SARIK VE ÇORAP ÜZERİNE MESH PROBLEMİ
SARIK ÜZERİNE MESTTİN CAİZ OLDUĞU GÖRÜŞÜNÜ BENİMSEYEN SAHABENİN UYGULAMASI
Kadınların Başörtüsü Üzerine Meshi Problemi
ÇORAP VE AYAKKABI (MEST) ÜZERİNE MESH İLE İLGİLİ SAHABENİN UYGULAMASI
SARIK VE ÇORAP ÜZERİNE MESH PROBLEMİ
Giriş
Sarık ve çoraplar üzerine mesh konusunun kaynağı hadis metinleri olmakla birlikte hadis ve fıkıh kitaplarında yer almış ve İslam bilginleri arasında çeşitli münakaşalara ve ihtilaflara yol açmış olup, bu konuda tek bir görüş üzerinde ittifak edilebilmiş değildir.
Konuya girmeden önce bu problemin ele almış gerekçesini ortaya koymanın gerekli olduğu kanatindeyiz. Bilindiği üzere yüce İslâm dininin özelliklerinden birisi de hükümlerin vaz' edilişi sırasında kolaylık (müsamaha) ilkesini göz önünde bulundurmuş olmasıdır. İslâm dininin bu ilkeye dayanmasının bir felsefesi ve gayesi vardır. İslam, topyekün insanlığın fıtrî ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde gönderildiğinden dolayı kolaylık ilkesini esas almıştır. O belli bir azınlığın değil, bütün beşeriyetin dinidir. Beş parmağın beşi de eşit olmadığı gibi yüce Allah da insanları tek bîr standart, ölçü ve karakterde yaratmamıştır. Dolayısıyla insanların hepsini ihtiyaç ve durum açısından eşit derecede kabul etmek insanın tabiatına aykırıdır.
Kolaylık ilkesinin temelini hem ayetlerde hem de hadislerde bulmak mümkündür. Nitekim Allah, Kur'an'ın birçok ayetinde insanlara taşıyamayacağı yükü yüklemediğini,[1] dinde onlar için bir zorluk kılmadığını,[2] zorluğu murad etmeyip daima kolaylığı istediğîni [3] bizlere açıklamıştır. Sevgili Peygamberimizin de "Din kolaylıktır, her kim bu dini zorlamaya kalkarsa din ona üstün gelir" [4] buyurması ve iki iş arasında muhayyer kaldığında günah olmadıkça kolay olanı tercih etmesi [5] gibi birtakım söz, fiil ve hareketleri bu ilkenin temelini oluşturmaktadır.
Bundan dolayı Hz. Peygamber gerek manevi hayatta, gerekse sosyal hayatta birtakım görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinde, vasat bir insanın taşıyabileceği yükü ölçü almış ve en az zahmetle yapılmasını şart koşmuş, hep kolaylık gösterilmesini tavsiye etmiştir. Vahyin irşadlarıyla o çok iyi biliyordu ki dini görevler zorlaştıkça o görevleri yapabilenlerin sayısı azalacaktır. Nihayet din hayattan kopacak ve belli bir azınlığın, belki imtiyazlı kabul edilen küçük bir zümrenin dini hâline gelecekti. O, bunu istemiyordu. İşinde gücünde çalışan normal insanların ve herkesin dini olarak müslümanlığın tabana yayılmasını istiyordu. [6]
Dinin birtakım ibadetlerde kolaylık esasını getirmiş olduğu bilinmektedir. Abdestte; teyemmüm ve mest kolaylığı, namazda; yolculuk esnasında rekatların kasredilmesi (kısaltılması), kıble şartının aranmaması, oruçta ve hacda benzeri kolaylıkların getirilmiş olması, tek bir standart hâlinde yaratılmamış olan insanların ihtiyaçlarının ve durumlarının gözönüne alınmış olmasındandır. Bu nevi kolaylıklar cinsinden olan sarık, başörtüsü ve çoraplara meshedilmesini de bu bağlamda düşünebiliriz. Zira bunlar, diğer kolaylıklar gibi, Hz. Peygamberden nakledilen rivayetlerde zikredilmekte olup ayrıca sahabe tarafından fiili olarak tatbik edilmiştir. Konuyla ilgili -ilerde zikredeceğimiz gibi- bir hayli lehte hadis rivayet edilmiştir. Bu rivayetlerin tek kusuru, bazı mezhep imamlarına ulaşmamış veya ulaşsa bile onlar tarafından delil olarak alınmamış olmasıdır. İş bu araştırmada mezhep imamlarının bu hadislere bakışaçısını ve değerlendirmelerini ele aldığımız gibi, onların sarık, başörtüsü ve çoraplara ilişkin delillerini ve dayanaklarını ortaya koymayı ve bir sonuca gitmeyi amaçladık.
Araştırmanın başlangıcında hem sarık hem de çorapla ilgili toplayabildiğimiz bütün hadisleri bir araya getirmeye gayret ettik. Sarıkla ilgili hadisleri ayrı, çorapla ilgili hadisleri ayrı ele aldık. Aynı manadaki hadisleri -bu her iki grup için de geçerlidir- bîr araya getirerek konularına göre mümkün mertebe gruplar hâlinde tasnif etmeye çalıştık. Aynı konudaki hadisler içinden en geniş ve tafsilatlı ve aynı zamanda delaleti en açık olanının arapça metni ve tercümesi, diğerlerinin ise sadece senedini zikretmekle yetindik. Ayrıca her bir hadisin kaynaklardaki yerini gösterdik.
Araştırmada önce sahabe ve tabiinin bu meseledeki tatbikatlarına dair bilgiler nakledilmiştir. Daha sonra ise sadece sünnî fıkıh mezheplerinin görüşlerine yer verilmiş ve onların konuyla ilgili münakaşa ve ihtilafları tartışılmıştır.
Bu araştırmada yapılmaya çalışılan önemli bir husus da mezheplerin konuyla ilgili görüşlerinin Kur'an ve sahih sünnet açısından münakaşa ve müzakeresine girilmiş olmasıdır. Konunun leh ve aleyhindeki deliller, bir bütün olarak vahiy, sahih sünnet ve aklın bedihi gerçekleri çerçevesinde değerlendirilmeye çalışılmıştır. Yeri geldikçe konuyla ilgili görüşlerimizi belirtmekten de imtina edilmemiştir.
Bu tür bir araştırmanın yapılmasına öncülük ederek her zaman ilgisini ve yardımını esirgemeyen ve fikirleriyle bana yol gösteren değerli hocam Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu'na en içten saygılarımla teşekkürlerimi arz ederim. H. Musa Bağcı [7]
A. SARIK ÜZERİNE MESH İLE İLGİLİ HADİSLER
Muğire b. Şu'be şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah bir seferde (gaza-i hacet için) geride kaldı. Ben de onunla beraber geride kaldım. O defi hacetini yaptığı vakit "Yanında su var mı?" buyurdu. Kendisine bir abdest sürahisi getirdim. Avuçlarım ve yüzünü yıkadı, sonra kollarından yenini sıyırmaya başladı. Fakat cübbenin yeni dar gelince bu sefer ellerini cübbenin alt tarafından dışarı çıkardı ve cübbeyi de omuzuna attı. Sonra kollarını yıkadı, başının ön tarafına, sarığı ve mestleri üzerine meshetti. Sonra hayvanına bindi, ben de bindim. Kafileye ulaştığımızda onlar namaza durmuşlardı. Onlara Abdurrahman b. Avf namaz kıldırıyordu. Abdurrahman henüz bir rek'at kıldırmıştı. Hz. Peygamberin geldiğini hissedince, Peygamber önüne geçsin diye kendi yerinden gerilemeye başladı. Hz. Peygamber ona ("devam et" diye) işaret etti. O da camaate namaz kıldırdı. Abdurrahman selam verdiği zaman Hz. Peygamber (selam vermeden) ayağa kalktı, ben de kalktım ve kaçırmış olduğumuz rek'atı kıldık, (bu lafız Müslim'e aittir.).
- Haddesenî Muhammed b. Abdillah b. Bezi', Haddesenâ Yezid (İbn Zurey'), Haddesenâ Humeyd et-Tavîl, Haddesenâ Bekir b. Abdillah el-Muzenî an Urve b. d-Muğîre b. Şu'be an Ebîhi.[8]
- Haddesenâ Yusuf el-Kâdî, kale sena Mesedded, kale sena Yezîd b. Zurey', kale sena Humeyd Kale sena Bekirb. Abdillah el-Muzenî an Hamza b. el-Muğîre b. Şu'be an Ebîhi. [9]
- Ahberanâ Amr b. Ali ve Humeyd b. Mes'ade an Yezîd ve hüve İbn Zurey' kale Haddesenâ Humeyd kale Haddesenâ Bekir b. Abdillah el-Muzenî an Hamza b. el-Muğîre b. Şu'be an Ebîhi.[10]
- Ahberanâ Ebû Abdillah el-Hâfız, Ahberanî Ebû'n-Nadr el-Fakîh, sena Ebû Abdillah Muhammed b. Nasr el-İmam, sena Humeyd b. Mes'ade, sena Yezid b. Zurey', sena Humeyd et-Tavîl, sena Bekir b. Abdillah el-Muzenî an Hamza b. el-Muğîre b. Şu'be an Ebîhi.[11]
Rasulullah'ın mevtası Sevbân şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (s.a.v) bir seriyye gönderdi. (Bu seriyye esnasında) onlar soğuk aldılar. Hz. Peygambere geldikleri zaman soğuktan şikayet ettiler. Bunun üzerine O sarıkları ve mestleri üzerine meshetmelerini emretti. (Bu lafız Ahmed b. Hanbel'e aittir.). [12]
Hadisin Senedleri
- Haddesenâ Abdullah, Haddesenî Ebî, sena Yahya b. Saîd, an Sevr an Raşid b. Sa'd an Sevbân.[13]
- Ahberanâ Ahmed b. Ca'fer el-Kâtli, sena Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Haddesenî Ebî, sena Yahya b. Said an Sevr an Raşid b. Sa'd an Sevbân.[14]
- Haddesenâ Ahmed b. Muhammed b. Hanbel, sena Yahya b. Said an Sevr an Raşid b. Sa'd an Sevbân.[15]
Enes b. Malik şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah'ı abdest alırken gördüm. Başında Katar mamulü bir sarık vardı, sarığın altına elini soktu. Sarığını çözmeden başının ön kısmını mesnetti. (Bu lafız Ebû Davud'a aittir.) [16]
Hadisin Senedleri
- Haddesenâ Ahmed b. Salih, sena İbn Vehb, Haddesenî Muaviye b. Salih an Abdulaziz b. Müslim an Ebî Ma'kıl an Enes b. Malik.[17]
- Haddesenâ Ebû Tahir, Ahmed b. Amr b. es-Serh, sena Abdullah b. Vehb, sena Muaviye b. Salih an Abdilaziz b. Müslim an Ebî Ma'kıl an Enes b. Malik.[18]
- Haddesenâ Ebû'n-Nadr el-Fakîh, sena Osman b. Said ed-Darimî, sena Ahmed b. Salih, sena Abdullah b. Vehb, Ahberanî Muaviye b. Salih an Abdilaziz b. Musüm an Ebî Ma'kıl an Enes b. Malik.[19]
Zeyd b. Sûhân el-Abdî'nin mevlası Ebû Müslim şöyle rivayet etmiştir: Selman el-Farisî ile birlikte idim. O, abdestini bozmuş bir adamı mestlerini çıkarmaya çalışırken gördü. Selman abdest almak isteyen adama mestlerine, sarığına ve alnına meshetmesini emretti ve dedi ki:
"Ben Rasulullah'ı mestlerine ve sarığına (başındaki örtüye "himar") meshederken gördüm. (Bu lafız Ahmed b. Hanbel'e aittir.) [20]
Hadisin Senedleri
- Haddesenâ Abdullah Haddesenî Ebî, sena Abdussamed, sena Davud (İbn Ebi'l-Furat), sena Muhammed b. Zeyd an Ebî Şüreyh an Ebî Müslim mevla Zeyd b. Sûhân el-Abdî.[21]
- Haddesenâ Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, sena Yunus b. Muhammed an Davud b. Ebi'l-Furat, an Muhammed b. Zeyd an Ebî Şureyh an Ebî Müslim mevla Zeyd b, Sûhân el-Abdî.[22]
Bilal (r.a)'dan rivayet edildiğine göre Abdurrahman b. Avf ona Hz, Peygamberin mestler üzerine nasıl meshettiğini sorduğunda şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber def'i hacetini yapar, bir masrafa su ister ve yüzünü, ellerini yıkardı. Sonra mestlerine ve sarığına meshederdi." (Bu lafız, Ahmed b. Hanbel'e aittir.) [23]
Hadisin Senedleri
- Haddesenâ Abdullah, Haddesenî Ebî, sena Muhammed b. Bekr ve Abdurrezzak kâlâ:
İbn Cureyc, Ahberanî Ebû Bekr b. Hafs b. Ömer, Ahberanî Ebû Abdirrahman an Ebî Abdillah ennehu semia Abderrahman b. Avf Yeseluhu Bilal. [24]
- Ahberanâ Abdurrahman b. Hasen el-Esedî bi Hemedan, sena İbrahim b. el-Huseyin, sena Adem b. Ebî İyas, sena Şu'be ve Ahberanâ Muhammed b. Ca'fer el-Adl, sena Yahya b. Muhammed, sena Ubeydullah b. Muaz el-Anberî, sena Ebî, Sena Şu'be, an Ebî Bekir b. Hafs b. Ömer b. Sa'd Semia Ebâ Abdillah Mevla benî Temîm b. Merre Yuhaddisu an Ebî Abdirrahman.[25]
- Abdurrezzak an İbn Cüreyc kale:
Ahberanî Ebû Bekr b. Hafs b. Ömer kale:
Haddesenî Ebû Abdirrahman an Ebî Abdillah ennehu semia Abderrahman b. Avf seele Bilal. [26]
Ca'fer b. Amr babasından şöyle rivayet etmiştir:
"Nebi (s.a.v)'i sarığına ve mestine meshettiğini gördüm." Ma'mer Yahya'dan, o da Ebû Seleme'den, o da Amr'dan Nebi'yi (böyle yaparken) gördüm, şeklindeki rivayetiyle yukarıdaki hadise mutabakat etmektedir. (Bu lafız, Buhari'ye aittir.) [27]
Hadisin Senedleri
- Haddesenâ Abdan, Ahberanâ Abdullah, kale:
Ahberanâ el-Evzâî an Yahya an Ebî Seleme an Ca'fer b. Amr ve an Ebîhi. [28]
