KADININ ADI

 

Önsöz

 

Asıl adı Zehra Rehneverd olan yazar, 18 yıl önce Şah rejimine karşı greve giden öğretmenlere katılarak siyasi faaliyetlerine başladı. Bu faaliyetlerinden dolayı Milli Eği­tim Bakanlığı tarafından görevine son verilince Zeyneb Burucerdi müstear ismini kullanarak birçok kitap yayın­ladı.

Sürekli gözaltında tutulduğu için yurt dışına hicret etmek zorunda kaldı. İslâm devriminden sonra İran'a dön­dü ve "Zeyneb'in Yolu" adlı derginin sorumluluğunu üstle­nerek çıkardı. Kültür inkılâbı hareketinde, İslâmi ölçüler içerisinde görevlisi olarak çalıştı. Halen Üniversite öğre­tim görevlisi olup, Siyasal Bilimler dalında doktora çalış­masını sürdürmektedir.

İran İslâm Cumhuriyeti Başbakanı Mir Hüseyin Musavi'nin eşi olan Zehra Rehneverd üç çocuk annesidir.

Birçok eseri olan yazarın "Şehriver'in Fırtına ve Lale­leri" adlı şiir kitabı daha önce dilimize çevrilmişti. Orjinal adı "Müslüman Kadının Hicabının Mesajı" olan yazarın bu kitabım "kadının adı" olarak yayınlıyoruz.

 

Dinle!

Dinle ey kadın!

"Çilink! Çilink!.... "!...

Senin zincirlerinin sesleridir bu...

Ne kadar da eski ve paslanmış sesler.....

Tarihin binlerce yıl ötesinden bu güne değin süregelir-cesine....

Halkın kanını emen düzenlerin sultasında....

İçinde yaşadığın, uçuruma yuvarlanmış toplumun dört bir yanında...

Düşüncelerinin, istek ve zevklerinin, hatta kararları­nın bile derinliklerine işleyen; derini ve etini parçalayıp kemiğine dayanan bu ağır zincirler, zihnine ve ruhuna ka­dar gömülmüş, bütün varlığını yaralamıştır senin....

Bak!

Görüyormusunuz? Duyuyormusun?

Kulak ver seslerine ve dinle:

Evin köşe ve bucağıyla, kap-kacakla, halı ve süpür­geyle sabahtan akşama kadar sürüp giden fısıldaşmala-rinda.....

Senin emektar ellerinle çalışıp duran fabrikanın çark­ları arasında...

Bükülmüş belin ve nasırlaşmış ellerinle mâmurlaşan tarlalarda....

Orada;

Çalıştığın ve çürüdüğün iş yerinde,

Hatta okuduğun ve okuttuğun yerde...

Kokuşmuş makyaj salonlarında suratına çaldığın o boyalarda...

Üzerine giyip de kendini teşhir ettiğin o rengarenk el­biselerin allı pullu süslerinde. ..d an telaların da. ..düşündü­ğün zaman düşüncende...

Velhasıl;

Baştan sona bütün hayatın ve kaderinde... Sen değildin gerçekte kararları veren... İnsaflıca düşünecek olsan bir an, Görüverirsin bu gerçeği...

Uçuruma yuvarlanmış bu düzende, türlü yollarla ta­hammül ettiğin onca tahkir ve ayrıcalıklarla...

Ne diyeyim gayrı...Bu zincirler sadece seni yüceliklere varmaktan alıkoymakla kalmamış...ülkenin bütün insan­larını da öldüresiye sıkıştırmış durmuş...

Bir ömür boyu türlü eziyet ve sıkıntılar altında yaşa­yan, zulüm üstüne zulüm gören, bütün varlığını acımasız­ca, sürekli yağmalanan ve insani ihtiyaçları dahi zerrece giderilmeyen senin ülkenin insanlarını, vatandaşlarını mustazaf halkını... Evet!... Evet ey kadın!...

Uçuruma yuvarlanmış tarihin binlerce yıldır zincire vurduğu sen... sen, ey kadın!...

Hakim düzenlerin zulüm kırbaçları altında benliği ya­ralanan sen!...

Bütün tarih boyunca, her defasında muhtelif oyunlar­la türlü şekillerde sermaye patronlarının kölesi durumuna getirilen sen...

Sen... ey kadın!

Bilmem kaç bin yıllık töreler istibdadının, her devirde çeşitli şekillerde hurafe ve bâtıl inançların kara pençesin­de mahsup ettiği sen!

Ve sen... Daima erkeğin kahrını çekmiş olan sen!... Şimdi...

Dünya mustazaf halklarının, galeyana gelerek, zalim­lerin kanlı çizmeleri altında bükülen bellerini doğrultup, kıyam ettikleri ve görkemli zaferler kazandıkları şu uya­nış ve kurtuluş çağında dur biraz...

Dur ve seher vaktine gittikçe yaklaşan şu karanlık ve ağır gecenin derinliklerinden süzülerek yükselen; yoksul­ların, aç ve çaresizlerin iniltilerinin; haklarını isteyenlerin ayaklarına vurulan zincirlerin ötesinden yükselen; evet, aym şekilde, tarihin derinliklerinde, bindörtyüz yıl önce­sinden... Tüm tarihin derinliklerinde, bindörtyüz yıl önce­sinden... Tüm cihana gölgesini düşüren ve uğursuz şemsi­yesi altında 4°ğu ve batı haydutlarının halkları nice zu­lümlerle ezip geçtiği, sömürüp zayıflattığı ve rastgele yağ­malamakla meşgul olduğu o uzun gecenin derinliklerinden yükselen islâm'ın kurtuluş ve hürriyet mesajını dinle!.

Dinle ve duy ve görkemli mesajı...

O günden bu güne, tarih boyunca sürüp gelen kıyame­te kadar sürecek olan mesajı...

Ve gözlerini; senin ve halkının kuracağı islâm'ın öte­den beri bildirmiş olduğu sabahın parlak ufkuna dik.. O mübarek ve kutlu sabahın.. Hürriyet sabahının... Musta-zafrarın topluma hakim olacağı sabahın ufkuna....

Sen de... İslâm'ın bu mesajını duyanlara; duyar duy­maz "Lebbeyk"! deyip kurtulanlara katılarak düşüncenle, sözlerin ve amelinle cevap ver...

Söyle; "Biricik ve eşsiz olan Allah'tan başkasına kul­luk etmem, yoktur ondan başka mâbud"! Bu cesurca ceva­bının çınlayışı dört bir yandan yankılar yaratacak, yüksel­dikçe yükselecek ve Allah yolunda yürüyen, bu yolda varlı­ğından geçen müminlerin imanı gibi, coşup kabaran iman deryasıyla bütünleşecektir.

Ve şimdi... Yüce Allah'tan başka bir mabudun olmadı­ğına inanmak suretiyle bütün diğer güçleri reddetmiş ol­dun! Hem,sadece bu güçleri reddetmekle kalmadın, aynı zamanda ruhunu, pak yücelere; Öteden beri insanoğlunun varlığında mevcut olan, insanı mecnun gibi kendisine di­vane eden değerlere... 'Yatan"la yüceldin... Allah'a doğru...

İslâm'ı, bir din ve ideoloji olarak benimsediğin şu an­dan itibaren "hicabı"da benimse; benimse ve onun canlara can katan Örtüsü altında yeni baştan kur kendini...

Yepyeni bir hayatın çatısı altında... Bu cesurca reddedişi gerçekleştirdikten sonra hiçbir şeyden çekinme artık...Korkma!..

Hem;

Neden korkacakmışsın ki?!...

Nen kaldı kaybedecek sanki?..

Bilmem kaç bin yıldır türlü hakaretler altında ezilen kişiliğinden,

Layık olduğun yüceliklere göç etmene, yüksek ufukla­ra ulaşmana engel olan ve seni tam anlamıyla haketmek-ten alıkoyan şu zincirlerden... Eline, ayağına; en önemlisi akıl ve ruhuna vurulan şu zincirlerden başka neyin kaldı?...

Hiç! Hiçbir şey!

Zorbaların kurmuş olduğu bu tarihin mirası,

Köleleştiren iktisadi sistemleri, egoist ve kan içici li­derleriyle şu ikibinbeş yüz yıllık "çürümüş" zulüm düzen­leri,

Ve,

Dini satılığa çıkaran din düşmanlarının, din adına ic­ra sahasına koymuş olduğu binlerce yıllık dini baskılar ne verdiler, ne kazandırdılar sana?...

Senden, cinsiyetinden, kültür, kadınlık ve iş gücün­den ne yarattılar?

Hiç... Hiçbir şey!...

Yatak odasına birazcık heyecan katan "kadın" adlı bir yaratıktan, bir takım özellikleriyle azimleri gevşetip irade­leri yok eden bir oyuncak bebekten, sapık yöneticilerin ve sokaktaki kalabalığın harem saraylarını doldurup duvar­larında teşhir edilen basit bir metadan başka hiçbir ş /!

Sabahtan akşama kadar evin bir köşesinden diğerine koşturup duran, bütün işi ev araç »gereçleriyle uğraşmak­tan başka birşey olmayan ve her an el pençe divan duran bir ev mahpusu..

Veya,

En düşük ücret karşılığı iş gücünü kiralayan toprak ağası yada fabrikatöre en yüksek verimi sağlayan bir kö­le...

Veya,

Gittikçe yayılan bürokrasi ortamında, devlet dairele­rinde çürüyen bir memur..

Sonuç olarak, her an düşüş kaydetmekte olan toplu­mun hangi kesimine giderse gitsin her kesimde başka bir sömürüye uğrayan ve daima horlanan bir insan.

Evet; Bunlar işte; senin için tayin ettikleri o berbat kültür ve davranış şekilleri. Bunlardır sana zorla kabul et­tirdikleri...

Bütün bir tarih; onca zorba hükümdar ve haydutlarıyla, kınlarından sıyrılmış yüz binlerce kılıçla sana karşı saldırıya geçmişler sanki...

Fakat sen islâm'ın güvencesi altına gir, onun emanında ol ve kurtul, güçlen ve silahlan.

Ama neyle?

"îslâmla"

"HİCAP"la!

İslâm'a inandığına göre tesettürü ve hicabı da kabul et. Sonra da; "Kadın oluş"a yüklenen kültürü uzaklaştır kendinden, sök at gitsin!

Hicabı... Örtü... Evet ama, hangi örtü? Nasıl bir Örtün­mek?

Feodalizim ve kapitalizme dayalı düzenlerin zalim yö­neticileri tarafından islâm'a zorla tahmil ettirilmeye çalı­şılan örtü mü?

Hani şu; bildiğimiz kurallarıyla, modalarıyla; Aşağıladıkça aşağılayan, alçaldıkça alçaltan o Türlü türlü ve güya İslâmi olan giysiler mi?

Evindeki, toplum ve tarihindeki zindanını temsil eden bir kaç metrelik bir kumaş mı yani?

Bu kumaşın ördüğü zindan mı, örtü? Üzerine geçirdikten sonra alabildiğine horlandığın, sınır tanımaz bir serbestlik içerisinde dilediğini yaptığın, dilediğince giyin­diğin, gönlünce düşündüğün; hatta karşına çıkan her kafi­rin, her tanrı tanımaz ve iffet nedir bilmez alçak ve çıpla­ğın yörüngesine girdiğin; bir baş örtüsüyle geniş bir parde-sü ya da bir çarşaf olması arasında hiçbir fark gözetmedi­ğin bir zindan mı örtü?

Hayır...

Asla!..

Yoksa...

Vücudunu binlerce göz önünde tahkir eden ve seni, beyinleri uyuşturmaya, iradeleri gevşetip üstün değerler; ayakları altına almaya yarıyan bir unsur haline getiren; sömürgecilerin, kapitalist ve emperyalist düzenlerin hiçbir sınır ve şart tanımayan o çarşaftan giysiler mi Hicap?!..

Yoksa...

Seks, güzellik ve zevk bataklığına saplanan; sapık ve Tanrı tanımaz değer ve düzenlerin karşısında sağlam bir ınkılabi siper kurabilmesine ve bütün bunlar karşısında senin değer ve özelliklerini tam olarak koruyabilecek bir dönüşüme imkan bulunmayan şu "Yarım-yamalak, yeter­siz", ve "Sınırlan belirsiz" olan "Marksist din şekli"mi?

Hayır bunların hiçbiri değil!

Sadece... İslâm'ın özel giyim şekli olandır "Hicap"... İnsanlık ve kurtuluş dini olan islâm'ın tayin ettiği sınırla­rıyla hem de.

Özel bir şekli olmadığı gibi, özel bir rengide yoktur onun. Ne siyahtır, ne kahverengi veya mavi.... Ne turuncu, ne kırmızı, ne de sarı... Hayır... bütün bunları; yaşadığın dönemin içinde bulunduğun çağın şartları ve talepleri be­lirler... Hatta senin ülkenin iktisadi sosyal ve siyasi şart­ları; özellikleri ve yerli kültür ve gelenekleri tayin eder. Bunları...

Üstelik...

Zindan, zindan da değildir!...

Nedir peki?

İffet ve namus sığınağıdır, kadınlık şerefinin barınağı­dır..

Bir mesajdır! Hicap...

Bir silahtır o, bir üs bir karargahtır. Sadece cismani özelliklerini değil; senin bütün özelliklerin cismani ve cin­sel boyutlardan ibaret değil ki, zaten aynı zamanda sana "Anne olma"nın, "Bacı" veya "Eşinin sevgilisi" haline gel­menin huzurunu veren; bu yücelik yeteneklerini kazandı­ran o cevheriyle.. En kutsal ilahi cevherini de koruyan, bu cevheri kendi hayalinde saklayıp geliştiren, olgunlaştırıp mükemmelleştiren bir iffet ve namus öğesidir o..

Üstelik..

Kimi zaman şair ve sözüm ona sanatkarların bir iki kağıt parçası üzerine karalayıp döktükleri, övücü ve met-hedici sahte, boş sözlerle dolu görülen kimi zaman sokak serserisi ayyaşların dilinde, kimi zaman da kapitalist em­peryalist ve sosyologların tasvir ve tahlillerinde kendisini gösteren o gizli ve kötü ellerinde kendisini gösteren o gizli ve kötü ellerinden, alçaltıcı iğrençliklerinden korur seni!...

Ve sen... Safdil mi, safdil...

Gerçekte seni iğrenç emellerinin basit bir vasıtası du-

rumuna getirmekten başka bir şey amaçlamayan bu aşa­ğılayıcı ve tahkir edici oyunlara nasıl da kaptırmışsın ken­dini safça.. Bunca kötüleyici, böylesine alçaltıcı şeylerle nasıl da avunmaktasın hâlâ!?

Halbuki islâm,

Bu özel örtü ve giyimle

Yani "Hicap"la,

Sen ve senin niteliklerin konusunda bambaşka ölçüler koymakta ortaya...

Hep yeni mihenkler, "insana yakışır" değer ölçüleri getirmekte gündeme...

İslâm, kadının sömürülmesine karşıdır. Çünkü., islâm'ın kadından istediği şeyi güzellik, ya da dış görünü­şüyle akılları baştan çıkaracak bir aldatıcılık değildir...

