983. Süleym, Abdülemîr, "îbn-i Receb", DMBl, III, 547-548. Süyûtî, Celâleddîn Abdurrahmâri b. Ebû Bekir (ö. 911/1505), Bugyetü 'l-vuât fî Tabakûtil-luğatnyyîn  ve'n-nuhât (nşr.   Muhammed   Ebü'l-Fazl),.I-II, Kahire 1384/1964 (Buğyetü'l-vuât). Hüsnü l-muhâdara fi (ahbâri) Mtsr re'I-Kâh ire (n,şr. Muhammet] Kbü'l-Fazl), [-11, Kahire 1387/1967-Sahan, Zekiyüddin, 'Buhûs fî mesîidiri'ş-şerîati'n-nazariyyt;", ME, XXVIII/5 (1956), s. 490-494; sy. 7, s. 657-662; sy..,S, s. 774-778.

"M&sâdirü'ş-şerîati'l-lslâmiyye: el-İstishâb\ MH, XXIX/6 (1958), s. 541-545.

"Mesâtlîrü'ş-gerîati'n-nazariyye:     el-Masâlihu'I-mürsele ME, XXIX/3-5 (1957), s. 216-220, 351-353, 433-436.

Usûlü'l-fıkhi'l-Islûmî, Beyrut 1971; islâm Hukuk ilminin Esasları

(trc. İbrahim Kâfi Dönmez) Ankara 1990. Şafiî, Muhammed b. İdrîs b. Abbâs (o. 204/820), Ibtâlü'l-istihsan (el-Üm içinde), VII, 267-277.

er-RisMe (thk. Alımed Muhammed Şâkir), Kahire 1979.

el-Üm, I-VII, Kahire 1903-1907. Şâhîn, Tevfîk Muhammed, "tbn Kayyİm el-Cevziyye âlimen ve imamen", el-

Ba'sü'l-tslâmî, XXVIII/8, Leknev 1984, s. 22-43. Şâmî, Ahmed, ed-Devletü'l-hlûmiyye fiİ-asriİ-Abbâsiyyiİ-evvel, Demmâm

1404/1985. Şâtibî, Ebû İshâk îbrâhîm b. Mûsâ b. Muhammed (ö. 790/1388), el-Muvâ-

fakât fî usûli'ş-şeria (thk. Abdullah Dıraz), I-IV, Kahire, ts. (el-Mek-

tebetü't-ticâriyye). Şehristânî, Ebü'1-Feth Tâceddîn Muhammed b. Abdülkerîm (ö. 548/1153),

Kîtâbül'Milel ve'n-nihal (nşr. Abdülazîz Muhammed el-Vekîl), I-III,

Kahire 1388/1968.

el-Milel ve'n-nihal, Kahire 1348, I-V (Ibn Hazm'ın el-Fasl fi'l-milet ile birlikte).

Şek'a, Mustafa, el-lmâm Ahmed b. Hanbel, Kahire - Beyrut 1404/1984. Şelebî, Muhammed Hasan, Delüü'r-Resâili'l-Câmiiyye, Dımaşk 1403/ 1983. Şelebî, Muhammed Mustafa, el-Medhalfi't-ta'rîf bi'l-fıkhiİ-hlâmî,

Şener, Abdüikfıdir, "İmam ŞâHÎ'ye Göre Haber-i Vâhid", Uluslararası Birin­ci İslâm Araştırmaları Sempozyumu, İzmir 1985, s. 287-293.

"İslâm Hukukunda Maslahat ve Mefsedet Anlayışı", AUÎFD, XVIII (1970), s. 105-108.

islâm Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, Istihsan ve Istıslab, An­kara 1981 (Kıyas, fstihsan ve îstıslab).

"İslâmda Mezhebler ve Hukuk Ekolleri", AÜÎFD, XXVI (1983), s.

371-406. Şerbâsî, Ahmed,  :ei-Maslaha lTl-tesrîi'1-İslâmr, ME, XXVI/l5-l6 (1955), ,s. 849-853.

.Serelüddîn, Abdülazîm. Târîhu't-tesrîi'l-lslâmi Bingâzî 1409/1989. Şerkâvî,   Muhammed   Muhanımed,   Seddü'z-zerâi'   inde'l-fukahâ",   ME, XLVI/4 (1974), s. 401-405. Şeşen, Ramazan, İslâm Dünyasındaki İlk Tercüme Faaliyetlerine Umûmî

Bir Bakı:f. /TED, VI1/3-4 (1979), s. 3-30.

Sahıhaddin Devrinde Eyyubîler Devleti, İstanbul 1983.

Şevkfınî, Muhammed b. Ali b. Muhammed (<>. 1250/1834), el-Bedn'i't-tâli',

Irsâdü'l-fıthû! ilâ lahkîki'l-hakkı min Umi'l-usûl, Beyrut, ts. (l)â-

m'1-Ma'rife) (/rşâdü l-fuhûl). Şîrâzî, Ebû İshâk Cemâleddin İbrahim h. Ali (n. 476/1083), et-Tabsim J7

usûli'l-fikb (thk. M. Hasan Heyto), Dımaşk 1980 (et-Tcbsira).

Tabakâlü'!'-fukahâ (nşr. İhsan Abbâs), Beyrut 1981. Taberî, Muhammed b. Cerîr (6. 310/923), îbiilâfü't-fukabâ (nşr. F. Kern),

Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye).

Târîbu't-TaberiinşL Muhammed Ebü'1-Fazİ), I-XI, Kahire 1972. Tâhirî, Hamdi, el-Memleketü'l-Arabiyyetü's-Suûdiyye, târîh ve vâki', yy..

1991 (Dârü'l-Kütübi'l-Kavmiyye).

Takabayashi, Yukihiro, Toıuard a Modern Islamic Kingdom, japan 1986. Ta'rîfi, Nasır b. Akıl b. Cisir, Tûrihuİ-fıkhi'l-İslâmî, Riyad 1408/1987. Tekindag, M. C. $ehabeddin, 'Memlûk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakiş",

Tarih Dergisi, XXV, İstanbul 1971, s. 1-38.

Berkuk Devrinde Memlûk Sultanlığı-. XIV. yüzyıl Mısır Tarihine

Dair Araştırmalar, İstanbul 196l. Temimi, Abdülvâhid b. Abdülaziz, l'tikâdü'l-Imâmi'l-münbel Ebî Abdil-

lah Ahmed b. Hanbel. bk. tbn Ebû Ya'lâ, Tabakâtü'l-Hanâbile, II,

293-308.

Tirmizî, Muhammed b. îsâ b. Sevre (ö. 279/892), Sünenü't-Tirmizt, I-V, İs­tanbul 1981 (Tirmizî). Toksan, Ali, "Hadîs İimi Açısından Sahâbî Kavli ve Değeri", EÜlFD, II

(1985), s. 339-357.

Topaloglu, Bekir, Kelâm İlmi (Giriş), İstanbui 1981, Damla Yayınevi. Triaud, j. L, "al-Sanûsî, Muhammed b. Ali", EP (İng.), DC, 22-23. Tû(T, Necmüddîn Süleyman b. Abdülkarî (ö. 716/1316), Risale fi'l-mesâli-

hi'l-mürsele (nşr. Cemâleddin el-Kâsımî, Mecmuu reşâil fî usûli'l-

fıkh içerisinde), Beyrut 1906, s. 37-70.

'Alemü'l-cezelJî ilmi'l-cedel (nşr. Wolfhart Heinrichs), Wiesbaden

  1. Türki, Abdelmagid, "L'Ijmâ Ummat al-Mu'minin entre La doctrine et L'his-

toire", SI, LIX (1984), s. 49-78. Türkî, Abdullah b. Abdülmuhsin, 1!el-Mezhebü'!-Hanbelî, menhecühü'1-fik-

hiyyi ve eşhürü ricâüh", ed-Dirâsâtü'l-Islâmiyye, XXlII/2, Islama-

bad 1988, s. 5-29. Tyan, Emil, "Methodologie et Sources du Droit en islam", SI, X (1959), s.

79-110. Uludağ, Süleyman, "Abdülkâdır-i Geylânî", DlA, 1, 234-238.

islâm Düşüncesinin. Yapısı, İstanbul 1979. Useymîn, Abdullah es-Salih, eş-Şeyb Muhammed b. Abdilvehhâb hayâtübû vefîkruh, Riyad 1412/1992.

Uzunçarşıh, İsmail Hakkı (ö. 1398/1977), Osmanlı Tarihi, I-X, Ankara 1988. Vajda, Georges, "Trois manuscrits de la bibliotheque du savant Damascain

Yûsuf Ibn !Abd al-Hâdî", fournal Asiatiqu.e, CCLXX, Paris 1982, s. 229-256. 312

İslam Hukuk Tarihinde Selefi Soy İv m

Voli, John "Ihn "Alici :ıl-Wahhâb, Muhummad", The Eııcyclopedia'oflie- Hgion, Ne w York 19B7, VI, 551-552.

'Muhammad Ilayyâ ai-Sindî and Muhammad ibn Abd al-Wahhâb:

an Analysi.s of an Intellectual Group in Eighteenth-century Madîne",

BSOAS, XXXVIII (1975), s. 52.

'The Non-Wahhâbî Hanbalî.s of Eighteenth Century Syria", Der is­lam, XUX/1 (1972), .s. 277-291.

"Wahhabism and Mahdism: Alternative Styles of Islamic Renewals",

Arab Studies Quarterly, IV (1982), s. 110-126.

"Wahhâbîyair, The Encydopedia o/Reltgion, New York 1987, XV,

313-316. Watt, W. Montgomery, "Early Discussİons Âbout the Qur'an", The Müslim

World, XL, Connecticut 1950, s. 27-40, 96-105.

The Majesty that was İslam, London 1976.

İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E. Ruhi Ftğlalı), Ankara

, Ümran Yayınları. Wensinck, A. J. (ö. 1358/1939), "Kıyas", İA, VI, 785-786.

el-Mu cemü'l-müfebres li-elfâzi'l-hadîsi'n-nebevî,   KVII,   Leiden

Winder, R. Bayly, Semdi Arabİa in the Nineteenth Century, New York 1965. Yâfiî, AfTfüddîn Abdullah b. Esad b. Ali (ö. 768/1366), Mir'âtü'l-cinân ve

ibretü'l-yakzân ft ma'rifett havâdisi'z-zemân (nşr. AMullah Mu-

hajumed Cübûrî), Beyrut 1984. Yâgî, İsmail, ''Britanya ve'd-devletü's-Suûdiyyetü'1-ûlâ"', Meceüetü Külliyye-

ti'1-tctimûiyye, I, Riyad 1977, s. 417-447. Yâkût el-Hamevî (ö. 626/1229), Mu 'cemü 7-buldan (nşr. Ferid Abdülazîz

ei-Cündî), I-VII, Beyrul 1410/ 1990. Yavuz, Yunus Vehbi, "Hanefi Müttehitlerinde Lstihsan Metodu", UÜÎFD, I

(1986), s. 85-93. Yavuz, Yûsuf Şevki, "Ahmed b. Hanimi", MA, II, 82-87.

"Ehl-i sünnet", DİA, X, 525-530. "Eş'ariy-ye", DÎA, XI, 447-4^5.

islâm Akaidinin Üç Şahsiyeti, istanbul 1989. Yıldız, Hakkı Dursun, "Abbasîler", DÎA, I, 30-48.

"Bâhek", DİA, IV, 376-377.

Yörükan, Yûsuf Ziya, "Vahhabîlik", AÜ/i-'l), XXVII (1953), s, 51-67. Yurdaydın, Hüseyin Gazi, islâm Tarihi Ders/eri, Ankara 1982. Zaharaddin, M. S., 'Wahhabism and its Influence outside Arabia", The Isla­mic (Juarterly, XXIII/3 (1979), s. 146-157. Zaman, Muhammad Qasım, "The Abbâsid Revolution: A Study of the Na-

ture and Role of Relİgious Dynamics", Journal of Asian History,

XXI/2, Wiesbaden 1987, s. 119-149. Zebîdî, Muhammed Murtazâ el-Hüseynî (ö. 1205/1790), Tâcü'l-arûs miri

cevâbîriİ-kâmûs, L-X, yy., 1888 (Matbaatü'l-hayriyye) (Tâcü'l-arûs).

Zehebî, Ebû AİKİuttah Senıseddin Mulıammed b. Aimıed Cö. 748/1348), el-

ther ft haberi men ğttbc-r (nşr. Ebû Hacet Muhammed Said), İ-IV,

Beyrut 1405/ 19«5 (ei-İber).

MîzâmVI-t'tidû! fi nakdi 'r-ricûl (n$r. Ali Muhammed t*l-Bicâvî), I-

[V, Kahire 1382/1963-

Siyerı'i a'lâmi'n-nübelâ (nşr Nuayb el-Arnaut vt- dikerleri), [-XXIII,

Beyrut 1401-1405/1981-85 (A'lâmû'n-nübelâ).

Tezkiretul-buffûz, I-IV, Haydarabad 1375-77/1955-58. Zekî, Abdurrahman, "el-İlm ve'1-ülemâ fi Devletrl-Memâlîkil-Bahriyyeli'l-

Mısnyye", Hevista del Institute Egipcio de Estudios Islamicos en

Madrid, XV, Madrid 1970, s. 113-132. Zerkâ, Mustafa Ahmed, el-lstislâh ve'l-mesâlibi'l-mürsele, Dımaşk 1988.

el-Medhalül-fıkhiyyü'l-âm, el-Fıkbü'lIstâmîJt sevbihi'l-cedîd, I-III,

Dımaşk 1967-68 (el-Medhal). Zerkeşî, Senıseddin Muhammed b. Abdullah, (ö. 772/1370), Şerbu Muhta-

sari'l-Hırakî(nşr. Ahdullah b. Abdurrahman el-Cibrîn), I-VII, Riyad 1413/1993.

Zeryâb, Abbâs, İbn Teymiyye", DMBÎ, III, 171-193-Zettersteen, K. V, "Büveyhîler", ÎA, II, 843-845.

"İbn Hübeyre", İA, V/2, s. 757. Zeyd, Mustafa, tVMaslaha fi't-teşrîi'l-lslâmî ve Necmüddin et-Tûfî, yy.,

1964 (Dârü'l-Fikri'l-Arabî). Zeydân,   Abdülkerîm,   el-Medhal  îi-dirâseti'ş-şerîati'l-hlâmiyye,   Bağdad

1986 (el-Medhal).

el-VecîzfiusûH'l-fıkıh, Bagdad 1985 (el-Vecîz). Ziada, M. Mustafa, "The Fail of the Mamluks 1516-1517', Mecelletü Külliyyeti'l-âdâb Câmiatü'l-Kâhire, VI, Kahire 1942, s. 1-41, Ziriklî, Hayreddîn (ö. 1396/1976), el-A'lâm.- Kâmûsu terâcîm li-eşbüri'r-ricâl ve'n-nisâ, I-VIII, Beyrut 1984 (el-Aİâm). Zühaylî, Muhammed Mustafa, "eİ-Kavâidü'1-fıkhiyye", Mecelletü'l-Bahsi'l-

tlmî ve't-Türâsi'l-lslâmî, V, Mekke 1402, s. 11-40. Zwemer, S. M., "The Wahhâbîs their Origin, History, Tenets, and Influence", Journal of the Transactİons of the Victoria Institute, XXXIII

(1901), s. 311-333. Mustcthlesûtü resâili's-Suûdiyyîn li-dereceli'd-duktûrâ (nşr. Câmiatü'1-Melik Suüd), Riyad 1403/1983. [1381]

 

[1] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 7-9.

[2] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 11-12.

[3] Mekke ve Medine döneminde nazil olan âyetlerin genel karakteristikleri için bk. Hudarî, Tûnbu't-tesrî'iİ-lslânn, s. 19; Zeydân, el-Medhal, s. 108-109; Mennâ el-Kattân, Târihu't-teşrî'i't-klâmî, s. 45-61; Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 55.

[4] Hz. Peygamberin içtihadı hk. bk. Hudarî, a.g.e., .s. 13-14; Hallâf, Hülâsatü Tâ-rîhi'i-tesn'i'l-lslâmt, s. 13-14; Nasır h. Akil et-Tarîfî, Târîhu'l-fikbi't-klânıî, s. 47; Karaman, İslâm Hukukunda İçtihat, s. 37-41; a.ralf., "Fıkıh", DÎA, XIII, 3-4.

[5] el-Enfâl 8/68.

[6] et-Tevbe 9/43.

[7] Bu konular şunlardır: İnfİık, el-Bakara 2/215, 219; mukaddes aylarda savaş, el-Bakara 2/217; İçki ve kumar, el-Bakara 2/219; yetimler, eî-Bakara 2/220; hayız, el-Bakara 2/222; helâl kılınan nesneler, el-Mâide 5/4; ganimetler, el-Enfâl 8/1.

[8] en-Nisâ 4/127, 176.

[9] Esbâb-ı nüzul ile ilgili önemli bazı eserler şunlardır: Ibn Şihâb ez-Zührî, Tenzî-lâtü'l-Kur'ân(nşr. Selâhaddin el-Müneccid), Beyrut 1963; Süyûtî, Lûbâbü'n-nü-kûl fîesbâbl'n-nüzûl, Dımaşk ts.; Tunus 1984; H. Tahsin Emiroğlu, Esbâb-ı nü­zul Kur'an Ayetlerinin İniş Sebepleri ve Tefsirleri, I-XIV, Konya 1965-1983. 

[10] Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 5Ğ; a.mlf., "Fıkıh", DÎA, XIII, 4.

[11] Zeydân, a.g.e., s. 111-114: diğer bazı ilkeler için bk. Abdülazîm Şereteddin, 73-nbu't-teşri'i'l-lslâmî, s. 66-73; Muhammed ed-Desûki - Emîne el-Câbir, Mukad­dime fi'dirâsâti'l-fıkhi'l-lslâmî, s. 110-118.

[12] Hudarî, a.g.e., s. 18-19: Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 57: a.mlf., "Fıkıh", DÎA, XIII. 4.

[13] Buhârî, "Cümü'a", 8; "Savın", 27; Müslim, "Tabure", 42.

[14] Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 58; a.mlf., "Fıkıh", DÎA, XUI, 4.

[15] Nesih hk. bk. İkinci Bölüm, 1. Kısım, C bendi, nesih konusu.

[16] Mennâ' el-Kattân, Tânbu't-tesrt'i'l-lslâmî, s. 39-44; Karaman, İslâm Hukukundu İçtihat, s. 43-48; a.mlf., islâm Hukuk Tarihi, s. 59.

[17] Bu olay için bk. Ebû Dâvûd. "Akcliye", 7; Tirmizî, "Ahkâm" 3

[18] Hacvî,' L-l't'ikrü's-sâmî, I, 231-236. Kavakçı, Karabaştılar Devrinde İslâm Hu­kukçuları, s. 6-8; Nasır b. Akıl et-Tarîfi. Tûnhu'l-fıkhi'l-hlânâ, s. 54-55- Ayrıta Hz. Peygamber'in sağlığında bazı sahâbk-rin yaptıkları ictihadlar hk. bk. Kara­man, islâm Hukuk Tarihi, s. 76-77.

[19] fbnü'l-Arabî, Ahkâm û'l-Kıır'ân, MV, Kahire 1974; Hacvî, a.,ı>.e., I, 84.

[20] Hz. Peygamber'in teşrî'deki rolünü gösteren ikizi âyetler için bk. "Gerçekten Re-sûlullah'ta sizin için güzel bir örneklik vardır", el-Ahzâb 33/21; "O, arzusuna gö­re konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir", en-Necm 53/3-4; "Resul size neyi getirirse onu alın, size neyi yasaklarsa ondan da uzak durun', el-Haşr 59/7.

[21] Karaman, "Fıkıh", DÎA, XH1, 4.

[22] Ibn Kayyım el-Cevziyye, tlâmü'l-muvakktîn. II. 245.

[23] Bu ibadet ve hukuki hükümlerin teşri' tarihleriyle ilgili tartışmalar için bk. Kara­man, tslânı Hukuk Tarihi, s. 78-104; a.mlf., "Fıkıh-, DtA, XIII, 4.

[24] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 12-16.

[25] Hiicvî, a.g.e., II, 281-284, 374-377; Hudârî, Tânbu't-teşrî'i'l-Hâmî, s. 80-81; Ka­raman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 109-110-, a.mlf., "Fıkıh", DtA, XIII. 4.

[26] Karaman, hiâm Hukukunda içtihat, s. 51.

[27] Hm Kayyım el-Cevziyye, a.g.e., I, 6l, 66; Hudarî, a.g.e., s. 87-90; Karaman, Mâm Hukuk Tarihi, s. 113; a.mlf., "Fıkıh", DtA, XIII, 5.

[28] Hudarî, a.g.e., s. 89-90; Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 113' a.mlf   "Fıkıh" Ma, xııi, 5.

[29] Hud:ırî, ag.e., s. 95-97; Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 118-120; a.mlf., islâm Hukukundu İçtihat, s. 61-67; a.mlf., "Fıkıh", DtA, XIII, 5. Sahabenin farklı ieti-had Örnekleri için bk. a. mfl., tslâm Hukukunda İçtihat, s. 69-80.

[30] İbn Kayyım el-Cevziyye, a.g.e., I, 14; Hacvî, el-Fikrü's-sâmî, II, 339-342, 349-351; Karaman, İslâm Hukukunda İçtihat, s. 55-56; a.nıif., İslâm Hukuk Tarihi, s. 113-115; a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 5.

[31] Hacvî, ajg.e., II, 323-

[32] Nesâî, "Âdâbül-kudât", 11; Serahsî, el-Mebmt, XVI, 60; İbn Kayyım tl-Cevziyye, Vlâmüİ-muvakkıîn, I, 86-401; II. 1-65; Hamîduİlah, "Halîfe Hz. Ömer Devrinde Adlî Teşkilat - EbCı Mûsâ el-Esarî'ye Gönderilen Kazâî Talimatnameler trc. Fııhret-tin Atar (İslâm- Anayasa Hukuku., ns.r. Vecdi Akyüz), İstanbul 1995, s. 284-320. Hu mektubun sened ve metniyle ilgili geni;? bilgi için bk. Özen, İslâm Hukuk Düşün­cesinin Ahitleşme Süreci, istanbul 1995 (yayınlanmamış doktora tezi), s, 162-186.

[33] Karaman, islâm Hukukunda îclibat. .s. 59; a.mlf., İslâm Hukuk Tarihi, s. 116; a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 5.

[34] Hudarî, Târîhu't-tesrîTl-lslâmî, s. 90-95; Zeydân, el-Medhal, s. 121-126; Kara­man, İslâm Hukukunda İçtihat, s. 69-73; a.mlf., İslâm Hukuk Tarihi, s. 117-118; a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 5.

[35] Karaman, İslâm Hukukunda İçtihat, s. 73-76; a.mlf., İslâm Hukuk Tarihi, s. 118; a.mlf.. "Fıkıh", DİA. XIII, 5.

[36] Hacvî, fl-lHkrü'S'Sâmî, II, 288-319, 333-338; Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 120-158: a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 6. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 16-19.

[37] Karaman. İslâm Hukuk Tarihi, s. 109; a.mlf., İslâm Hukukunda içtihat, s. 51; a.mlf. "Fıkıh". DM, 3ÖH, 4.

[38] Hudarî, m.g.e., s. 103-107; Zeydân, a.g.e., s. 132-136; Karaman, İslâm Hukuk Ta­rihi, s. 162-163; a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 6.

[39] Hacvî, a,g.e., II, 378-383; Hudarî, a.g.e., s. 107-110; Zeydân, a.^.t'.., s. 136; Kılıçer, tstâm Fıkhında lie'y Taraftarları, s. 28-34; Karaman, İslâm Hukukunda İçtihat, s. 101; a.mlf., islâm Hukuk Tarihi, s. 1163-166; a.mlf., "Fıkıh', DİA, XIII, 6.

[40] Hacvî, cl'fikm's-sâmî, II, 3'53-372; Hudarî,  Târîhu't-teşn'i'l-tslâmf, s. 111-123; Kılıçer, a.g.e., s. 28; Karaman, islâm Hukukunda İçtihat, s. 85-87; a.mlf., tslâm Hukuk Tarihi, s. 166; a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 6.

[41] Dönmez, "Amel-i Ehl-i Medine", DİA, III, 21-21).

[42] Kılıçer, a.g.e,, .s. 34-3^; Kanunan, islâm Hukukunda içtihat, s. 101-107; a.mlf.. İslâm Hukuk Tarihi, s. 163-166; a.mlf, "Fıkıh", DlA, XIII, 6.

[43] fbn Kayyım el-Cevziyye, l'lamü'l-muvakkı'm, I, 26; Hiicvî, el-Fikru's-sâmî, II. 4,i)*<. Hasan-ı Basrî'nin fıkıhtaki yeriyle ilgili olarak bk. ibrahim Ebû Salim, el-Ha-sav f!-Basrî ve eseruhû fi'l-fıkhi'l-tslâmî, Kahire 19^0; M. Revvâs Kal'arî, Mev-sû'atü fıkhi'l-Hasan el-Basrf, I-II, Beyrut 19&9.

[44] nşr. Eııgeno Griffin, Milano 1919. n.% Abdülazîz b, İshak e!-B;ı£dâdî. Beyrul 1401/19R1.

[45] Bu denemde yazıldığı belirtilen kitapların bir listesi için bk. Sezgin, CMS, I, 399; Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 167- a.mlf., "Fıkıh", DlA, XIII. 6 Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 19-21.

[46] Abbasîler devrindeki fıkhı Faaliyetler hk. hk. Sehacht, İslâm Hukukuna (îiris Cçev. Mehmet Dağ-Abdulkadir Şener), s. 59-66; Zeydân, el-Medbal, s. 142-144; Goldziher, "Fıkıh", tA, IV, 604; Kılıçer, ag.e., s  45-4<S; Karaman, islâm Huku­kunda ittihat, s. 129-130; a.mlf., Mâm Hukuk Tarihi, s.  171; a.mlf., "Fıkıh", DÎA, XIII, 7.

[47] nşr. Muharnmed el-Hüseynî, Bulak 1302; nşr. İhsan Abbus. Beyrut 19H5.

[48] Karaman, islâm Hukuk Tarihi, .s. 171-172; a.mlf., -Fıkıh", DÎA, XIII. 7.

[49] Goldziher, "Fıkıh''. lA, IV, 605-606; Hacvî, el-Fikrü 's-sûmt, II, .W3-3.S4; Karaman, İslâm Hukukunda ittihat, s!31; a.mlf.. islâm Hukuk Tarihi, s. 175; a.mil'., "Fı­kıh", DÎA, XIII, 7. Eh)-i re'y hk. hk. Kılıçer, islâm Fıkhında Rey Ta rafta Han, An­kara 1975: a.mlf, "Ehl-i re'y", DÎA, X. 520-524.

[50] İbn Kuteybe, Te'vîlü muhtelifi'l-hadîs, s. 52.

[51] İbn Abdülber, a.g.e., II. 181; Kthçer, "Ehl-i re'y", DfA, X, 523.

[52] ibn Abdülber, a$.e. 11, 193

[53] ibn Kuteybe, el-Ma'âtif, s. 494 vcl.

[54] Tirmizî, "Büyü"'. 12, 14.

[55] Makdisî, FJ-Ma'ârlf, s. 37. 179480.

[56] Şehristânî, el-Müel ve'n-nihal, II, 11-12.

[57] İbn Kayyim el-Cevzİyye, İ'lâtnü'l-muvakkıîn, I, 101, II, 294, III, 362. Ayrıca bu konuda bk. Goldziher, Zahirîler "Sistem ve Tarihleri" (trc. Cihad Tunç), Ankara 1982, s. 3-5; Karaman, Mâm Hukukunda İçtihat, s. 131; a.mlf.. islâm Hukuk Ta­rihi, s. 182-183; a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 7; Aydınlı, "Ehl-i hadîs". DİA, X, 507; Öğüt, "Ehl-i hadîs", DİA, X. 509; Kılıçer, "Ehl-i re'y", DİA, X, 523.

[58] Şafiî, elrfim, VII, 250.

[59] Bu şahıslar tık. hk  İhn Kuceybe, el-Maârif. s. 219-230; Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 175-176: a.mlf., "Fıkıh", MA, XIII, 7:

[60] Zahiri mezhebi hakkında geniş bilgi k'în bk. Ignaz Goklziher, Zahirîler 'Sistem ve Tarihleri- (uc. Cihad Tunç), Ankara 19S2.

[61] Bu dönemde yazılan eserlerin genel bir listesi için hk. tbnü'n-Nedîm, el-b'ihrist. s. 251-265.

[62] I-IV, nşr. Muhammed Fuâd Abdulbakî, Kahire Î370/1951.

[63] İmam Muhanuned'in zâhirü'rivâye adıyla anılan eserlerini, Hâkim eş-Şehîd ei-Kâfi (yazma nüshaları için bk. Sezgin, GAS, I, 443) adıyla ihtisar etmiş. Şemsüle-imme e.s-Serahsî ise bu muhtasarı el-Mebsût(Kahire 1324-1331) adıyla otuz cüz halinde geriletmiştir.

[64] Leknev, 1883, 1312/1894; Lahor 1309, 1328.

[65] I-IV, Haydarâbâd 1385-1390.

[66] sışr. Muhammed el-Hüseynî, Bulak 1302/1884; nş.r. İhsan Abbas, Beyrut 1985; Türkçe tır. Ali Özek, İst. 1968.

[67] I-VII, Kahire 1321, 19&7.

[68] nşr. Ahmed Muhammed .Şâkir, K;ılıire 1979. İngilizce tır  Majid Khadduri, ul-lii-sâla Jt usûl al-hcjh. Carnbridge 1987; Türkçe (re. Abdulkadir Şener-lbrâhim Ça­lışkan. er-Risale(İslâm Hukukunun Kaynaklar), Ankara 1996.

[69] Tirmizî, "Fiten". 7.

[70] Buharı, "Fiten", 2; Müslim, "lınâre". 53, 54.

[71] İbn Mik-e, "Fiten", 8.

[72] Dârimî, "Mukaddime", 16.

[73] Şehristânî. el-Müel ve'n-nihal, I, 11.

[74] Ahmed b. Hanbel, er-Red 'ale'z-Zenâdıka ve'l-Cehmiyye, s. 96.

[75] Dârimî, "Mukaddime", 23.

[76] Müslim. "Mukaddime", 1.

[77] Yavuz. "Ehl-i .sünnet", DÎA, X: 526.

[78] Muhammed Aınâre, Resâilü'l-Adl ve't-tefhîd, I, 64; Kılıçer, İslâm Fıkhında Re'y Tara/tarlan, .s. 43.

[79] Ebû Dâvûd, "Sünnet", 7,

[80] Fığlalı, Çağımızda 1 likadi îslâm Mezhepleri, s. 58-59

[81] Yavuz, "Ehl-i sünnet", n/A, X, 526.

[82] Yavuz, a.y.

[83] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 22-29.

[84] Ihnü'l-Cevzî, Menâktb, s, 34-37.

[85] İktidarın Alıbâsîler'e geçişi ile ilgili olaylar ve değerlendirmeler hk. bk. Bos-vv'orth, islâm Devletleri Tarihi, İstanbul 19H0. s. S; De Lacy O'leary, İslâm Dil-güncesi ve Tarihteki Yeri, s. 4H-57; Ahmet! eş~Şâmî, vd-Devletü'l-'tsİâmiyyetifi'l-asri'i-'AbbâSiyyi'l-euvel, Demmâm 1404/19KŞ, .s. 25-27; Hudarî, Muhâdarâîü tâ-rihi'l-ümemi'l-îslâmiyye.  ed-Dfuletü'l-'Abbâsiyye,  s.  56-60;  W.  Montgomery Watt, The Majesiy thai mas islam, s. 95-106; Hasan Ahmed Mahmûd - Ahmed tb-rfılıim eş-Şerîf. e!-Â!enn/'l-/slâmffi'l-asri'l-Abbâst, s. 47-48; Hugh Kennedy, The EarlyAbbasidCalipbate. s. 44; lsâmüddln Ahdürraûf el-Fıkî, ed-Devletû't-'Abbâ-s(We> s- 15-21; Muhamnıad Qasım Zaman, 'The Abhâsid Kevolution: A study of the nature and role of religious dynamics", Jımrnul of Astan Histoty, XXI/2 (1987), 119-149: Yıldız. "Abbasîler". DİA, I, 34.

[86] Bağdann İnşası ve Abbasîler dönemi iktisadî ve sosyal hayat için hk. Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bagdâd, S, 44-127; Makdisî, Absenü't-tekâsîm, s. 119-121; Ya­kut el-Hamevî, Mu'cemü'l-büldân, i, 541-552; Hudarî, Muhâdarâtü târîbi'l-ümemi'l-lslâmiyye: ed-Devletü'l-'Abbâsiyye, s. 77-79, 134-135; Barthold, islâm Medeniyeti Tarihi, s. 157-158; Maniran, hlârmn Yayılış Tarihi, s. 127-132; Ha­san Ahmet! Mahnuıd - Ahmed İbrahim eş-Şent", el-Âlemü'l-tslûmî fi'l~'asH'l-'Ab-bâst, s. 192-248; G. Le Strange, Bagbdad during the Abbasid Ccılipbate, Oxford 1924; Ahmed eş-Şâmî, ed-Devletü'l~lslûmiyyetü Jî'l-asri'l-'Abbûsi)yi'I-em>el, s. 80-87; Duri, "Baghdad", HP(lng.): I, 894-908; a.mlf. "Bağdat", DlA, İV. 425-433; Kennedy, "Baghdad", Elr., III, 412-415.

