İKİNCİ  BÖLÜM ZEKÂT VE SADAKA

  1. PEYGAMBER'İN (S.A.) ZEKÂT VE SADAKA KONUSUNDAKİ TATBİKATI
  2. A) ZEKÂT KONUSUNDAKİ TATBİKATI

1- Giriş:

2- Zekâtı Verilecek Mallar;

3- Senede Bir Kere Verilmesi:

4- Zekâtın Miktar ve Nisabı:

5- Zekâtın Hikmeti:

6- Zekât Verilecek Kimseler:

7- Zekât Tahsildarları:

8- Zekât Alınmayan Mallar:

9- Balın Zekâtı:

  1. a) Balın Zekâtı Yoktur Diyenler:
  2. b) Balın Zekâtım Kabul Edenler:

10- Zekât Verene Dua Edişi:

  1. B) FITIR SADAKASINDAKİ TATBİKATI

1- Fıtır Sadakası Hakkındaki Hadisler:

2- Fıtır Sadakasının Zamanı:

3- Fıtır Sadakası Verilecek Kimseler:

  1. C) NAFİLE SADAKA KONUSUNDAKİ TUTUMLARI

1- Çok Sadaka Vermesi:

2- Sadaka Vermeye Teşvik Etmesi:

  1. D) GÖNLÜ GENİŞLETEN SEBEPLER VE BUNLARIN HZ. PEYGAMBER'DE (S.A.) KEMÂL DERECESİNDE BULUNUŞU

ORUÇ

  1. PEYGAMBERİN (S.A.) ORUÇ TUTUŞU
  2. A) ORUCUN HİKMETİ VE FARZ KILINIŞI

1- Orucun Hikmeti:

2- Orucun Farz Kılınışı:

  1. B) VİSAL ORUCU

1- Ramazan Ayındaki İbadetleri:

2- Visal Orucu Tutması:

3- Visal Orucunun Hükmü:

  1. C) RAMAZAN HİLÂLİNİN GÖRÜLMESİ (RÜ'YET-İ HİLÂL)

1- Hilâl Görülünce Oruca Başlaması:

2- Şek Günü Orucu:

D)HZ. PEYGAMBERİN (S.A.) İFTAR EDİŞİ

1- İftar Edişi:

2- İftar Duaları:

3- Oruçlunun Sakınacağı Şeyler:

  1. E) RAMAZAN'DA YOLCUL1

1-  Ramazan'da Yolculuğa Çıkması:

2-  Savaşta Oruç:

3- Ramazan'da Çıktığı Gazalar:

4- Yolculukta Oruç:

  1. F) ORUÇLUNUN BAZI FİİLLERİ

1- Oruçlunun Hanımını Öpmesi:

2- Yemek, İçmek ve Kan Aldırmak:

  1. G) HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.) NAFİLE ORUÇLARI

1- Şaban Ayında Oruç Tutması:

2- Pazartesi-Perşembe ve Eyyâm-ı Bîz Oruçları:

3- Zilhicce Orucu:

4- Şevval Orucu:

5- Aşure Orucu:

  1. a) Bu Konudaki İtirazlar:
  2. b) Bu İtirazlara Cevap:
  3. c) Aşure Orucu Üç Türlüdür:

6- Arafat'ta Oruç Tutmaması:

7- Cumartesi ve Pazar Günleri Orucu:

8- Bütün Seneyi Oruçlu Geçirmek:

9- Nafile Orucun Kazası:

10- Sadece Cuma Günü Tutulan Oruç:

  1. H) ÎTİKÂFLARI

1_ îtikâfm Hikmeti:

2- îtikâfa Girişi:

HAC VE UMRE

  1. PEYGAMBERİN (S.A.) HAC VE UMRELERİNDEKİ

TATBİKATI

  1. A) HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.) UMRELERİ

1- Hz. Peygamber'in (s.a.) Umrelerinde ki Tatbikatı;

2- Hac Aylarında ve Ramazan'da Umre:

3- Hz. Peygamber (s.a.) Senede Bir Kere Umre Yapmıştır:

  1. B) HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.) HACCI

1- Hz. Peygamber'in (s.a.) Haccı:

2- Hz. Peygamber'in (s.a.) Hac Yolculuğu:

3- Yola Çıkış Tarihi Hakkında Bir Tartışma:

4- Yol Hazırlığı ve Yola Çıkışı:

5- Hz. Peygamber'in (s.a.) Kıran Haccı Yapmış Olduğunun Delilleri:

6- Hz. Peygamber'in (s.a.) Umreleri, Haccı ve İhramı Konusunda Yanılanlar:

7- Bu Görüşleri Savunanların Gerekçeleri ve Hatalarının Açıklanması:

I- Hz. Peygamber'in (s.a.) Umreleri Konusunda Vurulanlar: a) Recep Ayında Umre Yapiı Diyenler:

  1. b) Şevval Ayında Umre Yaptı Diyenler:
  2. c) Ten'îm'den İhrama Girip Umre Yaptı Diyenler:
  3. d) Hac Sırasında Hiç Umre Yapmadı Diyenler:
  4. e) Umre İhramından Çıkıp Hac İçin İhrama Girdi Diyenler:

II- Hz. Peygamber'in (s.a.) Haccı Konusunda Yanılanlar:

  1. a) Bir Tek Hac Yaptı, Beraberinde Umre Yapmadı Diyenler:
  2. b) Umre İhramından Çıkıp Hac İçin İhrama Girdi Diyenler:
  3. c) Kurban Sevkettiği İçin İhramdan Çıkmadı Diyenler:
  4. d) İki Tavaf ve İki Sa'y ile Kıran Haccı Yaptı Diyenler:
  5. e) ifrâd Haccı Yaptı Diyenler:

III- Hz. Peygamber'in (s.a.) İhramı Konusunda Yamlanlar:

  1. a) Yalnız Umre İçin Telbiye Getirdi Diyenler:
  2. b)  Yalnız Hac İçin Telbiye Getirdi Diyenler:
  3. c)  Yalnız Hac îçin Telbiye Getirdi, Sonra Umreyi Ekledi Diyenler:
  4. d) Yalnız Umre İçin Telbiye Getirdi, Sonra Hacci Ekledi Diyenler:
  5. e) Hangi İbadet İçin Olduğunu Belirlemeden İhrama Girdi Diyenler:

8- Hz. Peygamber'in (s.a.) Mekke'den Çıkışı:

9- Hz. Peygamber (s.a.) Üsfiye'de:

10- Hz. Peygamber Arc'da:

11- Hz. Peygamber (s.a.) Ebvâ'da:

12- Hz. Peygamber (s.a.) Usfan'da:

13- Hz. Âişe'nin Hayız Olması:

  1. a) Bu Konuda Âlimlerin İhtilâfı:
  2. b) Hz. Âişe İlk Önce Hangi İhrama Girmişti?
  3. c) Hz. Âişe'nin Ten'îm'den Yaptığı Umre:
  4. d) Hz. Âişe'nin Bu Umresi tslâm Umresi Yerine Geçer mi?
  5. e) Hz. Âişe'nin Hayızdan Temizlendiği Yer:

14- Haccin Umreye Çevrilmesi ve Bu Konuda Âlimlerin İhtilâfı:

İKİNCİ  BÖLÜM ZEKÂT VE SADAKA

HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.) ZEKÂT VE SADAKA KONUSUNDAKİ TATBİKATI

A) ZEKÂT KONUSUNDAKİ TATBİKATI

1- Giriş:

Hz. Peygamber (s.a.) zekâtın vakti, miktarı, nisabı, kimlere farz oldu­ğu ve nerelere sarfedileceğı konularında en mükemmel düzenlemeyi getir­miştir. Zekâtta hem mal sahiplerinin, hem de yoksulların menfaatini gözet­miştir. Allah Teâlâ da zekâtı hem mal, hem de mal sahibi için bir temizlik aracı kılmış ve zekâtlarını verirlerse zenginlere, menfaat sağlayacağını be­lirtmiştir. Malın menfaatini zekâtını verenler görür. Hatta Allah zekâtını verenin malını korur, artırır ve mala gelecek tehlikeleri zekât sayesinde savuşturur, zekâtı mala bir sur, bir kale ve bir bekçi yapar. [1]

 

2- Zekâtı Verilecek Mallar;

 

Hz. Peygamber (s.a.) zekâtın dört sınıf maldan verileceğini belirtmiş­tir ki, bunlar halk arasmda en çok dolaşan ve insanların zorunlu ihtiyaçları olan mallardır:

1-  Ziraî mahsuller ve meyveler,

2-  Hayvanlar: Deve, sığır ve davar.

3- Dünyanın nizamı kendilerine bağlı olan iki mücevher: Altın ve gümüş.

4-  Her türlü ticaret malı. [2]

 

3- Senede Bir Kere Verilmesi:

 

Zekâtın her sene bir kere verilmesini farz^ kılmıştır. Tahıllar ve meyve­lerden zekât alma zamanını, olgunlaşma ve kıvamına gelme vakti olarak tayin etmiştir. Bu, olabilecek en âdil düzenlemedir. Çünkü her ay veyahut her cuma verilmesi farz kılınmış olsaydı mal sahipleri zarar görürdü. Ömürde bir kere verilmesi farz kılınmış olsaydı yoksullar zarar görürdü. Şu halde her sene bir kere verilmesinin farz olmasından daha âdil bir düzenleme olamaz. [3]

 

4- Zekâtın Miktar ve Nisabı:

 

Sâri', mal sahiplerinin mallan elde etme yolunda çalışmalarına, malı elde etmenin kolaylığına veya zorluğuna göre zekâtın mallardan alınacak miktarlarını birbirinden farklı, ayrı ayrı düzenlemiştir. İnsanın toplu ve biriktirilmiş bir vaziyette tesadüf ettiği mallardan yani rikâz ( = define)'dan[4] beşte bir oranında zekât verilmesini farz kılmış ve bunun için üzerinden bir sene geçmesini itibara almamış, ne zaman bulmuşsa o zaman beşte bir oranında zekât vermesini farz kılmıştır.

Elde etme zorluğu, yorgunluğu ve külfeti bundan daha yukan olan mallarda bu oranın yarısı olan onda bir oranında zekât verilmesini farz kılmıştır. Bu oran, arazilerinin sürülmesini ve sulanmasını, tohumlarının ekilmesini insanın bizzat kendisinin yaptığı; kulun herhangibir külfete kat­lanmasına, su satın almasına, kuyu açıp dolap çalıştırmasına gerek kal­maksızın Allah'ın (yağmurla) sulamayı bizzat kendisinin üstlendiği meyve­lerde ve ziraî mahsullerde verilmesi farz olan orandır.

Kulun külfete katlanarak kovalar, su çeken develer vs. ile sulamayı üstlendiği mahsulatta yirmide bir zekât verilmesini farz kılmıştır.

Artışı, mal sahibinin kimi zaman yolculuğa çıkarak, kimi zaman do­laştırarak ve kimi zaman da bekleyerek aralıksız çalışmasına bağlı bulunan mallarda bunun yarısı yani kırkta bir oranında zekât verilmesini farz kıl­mıştır. Kuşkusuz bunun külfeti ziraî ürün ve meyvelerin külfetinden daha büyüktür. Hem ziraî ürün ve meyvelerin artışı, ticaretin artışından daha net ve daha fazladır. Bu yüzden onlardan verilmesi farz olan zekât, ticaret mallarının zekâtından daha fazla olmuştur. Yağmur ve nehirlerle sulanan mahsulattaki artışın açıklığı kova ve su develeriyle sulanan mahsulatınkin-den daha fazladır. Kenz ( = gömülü mal, hazine) gibi biriktirilmiş ve toplu halde bulunan mallardaki artışın açıklığı ise diğer bütün mallarmkinden daha fazla ve daha nettir.

Her mal az da olsa denklik taşımadığından dolayı denklik taşıyan mal için, denk olduğu takdir edilen ve mal sahiplerini fakir düşürmeyen, yok­sulların da işini gören nisablar tayin etmiştir. İşte bu yüzden gümüşün ni­sabını 200 dirhem,[5] altınınkini 20 miskal,[6] tahıllar ile meyvelerinkini 5 vesk[7] -beş Arap devesi yükü-, davarınkini 40 baş, sığınnkini 30 baş ve deveninkini de 5 baş olarak tayin etmiştir. Ancak develerin nisabı kendi cinslerinden denklik taşımadığı için beş devede bir koyun verilmesini farz kılmıştır. Beş deve beş kere tekrarlanıp 25 olduğunda develerin nisabı bir deveyle denklik taşır ve dolayısıyla bunun verilmesi farz olur.

Develerin çokluğuna, ve azlığına göre verilmesi farz olanın yaşını, art­tırma ve eksiltme suretiyle bir yaşını doldurmuş ikisine basmış erkek deve (ibn mehâd) ve dişi deve (binti mehâd); daha yukarısını iki yaşını doldur­muş üçüne basmış erkek deve (ibn lebûn) ve dişi deve (binti iebûn); daha yukarısını üç yaşını doldurmuş, dördüne basmış erkek deve (hıkk) ve dişi deve (hıkka) ve daha yukarısını dört yaşını -doldurmuş beşine basmış erkek deve (ceze') ve dişi deve (cezea) olarak tayin etmiş ve develerin sayısı arttı­ğında zekât verilecek devenin yaşını da arttırmış; işte o zaman malın sayısı­nın artımı karşılığında verilmesi gereken zekâtın sayısının artımım koymuştur. [8]

 

5- Zekâtın Hikmeti:

 

Zekâtın hikmeti şudur ki, Sâri', denkleştirme imkânı taşıyan mallar­da, mal sahiplerini fakir düşürmeyen ve yoksullara yeterli olup artık onla­rın başka bir şeye ihtiyaç duymamalarım sağlayan bir ölçü getirmiş; zen­ginlerin mallarında fakirlere yeterli olacak kadar zekâtı farz kılmıştır. Aksi halde her iki taraftan zulüm ortaya çıkabilirdi. Zengin üzerine farz olanı vermez, alan da hakkı olmayanı alırdı. Bu yüzden iki taraf arasından yok­sullar aleyhine muazzam bir zarar ve şiddetli bir yoksulluk doğardı. Bu durum onların türlü türlü hile yollarına sapmalarını ve dilencilikte ısrar etmelerini icabettir irdi. [9]

 

6- Zekât Verilecek Kimseler:             

 

İşte Rab Teâlâ zekâtın paylaştırılmasını bizzat kendisi üstlendi ve onu sekiz bölüme ayırdı. O sekiz bölümü, toplam iki sınıf insan alır: I- İhtiyaç­tan dolayı alanlar: İhtiyaçlarının şiddet ve zayıflığına, çokluk ve azlığına göre alırlar. Bunlar, fakirler, yoksullar, köleler ve yolculardır. 2- Menfaat­leri için alanlar: Zekât memurları;' kalbleri İslamiyet'e ısındırılacak olanlar (müellefe-i kulûb), durumunu düzeltmek için borçlananlar ve Allah yolun­da cihad eden gaziler. Şu halde şayet alan kimse muhtaç değilse ve onda müslümanların bir faydası yoksa onun zekâtta payı da yoktur.

Hz. Peygamber (s.a.) bir insanın zekâta müstehak olduğunu bilirse ona zekât verirdi. Şayet zekâta müstehak olan biri kendisinden ister, fakat kendisi o kimsenin durumunu bilmezse ona, zenginin ve çalışıp, kazanan güçlü kimsenin zekâtta nasibi olmadığını bildirdikten sonra zekât verirdi.[10] Zekâtı, vermeleri gereken kimselerden alıp lâyık olanlara verirdi.

Zekâtı, malın bulunduğu şehirdeki hak sahiplerine paylaştırırdı. Şayet mal, o şehir halkına dağıtıldıktan sonra artarsa kendisine getirilir ve Hz. Peygamber (s.a.) bizzat dağıtırdı. Bu yüzden zekât tahsildarlarını bâdiyele-re gönderir, köylere göndermezdi. Hatta Muaz b. Cebel'e zekâtı, Yemen halkının zenginlerinden alıp onların fakirlerine vermesini emretti; zekâtı alıp kendisine getirmesini emretmedi. [11]

 

7- Zekât Tahsildarları:

 

Zekât tahsildarlarını yalnızca sürüler, ziraî mahsuller ve meyveler gibi görünen açık mal sahiplerine gönderirdi. Hurma sahiplerine, ağaçlarındaki hurmaları tahmin edecek, kaç vesk geleceğini araştıracak ve böylece onla­rın ne kadar zekât vermeleri gerektiğini hesaplayacak bir tahminci (-hâns) gönderirdi[12] Hurmalara gelebilecek afetlerden dolayı tahminciye, ağaçtaki hurmanın üçte birini veya dörtte birini mal sahiplerine terketmesini, bu miktar hurmayı tahminde hesaba katmamasını emrederdi.[13] Bu tahminî ölçüm işi, meyveler yenmeden ve koparılmadan önce zekât hesaplansın, sahipleri istedikleri şekilde tasarrufta bulunsunlar ve zekât miktarını taz­min etsinler diye yapılmaktaydı. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.), ken­dileriyle müsâkât ve müzâraat akdi[14] yaptığı Hayberlilere tahminci gön­derir, meyveleri ve ziraî mahsulleri tahminî olarak hesaplattırır ve bunların yansını onlara tazmin ettirirdi. Onlara Abdullah b. Ravâha'yı göndermişti. Ona rüşvet vermek istediler. Bunun üzerine Abdullah: "Bana haram mı yedireceksiniz?! Vallahi, ben size, en sevdiğim insanın yanından geldim. Siz benim gözümde maymun ve domuz sayılmanızdan daha iğrençsiniz. Size nefretim ve O'na olan sevgim beni» size âdil davranmamaya sevket-mez." dedi. Onlar da bu sözler üzerine: "îşte bununla gökler ve yeryüzü ayakta durur." dediler.[15]                                                                           

 

8- Zekât Alınmayan Mallar:                                                          

 

Hz. Peygamber (s.a.) atlardan, kölelerden, katırlardan, merkeplerden*öîçülemeyen ve muhafaza edilip saklanılamayan sebzelerden, karpuz ve ka­vundan, salatalık ve acurdan, üzüm ve hurma dışındaki meyvelerden zekât almazdı. Üzüm ve hurmanın zekâtım toplu alır, kurumuş-kurumamış ayırt etmezdi. [16]

 

9- Balın Zekâtı:                                                   

 

Bal .konusunda Hz. Peygamber'den (s.a.) farklı rivayetler aktarılmış­tır. Ebu Davud, Amr b. Şuayb - babası - dedesi senediyle rivayet eder ki, Müt'ânoğullarmdan Hilâl adında birisi Allah RasûKVne (s.a.), arıların­dan elde ettiği balın öşrünü (onda birini) getirmiş ve O'ndan "Selebe" adındaki bir vadiyi arıların bal toplama yeri olarak tayin etmesini istemişti. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.) o vadiyi anlar için bal toplama yeri olarak tayin etmişti. Hz. Ömer İbnü'l-Hattâb (r.a.) halife olunca, Süfyan b. Vehb bir mektup yazıp bunu sordu. Hz. Ömer cevap olarak şöyle yazdı: "Şayet Allah Rasûlü'ne (s.a.) ödediği, arılarından elde ettiği balın öşrünü sana da öderse Selebe'yi onun arılarının bal toplama yeri olarak bırak. Aksi takdirde arı, yağmur sineğidir..(Bal yapmak için yağmurlu ve bitek arazi arar). Oralardan dileyen arısına bal toplatabilir. (Yani dağlarda bulu­nan balı toplamada önce gelen daha haklıdır.)"[17]

Bu hadisin bir diğer rivayetinde: "Her on tulum baldan bir tulum zekât verilir." denmektedir[18]

İbn Mâce'nin, Sözen'inde Amr b. Şuayb - babası - dedesi senediyle rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.) baldan öşür almıştır[19]

İmam Ahmed'in Müsned'indc rivayet* edildiğine göre Ebu Seyyare el-Müteî diyor ki: Hz. Peygamberce (s.a.) "Ey Allah'ın Rasûlü! Benim arıla­rım var." dedim. "Öşür ver." buyurdu. "Ey Allah'ın Rasûîü! Arıların bal topladığı yeri bana ayır" dedim. O da benim için orasını arılarımın bal toplama yeri olarak tayin etti.[20]

Abdürrezzak'ın, Abdullah b. Muharrer - Zührî - Ebu Seleme -Ebu Hureyre senediyle rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) Yemenlilere bal­dan öşür alınmasını yazdı.[21]

Şafiî'nin, Enes b. Iyâz - Haris b. Abdurrahman b. Ebu Zübâb - babası Abdurrahman senediyle rivayetine göre Sa'd b. Ebu Zübâb anlatı­yor: Allah Rasûlü'ne (s.a.) gelip müslüman oldum. Sonra: "Ey Allah Ra­sûlü! Kavmimin mallarını müslüman oldukları zamandaki şekliyle bırak." dedim. Allah Rasûlü (s.a.) de öyle yaptı ve beni onlara zekât memuru olarak tayin etti. Sonra Ebu Bekir (r.a.) ve ondan sonra da Hz. Ömer (r.a.) beni zekât memuru tayin etti. -Râvi diyor ki: Sa'd, Serât halkın-dandı.- Bal konusunda kavmimle konuştum ve onlara: "Balda zekât var­dır. Zekâtı verilmeyen bir gelirde hayır yoktur." dedim. "Acaba ne kadar verilecek, senin bu konudaki görüşün nedir?" diye sordular. "Öşür = onda bir" dedim ve onlardan öşür aldım. Hz. Ömer İbnü'l-Hattâb (r.a.) ile kar­şılaştım. Ona olanı haber verdim. Hz. Ömer aldığım öşrü benden aldı (ve sattı), sonra parasını müslümanların zekâtları arasına (hazineye) koydu.[22] Bu hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir. Metin Şafiî'ye aittir. [23]

 

a) Balın Zekâtı Yoktur Diyenler:

 

İlim adamları bu hadislerde ve hadislerin ifade ettiği hükümde ihtilâf etmişlerdir: Buharı: "Balın zekâtı konusunda hiç sahih hadis yoktur.", Tirmizî: "Bu konuda Hz. Peygamber'den (s.a.) aktarılan rivayetlerin çoğu sahih değildir.", İbnü'l-Münzir: "Balın zekâtının farz olduğuna dair ne Allah Rasûlü'nden (s.a.) sabit bir hadis, ne de bir icmâ vardır. Balda zekât yoktur." ve Şafiî: "Baldan öşür alınacağı yolundaki hadis zayıftır; öşür alınmayacağı konusundaki hadis de zayıftır. Ancak bu ikincisi hakkında Ömer b. Abdülaziz'den sahih bir rivayet vardır." demiştir.

Bunlar diyorlar ki: Farz olduğunu ifade eden bütün hadisler illetlidir:

1- İbn Ömer hadisi: Bu hadis Sadaka b. Abdullah b. Musa b. Yesâr -Nâfi'- îbn Ömer senediyle rivayet edilmiştir, İmam Ahmed, Yahya b.Maîn ve başkaları senedde geçen Sadaka adlı râviyi zayıf saymışlar; Buha­rı: "Bu hadis Nâfi* yoluyla Hz. Peygamber'den (s.a.) mürsel olarak riva­yet edilmiştir." ve Nesâî: "Sadaka bir hiçtir. Bu hadis münkerdir." demiştir.

2-  Ebu Seyyare el-Müteî hadisi: Süleyman b. Musa, Ebu Seyyâre'den rivayet etmiştir. Buharî: "Süleyman b. Musa, Allah RasûhVnün (s.a.) as­habından hiçbirine yetişmemiştir." diyor.

3-  Hz. Peygamberdin (s.a.) baldan öşür aldığı yolundaki öteki Amr b. Şuayb hadisi: Bu hadisin senedinde Amr'dan rivayette bulunan Üsame b. Zeyd b. Eşlem vardır. Onlara göre bu râvi zayıftır. İbn Maîn: "Zeyd'in üç oğlu da hiçtir" ve Tirmizî: "Zeyd b. Eslem'in çocukları arasında sika bir râvi yoktur." diyor.

4- Zührî - Ebu Seleme - Ebu Hureyre senediyle rivayet edilen hadis, Zührî'den bu hadisi rivayet eden Abdullah b. Muharrer'den arınmış olsa ne açık bir delil olurdu! Buharî, onun bu hadisi hakkında: "Abdullah b. Muharrer'in rivayet ettiği hadis terkolunur (metruktür). Balın zekâtı konu­sunda hiç sahih hadis yoktur." diyor.

5-  Şafiî'nin (r.h.) hadisine gelince: Bu hadisi Beyhakî, Salt b. Muham-med - Enes b. Iyâz - Haris b. Abdurrahman (yani İbn Ebu Zübâb) - Müneyyir b. Abdullah - babası Abdullah - Sa'd b. Ebu Zübâb sene­diyle rivayet etmiş; yine aynı senedle Safvân b. İsa, Haris b. Ebu Zübâb'-dan rivayet etmiştir. Buharî: "Sa'd b. Ebu Zübâb'dan rivayette bulunan Müneyyir'in babası Abdullah'ın rivayet ettiği hadis sahih olmaz. Bana Ali b. el-Medînî: Bu Müneyyir'i, bü hadis dışında hiç tanımıyoruz, dedi." di­yor. Şâfıî diyor ki: "Sa'd b. Ebu Zübâb'm aktardığı rivayet göstermekte­dir ki, Allah Rasûlü (s.a.) ona baldan zekât almasını emretmemiştir, bu yalnızca onun kendi görüşüdür ve bal sahipleri için, verdikleri bu zekât, nafile sadaka yerine geçmektedir." Yine Şafiî diyor ki: "Kendilerinden ze­kât alınan şeyler hakkında hadisler ve sahabe tatbikatı sabittir. Bu konuda ise sabit değildir. Herhalde baldan zekât muaf tutulmuştur."

Yahya b. Âdem'in, Hüseyn b. Zeyd - Cafer b. Muhammed - baba­sı Muhammed senediyle rivayetine göre Hz. Ali (r.a.): "Balda zekât yok­tur." demiştir[24]

Yahya: "Hasan b. Salih'e bal soruldu; onda gerekli bir şey görmedi.'diyor ve Muaz'm baldan hiç bir şey almadığını kaydediyor.

Humeydî'nin, Süfyan - İbrahim b. Meysera - Tavus senediyle riva­yetine göre Muaz b. Cebel'e baldan ve zekât nisabına ulaşmayan sığırdan zekât getirildi. Muaz: "Allah Rasûlü (s.a.) bana, bu ikisinden herhangi bir şey almamı emretmedi." dedi.[25]

Şafiî'nin Mâlik'den rivayetine göre Abdullah b. Ebu Bekir diyor ki: Ömer b. Abdülaziz'den (r.a.) babama Mina'da bulunuyorken at ve baldan zekât almamasını emreden bir mektup geldi.[26] Mâlik ve Şafiî bu görüşü benimsemişlerdir. [27]

 

b) Balın Zekâtım Kabul Edenler:

 

Ahmed, Ebu Hanife ve bir grup âlim baldan zekât verilmesi görüşünü benimsemiştir. Onların görüşüne göre bu rivayetler birbirlerini takviye ederler. Pek çok yoldan değişik senedlerle rivayet edilmişlerdir. Mürsel olanları, müsned olanlarını güçlendirir. Ebu Hatim er-Râzî*ye: (<Müneyyir'in babası Abdullah'ın Sa'd b. Ebu Zübâb'dan rivayet ettiği hadis sahih midir?" diye sorulduğunda "Evet" cevabını vermiştir.

Bunlar diyorlar ki: Zira bal, ağaçların çiçeklerinden ve kır çiçeklerin­den meydana gelir; ölçülebilir, saklanabilir bir maldır. Bu yüzden tahıllar ve meyvelerde olduğu gibi onda da zekât vaciptir. Onun elde edilmesindeki külfet, ziraî mahsuller ve meyvelerdeki külfetten aşağıdır.

Ayrıca Ebu Hanîfe diyor ki: Şayet bal, Öşrî arazideki andan elde edili­yorsa zekât olarak öşür (1/10) gerekir. Eğer harâc araziden elde ediliyorsa hiçbir şey gerekmez. Çünkü harâc arazinin sahibi, arazide elde ettiği mey­velerden ve ziraî mahsullerden dolayı harâc vermekle mükelleftir. Harâc arazide, mahsullerden dolayı bir başka hak gerekmez. Öşrî arazide ise sa­hibinin zimmetinde, bu araziden dolayı bir hak gerekmez. Bu yüzden on­dan elde edilen şeylerden hakkın alınması gerekir.

İmam Ahmed bu konuda her iki araziyi eş tuttu ve arazî ister öşrî, ister harâcî olsun kişinin kendi mülkünden yahut Ölü (mevat) araziden elde etmiş olduğu baldan zekât alınmasını gerekli gördü.

Balda zekâtı gerekli görenler bunun belli bir nisabı olup olmadığında ihtilâf etmişler ve ortaya iki görüş atmışlar: 1- İster az, ister çok olsun zekât gerekir. Bu Ebu Hanîfe'nin (r.h.) görüşüdür. 2- Muayyen bir nisabı vardır. Bu görüşü kabullenenler nisabın miktarında ihtilâf etmişlerdir: Ebu Yusuf 10 rıtıl ve Muhammed b. Hasan 5 feraktir diyor. Ferak, 36 Irak rıtlına eşittir. Ahmed, balın nisabı 10 ferak diyor. Sonra Hanbelî âlimleri ferak konusunda üç görüş ortaya atmak suretiyle ihtilâf etmişlerdir: 1) Fe­rak, 60 ntıldır, 2) 36 rıtıldır, 3) 16 ntıldır. İmam Ahmed'in sözünden anla­şılan bu (üçüncüsü)dür. En iyi bilen Allah'dır. [28]

 

10- Zekât Verene Dua Edişi:

 

Bir adam zekât getirdiği zaman Hz. Peygamber (s.a.) ona dua eder; bazan "Allah'ım! Bu adama bolluk ver, develerini bereketlendir.'[29] ve bazan da "Allah'ım! Bu şahsa rahmet ve mağfiret eyIe."[30] diye dua eder­di. Zekâtta malların en iyilerini değil, malın vasat kalitelisini alırdı. Bun­dan dolayı Muaz'a, malların en iyilerini almamasını emretmiştir[31]

Hz. Peygamber (s.a.), zekât veren kimseye, verdiği zekâtı satın almayı yasaklamıştır.[32] Fakir kimsenin kendisine verilen zekâttan zengine hediye etmesi halinde o zenginin zekâttan yemesini mubah sayardı. Bizzat Hz. Peygamber (s.a.), Berîre'ye zekât olarak verilen etten yemiş ve: zekâttır ve bize ondan hediyedir." demiştir.'[33]

(Bu, ona Zaman zaman zekât mallarından müslümanların yararına borç alıp kullanırdı. Nitekim bir keresinde bir ordu donatmış, develer tükenmişti. Bunun üzerine Abdullah b. Amr'a zekât develerinden almasını emretti.[34]

Zekât develerine kendi eliyle damga vururdu[35] Damgayı develerin kulaklarına vururdu. Başına bir iş geldiğinde zekât verecek kimselerden zekâtı vaktinden önce alırdı. Nitekim (amcası) Hz. Abbas'tan (r.a.) iki senelik zekâtı vaktinden önce almıştır.[36]

 

B) FITIR SADAKASINDAKİ TATBİKATI

 

1- Fıtır Sadakası Hakkındaki Hadisler:

 

Allah Rasûlü (s.a.) fıtır sadakasını müslümana ve onun bakımım üst­lendiği küçük-büyük, erkek-kadm, hür-köle herkese hurmadan bir sa\ ya­hut arpadan bir sa', yahut keş denen yoğurt kurusundan bir sa', yahut da kuru üzümden bir sa' olarak farz kıldı[37]

Bir rivayette "yahut undan bir sa' " denmekte ve bir rivayette de "buğ­daydan yarım sa' ", şeklinde kaydedilmektedir[38]

Bilinen odur ki, bu sıralanan şeylerden biri sa' yerine, buğdaydan ya-rım sa'ı, Hz. Ömer Îbnü'l-Hattâb koymuştur. Bunu Ebu Davud kaydet­mektedir[39]

Sahihayn'daki rivayete göre bunu bu*şekilde değerlendiren Muâviye'-dir[40] Bu konuda Hz. Peygamber'den (s.a.) mürsel ve müsned haberler aktarılmıştır; bu haberler birbirini takviye eder. Bu hadislerden bazıları şunlardır:

  1. a) Abdullah b. Sa'lebe yahut Sa'lebe b. Abdullah b. Ebu Suayr'm, babasından rivayet ettiğine göre Allah Rasûlü (s.a.): "Her iki kişi için buğ­daydan bir sa' vermek gereklidir." buyurmuştur. Bu hadisi İmam Ahmed ve Ebu Davud rivayet etmiştir.[41]
  2. b) Amr b. Şuayb'ın, babasından, onun da dedesinden rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.) Mekke sokaklarında şunu ilan etmesi için bir tellal gönderdi: "Fıtır sadakası, erkek-kadın, hür-köle, küçük-büyük her müslü-mana buğdaydan iki müd yahut onun dışındaki bir şeyden verilecekse bir sa' yiyecek olmak üzere vacibtir." Tirmizî: "Bu hadis, hasen-garîbtir." diyor[42]
  3. c)Dârakutnî'nin İbn Ömer'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadise göre Al­lah Rasûlü (s.a.), fıtır zekâtı konusunda Amr b. Hazm'a, buğdaydan ya­rım sa' vermesini emretti.[43]Bu hadisin senedindeki Süleyman b. Musa'yı kimileri sika sayarken, kimileri de onun hakkında laf etmişlerdir.
  4. d) Hasan el-Basrî anlatıyor: İbn Abbas, Ramazan'm sonunda Basra minberinde okuduğu hutbede dedi ki: Orucunuzun sadakasını verin. Her­halde halk bilmiyor. Burada bulunan Medineliler, kalkın kardeşlerinize öğ­retin. Zira onlar bilmiyorlar ki, Allah Rasûlü (s.a.) bu sadakayı, hür-köle, erkek-kadın, küçük-büyük herkese hurmadan yahut arpadan bir sa' veya buğdaydan yarım sa', olarak farz kıldı. Hz. Ali (r.a.) geldiğinde fiyatların ucuzluğunu gördü ve "Allah size bolluk vermiş. Fıtır sadakasını her şey­den bir sa' verseydiniz ya!" dedi. Bu rivayeti bu metinle Ebu Davud kay­detmiştir. Nesâî ise şu şekilde kaydediyor: Bunun üzerine Hz. Ali: "Allah size bolluk verdiği zaman siz de bollaştirın. Fıtır sadakasını buğdaydan ve diğer şeylerden bir sa' verin." dedi.[44]

Üstadımız bu görüşü destekler ve derdi ki: îmam Ahmed'in, keffâret-lerde buğdaydan, diğer şeylerden verilmesi gerekenin yansı verilir görüşüne kıyasla elde edilecek sonuç da' budur. [45]

 

2- Fıtır Sadakasının Zamanı:

 

Hz. Peygamber (s.a.) bu sadakayı bayram namazından önce verirdi. Sünen'dz O'nun şöyle buyurduğu kaydedilir: "Kim bu fıtır sadakasını na­mazdan önce verirse, makbul bir zekât yerine geçer. Kim namazdan sonra verirse bu da herhangi bir sadaka yerine geçer."[46]

Sahihayn'dz tbn Ömer'den rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.) fıtır zekâtının, insanlar namaza çıkmadan önce verilmesini emretmiştir.[47]

Bu iki Hadis gereğince fıtır sadakasının bayram namazından sonraya tehir edilmesi caiz değildir ve namazdan çıkmakla fıtır sadakası kaçırılmış olur. Doğru olan budur. Zira bu iki hadisle çelişen, bunları nesheden bir delil ve bu hadislerle hüküm vermeyi engelleyen bir icmâ yoktur. Üstadı­mız bu görüşü destekler ve kollardı. Bu meselenin bir benzeri de, kurban kesiminin sıra itibariyle namazın vaktini değil, imamın namazım takip et­mesi meselesidir. Zira kim imamın namazı kıldırmasından önce kurbanını keserse kestiği hayvan kurban olmaz, et için kesilmiş bir hayvan olur. Öte­ki meselede doğru olan yine budur. Her iki yerde de Allah Rasûlü'nün (s.a.) tavrı böyledir.   [48]                                               

 

3- Fıtır Sadakası Verilecek Kimseler:

 

Hz. Peygamber (s.a.) bu sadakayı yoksullara tahsis etmiştir. Bunu, birer tutam birer tutam sekiz sınıfa paylaştırmazdı. Ne kendisi böyle bir şeyi emretmiş, ne sahabîlerden biri ve ne de onlardan sonra gelenler böyle bir şey yapmıştır. Hatta mezhebimizdeki iki görüşten birine göre fıtır sada­kası özellikle yoksullara verilmelidir, bu sadakanın onlardan başkasına ve­rilmesi caiz değildir. Bu görüş fıtır sadakasının.sekiz sınıfa paylaştırılma­sını farz sayan görüşten daha tercihe şayandır. [49]

 

C) NAFİLE SADAKA KONUSUNDAKİ TUTUMLARI

 

1- Çok Sadaka Vermesi:

 

Hz. Peygamber (s.a.), sahibi bulunduğu mallardan en çok sadaka ve­ren insandı. Allah Teâlâ için verdiği herhangi bir şeyi ne çok, ne az görür­dü. O'nun yanında herhangi bir kimse bir şey istese az olsun, çok olsun mutlaka o şeyi verirdi. Fakirlikten korkmayan kimsenin verişi gibi bağışta bulunurdu. O'na göre bağışta bulunmak, sadaka vermek en sevimli bir şeydi. Verdiğinden dolayı duyduğu sevinç ve neşe, alan kimsenin aldığı şeyden dolayı duyduğu sevinçten daha büyüktü. Hayır yolunda en çok cö­mertlik gösteren insandı. Sağ eli esen rüzgâr gibiydi.

Karşısına bir muhtaç çıksa onu, kendisine tercih eder; bazan yedir­mek, bazan da giydirmek suretiyle ikramda bulunurdu. Bir şey verme ve sadaka etme konusunda türlü türlü yollara başvururdu: Bazan hibe, bazan sadaka, bazan hediye suretiyle; bazan da Câbir'in devesinde yaptığı[50] gi­bi bir şeyi satın alıp sonra satıcıya hem parayı hem de aldığı şeyi verme suretiyle ve bazan da bir şey ödünç alıp geri verirken aldığından daha çok, daha üstün ve daha büyük olarak onu verme[51] suretiyle bağışlarda bulunurdu. Bir şeyi satın alır, fiyatından daha çok para verirdi. Hediye kabul eder, karşılığında ondan daha çok yahut kat kat fazla hediye sunardı. Böy­lece sadaka ve ihsanın mümkün olan her yoluna başvurmuş, nezaket ve incelik göstermiştir. Hem sahibi olduğu şeylerle, hem davranışıyla ve Kem de sözüyle sadaka ve ihsanda bulunurdu. Yanında bulunanı verir, sadaka verilmesini emir ve teşvik eder; davranışıyla, sözüyle sadaka vermeye çağı­rırdı. Pinti, cimri bir kimse O'nu gördüğünde O'nun bu hali, o kişiyi ih­sanda bulunmaya, bağış yapmaya çağırırdı. O'nunla hemdem olan, bir arada bulunan ve O'nun sîretini gören, kendisini cömertlikten ve hayır yapmak­tan alıkoyamazdı. [52]

 

2- Sadaka Vermeye Teşvik Etmesi:

 

Hz. Peygamber'in (s.a.) sîreti, ihsanda bulunmaya, sadaka vermeye ve iyilik yapmaya çağırırdı. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.) gönlü en geniş, nefsi en hoş ve kalbi en yumuşak insandı. Çünkü sadaka verme­nin ve iyilik yapmanın gönül genişliğinde insanı hayrette bırakan bir tesiri vardır. Bir de üstelik, O'na mahsus olmak üzere Allah, O'nun gönlünü nübüvvet ve risâlet ve bunun hususiyetleriyle, buna bağlı hususlarla geniş­letmiş; ayrıca gözle görülür bir şekilde maddi olarak da O'nun göğsünü genişletmiş ve şeytanın nasibini oradan çıkarmıştır. [53]

 

D) GÖNLÜ GENİŞLETEN SEBEPLER VE BUNLARIN HZ. PEYGAMBER'DE (S.A.) KEMÂL DERECESİNDE BULUNUŞU

 

1- Gönlü genişleten sebeplerin en büyüğü tevhiddir. O'nun kemâline, kuvvetine ve fazlalığına göre sahibinin gönlü genişler. Allah Teâlâ buyuru­yor ki:

"Ya Allah'ın gönlünü İslâm'a açtığı kimse? İşte Rabbin'den bir nur üzere olan [54]

"Allah, kimi hidayete erdirmek isterse onun gönlünü İslâm'a açar. Kimi de saptırmak isterse, sanki göğe yükseliyormuşcasına o kimsenin gön­lünü dar ve sıkışık kılar. [55]

O halde hidayet ve tevhîd, gönlü genişleten; şirk ve sapıklık da gönlü daraltan sebeplerin en büyüğüdür.

2- Allah'ın, kulun kalbine attığı nur, iman nuru: Bu nur, gönlü açar, genişletir ve kalbi ferahlatır. Bu nur, kulun kalbinden kaybolduğu zaman kalb daralır, sıkışır ve en dar, en güç bir hapishane şeklini alır.

Tirmizî'nin Cami' adlı eserinde rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.): "Nur, kalbe girince kalb açılır, genişler." buyurdu. ''Bunun alâmeti nedir, ey Allah'ın Rasûlü?" diye sordular. "Ebedîlik yurduna yönelmek, aldan­ma yurdundan yüz çevirmek ve gelmeden önce ölüme hazırlanmak.'* diye cevap verdi.[56] O halde kul bu nurdan nasibi oranında gönül genişliği el­de eder. Duyularla hissedilen nur ve karanlık da böyledir. Biri gönlü geniş­letir, diğeri daraltır.

3- îlim: Gönlü açar, genişletir ve hatta ilim sayesinde gönül, dünyadan daha geniş olur. Cehalet ise gönülde darlık, sıkışıklık ve kapalılık meydana getirir. Kulun ilmi genişledikçe gönlü de açılır, genişler. Bu, her ilim için sözkonusu değildir. Hz. Rasûl'den (s.a.) aktarılan ilim için söz konusudur ve faydalı ilim de odur. Bu ilme sahip olanlar, gönülleri en açık, kalbleri en geniş, ahlâkları en güzel ve yaşayışları en hoş insanlardır.

4-  Tevbe edip Allah Teâlâ'ya dönmek, bütün kalbiyle O'nu sevmek, yüzünü O'na çevirmek ve O'na ibadetten zevk almak: Kulun gönlünü bun­dan daha iyi açan bir şey yoktur. Hatta zaman zaman "Böyle bir vaziyette cennette olsam, o vakit ben gerçekten hoş bir hayat içindeyim demektir." der. Gönlün açılması, nefsin hoş olması ve kalbin yumuşaması konusunda sevginin insanı hayrette bırakan bir tesiri vardır. Bunu ancak hissedenler bilir. Sevgi ne kadar güçlü ve ne kadar şiddetli olursa gönül de o kadar daha geniş ve daha açık olur. Sadece bu halden sıyrılmış tembelleri gördü­ğünde daralır. Onları görme o kimsenin gözünün çöpü ve onlarla birlikte bulunma ruhunun hummasıdır.

Allah Teâlâ'dan yüz çevirme, kalbin O'ndan başkasına bağlanması, O'nu hatırlamaktan gaflet gösterme ve O'ndan başkasını sevme gönül dar­lığının en büyük sebeplerindendir. Zira Allah'dan başkasını seven onunla azap görür ve kalbi o başka varlığın sevgisi içine hapsolur. Artık yeryüzün­de ondan daha bedbaht, hali daha perişan, hayatı daha güç ve kalbi daha bitkin kimse yok demektir. îşte iki sevgi! Birisi dünyanın cenneti, nefsin sevinci, kalbin lezzeti, ruhun nimeti, gıdası ve devası hatta hayatı, gözünün nuru, Bu sevgi bütün kalble tek olan Allah'ı sevmektir; temayül güçlerinin, iradenin ve sevginin hepsinin O'na doğru çekilmesidir. Diğeri ruhun aza­bı, nefsin gamı, kalbin hapishanesi, gönlün darlığı olan sevgi. Bu sevgi elemin, kederin ve zahmetin sebebidir. îşte bu, Allah Teâlâ'dan başkasını sevmedir.

5- Gönül açıklığının sebeplerinden biri de her hal ve her yerde devamlı Allah'ı zikretmedir. Gönül açıklığı ve kalb yumuşaklığında zikrin insanı hayrette bırakan bir tesiri vardır. Gafletin de gönül darlığı, kapalılığı ve azabı konusunda yine insanı hayrette bırakan bir etkisi vardır.

6-  Halka ihsanda bulunma, sahip olduğu mal ve makam imkânlarını onların istifadesine sunma, bedeniyle fayda sağlama ve türlü türlü ihsan yollarına başvurma: İhsanlarda bulunan cömert kimse gönlü en geniş, nef­si en hoş ve kalbi en yumuşak insandır. Hiçbir ihsanda bulunmayan cimri kimse ise gönlü en dar, hayatı en güç, gam ve tasası en büyük olan insan­dır. Sahih'de kaydedilen bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.) cimri ile sadaka verip cömertlik yapanı üzerlerinde demirden birer kalkan (cübbe) bulunan iki adama benzetiyor: Cömert kişi, bir sadaka vermeye karar verince üze­rindeki demir cübbe genişler, yayılır, nihayet o kişi elbisesini ardınca sü­rüklemeye ve izlerini silmeye başlar.Cimrinin her ne zaman aklından sada­ka vermek geçse cübbenin herbir demir halkası yerine yapışır, o cimri kişi­nin üzerindeki bu cübbe genişlemez.[57] İşte sadaka veren mü'min kimse­nin gönül açıklığı ve kalb genişliğinin misâli ile cimri kimsenin gönül darlı­ğının ve kalb kapalılığının misâli!

7- Cesaret: Yiğit ve cesur kimsenin gönlü açık, içi geniş ve kalbi ferah­tır. Korkak ise gönlü en dar, kalbi en kapalı insandır; onda ne ferahlık, ne sevinç, ne lezzet, ne de mutluluk vardır. Varsa ancak hayvanlarınki cinsindendir. Ruhun sevinci, lezzeti, mutluluğu ve neşesi ise herbir cimri kimseye ve herbir Allah Teâlâ'dan yüz çevirmiş, O'nun zikrinden gafil, O'nu, isimlerini, sıfatlarını ve dinini bilmeyen, kalbi O'ndan başkasına bağ­lanmış kimseye nasü haramsa herbir korkak kimseye de öylece haramdır. Çünkü bu mutluluk ve sevinç kabirde bahçe ve cennet olur. Bu darlık ve kapalılık ise kabirde azap ve hapse döner. Mutluluk -azap, hapis- ser­bestlik bakımlarından kulun kabirdeki hali tıpkı kalbin göğüsteki hali gibi­dir. Bunun gelip geçici bir halle gönlünün genişlemesine, şunun da yine gelip geçici bir durumla gönlünün daralmasına itibar edilmez. Zira gelip geçici durumlar, sebeplerinin ortadan kalkmasıyla yok olurlar. Asıl itimad edilecek husus, kalbte yerleşip genişlemesine veya daralmasına sebep olan sıfattır. İşte bu sıfat ölçüdür. Kendisinden yardım istenilen yalnız Allah'dır.

8-  Gönül genişliğinin sebeplerinden hatta en büyük sebeplerinden biri de kalb darlığına ve azabına sebep olan, kalbin şifa bulmasını engelleyen kötü sıfatlardan kalb vadisini temizlemek: İnsan, gönlünü genişleten se­beplere başvurup da bu kötü vasıflan kalbinden çıkarmazsa gönlünün ge­nişlemesinden hiçbir fayda görmez. Neticede kalbinde, her ikisi de revaçta iki madde bulunur ve o kimse bunlardan, kendisine ağırlığını koyan mad­deye göre hareket eder.

9- Boş yere bakma, konuşma, dinleme, insanlarla bir arada bulunma, yeme ve uyumayı terketme: Çünkü bu fuzulî şeyler kalbi saran, hapseden, daraltan ve azaba uğratan birtakım elemler, gamlar, tasalar haline dönü­şür. Hatta dünya ve âhiret azabının çoğunluğu bunlardandır. Sübhanallah! Bu afetlerin her birinden bir ok isabet etmiş kimsenin gönlü ne dar, yaşayı­şı ne zor, hali ne kötü ve kalbi ne de şiddetli kuşatılmış! Sübhanallah! Şu güzel huyların her birinden bir ok isabet etmiş, bütün düşüncesi onlara dair olan ve onların çevresinde dönüp dolaşan kimsenin hayatı ne mutlu! İşte birinin, "İyiler, şüphesiz nimet içindedirler." âyetinden[58] bol nasibi ve diğerinin de "Kötüler şüphesiz cehennemdedirler." âyetinden[59]bol na­sibi vardır. Bu ikisi arasında sayılarını ancak Allah Teâlâ'nın bilebilceği kadar çok, birbirinden farklı mertebeler vardır.

Sözün özü: Allah Rasûlü (s.a.) gönül açıklığına, kaîb genişliğine, göz­ün aydın olmasına ve rahat hayat bulmasına sebeb olan her bir sıfata en mükemmel bir şekilde sahip insandı. O, kendisine mahsus olan maddi açıl­ma yanında bu şekil açılma, hayat bulma ve göz aydınlığı konularında da en mükemmel insandı. O'na en mükemmel şekilde uyan kimse, kalb açıklığı ve lezzetine, göz aydınlığına en mükemmel şekilde sahip insandır. O'na uyma derecesine göre kul, ulaşabildiği gönül genişilğine, göz aydınlı­ğına ve ruh lezzetine ulaşır. Hz. Peygamber (s.a.) gönül genişliği, isim yü­celiği ve günahsızlığı konularında mükemmelliğin zirvesindeydi. O'na uyan­ların bundan nasipleri, O'na uyma derecelerine göredir. Kendisinden yar­dım istenen yalnız Allah'tır.

Aynı şekilde O'na uyanları Allah'ın koruyup kollaması, kötülüklerden uzak tutması, üstün kılması ve onlara yardım etmesi de onların uyma dere­celerine göredir. Az uyan var, çok uyan var. Kim bir hayır bulursa Allah'a hamdetsin.   Kim   de   bundan   başka  bir   şey   bulursa   ancak   kendisini kınasın[60]                                                                                 

 

ORUÇ

HZ. PEYGAMBERİN (S.A.) ORUÇ TUTUŞU

A) ORUCUN HİKMETİ VE FARZ KILINIŞI

 

1- Orucun Hikmeti:

 

Oruçtan beklenen gaye, nefsi şehevî arzulardan alıkoymak, alışkın ol­duğu şeylerden koparmak ve şehevî gücünü düzene sokmak suretiyle onun, içinde mutluluk ve rahatının zirvesi bulunan şeyi arama ve ebedî hayatı sözkonusu olan, kendisini arındıracak şeyleri kabul etme istidadı elde et­mesini sağlamadır. Açlık ve susuzluk nefsin hiddet ve şiddetini kırar, açlık­tan ciğerleri yanan yoksulların halini düşündürür. Yenen ve içilen şeylerin yollarının daralmasıyla şeytanın insandaki dolaşım alanları daralır. Organ­larda bulunan güçlerin dünya ve âhiret hayatında bu organlara zararlı ola­cak şekilde tabiatın hükmüne boyun eğmeleri engellenmiş olur. Oruç, her bir organı ve her bir gücü yatıştırır, sahibine isyan edemez hale getirir ve organlar oruç gemi île gemlenir. Oruç, takva sahiplerinin gemi, muharible-rin kalkanı, iyilerin ve Allah'a yakın olanların riyazetidir. Diğer ameller arasında halisane olanı âlemlerin Rabbi için tutulan oruçtur. Çünkü oruçlu hiçbir şey yapmaz; yalnızca şehvetini, yemesini ve içmesini Mâbud'u için terkeder. Oruç, Allah sevgisini ve rızasını tercih edip nefsin sevdiği ve lez­zet aldığı şeyleri terketmektir. Oruç, kul ile Rabbi arasında bir sırdır, O'-ndan başkası bu sırdan haberdar olamaz. Kullar, görünüşte oruç bozucu şeyleri kişinin terketmiş olmasına muttalî olabilirler. Ama yemesini, içme­sini ve şehvetini Mâbud'u için terketmiş olması hiçbir insanın muttalî ola­mayacağı bir şeydir. İşte orucun hakikati.

Orucun, görünen organların ve iç güçlerin korunmasında, istilâ ettik­leri vakit bu organ ve güçleri ifsad eden zararlı maddeleri kendisine çeken karışımdan onları muhafaza etmede ve onların sıhhatine engel pis madde­lerin boşaltımında insanı hayrette bırakan bir tesiri vardır. Oruç, kalbin ve organların sıhhatini muhafaza eder; şehvet ellerinin onlardan çekip al­dıkları şeyi onlara geri iade eder. Oruç, takvaya en büyük yardımcılardan­dır. Nitekim Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, takva sahibi olasınız (Allah'a karşı gelmekten konmasınız) diye size de farz kılındı.[61]

Hz. Peygamber (s.a.): "Oruç kalkandır." buyurdu.[62] Ve şehevî ar­zusu kabarıp da evlenmeye gücü yetmeyenlere oruç tutmayı emretti, orucu bu şehvetin kırıcısı olarak nitelendirdi.[63]

Sözün özü; sağlıklı akıllar ve düzgün fıtratlar tarafından orucun fay­dalarına tanık olununca Allah, kullarına bir rahmet, bir ihsan, bir perhiz ve bir kalkan olmak üzere orucu meşru kıldı.

Allah Rasûlü'nün (s.a.) bu. konudaki tutumu, maksadı en muazzam şekilde elde etmeyi sağlayan, nefislere en kolay gelen en mükemmel bir tutumdur. [64]

 

2- Orucun Farz Kılınışı:

 

Nefisleri alıştıkları şeylerden, şehevî arzulardan çekip koparmak en meşakkatli, en zor işlerden olduğundan orucun farz kılınışı, nefislerin tev-hid ve namaz üzerinde karar kılıp Kur'an'ın emirlerine ısındığı vakte, İslâm'ın ortasına, hicretten sonraya kadar gecikti. Farz oluncaya kadar çe­şitli'aşamalar geçirdi.

Oruç, hicretin ikinci senesi (624 m.) farz kılındı. Allah Rasûlü (s.a.) vefat ettiğinde dokuz Ramazan oruç tutmuştu. İlk olarak oruç, dileyen tutar dileyen de her bir gün için bir yoksulu doyurur denilerek iki şık ara­sında serbest bırakılmak suretiyle farz kılındı. Sonra bu serbest bırakma­dan orucun kesin bir şekilde farz kılınışına geçildi ve yemek yedirme hakkı oruç tutmaya güç yetiremeyen aşırı yaşlı erkek ve kadınlara tanındı. Bun­lar oruç tutmazlar ve her bir gün için bir yoksulu doyururlar[65]' Hasta veya yolcu olan kimselerin orucu bozup sonra kaza etmelerine izin verdi. Kendilerine bir zarar gelmesinden korkan hamile yahut emzikli kadınlara da aynı izni verdi. Hamile yahut emzikli kadınlar çocuklarına bir zarar gelmesinden korkarlarsa hem kaza ederler ve hem de her bir gün için bir yoksulu doyururlar[66] Çünkü bunların oruç yemeleri bir hastalık korku-

suyla değildir. Sıhhatli oldukları halde orucu bozmaktadırlar. Bu yüzden de İslâm'ın evvelinde sıhhatli kimsenin oruç tutmamasında olduğu gibi bu­rada da bir yoksulu doyurmak zorunlu sayılmıştır.

Oruç üç aşamadan geçmiştir:

1)  Oruç tutmak veya bîr fakiri doyurmak arasında serbest bırakılma özelliği taşımak suretiyle farz kılınışı:

2) Kesin farz kılınışı: Ancak oruçlu kimse yemek yemeden uyursa erte­si geceye kadar yemesi içmesi haramdı. Ancak bu haramlık üçüncü aşama­da neshedildi.[67]

3),Son Aşama: Kıyamete kadar meşru olarak kalan da bu şeklidir. [68]

 

B) VİSAL ORUCU

 

1- Ramazan Ayındaki İbadetleri:                                              

 

Hz. Peygamber (s.a.) Ramazan ayı gelince türlü türlü çokça ibadet ederdi. Cebrail (a.s.), Ramazan'da O'nunla karşılıklı olarak Kur'an okurdu. Cebra­il'le buluştuğu zaman Hz. Peygamber (s.a.) hayır yapmada esen rüzgârdan daha cömert olurdu. O, insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da Ramazan ayı idi.[69]Bu ayda bol bol sadaka verir, iyilik yapar, Kur'an okur, namaz kılar, zikir çeker ve itikâfta bulunurdu. [70]

 

2- Visal Orucu Tutması:                                                          

 

Ramazan'a mahsus olmak üzere diğer aylarda yapmadığı ibadetler ya­pardı. Hana zaman zaman bu ayda gece ve gündüz saatlerinde ibadete daha çok vakit ayırabilmek için visal orucu[71]tutardı. Ashabını ise visal orucu tutmaktan menederdi. Kendisine: "Ama sen visal orucu tutuyor­sun?" dedikleri vakit onlara: "Ben sizin durumunuzda değilim. Ben Rabbimin katında gecelerim -olurum-. O beni yedirir ve içirir." cevabını

verdi.[72]

Âlimler, hadiste sözü edilen bu yeme - içme konusunda ihtilâf ederek iki ayrı görüş belirtmişlerdir:

1)  Ağız tarafından hissedilen bir yeme--ve içmedir. Sözün hakikat mâ­nası da budur. Hakikat anlamım bırakmayı icabettiren bir sebep yoktur.

2)  Bundan maksat Allah'ın O'nu beslediği marifetler, O'nun kalbine akıttığı münâcat zevki, Allah'a ibadetten gözün aydın olması, Allah sevgi­sinden mutluluk duyma, Allah'ı arzulama ve buna benzer kalplerin gıdası, ruhların mutluluğu, gözün aydınlığı, nefislerin, ruhun ve kalbin neşesi olan haller gibi en büyük, en güzel ve en faydalı gıdalarla doyuma ulaşmasıdır. Bazan bu gıda öyle bir güç verir ki bir süre cisimlerin gıdası olan şeylere gerek bırakmaz. Nitekim bir şiirde şöyle denmiştir:

"O (sevgilinin) hatırında canlanan senin hatıraların var; onu içmekten oyalar, azıktan alıkor.

Senin yüzünde onun bir nuru var, o nurla aydınlar. Onun topuklarında senin sözünden bir sürücü var.   :

Yürüme yorgunluğundan şikâyet ettiği zaman onu me|mlekete gelme ruhu tehdit eder; buluşma vaktinde dirilir,"

Azıcık tecrübe ve şevki bulunan kimse, kalp ve ruhun gıdalarını alma­larıyla cismin pek çok hayvanı gıdaya ihtiyaç duymaz hale geldiğini bilir. Hele muradına ermiş, sevgilisiyle gözü aydın olmuş, sevgilisine yakın ol­manın mutluluğuna ermiş; sevgilisinin lütufları, hediyeleri ve armağanları her an kendisine ulaşan, sevgilisi lütufkâr, onun işine özen gösteren ve kendisine tam muhabbeti yanında ona en üst derecede ikramlarda bulunan mesut, bahtiyar kimse bunu elbet daha iyi bilir, anlar. Bütün bunlar şu seven kimse için en muazzam gıdalar değil midir? Peki sevgilisinden daha büyük, daha muazzam, daha güzel, daha mükemmel ve ihsanı daha muaz­zam hiçbir şeyin bulunmadığı bir âşığın kalbi sevgilisinin muhabbetiyle do­lar, onun muhabbeti kalbinin ve uzuvlarının bütün hücrelerini sarar ve sevgilinin muhabbeti muazzam bir şekilde onun benliğini kuşatırsa!.. İşte

sevgilisine karşı bu halde bulunan kimse için ya ne demeli? Sevgilisinin yanındaki bu âşığı, sevgilisi gece gündüz yedirmiş, içirmiş olmaz mı? Bun­dan dolayı Hz. Peygamber (s.a.): "Ben Rabbimin katında bulunurum. O beni yedirir ve içirir." buyurmuştur. Bu, ağızla yeme içme olsaydı Hz. Peygamber (s.a.) visal orucu tutmaktan öte oruçlu bile olmazdı. Hem bu geceleyin olsa o zaman visal orucu tutmuş olmaz ve kendisine "Ama sen vi­sal orucu tutuyorsun." diyen ashabına: "Ben sizin durumunuzda değilim." demez, "Ben visal orucu tutuyor değilim." derdi. Oysa Hz. Peygamber (s.a.), onların, kendisinin visal orucu tuttuğunu söylemelerini kabullenmiş ve aradaki farkı belirtmek suretiyle bu konuda sahabîlerin kendisine katıl­malarının önüne geçmiştir. Nitekim Sahih-i Müslim'de Abdullah İbn Ömer'­den rivayet edilen bir hadise göre Allah Rasûlü (s.a.) Ramazan'da visal orucu tuttu. Hemen insanlar da visal orucuna başladılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) onları menetti. "Ama sen visal orucu tutuyorsun." demelerine karşı da: "Ben sizin gibi değilim; yedirilir, içirilirim." buyurdu.[73]

Bu hadisin Buharî'deki anlatımı şöyledir: Allah Rasûlü (s.a.) visal orucu tutmayı yasakladı. Bunun üzerine, "Ama sen visal orucu tutuyorsun." de­diler. Hz. Peygamber (s.a.): "Ben sizin gibi değilim; yedirilir, içirilirim." buyurdu.[74]

Sahihayn'da Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadise göre, Allah Rasûlü (s.a.) visal orucu tutmayı yasakladı. Bunun üzerine müslümanlar-dan biri: "Ey Allah'ın Rasûlü! Sen visal orucu tutuyorsun, ama!.." dedi. Allah Rasûlü (s.a.): "Hanginiz benim gibidir. Gece olunca Rabbim beni yedirir, içirir." buyurdu.[75]

Yine Sahihayn'da rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) sahabî-leri visal orucu tutmaktan menedince onlar vazgeçmemekte ısrar ettiler. Hz. Peygamber (s.a.) onlarla bir gün, sonra bir gün daha (arka arkaya iki gün) visal orucu tuttu. Sonra (üçüncü gün Şevval ayı) hilâlini gördükle­rinde Hz. Peygamber visal orucu tutmaktan vazgeçmemede ısrar edenleri cezalandırırcasına: "Hilâl daha gecikseydi (ibret olsun diye) daha da de­vam ederdim." buyurdu[76]                                        

Bir başka metne göre: "Ay uzasaydı oruca aralıksız öyle devam eder­dim ki, gereğinden fazla incelik gösterenler bu hallerim terkederlerdi. Ben; sizin gibi değilim." yahut "Siz benim gibi değilsiniz. Ben sürdürürüm, Rab-bim beni yedirir, içirir." buyurdu.[77] Görüldüğü üzere Hz. Peygamber, visal orucu tutuyor olmakla birlikte kendisinin yedirilip içirildiğini haber vermiş ve sahabîlerî cezalandırmak, onları çaresiz bırakmak maksadıyla aralıksız orucuna (üst üste iki gün) devam etmiştir. Şayet kendisi yiyor ve içiyor olsaydı bu ne cezalandırma, ne çaresiz bırakma, hatta ne de visal orucu olurdu. Allah'a hamdolsun, bu durum açıktır.