- Haddesenâ Abdullah, Haddesenî Ebî, sena Ebû'l-Muğîre, sena Abdurrahman b. Amr el-Evzâî, Haddesenî Yahya b. Ebî Kesîr el-Yemânî an Ebî Seleme an Ca'fer b. Amr b. Umeyye ed-Damrî.[29]
- Haddesenâ Muhammed b. Mus'ab an el-Evzaî, an Yahya b. Ebî Kesîr, an Ebî Seleme, an Ca'fer b. Amr b. Umeyye ed-Damrî an Ebîhi.[30]
- Ahberanâ el-Huseyin b. Mansur, kale:
Haddesenâ Ebû Muaviye, Haddesenâ el-A'meş ve Enbeenâ el-Huseyin b. Mansur kale:
Haddesenâ Abdullah b. Numeyr kale Haddesenâ el-A'meş ani'l-Hakem an Abdirrahman b. Ebî Leyla an Ka'b b. Ucre an Bilal. [31]
- Ahberanâ Hennâd b. es-Seriyyi, an Vekî an Şu'be, ani'l-Hakem an Abdirrahman b. Ebî Leyla an Bilal.[32]
- Haddesenâ Duhaym, sena el-Velid b. Müslim, sena el-Evzaî ve Haddesenâ Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, sena Muhammed b. Mus'ab, sena el-Evzaî, sena Yahya b. Ebî Kesîr, sena Ebû Seleme, an Ca'fer b. Amr, an Ebîhi.[33]
- Ahberanâ Ebû Tahir, Nâ Ebû Bekr, Nâ el-Kasım b. Muhammed b. Abbâd el-Mahlebî, Nâ Abdullah b. Davud, kale: semi'tu el-Evzaî an Yahya b. Ebî Kesîr an Ebî Seleme b. Abdirrahman an Ca'fer b. Amr b. Umeyye ed-Damrî an Ebîhi.[34]
- Haddesenâ Abdullah, Haddesenî Ebî, sena el-Huseyin b: Sivar, sena Leys b. Sa'd an Muaviye an Atebe Ebî Umeyye ed-Dimeşkî an Ebî Selam el-Esved an Sevbân.[35]
- Abdurrezzak an Abdillah kale: Ahberanî el-Hakem b. Uteybe an Abdirrahman b. Ebî Leyla an Bilal.[36]
- Ahberanâ Ebû Tahir, Nâ Ebû Bekir, Nâ Abdulllah b. Said el-Eşec, Nâ Abdullah b. Numeyr, Ahberanâ el-A'meş ve Haddesenâ Yusuf b. Musa, Nâ Ebû Muaviye, Nâ el-A'meş, Haddesenâ Selem b. Cennâde Nâ Ebû Muaviye ani'l-A'meş, ani'l-Hakem an Abdirrahman b. Ebî Leyla an Ka'b b. Ucre an Bilal.[37]
- Abdurrezzak an Ma'mer an Katade enne'l-Muğire b. Şu'be kale: Hasletân la es'elu anhuma ehaden.[38]
- Abdurrezzak an Ma'mer an Eyyûb an Ebî Kılâbe kale:
Meseha Bilal ala mugayhi fe kîle lehu:
Ma haza? kale:[39]
Bilal (r.a) şöyle rivayet etmiştir:
"Allah'ın Rasulü mestlerine ve sarığına (baş örtüsününe "hımar") meshetti." (Bu lafız, Müslim'e aittir.) [40]
- Haddesenâ Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve Muhammed b. Alâi kâlâ:
Haddesenâ Ebû Muaviye, Haddesenâ İshak, Ahberanâ İsa b. Yunus Kilâhumâ ani'l-A'meş ani'l-Hakem an Abdirrahman b. Ebî Leyla an Ka'b b. Ucre an Bilal. [41]
- Haddesenâ Umeyye b. Bestam ve Muhammed b. Abdi'I-A'lâ kâlâ:
Haddesenâ el-Mu'temir an Ebîhi kale:
Haddesenî Bekr b. Abdillah an İbni'l-Muğîre an Ebîhi [42]
- Haddesenâ Muhammed b. Abdi'1-A'lâ, Haddesenâ el-Mu'temir an Ebîhi an Bekr ani'l-Hasen an İbni'l-Muğîre an Ebîhi ani'n-Nebiyyi[43]
- Haddesenâ Hennâd, Haddesenâ Ali b. Mushir ani'I-A'meş ani'l-Hakem an Abdirrahman b. Ebî Leyla an Ka'b b. Ucre an Bilal.[44]
- Haddesenâ Hişam b. Ammar, sena İsa b. Yunus ani'I-A'meş ani'l-Hakem an Abdirrahman b. Ebî Leyla, an Ka'b b. Ucre an Bilal.[45]
- Haddesenâ Ebû Muaviye ani'I-A'meş ani'l-Hakem an Abdirrahman b. Ebî Leyla an Ka'b b. Ucre an Bilal.[46]
- Haddesenâ Yezid b. Harun ani't/Teymî an Bekr an Ebu'l-Muğîre b. Şu'be an Ebîhi.[47]
- Haddesenâ İbn Uleyye, an Eyyûb an Muhammed b. Şîrîn an Amr b. Vehb es-Sekafî an Muğîre b. Şu'be.[48]
- Abdurrezzak, ani's-Sevrî, ani'I-A'meş, ani'l-Hakem b. Uteybe an Abdurrahman b. Ebî Leyla an Bilal.[49]
- Abdurrezzak, an Muhammed b. Raşid kale:
Haddesenî Mekhul an Nuaym b. Hammad Ahberahu enne Bilal [50]
- Abdurrezzak an Hammad an Katade enne'n-Nebiyye kâne yemsehu ala imametihi kale yedau yedehû ala nâsiyetihî summe yemurru biyedihî ale'l-imameti.[51]
İbnu'l-Muğîre babasından şöyle rivayet etmiştir:
"Nebî (s.a.v) mestlerine, alnına ve sangına (imame) meshetti. (Bu lafız, Müslim'e attir.) [52]
Hadisin Senedleri
- Haddesenâ Muhammed b. Beşşâr ve Muhammed b. Hatim cemîan an Yahya el-Kattân kale:
İbn Hatim: Haddesenâ Yahya b. Saîd ani't-Teymî an Bekr b. Abdillah ani'l-Hasen an İbni'l-Muğîre b. Şu'be an Ebîhi. [53]
- Haddesenâ Muhammed b. Beşşâr, Haddesenâ Yahya b. Saîd el-Kattân an Süleyman et-Teymî an Bekr b. Abdillah el-Muzenî ani'l-Hasen an İbni'l-Muğîre b. Şu'be an Ebîhi.[54]
Ca'fer b. Umeyye ed-Damrî, babasının Rasulullah'ı mestlerine ve sarığına (imame) meshederken gördüğünü rivayet etmiştir.[55]
Hadisin Senedi
- Ahberanâ Ebû'l-Muğîre, sena el-Evzaî an Yahya an Ebî Seleme an Ca'fer b. Amr b. Umeyye ed-Damrî an Ebîhi.[56]
Asım şöyle rivayet etmiştir:
(Bir keresinde) Enes b. Malik'i gördüm. Bevletti, sonra kalktı ve abdest aldı. Mestlerine ve sarığına meshetti. Sonra da kalkıp farz olan bir namaz kıldı. (Bu lafız, Abdurrezak'a aittir.) [57]
Hadisin Senedi
- Abdurrezzak ani's-Sevrî an Asım.[58]
Muhammed b. Şîrîn şöyle rivayet etmiştir:
Bir adam Bilal'in veya Usame'nin yanına girdi. O su oluğunun altında abdest alıyordu, mestlerine meshetti. Adam ona şöyle dedi:
"Bu (yaptığın) nedir? O:
Allah'ın Rasulü mestlerine ve sarığına meshederdi" diye cevap verdi. Mes'ab nedir? dedim.
O da "ka'benin oluğudur" dedi. [59]
- Abdurrezzak an Hişam b. Hassan an İbn Şîrîn.[60]
SARIK ÜZERİNE MESTTİN CAİZ OLDUĞU GÖRÜŞÜNÜ BENİMSEYEN SAHABENİN UYGULAMASI
Humeyd b. Gasile es-Sanâbihî şöyle demiştir:
Ben Ebû Bekr (r.a)'i sarığına (baş örtüsüne) meshederken gördüm.[61]
Eş'as babasından Ebû Musa'nın tuvaletten çıktığını ve külahına meshettiğini rivayet etmiştir. [62]
Ebû Galip, "Ebu Umamenin sarığına meshederken gördüm" demiştir. [63]
el-Hasen annesinden şöyle rivayet etmiştir:
Ümmü Seleme baş örtüsüne meshediyordu." [64]
Asım şöyle rivayet etmiştir:
Enes'in mestlerine ve sarığına meshettiğini gördüm." [65]
Suveyd b. Gafele'nin rivayetine göre Hz. Ömer şöyle demiştir:
Dilersen sarığına meshet, dilersen onu çıkarıp meshet. [66]
Nebâte şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Ömer'e sarık üzerine mesh hakkında sordum. O şöyle dedi:
"Dilersen ona meshet, dilersen başına meshet. [67]
Tarık şöyle rivayet etmiştir:
Hakim b. Cabir'i sarığına meshederken gördüm." [68]
Ebu Müslim şöyle rivayet etmiştir:
Selman'la birlikte bulunuyordum. Bir adamın abdest için mestlerini çıkardığını gördü. Selman ona:
"Mestlerine, başörtüsüne ve alnına meshet. Muhakkak ki ben Rasululllah'ı mestlerine ve başörtüsüne (sarığına) meshederken gördüm" dedi. [69]
SARIK ÜZERİNE MESHİN CAİZ OLMADIĞI, BİLAKİS BAŞA MESHEDİLECEĞİ GÖRÜŞÜNE SAHİP OLAN SAHABENİN UYGULMASI
Ammar b. Yasir şöyle demiştir:
Cabir'e sarığa mesh konusunda sordum.
O da "suyu saçına değdir" dedi. [70]
Ebû Lubeyd şöyle rivayet etmiştir:
"Ben Hz. Ali'yi bir katır üzerinde bir vadiye girdiğini gördüm. Üzerinde izan, ridasi, sarığı ve mestleri vardı. (Bir ara onu) gördüm. Bevletti, sonra abdest aldı, sarığını sıyırdı. Başına ve mestlerine meshetti. [71]
Nafi'nin rivayetine göre İbn Ömer sarığa meshetmezdi, [72]
Ata şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah abdest aldı. Sarığını kaldırdı ve başının önünü mesnetti [73]
Hişam'ın rivayetine göre babası sarığını çıkarıp başını suyla mes hederdi. [74]
Ebu'l-Buhterî şöyle demiştir:
"Şa'bî'yi abdest alırken sarığını sıyırdığını gördüm. [75]
SARIK ÜZERİNE MESH PROBLEMİ
Sarık üzerine mesh konusunda mezhebî tartışmalara ve tahlillere girmeden önce sarığın "el-İmame " ne anlama geldiğini açıklamak yerinde olur. Araştırmanın başında zikrettiğimiz sarıkla ilgili rivayetlerde hem "imame" kelimesi hem de "hımar" kelimesi bazen birlikte, bazen de ayrı ayrı yerlerde geçmektedir. "İmame" kelimesi örfen başa sarılan giysidir. [76] Genelde erkeklerin kullandığı bir giysi olarak kabul görmüştür. "Hımar" kelimesi de başı örten bir giysi olarak[77] tanımlanmıştır. Her iki kelime de aynı anlamda olup[78] Yalnız hımar kelimesi bazen başörtüsü anlamnında da kullanılmıştır. Bununla birlikte hem "İmame" (sarık, başörtüsü) hem de "hımar" (başörtüsü) kelimeleri varid olan hadislerde sarık anlamında kullanılmakta olup hımar kelimesi hanım sahabilerin tatbikatında başörtüsü anlamına gelmektedir.
Bu noktayı vuzuha kavuşturtuktan sonra mezheplerin bu konudaki görüşlerinin tahlil ve tenkidine geçebiliriz. Sarık üzerine meshin cevazı konusunda mezhepler iki gruba ayrılmıştır. Hanbelîler sarık üzerine meshi caiz görürken, Malikiler çıkartılması hâlinde zarar görüleceğinden korkulduğu, başka bir deyişle mazeretin bulunduğu durumlarda sarık üzerine meshi caiz görmektedirler. Karşıt grubu oluşturan Hanefi'ler ve Şafiîlere gelince onlar bu konuda kesin olarak cevaz vermemektedirler. Şimdi bu görüşlerin delillerini inceleyerek tahliline geçmek istiyoruz. [79]
A) Hanefîler.
Hanefi mezhebine mensub fakihler sarık, külah, [80] bürgü veya örtü üzerine meshetmenin caiz olmayacağı [81] görüşündedir. Onlar bu görüşü ileri sürerken çeşitli gerekçeleri delil olarak kullanmışlardır. Bunlardan en önemlisi Kur'an-ı Kerim'de bulunan abdest ayetindeki "Başınızı meshediniz" [82] ifadesidir. Zira bu ayet sadece başa meshedilmesini, bunun dışında başka bir şeye meshedilmemesini gerektirecek açıklıkta bir delildir. [83] Bu birinci gerekçeyi Hattabî (öI:388/998) de destekleyerek şöyle demektedir:
"Allah başa meshi farz kılmıştır. Sarık üzerine mesh konusundaki hadis te'vile muhtemeldir. Dolayısıyla yakın olan ihtimalli olana tercih edilemez. [84] Evet, Allah'ın Kur'an'da başa meshedilmesini farz kıldığı doğrudur. Bu konuda hiçbir kimsenin şüpheye düşmesine mahal yoktur. İhtiyaçları ve durumları birbirinden farklı olan ve tek bir standart, ölçü ve karakterde yaratılmamış olan insanların bu farzı mutlak olarak yerine getirebilmelerinde güçlük olacağı izahtan varestedir. Dolayısıyla tabiatları gereği tek bir standartta yaratılmamış olan insanların zora sokulması sözkonusu olacaktır. Oysa ki Allah insanlar için zorluğu değil, kolaylığı murad etmektedir. [85]
Sarık üzerine mesh kolaylığını öngören hadislerin zan ifade ettiğini ve te'vili gerektireceğini söylemenin ve bu ruhsattan insanları mahrum kılmanın onları zora sokacağını unutmamak gerekir. Zira bu konuda varid olan rivayetler, el-Buharî, Müslim, et-Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, en-Nesâî, İbn Mace ve diğer birçok hadis uzmanları tarafından isnadı muttasıl ve sağlam kanallarla tahriç edilmiş hadislerdir. Bu hadislerde Hz. Peygamberin bazen sadece başına, bazen sadece sarığına, bazen de hem başına hem sangına meshettiği sabittir. Dolayısıyla Hz. Peygamberden varid olan ve sabit olan bu rivayetlerin hepsi sahih olarak kabul edilmiştir. [86] Bunun dışında bu rivayetlerin mevzu olduğu kaydına hiçbir kaynakta rastlanmış değildir. Bundan dolayı İslamın kolaylık ilkesi gereği bu sahih olan hadislerle amel etme konusunda bir sakınca olmasa gerektir. Zira Hz. Peygamber Allah'ın kelamı olan Kur'an'ı açıklayan ilk öğretici ve ilk müfessirdir. Onun insanlık için bir ruhsat getirme yetkisi olmalıdır. İbadetler tek bir standart hâle getirildiği takdirde İslam yaşanmaz hâle gelecektir. Netice olarak sadece bu konuda ayetle yetinip zorluğa maruz kalmış insanlara bir ruhsat teşkil edecek hadisleri delil almayıp te'vil etmek tutarlı bir tavır olmasa gerektir.