[87] Bosworth, İslâm Devletleri Tarihi, s. 9; Yıldız, "Abbasîler", DlA, I, 36.

[88] Abbasîler döneminde Araplar'la diğer unsurlar arasındaki ilişkiler hk. bk. Hart-hold, İslâm Medeniyeti Tarihi, s. 98-102; Kennedy, Tbe Karly Abbasid Calipbcı-te, s.135-163; tsâmüddin Abdürraûf el-Fıkt,  ed-Devletü'l-Abbâsiyye, s. 3B-49; Kaddûre. eş-Şûyâ'iyye ve eserühü'l-ictimâ'î ve's.-siyâsîfi'1-bayâti'l-lslâtniyyefi'l-asri'l-'Abbâsiyyi'l-euvel, s. 65-126, 201-326; Fuâd Efrâm el-Büstânî, 'Temâzü-cüTl-'anâsın'l-bes.eriyyeti  fi  IVağdâdn-Abbâsiyyîn",   el-Mesrik,  XXXÜ/3 (Beyrut 1934), 409-440.

[89] Bağdat'ın tahribi bk. bk. İbnü'1-Esîr, el-Kâmil, VI, 271-277.

[90] Abbasîler döneminek.- Türklerin durumuyla ilgili olarak bk. Hasan Ahmed Malı-mûd - Ahmed İbrahim cj-Şerîf, el-'Âlemii'l-lslâmîfi'l-'asri'l-'Abbâsî, s. 311-367; tsâmüddin AbdürraûFel-Fıkî, ed-Devletü'l-'Abbâsiyye, s. 217-224.

[91] Abbasîler döneminde vezirlik kurumu hk. bk. Sourdel, Le Vizirat Abbûside de 749 d 936, Dama.s 1959, s. 41-61: İbrahim Süleyman el-Kerevî, Nizâmü'l-uezâ-refi'l-'asriİ-'Abbâsvy\A'l-evvel, s. 39-80, 239-258: Kimber, "The Early Abbasid Vi-zierate-, Journal of'Semüic Sludies, XXXVII/1 (Oxford 1992), 65-85; Yıldız. "Ab­basîler", DlA, I, 3S-39.

[92] Abbûsîier'in idarî, kazâî ve malî teşkilâtlanmaları hk. bk. Barthold, İslâm Mede­niyeti Tarihi, s.  114-127; Ahmed eg-Şâmî, ed-Devietii'l-lslâmiyyetü ji'l-'asri'l-Abbâsiyyiİ-evvel, s. 171-186; Maninin, lslâmtn Yayılış Tarihi, s. 12İ-132; !sâ-müddin Abdürraût el-Fıkî, ed-Devletü'l-Abbâsiyye, s. 69-119; Bouvat, "Le Vila­yet de Bagdad et son organlsation admini.strative", Remıe dit Monde Musıılman. XXIII (Paris 1913). 240-267; Yıldız, "Abbasîler". DlA. î, 34, 38-40.

[93] Abbasîler devri ilim ve kültür hayatı hk, hk. Îbnü'n-Nedîm, el-t'ibrisl, s. 201-260; Halt), Târîhıı Bağdâd, I, 120-127; İbn Kesîr, ehBidâye, XI, 162, Î81-182; XIII, 45, 166; De lacy O'leary, İslâm Düşüncesi ve Tarihteki Yeti, 57-66, 143-157; Iîart-hokl. Mâm Medeniyeti Tarihi., s. 14-15, 30-33; Watt, The Majesty tbat was idam, s.131-140. Maninin, islâm ı ti Yayılış Tarihi, s. 132-134; Hasan Ahmed Mahmûcl -Alıım-d İbrahim eş-Şerîf. el'-Alemiı"l-lslâıntfi'l-'asri'l-Abbasi s. 249-281; İsâ-müddin Abdürraûf el-Fıkî, ed-Detıtatü'l-'Abbâsiyye, s. 119-211; S. Sabari, "La So-ciele Bagdadienne", Matıeemevts Populuirua ü Bagdud â l'epuque 'Abhasside, lXe-XIe si&ch'S, s. 7-75; Ftıâcl Efrâm el-Büstânî, 'Bağdâd âsımetü'J-edebi'1-Abbâ-sf. el-Mc>$rik, XXXII/1 (Beyrut 1934). 65-108; Mackensen, "Four Great Libraries oliııt'dievai Baghdad", Lihmty Quarterty, II (1932), 279-299; Gofdziher, "Arabic Literatüre during Üıe Abbasid Period" (trc. j. Somogyî), Islamic Culture, XXXI/3 (1957J, 220-234; Şeşen, "I.slâm Dünyasındaki İlk Tercüme- Faaliyetlerine Umûmî Bir Bakış':, İTHD, VII/3-4 (1979). 3-30; Muh;mımed îsâ Sâlihiyye, Müeddibül-liLilc-fâ f'i'l-asril-'Abbâsiyyil-L-vvt-l", i'l-Mecı'Hetiil-'Arabiyye İi1-J!lûmi'l~lnsâ-uiyye, II/S (Kuveyt 19H2), 43-96,

[94] I-V, H.ŞI-. Abdullah Malıımk! Şahata, Kalıire 1979-198S.

[95] nşr. Hİnd Şelebî, Tunis 1979.

[96] Sezgin, CAS. 1, 99

[97] Çeşitli neşirleri hk. bk. |. Schacht, "Mâlik b. Ama", HP

[98] D. Gimart-t. 'Mu'tazila"', EP(tnfr), Vlf. 784.

[99] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 31-35.

[100] Zehebî, A'lânıü'n-m'ibelâ, Xt, 182-183; tbni.i'1-Cevzî, Menâktb, s. 116.

[101] Zehebî, a.g.e.t XI, 213; Kandemir, "Ahmed b. Hanbeî", DİA, II, 79.

[102] Ahmed h. Hanbel'den hadis dinleyenlerin bir listesi için bk, Zehebî, A'lâmû'n-nübelâ, XI, 181-183.

[103] Ahmed b. Hanbel'in mihnesi hakkında yazılan bazı eserler için bk. Patton, Ab-mad b. Hantal and the Mibna, Heidclberg 1897; Ali Abdülhâk, Ahmed b. Han­bel ve'l-mihrte, Kahire 1958; Felımî Ced'ân, el-Mihne, bahsûn Jî cedeliyyeM'cl-dî-nîyyi ve's-siyâsiyyi fi'l-fclâm, Beyn.it 1989, Ahmed Abdiilcevâd ed-Dûmî, Abtned b. Hanbel beyne m ibneti'd-dîn ve mihneti'd-dünyâ, Beyrut ts., (Menşûrâtü'l-mektebeti'l-Asriyye).

[104] İbnü'l-Cevzî, Menâktb, 308-317; İbn Kesîr, el-Bidâye, X. 272-280.

[105] lbnifl-Cevzî, a.g.e., 348-9.

[106] İbnü'l-Cevzî, a.g.e,, s. 1S8-285.

[107] İbnLVl-Cevzî, a.g.e,, s. 409-18; İbn Kesîr, a.g.e., X, 340-3.

[108] İbn Kesîr, a.g.e., XII, 300.

[109] Le Sinınge, Baghdad 4uring t be Abbasid Caliphate, s. 166.

[110] Ahmed b. Hanbel'in j>i-izel ahlâkı ve karakteri hk. bk. tbnü'l-Cevzî, Menâkıb, s, 255-350. Ayrıaı onun hayatının bazı dönemleriyle ilgili olarak bk. Ziaui Haque, "Ahmad İbn Hanbal: The Saint-Schoiar of IVaghdâd", HI, VI11/3 (1985), 69-90.

[111] Ahmed b. Hanbel'in kısa terceme-i hâli ve özellikle el-Müsned\ hakkında bk. Sıd-dîqî, Hadis Edebiyatı Tarihi (trc. Yusuf Ziya Kavakçı), istanbul 1966, s. 81-89.

[112] M. Yaşar KantUanir, "Ahmed b. Hanbel...", DlA. 11, 79.

[113] nsr Talât Koçyiğit - ismail Cerrahoglu, I, Ankara 1963; I!, İstanbul 1987.

[114] Bu genel değerlendirme için bk. M. Yaşar Kandemir, "Ahmed b. Hanbel...'', DlA, II, 79-80.

[115] Bu konudaki diğer bazı örnekler için bk. Îbnül-Esîr, el-Kâtııil, I, 201.

[116] Beşşâr Avvâd, "Ahmed b. Hanbel...', Mevsû'atü'l-hadâreti'l-lslânüyye, .s. 352-3.

[117] W. Montgomery Watt, islâm Düşüncesinin Teşekkül Demi Üre. Etlıem Ruhi Fiğ-lalı), Ankara 1981, Ümran Yayınları, s. 366.

[118] Tehânevî, Keş>$âju ıstilâbâtî'l-fı'intîrı. 1, 676-77.

[119] Bekir Topaloğlu, Kelâm timi 'Girişi, İstanbul 1981. Damla Yayınevi, s. 113.

[120] İzmirli İsmail Hakkı, Yvni îlm-i Kelâm, Ankara 1981. Ümran Yayınevi, .s. 61

[121] Şehristânî, ef-Milel ve'n-nibal. Kahire 1348. I. 95 (lbr> Hazmın ei-fasl fi'l-nıik'ti ile birlikte); Bekir Topaloğlu, ag.e., s. 113

[122] İzmirli İsmail Hakkı, Yeni Hm-İ Kelâm, s. 61-63; Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi (Giriş), s. 114-16: Neşet Çağatay - İbrahim Agâh Çubukçu, İslâm Mezhepleri Ta­rihi Ankara 198S. II. Baskı. s. 192-95.

[123] Selefiyye hk. hk. Ebû Osman İsmail Abdurrahman es-SâbÛnt, 'Akîdetû's-Selefve

asbâbi'l-badîs (n$r. Nasır b. Abdurrahman b. Muhammed el-Cedî), Riyad 1415; Bûtî, es-Selefiyye merhalenin zemeniyyetfln mûbârehetün lâ mezbebün Islâ-miyyün, Dımaşk 1408/19H».

[124] İbn Haldun, Mukaddime (nşr. Ali Abdıilvâhid Vâfî), Kahire ts,, Dâru Nahdati Mısr, III. Baskı, III, 1066-67.

[125] Yavuz, İslâm Akaidinin Üç Şahsiyeti, s, 20.

[126] Hatîb, Târîbu Bagdâd, IV, 423; İbn Ebû Ya'lâ, Tabakât, I, 13, 17. Ahmed b. Han­bel hakkındaki bu tür yorumlara şu örnekler verilebilir: Ali b. Medînî, "Allah hu dini iki adamla kuvvetlendirmiştir ki, onların üçüncüsü yoktur. Bu kişiler; Ridde günü Ebû Bekir es-Sıddîk, miline günü ise Ahmed b. Hanîıel'dîr" demiştir. Rebf' b. Süleyman, Şafiî'nin şöyle dediğini söyler: "Kim Ahmed b. Hanbel'e buğzeder-se, o kâfir olur (küfre girer,)". Ahmed b. Ishak h- Râllûye bahasından şöyle duy­duğunu söyler: "Ahmed b. Hanbel ve kendisini feda etmesi olmasaydı, islâm gi­derdi (yeryüzünden kaybolurdu)". Kuteyl>e b. Saîd, "Ahmed b. Hanbel bizim imamım izdir. Kim ondan razı nlm;tzsa o bid'atçıdır". Muhammed b. İskık b. İb­rahim el-Hanzalî babasından şunu işiltiğini söyler: "Ahmed b. Hanbel, Allah ile yeryüzündeki kullan atasında bir hüccettir". Meymıim, Ali b. Medînî'nin şöyle dediğini duymuş: "Rusûlullah'tun sonra İslâm hakkında Ahmed b.  Hanbel in yaptığını hiç kimse yapmadı". Ona ''Ey Ebül-Hasan! Ebû Bekir es-Sıddîk da yok mudur?:' dedim O, "Ebû Bekir es-Sıddîk da değil, çünkü unun birtakım arkadaş­ları ve yardımcıları vardı. Halbuki Ahmed b. Hanbel'in arkadaş ve yardımcısı yoktu" dedi. bk. İbn Ebû Ya'lâ, Tabakâı, I. 13-17.

[127] Ebül-Yüsr el-I'ezdevî. Usûlü'd-dîn (nşr. Hans I'eler Lins.s), Kahire 1383/1963. s. 253.

[128] Zehebî, A'lâmı'i'n-mibelû, XI, 253, 261. 273: Sübkî, Tabakâtü's-Şâfi'iyye (nşr Abdülfellâh Muhammed eE-Hulv-Mahırmcl Muhammed et-Tınâhî), Kahire 13*5/1966, II, 52

[129] Zehebî, a.g.e., XI, 313-315: Sübkî, ag.e.. II, 47-48.

[130] Ahmed b. Hanbel, er-Red' ale'z-Zenâdika ve'l-Cehmiyye ('Akûidü's-Selef'K'mde, nşr. Ali SAmî en-Neşşâr - Ammâr Talibi), s. 72, 91-92; Yavuz, İslâm Akaidinin Üç Şahsiyeti, s 22-25; a.mil'., "Ahmed b. Hanbd". DÎA, II, 82.

[131] Gazzâlî, îhyâû 'ulûmiddîn, tteyrul 1403/19*2. I, 103-104-, Ebû Zt-hre. Ibn Han­bel, Kahire 1981, s. 158.

[132] Beyhakî, Kitâbıi'l-Esınâ'ue'.s-sıfât. Beyrut 1405/1984, s. 304, thu Teymiye, el-İk-lîlfi'l-mûteşâbib ve't-te'vîl (Mecmu 'it h'etâvâ içinde), Uiyad 1381, XIII, 295.

[133] Ahmed b. Hanbel, er-Red 'ale'z-Zevâdika ve'l-Cehmiyye, s. 90-92; Abdülvâhid l>. Alxlül;tzîz et-Temînrî, f'tikâdü'Hmâmi'l-münbel'İİhn Ebû Yalâ'nın Tabakâfı içinde), II. 293, 300; Yavuz, islâm Akaidinin Üç Şahsiyeti, s. 26-32; ;ı.mlf'., "Ah­med b. Hanbel", DİA, II, H3-H4.

[134] Abdülvfıhıd b. Abdülazîz et-Temîmî, a.g.e., II, 296; İbn Ebû Ya'lû, Tahakât, I. 62. 75, 76.

[135] Ahmed b. Hanbel, Kitâbû's-Sûnne (nşr. Mulıammtd b. Saîd Besyûnî), Beyrut 1405/1985. s. 36; İbn Kuteybe. et4btilüffi:i-lafz(Akü'idti's-Selef'ionde), s. 247.

[136] İbn Teymiyye, Mecmû'atü'r-resâil III. 395-396: Zehebî. Aİâmü'n-nübetâ. XI, 291.

[137] Zehebî. a.g.e., XI, 263; Yavuz, islâm Akaidinin Üç Şahsiyeti, s. 35-37: a.mlf., 'Ahmed b. Hnnbel'. DİA, II, 84.

[138] lkıhârî, Halku ef'âli'l-'ibâd(Akâıdii's-sclef'içinde), s. 154.

[139] Ahmed b. Hanbel, Kitâbü's-Sünm', fi, 81; 'ihn Ebû Ya'lâ, Tabakât, I, 130; Abdül-vâltid b. Abdüiazîz et-Temîmî, î'tikâdü'l-imâmi'l-miinbi'l, II, 301; Zehelıî, A'lûmü'n-nübelâ, XI, 302.

[140] Ebû Ya'lâ el-Fcrrâ, el-Mıı Icnıcd fî ıısûli'd-dtn (nşr. Vetlî' Zeydân Haddâd), Bey­rut 1974, s. 188.

[141] Yavuz, islâm Akaidinin Üç Şahsiydi, 54-55; a.tnlf., "Ahmed b. Hanbel...", DÎA, II. 85-86.

[142] Ahmed b. Hanbel, Kitaba 's-Süıme. s. 10, 71, 104-105, 119; Dârimî; er-lied 'ate'l-Cehmiyye (rtgr. Gosta Wiestam), Leiden 1960. s. 101-102; İbn Ebû Ya'lâ, Taba­kât, I, 26-27. 132, 142.145.

[143] Yavuz, a.g.e., 54-55; a.tnlf., "Ahmed b. Hanbel...", DİA, II. 86.

[144] Ahmed b. Hanbel. Kitühfı's-Stimu: s. 10, 71; İbn Ebû Ya'lâ, Tabakât, I. 95.

[145] Ebû Ya'lâ el-Ferrâ. et-Mu'temcdfî 'tısûli'd-dîn, s. 237-238; İbn Ebû Ya'lâ, a.}>.c, I, 26-27. 108; Yavuz, a.g.e., 56-57; a.mit.. "Ahmed b. Hanbel...", DİA, II. 86.

[146] Eş'arî, el-tbâne (n§r. Fevkiyye Hüseyin Mahmûd), Kahire, ts., Dârü'I-Kütüb, s. 20; Siibkî.  Tabakât, IV, 235-236. Hanbclîler'in ;ıkîde konusundaki görüşlerinin ve bu husustaki literatürün değerlendirilmesi hk. bk. Henri Laoust, "Les Premi-eres  Ptofessions de foi  Hanbalites"   Melanges Louis Massİgnon,  III (Damas 1957). 7-35.

[147] Ilın Ebû Y;ı'lâ, Tabakât, I, 5; Beş.şfır Avvâd. 'Ahmed b. Hanbel...", Mevsû'atü'l-hadâreti'l-tslâmiyye, s. 352.

[148] tbıı Ahdİlber, Câmi'u bcyûml-ilm vefadliht, II, 1H2.

[149] Ibn Kuteybe, et-Ma'ârifinıiı-. Ahmed b. Hanlıd'i ne re'y ne de hadis ehli içeri­sinde almıştır, bk. el-Ma'âri/(n^r. Servet Ukkâşe), Kahire 1969, s. 494-527.

[150] Taberî. Ibtitâfi'i'l-fıtkahasm;ı "niçin Ahmed b. Hanbelin görüşlerini almadığı" sorulunca, onun takih değil muhaddis olduğunu söylemiş ve bu sebeple Han-beüler'in nefretini kazanmış, hatta bu sebeple öldüğü Zaman, Bağdat'taki Han­belîîer'İn çeşitli hareketlerinden endişe edilerek geceleyin evine gömülmek zo­runda kalınmıştır. Bk. Ihtiiâfü'l-fukabâ (nşr. F. Kern). Beyrut ts., (Dârü'l-kütü-bi'1-ilmiyye), s. H-9 (naşirin mukaddimesi).

[151] Debûsî, Tc'sîsfl'n-nazut; s.5-6.

[152] Onun görüşlerini hilaf kitapiarına aimayan diğer bilginler hk. bk. Taberî, Ibtilâ-fül-fukabâ, s, 13-14.

[153] Ahmed b. Haııbei'in re'y ve fetvalarının yazılmasına karşı çıkması konusundaki Çeşitli rivayetler hk, bk. tbnü'l-Cevzî, Menûkıb, ,s. 251-252.

[154] Karaman, "Ahmed b. Hanbel...". DlA, il, 80.

[155] Karaıran. "Ahmed b. Hanlıel...', DİA. 11. H0- a.mlf, "Fıkıh", D/A. XIII. 7.

[156] Îbnü'l-Cevzî, Mcnâktb. s. 251.

[157] Ebü'l-YÜmıı el-Ulcymt, el-Menbecü'l-Ahmcd, I, 191, 2S0.

[158] 78  H. Laoust, "Le Hanhalisıne sou.s le Califat de Bagdad", s. 74.

[159] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 38-52.

[160] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 52-53.

[161] Kevscc'in hayatı hk. bk.İbn Ebû Ya'lâ, Tabakâl, I, 113-113; Zdıebî, Tczkiretü'l- huff'ûz. II, 96.

[162] Ebû Bekir el-E.srem'in hayalı hk. bk  İbn Ebû Ya'lâ, a.g.e., 1, 66-74; Ibnü'1-lmâd, ezerât, II, 141-142.

[163] Salih b. Alımcı! b. Hanbel'in hayatı tık. bk. İbn Ebû Yala, a.g e.. I. 173-6; İbn Kesîr, d-Bidâyı: XI, 40.

[164] Hanbel b. Ishîtk'ın hayatı hk. bk. İbn Ebû Yala, a.g.e., I. 143-145: İbn Kcmv, a.g.e., XI, 52.

[165] Abdülmelik el-Meymûnî'nin hayatı hk. bk. İbn Ebû Ya'lâ, a.g.e., I, 212-216.

[166] Kahire 1340; nşr. Zeyne.b İbrahim el-Kârût, Beyrut 1403/1983; nsf. Mııhammed Saîd Besyûnî, Beyrut 1986.

[167] Ebû Bekir el-Merrûzînin hayan hk. bk. İbn Ebû Yala, a.g.e.. I, 56-63; İbn Kesir, a.g.e., XI. 54; İbnül-lmâd, a.g.e., H, 166.

[168] nşr. Muhammed Behçet Beylâr, Kahire 1353/1934.

[169] Ebû Dâvûd es-Sicisiânînin hayatı ve eserleri hk. bk. İbn Ebû Yala, a.g.e., I, 159-163; İbn Kesir, a.g.e., XI. 54-56; XI, 159; M  Yaşar Kandemir, "Ebû Dâvûd es-Si-cistânr, DÎA, X. 119-121.

[170] Ebû Hatim er-Rûzî'nin hayalı ve eserleri ivin hk. İbn Kesîr, el-Bidâye, XI, 59; İb-nül-İmrıd. Şezerâi, II, 171; İbrahim Canan, "Ebû Hâlim er-Râzî\ DtA, X, 150-151.

[171] Harb el-Kirmânî hk. bk. İbn Kcsîr. el-Bidâye, XI, 69.

[172] İbrahim el-Harbı'nin hayatı hk. bk. İbn Ebû Yala. Tabakât, 1, 86-93; İbn Kesîr a.g.e., XI, 79.

[173] Bu ilâvelere "zevâidti Abckıliâlf adı verilir. Ebû Bekir el-Kâtîî'nin bu adla tertip eniği e.seri için bk. Zcı-öliı/û Ahdülah h. Ahmed h. Hanbel, nsv. Âmir I lasan Sah­il Beyrut 1410/1990.

[174] SüleymLtnİye Ktp., Yenicami, nr. 878.

[175] Kahire 1349.

[176] Zâhiriyye Ktp., Hadis, nr. 336.

[177] Abdullah b. Ahmed b. ilanbchn hayatı ve eserleri için bk. Hatîb. Tânbıı Bağ-dâd, IX. 375-376; İbn Ebû Ya lâ, Tabakât, I, 180-1K.S; Brorkeimann, GAL Stıppi, I. 310; Sezgin, CAS, \. 506-5(18.

[178] İbn Ebû Yala, a.g.ı:. I. 271-279. 337-339.

[179] A.J. \Vi-n.sinck, Tirmizî.. ", İA. XI1/1, 389.

[180] ibrahim Canon, "EbCı Hatim er-Râzl..", DİA, X, 150.

[181] Bakî lı. Mahleü'in hayatı hk. bk. İbn Ebû Ya'lâ, a.g.e., I, 120: ibn Kesîr, el-ffl-dâye. XI. 56-57, 82; Ch. Pelfcıl, "Bakî b. Makhfcnl", ft72(tng.), I. 956-7. Bu ara­da Hanbelî mezhebinin III. (IX.) asırda Afrika'ya yayılması konusunda bk. Necmeddin el-Hintâtî, "Muhâveletün li-nesri'1-mezhebi'l-Hanbelî bi-tfrikiyye havaliye munta.sıi'l-karn IIİ/IX" IBLA, 57/173 (Tunus 1994), 91-106.

[182] Davud'un bu konudaki görüşleri için bk. Halîb,  Târihu Bağdâd, XIII. 274: Goldziher. Zahirîler, s.112-113.

[183] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 53-56.

[184] İbn Teymiyye. Mecmû'u b'etâvâ, XXXIV,  111-112; İbn Kayyım el-Cevziyye, I'l&fnû'l-muvakkıtn, I, 28.

[185] Abdullah b. Ebî Davud'un hayaü için bk. İbn Ebû Ya'lâ, a.g.e,, II, 51-55; İbn Kesîr, a.g.e., XL 159.

[186] Ebû Muhammed Abdurrahman er-Râzî'nin hayalı ve eserleri için bk. İbn Ebû Ya'lâ, a.g.e., II, 55; İbnül-Cevzî, Menâkıb, s. 618; İbn Kesîr, a,g.e., XI, 191; İb-nü'1-lmâd, Şezerât, II. 308-309. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 56-57.

[187] Bu olaylar hk. bk. İbn Kesîr. a.g.e., XI, 132. 145-146.

[188] İbn Kesîr, a.g.e.. XI, 162-163.

[189] tbnü'1-Esîr, el-Kâmil, VIIL 204; İbn Kesîr, a.g.e, XI, 172.

[190] İbn Kesîr, a.g.e, XI, 181-182: Ahmed Teymûr Paşa, Nazra târthiyycJt hııdû-si'î-mezûkibi'l-erba'u. Kahire 1351, s.40-41.

[191] nşr. Fevkrye 1 lüeyin Mahnuıd. Kahire- 1977; nşr. Abdulkadir el-Arnaûd. Hııraşk 1981; Riyad 1400. 11(1

[192] İbn Hbû Yala. Tabakat, II, 18

[193] Ebû Mulıammed d-Iierbdıârînin bayatı için bk. ibn Ebü Ya'lâT a.g.e., 11.  18-45; İbn Kesîr: el-Bkiâye, XI. 201: Kılavuz,   Uerbelı-irî...'. DİA, V, 476-477. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 57-58.

[194] İbn Kesîr. a.g.e., XI, 214.

[195] Ebü'l-Kasım el-Hırakî'nin hayatı ve eserleri için bk. İbn Ebû Ya'lâ, u.g.c, II, 75-118; İbn Kesir, a.g.e., XI, 214; Brockelmann, CAL \. L83, 39K; Suppi,, I. 311: Sezgin, GAS,_ I. 512-13; Uıoust. "al-Khırakî", HI2(\n$.), V, 9-10. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 58-59.

[196] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 59.

[197] Büveyhîler tık. bk. Heribert Busse, "Iran under the BûyidsT, The Cambridge History of İran, Cambridge 1993. [V, 250-304; Harold Bowen, "The Last Bu-wayhids". Journal of the Hayal Asiatic Suciety (London 1929), 225-245: Mafi-zuüah Kabir, "The Relation of the Huwayhid amirs with the Abbasid caliphs", Jnunıcıl of'the Pakistan Historica! Society, H/3 (Karat///1954), 228-243; a.mlf,, "Admtnistration of Jııstice during the lkıwayUid's Period", lalamic Culture, XXXIV (1960), 14-21; Bosworth, "Military Organisation undtr the Bûyids of Persia and Iraq", Oriem, XVIII-XIX (E. J. lirill 1967), 143-167: Madelun». "Tlıe AssLimptinn of the title shâihânshâh by the Bûyids and The reign of the Day-İam (Dawhıt al-Daytam)', Journal ofNear Eastern Studies, XXVIII (1969), 84-108, 168-183; Lutz Richter-Bemburg, "Aınîr Malik -Shâhânshâh: 'Adııd ad-Da-ula's titulature re-exarnined", Journal of the fiıitish Imtîtute of Parstan Studi­es, XVIII (London 1980), 83-102.

[198] İbn KesSr, el-Bidâyi'. XI, 243.

[199] Bu dönemdeki Hanbclîlik lık. bk. Sanıiha Sabari, Mouvements Populatres â Bagdacl â l'âpocjtte 'Abbasside, IXı--Xh> sı'Mes. Paris 1981. s. 106112.

[200] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 59-61.

[201] Ebû Bekir en-Necaıd'ın hayatı hk. bk. İbn Ebû Ya'lfı, Tabakât, II, 7-12; Ilın Kesîı-, a.g c. XJ, 2.34. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 61

[202] XVII, nşr. Hamdı Abdülmedd es-Selefî, Bağdat 1981.

[203] 1-11, njr. Malımûd et-Tahhân, Kiyad 1405/1985.

[204] I-H, nşr. A ikili nah man   Muharamed   Osman,   el-Medînetiil-Mıınevvere 1388/1968.

[205] n.şr. Muhammed Şekıır b. Mahmûd, Beyrut 1407.

[206] I-II. nşr. Hamdı Abdütmedd es-Sedefî, Beyrut 1409/1989-

[207] Taherânî'nin bayatı ve tserleri için bk. İbn Ebû Yala, a.g.e.. II, 49-51; İbn Ke-Sîr, &.g.e., XI, 270ı İbnül-lmâd. Şezerât, III, 146; Bağdatlı ismail I'aşa, Hudiyye-tü'l-'ârifîn. I, 396; Kehhâle, Mu'cemıil-miieltifîn, IV, 253. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 61-62.

[208] Hallâl ve Hırakî İle ihtilaflı konular için bk. İbn Ebû Ya'iâ, a.g,e., II, 76-118, 120-121.

[209] Gulâmûl-HalrâTin hayatı ve eserleri için bk. İbn Ebû Yala, a$.e.t li, 119-127; tbnül-Cevzî, el-Muntazam, XIV. 230-231; Broekdmann. Suppk, I, 311. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 62.

[210] İbn Sem'ûn"un hayalı hk. bk. Hatîb, Târihti Ba&dâd, I, 274-277: tbn Ebû Yala, a.g.e.. II, 155-162; İlin Kesîr. a.g.e., XI. 323; Brockdmann, a&.e., i. 360. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 62-63.

[211] İbn Batta el-Ukbeitnin hayatı hk. bk. İbn Ebü Ya'lâ, a.g.e., II, 144-153; tbn Ke-.sîr. a.g.e., XI, 321-322; Brotkelmann, GAl, I, 194; Suppl., I, 311; H. Laoııst "İbn Balta", /-^(İngJ, III, 734-735.

[212] Ebû Hafs el-Ukbeiînin hayatı lık. bk. İbn Ebû Ya'lâ, TabaMt, U, 165-166.

[213] Ebû Hafs el-Bermekî'nin hayalı hk. bk. îbn Ebû Ya'lâ, ag.e., II. 153-156.

[214] Ebû Bekir er-ttuşnânî'nin hayatı hk. bk. tbn Ebû Yala, ag.e., II, 179-1«).

[215] İbn Hâmid'in hayatı hk. bk. İbn Ebû Ya'lâ, a.gja., li.171-177; İbn Ke.sîr, el-Bi-dâye, XI. 349. klanı Hukuk Talibinde Selefi Söylem O Hm Mende (ö. 395/1005) Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 63.

[216] ibn Ebû Ya'lâ, a.g.e., II 167.

[217] Mİ, nşr. Ali h. Muhammed b. Nasır »jl-Fakîhî, Beyrut 1406/1980.

[218] nşr. A!i b. Muhammed b. Nasır el-Fakîhî, Medînetü!l-Münewere 1401/1981.

[219] I-III, Ali b. Muhammed b. Nasır el-Fakîhî, Medînetül-Münevvere 1414/1994.

[220] ibn Mende'nin hayatı ve eserleri için bk. tbn Ebû Ya'lâ, Tabakât, II, 167; İbn Kesîr, el-Bidâye, XI, 336; îbnü'1-tmâd, Şezerât, III, 146; Brockelmann, Suppl., I, 210. 281; F. Rosenthal, "ibn Manda", EZ2(tng.), III, 863-«64.

[221] Ebü'l-Kasım Abtlurrahmaıvm lıayatı hk. bk. Zehebı, Tezkireni't-buffâz, III, 338-42; İbnü'1-İmâd, a.f>.e., III, 337; F. Rosenthal, "ibn Manda", f;/2Üng.), UI, 864; EblVİ-Hasan F>iyânet, "tbn Mende...", DMBt IV, 699-700.

[222] nşr. Mes'ûd Abdülhâmid es-Su'dânî, Tama 1412/1991.

[223] İbn Receb, Zeyl, I, 129.

[224] nşr. Mecdî es-Seyyid İbrahim, Bulak 1989, nşr. Meşhur Hasan Selmân, Beyrut 1412/1992.

[225] Yahya b. Abdüivehhâb'ın hayalı hk. bk. tbn Receb, a.g.e., I, 127-137; tbnu'l-Esîr, el-Kâmil, X, 546; Ebü'l-Hasan Diyanet, "İbn Mende...", DMBl, IV, 700-701. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 64-65.

[226] Hu eserin Mâverdînın aynı -adı taşıyan kitabı ile kanşdaştırıîması İyin bk. Mu-luımmed Abdülkadir Ebû Fâris, el-KâdîEbû Ya'lâ el-t'errâ ve Kttâbühû ei-Ab-kâmû's-sultâniyyti, s. 517-521; Laoust, "Hıınâbikf, /îP<İng.), III, 159.

[227] Oârül-kütübi'l-MLsriyye,   Usûlü'1-fıkh,   nr.   365;   Câmialü'd-rHiveli'l-Arabiyye Ma'hedü'l-Mahtûtnt, Usûlül-tıkh, nr. 90.