Aynı şekilde,

İslâm'ın,

Kadına sosyal açıdan bakışı da farklıdır...

Onu;

Toplumun; sırf bedeni, cinsel, kadınımsı özelliklere sahip bir unsuru olarak görmez... Hayır!

İslâmın senden beklediği şey; Allah'a inanman, bilinç­li bir kararla islâm'ı kabullenmen, daima hakkı gözetip hakkı söylemen, tertemiz insani hisler taşıman; kısacası, inançlı ve mantıklı olmandır.

islâm...

Sende "Varlık" değerleri arar... "Cinsel" değerleri değil.

Nitekim çağdaş tevhidi toplumu kuracak ve varlığım sürdürmesinde etkili olacak olan, senin inancın ve davra­nışlarındır; fiziki ve cinsel Özelliklerin değil... Bu ikincisi, hergün biraz daha bataklığa gömülmekte olan kokuşmuş tağuti toplumlarda etken olarak görülen unsurlardır... Sözkonusu tağuti toplumlarda ise; sosyal, siyasi ve iktisa­di yapıdan tut da önderlik müessesine kadar bütün sis­tem, ilahi kurallara ters düşen bir sistemdir. O kadar ki; bu toplumlarda, neye benzediği pek anlaşılmayan bir avuç erkek ve kadın; duygudan tümüyle mahrum ve insanlık­tan tamamen uzak bir halde; yek diğerini "aşağılık bir hayvan" olarak telakki eden bir anlayışla birbirine karış­mış gitmiştir....

Erkek-kadm, genç-ihtiyar, çocuk-büyük demeden, bu kavramlara hiçbir değer vermeden hem de...

Öte yandan,

Kana susamış bir grup cani ve Kur'an-ı Kerim'in, de­yişiyle mütref zalimler ise çıkıp o yukarılarda oturmuş, neşeyle sırıtarak aşağıdakileri seyretmekte... Onların ka­nını, canını, ümidini ve bütün gençliğini yağmalayıp talan ederek kendi güçlerine güç katmakta... Servet üzerine ser­vet yığmakta...

Ve... Gün geçtikçe eriyip giden, yol olup biten aşağıda­kilere karşın, onlar... habire sömürmekte...

Bugünkü toplumların çoğunda olduğu gibi...

Senin toplumundaki gibi...

Evet... şimdi İslâm'ı tanıdığına, islâm'a inandığına gö­re örtünmeyi de tanı, hicabı da kabul et.

Fakat,

Dikkatli ol ve unutma ki,

Hicabın ve örtünmen tek başına hiçbir şey ifade et­mez...

Sadece örtünmüş olman yeterli değildir...

Zira bu hicap ve tesettür,

Hiçbir muhtevası olmayan bir örtü,

Bir kabuk.

Ve dini bir gösteriş aracına da dönüştürülebilir!...

Nasıl ve ne zaman mı?

İslâm'ı yüzeysel olarak ele alıp üstün körü tanımayla yetindiğinde!..

İslâm'ı kural ve kaidelerde meselenin derinliğine in­meyi lüzumsuz görerek gerekli dikkati sarfetmeyip sathi bir inceleme ve mütalaa ile yetindiğinde...

Sonuç olarak;

İslâm'ı, geleneksel bir olgu olarak ele alıp onun bütün ayetlerini, emirlerini sosyal, siyasi, kültürel ve iktisadi meseleler mevzusundaki düzenlemelerini geçmişten gel­miş bir takım örfler olarak kabul edip, ona, "Eskimiş" gö­züyle baktığında...

Senin hicabın...

Bir "gösterişten ibaref'de olabilir!

Nasıl mı?

Özünden kopmuş bir aydın olarak gerekli inancı taşı­maksızın bir takım islâmi gösterişlere kapıldığında... So­nuna kadar gösteremiyeceğin ve bilfiil icra alanına koya­madığın bazı iddialarda bulunmaya başladığında!...

O zaman...

Tarih boyunca kadının müptelası olduğu bütün bu za­aflar senin de iliklerine kadar işler... ve... öldürücü, o tik­sindirici, o zaaflarla yüklenmiş olarak tarih sahnesinde toplumun karşısında bulursun kendini...

Nedir bu zaaflar?

Hani senin de pek iyi bildiğin şu "kendine güvensizlik duygusu" dur, Mesela... "Aşağılık kompleksi" kendinin ve toplumunun kaderini tayin konusunda dikkat ve uyanıklı­ğı gösterenıeme ve... ve... Kararsızlık!..

Hem de, her türlü batıl ve zalim karşısında yumuşak ve esnek davranarak...

Erkeğin karşısında hemen kendini kaybedip, fikren ve bedenen iradeni yitirip onun yörüngesine girerek...

Bildiğimiz kadınca sapmalardan biri olan şu "Gösteri­şe düşkünlük" cehaletiyle hem de!

Bir "Aydın" gibi ve "entellektüel" tavırlarla... ve işin kötüsü "îslâmi örtüyle"!...

Senin hicabın...

Ailenden kalma bir miras, ailende yerleşmiş ve sana ailenden geçmiş bir "adet ve ahşkanlık"ta olabilir...

Bu örtünme şekli -hicap- ailen içinde bir gelenek, özel bir giyim ve adet halini aldığında,

Ve sen,

Bu özel giyimle giyinmiş olmanın beraberinde getirdi­ği bir takım mes'uliyetleri doğru dürüst göz Önünde bulun-durmaksızın, onu giyinmiş olduğun halde dilediğince dü­şünmeye, istediğin görüşü savunmaya, arzunca giyinip süslenmeye...

Hülasa bu giyimle birlikte bütün kadınsı tahmili zaaf­ları da bünyende taşımaya başladığında...

Hicabın,

Alışkanlık eseii giyinmiş "herhangi bir giysi"den, ve "Çevre öyle olduğu için" uyulmuş bir şekilden öteye geçmi-yecektir.

Ve, sen olarak senin hicabın... Bir zorlama eseri, mec­buren giydirilen herhangi bir giyişi, istemeden ve rızan ol­maksızın sana kabul ettirilen bir şekilde olabilir....

Mesela baban, kardeşin ya da kocan... seni örtünmeye zorlamış olabilirler...

Ve sen...

Sırf bu zorlama yüzünden...

Lakayt bir tavır takınarak, hiçbir ilgi ve mesuliyet hissi taşımaksızın...

İnsana hayat veren bu giyim şeklini kabullenmiş ola­bilirsin....

Fakat... Onun vermek istediği mesajı ve amaçladığı hedefleri anlamak için en küçük bir gayret dahi göster­meksizin..

Bu tesettüre... Bu mukaddes giyisiye hakkıyla layık olabilmek için hiçbir çabada bulunmaksızın... Benliğini arıtıp nefsini düzeltmeye çalışmaksızın...

Sonuç olarak:

İslâm'ı yegane gerçek din mesabesinde görmediğin sü­rece,

Onun cihanşümul bir ideoloji olduğunu öğrenip bunu idrak edemediğin müddetçe hayatını, günlük yaşamını, zevklerini, niyet ve amellerini; amaç ideal ve davranışları­nı... Hülasa bütün varlığını samimi bir doğruluk ve tam bir cesaret içinde islâmla bütünleşip yoğurmadıkça,

Yukarıda sözünü ettiğim örtünmelerin hiç birisi "îslâmi" bir hicap olmayacaktır....

Sen ona "hicap" desen bile onda islâmi bir ruh, islâmi bir muhteva ve "İslâmi bir mesaj bulunmayacaktır!...

Bu durumda,

Böyle bir hicap'da,

Zulmün ve zalimin karşısında direnen, aşağılık değer­ler ve bu değerleri yüceltmeye, bayraklaştırmaya çalışan aşağılık düzenlerin uykularını kaçıran sağlam bir üs ve güçlü bir kale olmaz tabii!..

Yurdunun insanları için kurtuluş mesajları veren, se­vinç dolu müjdeler getiren dost olmaz elbet...

Fakat sen,

İslâm'la bütünleşir ve sırf islâm emrettiği için Örtü­nürsen.

"Hicap"m getirdiği mesuliyetleri anlar ve bunların şu­uruna varmış, hicabı idrak etmiş olarak kapanırsan,

Senin pak varlığının kutsal örtüsü, iffet ve namusu­nun sadık bekçisi olur!

Bir mesaj olur!...

Bir silah olur!...

Öylesine gelişir ve öylesine güçlenir ki,

Başlı-başına somut bir ideolojiye dönüşü verir adeta....

İslâm'ı kabul etmenin, Allah'a inanmanın ta kendisi kesilir...

İslâm'ın o biricik ve eşi benzeri bulunmayan yüce Al­lah'tan başka tüm güçleri reddetmesi gibi hani...

Korku ve teslimiyeti, yalnız ve yalnız O'nun karşısın­da caiz görmesi gibi tıpkı....

Herkesin kendi hakkını elde edebildiği, bir tarağın dişleri gibi herkesin birbirine eşit olduğu tevhidi toplumu müjdelemesi gibi..

Düşünceleri, fikirleri, ruhları ve toplumları yücelikle­re, müsbetin doruğuna ulaştırdığı kadar hem de...

Mustazafların kurtuluş gibi...

Zalimlerin bütün kudretlerini ezen bu güç oluşu gi­bi....

Bütün ideolojileriyle, Allah'ın kullarına beslediği sevgi ve dostluğuyla; Allah ve kullarına karşı sevgi ve dostlu-ğuyla; Allah ve kullarına karşı düşmanlık besleyenlere düşmanlık besleyip böylelerine karşı kabaran öfkesiyle....

Velhasıl... Herşeyinle bütün bir islâm oluverir hica­bın!

Evet.... Senin hicabın...

İslâmi hicap...

Övüncün, gururun, iftihar vesilen!...

Sen; gerçek islâm'ı tanıdıktan, bütün varlığın o ve onun idealleriyle yoğurup bütünleştirdikten sonra, yücel-dikçe yücelecek olan bütün bu değerler, hicabında toplanı-verir senin...

Özetlenir...

Öyle ki, senin hicabın,

Her boyutu ile islâm'ı yansıtan,

İslâm'ın bütün değerlerini kendinde toplayan bir odak haline gelir...

Somutlaşmış bir İslâm oluverir adeta...

Ve şimdi...

Sen!

Sen ey müslüman kadın!

Bir din, bir ideoloji, bir ülkü ve arzuların en güzeli de­mek olduğunu anladığın; gereğinde bütün bunların sembol olduğunu bildiğin "hicabınla", halkına, ülkenin insanları­na ve bütün cihanın mustazaf milletlerine mesaj ver:

Bacım! Kardeşim! Vatandaşım!

Ey benim mahrum, muzdarip ve emektar insanım!

Geçim derdiyle beli bükülen, binlerce mesele ve meş­galeyle oyalattırılan halkım!

Basm-yayın... ve benzeri araçlarla habire aldatılan, beyni yıkanıp özünden uzaklaştırılan kendi kendine ya­bancı olacak bir hale getirilen ve kendi ülkesinde yabancı muamelesi gören ve garip bırakılan milletim!

Emperyalist sistemlerin çarkları arasında öğütülerek para babalarının ekonomik oyunlarına getirilen, krediydi, taksitti derken... tam bir tüketici topluma dönüştürülüp sürekli aldatılan mazlum milletim!

Tarihin zalim zorbalarının kanlı çizmeleri altında inim inim inleyen; halk adına sahneye çıkıp baş köşeye oturduktan sonra çivili kamçılar ve süngülerle hükmetme­ye çalışan haydutların darbeleri altında yaralanıp lime li­me edilen siz...

Siz... ey ülkemin rnustaz'afları!

Ve... ey mahrum bırakılmışlar,

Ey dünyanın zahmet ve emekle yaşayan, alnının te­riyle geçinen muzdarip ve çileli insanları!

Ve... Başlangıçtan bugüne değin; bugünden kıyamet gününe kadar hep tarih sahnesinde var olacak, ve tarih sahnesinden silinmeyecek olan siz... siz... Ey dünya mus-taz'afları!...

Benim hicabımı tanıyın, idrak edin... Önemsiz olduğunu sanmayın bunun.. Zira bizzat bu hicab,

Sizlere hürriyet kapılarını açacak ve kurtuluşu müj­deleyecek olan bir mesajdır!... Hatta kurtuluş müjdesinin ta kendisidir!

İslâm inancının bir işaretidir o... Mahrum halkların ve dünya mustaz'afi arının kurtuluşu... ve o... görkemli in-kılab'm tarihçesidir...

Evet!...

Ey vatandaşım! Bacım, kardeşim... Ey ülkemin mus-taz'aflan! Hicabıma bakın; bakın da, onun varlığında şe­killenen, onunla birlikte gelen "bütün batıl sistemlere kar­şı ayaklamş ve kıyam"ı görün! Onun getirdiği daha nice mesajları anlayın, nice insanları, şahlanışları yiğitçe kı­yamların ve bütünüyle muhteşem inkılab'ı görün!

Bütün dinsiz, sapık ve kirli değerlere karşı yiğitçe bir isyan vardır onda!

Hakka itaat etmeyen kuvvet, kudret, servet ve güzel­liklere, insanlık dışı anlayışlara menfaat putçuluğuna; ka­dın ve erkeği bir eşya ve bir mal gibi görüp gösteren anla­yışa, sömürünün getirdiği dayanılmaz zillete minnet etmeye, alçalttıkça alçaltan, uyutup uyuşturan propagandalara karşı bir isyan...

Bir kıyam..

Zalimler güruhuna, kan içici hakim kudretlere, fira­vunlara; binlerce yıldır din adına saltanat kurup dini ayaklar altına alan istibdatların şer ve şirretliklerine; maddeye tapan materyalist putçu zihniyetlerin doğmaları­na; çürümüş zihniyetlerin dünya görüşlerine; her türlü sa­pık ölçüsü değer, ülkü, hedef ve kokuşmuş iddialarına karşı...

Ey ülkemin mustaz'afları! Ey bütün dünya mustaz'af-ları benim hicabım, islâm ideolojisinin bir parçasıdır; islâmm müjdelemiş olduğu toplumun habercisidir...

Herkesin tek bir ümmet halinde Allah'a doğru yönel­miş olduğu toplumun... Dolara paraya, mevki ve makama, makam sahibine değil... servet, prestij, güzellik, şehvet, seks, lezzet, doyum., hayvanca değerlere doğru değil!...

Hayır! Sadece Allah'a doğru yönelen, ondan başka hiç­bir şeye yönelmeyen bir toplumun müjdecisidir...

Sınıf çatışmalarının ortadan kalktığı; ilhadi ve görü­nüşte dinci olan zalim kudretlerin siyasi ve iktisadi sulta­sının yerle bir edildiği "Tevhidi toplum"un müjdecisidir.

Evet., tevhidi toplumun..

O toplumda fakir fukaranın, mahrum, yoksul ve açla­rın iniltisinden, eser yoktur...

Yetimlerin gözyaşından eser yoktur...

Yiyecek ve ilaç bekleyen aç bebeklerden, bebeğini nefesiyle ısıtmaya çalışan dertli, yoksul ve çaresiz anneler­den, yuvasına bir lokma ekmek götürebilmek için gece gündüz çırpındığı halde, evine eli boş dönen boynu bükük., çoluk çocuğa karşı mahcup düşen babalardan eser yoktur o toplumda...