Hanefilerin ileri sürdükleri diğer bir gerekçe ise mest üzerine mesh ile sarık üzerine mesh arasında kıyasın doğru olmayacağıdır. [87] el-Buharî (öl: 256/870)'nin ilk sarihi Hattabî (öl:388/998) de bu görüşü benimseyerek bu ikisi arasındaki kıyasın uzak olduğunu belirtmektedir. [88] Zira mesh, meshden değil, yıkamaktan bedeldir. Oysaki başa meshedilmektedir. Sarık üzerine mesh, başa meshden bedel olamaz. Bunun tam aksi mest üzerine mesh ayağın yıkanmasından bedeldir. Bu iki şeyi birbiriyle kıyaslamak doğru değildir. [89]
Bu gerekçenin de sağlam bir temel üzerine oturmadığını, kıyasın olmayacağı iddiasının da tutarlı olmadığını görmek zor olmasa gerektir. Bu kıyasın yanlış olduğunu söylemek mantıken anlaşılır gibi değildir. Ayakları yıkamak farz olduğu gibi başı meshetmekte farzdır. Ayaklar için zaruri olarak getirilen mest ruhsatı, hadislerle mümkün hâle gelirken, başa giyilen sarık veya başörtüsü üzerine niçin mesh ruhsatı getirilmesin. [90] Zira bu konuda da yeterli sahih rivayetler mevcuttur. [91] Mest ruhsatı hadisle sabit olduğu gibi, sarık veya başörtüsü üzerine mesh de hadislerle sabittir. Bu konudaki hadisler açıkça buna delalet etmektedirler. Aksine -sahabe uygulaması dışında- bizzat Hz. Peygamberden varid olmuş bir hadis sözkonusu değildir. Dolayısıyla kolaylık ilkesinden hareket edilecek olursa en azından İslâmî açıdan sarık veya başörtüsüne mesh etmek de bir ruhsat olarak kabul edilmesi kıyas gereği gereklidir.
Hanefilerin bu konudaki son bir gerekçesi ise sarıgın çıkarılmasında herhangi bir zorluğun olmayacağı meselesidir. [92] Mest üzerine mesh, zorluğun giderilmesi için bir ruhsattır. Oysa ki sarıkta böyle bir zorluk sözkonusu değildir. Zira sarığın altına eli sokup meshetmede aşırı bir zorluk yoktur. Buradaki mest için getirilen ruhsat, zorluğun giderilmesi içindir. Ayakları yıkamakta bir zorluk olduğu hâlde sarığı çıkarıp meshetmekte bir zorluk yoktur. [93]
Mest üzerine meshin zorluğun giderilmesi için bir ruhsat olduğunu tereddütsüz kabul ediyoruz. Bu, hem Kur'an'ın getirmiş olduğu kolaylık ilkesine, hem de hadislerin amacına uygun bir davranıştır. Bugünkü şartları da düşünecek olursak başına sarık saran bir insan günde beş defa sarığını açıp bağlaması gerekir. Aksi takdirde o insan başını meshetmede güçlük doğacaktır. Günde beş defa bunu gerçekleştirecek bir insan için bu faaliyet, zorluk ve bıkkınlık meydana getirecektir. Zaten bizim bu konuda varmak istediğimiz netice, İslâmî açıdan zaruri görülen durumlarda bu amelin gerçekleştirilmesidir. Örneğin bir bayan abdest alma ihtiyacı duyduğunda ve başını açması gerek ortam açısından müsait olmaması, gerekse başörtüsünü çıkarma zorluğundan kaynaklanan sorunlar nedeniyle başörtüsüne meshetmesi onun için bir ruhsat olacaktır. Başında hastalığı olan bir kimse günde beş defa başına su değmesi hastalığı açısından sakınca yaratıyorsa başında bulunan takke veya şapkasına meshetmesi yine onun için bir ruhsat olacaktır. Netice itibariyle böyle zaruri durumlarda sarık veya başörtüsü üzerine mesh edilmesi ne Kur'an'ın kolaylık ilkesine ne de varid olan hadislere aykırıdır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Hanefiler, Kur'an nassını esas alıp bu nassa uygun olan, aşağıda belirteceğimiz bir hadisi delil olarak kabul ederken, bunun dışındaki diğer rivayetleri te'vil yoluna gitmektedir. Te'vil ettikleri bu rivayetler şunlardır:
"Abdurrahman b. Avf, Bilal'e Hz. Peygamberin mestlerine nasıl meshettiğini sorunca şöyle cevap vermektedir: "O, defi hacetini yaptı ve bir sürahi su istedi, arkasından elini ve yüzünü yıkayıp mestlerine ve sarığına mesnetti." [94]
Diğer rivayet ise, Hz. Peygamberin gönderdiği seriyyede bulunan sahabilere hava soğuk olmasından dolayı sarıklarına meshetmelerine dair hadistir. [95] es-Serahsî (öl: 483/1090) her iki hadisin de sarık üzerine meshi caiz kılmayacağını ileri sürerek bu rivayetleri te'vil yoluna gitmektedir. Bilal'in rivayet ettiği hadis hakkında "Biz öyle zannediyoruz ki Bilal, Hz. Peygamberden çok uzakta idi. Hz. Peygamberin başındaki sarığı çıkarmadığını görünce sarıgın üzerine meshettiğini zannetti. Oysa ki Hz. Peygamber sarığı çıkarmadan sıyırmış ve alnına meshetmişti. es-Serahsî bu izahı Cabir'in rivayet ettiği hadise dayanarak te'vil etmektedir. Zira bu rivayette Cabir, Rasulullah'ın başındaki sarığı sıyırıp alnını meshettiğini vurgulamaktadır. [96] Seriyye ile ilgili rivayeti ise şu şekilde te'vil etmektedir:
Hz. Peygamber onların özürlerinden dolayı sarık üzerine meshin cevazını sadece bu seriyyeye has kılmıştır. Nitekim bazı sahabilere birtakım şeyleri tahsis etmiştir ki Abdurrahman b. Avfa ipek giysisini has kılması buna örnek teşkil etmektedir. [97]
Görülüyor ki Hanefiler hadis imamlarının sahih olarak kabul ettikleri hadisleri delil olarak kullanmayıp te'vil yoluna gitmektedirler. Dolayısıyla ruhsat kapısını kapatmaktadırlar. Oysa ki yukarıda zikredilen hadisler hem et-Tirmizî (öl: 279/892), hem de Hakim en-Neysaburi (öl:405/10l4) hem de Azimâbâdi (öl: 1273/1857) tarafından sahih olarak kabul edilmiştir. et-Tirmizî, Muğîre b. Şu'be'nin rivayet ettiği "Hz. Peygamberin abdest alıp mestlerine ve sarıgına mesnetti" şeklindeki rivayetinin hasen sahih olduğunu ve Hz. Peygamberin ashabından Ebû Bekr, Ömer, Enes, ve daha sonraki alimlerden Evzâî, Ahmed b. Hanbel, ve İshak'ın sarık üzerine rneshedilmesinin caiz olduğu görüşüne sahip olduklarını ifade etmektedir. [98]
Hanefilerin te'vil ettikleri Seriyye hadisi konusunda Hakim en-Neysaburî (01:405/1014) bu hadisin Müslim'in şartına göre sahih olduğunu, ancak bu lafızlarla Müslim'in tahriç etmediğini, bununla birlikte başka lafızlarla sarık üzerine mesh konusunda el-Buharî'nin ve Müslim'in ittifak hâlinde olduğunu belirtmektedir. [99] Azimâbâdî ise aynı görüşü benimseyerek ister Seriyye hadisi olsun isterse diğer hadisler olsun, sözkonusu bu rivayetlerin isnadı muttasıl, sağlam tariklerle gelen sahih rivayetler olduğunu ifade etmektedir. [100] Ebû Davud'un Sunen'ine şerh [101] yazan İbn Kayyım el-Cevziyye (51:751/1351) sarık üzerine mesh konusunda şu görüşlere yer vermektedir:
"Sarık üzerine mesh, Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer'e dayandırıldığından dolayı caiz olarak kabul edilmiştir. Sarık üzerine mesh konusundaki rivayetleri Selman el-Farisî, Sevbân, Ebû Umame, Enes b. Malik, Muğîre b. Şu'be ve Ebû Musa nakletmiştir. Raşit halifeler Ebû Bekr ve Ömer de onu uygulamıştır. Dolayısıyla sarık üzerine mesh ameli, Rasulullah'tan gelen meşhur bir sünnettir. [102]
Yukarıdaki ifade edilen görüşler gözönünde bulundurulduğu zaman sarık üzerine meshi caiz kılan rivayetlerin bir kenara itilmesi, görmezlikten gelinmesi ve kaale alınmaması veya te'vil ve tahsis edilmesi tutarlı bir davranış olarak gözükmemektedir. Böyle bir ruhsatın kullanılması, ne Kur'an'a ne Hz. Peygamberin sünnetine ne de sahabenin tatbikatına aykırıdır. Zira her insanın ihtiyaçları ve durumları bir değildir. Bütün insanları her hususta tek tipte birleştirmek, onların tek bir standartta olmayan tabiatlarını zora koşmak olacaktır. Bundan dolayı bu nevi ruhsatların bulunması dindeki kolaylık (müsamaha) ilkesine de uygun düşmektedir.
Netice itibariyle buraya kadar incelediğimiz Hanefilere ait bu görüşlerin tutarlı olmadığını görmüş ve onların bu konudaki kanaatlerini hem nakli hem de akli birtakım delillerle tahlil ve tenkidini yapmış bulunmaktayız. Şimdi Hanefilerle bazı noktalarda görüş benzerlikleri taşıyan Şafülerin delillerinin tahliline geçebiliriz. [103]
B) Şafiiler:
Şafiiler de sadece sarığa meshetmenin caiz olmayacağı görüşünü benimsemişlerdir. [104]" Zira onlar da Maide sûresinin 6. ayetindeki "Başınızı mesnediniz" emri gereği başa meshetmenin farz olduğunu ileri sürmektedirler. Yine onlara göre sözkonusu ayet bu konuda gayet sarihtir, te'vile ihtiyaç göstermez. Ayrıca Hz. Peygamber'den Enes b. Malik kanalıyla varid olan hadis de bu ayetin anlamını kuvvetlendirmektedir. Bu rivayet şöyledir:
Enes b. Malik şöyle rivayet etmiştir:
"Ben Rasulullah'ı abdest alıken gördüm. Başında Katar mamulü bir sarık vardı. Sarığın altına elini soktu ve başının ön kısmını meshetti de sarığı bozulmadı." [105] Şafiiler, bu hadisi sarığa meshetmenin caiz olmayacağına delil getirmektedirler. [106] Oysaki Enes b. Malik'in Hz. Peygamberin sarıgını kaldırıp veya sıyırıp başının ön kısmını meshetmiş olduğunu söylemesi, sadece sarık üzerine meshetmiş olmasına mani değildir. Muğîre b. Şu'be ve diğer sahabilerden rivayet edilmiş hadisleri de gözönünde bulundurmak gerekir. Enes'in diğer rivayet hakkındaki suskunluğu, o rivayetlerin nefyine delalet etmez. [107] Sadece bir veya iki hadisi alıp herhangi bir konuda karar vermek bizi doğru ve tutarlı bir neticeye götürmez. O konudaki bütün rivayetleri bir araya getirip bütünlük prensibinden hareketle sağlıklı bir sonuca varmak gerekir. Nitekim Şafiiler alınla birlikte sarığa meshin caiz olabileceğine dair rivayetleri kabul etmekte, fakat bunun dışındaki diğer rivayetleri te'vil yoluna gitmekte ve şöyle izah getirmektedirler:
Sarığa meshin caiz olacağı konusundaki rivayetler, Kur'an nassına muhalif olup te'vili gerektirir. Dolayısıyla yakın olan bir şey ihtimalli olan bir şeyden dolayı terk edilemez. Sadece sarık üzerine mesh başa mesh değildir. [108] Ayrıca sarığın çıkarılmasında da hiçbir meşakkat sözkonusu değildir. [109]
Görüldüğü üzere "Hz. Peygamberin abdest alıp alnıyla birlikte sarığına ve mestlerine meshettîği" şeklindeki bu ve benzeri hadisleri dikkate alarak alınla birlikte sarığa beraberce meshedilmeşine cevaz veren Şafiiler yalnızca sarığın üzerine meshedilmesini Kur'an'ın nassına muhalif olarak kabul etmektedir. Müslim'in şârihi en-Nevevî (öl: 676/1277) de mezkur hadisi izah ederken şu görüşlere yer vermektedir:
"Hadis bütün başa meshetmeyi şart koşmamakta bilakis bir kısmına meshin kafi geleceğini belirtmektedir. Zira başın tamamına meshetmek farz olsaydı, Rasulullah sarığının üzerine meshetmekle iktifa etmezdi. Çünkü bir uzuvda hem aslı hem de bedeli yapmak caiz değildîr. Başa meshi sarığın üzerinden tamamlamak Şafiilerden bir camaate göre müstehaptır. Sarığın abdestli, abdestsiz giyilmesinde hükmen bir fark yoktur. [110]
Şafiiler alınla birlikte sarığa meshi caiz gören rivayetleri delil olarak kullanırken, diğer sahih olarak gelen rivayetleri gözardı etmekte ve te'vil yoluna gitmektedirler. Oysa ki yukarıda işaret edildiği üzere bir konudaki hadisleri bir bütün olarak değerlendirmek ve bir neticeye ulaşmak daha tutarlı bir yoldur. İmam Şafiî ve ona tabi olan imamları burada bu sebepten dolayı kınamanın doğru bir davranış tarzı olduğu kanaatinde değiliz. Onlar sadece kendi devirlerinde ulaşabikldikleri hadisleri almış ve delil olarak kullanmışlardır. O dönemde belki kendileri nazarında en iyi kararı da vermiş olabilirler. Ki o dönemde hadislerin bugün olduğu kadar bütün olarak hadis kolleksiyonlarında toplu olarak bulunmadıklarını düşünecek olursak onların bu konudaki kararlarını saygıyla karşılamak gerekir. Oysa bugün biz onlardan daha şanslıyız. Zira bütün rivayetlere ve onların yorum ve şerhlerine sahibiz. Bu nedenle hadisleri bir bütün olarak değerlendirme ve bir neticeye ulaşma konusundaki avantajımızı değerlendirmek durumundayız.
Netice itibariyle araştırmanın başında naklettiğimiz bu rivayetleri bir bütün olarak değerlendirdiğimiz zaman, hem sarık konusunda hem de ilerde değineceğimiz kadının başörtüsü konusunda zaruri ve geçerli mazeretlerin bulunduğu durumda bu ruhsatın kullanılmasının bir sakıncası olmadığını söylemenin yanlış olmayacağı kanaatindeyiz.