Allah Rasûlü (s.a.) ümmete merhametinden ötürü visal orucunu ya­saklamış ve sehere (sahur yemeği vaktine) kadar visal yapmaya izin vermiş­tir. Sahih-i Buhart'dc rivayet edildiğine göre, Ebu Saîd el-Hudrî, Hz. Pey-gamber'in (s.a.) şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Visal orucu tutmayın. Han­giniz visal orucu tutmak isterse seher vaktine kadar tutsun. [78]

 

3- Visal Orucunun Hükmü:

 

Soru: Bu meselenin hükmü nedir? Visal orucu caiz midir, haram mı­dır, mekruh mudur?

Cevap: Âlimler bu meselede ihtilâf etmiş olup ortaya üç görüş çıkmıştır:

1- Gücü yetene caizdir. Bu görüş, selefden Abdullah b. Zübeyr ve başkalarından rivayet edilmiştir. İbn Zübeyr, günlerce visal orucu tutardı. Bu görüş sahiplerinin ileri sürdükleri delil: Hz. Peygamber (s.a.)» sahabîle-ri visal orucu tutmaktan menettiği halde onlarla visal orucuna devam et­miştir. Nitekim Sahihayn'da Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadise göre Hz. Peygamber (s.a.) visal orucunu yasaklamış ve "Ben sizin durumunuz­da değilim." buyurmuştu. Visal orucu tutan sahabîler vazgeçmemekte ısrar edince Hz. Peygamber onlarla bir gün, sonra bir gün daha visal orucu tutmuştu.[79] îşte visal orucunu yasakladıktan sonra Hz. Peygamber'in (s.a.) visal orucu tutuşu! Şayet yasaklama haramhk ifade etseydi, sahabîler vazgeçmemekte ısrar etmezler ve Hz. Peygamber de bundan sonra onların bu halini tasvib etmezdi. Yasaklamadan sonra Hz. Peygamber (s.a.) bildiği ve onayladığı halde bunu yaptıklarına göre, Hz. Peygamber'in onlara mer­hamet göstermeyi ve onlardan yükü hafifletmeyi kasdettiği anlaşılmış de­mektir. Nitekim Hz. Âişe: "Allah Rasûlü (s.a.) ümmete merhametinden ötürü visal orucunu yasakladı." demektedir. Bu hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.[80]

2- Bir başka grup, visal orucu caiz değildir diyor. Bunlar arasında Mâlik, Ebu Hanife, Şafiî ve Sevrî -Allah onlara rahmet eylesin- yer almaktadır. îbn Abdilber, bu âlimlerden bu görüşü aktardıktan sonra: "Bun­lar visal orucunu hiç kimseye caiz görmüyorlar." demektedir. Ben derim ki: Şafiî (r.h.) visal orucunun mekruh olduğunu açık bir ifade ile belirtmiş, müntesipleri ise bu mekruhun tahrimen mi, tenzihen mi olduğu konusunda iki ayrı görüş ileri sürmüşlerdir.

Haram sayanlar, Hz. Peygamber'in (s.a.) yasaklamasını delil gösteri­yorlar. Diyorlar ki: Yasaklama (nehy) haramlığı icabettirir. Hz. Âişe'nin: "Ümmete merhametinden ötürü" demesi, yasağın haramhk ifade etmesini engellemez, aksine takviye eder. Çünkü onlara bunu haram kılması, onlara olan merhametindendir. Hatta Hz. Peygamber'in (s.a.) ümmete yasakladı­ğı diğer şeyler de bir merhamet, bir koruma, bir kollamadır. Yasakladık­tan sonra sahabilerle visal orucu tutması ise, onların bu davranışlarına ses çıkarmama değildir. Onları bundan yasakladığı halde nasıl onaylamış ola­bilir ki? Hz. Peygamber bunu onlara ibret olsun, ceza olsun diye yapmış­tır. Yasaklamasından sonra da onların visal orucu tutmaları ihtimali bu­lunduğu için yasağın caydırıcılığım pekiştirmede ve yasaklamasına sebep olan zararlı durumun ortaya çıkması suretiyle onları bundan yasaklamanın hikmetini açıklamada fayda bulunduğundan böyle bir yola başvurmuştur. Visal orucu tutmanın zararını ve bunu yasaklamanın hikmetini anladıkları zaman bu durum, onların kabullenmelerine ve orucu terketmelerine daha iyi sebep olmuştur. Zira onlar visal orucu tutma halinde kendilerinde birta­kım haller zuhur edip, ibadette bıkkınlık hissedince, ayrıca visal orucu tut­tuklarından dolayı Allah'ın emirlerine kuvvetle sarılma, farzları konusun­da huşu ve bunların gizli aşikâr haklarını yerine getirme gibi daha mühim, daha tercihe şâyân dinî vazifelerde taksir görünce, şiddetli açlığın buna aykırı bulunduğunu ve kula engel olduğunu hissedince, visal orucunun ya-saklanmasının hikmetini ve bu oruçta Hz. Peygamber (s.a.) için değil de kendileri için var olan zararı anlarlar. Hz. Peygamber'in (s.a.) bu ağırlıklı faydadan ötürü onların visal orucu tutmalarına ses çıkarmaması, kalbini İslâm'a ısındırmak ve İslâm'dan nefret ettirmemek amacıyla mescide kü­çük abdest bozan bedevîye[81] ses çıkarmamasından da daha büyük bir me­sele değil, namazını doğru dürüst kılmayan kimseye namaz esnasında ses çıkarmamasından da daha büyük bir mesele değil. Oysa Hz. Peygamber (s.a.) o kimsenin kıldığı bu namazın, namaz olmadığını ve onun namaz kılmamış sayılacağını, hatta bu namazın kendi dininde bâtıl bir namaz ol­duğunu haber vermiştir. O kimsenin kıldığı bu namaza ses çıkarmaması, bitirdikten sonra öğretme ve o kişinin de kabul etme faydasını gözettiği içindir. Çünkü bu öğretim ve öğrenim konusunda en yerinde bir tutumdur.

Yine Hz. Peygamber (s.a.): "Size bir şey emretiğim zaman gücünüz yettiği kadar onu yapın. Size bir şeyi yasakladığım zaman ondan kaçının." buyurmuştur[82]

Caiz görmeyenler diyorlar ki: Hadiste, visal orucunun Hz. Peygam­ber'in (s.a.) hususiyetlerinden olduğunu gösteren "Ben sizin durumunuzda değilim." cümlesi yer almaktadır. Şayet onlar için bu oruç mubah olsaydı Hz. Peygamber'in (s.a.) hususiyetlerinden olmazdı. SahıhayrC'da Ömer İbnü'l-Hattâb'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.): "Gece şu ta­raftan (yani doğudan) yönelip geldiği, gündüz de şu taraftan (yani batıdan) arkasını dönüp gittiği ve güneş battığı vakit oruçlu, orucunu bozmuştur." buyurmuştur.[83] Sahihayrfda bunun benzeri bir hadis Abdullah b. Ebî Ev-fâ'dan rivayet edilmiştir. Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a.) oruçluyu, iftar vakti girdiğinde iftar etmese de hükmen orucunu bozmuş saymakta­dır. Bu ise visal orucunu şer'an imkânsız hale getirir.Yine bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.): "Ümmetim iftarda acele ettiği müddetçe fıtrat üzerinde -yahut hayırda- devam eder." buyurmuştur[84]

Sünen'dt Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadiste: "İnsanlar iftar­da acele ettikleri müddetçe din galip olarak (aşikâre) devam eder. Yahudi­ler ve hıristiyanlar geciktirirler." buyurmuştur.[85]

Yine Sünen'de Ebu Hureyre yoluyla Hz. Peygamber'den (s.a.) şu ha­dis rivayet edilmiştir: Allah (c.c.) buyuruyor ki: "Benim en sevgili kulla­rım, iftarda en çok acele edenlerdir."[86] Bu ise iftarı geciktirmenin mek­ruh olmasını icabettirir. Ya terkedilmesine ne demeli?.Mekruh olduğu va­kit ibadet olmaz. Zira ibadet derecelerinin en alt basamağım müstehaplar oluşturur.

3- Üçüncü görüş, aynı zamanda en doğru olan görüş: Bir seher (sahur yemeği) vaktinden diğer seher vaktine kadar visal orucu tutmak caizdir. Ahmed ve İshak'dan bilinen görüş budur. Zira Ebu Saîd el-Hudrî hadisine göre Hz. Peygamber (s.a.): "Visal orucu tutmayın. Hanginiz visal orucu tutmak isterse seher vaktine kadar tutsun." buyurulmuştur. Bu hadisi Bu­harı rivayet etmiştir[87] Bu en mutedil ve oruçlu için en kolay bir visal orucudur. Hakikatte bu visal orucu, gecikmiş bir akşam yemeği yerine geç­mektedir. Bu orucu tutan kimse bir gün ve gecede bir defa yemek yemiş olmaktadır. Onu da seher (sahur yemeği) vakti yediği zaman gecenin evve­linden gecenin sonuna kaydırmış olmaktadır. En iyi bilen Allah'tır. [88]

 

C) RAMAZAN HİLÂLİNİN GÖRÜLMESİ (RÜ'YET-İ HİLÂL)

 

1- Hilâl Görülünce Oruca Başlaması:

 

Hz. Peygamber (s.a.) ancak, ya hilâlin muhakkak bir surette (herkes tarafından) görülmesiyle ya da bir tek şahidin tanıklığı ile Ramazan orucu­na başlardı. Nitekim bir keresinde İbn Ömer'in şahidliği ile[89] ve bir ke­resinde de bir bedevînin şahidliği ile[90] oruca başlamıştı. Onların haberle­rine itimad etmiş ve "Şahidlik ederim" sözünü söylemelerini teklif etme­miştir. Şayet bu iş bir ihbar ise Ramazan'da bir tek kişinin haberi ile yetin­miş demektir; eğer şahidlik konusu ise şahide, "Şahidlik ederim" demesini teklif etmemiştir.

Şayet hilâli görmez ve hiç kimse de hilâli gördüğüne şahidlik etmezse, Şaban ayını otuza tamamlardı. Otuzuncu gece görüş alanına bir sis yahut bulut girer de hilâli göremezse Şaban ayını otuza tamamlar, sonra oruç tutardı. Hava bulutlu olduğu gün oruç tutmaz, oruç tutulmasını da emret-mezdi. Aksine hava bulutlu olduğunda Şaban ayının günlerinin sayısını otuza tamamlamayı emreder, aynen öyle de yapardı. İşte yaptığı, işte emri! Bu, Hz. Peygamber'in (s.a.) "Eğer hava kapalı olur, hilâli görmenize bir engel bulunursa hilâl için takdir yapın." buyurmasıyla[91] çelişmez. Çün­kü takdir, burada ölçüp hesap etme demektir. Bundan maksat da ikmâl etme, tamamlamadır. Nitekim hadis-i şerifte: "Sayıyı ikmâl edin (tamam­layın)." buyurulmuştur. İkmâlden maksat da hava kapalı bulunan ayın günlerinin sayısını (otuza) tamamlamaktır. Nitekim Buharî'nin rivayet etti­ği sahih hadiste Hz. Peygamber (s.a.): "Şaban ayının sayısını tamamla­yın." buyurmuştur.[92] Yine bir hadiste: "Hilâli (yani Ramazan hilâlini) görünceye kadar oruç tutmayın ve hilâli (yani Şevval hilâlini) görünceye kadar da orucu bozmayın. Şayet hava kapalı olursa sayıyı tamamlayın." buyurulmuştur.[93] Sayısını tamamlamayı emrettiği ay, gerek oruca başlar­ken gerekse oruçtan çıkıp bayram yaparken kapalı olan aydır. Şu hadis bundan daha açıktır: "Bir ay yirmi dokuz (gündür). Hilâli görmedikçe oruç tutmayınız. Şayet hava kapalı olursa sayıyı (otuza) tamamlayın."[94] Bu hadis, lafzı itibariyle ayın evveline, mânâsı itibariyle de ayın sonuna varan bir anlam ifade etmektedir. Lafzın delâlet ettiğini hükümsüz sayıp mâna bakımından delâlet ettiği şeye itibar etmek caiz değildir. Hz. Pey­gamber (s.a.): "Ay otuz da çeker, yirmi dokuz da. Hava kapalı olursa otuz sayın." buyurmuştur.[95]

Hz. Peygamber (s.a.) buyurdu ki: "Ramazan'dan önce oruç tutma­yın. Hilâli görünce oruç tutun ve (öteki) hilâli görünce orucu bozun. Eğer hilâlle aranıza bir bulut girerse otuza tamamlayın. "[96]

"Hilâli görünceye veya sayıyı tamamlayıncaya kadar öne geçip aya başlamayın. Hilâli görürseniz yahut sayıyı tamamlarsanız orucu tutun."[97]

Hz. Âişe diyor ki: "Allah Rasûlü (s.a.), Şaban hilâlinden öyle sakımr-dı ki, ondan başkasından hiç o kadar sakınmazdı. Hilâli görünce oruç tu­tardı. Hava kapalı olursa Şaban ayını otuz gün sayar ve sonra oruç tutar­dı." Dârakutnî ve İbn Hibbân, bu hadisin sahih olduğunu söylemiş­lerdir[98]

Hz. Peygamber (s.a.) buyuruyor ki: "Hilâli görünce oruç tutun ve (öteki) hilâli görünce orucu bozun. Hava kapalı olursa otuz takdir edin."[99]

"Hilâli görünceye kadar oruç tutmayın ve (öteki) hilâli görünceye ka­dar orucu bozmayın. Hava kapalı olursa takdir yapın."[100]

"Bir veya iki gün önceden oruca başlamak suretiyle Ramazan'a başla­mayın -yahut Ramazan'ın önüne geçmeyin.- Ancak bir kimsenin âdeti olan orucu o günlere rastlarsa işte o kimse oruç tutsun."[101]

Havanın kapalı olduğu günün de bu yasağa dahil olduğunun delili, İbn Abbas'ın Hz. Peygamber'den (s.a.) rivayet ettiği şu hadistir: "Rama­zan'dan önce oruç tutmayın. Hilâli görünce oruç tutun ve (öteki) hilâli görünce orucu bozun. Eğer hilâlle aranıza bir bulut girerse otuza tamamla­yın." Bu hadisi İbn Hibbân, Sahih'mdt rivayet etmiştir.[102]

Bu hadis, hilâl görülmeksizin ve ayın günleri otuza tamamlanmaksızın havanın kapalı olduğu günde tutulan orucun, Ramazan'dan önce tutulan bir oruç demek olduğu konusunda açıktır.

Hz. Peygamber (s.a.) buyuruyor ki: "Hilâli görünceye veya sayıyı ta­mamlayıncaya kadar öne geçip aya başlamayın. Hilâli görürseniz yahut sayıyı tamamlarsanız orucu tutun."[103]

"Hilâli görünce oruç tutun ve (öteki) hilâli görünce orucu bozun. Şa­yet hilâlle aranıza bir bulut girerse sayıyı otuza tamamlayın, ayı karşılama­yın." Tirmizî: "Bu hadis, hasen-sahihtir." diyor.[104]

Nesâî'nin, Yunus - Simâk - İkrime - İbn Abbas senediyle rivayeti­ne göre Hz. Peygamber (s.a.): "Hilâli görünce oruç tutun ve (öteki) hilâli görünce orucu bozun. Şayet hava kapalı olursa ayı otuz sayın, sonra oruç tutun. Ondan önce bir gün oruç tutmayın. Şayet hilâlle aranıza bir bulut girerse sayıyı, Şaban'ın sayısını (otuza) tamamlayın." buyurmuştur.'[105]

Simâk'ın îkrime'den rivayetine göre İbn Abbas anlatıyor: İnsanlar, Ramazan hilâlinin görülmesi konusunda tartışmaya giriştiler. Kimileri "bugün" ve kimileri de "yarın" dediler. Bir bedevî çıkageldi ve Hz. Pey-gamber'e (s.a.) hilâli gördüğünü söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) ona: "Allah'tan başka tanrı bulunmadığına ve Muhammed'in Al­lah'ın Peygamberi olduğuna tanıklık eder misin?" diye sordu. Bedevî: "Evet" cevabını verince Hz. Peygamber (s.a.) Bilâl'e insanlar arasında "Oruç tutun" diye nida etmesini emretti ve sonra şöyle buyurdu: "Hilâli görünce oruç tutun ve (öteki) hilâli görünce orucu bozun. Şayet hava kapalı olursa sayıyı otuza tamamlayın, sonra oruç tutun. Ondan önce bir gün oruç tut­mayın. "[106]

Bütün bu hadisler sahihtir. Bir kısmı Sahihayn'da ve bir kısmı da İbn Hibbân'ın Sahih'inde, Hâkim(in Müstedrek'm)de ve başka hadis kitapla­rında rivayet edilmiştir. Maamafih, tamamı ile istidlalde bulunmanın sıh­hatine bir kusur getirmeyecek şekilde bazıları illetli görülmüştür. Bu hadis­ler, birbirlerini tefsir etmekte ve bir kısmı diğer bir kısmıyla birlikte itibara alınmaktadır. Hepsi de birbirini doğrulamaktadır. Hepsinde anlatılmak is­tenen de birdir. [107]

 

2- Şek Günü Orucu:

 

Soru: Şayet bu Hz. Peyğamber'in (s.a.) sünneti ise şu sahabî ve tâbiîler O'na nasıl muhalefet edebilmişlerdir? Ömer İbnü'l-Hattâb, Ali b. Ebu Tâlib, Abdullah b. Ömer, Enes b. Mâlik, Ebu Hureyre, Muâviye, Amr b. Âs, Hakem b. Eyyub el-Gıfarî, Ebu Bekir'in kızları Âişe ve Esma; Sa­lim b. Abdullah, Mücâhid, Tavus, Ebu Osman en-Nehdî, Mutarrif b. Şıh-hîr, Meymûn b. Mihrân, Bekir b. Abdullah el-Müzenî. Hadis ve sünnet ehlinin imamı Ahmed b. Hanbel nasıl Hz. Peygamber'e (s.a.) muhalefet etmiş olabilir? Bütün bu zâtların görüşlerini kesiksiz (müsned) senedlerle ortaya koyabiliriz:

1-  Ömer İbnü'l-Hattâb'in (r.a.) rivayeti: Velid b. Müslim - Sevbân - babası - Mekhûl senediyle rivayet edildiğine göre Ömer İbnü'l-Hattâb o gece gökyüzü bulutlu olduğu zaman oruç tutar ve "Bu öne geçmek ve önce başlamak değildir. Bu bir araştırmadır." derdi.[108]

2- Hz. Ali'den (r.a.) gelen rivayet: Şafiî'nin Abdülaziz b. Muhammed ed-Derâverdî - Muhammed b. Abdullah b. Amr b. Osman - onun anne­si Hüseyin'in kızı Fâtıma senediyle rivayetine göre Ali b. Ebu Tâlib: "Şa-ban'dan bir gün oruç tutmam bana göre Ramazan'dan bir gün oruç ye­memden daha iyidir." demiştir[109]

3-  İbn Ömer'den gelen rivayet: Abdürrezzak'ın kitabında, Ma'mer - Eyyub senediyle rivayet edildiğine göre İbn Ömer, (şek gününde) havada bulut olduğu vakit oruç tutardı, bulut olmadığı zaman oruç tutmazdı.[110]

Sahihayn'da İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.): "Hilâli gördüğünüz zaman oruç tutun ve (öteki) hilâli gördüğünüz zaman orucu bozun. Şayet hava kapalı olursa takdir yapın." buyurmuştur.[111] îmam Ahmed (r.h.) sahih bir senedle Nâfi'in şöyle dediğini ilâve eder: Şaban ayının yirmi dokuzu olunca Abdullah (İbn Ömer) hilâli gözetlemesi için adam gönderir, şayet adam hilâli görürse oruca başlardı. Hilâli göre-mezse ve gökyüzünde görüşünü engelleyecek bir bulut veya sis bulunmazsa oruç tutmazdı. Eğer gökyüzünde görüşünü engelleyecek bir bulut veya sis bulunursa oruç tutardı[112]

4-  Enes'ten gelen rivayet: İmam Ahmed'in, İsmail b. İbrahim'den rivayetine göre Yahya b. Ebu İshak anlatıyor: Öğle vakti yahut ona yakın bir vakitte hilâli gördüm. İnsanlardan bir kısmı orucu bozdu. Enes b. Mâ-lik'e gidip ona hilâlin görüldüğünü ve bir kısım insanların orucu bozduğu­nu haber verdik. Dedi ki: Bugün benim için tam otuz bir gün oluyor. Zira Hakem b. Eyyub, insanlar oruca başlamadan önce bana, "Ben yarın oruç tutacağım." diye haber gönderdi. Ben de ona muhalefet etmek isteme­dim, oruç tuttum. Ben bugünümü geceye tamamlayacağım.

5- Muâviye'den gelen rivayet: Ahmed'in, Mugîre - Saîd b. Abdülaziz

- Mekhûl ve Yunus b. Meysera b. Halbes senediyle rivayetine göre Muâ-viye b. Ebu Süfyan: "Şaban'dan bir gün oruç tutmam bana, Ramazan'dan bir gün yememden daha iyidir." derdi.[113]

6-  Amr b. Âs'tan gelen rivayet: Ahmed'in, Zeyd b. Habbâb - İbn Lehîa - Abdullah b. Hübeyre senediyle rivayetine göre Amr b. Âs, Rama­zan olup olmadığında şüphe edilen günde oruç tutardı.

7- Ebu Hureyre'den gelen rivayet: (Ahmed'in) Abdurrahman b. Meh-dî - Muâviye b. Salih - Ebu Hureyre'nin kölesi Ebu Meryem senediyle rivayetine göre Ebu Hureyre demiştir ki: Acele edip Ramazan orucuna bir gün Önce başlamam bana göre geri kalmamdan daha iyidir. Çünkü acele ettiğimde kaçırdığım gün olmaz. Geri kaldığımda kaçırdığım gün olur.

8-  Hz. Âişe'den gelen rivayet: Saîd b. Mansur, Ebu Avâne - Yezid b. Humeyr senediyle Ramazan olup olmadığında şüphe edilen günde Hz. Aişe'ye sormak için giden haberciden Hz. Âişe'nin şöyle dediğini aktarır: Şaban'dan bir gün oruç tutmam bana göre Ramazan'dan bir gün yemem­den daha iyidir.

9- Hz. Ebu Bekir'in kızı Esmâ'dan -Allah her ikisinden de razı olsun- gelen rivayet: Yine Saîd'in, Yakub b. Abdurrahman - Hişam b. Urve-  Münzir'in kızı Fâtıma senediyle rivayetine göre, Ramazan hilâli, hava kapah olduğu için görülmediği vakit Esma mutlaka bir gün önce oruca başlar ve böyle yapılmasını emrederdi.

Ahmed'in, Ravh b. Abbâd - Hammâd b. Seleme - Hişam b. Urve- Fâtıma senediyle rivayetine göre Esma, Ramazan olup olmadığı şüpheli olan günde oruç tutardı.

Ahmed'den akladığımız bütün rivayetler Fazl b. Ziyad'ın ondan derle­diği MesâiF dendir.

Esrem'in rivayetine göre Ahmed: "Gökyüzünde bir bulut yahut görü­şü engelleyen bir durum olursa oruç tutar; gökyüzünde görüşü engelleyen bir durum olmazsa oruç tutmaz." demiştir. îki oğlu Salih ile Abdullah, el-Mervezî, Fazl b. Ziyad ve daha başkaları ondan aynı görüşü aktarmış­lardır.

Cevap: Birkaç yönden cevap verilecektir:

1-  Sahabeden yaptığınız .nakiller arasında o günün orucunun farz ol­duğunu açıkça ifade eden münasip bir rivayet mevcut değil ki, onların yap­tıkları Allah Rasûlü'nün (s.a.) sünnetine aykırı olsun. Nihayet onlardan gelen nakiller olsa olsa o gün ihtiyaten oruç tutmayı ifade etmektedirler. Enes, emirlere (ümerâ) muhalefet etmek istemediğinden o gün oruç tuttu­ğunu açıkça belirtmiştir. Bu yüzden bir rivayete göre İmam Ahmed: "Halk, oruca başlama ve orucu bozma konusunda devlet başkanına bağımlıdır." demiştir. Allah Rasûlü'nden (s.a.) gerek fiil gerek söz olarak aktardığımız naslar yalnızca hava kapalı olduğu gün oruç tutmanın farz olmadığım gös­terir, haram olduğunu göstermezler. Öyleyse o gün oruç tutmayanlar caiz olanı yapmış, oruç tutanlar ise ihtiyatlı davranmış olurlar.

2-  Sahabenin bir kısmı sizin aktardığınız gibi o gün oruç tutar, bir kısmı ise tutmazdı. O gün oruç tuttuğu en sahih ve en açık şekilde rivayet edilen Abdullah îbn Ömer'dir. İbn Abdilber diyor ki: Tavus el-Yemanî ve Ahmed b. Hanbel de onun görüşündedir. Bunun benzeri Hz. Ebu Be­kir'in kızları Âişe ve Esmâ'dan da rivayet edilmiştir. Bunlardan başka İbn Ömer'in görüşünü paylaşan kimse bilmiyorum. Şu sahabîlerden şek günü (Ramazan olup olmadığı bilinmeyen günde) oruç tutmanın mekruh olduğu rivayet edilmiştir: Ömer İbnü'l-Hattâb, Ali b. Ebu Tâlib, İbn Mes'ûd, Hu-zeyfe, İbn Abbas, Ebu Hureyre ve Enes b. Mâlik, Allah onlardan razı olsun.

Ben derim ki: Ali, Ömer, Ammar, Huzeyfe ve îbn Mes'ûd'tan Şa-ban'm son günü nafile oruç tutmanın yasak olduğu nakledilmiştir. Bu ko­nuda Ammar: "Kim şek gününde oruç tutarsa muhakkak Ebu'l-Kasım'a (Hz. Muhammed'e, s.a.) isyan etmiş olur." demiştir.[114]

Hava kapalı olduğu gün, ihtiyaten, eğer bugün Ramazan ise farz oruç yerine geçer, değilse nafile oruç olur düşüncesiyle tutulan oruca gelince; sahabeden gelen rivayetler bunun caizliğini icabettirir. İbn Ömer ve Âişe'-nin yaptığı da budur. Maafnafih Âişe, "Hz. Peygamber (s.a.) hava kapalı olduğundan Şaban'ın hilâli görülmezse otuz gün sayar, sonra oruç tutar­dı." diye rivayette bulunmuştur. Onun bu hadisi "Şayet sahih olsa Âişe, ona muhalefet etmezdi." denilerek reddedilmiş ve onun oruç tutması ha­diste bir illet sayılmıştır. Ama iş öyle değildir. Çünkü Âişe o günün orucu­nu farz saymamış, yalnız ihtiyaten tutmuştur. Hz. Peygamber'in (s.a.) fiil ve emrinden orucun, sayı tamamlanıncaya kadar farz olmayacağını anla­mıştır. Gerek Âişe, gerekse İbn Ömer bu orucun caiz olmadığım anlama­mıştır.

Bu konudaki en doğru ve yerinde görüş budur. Hadisler ile sahabe söz ve davranışları bu sayede birbirleriyle uzlaşmış olurlar. Nitekim şu ri­vayet de bunu ortaya koymaktadır: Ma'mer - Eyyub - Nâfi' - İbn Ömer senediyle rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) Ramazan hi­lâli konusunda: "Onu gördüğünüz zaman oruç tutun. (Şevval) hilâlini gör­düğünüz zaman orucu bozun. Şayet hava kapalı olursa otuz gün takdir edin." buyurdu. İbn Ebî Ravvâd, bu hadisi Nâfi' yoluyla İbn Örner'den: "...Şayet hava kapalı olursa sayıyı otuza tamamlayın." şeklinde rivayet ediyor.

Mâlik ve Ubeydullah, Nâfi' yoluyla hadisi İbn Ömer'den:, "...takdir edin." şeklinde rivayet ediyorlar. Bu da gösterir ki, İbn Ömer hadisten otuza tamamlamanın farz olduğunu değil, caiz olduğunu anlamıştır. Artık o, otuzuncu gün oruç tuttuğu vakit ihtiyaten iki caizden birini yerine getir­miş olmaktadır. Bunun bir delili de şudur: İbn Ömer (r.a.) şayet şek günü oruç tutmanın farz olduğunu savunanların dedikleri gibi Hz. Peygamber'in (s.a.) sözünü "Ayı yirmi dokuz olarak takdir edin, sonra oruç tutun." şeklinde anlasaydı muhakkak bunu hem ailesine, hem başkalarına emre­der, o gün özellikle sırf kendisi oruç tutmakla yetinmez, bunu başkalarına emretmemezlik yapmaz ve bu gün oruç tutmanın insanlara farz olduğunu elbet açıklardı.

İbn Abbas (r.a.) şek günü oruç tutmaz ve şu hadisi delil gösterirdi: "Hilâli görünceye kadar oruç tutmayın. Yine (öteki) hilâli görünceye kadar orucu bozmayın. Şayet hava kapalı olursa sayıyı otuza tamamlayın."

Mâlik bu hadisi, Mwvö//a'ında, sanki İbn Ömer hadisini ve Hz. Pey­gamber'in (s.a.) "takdir edin" sözünü tefsir edici sayarcasına İbn Ömer hadisinin hemen peşinden kaydetmiştir.

îbn Abbas derdi ki: Aya bir yahut iki gün önce başlayana şaşarım. Oysa Allah Rasûlü (s.a.): "Ramazan'a bir yahut iki gün önce başlama­yın." buyurdu. Herhalde İbn Abbas bu sözleriyle İbn Ömer'e karşı gel-* inektedir.

İşte böyle bu iki büyük sahabîden biri şiddet tarafına meyletse, diğeri , kolaylaştırma tarafına meylederdi. Bu durum birçok meselede kendini gös­termektedir. Abdullah îbn Ömer, birtakım konularda zorlaştırma yolunu tutmuştur ki, o konularda sahabe kendisine muvafakat göstermemiştir. İbn Ömer, abdestte gözlerinin içini de yıkardı. Hatta bu yüzden kör oldu. Ba­şını meshettiği zaman, kulaklarını yeni su almak suretiyle ayrıca yıkardı. Hamama girmeyi menederdi. Girdiği zaman bundan dolayı guslederdi. İbn Abbas ise hamama girerdi. İbn Ömer, biri yüz için diğeri dirseklere kadar eller için olmak üzere iki kere ellerini yere vurmak suretiyle teyemmüm alır, bir tek vuruşla ve yalnız avuçlar üzerine meshetmekle yetinmezdi. İbn Abbas ise ona muhalefet eder ve, "Teyemmüm, yüz ve avuçlar için elleri bir kere yere vurmaktır." derdi. İbn Ömer, karısını öptüğünden dolayı abdest alır ve bu şekilde fetva verirdi; çocuklarını öptüğü zaman ağzını su ile çalkalar, sonra namaz kılardı. İbn Abbas ise, "Ha karımı öpmüşüm, ha fesleğen koklamışım, farketmez." derdi.

îbn Ömer, bir kimse bir başka namaz kılarken üzerinde bir kaza na­mazı borcu olduğunu hatırlarsa o kimsenin,*kıldığı namazı tamamlayıp ha­tırladığı kaza namazım kılmasını, sonra da kılmakta olduğu o namazı yeni­den kılmasını emrederdi. Ebu Ya'Iâ el-Mavsılî bu konuda Müsned'inde Hz. Peygamber'den (s.a.) bir hadis rivayet etmekteyse de, doğrusu bu rivayet İbn Ömer'e ait olup mevkuftur. Beyhakî diyor ki: îbn Ömer'den merfû hadis olarak rivayet edilmişse de sahih değildir. îbn Abbas'tan da merfû olarak rivayet edilmiş, ancak bu da sahih değildir.

Sözün özü: Abdullah İbn Ömer zorlaştırma ve ihtiyat yolunu tutardı. Ma'­mer - Eyyub - Nâfi senediyle rivayet edildiğine göre İbn Ömer, imamın kıldırdığı namazın bir rekâtına yetiştiği vakit o rekâta başka bir rekât daha ilâve eder, namazını bitirince iki sehiv secdesi yapardı. Zührî: "Bunu on­dan başka hiç kimsenin yaptığını bilmiyorum." diyor.              

Ben derim ki: Her halde bu secde -oturuşun yeri çift rekâtı müteakip olduğu halde- onun bir rekâtı müteakip oturmuş olmasındandır.

Sahabenin, "Şabandan bir gün oruç tutmamız bize göre Ramazan'dan bir gün yememizden daha iyidir." demeleri, bu günün orucunu farz oruç diye tutmadıklarını göstermektedir. Şayet bu gün onlara göre kesinlikle Ramazan'dan olsaydı muhakkak "Bu gün Ramazan'dandır, oruç tutma­mamız caiz değlidir." derlerdi.

Caiz olduğunu göstermek amacıyla şek günü oruç tutmadıklarını ifade eden rivayetler de onların bu orucu müstehap ve daha uygun olduğu dü­şüncesiyle tuttuklarını gösterir, işte İbn Ömer... Hanbel, MesâiFinde, Ah-med b. Hanbel - Vekî - Süfyân - Abdülaziz b. Hakim el-Hadramî senediyle İbn Ömer'in: "Şayet bütün sene oruç tutsam muhakkak Rama­zan olup olmadığı şüpheK olan günde oruç tutmazdım." dediğini rivayet eder.[115]

Hanbel'in, Ahmed b. Hanbel - Ubeyde b. Humeyd - Abdülaziz b. Hakîm senediyle rivayetine göre ibn Ömer'e: "Hiçbir günün orucunu kaçırmamak için Ramazan'dan önce oruca başlayabilir miyiz?" diye sor­dular, o da: "Of, of!.. Cemaatle birlikte oruç tutun." dedi. İbn Ömer'in: "Herhangi biriniz ayın asla önüne geçmesin." dediği sahihtir. Hz. Pey-gamber'in (s,a.) de: "Hilâli görünce oruç tutun ve (öteki) hilâli görünce orucu bozun. Şayet hava kapalı olursa ayı otuz gün sayın." buyurduğu sahihtir.

Ali b. Ebu Tâlib (r.a.) aynı tarzda şöyle demiştir: Hilâli gördüğünüz zaman onu görmüş olduğunuzdan dolayı oruç tutun. (Öteki) hilâli gördü­ğünüz zaman orucu bozun. Şayet hava kapalı olursa sayıyı tamamlayın.

İbn Mes'ûd (r.a.) da: "Şayet hava kapalı olursa ayı otuz gün sayın." demiştir.

Bu sahabe söz ve davranışlarının (=âsâr) şayet kendilerinden o günde oruç tutma konusunda rivayet gelen sahabenin söz ve davranışlarıyla çatış­tıkları düşünülürse bu sahabe söz ve davranışlarının gerek söz, gerekse an­lam bakımından merfû hadislere muvafakat etmelerinden dolayı bunları esas almak daha uygundur. Şayet aralarında bir çelişki bulunmadığı düşü­nülürse o zaman iki uzlaştırma yolu vardır:

1-  Şek gününde oruç tutulmayacağını ifade eden sahabe söz ve davra­nışlarının, hava kapalı olmadığı zamana yahut o gün oruç tutmayı farz sayanların yaptıkları gibi ayın sonunda havanın kapalı olmasına yorumlamak.

2-  Kendilerinden şek gününde oruç tuttukları rivayet edilen sahabenin söz ve davranışlarım farz olarak değil, müstehap olarak daha uygun olanı yapmaya ve ihtiyatlı davranmaya yorumlamak. Bu sahabe söz ve davranış­ları bu orucun farz olmadığı konusunda açıktır. Bu yol naslara ve şeriat kaidelerine muvafakata daha yakındır. Şek konusunda eşit iki gün arasını ayırt etmekten de bu yol sayesinde selâmete erişilmiş olur. Böylece birisi şek günü ve ikincisi -onda da kesinlikle şek bulunduğu halde- yakîn (kesinlik) günü sayılır. Ramazan mı, değil mi diye şüphe ettiği halde o günün kesinlikle Ramazan'dan olduğuna inanmasını kula teklif etmek, güç yetirilemeyecek bir şeyi teklif ve birbirine denk iki şey arasını ayırt etmek demektir. En iyi bilen Allah'tır. [116]

 

D)HZ. PEYGAMBERİN (S.A.) İFTAR EDİŞİ

 

1- İftar Edişi:

 

Hz. Peygamber (s.a.) halka, bir tek rriüslüman erkeğin şahitliği ile oruca başlamayı ve iki kişinin şahitliği ile de oruçtan çıkmayı emrederdi.

Bayram (namazı) vakti çıktıktan sonra iki şahit Şevval hilâlini gördük­lerine tanıklık etseler Hz. Peygamber (s.a.) orucu bozar ve insanlara da oruçlarım bozmayı emreder, ertesi günü bayram namazını vaktinde kıl-dırırdı[117]

İftarda acele eder ve acele davramlmasını teşvik ederdi. Kendisi sahur yemeği yer, sahur yemeği yenilmesini tavsiye ederdi. Sahuru geciktirir, ge­ciktirilmesini de teşvik ederdi[118]

İftarı, hurma ile, bulunmazsa su ile açmayı teşvik ederdi. Bu Hz. Pey-gamber'in (s.a.) ümmetine şefkatinin ve onlar için hayır istemesinin ne denli tam olduğunu gösterir. Çünkü mide boş iken tabiata tatlı şeyi vermek, o şeyi tabiatın kabul etmesine ve güçlerin, özellikle de görme gücünün, ondan yararlanmasına daha iyi sebep olur. Güçler (yahut görme gücü) tatlı şey ile kuvvet kazanır. Medine'nin tatlısf ve reçeli hurmadır. Medineliler yanında hurma gıdadır, katıktır; yaş hurma meyvedir. Suya gelince: Oruç tutunca ciğerde bir tür kuruluk meydana gelir. Su ile ıslatıldığmda bundan sonra gıdadan yararlanması doruk noktada olur. Bu yüzden susamış aç kimsenin yemekten önce biraz su içip sonra yemek yemesi daha uygundur. Maamafih hurma ve suda, kalbin iyileşmesine tesir eden bir Özellik vardır ki, bunu ancak kalp doktorları bilirler. [119]

 

2- İftar Duaları:

 

Hz. Peygamber (s.a.) akşam namazını kılmadan Önce iftar ederdi. Bu­lursa birkaç yaş hurma ile, onu bulamazsa birkaç kuru hurma ile, onu da bulamazsa birkaç yudum su ile orucunu açardı[120]

Orucunu açarken: "Allah'ım! Senin rızan için oruç tuttum. Rızkınla orucumu açtım. Oruçlarımızı kabul et. Sen şüphesiz herşeyi işitir ve bilir­sin." diye dua okuduğu rivayet edilmekteyse de bu rivayet sağlam değildir.[121]

Yine Hz.  Peygamberin (s.a.):"Allah'ım! Senin rızan için oruç tuttum. Rızkınla orucumu açtım." diye dua ettiği rivayet edilmektedir. Ebu Davud'un, Muaz b. Zehra'dan rivayetine göre Hz. Peygamber'in (s.a.) böyle dediği onun kulağına ulaş­mıştır[122]

Rivayete göre Hz.Peygamber (s.a.) orucunu açtığı zaman: "Susuzluk gitti, damarlar ıslandı ve inşâllahu teâlâ ecir sabit oldu." derdi. Ebu Da­vud bu hadisi, Hüseyn b. Vâkıd - Mervân b. Salim el-Mukaffa' - İbn Ömer senediyle rivayet etmiştir.[123]

Rivayete göre, "Oruçlunun iftar vakti yaptığı bir dua vardır ki, o dua reddolunmaz." buyurmuştur. Bu hadisi İbn Mâce rivayet etmiştir.[124]

Hz. Peygamber'in (s.a.): "Gece şu taraftan (yani doğudan) yönelip geldiği ve gündüz de şu taraftan (yani batıdan) arkasını dönüp gittiği vakit oruçlu, orucunu bozmuştur." buyurduğu[125] sahihtir. Bu hadis, iki türlü tefsir olunarak denmiştir ki: Niyet etmese de hükmen orucunu bozmuş olur, demektir yahut "sabahladı" ve "akşamladı" sözlerinde olduğu gibi iftar etme vakti girmiş olur demektir. [126]

 

3- Oruçlunun Sakınacağı Şeyler:

 

Hz. Peygamber (s.a.) oruçlunun, cinsel ilişki ifade eden çirkin sözler söylemesini, şamata etmesini, sövmesini ve kendisine sövüldüğünde karşı-hk vermesini yasaklamış; onun, söven kimseye "Ben oruçluyum." diye ce­vap vermesini emretmiştir. Âlimlerden kimileri, bu sözü diliyle söyler diyor -ki daha açık görünen budur-, kimileri, kendisine oruçlu olduğunu ha­tırlatmak için kalbiyle söyler diyor ve kimileri de farz oruç tutuyorsa diliy­le, nafile oruç tutuyorsa içinden söyler; çünkü bu, gösterişten daha uzaktır diyorlar. [127]

 

E) RAMAZAN'DA YOLCUL1

 

1-  Ramazan'da Yolculuğa Çıkması:

 

Allah Rasûlü (s.a.) Ramazan'da yolculuğa çıktı; hem oruç tuttu hem de tutmadı. Sahabîleri, oruç tutup tutmama arasında serbest bıraktı[128]

 

2-  Savaşta Oruç:

 

Düşmanlarına yaklaştıklarında onlara karşı savaşta güç elde etmeleri için sahabîlere orucu yemelerini emrederdi.                                              

Böyle bir durumla mukîm iken karşılaşılsa ve oruç yenildiği takdirde düşmanla karşılaşmaya güç elde edilecek olsa bu halde müslümanlar oruç^ larını bozabilirler mi? Bu konuda iki görüş ileri sürülmüştür. Bunların delil bakımından en sağlam olanı bu haldeki müslümanlann oruçlarını bozabile­cekleridir. İbn Teymiye'nin tercihi de budur. İslâm orduları Şam yakınla^ rında düşmanla karşılaştığında İbn Teymiye bu şekilde fetva verdi.[129] Kuş-j

kuşuz bu sebeple orucu bozma sırf yolculuk sebebiyle oruç bozmaya göre daha uygundur. Hatta yolcunun orucu yemesinin mubah kılınması bu hal­de iken orucun yenilmesinin mubah olduğuna da bir tenbihtir. Çünkü bu hal, oruç yemenin caiz olması için daha haklı bir sebeptir. Zira diğer halde kuvvet yalnız yolcuya mahsus iken burada kuvvet, hem orucu yiyen mücâ­hide ve hem de müslümanlara aittir. Hem cihad meşakkati, yolculuk me­şakkatinden daha büyüktür. Mücahidin oruç tutmamasıyla elde edilen fayda, yolcunun oruç tutmamasıyla elde edilen faydadan daha büyüktür. Hem de Allah Teâlâ: "Düşmanlarınıza karşı gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın." buyurmuştur.[130] Düşmanla karşılaşıldığında orucu yeme, en büyük kuv­vet sebeplerindendir.

Hz. Peygamber (s.a.) âyette geçen "kuvvet" kelimesini, "ok atmak" ile tefsir etmiştir.[131] Oruç bozmak, gıda almak gibi takviye edici, yardım edici şeyler bulunmaksızın ok atmak tam olarak gerçekleşmez ve ondan beklenen sonuç meydana gelmez. Hz. Peygamber (s.a.) düşmanlarma yak­laştıkları vakit sahabeye: "Doğrusu düşmanınıza yaklaştınız. Orucu yemek size daha çok güç katar." buyurdu. Bu bir ruhsattı. Sonra bir başka yere konakladılar. "Doğrusu siz düşmanınıza hücum etmek üzeresiniz. Orucu yemek size daha çok güç katar."Orucunuzu yeyin." buyurdu. Bu ise bir azimettir. Sahabî: "Bu emir üzerine orucu bozduk." diyor.[132] Hz. Pey­gamber (s.a.) görüldüğü üzere orucu bozmaya sebep olarak düşmanlarma yaklaşmalarını ve düşmanla karşılaşmak için kuvvete muhtaç olmalarını göstermiştir. Bu ise yolculuk dışında bir başka sebeptir. Yolculuk, başlıba-şına müstakil bir sebeptir. Gösterdiği sebepler arasında ondan söz etmemiş ve ona işarette de bulunmamıştır. Özelliği olan bu oruç yeme meselesinde şeriat sahibinin hükümsüz saydığını itibara alarak bunu sebep göstermek, düşmana karşı konulacak kuvvet vasfını hükümsüz saymak ve sırf yolculu­ğu itibara alma şeriat sahibinin itibar ettiği ve sebep gösterdiği şeyi hüküm* süz sayma demektir.

Toparlayacak olursak; şeriat sahibinin tenbihi ve hikmeti cihad sebe­biyle oruç yemenin sırf yolculuk sebebiyle oruç yemeye nazaran daha yerli yerinde bir hareket olmasını icabettirir. Ya bir de Hz. Peygamber (s.a.) sebebe işaret etmiş, ona tenbihte bulunmuş, hükmünü açıklamış ve bu se­bepten Ötürü sahabîlere oruçlarını bozmalarını emretmişse ne demeli? Şu hadis de bunu göstermektedir: İsa b. Yunus, Şu'be - Amr b. Dinar - İbn Ömer senediyle rivayet eder ki, Allah Rasûlü (s.a.) Mekke fethi günü ashabına: "Bugün savaş günüdür. Derhal orucunuzu bozun." diye buyur­du.[133] Şu'be'den hadisi, Saîd b. Rebî de rivayet ederek İsa b. Yunus'a mütabaat etti. Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a.), savaşı sebep gösterdi ve hemen arkasından (sebep bildiren) bir edat -fâ edatı- getirmek sure­tiyle orucu yeme emrini verdi. Herkes bu sözden orucu bozmanın savaştan ötürü olduğunu anlar. Yolculuk, cihaddan tecrid edildiği zaman ise Allah Rasûlü (s.a.), orucu bozma konusunda; bu Allah'tan bir ruhsattır, bu ruh­sata kim uyarsa iyi yapmış olur, kim de oruç tutmak isterse ona bir günah yoktur, derdi. [134]

 

3- Ramazan'da Çıktığı Gazalar:

 

Allah Rasûlü (s.a.), en muazzam ve en büyük gazaları olan Bedir Klekke fethi gazalarına Ramazan'da çıktı.

Hz. Ömer İbnü'l-Hattâb diyor ki: Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte Ra­mazan'da iki gaza yaptık: Bedir gazası ve Mekke fethi. Her iki gazada da oruç tutmadık.[135]

Dârakut-nî ve başkalarının Hz. Âişe'den rivayet ettiği: "Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte umre yapmak üzere Ramazan'da yola çıktık. Allah Rasülü oruç tutmadı, ben tuttum. O, namazı kısaltarak kıldı, ben tam kıldım..." hadisi[136] bir yanılgıdır. Ya Hz. Âişe'ye atfedilen bir yanılgıdır -daha açık görünen budur- yahut onun yaptığı bir yanılgı olup şu konuda İbn Ömer'in başına gelen burada onun başına gelmiştir: îbn Ömer: "Allah Rasûlü (s.a.) Recep ayında umre yaptı." dediğinde Hz. Âişe: "Allah, Ebu Abdurrah-man'a (İbn Ömer'e) rahmet etsin. Kendisi Allah Rasûlü'nün (s.a.) yaptığı bütün umrelerinde yanında bulunmuştur. Allah Rasûlü (s.a.) katiyen Re­cep ayında umre yapmamıştır." demişti.[137] Aynı şekilde Hz. Peygamber'-in (s.a.) yine bütün umreleri Zilkade ayında idi; katiyen o, Ramazan'da umre yapmamıştır. [138]

 

4- Yolculukta Oruç:

 

Hz. Peygamber (s.a.), oruçlunun orucu bozabileceği mesafe için bir sınır koymamıştır. Bu konuda Hz. Peygamber'den (s.a.) sahih bir rivayet gelmemiştir. Dihye b. Halife el-Kelbî, üç millik bir yolculukta oruç boz­muş ve oruç tutanlara: "Muhammed'in (a.s.) sünnetini terk ediyorlar."demiştir.[139]

Sahabe-i kiram yolculuğa çıktıklarında evleri geçmeyi (geride bırak­mayı) dikkate almaksızın oruçlarını bozuyorlar ve bunun Hz. Peygamber'-in (s.a.) sünneti ve prensibi olduğunu haber veriyorlardı. Nitekim Ubeyd b. Cebr'in rivayetinde de böyledir: "Rasûlullah'm (s.a.) ashabından Ebu Basra el-Gıfârî ile Ramazan ayında Fustat'tan bir gemiye bindik. Daha evleri geçmemiştik ki sofranın getirilmesini istedi ve; buyur, dedi. "Evleri görmüyor musun?" diye özür beyan ettim. Bunun üzerine Ebu Basra: "Ra-sûlullah'ın sünnetini terk mi ediyorsun?" dedi. Hadisi Ebu Davud ve Ah-med b. Hanbel (r.h.) rivayet etmiştir.[140] Ahmed b. Hanbel'in (r.h.) riva­yeti şöyledir: "Ebu Basra ile Fustat'tan İskenderiye'ye giden bir gemiye bindik. Geminin demirlediği limana yaklaştığımızda yemeğini getirmelerini emretti. Sofra kuruldu, sonra beni yemeğe çağırdı -ki bu olay, Ramazan ayı içinde idi.- "Ebu Basra! Vallahi, daha evler görünüp duruyor, bu nasıl olacak?" dedim. "Rasûlullah'm (s.a.) sünnetinden yüz mü çeviriyor­sun?" dedi. "Hayır" dedim. "O zaman ye!" dedi. Ebu Basra; "Varınca­ya kadar yeyip içtik," diye de ekledi.

Muhammed b. Kâ'b: Ramazan ayında Enes b. Mâlik'in yanma var­dım: Yolculuğa çıkmak istiyordu. Devesine eğer vurulmuştu. Yolculuk el­biselerini giyinmişti. Yiyecek bir şeyler istedi ve yedi. "Bu sünnet mi?" dedim. "Evet, sünnet" dedi ve devesine bindi.[141] Tirmizî: Hadis hasen-dir, dedi. Dârakutnî de rivayetinde: Güneş batmaya yüz tutmuşken yedi, demiştir.

Bu hadisler, Ramazan ayında yolculuğa çıkanın orucunu bozabileceği­ni açıkça ortaya koymaktadır.[142]

 

F) ORUÇLUNUN BAZI FİİLLERİ

 

1- Oruçlunun Hanımını Öpmesi:

 

Hz. Peygamber'in (s.a.), hanımlarıyla cinsî münasebetten sonra cünüb bir halde fecir vaktine kadar durduğu da olmuştur. Fecirden sonra gusle­der ve oruç tutardı[143] Ramazan ayında oruçlu iken bazı hanımlarını öper­di, [144]Oruçlunun öpücüğünü suyla mazmaza yapmaya benzetmiştir[145]

Tirmizî der ki: Bazı âlimler nefsine sahip olabiliyorsa oruçlunun öpebileceği, yoksa orucunun selâmette olması İçin öpemeyeceği görüşündedirler. Bu Süfyan, Ahmed ve îs-hak'm görüşüdür. Hafız İbn Hacer, Fethu'1-Bârî (4/131)'de şöyle der: Menî ya da mezî getiriyorsa, oruçlunun oynaşmasında, öpmesinde ve bakmasında âlimler ihtilâfa düş-müştür.Kufeli fakihler ve İmam Şafiî: "Bakma durumu dışında, meni gelirse orucunu kaza eder; mezî gelmesi durumunda kaza etmez." Mâlik ve İshak da: "Bütün bunlarda kaza da gerekir, keffâret de; ancak mezîde keffâret gerekmez, sadece kaza eder." demiş­lerdir. İbn Kudâme diyor ki: Öper de meni gelirse orucu bozulur, bunda ihtilâf yoktur.

Ebu Davud'un Misda' b. Yahya yoluyla Hz. Âişe'den rivayet ettiği Hz. Peygamber'in (s.a.) oruçlu iken kendisini (Hz. Âişe annemizi) öptüğü­ne ve dilini emdiğine dair hadise[146] gelince, bu hadis hakkında ihtilâf edil­miştir. Bir grup hadis âlimi, Mısda'ı zayıf bulmuştur. Bu râvi hakkında ihtilâf edilmiş ve onun hakkında es-Sa'dî: "O, yoldan çıkmış ve sapık biridir" demiştir. Bir grup hadis âlimi de hadisi hasen sayıp adı geçen râvi hakkın­da: "O, güvenilir (sika), doğru sözlü bir insandır" demiştir. Nitekim Müs­lim, Sahih*inde ondan hadis rivayet etmiştir. Misda' hadisinin senedinde yer alan Muhammed b. Dînâr et-Tâhî el-Basrî de tenkid edilmiştir. Yahya: "Zayıftır" demiştir. Ondan gelen bir başka rivayette "Onun rivayetinde bir sakınca yoktur" şeklinde görüş belirtmiştir. Başkaları da: "Doğru sözlüdür" demişlerdir. İbn Adiyy ise: "Dilini emerdi" sözünü Muhammed b. Dinar'dan başkası söylemez, ifadesini kullanmıştır ki, hadisi bu zât ri­vayet etmiştir. Yine hadisin senedinde bulunan Sa'd b. Evs hakkında da ihtilâf vardır. Yahya: "O, Basralı, zayıf bir râvidir" derken başkaları, sika olduğunu söylemişlerdir. İbn Hibbân ise Sa'd'ı es-Sikât adlı eserinde kay­detmiştir.

Ahmed b. Hanbel ve ibn Mâce'nin Hz. Peygamber'in (s.a.) cariyesi Meymûne'den rivayet ettikleri hadise gelelim. Meymûne şöyle rivayet eder: "Hz. Peygamber'e (s.a.), hem hanımı hem kendisi oruçlu iken hanımını öpen kişinin durumu soruldu: Orucunu bozmuştur, buyurdu."[147]

Hz. Peygamber'in (s.a.) böyle buyurduğu sahih olarak nakledilmemiş-tir. Senedde, Ebu Yezîd ed-Dınnî vardır ki, bu hadisi Sa'd'ın kızı Meymû­ne'den rivayet etmiştir. Dârakutnî, Ebu Yezîd için: "O, tanınmamaktadır ve bu hadis de sabit değildir" demiştir. Buharı ise: "Bu hadisi rivayet et­mem, bu hadis münkerdir, Ebu Yezîd de meçhul bir râvidir." diyor.

Hz. Peygamber'in (s.a.) gençle yaşlı arasında ayrım yaptığı konusun­da gelen rivayetler sahih değildir. Herhangi bir senedle bunu isbat eden bir şey gelmemiştir. Bunlar arasında en ceyyidi, Ebu Davud'un, Nasr b. Ali - Ebu Ahmed ez-Zübeyrî - İsrail - Ebu'l-Anbes - el-Eğarr - Ebu Hureyre senediyle rivayet ettiği şu hadistir: Bir adam Hz. Peygam­ber'e (s.a.), oruçlunun hammıyla oynaşmasını sordu; o şahsa izin verdi.

Başka birisi geldi ve aynı şeyi sordu; ikinci sorana da yasakladı. İzin verdi­ği şahıs yaşlı, yasakladığı şahıs ise gençti.[148] İsrail her ne kadar Buharı, Müslim ve diğer Kütüb-i Sitte imamları tarafından delil kabul edilmişse de bu hadisin illeti, İsrail ile el-Eğarr arasında Ebu'l-Anbes el-Adevî el-Küfî'nin bulunmasıdır. Bu şahsın ismi Haris b. Ubeyd'dir. O'nun hakkın­da bir şey söylememişlerdir.[149]

 

2- Yemek, İçmek ve Kan Aldırmak:

 

Unutarak bir şey yeyip içen kişinin orucunu kaza ettirmemesi de Hz Peygamber'in (s.a.) sünnetindendi. Zira bu kimseyi Allah Teâlâ yediri] içirmiştir. Bu yeme ve içme işi, kula nisbet edilmemiştir ki bununla orucu nu bozmuş olsun. Ancak bizzat kendi işlediği bir fiil ile orucunu bozmu, olur. Unutarak yeyip içmesi, uykuda yeyip içmesi gibidir. Dolayısıyla uyu yanın fiili için herhangi bir mükellefiyet olmadığı gibi unutanın fiili içir de yoktur.

Şu fiillerin orucu bozduğu konusunda Hz. Peygamber'd en (s.a.) akta­rılan rivayetler sahihtir: Yemek, içmek, kan aldırmak[150] ve kusmak.[151]

Kur'an-ı Kerim, yemek ve içmek gibi cinsel ilişkinin de orucu bozduğunu gös­terir. Bu konuda ihtilâf yoktur. Göze sürme çekme konusunda Hz. Pey-gamber'den (s.a.) nakledilen sahih hiçbir hadis yoktur.Hz. Peygamber (s.a.)'in oruçlu iken dişlerini misvakladığma dair nak­ledilen rivayet sahihtir[152]İmam Ahmed'in rivayetine göre; Hz. Peygamber (s.a.), oruçlu iken başına su dökerdi.[153] Yine oruçlu iken mazmaza (su ile gargara) ve istin-şak (burna su vermek) yapardı. Ancak oruçluyu buruna su vermekte aşırı­ya gitmekten alıkoymuştur.[154] İmam Ahmed'e göre, Hz, Peygamber'in oruçlu iken kan aldırdığına (hacamat) dair nakledilen rivayet sahih değil­dir. Oysa Buharî, hadisi Sahih'mdc rivayet etmiştir. Ahmed ise şöyle söyle­miştir: Yahya b. Saîd bize şöyle dedi: Hakem, oruçlu iken kan aldırma hakkındaki Miksem hadisini yani Saîd - Hakem - Miksem - İbn Abbas senediyle rivayet edilen: "Hz. Peygamber (s.a.), oruçlu ve ihramlı iken kan aldırmıştır" hadisini[155] Miksem'in kendisinden işitmemiştir.

Mühennâ diyor ki: Ahmed b. Hanbel'e, Hubeyb b. Şehid - Meymun b. Mihran - İbn Abbas yoluyla rivayet ettiği: "Hz. Peygamber (s.a) oruç­lu ve ihramlı iken kan aldırdı." hadisi hakkındaki görüşünü sordum, şöyle dedi: Sahih değildir. Yahya b. Saîd el-Ensârî, bu hadisi münker buldu. Meymun b. Mihran, İbn Abbas'tan ancak 15 kadar hadis rivayet etmiştir.

1 Esrem ise: "Ebu Abdullah'ı bu hadisi zikrederken işittim; hadisi zayıf gördüğünü ifade etti." demektedir. Mühennâ şöyle devam etmiştir: Ah­med'e, Kabisa'nın Süfyan - Hammâd - Saîd b. Cübeyr yoluyla İbn Ab­bas'tan naklettiği "Hz. Peygamber (s.a.) oruçlu ve ihramlı iken kan aldır­dı." hadisini sordum, şöyle dedi: Bu, Kabîsa'nm yanılgısıdır. Kabîsa b. iUkbe'yi Yahya'ya sordum. O da: "Doğru sözlüdür, Süfyan yoluyla Saîd b. Cübeyr'den rivayet ettiği hadis, onun yanılgısıdır." cevabım verdi. İmam Ahmed der ki: Eşcaî'nin kitabında, Saîd b. Cübeyr'den mürsel olarak nak­ledilen "Hz. Peygamber (s.a.), ihramlı iken kan aldırdı." rivayeti geçmek­te, fakat 'oruçlu iken' lafzı zikredilmemektedir.

Mühennâ dedi ki: Ahmed'e, İbn Abbas'ın "Hz. Peygamber (s.a.) oruçlu ve ihramlı iken kan aldırdı." hadisi hakkındaki görüşünü sordum, şöyle dedi: Hadiste "oruçlu iken" sözü yoktur, yalnızca "ihramlı iken" sözü vardır, Süfyan - Amr b. Dinar - Tavus - tbn Abbas senediyle şöyle rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.) ihramlı iken başından kan aldırdı." Ab-dürezzak, Ma'mer - İbn Huseym - Saîd b. Cübeyr senediyle îbn Ab-bas'tan nakleder ki; Hz. Peygamber (s.a.) ihramlı iken kan aldırdı. Ravh - Zekeriyya b, îshak - Amr b. Dînâr - Atâ ve Tavus senediyle de İbn Abbas'tan rivayet eder ki: "Hz. Peygamber (s.a.) ihramlı iken kan aldırdı." Bu râviler îbn Abbas'm öğrencileri olduktan halde 'oruçlu iken' sözünü söylememişlerdir.

Hanbel der ki: Ebu Abdullah'ın (Ahmed b. Hanbel), Vekf - Yasin ez-Zeyyât - bir adam - Enes senediyle rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a.) "Kan alanın da aldıranın da orucu bozuldu" buyurmasından bir müd­det sonra Ramazan ayında kan aldırdı. Ebu Abdullah şunu da eklemiştir: Senedde "bir adam'* diye belirtilen râvi, sanırım Ebân b. Ebî Ayyâş'tır, ki bu râvinin rivayeti delil olmaz.[156]

Esrem dedi ki: Ebu Abdullah'a, Muhammed b. Muaviye en-Nisâbûrî'nin, Ebu Avâne - Süddî - Enes senediyle rivayet ettiği "Hz. Peygamber (s.a.) oruçlu iken kan aldırdı" hadisini sordum. Hadisi münker buldu. Sonra da: "Süddî, Enes'ten rivayet etti ha!" dedi. "Evet" dedim. Buna hayret etti. Ahmed: "Kan alan da aldıran da oruçlarını bozmuşlardır" mealindeki hadis, sabit bir hadis değildir, demiştir. İshak da: "Bu hadis, Hz. Peygamber'den (s.a.) beş ayrı senedle sabit olmuştur", demiştir.

Sözün özü: Hz. Peygamber'in (s.a.) oruçlu iken kan aldırdığı sahih değildir. O'nun (s.a.) günün başında ve sonunda oruçluyu dişleri misvakla-maktan alıkoyduğu konusundaki rivayetler de sahih değildir. Hatta O'-ndan misvak kullanmayı teşvik eden rivayetler gelmiştir.

Yine O'ndan şöyle rivayet edilmiştir: "Misvak kullanmak, oruçlunun en hayırlı özelliklerindendir." Bunu İbn Mâce, Mücâlid'den aktarmıştır. Hadiste zayıflık mevcuttur.[157]

Hz. Peygamber'in (s.a.), oruçlu iken gözüne sürme çektiği ve Rama­zan ayında ashabının karşısına gözleri sürme dolu olarak çıktığı rivayet edilmiştir. Ama bu sahih değildir. Yine sürme hakkında "Oruçlu onunla takva sahibi olur (korunur)."[158] buyurduğu da sahih değildir. Ebu Da-vud der ki: Bana, Yahya b. Maîn: "O, münker bir hadistir" dedi. [159]

 

G) HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.) NAFİLE ORUÇLARI

 

1- Şaban Ayında Oruç Tutması:

 

Hz. Peygamber'in (s.a.) galiba hiç iftar etmeyecek denilinceye kadar oruç tuttuğu da, galiba hiç oruç tutmayacak denilinceye kadar oruç tutma­dığı da olurdu. Ramazan'dan başka hiçbir ayın tamamım oruçlu geçirme­di. Hiçbir ayda da Şaban ayında tuttuğu kadar çok oruç tutmadı. Hiçbir ayı oruçsuz geçirmedi .[160]

Üç aylarda da bugün bazı insanların yaptığı gibi devamlı oruç tutma­dı. (Üç ayların tamamını oruçlu geçirmedi.) Recep ayını kesinlikle oruçlu geçirmedi, bu ayda oruç tutmayı müstehab da saymadı. Aksine, Receb ayında oruç tutmayı yasakladığı rivayet edilmiştir. Bunu İbn Mâce rivayet etmiştir.[161]

 

2- Pazartesi-Perşembe ve Eyyâm-ı Bîz Oruçları:

 

Hz. Peygamber (s.a.) pazartesi ve perşembe oruçlarına dikkat ederdi.[162] İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.), ister yolcu ister mukîm olsun, dolunay günleri (eyyâm-i bîz = ayın 13, 14 ve 15. günleri) oruç tutardı."[163]Hadisi, Nesâî kaydetmiştir. Dolunay günleri oruç tutmayı teş­vik ederdi,[164]

İbn Mes'ûd (r.a.) der ki: Rasûluliah (s.a.), her kamerî ayın parlak üç günü oruç tutardı. Hadisi Ebu Davud ve Nesâî rivayet etmişlerdir.[165]

Hz. Âişe (r.anha) der ki: "Rasûluliah (s.a.), orucu ayın hangi günleri tut­tuğuna önem vermezdi." Hadisi Müslim zikretmiştir.'[166] Bu rivayetler ara­sında çelişki yoktur. [167]

 

3- Zilhicce Orucu:

 

Zilhicce'nin 10. günü orucuna gelince, bu konuda ihtilâf edilmiştir. Hz. Âişe: "Hz. Peygamber'i (s.a.) Zilhicce'nin onuncu günü kesinlikle oruçlu görmedim." demiştir. Hadisi Müslim kaydet mistir. [168] Hz. Hafsa der ki: Rasûluliah (s.a.), dört şeyi terketmemiştir: Aşure günü, Zilhicce'nin onun­cu günü ve her aydan üç gün oruç tutmak ile sabah namazının iki rekât sünneti.[169] Hadisi İmam Ahmed (r.h.) rivayet etmiştir.