O toplumda kadın horlanmaz, aşağılanmaz, küçük dü-şürülmez...

Evinde ya da çalıştığı iş yerinde çürümeye terk edilen, çalıştığı her yerde sömürülen; varlığı, ancak bir takım cin­sel özelliklerini sergileyip teşhir ettiği zaman kabul edile­cek kadar aşağılanan ve bir hayvan kadar dahi değer gör­meyip ilgi gösterilmeyen kadınlara raslayamazsmız o top­lumda....

"Üret-tüket", "tekrar üret ve tekrar tüket" gibi tek bo­yutlu bir kısır döngü göremezsin o toplumda... İnsanoğlu, sırf tüketici bir hayvan gibi görülmez, topluma; ürettikçe tüketen, tükettikçe modernleşen (!) bir sömürü aracı gö­züyle bakılmaz.

Tevhidi toplumda diktatörlük de yoktur... Ne iktidarı ile geçiren bir zalimin ferdî diktatörlüğü, ne bir avuç ser­maye babası kapitalistin toplum diktatörlüğü ne de, ko­münist parti veya proleterya diktatörlüğü... hem... bunla­rın biri diğerinden farklı değil ki... her birisi, zulmün diğer bir şekli değil mi?

Evet....

Hicabı konuşuyorduk seninle....

Hicabı... müjdeci....

İslâm'ın anlattığı toplumu müjdeler... tahakkuk etme­si için bütün müslüman savaşçıların çalışıp çabaladığı, ölüme meydan okurcasına cihad ettiği ve uğruna seve seve şehid olduğu toplumu...

/Allah yolunda cihad edenlere selam!/

Ey halkım! Ey milletim! ne zamana değin, nereye ka­dar sürecek bu böyle?!...

Bunca boynu büküklük, bunca perişanlık, zillet, tah­kir, zulüm ve aşağılanmaya daha ne kadar sabredeceksin?

Bir taraftan doğu ve batı emperyalizminin, diğer ta­raftan içerdeki kan içici yağmacılar ve zulüm düzenleri­nin... Her şeyini çalıp çırpmasına, bütün yer altı ve yer üs­tü zenginliklerini talan etmesine daha ne kadar seyirci ka­lacaksın?!...

Bir avuç azınlığın her türlü nimetle dolup taşan bol­luk sofralarına karşın; çoğunluğu teşkil eden kardeşleri­mizin sofralarının bom-boş kalmasına daha ne kadar ta­hammül edeceksin?

İnançlarımızı; mukaddesat, kültür, ideal ve değerleri­mizi ne zamana kadar çağın zalimleri ve kokuşmuş kül­türlerinin ayakları altında çiğneniyor göreceğiz böyle?!...

Ne zamana kadar?....

Ülkemizin dört bir köşesinden ve dünyanın tüm mah­rum mustaz'aflarının bağrından yükselen figanları, bu inilti ve feryatları ne zamana kadar duyacağız daha?

Ne zamana kadar bacılarımızı, kadınlarımız ve kızla­rımızı, sermaye patronlarının kirli kazançlarım temin eden; bir avuç ahlaksız yarattığın elinde oyuncak olan za­vallı fahişeler olarak göreceğiz daha?...

Hayır!

Yüzbin kere hayır!

Artık yeter...

Ey dünya mustaz'afları! Ey iffet sahibi kadın! Teset­tür ve hicabımla mesaj vermekteyim size... Gerçek ve hakk olan İslâm'a davet etmekteyim sizi onunla....

"Doğrular" için... "Hakkın uğruna" isyan ve savaşa ça­ğırmaktayım; hakk, adalet, eşitlik ve birlik yolunda müca­deleye davet etmekteyim...

Hakk'a çağırmaktayım... Biricik Allah'a doğru... Allah yolunda kıyama; kemâle ermeye ve "mükemmel'ı bulma­ya...

O mükemmelle müjdelemekteyim sizi...

Müslüman kadının mesajidrr bu; halkının kadınları­na... Sizlere; bütün analara, bacılara... Bütün kadınlara...

Sana, ey kadın!

Halkın hangi bölüğünden, hangi kesiminden, hangi sı­nıfından olursan ol, sanadır bu mesajım...

Hangi din ve kültüre mensub olduğunu, ne kadar tah­sil gördüğünü, hangi meslekle uğraştığını bilmiyorum... Bildiğim tek şey, ülkemin gönlü yaralı insanlarının zulme uğrayan önemli bir parçası olduğun... önemli olan da bu değil mi zaten?

Bilirim çünkü... İslâm'ı gerçek şekliyle tanıyabilme-nin, İslâm'a samimiyetle inanabilmenin senin için ne ka­dar zor olduğunu...

Onunla tanışabil mene izin vermediler ki senin.. Kendi düzüp koştukları masalları anlatıp durdular onun adına... Cehalet ve çıkarlarına İslâm adını vererek, sömürüden başka şey olmayan birşey sundular sana..

Öyle değil mi?

Bugün "İSLAM" deyince neler geliyor senin aklına?

Nasıl tanımakta, nice bilmektesin onu?

Nedir sence İslâm?

Hz. Ali'nin de (s) buyurduğu gibi "Tersine çevrilmiş bir hırka, dilleri zikre alışmış ihtiyarlar için bir takım vird ve dualar toplamı veya sadece mezarlıklarda kabir başla­rında okumak üzere ele alınan ve sair zamanlarda rafa kaldırılan, toz kaplamış, el değmemiş bir Kur'an..."

Değil mi?

Ya müslüman kadın?.. Onun hakkında ne bilirsin? Kimdir sence "müslüman kadın"?..

Bütün hayatı babasından, kocası, kardeşi ya da oğlun­dan emir almakla geçen, muhtelif yollarla sürekli aşağıla­nan hor görülen... "Kadın için cihad etmek, ev işleriyle uğ­raşmaktır meselenin aslını idrak etmeksizin- çocuk büyüt­mek ve kocasının gönlünü almaktır" gibi bir inanışı şiar edinen.. Ve hayata böyle bir inancın penceresinden bakan zavallı ve perişan bir ev mahkumu?...

Çocuk yetiştirmek.. Evet bacım.. Çocuk yetiştirmek.. Büyük bir iş; büyük, zor ve değerli.. Fakat islam senin herhangi bir anne değil; haksızlığa, zulme, ve batıla karşı korkusuzca savaşan yiğit bir anne olmanı ister.

Mü'min ve Hakperest çocuklar yetiştiren şefkatli bir anne, kocasına karış saygı ve sevgi besleyen sadık ve vefa­lı bir eş... Aynı zamanda içtimai sorumluluk taşıyan, top­lumun dertleriyle yakından ilgilenen, Allah katında vicda­nına ve ülkesinin insanlarına karşı mesul olduğunun bi­lincine varan bir kadın...

Yani,

Kemale ermiş bir kadın.

Müslüman bir kadın!...

Eve hapsedilmiş bir köle olmadığı gibi, burjuvazi veya marksist sistemin yarattığı bir uşak tipi de değildir o...

Nitekim bu sistemlerin geliştirdiği kadın tipi, her ne kadar "evcil kol" değilse de; sömürünün başka bir kalıbı­na dökülmüş diğer bir çeşit köle olup, boş tutkulara esir edilmiş ve bağımlı kılınmıştır. Bu defa sahnede "sosyete hanım" veya "annesinin kuzusu" kadın tipleri yer alır. Bü­tün sosyal faaliyeti "nezaket ziyareti" ve benzeri misafir­liklere gidip dindar konuşmaların yapıldığı çay partilerine katılmaktan ibaret olan; her fırsatta kendilerinin ne ka­dar zengin ve görgülü (!) olduğundan söz açan, ikide bir mücevheratını gösterip takındığı altın ve gümüşlerle övü­nen gösteriş delisi kadınlar...

Hayır!

İslâm'ın böyle olmadığını ve olamayacağını sen de bi­lirsin!

Milletin başına buyruk kesilen patronların ve sömür­mekten başka amacı olmayan sermaye ağalarının sultası sonucu böylesine saçma ve sapık uygulamalar gündeme gelmiş; ölçü ve kıstasları da kendileri gibi sapık olan bu adamlar, kendi bozuk zihniyetlerini İslâmi imiş gibi göste­rerek "İslâm" ve "müslüman kadın" kavramlarının, ger­çekte, olduklarından tamamen farklı bir şekilde zihinlere yerleşmesine sebep olmuşlardır.

Fakat ben,

Şimdi somut bir İslâm olan tesettürüm ve hicabımla islâm'ı müjdelemekteyim sana...

İslâm'ın başlangıç dönemlerini...

Parıl parıl ışıyan ilk günlerini...

Bütün cihanı karanlıklara boğan o dehşetli zulmetin bağrında ansızın parlayan; küfrün ve cehlin hakim olduğu o karanlık gecede ortaya çıkıp güneş gibi tüm cihanı ay­dınlatan o nur deryası İslâm'ın ilk günlerini...

Evet...

İslâm'ın; kurtuluşlar getiren, zulmeti parçalayıp ka­ranlıkları yırtan o muhteşem şafağıyla müjdeliyorum se­ni...

Aklında ve düşünce dünyanda nice fırtınalar kopmak­ta şimdi... Öyle ya; İslâm adına neler anlatmış, neler dü­züp koşmulardı bugüne değin... Oysa şimdi, ayrı yerler duymaktasın...

Bunları kabul etmenin, bu söylediklerime inanmanın senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum.

Ülken üzerinde de planlar kurmuş, halkının her ke­sim ve sınıfı için ayrı ayrı projeler düzenleyip özel sömürü programları hazırlamışlardı..

Senin için de bazı planları olduğunu biliyor musun?... Evet.. Senin için! Halkının yarısı demek olan senin için hesapların en iğrencini yaptılar; plan ve programların en korkunç ve uğursuz olanım hazırladılar.. Kiralık sosyologların aracılığıyla.. Satılmış psikologlar, teknisyenler ve planlama uz­manlarının yardımıyla...

Ve... Bu meşum planlarını uygulama sahasına koydu­lar acımasızca...

Ve seni.. Üslerinden birisi haline getirdiler.. Evet, üs; karargâh! O meşum planlarını gerçekleştirebilmek ama­cıyla kullandıkları bir kale...

Yavaş yavaş değişirdiler seni, istedikleri şekle girince­ye kadar...

Evet ey ülkemin kadım! Seni bütün varlığınla ele ge­çirip fethettiler böylece... Ve şimdi ne yazık ki, sen, onların emrinde olan bir üs, onların işgali altında olan bir kalesin artık...

Hem de güçlü... Güçlü ve önemli bir kale..

Düşman için gerçekten de büyük bir fetih bu. Büyük ve uğursuz..

Evet.. Bir "üs" sün sen şimdi, düşmanın elinde..

Düşmana daha fazla kazanç sağlayan ve bu amaçla fethedilen bir üs..

Yüce ilahi değerleri lekelemek, manevi hayatı altüst etmek, toplumu cansız ve hareketsiz bir hale getirmek için kullanılan bir üs...

Halkın diğer yarı parçasını aldıtıp uyuşturmak ve uyutup saptırmak için ele geçirilen bir üs.. Yani erkeği... Ve senin vasıtanla!...

Sonuç olarak; halkı sömürmek, ülkeyi yağmalamak, milleti perişan edip köle gibi kullanmak; insanları en tabii haklarından bile mahrum edip gittikçe çökerterek kendile­rine bağımlı kılmak, yönetimin başına geçip egemenlik ku­rarak alabildiğine tahakküm etmek için kullandıkları bir üs..

Şöyle bir düşün şimdi... Onlar, senden ne istiyorlar?

Hangi Ölçü ve kıstasları tahmil etmiş durumdalar sa­na? Ne gibi şeyleri "değer" ve "Ölçü" olarak kabul ettirdiler kadına?

İşte:

Güzellik, alımlılık, erkeklerin aklını çelme, gönlünce eğlenip dilediğince davranma, arzu ve heveslerini tatmin etme, şık giyinme ve gerekirse soyunma... Yani çıplaklık!...

Peki niçin?

Görünüşte de olsa tam bir fahişeye benzemen için ta­bii! İğrenç emellerin tatmini amacıyla kolayca kullanmaya müsait, boş kafalı, düşünce, tercih ve asaletten yoksun "ruhsuz" bir oyuncak olman için..

Tıpkı bir "bostan korkuluğu" gibi!..

Ve sen,

Gerekli dikkati gösteremedin!...

İlk adımı atmadan Önce iyice düşünmen gerekirken; yaldızlı sözler ve maksatlı teşviklere kanıp çabucak kap­tırdın, koyverdin kendini!.. Teslim oldun..

Bunların gerçekten de bir "ölçü" olduğuna ve bu ölçü­lerle değer kazanabileceğine inanıverdin... Değer anlayışı­nı da -kendi menfaatleri doğrultusunda- saptırmış ve de­ğiştirmişlerdi çünkü... Böylece; gece gündüz bunlarla dolu düşlerin gerçek çehresini bir türlü göremedin... Bu çirkin değerlere kavuşacağım diye en güzel yıllarını boşa harca­yarak çırpınıp durdun...

Halâ da çırpınmaktasın ya...

Göz alıcı rengarenk elbiseler, renkli magazinler, ko­kuşmuş makyajlar, baş döndürücü parfümler, ciyak renkler; nasıl ve niçin olduğuna bakmaksızın moda olan herşey uğruna..

Senin için bunları önem kazanmalıydı tabii..

Zira o egoist güçler, o kan içici canavar ve çıkar düş­künü yağmacılar, ceplerini şişirebilmek için milyarlar ka­pasiteli fabrikalar kurmuşlardı. Daha fazla üretim ve da­ha fazla kâr için de, fabrikalarının "ucuz hammadde "ye ve "bol tüketici pazarlar"a ihtiyacı vardı....

Senin ülken ve toplumun da; sayısız yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla, muhtelif sınıf ve kesimlerden oluşan geniş halk potansiyeliyle tam bu amaç için biçilmiş kaftandı!

Fakat ya halk?

Ya halk uyanıksa?!

Dikkatli, tedbirli ve temkinli ise?..

Böyle bir halkın varını yoğunu yağmalamak, herşeyi-ni talan edip sessizce çalıp çırpmak kolay mıydı?

O halde halkı uyutmak gerekiyordu önce..

İyice uyuşturup duyarsız ve hissiz bir hale getirmek... Etrafında neler olup bittiğini ve ne dolaplar döndüğünü anlamamalıydı.... Taştan bir heykel gibi...

Peki; neyle, hangi vasıtıyla sağlanacaktı bu? Seninle tabii! Senin vasıtanla!

Halkı uyutmak, beyinleri uyuşturup düşünceleri don­durmak için senden daha etkili bir silah, senden daha te­sirli bir araç olabilir miydi?

Nelere sebep olduğunu, nasıl ve hangi amaçlarla kul­lanıldığını görebiliyormusun ey kadın?!. Toplum sahnesinde nasıl bir role çıkarıldığım; milletin canına kasteden bu gaddarlara nasıl alet olduğunu görüyor musun ey müslüman kadın?!