Buraya kadar sarık üzerine meshi caiz görmeyenlerin delillerini ve bunların tahlil ve tenkidini ortaya koymaya çalıştık. Onların görüşlerini dayandırdıkları aklî ve naklî delilleri irdeledik. Bundan sonra ise sarık üzerine meshi caiz gören Hanbelîler ile zaruri durumlarda ve çıkartılması hâlinde zarar görüleceği durumlarda meshi caiz gören Malikîlerin delillerinin tahlilini yapmaya çalışacağız. [111]
c) Hanbelîler;
Hanbelî mezhebi nasslara büyük bir titizlikle sarılan ve lafza önem veren bir yapıya sahiptir. Diğer fikri meselelerde olduğu gibi, sarık üzerinde mesh konusunda varid olan nasslara büyük değer vermiş, hadislerin lafızlarına önem vermeyi kendilerine bir ilke olarak kabul etmişlerdir. Bu sebepten dolayı Hanbelîler abdestli olarak sarılmış bir sarığın üzerine meshin caiz olacağını çeşitli hadislere dayanarak benimsemişlerdir. [112] Onlar Maide suresinin 6. ayetindeki "Başınızı mesnediniz" ifadesindeki hükmü kabul etmektedirler. Ancak Hz. Peygamberin burada Allah'ın kelamını açıklama ve tefsir etme yetkisi vardır. Onun aynı zamanda Kur'an'ın dışında yeni bir hüküm getirme yetkisi de vardır. Bundan dolayı Hz. Peygamber Kur'an'ın getirdiği hükümle birlikte, kendisi de yeni bir hüküm getirmekte ve rivayetlere göre sarığa meshetmekte ve ona meshetmeyi de emretmektedir. Netice olarak mezkur ayetle kasdolunan, hem başa hem de onun örtüsüne meshetmektir. [113]
Hanbelîler Kur'an'daki başa meshle ilgili ayeti bu şekilde izah ettikten sonra bu görüşlerini bazı hadislerle de destekleme yoluna gitmektedir. Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür. Muğîre b. Şu'be şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber mestlerine ve sarığına meshetmek suretiyle abdest aldı. [114] Müslim'de geçen Bilal'ın rivayeti ise şöyledir:
"Hz. Peygamber mestlerine ve sarığına meshetmiştir." [115] Diğer bir rivayet ise Cafer b. Amr b. Umeyye ed-Damrî'den gelen şu hadîstir:
"Ben Hz. Peygamberi mestlerine ve sarığına meshederken gördüm." [116]Hz. Ömer'e atfedilen bir sözde ise:
"Kim temiz olarak (abdestli iken) sarık üzerine meshetmezse Allah da onu temiz kılmaz" [117] denilmektedir. Hanbelî mezhebinin büyük alimlerinden İbn Kudâme (öl:620/1223) "el-Muğli" adlı meşhur eserinde bu nevi rivayetleri görüşlerine temel delil olarak zikrettikten sonra görüşlerinin mantıkî sebebini şöyle açıklamaktadır: "Sarık, şeriatın gerekli gördüğü mahalde (başta) kendisine meshedilmesi gerekli olan bir örtüdür. Mestlere nasıl meshediyorsak sarık üzerine de meshetmek caizdir. Zira baş teyemmümde sakıt olan bir uzuvdur. Ayaklarımızın örtüsü olan meste nasıl meshediyorsak, başımızın örtüsü olan sarığa da meshetmek caizdir. Maide 6. ayet de zikrettiğimiz düşünceye aykırı değildir. Çünkü Hz. Peygamber Allah'ın kelamını açıklamakta ve tefsir etmektedir. Hz. Peygamber, rivayetlere göre sarığına meshetmiş ve ona meshetmeyi emretmiştir. Mezkur ayette kasdolunan hem başa hem de onun örtüsüne (sarığına) meshetmektir. [118]
İbn Kudâme genelde meshin başa isabet etmeyip saça meshedildiğini ve saçın el ile kafa arasında bir örtü olduğunu söyleyerek sarığında böyle bir işlevde bulunduğuna işaret ettikten sonra şu örneği vermektedir:
Bir kimse için sarığına dokundu veya onu öptü denildiğinde, biz bundan o kimsenin başına dokunduğunu ve onu öptüğünü anlarız. Netice itibariyle hem başın hem de ayakların örtüsüne meshin cevazı konusunda biz ittifak halindeyiz.[119]
Hanbelîler sarık üzerine meshin cevazını kabul etmekle birlikte sarık hakkında birtakım şartların bulunması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu şartları şu şekilde sıralamak mümkündür:
- Başın ön kısmı, kulaklar ve başın yan tarafları gibi açılması adet olan kısımları hariç sarığın, başın büyük bir kısmını örtmesi gerekir. Zira bu açık kısımlar muaf tutulmuştur. Bunların kapatılması meşakkat doğuracağından dolayı açık kısımlar öylece kalır.
- Giyilen sarık müslümanlara has bir vasıfta olmasıdır. Yani bir veya iki defa sarılmış olması gerekir. Bu Arapların giydikleri sarıktır. En güzel bir şekilde kapatır ve onu çıkarmak zordur.[120]
- Giyilen sarık haram olmayıp mubah olması gerekir. Gasbedilmiş veya ipek olması gibi.
- Sarık kadınlar için değil, erkekler için olması gerekir. Çünkü onlar erkeklere benzemekten nehyedîlmişlerdir. Soğuk ve diğer zaruretten dolayı giymiş olsalar bile kadınların sarığa meshetmeleri caiz değildir.[121]
Hanbelîlerin sarık konusunda bu nevi şartlar ileri sürmesinin altında yatan sebep, onların şekilci ve lafızcı oldukları gerçeğidir. Dolayısıyla getirilmiş olan ruhsat, ruhsatsızlığa dönüşmüş olmaktadır. Gerçekten bu şartlar özellikle son üç şart üzerinde düşünülmesi ve tekrar ele alınması gereken şartlardır.
Öncelikle zorunlu olarak belirtmemiz gereken nokta, müslümanlara ait bir kıyafetin olup olmadığıdır. İslâm belirli nitelikte bir elbise tipi tesbit etmiş değildir. Onun belirlediği ölçü, elbisenin vücut hatlarını belli etmemesi ve teni gösterecek şekilde şeffaf olmamasıdır. Bunun dışında kıyafetler bölgeden bölgeye değişebilir. Coğrafi ve iklim şartları açısından farklılıklar ortaya çıkabilir. Dolayısıyla başa örtülen giysi de bölgeden bölgeye farklılık arzedebilir. Örf, adet ve gelenekler açısından değişik biçimlerde tezahür edebilir. O hâlde burada önemli olan başa giyilen giysinin şu milllete veya bu millete has olması olmayıp örf gereği başa giyilen bu giysi üzerine Hz. Peygamberin hadislerinde varid olan meshetme ruhsatının mevcut olup olmayacağı meselesidir. Hanbelîlerin çıkmazı, sadece Araplara has olan sarığa meshedilmesine cevaz vermeleridir. Peki diğer bölgelerde başka çeşitlerde başa giyilen giysilere mesh caiz olmayacak mıdır? Bu durumda sadece Araplara has olan sarığı giyenler meshedebilecek, diğerleri ise bu ruhsattan yararlanamayacaktır. Dolayısıyla böyle bir şartın mantıkî ve tutarlı bir tarafı bulunmamaktadır.
Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da sadece erkeklere has olan sarık üzerine meshin caiz olması meselesidir. Bu da şekilci ve lafızcı bir anlayışın ürünüdür. Sedece erkeklere has olan sarık üzerine meshin caiz olması, kadınların kullandığı başörtüsü üzerine meshin caiz olmayacağı anlamı çıkmaktadır. Kaldı ki kadınların sarık değil, kendilerine has bir örtü kullandıkları bir gerçektir. Erkeklere has olan sarık üzerine mesh ruhsatı verilip, kadınların böyle bir kolaylıktan yararlanamaması, mükellefiyet açısından ve şartlar bakımından bir olan iki cinsin arasında ayırımın yapılması sonucunu doğurur ki bunun da tutarlı bir düşünce olması mümkün değildir.
Diğer önemli bir husus ise giyilen sarığın haram olmayıp mubah olması konusudur. Kanaatimizce bir giysinin haram olması veya mubah olması ile üzerine meshedilip edilemeyeceği arasında bir bağlantı olmasa gerektir. Ayrıca sarığın vasıfları konusunda getirilmiş olan bu şartlar, tamamiyle kendi devirlerinde var olan şartlar gereği ve sekiIci-lafızcı anlayış neticesinde içtihadı olarak ileri sürülmüş şartlardır. Ne Kur'an'da ne de varid olan hadislerde bu nevi şartların varlığı sözkonusudur. Dolayısıyla içtihadı bir karar olarak ortaya çıkmış bu şartların zamanla geçerliliğini yitirmiş olması tabiî karşılanmalıdır. Zira örf, âdet ve geleneklerde ve bununla birlikte hayatın birçok yönlerinde devamlı bir değişim sözkonusudur. Kıyafetlerin şekil, renk ve biçim bakımından değişime uğraması kaçınılmazdır.
Bununla birlikte Hz. Peygamber bize tek tip kıyafet öngörmemiştir. O yaşadığı dönemde toplumun örf ve adetine ve İslâmın getirdiği ölçülere uygun elbiseler giymiştir. Bu tip elbiseleri de sonraki nesillere zorunlu kılmamıştır. Netice itibariyle belirli bir tipteki bir giysiyi çeşitli şartlar ileri sürerek İslâmîleştirme, İslamın evrensel olma ilkesini zedelemektedir.
Hanbelîlerin görüşlerini bu şekilde tahlil ve tenkidini yaptıktan sonra Malikîlerin sarık üzerine meshetme konusundaki görüşlerine geçebiliriz. [122]
d) Malikîler:
Malikî mezhebinin kurucusu İmam Malik (öl:179/795) el-Muvatta' adlı eserinde sarık ve başörtüsüne meshedilemeyeceğîne dair gerek sahabenin gerekse kendi görüşlerini ortaya koyan rivayetlere yer vermektedir. Öncelikle sahabenin bu konudaki fetva ve uygulamalarına bakalım:
İmam Malik'in beleğanî türünden rivayet ettiği haberde Cabir b. Abdillah el-Ensarî'ye sarığa meshetme konusunda bir soru soruldu. O, 'Hayır, (sarığa değil) saça meshedilmesi gerekir" dedi.
Malik, Hişam b. Urve'den şöyle rivayet etmiştir:
"Ebu Urve b. Zubeyr sarığını çıkarır, suyla başını meshederdi."
Malik, Nafi'den şöyle nakletmiştir:
Abdullah b. Ömer'in karısı Safiyye bt. Ebî Ubeyde başörtüsünü çıkarır başını suyla meshederdi. Nafi o zaman küçüktü.[123]
Malik'in zikrettiğimiz eserinde kendi fetvasına da yer vermektedir. Malik'e sarık ve başörtüsüne mesh konusunda sorulduğunda, O, "ne erkeğin sarıgına ne de kadının başörtüsüne meshetmesi caiz olmaz, her ikisi de başlarına meshetmeleri gerekir" demiştir. [124]
Malikî mezhebine mensub ez-Zurkânî (01:1122/1710), bu rivayetlerin yorumunda Allah'ın
"Başınızı meshediniz" [125] buyurduğundan dolayı sarığa mesheden kimsenin başını meshetmiş olmayacağını belirtmektedir. [126] ez-Zurkânî, İbn Abdilberr'den (öl:463/1071) nakille Hz. Peygamberin sarık üzerine meshettiğine dair Amr b. Umeyye, Bilal, el-Muğîre b. Şu'be, Enes b. Malik tarikıyla hadislerin varid olduğunu, Amr b. Ümeyye hadisini el-Buharî'nin (01:256/870) es-Sahih'inde tahric ettiğini ve isnadının problemli olduğunu belirtmektedir. O, yine İbn Abdilberr'e dayanarak sarık üzerine meshi Ahmed b. Hanbel, el-Evzâî, Davud ve başkaları rivayetlere (asar) ve mestlere kıyas ederek caiz kılarken, Malik, Şafiî, Ebû Hanîfe'nin caiz görmediklerini, zira mestler üzerine mesh hükmü, kıyastan değil, rivayetlerden (asar) çıkarılmıştır. Eğer öyle olmuş olsaydı, o takdirde eldivenlere de meshetmenin caiz olacağnı ifade etmektedir. [127]
Malikîler normal şartlarda sarık ve başörtüsüne meshedilemeyeceği konusunda cevaz vermemekle beraber, Vehbe ez-Zuhaylî'nin nakline göre Malikîler, çıkartılması hâlinde zarar görüleceğinden korkuları ve külah gibi baş üzerine sarılmış olup altında kalan kısmını meshedemediği bir sarığın üzerine meshetmenin caiz olduğu ve şayet başın bir kısmını meshedebilmek imkanı varsa o kısmı meshedebileceğini, geri kalan kısmını da sarığın üzerine meshederek tamamlayabileceğini belirtmektedirler. [128] Bu alıntılardan da anlaşıldığı kadarıyla gerek İmam Malik eserinde gerekse onun eserine şerh yapan ez-Zurkânî'nin yaptığı değerlendirmelerden Malikîlerin bu konudaki fikirlerinin sarık veya başörtüsü üzerine meshedilemeyeceği yönünde olduğu, bununla birlikte zarurî durumlarda ise sarık veya başörtüsü üzerine meshedileceği görülmektedir. Yukarıda Hanefiler ve Şafiîler için yaptığımız eleştiriler Malikîler için de geçerlidir. Bunları burada tekrar etmeyi gerekli görmüyoruz. Yalnız şu noktayı belirtmekte fayda vardır. İbn Rüşd'ün (01:520/1126) de dediği gibi, delil olabilecek bir hadis, her mezhep imamının veya ona mensup olan alimin ya kendi katında sahih değildir, ya ona göre kitabın zahirine aykırıdır, ya da ahad yolla ı akîedilmesi nedeniyle o hadisle amelin meşhur olmasını şart koşan alimler katında kendisiyle amel meşhur olmamıştır, özellikle de Medine'de bu hadisle amel meşhur olmamıştır. Zira İmam Malik, amelin meşhur ve yaygın olmasına özel itina göstermiştir. [129]
Kadınların Başörtüsü Üzerine Meshi Problemi
Kaynakları tetkik ettiğimizde, bu konuda fazla bir bilginin bulunmadığını görüyoruz. Konuyla ilgili bilgiler es-Serahsî (öl:483/ l090)'nîn meşhur eseri el-Mehsut ile İbn Kudame (öI:620/l223)'nin el-Muğni'sinde özet olarak mevcuttur.
Hanefiler, yukarıda izah ettiğimiz gerekçelerden yola çıkarak sarık üzerine meshi caiz görmedikleri gibi, kadınların başörtülerine meshetmelerine de cevaz vermemektedir. Bu görüşlerini ise Hz. Aişe kanalıyla rivayet edilen bir habere dayandırmaktadır. Bu rivayette Hz. Aişe elini başörtüsünün altına sokup başını meshetmiş ve şöyle demiştir:
Rasulullah bana böyle yapmamı emretti." Hanefiler bu tatbikatı gözönünde bulundurmak suretiyle her ne kadar başörtüsü üzerine meshedilmenin caiz olmayacağını söylüyorlarsa da onlar bu konuda katı bir tutum sergilemekten uzak durmaktadırlar. Onlara güre bir kadın başörtüsüne meshedecek olursa ıslaklık başa nüfuz etmelidir. Taki başın dörtte biri ıslak olsun.[130] Görüldüğü gibi Hanefiler başörtüsü çıkarılmadan onun üzerine meshedilmesini öngörmek suretiyle burada tolerans göstermiş olmaktadırlar.