İmam Ahmed'in, hanımlarından birinden naklettiğine göre Hz. Pey­gamber (s.a.), Zilhicce'nin dokuzuncu günü, aşure günü (Muharrem'in 10. günü), her aydan üç gün yahut pazartesi ile perşembe günü oruç tutardı. Başka bir rivayette de: "İki perşembeyi" şeklinde geçmektedir[170]' Şayet hadîs sahihse, isbat eden, yasaklayana tercih edilir. [171]

 

4- Şevval Orucu:

 

Şevval ayından 6 gün oruç tutmaya gelince, Hz. Peygarhber'in (s.a.) şöyle buyurduğu sahihtir: "Ramazanla beraber 6 günlük Şevval orucu, bü­tün bir yılı oruçlu geçirmeye denktir."[172]

 

5- Aşure Orucu:

 

Aşure orucuna gelince, Hz. Peygamber (s.a.) bu günün orucunu, di­ğer günlerin orucuna tercih ediyordu. Medine'ye gelince, yahudilerin aşure günü oruç tuttuğunu ve bu güne hürmet ettiğini gördü ve: "Biz Musa'ya (a.s.) daha lâyığız" buyurarak, aşure günü oruç tuttu ve bu günde oruç tutulmasını emretti. Bu, Ramazan orucu farz kılınmazdan önce idi. Rama­zan orucu farz kılınınca: "Aşure orucunu dileyen tutar, dileyen de terke-der."[173] buyurdu. [174]

 

a) Bu Konudaki İtirazlar:

 

1- Bazı âlimler buna karşı çıkarak şöyle demişlerdir: Rasûlullah (s.a.) Medine'ye ancak Rebîlevvel ayında geldi, nasıl tbn Abbas "Hz. Peygam­ber (s.a.) Medine'ye geldiğinde yahudilerin aşure günü oruç tuttuğunu gördü" diyebilir?

2- Bu konuda başka bir itiraz, Sahihayrfda sabit olan Hz. Âişe hadisi­dir. Hz. Âişe anlatıyor: Kureyş, cahiliyye döneminde aşure günü oruç tu­tardı. Hz. Peygamber (s.a.) da tutardı. Medine'ye hicret edince aşure günü oruç tuttu ve bu gün oruç tutmayı emretti. Ramazan orucu farz kılınınca: "(Aşure orucunu) dileyen tutar, dileyen terkeder."[175]' buyurdu.

3-  Bir başka itiraz da yine Sahihayn'da geçen bir hadistir: Abdullah b. Mes'ûd, öğle yemeğindeyken Eş'as b. Kays yanma geldi. İbn Mes'ûd:, Ebu Muhammed, yemeğe buyur. Eş'as: Bugün  aşure günü değil mi? İbn Mes'ûd: Aşure günü nedir, bilir misin? Eş'as: Nedir? İbn Mes'ûd dedi ki: O, Ramazan orucu farz kılınmazdan önce Rasûlullah'ın (s.a.) oruç tut­tuğu bir gündür. Ramazan orucu farz kılınınca, onu terketti.[176]

Müslim, Sahih'inât İbn Abbas'tan rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (s.a.) aşure günü oruç tutup, başkalarına da oruç tutmayı emredince: Ya Rasûlullah! Bu, yahudilerin ve hıristiyanlann hürmet ettiği bir gündür de­diler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.): "İnşallah önümüzdeki yıl dokuzun­cu gün oruç tutarız." buyurdu. Rasûlullah (s.a.) bir sonraki yılın aşuresi gelmeden vefat etti.[177]

Bu da gösteriyor ki Rasûlullah'ın (s.a.) aşure günü oruç tutması ve başkalarına da tutmalarını emretmesi vefatından bir yıl önce idi. Önceki hadiste, bunun Medine'ye gelişinde tutulduğu ifade ediliyor. İbn Mes'ûd, aşure orucunun Ramazan orucunun farz kıhnışıyla terk edildiğini haber ver­mektedir. Yukarıda geçen îbn Abbas hadisi buna muhalefet etmektedir. Farziyeti terk olundu denilemez, çünkü Sahihayn'da, Muâviye b. Ebi Süf-yan'dan rivayet olunduğuna göre zaten farz kılınmamıştır. Muâviye der

ki: Rasûlullah'ı (s.a.) şöyle buyururken işittim: "Bu, aşure günüdür. Allah Teâlâ bu günde oruç tutmanızı farz kılmamıştır. Ama ben oruçluyum. Di­leyen oruç tutsun, dileyen tutmasın."[178] Muâviye bunu kesinlikle Mekke fethinden sonra işitmiştir.

4- Bir başka itiraz Müslim'in, Sahihimde Abdullah b. Abbas'tan yap­tığı şu rivayettir: Rasûlullah'a (s.a.): "Yahudiler ve hıristiyanlar bu güne hürmet ediyorlar" denildiğinde, şöyle buyurdu: "Gelecek yıla çıkarsam, dokuzuncu gün oruç tutacağım." Rasûlullah (s.a.), bir sonraki yılın aşure­sini göremeden vefat etti. Sonra yine Müslim, Sahihimde Hakem b. A'-rac'dan rivayet etmiştir: Hakem anlatıyor: Abdullah b. Abbas'ın yanına vardım. Zemzem kuyusunun başında ridasım yastık yapmış yatıyordu. Aşure orucu hakkında bana bilgi verir misin? dedim. îbn Abbas: Muharrem hilâ­lini gördüğünde saymaya başla, dokuzuncu gün gelince oruç tut, dedi, Ra­sûlullah (s.a.) bu orucu böyle mi tutardı? deyince; Evet, dedi.[179]

5-  Bir başka itiraz: Aşure orucu İslâm'ın ilk günlerinde farz idiyse Rasûlullah niçin kaza etmelerini emretmedi, halbuki geceden niyet etmeleri gerekirken edememişlerdi; farz değil idiyse Müsned'de ve diğer hadis kitap­larında değişik yönlerden gelmiş rivayetlerde geçtiği gibi Rasûlullah (s.a.) bir şeyler yemiş olanların o andan itibaren oruca başlamalarını nasıl emir buyurmuş olabilir? Gerçekten de Hz. Peygamber (s.a.), o gün bir şeyler yiyen kişilerin, günün geri kalanında oruç tutmasını emir buyurmuştu.[180] Bu durum ancak farz olan oruç için böyle olabilir. Bir de İbn Mes'ûd'un "Ramazan orucu farz kılınınca aşure orucu terkedildi, ama müstehab ola­rak kaldı" sözü nasıl sahih olur?

6-  Bir başka itiraz, İbn Abbas'ın aşure günü olarak Muharrem'in do­kuzuncu gününü belirlemesi ve Rasûlullah'ın (s.a.) da böyle oruç tuttuğu­nu haber vermesi: İbn Abbas, Hz. Peygamber'in (s.a.): "Aşure günü oruç tutunuz, yahudilere muhalefet etmek için de ya bir gün öncesinde ya da bir gün sonrasında oruç tutunuz."[181] buyurduğunu rivayet etmiştir. Bunu İmam Ahmed kitabında böyle kaydetmektedir. Oysa yine İbn Abbas (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.) Muharrem'in onuncu günü, aşure orucu tut­mamızı emretti." demektedir. Hadis Tirmizî'dedir.[182]

 

b) Bu İtirazlara Cevap:                                             

 

Allah'ın yardımı, desteği ve muvaffak kılması ile bu itirazların cevabı şöyledir:

1-  Hz. Peygamber'in (s.a.) Medine'ye geldiğinde yahudileri aşure gü­nü oruç tutarken gördüğüne dair birinci itiraza gelince, bu rivayette onları oruç tutar halde bulduğu günün, hemen geldiği gün olduğuna dair bir şey yoktur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) Medine'ye RabıuIevvelMn on ikinci pazartesi günü gelmiştir. Fakat bunu ilk öğrenişi, Medine'ye gelişinden son­raki ikinci yılda olmuştur. Eğer ehl-i kitap, oruçlarım kamerî takvime göre hesaplıyorsa, Rasûlullah Mekke'de iken durum böyle değildi. Güneş takvi­mine göre hesaplıyorsa, zaten itiraz tamamıyla yok olur. Allah Teâlâ'nın Hz. Musa'yı (a.s.) kurtardığı gün, Muharrem'in onuncu günü olan aşure, günüdür. Ehl-i kitap o günü güneş takvimine göre tesbit etmiş olur ki bu ise Hz. Peygamber'in (s.a.) Rabîulevvel ayında Medine'ye gelişine rastla­maktadır. Ehl-i kitabın orucu güneş takvimine göre hesaplanmaktadır. Müs­lümanların orucu ise kameri takvime göredir. Hacları ve aylar dikkate alı­narak yerine getirilen vacip veya müstehap ibadetlerinin tamamı da böyle­dir. Artık Hz. Peygamber'in (s.a.): "Biz Musa'ya sizden daha lâyığız" buyurmasıyla, bu güne hürmet gösterilmesi ve bu günün belirlenmesinde öncelik hakkının kime ait olduğuna dair hüküm açıklığa kavuşmuş oldu. Hıristiyanlar, oruçlarını belirleme konusunda onu yılın değişik aylarına te­sadüf eden bir mevsimine denk getirmekle hata ettikleri gibi; yahudiler de güneş takvimini kullandıklarından güneş takvimine göre seneyi dolaşan aşure gününün yıldönümünü belirlemede hata ediyorlardı.

2-  Kureyş, cahiliye döneminde aşure günü oruç tutardı, Hz. Peygam­ber (s.a.) de tutardı, şeklindeki ikinci itiraza gelince; Kureyş'in bu güne hürmet ettiğinde hiç şüphe yoktur. O günde Kabe'ye örtü çekiyorlar ve o günde oruç tutmayı da hürmetin tamamlayıcısı kabul ediyorlardı. Fakat onu hilâllere göre hesap ediyorlardı. Halbuki yahudilere göre Muharrem'in onuncu günü idi. Hz. Peygamber (s.a.) Medine'ye geldiğinde, yahudileri bu onuncu güne hürmet eder ve oruç tutar halde buldu da sebebini sordu. Yahudiler: "Bugün, Allah Teâlâ'nın Hz. Musa'yı ve kavmini Firavun'dan kurtardığı gündür." dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) da: "Biz Mu­sa'ya sizden daha lâyığız, daha yakınız." dedi ve bugünün hürmetini kabul edip destekleyerek hem kendisi oruç tuttu, hem de ashabının oruç tutması­nı emir buyurdu. Hz. Peygamber (s.a.), kendisinin ve ümmetinin Hz. Mu­sa'ya (a.s.) yahudilerden daha lâyık ve yakın olduğunu haber vermiştir. Hz. Musa (a.s.) Allah'a şükretmek için o gün oruç tutmuşsa, biz bu konu­da ona uymaya yahudilerden daha yakın ve daha lâyığız. Özellikle şu: "Şe­riatımız aksini söylemedikçe; bizden öncekilerin şeriatı bizim de şeriatımız-dır." prensibini düşündüğümüzde.

Hz. Musa'nın (a.s.) o gün oruç tuttuğunu nereden biliyorsunuz? deni­lirse, biz deriz ki: Sahihayn'da. sabit olduğuna göre Rasûlulah (s.a.), bunu yahudilere sorduğunda onlar: Bugün, Allah'ın Musa'yı ve kavmini kurtar­dığı, Firavun'u ve kavmini boğduğu, büyük bir gündür. Musa, Allah'a şükretmek için o gün oruç tuttu, biz de bu günde oruç tutarız, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) "Biz Musa'ya sizden daha yakın ve daha lâyığız." dedİ[183] ve hem oruç tuttu hem de oruç tutulmasını emir buyur­du. Onları bu konuda destekleyip yalanlamayınca, Hz. Musa'nın (a.s.) o gün, Allah'a şükretmek için oruç tuttuğu böylece anlaşılmış oldu. Aşure gününe gösterilen bu hürmet, hicretten önce gösterilen hürmete eklendi ve bu günün değeri daha da arttı. Hatta Rasûlullah (s.a.), o gün oruç tutul­ması için, o ana kadar yemiş olanların da o andan itibaren oruca başlama­sı için çarşı-pazarda tellâl çağırttı. Görünen o ki, Hz. Peygamber (s.a.) onlara bunu zorunlu kılmış ve ileride geleceği gibi onlara bu aşure orucunu farz kılmıştır.

3- Hz. Peygamber'in (s.a.) Ramazan orucu farz kılınmadan önce aşu­re günü oruç tuttuğunu ve Ramazan orucu farz kılınınca onu terkettiğini gösteren üçüncü itiraza gelince; bundan kurtuluş yoktur. Çünkü Ramazan orucundan önce aşure günü oruç tutmak farzdı. Bu durumda müstehab oluşu değil, farz oluşu terk edilmiş olur. Böyle olduğu ortaya çıkar ve kesinleşir. Çünkü, vefatından bir yıl önce kendisine yahudilerin oruç tuttu­ğu söylendiğinde Rasûlullah (s.a.): "Gelecek yıla çıkarsam ^dokuzuncu gün oruç tutacağım" demiştir, ki bu "onuncu günle birlikte" anlamına gelir. Yine Hz. Peygamber (s.a.): "Yahudilere muhalefet ediniz. Ya bir gün Ön­cesinde ya da bir gün sonrasında oruç tutunuz."[184] buyurmuştur. Yani aşure günüyle birlikte. Bunun, işin sonunda söylendiğinde şüphe yoktur. Fakat ilk zamanlarda Hz. Peygamber (s.a.), kendisine bir şey emredilme­yen konularda ehl-i kitaba uymaktan hoşlanırdı. Böylece aşure orucunun müstehablığmın terkedilmediği anlaşılmaktadır.

Aşure orucu farz kılınmadı diyen kişi iki şeyden birini kabul etmelidir: Ya müstehab oluşu terkedilmiştir demelidir -ki o zaman müstehablık diye bir şey kalmaz - ya da bunu söyleyen Abdullah b. Mes'ûd'un şahsi görü­şü budur ve o aşure günü oruç tutmanın müstehap olduğunu bilmiyordu demelidir ki bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) ashabını, o gün oruç tutmaya teşvik etmiş ve aşure orucunun geçmiş yıhn günahları­na keffaret olacağını haber vermiştir.[185]' Sahabe-i kiram da Hz. Peygam-ber'in (s.a.) vefatına kadar1 aşure orucuna devam etmişler ve O'ndan (s.a.) aşure orucunu yasakladığına ve mekruh olduğuna dair bir harf bile rivayet etmemişlerdir. Bundan da müstehap oluşunun değil, farz oluşunun terk edildiği anlaşılmaktadır.

Buharî ve Müslim'in, sıhhatinde ittifak ettikleri Muâviye hadisine gö­re, aşure orucunun farz olmadığı ve kesinlikle farz kılınmadığı açıktır, de­nilirse şöyle cevap verilir:

  1. a) Muâviye hadisi, bu orucun farziyetinin sürekli olmadığını ve onun artık şimdi farz olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu hadis, daha önce var olup da sonradan neshedilen bir farziyetin olmadığını ifade etmi­yor. Daha önceleri farz olup da sonra farziyeti neshedilmiş bir oruç olması halinde "Allah Teâlâ onu bize farz kılmadı" demek imkânsız değildir.
  2. b)İkinci cevap da şudur: Nihayet olumsuzluk geçmiş zamanı ve bugü­nü genel olarak kapsamış olabilir. Dolayısıyla geçmişte farz kılmışının de­lilleri geçmişe tahsis olunur ve farzın devamında olumsuzluktan vazgeçilir.
  3. c) Üçüncü bir cevap: Hz. Peygamber (s.a.) aşure orucunun farziyyeti ve vücubiyeti konusunda Kur'an'dan yararlanarak olumsuz bir ifade kul­lanmıştır.  Buna,  Hz.  Peygamber'in (s.a.)  "Allah Teâlâ onu bize farzkılmadı" sözü delildir. Bu, âyetten başka, bir delille farz kılınmasına engel değildir. Allah Teâlâ'nm kullarına farz kıldığı, Hz. Peygamber'in (s.a.) ashaba farz kılındığını haber verdiğidir. Nitekim Allah Teâlâ "Oruç size farz kılındı." buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.) ise, Allah Teâlâ'nm farz kıldığı oruca dahil olduğunu vehmedenlerin kuşkusunu gidermek için aşure orucunun Allah Teâlâ'nm farz kıldığı oruca dahil olmadığını haber vermiş­tir. Önceden tutulması emredilip de sonra bu farz oruçla neshedilen aşure orucunun emredilmesiyle bunun arasında bir çelişki yoktur. Bunu şu husus da ortaya koyar: Muâviye bu sözü Hz. Peygamber'den (s.a.) Mekke fet­hinden sonra, Ramazan orucunun farziyetinin kesinleşmesi ve aşure orucu­nun farziyetinin de neshedilmesinin akabinde işitmiştir. Aşure orucunun emredilişine ve o ana kadar yiyenlerin hemen oruca başlamaları için tellâl çağırtıhşma şahit olanlar, Rasûlullah'm Medine'ye gelişinde Ramazan oru­cu farz kılınmadan önce buna da şahit oldular. Ramazan orucu, hicretin ikinci yılında farz kılındı ve RasûMlah (s.a.) dokuz Ramazan oruç tut­tuktan sonra vefat etti. Aşure orucunun emredildiğine şahit olanlar, buna, Ramazan orucu farz kılınmadan önce şahit olmuşlardır. Farziyetinin kaldı­rılışının haber verildiğine şahit olanlar ise, buna Ramazan orucu farz kılın­dıktan sonra, işin sonunda şahit olmuşlardır. Bu metod izlenmezse bu bö­lümdeki hadisler çelişir ve çatışır.

Geceden niyet edilmemiştir ki nasıl farz olsun. Zira Hz. Peygamber (s.a.): "Oruca geceden niyet etmeyen oruç tutmamıştır."[186]' buyurmuş­tur, denilirse; ona da şöyle cevap veririz:

Bu hadisin, Hz. Peygamber'in (s.a.) sözü mü yoksa Hz. Hafsa ve Hz. Âişe'nin sözü mü olduğunda ihtilâf vardır. Hz. Hafsa hadisim, Ma'-mer, Zührî, Süfyan b. Uyeyne ve Zührî'den rivayette bulunan Yunus b. Yezîd el-Eylî bu hadisi mevkuf olarak rivayet ederken, bazıları da merfû olduğunu söylemişlerdir. Hadisçilerin çoğunluğu; mevkuf olması daha doğ­rudur, demişlerdir. Tirmizî: "Bunu Nâfi', İbn Ömer'den, onun sözü ola­rak rivayet etti." demiştir. Hadisçilerden bir kısmı, merfû olarak rivayet eden râvinin güvenilirliği ve adaletli oluşu sebebiyle hadisin merfûluğunu sahih kabu! etmişlerdir. Hz. Âişe hadisi de merfû ve mevkuf olarak rivayet edilmiş ve merfû oluşunun sahih olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. Merfû oluşu sabit olmazsa zaten konuşmaya gerek yoktur. Merfû olduğu sabit ise, hadisin Ramazan orucunun farz kılınmasından sonra söylendiği anlaşı­lır. Öyleyse bu, aşure günü orucunun emr ediliş inden sonradır ve bir vacib hükmünün yenilenmesidir -ki bu da geceden niyet etmektir-, yoksa Al­lah Teâlâ'nın hitabıyla sabit olan bir hükmü neshetmek değildir. Aşure günü orucunun gündüz yapılan bir niyetle geçerli sayılması, Ramazan oru­cunun ve geceden niyet etmenin farz kılınmasından öncedir. Sonra Rama­zan orucunun farz kıhnmasıyla aşure orucunun farziyyeti nesholundu ve geceden niyet etmenin farziyyeti yenilendi. Bu birinci görüştür.

İkincisi ise Hanefîlerin görüşüdür. Aşure günü orucunun farziyyeti iki şeyi kapsamaktadır: Aşure günü orucunun farziyyeti ve bu oruca gündüz niyet etmenin caiz olması. Sonra bir farzın muayyenliği diğer bir farzla nesholundu. Fakat oruca gündüz niyet etmenin yeterli oluşu neshedilme-den kaldı.

Üçüncü görüş, farzın bilgiye bağlı oluşudur. Aşure orucunun farz kı­lındığı gündüz öğrenilmiştir; bundan ötürü, geceden niyet etme imkânı yok­tur. Nitekim niyet, farz yenilendiği ve bu durum öğrenildiği vakit farz kı­lındı. Eğer böyle olmasaydı güç yetirilemez bir teklif olurdu ki, bu imkân­sızdır. Bu yolu tutanlar diyorlar ki: Buna göre Ramazan hilâlinin görüldü­ğü, gündüz vakti delille sabit olunca farziyeti öğrenmenin hemen peşinden yapılan bir niyetle orucun geçerli sayılması da böyledir. İşte oruca gündüz niyet etmenin aslı, aşure günü orucudur. Bu ise üstadımızın (îbn Teymiy-ye'nin) görüşüdür. Gördüğünüz gibi bu, en doğru ve şeriatın usul ve kaide­lerine en uygun görüş olup, pek çok hadis-i şerif buna delil olmakta, dağıl­dığı zannedilen parçalarım bir araya toplayıp zaruret olmadığı halde nesih vardır iddiasından kurtarmaktadır. Bunun dışındaki görüşler, şeriatin kai­delerinden bazılarına veya bazı rivayetlere aykırı düşmekten kurtulamaz. Hz. Peygamber (s.a.) farz kılınan kıble değişikliği kendilerine ulaşmadığın­dan, nesholunan kıbleye (Mescid-i Aksâ'ya) yönelerek namaz kılan bazı Küba ahalisine, bir kısmını bu şekilde kıldıkları namazlarını iade etmeleri­ni nasıl emir buyurmadı ise; yine aşure orucunun farz kılınışı hakkındaki haber kendilerine ulaşmadığından, ya da farz kılmış sebebini öğrenmeye imkân bulamadıklarından ötürü yeyip içen kişilere de öylece aşure orucunu kaza etmelerini emir buyurmadı. Hz. Peygamber (s.a.), farz olan geceden niyet etmeyi terketmiştir, denilemez. Çünkü geceden niyet etmenin farz ol-ması, geceden niyet edilecek amelin farz kılmışının bilinmesine bağlıdır. Bu ise gayet açıktır.

Bu görüşün, şöyle söyleyenin görüşünden daha sahih olduğunda da şüphe yoktur: Aşure orucu farzdı. Gündüz vakti niyet etmek suretiyle tu­tulması yeterliydi. Sonra farziyyetine ait hüküm nesholundu, dolayısıyla farziyyetine ilişkin diğer hükümler de neshedilmiş oldu. Onlardan birisi de bu oruca, gündüz niyet etmenin caiz olmasıydı. Çünkü farziyyetine iliş­kin hükümler kendisine tâbidir. Tâbi olunan ortadan kalkınca, tâbi olanlar ve kendisiyle ilişkili hükümler de onunla birlikte ortadan kalkar. Gündüz­den yapılan bir niyetle farz orucun tutulmasına yeterli sayılması, bugünün özelliklerine ilişkin hükümlerden değildi. Aksine farz kılınan oruca ilişkin hükümlerdendi. Farz oruç, ortadan kalkmamış, ancak tayin olunduğu me­kân değişmiştir. Bir yerden bir yere taşınmıştır. Gündüzden niyet etmenin geçerli olup olmaması asıl orucun tayininden değil, tâbilerindendir.

"Aşure orucu hiç farz kılınmadı" diyenin görüşünden de üstadın gö­rüşü daha sahihtir. Çünkü oruç tutma emri sabittir. Emrin genel bir ilanla kuvvetlendirilmesi, ayrıca yemiş olanların da hemen o andan itibaren oru­ca başlamalarının emredilmesi oruç tutma emrini iyice pekiştirmiştir. Bü­tün bunlar açıktır, farziyyetini güçlendirmektedir. İbn Mes'ûd: "Ramazan orucu farz kılınınca aşure orucu terkedildi." diyor. Daha önce yukarıda geçen ve daha başka delillerle müstehap olarak kaldığı malumdur. Böylece terk edilenin aşure orucunun farziyyeti olduğu ortaya çıkmıştır. İşte bu konuda insanlar, anlattığımız bu beş türlü görüştedirler. Allah en iyisini bilendir.                                                                            

4- Dördüncü itiraza gelince: Hz. Peygamber (s.a.): "Gelecek yıla sağ çıkarsam, dokuzuncu gün oruç tutacağım." buyurmuş ve bir sonraki yıla ömrü vefa etmemişti. İbn Abbas ise: "Rasülullah (s.a.) dokuzuncu gün oruç tutardı" diye rivayet etmiştir. İbn Abbas hem onu hem bunu rivayet etsin, her ikisi de sahih olsun ve aralarında çelişki bulunmasın, nasıl olur? İbn Abbas'm, Hz. Peygamberdin (s.a.) dokuzuncu gün oruç tuttuğunu ve gelecek yıla sağ çıkarsa, yine dokuzuncu gün oruç tutacağını haber vermiş olması, ya da Peygamber'in (s.a.) niyetlenmesine ve vâdetmesine dayana­rak O'nun böyle.yaptığını haber vermiş olması mümkündür. Mukayyed bir ifade ile bundan haber vermesi sahih olur. Yani sağ kalsaydı, böyle yapar­dı, diye haber verebilir. Tuttuğunu biliyorsa, o zaman da mutlak bir ifade ile haber vermesi sahih olur. Her iki ihtimale göre de bu iki hadis birbirini nakzetmez.                                                                        

5-  Beşinci itirazın cevabı yeterince verildi.

6- Altıncı itiraza gelince, îbn Abbas'ın: "Hazırlan ve dokuzuncu gün olunca oruç tut" sözü idi. İbn Abbas rivayetlerinin tamamı üzerinde düşü­nen kişinin kafasında bu itiraz yok olur ve onun ne kadar geniş bir ilme sahip olduğunu anlar. Çünkü o, aşure orucunu yalnız dokuzuncu güne tahsis etmemiş, sadece soruyu sorana: "Dokuzuncu gün oruç tut" demiş­tir. Bütün insanların "aşure günü" kabul ettiği Muharrem'in onuncu gü­nünü, soru soranın da aşure günü olarak bilmesiyle yetinmiş ve soru sora­na onuncu günle birlikte dokuzuncu gün de oruç tutması gerektiğini bildir­miş ve Rasûlullah'ın (s.a.) da böyle oruç tuttuğunu haber vermiştir. Ya böyle yapmış olmalıdır -ki evlâ olan budur-, ya da Hz. Peygamber'in (s.a.) fiilini aşure orucunu emretmesine ve gelecekte onu tutmaya niyetlen­mesine hamletmiş olmalıdır. İbn Abbas'ın diğer rivayetleri de buna delil­dir: "Ondan ya bir gün öncesinde ya da bir gün sonrasında oruç tutu-nuz"[187] hadisini de; "Rasûlullah (s.a.) bize aşure orucunu, Muharrem'­in onuncu günü tutmamızı emretti." hadisini de rivayet eden odur. İbn Abbas'tan gelen bütün bu rivayetler hem birbirini doğrulamakta hem de desteklemektedir. [188]

 

c) Aşure Orucu Üç Türlüdür:

 

Aşure orucu üç türlüdür. En iyisi, hem bir gün öncesinde hem de bir gün sonrasında oruç tutmaktır[189] Bunun ardından dokuzuncu veya onuncu gün ile birlikte oruç tutulması gelmektedir ve hadislerin çoğu böyle yapılmasına delâlet etmektedir. Bundan sonra da sadece onuncu gün oruç tutulması gelmektedir.

Sadece dokuzuncu gün oruç tutulmasına gelince, hadisleri tam olarak anlayamayan, metinlerini ve senedlerini incelemeyen, dil bilgisinden ve şe-riatdan uzaklaşmıştır. (Yani yanlışlık yapmıştır.) Doğru olana eriştiren Al­lah Teâlâ'dır.Bazı âlimler başka bir yol izleyerek şöyle demişlerdir: Bu ibadeti yeri-ni. ne getirmekle beraber bundan maksad, ehl-i kitaba muhalefet etmek oldu­ğu aşikârdır. Bu ise iki şekilde yapılabilir: Ya onuncu günü dokuzuncu güne aktarmakla, ya da her iki gün oruç tutmakla. Hz. Peygamber'in (s.a.): "Gelecek yıla çıkarsak dokuzuncu gün oruç tutarız." hadisi iki ihtimali de taşımaktadır. Maksadı anlaşılmadan Rasûlullah (s.a.) vefat etti. O hal­de iki gün birden oruç tutmak ihtiyatlı olur. Daha önce açıkladığımız gö­rüş, Allah'ın izni ile en doğru görüştür. İbn Abbas hadislerinin tamamı da buna delâlet etmektedir. Çünkü Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği ha­diste Rasûlullah'ın (s.a.): "Yahudilere muhalefet etmek için ya bir gün öncesinde ya da bir gün sonrasında oruç tutunuz."[190] ve Tirmizî'nin ri­vayet ettiği hadiste de: "Aşure orucunu onuncu gün tutmamız emredildi." buyurması, tutmuş olduğumuz yolun doğruluğunu açıklamaktadır. Allah en iyi bilendir.  [191]                                                                  

 

6- Arafat'ta Oruç Tutmaması:

 

Arefe günü Arafat'ta oruç tutmamak da Hz. Peygamber'in (s.a.) sün-netindendi. Bu, Sahihayn'da rivayet olunmuştur.[192]

Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.), "Arafat'ta arefe günü orucu tutulmasını yasaklamıştır." Sünen sahipleri böyle rivayet etmişler­dir.[193] Yine arefe orucunun, geçen yılın günahlarına keffaret olduğu ko­nusundaki rivayet de sahihtir. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[194]

Arafat'ta orucunu bozmasına dair pek çok hikmetler sayılmıştır:

1- Oruç tutmayan (oruç tutana göre) güçlü olacağı için daha iyi dua eder.

2-  Yolculukta oruç bozmak farz oruçtan bile daha faziletli olduğu göre, nafile oruçtan nasıl olmaz?

3- Hz. Peygamber'in Veda haccında arefe günü cuma günü idi ve Hz. Peygamber (s.a.); yalnızca cuma günü tek bir gün oruç tutmayı yasakla­mıştı. Her ne kadar cuma günü için değil arefe günü için oruç tutuyor olsa da, bu vesileyle sadece cuma günü oruç tutmayı yasakladığını pekiştir­mek amacıyla insanlara kendisinin oruç tutmadığını göstermek istedi.

Üstadımız (İbn Teymiyye) başka bir yol tutmuştur: Ona göre, insan­lar, bayram günlerinde toplandıkları gibi toplandıklarından dolayı arefe günü, Arafat'takiler için bayramdı. Ve bu toplantı Arafat'ta olmayanlara değil Arafat'ta olanlara has kılınmıştı. Nitekim Rasûlullah (s.a.) Sünen sa­hiplerinin rivayet ettikleri hadiste buna işaret etmiştir: "Arafat'a çıktığımız gün, kurban kestiğimiz gün ve Mina'da bulunduğumuz gün biz ehl-i İs­lâm'ın bayramıdır."[195] Bayram oluşu o topluluğa dahil olanların bu gün­lerde toplanmalarından ötürü olduğu malumdur. Allah en iyisini bilendir. [196]

 

7- Cumartesi ve Pazar Günleri Orucu:                  

 

Rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.), cumartesi ve pazar günleri çok oruç tutar ve bununla yahudi ve hıristiyanlara muhalefet etmeyi amaçlardı. Nitekim Müsned'de ve Nesâî'nin Sünen'inde, îbn Abbas'ın kölesi Küreyb'-ten rivayet olunduğuna göre Kûreyb diyor ki: İbn Abbas ve Hz. Peygam-ber'in (s.a.) ashabından bazıları beni, Ümmü Seleme'ye Hz. Peygamber'in (s.a.) en çok hangi günler oruç tuttuğunu sormam için gönderdiler. Ümmü Seleme: "Cumartesi ve pazar" dedi ve Hz. Peygamber'in (s.a.): "Bu iki gün müşriklerin bayramıdır; ben de onlara muhalefet etmeyi severim. "[197] buyurduğunu ilâve etti. Bu hadisin sıhhati şüphelidir. Çünkü hadis, Mu-hammed b. Ömer b. Ali b. Ebî Tâlib'in rivayeti olup onun bazı hadisleri münker bulunmuştur. Abdülhak, Ahkâm adlı eserinde İbn Cüreyc'den', o Abbas b. Abdillah b. Abbas'tan, o da amcası Fazl'dan, Fazl'm: "Hz. Pey­gamber (s.a.) bize âit bir vahada (amcası) Abbas'ı ziyaret etti." dediğini rivayet ettikten sonra da "isnadı zayıftır" diyor. îbn Kattan da: "Hadis, söylediği gibi zayıftır. Muhammed b. Ömer'in durumu bilinmiyor." diye­rek, cumartesi ve pazar günü orucuna dair Ümmü Seleme'den rivayet ettiği bu hadisi zikretti ve ekledi: Abdülhak onu sahih görerek sükût etmiştir, Muhammed b. Ömer'in durumu bilinmemektedir, ondan rivayette bulunan oğlu Abdullah b. Muhammed b. Ömer'in durumu da bilinmemektedir. Buna göre ben hadisi "hasen" görüyorum. Allah en iyisini bilendir.

İmam Ahmed ve Ebu Davud, Abdullah b. Büsr el-Sülemî'den, o kız-kardeşi Sammâ'dan rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (s.a.): "Üzerinize farz kılınan oruç (Ramazan ayı içindeki cuma günleri) müstesna cumartesi gü­nü oruç tutmayınız. Sizden biriniz (cumartesi günü) ancak bir üzüm kapçı­ğı veya bir ağaç parçası bile bulsa onu çiğnesin (oruç tutmamış olsun)." [198] buyurmuştur.

Ulemâ bu iki hadis hakkında ihtilâf etti. Allah rahmet etsin İmam Malik, Abdullah b. Büsr hadisini kastederek: "Bu yalandır" dedi. Onun böyle dediğini Ebu Davud kaydetmiştir. Tirmizî: "Bu hadis hasendir", Ebu Davud: "Bu hadis mensuhtur", Nesâî: "Bu muztarib bir hadistir" dedi. Âlimlerden bir cemaat şöyle demiştir: "Bu hadisle Ümmü Seleme hadisi arasında çelişki yoktur. Bu günün orucunun yasaklanması yalnızca cumar­tesi günü (tek bir gün) oruç tutmak sebebiyledir. Bunun üzerine Ebu Da­vud, Sadece Cumartesi Günü Oruç Tutmanın Yasaklanması Babı diye bir bölüm açmıştır. Cumartesi günü oruç tuttuğu hadisi, pazar günüyle birlik­te tuttuğunu ifade eder." Dediler ki: Bunun benzeri bir mesele yalnızca cuma günü oruç tutmanın yasaklanması, ancak bir gün öncesiyle veya bir gün sonrasıyla beraber tutulmasının caiz olması meselesidir. [199] O gün oruç tutmanın sözkonusu güne bir tür saygı olduğunu ve saygı göstermek hususunda ehl-i kitaba muvafakat etmek anlamına geldiğini söyleyenin zannı böylece giderilir. Karşı çıkmaları o günde oruç tutmayı kapsasa bile, hür­met ve saygı göstermek ancak tek başına o günde oruç tutmakla olabilir. Şüphesiz hadis, sadece o gün oruç tutmak hakkında değildir. O gün, bir gün öncesiyle veya sonrasıyle birlikte oruç tutulmasına gelince, bunda her­hangi bir saygı gösterme sözkonusu değildir. Allah en iyisini bilir. [200]

 

8- Bütün Seneyi Oruçlu Geçirmek:

 

Peşpeşe, devamlı oruç tutmak (serd-i savm) ve savm-i dehr (buti bir seneyi oruçlu geçirmek) Rasûlullah'ın (s.a.) sünnetinden değildi. Aksi­ne: "Dehr orucu tutan, ne oruç tutmuştur, ne de tutmamıştır."[201] bu­yurmuştur. Bu sözüyle oruç tutulması haram kılınan günlerde oruç tutan kimseyi kasdetmiş değildir. O, bunu, "Dehr orucu tutan kişi hakkında görüşünüz nedir?" diye soran kimseye cevap olarak söylemiştir. Halbuki haram kılınmış bir şeyi yapana "Ne tutmuştur, ne de tutmamıştır." denil­mez. Çünkü bu cevap, oruç tutup tutmamasının eşit olduğunu, sevap veya ceza gerektirmeyeceğini çağrıştırmaktadır. Allah'ın tutulmasını haram kıl­dığı orucu tutan böyle değildir (haramı işlediği için cezası vardır). Bu, ha­ram kılman oruca dair sorulan soruya uygun bir cevap değildir. Aynı za­manda savm-i dehri müstehab görenlere göre de hem müstehabi, hem de haramı işlemiş olur. Çünkü onîara göre hem oruç tutulması müstehab gün­lerde oruç tutarak müstehab işlemiş, hem de oruç tutulması haram olan günlerde oruç tutarak haram irtikâb etmiştir. Her iki durumda da "Ne oruç tutmuştur, ne de tutmamıştır" denilmez. Rasûlullah'ın (s.a.) sözünü buna yorumlamak açık bir yanlıştır.

Hem oruç tutulması haram olan günler, şeriatte müstesnadır ve o gün­lerde oruç tutmak şer'an mümkün değildir. Bu günler şeriate göre gece ve hayız günleri gibidir. (Geceleyin ve hayız günlerinde oruç tutulmadığı gibi, bu günlerde de tutulmaz.) Dolayısıyle sahâbe-i kiram o günlerde oruç tutulup tutulmayacağım sormamışlardır. Çünkü oruç tutulması haram olan günlerin oruca elverişli olmadığını biliyorlardı. Hem haram kılındığını bil-meselerdi, Hz. Peygamber (s.a.) sahabeye: "Ne oruç tutmuştur, ne de tut­mamıştır." diye cevap vermezdi. Zira hadisde haram kılınışa dair bir açık­lama yoktur.

O'nun kuşku götürmez sünneti şudur: Bir gü» oruç tutup bir gün ye­mek savm-i dehrden daha faziletlidir ve Allah'a daha hoş gelir. Peşpeşe bütün seneyi oruçlu geçirmek (savm-i dehr) mekruhtur. Mekruh olmasay­dı, şu üç imkânsız şeyden biri gerekirdi:

1) Savm-i dehrin, Allah Teâlâ'ya bir gün oruç tutup, bir gün tutma­maktan, (Hz. Davud orucundan) daha hoş gelmesi ve daha faziletli olması gerekirdi. Çünkü savm-i dehr diğerinden amel olarak daha fazladır. (Savm-i dehr tutan, Hz. Davud orucu tutandan sayı hesabıyla daha çok oruç tutmuştur.) Fakat şu sahih hadisle bu reddedilmiştir: "Allah'a en hoş gelen oruç Davud orucudur."[202] Ve savm-i dehr, Hz. Davud orucundan daha faziletli değildir.

2)  Ya da faziletçe eşit olmaları gerekirdi ki bu da mümkün değildir.

3)  Veya her iki kutbu birbirine eşit bir mubah olmaları, ne müstehab ne de mekruh olmamaları gerekirdi ki, bu da mümkün değildir. Çünkü ibadetlerde böyle bir özellik bulunmaz. Aksine ya yapılma tarafı ağır ba­sar, ya da yapılmama. En iyi bilen Allah'dır.

Denilirse ki: Hz. Peygamber (s.a.): "Kim, Ramazan orucunu tutar, sonra Şevval ayından da 6 gün oruç tutarak ona eklerse, savm-i dehr tut­muş gibi olur."[203], her aydan üç gün oruç tutan kişi için de: "İşte bu, savm-i dehre denktir." buyurmuştur.'[204] Hadis, savm-i dehrin, kendisine denk tutulanlardan daha faziletli ve bunun da istenen bir şey olduğuna delâlet eder. Sevabı diğer oruç tutanların sevabından daha çoktur, öyle ki bu oruçları tutanlar kendisine benzetilmiştir.

Cevap: Ölçüsü belirtilmiş bir konudaki bu teşbihin bizzat kendisi bu orucun müstehab oluşundan öte caiz olmasını bile gerektirmez. Yalnızca, eğer müstehap olsaydı sevapda ona benzerdi anlamını icabettirir. Böyle ol­duğunun delili hadisin bizzat kendisindedir: Hz. Peygamber (s.a.) her ay üç gün oruç tutmayı savm-i dehr'e denk görmüştür. Zira bir iyiliğin on kat sevabı vardır. Bu ise, her ay üç gün oruç tutanın 360 gün oruç tutan sevabını elde etmesini gerektirir. 360 gün oruç tutmanın ise kesinlikle ha­ram olduğu malumdur. Öyleyse burada kastedilen 360 gün oruç tutmanın meşru olduğunun takdir edilmesi halinde bu sevabın hasıl olduğudur. Şev­val ayında 6 gün oruç tutmanın Ramazan orucuyla birlikte bir senelik oruç tutmaya denk olduğunu ifade eden hadis de böyledir. Hz. Peygamber (s.a.) bunu belirttikten sonra: "Kim bir iyilik yaparsa 10 kat sevab kazanır" âyetini[205] okudu. İşte bu 36 günlük oruç, 360 günlük oruca denk gelir. Oysa 360 gün oruç tutmak ise ittifakla caiz değildir. Fakat bunun benzeri âdeten kendisine benzetilenin davranışının mümkün olmadığı hatta muhal olduğu konularda gelebilir. Hz. Peygamber (s.a.) böyle yapan kimseyi bunu yapmanın mümkün olduğu takdir edilerek ona benzetmiştir. Nitekim cihada denk bir amelin var olup olmadığına dair soru soran sahâbiye: "Mü-cahid cihada gittiğinde (dönünceye kadar) usanmaksızm namaz kılmayj ve bozmaksızın oruç tutmayı başarabilir misin?" diye karşılık vermiştir.[206] Şer'an 360 gün oruç tutmak nasıl mümkün değilse bunun da âdeten müm­kün olmayacağı malumdur. Faziletli ameli ara vermeden namaz kılmaya ve oruç tutmaya benzetmiştir. Bunun açık bir ifadeyle: Allah'ın en çok sevdiği namaz, Hz. Davud'un namazıdır ve bu namaz, sahih sünnetin açık ifadesiyle gecenin tamamını namazla geçirmekten daha faziletlidir. Hz. Pey­gamber (s.a.) yatsı ve sabah namazlarım cemaatle kılan kişinin bütün bir geceyi namazla geçirmiş gibi olacağım da örnek vermiştir.[207]

Soru: Peki Ahmed b. Hanbel'in Müsned'mdt geçen; Hz. Peygamber (s.a.): "Savm-i dehr tutan kişinin üzerine cehennem şöyle oluncaya kadar daraltılıp sıkıştırılır" buyurup avucunu yumdu, şeklindeki Ebu Musa el-Eş'arî hadisi[208] hakkında ne diyeceksiniz?

Cevap: Hadisin anlamı hakkında ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre, başkası ondan daha faziletlidir diye inandığı, nefsini zahmete soktuğu, ona yük yüklediği ve Hz. Peygamber'in (s.a.) sünnetinden yüz çevirdiği için bu hususta sadece söz konusu orucu tutana has bir daraltmadır. Diğerleri­ne göre ise, bu şahıs için cehennem öyle daraltıldı ki, ona orada bir yer kalmadı. Bu grup bu te'vili şu sebeple tercih etti: Oruçlu, nefsine şehvet yollarını oruçla daraltınca Allah da ona cehennemi daralttı ve orada onun için bir yer kalmadı. Çünkü Allah cehennemin yollarını o kişi için daralttı. Birinci grup hadisin o şekilde tevilini şu sebeble tercih etti: Hz. Peygamber (s.a.) bu anlamı kasdetseydi "O kişi için daraltıldı" derdi. "Kişinin üzeri­ne daraltma" ifadesi, ancak kişi cehennemde olursa mümkündür. Dediler ki: "Bu te'vil savm-i dehrin mekruh olduğunu ifade eden hadislere uygundur ve adı geçen orucu tutan oruç tutmamış kişi gibidir."[209] Allah en iyisini bilir. [210]

 

9- Nafile Orucun Kazası:

 

Hz. Peygamber (s.a.) ailesinin yanına girer ve "Yanınızda, yiyecek bir şey var mı?" diye sorardı. "Yok" derlerse, "Öyleyse ben oruçluyum" derdi. Böylece nafile oruca gündüzden niyet ederdi. Zaman zaman nafile oruca niyet eder, sonra da bozardı. Hz. Âişe (r.anha), Hz. Peygamber'in (s.a.) hem öyle hem de böyle yaptığını haber vermiştir. İlki Sahih-i Müs­lim'de, ikincisi de Nesâî'nin Kitab'ındadır.[211] Sünen'dt Hz. Âişe'nin ri­vayet ettiği şu hadise gelince: "Ben ve Hafsa oruçlu idik. Bize canımızın çektiği bir yiyecek geldi. Ondan yedik. Sonra Rasûlullah (s.a.) geldi. Hafsa beni atlatarak -ne de olsa babasının kızıydı -,Rasûlullah'a sordu: Ey Allah'ın Rasûlü, oruçluyduk, bize canımızın çektiği bir yiyecek geldi. Biz de ondan yedik. Rasûlullah: Yerine bir gün kaza orucu tutun! buyur­du. "[212] Hadis illetlidir.

Tirmizî şöyle der: Mâlik b. Enes, Ma'mer, Abdullah b. Ömer, Ziyad b. Sa'd ve pekçok hadis hafızı Zührî'den o da Hz. Âişe'den mürsel olarak rivayet etmişler ve senedde "Urve'den" ifadesini kullanmamışlardır. En sahihi budur. Hadisi Ebu Davud ve Nesâî, Hayve b. Şurayh - İbnü'1-Hâd -Urve'nin kölesi Zümeyl -Urve yoluyla Hz. Âişe'den mevsûl olarak ri­vayet etmişlerdir. Nesâî; "Zümeyl meşhur değildir." diyor. Buharı ise: "Zü-meyl'in Urve'den, Yezid b. el-Hâd'ın Zümeyl'den hadis işittiği bilinmiyor, bu hadisle delil getirilmez", demiştir.

Rasûlullah (s.a.) oruçlu olduğu halde bir yere misafir olduğunda oru­cunu tamamlardı, bozmazdı. Nitekim Ümmü Süleym'in yanma girdiğinde, Ümmü Süleym, Peygamberce (s.a.) hurma ve yağ getirmişti, "Yağınızı kır­basına ve hurmanızı kabına geri koyun, çünkü ben oruçluyum" buyurmuş­tu. [213] Fakat Ümmü Süleym Rasûlullah'ın (s.a.) yanında ev halkı (ehl-i beyti) gibiydi. Üstelik Sahih'te Ebu Hureyre'den (r.a.) rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.): "Biriniz oruçlu iken yemeğe davet edildiğinde 'ben oruçluyum' desin." buyurmuştur.[214]

İbn Mâce, Tirmizî ve Beyhakî'nin Hz. Âişe'den merfû olarak rivayet ettikleri; "Bir yere misafir olan, kendisini ağırlayanların izni olmaksızın oruç tutmasm!"[215] hadisi hakkında Tirmizî: "Hadis münkerdir, sikalar­dan hiç birinin bu hadisi Hişam b. Urve'den rivayet ettiğini bilmiyoruz." demiştir. [216]

 

10- Sadece Cuma Günü Tutulan Oruç:                    

 

Hz. Peygamber (s.a.) gerek fiil, gerek söz ile yalnız cuma günü oruç tutmanın mekruh olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca^Câbir b. Abdullah,[217] Ebu Hureyre, Cuveyriye bt. el-Hâris, Abdullah b. Amr, Cünâde el-Ezdî ve daha başka sahabîlerden Hz. Peygamber'in (s.a.) sadece cuma günü (bir tek gün) oruç tutmayı yasakladığı sahih olarak rivayet edilmiştir.İmam Ahmed'in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.) ashaba cuma günü oruç tutmadığını göstermek için cuma günü minberde iken su içmiş ve cuma günü oruç tutmanın o günün bayram günü olması sebebiyle yasaklandığını ifade etmiştir. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in Ebu Hureyre'den rivayet etti­ği hadiste, Hz. Peygamber (s.a.): "Cuma günü bayram günüdür. Bayram gününüzü oruç günü haline getirmeyiniz. Ancak öncesinde (perşembe) ve­ya sonrasında (cumartesi) oruç tutarsanız, o başka." buyurmaktadır. [218]

"Bir gün önceki ve bir gün sonraki günde oruç tutmakla bayram günü oruç tutulmaz." denilirse, şöyle cevap verilir: Cuma günü bayrama benze-tildiğinde, ona benzemesinden ötürü, oruç tutmak için özellikle cumayı seç­menin yasak olduğu sonucu çıkar. Artık bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutarsa onu özellikle seçmiş olmaz. Hükmü de ayın tamamı veya on günü ya da bir gün oruç tutup bir gün yemek suretiyle tutulan veya arefe ve aşure günü tutulan oruçların Cuma gününe rastlaması gibidir. Sayılan­ların hiçbirinde oruç tutmak mekruh değildir.

Soru: Peki, Abdullah b. Mes'ûd hadisini ne yapıyorsunuz? Abdullah b. Mes'ûd diyor ki: "Rasûlullah'ın (s.a.) cuma günü oruç yediğini görme­dim." (Yani cuma günleri devamlı oruç tutardı.) Bu hadisi, Sünen sahiple­ri kaydetmiştir.[219]

Cevap: Sahihse kabul ederiz ve bir gün öncesiyle veya bir gün sonrasıyla birlikte oruç tutulacağına hamledilmesi ortaya çıkmış olur. Sa­hih değilse reddederiz, çünkü garip hadislerdendir. Tirmizî de, hadis hak­kında: "Bu hadis, hasendir, garîbtir." demektedir. [220]

 

H) ÎTİKÂFLARI

 

1_ îtikâfm Hikmeti:

 

Gönlün salâhı ve Allah Teâlâ'ya gidiş yolunda olması, kendini Allah'a teksif etmesine ve bütünüyle Allah Teâlâ'ya yönelerek kalbinin dağınıklığı­nı toplamasına bağlıdır. Zira kalb dağılırsa, onu Allah Teâlâ'ya yönelmek­ten başka bir şey toplayamaz. Çok yemek ve içmek, halka çokça karışmak, çok konuşmak, çok uyumak, dağınıklığı arttıran, her bir vadiye dağıtan ve Allah Teâlâ'ya gidişi kesen, zayıflatan, engelleyen veya durduran şeyler­dendir. Bu sebeple Azız ve Rahim olan Allah'ın kullarına merhameti gere­ği, onlar için çok yeme ve içmeyi önleyen ve gönlü Allah Teâlâ'ya gidişten alıkoyan şehevî kirlerden arındıran orucu koymuştur. Üstelik Allah Teâlâ bunu ihtiyaç miktannca koymuştur, kul bundan dünya ve âhirette yararla­nır, dünyevî ve uhrevî maslahatlarından da ne zarar görür, ne de geri kalır. Allah Teâlâ, amacı ve özü kalbin Allah'a yö^ltrfesi ve teksif olması, O'-nunla başbaşa kalması, halkla ilgisinin kesilmesi ve sadece Allah Teâlâ ile ilgilenmesi demek olan îtikâfı vaz' etmiştir. Yine îtikâf sayesinde gönlün endişe ve vesveselerinin yerini Allah'ın zikri, sevgisi ve O'na yöneliş alır, istilâ eder. Bundan sonra endişelerin tümü Allah'tan, hatıraların tümü Al­lah'ı anmak için, düşünceler Allah'ın rızasını kazanmak ve O'na yaklaştı­ran şeyleri elde etmek için olur. Halkla kaynaşmasının yerini Allah'ın dost­luğu alır. Böylece hiçbir arkadaşın, dostun ve O'ndan başka sevindirenin bulunmadığı zamanda, kabirdeki yalnızlık günlerinde Allah'ın dostluğuna hazırlanmış olur. İşte itikâfın en yüce amacı budur.

Bu amaç ancak oruçla tamamlanabildiğinden Allah itikâfı, oruç tutulan en faziletli günlere koydu. Yani Ramazan'ın son on gününe. Hz. Pey-gamber'in (s.a.) oruç tutmadan îtikâfa girdiği kesinlikle rivayet edilmemiş­tir. Aksine Hz. Âişe: "Oruçsuz îtikâf olmaz."[221] demiştir. Allah Teâlâ îtikâfı hep oruçla birlikte zikretmiş, Rasûlullah (s.a.) da oruçsuz îtikâfa girmemiştir.

Selefin çoğunluğunun kabul ettiği, tercih edilen delil; îtikâfta orucun şart olduğudur. Şeyhülislâm Ebu'l Abbas îbn Teymiyye'nin tercih ettiği görüş de budur.

Konuşmaya gelince; ümmet için, âhirette fayda vermeyecek herşeyden dili alıkoymak şeriat olmuştur.

Çok uyumaya gelince: Bu ümmete gece ibadeti olarak en faziletli ve neticesi en iyi olan bir uykusuz kalma (teheccüd namazı) meşru kılınmıştır. Bu hem kalbe, hem de bedene fayda veren ve kulu işlerini görmekten alı­koymayan uyku arasına giren bir uykusuzluktur. Riyâzat ve sülük erbabı­nın riyazeti bu dört temele (az yeyip içme, halk içine fazla karışmama, az konuşma, az uyuma) dayanır. Onların bu konuda en mutluları Allah elçisi Hz. Muhammed'in (s.a.) yoluna giren, azıp sapmışlar gibi yoldan çıkmayan ve aşırıya kaçanlar gibi kusurlu davranmayanlardır.

Böylece Hz. Peygamber'in (s.a.) oruç, namaz ve konuşma hususunda­ki tutumlarını anlatmış olduk. Şimdi O'nun îtikâf konusundaki tutumları­nı anlatalım, [222]                                                                 

 

2- îtikâfa Girişi:

 

Hz. Peygamber (s.a.), Allah Teâlâ kendisini katına alıncaya kadar Ra-mazan'ın son on gününde îtikâfa girerdi.[223] îtikâfı bir defa terketti, onu da Şevval'de kaza etti.[224]

Kadir gecesini araştırdığından, bir defasında Ramazan'ın ilk on günü, sonra ortasındaki on gün, daha sonra da son on günde îtikâfa girdi. Sonra Kadir gecesinin son on gününde olduğunu anladı.(141) Rasûlullah (s.a.) da Rabbine kavuşuncaya kadar Ramazan'ın son on günü îtikâfa girmeye devam etti.

Çadır kurulmasını emreder, mescidde bir çadır kurulur ve orada RaJ bi azze ve celle ile başbaşa kalırdı.

îtikâfa girmek istediğinde, sabah namazım kılar, sonra îtikâfa girerdi. Bir defasında çadır kurmalarını emretti, kuruldu. Hanımlarının da çadırla­rında olmalarını emretti, onlarınki de kuruldu. Sabah namazını kıldığında baktı ve o çadırları gördü. Emredip çadırını bozdurdu ve Ramazan ayında îtikâfı terkedip Şevval ayının ilk on gününde îtikâfa girdi.[225]

Her yıl on gün îtikâfa girerdi. Vefat ettiği yıl yirmi gün îtikâf yaptı. Cebrail her yıl Kur'ân'ı Rasûlullah'la bir defa karşılıklı okurdu; o yıl iki defa okudu. Rasûlullah da Cebrail'e Kur'an'ı her yıl bir defa okurdu» o yıl iki defa okudu.[226]

îtikâfa girdiğinde, çadırına tek basma girer ve îtikâf halinde iken insa­nî ihtiyaçları dışında evine gitmezdi. Başını mescidden Hz. Âişe'nin odası­na doğru çıkarır (uzatır) -kendisi mescidde ve Hz. Âişe de hayızlı olduğu halde- Hz. Âişe Rasûlullah'm (s.a.) başını tarar ve yıkardı.[227] Rasûlullah (s.a.) îtikâfta iken hanımlarından biri kendisini ziyaret etmiş, gitmek için ayağa kalktığında Rasûlullah da onunla birlikte kalkıp, evine kadar götür­müştür. Bu geceleyin olmuştur.[228] Fakat îtikâfta iken hanımlarından hiçbirisiyle cinsel ilişkiye girmemiş, oynaşmamış, öpüşmemiş ve bu türden dav­ranışlarda bulunmamıştır. îtikâfa girdiğinde yatağı serilir, îtikâfa girdiği yere divanı konulurdu. İhtiyaç için îtikâftan çıktığında, yolu üzerindeki hastaya uğramış ama ona ne yönelmiş, ne de hal ve hatırını sormuştur.[229] Bir defasmda bir Türk çadırında îtikâfa girmiş ve tentesi üzerine hasır koy­muştur. [230]Bütün bunlar îtikâfın gayesini ve özünü elde etmek içindir; cahillerin, îtikâf yerini muhabbet ve ziyaretçilerin uğrak yeri haline getir­melerinin, aralarında dolaşan sözlerle sohbet etmelerinin tersinedir. Bu başka şey, Hz. Peygamber'in îtikâfı başka şeydir. Tevfik Allah'tandır. [231]

 

HAC VE UMRE

HZ. PEYGAMBERİN (S.A.) HAC VE UMRELERİNDEKİ

TATBİKATI

A) HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.) UMRELERİ

 

Hz. Peygamber (s.a.) hicretten sonra hepsi de Zilkade ayında olmak üzere toplam dört umre yaptı:

Birincisi, Hudeybiye umresi: îlk umresi olup hicretin altıncı senesinde yapmıştır. Müşrikler Beytullah'ı ziyaretten onu engelleyince, Hudeybiye'de engellendiği yerde develeri kurban etti. Hem kendisi, hem de ashabı başla­rını tıraş ettirdiler. İhramlarını çıkartıp o sene Medine'ye geri döndüler.[232]

İkincisi, ertesi sene yaptığı kaza umresi (umreîü'l-kadıyye): Mekke'ye girip orada üç gün kaldı. Sonra umresini tamamlayıp oradan ayrıldı. Bu umrenin, geçen sene alıkonulduğu umrenin kazası mı, yoksa yeni baştan bir umre mi olduğu konusunda âlimler iki farklı görüş ileri sürmüşlerdir. İmam Ahmed'den her ikisi de rivayet edilmiştir: 1) Kaza umresidir. Ebu Hanife'nin (r.h) görüşü budur. 2) Kaza umresi değildir. Mâlik (r.h.) de bu görüştedir. Kaza olduğunu söyleyenler delîl olarak "Bu umre, kaza um­resi diye isimlendirilmiştir. Bu isim hükme bağlı olarak verilmiştir." diyor­lar. Diğerleri ise derler ki: Buradaki "kaza" kelimesi borcunu ödemek, kaza etmek anlamındaki "kadâ" fiilinden değil, "mukâzât- antlaşma" kelimesinden gelmektedir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) bu umre için Mek-kelilerle antlaşma yapmıştır. Bu yüzden "umreîü'l-kadıyye = hüküm umresi" diye adlandırılmıştır. Beytullah'ı ziyaretten ahkonanların sayısı 1400 idi. Bunların hepsi umretü'l-kadıyyede Hz. Peygamber (s.a.) ile birlikte değil­di. Şayet bu umre, kaza umresi olsaydı bunlardan hiçbiri geri kalmazdı.

Bu görüş daha doğrudur. Zira Allah Rasûlü (s.a.) beraberinde bulunan kimselere umreyi kaza etmelerini emr etmemiştir.[233]

Üçüncüsü, haccıyla birlikte yaptığı umre: İnşallah, yakında vereceği­miz on[234] küsur delilden anlaşılacaktır ki, Hz. Peygamber (s.a.) "kıran hac-cı"[235] yapmıştır.

Dördüncüsü, Cirâne'den yaptığı umre: Huneyn'e çıkıp Mekke'ye geri döndüğünde Cirâne'den (ihrama girerek) Mekke'ye geldi, umresini yaptı.[236]

Sahihayn'da, Enes b. Mâlik'in şöyle dediği rivayet edilir: "Allah Ra­sûlü (s.a.) dört umre yapmıştır. Hac ile birlikte yaptığı umre dışında umre­lerinin hepsini Zilkade ayında yapmıştır. 1) Hudeybiye'den yahut Hudeybi-ye zamanı (hicretin altıncı yılında) Zilkade ayında yaptığı umre, 2) Ertesi sene Zilkade ayında yaptığı umre, 3) Huneyn ganimetlerini taksim ettiği yer olan Cirâne'den (ihrama girip) Zilkade ayında yaptığı umre, 4) Haccı ile beraber yaptığı umre,"[237] Bu hadis Sahihayn'da Berâ b. Âzib'den rivayet edilen: "Allah Rasûlü (s.a.) haccetmeden evvel Zilkade ayında iki kere umre yaptı." hadisi'[238]' ile çelişmez. Çünkü Berâ bu sözüyle tamamlanan ve hacdan ayrı yapılmış olan müstakil umreyi kasdetmektedir. Kuşku yok ki, Hz. Peygamber'in (s.a.) bu şekilde yaptığı umre ikidir. Zira kıran hac-cında yapılan umre müstakil değildir. Hudeybiye umresini yapmaktan da Hz. Peygamber (s.a.) engellendi ve bu umreyi tamamlamasına (Mekke müş­rikleri tarafından) mani olundu. Bundan dolayı İbn Abbâs: "Allah Rasûlü (s.a.) dört umre yaptı: 1- Hudeybiye umresi, 2- Ertesi seneki kaza umresi, 3- Üçüncüsü Ci'râne'den (ihrama girip) yaptığı umre, 4- Dördüncüsü hac-cıyla birlikte yaptığı umre" demiştir.[239] Bu hadisi İmam Ahmed kaydet­miştir.

Haccıyla birlikte yaptığı dışındaki umrelerini Zilkade ayında yaptığım ifade eden Enes hadisi ile, "Allah Rasûlü (s.a.) Zilkade ayı dışında umre yapmamıştır." şeklinde Âişe ve İbn Abbas'tan rivayet edilen hadis arasın­da bir çelişki yoktur. Çünkü kıran haccı ile birlikte yapılan umrenin baş­langıcı Zilkade ayına, sonu ise haccın bitimiyle beraber Zilhicce ayına rast­lamaktadır. Âişe ile îbn Abbas başlangıcını, Enes ise bitimini haber ver­mektedir.