Oysa, halkın kanını emen bu asalakların, sayısız fab­rikalarında üretilen onca malın, kısa bir süre için; evet, yalnızca kısa bir süre için satılamadığmı ve ambarlarda yığılıp kaldığını bir düşün.. Ne olur o zaman?

Bütün planları altüst olmaz mı onların? Makinaları durur, sistem çökmeye başlar, bunalımla­ra düşerler...

Bütün varlıkları hezimete uğrar ve yok olup gider­ler!...

Kendi ihtiyaç ve talepleri için ürettiklerinden başka, bir de, sayısız fabrikalarının üretim fazlası olan bunca ma­lın depolarda çürümeye terk edilmemesi için ne yapmalıy­dı peki?

Çare ne olabilirdi? Pazar!...

Evet! Yeni tüketim pazarları bulunmalıydı! Senin ül­ken?

Tabii!.. Neden olmasın? Diğer birçok benzeri ülke gibi o da, yepyeni bir tüketim pazarı olabilirdi pekala...

Evet...

Onlar, yeni pazarlar bulmak zorundadırlar... Daima yeni pazarlar bulmak ve yeni pazarlar ele geçirmek... İşte bunun için seçtiler seni! Bu amaçla çengel attılar sana!

Fabrikalarının ürettiği çürük, elde kalmış ve üretim fazlası artık malların reklamını yapman, bu malların satı-labilmesini sağlamak için...

Bunu başarabilmek amacıyla da oyuncak gibi kullan­dılar seni. Bütün varlığından faydalandılar.. Saçından, se­sinden, endamından, çeşitli zevk ve hobilerinden, fiziki ya­pından.... Akla gelebilecek bilumum hassalarından fayda­landılar....

Görüyormusun.. Onlara nasıl yardımcı olup kazanç sağladığını, nice kârlar getirdiğini?..

Fakat onlar; daha fazla kazanç sağlamak ve daha ge­niş pazarlar elde edebilmek için, onların elde kalmış üre­tim fazlası mallarının reklamını yapan hoş kokulu cilveli güzel ve çıplak bir oyuncak bebek gibi kullanılmakla iktifa etmediler...

Aynı zamanda yeni bir pazar yeni bir tüketici duru­muna da getirdiler seni...

Onların ürettiği süs eşyalarını, yiyecek ve giyecek maddelerim, ev eşyaları ve makyaj malzemelerini tüketen yeni ve daimi bir pazar... Sen... Yeni bir tüketici... Dahası; zevksiz bir tüketici!

Üretilen her şeyi beğenen, satışa çıkarılan her malı hemencecik almaya can atan, vitrinde gördüğünü ihtiyacı­na tercih eden "tüketime tam hevesli, her şeyi her zaman tüketmeye hazır" bir tüketici hem de..

Böylece, iki kat bir gelir sağlamaktasın o insanlık düşmanı canavarlara...

Sen...

Evet bacım, sen..

Kararsızlıklar içinde bocalayışlarınla, zaaflarınla... Hizmet etmektesin bu canavarlara,.

Hatta... Hizmetten de Öte...

Yurdunun mustaz'aflarına karşı giriştikleri cinayetle­re de ortak olmaktasın bilmeyerek...

Fakat;

Şimdi iyi kulak ver mesajıma; Müslüman kadının hicabının mesajıdır bu. İslâm'ın mesajıdır!

İslâm'ın; bütün bu kokuşmuş değerleri ayaklar altına aldığının, o zorbalar ve kurmuş oldukları düzenleri red­dettiğinin; bu tuzakları, türlü hile ve desise dolu bu ihanet planlarını geçersiz saydığının ve kadın meselesine böyle bir açıdan bakmayı kesinlikle reddettiğinin ilanıdır!

Kardeşim!

Bütün zorbaların, önünde kul-köle kesilip boyun eğ­dikleri şu "kâr" ve "çıkar" adlı tanrı, insanlık düşmanı bencilleri manasız vesveseleriyle teslim alan bu şeytan; damarlarındaki son damlaları da emmeleri ve seni cansız iskelet haline gelinceye kadar sömürmeleri için; arzın muhtelif mmtıkalarındaki "yönetici" sıfatlı uşaklarına bir diğer ihanet planını daha dikte ettirdiler!.. Bu plan gere­ğince sen, bir yandan tatlı vaadler ve propagandalarla, bir yandan da madden zayıflatılıp yoksul bırakılarak, evinden uzaklaştırılıp tarlaya ve fabrikaya götürüldün... Ucuza ki­raladıkları iş gücün sayesinde daha fazla kâr kazandıra-bilmen için... Canın pahasına hem de... Evinin-barkımn dağılması, çoluk-cocuğunun başsız sahipsiz ve hamisiz ka­lıp perişan olması pahasına... Evet... Ey çiftçi kadın! Ey emektar köylü kadın! Üç günlük yaşamının zindan olması pahasına tarlaya çekildin...

Kahrolsunlar inşallah, ocakları dağılsın!

Ölüm onlara!

Ölüm!

"Adaletsizlikler üzerine imar ettikleri kendi evleri de yıkılsın başlarına inşallah!

Dilerim Allah'tan bulurlar ettiklerini!..."

Bak ta gör! Kâr ve güçlerini artırabilmek için, halkın her sınıf ve kesimine göre nasıl özel programlar düzenle­diklerini, nice planlar çizdiklerini gör!

Ve ben...

Hicabımla

Mesaj veriyorum sana

İslama sığın!

İslâm'ın hareminde karar kıl!

İslâmi ideolojiyle silahlan,

İslâmi akaid ve islâmi hicapla mücehhez ol!

Böylece,

Onların düzenlerini, sistemlerini; bütün hile, desise ve planlarını alt-üst et! Yık başlarına nizamlarını acıma­dan!

Aksi takdirde sen,

Bu kan içicilerin böyle oyuncağı haline gelmiş bir ka­dın olarak sen; beyinleri uyuşturmaktan, akılları düşünce­den alıkoymaktan başka işe yaramayan bir araç olmaktan kur tulamryacaksm!

Gençleri uyuşturan, halkın yansını-erkekler- saptıran ve onları; toplumda olup biten önemli olaylar ve hayati meselelerden bihaber kılıp gerçeklerden uzaklaştıran bir araç...

Toplumda cereyan eden olayları farketmemesi için er­keğin bütün dikkatini kendi üzerine çeken; onun bunca zulme; ihanet, adaletsizlik, yoksulluk, hırsızlık, yağma ve talana karşı "Niçin?!" diyebilmesine fırsat vermeyen; di­nin, yerli adet ve geleneklerinin yok olup gittiğini görmesi­ne engel olan bir araç....

Evet.... Sen!...

Ne yaptığının farkında olmaksızın bütün bu çürümüş değerleri kabullenip, bu bozuk ve zalim düzene boyun eğip teslim olan; "yılın güzeli", "dünya kraliçesi" gibi yaldızlı laflara kanıp her şeyini kaybeden sen...

Sen, Kadın...

Şimdi bir "üs"sün işte...

Ahlak değerlerini ortadan kaldırmak; utanç, vicdan, namus, iffet, mertlik, cesaret, cür'et, zulme isyan, yiğitlik ve fedakarlık gibi insani değerlerin temeline dinamit koy­mak için kullanılan bir üs...

Ve şunu da bil ki...

Toplumun hangi köşesinde fuhuş varsa, nerede bir kadının namusu kirletiliyorsa, bir mazlumun canhıraş fer­yatları yükseliyorsa... Nerede zulmün büstlerine ve putla­rına karşı korkakça selama durulup her türlü namertlik ve alçaklık mubah görülüyorsa., ve bunlara karşı hiç itiraz edilmiyorsa.. Hepsinde evet, hepsinde senin de payın var ister istemez.. Senin de..

Bir zamanlar...

Sevgi, saygı namus, ahlak ve daha nice güzelim değer­li -yalnızca dininde değil- kadm oluşunu ilahi cevherinde de taşıyan ve yaratıkların en kutsallarından biri olarak tanınan sen...

O zamanlar, toplum içinde kadının bambaşka bir yeri ve apayrı bir değeri vardı. Bir kadın ya anne, ya bacı veya zevce olarak düşünülebilirdi. Ve kadın, bütün varlığıyla sevgi ve saygının, iffet ve namusun, takva, şefkat ve mah­cubiyetin timsaliydi... Kadın derken bunlar gelirdi akla ilk... Bu ilahi, ulvi ve yüce değerler anılırdı...

Oysa şimdi...

Kendi çirkef varlıkları ve rezil sistemlerinin devamın­dan başka bir şey düşünmeyen o zorbalar, seni yalnızca bir "üs" mesabesinde telakki edip bu amaçla fethetmekle kalmadılar,

Menfaatlerinin devamını sağlamak için; yukarıda say­dığımız bütün üstün ve ulvi değerleri de ayaklar altına al­dılar!....

Evet... En mukaddes değerleri bile üç kuruşluk men­faatlerine kurban etmekten çekinmediler asla...

Fakat ey kadın!

Bacım!

Hicabımla mesaj vermekteyim sana!

Ey mustaz'af halkımın yarı vücudunu oluşturan ka­dın, sesleniyorum sana, sanadır sözüm.

Istiz'af (zaafa uğratma) ve istismar (sömürü) meselesi sadece erkeği değil seni de aynı zamanda yakından ilgilen­dirmektedir. Dünyanın süper güçleri ve benzeri zorbalar tarafından acımasızca sürekli sömürülen bu yaralı vatan; yalnızca babanın, kardeşinin ya da kocanın değil; senin de vatanındır aynı zamanda!...

İnsanlıktan habersiz şu zalim güruh; sadece erkeği sö­mürmekle kalmadı, seni de aşağıladı en vahşi şekilde; seni de sömürdü, seni de ezip durdu sürekli! Hem de en zalim yollarla; erkeğe davrandığından daha sert, gaddar ve acı­masızca....

Ey kadın!

Doğu ve batıdaki düşmanların, halkının bütün mu­kaddesatını; hürmet, değer, prestij ve kültürünü ayaklar altına alıp çiğnerken

Sen,

Umursamıyorsun bile!...

Aldırmıyorsun hiç...

Gülüp geçi ştiri veriyorsun öyle...

Ve sürdürüyorsun yaşamını lakayt bir tavırla.

Her günkü gibi; geçmişindeki sayısız günlerden her­hangi birindeymişsin gibi bu gün de ev işleriyle uğraşmak­tasın yalnızca... Derslerle ve okulla meşgulsün hala. Ya da, iş yerindeki masanın başında; veya, çalıştığın fabrika­da., hala her zamanki gibi; değişen hiçbir şey yokmuşçası­na hala...

Baştan başa fuhuş olan yüz kızartıcı tahmili "kadın­lık" özelliklerine bir can simidi gibi sarılıp kendini avuta­rak nemde...

Şimdi,

Hicabımın mesajını dinle

Dinle ve duy,

İnan ve kabul et... ve... bütün bu zulümleri, zorla sana kabul ettirilen bu tahmili kültürü reddet, kına, ez, dağıt ve bir paçavra gibi yere çal; fırlatıp at gitsin!...

Şimdi... sen, islâm'a inanmış.ve tesettürü; islâm'ın emrettiği hicabı bütün boyutlarıyla kavramış ve islâm'ın istediği şekilde bu örtünmeyi uygulamışsın, islâm'ın emin haremindesin demektir artık... onun güvencesinde... Bu durumda sözkonusu menfaatperest yağmacılar, kapitalist para babaları ve siyasi güçler; kısacası bütünüyle doğu ve batı emperyalistleri, seni; halkın bütün bir yarısını oluştu­ran kadının; çürük ve pespaye mallarının daimi tüketicisi durumuna nasıl getirebilirler artık?

Sen örtününce.. Hicabın şuuruyla donanınca..

Bu durumda nasıl olur da seni, insanoğlunu yücelte­rek ona insan olma hazzını veren üstün ve ulvi değerleri alçaltma ve bu değerleri acımasızca yok etme amacıyla kullanılan bir üs; bir kalem ve bir karargah haline getire­bilirler? Bu durumda seni, onların elinde kalmış malları­nın reklamını yapan değersiz bir oyuncak bebek durumu­na nasıl düşürebilirler.

Değil mi ya!? Sen,

Yüzyıllardır yitirdiğin gerçek benlik ve kişiliğine ka­vuşunca, erkeği; halkın bütün bir yarı potansiyelini, pırıl pırıl gençliği ve taptaze zihinleri neyle oyalıyacaklar? Ül­kelerinin temel sorunlarını görememeleri için onların dik­katini hangi yöne, kime doğru çekecekler artık? Kimin ki­şiliğini kullanarak? Kimin vücudunu soyarak? Kimin işveleriye? Kimin vücut yapısı, utanmazlığı, iffet ve namus kavramlarından uzak kişiliği ve arsızca kendisini teşhiriyle?

Kimin çırıl-çıplak kendisini soymasıyla?

Sen Örtününce,

Senin bütün ilgi alanını seks, güzellik, alımlılık, çeki­cilik ve kendini teşhir gibi alçaltıcı unsurlarla nasıl karar­tabilirler artık? Ve halkın yarısını oluşturan büyük bir po­tansiyeli, yani kadını; batıla, zalim ve egoist düzenlere, aşağılık değerlere ve iğrenç ölçülere karşı asla savaşma­ması için nasıl felce uğratabilirler; nasıl başı boş, vurdum duymaz, duygusuz ve laubali bir hale getirebilirler?

Evet...

Evet kardeşim,

Ey ülkemin mustaz'af kadını,

Sen Örtündükten sonra bütün bunları nasıl yapabilir­ler artık?...

Seni ve ülkemin bütün insanlarını bozguna uğratıp verimsiz ve kısır bir hale getirmek için oynadıkları oyun­lar yanlızca ekonomik yağmalardan, siyasi hile ve kültürel tuzaklardan ibaret değildir...

Fakat senin,

Zorbaları;

Bütün tağutları ve kurmuş oldukları bütün tağuti ba­tıl düzenleri hicabınla bozguna uğrattığın, islâm'ınla dize getirerek ezip geçtiğin şu andan itibaren o kan içici zalim­ler, halkının kanını rahatça emmeye devam edebilirler mi artık?

Senin bu yiğit kıyamının, bu sarsılmaz iman ve inancın en muhteşem yan; onların tatlı uykularım birer kabu­sa çevirme, yayıldıkları otlaklarda dilediklerince otlamala­rına engel olup tavşan yüreklerine korku salmış bulun-mandır...

Senin basarındır bu!

Evet... Tesettür ve hicabınla elde ettiğin büyük zafe­rindir...

Sarsılmaz imanın kahredici gücünle; ınkîlâbi takvan­dan almış olduğun öldürücü kudretinle onların uğursuz ve müşrik düzenlerini temelinden sarstın, kukla rejimlerine en ağır darbeyi indirdin..

Dehşet ve telaşa düşürdün o korkak tavşanları! bunu sen basardın! Evet, sen!

Onlar da itiraf etmiyorlar mı bunu her halleriyle? ... Bak, nasıl da kıvranıp durmaktalar!...