[228] Fbû Yu'lâ el-Ferrâ:nın hayatı ve eserleri lık. bk. ibn Ebû Ya'lâ. Tabakût, II, 193-230: İbn Kayyım el-Cevziyye, İ'lâmü'l-mıtvakkıîn, IV, 212; Ibn Kesir, el-Bida-ye, IX, 460; XII, 94-95; lîmckelrnann, GAL I, 502; Suppt., 1. 311. 686; Kallek, "Ebû Ya'lâ el-Fen:V. Dİ A, X. 253-255. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 65-66.

[229] İbn Kesîr, a.g.e., XII, 155, 156, 171.

[230] Nizamiye medreseleri hk. bk. Hüseyin Emîn, Tânhu'l-Irâk fi'l-'asri's-Selçûkî, Bağdad 1385/1965. s. 227-244; Reuben Levy, "The Nizamiya Madrasa at Bagh-dad", Journal o/tfoe Royal Astattc Suctety, II (Germany 1928), 265-270; S;ıhid NefM, "el-Medresetü'n-niz-âmiyye fi Bağdâd'", ed-Di.râsâtü'l-Hciebiy),v, IX/l-2 (Beyrut 1967), 67-93; Ziyaul Hasan Faruqi, "Madrasa Nizamiya of lîaghdad". Studies in islam, XVII/1 (New Delhi 1980), 1-7; Muhamıned al-Faruque, 'The development ot'the institution of Maıİrasa and dıe Nizâmiyah of liaglldad", ts-lamic Studies, XXVI/3 (Islamabad 1987), 253-263.

[231] Bu dönemdeki ilmî hayal iık. bk. İmâdüddin Halîl, "en-Neşârül-ilmiyyü fi dev­leti Nûreddin Mahmûd Zengî". el-Mevrid, IX/3, Bağdat 1980, .s. 97-112.

[232] Eyyûbîler dönemi ilim ve kültür hayalı hk. bk. Nuaymî, ed-Dâris, II, 178-188; Abdüllalif Hamza,   el-Hareketû'l-fikriyyetû fî Mısra fiİ-'asreyııi'i-Kyyûbiyyi m'l-MemMkiyyt'Uevvet, s. 70-83. 147-321; Âdil Necin Abû, "el-Medresetü fi'l-'imâreti'l-'Arabiyyeti fi Sûriya", el-Hmıliyyâtû't-t^seiiyyetü'l-Arabiyyetö's-Sûriy-ye, XiV (I^ımaşk 1974), 75-99; Nâzım Reşîd, "en-Neşâtü'I-iImî vel-edebî fi ah-di'1-üsreti'l-Emevlyye", Âdûbti'r-Râfidtn, VIII (Musul 1977), 443-477; Goitein, Urban Hoıısing in Fatimkl and Ayyubid times", SI, XLVII (Paris 1978), 5-23.

[233] G. Makdîsî, "Müslim İnstitutions of learning in eleventh-oentury Baghclatr, BSOAS. XXIV (19"6l), 26-9.

[234] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 66-68.

[235] H. Halm, "a I-Kuş hayıf, EP(lng-), V, 527.

[236] Şerîf Ebû Ca'fer el-Hâşimînin hayatı hk. bk. İbn Ebû Ya'lâ, Tabakât, II, 237-241; İbn Ke.sîr, el-Bidâyt\ XII, 119; İbn Receb, Zeyl, I, 15-26. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 68-69.

[237] nşr. SeıîHİı Dugaym, Beyrut 1994; ayrıca bk. Ateş, "Abdallâh ai-Ansârî!nin Vii~ tab Damm nl-kalâm w;ı Ahlih adlı eseri'. Şarkiyat Mecmuası, İstanbul 1946. V. 45-60.

[238] nşr. Ali b. Muhammet! b. Nâsır el-Fakîhî, Medine l4ü4/1984.

[239] Herevfnin hayatı ve eserleri tık. bk. Ilın Ebû Ya'iâ, Tabakât. II, 247-248; lbnü'1-Cevzl, t'l-Mımtazam, XVI, 278-279; Ibn Kesîr, el-Bidâyv, XII, 135; lbn Receb, Zayi 1, 50-68; lirockelmann,  GAl, \. 557-558; De Laugier de Beaureeueil, Kbu'âdju Abdullah Ansârî (396-4H1/1006-1089) Mysttyue tfttnhalite, Beyrut 1965; H. S. Bazmee Ansarî, "Khwâja 'Abd Atlûh al-Ansan al-Harawî", illi 1982), V/3, s.31-55; De laugier de lîeaurecueil, ''.11-An.sfırl ak-Harawî  I. 515-516: 3 ınlf,, '"Abdallah al-Ansâiî al-Heravî", Kir., 1, 187-190. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 69-70.

[240] Ebû Salih Müflîfo b. Abdullah'ın hayatı hk, bk. tbn Kesîr, a.g.c, XI, 204-205.

[241] nşr. ibrahim b. Muhammed b. Atxlıınahman ed-nevseriyyü, Rİyad 1405/19^5.

[242] Ebü'l-Ferec Abdülvâhid 1). Muhammed es-Şîrâzînin hayatı hk, bk. İbn Ebû Ya'lâ, a.g.t:. II, 248-249; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ'._ XIX, 51-53; tbn lteceb, a.g.e., I, 68-73, 198-201; Nuaymî, ed-Dâris, II, 65-66; T. Bianqııis - S. Atassi-Khattab, "Lutte.s d'influttnce ;î linterieur du SunnLsme Damascain emre 400 el 550 de l'Hegife", BJ-O, XXX (1978), 368-371; Çeker, "Ebü'l-Ferec eş-Şîrârf", DM, X, 318-319.

[243] Îhnü'l-Hanbetrnin hayatı hk. bk. Ibn Receh, Zcyl. I, 198-201; îbnü'1-tmâd, §e-zerâl, IV, 113; Kehhâlt-, Mu'cemû'l-müettifîtl, VI, 224; Ferhat Koca, "lbnııl-Hanbelî, Ebu'l-Kâsmı", PİA, XXI. 67.

[244] Ebu'l-Feree Nâsıhuddin Abdurrrahman b. Necm'in hayatı ve eserleri için bk. İbn Receb, a.g.e., II, 193-201; îhn Kesir, el-Bidâye, XIII, 146; Bağdatlı ismail Paşa, Hediyyetü'l-ârifîn, I, 524, 560; Ferhat Koca, "tbnu'i-Hanbeıî, Nâsıhud-din" DtA, XXI, 67-68. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 70-72.

[245] Ebü'l-Hattâb, et-Temhîd, I, 119-120.

[246] I-II,nşr. Muhammed Hamîdullah, Dımaşk 1384/1964. .

[247] Bazı örnekler için bk. Ebü'l-Hattâb, et-Temhîd, 1, 79-83.

[248] Ebü'l-Hattâb el-Kelvezânî'nin hayatı ve eserleri İçin bk. İbn Receb, Zeyl, I, 116; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, XVI], 152-155; İbn Kesîr, a.g.e., XII, 180; İbnü'l-İmâd, Şezerât, IV, 27-28; Brockelmann, GAL, I, 502; SuppL, I, 6H7; Sezgin, GAS, I. 502: Nwiya, "ai-Kalwadhânî", (tng.). IV, 513. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 72.

[249] ibn Kudâme, Tabrimii'n-nazarfîkütübiebti'l-kelâm, I, 145. 5-7; tbn Receb, a.g.e.,

[250] Ebü'İ-Vei'â İbn AkîNn h;ıy;ılı ve eserleri için hk. îbn Receh, fl.g.t*., 1. 142-163; İbn Kesir, a.g.e., XII, 184; Brockdmann, GAL, I, 502; Suppl., I. 687; M:ıkdisi, Nouve;ıııx deails sur l'affaîie dlbn hAqîî", Melatıges Lınıis Mcıssi^nım. II!. 92-126. ;ı.mir., -Ilın AkîT İi/J (İny, i. 111, 699-700. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 73-74.

[251] Muhammecf b. Mnhmûd hk. B(>s\vorıh.   Muhiimmad b. Mahmûd b. Muham-imd b. M;ılik-slıâlı". /:7-'(!n« ). VII. 406.

[252] İbn H iı bey re'ııiıı hayatı ve eserleri için bk. İbn Kesîr, el-Bidâye, XII. 25O-2SI; İbn Ueceb. Zeyt. 1, 251-289; Kâtib Çdebi. Keşfü'z-zunûn, i, 33. 63. 103, 108, 132. 600; M. I38S, 1437, 1462; Brockelmann, GAL, I, 502; Suppl., I. 687-68.S. H. Mason. Two Sttih'sman of Medieval islam. Vizir İbn Hubayra and Calipb an-Nasir ti Din Allah, l'aris 1972, s. 13-66; K. V. Zettersteen, "İbn Hübeyre", İA, V/2, s. 75"  M;ıkdisî, İbn Hubayra", KV(\nz.). İH. HO2-SO3. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 74-75.

[253] İstanbul 1258; Kahire 1304.

[254] ibn Receb, Zeyl, I, 293.

[255] Ahmed b. Hanbel'in üörüş ve mezhebine bağlılığını ifade eden bazı atıflar için bk. Abdülkadfr-i Geylânî, el-Gunye (nşr. Perec Tevfîk el-Velîd), Bağdat, ts., (Mektebetü's-Şarkı'l-CedîcO, I, 272-273, II, 936, 971; III, 1160.

[256] Uludağ, "Abdülkadir-i Geylânî", DİA, I, 235.

[257] İbn Teymiyye, Abdülkaclir-i Geylânînin bazı söz ve görüşlerini değerlendirdiği "Şerhıı kelimât li-Abdilkâdir" adında hususi bir risale kaleme almıştır, bk. Mec­mu'u Fetâvâ, Riyad 1381, X. 455-550. özeilikle bk. VIII, 369; X, 488, 516-517.

[258] Gunyetü't-tâlibîn (Hakkı Arayanların Kitabi), Türkçe trc. Abdüikâdir Akçi­çek, İstanbul 1980.

[259] Kahire 1281, 1303; Türkçe trc. Abdüikâdir Akçiçek, istanbul 1961; Yaman Arı-kan, İstanbul 1986.

[260] Türkçe tır. Abdüikâdir Akçiçek, ilâhî Armağan, Ankara 1962.

[261] Türkçe trc. Abdüikâdir Akçiçek, Onların Mektupları, istanbul 1966.

[262] Abdülkadir-i Geylânînin hayalı ve eserleri hk. bk. İbn Teymiyye, Mecmu 'u Fe­tâvâ, VIII, 369; X, 488, 516; a.mlf, Câmhı'r-resâil, I, 71, 189; ibn Kesir, a.g.e., XII, 252; İbn Receb, Zeyl, I, 290-301: Urockelmann, GAL, II, 264-265; SıtppL, II, 283-284; J. Chabbi, "Abd al-Kâdir al-Djîlânî Pensonnage Hisrnrique\ SI, XXXVIII (Paris 1973) 75-106; Uludağ, "Abdülkâdir-i Geylânî", DlA, I, 234-238. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 75-77.

[263] I-X, Kahire 1351-1357/1932-1938.

[264] İbn Kesîr, cl-Bidûye, XIII. 300

[265] tbnü'l-Cevzî, Telbîsü tblîs, s   16

[266] Ebu-Ferct1 İbnü'I-Cevzînin hayalı ve eserleri hk. bk. İbn Iteceb, a.g.c, I, 399- B3; İbnü'i-imâd. Sezerdi, IV, 329-330; ISrockelmann, (,'AL, I, 659-66: SnppL, I, 914-20: Abdülhamîd el-AlûçîT Müdlel'âtü İbnü'l-Cevzî, tfagdad 13«5/l965; LaUKt,   Lf Hımbalisme Sous le Catifal de liagditd", 5. 112-116; Nâdye Abdullah H>ıâhînı, 'Ibnü'l-Cevziyye, Fihristü kütübihî", Mecelleni'l-Mecmaı'l-Hmi'l-lrâ- H XXXİ/2 (1980), 193-221; lirockelmann, "îbniiicevzî", /A, V/2, 848-^50; La ibn ;ıl-Djaw2Î, W(Ing.), İH. ^51-752. thiHil-Mâri.slâniyyeTıin lıayatı hk. bk. İbn Receb, Zeyî. 1.442-6: Fertel Kofa,

[267] İbnü Mâri,stâniyye", DÎA, XXI. 123.

[268] ismail b Ali el-Rzeî el-Me'ıiıûnî'nin hayatı hk. bk. İbn Receh. a.R e., II. 66-68.

[269] Abdurrahman !>. Ömer b. el-Cv^zzâl'in hayatı hk. bk. İbn Receb, a.g.e., II, 106-7-

[270] Muhammed b. Abdullah es-Sâmirî'nin hayatı hk. bk. !bn Receb, a.g.e., II, 121-2

[271] Ebü'1-Beka Abdullah b. Hüseyin el-Ukberî'nin hayatı ve eserleri için bk. îbn Receb, a.g.e., II, 109-120; İbn Kesir, el-Bidüye, XIII, 85; Brockelmann, GAl, I, 335; Suppl.. I, 176.

[272] Ubeydullah tshak b, Ahmed el-UIsî'ntn hayatı hk. bk. İbn Receb, Zeyt, II, 2(>v

[273] İhn Kesîr, a.g.e., XIII. 49. 106.

[274] İbn Kesîr, a.g.e., XIII, 112; İbn Receb, a.g.e., II, 259.

[275] İbn Kesîr, a.g.e., XIII, 140.

[276] Muhyiddin Yûsuf b. Abdurrahman b. Ali el-Cevzî'nİn hayatı hk. bk. tbn Kesîr, a.g.e., XIII, 203; İbn Ueceb, a.g.e., II, 258-261; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ, XXI-II, 372; Kâtib Çelebi, Keşfii'z-zunûn, I, 213; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü'l-ârifîn, II, 555.

[277] Es'ad b. Müneccâ b. Berekât'ın hayatı hk. bk. İbn Receb, Zeyl, II, 49-51; Nuay-mî, ed-Dâris, II, 114-115; Halîl, "en-Neşâtu'1-ilmî fî devleti Nûreddîn Mahmûd Zengî", el-Mevrtd, IX/3 (Bağdat 1980), 105.

[278] Şemseddin Ömer İbnü'l-Müneccâ hk. bk. îbn Kesîr, el-Bidâye, XIII, 168; İbn Receb, Zeyl, II, 225-226.

[279] İzzeddin Osman b. İbnü'l-Müneccâ hk. bk. tbn Kesîr, a.g.e., XIII, 168; İbn Ue­ceb, a.g.e., II, 226.

[280] Sadreddin Ebü'l-Feth Es'ad t bnü' I -Müneccâ hk. bk. İbn Kesîr, a.g.e., XIII, 216; tbn Receb, a.g.e., II, 268; Nuaymî, ed-Dâris, II, 86.

[281] Zeynüddin b- Müneccâ Uk. bk. Îbn Kesir, u.g.e., XIII, 354; tbn Iteceb, u.g.e., li. 332-333.

[282] gerefeddin Muhammed b. Müneceâ lık. bk. !bn Ke.sîr, a.g.e., XIV, 116; tbn lte-Cöb, u.}-.e., II, 377.

[283] Alâeddin Ali tbnü'l-Müneccâ hk. bk- Îbn Kesir, a.g.e., XIV, 157; tbn Receb, a.g.e., II, 447.

[284] Benî Kudâme ailesi Uk. bk. Şâkir Mustafa, "Âiü Kudâmetü's-Sâlilıîyye", Havliy-yâtü Külliyyeti'l-Âdâh. XIV (Kuveyt 1402/1982.), 7-116: BerkrûSÎ, "Al-i Kudâme", DMBt, 11/87-94; j. Drory, "Hanhalıs of the Nablus Kegion in the Eleventh anda Tvvdfth Centuries", Aslan and Aftican Studtes, XXII (Israel 1988), 103-106.

[285] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 77-82.

[286] nsr. Muhammed Râzî b. Hâc Osman, Medine, 1408/19

[287] Ukaylî'nin bu kitabı zamanımıza kadar ulaşamamıştır. Onun hayatı ve dijjer eserleri lık. bk. Ükaylî, Kilâbıi'd-Dıiafm'l-kebtr^r. AbdLÜmu'tî Emin Kal'acî), Beyrut 1404/1984, I, 4749 (naşirin mukaddimesi); Kehhâle, Mu'cemü'l-müet-lifin, XI, 9«; Bağdatlı ismail Paşa, HediyyetiVt-ârifîn, II, 73.

[288] nşr. Abdülkadir el-Arnaût - Mahmûd el-Arnaût Beyrut 1405/

[289] nşr. H. ed-Denâvî, Beyrut 1986.

[290] Millet Kütüphanesi, Feyzullah Efendi, nr. 1506-1508. ^05  Zâhiriyye Ktp., Mecmua, nr. 30, vr. 217a-244h.

[291] Abdülganî b. Abdülvâhid1 in hayatı ve eserleri için bk. Zehebî, A 'lâmii 'n-nûbe-lâ\ XXI, 443-471; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, IV, 1372-1381; tbn Kesîr, el-Bida-ye, XIII, 3H-39; İbn Receb, Zeyl, II, 5-34; Kâtib Çelebi, Keşfü'z-zunûn, II, 1013, İ059, 1164, 2053; Bağdatlı İsmail Paşa, îzâbu'l-meknûn, II, 69, 148, 196, 2%, 308, 318, 329, 493; Brockeimann, GAL, 1, 437-438; Suppt, I, 605-607; Sezjjin. GAS, I, 132, 140, 143, 503-504, 592; Kandemir, "Cemmâilî", DİA, VII, 338-340. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 82-84.

[292] Muvaffakuddin'in tasavvuf silsüesi için bk. Makdisî, "L'Isnad Initiatique Soufi de Mmvaffak ad-Dîn ibn Qudâma", Religton, taw and Learning in Clctssical islam, Norfolk 1991, .s. VI/88-96.

[293] tbn Receh, Zeyl, II, 136.

[294] ingilizce tercümesi ile nşr. G. Makdisi, ibn Çnıdâma's Censure of Speculativc Theology, Norfolk 1985.

[295] nşr. Abdülkadir el-Arnaût, Beyrut 1394/1972; nşr. Makdisi, Kitâbat-Tauwûbîn: "Le Livre deş Penüenis" de Muımffaij ad-Dîn ibn Qudânuı aî-Maqdisî, Damajs 1961.

[296] Dımaşk 1338/1919; nşr. Abdülkadir el-Arnaût, Riyad 1408/1987.

[297] nsr. Ali Nüveyhid, Beyrut 1392/1972.

[298] nşr. Mubımmeci Nâyif ed-Düleymî, Bağdad 1402/1982.

[299] Muvaffakuddin İbn Kudfıme'nin hayatı ve eserleri için bk. İbn Receb, Zeyl, II, 133-139; ibn Kesîr, el-Bidâye, XIII, 99; İbn Tağrîberdî, etı-Nüdimü'z-zâhire, VI,  257;  Zehebî,  A'lâmü'n-nübelâ,  XXII,   165;  lirockeimann,   GAL,  I,  398; Suppl, \. 688-9; Laou.st, le Precis de Droit d'Ibn (Judâma, Beirııt 1950; D. Ray-mond, "L'ijtihâd rht-7. Muwaffaq al-Dîn b. Qudâma", lİpJ, 31 (1963), 33-47; Makdisî, "ibn Kudâına", /iPdng.), III, 842-84; Ferhat Kota, "îbn Kudâme Mu-vafifkuddin", DİA, XX, 139-142.. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 84-85.

[300] Ali b. Amr b. Ali el-Harrânî'nin hayatı hk. bk. İbn fibû Ya'lâ, Tabakât, II, 249.

[301] Örnek olarak bk. İbn Receb, Zeyl, II, 154-157

[302] Fahreddin Muhammed b. Hıdır b. Muhammed b. Teymiyye'nin hayatı hk. bk. tbn Receb, Zeyl. II, 151-162; tbn Hallikân, Vefeyât, IV, 386; Eşkurî, "İbn Tey­miyye, Fahruddîn", DMBÎ, III, 193; Ferhat Koca. İbn Teymiyye, Fahreddin", DtA, XX, 389-390.

[303] Abdiil^anî b. Muhammed h. Teymiyye'nin hayatı hk. bk. İbn Receb, Zayi, II, 222; İbn Şattî, Muhtasar, s. 48.

[304] Mecdüddin Ebü'l-Uerekât Abdüs.selâm b. Abdullah b. Teymiyye nin hayatı lık. bk. İl)iı Receb. et g.e., II, 249-254; tbn Kesir. el-Bidâye, XIII.' 185; tbnü'Mmâd, Şezerât. V. 257.

[305] İbn Reçeli. a.g e. I. 370.

[306] İbn Receb, ct.g.ı:. I. 43S.

[307] Zeynikkîin Aii b. İbıfıhim b. Nefâ'ntn hayatı lık. bk. İbn Reçeli, a.g.e,, I, 436-440; İbn Kesir, a.g.e., XIII, İH; İbnü'l-İmâcl, a.g.e., IV, 340-341.

[308] Imâdüddin d-Makdisî'nin hayalı hk. bk. tbn Kesîr, ct.g.e., XIII, 77.

[309] Şemseddin Mulramıned el-Makdisî'nin hayatı hk. bk. ibn Receh, a.g.e., 295; ibn Kesir, a.g.e., XIII, 245, 277; Laoust, "Le Hanbalisıne sous les uks lîahrides", 40-41.

[310] ibn Ke.sîr. a.g.e., XIII. 220-222.

[311] H. Laoust, "Le Hanbalisme sous le Califot de Bagdad", s. 127-128. Me dönemi öncesinde Mısırdaki Hanbelîlik hakkında bk. G. Leiser, "Hanb Egypt bt-fore the MamİÛks", 5/. ^4 (Paris 19«1), 155-181 Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 85-87.

[312] İbn Receb, Zeyl, II, 282-284.

[313] îbn Receb, a.g.e., II, 290-294.

[314] îbn Keceb, a.g.e, II, 384-386.

[315] İbn Receb, a.g.e., II, 410-413.

[316] H. Laoust, "Le Hanbalisme sous les Mamlouks Bahrides", s. 1-2.

[317] Memlükler lık. bk. Ziada, "The Fail of the Mamluks 1516-1517", Mecelletü Kül-Uyyetİ'l-Âdâb, Câmi'atü'l-Kâhire, VI (Kahire 1942), 1-41; Laoust, "Le Hanbalis-me sous les Mamlouks Bahrides", 1-71; Abduirabınan Zekî, "el-İlm ve'1-ülcnıâ fî Devleti'l-Memalîki'l-Hahriyyeti'l-Mısriyye'1, Ravista del İnstitııte Egipcii) de Estudios Islamicos en Madrit, XV (Madrid 1970), 113-132; D. P. Little, "Religi-on under the Mamluks", The Müslim World, LXXIİ3/3-4 (Hartford 1983); 165-181; Doris Behrens-Abouseif, "Change in Function and Form of Mamluk Reli-gious Institutions", Annales lslamologiques, XXI (Caire 1985), 73-93.

[318] İbn Kesîr, el-Bidâye, XIII, 245.

[319] Bahrî memlükier döneminde kûdılkudâtlık müessesesi hk. bk. J. H. Escovitz, The Office of Qûdî al-Qudât in Cairo under t be Bahrî Mamlûks, Berlin 1984. Özellikle bu dönemdeki Hanbelî kadıların bir listesi için bk. s. 42-47.

[320] Ebü'I-Ferec Abdurrahman b. Muhammed lbn Kudâme'nin hayatı hk. bk. Zelıe- bî, 304-: 240;DtA, XX, 138-139.

[321] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 88-90.

[322] tbn Keceb, a.g.e,, II, 311.

[323] Nııaymî. ed-Dâris, 1, 74-75.

[324] Şehâbeddin A!xJülhafîm b. Abdüsselâm el-Harrânî'nın hayatı hk. bk. tbn Re­ceb, a.g.e., II, 310-311; tbn Kestr, XIII. .3(13; Nııaymî, ö.g.f., i, 74-75.

[325] Kahire 1320/1902.

[326] tbn Teymiyye îttilıâdiyye fırkasının görümlerini tenkil için HakSkalii mezhebi'I-itlibâcUyym ev Vabdeti'l-vûcûd adıyla hususj bir risale kaleme almıştır, Hk. Mecmû'atü'r-resâil, IV, 3-114.

[327] Kahire 1320/1902.

[328] nşr. Abdüssamed Şerefedciin el-Kütbî, Bombay 1368/1949.

[329] nşr. Sdâhaddin d-Münecdd, Beyrut 1403/1983.

[330] Brockelmann, GAL, II. 125-127; Sılppl., II, 119-126.

[331] Takıyyüddİn Ebü'l-Abbas Ahmed b. Teymİyye'nin hayatı ve eserleri için bk. îbn Hacer, ed-Dürerü'Ukâmint\ I, 144-160; tbn Kesîr, el-Bidâye, XIV, 135-141; İbn tteceb, Zeyl, II, 387-408; lkoı-kelmann, GAL, II, 125-7; Suppl, II, 119-26: Laoııst, "La Bibliognıphie d'Ibn Taymiyya d'apres Ibn Kathîr", BHO, IX (Damas 1942-3), 115-162; a.mlf., Le Hanbalisme sous le.s Mamlûks Bahrîde.s", 1-71; D. P. Little, "The Historicaİ and Historiographical Signifîcance of the Delention of Ibn Tyymiyya", International Journal of the Middle Hast Studies, IV/3 (Camb-ridge 1973), 311-327; a.mlf., "Did Ibn Taymiyya Havc a Screw Luose?", SI, XLI . (Paris 1975), 93-111; Makdisi, "Ihn Taiıniya: A Sûfi of the Çâdiriya Order", American Journal of Arabic Sttıdîcs, I (Leiden 1974), 118-129; S. A. Jackson, "Ibn Taymiyy;ih on Trial in Damascus", Journal of Semitic Sttıdtes, XXXIX/1, (Oxford 1994), 41-86.

[332] Nevtvî, 40 Hadis (ire. Ahmed Naim), Ankara

[333] llm Mâce, "Ahkâm", 17; Nevevî, 40 Hadis, s. 40-41.

[334] Tûlî, Risâlejri-tm'sâlibi'l'inıirsele, Mecmuu resûiljîtısûli'l-fıkb(nşr. Cemâled-din el-KasımU Beyrut 1906, s. 37-70; KisâletüÛslâm.Un, 94-105; Mustafa Zeyd, el-Mmlaba fi't-Te$rîi'l-kiâmî ve Nvcmüddin ei-Tûfl yy.. 1964, Daru'l-fikri'l-Arahî, s. 206-240,

[335] DevSlibî, el-Medhat, s. 241; EhCı Zehre, tbn Hatıbel, s. 326.

[336] Tûfinİn hayatı hk. hk. tbn Receb, Zeyi, II, 366-370; tbn Macer, ed-DürerüVkâ-mine, II, 154-157; tbnü'l-lmâd. Şezerâi, VI, 39-40; Bmckelmann, GAL, I, 689; II, 108, 132-133.

[337] nşr. Necin Abdurrahman Halef, Beyrut 1406/1986.

[338] Arapça'ya tır. Muhammed Ahdülazîm Ali - Mustafa Hiimî, Kahire 1396/1976.

[339] Beyan 1976.

[340] Kahire 1977; Türkçe trc. Osman Keskioğlu, Şeyfyû'l-İslâm Abmed llm-i Tey­miyye, bavatt-gorüslvıi-fıkıhtaki yeri tv usûlü, İstanbul 1407/19H7.

[341] Uey'nıt 14Ö4/19S4.

[342] Amman 1405.

[343] ihn Teymiyye hakkında yazılan eserlerin bir üstesi için hk. Üçüncü llö!üm. IM-yo^ralı Kitapları, "tbn Teymiyye Hakkında Yazılan Kitaplar" ba^hğı.

[344] Kahire 131S/I900; Beyrut 1985. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 90-95.

[345] Ebû Abdullah Ştmseddin Muhammed b. Ahmed el-Makdisî'nîıı hayatı ve eser­leri için hk. tbn Receb. ct.g.e., II. 436-439; Zehehî. Tezkireni 1-buf/âz, IV. 1508; İbn Ke.sîr, d-Biclâye, XIV, 210; SaVedî. ef-Vâjt, II, 161-162; Nuaynıî. cd-Dûris. U. H8; Şevkânî, el-Bedm'Mâ/i. II, 108-109; Kâtib ÇeleN, Keşfü'z-zunûn, 1, 158, 406: li, 1618, 1856; Bağdatlı Isfllâil l'a.sa, İzâbu't-mekvûn, I, 330; a.mlf.. Hediy-VettVl-'âriJtn, II. 151,  167; Brockelmann,  Stıpp/., II, 128; Ferhat  Kma, "Hm Abdülhâdİ, Şemsiddin", DİA, XIX. 273-274.

[346] tbn Kesîr, el-Btdâye, XIV, 174, 202.

[347] tbn Kesîr, a.g.e., XIV, 216, 235; Takıyyüddin es-S.übknıin İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye'nin çeşitli görüşlerini tenkit için yazdığı risaleler hk. bk. er-ttesâilü'sSübfdyyefi'r-reddt 'alâ tbn Teymiyye ve tllmîzibî tbn Kayyım el-Cevziyye, Beyrut 1403/1985.

[348] nşr. Muhiimmed Hâmid el-Fıkî, Kahire, ts., Mektebetü's-Sünneti'l-Muhamme-diyye.

[349] n^r. Tâhâ Yûsuf Şâhîn, Beyni! 1402/1982.

[350] nşr. Saîd Muhammed Nemr el-Hatîb, Beyrut 1403/1983.

[351] nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde, Halep 1403/1983.

[352] Beyrut 1404/1984.

[353] I-II, şerh ve nşr. Muhammed HlüÎI Herrâs, Şerhu'l-Kasîdeti'n-nûniyye, Beyrut 1406/1986.

[354] Mil, Kahire 1403/1983.

[355] I-V, nşr. Şuayb el-Arnaûd - Abdulkadir el-Arnaûd, Beyrut 1401/1981; I-V, Türk­çe tır. Şükrü Özen, İstanbul 198K-1990.

[356] ibn Kayyim el-Cevziyye'nin hayatı ve eserleri için bk. Ibn Receb, Zeyl. II, 447-453;  îbn Kesîr, el-Bidâye, XIV,  234-235;  lbnü'1-lmâd,  Şezerât, VI.  168-170; Bmckelm;ınn. GAL, II, 127-129; Suppl, II, 126-12S; Mahmesiînî, İbn Kayyim el-Cevziyye  ve nevâhi't-teceddütl fi ictihâdihî",  Mecclknü'l-Mecnıa'i'l-ilmi'l-'Arabî XXIII (Pımaşk 1948), 363-381; Tevfîk Muhammed ŞâhÎR, "îbn Kityyim

el-Cevziyye  âlimen   ve   imamen'',   el-Ba'sii'l-tslâmî,   XXVIII/VIII   (Lucknow 1984), 22-43; Laoust, "Ibn Kayyim al-Dj;:wziyya", /:7^(în»J. III, K21-822.

[357] Kahire 1387/1967.

[358] Kahire 1393/1973.

[359] Beyrut 1401/1981.

[360] Riyad 1400/1980, 1405/1985. L412.

[361] Iskendfiiyye 1987; Beyrut 1404/1984.

[362] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 95-97.

[363] Seiııseddinin neslinden ytitişerı diğer bilginler için bk. ifan Müilih. el-Maksa-clıl l-erşccl. I. 9-18

[364] Ikı eserin şerhleri hk. bk. KitâhÛ'l-Fûrâ', I, N-9 (Mukaddime).

[365] gemseddio Muh;mımed h, Miiflih el-Makdisînin hayatı ve eserleri hk. bk. İbn Kcsjf, et-SUlâye, XIV, 294; Nyaymı, ecl-Dâıis, II. 43-44, B4-85; İbn Tağrîbeıdî, en-Niicûmii'z-zâbirc, XI. 16; Ihnül-tnıâd, Şezerât, VI, 199; Katili Çelebi, Keş-fü'z-zıınûn, I. 42; II.  12%;  Bağdatlı İsmail Paşa,  îzûhu'l-meknûtı,  II. 678: a.mlf., Hi'diyyetıri-ârifîıı. H. 162-, Ferhal Koaı, "ilin Müflih. Şemseddm", DİA. XX, 217-218."

[366] nşr. Abtlııllalı b. Mulıanmıed b. Ahmed et-Tııyyar - AlxltUazîz b. Mulııımmed b. Abdullah. KiyiM.1 M!4.

[367] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 98-99.

[368] nşr. Abdullah el-Kûdî, Eieyruı M05/19K4.

[369] nşr. Suhhî Câsinı el-Humeyd. Bağdat! 1976; Beyrut 1405/19K5: MI; nşr. Nûred-din hır, Beyrut İ39R/197H

[370] Kahire 1934; nşr. Yahya Muhtar Gazzâvî, Beyrut 1403/1983; nşr. Muhammet! Abdülhakîm el-Kâdî, Kahire İ989; nşr. Mervân el-Aüyye, Dımask 1409/1989.