Abdullah b. Ömer'in (r.a.) "Hz. Peygamber (s.a.) birisi Recep ayında j olmak üzere dört umre yaptı." sözü ise bir yanılgıdır. Onun bu sözü Hz. Âişe'nin kulağına gidince dedi ki: "Allah, Ebu Abdurrahman (İbn Ömer)'a rahmet etsin! Allah Rasûlü'nün (s.a.) yaptığı her umrede muhakkak kendi­si hazır bulunmuştur. Oysa Hz. Peygamber (s.a.) Recep ayında katiyen umre yapmamıştır."[240]

Dârakutnî, Hz. Âişe'nin şöyle dediğini aktarır: Allah Rasûlü (s.a.) ile beraber umre yapmak için Ramazan'da yola çıktım. O, orucunu yedi, ben tuttum; o, namazını kısaltarak kıldı, ben tam kıldım. Dedim ki: "Anam-babam  yoluna feda! Sen orucunu yedin, ben tuttum. Sen namazını kısalta­rak kıldın, ben ise tam kıldım." Bu sözlerim üzerine bana: "İyi etmişsin, ya Âişe!" buyurdu.[241] Bu hadis, yanlıştır. Zira Allah Rasûlü (s.a.) kesin­likle Ramazan'da umre yapmamıştır. O'nun umrelerinin sayıları ve zamanı bellidir. Biz diyoruz ki: Allah, mü'minlerin annesi Hz. Âişe'ye rahmet et­sin! Allah Rasûlü (s.a.) katiyen Ramazan'da umre yapmamıştır. Oysa Hz. Âişe'nin (r.a.) kendisi: "Allah Rasûlü (s.a.) Zilkade ayı dışında umre yap­madı." demiştir.[242] Bu hadisi İbn Mâce vs. muhaddisler rivayet etmişlerdir.

İhtilâf yoktur ki, Hz. Peygamber'in (s.a.) umreleri dördü geçmemek­tedir. Şayet Recep ayında umre yapmış olsaydı umrelerinin sayısı beş; Ra­mazan'da da yapmış olsaydı, sayıları altı olurdu. Ancak yaptığı umrelerin birini Recep, birini Ramazan ve birini de Zilkade ayında yapmıştır demek mümkünse de böyle bir şey olmamıştır. Enes (r.a.), İbn Abbas (r.a.) ve Hz. Âişe'nin (r.a.) söyledikleri gibi, Hz. Peygamber'in (s.a.) ancak Zilka­de ayında umre yaptığı bir gerçektir. Ebu Davud, Sünen'inde Hz. Âişe'den "Hz. Peygamber (s.a.) Şevval a'yında umre yaptı" hadisini rivayet eder.[243] Şayet bu rivayet sağlamsa, herhalde bu, Hz. Peygamber'in (s.a.) Şevval ayında yola çıkmış olup da Cirâne'den yaptığı umre olacaktır. Ancak Hz. Peygamber (s.a.) orada Zilkade ayında' ihrama girmiştir. [244]

 

1- Hz. Peygamber'in (s.a.) Umrelerinde ki Tatbikatı;

 

Hz. Peygamber'in (s.a.) umreleri arasında bugünkü insanların pek ço­ğunun yaptığı gibi Mekke'den çıkarak yaptığı bir umre yoktur. Bütün um­relerini Mekke'ye girince yapmıştır. Kendisine vahiy gelmeye başladıktan sonra, 13 yıl Mekke'de kaldığı halde O'nun bu süre içinde Mekke'den dı­şarı çıkarak umre yaptığı asla naklolunmamıştır.

Allah Rasûlü'nün (s.a.) yaptığı ve meşru kıldığı umre, Mekke'ye girip de yaptığı umredir; Mekke'de bulunan kimsenin umre yapmak için Mekke sınırları dışına çıkarak yaptığı umre değildir. O'nun devrinde beraberinde olan insanlar arasında Hz. Âişe'den başka hiçbir kimse bunu yapmamıştır/ Hz. Âişe ise umre niyetiyle ihrama girmiş; ama ardından hayız olmuştu. Bunun üzerine Hz. Peygamber'in (s.a.) emriyle haccı, umreye kattı ve böy­lece kıran haccı yapmış oJdu. Hz. Peygamber (s.a.), onun Beytullah'ı tava­fının ve Safa-Merve tepeleri arasında yaptığı sa'yının haccı ve umresi için geçerli olduğunu haber verince Hz. Âİşe (kıskançlık duyup) kederlendi. Ku­maları ayrı ayrı hac ve umre yaparak döneceklerdi. -Çünkü onlar temettü* haccı yapmışlar, hayız olmamışlar ve kıran haccı yapmamışlardı.- Kendisi ise hac arasında yaptığı umre ile dönecekti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) onun gönlünü hoş etmek için kardeşine (Abdurrahman b. Ebu Bekir) Ten'îm'den ona umre yaptırmasını emretti. Bu hac esnasında ne kendisi ne de beraberinde bulunan sahabılerden herhangi birisi Ten'îm'den umre yapmamıştır. İnşallah, bu konunun daha fazla ve genişçe bir açıklaması yakında gelecektir. [245]

 

2- Hac Aylarında ve Ramazan'da Umre:

 

Allah Rasûlü (s.a.) hicretten sonra Mekke'ye, birinci kere dışında beş defa girmiştir. Birinci keresinde ise Hudeybiye'ye vardığında Mekke'ye gir­mesine engel olunmuştu. Bu girişlerinden dördünde ihrama mîkatta girmiş, mîkata gelmeden ihram giymemiştir. Hudeybiye (anlaşmasının yapıldığı hicrî altı) senesinde Zülhuleyfe denilen yerde ihrama girmişti. Sonra ertesi yıl ikinci keresinde Mekke'ye girip umresini kaza etti ve orada üç gün kalıp çıktı. Fetih senesi (hicretin sekizinci senesi) Ramazan ayında ihramsiz ola­rak üçüncü defa girdi. Sonra oradan Huneyn'e gitti. Dönüşünde Cirâne denilen yerde umre niyetiyle ihram giyip Mekke'ye girdi. Bu umre sırasın­da Mekke'ye gece girip gece çıktı. Bugünkü Mekke halkının yaptığı gibi Hz. Peygamber (s.a.) Mekke'den Cirâne'ye umre yapmak için çıkmamış­tır. Yalnız Mekke'ye girerken orada ihram giymiştir. Umresini geceleyin kaza edince derhal Cirâne'ye döndü. Geceyi orada geçirdi. Sabah olup da güneş tepe noktadan batıya yönelince Batn-ı Şerif denilen yerden çıkıp yol kavşağına (Batn-ı Şeriften giden yolun Medine yoluyla buluştuğu bir kav­şak) kadar vardı. Bundan dolayı bu umre pek çok insana kapalı kaldı.[246]

Sözün özü, Hz. Peygamber (s.a.) bütün umrelerini müşriklerin tutum­larına aykırı olarak hac aylan içinde yapmıştır. Müşrikler ise hac aylarında umre yapmayı hoş görmezler, böyle bir umre için "en büyük günahlardandır" derlerdi. Bu da gösterir ki, hac aylarında yapılan umre, kuşkusuz Recep ayında yapılan umreden daha faziletlidir.

Hac aylarında yapılan umre ile Ramazan'da yapılan umrenin hangisi­nin daha faziletli olduğu konusu ise tartışmalıdır. Sahih bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.) kendisiyle birlikte haccetmeyi kaçıran Ümmü Ma'-kıî'a Ramazan'da umre yapmasını buyurmuş ve Ramazan'da yapılan bir umrenin, bir hacca bedel olduğunu haber vermiştir.[247]

Hem Ramazan umresinde, en faziletli zaman ve en faziletli mekân bir araya gelmektedir. Ancak Allah, Peygamberi (s.a.) için umreleri konu­sunda yalnız en uygun ve en lâyık vakitleri seçmiştir. Hac aylarında yapı­lan umre, haccın kendi ayları içinde yapılması gibidir. Bu ayları, Allah Teâlâ, bu ibadete has kılmış ve bu ibadet için vakit tayin etmiştir. Umre küçük haçtır. Öyleyse onun için de en uygun zaman hac aylandır. Zilkade ise bu ayların ortasında yer alır. Bu, hakkında Allah'a istiharede bulundu­ğumuz şeylerdendir. Kimde daha çok bir bilgi varsa o yolu tutsun.

Şöyle de denilebilir: Allah Rasûlü (s.a.) Ramazan'da umreden daha Önemli ibadetlerle meşgul olurdu. Bu ibadetlerle umreyi bir vakitte yapma­sı mümkün değildir. Bu sebeple umreyi hac aylarına tehir eder, Ramazan'­da ise tamamen kendini bu ibadetlere verirdi. Maamafih böyle bir şeyi yapmamış olmasında ümmetine şefkat ve merhameti sözkonusudur. Şayet Ramazan'da umre yapsaydı, ümmet kuşkusuz aynı şeyi yapmaya kalkışır­dı. Hem umre yapıp hem oruç tutmaları onlara meşakkat verirdi. Belki çoğunlukla nefisler hem umre, hem de Ramazan orucu sevabı elde etme hırsıyla bu ibadet sırasında orucu yemeye müsamaha göstermez, böylece meşakkat doğardı. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.) umreyi hac ayları­na tehir etmiştir. Malumdur ki, ümmetine meşakkat verir korkusuyla yap­mayı arzu ettiği halde pek çok ameli terkederdi.

Beytullah'a girdiğinde hüzünlü bir şekilde çıkmış ve Hz. Âişe bunun sebebini sorunca da: "Doğrusu ben, ümmetime meşakkat vermiş olmam­dan korkuyorum." Buyurmuştu.[248] Zemzem kuyusuna inip, hacılara zem­zem çeken (Abdülmuttaliboğulları) ile beraber zemzem çekmeyi tasarladık Ancak kendisinden sonra gelenlerin, sikâye hizmetini yürüten bu kabileye galebe çalmalarından endişe ederek bu düşüncesinden vazgeçti.[249] En doğ­rusunu Allah bilir. [250]

 

3- Hz. Peygamber (s.a.) Senede Bir Kere Umre Yapmıştır:

 

Hz. Peygamber'in (s.a.) bir sene içinde yalnız bir kere umre yaptığı bilinmektedir. Bir sene içinde iki defa umre yapmamıştır. Bazıları ise onun bir sene içinde iki defa umre yapmış olduğunu sanmışlar; delil olarak da Ebu Davud'un Sünen'inde Hz. Âişe'den "Allah Rasûlü (s.a.) iki umre yaptı:

Zilkade ayında bir umre, Şevval ayında bir umre." şeklinde rivayet ettiği hadisi[251] göstermişler ve demişler ki: "Bu hadiste anlatılmak istenen Hz. Peygamber'in (s.a.) yaptığı umrelerin toplamım ifade etmek değildir. Zira Enes, Âişe ve İbn Abbas gibi sahabîler Hz. Peygamber'in (s.a.) dört umre yaptığını söylemişlerdir. Böylece anlaşılmıştır ki, Hz. Âişe, Hz. Peygam­ber'in (s.a.) bir sene içinde biri Zilkade, diğeri Şevval ayında olmak üzere iki umre yaptığını ifade etmek istemiştir." Şayet Hz. Âişe'den rivayeti sağ-lamsa bu hadis bir yanılgıdır. Zira böyle bir şey katiyyen olmamıştır. Çün­kü Hz. Peygamber'in (s.a.) dört umre yaptığında şüphe yoktur: Birinci umre, Zilkade ayındaki Hudeybiye umresidir. Ertesi seneye kadar bir daha umre yapmamıştır. Kaza umresini (umretü'l-kadıyye) yine Zilkade ayında yapmış, sonra Medine'ye dönmüş ve sekizinci senenin Ramazan ayında Mek­ke'yi fethedinceye kadar bir daha oraya gitmemiştir. Bu Fetih senesinde de umre yapmamıştır. Sonra Şevval ayının altısında Huneyn'e sefer düzen­lemiş ve Allah, düşmanlarını bozguna uğratmış, ardından Hz. Peygamber (s.a.) Mekke'ye dönüp umre yapmak üzere ihrama girmiştir. Bu da Enes ve İbn Abbas'm dediği gibi Zilkade ayında olmuştur. O halde Hz. Pey­gamber (sa..) Şevval'de düşmanla karşılaşmış, bu ayda Mekke'den dışarı çıkmış ve umresini düşmanın işini bitirdikten sonra Zilkade ayında gecele­yin kaza etmiştir. Ne o sene ve ne ondan önceki ne de sonraki senelerde bir sene içinde iki umre yapmamıştır. Hz. Peygamber'in (s.a.) günlerine, sîretine ve hallerine özel ilgisi bulunan kimse bunda şüphe etmez, kuşku duymaz.

Soru: Şayet bunun Hz. Peygamberden (s.a.) rivayetini sabit görmü­yorlarsa bir sene içinde defalarca umre yapılmasını neye dayanarak müste-hap sayıyorlar?

Cevap: Bu meselede ihtilâf edilmiştir. İmam Mâlik: "bir sene içinde birden fazla umre yapılmasını mekruh görürüm." demiş, talebelerinden Mutarrif ile İbnü'l-Mevvâz (v.269/882) ona muhalefet etmişler, Mutarrif: "Bir sene içinde defalarca umre yapmakta bir sakınca yoktur." derken, İbnü'l-Mevvâz: "Bunda bir sakınca olmamasını umarım. Hz. Âişe, bir ay içinde iki defa umre yapmıştır. Herhangi bir ibadetle Allah'a yakınlaşmak­tan ve bir konuda fazlaca hayır işlemekten hiç kimsenin m en edilmesini uygun görmem. Bu konuda engelleyici bir nas da yoktur." demiştir. Bu, cumhurun görüşüdür. Ancak Ebu Hanife (r.h.), arefe günü, kurban günü ve teşrik günleri olmak üzere beş günü istisna etmiş ve o günlerde umre yapılamayacağını söylemiştir. Ebu Yusuf (r.h.) ise hassaten kurban günü­nü ve teşrik günlerini istisna etmiştir. Şâfiîler de teşrik günlerinde şeytan taşlamak üzere geceyi Mina'da geçiren kimseyi istisna etmişlerdir. Hz. Âi­şe, bir sene içinde iki defa umre yapmıştı. (Hz. Âişe'nin yeğeni) Kâsım'a: "Hiç kimse ona karşı gelmedi mi?" diye sordular. O da: "Müminlerin annesine mi?!" cevabını verdi. Enes, (hacda tıraş ettiği) başındaki saçlar kabarınca çıkar, umre yapardı.[252]

Hz. Ali'nin (r.a.) bir sene içinde defalarca umre yaptığı rivayet edil­mektedir,. Hz. Peygamber (s.a.) ise: "Yapılan bir umre, yapılacak diğer umreye kadar arada işlenen günahlara keffârettir." buyurmuştur.[253] Bu konuda Hz. Peygamber'in (s.a.) Hz. Âişe'ye, niyetlenip ihrama girerek tel-biyeye başladığı umresi dışında ayrıca Ten'îm'den umre yaptırması ve bu­nun bir sene içinde olması yeterli bir delildir. "Hz. Âişe umreyi bozmuştu. İşte Ten'îm'de, niyetlenip ihrama girdiği umre bunun kazasıdır." dene­mez. Zira umrenin bozulması sahih olmaz. Hz. Peygamber (s.a.) ona: "Yap­tığın tavaf hem haccın ve hem de umren için geçerli olur."[254] rivayetin bir başka metnine göre ise: "Her ikisinin de ihramından çıkmış oldun."[255] buyurmuştu.

Soru: Sahih-i Buharı'de Hz. Peygamber'in (s.a.) Hz. Âişe'ye: "Umre­ni boz, başını çöz ve saçlarını tara.", bir diğer metinde ise "Başım çöz ve saçlarını tara." ve bir başka metinde de "Hacca niyetlenip telbiye et, umreyi bırak." buyurduğu rivayet edilmektedir.[256] İşte bu iki yönden Hz. Âişe'nin umreyi bozduğunu açıkça ifade etmektedir: 1- Hz. Peygamber'in (s.a.) "Umreyi boz" ve "umreyi bırak" buyurması, 2- Hz. Âişe'ye saçları­nı taramasını emretmesi.

Cevap: "Umreyi boz" sözü, umre fiillerini ve yalnız onu yapmayı bı­rak, onun yanında bir de hac yap anlamındadır. Hac amellerini bitirdiğin­de Hz. Peygamber'in (s.a.) ona: "Her ikisinin de ihramından çıkmış ol­dun." buyurması, ayrıca "Yaptığın tavaf hem haccm ve hem de umren için geçerli olur." buyurması da burada ifade edilmek istenenin bu olduğu­nu ortaya koyar. İşte bu umre ihramının bozulmadığı, sadece umre amelle­rinin ve yalnız umre yapmanın bozulduğu, Hz. Âişe'nin haccının bitimiyle hem haccının hem de umresinin bittiği konusunda açık bir ifadedir. Sonra Hz. Peygamber (s.a.) onun gönlünü hoş etmek için ona Ten'îm'den umre yaptırdı. Böylece o da kumaları gibi müstakil bir umre yapmış oldu. Bunu

Müslim'in, Sahih'inde Zührî yoluyla Urve'den rivayet ettiği şu hadis açık bir şekilde ortaya koyar. Hz. Âişe anlatıyor: "Veda haccı için Allah Rasû-lü (s.a.) ile birlikte çıktık. Ben hayız oldum. Arefe gününe değin aybaşı halim devam etti. Yalnızca umreye niyetlenip ihram giymiştim. Allah Ra-sûlü (s.a.) bana başımı çözmemi, saçlarımı taramamı, hacca niyet edip ih­ram giymemi ve umreyi bırakmamı emretti. Ben de denileni yaptım. Haccı-mı bitirince Allah Rasûlü (s.a.) beraberimde (kardeşim) Abdurrahman b. Ebu Bekr'i gönderdi ve bana, haccı yapmaya başlayınca ihramından çık­madığım halde tamamlamadan bıraktığım umrem yerine Ten'îm'den (ihra­ma girip) bir umre yapmamı emretti. "[257] Bu hadis son derece sahih ve açık bir hadis olup Hz. Âişe'nin umresinin ihramından çıkmadığım ve ih-ramlı iken umreye haccı da kattığını ifade etmektedir. İşte Hz. Âişe'nin bizzat kendi başından geçenleri anlatımı, işte Allah Rasûlü'nün (s.a.) ona söylediği söz! Her ikisi de birbirine uygun düşmektedir. Başarı Allah'tandır.

Hz. Peygamber'in (s.a.): "Yapılan bir umre, yapılacak diğer umreye kadar arada işlenen günahlara keffâreîtir. Kabul edilen haccın karşılığı ise ancak cennettir." hadisi, hac ile umrenin tekrar bakımından ayırt edildiği­nin bir delili olup aynı zamanda bu konuda bir uyarı niteliği taşımaktadır. Zira umre, hac gibi senede bir kere yapılan bir ibadet olsaydı, ikisi arasın­da eşitlik yapar bir ayrımda bulunmazdı.

Şafiî (r.h.), Hz. Ali'nin (r.a.): "Her ay bir umre yap." dediğini riva­yet etmiştir.[258] Vekî ise İsrail - Süveyd b. Ebu Naciye - Ebu Ca'fer yoluyla Hz. Ali'nin (r.a.): "Gücün yeterse bir ay içinde defalarca umre yap." dediğini nakleder. Saîd b. Mansûr da Süfyân b. Ebu Hüseyn yoluyla Enes'in çocuklarından birinin şöyle dediğini kaydeder: Enes, Mekke'de bu­lunduğunda başındaki saçlar kabarınca Ten'îm'e çıkar (orada ihrama gire­rek) umre yapardı.[259]

 

B) HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.) HACCI

 

1- Hz. Peygamber'in (s.a.) Haccı:

 

Hz. Peygamber'in (s.a.) Medine'ye hicretten sonra bir tek Veda haccı dışında hac yapmadığı konusu tartışmasızdır. Yine bu haccını hicretin onuncu senesinde yaptığı da tartışmasızdır.

Hicretten önce hac yapıp yapmadığı konusu ise tartışmalıdır. Tirmizî, Câbir b. Abdullah'ın (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.) üç kere hac yaptı: îkisi hicretten önce, biri de hicretten sonra umre ile birlikte yapmış olduğu hacdır" dediğini rivayet eder[260] ve ekler: "Bu hadisin, Süfyân'dan rivayeti garîb-tir. Muhammed'e yani Buharî'ye bu hadisi sordum, (Süfyân) es-Sevrî'nin hadisi olarak tanımadı." Bir rivayette de: "Bu hadis, sağlam sayılmaz" demiştir.

Hacan farz kılındığım belirten âyet inince Allah Rasûlti (s.a.) geciktir­meden derhal hacca koştu. Haccın farz kılınışı* hicretin dokuzuncu veya onuncu senesine kadar gecikmişti. Her ne kadar "Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın" âyeti[261] hicretin altıncı yılında Hudeybiye senesi inmiş­se de bu âyette haccın farz kılındığı belirtilmemektedir. Bu âyette yalnızca başlanılan hac ve umrenin tamamlanılmasi emredilmektedir. Yoksa bu âyet hac ve umreye başlamanın farz olmasını icab ettirmez.

Soru: Haccın, hicretin dokuzuncu veya onuncu senesine kadar farz kılınmayıp farziyetin geciktirildiğini neye dayanarak söylüyorsunuz?

Cevap: Çünkü Âl-i İmrân sûresinin baş tarafındaki âyetler (civar ülke­lerden ve kabilelerden Medine'ye temsilcilerin geldiği) "âmü7-vüfûd = elçiler senesi"nde inmiştir. O sene, Necran heyeti Allah Rasûlü'ne (s.a.) geldi. Hz, Peygamber (s.a.) onlarla cizye ödemeleri şartıyla anlaşma yaptı. Cizye (âyeti) ise Tebük seferinin yapıldığı hicretin dokuzuncu senesi inmiştir. Bu sene içinde Âl-i İmrân sûresinin ilk kısım âyetleri inmiş ve Allah Rasûlü (s.a.) ehl-i kitapla münazara yapmış, onları tevhide ve karşılıklı lânetleş-meye (yani yalancı ve haksız olanın lanete uğraması için Allah'a dua etme­ye) çağırmıştır. Şu olay buna delildir. "Ey iman edenler! Puta tapanlar pistirler. Bundan dolayı bu yıldan sonra onlar Mescid-i Haram 'a yaklaş­masınlar." âyeti[262] inince Mekkeliler, putperestlerle olan ticaretlerini ka­çırmış olmalarından dolayı içlerinde bir üzüntü duydular. Allah buna be­del onlara cizye verdi. Bu âyetlerin inişi ve ilân edilişi hicretin dokuzuncu senesine rastlamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.) Hz. Ebu Bekir es-Sıddîk'ı bunları ilân etmesi için hac mevsiminde Mekke'ye yolladı. [263]Arkasından da Hz. Ali'yi (r.a.) gönderdi. Bizim söylediğimiz bu şeyi seleften pek çok kimse de söylemiştir. En doğrusunu Allah bilir. [264]         

 

2- Hz. Peygamber'in (s.a.) Hac Yolculuğu:       

 

Allah Rasûlü (s.a.) hac yapmaya karar verince, insanlara hac yapaca­ğını ilân etti. Halk da O'nunla birlikte yola çıkmak üzere teçhizatlarını hazırladı. Bu durumu haber alan Medine civarında yaşayanlar da Allah Rasûlü (s.a.) ile beraber hac yapmak üzere geldiler. Yolda sayısız insan çıkagelip O'nun kervanına katıldı. Önünde, arkasında, sağında ve solunda göz alabildiğince insan kaynıyordu. Medine'den Zilkade ayının bitimine altı gün kala öğleden sonra gündüzün yola çıkmıştı. Yola çıkmadan önce öğle namazını dört rekât kıldırmıştı. Daha önce de ihram hakkında, ihra­mın farzları ve sünnetleri hakkında insanlara bilgi vermek üzere bir konuş­ma yapmıştı. [265]

 

3- Yola Çıkış Tarihi Hakkında Bir Tartışma:

 

İbn Hazm: "Hz. Peygamber (s.a.) perşembe günü yola çıktı." demiş­tir. Ben derim ki: Açık olan, Hz. Peygamber'in (s.a.) cumartesi günü yola çıkmasıdır. İbn Hazm görüşünü üç öncül ile destekledi. 1) Hz. Peygam­ber'in (s.a.) yola çıkışı Zilkâde'nin bitimine altı gün kalaya rastlar. 2) Zil­hicce ayının hilâli perşembe günü görülmüştür. 3) Arefe günü, cuma günü­ne rastlamıştır. İbn Hazm, Hz. Peygamber'in (s.a.) yola çıkışının Zilkâde'-nin bitimine altı gün kalaya rastladığına delil olarak Buharî'nin İbn Ab-bas'tan rivayet ettiği: "Hz. Peygamber (s.a.) saçlarını tarayıp güzel koku­lar süründükten sonra Medine'den ayrıldı..." şeklinde başlayan hadisi[266] göstermiştir ki bu hadisin içinde îbn Abbas "Bu iş Zilkâde'nin bitimine altı gün kalaya rastlamaktadır." demiştir.

îbn Hazm der ki: îbn Ömer, arefe gününün cumaya rastladığını açık­ça ifade etmiştir ki bugün (Zilhicce'nin) dokuzuncu günüdür. Zilhicce ayı­nın hilâli ise kuşkusuz perşembe gecesi görülmüştü. O halde Zilkade ayının son günü çarşambaya rastlamaktadır. Hz. Peygamber'in (s.a.) yola çıkışı Zilkade ayının bitimine altı gün kala olduğuna göre o gün perşembe de­mektir. Zira ondan sonra onun dışında altı gece kalmaktadır.

Görüşümüzü tercih sebebimiz şudur: Hadis, Hz,-Peygamber'in (s.a.) beş gün kala yola çıktığı konusunu açık bir şekilde ifade etmektedir ki, o günler de şunlardırî Cumartesi, pazar, pazartesi, salı ve çarşamba. İşte toplam beştir. Onun görüşüne göre yedi gün kala çıkmış olması gerekir. Çıkma günü sayılmazsa, altı gün kala çıkmış olması gerekir. Hangisi olur­sa olsun hadise aykırıdır. Şayet geceler ^özönüne alınırsa yola çıkışı beş değil, altı gece kalaya rastlar. Şu halde perşembe günü çıktığı düşüncesiyle aydan beş gün kalması meselesinin arasını herhangi bir şekilde uzlaştırmak asla mümkün değildir. Ama yola çıkış cumartesi günü olarak ele alındığın­da çıkış günüyle birlikte kalan gün sayısı şüphesiz beştir. Hz. Peygamber'­in (s.a.) minber üzerinde yaptığı konuşmada halka ihramın durumu ve ih-ramlı kimsenin giyebileceği şeyler hakkında Medine'de bilgi vermiş olması da buna delildir. Görünen o ki, bu konuşma cuma günüydü. Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a.) konuşmada hazır bulunmaları için halkı topladığı ve sokaklarda ilân ettirdiği naklolunmamıştır. Oysa İbn Ömer (r.a.) Hz. Peyğamber'in (s.a.) minberi üzerinde Medine'de yaptığı bu konuşmada hazır bulunmuştu. Her vakit, insanlara ihtiyaç duydukları bilgileri iş ortaya gel­diğinde vermek Hz. Peygamberin (s.a.) âdetiydi. Hac hakkında verilecek bilgiler için en uygun zaman ise hemen ardından yola çıkılacak olan cuma­dır. Açıkçası halk başına toplanmış ve kendisi de halka dini öğretme arzu­sunu içinde en çok duyan insan iken, bu muazzam kalabalık tam toplan­mış ve halka hem dini hem de haccı bir arada -herhangi birini bırakmadan- anlatması mümkün iken zaruret olmadığı halde Hz. Pey-gamber'in (s.a.), bir günden daha az bir zaman kalmışken, konuşmasını cumadan başka bir vakte ertelemesi düşünülemez. En doğrusunu Allah bilir.

Ebu Muhammed İbn Hazm, tbn Abbas (r.a.) ile Hz. Âişe'nin (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.) Zilkâde'nin bitimine beş gün kala yola çıktı." söz­leriyle kendi görüşünün uyuşmayacağını anlayınca şöyle bir yoruma baş vurdu: Yani Hz. Peygamber (s.a.) Zülhuleyfe'den ayın bitimine beş gün kala ayrılmıştır... Zülhuleyfe ile Medine arasında sadece dört millik bir mesafe vardır. Az bir mesafe olduğu için bu yakın konak hesaba katılma­mıştır. Böylece bütün hadisler uzlaşmış olur... Şayet Medine'den Zilkade ayının bitimine beş gün kala yola çıkmış olsaydı o vakit şüphe yok ki yola çıkışı cuma gününe rastlamış olurdu. Bu ise hatadır. Çünkü cuma namazı dört rekat kılınmaz. Oysa Enes, Hz. Peygamber (s.a.) ile birlikte Medine'­de dört rekât öğle kıldıklarını söylemiştir...[267]

İbn Hazm "Bunu daha çok açığa kavuşturur" deyip Buharî yoluyla Kâ'b b. Mâlik'den şu hadisi rivayet eder: "Allah Rasûlü (s.a.) yolculuğa çıkacağı zaman nadir haller dışında hep perşembe günü yola çıkardı." Ha­disin bir diğer metninde ise "Allah Rasûlü (s.a.) perşembe günü yola çık­mayı severdi." denilmektedir.[268] İbn Hazm devamla der ki: Şu halde zik­rettiğimiz Enes hadisinden dolayı cuma günü yola çıkmış olması düşünüle­mez. Aynı zamanda cumartesi günü yola çıkmış olması da hükümsüz olur. Çünkü bu takdirde Medine'den Zilkâde'nin bitimine dört gün kala ayrıl­mış olur. Bunu da hiç kimse dememiştir.

îbn Hazm sözlerini şöyle sürdürür: Hem Hz. Peygamber'in (s.a.) Me­dine'den çıktığı günün gecesini Zülhuleyfe'de geçirdiği sahihtir. Öyle olsay­dı -yani cumartesi günü yola çıkmış olsaydı- Zülhuleyfe'den ayrılışı pa­zar gününe rastlamış olurdu. Mekke'ye girmeden önceki geceyi Zîtuvâ'da geçirdiği sahihtir. Aynı zamanda Mekke'ye Zilhicce'nin dördüncü günü sa­bah vakti girdiği de sahihtir. Buna göre Medine-Mekke arasında geçirdiği yolculuğun süresi yedi gün olur. Çünkü böyle"ölmuş olsaydı Medine'den Zilkâde'nin bitimine dört gün kala çıkmış olur, Mekke'ye ise Zilhicce'nin üçünde, bu ayın dördüncü gecesini karşılarken girmiş olur. Bu da toplam yedi gece eder, daha fazla değil. Bu ise icmâ ile yanlıştır, hiç kimse böyle bir şey dememiştir. Öyleyse Hz. Peygamber'in (s.a.) Zilkade ayının bitimine altı gün kala yola çıktığı doğrudur. Böylece bütün rivayetler uzîaşmış ve aralarında görülen çelişki ortadan kalkmıştır. Hamdolsun Allah'a...

Ben derim ki: Bu rivayetler, Hz. Peygamber'in (s.a,) cumartesi çıkmış olmasıyla birbirleriyle uyuşur, uzlaşırlar; aralarında bir çelişki de kalmaz. Hem böylece İbn Hazm'm aktardığımız yorumlarındaki çirkinlik de orta­dan kalkmış olur. Ebu Muhammed İbn Hazm'm "Şayet Medine'den Zil­kade ayının bitimine beş gün kala çıkmış olsaydı, o vakit yola çıkışı cuma gününe rastlamış olurdu." sözü bağlayıcı değildir. Aksine beş gün kala yola çıkıp da çıkışının cumartesine rastlaması doğrudur. Râvînin, ancak sayısı belirtilen şey dişi olduğunda hazf edilebilen "tâ" harfini sayıdan haz­fetmiş olduğunu (yani Arapça aslında hams diye geçen beş rakamının ham-setün şeklinde olmadığını) gören Ebu Muhammed'i bu durum yanıltmış ve beş gece kala diye anlamasına sebep olmuştur.[269] Dolayısıyla ona gö­re, böyle bir şey ise ancak yola çıkış cuma günü olursa olur, cumartesi günü olsa o zaman dört gece kala yola çıkılmış olur. İbn Hazm'ın bu görüşü aynen aleyhine^çevrilir. Çünkü perşembe günü yola çıkmış olsa o vakit yola çıkış beş gece kala olmaz, altı gece kala olur. Bu yüzden adı geçen beş tarihiyle kayıt düşülmüş ve yola çıkışı, Zülhuleyfe'den ayrılışa yorumlamak zorunda kalmıştır. Oysa buna hiç gerek yoktu. Zira müm­kündür ki, Zilkade ayı (normal süreden) eksik (yani 30 çekeceğine 29) çek­miştir. Bu yüzden de yola çıkış tarihi, ayın mutad süresine dayanılarak bitimine beş gün kala diye verilmiştir. Arapların ve diğer milletlerin tarih verecekleri zaman, ayın tam süresini gözönüne alarak ayın geri kalan süre­sine göre tarih vermeleri, sonra ay bitip noksanlığı anlaşıldıktan sonra da tarihte ihtilâfa düşmemeleri için aynı şekilde tarih belirtmeleri onların âdet-lericjir. Herhangi bir kimsenin yirmi dokuz çeken bir ayın yirmi beşinci günü yazılmış bir şey hakkında "Ayın bitimine beş gün kala yazdı." si doğrudur.

Hem çıkış günüyle birlikte geri kalan gün sayısı kuşkusuz beştir. Araplar, tarih verilirken geceler ve gündüzler bir arada bulunduğu zaman geceler kelimesini (tağlîb metoduyla) üstün sayarlar. Çünkü gece, ayın başlangıcı­dır, günden daha öncedir. Onlar geceleri söyleyip günleri kastederler. Şu halde günleri gözönüne alarak "beş kala" demek ve geceleri gözönüne ala­rak da sayıyı ifade eden kelimeyi erkekler için kullanılan tarzda (müzek-ker) getirmek doğrudur. İşte o zaman Hz. Peygamber'in (s.a.) yola çıkışı ayın bitimine beş kalaya rastladığı halde cuma gününe rastlamış olmaz,

Kâ'b hadisinde Hz. Peygamber'in (s.a.) perşembe günü dışında asla yola çıkmadığı ifade edilmemekte, yalnızca çoğunlukla o gün yola çıktığı belirtilmektedir. Kuşkusuz Hz. Peygamber (s.a.) gazalara çıkışlarında per­şembe günü ile sınırlı ve bağımlı kalmamıştır.

İbn Hazm'm "Cumartesi günü çıkmış olsaydı, dört gün kala çıkmış olurdu." sözüne gelince ne geceler, ne de günler gözönüne alındığında böyle bir durumun ortaya çıkmayacağı artık anlaşılmıştır.

"Hz. Peygamber (s.a.) Medine'den çıktığı günün gecesini Zülhuleyfe'-de geçirdi..." sözüne gelince; cumartesi günü yola çıkmış olmasında yolcu­luk müddetinin yedi gün olması lâzım gelmez. Tuhaf doğrusu! Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) ayın bitimine beş gün kala yola çıksa ve Zilhicce'nin dör­dünde Mekke'ye girse Medine'den yola çıkışıyla Mekke'ye girişi arasında dokuz gün geçmiş olur. Bu hiçbir yönden problem değildir. Zira Mekke'ye gitmek için takip ettiği Medine-Mekke arasındaki yol o kadardır. Devamlı seyahat yapan Arabın yol alışı seyahat edemeyen şehir sakinlerinin yol alış­larından genellikle çok daha hızlıdır. Özellikle tahterevanlar, develerin yan­larına yüklenmiş sandıklar ve ağır yükler bulunmadığında. En iyi bilen Allah'tır. [270]

 

4- Yol Hazırlığı ve Yola Çıkışı:

 

Yeniden haccını anlatmaya dönelim. Öğle namazını Medine'de dört rekât kıldırdı. Sonra saçlarını tarayıp güzel kokular süründü. İzârım (bel­den aşağı giyilen elbise) ve ridâsını (üstten giyilen elbise) giydi.

Öğle ile ikindi arasında yola çıktı. Zülhuleyfe'de konakladı. Orada ikindi namazını iki rekât kıldırdı. Sonra geceyi orada geçirdi.[271] Orada akşam, yatsı, sabah ve öğle namazlarını kıldırdı.'[272] Böylece toplam beş vakit namaz kıldırmış oldu. Hanımlarının hepsi de beraberinde idi. o gece hepsini dolaştı.[273]

İhrama girmek isteyince ilk olarak cinsel ilişkiden dolayı yapmış oldu­ğu gusülden ayrı olarak ihram için ikinci kere gusletti. îbn Hazm, cünüp-lükten dolayı yapmış olduğu ilk gusülden başka guslettiğini zikretmemiştir. Yine bazıları da bundan sözetmemişlerdir. İbn Hazm bundan kendince sa­bit görmediği için kasden, ya da unuttuğundan sözetmemiştir. Oysa Zeyd b. Sabit, Hz. Peygamber'in (s.a.) ihram giymek için soyunup guslettiğini gördüğünü söylemiştir.'[274] Tirmizî bu hadisin hasen-garîb olduğunu söyler.

Dârakutnî, Hz. Âişe'nin: "Allah Rasülü (s.a.) ihrama girmek isteyin­ce başını hanım çiçeği ve çöven otu ile yıkadı." dediğini kaydeder.'[275] Sonra Hz. Âişe eliyle, Hz. Peygamber'in (s.a.) bedenine ve başına Zerîre denilen göz otu (yahut Hindistan'dan getirilen bir tür güzel koku) ve içinde misk bulunan bir güzel koku sürdü. O kadar sürmüştü ki, miskin parıldayışı, Peygamberimizin (s.a.) saçının ayrım yerlerinde ve sakalında çabucak far-kedilmekteydi.[276] Sonra da bu halin devamına müsaade edip kokuyu yı­kamadı.

Sonra izârım ve ridâsını giyindi. İki rekât öğle namazı kıldırdı. Ardın­dan namaz kıldığı yerde hac ve umreye birlikte niyetlenip ihram giydi, tel-biyeye başladı. Öğleniif farzından başka, ihram için bir namaz kıldığı akta­rılmamıştır.'[277]

İhrama girmeden önce develerinin boyunlarına ikişer nal parçası taktı ve kurbanlık alâmeti olmak üzere hörgüçlerinin sağ yanlarını yarıp kan akıttı.'[278]

 

5- Hz. Peygamber'in (s.a.) Kıran Haccı Yapmış Olduğunun Delilleri:

 

Biz, Hz. Peygamber'in (s.a.) kıran haccı yapmış olduğunu bu konuda­ki sahih ve sarih (açık) yirmiyi aşkın hadise dayanarak söylüyoruz. Bunlar:

1-  Buharı ve Müslim, Sahih'lennâe İbn Ömer'den rivayet ederler ki: Allah Rasûlü (s.a.) Veda haccında umreyi hacca eklemek suretiyle temettü' etti. Zülhuieyfe'den beraberinde sürüp getirdiği develeri kurban etti. Allah Rasûlü (s.a.) ihrama girerken önce umreye niyetlenip telbiyeye başladı. Sonra hacca niyetlenip telbiye etti...[279]

2-  Yine Buharı ve Müslim, SaA/A'lerinde Urve yoluyla Hz. Âişe'nin Allah Rasûlü'nden (s.a.) aktardığı, İbn Ömer hadisiyle aynı anlamda ben­zer bir hadisi rivayet ederler.[280]

3-  Müslim, Sahih'nâe Kuteybe -Leys- Nâfi senediyle rivayet eder ki, İbn Ömer haccı umreye bitiştirdi ve her ikisi için bir tek tavaf yapıp "Allah Rasûlü (s.a.) de aynen böyle yaptı." dedi.[281]

4-  Ebu Davud, es-Sa'lebi - en-Nüfeylî - Züheyr b. Muâviye - İshak - Mücâhid senediyle rivayet etmektedir ki, îbn Ömer'e: "Allah Ra­sûlü (s.a.) kaç umre yaptı?" diye sordular, "iki defa" cevabım verdi. Bu cevap kulağına gelince Hz. Âişe: "îbn Ömer elbet biliyor ki, Allah Rasûlü (s.a.) haccıyla birlikte yaptığı dışında üç umre yapmıştır." dedi.[282]

Bu, îbn Ömer'in: "Hz. Peygamber (s.a.) hac ile umreyi bitiştirdi." sözüyle çelişmez. Zira İbn Ömer burada tam ve hacdan ayrı olarak yapılan umreyi kasdetmiştir. Kuşku yoktur kî, bunlar da kaza umresi ve Cirâne umresi olmak üzere ikidir. Hz. Âişe ise hem müstakil iki umreyi ve hem de kıran haccıyla birlikte yapılan umreyi, Hz. Peygamber'in (s.a.) yapma­sına engel olunan (Hudeybiye) umresini kasdetmiştir. Kuşkusuz bunlar dörttür.

5- Süfyân es-Sevrî, Cafer b. Muhammed -babası Muhammed- Câ-bir b. Abdullah yoluyla rivayet eder ki, Allah Rasûlü (s.a.) üç kere hac yaptı: İkisi hicretten önce, biri de hicretten sonra umre ile birlikte yapmış olduğu hacdır. Bu hadisi Tirmizî vs. rivayet etmiştir.[283]

6- Ebu Davud, en-Nüfeylî ve Kuteybe'den Davud b. Abdurrahman el-Attâr - Amr b. Dinar - İkrime senediyle İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Allah Rasûlü (s.a.) dört umre yaptı: 1) Hudeybiye umresi, 2) Ertesi sene yapılması konusunda (müşriklerle) anlaştıkları umre, 3) Ci-râne'den (ihrama girerek) yaptığı umre, 4) Haccıyla birlikte yaptığı umre.[284]

7-  Buharî, Sahih'inde Hz. Ömer'in (r.a.) şöyle dediğim kaydeder: Ben, el-Akîk vadisinde Allah Rasûlü'nden (s.a.) işittim, diyordu ki: "Bana bu gece Rabbim'den (c.c.) birisi (Cebrail) gelip dedi ki; Bu mübarek vadi­de namaz kıl ve: 'Hac içinde umreye niyetlendim* de.r[285]

8- Ebu Davud'un rivayetine göre Berâ b. Âzib anlatıyor: Allah Rasû­lü (s.a.), Hz. Ali'yi (r.a.) Yemen*e vali tayin ettiğinde ben de onunla bera­berdim. Onun yanında iken birkaç okka altınım oldu. Hz. Ali, Yemen'den Allah Rasûlü'ne (s.a.) döndüğünde karşılaştığı durumu şöyle anlattı: (Ha­nımım) Fâtıma'yı (r.a.) renkli elbiseler giyinmiş ve eve güzel ve hoş sıvı kokular serpmiş bir halde buldum. Bana: "Sana ne oluyor? Allah Rasûlü (s.a.) sahabîlerine emretti, onlar da ihramdan çıktılar." dedi. Ben de ona: "Ben, Hz. Peygamber (s.a.) gibi niyet edip ihrama girdim." dedim. Sonra Hz. Peygamber'e (s.a.) geldim. Bana: "Ne yaptın?" diye sordu. Ben de: "Hz. Peygamber (s.a.) gibi niyet edip ihrama girdim." dedim. O da: "Ben, kurbanlık  develeri  sürüp  getirdim  ve  (hac  ile  umreyi)  birleştirdim." buyurdu..[286]

9- Nesâî'nin, İmrân b. Yezîd ed-Dımeşkî - İsa b. Yunus - el-A'meş, - Müslim el-Batîn - Ali b. Hüseyn senediyle rivayetine göre Mervan b. el-Hâkem anlatıyor: Hz. Osman'ın yanında oturuyordum. Hz. Ali'nin (r.a.) umre ve hacca birlikte telbiye getirdiğini işitti. Bunun üzerine: "Bun­dan yasaklanmış değil miydin?" dedi. Hz. Ali de cevap olarak dedi ki: 'Evet, öyle. Ama ben Allah Rasûlü'nün (s.a.) ikisine birlikte telbiye getir­diğini kulağımla işittim. Allah Rasûlü'nün (s.a.) sözünü, senin sözün için bırakmam."[287]

10-  Müslim, Sahih'inde Şu'be aracılığıyla Humeyd b. HiIâTin Mutar-rif'ten şöyle işittiğini rivayet eder: İmrân b. Husayn bana dedi ki: Sana bir söz. söyleyeceğim. Umulur ki Allah onun sayesinde seni faydalandırır: "Allah Rasûlü (s.a.) hac ile umreyi birleştirdi. Sonra bunu yasaklamadan vefat etti. Ayrıca bunu haram kılan bir âyet de inmedi."[288]

11- Yahya b. Saîd el-Kattân ile Süfyân b. Uyeyne, İsmail b. Ebu Hâ-lid - Abdullah b. Ebî Katâde senediyle Abdullah'ın babası, Ebu Katâde'-nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Allah Rasûlü (s.a.) hac ile umreyi bir­leştirdi. Zira bir daha hac yapmayacağını biliyordu." Bu hadisin Yahya b. Saîd ile Süfyân b. Uyeyne'ye varan sahih senedleri vardır.[289]

12- İmam Ahmed, Sürâka b. Mâlik'den rivayet ediyor: Allah Rasûlü'-nün (s.a.): "Umre kıyamete kadar haccın içine "girmiştir." buyurduğunu işittim. Hz. Peygamber'in (s.a.) kendisi Veda haccında kıran haccı yapmış­tır (yani umre ile haccı birleştirmiştir).[290] Bu hadisin senedindeki râviler sikadır.

13-  İmam Ahmed ve îbn Mâce'nin Ebu Talha el-Ensârf den rivayetle­rine göre Allah Rasûlü (s.a.) hac ile umreyi bir arada yaptı.[291] Bu hadisi aynı zamanda Dârakutnî de rivayet etmiştir. Hadisin senedinde (zayıf ka­bul edilen) Haccâc b. Ertât vardır.

14- İmam Ahmed'in el-Hirmâs b. Ziyâd el-Bâhilî'den rivayet ettiği bir hadise göre Allah Rasûlü (s.a.) Veda haccında hac ile umreyi birleştirdi.[292]

15-  Bezzâr, sahih bir senedle îbn Ebî Evfâ'mn: "Allah Rasûlü (s.a.) hac ile umreyi birleştirdi. Çünkü o seneden sonra haccederneyeceğini bili­yordu." dediğim rivayet eder.[293] Bu hadisin senedindeki Yezîd b. Ata ad­lı râvinin, hadisin senedinde hata yapttğı söylenmiştir. Diğerleri ise delil bulunmadan onun hata ettiğini söylemeye yol bulunmadığını belirtmişlerdir.

16-  îmam Ahmed'in Câbir b. Abdullah'tan rivayetine göre Allah Ra­sûlü (s.a.) hac ile umreyi birleştirdi ve her ikisi için bir tek tavaf yaptı.[294] Hadisi, Tirmizî de rivayet etmiştir. Senedinde Haccâc b. Ertât vardır. Tek kalmadıkça ya da sika râvilere muhalefet etmedikçe bu zâtın rivayet ettiği hadis hasen derecesinden aşağı düşmez.

17-  İmam Ahmed'in rivayetine göre Ümmü Seleme: Allah Rasûlü'nün (s.a.): "Ey Muhammed ailesi! Hac içinde umre yapmaya niyetlenip ihrama girin!" buyurduğunu işittim, demiştir.[295]

18- Buharî ve Müslim'in, Sahihlerinde rivayetlerine göre -Metin Müs­lim'e aittir.- Hafsa anlatıyor: Hz. Peygamber'e (s.a.): "İnsanların bu ha­li ne? Sen umre ihramından çıkmadığın halde onlar ihramdan çıktılar?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Ben kurbanıma gerdanlık taktım ve saçlarımı toplayıp yapıştırdım. Artık ben, bütün yapılacak şeyleri yapıp hac ihramından çıkmadan ihramdan çıkamam. "[296] Bu hadis de gösterir ki, Hz. Peygamber (s.a.) umre ile beraber hac yapmaktaydı. Çünkü hac ihramından çıkmadan umre ihramından da çıkamamaktaydı. Bu, Mâlik ve Şafiî'nin usûlüne göre tamamen bağlayıcıdır. Zira onlara göre kurbanı (hedy), sırf umre yapan kimsenin (müfrid bi'l-umre) ihramdan çıkmasını engellemez; kurbanı olan kimsenin ihramdan çıkmasını, yalnızca hacla bir­likte yaptığı kıran umresi engeller. Şu halde hadis, bu iki imamın usûlüne göre (uyulması gereken) bir nas demektir.

19,20- Nesaî ile Tirmizî, Muhammed b. Abdullah b. Haris b. Nevfel b. Haris b. Abdülmuttalib'in, Muâviye b. Ebu Süfyân'ın haccettiği sene Sa'd b. Ebî Vakkâs'la Dahhâk b. Kays'm umreyi hacca eklemek suretiyle temettü' etme konusunu görüştüklerini ve aralarında şöyle bir konuşma geçtiğini işitti. Dahhâk: "Bunu ancak Allah'ın emrini bilmeyen yapar." dedi. Bunun üzerine Sa'd: "Ne kötü dedin, yeğenim!" dedi. Dahhâk: "Çün­kü Ömer İbnü'l-Hattâb bunu yasakladı." karşılığını verince Sa'd: "Bunu Allah Rasûlü (s.a.) yaptı. Biz de beraberinde yaptık." cevabını verdi.[297] Tirmizî: "Bu hadis hasen-sahihtir" diyor. Buradaki umreyi hacca ekleyerek temettü' etmeden maksadı (temettu'un) iki türünden biri olan kıran temettu'udur. Çünkü Kur'an dilinde böyledir. Kur'an'ın inişinde ve yo-rumlamşında hazır bulunan sahabîler buna tanıktırlar. Bundan dolayı îbn Ömer: "Allah Rasûlü (s.a.) umreyi hacca ekleyerek temettü* yaptı. Önce umreden başlayarak umre için niyetlenip ihrama girdi, sonra hacca niyetle­nip ihrama girdi" demiştir. Hz. Âişe de aynısını söylemiştir. Hem Allah Rasûlü'nün (s.a.) yaptığı -îmam Ahmed'in de kesin gözüyle baktığı gibi- kuşkusuz kıran temettu'u idi. İmrân b. Husayn'ın "Allah Rasûlü (s.a.) temettü' etti. Biz de O'nunla birlikte temettü' ettik." sözü de bunu göste­rir. Hadis, Buharı ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir.[298]

Mutarrif e: "Sana bir söz söyleyeceğim. Umulur ki Allah onun saye­sinde seni faydalandırır: Allah Rasûlü (s.a.) hac ile umreyi birleştirdi. Son­ra bunu yasaklamadan vefat etti." diyen İmrân b. Husayn'm kendisidir. Bu hadis Müslim'in Sahihimde rivayet edilmiştir.[299] Görüldüğü üzere İm­rân, Hz. Peygamber'in (s.a.) yaptığı kıran haccını haber verirken "temettü etti" ve "hac ile umreyi birleştirdi" sözlerini kullanmaktadır.

Ayrıca Sahihayrfdz. Saîd b. Müseyyeb'den rivayet edilmiş olan şu ha­dis de buna delildir: Hz. Ali ile Hz. Osman, Usfan'da bir araya geldiler. Hz. Osman, temettü' haccından yahut umreden nehyederdİ. Hz. Ali, ona: "Allah Rasûlü'nün (s.a.) yaptığı bir şeyi yasaklamakla neyi amaçlıyorsun?" dedi. Hz. Osman: "Bırak, sen bizim işimize karışma." dedi. Bunun üzeri­ne Hz. Ali: "Doğrusu ben seni bırakamam." dedi ve bu durumu görünce (hac ve umrenin) her ikisine birden niyetlenip ihrama girdi ve telbiyeye başladı.[300] Bu, Müslim'in metnidir. Buharî'deki metin ise şöyledir: Hz. Ali ile Hz. Osman Usfan mevkiinde temettü' hakkında ihtilâfa düştüler. Hz. Ali: "Sen, başka değil; ancak Allah Rasûlü'nün (s.a.) yapmış olduğu bir şeyi yasaklamak istiyorsun." dedi. Hz. Ali, Hz. Osman'ın bu yasakla­ma işini görünce (hac ile umrenin) her ikisine birden niyetlenip ihrama girdi ve telbiyeye başladı.

Buharî'nin tek başına rivayet ettiği bir hadise göre Mervân b. el-Hakem anlatıyor: Hz. Osman ile Hz. Ali'ye şahid oldum. Hz. Osman, temettü' haccını ve hac ile umreyi birleştirmeyi yasaklıyordu. Hz. Ali bunu görünce

her ikisine birden niyetlenip ihrama girip "Lebbeyke bi-umratin ye haccetin"diye telbiyede bulundu ve: "Hiç kimsenin sözü için Allah Rasûlü'nün (s.a.) bir sünnetini bırakmam." dedi.[301]

Artık bu da açıkça ortaya koymaktadır ki, onlara (sahabîlere) göre hac ile umreyi birleştiren kimse temettü' yapan kimse demektir ve Allah Rasûlü'nün (s.a.) yaptığı hac çeşidi de bu hacdır. Hz. Osman da, Allah Rasûlü'nün (s.a.) böyle yaptığı konusunda Hz. Ali'ye muvafakat göster­miştir. Zira Hz. Ali, kendisine: "Allah Rasûlü'nün (s.a.) yaptığı bir şeyi yasaklamakla neyi amaçlıyorsun?" dediğinde ona: "Allah Rasûlü bunu yapmamıştır" dememiştir. Şayet Hz. Osman, bu konuda Hz. Ali'ye muva­fakat göstermeseydi şüphesiz ona karşı gelirdi. Sonra Hz. Ali, Hz. Pey-gamber'e (s.a.) muvafakat göstermeye, bu konuda O'na uymaya ve Hz. Peygamber'in (s.a.) fiilinin nesholunmadığını açıklamaya azmedip kıran konusunda Hz. Peygamber'e (s.a.) uymayı ve O'nun yolunu izlemeyi yer­leştirmek ve Hz. Osman'ın yoruma dayalı olarak yasakladığı bir sünneti ortaya çıkarmak amacıyla hac ve umreye birlikte niyetlenip ihrama girdi ve telbiyeye başladı. O vakit bu, yirminci delili oluşturan başlı basma bir delildir.[302]

21- Mâlik'in Muvatta'da İbn Şihâb-Urve senediyle rivayetine göre Hz. Âişe anlatıyor: Veda haccı senesi Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte çıktık. Umre için niyetlenip ihrama girerek telbiyeye başladık. Sonra Allah Rasûlü (s.a.) "Kimin yanında kurbanlık bir hayvan varsa, hacca umreyle birlikte niyetlenip ihrama girsin. Böyle yapan kimse her ikisinin de yapılması ge­rekli fiillerini tamamen yerine getirinceye kadar ihramdan çıkamaz." buyurdu.[303]

Malumdur ki, Hz. Peygamber'in (s.a.) yanında kurbanlık hayvan var­dır. Kendisi emrettiği bir şeyi, herkesten daha çok yapmaya özen gösterir. Zikrettiğimiz ve daha zikredeceğimiz diğer hadisler de bunu göstermektedir.

İçlerinde Abdullah İbn Abbas'm ve bir cemaatın da bulunduğu bir grup selef ve halef uleması beraberinde kurbanlık hayvan getiren kimsenin kıran haccı yapmasını ve kurbanlık getirmeyen kimsenin de ayrı bir umre ile temettü' etmesini farz saymışlardır. Onlara göre Allah Rasûlü'nün (s.a.) yaptığı ve ashabına emrettiği şeyden başkasını yapmak caiz olmaz. Hz.Peygamber (s.a.) kıran haccı yapmış ve yanında kurbanlık bulunmayan herkesin (haccı) başlı başına ayrı bir umreye çevirmelerini emretmiştir. O halde O'nun yaptığı yahut emrettiği şekilde yapmamız farzdır. Bu görüş, inşallah yakında zikredeceğimiz pek çok yönden, haccı umreye çevirmeyi haram sayanların görüşlerinden daha doğrudur.

22- Buharî ve Müslim'in, SffA/A'lerinde Ebu Kılâbe'den rivayetlerine göre Enes b. Mâlik anlatıyor: Biz de beraberinde iken Allah Rasûlü (s.a.) Medine'de bize öğleyi dört, Zülhuleyfe'de ikindiyi iki rekât kıldırdı. Gece sabaha kadar Zülhuleyfe'de kaldı. Sonra devesine bindi, deve onu Beydâ tepesine çıkarınca Allah'a hamdedip tesbîh etti ve tekbir getirdi. Sonra hacca ve umreye niyetlenip ihrama girerek telbiyeye başladı. Beraberindeki insanlar da hacca ve umreye niyetlenip ihrama girerek telbiyeye başladılar. Mekke'ye geldiğimizde Hz. Peygamber (s.a.) insanlara emretti, ihramdan çıktılar. Nihayet terviye (arefeden önceki gün olan Zilhicce'nin sekizinci) günü olunca insanlar hacca niyetlenip ihrama girdiler.[304]

Yine Sahihayn'da kaydedilen bir rivayete göre Bekir b. Abdullah el-Müzenî anlatıyor: Enes: "Allah Rasûlü'nün (s.a.) hac ye umreye birlikte telbiye getirdiğini işittim." dedi. Bunu Ibn Ömer'e söyledim. O da: "Hz. Peygamber (s.a.) yalnızca hacca telbiye getirdi." dedi. Enes'le karşılaştım, İbn Ömer'in sözünü ona aktardım. Bunun üzerine Enes: "Herhalde siz, bizi çocuk sanıyorsunuz! Ben Allah Rasûlü'nün (s.a.): Lebbeyke umraten ve haccen =Allah'ım! Senin hac ve umre davetine icabet ettim, dediğini işittim." Dedi.[305] Enes'le İbn Ömer arasında yaş bakımından bir yıl veya bir yıldan biraz fazla zaman farkı vardır.

Sahih-i Müslim'deki bir rivayete göre Yahya b. Ebu İshak, Abdülaziz b. Suheyb ve Humeyd, Enes'in şöyle dediğini işittiklerini söylemişlerdir: Allah Rasûlü'nü (s.a.) işittim, hac ile umreye birlikte telbiye getirerek: "Leb­beyke umreten ve haccen-Allah'ım! Senin umre ve hac davetine icabet ettim!" diyordu.[306]

Kadı Ebu Yusuf, Yahya b. Saîd el-Ensârî aracılığıyla Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Peygamber'in (s.a.) "Lebbeyke bihaccin ve um\retin mean- Allah'ım! Senin hac ve umre davetine birlikte icabet ettim!" dediğini işittim.

Nesâî'nin rivayet ettiği Ebu Esma hadisinde Enes diyor ki: "Hz. Pey­gamber'in (s.a.) hac ve umreye birlikte telbiye getirdiğini işittim."[307]

 Yine Nesâî'nin Hasan el-Basrî aracılığıyla Enes'ten rivayet ettiği bir | hadise göre Hz. Peygamber (s.a.) öğle namazını kıldırınca hacj ve umreye niyetlenip ihrama girerek telbiyeye başladı.[308]

Bezzâr'ın, Hz. Ömer'in azatlı kölesi Zeyd b. Eşlem aracılığıyla Enes'­ten rivayet ettiği bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a.) hac ve umreye bir­likte niyetlenip telbiye getirmiştir. Bezzâr aynı hadisi Süleyman et-Teymî aracılığıyla Enes'ten rivayet eder; Ebu Kudâme yoluyla da Enes'ten benze­rini rivayet eder. Vekî, Mus'ab b. Süleym'in Enes'ten buna benzer bir ha­dis işittiğini kaydeder ve İbn Ebî Leylâ - Sabit el-Bünânî aracılığıyla yine Enes'ten benzer'bir hadis rivayet eder. el-Huşenî ise buna benzer bir hadisi Muhammed b. Beşşâr - Muhammed b. Cafer - Şu'be - Ebu Kazaa - Enes senediyle kaydeder.

Sahih-i BuharFde Katâde aracılığıyla rivayet edilen bir hadiste Enes: "Allah Rasûlü (s.a.) dört umre yaptı." deyip onları sayar ve onlar arasın­da "haccıyla birlikte yaptığı umre"yi de kaydeder. Bu hadis yukarıda geçti.

Abdürrezzak, Ma'mer-Eyyûb-Ebu Kılâbe ve Humeyd b. Hilâl-Enes se­nediyle benzer bir hadis rivayet eder.

îşte toplam on altı sika râvi! Hepsi de Enes'ten ittifakla Hz. Peygam­ber'in (s.a.) telbiye getirirken hac ve umreye birlikte telbiye getirdiğini, bunu ifade eden telbiye sözü söylediğini aktarmaktadırlar. Bu râviler: 1-Hasan el-Basrî, 2- Ebu Kılâbe, 3- Humeyd b. Hilâl, 4- Humeyd b. Abdur-rahman et-TavîI, 5- Katâde, 6- Yahya b. Saîd el-Ensârî, 7- Sabit el-Bünânî, 8- Bekir b. Abdullah el-Müzenî, 9- Abdülaziz b. Suheyb, 10- Süleyman et-Teymî, 11- Yahya b. Ebu İshak, 12- Zeyd b. Eşlem, 13- Mus'ab b. Süleym, 14- Ebu Esma, 15- Ebu Kudâme Âsim b. Hüseyn, 16- Ebu Kazaa Süveyd b. Hacer el-Bâhilî.

İşte Enes'in, Hz. Peygamber'den (s.a.) işitmiş olduğu telbiye sözünü aktaran haberler! İşte Hz. Ali ile Berâ'nın, Hz. Peygamber'in (s.a.) kendisinin kıran haccı yaptığını haber verdiğini ifade eden rivayetleri! İşte yine Hz. Ali, Allah Rasûlü'nün (s.a.) bunu yaptığını haber veriyor! İşte Hz. Ömer İbnü'I-Hattâb (r.a.) haber veriyor: Rabbi, Allah Rasûlüne (s.a.) böyle yapmasını emretmiş ve O'na ihram giyerken söyleyeceği sözü öğretmiştir... İşte yine Hz. Ali haber veriyor ki, kendisi Allah Rasûlü'nün (s.a.) hac ve umreye birlikte telbiye getirdiğini işitmiştir... İşte adlarını andığımız geri kalan diğer sahabîler, hepsi de Hz. Peygamber'in (s.a.) böyle yaptığını ha­ber veriyor... Hz. Peygamber (s.a.), ailesine ve beraberinde kurbanlık geti­renlere böyle yapmalarım emrediyor.

Apaçık bir şekilde Hz. Peygamber'in (s.a.) kıran haccı yaptığını riva­yet eden sahabîler: 1- Mü'minlerin annesi Hz. Âişe, 2- Abdullah b. Ömer, 3- Câbir b. Abdullah, 4- Abdullah b. Abbas, 5- Ömer İbnü'I-Hattâb, 6-Ali b. Ebî Tâlib, 7-Osman b. Affan: Hz. Ali'nin sözünü ikrar etmesi ve Hz. Ali'nin ona bu durumu takrir etmiş olmasıyla (Hz. Osman'ın da bu görüşte olduğu anlaşılıyor), 8- îmrân b. Husayn, 9- Berâ b. Âzib, 10- Mü'­minlerin annesi Hafsa, 11- Ebu Katâde, 12- İbn Ebî Evfâ, 13- Ebu Talha, 14- Hirmâs b. Ziyâd, 15- Ümmü Seleme, 16- Enes b. Mâlik, 17- Sa'd b. Ebî Vakkâs. Toplam on yedi sahabî etmektedir. -Allah hepsinden razı olsun.- Bunlardan kimileri Hz. Peygamber'in (s.a.) fiilini, kimileri ihram giyerken söylediği lafzı, kimileri kendisi hakkında verdiği haberi ve kimile­ri de emrettiği şeyi rivayet etmektedirler.