Ne yapabilirler artık? Bundan sonra,

Onların ürettikler malların reklamcısı olman, ürettik­lerini tüketmen, zihinleri uyuşturup yüce değerleri taru­mar eden bir oyuncak haline gelmen için ne yapabilirler?

Evet bundan sonra.

Sözgelimi; saçın için ne gibi planlar kurabilirler artık? Ne tür tüketim pazarları meydana getirebilirler?

Satıp-satıp ceplerini şiş irebilmek için hangi malları üretsinler şimdi? Ne renk olsun? Nasıl bir parfüm? Ne marka bir şampuan? Kaç çeşit saç modeli?

Hem sonra,

Senin ve erkeğin makyajla ilgilenmenizi; süslenme ve güzel görünmeye merak sarmanızı sağlamak için ne yapa­bilirler, ne edebilirler artık?

Hiç!

Hiçbir şey!

Evet! artık hiçbir şey yapamazlar!

Zira yetti! Yetişir artık!

Yüce Allah'ın buyruğuna kulak verdik çünkü:

"İnanan kadınlara söyle, başlarını örtsünler..."[1]

Bu ayete uyarsan sen; boynunu ve göğsünü nasıl teş­hir edebilirsin artık?

Bilmem hangi buzdolabının reklamım yapman, vanti­latör ya da bir çamaşır makinasmın övgüyle tüketiciye takdim etmen için...

Ya da; zihinleri bulandırıp akılları düşünmekten alı­koymak amacıyla, düşünce ve idealleri saptırmak gayesiy­le...

Boynunu ve göğsünü nasıl teşhir edebilirler şimdi? Al-lah-ü Tealâ, onları da güvenceye almış ve korumuştur:

".... Örtülerini, göğüslerini örtecek bir tarzda omuzla­rından aşağı salsınlar..." [2]

Evet bacım... Evet ey ülkemin çilekeş kadını... Ve, ta­rih boyunca türlü yollarla bömürücü güçlerin devamlı hor­layıp aşağıladığı siz... Ey yeryüzünün zulme uğramış, çile çekmiş kadınları!

Onlar, o kan içici canavarlar,

Senin,

Tepeden tırnağa bütün vücudunu hangi ayakkabı, hangi elbise veya hangi araba için pespaye bir kukla gibi reklam aracı olarak kullanabilirler artık? Kadınlık Özellik­lerinin istismarı yoluyla, cinsel yapını bir seks, şehvet ve kâr aracından ibaret bir meta olarak nasıl tahmil edebilir­ler topluma?

Değilmi ki Allah-u Tealâ seni güvenilir ve sağlam sur­larla çevirmiş, tertemiz bir gül bahçesinde karar kılmam sağlamıştır...

".... Dışarıya çıkacakları vakit, dışarıya mahsus-geniş ve bütün vücudu tepeden tırnağa örten- elbiselerini giysin­ler...."[3]

Bilgi ve ilmini minimum düzeyde doldurarak, tahsil görmüş olsan bile -ki, bu tağutî şartlarda görülen tahsil, asla doğru değerlerin Ölçüsü olamamaktadır- seni muhtaç olduğun bilgi ve kültürden mahrum bırakabilmek için; cinsel özelliklerini ön plana çıkarıp bütün değerini sahip olduğun fiziki yapınla Ölçerek benliğinin değer ve Ölçüleri­ni ayaklar altına alabilirler mi artık?

Aynı amaçla; zihnen ve fikren; ilmi ve ameli sahalar­da ilerlemene engel olup yaratıcılık yeteneğini köreltebi­lirler mi gayri?

Hayır! Elbette ki hayır!

Sen islâmi örtünmeyi, hicap olgusunu gönülden be­nimsediğine göre tabii ki hayır!

Zira İnsanlığa kurtuluş kapılarını açan, insanoğluna gerçek hürriyet ve bağımsızlığı bahşeden yüce İslâm, in­sanlık düşmanı zorbalardan, menfaatperest yağmacılar ve onların yerli uşaklarının elinden bu imkanı da almıştır:

"Kendiliğinden görünen ziynetlerinden başka ziynet-

lerini göstermesinler.... [4]

Bu buyruktaki zarif anlamı sezebilen, getireceği fay­daları görüp idrak edebilen bir kadından ne alabilirler? Onu nasıl kullanabilirler?

Hiç! Hiçbir şekilde!

Ya gözlerin? Evet, gözlerin ve bakışlarınla birşeyler yapabilirler mi? Hiç olmazsa onları kullanabilirler mi ba­ri?

Elbette hayır!

Çürük mallarını elden çıkarmak, düşüncelerini yoz­laştırmak, zihinleri uyuşturup akılları durağanlaştırmak için gözlerini ve bakışlarını sömüremezler artık...

Evet, gözlerini... Haram olan hiçbir şeye bakmaması, itina etmesi gereken gözlerin... Hem... Şöyle ya da böyle; ne farkı var bir haramın diğer bir haramdan?... Karşı cins­ten tut da faydasız ilme kadar; senin ve toplumun ilerle­mesi yolunda hiçbir işe yaramayacak olan bir ilme kadar... Yahut ta gereksiz ev eşyası, elbise ve ziynet gibi tüketim malları.... Sen ve halkın için faydasız ve lüzumsuz olan herşey... Seni Allah'a doğru yöneltmekten, O'nun yolunda olgunluk ve kemale ermekten alıkoyan herşey değil mi gözlerini sakınman, ilgi ve itina göstermemen gereken? Bütün bunlar değil mi sözü edilen "haram"?

Ve unutma ki,

Gözlerini çevirmen gereken,

Bütün varlığıyla yönelmen gereken taraf;

Gerçeğin, Hakk've hakikatin olduğu taraftır. Evet.. Gerçeklere, toplumun dertlerine, yoksulların ızdıraplarma çevrilmeli gözlerin...

Ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin nasıl yağ­malandığını; halkının gelenek, görenek, kültür, ahlak ve dini değerlerinin nasıl tarumar edilip sömürüldüğünü gör­men gerekir o gözlerle...

Ve gözlerin... Seni kemale erdirecek, olgunlaştınp yü­celtecek olan "yaratılış kanunlarına dönüp bakmalı... islâm dininin kurtuluşa götürücü gerçeklerine... Evet... Sorumluluk taşıyan göz budur işte... Budur sorumlu oldu­ğun bakış...

"... Gözlerini, haram olan şeylere çevirmesinler..."[5]

Kardeşim!... Bacım!

Bir mesaj veriyorum sana hicabımla...

Bir şeyler söylüyorum Örtünmüş olmamla...

Doğrudur sözüm; haktır dediğim... Olgunluk, kemal Ve yüceliğin yolunu gösteriyorum işte!

Kulak ver bu mesaja: Şunlar,

Tarih boyunca yaşayan bütün zalimler ve bugün onla­rın varisi ve halefi makamında olan emperyalizm... Doün-ya milletlerine huzurlu bir yaşam ve rahat bir uykuyu da­hi haram eden beynelmilel emperyalizm, beynelmilel siyo-nizm ve onların yardakçıları, herşeyinle kullandılar seni...

Kendi varlıklarını sürdürmek, iktidarlarının devamı­nı sağlamak, servet üzerine servet yığabilmek için bütün özelliklerinden faydalandılar; ruhunu, vücudunu, davranış biçimlerini, velhasıl bütün varlığını istismar edip sömürdüler durmaksızın...

Bundan dolayı islâm da,

Meselenin hiçbir boyutunu ihmal etmeyen bir dikkat ve titizlikle, senin bütün özelliklerini kapsamına alan da­kik düzenleme ve planlamalarla sözkonusu özellik ve has­saları teminat altına almış; çıkar düşkünü çevrelerin bun­ları suistimal etmesine engel olmuştur. Bununla da kal­mamış, onlara karşı harekete geçebilecek bir silaha da dö­nüştürmüştür senin hassalarını!...

Görüyor musun?

Sesini ele alalım mesela...

Bir kulak ver kendi sesine şimdi,

Ne duyuyorsun?

Evet... Senin sesini bile,

Konuşma tarzını bile onlar ayarlamış, onlar tanzim etmişlerdir... Onların saptadığı, onların tahmil ettiği fre­kanslarda çıkmakta sesin...

Konuşurken bile onlara bağımlısın, özgün değilsin... Sesini nerede inceltip nerede kalınlaştırman gerektiğini, nerede yumuşak ve nerede sert bir tonla konuşucağını bi­le onlardan Öğrenmişsindir... Günün muhtelif saatlerinde, çeşitli ortam ve durumlarda; mesela çalıştığın işyerindeki masa başında, yatak odan yahut telefonda hangi ses to­nunla konuşman gerektiğini, onlar, kendi kültür ve eğitim sistemlerini empoze etmiştir sana... Sesinin tonunu onlar ayarlayı verirler senin... Karşındakini, muhatabım; tam anlamıyla fuhuşa teşvik eden, tahrik edip çileden çıkartan bir tondur bu ... Bilirsin... Sen, sesini dahi bu derece dik­katle kullanır ve o tarzda yumuşacık konuşurken, günün kadınına ayak uydurduğunu sanır ve aktüel bir hanım efendi gibi davrandığını düşünerek bu tür konuşmuş olmakla Övünürsün belki... Fakat böylece nelere ortam ha-zırlardığının, nice iğrenç duyguların kabarmasına sebebi­yet verdiğinin ve nasıl çirkin oyunlara alet olduğunun far­kına varır mısın hiç? Düşünür müsün acaba? Kafa yorar mısın buna? Böylece akılları bulandırıp beyinleri uyuştur­duğuna, azimleri gevşetip iradeleri zayıflattığına, zihinleri mevcut gerçeklere yönelmekten, mevcut hayati meseleler etrafında düşünmekten alıkoyduğuna?!

Üstelik,

Sırf onların elde kalmış çürük mallarının satılabilme-sini sağlamak için hem de.!..

Evet...

Bunca basit ve fakat gayri insani bir kâr anlayışıyla düzen verirler ses tonuna senin....

Bunun için uğraşırlar seninler işte....

Nedir satılması gereken mal? Bir buzdolabı mı? Bir çamaşır makinası mı ya da meyva sıkacağı mı? Başka bir şey veya? Farketmez ki!.. Reklamıdır önemli olan... Ve se­sin... Okşayı verir kulakları, sömürür insanoğlunun işitme hassasını... Çarpıcı, vesveselendirici ve yatak odasına mahsus tahrik edici tonuyla...

Aman Allah'ım!...

Nasıl da aşağıladılar kadını!

Nasıl da küçük düşürdüler bacılarımı...

Kardeşlerimi...

Basit bir eşya gibi...

Değersiz bir nesne, bir meta, bir araç, bir oyuncak, bir alet gibi...

Güçlerinin devamını sağlamak ve biraz daha fazla kâr elde edebilmek için hem de !..

Dondurulmuş zihinler, uyutulmuş beyinler yaratarak hem de...

Seks, tatmin ve tüketimden başka bir şey düşünme­yen, bütün dikkatleri bu noktalarda konsantre edilen be­yinler...

Senin aracılığın, senin yardımlarınla üstelik!... Ah!.. Fakat İslâm,

Buna da engel olmuş, bu üssü de kurtarmıştır onların şerrinden:

"... Sözü, yumuşak bir tarzda söylemeyin?[6]

(Teslimiyet imajı doğurtacak, kötü niyetliye ümit ve­recek bir tarz ve tonda konuşmayın)

Fakat bu,

"Konuşma"! demek de değildir tabii.

Konuş elbette... Fakat, nerede bir gerçek açıklanacak ve hakk yerini bulacaksa orada konuş... Bir hakkın isten­mesi, adaletin yerini bulması, batılın reddedilmesi için; salih bir toplum, adil bir sistemin kurulabilmesi için konuş...

Ve... İşte bu noktadandır ki senin konuşman onların aleyhine işleyen bir silaha dönüşüverir. Sesin hakkın sesi olur ve balyoz gibi iniverir tepelerine!... Tam onların bey­nine doğrultulmuş bir silah olur... Yurdumun, hatta bütün dünyanın insanlarını kemale, olgunluk ve mükemmelliğin yüceliklerine çağıran bir ses olur o zaman:

"... Konuşun, söz söyleyin fakat islâmi aileler ve islâmi adaba uyan olarak... [7]

İşte islâm, Böylelikle,

Halkın ilerlemesine mani olan olgunlaşıp kendini bul­masını, kendine gelmesine engel olan bütün gayrimeşru güçlerin tepesine yıldırım gibi inivermiştir... Aynı Ayeti Kerime; hicabın anlamını, örtünmenin mefhum ve felsefe­sini apaçık bir şekilde beyan etmektedir.

Nedir o felsefe? Nedir hicabın anlamı?

Tarih boyunca kadın; dikkatleri kendi üzerine çekme­ye, tezahür ve gösteriş yapmaya büyük bir temayül göster­miştir. Her devirde farklı şekilde yapmışlar bunu... O ka­dar ki: yeryüzünün en güzel "Dişi hayvanı"; bugün bir si­nema aktrisinin; kendisini beyaz perdede ispatlamaya ça­lışan bir bostan korkuluğunun kendisine yakıştırdığı, övünç kullandığı bir unvandır!

Ağlanacak bir hal bu...

Artık harekete geçip bu maskaralıklara, bir insanı bu derece aşağılayan tutumlara bir son vermeli, amellerimiz­le; düşüncemiz, sözümüz, kanınız ve canımızla... Bütün gücümüz, bütün varlığımızla... Harekete geçip bu bozuk düzeni ortadan kaldırmalı; toplumumuza musallat olan bütün insanlığı tehdit eden bu canavar ruhlu hayvani sis­temi yok etmeliyiz... Bu utanç lekelerini, lağım kokan bu değerleri silip atmalıyız toplumlarımızdan...

Ve kadınımızın...

İffet aynamız olan pak kadınımızın, alnına sürülen, varlığına tahmil edilen bu kara lekeyi silip atmalıyız ne pahasına olursa olsun!...

/Bu kutsal ve bereketli yolda kanlarını akıtarak adım atıp yürüyenlerin ruhuna selam olsun!/

Ey kadın! Ey bacım! Ey egemen düzenin mahpusu! Ey siyasi, iktisadi ve "sözde" dini zorbaların zulmüne uğrayan kadın!

İslâm'ın bu konuda ne gibi bir tavır aldığını bilir mi­sin? İslâmi tahlili nedir bu meselenin? İslâm'a göre kadı­nın kendisini gösterişe kaptırması, dikkatleri kendi üzeri­ne çekmeye çalışması, onun fıtratından kaynaklanan ve onda "doğuştan var olan" bir içgüdü müdür?

Asla!

İnsanoğlunu kurtuluşa çağıran; insanlığa yücelikler verip ona uğruna yaşamaya ve ölmeye değer ideal ve de­ğerler bağışlayan yüce islâm, bunu bir sapma olarak ta­nımlar "Gösteriş merakı"nı "cahili" ortam ve şartların tah­mili belirtilerinden biri olarak kabul eder....

Fakat...

"Cahili" ortam, ya da "cahili" toplum nasıl bir ortam demekir? Nedir, nasıldır "cahili toplum"?