[371] îbn Receh'in hayatı ve eserleri için bk. İlin Hacer, ed-Dürcril'l-kâmine, II, 331-332; Nuaymî, ed-Dâris, II, 76-77; Kâtib Çelebi, Keğfü'z-zunûn, I, 59. 550, 559; II, 1911; Bağdadi İsmail Paşa, Hediyyetü'l-'ârifîn, I, 527; 339; Brodkelmann, GAL, II, 129-130; Sıtppl., I, 129-130; Emine Muhammed b. Yûsuf ei-Câbir, İbn Receb el-Hanbelî ve âsâruhû'l-fıkbtyye, Katar

[372] Laoust, "Hanâbila", EI2(İng.), III, 161.

[373] Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Müflih'in hayatı ve eserleri için bk. Nuaymî, ed-Dâris, II, 59-60; Sehâvî, ed-Dav'ü't-lâmi', I, 152-153; Ibnü'i-lmâd, Şezerât, VII, 338; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü  İ-'âriJtn, I, 21; İbn Şattî, Muh­tasar, s. 94-95. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 99-101.

[374] Alâeddin Ali b. Süleyman el-Merdâvî'nin hayatı ve eserleri için bk. Sehâvî, ed-nav'ü't-tâmi', V, 225-227; îbnü'i-lmâd, a.g.e., VII, 340-341: Kâtib Çelebi, a.g.e., I, 358; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü'l-'âriftn, 1, 736; Kehhâle, Mu'amü'l-müellifîn, VII. 102; Ibn Sattı, Muhtasar, 76-77. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 101.

[375] Kahire 1283/1866; Necef 1968; Amman 1973; Kum 1410; Fransızca trc. H. Sa-uvaire, Hisîoire de Jerusalem et d'Hi'bron depuis Adam fuscjtt'â la fin dıı XV'eme siecie, Fragments de la chronique de Moudjiraddyn, Parts 1876.

[376] British Museum, Or., nf. 1544.

[377] Ebü'1-Yümn el-U!eymînin hayatı ve eserleri için hk. îbnü'1-lmâd, Şezerât, VII, 316-317; VIII, 138; Kâtib Çelebi, a.g.e., I, 177, 305; II, 1731; Bağdatlı Ismîıii Pa<>a, Ih'diyyenVl-'ârifm, \. 544: Brockdmann, GALSuppİ.: II. 4M2; Kehhâle, Mıı'ce-mûİ-müellifîn, V, 177: Özaydın, "Ebü'i-Yümn ei-lileymr. DİA, X, 352-353. Omâlcddin Yûsuf b.  Abdulhâdi'nin hayatı  için  bkz.   Ferhat  Ktx:a,  "İbnü'l-Mibred", DlA, XXI, 126-128.

[378] liurd Memlükleri hk. bk. Tekindajj, Berkuk Devrinde Mumluk Sultanlığı (XIV. yüzyıl Mısır Tarihine Dair Araştırmalar), istanbul 1961, s. 32 vd; Kopraımm. "Mısır Memkıklerİ (1250-1517), Mısır'da Memluk Devletinin Kuruluşu", (Do­ğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi içinde), İstanbul 1987, VI. 506-540; D. Ayaion, "Burdjiyya"', A'^dn^J. 1. Î324-1325; Kopraman, "Bureiyye", D/A, Vi 19-420. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 101-103.

[379] Ali Pasa Mübarek, el-Hıtatü'f-trvfîkiyyefi'l-cedîde(nsr. Muhammed Mustafa İb­rahim). Kahire 1980, IV, 36.

[380] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 103.

[381] Haccâvî'nin hayatı ve eserleri hk. fok. lbnü'1-İmâd, Şezerât, VIII, 327'de onu 960 (1553) yılında vefat edenler içerisinde .sayar. Hayatı ve eserleri hk. bk.; tb-nii'1-tmâd, Şezerât, VIII, 327; Îbnii'l-Gazzî, en-Na'tü'l-ekmel, s. 124-126; Keh-hâle, a.g.e., XIII, 34-35; Brockelmann, GAZ, I, 398; SuppL, I, 688; II, 447; Bağ­datlı İsmail Paşa, a.g.e., II, 481; İbn Şatfî, Muhtasar, s. 93-94. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 103-104.

[382] İbnü'n-Neccâr, el-Fütûhînin hayatı ve eserleri hk. bkz. Şerbü'i-Kevkebi'l-mû-nîr,  1,  12 (mukaddime kısmı); İbn Sattı,  Muhtasar, s. 96-97;  Ferhat Koca, "Ibnü'İ-Neccar el-Fütûll", DİA. XXI. 170-171. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 104.

[383] Buhûıî'nin hayatı ve eserleri için hk. Bağdatlı İsmail fasa, Hediyyetü'l-'ârijhh II, 476; a.mlf., Izâhul-nıeknûn, II. 122, 353, 549; Brockdmann, GAL, II, 424; Suppl., I, 688; II, 447-448; İbn S.attî, Muhtasar, 114-116; Abdüiazîm ed-Dîb, "Buhûlî", DİA, VI, 385-386, Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 104-105.

[384] tbnü'1-lmâd d-Akerî'nin hayatı ve eserleri için bk. Bağdatlı İsmail Faşa, Hediy-yetu'l-'ûnfîn, 1. 508; Kehhâle, Mu'cemü'l-müeİlifîn, V, 107; İbn ŞsMÖ, Muhta­sar, s. 124-12Ş; Brockelmann, SuppL, II, 403: F. Knsenthai, "Ibn al-lmâd', BP 0nS.), III, 807.

[385] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 105-106.

[386] Sinctî'nin hayatı ve çeşidi faaliyetleri hk. bk. J. Voli, "Mulıaramad Hayyâ al-Sin-sX\ and Muhammad Ilın Abd al-Wahhâb: ;ın analysis of an intellecttJal group in eighteenth-century Madîne", BSOAS, XXXVIII (1975). 32.

[387] Muhammed b. Suûd ve dönemi !ık. hk. Hüseyin h. Gannâm, Tarîkti Necd(.nşr. Nâsırüddin el-Esed) Kahire, 1402/1982, I, 77-78, 64-70, 80, 89, 93-97, 136; Ab-dürrahim Ahdurrahman Abdürrahim, Târîhul-'Arabİ'l-badîs ve'l-nnı'âsır, Fût­lar 1402/1982, s. 81-86; Hüseyin Halef eş-Şeyh Haz'al, Tânhtt'l-Cezîretil-'Ara-biyyeti fî asri'ş-Şeyh Muhammed b. Abdülvehhâb, Beyrut 1968, s. 157-164. 263-271; Selâhaddin el-Muhtâr, Târihu't-Memteketi'l-'Arabiyyeti's-Stı'ûdiyyeti ftmâdîbâ vehüdırlhâ, Beyrut Î957. i: 41-46.

[388] Vehhâbî hareketinin doğuşu, gelişmesi ve fikirleri hk. bk. M. J. Crawford, Wah-hâbî 'ulama' and tbe Law, 1745-1932, Oxford, 1980; Aziz al-Azmeh, Islams and Modern jties, s. 104-121; H. Lammens, islâm Beliefs and Institutions, Lon-don 1979, s. 180-188; S. M. Zwemer, "The Wahhâbî.s: their origin, history, ie-nets, and influence", Jımrnalof tbe Transactums of the  Victoria Institute, XXXIII (London 1901), 311-333; P. N. Chopra, "Character of the Wahabi Move-ment",  Proceedings of tbe Indian Historical liecords Commissions, XXXV (1960), 66-68; G. j. L. Soulie "Formes et action actuelle du Wahabisme", A/ri­can et l'Asic, 74 (1966), 3-10; Michael Cook, "On tlıe Origins of Wahhâbİsm", JIİAS, III/II, 2 (1992), 191-202; Mahmudul Haq, "Wahhabi Tradition: Origins and Impact", Tbe Gul/in Transittim (ed. M. S. Agwani), Delhi 1987, s. 15-25; G. Rentz, WahlıabLsın and Suudi Arabia", TbeArabian Peninsuia: Society and Politicsivâ. D. Hopvvood), London 1972; E. Siniydi, "Wahhâbîs, Unbelieveı\s and the Problems of ExclusjVİ5tn", British Society for Middle Bastern Studtes Bu iletin, XVl/2 (Oxford 1989), 123-132; Yörükan, "Vahlıabîlik", AÜİFD, XXVII (Ankara 1953), 51-67; M. Safîullah, "Wahhâsm: A ConcepUıal Reİationship Bet-ween Muhammad Ibn 'Abd al'-Wahhâb and Taqİyy al-Din Ahmad Ilın Taymiy-ya", HI, X/l (Karachi 1987), 67-83.

[389] Vehhâbiliğin (.-eşitli görüşlerini reddetmek İı.in yazılmış eserler hk. bk. Abdul­lah Muhammed Aiih "Mu'cemü mâ ellefehû ülemâü'l-ümmeti'i-lslâmiyye li'r-reddi 'alâ hıırâfâlid-daVetil-Vehhâbiyye". Türâsünâ, XVII (Kum 1409), 146-178; Muhammed Cevâd el-Belâgî, "er-Red 'aleİ-Vehhâbiyye" (n.şr. Muhammed Ali el-Hakîm). Türâsünâ, IX/2-3 (Kum 1414i. 377-457.

[390] MU. nşr. Hekr b. Abdullah Ebû Zeyd-Abdurrahman b. Süleyman el-'Useymîn, Beyrut 1416/1996.

[391] Vehhâbî hareketini benimsememiş bazı Hanbelî bilginlerinin üstesi için bk. Bessâtn, Ulcmâü A'ecd, I, 36-37; İbn Sattı, Muhtasar, s. 16i.

[392] Bu şerhler için bk. Üçüncü Bölüm, Literatür kısmı.

[393] Muhammed b. Abdilvehhâb'ın hayatı ve eserleri için bk. Mahmüd Şükrî el-Alû-sî, Târîbu Necdi'l-Hanbeİî, Mekke 1349, s. 6-89; Bağdatlı İsmail Pasa, Hediy-yetü'l-'ârifin, II, 350; Kehhâle, Mu'cemü'l-müellifîn, İ, 269; X, 269; Brockel-menn, GAL, II, 512; Suppl... II, 531; Ahmed Emîn, "Muhammed b. Abdilveh-hâb", Htudes Arabes Dossiers, no. 82 (Roma 1992-1), 6-31; Abdürrahim Abdur­rahman Abdürrahim, Tûribu'l-Arahi'l-hadîsveİ-mu'âsır, s. 62-67; Muhsin Ab dülhamîd, Min eimmeti't-tecdîdi'l-lslâmî, Rabat 1407/1986, s. 9-47; Alimce! Fe-hîm Matar, "eş-Şeyh Muhammed h. 'AbdülvehMb A.bkariyyü'l-'asrî ve üstâ-zü'1-cîlî", Meceltetii'l-Buhûsi't-klâmiyye.. XIII (Kiyad 14O5/19H5), 233-247; Useymîn, "eş-Şeyh Muhammed I). Abdilvehhâb hayâUihü ve fikrulıû", Htudes Arabes Dossiers, no. 82 (Koma 1991-2). 34-43; M; Co«k, "On the Origins of Wahhâbism",/fMS, II1/H. 2(1992), 191-202.

[394] Ibnû'l-Gazzî, eu-Na'tü'l-ekm<.'L s. 348-349.

[395] Kahire 1319.

[396] Abdurrahman h. Hasan'ın hayatı ve eserleri için bk. Bağdatlı İsmail l'a^a. Hc-diyyvHl'l-'ârijtn, 1. 558; a.mit'.,  îzâhii'l-meknûn, II,   172: İbnü'l-Gazzî. en Na'tü'l-t'kmel, s. 372-374; Kdılıâle, Mu'aımü'i-mfu'Uifîn, V, 135; Ahmed b Ha­fız el-Makemî. "Âsârü'ş-Şeyh Alxlıırrabman b. Hasan Müceckiidü'd-dıı'vtti'l-ıs-lâhıyyL- fi Necti". ed-Dâre, IV/5 (Rîyad 1980). 76-96.

[397] Hu   hüginler  hk.   bk    İlin  Şatlî,  Muhtasar,  s.   150-219.   Bessâm'ın   Utem-â'ıi M*o-/inde bu alimlerin geniş bir listesi mevcuttur. Bk. Ulemâ'û Nccd, Mekke-tü'l-Mükerreim- 1398, Mil. Ayrıca bk. J. Voli, 'The Non-Wahhâbî Hanballs of Eighteenth Century Syria". Der islam, 49/1 (1972). 277-291.

[398] HLj dönem Osmanlılar in içerisinde bulunduğu çeşitli iç"'ve dış karışıklıklar hk. bk. Danişmend. /zabtı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, IV. 1-^2; Uzuncarşılı, Os­man tt Tarihi, İV/1. 247-627; İlgürel, 'Türkk-r (Osmanlılar)". lA, XII/2, 327-342; Kramers, '"Othmânh". /-/-'iing.), VIII, 195-202.

[399] İhvan birlikleri hk. bk. E. E. Calverley, "The Docüines of the Arabian 'Rreth-ren"', Tbe Müslim Wortd, XI (Ncw York 1921), 364-476.

[400] Bugünkü Suudi Arabistan Krallığı'nın kuruluşuna takaddüm eden bu tarihî olaylar hakkında bk. J. Ko.stiner,  Tbe Making of Saudi Arabia 1916-1936 b'rom Chieftaincy to Monarcbical State, s, 13-70; Abdülkerîm Mahmûd Garft-biye, Târibu'l-'Arabiİ-badîs, s. 109-116; Emîn Saîd, Târîhu'd-Devleti's-Sıı'ûdiy-ye, I-II, Riyad ts., (Matbûatü Dâireti'1-Mdik AbdülazSz); Selâhaddin el-Muhtâr, Târîbu'l'Memleketiİ-'Arabiyyeti's-Su'ûdiyye fî mâzîbâ ve bâdtribâ, l-II, Bey­rut,   is.,   (Dâru   Mektebeti'l-Hayât);   İsmail   Yâgî,   "Britanya   ve'd-devletü's-Su'ûdiyyetü'l-ûlâ", Mecelletü Külliyyeti'l-lctimâiyye, I (Riyad 1977), 417-447; Rauf Ahmet Hotinli, "Arabistan", İA, 1, 492-498. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 106-112.

[401] Söz konusu Cidde anfaşmasının metni için bk. J. C. Hurewitz, Diplomacy in the nearand middle east, New York 1958, II, 149-150.

[402] Vehhâbî hareketi ile tngilizler'in ilişkileri hk. bk. |. B. Kelly, Britain and the Persian Gulf 1795-1H8O, Qxrbrd 1991, s. 99-138; D. G. Hogarth, "Wahabism and British Interests", International Affaires, IV (1925), 70-81.

[403] Suudi Arabistan Krallığı'mn siyasî Tarihi hk. bk. Cevdet Paşa, Târîb-u Cevded, II, 60; VI, 100-292; VII, 152, 190, 230, 260; Muhammed Edîb Gâlib, Min ahbü-ri'l-Hicâz ve Necd jîTârtbi'l-Cebertî, yy., 1395/1975, CDârü'l-Yemâme), s. 87-110, 123-203; j. Kostiner, The Making of Sait di Arabia 1916-1936, s. 71-184; A. Goldschmidt, A Conctse History of the Middle tiast, .s. 214-219; O- E. Long, "Kingdom of Saudi Arabia" (Tbe Middle Hast: İts Governtnents and Politics, ed. Abid A. Al-Marayari), s. 255-274; Y. Takabayashi, Toward a Modem Islamic Kingdom, s. 7-56; Haindi et-Tâhırî, el-Memleketüİ-Arabiyyetü'sSu'ûdiyye, tâ-rih ve vâki', s. 15-178; G. Dietl, "Monardıy and Interest Articııüıtion1' (.Tbe Gıılf in Transition, ed. M. .S. Agwani), s. 142-156.

[404] 79 maddeden meydana gelen 29 Ağustos 1926 tarihli "Hicaz Krallığının Ana-yasasfnın metni için bk. Takabayashi, Toıvard a Modern Islamic Kingdom, s. 106-116.

[405] Suudi Arabistan Krallığı'ntn anayasal metinleri derecesindeki hu bildiri ve beyan­namelerle bunların değerlendirilmesi lık. bk. Abdulmuniın Shakir, Scıııdi ArabUt (Coıistitutİons of the Countrîes of the World serisi içerisinde), New York 1976.

[406] Suudi Arabistan Krallığının çeşitli hukuki lıranşlardaki kamın ve yönetmelik­leri hakkında bibliyografya îcîn bk. Şükrî el-Anânî, el-Memk'ketü'l-Arabiyye-tüs-Suudiyyv, Dirâse. Bibiiyograjıyye, Riyad 139K/197H, s. 189-197. 621-661.

[407] Vehhabîliğin Arabistan dışındaki etkileri lık. M. S. Zaharaddin, 'Wahhabism and its influenee outside Arabia'\ The Islamic Quarterly, XXIII/3 (1979), 146-157; Mubammad Mohar Ati, "Impact of Ehe Saiafia Movenıent tın the South Asi-an Sul>-a>ntinent". Mecvttetü Kûütyyeti'l-TJlûmi't-tcHmüHyye, IV (Rjyad I9H0), 3-15.

[408] Fentizî hareketi lık. bk. M. A. Khan. Tbe Fam'idi Muvetnent ufBengeU, 1H18-1905, Karadıi 19^5; N. Kaviraj, Wahabi and Farazi rebels ofBengal, Nev Del­hi 19S2.

[409] Seyyid Ahmed Şehîd d-Birîivî'nin hayatı, fıkirieri ve müaıdeiesi lık. bk. Mohi-uddin Ahmad, SaiyidAbmadSbalnd. Lucknow 1975, .s. 98-109; M. S. Zaharad-din, <:Wahhiihism and its infiuence outside Arabiıı",  Tbti Islamic Quarletiy, XXIİI/3. (1979), 152-153; Abhijit Duttu M. A.. Muslini Soctcty in Transitiontu Mıvr'sliemlt (1831), Calcutta 19H6. s. 19-13: Kurtufuş. "Ahmed Şelıîd". DİA, II, 134-135.

[410] Slı. (nayatullah, "Ahi-i H;ıdîth", EP(\ag.), I, 259-260.

[411] Clı. Dobbin, "Padri", /ı'PClngJ, VIII, 237-238.

[412] Ahmed Emîn, Zuamâul-ıslâbfi'l-'asnbi'l-badîs, s. 23-24.

[413] j Heywuıtlı-Dunn(;, Religious and Poliiical Trends in Modern Hi>ypt, 1950. s. 16; G. |. L Scnılie, "Fonne.s et Action Actuelle dtı Vfahhabisıtle", LAfıique et L'Asie, '74 (Paris 1966), 3-10.

[414] Michaux- llellaire, "Le WahhabLsme an Maroc", L'Aftiı/ue Françuis Sııppie-tnent, no.  1. 1928, s. 4H9-492; Alal al-FasL Tbe Imlependence Mmıvments iri Artıf) Norlb Afriat, s. 111.

[415] Senûsiyye hareketinin Vehhâbîlikle ilişkisi tık. bk. N. A. Ziadelı, Sanûsîyab, Lieden 1983, s. 3. 4, 92, 127429; }. L. Triaud, "al-Sanûsî, Muhammed b. 'Ali", HPCİng.), IX, 22-23.

[416] Afrika'deki çeşitli Vehhâbî hareketleri hk. bk. Michaux- Bellaİre, "Le Wahhabis-me au Maroc", VAfriqutt Prançais Supplement, no. 1, 1928, s. 489-492; L. Ka-bıı,   The Wabhabiyya Islamic Reform and Politics in Frencb  West Africa, Evanstorı, Illinois 1974; A. H. Green, "A Tıınisian Keply to a Wahhabi Procla-mation: Texts and Contexts", in Quest of an Islamic Humanism (ed. A. H. Green), Cairo 1984, s. İ55-177; M. Hiskett, "An fslamie Tradition of Reform in the Westcrn Sudan Fram the Sixteenth to ehe Eighteenth Century", BSOAS, XXV (London 1962), 593-4; K. Cornevin, "Fullıe", HP (Ing.), II, 939-943; J. O. Voli, "Wahh:ıbism and Mahdîsm: Alternaüve Style.s of Islamic Kenevvals", Arab Studtes Qtuırterty, IV (192), 110-126.

[417] Vehhâbîlik hareketi ve etkilen hk. bk. M. S. Zaharaddin, "Wahhabism and its influence outside Arabia",  Tbe Islamic Quarter!y, XXIII/3> (1979). 1146-157; Muhammed Abdullah es-Selmân, "Eserü'd-da'veti's-Selefiyyeti rVl-'âlemi'i-lslâ-tnî", Mecelleni Kulliyyeti'l-Vlûmi'l-lcttmâ'iyye, I (Rİyad 1977). 449-491; Mah-muddul Haq, "Wahhabi Tradition, Origins and Impact", Tbe Gulfin Transittim (ed. M. S. Agwani), New Delhi 1987, s. 15-25.

[418] Suudi Arabistan mahkemelerinde H;ınbelî mezhebinin görüşleri doğrultusun­da hükümler verilir. Mekke'de Temyiz Mahkemesi (the Court of Appeals) hâki­mi olan Abdullah bin SuIaİımn al-Manedı'in belirttiğine göre, mahkemede yargıç herhangi bîr hüküm verirken daima Ahmed b. Hanbel'in mezhebine dayanır. Bu esnada özellikle, Buhûtî'nin Keşşûfü'I-kınâ' an Metni'i-îknâ' ve Şerbu Münleba'l-lrâdât adlı eserlerinde bulunun görüşlere itibar eder. Eğer herhangi bir hüküm hakkında bu eserlerdeki görüşler arasındü bir farklılık bulunursa   Şerbu  Münteha 'l-İrâdâl kitabındaki   görüşü   tercih   eder.   Hk. Maneeh, "Law and _fustice in Saudi Arabia" (trc. Ishak KhaÜfah Shareer), Tbe Müslim WorldJournal, VIII/2 (Makkah 1980), 17. Ayrıca, Suudi Arabistan'ın yargı düzeni hakkında bk. Gemalmaz, "Suudi Arabistan Yargı Düzeni ve Yar­gılama Usulleri Üzerine Notlar". Mukayeseli Hukuk Araştırmaları Dergisi, XX (İstanbul 1996). 153-176

[419] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 112-117.

[420] Birinci Holüm, "li;ıt*dal Abbasî Halîldidinin Son ikiyîı/^ılı (447  kısım.

[421] Sııyûtî, Hüsmi'l-mubâctarct, I. 48(1. Aynaı Mısırda yetişen ikizi Hanbelî bilgin ilti hfc. bk  Ayın rew; I 480-484.

[422] Kk. Birinci Bölüm, fi, H lîencii.

[423] İlin H:ıklûn, Mukaddime, lil. 1(117.

[424] Ebû Zehre, Ibn Hanbel, s. 407-408.

[425] Bedrân,  TârUm'l-fıkhi'l-tslâmî, s.149; Şener, "Işkımda Mezhebler ve Hukuk Ekolleri', AÜÎFD., XXVI (Ankara 1983), 393.

[426] Kamalı, "Madhhab", The Encyctopedia oflielîgion, IX, 69.

[427] Mahmesânî, el-Et'dâu't-tesrî'iyyıe fi'd-diiveli't-'asriyye, s.126. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 118-120.

[428] Muhammed Hamîdulİah, 'Fıkıh Usûlü Tarihi" (islâm. Hukuku Etüdleri içerisin­de), İstanbul V)M. s. 51.

[429] Muhammed Hamîdııllah, a.g.ın., .s. 61.

[430] Muhammed Hamîdııllah, a.g.ın., s. 62.

[431] III. (IX.) asırdaki usûi-i fıkhın başlangıç devresinde yazılan hu ve ^ kin bk. AİKİüİvelıhâb İbrahim Ebû Süleyman, el-Fikrü't-'usûtt, Cidde, s-9»-103.

[432] nşr. Zekeriyyâ Ali Yûsuf, (Te'sfc&'rt-nazar içerisinde), Kahire, ts., ( İmâm), s. 110-120.

[433] I-IV, nsr. Uccyl Cflsim en-Neşemî. Kuveyt 1986.                               

[434] Bu dönemdeki eserlerin bir listesi  ve değerlendirme için bk-  E'HI a.g.e., s. 110-164.

[435] H V. (XI.) ve müteakip asırlarda yazılan usul kitapları ve usul düsiinıv mesi lık. bk. Mulıammed Hamîdullah. "Fıkıh Usûlü Tarihi"', s. 62-81 man. a g.c, s. 164-444.

[436] Ebû Süleyman  a.g.e., s. 445-462

[437] II, Bulak 1322; Türkçe tır. Yunus Apaydın, el-Mustasfa, [-II, Kayser! 1996.

[438] İbn Kudüme, RavzatÜ"n-nâzır, I, 56-58.

[439] Mantıkin ilgili bu konular için bk. Gazzâiî, eî-Müstasfâ, I, 9-55.

[440] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, I, 70

[441] Ebû Ya'lâ, ag.e., I, 70.

[442] Ebû Ya'lâ, a.g.e., I, 71. 5

[443] Ehi' 1-Hattâb, et-Tcmbtd, S, 5-6,

[444] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 121-125.

[445] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, 1.71.

[446] EbO Ya'lâ, a&.e.. I, 71.

[447] Ebû Ya'lâ, a.g.e., I. 71.

[448] Ebû Ya'lâ, a.g.e, 1. 72.

[449] Ebû Ya'lâ, a.g.e, I. 72-73.

[450] Ebü 1-Hattâb, et-Tembîd, I, 6-7.

[451] Ehül-Haoâb, a.g.e., I, 6-7.

[452] Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I, 264.

[453] Kudâme, a.g.e., III, 531, 537.

[454] Kiiyyinı el-Cfvziyye, t'lâmü'l-muvakkı'în. I, 29-33.

[455] tıduiluh b. Abdülmuhsin et-Tiirkî, "el-Mezhebü İ-Haııbelî, menhecuUül-fıkhî  ricâlihî", ed-Dİrâsâtül-îslâmiyye% XXIU/2 (I.slam;ılml 198R), 9.

[456] İbn Bedrân, el-Medbat, s. 113-122.

[457] İbn Bedrân, age., s. 196, 289, 300.

[458] İbn Bedrân. a.g.e., s. 296-297.

[459] İbn lîedrân, fl-Meclbai s. 289.

[460] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 126-128.

[461] llınü 1-Lehhâm, el-Muhtasar, s. 71.

[462] İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 71.

[463] İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 71.

[464] İbn Kudâme, Ravzatü n-ııâzıı; I, 269-271; tbnü 1-Lehhâm, a.g e, s. 72; tbn Bed-rân, el-Medbal, s. 196.

[465] İbn Kudüme, I, 269-271: İhnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 72; İbn Bedrân, a.g.e., s. 197.

[466] Kur'an'da muarreb kelimeler lık. bk. Süyûtı, et-Miibezzeb fîmâ vaka'a fi'l-Kur'ûn mitoe'l-rnu'arrebinşr. Semîr Hüseyin HalebO, Beyrut 1408/1988.

[467] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, III, 707.

[468] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 707.

[469] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 708; İbn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I, 274-276.

[470] İbn Bedrân, el-Medhal, s. 197.

[471] İbn Kudâme, a.g.e., I, 277-278; İbniı 1-U-hhâm. el-Muhtasar. s. 73

[472] îbn Kudâme, a.g,e:, I, 27-282; İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 73; İbn Bedrân. a.g e, s. 198.

[473] İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 73.

[474] İbnü İ-Lehhâm, a.g.e., s. 73

[475] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 233, 269, 323, 327.

[476] Ebû Yala, el-'Udde, III, 710; İbnüİ-Lehhâm, el-Mubtasar, s. 73.

[477] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III. 714.

[478] Ebû Yala, a.g.e., IH, 719-721; İbnüi-Lehhâm, a.g.e., s. 73. Kur'an hakkındaki bu konularla ilgili tartışmalar için bk. \VtitC, "E;ırly dıscussions about the Qurün", The Müslim World, XL (1950), 27^0, 96-105; Â. J. Arberry, "A Hanbalî Tract on the eternity of the Qur ân", Tlıe Islamtc Quar!erty, III (1956), 16-41; H. Modar-ressi, "Early debates on the integrity <ıf the Qur Tın", SI, LXXVII (1993). 5-39. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 128-131.

[479] Bu konudaki bazı âyetler için bk. en-Nîsâ 4/80; el-A i'üt" 7/175; ei-Cum a 62/2.

[480] İbn Kudâme. Ravzalü'n-nâzır, I, 340. Sünnetin İslâm hukukundaki kaynak de­ğeri hk. bk. Süyûtî, Miftübii'l-cenne j'i'l-ibticâc bi's-sünne, .s. 5-88; Abdülganî Abülhâlik. Hiiceiyyeiü's-sünne, Beyrut 1407/1986; Mııhammed Saîd Mansûr. Menzilelü 's-sürme mine'l-Kitûb ve eseni hû fi'l-fünt'i'l-fıkbiyye. Kahire 1413/1993; Kif ât Fevzî, el-Medhal ilâ levsîki's-siinne, Kahire.1978;' Aii el-Hafîf, "es-Sünnetii t-teşrî iyye", Mecelletü Muallinıelı'i 'I-Bubûs ve'd-Dirâ&âti'l-Arubiy-ye, I (Kahire 1969), 327-343; Sönmez, "Sünnetin İslâm Hukukundaki Yeri ve Önemi", fs/âm Medeniyeti Mecmuası, İV/1 (İstanbul 1979), 7-54; Sıddîkî, "İslâm Hukukunda Hadisin Yeri" (çev. M. Esad KtKcr). AÜ/FD, XII, 113-117; Karadağ, "et-Teşri' mine s-siinne ve keyfıyyetü 1-istinbâtı minhâ", Mecelletü Merkezi Bıı-hûsi's-Sıinne re's-Sîre. II, 315-416.

[481] Serahst, Usûl, I, 113; Amidî, el-îhkûm, I, 169; İbn Kudüme, /{avzatü'n-nâzır, I, 340. Sünnet kavramının çeşitti anlamlan hk. bk. Schacht, 'Sur 1 expression "Sun-na du PmpheLe", Melanges d'Otiematisme ojferts a HenriMasse, Tahran 1963, s. 361-36$; Fazlur Rahman, "es-Sünne vel-hadîs", al-l'Hrâsât al-îstâmiyya, II/l (1967), 1-21; Ahmad Hasan. "The Sunnah-its early concept and development", Islamic Studies, VII/1 (Pakistan 1968), 47-69; G. H. A. juynboll. "Some new ide-as on the developmenl of sunna as a technical tercn in early islam", jarıtsalem Studies in Arabic and islam, X Qarusalem 1987), 97-1 18.

[482] tbn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I. 341-346;

[483] Ebû Ya'lâ, cl-Vdde, III, 845. Mütevâtir hadisler hk. bk. Zebklî, Lakatu'l-ieâlîel-münâsire fi'l-ebâclîsi'l-mütevâti re (nşr. M. Abdülkâdir Alâ), Beyrut 19&5

[484] Ebû Ya'lâ,a.g.e., III, 847.

[485] Ilın Kudâme, a.g.e., I, 351.

[486] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III. 852; İbn Kudâme,., I, 36l;

[487] Haber-i vâhidler hk. bk. Şafiî, er-Risâte, s. 369-461; a.mlf., el-Om, VI], 254-258; Koçkuzu, Rivayet İlimlerinde Haber-i Vahitlerin İtikat ve Tegti Yünlerinden De­ğeri, Ankara 19H8; Süheyr Re.sad Mûiıennâ, Haberü'l-vâbidfi's-sünne ve eseru-hû fi'l-fıkhi'l-hlâmî. Kahire, ts. (Dânı ij-şurûk); Şener, "İmam Şâlîîye Göre Ha­ber-i Vâhid", Uluslararası Birinci İslâm Araştırmaları Sempozyumu, s. 287-293-

[488] Ebû Ya'lâ, et-Vdde, III, 899.

[489] Ebû Yala, a.g.e., III, 900; İbn Kudâme, Ravzatû'n-nâzır, I, 363.

[490] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 900.

[491] tbn Kudâme, a.g.e., I, 362-3.

[492] tbn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I, 363-4.

[493] Ebü 1-Hüseyİn el-Basrî, el-Mu 'temed, II, 573-583; Gazzâlî, el-Müstasfâ. I, 148; İbn Kudâme, Ravzcıtıi'n-nazır, I, 366-6: Âmidî. el-lhham, II, 44.

[494] Ebü 1-Hattâb, et-Tenıhîd, III, 44-69; GazzâB, a.g.e., i, 147; îbn Kudâme, cı.g.e.. I, 36».

[495] Gazzâİî, ag.e., I, 148; tbn Kudâme, ag.e., I, 368.

[496] Ebü 1-Hüseyin, et-Ma'lemed, II. 549; Ebû Ya'lfl, a.g.e., 111, 859; Gazzâlî, a.g.e., I, 146; Ilın Hazm, el-Ihkâm, i, 94; tbn Kudâme, a.f>.e,, I, 370-381; Abdühzîz el-lkı-hârî, Ke$fil'l-tîsrâr, II, 370; BahrÜlulûm el-Leknevî, h'evâtilm'r-rabamût, II, 131.

[497] tbn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I, 383-388.

[498] Ebû Ya'lâ, et-Vdde, Ilî, 948-949.

[499] Ebül-Hımâb. et-Tcmbîd, 111, 112-113; tbn Kudâme, a.g.e., I, 3^4.

[500] İbn Kudâme. a.g.e., I, 388.