Hanbelî mezhebinin ileri gelen VI. ve VII. asır alimlerinden İbn Kudame el-Muğril adlı eserinde kadınların başörtülerine meshetmeleri konusunda iki görüşün bulunduğunu zikretmektedir.
Birinci görüş şu şekildedir:
İbn Munzir'e göre kadınların başörtülerine meshetmeleri caizdir. Zira Hz. Peygamberin eşi Ummu Seleme başörtüsüne meshederdi. [131] Diğer taraftan Hz. Peygamberin mestlere ve örtüye "hımar" meshetmeyi emrettiği rivayet edilmektedir. Bu örtü (başörtüsü) başa mutad olarak giyilen bir giysidir. Onu her zaman çıkarmak zordur. Başörtüsü bu konuda sarıkla aynı işlevi görmekte ve ona benzemektedir.
İkinci görüşe göre kadınların başörtülerine meshetmeleri caiz değildir. Zira İmam Ahmed b. Hanbel'e kadınların başörtülerine nasıl meshedecekleri sorulduğu zaman o, "başörtüsünün üstünden değil, altından meshederler" şeklinde cevap vermiştir. Nitekim bu konuda Nafi, Malik, Şafii, Hammad b. Ebî Süleyman, Evzâî ve Said b. Abdilaziz başı korumak için sarılan şey üzerine bilittifak meshin caiz olmadığı görüşünü paylaşmışlardır.[132] Bu alimlerden İmam Malik, başörtüsüne meshedilemeyeceğini ifade etmekte ve başörtüsüne mesheden kadının namazını ve abdestini iade edeceğini söylemektedir. O, Hz. Aişe'nin abdest aldığında elini örtüsünün altına koyup saçını meshettiği rivayetini İbn Vehbden delil olarak getirmektedir. [133]
Hanefiler ve Malikîler bu konuda Kur'an nassına bağlı kalmayı tercih ettiklerinden dolayı nassa uygun ve onu destekleyen rivayetleri almayı öngörmüşlerdir. Hz. Aişe'den nakledilen haberi delil olarak aldıkları hâlde, Ummu Seleme'den gelen habere iltifat etmediklerini görüyoruz. Onlar açısından Hz. Aişe'nin haberi sağlam ve Kur'an nassına uygun düşebilir. Ancak Ummu Seleme'ye ait bu haber de de kadınlar için bir kolaylık sözkonusudur. Bunu da dikkatlerden uzak tutmamak gerekir. Zira kadınlara el, yüz ve ayakları hariç diğer yerlerin örtülmesi farz olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla onlar her zaman her yerde toplum içerisinde farklı pozisyonda olmaları kaçınılmazdır. Müsait olmayan bir ortamda abdest alma gereği duyan bir kadın, abdest alırken başörtüsünü çıkarması, başını meshedip tekrar başını bağlaması meşakkat doğurabilir. Biz bunun her zaman böyle olması gerektiğini iddia etmiyoruz. Ancak gerçekten zaruri durumlarda ve İslâmî açıdan meşru olarak kabul edilen mazeretler konusunda böyle bir ruhsattan ve kolaylıktan faydalanmaları makul görünmektedir. Zira Hz. Peygamberin bazen başına, bazen sadece sarığına, bazen de hem başına hem sarığına meshettiği sabittir. O, bu kadar geniş müsamahayı hayatında uygulamışken, niçin kadınların başörtülerine meshetmeleri uygun görülmesin. Bu söylediğimiz ölçüler içerisinde kadınların başörtülerine meshetmelerinde bir sakınca gözükmemektedir.
Ahmed b. Hanbel'in kadınların başörtülerine üstünden değil, altından saçlarına meshederler" şeklinde fetva vermesi, mesh olayını sadece sarık üzerine hasretmesinden kaynaklanmaktadır. Bu, şekilci ve lafızcı anlayışın ürünüdür. Hz. Peygamberin sarığına meshettiği kabul ediliyorsa -ki Hanbelilere göre öyledir- bu ruhsattan kadınlar niçin faydalanmasın? Hz. Peygamber abdest alırken sarığına meshediyorsa onu örnek olarak kabul eden müslüman bir kadın niçin başörtüsüne meshetmesin "sarık üğzerine mesh olur, ancak başörtüsü sarık değildir, o hâlde ona mesh gerekmez" gibi bir anlayışın mantıki ve tutarlı bir tarafı yoktur. [134]
Sonuç
Bu mütevazi araştırmamızın bu bölümünün neticesinde sarık üzerine mesh konusunda mezheplerin ihtilaf ettiğini görüyoruz. Hanefiler sarık üzerine meshi kesin olarak reddederken Kur'an nassını esas almakta ve bu nassa uygun hadisleri de görüşlerine dayanak kılmaktadır. Onlar diğer sahih olarak varid olan birtakım rivayetleri te'vil ederek gözardı etmektedirler. Hâlbuki onların sahih oldukları ve amel edilmeye değer bulundukları hadisçiler tarafından ortaya konulmuştur. Kanatimizce bu hadislerin de gözönünde tutulması gerekir. Ayrıca bu konudaki sahabenin tatbikatını bir kenara atmamak gerekir. Zira onların Hz. Peygamberden gördüklerini uygulamış olmaları kuvvetle muhtemeldir. Hanefilerin sarık üzerine meshle, mestler üzerine mesh arasında da kıyasın olmayacağı, mestlerin çıkarılması zor olduğu hâlde sarığın çıkarılması kolay olduğu şeklindeki akli birtakım zorlamalarının bir dayanağı olmadığı açıktır.
Şafiiler temelde Kur'an nassını esas almakla birlikte Hz. Peygamberden varid olan alınla birlikte sarığa meshi caiz gören rivayetleri delil alarak sarığa ancak alınla birlikte meshedilebileceğini öngörmektedirler. Bunun yanında diğer rivayetleri görmezden gelmektedirler. Hadislerin bir kısmını alıp diğerlerini bırakmak, parçacı bir yaklaşımın göstergesidir. Oysaki hadisleri bütünlük ilkesi gereği bir bütün olarak ele alıp bir neticeye varmak gerekir. Parçacı yaklaşımlar malesef bizi yanlış sonuçlara götürmektedir.
Hanbeliler, sarık üzerine meshi kabul ederlerken sarığın mahiyeti konusunda birtakım şartlar ileri sürmektedirler. Onların sarık konusunda bu nevi şartları ileri sürmelerinin altında yatan sebep şekilci-lafızcı bir anlayışa sahip olmalarıdır. Dolayısıyla getirilmiş olan ruhsat ruhsatsızlığa dönüşmüş olmaktadır. Kaldı ki bu şartlar içtihadi bir özelliğe sahip olup bağlayıcı olmamalıdır.
Malikiler, sarık ve başörtüsü üzerine meshetmeyi Kur'an'ın zahirine ve delil olarak kullandıkları hadisler açısından caiz görmemekle beraber sarık üzerine meshi ancak zarurî durumlarda caiz görmektedirler.
Sarık ve başörtüsü üzerine meshe karşı çıkan alimler, dinin getirmiş olduğu ibadetleri tek bir kalıp içerisine sokma eğilimindedirler. Oysa ki insanların durumları, ihtiyaçları tek bir standart, ölçü ve karakterde değildir. Böyle bir tek düzelik insanları zora sokacaktır. Sadece başa meshedilir, Onun dışında başka bir alternatif yoktur" gibi bir uygulamaya bütün insanlar her zaman ve mekanda uymaları ve tatbik etmeleri mümkün olacak mıdır? Oysaki İslam dini bütün ibadetlerde birtakım kolaylıklar getirmiştir. İslam kolaylık dinidir. Gerek Kur'an'ın bu konudaki buyrukları, gerekse Hz. Peygamberin bu yöndeki sözleri ve davranışları bizim için yol göstericidir. Bu aynı zamanda Allah'ın kullarına engin rahmetinin bir nişanesidir.
Hadisleri bir bütün olarak değerlendirdiğimiz zaman, bize sarık üzerine mesh konusunda birçok alternatifler sunulmaktadır. Bu rivayetlerde Hz. Peygamberin bazen sadece başına, bazen sadece sarığa, bazen de hem başına ve hem de sarığına meshettiği görülmektedir ki bunlar sahih olarak kabul edilmiş rivayetlerdir. Aslında Hz. Peygamber bu farklı tatbikatlarla, farklı durumlarda bulunan, tek standart üzere yaratılmamış olan insanlara farklı birtakım alternatifler sunmuş olmaktadır. Herkes durumuna ve ihtiyacına göre bu farklı uygulamalardan yararlancaktır. Dolayısıyla din her zaman ve mekanda yaşanabilir bir kurum olacaktır. [135]
B. ÇORAP VE AYAKKABI (MEST) ÜZERİNE MESH İLE İLGİLİ HADİSLER
Muğire b. Şu'be şöyle rivayet etmiştir:
Nebî (s.a.v) abdest aldı ve çorapları ve ayakkabıları (mestler) üzerine mesnetti. Ebû İsa et-Tirmizî ''Bu hadis hasen sahihtir." demiştir. (Bu lafız, et-Tirmizi'ye aittir.) [136]
Hadisin Senedleri
- Haddesenâ Hennâd ve Mahmud b. Gaylân kâlâ:
Haddesenâ Vekî' an Sufyan an Ebî Kays an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b. Şu'be. [137]
- Haddesenâ Ali b. Muhammed, sena Vekî', sena Sufyan an Ebî Kays el-Evdî an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b. Şu'be.[138]
- Haddesenâ Muhammed b. Yahya, sena Mualla b. Mansur ve Bişr b. Adem kâlâ sena İsa b. Yunus an İsa b. Sinan an ed-Dahhak b. Abdirrahman b. Arzeb an Ebî Musa el-Eş'arî.[139]
- Haddesenâ Osman b. Ebî Şeybe, an Vekî' an Sufyan, Haddesenâ es-Sevrî an Ebî Kays el-Evdî (huve Abdurrahman b. Servan) an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b. Şu'be.[140]
- Haddesenâ Abdullah, Haddesenî Ebî, sena Vekî', sena Sufyan an Ebî Kays an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b. Şu'be.[141]
- Ahberanâ Ebû Tahir, Nâ Ebû Bekr, sena Bundar ve Muhammed b. el-Velid kâlâ:
Haddesenâ Ebû Asım, Nâ Sufyan, Nâ Selem b. Ca'de, Nâ Vekî' an Sufyan Haddesenâ Ahmed b. Meni' ve Muhammed b. Râfi kâlâ:
Haddesenâ Zeyd b. el-Hubab, Nâ Sufyan es-Sevrî an Ebi'1-Kays el-Evdî an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b. Şu'be. [142]
- Haddesenâ Vekî' an Sufyan an Ebi'1-Kays an Huzeyl an Muğîre b. Şu'be.[143]
ÇORAP VE AYAKKABI (MEST) ÜZERİNE MESH İLE İLGİLİ SAHABENİN UYGULAMASI
Ka'b b. Abdillah şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Ali'yi bevledip (daha sonra da abdest alırken) çoraplarına ve ayakkabılarına (mestlerine ) meshettikten sonra namaz kıldığını gördüm." (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir.) [144]
Hadisin Senedîeri
- Abdurezzak an es-Sevrî an ez-Zeberkân an Ka'b b. Abdillah.[145]
- Haddesenâ Ebû Bekr b. Ayyaş an Abdillah b. Saîd an Culas b. Amr kale:
Raeytu aliyyen bale summe meseha ala cevrabeyhi ve na'leyhi.[146]
- Haddesenâ Veki' an Sufyan an ez-Zeberkân el-Abdî an Ka'b b. Abdillah enne aliyyen bale summe teveddae ve meseha ale'l-cevrabeyni ve'n-na'leyni.[147]
- Haddesenâ Vekî' kale Haddesenâ Yezid b. Merdanebe an el-Velid b. Serî an Amr b. Kureyb enne Aliyyen teveddae ve meseha ale'l-cevrabeyn.[148]
- B) Ebû Mes'ud'un Uygulaması:
Halid b. Sa'd şöyle rivayet etmiştir:
Ebû Mes'ud el-Ensarî kıldan örülmüş çoraplara ve ayakkabılara (mestlere) meshediyordu. (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir.) [149]
Hadîsin Senedleri
- Abdurrezzak an es-Sevrî an Mansur an Hâlid b. Sa'd.[150]
- Abdurrezzak ani's-Sevrî, ani'l-A'meş an İbrahim an Hemmam b. Haris an Ebî Mes'ud.[151]
- Haddesenâ Ebû Bekr kale:
Nâ Numeyr ani'l-A'meş an İbrahim an Hemmam enne Ebâ Mes'ud kâne yemsehu ale'l-Cevrabeyn.[152]
- Haddesenâ Vekî ani'l-A'meş ani'l-Müseyyib b. Râfi' an Busr b, Amr kale raeytu Ebâ Mes'ud bale summe teveddae ve meseha ale'l-cevrabeyn.[153]
C) İbn Ömer'in Uygulaması;
Ebu Culas'in rivayetine göre İbn Ömer çoraplarına ve ayakkabılarına (mestlerine) meshederdi. (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir.) [154]
Hadisin Senedleri
- Abdurrezzak ani's-Sevrî, an Yahya b. Ebî Hayye an Ebi'l-Culas an İbn Ömer.[155]
- Abdurrezzak an Ebî Ca'fer an Yahya el-Bukâl kale:
Semi'tu İbn Ömer yekûlu: el-Meshu ale'l-cevrabeyn kel meshi ale'l-huffeyn.[156]
D) Enes B. Malik'm Uygulaması:
Katâde'ye Enes b. Malik'in çoraplara meshedip etmediği sorulduğunda:
"Evet mestlere meshettiği gibi çoraplara da meshetmiştir." demiştir. (Bu lafız Abdurrezzak'a aittir.) [157]
Hadisin Senedleri
- Ahberanâ Abdurrezzak kale: Ahberanâ Ma'mer an Katâde an Enes b. Malik.[158]
- Haddesenâ Vekî' an Hişam an Katâde an Enes ennehu kâne yemsehu ale'l-cevrabeyn.[159]
- Haddesenâ İbn Mehdî an Sufyan an Vasıl an Saîd b. Abdillah b. Dırar enne Enes b. Malik teveddae ve meseha ale'l-cevrabeyn.[160]
E) Berâ B. Azib'in Uygulaması:
İsmail b. Raca babasından şöyle rivayet etmiştir:
Berâ b. Azib'in çoraplarına ve ayakkabılarına (mestlerine) meshettiğini gördüm." (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir.)[161]
Hadisin Senedleri
- Abdurrezzak ani's-Sevrî ani'l-A'meş an İsmail b. Raca an Ebihi[162].