"Cahili toplum", ilhadi bir toplumdur; insani değerle­rini kaybetmiştir; zümre hakimiyetinin kol gezdiği, belli bir sınıf ve takımın olduğu bir ortam ve camiadır.

Siyasi ve iktisadi kudretlerin hakimiyetinde olan bu toplumda, kimi zaman dini motifler işlenir; sözde, din var­mış gibi görünse de dinin asıl muhtevasından tamamen uzak, dine tamamen ters düşen değer ve ölçülere sahip bir toplumdur. Güzellik, alımlılık, seks, tatmin, zamparalık, ihtiras ve şehvetperestlik gibi değerlerin bir ölçü olarak kabul edildiği bir toplum... Kahramanperestlik-karizma-tizm, şık giyim, yakışıldık, hoş kokular sürünüp jest yapma ve poz verme gibi şeylerin günlük yaşamın vazgeçil­mez birer alışkanlık haline geldiği bir toplum...

Evet.. Erkeğinden kadınına, yaşlısından gencine ka­dar bütün ülke sathında her yaş ve gruba mensup insana; egemen siyonist güçler ve onların yerli-yönetici-uşakların-ca böylesine iğrenç şartların tahmil edildiği bir toplum...

Kadındaki teşhir duygusu, böyle bir toplumun ürünü­dür işte!... Kendini sıkılmadan teşhir edebilen kadınlar iş­te böyle bir toplumda yetişmekte, böyle bir toplumda bes­lenmekte, ölçü ve değer anlayışım böyle bir toplumdan al­makta.. Bu yüzdendir ki onun için önemli olan, yalnızca dış görünüştür... Kendisine bir değer biçmek isterken de, fiziki yapısını göz önünde bulundurur önce; başvurabilece­ği başka ölçü anlayışı yoktur zira... Yüce insanlık değerle­rinden tamamen uzaklaştırılmıştır. Ne toplum verebilmiş­tir bu değerleri ona, ne de kendi çabaları ve kendi kararla­rıyla elde etmesine imkan tanınmamıştır... Yani, Kur'an-ı Kerim'in tabiriyle; cahili ortam ve doğurduğu şartların et­kisi sonucu, bu ortamlarda yaşayan kadın ve erkek bütün toplum fertleri; kendine düşen görevi ve yaratılışındaki fıtri özellik ve güçlerin eğitimi konusunda tamamen aciz bırakılmış, bu hayati meselelerde en ilkel ve en hayvani düzeyde durdurulmuşlardır. Nitekim kadınlık Özellikleri ve kendi cinsine has kültürünü ve yabancılar karşısında gündeme getirerek varlığını ispatlamaya çalışan ve kendi­sinde hissettiği eksiklik ve aşağılığı teşhir yoluyla gidere­bileceğine inanan bir kadın; tıpkı bir hayvan gibi yalnızca işgüdüleriyle yaşıyacak ve kendi kişiliği konusunda- hatta toplum ve tarih konusunda bile- bu içgüdüler dışında hiç­bir itici güç ve bilince sahip olmayacak kadar alçalarak ca­hili toplumun esiri olup, bu toplumun akışına kapılarak zavallılaşacaktır.

Bununla da kalmamış,

İnsani kişilik, sosyal mesuliyet, günlük yaşamda aktif bir hakimiyet sağlama... v.b. gibi Öteden beri kendi cevhe­rinde var olan muazzam ilahi emanetleri; insanlık düşma­nı zorbalar tarafından kendisine sonradan tahmil edilen hayvani nitelikle sömürü zihniyetli aşağılık bir kültüre fe­da etmiştir...

Evet bacım... Evet ey kadın!

Bu yüzdendir ki islâm kendine gelmeni istemekte ve kendi özünü tanımaya çağırmaktadır seni...

İçinde yaşadığın toplumu tanımaya, onun gerçek ihti­yaç ve problemlerinin neler olduğunu anlamaya çağırmak­tadır. Toplumu sapıklık ve sapkınlığa sürükleyerek fesad batağına gömen temel amilleri tanımaya davet etmekte­dir...

Ve sonuç olarak;

Yüceliklere alabildiğine yücelip kavramaya çağırmak­tadır seni; "Kıyam"a yani...

Toplumu uçuruma sürükleyen cahili ortam ve bu orta­mı yaratıp egemenliğini sürdüren düzeni altüst etmek için "Kıyam"ayaniL

"Kendinizi göstermeyin... Cahiliyet devrine ait bir özelliktir kendini gösteriş..."[8]

Bu buyrukta islâm; birey ve toplumları saptıracak, egoizm ve çıkarcılığı hakim kılacak bütün bu imkanları alıvermiştir elinden... Fakat... Senden değil...

Binlerce yıllık bir tarih birikiminden... İkibin beşyüz yıllık bir zalim yönetimin sultasından... kapitalistlerden... emperyalistlerden...

Evet. Seni değil, onları perişan etmiştir islâm... Onla­rın bütün silahlarını almıştır ellerinden...

Neyle mi?

Hicapla! Senin uğurunla!

Bu örtünmeyle sana bir gül bahçesi sunmuş ve önüne geniş mi geniş ufuklar açan yemyeşil bir vadi bağışlamıştır.

Evet... Yepyeni ufuklar açmıştır sana bu örtünmeyle... Onunla,

Akıllara durgunluk veren ve insanoğlunun fıtri olarak Özlemini duyduğu yüceliklere ulaşabilirsin... Kendi kurtuluşun, halkının; ülkenin, din ve kültürünün kurtuluşu için pekçok şey yapabilirsin, Onunla...

Mustaz'af halkına yardımcı olabilir, boynu bükük bir hayattan kurtulabilirsin... Allah'a; mutlak kemale doğru kanatlanabilirsin onunla...

Çektiklerin yeter! Yetişir artık bunca zülüm! Ey tarih boyunca en mustaz'af duruma düşürülen aziz kadın, artık yeter!

İslâm'ın mesajına kulak ver şimdi.

Duy onu! Kur'an'dan duy! Hakkı isteyenlerin güçlü avazından, şühadanm tertemiz kanından duy! Duy ve al o mesajı...

Al ve; Seni ve diğer müstaz'afları böylesine zillete dü­şüren o zalim güçleri, bütün fasık sistemler ve müşrik düzenleri yerle bir et!.. Sana zorla yükledikleri bütün tahmili değerleri yere çal!

Parçala bütün putlarını tevhid baltasıyla...

Hakka aşık olanlarla, doğru yolun yolcuları ve yiğit halkınla elele vererek doğrul, isyan et, kıyam et!...

Bencil düzenlere, çürümüş sistemlere, kokuşmuş top­lumsal değerlere, tahmili kimlik ve çizgilere karşı kıyam et; ayaklan ve ayaklandır!...

Ve sana, insan olmanın sınırsız huzurunu bağışlayan; seni, sömürü ve istismar ölçülerinin bütün bağlarından koparan islâm'ınla; evet, şimdi ne olduğunu anladığın, gerçek manasını kavradığın islâm ve hicabınla Ülkenin in­sanlarına mesaj ver.

Uyar onları!

Senden güzellik değil, takva beklemelerini söyleyerek uyar onları!... Küstahlık ve edepsizlik değil; haysiyet, ar ve utanç duygusu beklemeleri için uyar onları! Evet... Na­muslu ve iffetli olmayı görsünler sende; fahişeliği değil, cilve, işve ve soyunup dökünmeyi değil!

Doğru davranışlar beklesinler senden!

İsyan beklesinler, kıyam etmeni istesinler seni senden çalanlar... Teslimiyet değil... Kıyam!.. Sunulan her şeye, gösterilen her tasmaya eğilmek değil, kıyam!... Kapitalist, zorba, emperyalist düzenlerin buyurduğuna; sana tahmil etmeye çalışıp zorla sırtına yükledikleri çürümüş Örf ve geleneklere körü körüne itaat etmeni beklemesinler!

Yüce dağların mağrur ve ihtişam zirveleri gibi olmanı istesinler... Egemen sultacı düzenlere baş kaldıran bir ba­cıları olmanı istesinler senden... Yüksek tepelerde coşup kaynayan billur pınarlar gibi tertemiz olmanı... Batıla ve haksızlıklara karşı durmadan savaşan yılmak bilmez bir savaşçı; fedakar, cesur ve şefkatli bir anne olmanı bekle­sinler... Kocasına gönülden sadık bir eş; hakka doğru yüce­len cesur, terbiyeli ve yiğit evlatlar yetiştiren bir anne, nur ve iman pınarı yuva kuran bir kadın...

Bütün varlığını islâm'ın gelişip yayılması için feda eden ilk müslüman kadın, ilk mümine Hz. Hatice (s) gibi...

Daima hakkı söyleyen, bu uğurda olmadık zahmet ve eziyetlere katlanan Fatmatuz-Zehra (s) gibi...

Ve...

Zeynep (s) gibi...

Uyanış ve hakkın sembolü... mesajı... hakkı haykıran, sesi hala kulaklarda çınlayan; sözleri, dağların, ovaların ve toplumların dilinden hala düşmeyen ve kıyamete ka­dar da düşmeyecek olan kahraman Zeynep (s) gibi... O Zeynep (s) ki, insanlık tarihi onun yiğitlik destanını oku­makta, kahramanlık türküleri söylemekte; adını, ülkü, he­def ve yolunu Övmekte... Yoluna baş koyacak, izinden gide­cek insanlar beklemekte...

Evet... Uyar onları... Söyle onlara... Zeynep'e (s) onun sesine, onun çağrısı tertemiz al kanlarıyla cevap veren yi­ğit kadınlar gibi davranmanı beklesinler...

Evet...

Duydum mesajını artık ey müslüman bacım; tanıdım şimdi islâm'ı...

Hicabıma sarıldım...

Çağrına cevap verdim senin... Gerçeği kavradım, ör­tündüm... Kendimi buldum, kendime geldim, özümü tanıdım... Benliğime kavuştum...

Başkalarının esiri olan, ailem ya da uzak çevremden almış olduğum eğitimle kurduğum tahmili kişiliği fırlatıp attım. Siyasi ve iktisadi güçlerin muhtelif tezgahlarında örülen, verimsiz ve faydasız gelenek kurallarıyla yoğrulan, ne olduğuna bakılmaksızın ve sırf "atalarından kalmış bir miras" ve sırf "böyle görüldüğü için uygulanan töre ve adetlerin pekiştirmiş olduğu" kavmi benliği yere çaldım!

Evet... Benliğimi senden gizleyen, kişiliğimin uyan­masına engel olan o "yabancı ben"i çöplüğe fırlattım ar­tık...

Ve... İslâmi öğretinin çerçevesinde; islâm akidesinde, islâmi kural ve kaidelere uygun; doğal yapım ve yaradılı­şımla, yani islâmla çelişmeyen bir "ben" kurdum. Şimdi ben, müslüman bir kadın... Kurtulmuş ve hür...

Budur işte hürriyet! Müslüman olmaktır hürriyet... Ve hicabım...

Zorba zalimlere karşı savaş karargahımdır, siperim ve silahımdır. Onunla zalimleri, inancıma paralel yaşayışım ve zulme duyduğum öfke ile kurşun yağmuruna tutarım... Tarihin mezarına gömerim bütün zalimler güruhunu... Bir tek hicabımla!

Ey zorbalar! Ey bile bile gerçeği inkar eden münafık kodamanlar!.. Ey firavunlar!

Siz!

Binlerce yıl beni bir ev hizmetçisi, basit bir yatak oda­sı eşyası, iradeleri gevşetip azimleri yok etmek için kullanılan bir vesile, beyinleri uyuşturup yüce değerleri ortadan kaldırmak ve erkeğin iradesini yok etmek amacıyla kullanılan iğrenç bir araç seviyesine düşüren siz!

Gelişip ilerleme yollarını tıkayan; gerçekleri göstere­bilecek ilim ve bilgileri elde edebilme imkanlarını hep gizleyen ve saklı tutan; mevcut acı gerçekleri görebilmeme engel olabilmek için türlü saçmalıklarla zaman enerjimi tüketip bu oyunlarla mezara kadar beni oyalayabilmeyi kuran sizler...

Siz!

Siz ey fikir ve düşünce seviyemi minimum düzeyde dondurmak için akla gelmedik planlar kurup oyunlar tertipleyen, senaryolar kurup tezgahlar düzünleyenler!..

Ey tarihin Karun'ları! Ey en köhnesinden en moderni­ne kadar bütün kapitalistler!

Siz iş gücümü en acımasız ve en vahşi yöntemlerle sö­müren beni tarlalarında köle gibi kullanıp emeğimi ça­lan... Ve şimdi de, bir lokma ekmek uğruna ter döktüğüm her anımı cehenneme çeviren, "bir lokma ekmek" için po­samı çıkartan, çabucak çürüyüp gitmem için devlet daire­sinde bürokrasinin uşaklığını yapmama sebep olanlar!...

Siz...

Beni soyan siz... Depolarınızda yığılıp kalan pespaye mallarınızın çürümemesi, bir an önce satılabilmesi ama­cıyla beni en iğrenç yöntemlerle kullanan; bu gayeyle beni soyan iffet ve haysiyetimi iki paralık eden siz...

Beni çapulculuklarına alet eden, insanların paraları­nı, akıllarını mukaddesat ve asil değerlerini çalabilmek için; yeni yazarlar elde edebilmek için daimi bir yem ve tu­zak olarak kullanan siz...

Siz... Zihnimi, ideallerimi; endişe ve irademi yalnız ve yalnız seks, doyum ve teşhire yönelten; bütün dikkatimi yalnızca bunlara vermem için nice planlar düzüp koşan siz...

Erkeğin; babam, kardeşim ve kocamın; sadece bir ta­kım zaaflarım yüzünden beni sevmesi için desiseler kuran siz...

Evet... Yalnız zaaflarım yüzünden... Korkum, çabuk teslim olan, gereksiz yere boyun eğen, bağımlı ve kendime güven duymayışım yüzünden...

Ev kadınlığına karşı aşırı derecede bağlılığım, bir ya­bancı ve namahrem karşısında kendimi hemencecik göste­ri verip teşhir etmeye olan düşkünlüğüm yüzünden.

Fakat...

Bu zaafları siz yarattınız bende... Siz küçük düşürdü­nüz beni... Sonra da; ancak bu zaaflarımla sevilip ilgi toplayan bir yaratık haline getirdiniz...

Şimdi kulaklarınızı iyi açın! Ve bilin ki artık ben; utanç nedir bilen, iffet ve namus taşıyan, kendisine saygı duyan bir insanım... Çarşı pazar sahnesinden basın ve ya­yın organları furyasından, aşağılık şair ve yazar bozuntu­larının kirli sayfalarına iğrenç objeler kazandıran bir oyuncak olmaktan kurtuldum... Yetenek ve ilham fukarası bir takım şair, yazar ve ressam gibi sözüm ona sanattan dem vuran züppelerin, bu eksikliklerini giderebilmek ve yeteneksizliklerini örtbas edebilmek amacıyla gözlerim, kaşlarım ve bütün vücudumu bir cansimidi gibi kullanma­larından kurtuldum artık... Kurtuldum artık kof beyine destek, iğrenç emellere alet olmaktan!...

...Cinsiyetimi, kadınlığımı, kendime has özelliklerimi ailem ve evime ait kıldım artık!