[501] Ebû Ya'lfı, el-Vdde, İL 550-551; Ebüi-Hatrâb, et-Temhîd, II. 105-107,

[502] İbn Mâce, "Diyar", 14; Sevkânî, Neylü'l-evtâr, VI, 84.

[503] İbn Mâce, "Diyar", 14.

[504] Buharı, "Fçrâiz", 26; Tirmizî, "Fer2iz", 15; ibn Mâce, "Ferâiz", 6; fevkimi, Ney'Iü'l-evtâr, VI. 82.

[505] Ebû Diîvûd, "Ferâiz", 10: Tirmizî, "FedÜZ", 16; îhn Mâce, "Fenıiz", 6; Dârimî, "Fe-râir'. 29; İbn Hanbel, II, 187.

[506] Cessâs, el-Fit sû I, \, 144-146; Ebû Yalâ; et-'Udde, II, 552; Şîrâzî, Şerhti'l-Lüm'cı, I, 352-353; Gazzâlî, el-Miistasfâ, II, 119: Ebü 1-Hattfib, el-Tenıhîd, II, 106; Semer-kandî. Mizan, s. 322; Kâzî,'el-Muhsûl I, 3/120.

[507] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 906-917: Ebüt-Hüseyin el-Basrî, a.g.e., II, 632; İbn Hazm. a,g.e., I, 143; Gazzâlî, el-Müslmfû, 1, 170; Ebü İ-Hattâb, a.g.e., III, 134; İbn Kudâ-me, a.g.e., I, 325-27; Abdülazîz el-Bulıârî, a.g.e., III, 2. Mürsel hadislerle ilgili bk. Ebû Dâvûd, el'Merâsîl (nşr. Şuayb el~Arnaûd), Beyrut 1408/1988; Abtiurrahman h. Ebî Hâtûn er-Kâzî, Küûbü'l-Merâsİl {nşr. Şükruüah b. Nimetullaiı Kûçfınî), Beyrut 1402/1982; İbn Keykeklî el-Alâî. Cümi'u''t-tahsîljı ahkâmı!-m erâsİHnşt. Hamdı Abclülmecîd es-Selefî), Beyrut 1407/1987; Muhammed Hasan Heytu. el-Hadîsü 'l-mürsel hıictiyyetühıi ve esenthfı fı'l-fıkhi'l-Hiâmt Beyrut 1409/19^9.

[508] Ebül-Hüseyin el-Basrî, el-Mutemed, II, 628; Ebû Ya'lâ, el-'Udde, III, 917; Bari, Ihkâmü'l-fitsûl, s. 349; Abdülazîz el-Iiuhârî, KeşfCİİ-esrâr, lîl, 2: Bahrülulûm el- Leknevî, 'b'eımtibu'r-rahamût, II, 174.

[509] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 909; Ebü 1-Hatıâb, et-Temlnd, III, 131.

[510] İbn Hazm, el-îbkâm, I, 135; Gazzâlî, ei-Miistasfû, I, 169: Âmidî, el-ihkâm, II, 133.

[511] Ebû Ya'lâ, a,g.e,, III, 919.

[512] Ebû Ya'lâ, a.g.e., İH, 8&8; Ebül-Hattâb, «.g.e., III, 94; İlin Kudâme, Ravzatü'n-nâzrr, II, 435-438;

[513] Ebû Ya'lâ, a&.e., III, 889, 893-4; İbn Hazm, el-tbkâm, I, 104; Serahsî, Usûl, I, 340; Gazzâlî, a.g,e,, 1,171; Âmidî, a.g.e., II, 94; Abdükızîz el-Buhârî, Ketfü'l-esrâr, III, 381.

[514] Ebû Ya'lâ, el-Udde, III, 968-9.'

[515] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 93K: İbn Bedrân, el-Medbai, s. 213.

[516] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 941.

[517] Ebû Yala, a.g.e., III, 941-2.

[518] Ebû Ya'lâ, a.g.e,, III, 954-57.

[519] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 943; İbn Bedrân, a.g.e., s. 213. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 131-137.

[520] İcmft hk. bk: İbn Münzîr, Kiîâbü'l-lcmâ (îhk. F. Abdülmünîm Abmed), t.skende-riyye 1981; Türkçe rrc. Alxlülkadir Şener, Ankara 1983; ibn Hazm, Merâtihü'l-ic-mû, Beyrut 1986; ibn Teymiyye, Nakdü merâiibi'l-icmû (İbn H;tzm in Merâti-bü'l-icınâ'ı içerisinde), s. 203-225; Ali Abdürrâzık, ul-lcmâJi'ş-şen'ati'I-lslâmiy-y<.\ Kuveyt, ts. (Dârü 1-fİkrİ I-Arabî); Ahmed Hasan, The Doctrtrte ofljtnâ in İs­lam, Islamabad 1984; Ebû Ccyb Sa'dî, Mevsûatü'l-icmâ- fVl-fıkbı'l-hlâmî, Dı-maşk 1984, I-II; G. F. Hoıırani, liThe Basis of Aııthority of Consensus in Sıınnite islam", 5/, XXI (1964), 13-60; Fazlur Uahman, "es-Sünne vel-ietihâd vel-kmâ fi 1-ahdi l-!slâmîyyi İ-ewel",   al-Dirâsât al-lslâmiyye,  1/3,   1-22;  Türki,  "Hjmâ Ummat al-Mıı ininin Enere la Dairine et Lhistoire", 5/, LIX, 49-78; W. B. Hallaq, "On The Authoritativeness of Sünni Coasensus", İrttemutional jouınal of Midd-te Hast Studies, XVIII, 427-454.

[521] Ebû Ya'lâ, cl-Vdde. IV, 1058; ibn Kudâme, Ravzatü'n-nazır, II. 439-441;

[522] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1059.

[523] Abdullah b. Ahmed b. Hiınbei, Mesâil, s. 438-439; Ebû Ya'tâ, ag.e., IV, 1059;

[524] Ebû Ya'lâ, ag.e,, IV, 1060.

[525] Ebû Yala, a&e., IV. 1060.

[526] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1060-62.

[527] Ibn Teymiyye. cl-Musevvede, s. 283.

[528] Ibn Teymiyyt'. ag.c. s. 284.

[529] Ebû Ya'lâ, a.gM., IV, 1064-89; Ibn Kudüme, Ravzatü'n-nâzır, II, 44I--49.

[530] Ebû Yala, el-Vdde, IV. 1090.

[531] Ebû Yala, a.g.e., IV, 1090;

[532] Hu konudaki gtnd tartışmalar için bk. Ebû t-Hüseyin el-Basrî, el-Mu 'tenıed, I, <*«3; Serahsî, Usûl, 1, 313: Ebü 1-Hattâb, et-Tembîd, 111, 224; Ibn Teymiyye, a-R-e., s. 284-85; Ibnü h-Neccâr, Şerbu'l-Kevkebi'l-mıinîr. II, 214.

[533] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1095; İbn Kudüme, Ravzcıtü'n-nâzır, II, 482.

[534] Ebû Ya'13, a,g.e., IV. 1098.

[535] Ebû Ya'İâ, a.g.e. IV, 1096; Ebü t-Hattâb, et-Tembîd, ili, 346.

[536] İbn Kutlunu-, a.g.e., II, 482.

[537] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1097.

[538] Ebû Ya'lâ. d-Vdde, IV, 1098; Ebü 1-Hattâb, el-Tembîd, III, 347. Ayrıca bu ko­nudaki £eııe! tartışmalar için bk. Ebü İ-Hüseyin el-iîasrî, a.g.e., I, 502; Cüvey-nî, el-Bii-rhân, I, 693-4; Serahsî, a.g.e., I, 315; Gazzâlî, el-Müslasfû, I. 192. Ebül-Hatt:ıb. a.g.e., III, 346; Âmidî, el-îhkûm, 1, 231; tbnü 's-.Sübkî, Cem'u'l-ce vâmt, II, 181-182; İbnü 'n-Neccâr, a.g.e., II. 246;

[539] Ebû Yala. a.g.e., IV,  1105; Ebûi-Hatıftb,  et-Temhtd, III, 297; İbn Kutlanır. a.g.i'., il. 464-66: İbnü'n-Neccâr, Şerhu'l-Kevkebi'l-münîr, II, 272.

[540] Ebü l-Hüseyin el-Basrî, el-Mu'temed, I, 517; Cüveynî. a.g.e., I, 710; Şîrâzî, et-Tebsıra, s. 378,

[541] Ebü Ya'lâ, a.g.e., IV, 1113; Ebül-Hattâb, a.g.e., III, 310; Ibn Kudâme, a.g.e., II, 488-91; îbnü'n-Neccâr, a.g.e., II, 264.

[542] Ebû Yala, el-Vdde, IV, 1113.

[543] Ebû Ya'lâ, a.g.e.. IV, 1117.

[544] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV  1118.

[545] Ebû Ya'IS, et-'Udde, IV, 1133

[546] Bbû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1133.

[547] Ebû Yala, a.g,e., IV, 1136.

[548] Ebû Ya'lfl, a,g.e., IV, 1213; Ebüt-Hattâh, et-Temhîd, III, 322.

[549] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1139.

[550] İbn Kudâme. Kavzatü'n-nâzır, II, 459.

[551] Ebü l-Hauâb, et-Temhîd, III, 253.

[552] Hanbdîltr in bu konudaki görüşleri kin bk. Ebû Ya'lâ, a.g.c, IV  1139-42; Ebü 1-Hattâb. ct.g.e,, III. 252; İbnü h-Neodir, a.g£., II. 227.

[553] Ebû Yakl, el-'Vüde, IV. 1142-1151; Ebü 1-Hattâb, et-Tembtcl, III, 274; Ibn Kudâ­me, Kavzutü'n-nâzır, Iİ, 479-HO; İbnü h-Neodır, Şerbı/'l-Kevkcbi'l-münıı; II, 237; Susan A. Spei/tor.sky, "Ahmad Ibn Hanbal s Fıqh"', Journal oftbe Ameri­can Oriental Soctety 102 Ü9«2X 462.

[554] Ebû Ya'lâ, a.g.e, IV, 1142-1151; Ebü 1-Hattâb. a.g.e., III. 274.

[555] Medînelilerîn ameli hakkındaki diğer mezheplerin görüşleri için bk. Ebü 1-Hü-seyin el-Basrî, el-Mu'temed, II, 492; tim Hazin, el-lbkâm, 1, 552; Cüveynî, el-Burhan, i. 720; saralısı, Usûl, I, 314; Gazzâlî, el-Mûstasfâ, I, 187; Âmidî, el-lh kûm, I. 243; Abdülazîz el-Buhârî, Kesfü 'l-esrâı; III, 241.

[556] EhCı Ya'lâ. cl-Vdck: IV, 1170-1171; Ibn Ebû Ya lâ. Tabakal. I, 304.

[557] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1170-76; Ebii 1-Hattâb, et-Temhîd, UL 323: İbn Kudâme, Ravzatii'n-nâzrr. II, 492-%; îbnuh-Neccâr, a.g.e., II, 253.

[558] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1170.

[559] Bbû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1170-1171.

[560] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1178-97. Ebü 1-Hattâb, et-Tembîd, III, 331; İbn Kudâ­me, Ravzatü'n-nâztr, II, 497-99. Bu konudü diğer mezheplerin görüşleri için bk. Sîrâzi et-Tebsıra, s. 395; Âmidî, al-thkâm, IV, 130.

[561] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1193-97; Seralısî, Usûl, II, 105; Ebü 1-Hattâb, a.g.e., III. 331: Abdülazîz el-Buhârî, Kesfü'l-asrâr, II, 217. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 137-144.

[562] İbn Manzûr, Lisânü'l-'Amb, I, 519-521; Zebîdî, Tâcü'l-'atûs, I, 332-333.

[563] Semerkandî, Mtzân, s. 65K; Abdûhızîz el-Buhârî, KesfÜ'l-esrâr, III, 377: Hallâf, Masadır, s. 151; Ebû Zehre, Usûl, s. 234. İstishâb hakkında ayrıca bk. Şener, Kıyas, tstibsan, /sttslâb, s. 45-47; Sabân, "Mesâdırü$-şertetii-islâmiyye: el-Is-tishâb", MR, XXIX/6, 541-545.

[564] Zeydân, et-Veaz, s. 268; Sabân, Usûl, s. 207-211.

[565] Şevkânî, Irşâdü'l-fûhûl, s. 237-23K; Sabân, a.f>.e., s. 207.

[566] Th. VC.juynboll, "îstıshâb", ÎA, 5/II. 1221.

[567] Zeydan, a.g.e, s. 230; Hallâf, Masadır, s, 152-153.

[568] Abdülazîz el-Buhârî, Keşfü'l-esrâr, III, 377; Şevkânî, trşâdül-fühül, s. 237; İbn Bedrân, el-Medhal, s. 286; Ş.a bân, Usûl, s. 211

[569] Ebû Ya'lâ, ei-Vdde, 1. 72; IV, 1262.

[570] Ebû Ya:lâ, a.g.e., i, 72-73.

[571] Ehül-Hattâb, et-Tembtd, I, 31.

[572] İbn Kudüme, Rauzattı'n-nazır II, 504.

[573] Ebii İ-Hüseyin el-Basrî, el-Mıl'temed, II, 884; Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1262; Gaz-zülî, el-Müstasfâ, I, 222; Ebü 1-Hattâb, et-Te.mhîd, IV, 251-252: tbn Kudüme, Ravzutü'n-nâzır, II, 505; Âmidî. et-thkâm, IV, 129.

[574] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1264.

[575] Ebû Ya'lâ, ag.e., IT 73; IV. 1265.

[576] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1265; Ebü 1-Hattâb, et-Tembtd; IV. 254-259.

[577] Ebû Ya'lâ, a.&.e., IV, 1265-1266; Ebü 1-Hattâb, a.g.e., I, 31.

[578] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1266.

[579] Ebû Ya'lâ, a,g.e., IV, 1263.

[580] Ebû Ya'lâ, et-Vdde, IV, 1262-1268; Ebüi-Hattâb, et-Tembîd, IV, 251-294.

[581] Ebû Zehre, Usûl, s. 235-237. Hanbelîler Ue mefkûdun mirası ve onunla ilgili hükümler için bk. lbn Kudâme, el-Mugnî(n$t. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî - AbdüJfeHâh Muhammed el-Hulv), IX, 186-191; XI, 247-260

[582] Ebû Zdıre. Usûl. s. 237-238.

[583] lbn Kudüme, lûıi'zatfi'n-nazır, II, 506.

[584] lbn Kudlmc. a.g.e., II, 506.

[585] Gazzâil  ei-Mûstasfâ, I. 223; İlin Kudâm

[586] Bu konudaki görüşler İçin tik. Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1270; Senıhsî, Usûl, II, 117; Ebül-Hattâb, et-Temhtd, IV, 263-67; İbn Kudüme, a.g.e., II, 511-16; Âmidî, a.g.e., IV, 129; Şevkânî, h-sâdü'I-fubûl, s. 245.

[587] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1228, 1241, 1243; Ebül-Hattâb, a.g.e., IV, 269.

[588] Bu konudaki geniş tartışmalar için bk. Ebü 1-Hüseyin el-Basrî, cl-Mu'temcd, II. 868; Ebû Yala, a.g.e., IV, 1237-1255; Şîrâzî, et-Tebsım, s. 533; Ebül-Hattâb, a.g.e., IV, 269-86; İbnü h-Neccâr, Şerbû'l-Kevkebİ'l-mÜnîr, 1, 322.

[589] De Bellefond.s, "t.stıshâb", Ei2 (İng.), IV, 269; Ebû Zehre, İbn Hanbel, s. 307-308-, Şener Kıyas, îstibsan, îsttslab, s. 47.

[590] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 145-150.

[591] İbn Kudâme, Ravzaiü 'n-nâztr, II, 517; Ilın lîedrân, el-Medbal, 289.

[592] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 150.

[593] Sahâbî kavli hk. bk. Alfıî, fcıımh'ı 'l-ûiûbeJt akvâli's-sabâhe (n§r. M. Süleyman Eşkar), Kuveyt 1987; Sabân Muhammet] ismail, Kavlü's-Sahâbî ve esenıhû fi'l-fıkbı 'l-lslâmî, yy., 1988 (Dfırü :s-Selâm); Abdurrahman b. Abdullah ed-Der-vk, i\ı-Sahâbiyyü ue mevktfü'l-ülemâ mine'İ-ihticâc bi-kavlibî, Riyad 14l3/i99                        et-Tayyib Hudarî es-Seyyid Salim, "Hücciyyetü kavli 's-sahâbiyyi in­de 1-usûliyyîn", Adım al-Sbari'a, VIİI (Riyad 1397), 365-379; Toksan, "Hadis II-mi Açısından Sahâbî Kavli ve Değeri", HÜlfD, II, 339-357.

[594] İbn Kayyim el-Cevzîyye, Viâmül-muvakkı'în, I. 30-31.

[595] İbn Kayyim el-Cevziyye. a.g.e..1,31

[596] Elifi Ya'lâ, el-'Udde, IV, 11H3-84; Ebûl-HaKâb, et-Temhtd, III. 331-332.

[597] Ebu Ya'lâ, cı.g.e, IV, 1184; Ebül-Hattâb, a.g.e., III» 332.

[598] Ebü 1-Hûseyİn el-Basrî, el-Mutemed, II. 142, 539; Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1181-K5-. şîriizî, et-Tebstra, s. 39; EbÖl-Hattâh, a.g.e., III. 332; Âmidî, el-lbkâm, II, 130.

[599] Çeşitli örnekler için bk. Ebû Ya'lâ, el-'Üdde, IV, 1181-83; Ebül-Hattâb, et-Tem-hîd, III, 333-334.

[600] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV. 1182; Ebül-Hattâb, ag.e., III. 333

[601] Ebu 1-Hüseyin el-Basrî. cl-Mu'temed, II, 942; Cüveynî, el-Burhân, II, 1362; Se-rahsî, Usûl, II. 105; Ebül-Hattâb, a.g.e., III, 334; İbn Teymiyye, el-Müsevvede, s. 337; Abdülazîz el-Bııhârî, Keşfin'l-esr&r, III. 217.

[602] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1178; Ebül-Hattâb, et-Temhîd, III, 335.

[603] Ebü 1-Hattâb, a.g.e., III, 338.

[604] Ebü İ-Hattâb, a.g.e,, III, 338-339.

[605] İbn Bedrân, el-Medhal, s. 290. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 150-153.

[606] Ehû Yala, eî-'Udde, ili. 753.

[607] Ebû Ya'lâ. a.&.e., III, 753-54; Ebül-Hattâb, ct-TumMd, II, 411.

[608] Ebû Yala, a,g,e., ili. 753-56; Serahsî, Usûl, II. 99; Ebül-Hattâb, ct-Temhîd, II, 411; İbn Kııdâme, a.g.e., II, 517.Abdûlazîz el-Bulıâıî, Ke$fü't-esrâr, III, 213.

[609] Ebü İ-Hüseyin el-Basrî, el-Mtt'temed, II, »99; Ebû Ya'lâ, <.-l-L!dde. III, 756; Gaz-zâtî, t'l-Müstasfâ, I. 251; Ebüİ-Hattâb, et-Tembîd, II, 411; İbn Kudâme, a.g.e., II. 518; Âmidî, el-îhkâm, IV, 140; tbnü fc-Sübkî, Cetfi'u'l-cevâmV, II, 352: Abdü-lazîz el-Buhârî, Kesfii'l-esrûı; İli, 213.

[610] Ilın Kudâme, Ravzütü'n-nâzır, II. 518-24.

[611] ibn Kudâme, a.g.e., II, 524.

[612] Ebû Ya'lâ, el-Vdcte, III, 753: Ebû I-Hattâb, et-Temhtd, II, 411.

[613] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 751: Ebii 1-Hattâb, n.ge., II, 412. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 154-155.

[614] Ebû Ya'lâ, el-Vciüe, I, 174.

[615] Ebüi-Hattâb, ei-Temhîd, I, 24.

[616] Ebüî-Hattâb, aj>.e., III, 358.

[617] tbrı Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, III, 797-8.

[618] Ebû Ya'lâ, el-Vdde. IV, 1273-5.

[619] Ebû Ya'lâ. a.g.e., IV, 1280; Fbti 1-Hattâb, et-Temlml III. 365-6.

[620] Ebû Yala, a.g.e., IV, 1281.

[621] Ebüi-Hattâb, age, III, 368.

[622] İbn Kayyım el-Cevziyye, i'lâmü'l-muuakkı'în, I, 32.

[623] ibn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., I, 32.

[624] İbn Kayyım el-Cevziyye, a.g.e., 1, 32.

[625] İbn Teymiyye, el-Miisevvede, s. 330-331.

[626] Kıyas hakkında geniş bilgi için bk. Seyyid Nesîb, Ftkb-t Haneftnin Ksâsâtt Ve Kıyas, istanbul 1920; Şelefoî, Ta'lîlü'l-ahkâm, Beyrut 1981; Şener, Kıyas, İstih­zan ve Isttslab, Ankara 1981; Muhammed Süleyman Dâvûd, Nazariyyetii't-kı-yâsi'l-ıısûli   îskenderiyye   19S4;   Salâh   Zeydân,   HücciyyeUİ 1-kıyâs.   Kahire 1407/19H7; W. H. Hullaq, Lam and Legal Thettry in Classica! and Medİeval is­lam, Haıııpshire 1994, s. 79-96; N. Shehaby, "flla and Qıyâs inearly Islamic ie-giil thcory'", Journal ofIbe American Oriental Society, 1U2/1 27-46; Ah-ıned Hasan, Analogicul. Reasuntng in Islamic Jrisprttdence, Islamabad 1986; Iîasri A.. The Bocık of JuridicaJ Qıyas". The Müslim Wortd, 77, 207-22H; W. IV Hallaq, "Non-araılogicai arguments in sunni juridical qıyâs", Arabica, XXXVI/3 (Leiclen 19K9), 286-306.

[627] Hayatı için bk. İbn Ebû Yaiâ, Tabaküi, II, 167.

[628] Hayatı Km bk. İbn Ebû Yala, a.g.e.. II, 127-139.

[629] Ebû Yala. el-Vılde. II, 559-569; Ebül-Hattab, et-Temhîd, II, 120-129; Abdullah b. Abcliiimuhsin et-Türkî, Usûlü Mezhebi l-lmûm Ahmed, Beyrut 14)6/1996, s.

[630] Buhârî, İman", 41; 'Hiyel", 1; Müslim, "îmâre", 1*55; Ebû Dâvûd, "Talâk7', 11; Tirmizî, "Fezâilü 1-cihâd", 16; Nesâî, "Eymân", 19; İbn Mâce, "Zühd", 26; İbn Hanbel, !, 5, 43.

[631] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, II, 561.

[632] Hanbelîler'in genel olarak iç iradeyi esas alan yaklaşımları hk. bk. elinizdeki eser, İkinci Bölüm, II. Fasıl.

[633] Kıyasın tahsis delili olmasıyla ilgili tartışmalar için bk. Koca, islâm Hukuk Me­todolojisinde Tahsis, s. 234-246.

[634] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1281, 1325.

[635] Ebû Ya'lâ, ag.e., IV, 1325-1326.

[636] Liân, kelime anlamı "lanetlenmek" demek olup, hukukî bir terim olarak "Koca tanıtından karısına zina İsnadı veya zina isnadı ile beraber doğan çotuğun ne­sebinin nefyolunması halinde, karı ve kocadan her birinin hâkim huzurunda serî usule uygun olarak kocanın kendi beyanında doğru ve sadık olduğuna ve karı da kocasının isnadında yalancı olduğuna dörder defa yemin etmeleri" an­lamına #dir ki, hâkim bu mülâaneye dayanarak karı ile kocanın arasını tefrik eder.

[637] Ebû Ya'lâ, el-'Uddv, IV 1326-1327.

[638] Ebû Yala, a.g.e., IV. 1326-1327.

[639] Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî,   Usûlü Mezbebi'i-lmâm Abmed,  Beyrut 1416/1996, s. 646-654.

[640] Ebû Ya lâ. el-Vdde, ÎV, 1333-1334.

[641] Buhârt, "Eşribe", 5; Ebû Dâvûd, "Eşribe", 1.

[642] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1346-1347.

[643] Bu konudaki tartışmalar için bk. Sîrazî, et-Tebsvm, s. 444; Cüveynî, el-Burbân, I, 172; SerahSî, Usûl, II, 156; Gazzâlî, el-Müstasfâ, I, 331; îbn Abdüşşekûr, Mü-sellemü's-sübûî, I, 185.

[644] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, tV, 1409; Ebül-Hattâb, et-Tembîd, III, 449.

[645] Ebül-Hattâb, et-Tembîd, III, 449.

[646] Tirmizî, "Ahkâm", 3; Ebû Dâvûd, "Akzıye", 11; Dârimî, "Mukaddime", 20; Ah­med b. Hanbel, V, 230, 236. 242:

[647] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1410; Ebül-Hattâb. et-Tembîd, III, 450.

[648] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1409.

[649] Bu konudaki geniş tartışmalar için bk. Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1409: Cüveynî, el-Burbân, II, 895; Şîrâzî, et-Tebstm, s. 440; Serahsî, Usûl, II, 157, 164; Ebü 1-Hattâb, et-Tembîd, III, 449; Âmidî, el-lbkâm, IV, 54; îbn Abdüşşekûr, Müselte-mü's-sübût, II, 317; Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Usûlü Mezhebi'l-lmâm Ahmed, s. 661-674.

[650] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 156-163.

[651] İstihsali lık. bk. Şafiî, Ibtâlü'l-istihsân(el-Ümiçinde) VII, 267-277; a.mlf., er-Ri-sâle, s. 503-560; Şener, Kıyas, İstihzan Ve Isttslah, Ankara 1981; Şa ban, "Buhûs fî rnesâdıriVşerîatih-nazariyye", MH, 28, sy. 5, s. 490494; sy. 7, s. 657-662; sy. 8, .s. 774-778; Alımad Hasan, "Eariy Modes of Ijtihâd, Ray, Qıyâs and istihsâli", IS, VI/1, 48-79; Uceyl Câsim en-Ne;>emî, "d-tsühsan hakikatühû ve mezâhibü 1-usûliyyîn fihi", Mccelletü's-Şcn'a ve'd-Dirâsâtü'l-hlâmiyyc, I/î, 107-137; Barda-koğlu, "Tabii Hukuk Düşüncesi Açısından İslâm Hukukçularının l.stihsan ve Is-tıslah Görüşü", HÜlb'D,  III.  111-138; Yavuz, 'Hanefi Mü ete I liderinde İstihsan Metodu", UÖÎFD, I, 85-93; Husain Kassim, "Sarakhsis Doctrine of Juristic Prefe-rence (Istihsân) As a Melodolojical Approach Toward Wordly Affairs (Ahkâm al-Dunyâ)", Tbe American Juurnal of Islamic Social Sciences, V/2, 181-204.

[652] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, V, 1607

[653] Ebül-Hattâb, et-Temhîd, IV. 93.

[654] İbn Teymiyye, el-Müseımede, s. 405.

[655] ibn Bedrân, el-Medhaî, s 291.

[656] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, V, 1604-5.

[657] Ebû Ya'lâ, a.g.e., 1605.

[658] Ebû Ya'lâ, a.g.e., V, 1606-9.

[659] İbn Kudâme, Ravzaîü'n-nâzır. II. 531.

[660] İbn Teymiyye, ei-Müsevvede, s. 404.

[661] Ebül-Hattâb, et-Tembîd, IV. 92; Abdullah b. Abdüİmuhsin er-Törkî.  Usûlü Mezhebi'1-fmâm Ahmed. s. 575

[662] İbn Bedrân  el-Medhal, s. 292.

[663] Ebû Ya'lâ, ei-Vdde, V, 1610.

[664] Ebû Ya'lâ, a.g.e., V, 1604-1605; Ebül-Hattâb, et-Tembîd, IV. 87-88.

[665] Ebû Ya'lâ, a.g.e., V, 16084609; Ebül-Hattâb, a.g.e., IV, 87.

[666] Ebû Dâvûd, Büyü', 33; Tiımizî, Ahkâm, 29; İbn Mâce, Kühûn, 13.

[667] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 163-166.

[668] Ibn Manzûr, Lisûnü'l-'Arab, XI, 281-285; Zebîdî, TâaVI-:arÛs, VII, 343-345.

[669] Hallâf, Usûl, s. 84. Krş. Ebû Zehre, Mâlik, 328.

[670] Zerkâ, el-îstıslâh, s. 37.

[671] Zerkâ, el-Medhal, I, 90; Bûtî, Davâbıtu'l-maslaha, s. 352; Halîâf, Masadır, s. 85-86, 88.

[672] Maslahat İık. bk. Tûfî, "el-Maslaha fi 'ş-^erîati 1-l.slâmiyye", Risâieîü 'l-lslâm, II/l, 94-105; fbn Abdüsselâm, Kavâidü'l-abkâm, I, 84, 87; II, 138, 160; Ibn Âşûr, Makâsıdu'ş-şerî'a, s.  51-95; Mustafa  Zeyd,  el-Maslaba fi't-teşrt'i'l-îslâmt ve Necmüddîn et-Tûfî, yy. (Dârü 1-fikri 1-Arabî); Şelebî, Ta'ltlü'l-abkâm, s. 74-93, 258-277, 278-329; Bûtî, Davâbkıı 1-masİaha, Beyrut 1982; Şener, Kıyas, îstibsan velsttslâb, s. 137-156; Zerkâ, el-tstıslâb ve'l-masâlihu'l-mürsele, Dımaşk 19H8; Şerbâ.sî,   "el-Maslaha  fiMeşrîll-lslâmî",   ME,   XXVI,   sy.   15-16,   s.   849-853;

Sabân, "Mesâdırü'ş.-serîatih-nazariyye: el-Masâlihu 1-mürsele", ME, XXIX/'3-5, s. 216-220, 351-353, 433-436; Şener, "tslâm Hukukunda Maslahat ve Mefsedet Anlayışı", AÜÎFD, XVIII, 105-108; Uebîa, "el- Âmel bii-maslaha", Adtva al-Sha-ria, X, 86-184; Abdülazîz b. Abdürrahman es-Siyâd, "Riâyetti 1-maslaha ve det'ül-mef'sede", Adıva al-Sbaria, X, 1-36; Bardakuğlu, "Tabiî Hukuk Düşün­cesi Aksından islâm Hukukçularının İstihsan ve lstıslâh Görüşü", EÜlfr'D, III, 111-138, Bâbekr, "Felsefetü makâ.sıdı t-teşrî' fi l-fıkhii-lsiâmî ve usûlihî", Me-celk'tü's-Şerî'a ve'l-Kânûn, I, 99-142; Kamali, "Have We Nedected the Shraiah-Law Doctrine of Maslahah", İS, XXVII/4, 287-303.

[673] Gazzâlî, eİ-Milstasfa, I, 287-288; Zerkâ, el-Medbal, I, 91; Bûtî, Davâbıtu't-mas-laba, s. 23.

[674] Bu konuya ilgili tartışmalar Kin bk. Şâtıbî, el-Muvâfakât, II, 6: Şelebî, Taİîlü'i-abkâm. 97, 100, 111.

[675] Gazzâft, el-Miistasfâ. I. 284: Şâtıbî, el-Vtisâm, II, 113: Şelebî, a.g.e., s. 215-252. 268-280.

[676] tbn Kudâme, Ravzaiü'n-nâztr, II, 538.

[677] İbn Kudâme, a.g e., II, 538.

[678] İbn Kudâme, a.g.e., II. 539.

[679] İbn Kudüme, Ravzcttü'n-nâzır, 11, 539.

[680] İlin Kudâme, a.g.e., II, 537-542.

[681] İbnü 1-Lehhâm, el-Mtıhtasar, s.162-163.

[682] Gazzâlî, ei-Müstasfâ, 1, 284-315.

[683] ibn Teyiniyye, el-Müsevvede, s. 401.

[684] İbn Bedrân, el-Medbai, s.294-295

[685] Abdullah b. Abdühnuhsin et-Türkî, Usûlü Mezhebi 1-fmânı Abrned, .s. 471-484.

[686] Ebû Zehre, tbn Hanhel 309.

[687] ibn Kayyim d-Ovziyye, l'lâmü'i-muvakkı'în, 111. 14-15.

[688] İbn Kayyim el-Cevziyye, a g.i'.. 111, 399

[689] Ebû Zehre, İbn Hanbel, s. 309-316.

[690] Abdullah b. Abdülınuhsin et-Türkî, Usûlü Mezbebi'i-lmam Ahmed, s. 479

[691] Zerkâ, el-Medbal, I, 116: Devâlibî, el-Medbal, s. 240, 313; Hallâf, Masadır, s. 89; Ebû Zehre, îbn Hanbel s. 315.

[692] Ebû Zehre, ag.e., 311.

[693] tbn Kayyım d-Cevziyye, et-Turuku'l-hükmiyye. s. 13, 227, 239; Ebû Zehre. a.g.e., s. 312-315.

[694] İbn Mâce, "Ahkâm", 17; Nevevî, 40Hadisle. Ahmed Naim), s. 40-41.

[695] Tûfî İlin bu görüşleri hk. bk. Risale fi'l-mesâlibi'l-mürsele. Mecmuu resâi! fî USÛU'l-fikh içerisinde (nşr. Cemâleddin d-Kâsırm), BeyruC 1906, s. 37-70; ayrı­ca bk. 'liisâletü'l-İslâm, 11/1, 94-105; Mustafa Zeyd. el-Maslahafi't-Tesrîi'l-lsiâ-mive Necmüddin et-Tûfî, s. 206-240; Hallâf, Masadır, s. 105-145.