Soru: İbn Ömer, Câbir, Âişe ve îbn Abbas'ı nasıl bunlar arasında sayıyorsunuz? Oysa Âişe: "Allah Rasûlü (s.a.) ifrâd eden olarak hacca niyetlenip ihrama girdi." diyor; bir başka metinde ise: "İfrâd eden (müf-rid) olarak hacca niyetlenip ihrama girdi." diyor. Birinci metin Sahihayrf-dadır.[309] İkincisi ise Müslim'de iki ayrı tarzda rivayet edilmiştir; biri bu metindir ve diğeri de; "İfrâd haccı yapmak üzere hac için niyetlenip ihra­ma girdi."[310]şeklindedir. Buharî'nin kaydettiğine göre, İbn Ömer: "Hz. Peygamber (s.a.) yalnızca hac için telbiye getirdi." demiştir.[311] Öte yan­dan Müslim'in rivayetine göre, İbn Abbas; "Allah Rasûlü (s.a.) hacca ni­yetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi." Demiştir.[312] İbn Mâce'nin rivayeti­ne göre ise Câbir: "Hz. Peygamber (s.a.) ifrâd haccı yaptı." Demektedir.[313]

Cevap: Şayet bu sahabîlerden gelen hadisler birbiriyle çelişiyorlar ve birbirlerini düsürüyorlarsa geri kalanların hadisleri birbirleriyle çelişmemek­tedirler. Haydi diyelim ki, sözünü ettiğiniz kimselerin hadisleri birbirleriyle çeliştikleri için ne kıran, ne de ifrâd haccı konusunda delil olamazlar. Peki, geri kalan sahabîlerin açık ve sahih olan hadislerinden yüz çevirmeyi gerek­tiren sebep ne?! Hele onların hadisleri birbirini doğruluyor ve aralarında da bir çelişki bulunmuyorsa? Arada çelişki var sananlar, sahabîlerin kul­landıkları sözlerle neyi kasdettiklerini idrak edemedikleri için böyle sanmış­lar ve onların sözlerini, onlardan sonra ortaya çıkan ıstılahlara (terimlere) yüklemişlerdir.

Şeyhülislâm (İbn Teymiye)'nin, sahabîlerin bu konudaki hadislerini uz­laştırmak için yazmış olduğu güzel bir faslı gördüm. Buraya olduğu gibi alıyoruz. Diyor ki: Doğrusu bu konudaki hadisler birbirleriyle uyum için­dedirler; basit bir ihtilaf dışında aralarında bir ihtilâf yoktur. Bu kadarı başkalarında da bulunur. Şöyle ki, sahabeden, Hz. Peygamber'in (s.a.) temettü' ettiği rivayeti sabit olmuştur. Onlara göre temettü', kırân'ı da içine almaktadır. Kendilerinden Hz. Peygamber'in (s.a.) ifrâd haccı yaptığı rivayeti aktarılan aynı sahabîlerden O'nun temettü' haccı yaptığı rivayeti de aktarılmıştır. Birincisi Sahihayn'dz Saîd b. Müseyyeb'den şöylece akta­rılır: Hz. Ali ile Hz. Osman, Usfan'da bir araya geldiler. Hz. Osman, temettü' haccından yahut umreden nehyederdi. Hz. Ali, ona: "Allah Ra­sûlü'nün (s.a.) yaptığı bir şeyi yasaklamakla neyi amaçlıyorsun?" dedi. Hz. Osman: "Bırak,"Sen bizim işimize karışma." dedi. Bunun üzerine Hz. Ali: "Doğrusu ben, seni bırakamam" dedi ve bu durumu (Hz. Osman'ın yasaklayışmı) görünce (hac ve umrenin) her ikisine birden niyetlenip ihra­ma girdi ve telbiyeye başladı. Bu açıkça ortaya koymaktadır ki, onlara göre hac ile umreyi birleştiren kimse, temettü' yapan kimse demektir ve Allah Rasûlü'nün (s.a.) yaptığı hac çeşidi de budur. Hz. Osman, Allah Rasûlü'nün (s.a.) böyle yaptığı konusunda Hz. Ali'ye muvafakat göster­miştir. Ancak ikisi arasındaki tartışma tıpkı fakihlerin tartışmalarında ol­duğu gibi şu iki konuda cereyan etmiştir: Bizim için daha faziletli olan bu mu, değil mi? Haccı umreye çevirme bizim için meşru mu? Ama Hz. Ali ile, Hz. Osman, Hz. Peygamber'in (s.a.) temettü' yaptığında görüş birliğindedirler ve onlara göre temettu'dan maksat kirân'dır. Sahihayn'da, Mutarrif'ten gelen rivayete göre İmrân b. Husayn: "Allah Rasûlü (s.a.) hac ile umreyi birleştirdi. Sonra bunu yasaklamadan vefat etti. Ayrıca bu­nu haram kılan bir âyet de inmedi." demiştir. Yine aynı sahabî bir başka rivayette: "Allah Rasûlü (s.a.) temettü' etti. Biz de O'nunla birlikte temettü' ettik." demiştir. İşte ilk müslümanlann ileri gelenlerinden olan Imrân, Hz. Peygamber'in (s.a.) temettü' yaptığım ve O'nun hac ile umreyi birleştirdi­ğini haber veriyor. Sahabeye göre kıran haccı yapan (kârin), temettü' ya­pan (mutemetti) demektir. Bu yüzden onlar bu kimsenin kurban kesmesini vacip görmüşlerdir. Ve bu kimse (yani kıran haccı yapan): "Umreyi hacca ilâve etmek suretiyle temettü' yapan (faydalanan) kimse, kolayına gelen bir kurban kessin." âyetinin'[314]' kapsamına girmiştir. Hz. Ömer, Hz. Pey­gamber'in (s.a.) şöyle dediğini aktarır: "Bana, Rabbim'den birisi (Cebrail) gelip dedi ki: Bu mübarek vadide namaz kıl ve 'Hac içinde umreye niyetlendim' de!.."

İşte râşid halifeler Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile îmrân b. Husayn'dan en sahih senedlerle Allah Rasûlü'nün (s.a.) umre ile hac arası­nı bitiştirdiği (kıran yaptığı) rivayet edilmiştir ki, onlar bunu temettü' diye adlandırmaktaydılar. Öte yandan Enes, Hz. Peygamber'in (s.a.) hac ve umreye birlikte telbiye getirdiğini işitmiş olduğunu söylemektedir.

Bekir b. Abdulah el-Müzenî'nin, îbn Ömer'den Hz. Peygamber'in (s.a.) yalnızca hacca telbiye getirdiği yolunda naklettiği rivayete verilecek cevap şudur: îbn Ömer'den rivayette bulunan oğlu Salim, Nâfi' gibi ondan gelen rivayetler konusunda Bekir'den daha sağlam olan sika râviler, îbn Ömer'­in: "Allah Rasûlü (s.a.) umreyi hacca eklemek suretiyle temettü' etti." dediğim rivayet ederler ki, bunlar İbn Ömer konusunda Bekir'den daha sağlamdırlar. Öyleyse Bekir'in, İbn Ömer'den yaptığı rivayeti yanlış say­mak, hem Salim ve Nâfi'in ondan yaptığı rivayeti yanlış saymaktan ve hem de İbn Ömer'in Hz. Peygamber (s.a.) üzerinde yanlış bir şey söyledi­ğini kabul etmekten daha iyi, daha münasiptir. Muhtemel ki îbn Ömer, ona "Hz. Peygamber (s.a.) ifrâd haccı yaptı." dedi; o da onun "Hz. Pey­gamber (s.a.) hacca telbiye getirdi." dediğini sandı. Çünkü sahabîler, "haccı ifrâd etme" sözünü kullandıklarında hac amellerini birer kere yapma anla­mım kastediyorlardı. Onlar böylece hem "Hz. Peygamber (s.a.) kıran hac­cı yaptı ve bu hac sırasında iki tavaf, iki sa'y yaptı." diyenleri ve hem de "ihramından çıktı." diyenleri reddetmiş oluyorlardı. O halde Hz. Pey­gamber'in (s.a.) haccı ifrâd yaptığını rivayet eden sahabîlerin rivayetleri bu görüş sahiplerini reddetmektedir. Müslim'in, Sahih'inâe rivayet ettiği şu hadis de bunu ortaya koyar: İbn Ömer, "Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte hacca ifrâd eden olarak, niyetlenip ihrama girdik." ve bir diğer metinde ise: "Hz. Peygamber (s.a.) ifrâd eden olarak niyetlenip ihrama girdi." diyor.[315]

Şayet "Bu rivayetten maksat, Hz. Peygamber'in (s.a.) ifrâd haccı yap­mak için niyetlenip ihrama girdiğini belirtmektir" denilecek olursa, buna şöyle cevajD verilir: Bu senedden daha sahih bir senedle îbn Ömer'in: "Hz. Peygamber (s.a.) umreyi hacca eklemek suretiyle temettü' yaptı. Önce um­reden başlayarak, umre için niyetlenip ihrama girdi. Sonra hacca niyetle­nip ihrama girdi." dediği rivayet edilmiştir. Bu hadis (İbn Şihâb) ez-Zührî - Salim - îbn Ömer senediyle aktarılmıştır. İbn Ömer'den, buna aykırı gelen bir rivayet, ya onun üzerinde yapılan bir yanlışlık demektir, ya da îbn Ömer'in o hadisteki maksadı buna muvafıktır, yahut da îbn Ömer, Hz. Peygamber'in (s.a.) ihramdan çıkmadığını öğrenince tıpkı "Hz. Pey­gamber (s.a.) Recep ayında umre yaptı." sözünde yanılgıya düştüğü gibi burada da Hz. Peygamber'in (s.a.) ifrâd haccı yaptığını sandı ve bir unut­kanlık eseri olarak bu durum ondan sadır oldu. Hz. Peygamber (s.a.), ihramdan çıkmayınca -ki ifrâd haccı yapan kişi böyle yapar- O'nun if­râd haccı yaptığını sandı.

Sonra (İbn Teymiye) Zührî'nin Sâlim'den, onun da babası (îbn Ömer)'den rivayet ettiği "Hz. Peygamber (s.a.) temettü' yaptı..." hadisini ve Zührî'nin "Urve, bana Âişe'den rivayet etti ki..." sözüyle rivayet ettiği aynen Sâlim'in babasından aktardığı hadis gibi bir hadisi verdikten sonra diyor ki: Bu, yeryüzündeki en sahih hadislerdendir. Zira bu hadisi devrin­de sünneti en iyi bilen kişi olan Zührî, Sâlim'den, o da babasından rivayet etmiş olup hadis, İbn Ömer ve Aişe hadislerinden daha sahihtir.

Sahihayn'âa Hz. Âişe'den (r.a.) g'elen rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.) dört umre yapmış, dördüncüsünü haccıyla birlikte ifâ etmiştir. Hac­dan sonra umre yapmadığı konusunda ise âlimler görüş birliğindedirler. O halde kıran temettu'u yahut hususî bir temettü' yaptığı ortaya çıkmaktadır.

Sahih bir rivayete göre İbn Ömer, hacla umreyi birleştirmiş ve: "Allah Rasûlü (s.a.) de böyle yaptı." demiştir. Bunu Buharı, Sahih'tz rivayet et­mektedir.[316]

Kendilerinden haccın ifrâdı (tek yapılması) rivayet edilen sahabî sayısı üçtür: Âişe, İbn Ömer ve Câbir. Her üçünden temettü' da rivayet edilmiş­tir. Âişe ve İbn Ömer'in, "Hz. Peygamber (s.a.) umreyi hacca ekleyerek temettü' yaptı" hadisleri onların (diğer) hadislerinden daha sahihtir. Bu konuda (yani Hz. Peygamber'in ifrâd yaptığı konusunda) bu iki sahabîden sahih olarak aktarılan sözler ya hac fiillerini tek tek yapmak anlamındadır, ya da diğer örneklerinde olduğu gibi bu da İbn Ömer'den (r.a.) ileri gelen bir yanlışlıktır. Zira temetu' hadisleri mütevâtirdir. Hz. Ömer, Hz. Os­man, Hz. Ali, İmrân b. Husayn gibi ileri gelen sahabîler tarafından rivayet edilmişlerdir. Aynı şekilde onları Hz. Âişe, îbn Ömer ve Câbir de rivayet etmişlerdir. Hatta Hz. Peygamber'den (s.a.) temettü' hadislerini onu aşkın sahabî rivayet etmiştir (İbn Teymiye'nin sözleri burada bitti).

Ben derim ki: Enes, Âişe, İbn Ömer ve İbn Abbas Hz. Peygamber'in (s.a.) dört umre yaptığında görüş birliğindedirler. Yalnız îbn Ömer, bun­lardan birinin Recep ayında yapılmış olması konusunda yanılmıştır. İbn Abbas dışında bu sahabîlerin hepsi de "Dördüncü umre, haccıyla birlikte yaptığı umredir.'* demişlerdir. Enes dışında kalanlar ise: "Hz. Peygamber (s.a.) haccı ifrâd yaptı." demişlerdir. Bu sahabîler "Hz. Peygamber (s.a.) temettü' yaptı." da demişlerdir. Bunu da, bunu da, bunu da, yani üçünü de demişlerdir. Onların sözleri arasında bir çelişki yoktur. Çünkü Hz. Pey­gamber (s.a.) kıran temettu'u yaptı, hac fiillerini tek tek ifa etti ve iki ibadeti (hac ve umreyi) birleştirdi. İki ibadeti birleştirmesi açısından kıran; iki tavaf ve iki sa'y yerine yalnız bir tavaf ve bir sa'y yapması açısından ifrâd ve hac ile umre için yapacağı ayrı ayrı iki yolculuktan birini yapma­mak suretiyle rahat etmesi açısından temettü' haccı yapmış oldu.

Sahabenin kullandığı sözleri düşünen, hadisleri birbirleriyle uzlaştıran ve onları birbirine göre ele alan, sahabenin kullandığı dili anlayan kimseye doğrunun sabahı parıldar, onun zihnindeki ihtilâf ve sallantıların karanlığı açılır. Doğru yola eriştiren, hak yola ulaştıran yalnız Allah'tır.

Artık kim "Hz. Peygamber (s.a.) haccı ifrâd etti." der, fakat bu söz­le, pek çok insanın sandığı gibi, Hz. Peygamber'in (s.a.) ifrâd haccı yaptı­ğını (yani tek olarak hac yaptığını), sonra haccı bitirince Ten'îm'den veya başka yerden (ihrama girip) umre yaptığını ifade etmek isterse bu yanlıştır; ne sahabeden, ne tabiînden, ne dört imamdan ve ne de hadis imamlarından herhangi biri böyle bir şey demiştir. Şayet bu sözle, selef ve haleften bir grubun da söyledikleri üzere, Hz. Peygamber'in (s.a.) yalnız bir hac yaptı­ğı ve beraberinde umre yapmadığını ifade etmek isterse bu da bir yanılgı­dır. Yukarıda da açıklığa kavuştuğu üzere sahih ve açık hadisler bu görüşü

reddeder. Şayet bu sözle Hz. Peygamber'in (s.a.) yalnızca hac fiillerini yap­tığını ve ayrıca umre için ameller yapmadığını ifade etmek isterse, işte o zaman isabet eder. Onun görüşüne bütün hadisler delil olur,                

 Kim de "Hz. Peygamber (s.a.) kıran haccı yaptı." der, ama bu sözle O'nun hac için ayrı bir tavaf, umre için ayrı bir tavaf, hac için bir sa'y I ve umre için bir sa'y yaptığım anlatmak isterse sabit hadisler onun bu gö­rüşünü reddeder. Şayet bu sözle Hz. Peygamber'in (s.a.) iki ibadeti birleş- i tirdiğini ve her ikisi için bir tek tavaf ve bir tek sa'y yaptığım ifade etmek i isterse işte onun bu görüşüne sahih hadisler tanıklık eder.-Onun görüşü j doğrudur.

Kim de "Hz. Peygamber (s.a.) temettü' yaptı." der; ancak bu sözle Hz. Peygamber'in (s.a.) umre ihramından çıkıp yeni baştan hac için ihra­ma girerek temettü' haccı yapmış olduğunu söylemek isterse onun bu sözü­nü hadisler reddeder. Görüşü yanlıştır. Şayet Hz. Peygamber'in (s.a.) ih- ! ramdan çıkmayıp kurban şevki için ihramlı kalarak temettü' yaptığını söy­lemek isterse pek çok hadis yine onun görüşünü reddeder. Ancak bunun j yanlışlığı daha azdır. Şayet Hz. Peygamber (s.a.) kıran temettu'u yapmıştır demek isterse işte bu doğrudur, bütün sabit hadisler buna delildir ve hadis-lerdeki dağınıklık böylece toplanır; bir problem, bir ihtilâf kalmaz. [317]

 

6- Hz. Peygamber'in (s.a.) Umreleri, Haccı ve İhramı Konusunda Yanılanlar:  

 

Hz. Peygamber'in (s.a.) umreleri konusuda şu beş grup yanılmıştır:

1-  Recep ayında umre yaptı diyenler»- Bu yanlıştır. Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a.) umreleri zabıtlara geçmiş olup iyi bilinmektedir. Asla bunlardan herhangi birine Recep ayında çıkmamıştır.                                 

2-  Şevval ayında umre yaptı diyenler: Bu da bir yanılgıdır. Görünen o ki -Allah daha iyi bilir ya- râvilerden biri yanlışlıkla burada "Hz. j Peygamber (s.a.) Şevval'de itikâf yaptı" diyeceğine "Hz. Peygamber (s.a.) j Şevval'de umre yaptı" dedi. Ancak hadisin gelişi ve "Allah Rasûlü (s.a.) / biri Şevval'de, ikisi Zilkâde'de olmak üzere üç umre yaptı." sözü Hz. Âi-j şe'nin yahut ondan sonrakilerin umreyi kasdettiklerini gösterir.            

3- Hacdan sonra Ten'îm'den (ihrama girerek) umre yaptı diyenler: Bunu} söyleyen hiçbir ilim adamı mevcut değildir. Yalnızca avam ve hadis bilgisi bulunmayanlar böyle sanmaktadırlar.

4-  Hac sırasında hiç umre yapmadı diyenler: Reddi mümkün olmayan yaygm (müstefîz) sahih sünnet bu görüşü ibtal eder.

5- Önce bir umre yapıp ihramdan çıktı, sonra Mekke'de hac için ihra­ma girdi diyenler: Sahih hadisler bu görüşü ibtal edip reddeder.

Haccı konusunda beş grup yanıldı:

1-  Bir tek hac yaptı, beraberinde umre yapmadı diyenler.

2-  Temettü' haccı yaptı; önce (umre) ihramınden çıktı, sonra hac için ihrama girdi diyenler. Nitekim Kadı Ebu Ya'lâ ve başka âlimler bu görüşü savunmuşlardır.                                                                          

3-  Temettü' haccı yaptığından kurban sevketmesi sebebiyle ihramdan çıkmadı ve kıran haccı yapmadı diyenler. el-Muğnî sahibi Ebu Muhammed İbn Kudâme ve başka âlimler bu görüştedirler.

4-  İki tavaf ve iki sa'y yapmak suretiyle kıran haccı yaptı diyenler.

5-  İfrâd haccı yaptı, sonra Ten'îm'den (ihrama girerek) umre yaptı diyenler.

İhramı konusunda beş grup yanıldı:                                    

1-  Yalnızca umre için telbiye etti ve bunu böylece sürdürdü diyenler.

2-  Yalnızca hac için telbiye etti ve bunu böylece sürdürdü diyenler.

3-  Hacca, ifrâd haccı yapmak için telbiye getirdi, sonra buna umreyi de kattı deyip bunun O'na mahsus olduğunu sananlar.

4- Yalnız umre için telbiye getirdiğini, sonra ikinci durumda buna hac­cı da kattığını söyleyenler.

5-  Hangi ibadet için olduğunu tayin etmediği serbest bir ihram giydi; ihram giydikten sonra bunu belirledi, diyenler.

Doğrusu Hz. Peygamber (s.a.) ilk başta ihrama girdiğinde hac ve um­re için birlikte ihrama girdi ve her ikisinin de yapılması gerekli vazifelerini yerine getirmeden ihramdan çıkmadı. Her ikisi için bir tavaf, bir sa'y yaptı ve kurban kesti. Nitekim hadisçilerin bildikleri bir tevatür derecesinde mü-tevâtir olan yaygın naslar da bunu göstermektedir. En doğrusunu bilen Allah'tır. [318]

 

7- Bu Görüşleri Savunanların Gerekçeleri ve Hatalarının Açıklanması:

I- Hz. Peygamber'in (s.a.) Umreleri Konusunda Vurulanlar: a) Recep Ayında Umre Yapiı Diyenler:

 

Recep ayında umre yaptı diyenlerin gerekçeleri Buharı ve Müslim ta­rafından İbn Ömer'den (r.a.) rivayet edilen "Hz. Peygamber (s.a.) Recep ayında umre yaptı." hadisidir. Oysa Âişe ve başka sahabîler onun yanlışlık yaptığını belirtmişlerdir. Nitekim Sahihayn'âak'ı bir rivayete göre Mücâhid anlatıyor: Ben, Urve b. Zübeyr ile beraber Mescide girdim. Abdullah b. Ömer'i, Hz. Âişe'nin hücresine dayanıp oturmuş halde bulduk. Baktık, bazı insanlar kuşluk namazı kılıyorlardı. Kıldıkları namazın durumunu İbn Ömer'e sorduk "Bid'attir" dedi. Sonra ona: "Allah Rasûlü (s.a.) kaç um­re yaptı?" diye sorduk, o da: "Biri Recep ayında olmak üzere dört umre." diye cevap verdi. Onu reddetmeyi istemedik. Mü'minlerin annesi Âişe'nin kendi odasında dişlerini misvaklamasından çıkan sesi işittik. (İzin alıp ya­nma girdik). Urve (teyzesi Hz. Âişe'ye): "Anneciğim! -yahut ey mü'min­lerin annesi!- Ebu Abdurrahman ibn Ömer'in ne dediğini duydun mu?" diye sordu. Hz. Âişe: "Ne diyor?'''diyerek ona soru yöneltti. Urve: "İbn Ömer, Allah Rasûlü, biri Recep ayında olmak üzere dört umre yaptı di­yor." dedi. Bunun üzerine Hz. Âişe: "Allah, Ebu Abdurrahman'a rahmet etsin! Allah Rasûlü'nün (s.a.) yaptığı her umrede muhakkak kendisi hazır bulunmuştur. Oysa Hz. Peygamber (s.a.) Recep ayında katiyen umre yap­mamıştır." dedi.[319] Enes ve İbn Abbas da aynı şekilde, Hz. Peygamber'­in (s.a.) bütün umrelerini Zilkade ayında yaptığım söylemektedirler. Doğ­rusu da budur. [320]

 

b) Şevval Ayında Umre Yaptı Diyenler:

 

Şevval ayında umre yaptı diyenlerin gerekçeleri, MâlİkMn Muvatta*da. Hişam b." Urve yoluyla onun babası Urve'den rivayet ettiği: "Hz. Peygamber (s.a.) biri Şevval'de, ikisi Zilkade ayında olmak üzere yaptığı üç umre dışında umre yapmamıştır." hadisidir.[321] Ancak bu hadis mürseldir ve yi­ne yanlıştır. Ya Hişâm'ın ya da Urve'nin başına İbn Ömer'in başına gelen hal gelmiştir. Bu hadisi, Ebu Davud Hz. Âişe'den merfû olarak rivayet etmiştir. Ancak bu da yanlıştır; merfû olarak rivayeti sahih değildir. İbn Abdilberr: "Hadisin müsned olarak rivayeti, Mâlik'den sahih yolla aktarı­lan şeylerden değildir." demektedir.

Ben derim ki: Hz. Âişe'den böyle bir rivayetin asılsızlığını şu rivayet de ortaya koyar: Hz. Âişe, îbn Abbas ve Enes b. Mâlik: "Allah Rasûlü (s.a.) Zilkade ayı dışında umre yapmadı." demişlerdir. Doğrusu da budur. Çünkü Hudeybiye ve kaza umreleri Zilkade ayında yapılmıştı. Kıran hac-cında yapılan umre de şüphesiz Zilkade ayında idi. Cirâne umresi de Zilka­de ayının başında yapılmıştı. Yalnız tereddüt şurada ortaya çıktı: Hz. Pey­gamber (s.a.) Şevval ayında düşmanla karşılaşmak için Mekke'den çıktı. Düşmanın işini bitirdi. Ganimetleri paylaştırdı. Cirâne'den (ihrama girip) geceleyin umre yapmak üzere Mekke'ye girdi ve oradan gece çıktı. Bu se­beple bu umresi pek çok kişiye gizli kalmıştı. Muharriş el-Ka'bî aynen böy­le demektedir. En doğrusunu Allah bilir. [322]

 

c) Ten'îm'den İhrama Girip Umre Yaptı Diyenler:

 

Hacdan sonra Ten'îm'den ihrama girip umre yaptığını sananların bir gerekçelerini bilmiyorum. Çünkü bu, Hz. Peygamber'in (s.a.) haccı konu­sunda yaygın olarak bilinen gerçeğe ters düşmektedir. Katiyen hiç kimse böyle bir şey naklet memiştir ve hiçbir imam da böyle bir söz söylememiş­tir. Herhalde böyle sanan kişi, Hz. Peygamber'in (s.a.) haccı ifrâd yaptığı­nı işitmiş olacak ve Mekke dışından gelip de ifrâd haccı yapan herkesin hacdan sonra Ten'îm'e gidip orada ihrama girmesi gerektiğini görmüş ola­cak ki, Allah Rasûlü'nün (s.a.) haccını da bunun yerine koymuştur. Bu, yanlışın ta kendisidir. [323]

 

d) Hac Sırasında Hiç Umre Yapmadı Diyenler:

 

Hac sırasında hiç umre yapmadı diyenlerin gerekçeleri: Bu kimseler Hz. Peygamber'in (s.a.) ifrâd haccı yaptığını işittikleri ve O'nun hacdan sonra umre yapmadığını kesin bildikleri için, daha önce yaptığı umre ile yetinerek bu hac sırasında umre yapmamıştır dediler. Sahih ve meşhur ha­disler, -daha önce de geçtiği üzere yirmiyi aşkın sebepten ötürü- onların bu görüşlerini reddeder. Hz. Peygamber (s.a.): "Bu, kendisiyle faydalandı­ğımız (temettü* yaptığımız) bir umredir." buyurmuş; Hafsa: "İnsanların bu hali ne? Sen umre ihramından çıkmadığın halde onlar ihramdan çıktı­lar." demiş; Sürâka b. Mâlik: "Allah Rasûlü (s.a.) temettü* yaptı." de­miştir. Aynı şeyi İbn Ömer, Âişe, İmrân b. Husayn ve İbn Abbas da söyle­miş; Enes, îbn Abbas ve Âişe Hz. Peygamber'in (s.a.) yaptığı umrelerden birini haca sırasında yaptığını açıkça belirtmişlerdir. [324]

 

e) Umre İhramından Çıkıp Hac İçin İhrama Girdi Diyenler:

 

Kadı Ebu Ya'lâ ve ona muvafakat edenlerin savundukları, Hz. Pey­gamber'in (s.a.) bir umre yapıp onun ihramından çıktığı görüşünün gerek­çesi; İbn Ömer, Âişe, İmrân b. Husayn ve başka sahabîlerden sahih olarak aktarılan "Hz. Peygamber (s.a.) temettü' yaptı." hadisidir. Bu hadisin, Hz. Peygamber'in (s.a.) ihramdan çıkıp temettü' yapmış olmasına da, ih­ramdan çıkmamış olmasına da ihtimali vardır. Sahihayn'da rivayet edilmiş olup Muâviye'nin, kendisinin Hz. Peygamber'in (s.a.) saçını Merve tepe­sinde enli bir okia (veya bıçakla) kısalttığını ifade eden haberi,[325] Hz. Pey­gamber'in (s.a.) ihramdan çıkmadığını gösterir. Bu işin Veda haccı dışında olması mümkün değildir. Çünkü Muâviye, Mekke Fethinden sonra müslü-man olmuştur ve Hz. Peygamber (s.a.) de Fetih zamanında ihramlı değildi. Yine bu saç kısaltma işinin Cirâne umresinde olması da iki yönden müm­kün değildir:

1)  Bu sahih hadisin metinlerinden birinde: "Bu, o haccı sırasında idi" kaydı vardır.

2)  Nesâî'nin sahih senedle rivayetinde ise: "Bu (Zilhicce ayının ilk) on günü içinde idi." kaydı vardır. [326]Muâviye'nin Hz. Peygamber'in (s.a.) saçını kısaltması ancak Veda haccı esnasında idi. Bunlar, temettu'un yal­nızca Hz. Peygamber'e (s.a.) has olduğunu aktaranların rivayetlerini, özellikle onlardan bir grubun, kurban sevketmekle ihramdan çıkma hakkına, sahabeden kurban sevkedenlerin dışındaki kimselerin sahip oldukları şek­linde yorumlamışlardır. İçlerinde, üstadımız Ebu'l-Abbas (İbn Teymiyye)'m bulunduğu diğer bir grup onlara karşı gelmiş ve "Kim meşhur sahih hadis­ler üzerinde düşünürse, ne Hz. Peygamberin (s.a.) ve ne de kurban sevke-den hiçbir kimsenin ihramdan çıkmadığım anlar." demişlerdir. [327]

 

II- Hz. Peygamber'in (s.a.) Haccı Konusunda Yanılanlar:

a) Bir Tek Hac Yaptı, Beraberinde Umre Yapmadı Diyenler:

 

Bir tek hac yaptı, beraberinde umre yapmadı diyenlerin gerekçeleri Sahihayrfda bulunan şu hadistir: Hz. Âîşe anlatıyor: "Veda haccı senesi Allah Rasûlü (s.a.) ile beraber çıktık. Kimimiz umreye, kimimiz hac ve umreye ve kimimiz de hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiyeye başladı. Al­lah Rasûlü (s.a.) ise hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiyeye başladı."[328] Diyorlar ki: Bu taksim ve türlere ayırma, Hz. Peygamber'in (s.a.) yalnızca hacca niyetlenip irrrama girdiği ve telbiyeye başladığı konusunda açık bir ifadedir.

Müslim'in, Hz. Âişe'den rivayet ettiği bir hadiste ise: "Allah Rasûlü (s.a.) ifrâd yapan kişi olarak hacca niyetlenip ihrama girdi ve telbiyeye başladı.[329]' denilmiştir.

Sahih-i BuharTdt İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre; Allah Rasûlü (s.a.) yalnızca hacca telbiye getirdi.[330]

Sahih-i Müslim'de îbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre; Allah Rasû­lü (s.a.) hacca niyetlenip ihrama girdi ve telbiye getirdi.[331]

Sünen-i îbn Mâce'de Câbir'den rivayet edildiğine göre; Allah Rasûlü (s.a.) haccı ifrâd etti.[332]

Sahih-i Müslim'de, yine Câbir'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte yola çıktık. Yanlız hacca niyet ediyorduk. Um­re yapmayı düşünmüyorduk."[333]

Sahih-i BuharVdt rivayet edildiğine göre Urve b. Zübeyr anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) hac yaptı. (Teyzem) Hz. Âişe'nin bana haber verdiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) Mekke'ye geldiğinde ilk olarak abdest aldı, son­ra Beytullah'ı tavaf etti. Sonra bu (yapmış olduğu tavaf) umre sayılmadı. Sonra Ebu Bekir (r.a.) hac yaptı. O ilk olarak Beytullah'ı tavaf etti. Sonra bu umre sayılmadı. Ebu Bekir'den sonra Ömer de böyle yaptı. Ömer'den sonra Osman hac yaptı. Onun ilk olarak Beytullah'ı tavaf ettiğini gördüm. Sonra bu umre sayılmadı. Sonra Muâviye ve Abdullah b. Ömer hac yaptı. Sonra ben, babam Zübeyr b. Avvam ile birlikte hac yaptım. Babam ilk olarak Beytullah'ı .tavaf etti. Sonra bu umre sayılmadı. Sonra İbn Ömer'in böyle yaptığını gördüm. Sonra o da haccı bozup umreye çevirmedi. İşte İbn Ömer onların yanındadır.[334] öyleyken neden ona sormuyorlar? Ne o, ne de geçmişlerden herhangi biri haccı umreye çevirmemiştir. Onlar Mescid-i Haram'a ayak bastıklarında ilk olarak Beytullah'ı tavaf ederler, sonra ihramdan çıkmazlardı. Ben, annem Esma ile teyzem Âişe'yi gördüm, onlar Mekke'ye geldikleri zaman ilk olarak Beytullah'tan başlayıp onu ta­vaf ettiler. Sonra da ihramlarından çıkmadılar. Annem bana haber verdi ki, kendisi, kız kardeşi Âişe, (babam) Zübeyr, falan ve falan şahıslar umre niyetiyle ihrama girip telbiye getirmişler; Rükn'e ellerini sürdükleri vakit ihramdan çıkmışlardır. [335]

Sünen-i Ebu Davud'da, Musa b. İsmail - Hammad b. Seleme ve Vüheyb b. Hâlid - Hişam b. Urve - babası Urve senediyle Hz. Âişe'nin şöyle dediği rivayet edilir: Biz Allah Rasûlü'nün (s.a.) beraberinde Zilhicce ayına doğru Medine'den yola çıktık. HzT Peygamber (s.a.) Zülhuleyfe'ye vardığımızda bizlere: "Kim hac niyetiyle ihrama girip telbiye etmek isterse öylece yapsın ve kim de umre niyetiyle ihrama girip telbiye etmek isterse umreye niyetlenip ihrama girsin, telbiye getirsin." buyurdu. Rivayetin bun­dan sonraki kısmında Vüheyb (Hammad'dan) ayrılarak Hz. Peygamber'in (s.a.): "Ben de eğer kurbanlık sevketmemiş olaydım muhakkak umreye niyetlenir, ihrama girer ve telbiye getirirdim." buyurduğunu, diğeri ise:"Ben kendim hacca niyetlenip ihrama giriyorum." buyurduğunu rivayet etmektedir.[336] Şu halde her iki rivayetin toplamından Hz. Peygamber'in (s.a.) ifrâd haccı yaptığı sahih olduğu neticesi çıkar.

Görüldüğü gibi bu görüş sahiplerinin gerekçeleri açıktır. Ancak onla­rın bu gerekçeleri, Hz. Peygamber'in (s.a.) verdiği hükmün; yapmaya karar verip de kendi yaptığı şeyi "Ben kurbanı şevkettim ve kıran haccı yaptım" şeklinde bildirdiği haberin; devesinin yanıbaşmda bulunup, o vakit başka­larından O'na daha yakın ve en güvenilir insanlardan olup da O'nun "Al­lah'ım! Senin hac ve umre davetine icabet ettim" diye telbiye getirdiğini işiten kimsenin (Enes'in) aktardığı haberin; Hz. Peygamber'den (s.a.) en çok ilim öğrenen insan Aİi b. Ebî Tâlib'in (r.a.) Hz. Peygamber'in hac ve umreye birlikte niyetlenip ihrama girdiği ve yine her ikisine birlikte tel­biye getirdiği şeklinde verdiği haberin; Hz. Peygamber'in (s.a.) kendisinin _ umre yapıp ihramdan çıkmaması konusunda hanımı Hafsa'mn sözlerini kabullenip bu konuda ona karşı çıkmaması, aksine onu doğrulaması ve bununla birlikte kendisinin hacı olduğunu söyleyerek ona cevap vermesi yolunda -ki Hz. Peygamber (s.a.) duyduğu bâtıl bir şeye asla hoşnutluk gösterip ses çıkarmamazlık etmez, hemen uyanda bulunur- Hz. Hafsa'­mn kendisinin aktardığı haberin karşısında bir mazeret teşkil etmez. Hz. Peygamber'in (s.a.), Rabbinden gelen ve kendisine umre içinde hacca ni­yetlenip ihrama girerek telbiye getirmesini emreden vahyi haber verişine karşılık bir mazeretleri yoktur. Yine Hz. Peygamber'in (s.a.) bir daha hac yapmayacağını bildiği için kıran haccı yaptığını söyleyen sahabîlerin ve Hz. Peygamber'in (s.a.) hacla birlikte umre yaptığım haber veren sahabîlerin haberleri karşısında onların ileri sürebilecekleri bir mazeretleri, bir gerekçe­leri yoktur. "Hz. Peygamber (s.a.) haccı, ifrâd yaptı." diyenlerin de asla böyle bir mazeretleri yoktur. Hiçbir şahabı ne Hz. Peygamber'in (s.a.) "ben ifrâd haccı yaptım." ve "Rabbimden bana bir elçi geldi, ifrâd haccı yap­mamı emrediyor." dediğini rivayet etmiştir; ne Hz. Peygamber'e (s.a.): "Bu insanlara ne oluyor ki, ihramdan çıktılar? Onlar umre ihramından çıktıkları halde sen hac ihramından çıkmadın!" demiştir, ne de hiç kimse­ye O'nun: "Allah'ım! Yalnız umre davetine icabet ettim." ve "Allah'ım! Yalnız hac davetine icabet ettim." diye telbiye getirdiğini işittiğini söyle­miştir ve ne de hiçbir kimse; "Hz. Peygamber (s.a.) sonunucusu haccından sonra olmak üzere dört umre yaptı." demiştir.

Oysa dört sahabî, Hz. Peygamber'in (s.a.) bizzat kendisinin kıran haccı yaptığını söylediğini işittiklerine şahitlik etmektedirler. "Onlar, Hz. Pey-gamber'i (s.a.) işitmediler" demekten başka bu şahitliği reddetmenin yolu yoktur.

Katiyetle malumdur ki, Hz. Peygamber'den (s.a.) gördükleri davranışı kendi anladıkları şekilde öyle zannederek haber verenlerin yanlışlık yaptık­larını ve yanılgıya düştüklerini hesaba katmak, işitmediği halde "Hz. Pey­gamber'in (s.a.) şöyle şöyle dediğini işittim." şeklinde haber verdi diye yalanlamaya kalkışmaktan daha iyidir. Çünkü burada ancak yalanlamaya kalkışılabilir/Ama yamlarak Hz. Peygamber'den (s.a.) gördüğü davranışı haber veren kişinin haberi yalandır denemez. Allah, Ali'yi, Enes'i, Berâ'yı ve Hafsa'yı, işitmedikleri halde "Hz. Peygamber'in (s.a.) şöyle dediğini işittik." demekten tenzih etmiştir. Rabbi Allah Teâlâ, Hz. Peygamber'e (s.a.) şöyle şöyle yap diye vahiy gönderip de O'nun bunu yapmaması söz konusu değildir; Allah, O'nu böyle durumlardan tenzih etmiştir. Böyle bir şey en imkânsız ve en olmayacak şeylerdendir. Hele Hz. Peygamber'in (s.a.) ifrâd haccı yaptığını söyleyenler, bunların maksatlarına muhalefet etme­mişler ve bunlarla çelişkiye düşmemişler, yalnızca Hz. Peygamber'in (s.a.) hac amellerini birer kere yaptığını ve ifrâd haccı yapan kişinin yaptığı amel­lerle yetindiğini kasdetmışlerse? Zira Hz. Peygamber'in (s.a.) yaptığı şeyler arasında ifrâd haccı yapan kişinin yaptığı şeylere bir ilâve yoktur. Onlar­dan bunun aksini ortaya koyar görünümünde bir şey rivayet eden kimse, anladığı şekilde söylemiş demektir. Meselâ, Bekir b. Abdullah, Ibn Ömer'­in; "Hz. Peygamber^(s.a.) haccı, ifrâd yaptı." dediğini işitiyor ve kelime­nin ıstılahtaki anlamına yükleyerek "Hz. Peygamber (s.a.) yalnızca hacca telbiye getirdi." diyor. Oysa İbn Ömer'in oğlu Salim ve azadlı kölesi Nâfi' ondan "Hz. Peygamber (s.a.) temettü' yaptı. Önce umreye niyetlenip ihra­ma girdi, telbiye getirdi. Sonra hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiye getir­di." hadisini rivayet ediyorlar. İşte Salim, Bekir'in verdiği haberin aksini haber vermektedir. Bu hadisi, Hz. Peygamber (s.a.) böyle yapılmasını em­retti şeklinde yorumlamak doğru olmaz. Çünkü râvi "Önce umreye niyet­lenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Sonra hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi" demek suretiyle sözünün anlamını iyice açmıştır. Aynı şe­kilde Hz. Âişe'den (r.a.) Hz. Peygamber'in (s.a.) ifrâd haccı yaptığını riva­yet edenler Urve ile Kâsım'dır. Yine Hz. Âişe'den, kıran haccı yaptığını Urve ve Mücâhid rivayet etmektedir. Urve'den, Ebu'l-Esved Hz. Peygam­ber'in (s.a.) ifrâd yaptığını; Zühri ise yine ondan kıran yaptığını rivayet ediyor. Şayet bu iki rivayetin birbirini düşürdüklerim düşünsek, Mü-cahid'in rivayeti sapasağlam kalır. Eğer Hz. Peygamber'in (s.a.) ifrâd yap­tığı rivayeti, hac amellerini tek tek yaptı, şeklinde yorumlansa rivayetlerin hepsi de doğruyu söylemiş ve birbirlerini doğrulamış olur. Kuşku yok ki, Âişe ve îbn Ömer'in "Hz. Peygamber (s.a.) haccı, ifrâd yaptı" sözünün üç şekilde anlaşılması muhtemeldir:

1-  Yanlız hacca niyetlenip ihrama girmek.

2-  Hac amellerini tek tek yapmak.

3-  Hz. Peygamber (s.a.) bir tek hac yaptı, onun yanında başka bir şey yapmadı. Ama umrede durum böyle değildir. Zira umreyi, dört defa yapmıştır.

Bu iki şahabının: "Hz. Peygamber (s.a.) umreyi hacca ekleyerek temettü' yaptı. Önce umreye niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Sonra hacca'niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi." şeklinde Hz. Peygamber'in (s.a.) yaptığı şeyi hikâye etmelerine gelince; bu söz açıktır, bir tek anlam dışında başka bir anlama gelmesi ihtimali yoktur. Bu sözü mücmel (kapalı) saymak caiz olmaz. Esved b. Yezîd ve Amra'nın Hz. Âişe'den naklettikle­ri, Hz. Peygamber'in (s.a.) hacca niyetlenip ihrama girdiğini ifade eden rivayette, Mücâhid ve Urve'nin yine ondan aktardıkları Hz. Peygamber'in (s.a.) kıran yaptığı rivayetiyle çelişen bir durum yoktur. Çünkü kıran haccı yapan kimse kesinlikle hacca niyetlenip ihrama giren hacı demektir. Umre­si haccmın bir parçasıdır. Artık kim, Hz. Âişe'den, Hz. Peygamber'in (s.a.) (yalnız) hacca niyetlenip ihrama girdiğini rivayet ederse o kimse doğru biri değildir. Mücâhid'in rivayeti Amra ve Esved'in rivayetine eklenir ve sonra bu iki rivayet, Urve'nin rivayetiyle birleştirilirse rivayetlerin toplamından Hz. Peygamber'in (s.a.) kıran haccı yaptığı sonucu çıkar ve rivayetler bir­birlerini doğrulamış olur. Hatta Hz. Âişe ve îbn Ömer'in sözleri Hz. Pey­gamber'in (s.a.) ifrâd haccma niyetlenip ihrama girmiş olmasından başka türlü anlaşılmaya muhtemel olmasa o vakit kesinlikle buna denecek söz, İbn Ömer'in "Hz. Peygamber (s.a.) Recep ayında umre yaptı." sözü ile Hz. Âişe yahut Urve'nin "Hz. Peygamber (s.a.) Şevval ayında umre yap­tı." sözüne verilen cevap olması gerekir. Ancak bu sahih ve açık hadislerin râvilerini yalanlamaya, delâlet ettikleri anlamın dışında yorumlamaya ve anlamlarını başka yerlere çekmeye yol yoktur. Aynı şekilde râvilerinde muz-tariblik bulunan, bu râvilerinden rivayet edilişinde ihtilâf edilen ve onlara bu hususta kendilerinden daha güvenilir yahut kendilerine denk olanların muhalefet ettikleri böyle mücmel bir rivayeti esas almaya da yol yoktur.

Câbir'in, "Hz. Peygamber (s.a.) haccı, ifrâd etti." sözüne gelince; bu sahabînin hadisinde, bunu (Hz. Peygamber'in (s.a.) umre yapmadığını) ifade eden açık bir şey yoktur. Burada yalnızca kendilerinin sırf hacca niyet ettiklerini haber vermektedir. Bu hadiste Allah Rasûlü'nün (s.a.) yal­nızca hacca (ifrâd haccına) telbiye getirdiğini gösteren şey nerede?

İbn Mâce'nin yine ondan rivayet ettiği "Allah Rasûlü (s.a.) haccı, ifrâd etti." şeklindeki öteki hadisin ise üç senedi vardır:

1-  En ceyyid olanı: ed-Derâverdî - Cafer b. Muhammed - babası Muhammed. Bu kesinlikle Haccetü'l-Vedâ'daki uzun hadisinin bir özeti olup manası aktarılmıştır. Râviler burada ed-Derâverdî'ye muhalefet ede­rek: "Hz. Peygamber (s.a.) hacca niyetlenip telbiye getirdi ve yüksek sesle (lâ ilahe illallah) tevhid kelimesini söyledi." demişlerdir.

2- İkinci sened şöyledir: Mutarrif b. Mus'ab - Abdülaziz b. Ebu Hâ-zim - Cafer. îbn Hazm, Mutarrif'in meçhul olduğunu söylemişse de ben derim ki: O, meçhul bir şahıs değildir, İmam Mâlik'in kızkardeşinin oğlu­dur. Buharı, Bişr b. Musa ve bir grup muhaddis ondan rivayette bulun­muştur. Onun hakkında Ebu Hatim: "Doğru ( = sadûk) biridir, hadisi muz-taribtir. O, bana İsmail b. Ebu Üveys'ten daha sevimlidir." diyor; İbn Adiy ise: "Münker hadisler rivayet eder" demektedir. Herhalde Ebu Mu­hammed İbn Hazm, ismini bir nüshada Mutarrif b. Mus'ab şeklinde gördü ve bu isimde bir şahsı tanıyamadı. Oysa oradaki isim Mutarrif Ebu Mus'­ab olmalıdır. Bu şahsın uzun ismi şöyledir: Mutarrif b. Abdullah b. Mu­tarrif b. Süleyman b. Yesar. Bu şahsm ismi konusunda yanılgıya düşenler­den biri de Muhammed b. Osman ez-Zehebî'dir. Zehebî, "ez-Zuafâ" adlı eserinde:  "İbn Ebî Zi'b'den rivayette bulunan Mutarrif b. Mus'ab el-Medenî'nin hadisi münkerdir." der. Ben derim ki: îbn Ebî Zi'b, ed-Derâverdî ve Mâlik'den rivayette bulunan, Mutarrif Ebu Mus'ab el-Medenî'dir ve hadisi de münker değildir. Onu İbn Adiy'nin, "Münker hadisler rivayet eder" sözü yanıltmıştır. Bu sözü söyleyen İbn Adiy sonra onun rivayet ettiği bir grup münker hadisi sıralar. Ancak bunları ondan Ahmed b. Da-vud b. Salih rivayet etmiştir. Dârakutnî bu şahsın yalancı olduğunu söyle­miştir ve bu hadislerdeki problem de ondan kaynaklanmaktadır.

3-  Câbir hadisinin üçüncü senedi. Bu senedde Muhammed b. Müs­lim'den rivayette bulunan Muhammed b. Abdülvehhab kimdir ve nasıldır, araştırılır. Şayet Taifli Muhammed b. Abdülvehhab ise bu şahıs İbn Ma-în'e göre sika, İmam Ahmed'e göre zayıftır. îbn Hazm onun hakkında "Kesinlikle sakıttır" demişse de bu râvi hakkında bu sözü söyleyen ondan başkasını görmedim. Oysa Müslim onun rivayetini şahid olarak kullanmış­tır. İbn Hazm "Şayet ondan (Taifli'den) başkası İse kimdir bilmiyorum" diyor. Ben derim ki: Başkası değildir, kesinlikle Taifli olandır.

Her ne olursa olsun bu hadis Câbir'den sahih senedle rivayet edilmiş bile olsa, bu hadisin hükmü Âişe ve İbn Ömer'den rivayet edilmiş hadisin hükmünü alır. Diğer sika râviler "Hz. Peygamber (s.a.) hacca niyetlenip ihrama girdi." dedikleri halde herhalde bunlar aynı anlama yükleyip hadisi "Haccı, ifrâd yaptı." diye rivayet ettiler. Malumdur ki, umre hacca katıl­dığı zaman artık "Hz. Peygamber (s.a.) hacca niyetlenip ihrama girdi," diyenin sözü, <(Hz. Peygamber (s.a.) hac ve umreye niyetlenip ihrama gir­di." diyenin sözüyle çatışmaz. Aksine bu, tafsilatım söylemiş; öteki ise genel bir ifade ile ayrıntıya girmeden haber vermiştir. "Hz. Peygamber (s.a.) haccı, ifrâd yaptı." diyenin sözü, yukarıda zikrettiğimiz üç yöne muh­temeldir. Ancak asla Hz. Peygamberdin (s.a.) "Allah'ım! îfrad haccına davetine icabet ettim." diye telbiye getirdiğini işitmiş midir? İşte buna hiç yol yoktur. Hatta bulunsa bile zikrettiğimiz ve reddedilmelerine asla bir yol bulunmayan bu temel direklerin önüne geçirilmez; bunun yanlış olduğu söylenir, yahut ihramın evveline yorumlanır ve hac esnasında Hz. Peygam-ber'in (s.a.) kıran haccı yaptığı ortaya çıkar. Oysa böyle bir şey sabit değil­dir. Yukarıda Süfyan es-Sevrî - Cafer b. Muhammed - babası Muham-med - Câbir (r.a.) senediyle Allah Rasûlü'nün (s.a.) Veda haccında kıran yaptığı rivayetini vermiştik. Bunu Zekeriyya es-Sâcî, Abdullah b. Ebu Zi-yâd el-Katavânî - Zeyd b. el-Hubâb - Süfyan... senediyle rivayet eder. Yukarıda da geçtiği üzere bu hadisle gerek "Hz. Peygamber (s.a.) hacca niyetlenip ihrama girdi." gerek "Haccı, ifrâd yaptı." ve gerekse "Hacca telbiye getirdi." hadisleri arasında bir çelişki yoktur.

Böylece kıran râvilerinin rivayeti on sebepten dolayı tercihe hak ka­zanmıştır:

1-  Yukarıda da geçtiği üzere bu râviler daha çoktur.

2-  Kıran rivayetinin haber veriliş yolları türlü türlüdür. Nitekim yu­karıda açıkladık.

3- Bu râviler arasında Hz. Peygamberin (s.a.) ağzından çıktığını işit­tiği açık metni aktaranlar, O'nun şöyle yaptım diye kendi yaptığını anlattı­ğı hadisi rivayet edenler ve Rabbinin O'na böyle yapmasını emrettiği ha­berleri verenler vardır. İfrâd konusunda bu şekil rivayet edilen hiçbir hadis gelmemiştir.

4- Hz. Peygamber'in (s.a.) dört umre yaptığını rivayet edenlerin riva­yetlerinin, kıran rivayetini tasdik etmesi.

5-  İfrâd rivayetlerinin aksine, kıran rivayetlerinin açık olup yoruma müsait olmamaları.

6- Kıran rivayetleri, ifrâdcılann sükut edip geçtikleri yahut olmadığı­nı söyledikleri bir ilâve ( = ziyâde) içermektedirler. Ziyadeyi söyleyen, söy-lemeyene; isbat eden nefyedene tercih edilir.

7-  İfrâd râvileri dörttür: Âişe, İbn Ömer, Câbİr ve İbn Abbas. Bu dörtlü aynı zamanda kıranı rivayet etmiştir. Şayet onların rivayetlerini bir­birleriyle düşürme yoluna gidersek o zaman onlar dışında kalan, kıran râ­vilerinin rivayeti, karşı rivayetten kurtulmuş olur. Eğer tercih yoluna gider­sek bu durumda Berâ, Enes, Ömer Îbnü'l-Hattâb, İmrân b. Husayn, Haf-sa ve bunların yanında yer alan yukarıda isimleri sıralanan kendilerinden muztarib ve ihtilaflı şekilde rivayet gelmeyen râvilerin rivayetini almak va­cip olur.

8- Kıran, Rabbi tarafından Hz. Peygamber'e (s.a.) emredilen hac şek­lidir. Ondan başkasını yapmış olamaz.

9-  Kurban sevkeden herkese emredilen hac şeklidir. Hz. Peygamber (s.a.) kurban sevkedenlere emredip sonra kendisi de kurban sevkettiği hal­de bu emrine aykırı davranacak değildir.

10-  Ailesine, ehl~i beytine yapmalarını emrettiği ve onlar için tercihte bulunduğu hac şeklidir. Onlar için de, kendisi için tercih ettiğini tercih edecektir, başka türlü yapacak değildir.

11- Bir başka tercih sebebi daha vardır, bu da, Hz. Peygamber'in (s.a.): "Umre, kıyamet gününe kadar haccm içine girmiştir." hadisi. Bu hadis, umre ile haccın araları ayrılmayacak şekilde umrenin, haccın bir parçası yahut onun içine girmiş bir parça gibi olmasını ve umrenin hacla beraber tıpkı bir şeyin içinde bulunan şeyin, onunla birlikteliği gibi olmasını ica-bettirir.

12- Ömer İbnü'l-Hattâb'm (r.a.), hac ve umreye birlikte niyetlenip ih­rama giren ve bu yüzden kendisine Zeyd b. Sûhân yahut Selmân b. Rabîa tarafından tenkid gelen Subey b. Ma'bed'e söylediği "Peygamberin Mu-hammed'in (s.a.) sünnetine uymuşsun." sözü.[337] Bu söz, Hz. Ömer'in, Hz. Peygamber'den (s.a.) rivayet ettiği "Allah'tan kendisine hac ve umre­ye birlikte, niyetlenip ihram giymesi için vahiy geldiği" yolundaki hadise muvafakat etmektedir. Bu da gösterir ki; kıran, Hz. PeygamberMn (s.a.) yaptığı ve o yolla Allah'ın kendisine buyurduğu emri yerine getirdiği bir sünnetidir.

13-  Kıran yapan kimsenin yaptığı ameller her iki ibadet için yapılmış demektir. Böylece ihramı, tavafı ve sa'yı her iki ibadete birlikte sayılmak­tadır. Bu da ikisinden birine sayılmasından ve her amelin ayrı ayrı yapıl­masından daha iyidir.

14-  Kurban şevkini içeren ibadet kuşkusuz, kurban bulunmayan bir ibadetten daha faziletlidir. Kişi kıran yaptığı zaman kurbanı her iki ibadeti için sayılır. Böylece ibadetlerden biri kurbansız olmamış olur. Bu yüzden -Allah daha iyi bilir ya- Allah Rasûlü (s.a.) kurban sevkeden kimsenin hac ve umreye birlikte niyetlenip ihrama girerek telbiyede bulunmasını em­retmiş ve buna Buharî ve Müslim'de Berâ'dan rivayet edilen "Ben, kurban şevkettim ve kıran yaptım (hac ile umreyi birleştirdim)" hadisiyle işarette bulunmuştur.

15- Temettü' haccının pek çok yönden ifrâddan daha faziletli olduğu sabit olmuştur. Bazıları: a) Hz. Peygamber (s.a.) sahabîlere haccı, temettü' şekline çevirmelerini emretmiştir. O'nun faziletli bir şeyden, daha az fazi­letli bir şeye sahabîleri intikal ettirmesi mümkün değildir, b) Hz. Peygam­ber (s.a.) "Bu yapmakta olduğum hacca yeniden başlıyor olsaydım,[338] ke­sinlikle kurban sevk etmez, haccı umreye çevirirdim." sözüyle böyle yap­madığına üzüldüğünü belirtmiştir, c) Kurban sevketmeyen herkese böyle yapmasını emretmiştir, d) Hz. Peygamber (s.a.) ve ashabının yaptığı hac, kurban sevkeden kimse için kıran, kurban sevketmeyen için temettu'dur. Bunlardan başka daha pek çok sebep vardır. Kurban sevkedip temettü' haccı yapan kimse kurbanını Mekke'den alıp temettü' yapan kimseden da­ha faziletlidir. Hatta iki görüşten birine göre kendisinde Hıll ve Harem'-de[339] bulunmak özelliği bir arada bulunan hayvan kurban olabilir. Bu sa­bit olduğu zaman artık kurban sevkedip kıran yapan kimse -ister kurban şevketsin, isterse etmesin- temettü' yapan kimseden faziletli demektir. Çün­kü ihrama girişinden bu yana kurban sevketmiştir. Temettü' yapan ise Hıll bölgesinin Harem'e en yakın yerinden bu yana kurban sevketmiştir. O hal­de kurban sevketmeyip ifrâd haccı yapan en yakın Hıll sınırından bu yana kurban sevkedip temettü' yapandan nasıl daha faziletli sayılabilir? Ya bir de mîkattan bu yana kurban sevkedip kıran yapandan daha faziletli sayıl­dığında durum nice olur? Bu, Allah'a hamdolsun, apaçık ortadadır. [340]

 

b) Umre İhramından Çıkıp Hac İçin İhrama Girdi Diyenler:

 

Temettü' haccı yaptı; önce (umre) ihramından çıktı, sonra terviye gü­nü (arefe gününden bir gün önce, Zilhicce'nin 8. günü) kurban şevkiyle birlikte hac için ihrama girdi, diyenlerin gerekçeleri, yukarıda geçen Muâ-viye'nin Allah Rasûlü'nün (s.a.) saçım enli bir okla (yahut bıçakla) Zilhic­ce ayının ilk on günü içinde kısalttığı yolunda ondan rivayet edilen hadis. Bu hadisin bir metninde "Bu, haccındaydı" cümlesi yer almaktadır. İnsan­lar bu konuda Muâviye'ye karşı gelmişler ve onun yanıldığını söylemişler­dir. Onun basma da "Hz. Peygamber (s.a.) Recep ayında umre yaptı." diye rivayette bulunan îbn Ömer'in, bu rivayetten dolayı başına gelenler gelmiştir. Zira pek çok yoldan yaygın (müstefîz) bir şekilde rivayet edilen diğer sahih hadislerin hepsi de Hz. Peygamber'in (s.a.) ihramından kurban bayramının birinci günü çıktığını göstermektedir. Bundan dolayı kendisi­nin yaptığı şeyi şu sözlerle anlatmıştır: "Şayet yanımda kurbanlık bulun-masaydı kesinlikle ihramdan çıkardım", "Ben kurban şevkettim ve kıran yaptım. Kurbanı kesinceye kadar ihramdan çıkamam." İşte bu, Hz. Pey­gamber'in (s.a.) kendisinden verdiği bir haberdir. Başkalarının O'ndan ak­tardığı haberin -özdlikle de kendisinin yaptığını haber verdiği bir şeye aykırı olan haberin- aksine burada yanılma ve yanlışlık yapma payı yok­tur. Büyük bir kalabalık Hz. Peygamber'in (s.a.) ister kısaltma isterse tıraş etme şeklinde olsun saçından hiç aldırmadığım, kurban (bayramının birin­ci) günü tıraş oluncaya kadar ihramlı kaldığını haber vermiştir. Herhalde Muâviye, Hz. Peygamber'in (s.a.) saçını Cirâne umresi sırasında kısaltmış-tır. -Çünkü o vakit, Muâviye müslüman olmuştu.- Sonra unutup bunun (Zilhicce'nin ilk) onu içinde olduğunu sanmıştır. Nitekim İbn Ömer de bü­tün umrelerinde Hz. Peygamber'in (s.a.) yanında bulunduğu halde, O'nun bütün umrelerini Zilkade ayında yapmış olduğunu unutmuş ve "Umreler­den biri Recep ayında idi." demiştir. Peygamber (s.a.) haricindeki insanlar için yanılgı caizdir. Şayet kişilerin yanıldıklarına delil bulunursa o delile göre hareket vacip olur.

Denilmiştir ki: Muâviye herhalde Hz. Peygamber'in (s.a.) saçının, kur­ban bayramının birinci günü berberin tamamen tıraş etmediği arta kalan kısmını kısaîtmıştır. İşte Merve tepesinde bu kısmı kesmiştir. Bunu söyleyen, Ebu Muhammed İbn Hazm'dır. Bu da onun bir yanılgısıdır. Zira ber­ber kısalttığı bir saçın unutarak bir kısmını bırakıp da kısaltma işi bittikten sonra kurban gününün geri kalan vaktinde onu öylece bırakmaz. Oysa Hz. Peygamber (s.a.) saçım sahabe arasında paylaştırmış; Ebu Talha'ya iki ya­rıdan biri düşmüş ve geri kalan sahabîler diğer yarıyı birer, ikişer, üçer... saç teli olarak paylaşmışlardır.[341] Hem Hz. Peygamber (s.a.) Safa ile Merve arasında bir tek sa'y yapmıştır. O da ilk sa'ydır. îfâza tavafının ardından sa'y ve hacdan sonra da katiyen umre yapmamıştır. O halde bu sadece yanılgıdır. Denildi ki: Hadisin Muâviye'ye kadar olan senedinde yanlışlık ve hata vardır. Hasan b. Ali senedde hata etmiş ve senedi Ma'mer yoluyla İbn Tâvûs'a çıkarmıştır.[342] Oysa sened Hişâm b. Huceyr yoluyla İbn Tâ-vûs'a çıkmaktadır. Hişâm ise zayıftır.

Ben derim ki: Buharî'nin Muâviye'den rivayet ettiği hadis, "Allah Ra­sûlü'nün (s.a.) başındaki saçından enli okla kısalttım." şeklinde olup Bu­harı buna başka bir şey eklemiyor. Müslim'deki hadiste ise: "Allah Rasû-lü'nün (s.a.) başındaki saçından Merve tepesinde enli okla kısalttım." de­niyor. Sahihayn'da bunun dışında bir şey yoktur.

"Zilhicce'nin ilk on günü içinde" diye rivayette bulunanların bu riva­yetleri Sahih'de mevcut değildir. Bu rivayet illetlidir veya Muâviye'nin bir yanılgısıdır. Râvisi Kays b. Sa'd bunu Atâ - İbn Abbas - Muâviye sene­diyle aktarıyor ve: "İnsanlar, Muâviye'nin bu sözüne karşı geliyorlar." diyor.[343] Kays, doğru söylüyor. Artık biz Allah'a yemin ederiz ki, bu ke­sinlikle Zilhicce'nin onu içinde değildi.