Böylece, seher şebnemleri gibi taptaze ve tertemiz ka­lacağım hep... Evime hayat ve canlılık verecek, yalnızca eşimin biricik sevgilisi olacağım...

Böylece, cinsiyetim, cinsel hassalarım ve kadınlık kül­türüm evimin huzurlu ortamında olgunluk ve kemale ere­cek, gerçek fonksiyonunu bulacak, ancak o zaman iftihar kaynağı olacaktır benim için... Bu da evime, biricik yuva­ma canlılık, tazelik ve en Önemlisi huzur kazandıracaktır!

Sonra da ben,

Sarsılmaz imanımla, islâm ve Hicabımla

Ölümsüz islâmi ideolojinin beni mes'ul kıldığı ağır toplumsal görevi: "İyiliği emir kötülükten men" yüklene­rek toplum sahnesine çıkarım!

İşte o zaman... kendime tam bir güven ve mağlubiyete uğratılabilmesi imkansız bir güçle, bu sahnenin dört bir yanına koşarım... Hakkı söyler, hakkı arar ve eşi-benzeri olmayan "biricik yaradan"m yolunda yaşarını...

İslâm'ı tanımış, örtünmüşüm ben...

Ve siz... Siz, ey kan içici zalimler! Hakka karşı kullan­dığınız güçlü bir kaleyi vitirdiniz artık!

Yani, kadını! Fakat hangi kadını?

Sîzin eğittiğiniz, sizin yarattığınız; kendi iğrenç eseri­niz olan ve "kadından başka her şeye benzeyen" kadını!...

Kendi iğrenç amaçlarınızı, ülkü ve ideolojilerinizi aşı­ladığınız; nasıl yürümesi, nasıl gülüp konuşması gerektiği­ni bizzat dikte ettirdiğiniz; neleri arzulayıp nelerden hoşlanması gerektiğini gönlünüzce düzenlediğiniz kadını...

Evet... Herşeyi, ama herşeyi siz telkin etmekteydiniz ona... Şimdi siz böyle bir kadını, böyle bir kale ve karakol­luğunuzu yitirdiniz işte!

Gerçekten de stratejik önemi pek büyük, pek önemli ve hassas bir kaleydi bu. Bundan böyle...

Önce Allah'ın yardımı sonra da kendi çaba ve gayret­lerimizle ölesiye koruyacağız bu kaleyi bir daha ele geçiremeyeceksiniz onu...

Ben ve halkım, erkeği ve kadınıyla bütün halkım, bundan böyle bütün silahlan size doğrulan, sizi ezip darmadağın edecek gücü taşıyan bir üsse sahibiz şimdi... Sağlam bir kaleye... Ve hicabım;

Şimdi başlı başına pratik bir islâm'a donüşüveren hi­cabım; sizi öldüresiye ezmekte, mağlup edip haykırmakta: "Sizin yeminli düşmanınız egemen güçler hakim kud­retlerdir... Bilesiniz bunu...!

Ey ahlaksız politikacılar! Ey süper güçlerin iktidar koltuğuna oturduğu zavallı kuklalar! Ey firavunlar! Ey ka-rumlar! Ey emperyalistler ve onların mahali yardakçıları! Hicabım uyarmakta sîzi! Uyarmakta ve haykırmakta:

"Bu dünyada mustaz'af halkların eliyle bulacaksınız cezanızı... kıyamet gününde de cehennemin ebedi azabına nail olacaksınız elbet!..."

Hicabımla anlatmakdayım sizlere... islâm'ı... islâm akidesini...

Ben,

Tesettürümle çizmekteyim onun tasvirini... Bu eşsiz ideoloji benim tesettür ve hicabımda özetlenmiştir adeta! Onunla yeniden hayata dönmekte, canınıza okumak üzere sahneye gelmekteyim işte!

İsyan ediyorum size!

Ayaklanıyorum, başkaldiriyorum hepinize!

Gücüm korkunçtur... Nelere kadir olduğumu bilirsiniz hicabımın... Silahımın... Nasılda korkuyorsunuz ondan değilmi?! Onu bende görünce; beni onunla donanmış ve ona bürünmüş olarak görünen, nasılda tutuşuverdi etekle­riniz!... Teleşa kapıldınız topyekün!... Atanız gibi "irtica" nakaratına nasıl da sarıldınız... Hatta... Kur'an'a dil uzat­ma cesaretinde bulundu domuzlarınızdan biri!...

Durun hele!...

Günden güne artan gücümle;

Hicabım, islâm'ım ve yiğit kavgamla... Sonunuzu yak­laştırıyorum hepinizin... Bozuk düzenlerinizin, hakim zümrenizin...

"Zalimler elbette hakettikleri azabı tadacak, layık ol­dukları sonu bulacaklardır!...

Ve şimdi biz...

Müslüman bacılar,

Hicabımızla

Müslüman kardeşlerimize, müslüman erkeklerimize

Ve yekdiğerlerimize

Mesaj veriyoruz.

Muazzam bir olay bu!

Müslüman erkek ve müslüman kadın; hak yolunda, hakkın yolunda elele, omuz omuza... Putun üzerine yürü­mekte hışımla...

Hem de, Bilinçle... Şuurla... Bütün varlığımızla... Ni­çin yaratıldığımızın şuuruna varmış olarak..,

Mesaj gönderiyoruz Yekdeğerimize...

Tek bir vücut halinde... Muvahhid... Bir yumruk gibi... Güç katıyoruz gücümüze her an... Ve, dayanışa, direnişe... Kıyama çağırıyoruz birbirimizi!...

Kur'an-ı Azime dil uzatanların dilini koparmaya!... Haddini aşanlara haddini bildirmeye. Konuşanı da konuşturanı da hizaya getirmeye!...

Duyun!

Biziz "Orta ümmet"...

Ümmetlerin en iyisi... En hayırlısı...[9]

Allah'a iman etmişizdir... Miâd'e inanmış, Muham-med Resulullaha (sav) "Lebbeyk!" demişizdir!

Vermeyiz batıla taviz... Esenlik dilemeyiz şeytana...

Allah'a vermiş olduğumuz sözden caymayız asla!

"Hizbullah"ız! Allah'ınkinden başka yol, başka parti tanımayız biz! Zalimlere mutlak galebe çalacak olanlar![10]

Biziz şühadanm kan davacıları! Mazlumların talan edilen haklarını geri alıp kendilerine iade edecek olan...

Tevhidi toplumu... En yüce değerlerle; olgunluk, adaleti ve kemalle mücehhez olan en ileri toplumun...

Hem... uzak değil o gün!

Zulüm altında inleyen halkımızı "marufa," zalimlere savaşa; Hakk ve halk düşmanı olanlara karşı savaşa, on­ların çirkin değer yargılarına karşı en çetin mücadeleyi vermeye çağırmakla görevliyiz biz...

Her türlü uzlaşmaya karşı olan; milleti zorbaya karşı koruyup zulme boyun eğmekten men eden: zalimlerin ni­zamlarını, müstekbirce aşağılamalarına, zillet ve çirkin kıstaslarına karşı eğilmekten... Yeni "münker" den alıko­yan... Milletini; zilleti yere çalıp izzeti tercih etmeye davet edenleriz biz?[11]

Mükellef edilmişizdir buna!...

Biziz Allah ve resulünün (sav) nidasina "Lebbeyk" di­yen... Hakkı tanıyıp batılı yok etmek için çağrılan sava­şa... O kutlu sese koşarak giden... Müsbet cevabıyla yara­danım hoşnut eden...

Evet... Bu cevapla gerçek hayatı "Müslüman oluş"ta, "İslâm"da bulanlarız biz...[12]

Ve şimdi savaşmadayız; zalimlere, haydutlara, koda­manlık taslayan zorbalara... Allah'ın düşmanlarına karşı... Ta ki halkımız salih bir ortam içinde islâmi bir hayata, onun saadetli hayatına kavuşabilsin...

Gücümüz giderek artmakta... Sayımız çoğalmakta... Yumruklarımız daha bir hiddetle sıkılmakta... Ve her ge­çen gün... Adımlarımız kavileşmekte, sesleri yakından du­yulmakta... Hakk düşmanlarına karşı coşup köpüren öfke seslerimiz gittikçe kabarmakta, uzlaşma sertlerini ardar-da yıkmakta... Zulüm altında inletilen halkımıza karşı beslediğimiz sevgi giderek artmakta...

Durmasın... Ve durmayacak senin yardımınla bu ha­reket ya Rabbi!

Ve böylece... İşte o zaman... Zafer günü yaklaştıkça... Zalimlerin sarayları birer birer başlarına yıkıldıkça... Köşkleri devrildikçe... Düzenleri, düzensizlik ve ye'se dö­nüştükçe... Tan yeri ağarıp ta karanlıkları yarınca... Gay­retimiz, himmetimiz, azim ve tavizsiz mücadelemiz sonu­cu Allah'ın yardımıyla... "Nasrullah" gelip çatınca... İşte o zaman herkes... Bölük bölük, dalga dalga, akın akın... Hangi sınıftan, hangi gruptan, coşup kabaran Öfke selini, bizim taviz vermez ve uzlaşma tanımaz selimize katacak­tır!...

Böylece,

Zafer fetih bizim olacaktır!

Halkımızla elele verip tevhidi toplumu kuracak mus-taz'afları yeryüzünde hakim kılacağız inşaallahL

Ve mustaz'aflar...

Ezilen, horlanan mazlumlar, aşağlanan emekçiler; zorbaların iktisadi, siyasi, ve kültürel sömürüsü altında kıvranan; tarih boyunca zulmün parangah mahkumu hali­ne getirilen o insanları...

Yani,

"Hakkı çalışmış ve değerleri çarpıtılmış" olan bütün toplum fertleri; en meşru hakları olan, topluma tarihi "ön­derlik, ve "rehberlik" görevini bizzat üslenecektir!

Allah'ın yardımıyla geç değildir o gün! Şimdi;

Yaratılış sisteminin parça-buçuğu olduğu halde mad­deye tapanlara!... Tarihteki değişim dönüşümleri kaba kuvvetle açıklayan toplumda sınıfçılık yaratan, tarihin aleti olan, komünist toplumun hasretiyle tutuşan size...

Komünizmin teori babalarına, tarihte, sözüm ona, ye­ni bir çığın açan liderlere; Marks, Engels, Lenin ve Mao gi­bi şarlatanlara tapan size... Evet... Biricik yaradanı inkar eden, ama onun yarattığı aciz kullara tapan size...

Ne gelir elden?... Apaçık bilimsel bir gerçek bu işte!... İllede "Bilimsel" düşünmeli, bilimsel davranmalı ve bilim­sel olmalı sadece?...

İnsanoğlu tarih boyunca her bir şeylere tapınmıştır... Bazen taşa, bazen ağaca, bazen, bir eşya... v.b. herhangi bir maddeye...

Bütün bunlar nedir peki? Tapınmamın sapık şekilleri hepsi de!

O gerçek ve yüce yaradana, eşi ve benzeri olmayan bi­ricik Allah'a yapılması gereken kulluğun sapık biçimleri...

Evet...

İnsanoğlunun tabiatında, fıtratında varolan bir şey var: tapınma!

Yaratılışına emanet edilen bir duygu... Kur'an diğer semavi mefhumundan söz edilmiyor mu? Bir şeyin idaresi­ne teslim olmak; bir nesne, bir kişi, madde veya herhangi bir değer karşısında tam bir teslimiyet duygusu olarak ta­rif edilir bu...

Nitekim sizler de tapınmaktasınız. Fakat, maddeye!

Maddenin kanunlarına teslim oluvermişsiniz bütün varlığınızla! Üretim araçlarının gelişmesi, yegane yaptırı­cı, gücün tarih olduğu... vs. inancınız var ya hani...

O halde şundan siz de kesinlikle emin olabilirsiniz: zafer ve kurtuluş mutlaka müslümanlarındır!

Bizimdir! Mümine has bir iman, mümine yakışır bir takva ve uyanıklığa sahipsek eğer!... emelimiz ve ameli­miz de budur zaten...

Evet!... Zafer biricik Allah'a kulluk eden ondan başka güç ve ondan başka kanun koyucu tanımayan... Ondan başkasına eğilmeyen bize aittir!

Onun kullarıyız biz; odur tek yaratıcı olarak kabul et­tiğimiz... Onun rızasını elde edebilmek amacıyla yaşarız; ona yaklaşabilmek onu hoşnut edebilmektir bütün davra­nışlarımıza hakim olan gaye... Onun rızasıdır kıstasımız... Savaşırız onun yolunda... Ondan başkasının gücümüzü aşabileceğine, Ondan başkasının bize yön verip kader ta­yin edebileceğine inanmayız! İster bir şahıs olsun, ister bir araç; ister üretim olsun, ister sınıf, zümre, tarih, ic­bar...vs... Ne olursa olsun, kim olursa olsun; Ondan başka­sının önünde güçlüyüzdür! Başı dik alnı açık, hür ve kud-retliyizdir! Ondan başka ilah tanımayız zira!..

Oysa siz,

Onca zayıflığınızla ideolojinizdeki onca çatlak çıkmaz­larla; batı dünyası ve uzak doğuda meydanı boş bulup at koşdunuz... Ama nasıl? Hıristiyanlık, yahudilik ve budiz-min suistimale müsait ilkeleri, özünden kopmuş ve aslının saptırılmış olması sonucu taşıdığı zaafları nedeniyle bu bölgelerde şimdilik en ilerici ve gelişmiş doktrin-ortada hiçbir alternatif bırakmadığınız için de başarılı (!) taii!-namıyla kök saldınız. Fakat aynı bilimsel analiz sizin "Müs­lüman doğuda" hiçbir itibar görmediğinizi, islâm dini kar­şısında bütün çabalarınıza rağmen büyük bir yenilgiye uğ­rayıp fiyaskoyla karşılaştığınızı apaçık göstermektedir. Ölümsüz islâm ideolojisinin yarattığı örnek insan tipi, bu ideolojinin sosyal, kültürel, ahlaki, ekonomik sahalarda getirdiği fevkalade olumlu ve adil çözüm ve düzenlemeleri o kadar mükemmeldir ki, onların karşısında hiçbir varlık göstermediniz! Üstelik; yeryüzünün en sahtekar en utan­maz, en hain ve zararlı grubu olarak da tanındınız! Pek-çok ülkede hala zihinlerden silinmeyen vahşiyane icraatı­nızla; islâmi doğruda... Bugün ülkemizin savaş ve mücade­le tarihi bile tek başına bunu ispatlayabilecek örneklerle doludur.

Ben... Müslüman kadın;

Size de bir mesaj vermekdeyim şimdi...

Hicab ve islâm'ımla haykırıyorum sizlere!

Milli ve yerli değerlerine yabancılaşıp kendi özüne sırt çeviren size... İnsanlığa hayat veren islâm dinini tanıma zahmetine katlanmayan size...

Oysa Ölesiye havarisi kesildiğiniz halk, sosyal ve fikri hayatını tepeden tırnağa islâm'la donatmış, islâm'la yo­ğurmuştur... Ve siz... Halkımı, bu gerçeği görmezlikten ge­lerek hala halkçılık teraneleri söylemekte, halktan yana olduğunuzu iddia etmektesiniz...