- Haddesenâ es-Sekafî an İsmail b. Umeyye kale belağanî en-nel-Berâ b. Azib kâne la yerâ be'sen bilmeshi ale'l-cevrabeyn, ve beleğanî an Sa'd b. Ebî Vakkas ve Saîd b. el-Museyyib ennehuma kâna la yereyan be'sen bilmeshi ale'l-cevrabeyni.[163]
- Haddesenâ Veki' ani'l-A'meş kale Haddesenâ İsmail b. Raca an Ebîhi kale raeytu Berâ teveddae femeseha ale'l-cevrabeyn.[164]
Culas b. Amr şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Ömer Cuma günü abdest aldı ve çoraplarına ve ayakkabılarına (mestlerine) mesnetti. (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir.) [165]
Hadisin Senedi
- Haddesenâ Vekî' an Ebî Hubab an Ebîhi an Culas b. Amr enne Ömer.[166]
İbrahim şöyle rivayet etmiştir:
İbn Mes'ud mestlerine ve çoraplarına meshederdi. (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir) [167]
Hadisin Senedi
- Abdurrezzak an Ma'mer ani'l-A'meş an İbrahim.[168]
ÇORAP ÜZERİNE MESH PROBLEMİ
Çoraplar üzerine mesh konusunu incelemeye geçmeden önce bu kelimenin ne anlama geldiğini ve alimlerin bu kelimeden ne anladıklarını ve nasıl tanımladıklarını açıklamamız uygun olacaktır.
Çorap farsça kevrab kelimesinden gelmekte olup daha sonra arapçalaştırılmış bir kelimedir. Ayak örtüsü, giysisi anlamına gelir.[169] Çorap kelimesini alimler birbirlerinden farklı bir şekilde tanımlamışlardır. Zira onlar değişik bölgelerden olmaları hasebiyle, bölgelerine has çorap tanımları yapmışlardır, örneğin Ebû Bekir b. el-A'rabî (01:543/1148), "Aridatu'l-Ahvezi" adlı eserinde çorabı "yünden yapılmış ayak giysisidir, ısınmak için edinilir" şeklinde yaparken, Abdulhak ed-Dıhlevî (01:1052/1642), "Lemea? Adlı eserinde çorabı "soğuktan dolayı topuklara kadar mest üzerine giyilen mesttir, mestin altını kir ve pastan korur" şeklinde tanımlamıştır.
Hanefi imamlarından Aynî (öl:855/l451)'ye göre çorap; şiddetli soğuklarda Şam beldesi halkının giymiş olduğu bir giysidir. O bükülmüş yünden eğrilmek suretiyle üretilir. Topuklara kadar uzanan büyüklüktedir. Hanefi İmamlarından olan Hulvanî ise çorabı beş çeşide ayırmakta ve bunları şu şekilde sıralamaktadır:
- a)İpliklerin eğrilmesiyle dokunan çorap.
- b)Kılda'n elde edilen çorap
- c)İnce deriden yapılmış çorap
- d) Pamuktan elde edilen çorap
- e)Dişi keçi veya Ceylan kılının altında bulunan yumuşak tüyden yapılmış çorap.
Bu tanımlardan anlaşılan odur ki çorapta mest çeşitlerinden biridir. Ancak ondan daha büyüktür. Bununla birlikte onun deriden mi yoksa yün ve pamuktan mı imal edildiği konusunda ihtilaf vardır. Sözlüklerde çorap ayak giysisi şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklama genel olarak ayak giysisinin deriden, yünden ve pamuktan yapıldığına işaret eder. Tîbî ve Şevkant (01:1250/1834) ise ayak giysisini deri ile kayıtlandırmıştır. Şeyh Dıhlevî'nin düşüncesi de buna meyillidir. Ebû Bekir b. el-A'rabî ve Aynî çorabın yünden yapıldığını açıklamaktadır. Hulvanî ise çorabın beş çeşidinden bahsetmektedir.
Dilciler de çorabın tanımı konusunda ihtilaf etmişlerdir. Çorap değişik bölgelerde yapılışı ve türü bakımından farklılık göstermektedir. Bazı bölgelerde deriden yapıldığı hâlde, bazılarında her çeşit maddeden yapılmaktadır. Çorabın tanımından bahseden alimler de beldelerinin durumuna göre bir tanım getirmektedirler. Başka bir deyişle onlar beldelerinde bulunan çorapların özelliklerini gözönüne alarak çorabı izah etmektedirler.[170]
Görüldüğü gibi bölgeden bölgeye çorabın çeşitleri ve nitelikleri farklılık arzetmektedir. Her bölgede yaşayan alimin kendi örf, adet ve geleneği icabı tanımladığı bir çorap çeşidi bulunmaktadır.
Çorapla ilgili bu nevi tanımları serdettikten sonra şimdi bu konudaki mezhebi tartışmaların tahlil ve tenkidine geçebiliriz.
Kösele ile kaplanmış veya altlarına taban geçirilmiş olması hâlinde çoraplar, başka bir deyişle mest özelliğine sahip çoraplar üzerine meshin cevazı konusunda fakihler arasında ittifak vardır. Ancak bu söylediğimiz özelliğe sahip olmayan normal çoraplar konusunda fakihler iki gruba ayrılmışlardır.
Birinci görüşü cumhur paylaşmaktadır ki bunlar Ebû Hanife -ölümünden önce bu görüşten vazgeçtiği söylenmektedir bu ileride izah edilecektir- Malikiler ve Şafiilerdir. Bunlara göre çorabın üzerine meshetmek caiz değildir. Diğer gaıba ait görüşlere sahip olanlar ise Hanbeliler ile Hanefilerin ileri gelen imamlarından İmam Muhammed ve Ebû Yusuftur. Fetva onların görüşüne göre olup caiz olduğu şeklindedir. [171]
Şimdi Hanefilerden başlamak üzere sırasıyla mezheplerin çoraplar üzerine mesh konusundaki görüşlerini inceleyebiliriz.
Hanefilerin imamı Ebû Hanife, kösele geçirilmiş (mücelled) veya altlarına taban çakılmış (muna'al) olmadığı takdirde çoraplar üzerine meshi caiz görmemiştir.[172] Zira kalın ve sıkı olduğu durumda bile onunla yürümek mümkün olmadığı gibi bir şeye dayanmaksızın kendi başına dik olarak mest gibi durması da imkansızdır. Dolayısıyla o meste benzemez. Diğer taraftan çoraplar üzerine meshin caiz olduğunu ifade eden hadis de bu manaya hamledilir. [173] Burada Ebû Hanife, mest üzerine meshin cevazını esas almış olup, çorapların mest özelliğinde olmadığından dolayı onların üzerine meshi caiz kılmamakta, konuyla ilgili varid olan rivayetlerin mest üzerine meshin cevazına hamledileceğini ileri sürmektedir. Fakat Ebû Hanife ömrünün sonuna doğru bu görüşünden rucû ettiği kaynaklarda belirtilmektedir. Rivayet edilmektedir ki Ebû Hanife (51:150/767) ömrünün son demlerinde bir hastalığa yakalanır. Ebû Mukatil es-Semerkandî bu hastalığı sırasında onun yanına girer. Ebû Hanife, su ister ve abdest alır. Abdest alırken ayaklarında bulunan çoraplara mesheder ve şöyle der:
"Bugün geçmişte yapmadığım bir şeyi yaptım. Çoraplarımın üzerine meshettim." [174]
Daha sonraki Hanefi fıkıhçılarından İmam Muhammed (01:189/805) ve Ebû Yusuf, (öl: 182/798) bu olayı, Ebû Hanife'nin görüşünden döndüğüne bir delil olarak göstermiştir. [175]
Ebu Hanife'nin öğrencileri İmam Muhammed ve Ebû Yusuf, hocalarına bu konuda muhalefet etmişlerdir. Onlar çoraplar üzerine meshi, kalın olmaları ve teni göstermeyecek şekilde şeffaf olmamaları hâlinde caiz görmüşlerdir. [176] Nitekim bu görüşü benimseyen Ahmed b. Hanbel, İshak b. Raheveyh, Sufyan es-Sevrî, Ata b. Ebî Rebah, Hasan el-Basrî, Saîd b. Museyyib ve Abdullah b. Mübarek de ister deriden yapılmış olsun isterse bu özelliğe sahip olmasın deri ve kösele olmaksızın sadece kalın ve sıkı dokunmuş olan bir çoraba meshin caiz olabileceğini söylemişlerdir. [177] İmam Muhammed, Ebû Yusuf ve diğer imamların dayandıkları nokta Hz. Peygamberin çoraplarına ve mestlerine meshetmiş olduğunu gösteren rivayetlerdir. [178] Bu rivayetlerde Hz. Peygamberin hem çoraplarına hem de mestlerine meshettiği vurgulanmaktadır. Dikkat edilirse bu hadislerde çoraplar ile mestler (na'l) ayrı ayrı zikredilmektedir. Aynı cins ve niteliğe sahip olsaydı, bunların arka arkaya söylenmesi manasız olurdu. Bu durumda çorapla mest arasında farklılık olduğu ortaya çıkmaktadır. Mest sadece deriden imal edildiği hâlde, çorap hem deriden hem yünden hem de pamuktan imal edilebilir. Bu farklı meddelerden yapılanlardan her biri için çorap denmektedir.[179] Hz. Peygamberin meshettiği çorapların yünden, pamuktan veya deriden imal edilmiş olması muhtemeldir. Zira ravi onun meshettiği çorabın niteliğini açıklamamıştır. Dolayısıyla bu çok seçenekli ruhsattan herkes durumuna göre faydalanacaktır. Zaruri durumlarda ve İslâmî açıdan meşru olan mazeretlerde bu kolaylıklardan yararlanmak imkan dahilinde olabilecektir. Zira her insanın ihtiyaçları ve durumları aynı değildir. Müslümanlar yaşadıkları asrın şartları muvacehesinde bu tür kolaylıklardan yeri geldikçe ve zaruri durumlarda faydalanacaklardır. İşte İslâmın evrenselliğinin temelinde yatan anlayış budur.
Bunun dışında birçok sahabenin çorapları üzerine mesh ameliyesini tatbik etmiş olmaları bizim bu fikrimizi daha da güçlendirmektedir. Yaklaşık dokuz sahabi ve Ebû Davud'un rivayetiyle ortaya çıkan dört sahabinin (toplam 13) bu konudaki tatbikatı kaynaklarımızda mevcuttur. Bunlar Hz. Ali, Ammar b. Yâsir, Ebû Mes'ud el-Ensarî, Enes b. Malik, Abdullah b. Ömer, Berâ b. Azib, Bilal, Abdullah b. Ebî Evfa, Sehl b. Sa'd, Ebû Umame, Amr b. Hureys, Hz. Ömer ve İbn Abbas'tır. [180]
Bir diğer önemli husus mestlerle çorapların birbirleriyle kıyaslanmasıdır. Yukarıda belirttiğimiz gibi mest ayrı bir giysi çeşididir. Sadece deriden imal edilir.[181] Çorap ise hem deriden hem de yün ve pamuktan imal edilebilir. Bölgeden bölgeye farklılık gösterir. Dolayısıyla her mest bir noktada çorap olarak kabul edilebilir. Ancak her çorap mest olmayabilir. Zira çorabın yünden ve pamuktan yapımı da sözkonusu olabilir. Netice itibariyle bu ikisi arasında, yani Çoraplarla mesh arasında kıyas yapmak tutarlı gözükmemektedir.
Sonuç olarak İmam Muhammed ve Ebû Yusuf, Hz. Peygamberden varid olan rivayetlere dayanarak özellikle Muğîre b. Şu'be'nin rivayet ettiği "Hz. Peygamber abdest alırken çorapları üzerine meshetti" [182] gibi rivayetleri esas alarak meste meshin cevaz verilmesi, bir meşakkati ve zorluğu ortadan kaldırmak ve İslâmda kolaylık ilkesini işletmekse bu durum çoraplar için de geçerli olması gerektiği kanatine varmışlardır. [183] Nitekim Ebû Hanife de ömrünün sonunda bu ruhsatı işletmek zorunda kalmıştır. Getirilmiş olan kolaylıktan yararlanımıştır. Dolayısıyla İmameynin, yani İmam Muhammed ve Ebû Yusuf'un görüşü kanatimizce müftabih görüş olarak kabul edilmelidir. Nitekim Hanefî mezhebi içersinde yaygın görüş olarak kabul edilmiştir. Fetvalar da bu çerçevede verilmiştir. Günümüzde de yünden veya pamuktan dokunmuş çoraplar üzerine zaruri ve meşru mazerti olanlar için meshetmeleri takip ettiğimiz bu muctehid imamların içtihadına aykırı düşmeyecektir.
Ebu Hanife, İmam Muhammed ve Ebû Yusuf'un görüşlerini inceledikten sonra şimdi çoraplar üzerine mesh konusunda İmameyn'in görüşlerine yakınlık arzeden Hanbel'ilerin görüşlerini tetkik edeceğiz. Daha sonra da bu konuda olumsuz tavır takınan ve birtakım şartlar ileri süren Malikiler ve Şafiilerin delillerini irdelemeye çalışacağız.
Çoraplar üzerine meshin cevazı konusunda diğer mezheplerle ortak yanları bulunmakla beraber, onlara göre biraz daha toleranslı görüşlere sahip olan Hanbelîler mest konusunda ileri sürdükleri iki şartı çoraplar üzerine meshetmek için de öngörürler. Bunlardan birincisi; çorabın ayağın hiçbir yerini göstermeyecek şekilde sık dokunmuş olmasıdır. İkincisi ise uzun bir süre yürümenin mümkün olmasıdır. [184]
İmam Ahmed b. Hanbel (61:241/855) "mest şeklinde olmayan, belli bir süre yürünebilen ve insanın ayağında sabit bir şekilde durabilen çoraplara meshedilmesinde bir beis yoktur" demektedir. O aynı zamanda Hz. Peygamberin ashabından yedi veya sekiz kişinin çoraplarına meshetiğini zikretmektedir. İbn Munzir ise Dokuz sahabinin çoraplara meshi mubah gördüğünü söyler ki bunlar Hz. Ali, Ammar, İbn Mes'ud, Enes, İbn Ömer, Berâ b. Azib, Bilal, İbn Ebi Evfa, Sehl b. Sa'd'dır. Tabiinden ise Ata b. Ebî Rebah, Hasan el-Basrî, Said b. Museyyib, İbrahim en-Nehaî, Said b. Cübeyr, A'meş, Sufyan es-Sevrî bu görüşe sahip olanlardır. [185]
- VI-VII. asırda yaşamış ve Hanbelî mezhebinin önde gelen alimlerinden olan İbn Kudame (öl:620/1123) meşhur "el-Muğni adlı eserinde Muğîre b. Şu'be'nin rivayeti olan "Hz. Peygamber çoraplarına ve mestlerine (nal) mesnetti"[186]hadisini zikrettikten sonra na'l kelimesiyle cevrab kelimesinin nitelik bakımından aynı olmadığı, şayet aynı olsaydı ikisini birden ayrı ayrı zikretmesine gerek kalmayacağı şeklinde mantıkî bir çıkarıma gitmektedir. Nitekim sahabe çoraplarına meshetmişler ve kendi asırlarında onlara karşı hiçbir muhalif çıkmamıştır. Bu konuda icma oluşmuştur. Çünkü o da farz olan mahalli örtmekte insanın ayağında sabit bir biçimde durmaktadır. Altına taban çakılmış (muna'al) olan meste nasıl meshediliyorsa çorap üzerine de mesh caizdir.[187]
Görüldüğü gibi Hanbeliler en azından çoraplarda kösele ile kaplanmış veya altlarına taban geçirilmiş olması gibi şartları aramayıp aksine çorabın teni göstermeyecek şekilde sık dokunmuş olması ve uzun bir süre yürünebilecek bir durumda olmasını yeterli görmüşlerdir. Bu özelliğe sahip çoraplarda kolaylık ilkesi de gözönünde bulundurularak zaruri ve meşru mazeretler durumunda meshedilmesinde İslâmî açıdan herhangi bir sakınca olmasa gerektir. Mest konusunda nasıl kolaylık getirilmişse çoraplara mesh konusunda da aynı ruhsatın olması normal karşılanmalıdır. Her müslüman getirilen bu kolaylıktan yararlanabilmelidir.