Muâviye'nin, Ebu Davud'un Katâde yoluyla Ebu Şeyh el-Hünâî'den rivayet ettiği hadisteki şu yanılgısı da buna benzemektedir: Muâviye, Hz. Peygamber'in (s.a.) ashabına: "Hz. Peygamber'in (s.a.) şuna ve kaplan derilerine (yani kaplan derisinden mamul eğerlere) binmeyi yasakladığını biliyor musunuz?" diye sordu. "Evet" cevabını verdiler. Muâviye; 'Peki, O'nun hacla umreyi birleştirmeyi (kıran yapmayı) yasakladığını da biliyor musunuz?" diye sorunca onlar: "Ama böyle bir şey yok." diye karşılık verdi. O da: "Bu (yasak) da diğeri ile birliktedir. Fakat siz unuttunuz." dedi.[344] Biz, Allah'ı şahit tutarız ki, bu Muâviye'nin bir yanılgısıdır ya da ona atfedilmiş bir yalandır. Allah Rasûlü (s.a.) bunu katiyen yasakla­mamıştır. Senedde adı geçen Ebu Şeyh'in büyük, hafız, sika râvilerden öne geçirilmesini bırak, onun rivayeti delil bile olmaz. İsterse ondan Katâ­de ve Yahya b. Ebu Kesîr rivayette bulunmuş olsun. Bu râvinin ismi Haye-vân (baştaki harf hı harfidir) b. Halde olup bu isimde bir şahıs meç­huldür.[345]

 

c) Kurban Sevkettiği İçin İhramdan Çıkmadı Diyenler:

 

Hz. Peygamber (s.a.) temettü' haccı yaptı, kurban sevkettiği için (um­re) ihramından çıkmadı, diyen el-Muğnî yazan ile bir grup âlimin gerekçe­leri: a) Hz. Âişe ile İbn Ömer'in: "Allah Rasûlü (s.a.) temettü' yaptı" demeleri,

  1. b) Hafsa'nm Hz. Peygamber'e (s.a.) "İnsanların bu hali ne? Sen umre ihramından çıkmadığın halde onlar ihramdan çıktı!" demesi, c) Sa'-d'ın temettü' haccı konusunda "Allah Rasûlü (s.a.) bunu yaptı, biz de beraberinde yaptık" demesi, d) İbn Ömer'in, kendisine temettü' haccını soran kimseye bunun helâl olduğunu söylemesi. İbn Ömer'den bu cevabı alan kişi "Baban (Hz. Ömer) bunu yasaklamıştı" der. O da bu söze karşı­lık "Babam bunu yasaklamış ve Allah Rasûlü (s.a.) de yapmışsa acaba sen babamın emrine mi, yoksa Allah Rasûlü'nün (s.a.) emrine mi uyar­sın?" sorusunu yöneltir. Adam "Elbet, Allah Rasûlü'nün (s.a.) emrine" cevabını verir. Bunun üzerine İbn Ömer: "Yemin olsun ki, Allah Rasûlü (s.a.) bunu yapmıştır." der.[346]

Bunlar diyorlar ki: Şayet Hz. Peygamber'in (s.a.) yanında kurbanlık bulunmasaydı kesinlikle, yanında kurbanhk bulunmayıp temettü' yapan kim­senin ihramdan çıktığı gibi o da ihramdan-çıkardı. Bu yüzden "Şayet ya­nımda kurbanlık bulunmasaydı kesinlikle*ihramdan çıkardım." buyurarak, ihramdan çıkmasına kurban şevkinin engel olduğunu haber vermiştir. Kı­ran yapan kimsenin ihramdan çıkmasını, kurbanlık değil, kıran haccı yapı­yor olması engeller.

Bu görüş sahipleri umre ihramından çıkmadan hac ihramına girdiğin­den ötürü "temettü' yapan" kimseye, "kıran yapan" adını veriyorlar. Ancak bilinen kıran şekli, hac ve umre ihramına birlikte girmek veya önce umre ihramına girip sonra tavaf etmeden önce bu umreye haccı da kat­maktır. Kıran yapanla kurban sevkedip temettü* yapan arasında iki yön­den fark vardır:

1-  İhram yönünden. Zira kıran yapan kimse ya ihramın başlangıcında ya da ihramlı iken tavaf yapmadan önce hac ihramına giren kimse demektir.

2-  Kıran yapan kimsenin yalnızca bir tek sa'y yapması gerekir. Bunu da ya ilk olarak yapar; ilk olarak yapamazsa ifâza tavafının ardından sa'y1 eder. Cumhura göre temettü' yapanın ikinci bir sa'y daha yapması gere­kir. [347]Ahmed'den gelen diğer bir rivayete göre ise kıran yapan kimsede olduğu gibi onun da bir tek sa'y yapması yeterli olur. Hz. Peygamber (s.a.) ifâza tavafının ardından ikinci bir sa'y yapmadı. O halde bu görüşe göre Hz. Peygamber (s.a.) nasıl temettü' yapmış olabilir?

Soru: (Ahmed'den gelen) diğer rivayete göre temettü' yapmış olabilir ve böyle bir itiraz yöneltilemez. Bu rivayetin sahih hadisten güçlü bir daya-1 nağı vardır. Müslim'in Sahih'inde rivayetine göre Câbir diyor ki: "Gerek Hz. Peygamber (s.a.) ve gerekse ashabı, Safa-Merve arasında yalnız bir tek sa'y -ilk sa'yı- yaptılar."[348] Ashabın çoğunluğu temettü' yaptığı halde böyle yapmışlardır. Süfyan es-Sevrî, Seleme b. Küheyl'in şöyle dediği­ni rivayet eder: "Tavus, Allah Rasûlü'nün (s.a.) ashabından hiçbirinin hac ve umre için bir tek tavaftan başka tavaf yapmadıklarına yemin ederdi."

Cevap: Hz. Peygamber'in (s.a.) hususi bir temettü' yaptığını söyleyen­ler böyle demiyorlar. Onlar temettü' yapanın iki sa'y yapmasının gerekli (vacip) olduğunu söylüyorlar. Hz. Peygamber'in (s.a.) bilinen sünneti, O'-nun bir tek sa'y dışında sa'y yapmadığıdır. Nitekim Sahih'de kayıtlı bir rivayete göre Ibn Ömer, kırana niyetlenip Mekke'ye geldi. Beytullah'ı ta­vaf etti, Safa-Merve arasında sa'y yaptı. Buna bir ilâvede bulunmadı. Saçı­nı ne tıraş ettirdi, ne kısalttırdı ve ne de ihramdan dolayı kendisine haram olan fiillerden herhangi birini işledi. Nihayet kurban bayramının birinci günü olunca kurbanım kesti, başım tıraş ettirdi. Bu ilk tavafıyla hac ve umre tavafını yerine getirmiş olduğu görüşüne vardı ve: "Allah Rasûlü (s.a.) de böyle yaptı." dedi.[349] "Hac ve umre tavafını yerine getirmiş ol­duğu bu ilk tavafı" sözüyle râvî, kuşku yok ki Safa-Merve arasında yaptığı tavafı (sa'yı) kasdetmektedir.

Dârakutnî, Atâ ve Nâfi' yoluyla îbn Ömer ve Câbir'in: "Hz. Peygam­ber (s.a.) haccı ve umresi için yalnız bir tavaf ve bir sa'y yaptı. Sonra Mekke'ye geldi. Sader (dönüş, veda) tavafından sonra Safa-Merve arasın­da sa'y yapmadı." dediğini rivayet eder.[350] Bu da kesinlikle şu iki hal­den birini gösterir: 1) Ya Hz. Peygamber (s.a.) kıran yapmaktaydı -ki temettü' yapanın iki sa'y yapmasının vacip olduğunu ileri sürenlerin başka türlü söylemeleri mümkün değildir-, 2) Ya da temettü' yapanın bir tek sa'y yapması yeterli olur. Ancak Hz. Peygamber'in (s.a.) kıran yaptığını ortaya koyan yukarıdaki hadisler bu konuda açıktır, onlardan geçilemez.

Soru: Şu'be'nin Humeyd b. Hilâl - Mutarrif - îmrân b. Husayn senediyle rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.) iki tavaf , iki sa'y yapmış­tır.[351] Dârakutnî bu hadisi İbn Saîd - Muhammed b. Yahya el-Ezdî - Abdullah b. Davud yoluyla Şu'be'den rivayet etmiştir.

Cevap: Bu ma'lûl bir haberdir ve hatadır. Dârakutnî diyor ki: Mu­hammed b. Yahya bu hadisi ezberinden aktardı ve metninde yanıldı, denil­mektedir. Bu senedle gelen rivayetin doğrusu, "Hz. Peygamber (s.a,) hacla umreyi birleştirdi", şeklinde olacaktır. En iyi bilen Allah'tır. İnşallah aşa­ğıda bu hadisin hata olduğunu ortaya koyan deliller aktarılacaktır.

Sanırım, Üstad^Ebu Muhammed İbn Kudâme'nin 'Allah Rasûlü (s.a.) temettü' yaptı' görüşünü benimsemesinin sebebi şu olacaktır: İmam Ah-med'in temettü', kırandan daha faziletlidir demiş olduğu; Allah Teâlâ'mn, Peygamberi için ancak en faziletli olanı tercih etmiş olacağını; O'nun temettü' yaptığı yolunda hadisler geldiğini ve bu hadislerin aynı zamanda Hz. Pey­gamber'in (s.a.) ihramdan çıkmadığı konusunda net olduğunu görünce, bu dört ön bilgiden hareketle Hz. Peygamber'in (s.a.) ihramdan çıkmadığı hususî bir temettü' yaptığı sonucuna varmıştır. Ancak Ahmed, Hz. Pey­gamber (s.a.) temettü' haccı yaptığı için temettü' haccmı tercih etmiş değil­dir. "Allah Rasûlü'nün (s.a.) kıran yaptığında şüphe etmiyorum." diyen odur! O, Allah Rasûlü'nden (s.a.) gelen iki şeklin sonuncusu olduğu için temettü' haccını tercih etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.) sahabeye, haclarını temettü' şekline çevirmelerini emretmiş ve kendisi bunu kaçırdığı için üzül­müştür.

Fakat el-Mervezî'nin İmam Ahmed'den rivayetine göre hacı, kurban sevketmişse kıran daha faziletlidir. Takipçilerinden kimileri bunu ikinci bir rivayet sayarken kimileri de meseleyi bir tek rivayet sayıyor ve kurban sev-kedenin kıran, sevketmeyenin ise temettü' yapmasını daha faziletli bulu­yorlar. Bu (ikincisi) üstadımızın yoludur. İmam Ahmed'in usûlüne uygun olan da budur. Hz. Peygamber (s.a.) kurbanlık şevkiyle birlikte haccı um­reye çevirmeyi temenni etmemiş, aksine kurbanlık sevketmemiş olsaydı, haccı umreye çevirmeyi arzu etmişti.

Şöyle demek kaldı: O halde kurban sevkedip kıran yapmak mı, yoksa kurban sevketmeyip Hz. Peygamber'in (s.a.) yapmayı arzuladığı gibi temettü' yapmak mı daha faziletlidir?

Cevap: Bu meselede iki şey birbiriyle çelişmektedir:

1-  Hz. Peygamber (s.a.) kıran yaptı, kurbanlık şevketti. Allah Teâlâ, O'nun için işlerin -özellikle kendisine Rabbinden vahiy gelen konuda- en faziletlisinden başka bir şeyi tercih edecek değildir. En hayırlı yol, Hz. Peygamber'in (s.a.) yoludur.

2- Hz. Peygamber'in (s.a.) "Bu yapmakta olduğum hacca yeniden baş­lıyor olsaydım, kesinlikle kurban sevketmez, haccı umreye çevirirdim." sö­zü, şayet bu sözü söylediği vakitte ihramlı olmasaydı umre ihramına gire­cek ve kurbanlık sevketmeyecekti anlamını icab ettirir. Çünkü tercih ettiği şey, kendisinin yapmış olduğu geçip giden şeydir. Artık o, arkada kalmış­tır. Şimdi başlıyor olmayı temenni ettiği şey ise henüz yapmadığı, bununla beraber önünde olan şeydir. O halde Hz. Peygamber (s.a.), kurban sevket-meksizin umre ihramına girmesi mümkün olsaydı şimdiki yaptığını yapma­yacağını açıklamıştır. Malumdur ki, Hz. Peygamber (s.a.) daha faziletli olandan fazileti nisbeten az olana dönmeyi tercih etmez; aksine ancak en faziletli olanı tercih eder. Bu da O'ndan gelen iki şekilden sonuncusunun temettü' haccının tercihi olduğunu gösterir.

Kurbanlık sevkedip kıran yapmayı tercih edenler şöyle diyebilirler: Hz. Peygamber (s.a.) bunu, kendisinin yaptığı şey nisbeten az faziletli ve baş­kası ona tercih edilir olduğu için söylememiştir. Aksine Hz. Peygamber (s.a.) ihramlı kaldığı halde kendilerinin ihramdan çıkmaları sahabîlerin güç­lerine gitmişti. Peygamberimiz (s.a.), sahabîlerin gönül huzuruyla, severek ve isteyerek kendilerine emredileni yapmaları için onlara muvafakat göster­meyi tercih ederdi. Bazan muvafakat gösterme ve kalbleri birleştirme söz konusu olduğunda daha faziletlisi varken nisbeten az faziletli olanı da ter­cihte bulunurdu. Nitekim Hz. Âişe'ye: "Eğer kavmin cahiliyet devrine ya­kın olmasaydı, Kabe'yi yıkar iki kapılı yapardım." buyurmuştur.[352] İşte bu, muvafakat gösterme ve gönülleri birleştirme sebebiyle daha uygun ola­nı terketmedir. O durumda daha uygun olan bu olmuştur. Kurban sevket-meden temettü' yapmayı tercih etmesi de aynen bunun gibidir. Bu yolla Hz. Peygamber'in (s.a.) yaptığı ile arzu ve temennî ettiği uzlaştınlmış ve Allah Teâlâ, O'nun için iki şeyi birleştirmiş olur: 1) Yaptığını, 2) Temenni ve arzu ettiğini. Böylece Allah, O'na hem yaptığının ve hem de muvafakat gösterme niyetinde olup temenni ettiğinin sevabını vermiştir. Araya ihram­dan çıkma giren ve kurbanlık sevkedilmeyen bir hac ibadeti, araya ihram­dan çıkma girmeyen ve yüz kurbanlık deve sevkedilen bir hac ibadetinden nasıl daha faziletli olabilir? Bir hac ibadeti, O'nun hakkında, kendisi için Allah'ın tercihte bulunduğu ve Rabbinden kendisine bu konuda vahiy ge­len bir hac ibadetinden nasıl daha faziletli olabilir?

Soru: Her ne kadar temettü' haccının arasında bir ihramdan çıkma sözkonusu ise de, burada ihrama girme tekerrür etmektedir ve yeni baştan ihrama girme de Rab katında sevilen bir ibadettir. Kıranda ise ihram teker­rür etmemektedir.

Cevap: Kurban şevkiyle Allah'ın sembollerine saygı gösterme ve bu yolla O'na yakınlaşmada, sırf ihramın tekerrür etmesinde bulunmayan bir fazilet vardır. Hem sonra ihramlıhk halinin devam ettirilmesi, tekerrürü yerine geçer. Kurban şevkinin yerini tutacak bir karşılığı yoktur.

Soru: Peşinden umre yapılan ifrâd haccı mı, yoksa önce umre yaparak ihramdan çıkıp ardından hac için ihrama girmek suretiyle yapılan temettü' haccı mı daha faziletlidir?

Cevap: Herhangi bir hac ibadetinin, Allah'ın, yaratılmışların en fazi­letlisi (Hz. Muhammed s.a.) ve ümmetin efendileri (sahabe) için tercih etti­ği bir hac ibadetinden daha faziletli olduğunu sanmaktan; hem Allah Ra-sûlü'nün (s.a.), hem de O'nunla birlikte hacceden sahabeden herhangi biri­nin ve hatta ashabından diğer kimselerin yapmadıkları bir hac ibadetinin, O'nun emriyle yaptıkları hac ibadetinden daha faziletli olduğunu söyle­mekten Allah'a sığınırız. Yeryüzündeki herhangi bir hac, Hz. Peygamber'-in (s.a.) yaptığı hacdan, yaratılmışların en faziletlisine emredilenden ve O'­nun da sahabîler için tercih ettiği ve onlara yaptıkları diğer hac şekillerini o şekle çevirmelerini emrettiği ve kendisinin de yapmayı arzu ettiği bir hac­dan nasıl daha faziletli olabilir? Katiyen bundan daha mükemmel bir hac yoktur. Bu, şayet Hz. Peygamber'in (s.a.) kurban sevkedene kıran, sevket-meyene temettü' yapmalarım emrettiği sahih olarak rivayet edilmişse böy­ledir. Bunun aksinin caizliğine şüphe ile bakılır. Bunun vacip olduğunu söyleyenlerin azlığı seni ürkütmesin. Çünkü bunlar arasında suyu tükenme­yen deniz (ilim denizi) Abdullah Ibn Abbas ve zahirîlerden bir grup vardır. İnsanlar arasında hakem, sünnettir. Kendisinden yardım dilenen yalnız Al­lah'tır. [353]

 

d) İki Tavaf ve İki Sa'y ile Kıran Haccı Yaptı Diyenler:

 

Küfe fukahasının pek çoğunun görüşü de olduğu üzere Hz. Peygam­ber (s.a.) kıran haccı yaptı, ve bu hac esnasında iki tavaf, iki sa'y yaptı diyenlerin gerekçeleri:

1- Dârakutnî'nin Mücâhid'den rivayetine göre İbn Ömer hac ile umre­yi, birleştirerek beraber yaptı ve "İkisinin yolu birdir" dedi. Hac ve umre için iki sa'y, iki tavaf yaptı ve "Allah Rasûlü (s.a.) de benim yaptığım gibi yaptı." Dedi.[354]

2-  Rivayete göre Ali b. Ebî Tâlib hacla umreyi birleştirip ikisi için iki tavaf, iki sa'y yaptı ve "Allah Rasûlü (s.a.) de benim yaptığım gibi yaptı." Dedi.[355]

3- Yine Hz. Ali'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) kıran haccı yaptı; iki tavaf ve iki sa'y yaptı.[356]

4- Alkame'nin rivayetine göre Abdullah İbn Mes'ûd demiştir ki: "Al­lah Rasûlü (s.a.), haccı ve umresi için iki tavaf, iki sa'y yaptı. Ebu Bekir, Ömer, Ali ve İbn Mes'ûd da böyle yaptı."[357]

5- İmran b. Husayn'dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) iki tavaf, iki sa'y yaptı.[358]

Şayet bu hadisler sahih olsalardı, hatta bunlardan bir tek harf sahih olsaydı bu gerekçe ne kadar güzeldi. Ama İbn Ömer hadisinin senedinde Hasan b. Umâre vardır. Dârakutnî diyor ki: Bu hadisi Hakem'den Hasan b. Umâre dışında hiç kimse rivayet etmemiştir. Onun da rivayet ettiği ha­dis bırakılır (metrûku'l-hadis).

Hz. Ali'nin (r.a.) birinci hadisini Hafs b. Ebu Davud rivayet ediyor. İmam Ahmed ve Müslim: "Hafs'ın rivayet ettiği hadis bırakılır." diyorlar. İbn Hırâş ise "O, yalancıdır, hadis uydurur." diyor. Ayrıca hadisin sene­dinde zayıf bir râvi olan Muhammed b. Abdurrahman b. Ebî Leylâ vardır.

Hz. Ali'nin (r.a.) ikinci hadisini ise İsa b. Abdullah b. Muhammed b. Ömer b. Ali, babasından, o da kendi babasından, o da dedesinden riva­yet ediyor. Dârakutnî diyor ki: İsa b. Abdullah'a "Mübarek" denilir; bu şahsın rivayet ettiği hadis bırakılır.

Alkame'nin Abdullah'tan rivayet ettiği hadisin senedi şöyledir: Ebu Bürde Amr b. Yezîd,- Hammad - İbrahim - Alkame. Dârakutnî diyor ki: "Ebu Bürde zayıftır. Senedde adları geçen ondan sonraki kimseler de zayıftırlar." Ayrıca bu hadisin senedinde Abdülaziz b. Eban vardır. Onun hakkında Yahya: "O yalancıdır, pistir'*, er-Râzî ve Nesâî: "Onun rivayet ettiği hadis bırakılır." diyorlar.

İmrân b.^Husayn hadisine gelince; bu hadis Muhammed b. Yahya el-Ezdî'nin yanılgıya düştüğü hadislerdendir. Ezberinden rivayet etmiş ve yanılmıştır. Oysa defalarca doğru şekilde rivayette bulunmuştu. Denilir ki: Tavaf ve sa'yi söylemekten vazgeçmiştir.

İmam Ahmed, Tirmizî ve Sahih'inde İbn Hibbân, ed-Derâverdî - Ubey-dullah b. Ömer - Nâfi' - İbn Ömer senediyle Allah Rasûlü'nün (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: "Kim hacla umresini birleştirirse bu ikisi için bir tek tavaf yapması yeterli olur." Tirmizî'nin metni ise şöyledir: "Kim hac ve umre için ihrama girerse, her ikisinin ihramından çıkıncaya kadar ikisi için bir tavaf, bir sa'y yapması yeterli olur."[359]

Sahihayn'âa. rivayet edilen bir hadise göre, Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: Veda haccında Allah Rasûiü'nün (s.a.) beraberinde hac için yolculuğa çık­tık. Umreye niyetlenip ihrama girdik, teibiye getirdik. Sonra Hz. Peygam­ber (s.a.): "Yanında kurbanlık bulunan kişi hac ve umreye niyetlenip ihra­ma girsin, teibiye getirsin. Sonra her ikisinin de yapılması gereken vazifele­rini bitirmeden ihramdan çıkmasın." buyurdu. Umreye niyetlenenler tavaf edip ihramdan çıktılar. Sonra Mina'dan dönünce bir başka tavaf daha yap­tılar. Hac ve umreyi birleştirenler ise yalnız bir tavaf yaptılar.[360]

Sahih bir rivayete göre Allah Rasûlü (s.a.), Hz. Âişe'ye: "Beytullah'ı tavafın ve Safa-Merve arasındaki sa'yuı haccın ve umren için yeterli olur." Buyurmuştur.[361]

Abdülmelik b. Ebu Süleyman'ın Atâ yoluyla İbn Abbas'tan rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) haccı ve umresi için bir tek tavaf yapmıştır.[362] Abdülmelik, meşhur sika râvilerden biridir. Müslim ve Sünen sahipleri onun rivayetini delil olarak kullanmışlardır. Ona "Mîzan = mihenktaşı, terazi" denirdi. Onun ne zayıf olduğu söylenmiştir, ne de cerh edilmiştir. Yalnızca rivayet ettiği şuf'a hadisi münker bulunmuştur. Bu ise kusurlu yönü belir­gin bir şikâyettir.

Tirmizî'nin Câbir'den (r.a.) rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.) hac ile umreyi birleştirip ikisi için bir tek tavaf yaptı.[363]' Her ne kadar bu hadisin senedinde Haccac b. Ertât varsa da Süfyan, Şu'be, İbn Nümeyr (veya Nemîr), Abdürrezzak ve daha bir grup muhaddis ondan rivayette bulunmuştur. es-Sevrî, onun hakkında diyor ki: "Kafasından çıkanı, on­dan daha iyi bilen kimse kalmadı. Tedlîs yaptığı gerekçesiyle ayıplanmıştir; bundan kurtulan kimse nâdirdir." Onun hakkında Ahmed: "Hafızlardan­dı.", İbn Maîn: "Güçlü değildir. Doğru biridir (sadûk), tedlîs yapar." ve Ebu Hatim: "O 'Haddesenâ = Bize falan hadis rivayet etti' dediği zaman doğrudur; onun doğruluğunda ve hıfzında şüphe etmeyiz." demiştir.

Dârakutnî, Leys b. Ebu Süleym - Atâ, Tavus ve Mücâhid - Câbir, ibn Ömer ve İbn Abbas senediyle rivayet eder ki: "Gerek Hz. Peygamber (s.a.) ve gerekse ashabı hacları ve umreleri için Safa-Merve arasında yalnız bir sa'y yapmışlardır."[364] Leys b. Ebu Süleym'in rivayetini dört sünen sahibi (Ebu Davud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce) delil olarak, Müslim ise şâhid olarak kullanmıştır. Onun hakkında İbn Maîn: "Bir sakıncası yok", Dârakutnî: "Sünneti bilen biriydi. Yalnızca rivayetinde Atâ, Tavus ve Mü-câhid'i bir arada söylemesini münker saymışlardır, o kadar.", Abdülvâris: "İlim kaplarındandı" ve Ahmed: "Hadisi muztariptir. Ancak insanlar on­dan hadis rivayet etmiştir." demektedir. Nesâî ve bir rivayete göre de Yah­ya (İbn Maîn) bu zatı zayıf saymıştır. Böyle birinin rivayet ettiği hadis, sahihlik derecesine ulaşmazsa da hasen sayılır.[365]

SahihayrCdaki bir rivayette Câbir anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.), Âi­şe'nin yanına girdi, onu ağlar buldu. "Niçin ağlıyorsun?" diye sordu. Âi­şe: "Hayız oldum. İnsanlar ihramdan çıktılar, ben çıkamadım ve Beytul­lah'ı tavaf edemedim." diye karşılık verince, "Gusül abdesti al, sonra ni­yetlenip ihrama gir." buyurdu. Âişe, Hz. Peygamber'in (s.a.) dediğini yaptı. Sonra vakfe yerlerinde bulundu. Hayızdan temizlenince de Kabe'yi tavaf etti ve Safa-Merve arasında sa'y yaptı. Sonra Hz. Peygamber (s.a.) ona: "Hac ve umre ihramından birlikte çıkmış oldun." dedi.[366]

Bu hadis üç şeye delâlet eder:. 1) Hz. Âişe kıran yapmıştır. 2) Kıran yapan kimsenin yalnız bir tavaf ve bir sa'y yapması yeterlidir. 3) Yaparken hayız olduğu ve haccını da üzerine kattığı o umreyi kaza etmesi Hz. Âişe'­ye vacip olmamış ve umre ihramını hayız olmakla bozmamış, yalnızca um­re amellerini ve-^ırf onları yapmayı bir kenara bırakmıştır. Hz. Âişe evvelâ kudüm tavafını yapmadı. Ancak Arafat'ta vakfe yaptıktan sonra tavaf ve beraberinde sa'y yaptı. İfâza ( = ziyaret) tavafı ve peşinden sa'y yapma, kıran yapan kimse için yeterli olursa ifâza tavafıyla beraber kudüm tavafı ve bu ikisinden biriyle beraber bir tek sa'y yapma o kimse için haydi hay-diye yeterli olur. Fakat Hz. Âişe'nin ilk tavafı yapması mümkün olmadı. Böylece onun başından geçen olay bir delil teşkil etti. Artık ilk tavafı yap­ma imkânına sahip olamayan bir kadın, Hz. Âişe'nin yaptığı gibi yapar; haccı umreye katar, kıran yapar ve her ikisi için bir ifâza tavafı ve ardın­dan bir sa'y yapması yeterli olur.

Şeyhülislâm İbn Teymiye der ki: Hz. Peygamber'in (s.a.) iki tavaf, iki sa'y yapmadığım ortaya koyan delillerden bazıları şunlardır: a) Hz. Âişe'nin (r.a.): "Hac ve umreyi birleştirenler ise yalnız bir tavaf yaptılar." sözü. Bunu Buharı ile Müslim birlikte rivayet etmişlerdir, b) Câbir'in: "Gerek Hz. Peygamber (s.a.), gerekse ashabı Safa-Merve arasında bir tek sa'y - ilk sa'yı- yapmışlardır." sözü. Bunu Müslim rivayet etmiştir, c) Hz. Pey­gamber'in (s.a.) Hz. Âişe'ye: "Safa-Merve arasında yaptığın sa'y, hac ve umren için yeterlidir." buyurması. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir, d) Ebu Davud'un rivayet ettiği bir hadiste yine Hz. Âişe'ye: "Beytullah'ı ta­vafın ve Safa-Merve arasındaki sa'y'ın, yaptığın hac ve umrenin her ikisi için de yeterli olur." buyurması, e) Buharı ve Müslim'in birlikte rivayet ettikleri bir hadiste Hz. Peygamber'in (s.a.), Kabe'yi tavaf eden, Safa-Merve arasında sa'y eden Hz. Âişe'ye: "Hac ve umre ihramından birlikte çıkmış oldun." buyurması. (İbn Teymiye devamla) der ki: Allah Rasûlü'nün (s.a.) haccını aktaran bütün sahabîler, kendileri Beytullah'ı tavaf edfp Safa-Merve arasında sa'y ettiklerinde Hz. Peygamber'in (s.a.) onlara, kurbanlık sevke-denler hariç, ihramdan çıkmalarını emrettiğini, kendisinin ise ancak kur­ban bayramının ilk günü ihramdan çıktığını aktarmışlardır. Onlardan hiç­biri kendilerinden herhangi bir kimsenin tavaf edip sa'y ettikten sonra ye­niden tavaf edip sa'y ettiğini aktarmamıştır. Malumdur ki, böyle şeyleri aktarmayı, insanların tabiatındaki merak ve sürükleyici unsurlar kaçırmak istemezler. Öyleyse hiçbir sahabî bunu aktarmadığına göre böyle bir şeyin olmadığı anlaşılmış olur.

İki tavaf, iki sa'y görüşünü savunanların dayanakları Küfelilerin, Hz. Ali'den (r.a.) ve bir de îbn Mes'ûd'dan (r.a.) rivayet ettikleri eserlerdir.

Oysa Cafer b. Muhammed, babası yoluyla Hz. Ali'den (r.a.) - Küfelilerin rivayetlerinin aksine- kıran yapan kimsenin bir tek tavaf ve bir tek sa'y yapmasının yeterli olacağını rivayet etmiştir. Iraklılarca rivayet edilenlerin bir kısmı munkatı', bir kısmının ise râvileri ya meçhul, ya da cerhedilmiş kimselerdir. Bu yüzden nakil uleması bunları kusurlu bulmuş­tur. Hatta İbn Hazm: "Bu konuda sahabeden gelen rivayetlerin hepsi, hat­ta bir kelime bile sahih değildir." demiştir. Bu konuda Hz. Peygamber'den (s.a.) uydurma olduğunda kuşku olmayan rivayetler de aktarılmıştır. Ta­vus, Allah Rasûlü'nün (s.a.) ashabından hiç kimsenin haccı ve umresi için bir tek tavaftan başka tavaf yapmadığına yemin ederdi. İbn Ömer, İbn Abbas, Câbir ve başka sahabîlerden -Allah onlardan hoşnud olsun- böylesi rivayetler sabittir. Onlar, Allah Rasûlü'nün (s.a.) yaptığı haccı en iyi bilen insanlardır; buna aykırı hac yapacak değillerdir. Hatta bu eserler, sahabenin Safa-Merve arasında bir defadan başka tavaf (sa'y) yapmadıkları ko­nusunda açık ifadelerdir.

Âlimler, kıran ve temettü' yapan kimselerin iki sa'y mı, yoksa bir sa'y mı yapmaları gerektiği konusunda tartışmışlar ve böylece gerek İmam Ahmed mezhebinde, gerekse diğer mezheplerde üç görüş ortaya çıkmıştır:

1-  Herbirinin bir tek sa'y yapması gerekir. Nitekim oğlu Abdullah'ın rivayetine göre Ahmed böyle söylemiştir. Abdullah diyor ki: Babama: "Temettü1 yapan kimse Safa-Merve arasında kaç sa'y yapar?" diye sor­dum. O da: "İki tavaf yaparsa daha iyi; bir tavaf yaparsa bir sakıncası yok" diye karşılık verdi... Üstadımız (İbn Teymiye) "Bu, seleften birçok kişiden aktarılmıştır." dedi.

2- Temettü' yapanın iki sa'y, kıran yapanın bir tek sa'y yapması gere­kir. Bu, İmam Ahmed mezhebinde ikinci görüştür.[367] Mâlik ve Şafiî'nin -Allah onlara rahmet etsin- talebelerinden bir kısmı da bu görüştedirler.

3-  Her ikisinin de iki sa'y yapması gerekir. Ebu Hanife'nin (r.a.) mez­hebi böyledir. Bu görüş Ahmed (r.h.) mezhebinde de bir görüş olarak zik­redilir. En iyi bilen Allah'tır. Yukarıdan beri anlatılan bu ifadeler üstadı­mızın sözünün genişçe aktarımı ve bir açıklamasıdır. En iyi bilen Allah'tır. [368]

 

e) ifrâd Haccı Yaptı Diyenler:

 

Hz. Peygamber (s.a.) ifrâd haccı yaptı, peşinden de Ten'îm'den (ihra­ma girip) umre yaptı, diyenlerin katiyen bir gerekçeleri bilinmiyor. Ancak yukarıda geçtiği üzere "Hz. Peygamber (s.a.) haccı, ifrâd yaptı." hadisini işitip, ifrâd yapanların Ten'îm'den umre yapmayı âdet edindiklerini görüp Hz. Peygamber'in (s.a.) de böyle yaptığ* yanılgısına düştüler. [369]

 

III- Hz. Peygamber'in (s.a.) İhramı Konusunda Yamlanlar:

a) Yalnız Umre İçin Telbiye Getirdi Diyenler:

 

Yalnız umre için telbiye getirdi ve bunu sürdürdü, diyenlerin gerekçe­leri: Bu kimseler Allah Rasûlü'nün (s.a.) temettü' yaptığını işittiler. Onlara göre temuttu' yapan, bütün şartlarını gözeterek tek umreye niyetlenip ihrama girerek telbiye getiren kimse demektir. Hafsa (r.a.), Hz. Peygamber'e (s.a.): "İnsanların ne bu hali? Sen umre ihramından çıkmadan onlar çıktılar" demişti. Bütün bunlar Hz. Peygamber'in (s.a.) "Lebbeyke bi-umratin müfredetin = Allah'ım! Senin tek umre davetine icabet ettim" diye telbiye-de bulunduğunu göstermez. Hiç kimse Hz. Peygamber'in (s.a.) böyle dedi­ğini asla nakletmemiştir. O halde bu sırf bir yanılgıdır. Hz. Peygamber'in (s.a.) telbiye getirirken söylediği sözleri aktaran meşhur sahih hadisler bu­nu ibtal eder. [370]

 

b)  Yalnız Hac İçin Telbiye Getirdi Diyenler:

 

Yalnız hac için telbiye getirdi ve bunu sürdürdü diyenlerin gerekçeleri; yukarıda kaydettiğimiz "Haccı, ifrâd yaptı." ve "Hacca telbiye getirdi" diyenlerin sözleridir. Bu konuda söylenecek, şeyler yukarıda geçti. Orada da belirtildiği gibi katiyen hiç kimse Hz. Peygamber'in (s.a.) "Allah'ım! Senin tek umre davetine icabet ettim." diye telbiyede bulunduğunu söyle­memiştir. O'nun telbiyede söylediği sözleri aktaranlar bunun aksini açıkça belirtmişlerdir. [371]

 

c)  Yalnız Hac îçin Telbiye Getirdi, Sonra Umreyi Ekledi Diyenler:

 

Yalnız hacca telbiye getirdi; sonra ona umreyi de ekledi deyip böylece hadislerin uzlaşacağını sananların gerekçeleri: Bunlar Hz. Peygamber'in (s.a.) haccı, ifrâd yaptığını ifade eden hadislerin sahih olduğunu görünce bu ha­disleri ihramının başlangıcına yorumladılar. Sonra Hz. Peygamber'e (s.a.) Rabbinden bir elçi gelip "Hac içinde umreye niyetlendim, de" demiştir. İşte o zaman umreyi hacca ilâve etmiş ve böylece kıran yapan durumuna gelmiştir. Bu yüzden Berâ b. Âzib'e: "Ben, kurban şevkettim ve kıran yaptım." demiştir. İhramın başlangıcında ifrâd, ihram esnasında ise kıran yapan durumunda idi. Hem hiç kimse O'nun ne umreye niyetlenip ihrama girdiğini, ne umre için telbiye getirdiğini, ne yalnız umre yaptığını söylemiş ve ne de "Yola çıkarken biz, umre dışında bir şeye niyetlenmedik." demiş­tir. Aksine, "Hz. Peygamber (s.a.) hacca niyetlenip ihrama girdi.", "Hac için telbiye getirdi.", "Haccı, ifrâd yaptı." ve "Biz yola çıkarken hac dı­şında bir şeye niyetlenmedik." demişlerdir. Bu da gösterir ki, önce hac için ihrama girdi, sonra Rabbinden kıran yapması için vahiy geldi ve bu­nun üzerine her ikisine birden telbiye getirdi. İşte Enes ikisine birden telbi­ye getirdiğini işitip doğru söylemiş; Âişe, İbn Ömer ve Câbir önce, yalnız hacca telbiye getirdiğini işitmişler ve doğru söylemişlerdir. Bu görüşü savunanlar "Böylece hadisler uziaşmış ve onlardaki muztariblik ortadan kalk­mış olur." diyorlar.

Bu görüş sahipleri umrenin hacca ilâve edilmesini caiz bulmuyorlar; lağv (hükümsüz) görüyor ve diyorlar ki: Bu Hz. Peygamber'e (s.a.) hastır. O'nun dışındakiler yapamaz... İbn Ömer'in "Hz. Peygamber (s.a.) yalnız­ca hacca telbiye getirdi." sözü ile Enes'in "Her ikisine birlikte niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi." sözü bunu gösterir. Her iki sahabî de doğru söylemektedir. Kırana niyetlenip ihrama girerek telbiye getirmesinin, yalnız hacca niyetlenip ihrama girerek teîbiye getirmesinden önce olduğunu söyle­me imkânı yoktur. Çünkü kıran için ihrama girdiği vakit, bundan sonra ifrâd haccı için ihrama girmesi, ihramın ifrâda aktarılması imkânı kalmaz. O halde anlaşılmıştır ki, ifrâd haccı için ihrama girdi telbiye getirdi; İbn Ömer, Âişe ve Câbir bunu işittiler ve işittiklerini aktardılar. Sonra Rabbin­den kendisine vahiy gelince hacca umreyi de ilâve etti ve her ikisine birden niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Enes, her ikisine birden telbiye ge­tirdiğini işitip duyduğunu aktardı". Sonra Hz. Peygamber (s.a.) kendisinin kıran yaptığını haber verdi. Yukarıda adı geçen sahabîler de O'nun kıran yaptığını naklettiler. Böylece sahabîlerden aktarılan hadisler uziaşmış, on­lardaki muztariblik ve çelişkili durum ortadan kalkmış olur.

Diyorlar ki: Hz. Âişe'nin şu anlatımı da bunu gösterir: Allah Rasûlü (s.a.) ile beraber hac yolculuğuna çıktık. "İçinizden kim hac ve umreye niyetlenip ihrama girmeyi, telbiye getirmeyi isterse öyle yapsın. Kim hacca niyetlenip ihrama^ girmeyi, telbiye getirmeyi isterse öyle yapsın. Kim de umreye niyetlenip ihrama girmeyi, telbiye getirmeyi isterse o da öyle yap­sın." buyurdu. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.) ve O'nunla birlikte bazı insanlar hacca niyetlenip ihrama girdiler, telbiye getirdiler... Bu rivayet de gösterir ki, Hz. Peygamber (s.a.) ihramın "başında ifrâd haccına niyetlen­mişti. Artık kırana niyetlenmesinin bundan sonra olduğu anlaşılmış demektir.

Kuşkusuz bu görüş yukarıda geçen hadislere aykırı düşmektedir. Üm­met için sahih olmayan bir ihramla Hz. Peygamber'in (s.a.) tahsis edilmesi davasını red ve ibtal eden deliller vardır. Enes'in: "Allah Rasûlü (s.a.) öğleyi Beydâ'da kıldı; sonra devesine bindi. Beydâ dağına tırmandı. Öğleyi kıldığı vakit hac ve umreye niyetlenip ihrama girerek telbiye getirdi." sö­zü[372] t,unu reddeden delillerdendir.

Hz. Ömer'in rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber'e (s.a.) Rabbİnden bit elçi gelip: "Bu mübarek vadide namaz kıl ve: Hac içinde umreye niyet­lendim, de." diye söylediği belirtilmektedir ki, Allah Rasûiü (s.a.) aynen öyle yapmıştır. Hz. Ömer, O'na emredileni; Enes ise O'nun yaptığı şeyi rivayet ediyor ki, rivayetler birbirinin aynıdır. Hz. Peygamber (s.a.) Zül-huleyfe'de öğleyi kıldı, sonra "Lebbeyke haccen ve umraten - Allah'ım! Hac ve umre davetine icabet ettim." diye telbiyede bulundu.

Âlimler umrenin hacca iiâve edilmesi konusunda farklı iki görüş ileri sürmüşlerdir. Bu her iki görüş de İmam Ahmed'den rivayet edilmiştir; bun­ların en meşhur olanına göre böyle bir şey sahih olmaz. Ebu Hanîfe ve talebeleri -Allah onlara rahmet etsin- gibi sahih olduğunu söyleyenler bu meseleyi şu temel üzerine oturtuyorlar: Kıran yapan kimse iki tavaf, iki sa'y yapar. Umreyi hacca ilâve ettiği vakit yalnız hacca niyetlenip ihram giyme üzerine ek fazla bir ameli kendisine gerekli kılmış olur. Bir tavaf, bir sa'y yapmasının yeterli olacağını söyleyenler ise diyorlar ki: Bu ilâve işinden kişi yalnızca iki yolculuktan birine çıkmama gibi bir fayda eîde eder. Ek bir ameli kendisine gerekli kılmış olmaz, aksine noksan yapmış olur. Bu da caiz değildir. Bu, cumhurun görüşüdür. [373]

 

d) Yalnız Umre İçin Telbiye Getirdi, Sonra Hacci Ekledi Diyenler:

 

Umre ihramına girdi, sonra ona haccı da ekledi diyenlerin gerekçeleri Buhâri ve Müslim'in rivayet ettikleri şu İbn Ömer hadisidir: "Allah Rasûiü (s.a.) Veda Haccmda umreyi hacca eklemek suretiyle temettü' yaptı ve kur­banlık şevketti. Kurbanlığını Zülhuleyfe'den beraberinde götürdü. Allah Rasûiü (s.a.) önce umreden başlayıp umreye niyetlendi, ihrama girdi ve telbiye getirdi. Sonra hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi."

Bu hadis, Hz. Peygamber'in (s.a.) önce umre ihramına girdiğini, son­ra ona haccı da eklediğini açık bir şekilde ifade etmektedir. Yine şu rivayet de bunu ortaya koyar: İbn Ömer, İbn Zübeyr devrinde hacca çıktığında umreye niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Sonra "sizi şahit tutuyo­rum, ben umremle beraber hac yapmayı kendime vacip kıldım." dedi ve Kudeyd mevkiinde (Mekke yakınında bir yer) satın aldığı kurbanı hedy olarak şevketti. Sonra hac ve umreye birlikte telbiye getirerek yola koyul­du. Mekke'ye gelince Beytullah'ı tavaf etti, Safa-Merve arasında sa'y yap­tı; ve bunun üzerine bir ilâvede bulunmadı. Kurban kesmedi, saçını tıraş ettirmedi ve kısalttırmadı; ihramdan çıkacak (veya ihramlı iken yapmaması gereken) hiçbir şey yapmadı. Kurban bayramının birinci günü olunca kur­banım kesti, saçını tıraş ettirdi. Yaptığı ilk tavafla hac ve umre tavafım yerine getirmiş olduğu görüşünde bulundu ve: "Allah Rasûiü (s.a.) de böy­le yaptı." dedi. [374]

Bunlara göre Hz. Peygamber (sa..) ihramın başında temettü' ihram esnasında ise kıran yapmıştır. Bunlar öncekilere göre daha mazurdur. Hac-cın umreye ilâvesi caizdir, bunda bilindiği kadarıyla bir tartışma yoktur. Hz. Peygamber (s.a.) Hz. Âişe'ye (r.a.), haccı umreye ilâve etmesini em­retmiş ve o da böylece kıran yapmıştır. Ancak sahih hadislerin siyakı, bu görüş sahiplerini reddeder. Zira Enes, Hz. Peygamber'in (s.a.) öğleyi kılın­ca hac ve umreye birlikte niyetlenip telbiye getirdiğini haber vermiştir. Sa-A/A'deki bir hadiste de Hz. Âişe şöyle anlatıyor: Zilhicce ayının girmesine yakın Allah Rasûiü (s.a.) ile birlikte Veda haccına çıktık. Allah Rasûiü (s.a.) "İçinizden kim umreye niyetlenip ihrama girmek, telbiye getirmek isterse öyle yapsın. Şayet ben kurbanlık sevketmeseydim kesinlikle umreye niyetlenip ihrama girer, telbiye getirirdim." buyurdu. Bunun üzerine kimi­leri umreye ve kimileri de hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Ben ise umreye niyetlenip ihrama giren, telbiye getirenlerden idim... Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[375] Bu hadis açıkça ifade etmektedir ki, Hz. Peygamber (s.a.) daha o vakit umreye niyetlenmemişti. O halde Hz. Âişe'nin bu sözü ile Sahih'deki "Allah Rasûiü (s.a.) Veda haccında temettü' yaptı." sözünü ve "Allah Rasûiü (s.a.) hacca niyetlenip ihrama girdi, tel­biye getirdi." sözünü -kî bunların hepsi Sahihedir- birleştirirsen anlar­sın ki, Hz. Âişe, Hz. Peygamber'in (s.a.) tek olarak ayrı bir umre yapma­dığını söylüyor, kıran haccıyla birlikte umre yapmadığını söylemiyor; yu­karıda da geçtiği üzere sahabîler, kırana temettü' adı da veriyorlar; bu durum Hz. Peygamber'in (s.a.) hacca niyetlenip ihrama girmesiyle de ça­tışmaz. Çünkü kıran umresi onun içindedir, ondan bir parçadır. Aynı za­manda Hz. Âişe'nin "Hz. Peygamber (s.a.) haccı, ifrâd yaptı." sözüyle de çatışmaz. Zira umre amelleri, hac amellerine girip de hac amelleri birer kere yapılınca bu, ameli ifrâd ( = birer kere yapma) demek olur.

Hacca ifrâd yaparak telbiye getirmek ise, sözü ifrâd yapmak (tek söy­lemek) demektir. Denilmiştir ki, İbn Ömer'in rivayet ettiği "Allah Rasûiü (s.a.) Veda haccında umreyi hacca ekleyerek temettü' yaptı. Allah Rasûiü

 (s.a.) önce umreye niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Sonra hacca ni­yetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi." hadisi, yine onun rivayet ettiği bir başka hadiste anlam bakımından rivayet edilmiştir: İbn Ömer, bunu İbn Zübeyr fitnesi sırasında yaptığı hac senesinde yapmış; önce umreye niyetle­nip ihrama girmiş, telbiye getirmiş ve sonra da: "Hac ile umrenin hali birdir. Sizi şahit tutuyorum, ben umremle beraber hac yapmayı kendime vacip kıldım." deyip hac ve umreye birlikte niyetlenip ihrama girmiş ve telbiye getirmişti. Bu hadisin sonunda da "Allah Rasûlü (s.a.) de böyle yaptı." demiştir. Burada îbn Ömer, Hz. Peygamber'in (s.a.) bir tek tavaf ve bir tek sa'y yapmakla yetindiğini söylemek istemiş ve onun bu sözleri, (yaptığı şey) anlamına alınmış ve o şekil rivayet edilerek "Allah Rasûlü (s.a.) önce umreye niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Sonra hacca ni­yetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi." denmiştir. Bunu yapan ancak İbn Ömer'dir. Bu ihtimal uzak değil, hatta ortada olan budur. Çünkü Hz. Âişe, Hz. Peygamber'in (s.a.): "Yanımda kurbanlık bulunmasaydı umreye niyetlenip ihrama girer, telbiye getirirdim." dediğini; Enes, Hz. Peygam­ber'in (s.a.) öğleyi kılınca hac ve umreyi kendisine vacip kıldığını ve Hz. Ömer (r.a.), Rabbinden O'na vahiy geldiğini ve bu şekilde yapmasını em­rettiğini haber veriyor.

Soru: Peki Zührî'nin Urve'nin kendisine Hz. Âişe'den, Sâlim'in (ba­bası) İbn Ömer'den aktardığı hadisin benzeri bir hadis aktardığını söyle­mesini ne yapacaksınız?

Cevap: Hz. Âişe'nin haber verdiği, Hz. Peygamber'in (s.a.) haccı ve umresi için bir tek tavaf yaptığıdır. Bu da Urve'nin ondan aktardığı Sahi-hayn'daki rivayete uygundur: "Umreye niyetlenenler Beytullah'ı tavaf edip Safa-Merve arasında sa'y yaptılar, sonra ihramdan çıktılar. Mina'dan dön­dükten sonra da hacları için bir başka tavaf daha yaptılar. Hac ve umreyi birleştirenler ise bir tek tavaf yaptılar." İşte bu hadis, Sâlim'in babasından rivayet ettiği hadisle tıpatıp aynıdır. "Allah Rasûlü (s.a.): Yanımda kur­banlık bulunmasaydı umreye niyetlenip ihrama girer, telbiye getirirdim, bu­yurdu." ve "Allah Rasûlü (s.a.) hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiye ge­tirdi." diyen Hz. Âişe, nasıl: "Allah Rasûlü (s.a.) önce umreye, sonra da hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi." demiş olabilir? Artık Hz. Peygamber'in (s.a.) ihramın başlangıcında tek umreye niyetlenmediği anlaşılmıştır. En doğrusunu Allah bilir. [376]

 

e) Hangi İbadet İçin Olduğunu Belirlemeden İhrama Girdi Diyenler:

 

Hz. Peygamber (s.a.) mutlak ihrama girdi, herhangi bir hac türünü belirlemedi; daha sonra Safa-Merve arasında iken kendisine hüküm bildi­ren âyet geldiği vakit yaptığı haccın türünü belirledi, diyenlere gelince: İmam Şafiî'nin (r.h.) görüşlerinden biri de budur. Şafiî, ihtilâfu'l-Hadis adlı ki­tabında buna parmak basmış ve demiştir ki: Sabit bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.) hükmü beklemek için çıktı. Safa-Merve arasında iken ken­disine hüküm indi. Bunun üzerine ashabına, yanında kurbanlık bulunma­dığı halde ihrama girenlerin bu ihramlarını umreye saymalarını emretti... Hz. Peygamber'in (s.a.) hükmü bekleyiş özelliğindendir ki, hac ve umre konusunda Allah'ın tanıdığı kolaylığı tercih etmek isteyerek haccı farz kı­lan âyetin inmesinden (hemen) sonra Medine'den hac yapmak için çıkma­dı. Böylesi daha garantili olmalıdır. Çünkü kendisine mülâanede bulunan iki kişi getirildiği zaman da hükmü bekledi. Aynı şekilde hac konusunda da hükmü beklediği bilinmektedir.

Bu görüş sahiplerinin gerekçeleri: Sahihayn'dâ rivayet edildiğine göre Hz. Âişe (r.a.) diyor ki: "Allah Rasûlü (s.a.) ile beraber yola çıktık; hac ve umrenin sözünü etmiyorduk." Bu metinde ise şöyle diyor: "Hz. Pey­gamber (s.a.) telbiye getiriyordu. Ne haccı, ne umreyi söylüyordu...".On­dan gelen bir rivayette de şöyle diyor: "Hacdan başka bir niyetimiz olmak­sızın Allah Rasûlü'nün beraberinde yola çıktık. Mekke'ye yaklaştığımız va­kit Allah Rasûlü (s.a.) yanında kurbanlık bulunmayanların Beytullah'ı ta­vaf edip, Safa-Merve arasında sa'y yaptıktan sonra ihramdan çıkmalarını emretti."[377] Tavas diyor ki: Allah Rasûlü (s.a.) hükmü bekler bir halde hac ve umrenin adım anmaksızm Medine'den yola çıktı. Safa-Merve ara­sında iken O'na hüküm indi. Bunun üzerine ashabına, yanında kurbanlık bulunmadığı halde hacca niyetlenip ihrama girenlerin haclarını umreye çe­virmelerini emretti...

Hz. Peygamber'in (s.a.) haccını anlattığı uzunca bir hadiste Câbir di­yor ki: ...Allah Rasûlü (s.a.) mescidde namazı kıldı. Sonra devesi Kasvâ'ya bindi. Devesi O'nu Beydâ tepesine çıkarınca gözüm alabildiğince uzaklara baktım, Peygamberimizin önü süvari-yaya insan kaynıyordu. Bir o kadar sağında, bir o kadar solunda ve bir o kadar da arkasında kalabalık vardı. Allah Rasûlü (s.a.) ise ortamızda idi. O'na Kur'an âyetleri iniyor ve kendi­si yorumunu biliyordu. O ne yaparsa biz de onu yapıyorduk. O şöylece tevhidle telbiyede bulundu:

"Buyur, Allah'ım, buyur! Buyur, Senin hiç bir ortağın yok, buyur! Hamd Senin, nimet Senin, mülk Senin. Ortağın yok Senin." İnsanlar da bu şekilde telbiye getirdiler. Allah RasûTü (s.a.) telbiye getirmeyi sürdür­dü. [378]Görüldüğü gibi Câbir, Hz. Peygaber'in (s.a.) bu telbiyeye bir ilâ­vede bulunmadığım haber vermiş ve getirdiği telbiyeyi ne hacca, ne umreye ve ne de kırana izafe ettiğini söylemiştir.

Bu gerekçelerden hiçbirinde, Hz. Peygamber'in (s.a.) başlangıçta hac-cın türünü belirleyerek ihrama girdiğini ve kıran yaptığını ifade eden hadis­lerle çelişen bir taraf yoktur. Tavus hadisi mürseldir, bununla müsned olan temel hadislere muhalefet edilemez. Bu hadisin sahih veya hasen yolla mut­tasıl olarak rivayet edildiği bilinmemektedir. Sahih olsa bile Hz. Peygam­ber'in (s.a.) hükmü beklemesi mîkata varıncaya kadar geçen zaman zarfın­dadır. O vadide iken kendisine hüküm geldi. Rabbinden bir elçi gelip: "Bu mübarek vadide namaz kıl ve: Hac içinde umreye niyetlendim, de." demiş­tir. İşte beklediği bu hüküm kendisine ihramdan önce gelmiş ve kıran yap­masını belirlemiştir. Tâvus'un: "Safa-Merve arasında iken O'na hüküm indi." sözünde geçen hüküm, ihramı konusunda inen hükmün dışında bir başka hükümdür. Zira yukarıdaki hüküm Akîk vadisinde inmişti. Hz. Pey­gamber (s.a.) Safa-Merve arasında iken inen hüküm ise sahabeye, haccı umreye çevirmelerini emrettiği hükümdür. İşte o vakit yanında kurbanlık hayvanı bulunmayanlara haclarını umreye çevirmelerini emretmiş ve: "Bu yapmakta olduğum hacca yeniden başlıyor olsaydım kurbanlık sevketmez, haccı umreye çevirirdim." demişti. Bu vahiyle gelen kesin emirdir. Zira sahabîler bu konuda çekimser davranınca "Size emrettiğimi yapmaya ba­kın." diye buyurdu.

Hz. Âişe'nin: "Biz yola çıktığımızda hac ve umrenin sözünü etmiyor­duk." sözünü, şayet ondan sağlam bir şekilde aktarılmışsa ihramdan önce­ye yüklemek vacip olur. Aksi halde ondan gelen ve sahabîîerin kimilerinin mîkatta hacca, kimilerinin umreye niyetlenip ihrama girerek telbiye getir­diklerini ve kendisinin de umreye niyetlenip ihrama girenlerden olduğunu ifade eden diğer sahih rivayetlerle çatışır. "Telbiye getiriyor; ne haccı, ne umreyi söylüyorduk." sözüne geiince; bu durum ihramın başında idi. Hz. Âişe, kendilerinin Mekke'ye kadar bu şekilde devam ettiklerini söyleme­miştir. Bu kesinlikle asılsızdır. Zira Allah Rasûlü'nün (s.a.) ihrama girişini ve ne şekil telbiye getirdiğini işitenler buna şahitlik etmişler ve böylece ha­ber vermişlerdir. Onların rivayetlerini reddetmeye yol yoktur. Bu, Hz. Âi-şe'den (s.a.) sahih yolla aktanlsa bile neticede Hz. Âişe, mîkatta sahabîîe­rin getirdikleri telbiyeyi hafızasında iyi tutamamış ve böyle bir şeyin olma­dığını söylemiş; onun dışındaki sahabîler ise hafızalarında iyi tutmuş ve böyle bir şeyin varlığını söylemiş olurlar. Erkekler bunu kadınlardan daha iyi bilirler.

Câbir'in (r.a.); "Allah Rasûlü (s.a.) tevhidle telbiyede bulundu." sö­zünde ise yalnızca Hz. Peygamber'in (s.a.) ne şekil telbiye getirdiği haber verilmiştir. Hem bu sözde Hz, Peygamber'in (s.a.) hiçbir şekilde ve herha-lükârda ihrama girdiği hac ibadetinin türünü belirlemediğini ifade eden bir şey de yoktur. Bu hadisler hac türünün belirlenmediği konusunda açık ol­salar bile belirlendiğini söyleyenlerin rivayet ettikleri hadisleri almak daha uygundur. Çünkü bu hadisler çoktur, sahihtir, muttasıldır ve de belirlen­mediğini söyleyenlere gizli kalan fazla bir bilgiyi içermekte, ortaya koy­makta ve ispat etmektedirler. Bu, Allah'a hamdolsun apaçıktır. Başarı yal­nız Allah'tandnv[379]

 

8- Hz. Peygamber'in (s.a.) Mekke'den Çıkışı:

 

Hz. Peygamber'in (s.a.) haccını anlatmaya dönelim:

Allah Rasûlü (s.a.) başının saçlarını "gısl" ile birbirine tutturdu.[380] -Gısl, hanım otu gibi (sabun, losyon görevi gören) kendisiyle baş yıkanan ve dağılmaması için saçlar birbirine tutturulan şeye verilen addır.- Na­mazgahında niyetlenip telbiye getirdi. Sonra devesine bindi, yine telbiye getirdi. Devesi üzerinde Beydâ tepesine çıkınca da telbiye getirdi. İbn Ab-bas diyor ki: "Allah'a yemin ederim.Hz. Peygamber (s.a.) namazgahında niyetini yaptı. Devesine binince ve Beydâ tepesi doruğuna çıkınca telbiye getirdi. "[381]

Kâh hac ile umreye, kâh hacca telbiye getiriyordu. Çünkü umre, hac-cın bir parçasıdır. Bu yüzden Hz. Peygamber'in (s.a.) kıran yaptığı da, temettü' yaptığı da, ifrâd yaptığı da söylenmiştir. İbn Hazm: "Hz. Pey­gamber'in (s.a.) telbiye getirişi öğleden az önce idi." demişse de bu onun bir yamlgısıdır. Bilinen o ki, Hz. Peygamber (s.a.) öğle namazından sonra ihram giyip telbiye getirmiştir. Katiyen hiç kimse öğleden önce ihrama gir­diğini söylememiştir. İbn Hazm, bunu neye dayanarak söyledi bilmiyorum. Oysa İbn Ömer: "Allah Rasûlü (s.a.) ancak devesi ayağa kalktığı vakit Şecere yanında devesi üzerinde telbiye getirdi." demiştir.[382] Enes ise "Öğ­leyi kıldı, sonra devesine bindi." demiştir.[383] Her iki hadis de Sahih'de rivayet edilmiştir.

Bu iki hadisi birleştirirsen Hz. Peygamber'in (s.a.) ancak öğle nama­zından sonra telbiye getirdiği ortaya çıkar. Sonra Hz. Peygamber (s.a.) şu şekilde telbiyede bulundu:

Bu telbiyeyi yüksek sesle getirdi, ashabı da işitti ve Allah'ın kendisine emretmesiyle, o da onlara telbiye getirirken seslerini yükseltmelerini emretti.[384]

Mahfe, hevdec ve ammâriye içinde değil, deve palanı üzerinde hac yapmıştır. Yükü altında idi. İhramh kimsenin mahfe, hevdec ve ammâriye gibi bir şey içine binmesinin caiz olup olmadığı tartışılmış, bu konuda orta­ya iki farklı görüş çıkmıştır. Her ikisi de İmam Ahmed'den rivayet edilmiş­tir: 1) Caizdir. Şafiî ve Ebu Hanife'nin görüşü de böyledir. 2) Yasaktır. Mâlik de bu görüştedir.

Hz. Peygamber (s.a.), sahabîleri ihrama girerken hac ibadetinin üç türü arasında serbest bıraktı. Sonra Mekke'ye yaklaştıklarında yanlarında kurban bulunmayanların hac ve kıranı umreye çevirmelerinin iyi olacağını söyledi. Daha sonra da Merve'de bunu onlara vacip kıldı.

Hz. Ebu Bekir'in karısı Esma bt. Umeys -Allah her ikisinden de razı olsun- Zülhuleyfe'de Muhammed b. Ebu Bekir'i doğurdu. Allah Ra­sûlü (s.a.), Esmâ'ya gusletmesini, kan akmasını engellemek için önüne pa­muk tıkayıp bir bezle kuşak gibi bağlamasını ve ihrama girip telbiye getir­mesini emretti.[385] Bu olayda üç sünnet vardır: 1) İhramlının gusledebile­ceği, 2) Hayızlı kadının ihram için gusledeceği, 3) Hayızlınm ihrama girme­sinin sahih olacağı.

Sonra Allah Rasûlü (s.a.) yukarıda zikredilen telbiyeyi söyleye söyleye yoluna devam etti. Yanındaki insanlar telbiye getirirlerken kâh ilâveler kâh çıkarmalar yapıyorlardı. O ise bunları işittiği halde ses çıkarmıyor, karşı

gelmiyordu.[386]

Telbiyesini sürdürdü. Ravhâ'ya vardıklarında yaralı bir yaban eşejği gördü. "Bırakın onu. Sahibi (yani yaralayan avcı) hemen hemen gelmek üzeredir." buyurdu. Sahibi, Allah Rasûlü'ne (s.a.) geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü! Buyrun, bu eşeği ne yaparsanız yapın." dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.) Hz. Ebu Bekir'e, bu hayvanı yoldaşlar arasında paylaştırma­sını emretti, o da gerekeni yaptı.[387] Bu olay, şu hususlara delil teşkil eder:

1- İhramlı kimsenin, ihramlı olmayan birinin avladığı bir avdan - şayet ihramhnın kendisi için avlanmamışsa- yemesi caizdir. Buradaki av sahibinin ihramlı olmamasına gelince, herhalde bu zat Zülhuleyfe'ye uğra­mamıştır; Ebu Katâde kıssasındaki Ebu Katâde'nin durumundadır.

2-  Hibe akdinin geçerli olabilmesi için "hibe ettim" demeye gerek yok­tur. Hibeye delâlet eden herhangi bir şeyle hibe akdi sahih olur.

3-  İşe yarayacak şekilde seçip ayırarak eti kemikli olarak paylaştırmıştır.

4-  Mecalsiz bırakacak şekilde yaralamak ve kaçamaz hale getirmekle ava sahip olunur. Av, yakalayanın değil, yaralayanındır.

5-  Yaban eşeğinin etini yemek helâldir.                 

6-  Paylaştırma ( = kısmet) için vekil tayin edilebilir.                    

7-  Paylaştırmayı yapan, bir kişi olabilir. [388]         

 

9- Hz. Peygamber (s.a.) Üsfiye'de:

 

Sonra yola koyuldu. Ruveyse ve Arc denilen yerler arasında kalan Üsâye'ye varınca başını ön ayakları ile arka ayakları araşma eğmiş, yere kıvrılmış vaziyette bir gölgede yatmakta olan, vücuduna ok saplanmış bir ceylana rastladı. Hiç kimsenin onu endişelendirmemesi için herkes geçip gidinceye kadar başında bekleyecek bir adam görevlendirdi.[389] Ceylan kıs­sası ile eşek kıssası arasındaki fark, eşeği avlayan kişi ihramlı değildi. Bu yüzden onu yemeyi yasaklamadı. Ceylanı avlayanın ise ihramsız olup ol­madığı bilinmiyordu. Kendileri ihramlıydı. Bundan dolayı yemelerine izin vermedi; hiç kimsenin o ceylanı almaması için de herkes geçip gidinceye kadar onun yanında bekleyecek bir vekil görevlendirdi.