Ne büyük gaf!

Ne büyük bir çelişki!

Gerçekten şaşırtıcı!... Hangi halktan söz ediyorsunuz? Halkı tanıyor musunuz ki? Halkın değer ve inançlarından haberiniz var mı? Halkın mukaddesat, değer ve inançları üzerinde zerrece kafa yormadığınıza göre; onun için her-şey demek olan inançlarını hiçe saydığınıza göre ne diyor­sunuz hala? Nedir istediğiniz şu halktan? Bütün değer ve normlarına düşman olduğunuz bir halkı kurtarmaya gel­diğinizi nasıl iddia edebiliyorsunuz hala?

Evet... Size...

Kendine yabancılaşan, ideolojik görünüm altında batı kültürünün yeni yetmesi olan; "hak"lardan yana aydın ve "entellektüel" sıfatıyla sahneye çıkan batı kültürünün bes­lenmeleri,

Size de bir sözüm var...

Kulak verin

Müslüman kadının mesajıdır bu!

İslâm'ın mesajıdır!

Halkın gözbebeğinin... Halkın tercihinin...

Kadın ve kadın özgürlüğü konusunda en ileri hedefi, onun sosyal üretimde katkıda bulunması olan size!

Evet! kadın hakları diye feryadı basıp ortalığı velvele­ye veren, fakat kadına tanıdığı yegane hak onun sosyal üretime iştirakinden ibaret kabul eden evet sadece bun­dan ibaret olan, size!

İyi ama, yeni bir şey değil ki bu! Burjuvazinin de öte­den beri bunu amaçladığını bilmeyen kalmadı! Nitekim halihazırda teorik ve pratik olarak varmış durumdadır bu hedefine.

Fakat buna rağmen İslâm'a dudak bükmektedirler...

İslâm'ın, kadın için amaçladığı nihai hedefinin, onu islâm ideolojisinin silahıyla donatarak güçlendirmesi, er-

keğinin yanı başında ve onunla omuz omuza verebilmesi sağlamamış halkın yarısını oluşturan erkeğin kadına ve diğer yarısı demek olan kadının da erkeğe yardımcı ve kı­lavuz olması; bu iki unsurun daima birbirinin yanında ve kılavuz olması; bu iki unsurun daima birbirinin yanında ve birbirine yardımcı olan bir bütün teşkil etmesi olan islâm'a dil uzatmaktadır... Oysa islâm, kadın ve erkeği, toplumun birbirini tamamlayan iki kopmaz parçası, toplu­mun temel bünyesini oluşturan iki ana unsur olarak gö­rür... İslâm ki; erkeğe olduğu gibi, kadına da mühim top­lumsal sorumluluklar yüklemiş, sosyal ve inkılabi davra­nışlarla ona da kontrol hakkı, müdahale... v.b. yetkiler vermiştir...

Evet... "Emr-i bil-m ar uf ve nehy'anil-münker" iyiye çağırıp kötüden men ediş gibi büyük bir mesuliyet ve yet­kiyi, erkeğe olduğu gibi kadına da vermiştir İslâm! Her ikisi de bu hayati mes'uliyetle mükellefdirler toplum için­de... Erkekte olduğu gibi... Hakk'a davet, adalete yardım, zalimin ortadan kaldırılması, mazlumun gaspedilen hak­larına kavuşturulması, kamuya ait malların adil dağıtımı gibi meselelerden kadın da mes'uldür! Hatta bu mes'uliye-ti yerine getirme konusunda kadın ve erkek, kendilerine has, özel prosedürlere tabidirler.

Evet, budur işte islâm!

Budur onun kadına bakış açısı; budur kadın için gözü önünde bulundurduğu nihai hedef.

Bilimsellikten uzak ve dogmatik analizlerinizle, feo­dal dinlerden biri gibi gördüğünüz islâm budur işte! Ka­nun ve kaideleriyle kadını zavallılaştırdığınız, onun sosyal gelişmesine engel olduğunu iddia ettiğiniz din budur... O vermektedir bu değeri kadına... O tanımaktadır bunca hakkı ona... Ve siz... İslâm'ın getirdiği hicabı kadın için bir engel ve hakaret (!) zannede durun halâ!

Sizler,

Bugüne değin kadın için böylesine mükemmel, ideolo­jik ve antisömürü bir giyim şekli getirmediğiniz halde müslüman kadının hicabını beğenmemekte; kadına kişilik veren, hürriyet, kurtuluş ve değer kazandıran bu fevkala­de ideal giyime kin gütmektesiniz... Tarihin zorbalarına, kokuşmuş feodal sistemlerine, kapitalist ve siyasi düzenle­re kadının savaş üssü ve biricik sığınağı olan bu giyime "irtica" adını takmakta, bu mükemmel örtünme şeklinin kadın için rahatsız edici olduğunu iddia etmektesiniz bü­yük bir telaşla!...

Hem de... Kadın için ne derece faydalı bir silah oldu­ğunu hiç düşünmeksizin.

Fakat kimin umurunda sizin ne düşündüğünüz?! Le-nin gibi birini lider sayan sizlerin fikrine kim aldırır?

Lenin...

Rus çarlığını tarihten silen büyük devrimci!

Büyük put!

Koca iran halkının menfaatlerini bir.çapulcuya satan büyük kalleş!...

İlk Marksist-Leninist... Tarihe bakınız onun için... Lenin:

Silahlı orman kıyamını, sırf islâm ideolojisine dayana­rak başlayan bir direniş olduğu için Rusya'nın siyasi ve ik­tisadi çıkarlarına kurban edip bu muhteşem kıyamı ezen,

Bu islâmi kıyama en büyük darbeyi indirerek bildiği­miz tezgahı hazırlayan Lenin...

Allah'tan başkasına eğilmeyen muvahhid ve savaşçı din adamı Molla Mirza Küçük Han'ın temsilcilerini kapı eşiklerinde beklettikten sonra, sonunda huzuruna kabul etmeyen,

Fakat o dönemde İran yönetimi zorla ele geçiren zalim Rıza Han'ın temsilcilerini-ki bunlar da Mirza'nın temsilci­leriyle aynı zamanda gitmişlerdi Rusya'ya- hemen huzuru­na alarak katil Rıza Han rejimini resmen desteklediğini gösteren Lenin!

Ve bu tutumuyla halk düşmanı ve yobaz bir monarşik rejimi, tek suçu dindarlık olan halkçı ve inkılapçı bir siste­me tercih eden Lenin!...

Evet...

Mirza'nın farkı halkın istediği, özlemini çektiği bir sistemi getirmek istemesiydi.. İslâm devletinden yana ol­masaydı!...

Böylece Lenin,

Komünizmin ne kadar halkçı(!) bir rejim olduğunu çok iyi göstermişti müslüman İran halkına...

Ne büyük bir cinayetti bu yarabbi! Ne büyük bir kalleşlikti bu!

Sadece İran halkına karşı değil, aynı zamanda, İran'ın istiklaline kavuşması halinde kendi istiklalleri de kolaylaşacak olan; İran'ın bağımsızlığa kavuşması halinde büyük bir engelden kurtaracak olan bütün bölge halkına karşı işlenmiş bir cinayetti bu!

Faili kimdi? LeninL.

Onun muhaleflerisiniz siz şimdi? Bu maddeci doktoru­nun mu helal süt emmiş evlatlarısınız yani?

Fransa'nın Cezayir'i işgal edip yoksul Cezayir halkını sömürmesini tarihi bir zafer olarak telakki ederek bu işga­li ayakta alkışlayan... Büyük teori babanız ve bilimsel fel­sefeciniz sayın Engels söyle diyordu: "Cezayir'in işgali, medeniyetin gelişmesi açısından pek sevinmdiricidir. Eğer göçebe bedevilerin -yoksul Cezayirlileri kastediyor- özgür­lükleri elinden alındı diye üzülüyorsanız; buna üzülmeye değmez derim! Zira bu göçebe bedeviler, alt tarafı adi birer hırsızdırlar!... (nation of robbers)...

Bence, yeni yetme bir burjuva bile medeniyeti, teknik, sanat ve disipliniyle, hiç olmazsa aydın bir kafa taşıması sebebiyle bir handan, bir feodal, hırsız ve çapulcudan daha evladır... Vahşi bir hükümetle topluma tasallut eden böyle çapulcu takımı bir milletense burjuvaziyi tercih ederim!"[13]

Sayın Englesinizin görüşleri bu işte!...

Mübarek (!) elyazısıyla bizzat inşa etmişlerdir bu veci­zeleri...

Demek;

Gelmiş geçmiş en büyük müslüman liderlerden biri olan Abdülkadir bey ve koca bir Cezayir milleti hırsız, ça­pulcu ve feodal?... Ama emperyalistlerin politikasını Can-ı gönülden destekleyip Avrupa emperyalizmin sırtını sıvaz­layan hain Mao, "Devir açan bir kahraman"... Ve mustaz'af İran halkına en büyük kalleşliği yapan hain-Lenin-de "büyük lider" öyle mi?

Komünizmin kitaplarında daha neler varmış da habe­rimiz yokmuş meğer... Okumalı bütün bunları!...

Özümüzden kopmanın, ecnebiye özenerek kendimize yabancılaşmanın... ve biganelerin güdümüne girmenin ne gibi felaketler doğuracağını anlamak için okumalı. İbret almak için okumalı satın satırına!..

Şimdi siz...

Bu alçak teoris iyeni erin mi izleyicilerisiniz?

Bunlar mı öve Öve bitiremediğiniz liderleriniz?

İşte bu yüzden ben, seninle aramızdaki bütün tezat ve çelişkileri bir kenara bırakıyorum şimdilik... Seni bu ilginç konumunla başbaşa bırakarak asıl düşmana geçiyorum yi­ne. Zira müslüman halkımızın istiklal ve bağımsızlığına kavuştuğu bir ortamda, hatta bunu elde edebilmek için verdiği mücadele sürecinde bile böylesine kof bir ideolojik çıkmazları ve islâmi hareketlere indirdiği sürekli darbele­riyle... Tek boyutlu madde ve mantıksız dünya görüşüyle... Müslüman milletimiz için makul olabilecek bir kültür, ge­lenek ve inanç yapısından tamamen uzak oluşu sebebiyle bu saçma doktorunun islâmi bir kıyama sürecinde ve islâmi bir toplumda herhangi bir varlık göstermesinin mümkün olmadığı aşikardır!

Ancak şimdi ben, müslüman kadın; bütünüyle islâm kesilen ve tepeden tırnağa bir ideolojiyi bünyesinde taşı­yan hicabımla mesaj veriyorum sana... zaten bir insanın değer ve asaleti, hak ve batıl kavramlarını nasıl tanımlan­dığına, hakkı mı, yoksa batılımı tuttuğuna göre ölçülmez mi?

O halde, seni; marxızmi incelemeye, bu konudaki asli dokümanları eleştirici bir gözle mütalâa etmeye davet edi­yorum, mutlaka incele, ne derece zaaflarla dolu olduğunu, nice bizzat gör... insanlığa ne darbeler indirdiğini, yukar­da adı geçen şu büyük (!) fikir babasının nice gayri insani fikirler taşıdığını ve şu'ulu önder "i (i)in yaptığı gibi müslü-manlara nasıl sürekli ihanet ettiğini, sırtından islâm'ı vurmaya çalıştığını bizzat müşahade et! işte o zaman ger­çeği anlayacak ve "insanlık haysiyeti" gereği bu sapık ide­olojiyi kesinlikle reddedeceksin!

Sonra... Bir an için de olsa, şu varlık alemini; şu ciha­nı, muazzam sistemini, olaylar ve nesneler arasındaki muhteşem ahengi, ilişki ve kanunu gör, bütün bunların amaçladığı hedefi bir düşün... Sonunda mutlaka "miad'a inanacak ve Allah'ı bulacaksın...

Ve sonra... Gerçekten halkını düşünüyorsan eğer... Halkının sürekli çektiği ızdırap ve dertler insanlık onuru­nu rahatsız ediyor ve insani duygularını harekete geçiri-yorsa gerçekten... Mustaz'afların kurtuluşunu sırf bir ide­al ve teori olarak kurmakla kalmayıp bu hayati meseleyi sosyal, tarihi ve insani bir görev olarak telakki edip şuurlu bir sorumlulukla bilfiil üstleniyorsan eğer...

Halkımızın fikri, ideolojik ve akidevi planda biricik dokunulmaz değeri olan şu inkar edilmez gerçeği: "İSLAM"ı tanı!..

Tevhid temeline dayanana, Allah'dan başkasına kul olmayı reddeden mükemmel hayat tarzını gör! Onun hu­zurlu ve onurlu nizamını; sosyal alanlarda, ekonomik, kül­türel ve ahlaki sahalarda getirmiş olduğu mükemmel çözümleri gör!

Yürekten inan O"na... inan ve O'ndan başka, biricik yaratıcıdan başka ilah ve mabud olmadığını da söyle sen de...

O'ndan başka güç ve kudret tanımadığını sen de hay­kır!

Kurtul böylece bütün ilhadi bağlardan... "Kurtuluşa erenler'den ol... İnsanlık haysiyetiyle ya­şamanın huzurunu tadL.

Sen de haykır, sende söyle!

Söyle ki hepimiz bir olalım; ilahi bir cephe kuralım... Elele, omuz omuza... Güçlü... Öldürücü bir yumruk gibi... Zulüm, şirk, küfür ve adaletsizliğin tepesine inelim ansı­zın! Altını üstüne getirelim yıkılasıca düzenin... Siyasi ve iktisadi kudretlerini, beyin hırsızı ve vicdan düşmanı ta-ğutlan tarihin mezarına gömelim sonsuza dek!

Ta ki;

"Din, Allah'ın dini olsun tek!"

O hükmetsin yalnızca... Tarih ve topluma!...

Ve mustaz'aflar her şeyden yoksul bırakılmış insanlar onun gölgesinde hayat bulsunlar... Kurtulsunlar yüz yıl­lardır üzerlerine çöken yağmacılardan... Yüreklerine çö­ken ızdırap ve çileden, zulüm ve utançtan... Sömürü ve azaptan... Geribırakıîmışlık ve mahrumiyetten...

İnsanca yaşayabilsin onlar da...

Yücelebilsinler hakettiklerince... Dikebilsinler onlar da gururla başlarım, hissedebilsinler insan olduklarını!...

Ve...

Herşeyiyle toplumun idaresini ellerine alarak, tarihi rehberliklerini bizzat üstlenerek., kendi geleceklerini kur­sunlar... inşallah...

Vesselam.[14]

 

 

[1] Nur-31.

[2] Nur-31.

[3] Ahzab-59.

[4] Nur-31.

[5] Nur-31.

[6] Ahzab-32.

[7] Ahzab,32.

[8] Âhzab,32.

[9] Ali imran: 10, Bakara: 143.

[10] Maide, 56.

[11] Tevbe:71.

[12] Enfal, 24.

[13] Bk. Engles: Basic Iriting some Political and philosophy London. 1969 say. 488-489.

[14] Zeynep Burucerdi, Kadının Adı, Dünya Yayınları, İstanbul 2004: 5-77.