Çoraplara meshin caiz olabileceği tezini savunan görüşleri bu şekilde izah ettikten sonra, şimdi de buna muhalif görüşü savunan Malikîler ve Şafiîlerin görüşlerinin tahlil ve tenkidine geçebiliriz.
Malikîler, Hanefîler gibi çorapların adeten yürünebilmesinin mümkün olması ve mest gibi olabilmesi için çorabın hem üstüne hem de altına deri geçirilmiş olması şartını getirmişlerdir. Bunun sonucu olarak da çoraplar üzerine meshe dair hadislerin de buna hamledilmesi gerektiğini ifade etmektedirler. [188]
Çoraplara mesh konusundaki Şafiîlerin görüşüne gelince onların da Malikîler gibi iki şart öne sürdüklerini görmekteyiz. Bunlardan birincisi çoraplarla yürünebilecek şekilde sıkı dokunmuş olup şeffaf olmamasıdır. İkincisi ise tabanına kösele geçirilmiş mest şeklinde olmasıdır.[189] Bu şartları taşıyan bir çoraba meshetmek caizdir. Bu şartlar ihlal edildiği takdirde caiz olmaz. [190]
Şafiîler çorap üzerine mesh ile ilgili varid olan hadislerin zayıf olduğunu ve dolayısıyla amel edilemeyeceğini ileri sürmektedirler. Nitekim Beyhaki, Muğire b. Şu'be'nin rivayet ettiği "Hz. Peygamber (a.s) çoraplarına ve mestlerine meshetti" şeklindeki hadisin isnad açısından zayıf olduğunu söylemiştir. Ayrıca Muhaddisler Ebû Musa el-Eş'arî ve Bilal'ın rivayet elikleri hadislerin zayıf olduğunu belirtmektedir.[191] Dolayısıyla Şafiiler hadisler hakkında bu söylenenleri gözönünde bulundurarak ihtiyatlı davranmayı tercih etmişlerdir.
Bu son iki mezhebe en güçlü ve sert itiraz, Zahirî mezhebinin son temsilcisi ve h. V. asırda yaşamış olan İbn Hazm (öl: 456/ 1063)'dan gelmiştir. O, meşhur el-Muhalla adlı eserinde çoraplar üzerine meshin caiz olduğu konusunda Hz. Ali, Berâ b. Azib, Ebû Mes'ud el-Ensarî, Enes, Hz. Ömer gibi sahabilerin, İbrahim en-Nehaî, el-A'meş, Said b. Museyyib, Atâ, Culas b. Amr gibi Tabiilerin uygulamasını zikrettikten sonra Hanefî, Maliki, ve Şafiî mezheplerin görüşünü belirterek onların bu görüşlerinin tutarsızlığını şu şekilde izah etmektedir:
"Mezkur mezhep temsilcilerinin çoraplara meshin caiz olabilmesi için çorabın köseleden yapılmış olma şartını getirmeleri manasız bir iş olup açık bir hatadır. Çünkü ne Kur'an'da ne Hz. Peygamberin sünnetinde ne kıyasda ve ne de sahabî kavlinde böyle bir şart getirilmiştir. Çoraplara meshi yasaklamak hatadır. Zira o yasak Hz. Peygamberden sadır olan sünnete ve varid olan hadislere muhaliftir. Hz. Peygamberden mesh konusunda gelen haberlerde ister mestlerin üzerine, isterse çorapların üzerine mesh hakkında bu imamların yapmış oldukları tahsis sözkonusu değildir.[192] Tuhaf olan şudur ki Hanefiler, Malikîler ve Safiîler işlerine geldiği zaman sahabeye muhalefeti kötü görürler ve onlara ta'zim gösterilmesini teşvik ederlerken, aynı mezhep temsilcileri çoraplara meshin cevazı konusunda onbir (başka bir nakle göre onüç) sahabiye muhalefet etmektedirler. Dolayısıyla Hz. Peygamberden sabit olan sünnete karşı gelmektedirler. [193]
İbn Hazm'a bu konuda hak vermemek mümkün değildir. Sözkonusu mezhep temsicilerinin ortaya attıkları iddianın bir dayanağı yoktur. Yani çorabın köseleden yapılmış veya altına taban geçirilmiş olmasının delili ve dayanağı nedir? Kur'an, hadisler, sahabe kavli veya uygulaması mıdır? Malesef bu soruya olumlu cevap vermemiz mümkün değildir. Kanatimizce çorabın köseleden yapılmış olması anlayışı mestle çorabın birbirine kıyasından kaynaklanmaktadır. Madem ki mest deriden ve köseleden imal edilir ve öyle bir özelliğe sahiptir, o hâlde çorapta böyle bir niteliğe sahip olmalıdır gibi bir akıl yürütme neticesinde ortaya çıkmış bir çıkarımdır ve kıyastır. Tabiiki bunun mantıki ve tutarlı bir tarafı olduğu kanatinde değiliz. Nitekim İbn Teymiyye (öl:728/1327): "Yürüme imkanı bulunduğu takdirde ister köseleden yapılmış olsun veya olmasın çoraplar üzerine meshetmek caizdir" dedikten sonra bu fikrinin mantıki izahını şu şekilde yapmaktadır:
"Sünen kitaplarında Hz. Peygamberin çoraplarına ve mestlerine meshettiği rivayet edilmektedir. Bu hadis sabit olmasa bile kıyas bunu gerektirir, (Yani mestlere meshetmek caiz ise çoraplara da ruhsat açısından meshetmek kıyas gereğidir). Çorap ile na'l (mest) arasındaki fark çorabın yün ve iplikten dokunmuş olması, diğerinin ise deriden yapılmış olmasıdır. Böyle bir farkın olması şeriatta bir sakınca doğurmaz. Yani çorabın deri, keten, pamuk ve yünden olması arasında şeriat açısından hiçbir fark yoktur. Nitekim İhramda siyah elbise ile beyazı ve memnu' olanı ile mubahı arasında bir fark olmadığı gibi. Buradaki amaç derinin yünden daha dayanaklı olmasıdır ki bunun da o kadar önemi yoktur. Derinin sağlam olmasının bir önemi olmadığı gibi. Bilakis ister uzun ömürlü olsun isterse olmasın çoraba meshetmek caizdir.[194]
Burada İbn Teymiyye meselenin esas özünü ve ruhunu yakalamıştır. Eğer çoraba mesh olayı Hz. Peygamberin hadislerinde varid olmuşsa ve böyle bir kolaylık insanlara İslâm dini tarafından öngörülmüşse, hangi maddeden imal edildiği, ne tür bir şekle sahip olduğu bir dereceye kadar önemli olmasa gerektir. Kanatimizce İbn Hazm'ın ve İbn Teymiyye'nin bu değerlendirmeleri tutarlı ve mantıklı gözükmektedir.
Çoraplar üzerine mesh konusunda fikirlerini tetkik ettiğimiz son devir Hint-Pakistan alimlerinden Ebû'I-A'la el-Mevdudî (öl: 1979) konuyla ilgili günümüzdeki birtakım şartları da gözönünde bulundurarak makul yaklaşımlar sergilemektedir. Çoraplar üzerine meshedilmesi konusunda kendisine yöneltilen bir soruya verdiği cevabı buraya aynen nakletmekte fayda görüyoruz:
"Alimlerimiz yün ve iplik çoraplar üzerine meshedilebilmesi için onun kaim olmasını ve ayağın tenini gösterecek şekilde şeffaf ve ince olmamasını ve kendi kendine ayakta durmasını, meshedîldiğinde derinin suyu hissetmemesini şart koşmuşlardır. Ben kendi imkanlarımla bu şartların nereden çıkarıldığını, hangi kaynağa göre çıkarıldığını araştırmaya çalıştım. Bu konuda varid olan rivayetlerden anlaşılıyor ki sadece çoraba, sadece mestlere ve çorapla birlikte giyilmiş ayakkabı üzerine meshedilmesi, deriden yapılmış mest üzerine meshin caiz olduğu gibi caizdir. Bu rivayetlerin hiçbirinde Hz. Peygamberin, fıkıh alimlerinin koyduğu şartlardan hiçbirini koyduğu görülmediği gibi Hz. Peygamberin ve sahabilerin üzerine meshettiği çorapların nasıl ve ne biçim oldukları hususunda da bir bahis yoktur. Bu bakımdan söylemek zorundayım ki fıkıh alimlerinin koştuğu şartları varid olan rivayetlerde bulamadım. Çoraplara meshedilmesi konusunu incelediğimde anladım ki aslında bu teyemmümde olduğu gibi İman ehline bir kolaylık olup ayaklarını sarmak ve örtmek zorunda kaldığında tekrar tekrar onları çıkarıp yıkamak zorluğu ve zahmeti olmasın diye verilmiştir. Bu gözetim ve koruma (kolaylık gösterme), temizlendikten sonra çorap giyerek ayaklarının pislikten korunacağı için onların tekrar yıkanmasına lüzum kalmayacağı için değil, aksine Allah'ın kullarına kolaylık göstermesini gerektiren rahmet sıfatından dolayıdır. Bu bakımdan bir adam soğuk veya yolun tozundan ve toprağından kurtulmak ya da ayaklarını yaralanmadan korumak için giymiş de olsa ve onu tekrar tekrar çıkarıp yine giymekte zahmet varsa onun üzerine meshedilebilir. [195]
Sonuç
Netice itibariyle çoraplar üzerine mesh konusuyla ilgili araştırma ve tetkiklerimiz sonucunda mezhepler arasında birtakım ihtilafların olduğunu gördük. Ebû Hanife'nin daha sonra görüşünden rucû etmesiyle birlikte Hanefiler, Şafiiler ve Malikîler çoraplar üzerine mesh konusunda olumsuz bîr tavır takınmışlardır. Buna karşılık Hanefî imamlarından İmam Muhammed ve Ebû Yusuf ile Hanbelîler çorapların üzerine meshedilmesine cevaz vermişlerdir. Olumsuz tavır takınanlar mestlerin yapılma niteliğinden hareketle çoraplarda köseleden yapılma veya altlarına taban geçirilmiş olma şartını getirmişlerdir. Bu şartı hangi delile dayanarak getirdikleri belli değildir. Ne Kur'an'da ne Hz. Peygamberin sünnetinde ve ne de sahabe kavlinde böyle bir kayıtlandırma sözkonusu değildir. Tesbitlerimize göre mestin deriden İmal edilme özelliği vardır. Oysaki çorabın deriden, yünden, pamuktan, kıldan v.b. maddelerden yapılması sözkonusudur. Dolayısıyla mestleri baz alarak çorapların da mutlaka deriden yani mücelled veya muna'al olması şartını getirmek yaşam içerisindeki realiteye uymamaktadır. Çünkü her meste çorap denilebilir, ancak her çoraba mest demek mümkün değildir. Çorap meste göre İmal edilen madde açısından daha kapsamlıdır. Netice itibariyle Hz. Peygamberin hadislerinde varid olan çorap mestten ayrı bir ruhsat olarak kabul edilmesi daha makul görülmektedir. Zira hadiste hem çorap hem de mest ayrı ayrı zikredilmektedir. Bu da gösteriyor ki çoraplara mesh ayrı bir ruhsattır. Mestlere mesh etmek ayrı bir ruhsattır.
Konuya bir de İslam dininin getirdiği kolaylık ilkesinden hareketle değerlendirecek olursak daha sağlıklı bir sonuca gitmemiz mümkün olacaktır. Kur'an'ın ifadesiyle din kolaylıktır. Îslâm dininin kolaylığı tercih etmesinin bir hedefi ve amacı vardır. Zira İslâm, bütün insanların fıtratlarına ve ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde gönderildiğinden müsamaha ilkesinin bulunması tabiidir. O belli bir azınlığın değil, bütün insanlığın dinidir. Yüce Allah insanları tek bir standart, ölçü ve karakterde yaratmamıştır. Bütün insanları bir yerde birleştirmek ve aynı şeyleri mutlak olarak yapmalarını istemek, tek bir standartta olmayan tabiatlarını zora koşmak olacaktır. Konuya bu zaviyeden bakacak olursak İslâmın ibadetler konusunda birtakım kolaylıklar getirmesi gerçeğini gözardı etmemek gerekir. İşte bu kolaylıklardan birisi de Hz. Peygamberin sünnetinde ve sahabenin uygulamasında yerini bulan çoraplar üzerine mesh konusudur. Her ne kadar Maliki, Şafiî ve bir kısım Hanefi alimleri bu ruhsata karşı çıksalar da maalesef dayandıkları temeller zayıftır. Dini bir dayanakları olmayıp akli çıkarımlardan hareketle bu ruhsatı ortadan kaldırma yoluna gitmektedirler.
Sonuç olarak yapmış olduğumuz bu incelemeye dayanarak bugünkü şartlarda bir insan, zaruri bir ortamda ve İslamî açıdan meşru birtakım mazeretlerin bulunması durumunda çorabına meshetmesinde ne İslamın getirmiş olduğu kolaylık ilkesi ve ne de Hz. Peygamberin sünnetinin özü açısından bir sakınca sözkonusudur. İslamın yaşanabilir ve evrensel bir din olmasının altında yatan anlayış da budur. [196]
[1] Bakara: 2/286
[2] Hac: 22/77
[3] Bakara: 2/185
[4] el-Buhârî, Sahih, 2 İman 29 (I, 15).
[5] el-Buhârî, 78 Edeb 80, (VII, 101).
[6] Emin Işık, Örnek Aile Reisi Olarak Hz, Peygamber, Ebedi Risalet I, s. 36.
[7] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 139-141.
[8] Müslim, Sahih, 2 Tahare 23 Hn: 81 (I, 230)
[9] Ebû Avâne, el-Musned, I, 259
[10] en-Nesâî, Sünen, Tahare 87 (I, 76).