[696] Tûfî, Risalefi'l-mesâlib, .s. 109, Î1O, iih, 135. ]4l (HaMfin Masâdır'ı içinde).

[697] Tahsis delilinin şartlan hk. bk. KocaT İslâm Hukuk Metodolojisinde Tahsis, ts-tanbul 1996, .s. 155-163.

[698] Ebû Zehre, Mâlik, .s. 328; a.mlf, İbn Hanbel, s. 324, 326; Hailâf, Masadır, s. 99, 101. TûfÎTiin maslahata riayet prensibinin nasları ve icmal tahsis edeceğine da­ir görüşünün değerlendirilmesi için bk. Koca, "İslâm Hukukunda Maslahat-ı Mür.sele ve Necmeddin et-Tûfihin Bu Konudaki Görümlerinin Değerlendiril­mesi", İLAM Araştırma Dergisi, 1/1 (İstanbul 1996), 93-122. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 166-171.

[699] Sedd-i zerâinin çeşidi tiintmhırı için bk. Muİiammed Hişâm el-lkırhânî, Sed-dü'z-zerâi' fi serî'ati 1-lslâmiyye, Beyrut 1406/1985, s. 45-85.

[700] Bülgâ, Hserü'l-ediHetil-mubtelefiJtbâfl'l-fikbi'l-lslâmî, s. 573-594; Muham-med Hişâm et-Burhânî, a.g.e., -s. 605-675; Alxlulkıh b. Abdülmuhsin et-Türkî, Usûlü Mezbebi'l-lmâm Abnıed, s. 513-5Î5; Muhammed Muhammed eş-Serkâ-vî, \Seddu t-zerâi' inde 1-fukahâ", MU, 46/4 (Kahire 1974), 401-405.

[701] İbn Bedrân, hakkında ihtilâf edilen delillere ilâve olarak sedd-i zerâiyi de kısa­ca zikretmiştir, el-Medbal, s. 296.

[702] ibn Kayyim el-Cevziyye, î'lâtnü'l-muvakkı'în, III, 147.

[703] İbn Kayyim el-Cevziyye. a.g.e., III, 1-47.

[704] İlm Kayyim t-l-Cevziyye, a.g.e., III, 149-171.

[705] tbn Kayyim el-Cevziyyc. î'lâmü'l-muvakkı'în, 111, 149

[706] İbn Kiiyyim el-Cevziyye, a.g.e., III, 149.

[707] Bu örneklerle ilgili deliller ve tartışmalar için hk. İbn Kayyim el-Cevziyye, î'lâ-tnüİ-nmvafckıTn, (II, 149-171.

[708] Sonucu itibariyle hileye götüren bu akidlerle ilgili &eniş örnekler ve lartışma-Ear için hk. İbn Kayyim el-Cevziyye, ü.g.e., III, 173-39^: Muhammet! Hişâm el-Burhânî, a.g.e., s. 639-650

[709] İbn Kayyım el-Cevziyye. l'tâmü'l-muvakkı'în, I. 218-9; III. 75, 107, 111-119, 123, 140-143, 176; IV, 199

[710] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 171-174.

[711] tbn Manzur, LLsâmi'l-Amb, IX, 236-243; Zcbîdî, Tâcü'l-'arûs, VI, 192-196.

[712] İbn Âbidîn, Nesrii'l-'arf (Mccmû'atii resâit-i İbn 'Âbidîn içerisinde"), II, 112; EbO Sünne, el-'Urf ve'l-âde, s. 8.

[713] Cürcânî: et-Ta'rîfât, s. 149; Ayrıca bk. tbn Nüceym, el-lîsbâh m'n-nezâir, s. 101.

[714] Haâf, Usûl, s. 89; a.mlf., Masadır, s. 145-, Zeydân, et-Medhal, s. 20S.

[715] Karaman, "Âdet11, DİA, I, 370.

[716] İbn Manzûr, Lisânü'I-'Arab, III, 31>323; Zebîdî, Tâcü'l-'arûs, II, 436-441; Ka­raman. "Adet", DİA, I, 369.

[717] İbn Ferhûn, Tebsıra, II, 63; Karâfî, Şerhu Tenkîhı'l-füsûl, s. 200.

[718] îbn Emîr el-Hâc, et-Takrir, I, 282.

[719] Bu farklar hk. bk. Ebû .Sürme, el-'Urf ve'l-âde, .s. 11; Zerki el-Medbal, II, 841-843.

[720] tbn Âbidîn, Nesrii'l-'arf II, 112; Ebû Sürıne, a.g.e., s.  11; Karaman, "Adet", DİA, I, 370.

[721] Tehânevî, Keşşâfu tstılâbâti'l-fünûn, II, 95H, 994; tbn Âbidîn, a.g.e., II, 112, 116, 130; Ebû Sünne, a.g.e., s. 19; Zerkâ, a,g e., II, 848; Karaman, a.g.e., I, 370.

[722] İbn Âbidîn, a.g.e., II, 112; Ali Haydar, Dürerü İ-bükkâm, I, 94; Ebû Sünne, a.g.e., s. 20.

[723] Örf bakkınd;! klasik fıkıh usulü kitaplarından başka $11 eserlere bk. İbn Âbidîn, Nesrii 'l-'arf II, 112-145 (Mecmû'atü resâiliçinde); Ebû Sünne, el-'Urf ve'l-ûdc, Kahire 1947; Hayyüt, Nazariyyetüİ-'urf\ Amman 1977; Cîdî, el-'Urf ve'l-'ameL fi't-mezbebi'l-Mâlikt, Muhammediyye 19#4; Âliye Sümey!, el-Kadâ ve'l-'urf fi'l-Islâm, Beyrut 1986; Mehmet Şener, İslâm Hukukunda Örf, İzmir 1987; İz­mirli İsmail Hakkı, 'Örfün Nazar-ı Serdeki Mevkii", Sebflü'r-reşâd, .sy. 293, .s. 129-132; Dönmez, "el-Urf, Mecelletü mecma'ı'l-fıkbi'l-hlâmî. Cidde 1988, cüz. IV, sy. V, s. 3297-3329; Mohammad Zain bin Haji Othman, "Urf as a Sour-ce of Islamic Lawrı, IS, XX, sy. 3, s. 342-355.

[724] Süyûtî. el-Hşbâh ve'ti-nezâir, s. 185-186; Ebû Sünne, el-Vrf ve'l-üde, s. 56-57. 66; Zerkıı, ei-Medhal, II, 874-875; Mecelle, md. 41, "Adet ancak muttarit! yahut galip oldukta muteber olur".

[725] Ebû Sünne, a.g.e., s. 65-68; Zerki a.g.e., II, 876-880; Mecelle, md. 13 "Tasrih mukabelesinde delâlete itibar yoktur".

[726] Ehü I-Ilü.seyin, el-Mu'temed, I, 301; Sjrâzî, $erbtt'l-Lüm'a, I, 391: Gazzâlî. el-Müstasfâ, II, 111-112; Râzî, el-Mabsûl, I, 3/198; Âmidî, el-lhküm, I, 534.

[727] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, II, 593-594.

[728] Ehü l-HLittâb, et-Temhıd, II, 158.

[729] Ebü 1-Hattâb, a.g.e,, II, 159.

[730] Ebü 1-Hattâb, a.g.e,, II, 159.

[731] Ebû Y;ılâ. el-Vdcle, II, 594; Ebül-Hattâb, et-Tembfd, II. 159-160; Mecdiiddin İbn Tt-ymiyye, el-Mı'isevuede, s. 111.

[732] Mecdüddin tbn Teymiyye, a.g.c, s. 113.

[733] Mecdüddİn îbn Teymiyye, a.g.e., s. 112-113

[734] Karâfi, el-b'urûk, I, 176; Ebû Sünne, a.g.e., 84, 87, 100; Zerkâ, a.g.e., II, 872, 889-892.

[735] Buhjrî, Buyu', 77, 78; Müslim, Müsâkât, 80-82; Ebû DâvCıd, Buyu', 12; Şevkâ-nî: Ncylüİ-evtâr, V, 215.

[736] Îbn Kayyım el-Cevziyye, t'lâmü'l-nmvakkı'în, II, 136-137; Giizdhisârî, Menâ-fi'u'd-dehâyık, s. 309; Ebû SÜnne, vt-'Urf ve'l-âde, 140; Karaman, İslâm Huku­kunda içtihat, s. 31.

[737] Serahsî, et-Mebsût, XII, 142; Ali Haydar, nûrerü'l-hükkâm, I, 99; Ebû Sünne, a.g.e., s. 62.

[738] Serahsî, et-Mebsût, XII, 142.

[739] Îbn Âbidîn, Nesril'l-'arf, II, 116; Ebû Sünne. a.g.e., s. 62, 142; Zerkfl, Medhal, II, 889-892; Dönmez, "el- UrP, .s. 3319

[740] Buhârî, "Hiyel", 11; "Nikâh", 41; Müslim, "Nikâh", 66, 68; Ebû Dîîvûd, "Nikâh", 23, 25; Tirmizî, "Nikâh", 18; Nesâî, "Nikâh", 31; îbn Mâce, "Nikâh", 11; Dârimî, "Nikâh", 13: Îbn Hanbel, I, 219.

[741] el-Enlaİ 8/60.

[742] Müslim, "İmâre", 167; Ebû Dâvûd, "Cihâd", 23; Tirmizî, Tefsîru sureti t-Enfâl", 5; tbn Mâce, "Cihâd", 19; Dârimî, "Cihâd", 14; tbn Hanbel, IV, 157.

[743] Zerkâ, el-Medhal, II, 892; adî, el-Urt", s. 171

[744] Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Usûlü Mezhebi'Utmam Ahmed, s. 596.

[745] Mâruf kelimesinin geçtiği bazı âyetler için bk. el-B;ıkara, 2/180, 228. 233, 236; en-Nisâ, 4/25; et-Talâk, 65/6.

[746] Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, ag.e^ s. 596-597.

[747] Hu husustaki bazı öniL-klur için bk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, a.g.e. s. 597-598.

[748] ibn Hanlel, el-Müsııed I, 379.

[749] İbn Kayyim tl-Cevziyye; t'lâmü 1-vnıvakkı'în, III, 14-70.

[750] İbn Kayyim el-Cevziyye,. IV, 204-205.

[751] ibn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., IV, 228.

[752] ibn Kayyim el-Cevziyye, l'lâmı'i'l-muvcıkkı'în, ]V, 229.

[753] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 174-181.

[754] Şlı lifin, İslâm Hukuk İlminin Esasları (trc. t. Kâtı Dönmez), Ankara 1990, s. 200.

[755] İbn Kudfıme, Ravzatü'n-nâzır, J. 150-52. 154: îbnü 1-Lehhâm, el-Mubtctmr, s. 58-59; İbn liedrân, el-Medbai, s. 147.

[756] İbn Kudüme, a.g.e., I, 155-6, 165-66"; Ibnü 1-Lehhâm, ag.e.. s. 61   İbn Bedfân, a.g.e., s. 148.

[757] İhn Kudüme, a.g.e., I, 189; İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 63.

[758] İbn Bedrân, a.g.e., s. 153.

[759] İlin Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I, 194; İbn Bedrân, el-Medhal, 156.

[760] İbn Kayyım el-Cevzsyye, î'lâmü'l-muvakkı'în. I, 39-40; İbnü h-Necdar, Şerhli7-Kevkebi'l-münîr, I, 419; İbn Bedrân, ei-Medbal, s. 155.

[761] İbn Kudâme, a.g.e., I, 208; îbn Bedrân, a.g.e., s. 153-154,

[762] İbn Kudâme, a.g.e., 1, 220-227; İbnü 1-Lehhâm, el-Mubtasar, s. 69.

[763] İbn Kudâme, liavzatû'n-nâzır, I. 233-5; İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 69.

[764] İhn Kudâme. a.g.e., I, 243-63; İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 65-68; îbn Bedrân, el-Medhal, .s. 160-165.

[765] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 181-183.

[766] Cessâs, el-husûl, İ, 40-419; I'ezdevî, Kenzü'l-vilml, I, 30-315, II, 2-339; Serah-.sî, Usûl, I, 11-99,124-279; Sadrüşşerîa, et-Tavdîi?, I. 32-149; Ebû Zehre, Usûl, s. 91-92; Sabân, Usûl, s. 293-294; EcKb Salih, 'Tejsîm'n-nusûs, h 466-587; Bâbekr, Menâhicü'i'UsûUys'în. s. ^2-58.

[767] Ebû Yu'lâ, el-Vdde, 1,71.

[768] Ehil l-IUıtlab. et-Teınhîd, I. 6

[769] Ebül-Ilaufıb. u.g.i',, 1. (\ İH. Bu delillerin karşılıkları hk. bk. Cüveynî. ei-Bur-bân, 1, 449: Âmkiî, el-lbkâm, 1! 97; Abdülazîz d-Üuhârî, Keşfü'l-esrâr, II, 253

[770] lîbül-Hattâb a.g.a., I, 7-11.

[771] Îbn Kudüme. Ravzatü'n-ncizıı; 1, 94. Bu delâletler hk. bk. Gazzalî, el-Müstas­fâ. I. 30; ÂnıicJî. a.g.e,, I. IS.

[772] îbn Kudüme, a.g.c, 1. 96-'X\98-105

[773] Ilın Kudâme, a.M.e., 1   106-109

[774] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 183-185.

[775] Ebü 1-Haltfıb, eî-Temhîd, II,

[776] Ebû Ya'lâ, el- 'ödde.. II, 484-485, 519-525; Ebö 1-Hattâb, a.g.e., II, 5-6.

[777] Ebû Ya'lâ, a.g.e., II, 405-509.

[778] Ebû Ya'lâ, a.g.e., II. 509-511: Ebül-HattSb, a.g.e., II. 5H-65.

[779] Ebül-Hattâb, a.g.e, II, 71.

[780] Ebû Yala, el-Vdde, II, 525-532; Ebüi-Hattâb, et-Temhîd, II, 66-70.

[781] Ebül-Hattâb, a.g.e., II, 71.

[782] Ebül-Hatlâh, a.g.e., II, 71-72.

[783] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, II, 547-550; Ebüî-Hattâb, et-Temhîd, II, 101.

[784] Ebû Ya'tâ, a.g.e., II, 550-559; Ebül-Hattûb, a.g.e., II, 105-112; İbn Kayyım ei-Cevziyye, I'lâmii'l-muvakkı'în, II, 299.

[785] Ebû Ya'lâ, d-'Udde, II, 569-572; Ebül-Hattâb, et-Temhîd, II, 113.

[786] Ebû Ya'lâ, a.g.e., II, 573-578; Ebü 1-Hattâb, a.g.e., II. 116.

[787] Ebû Ya'lâ, a.g.e., II, 578-578, 579-583; Ebül-Hattâb, a.g.e.,M, 117-119.

[788] Ebû Ya'lâ, a.g.e., II, 559-569; Ebüi-Hattâb, a.g.e., II. 121. Ancak Ebü 1-Hasan el-Cezerî hin kıyasla Kitap ve Sünnetin umumunu tahsisi caiz gördüğüne dair bir rivayet de vardır, bk. İbn Ebû Yala, Tabak_t, II, 167.

[789] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, II, 544-547; Ebül-Hattâb, et-Temhîd, II, 131.

[790] Ebû Ya'lâ, a.ge., II, 533-544; Ebül-Hattâb, a.g.e., II, 138.

[791] Ebüt-Hattâb, a.g.e., II, 142.

[792] Ebû Ya'lâ, a.g.e., II, 593-595; Ebüİ-Hattâb, a.g.e., II, 158.

[793] Hanbelîfer'ek; Örfe riayet edildiğine dair bazi örnekler için bk. îbn Kayyım el~ Cevziyye. 1'lâmü'l-muvakkl'în, II, 393-394. Tahsis konusunda geniş bilgi k'in l>k. Koca, islâm Hukuk Metodolojisinde Tahsis, istanbul 1996. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 185-188.

[794] İbn Kuclâmc, Rctvzatü'n-nâzır, I, 2H3. Diğer tanımlar için bk. libü Ya'lâ. el-Vc/de. III, 778-79; Ebü 1-Hattâb, et-TemlM, II, 335-336.

[795] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III. 768-769. 785-788; Ebü 1-Hailûb. ti.^ı.e., İL 340-341.

[796] Ebü YaTu a.g.e., 111, 769; Ebü 1-IIatıâb, a.g.e., II. Mİ-34

[797] îbn Kudâme, cı.g.ı'., 1, 321; Âmidî, el-lbkânı, III, 146.

[798] Ebû Yala. a.g.e., III. 7HH:-789; Ebü l-Hattâb, a.g.e., II. 369; İbn Kudâme. a.g.e., 1. .322.

[799] Ebu f-Hattâb, et-Temhîd, II. .369: İbn Kudâme, Havzalii'n-nâzır, I, 323.

[800] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, III, 801.

[801] ibn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I, .327-329.

[802] Ebû Ya'fâ, a.g.e..: III, 802-S07: EMV t-Hattâh, a.g.e., II, 384-387; Hm Kudâme, a.g.e., I, 321.

[803] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 826-27: Ebü 1-Hatlâb. a.g.e., II, 388; İbn Kudfıme. a.g.e, I. 330-331.

[804] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, III, 827.

[805] Ebu İ-Hattâb, et-Temhîd, II. 390-391; İbn Kudâme, Ranzanın -nazır, I. 332.

[806] Ebu 1-Hattâh, a.g.e., II, 391.

[807] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 807-808; Ebü 1-Hattâb, a.g.e., II, 354-355; tbn Kudâme, a.g.e., L 297.

[808] Ebû Ya'lâ, el-Vclde, III, 807-808.

[809] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 814-820; Ebü 1-Hattâb, a.g.e., II, 398-407; tbn Kudâme, a.g.e., 1, 305-310; îbn Kayyim el-Cevziyye, l'lâmü't-muvakkııtn, II, 297-299-

[810] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 825.

[811] Ebû Ya'lâ, ag.e., III, 825-26.

[812] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III. 830-831.

[813] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 831; Ebü 1-Hattâb, et-Tembîd, II, 389-390; Ihtı Kudâme, a.g.e., i, 330-331, 338. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 188-191.

[814] tbn Kudâme, Ravzatü 'n-nâzır, III, 1029.

[815] İbn Kudâme, a.g.e., III, 1028.

[816] İbn Kudâme, a.g.e., III, 1028.

[817] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, III, 1019; Ebü İ-H;tttâb. et-Temhid, III, 199; tbn Kudâme, Havzatü'n-nâzır, III, 1028-1030.

[818] Bu tercih kurallarının ayrıntısı ve örnekleri için bk. Ehû Ya'İâ, a.g.e., III, 1023-1032; Ebül-Hattâb, a.g.e., III. 202-2(19: tbn Kudâme, a.g.e., III, 1030-34,

[819] Ebû Ya'Iâ. a.g.e., III, 1041.

[820] Bu tercih kaideleri ve bazı örnekler için bk. Ebû Yala, el-'Udde, III, 1033-1046; Ebii 1-Hattâb, et-Temhîd, III, 209; İbn Kudâmt, Ravzaîü'n-nâzır, III, 1034-36.

[821] Bu tercih kaideleri ve bazı örnekler için bk   Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 1046-56; Ebül-Hattâb, a.g.e., III, 209-223; İbn KudJme, a.g.e., III, 1036-3K

[822] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 191-193.

[823] İbn Kudâme, Ravzalü'n-nâzır, III, 959.

[824] Ebü 1-Haöâb, el-Tembîd, IV, 390-93.

[825] Hin Kudüme, ag.e., III, 960; İbn İİedrân, el-Medbal, S. 374.

[826] İbn Kudâme, a.g.e., III, 960.

[827] İbn Hamdan, Sıfatü'l-fetvâ, s. 20; İbn Bedrân, a.g.e., s. 369-370.

[828] îbn Bedrân, el-Medbal, s. 369-370.

[829] Ibn Kudâme, ag.e., III. 961.

[830] tbn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, [II, 961; İbn Bedrân, el-Medbal, s. 370-71.

[831] İbn Kudâme, a.g.e., 111, 962; İbn Bedrân, a.g.e., s. 372.

[832] İbn Kudâme, a.g.e., 111, 962; İbn Bedrân, a.g.e., s. 372.

[833] İbn Kudâme, a.g.e., III, 963; İbn Bedrân, a.g.e., s. 372.

[834] İbn Bedrân, el-Medbal, s. 373.

[835] İbn Kudâme, Ravzatû'n-ııâzır, III, 963; İbn Bedrân, a.g.e., s. 373.

[836] Ebü!-Hattâb, et-Temhîd, IV, 307-336; İbn Kudâme, a.g.e., III, 975: İbnül-Leh-hâm, el-Mubtasar, s. 164; Ibn Bedrân, a.ı>e, s, 378.

[837] İbn Kudâme, a.g.e., III, 975-997.

[838] îbn Kudâme, a.g.e., III, 998-1003; İbn Bedrân, a.g.e., s. 378.

[839] Ebü 1-Hattâb, a.g.e., IV, 357-66; İbn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, III, 1004-1007; tbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 165.

[840] Ebû Ya'ia, d-Vddc, IV. 1237; Ehiil-Hattâb, et-Tembîd, IV, 4OB-421; İlin Kudâ-me, Ravzatü'n-nâzır, III, 1008.

[841] îbn Kııdâme, a.g.e., III, 1009-

[842] tbn Hamdan, Stfaîü'i-fetvâ, s. 16-24.

[843] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1216; îbn Kudâme, a.g.e., III, 1017.

[844] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1216-17; Ebül-Hattâb, et-Tsmhîd, IV, 395; İbn Kudâme, Ravzatü'n-nazır, 111, 1017; tbn Bedrân, el-Medbal, s. 38H.

[845] Ebû Yala, a.g.e., IV, 1217-25; Ebül-Hattâb, ag.e.t IV, 396-98; İbn Kudâme, a.g.e, III, 1017-18; İbnü 1-Lehhâm, el-Mubtasar, s, 166; İbn Bedrân, a.g.e., s. 389

[846] Ebû Ya'lâ.  a.g.e,,  IV.  1225; Ebül-Hattâb,  a.g.e., IV, 399-402; tbn Kudâme, a.g.e., III, 1018; îbnü 1-Lehbâm, a.g.e., .s. 166.

[847] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1226; Ebül-Hattâb, a.g.e., IV, 403-405; ibn Bedrân, a.g.e., s. 390.

[848] Ebü İ-Hattâb, et-Tembîd, IV, 45-407; ibn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, III, 1024-25.

[849] nşr. Muh;ımmed Nâ.sırüddîn el-Elbânî, Beyrut 1404/1984

[850] Merdâvî, el-tnsâf, XII, 258-266. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 193-197.

[851] bk. Elinizdeki eser, İkinci Bölüm, 1, A bendi.

[852] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 197-198.

[853] Goldziher, "Ahmed", İA, I, 170.

[854] H. Laoust, "Ahmad h. Hanbal", ıSPÖng), 1, 274.

[855] Goldziher, "Ahmed", İA, I, 171.

[856] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 198-199.

[857] İbn Kayyım el-Cevziyye, l'lâmü'l-muvakkt'tn, I, 218-219, 344-346; III, 75, 107, 110-119, 123, 140-143, 176; IV, 199.

[858] Objektif ve sübjektif nazariye hakkında geni? bilgi ve tanışmalar için bk. Sen-hûrî, Mesâdtru'l-bak, VI, 28-42; Dönmez, "Amel", DİA, III, 18-19.

[859] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 199-200.

[860] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 200.

[861] Goldziher, "Ahmed", ÎA, I. 171.

[862] Zeitscbtift iler Deıttschen Murgenkmdiscben Gesellschaft, Leipzig 1908, .s. 1-28. Bu makaleyi Almanca 'dan tercüme etme Kıtfunda bulunarak yararlanmamı sağ­layan sayın Dr. Talisin Görgüne teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca, Hanbelîler in ilk dönemlerdeki hoşgörülü olmayan bazı davranışları ve bunların sebepleri hk. bk. W. Madelung, "The Vigilante Movement of Sahi b. Salama al-Khurâsânî and the Origİns of Hanbalism reconsidered"', Jımrnal ofTitrkisb Studies (Türk­lük Bilgisi Araştırmaları), XIV (1990, Fahir İz Armağanı, -I-), 331-33?

[863] Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz, I, 331.

[864] Goldziher, "Zur Geşchichte der hanbalittechen Bewegungen", s, 5.

[865] Sübkî, Tabakât, IX, 36.

[866] Goldziher, a.g.m., s. 6.

[867] Sübkî, a.g.e., III, 124-125.

[868] Taberî, ibtilâfü'İ-fukabâ, Beyrut, ts., (Dârü 1-Kütübi 1-İlmiyye), s. 8 (naşirin mukaddimesi).

[869] M. Mustafa el-A İzamı, "Buhârî, Muhammed b. İsmail", DİA, VI, 369.

[870] Zehebî, Tezkiretüİ-buffâz, II, 525.

[871] Zehebî, a.g.e., 13,733."

[872] îbn Ebû Yala, Tabakât, II, 18; İrfan Abdülhamİd, "Eş'arî, Ebül-Hasan", DİA, XI, 444; Yavuz, "Eş'ariyye", DİA, XI, 454.

[873] tbn Asâkİr, Tebytnü kezibi'l-müfterijî ma nusibe ile'l-lmâm Ebi'l-Hasan el-Eş'arî, Beyrut 1404/1984, s. 413.

[874] Eşaxî, el-lbâne, (ıişr. Fevkiyye Hüseyin Mahmûd), s. 37 (naşirin mukaddime­si); İrfan Abdülhamîd, "Eş'arî, Ebül-Hasan", DİA, XI, 445. Hanbelîlerle Eşarî-ler arasındaki ilişkiler hk. bk. A. Azmeh. "Orthodoxy and Hanbalite Fideisnr, Arabica, XXXV/3 (1988), 260-266.

[875] Zehebî, Tezkiretüİ-buffâz, 111, 921-922.

[876] Zehebî, a.g.e., III, 1142.

[877] Sübkî, Tabakât, VI, 172.

[878] Sühkî, a.g.e., IV, 234-235; VII, 161-162.

[879] Nübkî, ag.e., IV, 235.

[880] Sübkî, a.g.e., IV, 235.

[881] Bu olaylar ve Hanhelîlerîn Selçuklular dönemindeki Faaliyetleri hk. bk. S. Sa­ban, ftîuuvements Populaires a Bagdad â i'epoque 'Abbasside, lXe-XIe siecles. s. 112-120.

[882] Özellikle 323 (934-5) yılında Bağdat ta içki dükkânlarının yağmalanıp müzik aletlerinin kırıldığı "Hanbelî fitnesi" adı verilen olaylar hk.bk. Ibn Kesir, el-Bi-dâye, XI, 181-182; Ahmed TeymÛF Paşa, Nazra tânbiyye Jî bııdûsi'i-mezâhi-bi'l-crba'a, Kahire 1351. s.40-41.

[883] Sübkî, Tabakâl, VIII, 178, 184.

[884] Sübkî, a.g.e., VIII, 184-18Ş. Hanbelîlerle Eş'arîler arasındaki tartışmaların bir özeti ve Ilanbelîlerîjen Muvaffakuddin Ibn Kudâme ile Eş alîlerden Kiklî Ebû Abdullah Muhammed b. Ali ed-Djmaşkî arasındaki bazı münazaralar için bk. H. Daiber, "The Quran as a "shibboleth" of varying conceptions of the Godhe-ad", Israel Orientat Studies, XIV (Leiden 1994), 249-295.

[885] Sübkî, Tabakât, VIII, 218, 230, 237-8

[886] Sübkî, a.g.e., VI, 390-391.

[887] Goldziher. "Zur Geschidıte der hanbaliıtschen Bewegungen", s. 15.

[888] İtin Kudüme, Tahrîmü'n-nazar, s. 5-7; İbn Receb, Zeyl, I, 145; Makdisi, "No-uveaux detııils sur I 'affaire d ibn Âqîl", Mcİanges Louis. III, 91, 93.

[889] Sübkî, a.g.e., VIII, 237-38.

[890] Golüziher; a.g.m., s. 25.

[891] Bu konuda geni.1; bilgi için bk. Birinci Bölüm, II. Bend, Muhammed b. Abdül-vehhâbin hayatıyla ilgili kısım ve kaynakları.

[892] Bu konudaki başka bazı örnekler İçin bk. Siibkt, TabakJ, IV, 25, 273, 350.

[893] Mekke 1347/1927; nşr. Muhammed Celâl Şeref, iskenderiye 1984; nşr. Muham-med es-Saîd Besyûnî Zağlûl, Beyrut 1406/1986; Türkçe tır. Melımed Emin th-sanoğlu, İstanbul 1993, HI.

[894] Ibn Receb, Zeyl, I, 50.

[895] Ibn Receb, a.g.e., I, 290.

[896] İbn Receb, a.g.e., I, 45, 50, 68, 86, 93, 95; 104, 106; II, 5, 40, 44: 53, 62, 77, 277. 280, 284. Özellikle XVIII. Asırda Hanbelîlerîn tarikatlarla ilişkileri konusunda bk. j. Voli, "The Non-Wahhâbî Hanbalîs of EiglıteenCh Century Syria", Der is­tem, 49/1 (1972), 278-288.

[897] Makdisi, "Llsnad Initiatique Soufi de Muwaffak ad-Dîn Ibn QudSma", Heliği' on, Law and Lettrning in Oassical islam, Norfolk 1991, s. VI/94.

[898] Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî, Kitâbü'Ukavâidi'l-küUiyye ve'd-da-vâbitıİ-fıkhiyye (nşr.   Câsim   b.   Süleyman   el-Füheyd   ed-Oevserî,).   Beyrut 1415/1994, s.19, 21 (naşirin mukaddimesi)

[899] Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî hin hayalı ve eş.erjerinin £eniş:bir lis­tesi için bk. Kitâbül-kavmdi'l-külliyye ve'd-davâbihj-.ft&}>fyyt', s, 11-36 (naşi­rin   mukaddimesi);   Muhammed   Kemâleddin  b.   Möftaıîimecl   el-Gazzî,   en-Na'tü'i-ekmel, s. 69-72; Georges Vajda, "Trois manuştTrtü dfe l:ı bibliotheque du savant damascain Yûsuf £bn Abd al-Hâdî", Journal Asiatiaue, CCLXX (Paris 1982), s. 229-256; Fedwa Malti-Douglas, "Yusuf Ibn Abd al-Hâdî and his au-tograph of the Wuqû'al-balâ bil-bukhl weıl-bukhalâ \ BEO, XXXI (Damas 1980), s. 17-50; Salâh Muhammed el-Hıyemî, '-Cemâlüddîn Yûsuf b. Abciilhâdî el-Makdisî ed-Dımaşkî: Hayâtühû ve âsâruhü 1-mahtûta ve 1-matbûa", MeceİSe-tii Ma'hedi'l-Mahtûtâti'l-Arabiyye, U/26 (Kuveyt 1403/1982), s. 775-811.

[900] Yûsuf b. Hasan b. Abdüihâdî ed-Dımaşkî, Küâbüİ-kavâidiİ-külliyye ve'd-da-vâbitt'l-fıkbiyye, s.28-29 (naşirin mukaddimesi)

[901] Yûsuf b. Ha.san b. Abdülhâdî ctl-Dımaşkî, Mugnî zeın'l-eft.ıâm (nşr. Ebû Mu­hammed Eşref b. Abdü 1-Maksûd), Kiyad 1416/1995, s. 71-74.

[902] Makdisi, "The Hanbeli School and Suiısın", Religion, law and Learning in Classicallalam, s. V/120; a.mif., "Hanâbilah", Encyclopedia ufReligion, VI, 181.

[903] İbnü 1-Arabi hin Fusılsu'l-hikemndU eserindeki hulul ve ittihadı çağrıştıran çe­şitli görüşlerinin tenkidi için Ilın Teymiyye er-Reddü 'l-akvam 'alâ mâ fî Fusıi-li'l-hikemadında hususi bir risale kaleme almıştır, bk. Mecmû'u fetüvâ, I, 362-451. Ayrıca, Ibn Teymiyye hin bazı mutasavvıfların Allah'ın sıfatları, iuihad ve hulul konularına dair görüşleri hakkındaki değerlendirmeleri için bk. Mec-mû'atü'r-resâil, I, 33, 36-38T 47-50, 60, 73-86, 91-95, 111-115, 119, 126-131.

[904] Hanbelîler le mutasavvıflar arasındaki ilişkiler konusunda bk. Tıbtavi Mahmud Sa'd, Ibn Teymiyye'de Tasavvuf itte. Ali Durusoy), istanbul 1989; Süleyman Uludağ, islâm Düşüncesinin Yapısı, istanbul 1979, s. 66-72, 150-169; Ma.ssig-non, "La Survie d'al-Hallâj, Tableau Chronologique de son InOuence apres sa Mort", BEO, XI (1945-46), 131-143; J. Chabbi, "Fudayl b. lyâd, Un precurseur du Hanbalisme (187/803)", BEO, XXX (Damas 1978), 331-345; Makdisi, "The Hanbeli School and Sufism", Relîgion, Laıv and Learning in Classical islam, Norfolk 1991, V/115-126; a.mlf., "Llsnad Initiatique Soufi de Muvvaffak ad-Dîn Ibn Qudâma", a.g.e., s. VI/88-96.