Bu kıssa göstermektedir ki, ihramhmn avı öldürmesi, helâl olmama konusunda avı, lâşe yerine geçirmektedir. Çünkü helâl olsaydı, mal oluşu zayi olmazdı. [390]

 

10- Hz. Peygamber Arc'da:

 

Sonra yola devam etti. Arc'da konakladı. O'nun yükü ile Hz. Ebu Bekir'in yükü birdi ve Hz. Ebu Bekir'in uşağının yanında idi. Allah Rasû­lü (s.a.) oturdu. Hz. Ebu Bekir bir yanma, Hz. Âişe diğer yanına ve (Hz. Ebu Bekir'in) karısı Esma kocasının yanına oturdu. Hz. Ebu Bekir uşağı ve yükü bekliyordu. Uşak çıkageîdi. Yanında deve yoktu. Ebu Bekir: "De­ven nerede?" diye sordu. "Bu gece yitirdim." dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir: "Bir tek deveyi yitiriyorsun ha!" diye öfkelenip uşağı dövmeye baş­ladı. Allah Rasûlü (s.a.) ise tebessüm ediyor ve "Bakın şu ihramlıya, ne yapıyor?" diyordu. Allah Rasûlü (s.a.) bundan başka bir şey söylemiyor, tebessüm ediyordu. Ebu Davud bu kıssayı "İhramhnın uşağını terbiye için cezalandırması bölümü" başlığı altında vermiştir.[391]

 

11- Hz. Peygamber (s.a.) Ebvâ'da:

 

Sonra Allah Rasûlü (s.a.) yola koyuldu. Ebvâ'ya varınca Sa'b b. Ces-sâme, O'na bir yaban eşeğinin budunu hediye etti. Hz. Peygamber (s.a.) hediyeyi geri verdi ve: "İhramlı olmasaydık reddetmezdik, geri verme se­bebimiz yalnız budur." dedi. SahihayrCdaki bir rivayette Hz. Peygamber'e (s.a.) bir yaban eşeği hediye edildi denilmektedir. Müslim'deki bir metinde ise "yaban eşeği eti" diye geçmektedir.[392]

Humeydî diyor ki: Süfyan bu hadisin rivayetinde "Allah Rasûlü'ne (s.a.) yaban eşeği eti hediye edildi." derdi. Süfyan bazan "ucundan kan damlayan" der, bazan da bunu söylemezdi. Geçen zaman içerisinde Süf-yan'ın "yaban eşeği" dediği de olmuştur. Sonra "et" dedi ve bunu ölünce­ye kadar sürdürdü.[393] Bir rivayette "yaban eşeği yarısı" ve bir diğer ri­vayette de "yaban eşeği bacağı" geçmektedir.

Yahya b. Saîd'in Cafer - Amr b. Ümeyye ed-Damrî - babası (Ümeyye ed-Damrî) - Sa'b senediyle rivayetine göre Cuhfe'de iken Hz. Peygam-ber'e (s.a.) yaban eşeğinin budu hediye edildi. Hem kendisi, hem de yanın­daki insanlar ondan yediler. Beyhakî, "Bu hadisin senedi sahihtir." di­yor.[394] Şayet bu rivayet sağlamsa Hz. Peygamber (s.a.) diri olanını geri çevirmiş, eti kabul etmiş demektir.

Şafiî (r.h.) diyor ki: Şayet Sa'b b. Cessâme Hz. Peygamber'e (s.a.) eşeği diri olarak hediye etmişse ihramlı kişi yaban eşeği kesemez. Eğer eşe­ğin etini hediye etmişse, muhtemeldir ki, Hz. Peygamber (s.a.) bu eşeğin ken­disi için avlanmış olduğunu bildiğinden onu Sa'b'a geri vermiştir. Bunun izahı Câbir hadisindedir... Mâlik'in rivayet ettiği "Hz. Peygamber'e (s.a.) bir eşek hediye etti." hadisi, başkalarının rivayet ettiği "Hz. Peygamber'e (s.a.) eşek eti hediye etti." hadisinden daha sabittir.

Ben derim ki: Yahya b. Saîd'in Cafer'den rivayet ettiği hadis, kuşku­suz bir hatadır. Çünkü olay birdir. Bu şâz ve münker rivayet istisna edile­cek olursa râviler Hz. Peygamber'in ondan yemediğinde ittifak etmişlerdir.

Sa'b'ın Hz. Peygamber'e (s.a.) hediye ettiği diri mi idi, yoksa et mi idi ihtilâfına gelince, et olduğunu rivayet edenlerin rivayeti üç yönden ka­bule daha elverişlidir:

1-  Bunun râvisi iyi bellemiş ve olayı iyi zabtetmiştir. Öyle ki ucundan kan damlamakta olduğunu bile zabtetmiştir. Bu da olayı, bu önemsiz hâdi­seye varıncaya kadar iyi bellediğini, hafızasında tuttuğunu gösterir.

2-  Bu rivayet hediye edilenin, eşeğin bir bölümü ve ondan bir et oldu­ğu konusunda açıktır; "Hz. Peygamber'e (s.a.) bir eşek hediye etti." sö­züyle çelişmez. Hatta "et" rivayetini, ete hayvanın adı verilmiştir diye yo­rumlamak mümkündür. Bu da dil yönünden olmayacak şey değildir.

3- Diğer rivayetler hediye edilenin hayvanın bir kısmı olduğu konu­sunda birleşmekte, yalnızca o kısmın hangi kışımı olduğunda birbirlerin­den ayrılmaktadırlar. Bu kısım eşeğin budu mu, yarısı mı, bacağı mı yoksa bir parça eti mi idi? Bu rivayetler arasında bir çelişki yoktur. Çünkü hedi­ye edilenin, budun ve bacağın bulunduğu yarı olması mümkündür ve bunu öyle de böyle de söylemek doğrudur. Hem İbn Uyeyne "bir eşek" sözün­den vazgeçip ölünceye kadar "eşek eti" sözünde sebat etmiştir. Bu da gös­terir ki, Hz. Peygamber'e (s.a.) Sa'b'm hayvan değil, et hediye etmiş oldu­ğu onun tarafından anlaşılmıştır. Bununla Ebu Katâde'nin avladığından yemesi arasında bir çelişki yoktur. Zira Ebu Katâde hâdisesi hicretin altıncı yılı Hudeybiye senesi meydana gelmişti. Sa'b hâdisesi ise ya birçok kimse­nin söylediği üzere Veda hacci sırasında -ki Hacceîüi-Vedâ adlı eserinde Muhib et-Taberî de böyle demektedir-; ya da Hz. Peygamber'in (s.a.) yaptığı umrelerden biri esnasında meydana gelmiştir. Bu sonuncusu şüphe­lidir. Ceylan hâdisesi ile Yezîd b. Kâ'b es-Sülemî el-Behzî'nin eşeği olayı Veda haccı sırasında mı, yoksa Hz. Peygamber'in (s.a.) umrelerinden biri sırasında mı meydana gelmiştir? Allah daha iyi bilir. Şayet Ebu Katâde hadisi, "Ebu Katâde avı Hz. Peygamber (s.a.) için avlamamıştı" şeklinde ve Sa'b hadisi, "Sa'b avı Hz. Peygamber (s.a.) için avlamıştı" şeklinde yorumlanırsa problem ortadan kalkar. Câbir'in Hz. Peygamberden (s.a.) aktardığı şu (merfû) hadis de buna şahitlik eder: "Kara hayvanlarının avı, hayvanı siz avlamadıkça yahut hayvan sizin için avlanmadıkça size helâl­dir."[395] Ancak İdadisi, Câbir'den rivayet eden Muttalib b. Hantab'ın Câ-bir'den hadis işittiği bilinmemektedir denilerek hadisin illetli olduğu söy­lenmiştir. Bunu söyleyen Nesâî'dir. Taberî, Hacceîü'l-Vedâ adlı eserinde diyor ki:"Biraz yol alınca Ebu Katâde bir yaban eşeği avladı. Kendisi ih­ramlı değildi. Hz. Peygamber (s.a.): He/hangi biriniz Ebu Katâde'ye bir şey emretti yahut ona avı gösterdi mi? diye sorduktan sonra ashabına o avdan yemelerini helâl kıldı." Bu, merhumun bir yanılgısıdır. Çünkü Ebu Katâde hâdisesi Hudeybiye senesi meydana gelmişti. Sahihayn'da bu şekil­de rivayet edilmiştir: Oğlu Abdullah, onun şöyle dediğini aktarır: "Biz Hudeybiye senesi, Hz. Peygamber'in (s.a.) beraberinde yola çıktık. Ashabı ihrama girdi, ben girmedim..." Hadisin devamında Ebu Katâde, yaban eşeği hâdisesini anlatmaktadır.[396]

 

12- Hz. Peygamber (s.a.) Usfan'da:

 

Usfan vadisinden geçerken "Ey Ebu Bekir! Bu, hangi vadidir?" diye sordu. Hz. Ebu Bekir "Usfan vadisidir." dedi. Hz. Peygamber (s.a.): "Hz. Hûd ve Hz. Salih, yularları hurma lifinden yapılmış iki kızıl genç deve üzerinde (kendilerine inananlarla birlikte) belden aşağılarına aba, belden yukarılarına alacalı kumaş bürümüş oldukları halde Beyt-i Atîk'i ziyaret için buradan telbiye getirerek geçmişlerdi." buyurdu. Bu hadisi İmam Ah-med, Müsned'de rivayet etmiştir.[397]

 

13- Hz. Âişe'nin Hayız Olması:

 

Hz. Peygamber (s.a.) Şerife varınca Hz. Âişe (r.a.) hayız oldu. Oysa umreye niyetlenip ihrama girmişti. Hz. Peygamber (s.a.) yanma girdi; o ağlıyordu. "Niçin ağlıyorsun? Herhalde hayız gördün?" dedi. O da "Evet" diye karşılık verdi. Hz. Peygamber (s.a.) buyurdu: "Bu, Allah'ın, Âdem kızlarına yazdığı bir şeydir. Sen, hacıların yaptığını yap. Ancak Beytullah'i tavaf etme."[398]

Âlimler Hz. Âişe'nin başına gelen olayda ihtilâf ettiler: Bu esnada o, temettü' haccı mı, yoksa ifrâd hacci mı yapmaktaydı? Şayet temettü' haccı yapmakta idiyse umresini bırakıp ifrâd haccına mı intikal etti, yoksa umreyi hacca katarak kıran mı yaptı? Ten'îm'den yaptığı umre vacip miy­di, değil miydi? Vacip değilse bu umre İslâm umresinin (umretu'I-İslâm) yerini tutar mı, tutmaz mı? Âlimler yine Hz. Âişe'nin nerede hayız görme­ye başladığı ve nerede temizlendiği konularında da ihtilâf etmişlerdir. Biz, şimdi Allah'ın yardımı ve tevfikiyle bu konuyu yeterince açıklayacağız. [399]

 

a) Bu Konuda Âlimlerin İhtilâfı:

 

Fakihler, Hz. Âişe kıssasına dayalı şu meselede ihtilâf etmişlerdir: Bir kadın umre ihramına girdikten sonra hayız olsa ve Arafat'ta vakfe yapma­dan önce tavaf yapması mümkün olmasa umre ihramını çıkarıp ifrâd hac­cına niyetlenerek ihram mı giyer, yoksa haccı umreye katıp kıran mı ya­par? Birinci görüşü aralarında Ebu Hanife ve öğrencilerinin bulunduğu Küfe fakihleri; ikincisini ise aralarında Şafiî ve Mâlik'in de bulunduğ Hi­caz fakihleri benimsemişlerdir. Bu son görüş İmam Ahmed ve tabileri gibi hadis ekolü mensuplarının da görüşüdür.

Kûfeliler diyorlar ki: Sahihayn'da. Urve'den rivayet edildiğine göre Hz. Âişe anlatıyor: Ben umreye niyetlenip ihrama girdim, telbiyeye başladım. Mekke'ye hayizlı olarak girdim. Ne Beytullah'ı tavaf ettim, ne de Safa-Merve arasında sa'y yaptım. Bu durumdan Allah Rasûlü'ne (s.a.) yakın­dım. O da bana: "Başını çöz, saçlarını tara, hacca niyetlen ve umreyi bı­rak." buyurdu. Buyurduğunu yaptım. Hac vazifesini bitirince Allah Rasû-lü (s.a.) beni (kardeşim) Abdurrahman b. Ebu Bekir ile birlikte Ten'îm'e gönderdi. Oradan ihrama girip umre yaptım. Hz. Peygamber (s.a.): "İşte bu, senin umrenin yerinedir."[400] Bu hadis göstermektedir ki, Hz. Âişe temettü' haccı yapmaktaydı ve umresini bırakıp hac için ihrama girmişti. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) "umreni bırak" ve "başım çöz, saçlarını tara" diye buyurmuştur. Şayet ihramı üzere kalmış olsaydı saçlarını taraması ca­iz olmazdı. Bir de Hz. Peygamber (s.a.), Hz. Âişe'nin Ten'îm'den yaptığı umre için "İşte bu, senin umrenin yerinedir." buyurmuştur. Şayet birinci umre aynen kalmış olsaydı bu, onun yerine olmaz; başlı başına müstakil bir umre olurdu.

Cumhur diyor ki: Hz. Âişe kıssasını hakkıyla düşünürseniz, çeşitli ta­rîklerini ve olayın parçalarını bir araya getirirseniz, Hz. Âişe'nin kıran haccı yaptığını ve umreyi bırakmadığını anlarsınfz. Sahih-i Müslim'de rivayet edil­diğine göre Câbir (r.a.) anlatıyor: Âişe, umreye niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Şerife varınca hayız gördü. Sonra Allah Rasûlü (s.a.), Âi­şe'nin yanına girdi. Onu ağlar bir halde buldu. "Bu halin ne?" diye sordu. O da: "Hayızh bir haldeyim. İnsanlar (umre için girdikleri) ihramdan çık­tılar, ben çıkmadım. Beytullah'ı tavaf etmedim. İnsanlar şimdi hacca gidi­yorlar." dedi. Hz. Peygamber (s.a.): "Bu, Allah'ın Âdem kızlarına yazdı­ğı bir şeydir. Gusül abdesti al, sonra hacca niyetlenip ihrama gir, telbiye getir." buyurdu. Âişe de denileni yaptı. Bütün vakfe yerlerinde bulundu.

Temizlenince de Kabe'yi tavaf etti, Safa-Merve arasında sa'y yaptı. Sonra Hz. Peygamber (s.a.) ona: "Yaptığın haccın ve umrenin ihramından çık­mış oldun." dedi. Âişe: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben, Beytullah'ı tavaf etme­den hac yapmış olmaktan dolayı içimde bir hüzün duyuyorum." dedi. Hz. Peygamber (s.a.) de (Âişe'nin kardeşine): "Ey Abdurrahman! Onu götür, Ten'îm'den umre yaptır." buyurdu.[401]

Sahih-i Müslim'de Tâvus'tan rivayet edildiğine göre Âişe diyor ki: "Um­reye niyetlenip ihrama girdim, telbiye getirdim. (Mekke'ye) geldim. Hayız olduğum için tavaf yapmadım. (Geri kalan) bütün hac vazifelerimi yerine getirdim." Hz. Peygamber (s.a.) hacıların Mina'dan Mekke'ye akın ettik­leri "nefer günü" Âişe'ye: "Yaptığın tavaf, haccın ve umren için yeterli­dir." buyurdu. [402]

İşte bunlar Hz. Âişe'nin ifrâd haccı içinde olmayıp hac ve umre içinde bulunduğu konusunda açık naslardır. Bu naslar açıkça göstermektedir ki, kıran yapan kimsenin bir tavaf, bir sa'y yapması yeterlidir. Hz. Âişe de umre ihramını çıkarmamış, aksine ihramı içinde kalmış, ihramdan çıkma­mıştır. Hadisin metinlerinden birinde "Umre niyetinde sebat et. Olur ki, Allah sana onu da nasib eder." sözü geçmektedir.[403] Bu söz, Hz. Pey-gamber'in (s.a.) "Umreni bırak" sözüyle çelişmez. Şayet bu sözden mak­sadı umreden vazgeçmek, onu bırakmak olsaydı "Yaptığın tavaf, haccın ve umren için yeterlidir." buyurmazdı. O halde anlaşıldı ki, bu sözle "um­re amellerini bırak" denilmek istenmiştir. Yoksa maksat ihramından vaz­geçmesini istemek değildir.

"Başını çöz, saçlarını tara" sözüne gelince; bu insanlara pek müşkil gelen şeylerdendir. Âlimler bu konuda dört yol tutmuşlardır:

Birinci yol: Bu söz, umrenin bırakıldığının delilidir. Nitekim hanefîler böyle demektedirler.

İkinci yol: İhramlı kimsenin saçlarını taramasının caiz olduğuna delil­dir. Bunu meneden, haram sayan ne Kur'an'da, ne sünnette ve ne de ic-mâ'da bir delil vardır. Bu da İbn Hazm ve başkalarının görüşüdür.

Üçüncü yol: Bu metnin illetli olduğunu söyleyip "Urve bu metni tek başına, rivayet edip diğer râvilere muhalefet etti. Oysa Hz. Âişe hadisini Tavus, Kasım, Esved ve başka muhaddisler de rivayet ettikleri halde bun­lardan hiçbiri bu metni zikretmemiştir." diyerek reddetme. Diyorlar ki: Hammad b. Zeyd, Hişam b. Urve - babası Urve - Âişe senediyle, Âişe'­nin hac esnasında hayız olması olayını rivayet ederken: Birçok kişi bana, Allah Rasûlü'nün (s.a.) Âişe'ye: "Umreni bırak, başını çöz, saçlarını ta­ra." buyurduğunu rivayet etmiştir, deyip hadisin devamını kaydeder. Di­yorlar ki: İşte bu, Urve'nin bu ilâveyi Âişe'den işitmediğinin delilidir.

Dördüncü yol: "Umreyi bırak" sözü onu olduğu hal üzere bırak, on­dan çıkma anlamındadır. Yoksa maksat onun terkedilmesi değildir. Bu gö­rüşü savunanlar diyorlar ki: Şu iki husus bunu gösterir:

  1. Hz. Peygamber'în (s.a.) "Yaptığın tavaf, haccın ve umren için ye­terlidir." buyurması.
  2. "Umre niyetinde sebat et" hadisi. Diyorlar ki: Bu, çelişkiden selâ­mette olduğu için hadisi, umreyi bırakmaya yorumlamaktan daha iyidir. "...İşte bu, senin umrenin yerinedir." hadisine gelince; Âişe ayrı bir umre yapmak istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) ona, yaptığı tavafın haccı ve umresi için yeterli ve umresinin haccına dahil olduğunu; böylece kıran haccı yapmış olduğunu haber verdi. Âişe ise daha evvel niyetlendiği gibi başlı başına ayrı bir umre yapmakta diretti. Bunu elde edince de Hz. Peygamber (s.a.) ona:  "İşte bu, senin umrenin yerinedir." buyurdu.

Esrem'in Sünen'inde yer alan bir rivayette Esved anlatıyor: Âişe'ye: "Hacdan sonra umre yaptın mı?" dedim. O da: "Vallahi, umre değildi. Yalnızca ziyaretti. Beytullah'ı ziyaret ettim." dedi.

İmam Ahmed diyor ki: Hz. Peygamber (s.a.), ısrar edince Hz. Âişe'ye umre yaptırdı. Âişe "İnsanlar iki ibadet (hac ve umre) yaparak dönüyor­lar. Ben ise bir ibadetle (hacla) dönüyorum" dedi. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber (s.a.): "Ey Abdurrahman! Ona umre yaptır." dedi. Hıll bölgesi­nin en yakın yerini gözetti; Âişe'ye oradan umre yaptırdı. [404]

 

b) Hz. Âişe İlk Önce Hangi İhrama Girmişti?

 

Âlimler Hz. Âişe'nin ilk önce hangi ihrama girdiği konusunda f&* iki görüş ortaya atmışlardır:                                                                

Birinci görüş: Tek umre ihramına girmiştir. Yukarıda kaydettiği! hadislerden dolayı doğru olan budur. Sahih'de Hz. Âişe'nin şöyle dediği kaydedilmektedir: Veda haccında Allah Rasûlti (s.a.) ile birlikte Zilhicce ayının başlarına doğru yola çıktık. Allah Rasûlü (s.a.): "Sizlerden kim umreye niyetlenip ihrama girmek, telbiye getirmek isterse öyle yapsın. Şa­yet ben kurban sevketmemiş olsaydım umreye niyet edip ihrama girer, tel­biye getirirdim." buyurdu. Ben de umreye niyetlenip ihrama girenlerden­dim... Bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.) Hz. Âişe'ye: "Umreyi bırak, hac­ca niyetlenip ihrama gir" buyurmuştur. Bu sözü Hz. Peygamber (s.a.) Hz. Âişe'ye, Mekke yakınlarındaki Şerifte söylemişti. Bu ifade Hz. Âişe'nin umre ihramına girdiğini açık bir şekilde göstermektedir.

İkinci görüş: Önce ifrâd haccı yapmak üzere hacca niyetlenip ihrama girmiştir. İbn Atrdilber diyor ki: Kasım b. Muhammed, Esved b. Yezîd ve Amra, hepsi de Hz. Âişe'den, onun umre değil hac ihramına girmiş olduğunu gösteren rivayetlerde bulunmuşlardır. Amra'nın rivayetinde şöy­le diyor: "Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte yola çıktık. Bu yolculuğu yalnız hac yolculuğu olarak görüyorduk." Esved b. Yezîd de benzerini rivayet etmiştir. Kâsım'ın rivayetinde ise "Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte hac için telbiye getirdik" demektedir. İbn Abdilber sözüne devamla diyor ki: Hz. Âişe'den "Ben umreye niyetlenip ihrama girenler arasmdaydım." sözünü aktaran Urve'nin hata ettiğini söylemişlerdir. İsmail b. İshak: "Bunlar ya­ni Esved, Kasım ve Amra kaydettiğimiz rivayetler üzerinde birleşmektedir­ler. Bundan da anladık ki, Urve'den aktarılan rivayetler yanlıştır." demek­tedir, îbn Abdilber sözünü şöyle sürdürüyor: Yanlış olması muhtemel gö­rünmektedir. Hz. Âişe'nin Beytullah'ı tavaf etmesinin mümkün olmaması, kurban sevketmemiş olanların yaptıkları gibi onun da umre ihramından çıkması ve Hz. Peygamber'in (s.a.) ona tavafı terkedip hacca devam etme­sini emretmesi bu yanlışlığa düşmesine sebep olmuştur. Böylece buradan Hz. Âişe'nin umreci olduğu, umresini terkedip hacca başladığı anlamım çıkarmakla yanılgıya düşmüşlerdir. Ebu Ömer (İbn Abdilber) sözüne de­vam ederek diyor ki: Câbir b. Abdullah, Urve'nin Hz. Âişe'den rivayet ettiği gibi, Hz. Âişe'nin umreye niyetlenip ihrama girdiğini rivayet etmiştir.

Bu ikinci görüşü savunanlar diyorlar ki: Urvenin yanlış anlaması Hz. Peygamber'in (s.a.) şu sözünden kaynaklanmıştır: "Başını çöz, saçlarını tara, umreyi bırak ve hacca niyetlenip ihrama gir, telbiye getir." Hammad b. Zeyd, Urve'nin oğlu Hişam'dan babası Urve'nin şöyle dediğini rivayet eder: Birçok kimse bana, Allah Rasûlü'nün (s.a.) Âişe'ye "Umreni bırak, başını çöz, saçlarını tara ve hac yapan kimsenin yaptığım yap!" buyurduğunu aktarmıştır. Görüldüğü üzere Hammad, Urve'nin bu sözü Hz. Âişe'­den işitmediğini ortaya koymuştur.

Ben derim ki: Reddedilmeleri için bir sebep, bir kusur bulunmayan ve asla yoruma açık olmayan bu sahih ve sarih naslann, Hz. Âişe'nin ifrad haccı yaptığı konusunda açık (zahir) olmayan mücmel (kapalı) bir ifade ile reddedilmeleri ne kadar hayreti mucip! Zira onun ifrâd haccı yaptığını iddia edenlerin ileri sürdükleri delil neticede onun "Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte yola çıktık. Bu yolculuğu yalnız hac yolculuğu olarak görüyor­duk." sözüdür. Aman Yarabbi, ne kadar tuhaf! Temettü' yapan kimsenin hacdan başka birşey için yola çıktığı düşünülür mü? Elbette temettü' ya­pan olarak hacca çıkmıştır. Nitekim, cünüp olduğu için gusleden bir kimse önce abdest alsa "Cünüplükten dolayı gusletmek için çıktım" demesi ol­mayacak bir şey değildir. Mü'minlerin annesi (r.a.) de doğru söylemiştir. Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a.) emriyle umre ihramına girinceye kadar yol­culuğu, yalnız hac yolculuğu olarak görüyordu. Sözleri birbirini doğrula­maktadır.

Hz. Âişe'nin "Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte hac için telbiye getir­dik." sözüne gelince: Sahi hay n'daki bir rivayete göre Câbir onun umreye niyetlenip ihrama girdiğini, telbiye getirdiğim söylemiştir. Sahih-i Müslim'­deki bir rivayete göre de Tavus onun böyle yaptığını söylemiştir. Mücâhid de ondan aynısını aktarmıştır. Hz. Âişe'den gelen rivayetler çelişse bile sahabenin ondan yaptığı rivayet, tabiînin rivayetine göre alınmaya daha lâyıktır. Oysa burada hiç çelişki yoktur. Çünkü "Şöyle yaptık" diyen kim­senin bu sözü hem kendisinin ve hem de arkadaşlarının yapmış olmalarıyla doğrulanır.

Ne tuhaf! İbn Ömer'in: "Allah Rasûlü (s.a.) umreyi hacca ilâve et­mek suretiyle temettü' yaptı." sözünün "Hz. Peygamber'in (s.a.) ashabı temettü' yaptı" anlamına geldiğini ve İbn Ömer'in fiili, emretmiş olmasın­dan dolayı Hz. Peygamber'e (s.a.) izafe ettiğini söylüyorlar! O zaman Hz. Âişe'nin "Hac için telbiye getirdik." sözüyle de hac için telbiye getiren sahabe grubu kastedilmiştir, deseniz ya! Yine onun "Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte yola çıktık, O'nunla birlikte yolculuk yaptık." vb. sözlerinde olduğu gibi "yaptık" sözü hakkında da aynısını söylemeli değil misiniz?!.. Şayet bu rivayet yanlış değilse sahih ve sarih hadislerden dolayı kesinlikle bunu bu şekilde yorumlayıp Hz. Âişe'nin umre ihramına girdiğini söyle­mek düşer. Hz. Âişe'nin hadislerini en iyi bilen insanın, ondan aracısız şifahî olarak duyup işiten Urve'nin bu konuda yanlışlık yaptığı nasıl söyle­nebilir?!..

Hammad'ın rivayetindeki "Birçok kimse bana, Allah Rasûlü'nün (s.a.) Âişe'ye: Umreni bırak buyurduğunu aktarmıştır." sözüne gelince; bu riva­yet, Hz. Âişe'den gelen sahih rivayetlere aykırı düşerse bunu illetli sayıp reddetme gereği ortaya çıkar. Ama o rivayetlere uygun düşer ve onları doğrular, Hz. Âişe'nin umre ihramına girdiği konusunda onlara şahitlik yaparsa, bu durum kendisinin doğru olarak aktarıldığına, aktaran kimse­nin iyi zaptedip bellediğine delil olur. Maamafih Hammad b. Zeyd, bu illetli rivayeti -birçok kimse bana... aktardı, sözünü- tek başına aktar­mış ve bir grup muhaddis ona muhalefet ederek bunu Urve yoluyla Hz. Âişe'den muttasıl senedle rivayet etmişlerdir. Şu halde çelişki düşünülse bile çoğunluğun rivayeti doğruya daha yakındır. Aman Yarabbi! Ne kadar tuhaf! Hz. Âişe'nin hadislerini en iyi bilen insan Urve'nin, onun söylediği "Ben de umreye "niyetlenip ihrama girenlerdendim." sözünü rivayet eder­ken, çeşitli ihtimaller taşıyan mücmel bir söze dayanarak, yanlışlık yaptığı­nı söylemek nasıl caiz olur ve bu sözle kıssanın -bir kısmı yukarıda sırala­nan yön ve açılardan- akışının da lehinde şahitlikte bulunduğu sahih ve sarîh bir nas aleyhine nasıl hüküm verilebilir?! İşte Hz. Âişe'nin umreye niyetlenip ihrama girdiğini rivayet eden dört insan: Câbir, Urve, Tavus ve Mücahid. Şayet Kasım, Amra ve Esved'in rivayetleri bunların rivayetle-riyle çelişse çokluklarına dayanarak bunların rivayetlerini esas almak daha münasip olur. Çünkü aralarında (bir sahabî olan) Câbir vardır. Hem Ur-ve'nin fazileti ve teyzesi Hz. Âişe'nin (r.a.) hadislerini bilmesi de malumdur.

İbn Abdilberr'in "Hz. Peygamber'in (s.a.) ona tavafı terkedip hacca devam etmesini emretmesi dolayısıyla Hz. Âişe'nin umreci olduğunu söyle­mekle yanılgıya düşmüşlerdir." sözü ne kadar tuhaf! Hz. Peygamber (s.a.), Hz. Âişe'ye umreyi bırakmasını hacca yeniden niyetlenip ihrama girmesini emretmiş ve ona: "Hacca niyetlenip ihrama gir, telbiye getir." buyurmuş­tur. "Haccı sürdür.", "Onda devam et." dememiştir. Hz. Peygamber'in (s.a.), Âişe'ye saçlarını taramasını emrettiğini aktaran râvinin, sırf redde­den kişinin mezhebine muhalefet etmiş olmasından dolayı yanlış rivayette bulunduğu nasıl söylenebilir?!.. Allah'ın kitabında, Peygamberinin sünne­tinde ve ümmetin icmâ ettiği konular arasında ihramlı kimsenin saçım ta­ramasını haram kılan bir husus nerede? Görüşleri destekleme ve taklid se­bebiyle, sika râvilerin yanlışlık yaptıklarım söylemek caiz değildir. İhramlı kimse saçın dökülmesinden güvencede olursa başını taramaktan menedil-mez. Şayet taramakla saçından herhangi bir şeyin düşmesinden emin ol­mazsa, işte bunun yasaklanması tartışma ve ictihad konusudur. İki tarafın arasında delil, hüküm verir. Eğer ne bir âyet, ne bir hadis ve ne de bir icmâ menedilmesine delil değilse, o caiz demektir. [405]

 

c) Hz. Âişe'nin Ten'îm'den Yaptığı Umre:

 

Hz. Âişe'nin Ten'îm'den yaptığı bu umre konusunda âlimler dört yol tutmuşlardır:

Birinci yol: Bu umre, onun kalbini hoş etmek ve gönlünü almak için fazladan bir şeydi. Yoksa yaptığı tavaf ve sa'y, hac ve umresine sayılmıştı. Temettü' yapmaktaydı. Sonra haccı umreye ilâve etti ve böylece kıran hac­cı yapanlar arasına katıldı. En sahih görüş budur. Hadisler bundan gayrısı-na delil olmazlar. Bu, Şafiî, Ahmed ve başkalarının tuttukları yoldur.

İkinci yol: Âişe, hayız olunca Hz. Peygamber (s.a.) ona umresini boz­masını ve umreden ifrâd haccına geçmesini emretti. Âişe hac ihramından çıkınca da evvela ihramına girdiği umresini kaza etmesini emretti. Bu, Ebu Hanife ve takipçilerinin tuttuğu yoldur. Bu görüşe göre, bu umre Hz. Âişe hakkında vacip idi ve mutlaka yapması gerekliydi. Birinci görüşe göre ise caiz idi. Hayız olup da Arafat'ta vakfe yapmadan önce tavaf etme imkânı­na sahip olmayan her temettü' haccı yapmakta olan kadın bu iki görüşe göre ya haccı umreye ilâve edip kıran yapmalıdır. Ya da umreden hacca geçip ifrâd yapmalı ve umreyi kaza etmelidir.

Üçüncü yol: Âişe, kıran yaptığı için ayrı bir umre yapması da gerek­liydi. Çünkü kıran haccı esnasında yapılan umre, "İslâm umresi" yerine geçmez. Ahmed'den gelen iki rivayetten biri budur.

Dördüncü yol: İfrâd haccı yapmaktaydı. Hayız olduğu için kudüm tavafını yapması mümkün olmadı. Temizlenip hac görevini bitirinceye ka­dar ifrâd haccını sürdürdü. Bu umre ise İslâm umresidir. Bu, mâlikîlerden Kadı İsmail b. İshak ve başkalarının yoludur. Bu yolun zayıflığı ortadadır. Hatta hadis hakkında tutulan yolların en zayıfıdır.

Bu Hz. Âişe hadisinden, hac ve umre ibadetlerinin temelleri konusun­da muazzam prensipler elde edilir:

1-  Kıran haccı yapan kimse bir tavaf ve bir sa'y ile yetinir.

2-  Hayızlı kadından kudüm tavafı düşer. Nitekim Hz. Peygamber'in (s.a.) hanımı Safiyye hadisi, hayızlıdan veda tavafının düşeceği konusunda bir asıldır.

3-  Hayizhnın, tıpkı hayızlı olmayan için caiz olduğu gibi haccı umreye ilâve etmeüShem caiz ve hem de evladır. Çünkü o, özürlü olup buna muh­taçtır.

4-  Hayızh, Beytullah'ı tavaf dişında bütün hac fiillerini yerine getirir.

5-  Ten'îm, Hıll bölgesindendir.

6-  Bir sene içinde, hatta bir ay içinde iki umre yapmak caizdir.

7- Temettü* haccı yapan kimsenin, kaçırmaktan emin olduğunda haccı umreye ilâve etmesi meşrudur. Âişe hadisi bu konuda bir dayanaktır.

8-  Mekke umresi[406] konusunda da bir dayanaktır. Bunu müstehap sayanların bundan başka dayanakları yoktur. Çünkü gerek Hz. Peygamber (s.a.) ve gerekse -yalnız Âişe dışında- O'nunla birlikte hac yapanlardan hiçbiri Mekke'de bulunduklarında şehirden çıkıp da umre yapmamışlardır. Mekke umresini "savunanlar Âişe kıssasını kendi görüşleri için bir dayanak yapmışlarsa da bu kıssada onlar için bir delil yoktur. Zira onun yaptığı umre ya "Âişe umreyi bozdu" diyenlere göre bozulan umrenin kazasıdır, dolayısıyla kaza etmesi vacip bir umredir, veya "Kıran yapmıştı. Yaptığı tavaf ve sa'y, hac ve umresine sayılmıştı." diyenlere göre kalbini hoş et­mek için yapmış olduğu tamamen fazladan bir umredir. En iyi Allah bilir. [407]

 

d) Hz. Âişe'nin Bu Umresi tslâm Umresi Yerine Geçer mi?

 

Hz. Âişe'nin yapmış olduğu bu umrenin İslâm umresi yerine geçip geçmeyeceğine gelince; bu konuda fakihler iki görüş ileri sürmüşlerdir. Her ikisi de Ahmed'den rivayet edilmiştir. Yerine geçmeyeceğini söyleyenler di­yorlar ki: Allah Rasûlü'nün (s.a.) meşru kıldığı ve yaptığı umre iki türlü­dür, bir üçüncüsü yoktur: 1) Temettü' umresi: Mîkatta izin verdiği, yolcu­luk esnasında teşvik ettiği ve Safa-Merve'de iken kurbanlık sevketmeyenle-re vacip kıldığı umredir. 2) Doğrudan doğruya kendisi için sefere çıkılan umre (ifrâd umresi). Meselâ, Hz. Peygamber'in (s.a.) yukarıda adı geçen umreleri böyledir. Bu ikisi dışında, Hz. Peygamber (s.a.) ayrı, başlı başına bir umre meşru kırmamıştır. Her ikisinde de umreci Mekke'ye girmiş du­rumdadır. En yakın Hıll bölgesine çıkılarak yapılan umre meşru kılınma­mıştır. Hz. Âişe'nin umresi ise sırf bir ziyarettir. Yoksa onun hacla birlikte yapmış olduğu umre, Ailah Rasülü'nün (s.a.) kesin ifadesine göre onun için yeterli olmuştur. Bu da kıran yapan kimsenin haccıyla birlikte yaptığı umrenin İslâm umresi yerine geçeceğine delildir. Kesin doğru olan da bu­dur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.), Âişe'ye: "Yapmış olduğun tavaf, hac-cın ve umren için yeterlidir." bir rivayette "yerine geçer" ve bir rivayette de "sana kâfidir" buyurmuş ve demiştir ki: "Kıyamet gününe kadar umre, hacca dahil olmuştur." Kurbanlık sevkeden herkese hacla umreyi birleştir­mesini emretmiş; ama kendisiyle birlikte kıran yapan ve kurbanlık sevket-miş bulunan hiç kimseye kıran umresi dışında bir başka umre yapmasını emretmemiştir. O halde kıran yapan kimsenin bu haccı esnasında yaptığı umrenin İslâm umresi yerine geçeceği kesinlikle sahih demektir. Başarı yal­nız Allah'tandır. [408]

 

e) Hz. Âişe'nin Hayızdan Temizlendiği Yer:

 

Hz. Âişe'nin hayız olduğu yer kuşkusuz Şeriftir. Nerede (hayızdan) temizlendiği konusunda ise ihtilâf edilmiştir. Kimileri Arafat'ta olduğunu söylemiştir. Mücâhid, Hz. Âişe'den bu şekilde rivayet etmektedir.[409] Ur-ve'nin yine Hz. Âişe'nin kendisinden rivayetine göre ise o hayızh iken are-fe günü gelip çatmıştı.[410] Bu iki rivayet arasında bir çatışma sözkonusu değildir. Her iki hadis de sahihtir. İbn Hazm, bu iki hadisi, iki anlama yüklemiştir. Ona göre Arafat temizliği, orada vakfe yapmak için yapılan gusüldür. İbn Hazm diyor ki: Hz. Âişe "Arafat'ta iken tatahhur ettim = iyice temizlendim" demektedir. Tatahhur, "tuhr = temizlenmek"ten farklıdır. Ka­sım ise Hz. Âişe'nin tuhr gününün, kurban bayramının birinci günü oldu­ğunu söylemektedir. Bu hadis Sahih-i Müslim'dedir. Kasım ile Urve, Hz. Âişe'nin arefe günü hayızh olduğu konusunda hemfikirdirler. Bu zatlar, ona en yakın insanlardır... Oysa Ebu Davud, Muhammed b. İsmail - Hammad b. Seleme - Hişâm b. Urve - babası Urve senediyle Hz. Âişe'­den "Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte Zilhicce ayının başlarına doğru yola çıktık..." hadisini rivayet etmektedir, bu hadiste şu cümle yer almaktadır: "...Bathâ gecesi olunca Âişe temizlendi." Bu hadisin senedi sahihtir.[411] Ancak İbn Hazm diyor ki: Bu hadis, münkerdir, bütün bu râvilerin Hz. Âişe'den rivayet ettikleri hadise aykırıdır. Aykırı olan husus, Hz. Âişe'nin Bathâ gecesi temizlendiğini ifade eden cümlesidir. Çünkü Bathâ gecesi, kur­ban bayramının ilk gününden dört gece sonra olan gecedir. Bu ise imkân­sızdır. Ancak biz iyi düşündüğümüzde bu sözün, Hz. Âişe'nin sözü olma­dığını gördük. Şu halde buna bağımlılık düştü demektir. Zira Hz. Âişe'den sonraki birinin sözüdür. O, kendisini herkesten daha iyi bilir. İbn Hazm sözlerine devamla diyor ki: Bu Hammad b. Seleme hadisini Vüheyb b. Hâlid ile Hammad b. Zeyd de rivayet etmiş; ama bu sözü söylememişlerdir.

Ben derim ki: Hammad b. Zeyd ile beraberindekilerin rivayet ettikleri hadis, Hammad b. Seleme hadisine göre birkaç yönden tercihe şayandır:

1- Hammad b. Zeyd, Hammad b. Seleme'den hafızası daha güçlü ve daha güvenilir bir râvidir.

2- Hammad b. Zeyd ve beraberindekilerin rivayet ettikleri hadiste, ken­disi hakkında Hz. Âişe'den haber aktarılmaktadır. Hammad b. Seleme ha­disinde ise Hz. Âişe'den haber verilmektedir.

3-  Zührî, bu hadisi Urve aracılığıyla Hz. Âişe'den rivayet etmiştir ve bu rivayette "Ben, arefe gününe kadar hayızlı olarak kaldım." cümlesi yer almaktadır. İşte Mücâhid ve Kâsim'ın Hz. Âişe'den beyanda bulun­dukları son sınır budur. Ancak Mücâhid, onun "Arafat'ta iyice temizlendim" dediğini; Kasım ise bunun kurban bayramının birinci günü olduğunu riva­yet etmiştir. [412]

 

14- Haccin Umreye Çevrilmesi ve Bu Konuda Âlimlerin İhtilâfı:

 

Yeniden Hz. Peygamber'in (s.a.) haccını anlatmaya dönelim: Hz. Pey­gamber (s.a.) Şerife varınca ashabına: "Yanında kurbanlık hayvanı bu­lunmayanlar, isterlerse (hac niyetlerini) umreye çevirsinler. Kurbanlıkları bulunanlar ise çevirmesinler." Buyurdu.[413] Bu ise mîkatta iken tanınan serbestlik hakkından üstte başka bir mertebedir.

Mekke'ye varınca yanında kurbanlığı bulunmayan kimselerin haclarını umreye çevirmelerini ve ihramdan çıkmalarını; yanında kurbanlık bulunan­ların ise ihramlı olarak kalmalarını kesin surette emretti. Bundan asla her­hangi bir şey neshedilmiş değildir. Aksine Sürâka b. Mâlik, Hz. Peygamber'e (s.a.) haccı çevirmelerini emrettiği bu umrenin o seneye mi mahsus olduğunu, yoksa bu işin ebedî mi olduğunu sormuş, O da: "Hayır, (yalnız bu seneye mahsus değil); ebediyen bu böyledir. Kıyamet gününe kadar um­re, hacca dahil olmuştur." buyurdu.[414]

Hz. Peygamber'in (s.a.) haccı umreye çevirmeyi emrettiğini 14 sahabî rivayet etmiştir. Bu hadislerin hepsi sahihtir. Bu sahabîler: 1- Âişe, 2- Mü'-minlerin annesi Hafsa, 3- Ali b. Ebu Tâlib, 4- Allah Rasûlü'nün (s.a.) kızı Fâtnna, 5- Ebu Bekir Sıddîk'in kızı Esma, 6- Câbir b. Abdullah, 7-Ebu Saîd el-Hudrî, 8- Berâ b. Âzib, 9- Abdullah b. Ömer, 10- Enes b. Mâlik, 11- Ebu Musa el-Eş'arî, 12- Abdullah b. Abbas, 13- Sebra b. Ma'-bed el-Cühenî, 14- Sürâka b. Mâlik el-Müdlicî. Allah onlardan razı olsun. Şimdi biz bu hadislere işaret edeceğiz:

Sahihayn 'da İbn Abbas'tan rivayet edilmektedir ki, Hz. Peygamber (s.a.) ile ashabı (Zilhicce'nin) dördüncü gecesi sabahında hacca telbiye getirerek (Mekke'ye) geldiler. Hz. Peygamber (s.a.) onlara, haccı umreye çevirmele­rini emretti. Bu durum (hac aylarında umre yapmayı büyük günah gördük­leri için) sahabîlere ağır geldi ve; "Ey Allah'ın Rasûlü! Bu nasıl hılldir (ihramdan çıkıştır? İhramın haram kıldığı şeyleri bu da helâl kılar mı?)" diye sordular. O da: "Bu umrenin ihramından çıkış da haccin ihramından çıkış gibi tamamen ihramın haram kıldığı şeyleri helâl kılar." buyurdu. Müslim'deki bir metinde denilmektedir ki: "Hz. Peygamber (s.a.) ile asha­bı Zilhicce'nin dördüncü günü hacca telbiye getirerek Mekke'ye geldiler. Allah Rasûlü (s.a.) onlara haccı umreye çevirmelerini emretti." Bir metin­de ise: "Yanında kurbanlıkları bulunanlar dışındaki sahabîlere ihramlarını umreye çevirmelerini emretti." denilmektedir.[415]

Sahihayn'da. rivayet edildiğine göre Gâbir b. Abdullah anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.) ile ashabı hacca niyetlenip ihrama girdiler, telbiye getirdi­ler. Hz. Peygamber (s.a.) ve Talha dışında hiçbirinin yanında kurbanlığı yoktu. Hz. Ali (r.a.) yanında kurbanlığı olduğu halde Yemen'den geldi ve: "Ben, Hz. Peygamber'in (s.a.) ihrama girdiği gibi ihramlandım." dedi. Hz. Peygamber (s.a.) sahabîlere, ihrama girerken niyetlendikleri haccı um­reye çevirmelerini, tavaf etmelerini, saçlarını kısaltmalarını ve beraberinde kurbanlığı bulunan kimseler dışında kalanların ihramdan çıkmalarını em­retti. Sahabîler: "Bizler, herbirimizin cinsel uzvu menî damlatır halde mi, Mina'ya gideceğiz? (Yani biz ihramsız olduğumuz için hanımlarımızla cin­sel ilişkide bulunacak, Hz. Peygamber böyle bir şeyden ihramlı olduğu için mahrum kalacak!)" dediler. Bu sözler, Hz, Peygamber'in (s.a.) kula­ğına ulaşınca: "Bu yapmakta olduğum hacca yeniden başlıyor olsaydım kurbanlık sevketmezdim. Şayet yanımda kurbanlığım bulunmasaydı elbet ihramdan çıkardım." buyurdu. Bir metinde ise şöyle deniliyor: Bunun üze­rine Hz. Peygamber (s.a.) aramızda ayağa kalktı ve şu konuşmayı yaptı: "Siz de biliyorsunuz ki, sizin Allah'tan en çok korkan, O'na en çok sada­kat gösteren ve O'na en çok itaatkâr olanınız benim. Şayet yanımda kur­banlık bulunmasaydı, sizin ihramdan çıktığınız gibi ben de çıkardım. Bu yapmakta olduğum hacca yeniden başlıyor olsaydım, kurbanlık sevketmez­dim. Siz artık ihramdan çıkın." Bir metinde de deniliyor ki: Biz ihramdan çıkınca Allah Rasûlü (s.a.) bize Mina'ya yöneldiğimiz zaman ihrama gir­memizi emretti. Biz de Ebtah'da niyetlenip ihrama girdik. Sürâka b. Mâlik b. Cu'ştim: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bu iş, bu seneye mi mahsus, yoksa ebe­diyen böyle mi?" diye sordu, O da: "Ebediyen" cevabını verdi. Bu metin­lerin hepsi de Sa/7z7î'dedir.[416] Bu son metin "Bu iş yalnız sahabîlere mah­sustu." diyenlerin görüşünü açık bir şekilde ibtal etmektedir. Çünkü bu takdirde ebediyen değil, yalnız o sene için geçerli olur. Oysa Allah Rasûlü (s.a.) ebediyen geçerli olduğunu söylüyor.

Müsned'de İbn Ömer'in şöyle dediği rivayet edilir: Allah Rasûlü (s.a.) ile ashabı hacca telbiye getirerek Mekke'ye geldiler. Allah Rasûlü (s.a.) "Yanında kurbanlık bulunanlar dışında kalan kimselerden dileyen ihrama girerken niyetlendiği hacci umreye çevirsin." buyurdu. Sahabîler: "Ey Al­lah'ın Rasûlü! Bizler, herbirimizin cinsel uzvu meni damlatır halde mi Mi­na'ya gideceğiz?" dediler. Hz. Peygamber (s.a.) de: "Evet" cevabım verdi ve buhurdanlar (veya öd ağaçları) yandı .[417]

Sünerfdz Rab? b. Sebra aracılığıyla babası Sebra'nm şöyle dediği ri­vayet edilir: Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte yola çıktık. Usfan'a vardığımız­da Sürâka b. Mâlik el-Müdlicî: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bize öyle bir şey yaptır ki, bugün doğmuş bir kavim gibi olalım" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) "Allah (c.c), size hac içine umreyi de dahil etti. Mekke'ye vardığınızda Beytullah'ı tavaf edip Safa-Merve arasında sa'y yapan -ya­nınla Kurbanlık bulunanlar dışında kalan- kimseler ihramdan çıksınlar" buyurdu.[418]

Sahihayn'da "Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte yola çıktık. Yalnız haccın sözünü ediyorduk..." diye başlayan ve Hz. Âişe'den gelen hadiste deniyor ki: Mekke'ye vardığımızda Hz. Peygamber (s.a.) ashabına "İhrama girer­ken niyetlendiğiniz haccı umreye çevirin." diye emretti. Bunun üzerine ya­nında kurbanlık bulunanlar dışındaki insanlar ihramdan çıktılar... Âişe ha­disin geri kalan kısmını da söylemektedir.

Buharî'deki bir metinde deniyor ki: Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte yo­la çıktık. Bu yolculuğu yalnız hac yolculuğu olarak görüyorduk. Mekke'ye gelince Beytullah'ı tavaf ettik. Hz. Peygamber (s.a.) kurbanlık sevketme-yenlerin ihramdan çıkmalarım emretti. Bunun üzerine kurbanlık sevketme-yenler ihramdan çıktılar. Hz. Peygamber'in (s.a.) hanımları da sevketme-mişlerdi. Bu yüzden onlar da ihramdan çıktılar.

Müslim'in bir metninde ise şöyle deniyor: Allah Rasûlü (s.a.) öfkeli bir halde yanıma girdi. Ben: "Ey Allah'ın Rasûlü! Seni öfkelendiren kim­seyi Allah, cehenneme sokar." dedim. O da: "Farkında değil misin? Ben insanlara bir şey emrettim. Bakıyorsun, onlar tereddüd ediyorlar! Bu yap­makta olduğum hacca yeniden başlıyor olsaydım satın alıp beraberimde kurbanlık sevketmez, onların ihramdan çıktıkları gibi ben de ihramdan çı­kardım." Buyurdu.[419]

Mâlik, Yahya b. Saîd yoluyla Amra'nın, Hz. Âişe'nin şöyle dediğini duymuş olduğunu rivayet eder: Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte Zilkade ayı­nın bitimine beş gün kala yola çıktık. Bu-yolculuğu yalnız hac yolculuğu olarak görüyorduk. Mekke'ye yaklaşınca Allah Rasûlü (s.a.), yanında kur­banlık bulunmayan kimselerin Beytullah'ı tavaf edip Safa-Merve arasında sa'y yaptıktan sonra ihramdan çıkmalarını emretti. Yahya b. Saîd diyor ki: Bu hadisi Kasım b. Muhammed'e söyledim. "Vallahi, Amra hadisi sa­na olduğu gibi söylemiş." dedi.[420]

Sahih-i Müslim'de İbn Ömer'in Hafsa'dan şunları işittiği rivayet edil­mektedir: Hz. Peygamber (s.a.) Veda haccı senesi hanımlarına ihramdan çıkmalarını emretti. "Senin ihramdan çıkmanı engelleyen nedir?" diye sor­dum. "Ben başımın saçlarını yapışkan bir madde ile birbirine tutuştur­dum, ve kurbanımın boynuna kurbanlık nişanı taktım. Kurbanı kesmedik­çe ihramdan çıkamam." cevabını verdi.[421]

Sahih-i Müslim'de Hz. Ebu Bekir'in kızı Esmâ'nm -Allah her ikisin­den de razı olsun- şöyle dediği rivayet edilir: İhramlı olarak yola çıktık. Allah Rasûlü (s.a.): "Yanında kurbanlığı bulunan kimse ihramlı kalsın. Kurbanlığı bulunmayan ise ihramdan çıksın." buyurdu.[422]

Yine Sahih-i Müslim'de rivayet edildiğine göre Ebu Saîd el-Hudrî an­latıyor: Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte yola çıktık. Yüksek sesle hac için telbiye getiriyorduk. Mekke'ye vardığımızda, Hz. Peygamber (s.a.), kur­banlık sevkedenler hariç bize haccı umreye çevirmemizi emretti. Terviye günü olunca Mina^ya gittik ve hacca niyetlenip ihrama girdik, telbiye ge­tirdik.[423]

Sahih-i Buharî'de îbn Abbas'tan gelen bir rivayette deniyor ki: Veda haccında Muhacirler, Ensâr ve Hz. Peygamberin (s.a.) hanımları ihrama girip telbiye getirdiler. Biz de ihrama girip telbiye getirdik. Mekke'ye var­dığımızda Allah Rasûlü (s.a.): "Kurbanlığın boynuna nişan takanlar müs­tesna, hac niyetiyle yaptığınız ihram ve telbiyelerinizi umreye çevirin." buyurdu. [424]

i bir rivayete göre Berâ b. Âzib anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) ve ashabı yola çıktı. Hac için ihrama girdik. Mekke'ye vardığımızda: "Hac-cınızı umreye çevirin" buyurdu. İnsanlar: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ama biz hac için ihrama girmiştik. Onu umreye nasıl çevirebiliriz?" dediler. O da: "Size emrettiğimi yapmaya bakın" cevabım verdi. Bunun üzerine aynı sö­zü tekrar tekrar söyleyip durdular. Hz. Peygamber (s.a.) öfkelendi. Sonra gidip öfkeli bir halde Âişe'nin yanma girdi. Âişe, Hz. Peygamber'in (s.a.) yüzündeki öfke ifadelerini gördü ve: "Seni öfkelendireni Allah öfkelendi­rir." dedi. Hz. Peygamber (s.a.) "Neden öfkelenmeyeyim ki? Ben bir şey emrediyorum, uyulmuyor!" dedi.[425]

Biz, Allah'ı kendimize şahit tutarız ki, şayet biz, hac için ihrama gir­miş olsak, Allah Rasûlü'nün (s.a.) gazabından sakınmak ve O'nun emrine uymak için bu haccı umreye çevirmenin bize kesinlikle farz olduğu görü­şünde olurduk. Vallahi, bu ne O'nun hayatında ve ne de O'ndan sonra neshedilmiş değildir. Buna aykırı bir tek sahih harf bile rivayet edilmemiş­tir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.) diğer insanlar dışta kalacak şekilde bunu yalnız ashabına mahsus kılmış da değildir. Aksine Allah Teâlâ, Sürâka'nın Hz. Peygamber'e (s.a.) bunun yalnız kendilerine mi mahsus olduğunu sor­masını sağlamış ve Hz. Peygamber (s.a.) cevap olarak ebediyen bunun böyle olduğunu söylemiştir. Bu hadislere ve Allah Rasûlü'nün (s.a.) muhalefet edenlere öfkelendiği böyle güçlü bir emre kendisini tercih etmemiz gereken şey nedir, bilmiyoruz.

Allah için ne mutlu îmam Ahmed'e (r.h.)! Kendisine Seleme b. Şebîb: "Ey Ebu Abdillah! Bir tek nokta dışında bana göre senin herşeyin güzel­dir." demiş; "O nedir?" diye sorusuna "Sen haccm umreye çevirileceğini söylüyorsun," cevabını alınca: "Ey Seleme! Ben senin akim var sanıyor­dum! Ben bu konuda Allah Rasûlü'nden (s.a.) rivayet edilmiş on bir sahih hadis biliyorum. Onları senin görüşün için terk mi edeyim?!" diye karşılık vermişti.

Sünen'de Berâ b. Âzib'den rivayet ediliyor: Hz. Ali (r.a.), Yemen'den Allah Rasûlü'ne geldiği vakit Hz. Fâtıma'nm renkli elbiseler giyindiğini ve eve güzel kokular serpmiş olduğunu gördü. "Ne bu halin?" diye sordu. O da "Allah Rasûlü (s.a.) ashabına emretti, ihramdan çıktılar." diye kar­şılık verdi.[426]

İbn Ebî Şeybe, îbn Fudayl -Yezîd- Mücâhid senediyle rivayet eder ki Abdullah b. Zübeyr: "Haccı, ifrâd yapınız. Şu sizin körün sözünü bıra­kın." dedi. Bunun üzerine İbn Abbas: "Allah'ın, kalbini kör ettiği kimse kuşkusuz sensin. Annene bunu sorsana." deyip onu annesine gönderdi. Annesi: "İbn Abbas doğru söylemiş. Biz, Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte hac yapmak için geldik. Haccı umreye çevirdik. İhramdan tamamen çıktık. Hatta erkeklerle kadınlar arasında buhurdanlar yandı." diye açıklamada bulundu.[427]

Sahih-i Buharî'deki bir rivayete göre İbn Şihâb (Zührî) anlatıyor: Ben bir soru sormak üzere Atâ'nın yanına girdim. Dedi ki: Câbir b. Abdullah bana şunları anlattı: Câbir'in kendisi, Hz. Peygamber (s.a.) beraberinde Mekke'ye kurbanlık develer sevkettiği gün O'nunla haccetmişti. Sahabîler ifrâd haccına niyetlenip ihrama girmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.) onlara: "Beytullah'ı tavaf edip Safa-Merve arasında sa'y yapmakla ihramınızdan çıkın, saçlarınızı kısaltın, sonra terviye gününe kadar ihramsız kalın. O gün gelince hacca niyetlenip ihrama girin, telbiye getirin. Evvelki ihramına girdiğiniz ifrâd haccını temettü' haccına çevirin." buyurdu. Sahabîler: "Hac diye isimlendirdiğimiz halde şimdi o haccı nasıl temettu'a çevirmek suretiy­le umre yaparız?" diye sordular. Hz. Peygamber (s.a.): "Size emrettiğimi yapın. Şayet ben kurbanlık sevketmemiş olaydım, elbet size emrettiğim gi­bi yapardım. Fakat kurban yerine ulaşıncaya (yani Mina'da kesilinceye) kadar ihramlıya haram olan hiçbir şey bana helâl olmaz." buyurdu. Onlar da denileni yaptılar.[428]

Yine Sahih-i Buharî'de Câbir'den rivayet edilen "Hz. Peygamber (s.a.) ile ashabı hacca niyetlenip ihrama girdiler, telbiye getirdiler."...diye başla­yan hadiste denmektedir ki: Hz. Peygamber (s.a.) ashabına haclarım um­reye çevirmelerini ve tavaf etmelerini, kurbanlık sevkedenler dışında kalan kimselerin saçlarım kısaltmalarını emretti. Sahabîler: "Bizler herbirimizin cinsel uzvu meni damlatır olduğu halde Mina'ya mı gideceğiz?" dediler. Bu söz, Hz. Peygamber'in (s.a.) kulağına ulaştı. Bunun üzerine: "Bu yap­makta olduğum hacca yeniden başlıyor olsaydım kurbanlık sevketmezdim. Yanımda kurbanhk bulunmasaydı elbet ihramdan çıkardım." buyurdu.[429]

Sahih-i Müslim'de Veda haccı konusunda Câbir'den gelen rivayete gö­re şöyle anlatıyor: Mekke'ye geldiğimizde Kabe'yi tavaf ettik, Safa-Merve arasında sa'y yaptık. Allah Rasûlü (s.a.) bizden, yanında kurbanlık bulun­mayanların ihramdan çıkmasını emretti. "Bu nasıl bir ihramdan çıkıştır?" diye sorduk. "Tamamen hac ihramından çıkmak gibidir." cevabını verdi. Bunun üzerine hanımlarımızla cinsel ilişkide bulunduk, güzel kokular sü­ründük ve elbiselerimizi giydik. O vakit, arefe gününe dört gece kalmıştı. Sonra terviye günü niyetlenip ihrama girdik, telbiye getirdik. Müslim'in başka bir metninde ise şöyle deniyor: Hz. Peygamber (s.a.); "Sizlerden yanlarında kurbanlık bulunmayanlar ihramdan çıksın ve niyetlendikleri haccı umreye çevirsinler." buyurdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) ile ya­nında kurbanlık bulunanlar dışında bütün insanlar ihramdan çıktılar ve saçlarını kısalttılar. Terviye günü olunca Mina'ya yöneldiler ve hacca ni­yetlenip ihrama girdiler, telbiye getirdiler.[430]

Bezzâr'ın Müsned'indt Enes'ten (r.a.) sahih senedle rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) ile ashabı hac ve umreye niyetlenip ihrama gir­diler, telbiye getirdiler. Mekke'ye vardıklarında Beytullah'ı tavaf ettiler, Safa-Merve arasında sa'y yaptılar. Allah Rasûlü (s.a.) onlara ihramdan çıkmalarını emretti. Sahabîler bundan korkup çekindiler. Allah Rasûlü (s.a.): "İhramdan çıkın. Şayet yanımda kurbanlık bulunmasaydı elbet ben de ih­ramdan çıkardım." buyurdu. Bunun üzerine sahabîler ihramdan çıktılar ve hanımlanyla cinsel ilişkide bulunmaları helâl oldu.

Sahih-i BuharVdt rivayet edildiğine göre Enes anlatıyor: Biz de bera­berinde olduğumuz halde Allah Rasûlü (s.a.) Medine'de öğleyi dört, Zül-huleyfe'de ikindiyi iki rekât olarak kıldırdı. Sonra geceyi orada geçirdi. Sabah olunca devesine bindi. Deve, O'nu Beydâ tepesinin zirvesine çıka­rınca Hz. Peygamber (s.a.) Allah'a hamdetti ve tesbîh getirdi. Sonra hac ve umreye niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. İnsanlar da hac ve umre­ye niyetlenip ihrama girdiler, telbiye getirdiler. Mekke'ye vardığımızda in­sanlara ihramdan çıkmalarını emretti. Terviye günü olunca hacca niyetle­nip ihrama girdiler, telbiye getirdiler..[431]

Yine Sahih-i BuharVdt rivayet edildiğine göre Ebu Musa el-Eş'arî an­latıyor: Allah Rasûlü (s.a.) beni Yemen'e kavmime gönderdi. O, Bathâ'da iken gelip O'na yetiştim. Bana: "Neye niyetlendin?" diye sordu. Ben de "Hz. Peygamber'in niyet ettiği şeye niyetlendim." cevabını verdim. Bunun üzerine: "Peki yanında herhangi bir kurbanhk var mı?" diye sordu. "Hayır" dedim. Bana emretti, Beytullah'ı tavaf ettim, Safa-Merve arasında sa'y yap­tım. Sonra emretti, ihramdan çıktım.[432]

Sahih-i Müslim'deki bir rivayete göre Hüceymoğullanndan bir adam İbn Abbas'a: "İnsanları birbirine düşüren şu, 'Kim Beytullah'ı tavaf eder­se ihramdan çıkmış olur' fetvası nedir?" diye sordu. O da cevap olarak: "Hoş görmeseniz de Peygamberinizin (s.a.) sünneti budur." dedi.[433] [434]

 

[1] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/17.

[2] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/17.

[3] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/18.

[4] Mâlik, Muvatta, 2/868-869; Buharı", 24/66; Müslim, 1710; Tirmizî, 642,1377; Ebu Da-vud, 3085; Nesâî, 5/45. Hz. Peygamber (s.a.) buyuruyor ki: "Hayvanın yaralaması he­derdir. Kuyu (zaran) hederdir. Maden (zararı) hederdir. Rikâzda (definede) beşte bir ora­nında zekât vardır." İmam Mâlİk'in Muvatta1 fa kaydettiğine göre rikâz, toprağa gö­mülmüş mala verilen addır. el-Emvâl&dh eserinde Ebu Ubeyd'İn Mâlik'den nakline gö­re ise rikâz, mal sarfiyatı ve büyük bir iş istemeksizin çıkartılan cahiliye devrinde gö­mülmüş defineye denir. Beyhakî'nin, el-Ma'rife adlı eserinde rivayet ettiğine göre Şafiî: "Kendisinden beşte bir oranında zekât alınan rikâz, hiç kimsenin mülkiyeti altında ol­maksızın bulunan cahiliye devrinde gömülmüş defineye denir." demiştir. Ebu Davud'­un rivayetine göre Hasan el-Basrî: "Rikâz, eski devirlerden kalma hazinedir." demiştir.