[11] el-Beyhaki, es-Sunenu'l-Kubra, Tahare (.ı, 60).
[12] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 142.
[13] Fethurrabbânî, Tahare 12 Hn: 273 (II, 381).
[14] el-Hakim en-Neysaburî, el-Mustedrek nle's-Suhihayn, I, 169. H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 141-142.
[15] Ebû Davud, es-Sunen, Tahare 57 Hn: 146, (I, 36)
[16] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 142-143.
[17] Ebû Davud, Tahare 57 Hn: 147 (I, 36).
[18] İbn Mace, es-Sunen, 1 Tahare 89 Hn: 564 (I, 186).
[19] el-Hakim, el-Mustedrek, I, 169
[20] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 143.
[21] Fethurrabbânî, Tahare 12 Hn: 276 (II, 276).
[22] İbn Mace, 1 Tahare 89 Hn; 563 (1,186).
[23] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 143-144.
[24] Fethurrabbânî, Tahare 12 Hn: 277 (II, 39).
[25] el-Hakim, el-Mustedrek, I, 170
[26] Abdurrezzak; b. Hemmam, el-Musannef, I, 188.
[27] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 144.
[28] el-Buhârî, 4 Vudû' 48 (I, 59).
[29] Fethurrabbânî, Tahare 12 Hn: 275 (I1, 38).
[30] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, Tahare I, 23.
[31] en-Nesâî, Tahare 86 (I, 75)
[32] A.y.
[33] İbn Mace, 1 Tahare 89, Hn. 181 (I, 92).
[34] İbn Huzeyme, Sahih, Vudu' 141 Hn: 181 (I, 92)
[35] Fethurrabbânî, Tahare 12 Hn: 274 (II, 38)
[36] Abdurrezzak, el-Musannef, I, 188.
[37] İbn Huzeyme, Vudû' 141 Hn: 180 (I, 92)
[38] Abdurrezzak, a.g.e, I, 189
[39] A.g.e, I, 187
[40] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 145.
[41] Müslim, 2 Tahare 23 Hn: 81 (I, 231).
[42] A.g.e (I, 231) ve "Mukaddemi nı'sihi ve ala imametihi (Farktı lafız)
[43] A.g.e, (I, 231).
[44] et-Tirmizî, Tahare 74 Hn: 101 (I, 172).
[45] Müslim 2 Tahare 23 (I, 23D; İbn Mace, 1 Tahare 89 Hn: 561 (I, 186) (isnad aynı)
[46] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, (I, 22)
[47] İbn Ebî Şeybe, a.g.e, I, 23
[48] A.g.e, I, 24
[49] Abdurrezzak b. Hemmam, el-Musunnef, I, 188.
[50] A.g.e, I, 188
[51] A.g.e, I, 189
[52] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 147.
[53] Müslim, 2 Tahare 23 (1, 231).
[54] et-Tirmizî, Tahare 74 Hn: 100 (I, 170).
[55] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 147.
[56] ed-Darimî, es-Sunen, I, 180
[57] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 147.
[58] Abdurrezzak, el-Musunnef, I, 189
[59] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 147-148.
[60] A.g.e, I, 187. H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 148.
[61] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, Tahare I, 22
[62] A.g.e, I, 22
[63] A.y
[64] A.y
[65] A.y
[66] A.y
[67] A.y
[68] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 23
[69] A.y H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 148.
[70] A.y
[71] A.y
[72] A.y
[73] A.y
[74] A.y
[75] A.y
- Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 149.
[76] İbn Manzur, Lisanu'I-Arap, XII, 424; İbrahim Mustafa ve Arkadaşları, el-Mu'cemu'l-Vasît, s. 629.
[77] İbn Manzur, a.g.e, IV, 258; el-Mu'cemu'l-Vecîz, s. 211
[78] en-Nevevi, Şerhu Sahihi Müslim, III, 174; Sunenu Nesâî bi Şerhi Hafız Celaleddin es-Suyûtî ve Haşiyeti's-Sind'i, I, 75.
[79] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 149-150.
[80] Çeşidi tür ve şekillerde başta kullanılan başlık
[81] Serahsî, el-Mebsut, I, 101; Merginânî, el-Hidaye, I, 18; İbn Humam, Fethu'l-Kadîr, I, 140; Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhu, I, 341.
[82] Maide: 5/6.
[83] İbn Humam, a.g.e, I, 140.
[84] Aynî, Umdetu'l-Kari, 1, 101; İbn Hacer, Felhu'l-Bâri, I, 309; Kr; Şevkânî, Neylu'1-Evtar, I, 166.
[85] Bakara: 2/185
[86] Azimâbâdî, Avnu'l-Mu'bud bi Şerhi Sünen-i Ebî Duvud, I, 250
[87] İbn Hacer, Feth, 1, 309; ez-Zuhaylî, a.g.e, I, 341
[88] İbn Hacer, Feth, I, 309.
[89] es-Serahsî, el-Mehsut, I, 101
[90] İbn Hazm, el-Muhaliâ, II, 62
[91] İbn Hazm, a.g.e, II, 60
[92] Merginânî, a.g.e, I, 18; İbn Humam, a.g.e, I, 140
[93] Merginânî, a.g.e, I, 18; İbn Humam, a.g.e, 1, 140; es-Serahsî, a.g.e, 1, 101
[94] Müslim, Tahare 23 Hn: 81 (I, 231); el-Tirmizî, Tahare 74 Hn: 1012 (I, 172); Farklı lafızlarla Nesâî, Tahare 86 (I, 172); İbn Mace, İ Tahare 89 Hn: 561 (1.186) Fethur rabbânî, Tahare 12 Hn: 277 (II, 39); el-Hakim, el-Mustedrek, I, 170; Abdurrezak b. Hemmam, el-Musnnnef, I, 188; İbn Huzeyme, Vudû' l41Hn: 180 0, 92)
[95] Ebû Davud, Tahare 57 Hn: 146 (I, 36); Fethurrabbânî, Tahare 12 Hn: 273 (II, 38); el-Hakim, el-Mustedrek 1, 169.
[96] es-Serahsî, a.g.e, I, 101
[97] es-Serahsî, a.g.e, I, 101
[98] et-Tirmizî, Tahare 75 (I, 171).
[99] el-Hakim, el-Mustedrek, 1, 169
[100] Azimâbâdî, Avnu'l-Ma'bud, I, 250.
[101] Bu şerh Azimâbâdî'nin "Avnu'l-Ma'bud" adlı eserinde bulunmaktadır
[102] A.g.e, I, 251
[103] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 150-154.
[104] İbn Kudame, el-Muğnî, I, 300; ez-Zuhaylî, a.g.e, I, 342
[105] Ebû Davud, Tahare 57 Hn: 147 (1,36); İbn Mace, 1 Tahare 89 Hn: 564 (1, 186)
[106] Zuhaylî, a.g.e, I, 342
[107] Azimâbâdî, a.g.e, I, 251.
[108] ez-Zuhaylî, a.g.e, I, 342
[109] İbn Kudame, a.g.e, I, 300
[110] en-Nevevî, Şerhli Sahihi Müslim, III, 172
[111] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 154-155.
[112] İbn Kudame, el-Muğnî, I, 301; Aynî, Umdetu'l-Kari, I, 101
[113] İbn Kudame, a.g.e, I, 301.
[114] Müslim, 2 Tahare 23 (I, 231), et-Tirmizî, Tahare 74 Hn: 100 0, 170) et-Tirmizî Bu hadis hakkında " Hasenun Sahîhun" demektedir.
[115] Müslim, 2 Tahare 23 Hn: 81 (I, 231) İbn Mace, 1 Tahare 89 Hn: 561 (I, 186).
[116] el-Buhârî, 4 Vudu' 48 (I, 59); Fethurrabbânî, Tahare 12 Hn; 275 (II, 38) İbn Mace, 1 Tahare 89 Hm 562 (I, 186); İbn Huzeyme, Vudu' 141 Hn. 181 (1, 92); İbn Ebî Şeyhe, el-Musannef, Tahare 1, 23
[117] İbn Hazm, el-Muhallâ, II, 60; Azimâbâdî, Avnu'l-Ma'bud, I, 250
[118] İbn Kudame, a.g.e, I, 301
[119] İbn Kudame, a.g.e, I, 301
[120] İbn Kudame, a.g.e, I, 301
[121] ez-Zuhaylî, a.g.e, 1, 341-42
[122] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 156-159.
[123] Malik b. Enes, el-Muvntta' (Yahya b. Yahya rivayeti), Daru't-Fikr, Beyrut, 1989, s. 25.
[124] Malik b. Enes, a.g.e, s. 25; Benzer görüşler için bkz: Malik b. Enes, el-Mudev-venetu'l-Kuhm, Daru Sadr, Beyrut, Tarihsiz, I, 16.
[125] Maide: 5/6
[126] ez-Zurkânî, Serhu'z-Zurkânî ala Muvittta' el-İmama Malik, Daru'1-Kutubi'l-İlmiyye, Beyrut, 1990,1, 111
[127] ez-Zurkânî, a.g.e, I, 112.
[128] ez-Zuhaylî, a.g.e, I, 342 (eş-Şerhu'1-Kebîr, I, 163; eş-Şerhu'.s-Sağîr, 1, 203'den naklen).
[129] İbn Rüşd, Bidayciu'I-Muctehid ve Nihuyetu'l-Muktesid, Kahraman Yay. İst, 1985, I, 10. H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 161-163.
[130] es-Serahsî, el-Mebsut, I, 101
[131] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 22.
[132] İbn Kudame, el-Muğnî, I, 305
[133] Malik b. Enes, el-Mudevvenetu'I-Kubra, I, 16.
[134] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 159-163.
[135] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 163-164.
[136] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 164-165.
[137] et-Tîrmizî, es-Sunen, Tahare 74 Hn: 99 (I, 167).
[138] İbn Mace, 1 Tahare 88 Hn. 559 (1,185).
[139] İbn Mace, 1 Tahare 88 Hn: 560 (I, 186).
[140] Ebû Davud, Tahare 6l Hn: 159 (I, 41).
[141] Fethurrabbânî, Tahare 7 Hn: 346 (II, 71).
[142] İbn Huzeyme, Sahih, I, 99.
[143] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, Tahare I, 188. H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 165.
[144] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 165.
[145] Abdurrezzak, el-Musannef, I, 199
[146] İbn Ebî Şeybe, I, 188
[147] A.g.e, I, 189
[148] A.g.e, I, 189
[149] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 166.
[150] Abdurrezzak, a.g.e, I, 199
[151] Abdurrezzak, a.g.e, I, 200
[152] İbn Ebî Şeybe, el-Musarmef, I, 189
[153] İbn Ebî Şeybe, a.g.e, I, 189 H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 166.
[154] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 166.
[155] Abdurrezzak, a.g.e, I, 199
[156] Abdurrezzak, a.g.e, I, 201. H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 167.
[157] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 167.
[158] Abdurrezzak, a.g.e, I, 200
[159] İbn Ebî Şeybe, a.g.e, I, 188
[160] İbn Ebî Şeybe, a.g.e, I, 189
- Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 167.
[161] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 167.
[162] Abdurrezzak, a.g.e, I, 200
[163] İbn Ebî Şeybe, a.g.e, 1, 189
[164] İbn Ebî Şeybe, I, 189. H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 167.
[165] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 168.
[166] İbn Ebî Şeybe, I, 188. H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 168.
[167] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 168.
[168] Abdurrezzak, a.g.e, I, 201. H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 168.
[169] İbn Manzur, Lisunu'I-Arap, I, 263; Mu'cemu'I-Vasît, s. 146.
[170] Azimâbâdî, Avnu'l-Ma'bud, I, 269, 270.
[171] İbn Rügd, Bidayetu'l-Muçlehid ve Nihayetu'l-Mukzesid, s. 15; ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'I-İslâmî ve Edilletuhu, I, 343
[172] el-Mergınânî, el-Hidaye, 1, 18; Serahsî, el-Mebsilt, 1, 302; el-Kâsânî, Bedâiu's-Sanâi, I, 10; İbn Humam, Fethul-Kadîr, I, 138; İbn Kudame, el-Muğrıl, I, 295
[173] el-Mergınânî, a.g.e, I, 18; Kâsânî, a.g.e, I, 10.
[174] et-Tirmizî, Tahare I, 169; el-Kâsânî, a.g.e, I, 10; es-Serahsî, a.g.e, I, 102
[175] es-Serahsî a.g.e, I, 102; el-Kâsânî, a.g.e, I, 10
[176] el-Mergmârıî, a.g.e, I, 18; es-Serahsî, a.g.e, I, 102; el-Kâsânî, a.g.e, 1, 10
[177] Azimâbâdî, Avnu'l-Ma'bud, I, 272
[178] et-Tirmizî, Tahare 74 Hn: 99 (I, 167); Ebû Davud, Tahare 61 Hm 159 CI, 41); Fethurrabbânî, Tahare 7 Hn: 346 (II, 71); İbn Mace, 1 Tahare 88 Hn: 559 (I, 185).
[179] Azimâbâdî, a.g.e, I, 272.
[180] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 188,189; Abdurrezzak, a.g.e, I, 199, 200; Azimâbâdî, a.g.e, I, 272.
[181] "el-Huffu lâ yekûnu illâ mine'1-Edîm " Azimâbâdî, a.g.e, I, 272.
[182] Bu hadisin kaynağı için konunun başında verilen hadislerin kaynaklarına bakılabilir.
[183] el-Kâsânî, a.g.e, I, 10.
[184] İbn Kudame, el-Muğnî, I, 294.
[185] İbn Kudame, a.g.e, I, 295
[186] Tirmizî, Tahare 74 Hn: 99 (I, 167); İbn Mace, 1 Tahare 88 Hn: 560 (I, 186)
[187] İbn Kudame, a.g.e, I, 295.
[188] Malik b. Enes, el-Mudewenetu'l-Kubra I, 10; eş-Şevkânî, Neyhi'l-Evtar, I, 180; İbn Kudame, el-Muğnî, I, 295; ez-Zuhaylî, a.g.e, I, 244.
[189] Ebû İshak eş-Şîrazî, el-Muhezzeb, I, 21; el-Kâsânî, a.g.e, i, 10; ez-Zuhaylî, a.g.e, I, 342.
[190] eş-Şîrazî, a.g.e, I, 21.
[191] et-Tirmizî, Tahare 74 Hm 99 0, 167); Ahmed Muhammed Şakir, hadisin tahkikinde bunu belirtmektedir. Ayrıca bkz: Avnu'l-Ma'hud, I, 271, 275. (İbn Kayyım'ın değerlendirmesi).
[192] İbn Hazm, el-MuhalIâ, II, 84, 86.
[193] İbn Hazm, a.g.e, II, 87.
[194] İbn Teymiyye, Mecmû'u Fetavâ, XXI, 214.
[195] Ebû'1-Ala el-Mevdudî, Meseleler ve Çözümleri, II, 170 (Çev: Yusuf Karaca). H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 168-176.
[196] H. Musa Bağcı, Sarık ve Çorap Üzerine Mesh Problemi İlahiyat Yayınları: 176.