[905] M. Ebû Zehre, Ibn HanheL s. 162.

[906] İbn Ebû Yala, Tabakât, I, 26. Ayrıca bu konudaki genel değerlendirmeler için bk. Ziauddin Ahmed, "Some Aspects of the Political Theuiogy of Ahmad b. Hanbal", Islamic Studies, XII/1 (Pakistan 1973), s.54.

[907] İbn Ebû Yala, Tabakât, I, 26-27.

[908] Abdullah b. Abdülmuhsirt et-Türkî, "el-Mezlıebü 1-Hanbetî, menhecühii 1-fıkhî ve eşhürü tfcâlihî", ed-Dirâsâtü'l-lslâmiyye, XXIIl/2 (Islâmâbâd 1988), 6.

[909] Bu konuda geniş bilgi iı,:irı bk. Birinci Bölüm, li Ijendi.

[910] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 200-210.

[911] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 211-212.

[912] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 212.

[913] Merdâvî, el-lnsâf, XII, 240.

[914] Merdâvî, a.g.e., XII, 248.

[915] İlin Hamdan, Sıfalü'l-fetoâ, s. 90.

[916] îbn Müflih. el-l-unV. I, 66.

[917] İbn Hamdan, a.g.e., .s. 93; İlin Müflih, a.g.e.. I, 67; Merdâvî, a.g.e., XII, 248.

[918] Merdâvî, el-lnsâf, XII, 249.

[919] İbn Müflih, el-Fûrü', I, 68.

[920] İbn Kaayyim el-Cevziyye, t'lâmü'l-muvakkı'hı, I, 39-40.

[921] İbn Hüindân, Sıfatü'l-Jetvâ, s. 92; İbn Müflih, a.g.e., I, 67-68; Merdâvî, a.g.e., XII, 248-249. İbn Bedrân, el-Medhul, s. 132.

[922] İbn Hamdan, a.g.e,, .s. 91: Merdâvî, a.g.e., XII, 249.

[923] İsmail Salim Abdü'l-'âl, eI~Bab$ü'l~fikbt, s.236.

[924] İbn Hamdan, a.g.e., s. 93; İbn Müflih, el-Fûrû', I, 68; Merdâvî, el-lnsâf, XII, 249; İbn Bedrân, a.g.e., s. 132.

[925] İbn Hamdan, Sıfatüî-fiıtvû, s. 9S; İhn Müflih, a.g.e,, I, 68; Meedâvî, a.g.e., XII, 250.

[926] İsmail Salim Abdü'l-'âl, el-Bahsü'l-fıkhî, s. 238.

[927] İbn Hamdan, Sıfatü'l-fetvâ. s. 93: Merdâvî, Tashîhü'l-fltrü', I, 68. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 212-214.

[928] ibn Hamdan, a.g.e., s. «5-86. İhn Müflih, a.g.e,, I, 64; Merdâvî, Tasbîbü'l-füriı', I. 64.

[929] İbn Müflih, el-Fûrû; I, 64.

[930] İbn Hamdan, a.g.e., s. 87; ibn Müflih, a.g.e., I, 64; Merdâvî, Tasbîbii'î-fürü', 1, 64; a.mit"., el-îmâf, XII, 242.

[931] Merdâvî, el-lnsâf, XII, 243.

[932] Merdâvî, a.g.e., XII, "250.

[933] Merdâvî, a.g.e., XII, 251,

[934] İhn Hamdan. Stfatü'l-fetvâ, s. 100; İhn Mütlih. cl-Fürû', I, 70; Merdâvî. el-lmâf, XII, 252.

[935] İbn Hamdan, a.g.e., s. 95

[936] İhn Hamdan, a.g.e., s. 114; Merdâvî, a.g.e., XII, 256: ibn Bedrân, et-Medbal, s. 139

[937] Merdâvî u.ge, XII, 256; İbn Bedrân. a.g.e., s.l4ü.

[938] Merdâvt, a.g.e., XII, 257; İbn Bedrân, a.g.e., s.140.

[939] İbn Bedrân, el-Medhal, s. 140.

[940] Merdâvî, el-lnsâf, XII, 257.

[941] Merdâvî, a.g.e,, XII, 257; İbn Bedrân, a.g.e., s.139.

[942] İbn liedrân, el-Medhal, s. 137-138.

[943] İbn Hamdan, StfatÛ'l-fetvâ, s. 113; Merdâvî, el-însâf, XII, 266.

[944] İbn Hamdan, a.g.e., s. 113-114; Merdâvî, a.g.e., XII, 266,

[945] îbn Hamdan, a.g.e., s. 113-114.

[946] İbn Hamdan, Sıfatü'l-fetvâ, s. 114.

[947] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 214-216.

[948] İsmail Salim Abdü'1-âl, eî-Bahsü'l-fthbî, s. 244.

[949] İsmail Salim Abdü'1-âl, a.g.e., s. 244-245.

[950] İbn Bedrân, a.g.e., s. 409

[951] el-Muknî'vç şerhleri lık. bk. Elinizdeki eser, Üçüncü Bölüm, II, 5,

[952] İbn Bedrân, a.g.c, s. 409-410. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 217-218.

[953] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 218.

[954] Ebû Bekir el-Kâtı'î, Zevûidü Abdillab b. Ahmed b. Hanbel, nşr. Âmir Hasan Sab-rîn, Beyrut 1410/1990.

[955] I-VI, Kahire 1313: I-X, nşr. Abdullah Muhammed ed-Hervîş, Kahire 1401/1991; I-XX, nşr. Ahmed Muhammed Şâkir-Hamza Abmed ez-Zeyn, Kahire 1416/1995; l-X, nşr. Şuayb el-Amaût, Muhammed Naîm el-'Irksû.sî, İbrahim ez-Zeybek, Bey­rut 1416/1996 (devam ediyor). Ayrıaı el-Müsned üzerine yapılan çalışmalara ör­nek olarak bk. Celâleddin Abdurrahman b. Ebû Bekir es-Süyûtî,  Vkûdü'z-ze-berced 'alâ Müsnedi'l-lmûm Abmed, nşr. Ahmed Abdülfettâh Temmfım - Semîr Hüseyin Halebî, Beyrut 1407/1987.

[956] Mekke 1349; nşr. Ebû Hacir Muhammed Saîd b. Besyûnî, Beyrut 1405/1985.

[957] Mekke 1357; İskenderiye 1984; Beyrut 1986; Dimaşk 1986.

[958] Kahire 1340; nşr. Zeyneb ibrahim el-Kârût, Beyrut 1403/1983; nşr. Ebû Hacir Muhammed Saîd b. Besyûnû Beyrut 1986; Fransızca trc, G. H. Bousquet - P. Charles-Dominiqııe, Hesperis, 1952, s. 97-112.

[959] nşr. Talât Koçyiğit - İsmail Cerrahoğlu, i, Ankara 1963; İl, İstanbul 1987; nşr. Sub-hî el-Bedrî es-Sâmerraî, Rİyad 1409/1988; I-IV, nşr. Vasiyyultah b. Muhammed Abbas, Beyrut-Riyad 1408/1988; MI, nşr. Muhammed Hüsam Beyzûn, Beyrut 1410/1990.

[960] nşr.   Subliî  Câsim  el-Bedrî,   Bağdat   1396/1976;   Subhî  es-Semerrâî,   Beyrut 1405/1985.

[961] nşr, Kivâmüddin Bursları, Darülfünun îtâbiyat Fakültesi Mecmuası, V-VI (İstan­bul 1927), s. 278-327; nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî, Şezerâtü'l-belâtîn min tayyibâti kelimâti selefîne's-sâlihîn, Kahire 1375, s. 4-40; nşr. Muhammed Fihr, Hama 1967; nşr. Ali Sâmî en-Neşşâr - Ammâr et-Tâlibî, 'Akâidü 's-seleficinde, İs­kenderiye 1971; nşr. Abdülaziz İzzeddin es-Seyrevânî, Dımaşk 1408/1988; İngi­lizce trc, M. S. Sea4e, Müslim Theology, London 1964, s. 96-125.

[962] Bombay 1311, taş baskısı; es-Satâtve mâyelzemü fibâ adıyla, Kahire 1322; İbn Kayyım el-Cevziyye'nin Kitûbü 's-Salât ve abkâmi târikibâ adlı eseri ile, Kahire 1323, 1347; nşr. Muhammed Abdürrezzâk Hamza, er-Risûtetü's-seniyye fî's-salât adıyla, Kahire 1964.

[963] nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî, Tabakâtü'l-Hanâbile, II, 293-308; nşr. Abdülaziz 'İzzeddin es-Seyrevân, Dımaşk 1408/1988.

[964] Ahmed b. Hanberin eserleri ile onların basım yer ve tarihleri İçin bk. Muham­med îsâ Sâlihiyye, el-Mu'cemü's-sâmil li't-türâsi'l-'Ârablyye, II, 224-229.

[965] I-IH, nşr. Fazlurrahman b. Muhammed, Delhi 1408/1988. '

[966] nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut, 1400, 1401, 1408/1988.

[967] nşr. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut ts., el-Mektebetü'1-lsldrnî.

[968] ibn Ebû Yala, TabakJ, \: 86-93, 212-216; Ibn Kesîr, el-Bidâye. XI. 69, 79; Sez­gin, C,AS, I, 507-508.

[969] Mil, nşr. Atıyye ez-Zehrânî, Kiyad 1410/1989,

[970] Dârü'l-Kütübii'z-Zâhiriye, nr. 22, 245.

[971] Ibn Ebû Ya'lâ, TabakJ, II, 119-127; Brockdrnann, Suppl., I. 311.

[972] Tdpkapi S;ır;ıyı Müzesi Ktp., III. Ahmed, nr. 1121. Kitâbü'r-Rivâyeteyn ve'l-vec-beyn'in fürû-i fıkıhla İlgili kısım el-Mesâilüİ-fıkhiyye min Kitabi'r-Rivâyeteyn ve'l-vecbeyn (n.şr. Abdülkerîm b. Muhammfd e!-Li"ıIıinı) adıyla nesredilmisiir I-III, Riyad"l9H5.

[973] nşr. Abdullah b. Mulydmmed b. Ahıııcd t-l-T;ıyyâr - Abdülaziz l>. Muharn-ıned I). Abdullah el-Meddellah, Riyad 1414.

[974] nşr. Muhammed b. Nasır el-Acmî. ISeyrut 1416/1996.

[975] nşr. G. Makdisî, Beyrut 1970.

[976] Kahire 1323/1906.

[977] I-II, Kahire 1385/1966.

[978] Kahire 1326-9/1908-11.

[979] I-V, 1349/1930.

[980] I-XXXVII, Mecmû'atü fetâvâ îbn Teymiyye-, nşr. Abdurrahmarı b. Muhammed b. Kasım en-Necdî, Riyad 1381-86/1961-67"

[981] nşr. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut 1409/1989.

[982] nşr. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut 1409/1989.

[983] nşr. Abdülaziz b. Zeyd er-Rûmî - Muhammed Biltâcî - Seyytd Hicâb, Kiyad, ts., Câmia'tü'l-lmâm Muhammed b. Suûd.

[984] Bu eserlerin çeşidi baskı ve şerhleri için bk. Ahmed Muhammed ed-Dubeyh, Âsârii'ş-Şeyh Mubammed b. Abdûlvebbâb, Riyad 1402/1982,

[985] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 218-222.

[986] lbn Kayyim el-Cevziyye, t'lâmû'l-muvakkı'în, I. 28.

[987] îbn Teymiyye, Mecmû'u fetâvâ, XXXIV, 111.

[988] Beyrut HU/1994,

[989] Beyrut 1415/1994.

[990] II, Riyad 1410/1989

[991] yy., 1400 (Dârü't-Türâsi'i-Arabî).

[992] Ahmed Akgündüz, "Gulâraü'l-Hallâl", DÎA, XIV, 189; Şükrü özen, "Hallâl, Ebû Bekir", D/A, XV, 382. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 222-223.

[993] nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş, Dımaşk 1378/1959, 1964.

[994] Bu eser ve şerhlerden bazıları hakkında hk. bk. Brockelmann, GAL, I, 183, 398; Stıppl., I, 311; Sezgin, GAS, 1, 512-13; İbnü'l-Bennâ el-Iiağdâdî, ei-Mukm' fi şer­hi Mubtasan'l-Hırakî(nşi. Abdülazîz b. Süleyman el-Baîmî), Riyad 1993, I, 64-79; İbn Bedrân, el-Medbal, .s. 424.

[995] Dınnışk, Dârü'l-Kütübi'z-Zâhiriyye'de iki ciltlik nüshanın II. cildi nr. 57 ve üç cilt­lik bir başka nüshanın III. cildi nr. 58'dedir.

[996] Mekke 1407/1986.

[997] I-IV, nşr. Abdulazîz b. Süleyman b. ibrahim et-Buaymî, Riyad 1414/1993.

[998] I-XII, nşr. M. Reşîd Rızâ, e$-Şerhü'l-kcbîr île birlikte, Kahire 1341-48/1922-29; bu­na iki indeks cildi ilâvesi Ûe, I-HV, Beyrut 1392/1972; I-IX, nşr. M. Reşîd Rızâ, ef-Şerbai-kebîrolmaksızın, Kahire 1367/1947; I-IX, nşr. Tâhâ ez-Zeynî, Mahmûd Ab-dülvehhâb Fâyid ve Abdülkadir Ahmed Atâ. Kahire 1388/-90/1968-70; HX, nşr. M. Salim Muhııysin ve Şa'ban M. İsmail, Riyad, ts.; I-XV, nşr. Abdullah b, Abdülmuh-sin et-Türkî - Abdültettâh Muhammed el-Hıılv. Kahire 1406-1411/1986-1991.

[999] Beyrut 1406/1986.

[1000] Beyrut, is., Melâbiu Dâri'l-'Ibâd.

[1001] Sezgin, GAS, I, 513; İbnü'l-Bennâ el-Bagdâdî, a.g.c, I. 64-66, 68-69.

[1002] VII, nşr. Abdullah b, Abdurrahman el-Cibrîn, Riyad 1413/1993.

[1003] Riyad 1408/1988.

[1004] Topkapı Sanıyı Müzesi Kip.. 111. Ahmed, tır. 1131-

[1005] l-III, nşr. Rıdvan Muhtar b. Garbiyye, Cidde 1411/1991.

[1006] el-Muhtasar üzerinde yapılan yerli, hâviye ve diğer (.alışmalar hk. bk, Brockel-rnann, GAL, I. 194, 503; SuppL, I, 311; Sezgin, GAS, I, 501, 512-513; İbnü'l-Mib­red, ed-Dümi'n-nakî fî şerhi el/âzı'I-Hı rakî (nşr. Rıdvan Muhtar b. Garbiyye), Cidde 1411/1991, I, «5-97 (naşirin mukaddimesi); Ibnü'l-Bennâ, KÜâbÜ'l-Mukm fî şerhi Muhtasarı 't-Hırakî (nşr. Abdülazîz b. Süleyman b. ibrShim el-Buayrnî), Riyad 1414/1993, I, 63-79 (naşirin mukaddimesi); Zerkeşî, Şerhu'z-Zerkest 'alâ Muhtasarı l-Hırakî(nşz. Abdullah b. Abdurrahrmm d-Cebrîn}, Riyad 1413/1993, I, 41-76; Ibn Hednin, el-Medhal, s. 424; Abdulkıh b. Süleyman b. Menî, "el-Mug-nî l'tbn Kudâme", ecl-Dâre, III/2 (Riyad 1397/1977), s. 352-361; Ibn Bedrân, el-Medhal, s. 424. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 223-227.

[1007] MI, Rjyad ts.

[1008] Ibn Hedrân, el-Medhal, s. 432.

[1009] Ebü'l-Hattâb, et-Temhîcl, I. 62-63 (naşirin mukaddimesi). Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 227-228.

[1010] nşr. S. Halil d-Hevârî - Eymân Mulumımed, DnnaŞk 1990; Fransızca nv. H. I.a-emst, lîcyrut 1950.

[1011] n.şr. l^rclb. Âbdüimaksûd, Beyrut 1409/1988.

[1012] Kahire 1960; nşr. Muhibbüddin d-Hatîh, Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rile).

[1013] cilt, nşr. Suûd b. Salih eMJtayşan, Riyad 1413/1993; II. ve 111. cilt, nşr. Salih 1) Muhammed d-Hasan, Kiy;ıd 1413/1993; ,

[1014] Reoeb, Zeyl, IV, 429.

[1015] Abdullah h. Abdurrahman d-Bessâm, Kahire 1379.

[1016] Bu şerliler hakkında toplu bilj;i i^;ûı bk. İbn Teymiyye, Şerbu'l-'Vntdeijyşf- Sa­lih b. Muhammed el-Hasan), Hiy:ıd 1 113/1993, II, 16-21 (naşirin mukaddimesi).

[1017] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 228-229.

[1018] MI. Kahire 1322/1905, 1341/1923, 1382/1962; Riyad 1982; Kııtar 1395; Beyrut, Is.. Dfırü l-Kütübil-ilmiyye.

[1019] I-XIV, Beyrut 1392/1972 (el-MugntÜe birlikte).

[1020] Şemseddin Ebü'l-Ferec Abdurrahman b. Ebû Ömer el-Makdisî, eş-Şerhu'l-kebîr, I, 3^4 (el-Mugyıîile birlikte).

[1021] nşr. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut 1401/1981.

[1022] I-X, nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut 1968-, 1400/190.

[1023] I-XII, nşr. M. Hâmid ei-Fıkî, Kahire 1374-78/1955-58; Beyrut 1406/1986.

[1024] Takip edilen metotlar için bk. Alâeddin el-Merdâvî, el-însâf, I, 3-19-

[1025] nşr. Muhibbüddün el-Hatîb, Kahire, ts., el-Matbaatü's-Selefîyye.

[1026] Kâmil Cemîl el-Aselî, "Mücîrüddin el-Uleymî el-Hanbelî: Müerrihu'l-Kudüs, na.s.sun cedîd 'an hayâtih ve na.ssu Zeyli kitâbihi'l-Üasi'l-celîl". Dirüsât, XII/8 (Amman 19K5), s. 122.

[1027] nşr. Yahya b. Ahmed b. Yahya el-Cürdî, Kahire 1412/1992.

[1028] I-I1I, Buhûtî'nin şerhi Dekâiku üli'n-nübâ (Şerhü Mûntebe't-frâdât) ile birlik­te, Beyrut, ts., Âlemii'i-Kütüb.

[1029] III, Beyrut, ts., Âlemül-Kütub. Ayrıca bu eser, Şerhu Müntehe'l-irâdât adıyla basılmıştır. I-III, Beyrut, ts., Âlemü'l-Kutüb; I-1V, Kahire 1319-1320 {Keşşâfü't-kınâ'm kenarında).

[1030] Bu çalışmalar hk. bk. Haccâvî, ŞereÜeddin fibü'n-Necâ Mûsâ, Kitâbü Havâşi't-tenkîh fi'l-fıkh 'alâ mezhebi'l-Imâm Abmed b. Hanbelinşr. Yahya b. Ahmed Yahya el-Cürdî), Kahire 1412/1992. I. 32 (naşirin mukaddimesi).

[1031] Kâmil Cemîl el-Aselî, "Mücîrüddin el-Uleymî el-Hanbelî: Müerrihu'l-Kudüs, nassun cedîd 'an hayâtilı ve nassu Zeyli kitâbihi'l-Ünsi'l-celîl", Dirâsüt, XlI/8 (Amman 1985), s. 122.

[1032] Bu eser, .şerhi olan er-Ravzu'l-mürbi' ile birlikte çeşitli defalar basılmıştır. Me­tin halindeki bir baskısı İçin bk. Muhtasaru'l-Mukni' j% fıkbi'l-tmâm Abmud (nşr. Ahmed Muhammed Şâkir). Beyrut 1406/1986 (Safiyyüddin Abdülmü'mîn h. Kemâleddin Abdülhak el-Bagdâdî el-Hanbelînin (o. 739/1338) Kavâidü'l-tısûl ve me'âkidii'l-Jitsûl ve Ilın Hacer ei-Askalânî'nin (ö. 852/1448) Şerbu Nııbbeti'l-fikcr ft mustalahi ehli't-eser adlı kitabıyla bir arada).

[1033] Dımaşk 1304; Hindistan 1305; Kahire 1324, 1340, 1343, 1345, 1348, 1352, 1379; Mekke 1348; nşr. Ahmed Muhammed Şâkir ve Ali Muhammed Şâkir, Kahire 1954; nşr. Muhammed Abdurrahman Avad, Beyrut 1405/1985; nşr. Abdurrah­man b. Nasır es-Sa'dî - Abdülkuddûs Muhammed Nezir, Beyrut 1417/1996.

[1034] I-VII., nşr. Abdullah b. Abdurrahman b. Cibrîn - Sa'd b. Alxiurrahman b. Ka­sım, yy., 1416 (matbaa adı yok).

[1035] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 229-232.

[1036] I-IV, nşr. M. Züheyr eş-Savîş, Oımaşk 1382/1926; Beyrut 1399/1979, 1402/19H2.

[1037] Muvaffakuddin ibn Kudâme, el-Kâfî, Beyrut 1402/1982. I, s - sin (ebced harf­leriyle) (naşirin mukaddimesi). Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 232.

[1038] Mecdüddin Eb ü'1-Bere kât: el-Muharrer fi'l-fıkb, 1369/1950 (Matbaatü's-Sün-tıeti'l-Muhammediyye), 1, 17.

[1039] I-Il, yy., 1369/1950, Matbaatü's-Stinneli'l-Muhammediyye (el-Muharrer ile bir­likte); Riyad 1984.

[1040] İbn Receb, Zeyl, Ii, 429.

[1041] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 232-233.

[1042] I-III, Kahire 1339/1921,  1345; I-V!.  nşr. Abdüs.settâr Ahmed Ferrâh,  Beyrut 1405/1985.

[1043] tbn Müflih el-Mukdisî, KitâbiVl-FilnV, Beyrut 1405/19M5, 1. 64.

[1044] nşr. Ali b. Abdullah Âl-i Sânî, Katar 1379/1960; Îbn Müflih'İn KMbü'l-Fürû'u ile, I-VI, nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc, Kahire 1388/1967; Beyrut l405/19«5

[1045] Bu şerh ve haşiyeler için bk. Ibn Müflih el-Makdisî, Kitâbü'l-Fürû', t, 8-9 (na­şirin mukaddimesi). Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 233-234.

[1046] I-IV, Kahire 1319-1320.

[1047] I-IV, Kahire 1319-1320; I-VI, nşr. Hilâl Musaylilıî Mustafa, Riyad 1968, Beyrut 1982 .

[1048] I-III, nşr. M. Cemil es-Şattî ve M. Züheyr eş-ŞâvîşT Dımaşk 1.378.

[1049] Mustafa b. Sa'd es-Süyûtî er-Rahyebânî, Meiâlibü üli'n-nübâ fi şerhi Gâyeti'l-müntehâ, I, c (naşirin mukaddimesi).

[1050] I-V., nşr. Züheyr Şâvîş, Beyrut 1380/1961; 1415/1994.

[1051] I-V., nşr. Züheyr Şavîş, Beyrut 1380/1961; 1415/1994 (Meiâlibü üli'n-nübâ fi $erbi Gâyeti'l-müntebâ İle birlikte). Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 234-235.

[1052] nşr.   Hasaneyn   Muhammed   Mahlûf,   Kahire   1379/1960;   Cidde   -   Beyrut 1415/1995-

[1053] nşr.   Hasaneyn   Muhammed   Mahlûf,   Kahire   1379/1960;   Cidde   -   Beyrut 1415/1995 ('Umdetü't-lâlib ile birlikte).

[1054] Brockelmann, GAL Suppl., II, 448. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 235.

[1055] nşr. Abdullah Ömer el-Hfırûdî, Beyrut 1985.

[1056] Mİ, Buluk 1288; er-Jtavzü'l-mürbf ile birlikte, Kahire 1324, 1374; Kuveyt 1397; III, nşr. M. Süleyman Abdullah el-Eşkar, Kuveyt 1403/1983.

[1057] Dârü'l-Kütübi'l-Mısriyye, Fıkhıı Hanbelî, nr. 62.

[1058] I-II, nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş, Oımaşk 1378/1958, 1399/1979. Muhammed Nâsı-ruddîn el-HMnî Menâru's-sebîMe geçen hadisleri ttvûü'l-galîl fî tahrici ehâ-dîst Menâri's-sebü(\-X, Beynıt-Dunaşk 1399/1979) adlı eserde geniş bir şekil­de taline etmiş, bu anıda eserin IX ve X. ciltlinde Menâru's-sebU'ın metni ve­rilmiştir. Hu eserin mükerrer IX. cildi hadislerin fihristine ayrıldığı gibi, Ebû Ab­dullah Tâl'ih b. Mahmûd da ed-Detîtfîtertâbt ebatlısı ve âsân Irvâi'l-galîHKü-veyt 1407/1987) adlı eserinde Nâsiruddin el-Elbânînin tahrîrinde gecen hadis­leri çeşitli açılardan tasnif etmiştir.

[1059] I-Il, Beyrut 1412/1991 (Nâsıruddin e|-Elbânî'nin Irvâü'l-galîtfîtahrici ehâd&i Mcnûri's-sebîl adlı eseri ile birlikte).

[1060] Kermî'nin Delîh'i'l-tâlibi üzerinde yapılan çalışmalarla ilgili olanık bk. İbn Ebû Tağlib, Neylü 'l-meârib, I, 14-15 (naşirin mukaddimesi). Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 235-236.

[1061] Tnpkapı Sarayı Müzesi Ktp., III. Ahmed, nr. 1121.

[1062] Riyad 1985.

[1063] 1-V, DSrü'l-Kütöbi'l-Mısriyye, lisülü'1-fıkh, nr. 365; IV- cildi, Câmiatü'd-Düveli'1-Ar.ıbiyye. Mîi'hedü'l-Mahtutât, Usfllü'1-fıkh, nr. 90. Bilgi i(,-in bk. Brockelmann. GALSuppl., 1, 686.

[1064] nşr. Mûsâ b. Muhammed b. Yahya, Mekke 1404.

[1065] nşr. Ahmed Hasan Câbir - Ali Ahmed el-Hatîb. Kahire 1393/1973.

[1066] Kahire 1320/1902.

[1067] Kahire 1328/1910.

[1068] nşr. Hii.sâmeddiıı el-Kudsî, Kahire 1357/1938.

[1069] nşr. Muhammed Zülıeyr eg-Şâvîş, Dımaşk I3K4/1962.

[1070] nşr. Muhammed lteşad Salim, Kahire 1391/1971.

[1071] nşr. Ahmed Muhammed .Sâkir, İSeyruC 1406/1986 (Eser Serefeddin Ebü'n-Necâ Mûsii b. Ahmed d-HaccâvTnin Cö. 960/1552) Muhtasant'l-Mukrri'fî fıkhi'i- tmâfn Ahmed've İbn Hacer el-Askalânfnin Cö. 852/1448) Şerbu Nuhbeti'l-fiker fî mustulahi ehli'l-eser atili kitabıyla bir arada).

[1072] nşr. Fahd l>. Muhammed Sedhân, Riyad 1401; I-II. Riyad 1404.

[1073] nşr. Muhammed Mazhar Beka, Dımaşk I400/19HO.

[1074] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 236-238.

[1075] I-V, nşr. Ahmed b. Alî Sîr ei-Mübârekî, Riyad 1414/1993.

[1076] I-II., nşr. Muhammed Hamîdullah, Dımaşk 13K4/1964.

[1077] MI, nşr, Abdülazîm ed-Dîb. Katar 1399.

[1078] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, II, 687.

[1079] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 238-239.

[1080] I-IV, nşr. Müfld Muhammed Ebû 'Ameşe, Cidde 1406/1985.

[1081] Ebü'l-Hattâb. et-Temhîd, I 119-120.

[1082] Bu eserle Ebû Yatanın ci-Vcük's\ arasında geşitü açılardan yapılan mukayese ve Ebü'l-Hauâbın bazı farklı görüşleri için hk. Ebü'l-Hırttâb, et-Temhîd, I, Üer 107 (naşirin mukaddimesi).

[1083] Ebii'l-Hüseyin el-Basrî'nin el-Mu1emed\ ile Ebül-Hattâb'ın et-Temhtcl'm'tn k;ır-ş-tlyşEirılmusı lık.bk. Ebü'l-Hattâb, et-Temhîd, !. 79-K4 (naşirin mukaddimesi).

[1084] Hanbelî mezhebinin bu tutum ve mücadelesi hakkında bk. Elinizdeki eser. II. Bolüm, Ih Genel Karakteristiği. D fıkrası.

[1085] Bu özelliklerle ilgili deliller için bk. Ebul-Haılfıb, et-Temhîd, 1. 1.09-113 (naşi­rin mukaddimesi).

[1086] Hu tenkitlerle ilgili çeşitli deliller İçin bk. Ebü'l-Hattâk a,g.e., Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 239-241.

[1087] I, 113-llH'(nâşirin mukaddimesi).

[1088] I-HI, nşr. A!xlülkerîm b. Ali b. Muluımmed en-Nemie, Uiyad 1414/1993. 170  MI, Bulak 1322.

[1089] Hu ve benzeri bazı tenkitler ile delilleri için bk. İbn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır Cngr. Abdülkerîm b. Ali b. Muhammed en-Nemle). Riyad 1414/1993, 1, 43-47 (naşirin mukaddimesi).

[1090] Eserin fotokopi nüshası için bk. Mekke, Câmiatö Ûmmölkurâ, Merkezü'i-llah-si'l-tlmî, Usûl-i fikh, nr. 66.

[1091] Riyad 1383.

[1092] I-IV, nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Beyrut 1407/1987; I-III, nşj. ibra­him Abdullah b. Muhammed Âl-i İbrahim, Riyad 1409/1989.

[1093] Necmeddin et-Tûfî'nin hayatı ve eserleri hk. bk. Tûfî, Şerhu Muhtasarı 'r-Ravzc (thk. Abdullah b, Abdilmuhsin et-Türkî), I, 21-38; aynı eser (nsr. ibrahim b. Abdullah b. Muhammed Âl-i ibrahim), Riyad 1409/1989, I, 140; Zehebî, Zeytü'l-İber, s. 44; Yâfıî, Mir'âtü'l-cinân, IV, 255; İbn Receb, Zeyl, II, 366-370; Süyûtî, Bugyetüî-vuât, I, 599-600; İbn Hacer el-Askalânî, ed-Dürerü'l-kâmine, 11.154-157; tbnü'İ-lmâd, Şezerâtû'z-zebeb, VI, 39-40; Ziriklî, el-A'lâm, III, 189-190, X, 101; Kelıhâle, Mu'cemü'l-müellifîn, IV, 266-267; Kâtib Çelebi, Kesfü'z-zunûn, I, 59, 71, 143, 174, 219, 248, 251, 363, 559, 756, 827, 837, 878, 919, 930; II, 1039, 1153, 1293, 1343, 1359, 1616, 1626, 1790, 1897, 1898; Bağdatlı İsmail Paşa, İzâ-hü'l-meknûn, I, 83, 443; II, 67, 96, 688; Brockelmann, GAL, II, 132; a.mlf, Suppl., II, 133-134; Mustafa Zeyd, el-Maslaba, s. 65-110; Haflâf, Mesâdtr, s. 96.

[1094] îbn Mâce, Ahkâm, 17; Nevevî, 40 Hadis, (tır. Ahmed Naim), s. 40-41.

[1095] Tûfî, Risaleft'l-mesâlih, s. 208-209 (Mustafa Zeyd, el-Maslaba içerisinde).

[1096] İbn Receb, Zeyl, II, 368-369.

[1097] lîu eserin tek bir nüshası Kahire'deki el-Mektel>etü'l-Ezheriyyye, nr'. 283'de bu­lunmaktadır. Hamza b. Hüseyin b. Hamza el-Fi'r, bu eseri 1399/1979 yılında Mekke'de Câmiatü Ümmüîkurâ, Külliyyetü'ş-.'jerîa ve'd-Dirâsâtü'l-tslâmİyye'de doktora tezi olarak tahkik etmiştir, bk. Muhammed Hasan eş-Şelebî, Delîlü'r-Resâili'l-Câmt'iyye, Dımaşk 1403/1983, s, 334-335.

[1098] MI, Kahire 1342/1924; I-II, Beyrut ts., Dârü 1-Kütübi'l-llmiyye.

[1099] Medîne-i Münevvere 1391.

[1100] Riyad 1389.

[1101] III, İtiyad 1397, 1408/1987.

[1102] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 241-244.

[1103] tlgr. Muhammed Muhyiddîn I-HiHÎh. Kahire 1383/1964.

[1104] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 244-245.

[1105] I-IV. nşr. Muhammed Muhyiddin Abdüihamîd, Kahire 1374/1955; I-IV, nsr. Tfı-hâ Ahdııı-raûf S:ı'd, K;ıhire 138H/196H; Beyrut 1973; I-IV. nşr Alxiürr;ıhm;ın el Vekîl, Kıthire 1389/1969

[1106] İbn Kayyim el-Cevziyye'nin (aklide ilgili bu görüşleri Risâletü't-Taklîd (Riynd -Beyrut 19&3.) adıyla müstakil olarak neşredilmiştir.

[1107] Bûtî,   Davübttu'1-ma.tiaha fi'ş-serî'ati'l-ts!âmi\ye,  Beyrut  1406/1986,  s.  295, 321-324.

[1108] Saffet Köse, İslâm Hukukunda Kanuna Kar$ı Hile, İstanbul 1996. s. 55.

[1109] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 245-247.

[1110] Kahire 1372/1953-

[1111] 1 IV, Dımaşk 1400/1980, 1402/1982.

[1112] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 247.

[1113] Dârü'1-Kütübi'z-Zâhir.iyye, nr. 2754; Mekke, Câmiatü Ümmülkurâ, Merkezü'l-liahsi'l-llnıî, Usûlü'1-lıkh, nr. 274 (mikrofilm).

[1114] Bu eserler hakkında loplu bilgi iı^in hk. Muhammet! Mustafa ez-Zühaylî, "c\-Kavâk.lü'1-fıkhiyye",   Meceltetü'l-babst't4îmî ve'1-Türâsi'l-lsiâmi  V  (Mekke 1402), s. 21-22.

[1115] nşr, Abdiilvehhâb İbrahim Ebû Süleyman - Muhammet! İbrahim Alimce! Ali, yy., 1401/1981, Matbûâtü Tehame.

[1116] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 247-248.

[1117] nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî, Kahire 1970.

[1118] l-XXXVIl, Mecmû'atû R'lûvâ İbn Teymlyye, nşr. Abtlurrahman b. Muhammed b. Kasım en-Necdî, Riyad 13X1-86/1961-67.

[1119] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 248.

[1120] nşr. Muhammed Emin. Kahire 1352/1933; ngr, Tâlıâ Abdürraûf Sa'd, Kahire 1392/1972.

[1121] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 248-249.

[1122] nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî. Beyrut 1403/1985; K.ıhire 1415/1994. Eymen Salih Sa'ban,

[1123] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 249-250.

[1124] nşr. Câ.sim b. Süleyman el-Füheyd ed-Devserî, Beyrut 1415/1994.

[1125] Kahire, ts., Matbaatü's-Sünneli'l-Muhammediyye; nşr. Eşref b. Abdülmaksûd, Riyad 1416/1995.

[1126] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 250.

[1127] Dârü'l-KülLibi'z-Zahİriyye, Usûlü'1-fıklı, nr. 274^; Leibzig Ünİversitats Bibliot-hek, nr. 389. Eserin özeti J. Schaclît tarafından yayımlanmıştır, bk. Islamica.. 11/4. s. 525-537.

[1128] Mekke, Câıniatü Ümmiilkurâ, MerkezCiİ-Bahsi'1-Ilmî, Fıkhu âm, nr. 344 (mik­rofilm).

[1129] Riyad 19H5.

[1130] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 250-251.

[1131] Şîrâzî, Tabakât, s. 172.

[1132] îbn Ebû Y;ı'lâ, Tabakât, II, 119-127.

[1133] Ibn Ebû Y;ı'lâ, Tabakât. II, 83, #6, 89, 100, 101, 104, 107, 109, 110, 116.

[1134] İlin Müflih el-Makdisî, el-Maksadü'I-erşed, II, 291.

[1135] On cilt olduğu rivayet edilen bu kitabın istanbul'da Mille! Kip., Feyzullah Efen­di, nr. 695 ve Kahire!de Dârü'l-Kütübil-Mı.sriyye, Fıkbü'l-Hanbelî, nr. 140'da hac ve alışveriş konularını ihtiva eden IV. cildi bulunmaktadır.

[1136] Ibn Mudili el-Makdi.sî, d-Maksadü'Lerşed, Iİ, 228; III. 6.

[1137] el-întisârfî'mesâ'iîi'l-kibâr, Bâbü'l-Tahâre bölümü, nşr. Süleyman Abdullah Sü­leyman el-Umeyr, Riyad 1407; Kitûbü's-Salât. nşr. İvaz Recâ Püreye el-Avfî, Ri­yad 1408; Kitâbü'z-Zckât, nşr. Abdülazîz b. Süleyman el-Buaymî, Riyad 1407.

[1138] Brockelmann, GAL Suppl., I. 687.

[1139] lbn Müflih el-Makdisî, e1-Makwdü'l~erşed. 11. 233.

[1140] Yazma nüshası için bk. Bmckelnıann, GAL Sııppl., I, 6SS.

[1141] Süleymaniye Ktp.. Atıf Efendi, nr. 730,

[1142] Yazma nüshası için bk. Bıockelmann, GAL Suppt., I, 6KH.

[1143] lbn Müflih el-Makdisî. cl-Maksadü'l-eı^cd, ÜL 63-64.

[1144] lîrnckelmann, GAL Sııppl, I, 689.

[1145] îbn Müflih el-Makdisî, el-Mahsadü 'l-erşed, I. 429.

[1146] Ahhvardı. Wllhelm, Verzeichnis der Ar&biscben Handscbrlften, IV, ZHH.

[1147] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 251-252.

[1148] Buhârî, "İlini", 10; "t'tisâm", 10; Müslim, "lmâre'\ 175; "Zekât", 9», 100; Tirmi-zî, "tüm", 4; lbn Milce. "Mukaddime'', 17; Dârimî, "Mııkuddimf", 24; "Kikük'", 1: Ahmed b. Hanbei, S, 306; II, 234; IV, 92, 93, 95. 96.

[1149] [-II., nşr. Ebû Abdullah Mulianımed Hasan Muhummed, Ik-yrul 1417/1996.

[1150] tbn Hülıeyre, el-lfsâh an me'ânfs-sıbâb, Iieyaıt 1417/1996, I. 7.

[1151] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 253.

[1152] l-II, nsr. Mes'ad Abdültıamîd Muhammed es-Sa"denî - Muİıammed Fâris, Bey­rut 141V1994.

[1153] Ebü'l-Ferec tbnü'l-Cevzî, et-Tabkîk fîebâdfci'l-bilâf. I, 22.

[1154] Ebü't-Ferec İbnü'l-Cevzî, et-Tahkîk fî'ehâdîsi'l-hilâf. I, 3 (naşirin mukaddime­si). Ayrıca, tbnü'l-Cevzî'nin mezhep taassubuyla yaklaştığı bazı örnekler için bk. Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdülhâdî, Tenkîhut't-Tabktk, 1, 116 (naşirini mukaddimesi).

[1155] MI, nşr. Âmir Hasan Sabrı, el-tmârâtü'1-Arabiyyetü'l-Müttalüde 1409/1989.

[1156] Kâcib Çelebi, Keşfü'z-zunûn, I, 379.

[1157] tbnü'l-Cevzî'nin çeşitli hata ve çelişkilerine örnek için bk. Şemseddin Muham­med b. Ahmed İr Abdülhâdî, Tenkîbut't-Tahkik, I, 119-125. (naşirini mukad­dimesi).

[1158] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 253-255.

[1159] nşr. Abdullah b. Ömer b. Düheyş, Cidde 1388; nsr Abdülazîz b. Muhammed b. İbrahim Âlü'ş-Şeyh, 1391; n$r. Ebû Muhammed Eşref b. Abdülmaksûd, Ri-yad 1416/1995-

[1160] Yûsuf b. Hasan b. Abdühâdî, Mugnî zevi'l-efhâm, (n.şr. Ebû Muhammed Eşref b. Abdülmaksûd, Riyad 1416/1995J, s. 8 (naşirin mukaddimesi).

[1161] Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî, Mugnîzevi'l-ejhâm, s. 8 {naşirin mukaddimesi).

[1162] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 255-256.

[1163] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 256.

[1164] nşr. G. Makdisİ, "le lîvre de la Di;tlwtique d'Ihn *AqîI" {Kitûbüİ-Ccdel), BEO, XX (1967); s. 119-206.

Haenbeli Mezhebini)/ Literatürü

[1165] Bu ibaren için bk. İbn Akîl, "Kitâbül-Cedel", BHO, XX (1967), s. 3, 9, 10. 18, 20, 23 (Bu rakamlar derginin değil, kitabın iç .sayfasınmdır).

[1166] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 256-257.

[1167] nşr. Zahir el-Elmaî, Riyad 1981; Muhammed ei-Habîb el-Heyie, "tstihrâcü'1-ce-del mine'1-Kur'âni'l-Kerîm li'bni'l-Hanbeir, Mecelletü'l-Bahsi'i-llmî ve't-Türâ-si'l-fstâmî, III (Mekke 1400), s. 319-352.

[1168] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 257.

[1169] nşr. Wolfhart Heinrichs, Wiesbaden 19«7.

[1170] Tûfî, 'Alemü'l-cezt'l fî 'ilmi'l-cedel, s. 243. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 257.

[1171] nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî, Kahire 1349/1931.

[1172] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 257-258.

[1173] nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî, Kahire 1357/1938; Beyrut 1403/1983; nşr. Mu­hammed Abdülkadir Ebû Fâris, el-KâdîEbû Ya'lâ el-Ferrâ ve Kitâbübû el-Ah­kâmü's-sultâniyye, Beyrut 1403/1983.

[1174] Beyrut 1405/1985.

[1175] Muhammed Abdülkadir Ebû Fâris a.g.e., Beyrut 1403/1983, s. 517.

[1176] Muhammed Alxiülkâdir Ebû Paris a.g.e, s. 521-526; Donald P. litrle, "A new Look at al-Ahkâm al-Sultâniyya", The Müslim- World, LXIV/1 (New York 1974), s. 7-8.

[1177] Henri Laoust, "Hanâbila", EI2 (İng), III, 159. Bu konudaki tartışmalar için bk. Muhammed Abdülkâdir Ebû Fâris a.g.e., s. 515-526; Mehmet Erkal, "ei-Ahkâ-mü's-sultâniyye", D/A, I, 556. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 258-259.

[1178] Bombay 1306, Kahire, 1322, 1969; nşr. Sâmî en-Neşşâr - Ahmed Zekî Atıyye, Kahire 1951, 1971; nşr. Muhammed Mübarek, Beyrut 1966; Mecmû'u fetâvâ, Riyad 1383,. XXVIII, 244-397.

[1179] Fransızca trc. H. Laoust, Le Traite de droitpublic d'Ibn Taimtya; Beyrut 1948.

[1180] Eserin Türkçe'ye ilk tercümesi, Âşık Pîr Mehmed b. Ali'nin (ö. 979/1572), Mi'râcü'l-iyâle ve minhâcü'l-'adâleadlı eseridir. Burada İbn Teymiyye'nin es-Siyâsetü'ş-ser'iyye'si özet olarak tercüme edilmiş, daha sonra mütercim tarafın­dan kitaba harp ve beytülmâl konularıyla iigiii yeni bölümler eklenmiştir. Ba­zı yazma nüshaları için bk. Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1556; Reîsül-küttâb, nr. 1006; Esad Efendi, nr. 1803/1, 1901; Çelebi Abdullah Efendi, nr. 51/2. Daha sonra, Kadızâde Mehmed Efendi'nin Tâcü'r-resâ'il ve minhâcüİ-vesâ'il(bazı nüshalarda Nushu'l-bükkâm sebebü'n-nizâm) adıyla tercüme et­miştir. Bu tercümede ise, Âşık Paşa'nın yukarıda belirtilen tercümesine bazı bölümler, şiirler ve fıkralar ilâve edilmiştir. Eser, I. Ahmed (l603-l6l7) zama­nında yazılmış, daha sonra Sultan IV. Murad'a (1623-1640) sunulmuştur. Bazı nüshaları İçin bk. Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 1926; Âşir Efen­di, nr. 327; Hüsrev Paşa, nr. 308, 309; Keîsülküttâb, nr. 923; Topkapı Sarayı Mü­zesi Ktp., Hazine, nr. 371; İstanbul Üniversitesi Ktp., Ty, nr. 6966. Bu eser 1966 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Burhan Sorgun tarafından mezuniyet tezi olarak hazırlanmıştır. Seyyid Abdullah Cemâleddin Edimevî ta­rafından Türkçe'ye çevrilen es-Siyâsetü 'ş-ser'iyye fî siyâdeti 'r-râ T ve saadeti "r-ra'iyye(Kahire 1319) adlı eser de büyük oranda İbn Teymiyye'nin kitabı esas alınarak ve ona bazı bölümler eklenerek meydana getirilmiştir. Eser Abdülka­dir Kabakçı tarafından sadeleştirilerek îslâm.'da îââri Siyaset (istanbul 1977) adıyla basılmıştır. Ömer Rıza Doğrul ise, tbn Teymiyye'nin kitabını kısmen ter­cüme ederek Sebttürreşââda yayımlamıştır, bk. "Siyâset-i şer'İyye", Sebîlürre-Sâd, XIII/333 (1331), s. 160-161; 334 (1331), s. 169-171; 335 (1331), s. 180-182; 338 (1331), s. 207-209. Ayrıca eseri, kendis'ine herhangi bir ilâve yapmadan sa­dece günümüz Türkçe'sine çevirenler de olmuştur, bk. Kemal .Solak, islâm'da İdare Edenler ve Edilenler, İstanbul 1974; Vecdi Akyüz, Siyaset, es-Siyâsetü'ş-seriyye, İstanbul 1985

[1181] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 259-260.

[1182] nşr. Mulıammed Hâmid eİ-Fıkî, Kahire 1953: Medînelü'İ-Münevvere 1971; Bey­rut, ts., Dârii'l-Kütübi'Ulmiyye; n.$r. Muhammed Cemil Ahmed, Kahire 1961.

[1183] f-II, nşr. Sublıî cs-Sfılih, Beyrut 1961, 1983.

[1184] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 260-261.

[1185] îbn Manzûr, Usânüİ-'Arab, I, 310-317.

[1186] Hisbeyle ilgili eserlerin bir listesi için bk. Gorgis Avvâd, "el-Hisbe fî Hizâneti'i-Kütübi'l-Arabiyye",   Mecelletü'l-Mecma'i'l-'tlmiyyi'l-'Arabt,  XVIII/9-10  (pı-maşk 1943), s- 417-428.

[1187] nşr. İsmail el-Ensârî, Riyad 1389/1969; nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ, Kahire 1975; Beyrut 1406/1986; nşr. Meşhur Hasan Süleyman - Hisâm es-Sekkâ, yy., 1410/1990 (el-Mektebetü'1-Islâmî).

[1188] İbnü'l-Cevzî, el-Mtıntazam, XIV, 231.

[1189] nşr. Habîb Zeyyât, et-Meşnk, XXXV (Beyrut 1937), s. 384-390.

[1190] nşr. Abdülazîz Kebâh, Dımaşk, 1387/1967; nşr. Mühammed Zührî en-Neccâr, Rjy;ıd 1980; nşr. Muhammed İbrahim en-Nâsır, Mekke 1404 (Câmiatü Ümmil-kurâ, Kûlliyyetü'ş-Şerîa'da yapılan yüksek lisans tezi): Mecmû'u fetâvâ, Riyad 1412/1991, XXVIII, 60-120. İngilizce trc. Muhtar, Holland, Public Duîies in Is-tamiTbeInstüution oftbeHisba), London 1983; Fransızca crc. Henri Laust, "Le Traite sur la hisba d'Ibn Taymiyya", RHI, LII, Paris 1984, s. 25-108. Bu kitap hak­kında çeşitli değerlendirmeler için bk. Muhammed tl-Mübârek, ed-Devleveni-zâmü'l-bisbe inde Ibn Teymiyye, Beyrut 1387/1967. Eserin Türkçe tercümesi İçin bk. Bir islâm Kurumu Olarak Hisbedrc. Vecdi Akyüz), İstanbul 1989-

[1191] n.şr. Seiâhaddin el-Münecçid, Beyrut 1404/19H4. Eserin Türkçe tercümesi için bk. iyiliği Emretmek Kötülükten Alıkoymak (trc. Cemaiecldin Sancar), İstanbul 1987,

[1192] Ibn Teymiyye, el-Hisbe fl'l-lslâm {Mecmû'u fetâvâ içerisinde), Riyad 1412/ 1993, XXVIII, 63. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 261-262.

[1193] Bulak 1302; Kahire 1352; nşr. ihsan Abbâs, Beyrut 1405/1985.

[1194] nşr.   Abdullah   es-Sıddîk,   Kahire   1352/1934;   Beyrut   1399/1979,    1982, 1405/1985; nşr. Cündî Mahmûd Şellâ$ el-Heytî, Riyad 1409/1989.

[1195] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 262-263.

[1196] Brockelmann, GALSuppL I, 687.

[1197] Ibn Receb, Zeyl, II, 121-2.

[1198] Ferâizle ilgili yazılan eserlerin birer Listesi için bk. Kâtib Çelebi, Ke$fü'z-zu-nûn, II, 1244-1252; Ali Bardakoglu, "Ferâiz", DİA, XII, 363.

[1199] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 263-264.

[1200] Ahkâm hadisleri hakkında yapılan çalışmaların bir listesi için bk. Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdülhâdî, et-Mnharrcr fi'l-hadîs, Beyrut 1405/1985. I, 67-66 (naşirin mukaddimesi).

[1201] nşr. Ahmed Muhammed ŞSkir, Kahire - Beyrut 1373, 1407; nşr. Mustafa Abdül-kâdir Atâ, Beyrut 1406/1986.

[1202] nşr. Muhammed Münîr ed-Dımaşkî, Kahire 1344-1344; I-II., nşr. Ahmed Mu-iıammed Şâkir, Beyrut 1373/1955, 1407/1987.

[1203] Muhammed b. Ahmed es-Sefârînî el-Hanbelînin bu şerhi iki cilt olup ayrıca Abdülkadir b. Bedrân tarafından Mevârüiü 'l-efhâm 'alâ selseMH Vmdett'l-ah-kâm adıyla şerh edilmiştir. İbn Bedrân, el-Medbal, s. 470.

[1204] I-II., Beyrut 1398/1978.

[1205] nşr. Mustafa Abdülkadir Atâ, Beyrut 1406/1986.

[1206] Beyrut 1406/1986.

[1207] el-'Umde'rûn çeşitli şerhleri için bk. îbn Bedrân, el-Medbal, s. 468-470.

[1208] I-IV, nşr. Ali b. Muhammed el-Hindî, Kahire 1379; I-IV., nşr. Abdülmu'tî Emîn Kal'acî, Kahire 1410/1990.

[1209] I-II, nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî,  Kahire  1351/1933;  Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife).

[1210] Mecdüddin Ebü'I-Berekât Abdüsselâm İbn Teymiyye, ul-Müntekâ min ahbâ-ri'l-Mustcıfâ, Beyrut, (,s. (Dâru'I-a'rife), I, elİf-ha (naşirin mukaddimesi)

[1211] r-VHI, Kahire 139İ/1971.

[1212] Beyrut 1413/1993.

[1213] Beyrut 1406/1986; I-II, nşr. Hüseyin İsmail el-Cemel, Riyad 1414/1994.

[1214] I-II, nşr. Muhammed Selîm İbrahim Semâre - Cemâl Hamdı ez-Zehebî. Beyrul 1405/1985.

[1215] nşr. Muhammed h, Ömer b. Abdurrahman b. Akıl, Kahire 1976.

[1216] nşr. Hasan el-Feyyûmî İbrahim, Kahire, ts., (Şirketü'l-Kütübi'l-llmiyye); Kahire 1324/1906.

[1217] nşr. Seyyid İbrahim, Kahire 1992.

[1218] nşr. Muhammed Cemâfeddîn el-Kâsımî, Kahire 1322/1904; nşr. A. Hicâcî es-Sakka, Kahire 1988.

[1219] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 264-266.

[1220] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 266-267.

[1221] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 267.

[1222] nşr. Fuâd b. Abdülmün'im Ahmed, Riyad 1404/1983, 1415/1995.

[1223] Kahire, ts.

[1224] Zehebî, A'lâmü'n-nübdâ, XI, 185.

[1225] Ibn Ebû Yala, Tabakat, II, 205.

[1226] Brockelmann, GAl Suppl I, 619; Sezgin, GAS, I. 503.

[1227] S. De Laugier de Beaurecueil, "al-Ansârî al-Harawî'\ f-:i2Qng), I, 515-516.

[1228] Kahire 1349/1931; 1399/1978; Beyrut 1393/1973, 1977; nşr. Abdullah b. Abdül-muhsİn et-Türkî - Ali Muhammed Ömer, Kahire 1399/1979.

[1229] Kahire 1932; nşr. Abdullah b. Abdülnıuhsin et-Türkî, Mibnetû't-îmâm Abmed b. Muhammed b. Hatibe!, Kahire 1407/1987.

[1230] nşr. Ahmed Muhammed  fjâkir,  Kahire,  ts.,  Mektebetü't-Törâsi'l-tslâmî (.Ta-lâ 'i 'u İ-Müsned içerisinde).

[1231] Broçkelmann, GAL Suppi,: II, 37; Sezgin, GAS, 1, 504.

[1232] nşr. Abdullah b. Abdühnuhsin et-Turki, Kahire 1407/19B7; n,şr. Muhammed Zeynühüm Muhammed Azb. Kahire, ts., (Mektebelü Garîb).

[1233] Heidelberg 1897: Arapça uv. Abdülazîz Abdüllıâk. Abmed b. Hanbel ve'l-mih-ne. Kahire 1377/1958.

[1234] Kahire 1958.

[1235] Kahire   1981;  Türkçe  trc,   Osman   Keskioğlu,   Abmed  b.   Hanbel,  Ankara 1404/1984.

[1236] Kahire - Beyrut 1404/1984.

[1237] Beyrut 1408/1988.

[1238] Riyad 1402/1982.

[1239] Beyrut, ts., Memşürâlü'l-Mektebeti'l-Asriyye.

[1240] Kahire, ts. Dârü'l-Maarif.

[1241] İstanbul 1989.

[1242] Beyrut 1413/1993-

[1243] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 267-269.

[1244] nşr. Selâhaddin ei-Müneccid, Beyrut 1403/1983.

[1245] ıışr. Muhammed Hâmid eİ-Fıkî, Kahire 1356/1938.

[1246] Kahire 1329/1911: nşr. Necıtı Abdurrahman Halef, Beyrut 1406/1986.

[1247] Beyrut 1976.

[1248] Kahire, ts, Oârü'l-Fikrİ'i-Arabî; Türkçe'ye tercümesi: Şeyhülislâm Abmed Ibni Teymiyye (trc. Osman Keskioglu), İstanbul 1407/1987; İmam îbn-i Teymiyye (trc. Nusrettin Bolellİ vd.), İstanbul 1988.

[1249] Kahire, ts., Mektebetü Mısr.

[1250] Arapcaya trc. Saîd el-A'zamî en-Nedvî, Kuveyt 1403/1983.

[1251] Dımask 1960.

[1252] Halfa 1389/1969.

[1253] 1382/1963 yy-, Metâbiu Kustatomas.

[1254] Beyrut, ts., el-Gadîr li'd-Oiıfısât ve'n-Neşr.

[1255] Dımaşk 1406/1986.

[1256] Beyrut 1411/1991.

[1257] Beyrut 1966.

[1258] yy., 1971, ei-Mektebetü'1-lslâmî.

[1259] Kahire 1393/1973.

[1260] Kahire 1981.

[1261] I-II, Caİro 1939. Eserin Arapça'sı: Nazariyyâtü Şeyhilislâm İbn Teymiyye fi's-siyâse ve'l-ictimâ, trc. Muhammed Abdülazîm Âli, îskenderiyye 1396/1976.

[1262] Kahire 1401/1981.

[1263] Beyrut 1979.

[1264] Oxford 1993. Bu eser İbn Teymiyye'nin Cehdii'l-kanha fîtecridi'n-nmtba ad­lı eserinin tercümesi olmakla beraber, giri.s kısmında İbn Teymiyye'nin hayatı ve görüşleri geniş bir şekilde anlatılmıştır.

[1265] el-Fecâle 1990.

[1266] Îskenderiyye 1982.

[1267] Beyrut 1404/1984; Tartta 1405.

[1268] Dhaka - Bangladeşli 1403/1982.

[1269] Paris 1976. Bu eser, İbn Teymiyye'nin Iktizâu's-strâtı't-müstaktm (nşr. Mu­hammed Hâmid el-Fıkî, Kahire 1369/1950) adlı eserinin tercümesi olmakla be­raber, eserin giri.s bölümünde (s. 1-87) İbn Teymiyye'nin hayatı ve çeşitli ko­nulardaki görüş ve düşünceleriyle alakalı geniş bir bölüm bulunmaktadır.

[1270] Beyrut 1407/1987. 527 

[1271] Kuveyt 1400/1980.

[1272] Maryland - USA, 1415/1994.

[1273] Haydarâbâd 1305.

[1274] Beyrut 1403/1983.

[1275] Kahire 1318/1900; Beyrut 1985.

[1276] Bu   reddiyer   hk.bk.   Takıyyüddin   es-Sübkî,   er-Resâ'ilü's-Sübkiyye   Beyrut 1403/1983, .s. 12 (naşirin mukaddimesi).

[1277] nsr. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut - Dımaşk 1400/1980.

[1278] nsr. Necm Abdurrahman Halef, Beyrut 1404/1983

[1279] Bombay 1306/1889.

[1280] Kahire - Beyrut 5410/1990.

[1281] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 269-272.

[1282] Kahire 1970.

[1283] Riyaci 1979, 1986. 1412/1992.

[1284] Kahire 1971.

[1285] Kahire 1978.

[1286] Riyad 1402/1982.

[1287] Kahire 1956; Cidde 1385/1966, 1969.

[1288] Kahire, ts., Matbaatüt-Medenî.

[1289] Berkeley 1948.

[1290] Beyrut 1388/196«, 1391/1971.

[1291] Kahire 1379/1960.

[1292] Kahire 1392/1972.

[1293] Beyrut 1382.

[1294] Riyad 1397.

[1295] Beyrut 1974.

[1296] Beyrut - Kahire 1403/1983.

[1297] Kuveyt 1409/19H8.

[1298] nşr. İbrahim Muhammed el-Betâvî, Kahire 1407/1987.

[1299] İstanbul 1296/1879; 1992.

[1300] Kahire 1319.

[1301] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 272-273.

[1302] Dârü'l-Kütiibiz-Zâhiriyye, nr. 106, vr. 28-52.

[1303] nşr. İhsan Abfoas, Sezerdi min kütübin tnejkûdetin fî't-târih,  Beyrut 19^8, s. 177-205.

[1304] Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü'l-'ârifîn, II, 139.

[1305] Sehâvî, Zeylli Refi'İ-isr, s. 29; Zirİklî, el-A'tâm, I, 85.

[1306] I-III. ns.r. Bekr b. Abdullah Ebû Zeyd-Abdurralıman b. Süleyman el-'U.seymîn, Beyrut 1416/1996.

[1307] Kahire 1386/1966.

[1308] I-III, Mekkettri-Mükerreme 1398.

[1309] Beyrut 1410/1990.

[1310] Dâru'l-Kütübı'l-Mısriyye, nr. H/7369.

[1311] AİKİullalı b. Abdurrahman b. Salih el-Hessâm. 'Vlemâü Necd, I, 144.

[1312] Riyad 1989.

[1313] Hanlx;ıî tabakâtına dair yazılan eserlerin bir listesi için bk. Burhâneddin tbn Müflih, el-Maksadü'l-erşed, I, 35-42 (naşirin mukaddimesi).

[1314] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 273-275.

[1315] nşr. Muhammed Hâmtd el-Fıkî, Kahire 1952.

[1316] Kehhâie, Mu'cemü'l-mii'elliftn, V, 207.

[1317] nşn Alımed Ubeyd, Dımaşk 1350/1931.

[1318] n.sr. Henri Laoust - Sâmî ed-Dehhân, Dımaşk 1370/1951; I-II, n$r. Muhammed Hâmid el-Fıkî. Kahire 1952/1953; Beyrul, ta., nâm'l-Ma'rifeti U't-Tıbâati ve'n-Neşr.

[1319] Riyad 14O8/19KK.

[1320] Abdunııliman b. Süleyman el-Useymîn, Kahire 1406/19H6.

[1321] Broc-Mmarın, CAL, II, 129; SuppL, II, 812; Patna, Khuda Baklısh Orientul Pub­lic Lîbrary, nr. 3468.

[1322] Mıthammec!  Muhyiddin   Abdülhamîd   -   Âdil   Nüveyhiz,   Beyrul 1403/1983. 3X2  I-I, ngr. Abdurrahman b. Süleyman el-ll.seymîn, Kahire 1412/1992.

[1323] nşr. Muhammed Mutî el-Hâtiz - Nizâr Abaza, Dimaşk 1402/1982.

[1324] Muhammed Kemâleddin b. Muhammed el-Gazzî, en-Na'tü'l-ekmel, s. 345-443.

[1325] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 275-277.

[1326] Dımaşk, 1339/1920; nşt. Fevvâz ez-Zemeriî, lieyrut 1406/1986.

[1327] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 277.

[1328] I-Ill, nşr, Abdurrahmân b, Süleyman el-Useymm, Riyad 1410/1990.

[1329] Mil, Mekketü'İ-Miıkerremc-- 1398.

[1330] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 277-278.

[1331] nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Beyrut 1405/1985

[1332] Beyrut 1406/1986.

[1333] Beyrut 1411/1990.

[1334] Bu eser, müellif tarafından 1396 yılında Kahire, Câmiatü'l-Ezher'de doktora tezi olarak yapılmıştır. Bk. Mtıstablesâtil resâ'ili's-Su'ûdiyytn li-dureceli'd-duktûrâ tnşr. Imâdetü Şüûnfl-Mektebât - Câmiatü'l-Melik Suûd), Riyad 1403/1983, s. 6-9.

[1335] Mî, yy., 1398/1978, Matâblu'l-Ehrâmi't-Ticâriyye.

[1336] Kahire 1401/1981.

[1337] Le Caire 1939; I-II, Arapça trc. Muhammed Abdülazîm Ali - Mustüfa Hilmî, Nazariyyâtü Şeyhülislâm İbn  Teymiyye ft's-siyâsetive'l-icttmâ',  tskenderiyye 1396/1976.

[1338] Damas 1950.

[1339] Ibn Receb'in Zeyt'mm edisyon kritiği (Sami Dahan ile birlikte), Damas 1951..

[1340] Paris 1959.

[1341] İbn Teymiyye'nin es-Siyâsetû'Ş-ier'iyye'sinm Fransızca tercümesi, Damas 1948.

[1342] REİ (1932), s. 175-224."

[1343] Melanges Maspero, Le Caire, III (1937), s. 431-438.

[1344] BfiO, VII (1937-1938), s. 215-236.

[1345] Le Caire 1939.

[1346] BÛO, X (1943), s. 115-162.

[1347] Milanges louis Masstgnon, III, (1957), s. 7-35.

[1348] im, XXVI! (1959), s. 67-128.

[1349] BuîleHn de l'InstitutFt&nçais de Archâotogie Orientale dn Caire(BIFAÖ), LIX

[1350] Iskımic CtvtHsatton, 950-1150 (ed. D. S. Kichards), Oxford 1973, s. 169-185.

[1351] islam.- Post influence and Preseni Challenge içerisinde (Melanges W. Montgumery WatÖ, Edinburgh 1979, s. 15-33

[1352] islam.- Post influence and Preseni Challenge içerisinde (Melanges W. Montgumery WatÖ, Edinburgh 1979, s. 15-33

[1353] Norfolk 1985.

[1354] Makdisi, Religion, Lau> and Learning in Classical İslam, Norfolk 1991, s. V1/88-96.

[1355] American Journal ofArabic Studies, I (Leiden 1974), s. 118-129.

[1356] Mekınges louisMassignon, III, 91-126,

[1357] Religion, Latv and Leaming in Classical islam, Norfolk 1991, V/11S-126.

[1358] Bamascus 1963. 41H   Paris 1810.

[1359] London 1830.

[1360] Leiden 1978.

[1361] Üniversity of California (yaynnlanmarruş doktora Cezi), Los Angles 1990

[1362] Princeton Üniversity (yayımlanmamış doktora tezi), Princeton 1994.

[1363] Journal uf the Transactions of tbe Victoria Institute, XXXIII (London 1901), s311-333,'

[1364] L'Africjue h'rançais Supplement. no. I (1928), s. 489-492.

[1365] D. Hopıvood, Tbe Arabian Peninstüa-. Society and Politics, London 1972.

[1366] InternationalJ. Middle Rast Studies, IV/3 (Cambridge 1973), s. 311-327.

[1367] SI, XLI (1975). s. 93-111.

[1368] BSOAS, XXXVIII (1975), s. 32.

[1369] BEO, XXX (1978). s. 368-37L

[1370] Arah Studies Quarterly, IV (1982), s. 110-126.

[1371] JAOS, 102 (1982), s. 461-465.

[1372] A. H. Green, in Quest of an Islamic Hıtmanlsm, Cairo 1984, .s. 155-177.

[1373] JAOS, 107/2 (1987), S. 279-392.

[1374] Astan and African Studies, XXII (1988), s. 103-106.

[1375] Britisb Society for Middle Eastern Studies Bulletin, XVI/2 (1989), s   123-132.

[1376] The Müslim \Vorld, l.XXXII/3-4 (1992), s. 256-273.

[1377] JRAS, III/2, 2 (1992), s, 191-202.

[1378] Journal of SemiHc Studies, XXXIX/1 (1994). s. 41-86.

[1379] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 278-281.

[1380] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 283-286.

[1381] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 287-313.