[5] Tirmizî, 620; Ebu Davud, 1574; İbn Mâce, 1790. Hz. Ali'den (r.a.) gelen bu hadiste Hz. Peygamber (s.a.) buyuruyor ki: "Atların ve kölelerin zekâtını kaldırdım. Gümüşün ze­kâtını kırk dirhemde bir dirhem olarak getirin. 190 dirhemde zekât yoktur. 200 dirheme ulaşınca 5 dirhem zekât verin." Buharî'nin (24/40) zekât nisbetleri konusunda Hz. Ebu Bekir'den (r.a,) rivayet ettiği hadiste "Gümüşte kırkta bir oranında zekât farzdır. Gü­müş miktarı yalnız 190 dirhem olursa bunda zekât yoktur. Ancak bu kadar gümüşe sa­hip olan kişi dilerse nafile olarak verebilir." buyurulmaktadır. İlim adamlarının çoğun­luğu bu görüştedir. Yani atlarda ve kölelerde zekât yoktur. Ancak bunlar ticaret için el­de bulunduruluyorsa kıymetleri üzerinden ticaret zekâtı verilir. Bu görüş Hz. Ömer'den rivayet edilmiştir. Saîd b. Müseyyeb, Ömer b. Abdülaziz, Mâlik, Şafiî, Ahmed, Ebu Yu­suf ve İmam Muhammed de bu görüştedirler. Ebu Hanife'ye göre, atlardan zekât verilir.

[6] 20 miskale ulaşıncaya kadar altından zekât vermenin farz olmadığında âlimler icmâ et­mişlerdir.

[7] Mâlik, Muvatta, 1/244; Buharı, 24/44; Müslim, 979. Ebu Saîd el-Hudrf'den rivayet edilen bu hadiste Hz. Peygamber (s.a.) buyuruyor ki: 5 vesk miktarından daha az hurmada zekât yoktur. 5 ukıyye (200 dirhem) miktarından daha az gümüşte zekât yoktur. 5 deve­den aşağısında zekât yoktur.

[8] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/18-20.

[9] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/20.

[10] Ebu Davud, 1633; Nesâî, 5/'99-100. Ubeydullah b. Adiy'e iki adamın haber verdiğine göre, kendileri Veda haccı sırasında Hz. Peygamber'in yanma giderler. O esnada Hz. Peygamber (s.a.) zekâtı paylaştırmaktadır. Bu iki adam da O'ndan zekât isterler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) adamlara bakar ve bakışlarını yere indirir. Onların güçlü kuvvetli adamlar olduğunu görür ve der ki: "Dilerseniz size veririm. Zenginin ve çalış­maya gücü yeten kimsenin zekâtta nasibi yoktur." Bu hadisin senedi sahihtir. Müslim'­in (1044) rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.), Kabîsa b. Muharık el-Hilâlî'ye dedi ki: Dilenmek ancak şu üç kimse için helâldir: 1) Bir kefalet yüklenen kimse: Böyle bir kim­senin kefalet için ödediği miktar kadar dilenmesi (zekât malından alması) helâl olur. Ödediği miktarı elde edince artık dilenmekten vazgeçer. 2) Başına malını kökünden ka­zıyan bir âfet gelen kimse: Bu durumda olan kimsenin ihtiyacını görecek kadar dilen­mesi helâldir. 3) Kavminden akıl, İz'an sahibi üç kimseye "falan kimse yoksulluğa düştü" dedirtecek kadar yoksulluğa düşen kimsenin, ihtiyacını görecek kadar dilenmesi helâl­dir. Bunun dışındaki dilenmeler haramdır, ey Kabîsa!...

Kefalet yüklenmenin anlamı şudur: İnsanlar arasında kan davası veya mal konu­sunda bir çekişme olur. Bİr adam çıkar, aralarını düzeltmeye çalışır; düşmanlığı yatıştır­mak ve kini söndürmek gayesiyle harcamak üzere bir mal borçlanır. İşte bu kimsenin zengin de olsa zimmetini borçtan kurtaracak miktar zekât malından alması halâl olur.

[11] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/20-21.

[12] Şafiî, Müsned, 1/231-232; Ebu Davud, 1603; Tirmizî, 644; îbn Mâce, 1819; Beyhakî, 4/122. İbn Şihâb ez-Zührî - Saîd b. Müseyyeb - Attâb b. Esîd senediyle gelen bu rivayet­te Hz. Peygamber (s.a.): "Yaş üzümün zekâtında tıpkı hurmada olduğu gibi tahmin yü­rütülür. Sonra zekâtı kuru üzüm olarak verilir. Nitekim hurmanın zekâtı da kuru hur­ma olarak verilir." buyurmuştur. Saîd b. Müseyyeb, Attâb'a yetişmemiştir. Ebu Davud: "Saîd b. Müseyyeb, Attâb'dan hadis işitmedi" diyor. İbn Kânî de onun Attâb'a yetiş­mediğini söylüyor. Münzirî diyor ki: "Hadisin munkatı' olduğu ortadadır. Çünkü Sa­îd, Hz. Ömer'in halifeliği döneminde doğdu. Attâb ise Hz. Ebu Bekir'in vefat ettiği. gün vefat etti." İbn Abdilber de buna benzer şeyler söylüyor. Oysa bazdan diyorlar ki: Hadisin munkatı' olduğu iddiası Vakıdî'nin "Attâb, Hz. Ebu Bekir'in vefat ettiği gün vefat etti." sözüne dayanmaktadır. Ancak îbn Cerir et-Taberî, onun, hicretin 21. senesi Hz. Ömer'in Mekke zekât tahsildarı olarak görev yaptığını kaydetmektedir. Saîd, Hz. Ömer'in halifeliğe başlamasından İki sene sonra doğdu. Şu halde Attâb'dan hadis işit­miş olması mümkündür ve hadis munkatı' değildir. Nevevî (r.a) "Bu hadis mürsel ise de imamların görüşüyle güç bulur." demektedir. İmam Şafiî'nin aym senedle rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.) halkın asmalardaki Üzümlerini ve ağaçlardaki meyvelerini tah­min edecek kimseler gönderirdi. Buharî'nin (24/56) rivayetine göre Ebu Humeyd es-Sâidî anlatıyor: Biz Hz. Peygamber'in beraberinde Tebük gazasına gittik. Hz. Peygam­ber (s.a.) Vâdİ'l-Kurâ'ya vardığında bahçesinde çalışan bir kadına rastladı. Bunun üze­rine Hz. Peygamber (s.a.) ashabına: "Şu bahçedeki hurmayı tahmin edin." buyurdu. Allah Rasûlü (s.a.) 10 vesk olarak tahmin yürüttü. Kadına: "Hesapla bakalım, buradan ne kadar hurma çıkıyor." buyurdu...

[13] Ebu Davud, 1065; Tirmizî, 642; Nesâî, 5/42; îbn Hibbân, 798. Senesinde sika olup ol­madığı tartışmalı bir tek râvi vardır. İbn Hacer, Fethu'l-Bârî'de (3/274) hadis hakkında bir şey dememiştir. Leys b. Sa'd, Ahmed, İshak ve daha başkaları bu hadisin zahirine göre fetva vermişlerdir, Ebu Hanife bu tahmin İşini caiz görmez. Bk. Şevkânî,

Neylü'l-Evtâr, 4/162.

[14] Musâkât: Elde edilecek üründen belli bir oran karşılığında meyve ağaçlarım kiralamak. Müzâraat: Elde edilecek ziraî mahsulâtın belli bir oranı karşılığında tarlayı kiralama.

[15] Mâlik, Muvcttta, 2/703-704. Hadis mürsel ise de râvileri sikadır. Ebu Davud, (3410) ve İbn Mâce (1820), İbn Abbas'tan hasen senedle buna benzer bir hadis rivayet etmişlerdir.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/21-22.

[16] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/22-23.

[17] Ebu Davud, 1600, 1601, 1602; Nesâî, 5/46. Senedi hasendir.

[18] Ebu Davud, 1602; Ebu Ubeyd Kasım b. Sellâm, el-Emvâl, s. 598. Senedi hasendir.

[19] İbn Mâce, 1824. Hadis cahilleriyle birlikte hasendir.

[20] Ahmed, 4/236; îbn Mâce, 1823; Tayâlisî, 174, 175; Beyhakî, 4/126; Abdürrezzak, 6973. Sened munkatı'dir.

[21] Abdürrezzak, 6972; Beyhakî, 4/126. Sened zayıftır.

[22] Şafiî, Müsned, 1/240, 241 ve el-Ümm, 2/33. Râvileri sikadır; ancak senedindeki Ab-durrahman'ı, İbn Hibbân'dan başkası sika kabul etmemiştir. Ayrıca bk. Ahmed, 4/79; Beyhakî, 4/127; îbn Ebî Şeybe, 3/20; Ebu Ubeyd, el-Emvâl, 496, 497; İbn Sa'd, Taba-kat, 4/341. Senedi zayıftır.

[23] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/23-24.

[24] Râvileri sikadır, ancak hadis mürseldir.

[25] Abdürrezzak, 6974; Beyhakî, 4/127. Hâvileri sikadır, ancak hadis mürseldir. Musannef'te "Hz. Peygamber'e (s.a.) 30 sığırdan aşağısını sordular." şeklinde geçiyor.

[26] Mâlik, Muvatta, 1/277, 278. Senedi sahihtir.                                             

[27] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/24-26.

[28] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/26-27.

[29] Nesâî, 5/30. Senedi sahihtir.

[30] Buharı, 24/64; Müslim, 1078; Ebu Davud, 1590; Nesâî, 5/31.

[31] Buharî, 24/1, 24/43; Müslim, 19. Muaz anlatıyor: Allah Rasûlü beni Yemen'e vali gön­derdiği zaman şöyle buyurdu: Sen ehl-i kitab bir kavme vali gidiyorsun. Onları, Allah'­tan başka tanrı bulunmadığına ve benim, Allah'ın elçisi olduğuma şahitlik etmeye ça­ğır. Şayet bunu kabullenirlerse, herbir gün ve gecede Allah'ın onlara beş vakit namaz kılmalarını farz kıldığını haber ver. Eğer bunu kabul ederlerse bu defa zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere onlara Allah'ın zekât farz kıldığını haber ver. Buna da itaat ederlerse mallarının en İyilerini almaktan sakın. Mazlumun bedduasından sakın. Çünkü mazlum kimsenin bedduası İle Allah arasında hiçbir perde bulunmaz.

[32] Mâlik, 1/282; Buharı, 24/59; Müslim, 1621. Hz. Ömer, Allah yolunda (cihad etmesi için bir kimseye) bir at sadaka etmişti. O atın (pazarda) satıldığını gördü. Satın almak istedi. Allah Rasûlü'ne sordu. O da şöyle buyurdu: "Onu satın alma. Sadakana geri dönme."

[33] Ahmed, 6/123, 179; Buharı, 21/61, 70/31; Müslim, 1504; Mâlik, Muvatta, 2/562.

[34] Ebu Davud,-3357; Ahmed, 7025; Hâkim, 3/56, 57. Senedi zayıftır. Ancak Dârakutnî (s.318) hasen bir senedle rivayet etmiş, Beyhakî (5/287, 288) Dârakutnî yoluyla hadisi kaydedip sahih olduğunu söylemiştir. îbn Hacer de Fethü'l-BârT&z (4/347) buna işaret etmiştir.

[35] Buharı, 24/69; Müslim, 2119. Enes b. Mâlik anlatıyor: Ben bir kuşluk vakti Abdullah b. Ebu Talha'yı, bir çiğnem yapıp ağzına vermesi için Allah Rasûlü'ne (s.a.) götürdüm. Hz. Peygamber'e vardığımda elinde hayvan dağlamada kullanılan bir alet vardı; onunla zekât develerini damgalıyordu.

[36] Ebu Davud, 1624; Ahmed, 1/104; Tirmizî, 679; Îbn Mâce, 1795; Dârakutnî, 2/123; Bey­hakî, 4/111. Hz. Ali'nin (r.a.) rivayet ettiği bir hadise göre Abbas (r.a.), Hz. Peygam­ber'e zekâtının vakti gelmeden verip veremeyeceğini sorar; Hz. Peygamber de bu konu­da ona izin verir. Bu hadisin senedi şöyle: Haccâc b. Dînar - Hakem b. Uteybe - Hucey-ye b. Adİy - Hz. Ali. Ebu Davud: "Bu hadis, Hüşeym - Mansur b. Zâdân - Hakem - Hasan b. Müslim - Hz. Peygamber (s.a,) senediyle de rivayet edilmiştir. Hüşeym hadisi daha sahihtir." diyerek bu mürsel rivayetin muttasıl rivayetten daha sahih olduğunu kas­tediyor. Dârakutnî ise: "Seneddeki Hakem üzerine ihtilâf edilmiştir. Hasan b. Müslim'den sahih olan mürsel rivayettir." diyor. Dârakutnî'de Musa b. Talha yoluyla rivayet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a.): "İhtiyacımız vardı. Bu yüzden Abbas'm malının iki senelik zekâtını vakti dolmadan aldık." buyurmuştur. Bu hadis mürseldir. Yine Dâ­rakutnî bu hadisi, senedde Talha'yı zikrederek mevsûl olarak rivayet etmişse de mürsel rivayetin senedi daha sahihtir. Yine aynı kaynakta Îbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.), Hz. Ömer'i zekât tahsildarı olarak gönderdi. Hz. Ömer, zekât tahsili için Abbas'a geldi. Abbas, ona ağır konuştu. Hz. Ömer durumu Hz. Peygam­ber'e iletti. O da: "Abbas'ın malının bu senekİ ve gelecek seneki zekâtım önceden al­dık." buyurdu. Bu rivayetin senedi zayıftır. Yine Dârakutnî ile Taberânî, Ebu Râfı'den buna benzer bir hadis rivayet etmişlerse de o hadisin senedi de zayıftır. Bu iki kaynakta İbn Mes'ûd'dan rivayet edilen bir hadise göre ise Hz. Peygamber (s.a.) Abbas'm iki se­nelik zekâtını vakti dolmadan almıştır. Bu rivayet te zayıftır. Hafız îbn Hacer, Fethul'l-Bârî'de (3/264) bunları kaydettikten sonra diyor ki: Abbas'ın zekâtının vakti girmeden alınması olayının gerçekliği bu senedlerin bütünü gözönüne alındığında uzak ihtimal değildir.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/27-28.

[37] Mâlik, Muvatta, 1/284; Buharî, 24/70, 71, 73; Müslim, 984, 985.

[38] Bu kısım Ebu Davud (1618) ve Nesâî'nin (5/52) rivayet ettikleri hadisin bir parçasıdır. "Yahut undan bir sa'" cümlesi Süfyân b. Uyeyne'nin bir yanılgısıdır, ondan başka hiç kimse bu cümleyi zikretmemiştİr. Bu kısmı Dârakutnî, Süleyman b. Erkam - Zühri -Kabîsa b. Züeyb - Zeyd b. Sabit senediyle rivayet etmiş ve demiştir ki: Süleyman b. Er­kam dışında hiç kimse hadisi bu senedle rivayet etmemiştir. Onun ise rivayeti terkolunur.

[39] Ebu Davud, 1614. Senedi hasendir.

[40] Buharı, 24/75; Müslim, 985; Ebu Davud, 1616; Nesâî, 5/53.

[41] Ahmed, Müsned, 5/431, 432; Ebu Davud, 1619, 1620, 1621; Tkhavî, 2/45; Dârakutnî, 2/147; Abdürrezzak, 5785; Hâkim, 3/279. Zeylâî, Nasbu'r-Râye'de (2/408) diyor ki: "Hasılı, bu hadisi iki şey illetli çıkarmaktadır: 1- Ebu Suayr'in ismindeki ihtilâf, 2- Ha­disin metnindeki ihtilâf." Sonra da diyor ki (2/423): Beyhakî "Sağlam haber, buğday­dan iki müd ile denkleştirmenin Allah Rasûlü'nden sonra ortaya çıktığını göstermekte­dir." diyor.

[42] Tirmizî, 674. Tİrmüî, hadisin hasen olduğunu söylemiştir.

[43] Dârakutnî, 2/145. Senedi zayıftır.

[44] Ebu Davud, 1622; Nesâî, 5/52. Râvileri sikadır. Ancak Hasan el-Basrî, hadisi Ibn Ab-bas'tan işittiğini açık bir ifade ile belirtmemiştir. Bu yüzden tedlis şüphesi vardır.

[45] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/29-31.

[46] Ebu Davud, 1609; îbn Mâce, 1827; Dârekutnî, s. 219; Hâkim, 1/409. Senedi güçlüdür.

[47] Buharı, 24/70; Müslim, 986; Tirmizî, 677; Ebu Davud, 1610; Nesâî, 5/54. Buradaki emir, cumhura göre müstahaplık ifade eder. Ibn Hazm buna muhalefet etmiş ve: "Bu konudaki emir, vücub (farziyet) ifade eder. Bu yüzden o vakitten geriye bırakmak ha­ramdır." demiştir.

[48] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/31.

[49] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/31.

[50] Buharı, 4/395;Müslim, 3/122], 1222 (110). Câbir b. Abdullah anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) Medine'ye geldiği vakit deve ile onun yanına gittim. Bana devenin parasını verdi, sonra da deveyi bana geri verdi.

[51] Buharî, 43/4; Müslim, 1601. Bu hadis, 1. ciltte geçti. Bk. 1/153, dipnot: 90.

[52] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/33-34.

[53] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/34.

[54] Zümer, 39/22.

[55] En'am, 6/125.

[56] Bu hadisi Tirmizî rivayet etmemiştir. Hadisi Taberî, (8/27) İbn Mes'ûd'dan rivayet et­miştir. Süyutî, ed-Dürrü'I-Mensûr'da (3/44) ilâve olarak hadisi îbn Ebî Şeybe, îbn Ebi'd-Dünya, Ebu'ş- Şeyh, İbn Merdûyeh, Hâkim ve Beyhakî'nin (Şu'abu'l-lman'da) çeşitli senetlerle rivayet ettiklerini kaydeder. Hafız İbn Kesîr, (2/174, 175) hadisi Abdürrezzak, İbn Ebî Hatim ve İbn Cerir'i kaynak göstererek kaydettikten sonra "İşte bu hadisin gerek mürsel, gerek muttasıl senedleri bunlardır. Bu senedler birbirini güçlendirir." diyor.

[57] Buharî, 24/28; Müslim, 1021

[58] İnfitar, 82/13.

[59] İnfitar, 82/14.

[60] Bu kısım Sahih-i Müslim'de (2577) Ebu Zer'den rivayet edilen bir kudsî hadisteti iktibastır.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/35-38.

[61] Bakara, 2/183.

[62] Buharî, 30/2, 30/9; Müslim, 1151 (163); Mâlik, Muvatta, 1/310; Ebu Davud, 2363; Ne-sâî, 4/163. Allah Rasûlü diyor ki: Allah (c.c): "Oruç dışında insanoğlunun her ameli kendisi içindir. Oruç ise Benim içindir. Onun mükâfatını Ben vereceğim." buyurdu. Oruç kalkandır. Herhangi biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve gürültü çıkarma­sın. Şayet herhangi bir kimse kendisine söver yahut sataşırsa 'Ben oruçluyum' desin. Muhammed'İn canı elinde olan Allah'a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu kıya­met günü Allah katında misk kokusundan daha hoştur. Oruçlunun iki sevinç anı var­dır: İftar ettiği zaman iftarına sevinir, Rabbine kavuştuğu zaman orucuna sevinir.

[63] Buharî, 30/10; Müslim, 1400; Ebu Davud, 2046; Tirmizî, 1081; Nesâî, 4/169, 6/56, 57. Allah Rasûlü buyurdu ki: Ey gençler! Evlenmeye gücü yetenler evlensin. Zira evlilik, gözü haramdan daha çok çevirici ve namusu daha iyi koruyucudur. Gücü yetmeyenler oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için hayalarını kesmek yerine geçer.

[64] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/41-42.

[65] Buharî'nin rivayetine göre İbn Abbas, "Oruç Tutmaya gücü yetmeyenler fidye olarak bir yoksulu doyursunlar." âyeti (Bakara, 2/184) hakkında: "Bu âyet mensûh değildir. Çok yaslı kimseler -kadın olsun, erkek olsun- oruç tutmaya güç yetiremediklerinde her bir gün için bir yoksul doyursunlar." Ebu Davud (2318) ve Taberî (3/427) aynı âyetin cumhur kıraatine göre "Oruca güç vetiren kimseler fidye olarak bir yoksulu doyursun­lar." şekli hakkında İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet ederler: "Bu âyet erkek olsun kadın oisun, oruca güç yetiren çok yaşlı kimseler için bir ruhsattır. Onlar her gün İçin bir yoksulu doyururlar. Hamile ve emzikli kadınlar da, çocuklarına bir zarar gelmesin­den korktukları vakit aynı ruhsattan yararlanırlar." Bu rivayetin senedi güçlüdür. Cum­hur ise "Oruca güç yeıiren kimseler..." âyetinin mensûh olduğu görüşündedir. Onlara göre başlangıçta, oruca güç yetiren kimse, oruç tutmakla oruç tutmayıp fidye vermek arasında serbest idi. Bu âyet, "Sizden kim ayma erişirse onda oruç tutsun." âyeti tara­fından nesbedilmiştİr. Bu görüş İbn Ömer ve Seleme b. Ekva'dan da rivayet edilmiştir. Bk. Buharî, 30/10 Müslim, 1145.

[66] Ahmed, 4/347, 5/29; Tirmizî, 715; Ebu Davud, 2408; Nesâî, 4/180, 181; İbn Mâce, 1667; Tahavî, 1/246; Taberî, 2792. Enes b. Mâlik el-Kâ'bî'den rivayet edildiğine göre Hz. Pey­gamber (s.a.) buyuruyor ki: "Allah Teâlâ, yolcudan namazın yansını, hamile ve emzikli kadından da orucu kaldırdı." Hadisin senedi güçlüdür. Tirmizî diyor ki: Hadis hasen-dir. Hadisi rivayet eden bu Enes b. Mâlik'İn Hz. Peygamber'den bu bir tek hadis dışın­da rivayette bulunduğunu bilmiyoruz. İlim adamları bu hadise göre amel etmişlerdir. Hamile ve emzikli kadınlar çocuklarına bir zarar gelmesinden korkarlarsa orucu yer, sonra kaza ederler. Âlimler bu durumda olan kadınların ayrıca yemek yedirmelerinin farz olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. İbn Ömer, İbn Abbas, Mücâhid, Şafiî ve Ah-med'in de içinde bulunduğu bir grup âlime göre, onlar kaza etmeleri yanında ayrıca yemek yedirirler. Hasan el-Basri, Aîâ, Nehaî, Zührî, Evzaî, Sevrî ve re'ycilere (Ebu Ha-nife ve taraftarları) göre bu durumda olan kadınlar hastada olduğu gibi orucu kaza ederler, yemek yedirmezler. Mâlik ise diyor ki: Hamile kaza eder, yemek yedirmez. Çünkü has­tada olduğu gibi orucun zararı kendisine döner. Emzikli ise hem kaza eder, hem de ye­mek yedirir.

[67] Buharı, 30/15. Berâ b. Âzib anlatıyor: Hz. Muhammed'in (s.a.) ashabından herhangi bir kimse oruçlu olduğu zaman iftar vakti gelir de iftar etmeden önce uyuşa, o gece ye ertesi gün akşam oluncaya kadar yemek yemezdi. Kays b. Sırma el-Ensarî oruçluydu. İftar vakti girince hanımına geldi ve ona: "Yanında yiyecek bir şey var mı?" diye sordu. Kadın da: "Hayır yok. Ama şimdi gider, senin için ararım." dedi. Kays, gün boyu çalış­mıştı. Göz kapakları ağırlaştı, uykuya daldı. Hanımı geldi, onu bu halde görünce: "Vah sana!" diye üzüntüsünü belirtti. Ertesi günü, gün yarı olunca Kays bayıldı. Bu durum Hz. Peygamber'e söylendi. Bunun üzerine "Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınları­nıza yaklaşmanız size helâl kılındı.'' âyeti (Bakara, 2/] 87) gelince sahabîler çok sevindi­ler ve âvetin devamı "Beyaz iplik, siyah iplikten ayrılıncaya kadar yeyin için." şeklinde nazil oldu.

[68] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/42-44.

[69] Buharî, 30/7; Müslim, 2307.

[70] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/45.

[71] Visal orucu: iftar vakti girince iftar etmeyip ertesi günün orucuna niyetle ce oruca devam etme.

[72] Malik, Muvaıta, 1/301; Buharı, 30/49; Müslim, 1103 (58).

[73] Müslim, 3102.

[74] Buharı, 30/48.

[75] Yukarıda geçti. Bk. dipnot: 9.

[76] Buharî, 30/49; Müslim, 1103.

[77] Müslim, 1104 (60).      -

[78] Buharî, 30/50. Bu hadise dayanarak Ahmed, İshak, İbn Münzir, İbn Huzeyme ve bir grup mâlikî âlim, sehere kadar visal yapmanın caiz olduğunu söylemiştir.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/45-48.

[79] Buharî, 30/48; Müslim, 1103

[80] Buharî, 30/48; Müslim, 1105

[81] Buharî, 4/57; Müslim, 284. Enes b. Mâlik anlatıyor: Bir bedevî mescide küçük abdest bozdu. Cemaattan bazıları (dövmek için) ona doğru ayaklandılar. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.): "Bırakın onu, işini yanda bıraktırmayın," buyurdu. Adam işini bitirince Hz. Peygamber (s.a.) bir kova su istedi ve onu idrarın üzerine döktü... Müslim'in bir rivayetine göre, sonra Allah Rasûlü (s.a.) adamı çağırdı ve ona: "Şüphesiz şu mescidler gerek küçük, gerek büyük abdest bozmak için uygun yerler değillerdir. Bunlar ancak Allah Teâlâ'yı anmak, namaz kılmak ve Kur'an okumak İçin yapılmış yerlerdir." dedi. Bir rivayete göre de şöyle buyurdu: "Bırakın onu. İdrarının üzerine bir kova su dökün. Siz ancak kolaylaştırıcı olarak görevlendirildiniz. Zorlaştırıcı olarak gönderilmediniz."

[82] Buharî, 13/220; Müslim, 1337.

[83] Buharî, 30/43; Müslim, 1100. Abdullah b. Ebî Evfâ hadisi için bk. Buharî, 30/43; Müs­lim, 1101.

[84] Buharı, 30/45; Müslim, 1098. Hz. Peygamber buyuruyor ki: "İnsanlar İftarda acele et­tikleri müddetçe hayır İçinde olurlar." İbn Huzeyme (2061) ve İbn Hibbân (891) ise ha­disi "Ümmetim iftar etmek için yıldızların parlamasını beklemedikleri sürece sünnetim üzerinde devam etmiş olur." metniyle rivayet etmişlerdir. Senedi hasendir.

[85] Tirmizî, 700; Ahmed, 2/329; îbn Huzeyme, 2062; tbn Hibbân, 886. Senedi zayıftır.

[86] Ebu Davud, 2353; Ahmed, 2/450; İbn Mâce, 1698. Senedi hasendir. İbn Huzeyme (2060) ve îbn Hibbân (889) sahih olduğunu söylemişlerdir.

[87] Buharî, 30/50.                                                                    

[88] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/48-51.

[89] Ebu Davud, 2342; Dârakutnî, s. 227. İbn Ömer anlatıyor: "İnsanlar hilâli gözlemeye çıktı. Ben Allah Rasûlü'ne (s.a.) gördüğümü söyledim. Bunun üzerine oruca başladı ve halka da oruç tutmalarını emretti." Senedi güçlüdür. İbn Hibbân (871) ve Hâkim (1/423) hadisi sahih saymış; Zehebî de ona muvafakat etmiştir.

[90] Tirmizî, 691; Ebu Davud, 2340; Nesâî, 4/131, 132; îbn Mâce, 1652; İbn Hibbân, 870; Hâkim, 1/424; îbn Huzeyme, 1923. İbn Abbas anlatıyor: Bir bedevî, Hz. Peygamber'e geldi ve: "Ben hilâli gördüm." dedi. Hz. Peygamber ona: "Allah'tan başka tanrı bulun­madığına ve Hz. Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şahitlik eder misin?" diye sordu. Bedevî: "Evet" cevabını verince Hz. Peygamber (s.a.): "Ey Büâl! İnsanlara ya­rın oruç tutmalarını ilan et." buyurdu. Senedi muztarip ise de bir önceki hadisin takvi­yesi ile güçlenir.

[91] Buharî, 30/11; Müslim. 1080.

[92] Buharî, 30/11.

[93] Mâlik, 1/287. Senedi munkatı'dır. Ebu Davud (2327) ve Tirmizî (688) mevsûl senedle rivayet etmişlerdir. Tirmizî: "Hadis, hasen-sahihtir." diyor. Müslim (1081) buna benzer bir hadis rivayet ediyor.

[94] Buharî, 30/11.

[95] Müslim, 1080 (15).

[96] Tirmizî, 688; Ebu Davud, 2327; Nesâî, 4/136.

[97] Ebu Davud, 2326; Nesâî, 4/135, 136. Senedi sahihtir. İbn Huzeyme (1911) ve İbn Hib-bân (875) sahih olduğunu söylem islerdir.

[98] Ahmed, 6/149; Ebu Davud, 2326; tbn Huzeyme, 1910; Hâkim, 1/423; İbn Hibbân, 869; Beyhakî, 4/206; Dârakutnî, 2/156, 157. Senedi sahihtir. Hâkim sahih olduğunu söyle­miş ve Zehebîona muvafakat etmiştir. Dârakutnî; "Bu sened, hasen-sahihtir." diyor.

[99] Buharî, 30/11; Müslim, 1081 (19).

[100] Mâlik, 1/286; Buharî, 30/13; Müslim, 1080.

[101] Buharî, 30/14; Müslim, 1082.

[102] İbn Hibbân, 873. Senedi hasendir. Yine İbn Hibbân (874) ve îbn Huzeyme (1912) şu şekilde rivayet ederler: Simâk anlatıyor: Ramazan olup olmadığı şüpheli olan günde îkrime'nin yanına girdim, yemek yiyordu. "Yaklaş, sen de ye!" dedi. "Ben oruçluyum" dedim. "Vallahi yiyeceksin." dedi. "Bana hadis rivayet et." dedim. Şöyle rivayette bu­lundu: İbn Abbas'ın bize rivayetine göre Aliah Rasûlü {s.a.): "Ayı karşılamayın. Hilâli görünce oruç tutun ve hilâli görünce bayram edin. Şayet hava bulutlu veya sisli olursa sayıyı otuza tamamlayın." buyurdu.

[103] Yukarıda geçti. Senedi sahihtir.

[104] Yukarıda geçti. Beyhakî, 4/207; Tirmizî, 688.

[105] Nesâî, 4/153, 154. Senedi hasendir.

[106] Dârakutnî, 2/157, 158. Yukarıda geçti.

[107] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/53-56.

[108] Mekhûl, Hz. Ömer'e yetişmemiş olduğu için haber munkatı'dir.

[109] Şafiî, 1/251. Senedi munkati'dır.

[110] Abdürrezzak, Musannef, 7323. Senedi sahihtir.

[111] Yukarıda geçti.

[112] Ahmed, 2/5; Ebu Davud, 2320.

[113] Rivayet munkatı'dır. Amr b. Âs rivayeti de munkatı'dır. Senedinde zayıf bir râvi olan îbn L^hîa vardır. Ebu Hüreyre rivayeti farziyete delil olmaz, yalnız ihtiyat ve müstehap-lık ifade eder.

[114] Ebu Davud, 2334; Tirmizî, 686; Nesâî, 4/153;İbn Mâce, 1645; Dârimî, 2/2. Buharı (30/11)kesinlik ifade edecek bir şekilde muallak olarak rivayet etmiştir, ibn Huzeyme (1914), İbn Hibbân (878) ve Hâkim (1/423, 424) rivayetin sahih olduğunu söylemişlerdir.

[115] Hem bu rivayetin, hem de ondan sonrakinin senedi sahihtir.

[116] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/56-63.

[117] Ebu Davud, 2339; Ahmed, 4/14, 5/362, 363; Dârakutnî, 2/169. Hz. Peygamber'in (s.a.) sahâbilerinden biri anlatıyor; insanlar Ramazan'ın son gününde ihtilâfa düştüler, iki bedevî gelip Hz. Peygamber'in huzurunda akşama doğru hilâli gördüklerine şahitlik etli­ler. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.), insanlara orucu bozmalarını ve sabahleyin na­mazgaha gelmelerini emretti. Bu rivayetin senedi sahihtir. Dârakulnî, sahih olduğunu söylemiştir. Sahabînin bilinmemesi zarar vermez. Çünkü onların hepsi sikadır. Bu ha-dislen hareketle bayram yapma konusunda iki kişinin şahitliğine itibar edileceği söylen-mişse de herhangi bir olayda sırf iki kişinin şahitliğini kabul, bir kişinin şahitliğinin ka­bul edilmeyeceğini göstermez.

[118] Buharı, 30/45; Müslim, 1098. Hz. Peygamber (s.a.) buyuruyor ki: "İnsanlar iftarda acele ettikleri müddetçe hayır İçinde olurlar." Buharı (30/20) ve Müslim'in (1095) rivayet ettligi bir hadiste "Sahur yeyin. Çünkü sahurda bereket vardır." buyuruluyor. Müslim (1096), Tirmizî (708), Ebu Davud (2343) ve Nesâî'nin (4/146) rivayet ettiği bir hadiste "Bizim orucumuzla ehl-İ kitabın orucunu ayıran husus, sahur yemedir." buvurulmuştur. Buha-rî (30/19) ve Müslim'in (1097) rivayetlerine göre Zeyd b. Sabit anlatıyor: Hz. Peygam-ber'le birlikte sahur yedik. Sonra namaza kalktı. (Zeyd'den hadisi rivayet eden râvi di­yor kî:) "Ezanla sahur arasında ne kadar zaman geçti?" diye sordum. (2eyd)1 "Elli âyet okuyacak kadar." dedi. BkMecmau'z-Zevâid, 3/154, 155.

[119] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/65-66.

[120] Ahmed, 3/164; Tirmizî, 696; Ebu Davud, 2356. Senedi güçlüdür. îbn Huzeyme (2066) şu metinle rivayet ediyor: "Hurma bulan onunla iftar etsin. Bulamayan su ile iftar et­sin. Çünkü su temizleyicidir." Senedi sahihtir. Abdürrezzak (7586), Ahmed (4/17, 18, 213, 214), Ebu Davud (2355), Tirmizî (694) ve İbn Mâce (1699) ise şu metinle rivayet etmektedir: "Hurmayı bulan, onunla iftar etsin. Hurmayı bulamayan su ile iftar etsin Çünkü su temizleyicidir." İbn Huzeyme (2067), İbn Hibbân (893) ve Hâkim (1/431, 432) bu rivayetin sahih olduğunu söylemişlerdir. Zehebî de Hâkim'e muvafakat etmiştir. Bu hadisteki emir, müstehaplık ifade eder. İbn Hazm, topluluğa muhalefet edip, bulundu­ğunda hurma bulunmadığında su ile iftar etmenin farz olduğunu söylemiştir.

[121] İbnü's-Sünnî, Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle, 481. Senedi çok zayıftır. Hadis üstadları bir râ-\ isinin hadis uyduran bîr kişi olduğunu söylemişlerdir.

[122] Ebu Davud, 2358; Îbnü's-Sünnî, 273. Muaz b.'Zehra, tabiîdir. îbn Hibbân'dan başkası onu sika kabul etmemektedir. Hadis mürseldir.

[123] Ebu Davud, 2357; Dârakutnî, 1/422; Îbnü's-Sünnî, 479. Mervan b. Salim el-Mukaffa'ı, İbn Hibbân'dan başkası sika kabul etmemiştir. Dârakutnî ve İbn Hacer, onun hadisini hasen saymışlardır. Hadisin diğer râvileri sikadır. Hâkİm'in "Buharî, Mervan'ın rivaye­tini delil olarak kullanmıştır." sözü bir vehimdir. Çünkü Buharî'nin, rivayetini delil olarak kullandığı Mervan, bu Mervan değildir.

[124] İbn Mâce, 1753. Senedinde îshak b. Ubeydullah adlı bir râvi vardır. İbn Hibbân onu Sikâl adli eserinde kaydetmiştir. Diğer râvileri Buharî'nin şartlarını taşımaktadır. Ziya el-Makdisî'nİn, el-Muhıara adlı eserinde Enes'ten rivayet ettiği "Üç dua reddolunmaz: I) Babanın çocuğuna duası, 2) Oruçlunun duası, 3) Yolcunun duası." hadisi, bu hadise şâhidlik eder. Ayrıca Tirmizî (3595) ve İbn Mâce'nin (1752) rivaye! edip İbn Hibbân'ın (2408) sahih, Hafız îbn Hacer'in hasen saydığı şu hadis de buna şâhidlik eder: "Üç kimsenin duası reddolunmaz: 1) İftar ettiği vakit oruçlunun, 2) Âdil devlet başkanının, 3) Mazlumun."

[125] Buharî, 30/43; Müslim, 1100.

[126] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/66-67.

[127] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/68.

[128] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/69.

[129] Bu olay, 702/1302 senesinde Şam yakınlarındaki Mercu's-Suffer denilen yerde meyda­na gelmişti. O savaşa Şakhab savaşı denir. Orada Moğollardan pek çok nefer öldürüldü ve kalabalık bir grup esir alındı. Allah,

müslümanları galip ve muzaffer eyledi, ham-j dolsun zalim milletin ardını kesti. Şeyhülislâm İbn Teymiye (r.h.) bu meydan muharebe-1 sine hem diliyle, hem de canıyla katıldı. Allah, va'dini gerçekleştirip kendisi İçin çarpı- [ şan orduyu muzaffer eyleyinceye ve Moğollan tek başına hezimete uğratıp inananlara; yardınredinceye kadar İbn Teymiye insanlara sebat göstermelerini tavsiye etti, onlara zafer va'deıti ve iki iyilikten biriyle ya ganimete, ya ebedî kurtuluşa kavuşmakla müjde­ledi. O savaşta bulunan komutanlardan biri anlatıyor: Merhum Üstad, Mercu's-Suffer'de düşmanla kapışma gününde iki ordu birbiriyle karşı karşıya geldiği vakitte bana: '"Be­ni ölüm yerinde durdur." dedi. Ben de onu sel gibi akan düşmanın karşısına gönder­dim. "İşte ölüm yeri, işte düşman!" dedim. Gözünü göğe dikti, dudaklarını uzun müddet kıpırdattı. Sonra hızla harekete geçti ve savaşa koyuldu. Sonra savaş kargaşası içinde onu gözden kaybettim. Onu tekrar gördüğümde Allah fethi müyesser kılmış ve İslâm ordusunu muzaffer eylemişti. Geniş bilgi için bk. İbn Abdilhadî, el-Ukûdu'd-Dürnyye,

[130] Enfâl, 8/60.

[131] Müslim, 1917. Ukbeb. Âmir el-Cühenî anlatıyor: Allah Rasûlü'nün (s.a.) minberde "Düş­manlarınıza karşı gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın." âyetini okuduktan sonra şöyle dediğini işittim: "Dikkat edin. kuvvet, atıcılıktır! Dikkat edin, kuvvet, atıcılıktır! Dik­kat edin, kuvvet, atıcılıktır!"

[132] Müslim, 1120; Ebu Davud, 2306.

[133] Râvileri sikadır.

[134] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/69-71.

[135] Tirmizî, 714; Ahmed, 140. Senedinde zayıf bir râvi olan İbn Lehîa varsa da vuranda geçen (Dipnot: 62) hadis bu hadise şâhidiik eder. Tirmizî diyor ki: Hz. Ömer'den buna benzer bir rivayet aktarılmıştır; düşmanla karşılaşıldığında orucu bozmaya ruhsat ver­miştir. İlim adamlarının bir kısmı da bu görüştedir.

[136] Dârakumî, 2-İ8S. Senedi sahihtir.

[137] Müslim, 1255 (220).

[138] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/71-72.

[139] Ebu Davud, 2413. Senedinde Dıhye'den rivayette bulunan Mansur b. Saîd ei-Kelbî adlı meçhul bîr râvi vardır.

[140] Ebu Davud, 2412; Ahmed 6/398; Beyhakî, 4/246. Hadisin senedinde Küleyb b. Zehl cl-Hadramî vardır, Meçhuldür. Geri kalan râvileri sikadır. İleride gelecek Enes hadisi­nin şahitliği ile bu hadis güçlenmektedir.

[141] Tirmizî, 799-800; Dârakutnî, 2/187-188; Beyhakî, 4/246. İsnadı kavîdir. Tirmizî ve bir­çok muhaddis hadisi hasen görmüştür. Daha önce geçen Ebu Basra hadisi hadisimize şâhiddir. Ebu Davud ve Ahmed'in, Dihye b. Halife'den rivayet ettiği yine daha önce geçen hadis, şahitleriyle birlikte hasendir.

[142] İshak b. Mansûr el-Mervezî'nin Mesâil'inde (vr.2/36) şöyle geçer: (İmam Ahmed'e) "Bir kimse yolculuğa çıktığında orucu ne zaman bozar?" diye sordu. "Evlerden tamamen uzaklaştığında" dedi. îshak da (yani Ebu Râhüyeh) dedi ki: Hayır, Enes b. Mâlik'in yaptığı gibi adımını atar atmaz bozar. Nitekim Hz. Peygamber'in (s.a.) sünneti de böy­ledir. Bağâvî'nin Şerhu's-Sünne (6/312)'sinde şöyle geçer: Bir grup âlim, mukîm olan kişi oruca niyetiense sonra da yolculuğa çıksa, oruç bozması caizdir, hükmüne varmış­lardır. Bu, Şa'bî'nİn görüşü olup İmam Ahmed de katılmaktadır.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/72-73.

[143] İmam Mâlik, Muvatta, 1/291; Buharı, 30/21; Müslim, 1109. Hz. Âişe ve Ümmü Sele-me'den (r.aiıhüma) rivayet edilmiştir.

[144] İmam Malik, Muvatta, 1/292; Buharı, 30/24; Müslim, 1106, Kitâbu's-Sıyâm'da, Oruç iken, Öpmenin Şehveti Galeyana Gelmeyen Kişi Üzerine Haram Olmayışını Beyan Bâ-bı'nda, Hz. Âişe hadisinde şu İfade geçmektedir: "(Peygamber s.a.) Sizin nefsine en hâ­kim olanınızdı." Hadiste geçen "ereb"; nefsin arzu ve ihtiyacı, anlamına gelmektedir.

[145] Ebu Davud'un (2385) rivayetine göre Hz. Ömer der ki: Coştum ve oruçlu olduğum hal­de öptüm. Sonra da: "Ey Allah'ın Rasülü, bugün büyük bir hata yaptım. Oruçlu oldu^ ğum halde öptüm." dedim. Rasûlullah: "Su İle mazmaza (gargara) yapmış olsaydın ne olurdu?" diye sordu. "Bunda bir sakınca yoktur." dedim. Rasûlullah (s.a.) da: "Öyley­se onunla uğraşma." buyurdu. İsnadı sahihtir. İbn Huzeyme, (1999), İbn Hibbân, (905) ve Hâkim (41/433) hadisi sahih görmüşler, Zehebî de ona katılmıştır.

[146] Ebu Davud, 2386; ibn Huzeyme, 2003. Senedi zayıftır. Senedinde Muhammed b. Dînâr ve Sa'd b. Evs bulunmaktadır. Her ikisi hakkında da çok söz söylenmiştir. Ebu Davud, İbn Hacer ve başkaları hadisi zayıf bulmuşlardır.

[147] Ahmed, 6/463; İbn Mâce, 1686. Müellifin de söylediği gibi senedi zayıftır.

[148] Ebu Davud, 2387. Senedi hasendir. Mâlik, Muvatta, (I/293)'ında ibn Abbas'tan şöyle nakleder: Oruçlunun öpmesi soruldu. Bu konuda yaşlıya izin verdi. Gence mekruh ol­duğunu belirtti. İsnadı sahihtir. Abdürrezzak (8418) da, Ma'mer-Âsım b, Süleyman- Ebû Miclez yoluyla gelen rivayette: îbn Abbas'ın yanına, oruçlu iken hanımını Öpmeyi soran yaşlı bir adam geldi ona, izin verdi. Sonra genç birisi geldi, Ona da yasakladı," deniyor. Râvilerİ sikadır. Tahavî (1/346) de Haris b. Amr eş-Şa'bî -Mesrûk yoluyla Hz. Âişe'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.) oruçlu iken beni öpmüş ve benimle oynaşmış olabilir. Size gelince; (şehveti) zayıf yaşlı ihtiyar kimselerin bunları yapmasın­da sakınca yoktur."

[149] Müellifin sözü laf götürür. Biz cerh ve ta'dil imamlarından hiçbirinin râviyi ta'n ettiğini bulamadık. İbn Hibbân onu sika saymaktadır. Kendisinden Şu'be, Mis'ar, İsrail, Ebu Avâne ve başkaları hadîs rivayet etmişlerdir. Şu halde bu râvinin rivayet ettiği hadis ha­sen demektir.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/75-77.

[150] Şafiî 1/257; Ebu Davud, 2369; Dârimî, 2/34; Abdürrezzak, 7520; İbn Mâce, 1681; Hâ­kim, 1/428; Tahâvî, s. 349; Beyhakî, 4/265. Şeddâd b. Evs anlatıyor: Fetih sırasında Pey-gamber'ie (s.a.) birlikteydik. Ramazan ayı gireli 18 gün olmuştu. Kan aldıran bir adam gördü. Elimi tutarak: "Kan alan da aldıran da oruçlarını bozmuşlardır." buyurdu. Isnâ-di sahihtir. Birçok hadis imamı, bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Bu konuda Râfi' b. Hudeyc'den, Abdürrezzak (7523), Tirmizî (774), Beyhakî (4/665), hadis rivayet etmiş­ler ve Tirmizî bu hadis hakkında: "Hasen-sahihtir" demiştir. îbn Hibbân (902) ve Hâ­kim (1/428) de hadisi sahih bulmuşlardır. Ebu Davud (2367), îbn Mâce (1680), Dârimî (2/14-15), Tahâvî (1/349), îbn Cârûd (s.198), Beyhakî, (4/265) ve Abdürrezzak (7523),Sevbân'dan rivayet etmişler; İbn Hibban (899), Hâkim (1/427), Buharı, Ali b. el-Medinî ve Nevevî sahih bulmuşlardır. Fakat Rasûlullah'dan (s.a.) bunun mensuh olduğu rivayeti sahih yolla aktarılmıştır. İbn Hazm, Hafız İbn Hacer'in Feth'u l-Bârîadlı eserinde (4/155) aktardığına göre "Kan alan da aldıran da oruç bozmuştur." hadisi hakkında diyor ki: Şüphesiz sahihtir. Ama biz Ebu Saîd ei-Hudrî hadisinde Hz. Peygamber'in (s.a.), oruç­lunun kan aldırmasına ruhsat verdiğini görüyoruz. Bu hadisin isnadı da sahihtir. Bu ha­dise göre amel etmek vaciptir. Çünkü ruhsat, azimetten sonra gelir. Hadis, kan alanın da aldıranın da orucunun bozulmayacağına, bunun neshedildiğine delâlet etmektedir... Söz konusu Ebu Saîd hadisini Nesâî, İbn Huzeyme (1967, 1969) ve Dârakutnî (s.239) rivayet etmişlerdir. Râvileri sika olup senedi sahihtir. Dârakutnî'nin (s.239) kaydettiği Enes hadisi de buna şâhiddir. Hadis'in metni şöyledir: Oruçlu iken kan aldırması mekruh gö­rülen ilk kişi Cafer b. Ebu Tâlib'tir. Oruçlu iken kan aldırdı, Hz. Peygamber (s.a.) duru­mu gördü ve "Bu ikisi (yani kan alan da aldıran da) oruçlarını bozmuşlardır." buyurdu. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.), oruçlunun kan aldırmasına ruhsat verdi. Enes oruçlu iken kan aldırdı. Hadisin râvilerinin hepsi sika olup Buhari râvileridir. Ancak metinde münker görülen bir husus var. Çünkü hadiste, olayın Mekke fethinde vuku bulduğu be­lirtilmektedir. Cafer ise Fetih'ten önce şehit olmuştur. Bu konudaki rivayetlerin en hase-ni,Abdürrezzak (7535) ve Ebu Davud'un (2374), Abdurrahman b. Abis -Abdurrahman b. Ebu Leylâ senediyle rivayet ettiği şu hadistir. Ashabdan birisi anlatıyor: "Hz. Pey­gamber (s.a.), oruçlunun kan aldırmasını ve visal orucunu sürekli olarak ashabına ya­sakladı, ama bunları haram kılmadı." İsnadı sahihtir. Rivayet eden sahabinin bilinme­mesi zararsızdır.

[151] Bu, kasden kustuğunda böyledir. Ama kusma kendiliğinden olursa orucu bozulmaz. Tir-mizî (720), Ebu Davud (2380), İbn Mâce (1676) ve Dârakutnî (s.240)nin, Ebu Hureyre'-den (r.a.) naklettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kim kendiliğin­den (doğal olarak) kusarsa, orucunu kaza etmesi gerekmez. Kim de kasden kusarsa, oru­cunu kaza etsin" Senedi sahihtir. îbn Huzeyme (1960, 1961), İbn Hibbân (907) ve Hâ­kim (1/427), sahih bulmuşlardır.

[152] Tirmizî, 725; Ahmed, 3/445; Ebu Davud, 2364; îbn Huzeyme, 2007, Âmir b. Rebîa an­latıyor: "Hz. Peygamber'i (s.a.) sayamayacağım kadar çok kere oruçlu olduğu halde diş­lerini misvaklarken gördüm." Senedinde Âsim b. Ubeydullah bulunmaktadır ve zayıf bir râvidir. Buharî, İbn Maîn, Zühelî ve daha pek çok muhaddis onu zayıf gördüklerini söy­lemişlerdir. Lâkin hadise göre amel etmek hususundaki ehl-i ilmin çoğu, oruçlunun gü­nün başında ve sonunda dişlerini misvaklamasını sakıncalı görmemişlerdir. İbn Huzey­me, Sahihimde (3/247) görüşünü şöyle dile getirir: Hz. Peygamber'in (s.a.), "Ümmeti­mi meşakkate sokmaktan çekinmeseydim, bütün namazlarda dişlerini misvaklamalarını emrederdim." buyurması ve oruç tutmayanı oruç tutandan ayrı tutmaması, oruç tutma­yan için olduğu kadar oruçlu için de bütün namazlarda misvaklanmanın fazilet olduğu­na delâlet etmektedir.

[153] Ahmed, 5/376, 380, 408, 430; Ebu Davud, 2365. Sahabeden birisi "Peygamber'in (s.a.) oruçlu iken susuzluktan veya sıcaktan dolayı başına su dökerken gördüğünü" rivayet edi­yor. İsnadı sahihtir,

[154] Şafiî, 3/30, 31; Ebu Davud, 142, 143; Ahmed, 4/33; İbn Mâce, 407; Nesâî, 1/66. Lakît b. Sabİra'dan: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bana abdestten haber ver, dedim. Abdest uzuvları­nı iyice yıka. Parmaklarının arasına suyun geçmesine Özen göster. Burnuna su vermekte mübalağa et, ancak oruçlu olursan mübalağa etme, buyurdu." İsnadı sahihtir. Ibn Hu­zeyme (150), İbn Hibbân (159), Hâkim (1/147-148), Zehebî, İbn Kattan, Nevevî ve İbn Hacer, hadisin sahih olduğunu kaydetmişlerdir.

[155] Buharî, 30/32.

[156] Takrib'de deniyor ki: Eban b. Ebû Ayyaş Fîrûz el-Basrî metruktür. Eban'dan rivayet eden Yasin ez-Zeyyât için Buhârî: "Hadîsi münkerdir", Nesâî: "Metruktür" derken, İbn Hib-bân: "Uydurma hadisler rivayet eder" demektedir.

[157] İbn Mâce, 1677. Hz. Âişe hadisidir.

[158] Ebu Davud, 2377. Senedinde Abdurrahman.b. Nu'man b. Ma'bed b. Hevze vardır ve hakkında çok şey söylenmiştir. Babası da meçhuldür. "Rasûlullah (s.a.) oruçlu iken sür­me çekti" hadisini İbn Mâce (1678) Âişe'den rivayet etmiştir. Senedi zayıftır.

[159] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/77-81.

[160] Mâlik, Muvatta, 1/309; Buharı, 30/54; Müslim, 1156 (175). Müslim'in 1156 (176) bir ri­vayetinde deniyor ki: "Hz. Peygamber'in (s.a.) hiçbir ayda Şaban ayında tuttuğundan çok oruç tuttuğunu görmedim. Şaban ayında orucu pek az bırakırdı. Bazan da Şaban ayının tamamını oruçlu geçirirdi."

[161] İbn Mâce, 1743. Senedinde yer alan Davud b. Atâ'nın zayıf olduğunda ittifak edilmiştir

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/83.

[162] Tirmizî, 745; Nesâî, 4/202; İbn Mâce, 1739. Hz. Âişe hadisidir. Senedi sahihtir. Aynı konuda Tirmizî (747), Ebu Hureyre'den rivayette bulunmuştur. Sahih olduğuna, Nesâî (4/201) ve İbn Huzeyme'nin (2119) Üsâme b. Zeyd'den rivayet ettikleri hadis şahiddir.

[163] Nesâî, 4/198. Senedinde Yakub b. Abdullah el-Kımmî vardır, zayıf bir râvidİr. Keza on­dan rivayet eden Cafer b. Ebu'l-Muğîre el-Kımmî de zayıftır.

[164] Ahmed, 5/252; Nesâî, 4/222. Ebu Zerr'den. Hz. Peygamber (s.a.) "Sizden biri ayın üç günü oruç tutacak olursa, üç dolunay günü (arabî ayın 13,14, 15. günleri) oruç tutsun." buyurdu. Senedi hasendir. İbn Hibbân (943) sahih

görmüş, Ahmed.(5/150) ve Nesâî (4/223) de Sttfyan yoluyla Ebu Zer'den: "Peygamber (s.a.) bir adama 13, 14 ve 15. gün­ler oruç tutmasını emir buyurdu" şeklinde rivayet etmişlerdir. İbn Huzeyme (2128) hadi­si bir başka yoldan hasen senedle tahric eder. Tirmizî ise (762) kavı senetle Ebu Zer'den: Rasûluliah: "Kim her aydan üç gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçlu geçirmiş olur" buyurdu, diye rivayet etmiştir ki, Allah Teâlâ kitabında bunu doğrulayarak: "Kim bir iyilik yaparsa, ona on kat sevap vardır." (En'âm,6/160) buyurmuştur. Dolayısıyla bir gün, on gün yerine geçer. Aynı konuda Buharı (29/59) ve Müslim (721), Ebu Hureyre'den şu hadisi rivayet ederler: "Dostum (s.a.) bana üç şeyi tavsiye etti: "Her aydan üç gün oruç tutmayı..." Bu hadis, Sahih-i Müslim'de (722) Ebu'd-Derda'dan da nakledilmiştir.

[165] Ebu Davud, 2450; Nesâî, 4/204; Tirmizî, 742. Senedi hasendir.

[166] Müslim, 1160: İbn Huzeyme, 2130.

[167] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/83-84.

[168] Müslim, 1176.

[169] Ahmed, 6/287. Ebu İshak el-Eşcaî el-Kûfî, Amr b. Kays el-Melâî-el-Hurr b. Sayâh-Hüneyde b. Hâlid el-Huzaî-Hafsa senediyle rivayet etmiştir. Ebu îshak meçhuldür. Di­ğer râvileri sikadır.

[170] Ahmed, 6/288; Ebu Davud, 2437; Nesâî, 4/205. Hz. Peygamber'in (s.a.) hanımlarından birisinden.

[171] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/84-85.

[172] Müslim, 1164; Ahmed 5/417, 419; Ebu Davud, 2433; Tirmizî 759; İbn Mâce, 1716. Sa'd b. Saîd hadisidir. Bu zât hafızasının iyi olmayışından ötürü zayıf bulunmuştur. Yahya b. Saîd'in kardeşidir. Fakat Ebu Davud ve Dârimî'nin (2/21) rivayetlerinde, Safvân b. Süİeym ona mutabaat etmiştir. İsnadı kuvvetlidir. Müellifin (r.h.) Tehzîbu's-Sünerfinde naklettiğine göre, Nesâî'nİn e!-Kübrâ'smda Yahya b. Said'den gelen hadis de buna mu­tabaat etmektedir.Aynı konuda Dârimî (2/21) ve İbn Mâce, (1715) Sevban'dan, hadis rivayet etmişler­dir. Hadisin İsnadı sahihtir. İbn Hibbân (928) hadisi sahih saymıştır. Ahmed, Câbir'den (3/308, 324, 344); Bezzâr, (s.103) Ebu Hureyre'den, ZevâitTinde

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/85.

[173] Buharî, 30/69; Müslim, 1125 (115). Hz. Âişe hadisidir.

[174] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/85.

[175] Kaynağı daha Önce gösterildi.

[176] Buharî, 65/24; Müslim, 1127.

[177] Müslim, 1134.

[178] Mâlik, Muvatia, 1/299; Buharî, 30/69; Müslim, 1129.

[179] Müslim, 1133.

[180] Ahmed, 4/388; Nesâî, 4/192; İbn Mâce, 1735. Muhammed b. Sayfî hadisidir. Sene! hasendir. Buharî, 30/69; Müslim, 1135. Seleme b. el-Ekvâ' hadisidir.

[181] Ahmed, Müsned, 1/241; İbn Huzeyme, 2095. Senedinde İbn Ebu Leylâ vardır. Hafızası zayıftır. Abdürrezzak, (7839), aynı yolla Beyhakî (4/287), İbn Abbas'ın sözü olarak "Do­kuzuncu ve onuncu gün oruç tutun, yahudilere muhalefet edin." şeklinde rivayet etmek­tedir. Bu mevkuf rivayetin senedi sahihtir.

[182] Tirmizî, 755. Râviieri sikadır, ancak hadiste Hasan el-Basri'nin muan'an rivayeti vardır ki, bu durumda tedlîs sözkonusudur.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/86-88.

[183] Kaynağı daha önce gösterildi.

[184] Kaynağı daha önce geçti. Bk. Dipnot (149) Merfû hadis olarak zayıftır.

[185] Müslim, 1160.

[186] Ebu Davud, 2454; Nesâî, 4/196; Tirmizî, 730; Ibn Mâce, 1700; Dârimî, 2/6; Ahmed, 6/287, Dârakutnî, s. 234; Tahâvî, s. 325; Beyhakî, 4/202. Hz. Âişe hadisi olup isnadı sahihtir, ancak hadis imamları merfû ve mevkuf oluşu konusunda ihtilâf etmişlerdir. Çoğunluğu, mevkuf olduğu görüşündedirler. Dârakutnî (2/172) ve Beyhakî (4/203), Hz. Âişe hadisini, Abdullah b. Abbâd'ın da içinde bulunduğu bir senedle rivayet etmişler­dir ki, bu zât meşhur değildir ve senedde geçen Yahya b. Eyyûb da sağlam bir râvi değildir.

[187]  Bu rivayeti "ya bir gün öncesinde ya da bir gün sonrasında" lafzıyla Beyhakî (9/287),rivayet etmiştir. Daha önce de geçtiği gibi senedi zayıftır

[188] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/88-94.

[189] Daha Önce geçtiği gibi İbn Abbas'tan "dokuzuncu ve onuncu gün oruç tutarız" sözü sabittir.

[190] Daha önce geçtiği gibi zayıftır.                                                              

[191] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/94-95.

[192] Buharı, 30/65; Müslim, 1123.                                                                

[193] Ahmed, 2/304, 446; Ebu Davud, 2440; İbn Mâce, 1732. Ebu Hureyre'deW: Senedindeki Mehdî eî-Abedî el-Hecerî bilinen biri değildir.                                    

[194] Müslim, 1162. Ebu Katâde hadisidir.                                                     

[195] Tirmizî, 773; Ebu Davud, 2419; Nesâî, 5/252. İsnadı sahihtir. Tirmizî, tbn Hibbân (958) ve Hâkim (1/434) sahih bulmuşlar, Zehebî de buna muvafakat etmiştir

[196] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/95-96.

[197] Ahmed, 6/323-324; İbn Huzeyme, 2167; îbn Hibbân, 941; Hâkim 1/436; Beyhakî, 4/313. Ümmü Seleme'den. Senedi hasendir. Çünkü îbn Hibbân, Abdullah b. Ömer'i ve baba­sını sika bulmuş ve her ikisinden de birden çok rivayette bulunmuştur. Hafız İbn Hacer, Fethu'i-Bârî'de: "İki bayram günüdür" sözüyle cumartesinin yahudİlere göre, pazarın hıristiyanlara göre bayram olduğuna ve bayram günleri oruç tutulmadığına işaret et­miştir. Oruç tutarak onlara muhalefet etmiştir... demektedir.

[198] Ahmed, 6/368; Tirmizî, 744; Ebu Davud, 242Î; İbn Huzeyme, 2164; Beyhakî, 4/302. Senedi kavîdir. Iztırapla illetlendİrilmesİ, ondan diğer salim yollardan gelişi sebebiyle baltayı taşa vurmak gibidir.

[199] Buharı, 30/63; Müslim, 1144, Ebu Hureyre hadisidir.

[200] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/96-97.

[201] Ahmed, 4/24; Nesâî, 4/207; Ibn Mâce, 1705. Senedi sahihtir. İbn HuzeymS (2150) ve Hâkim (1/435) sahih görmüşler, Zehebî de ona katılmıştır.

[202] Buharî, 19/7; Müslim, 1159 (189).

[203] Müslim, 1164; Ebu Davud, 2433; Tirmizî, 759; İbn Mâce, 1716

[204] Buharî, 30/56; Müslim, 1159, 1162.

[205] En'âm, 6/160.

[206] Buharı, 56/1; Nesâî, 6/19. Ebu Hureyre anlatıyor: Bir adam Rasûlullah'a (s.a.) gelerek: "Bana, cihada denk bir amel göster" dedi. Rasûlullah: "Bulamıyorum" buyurdu ve: "Mücahid cihâda çıktığında, mescidine girmeye ve aralıksız namaz kılmaya ve bozmak­sızın oruç tutmaya güç yetirebilir misin?" diye sordu. Adam: "Buna kim güç yetirebi­lir?" diye cevapladı. Müslim (1878) şu metinle rivayet eder: "Allah yolundaki mücahi­din benzeri, Allah yolundaki mücahid dönünceye kadar, ara vermeksizin namaz kılıp oruç tutan, Allah'ın âyetlerine samimiyetle inanmış oruçludur."

[207] Müslim, 656.

[208] Ahmed, Müsned, 4/414; Beyhakî, 4/300. Senedi sahihtir. İbn Huzeyme (2154, 2155) de sahih görmüştür.

[209] Ibn Hacer, Fethu'I-BârPde (4/193) hadisi kaydettikten sonra diyor ki: Hadisin zahiri, nefsini zahmete soktuğu, ona yüklendiği, Rasülullah'ın sünnetinden yüz çevirdiği, baş­ka şeylerin O'nun sünnetinden daha faziletli olduğuna inandığı için -ki bu şiddetli teh­didi gerektirir ve haram olur- cehennem onu kuşatarak üzerine daraltılır şeklinde an­lam taşımaktadır. Abdürrezzak'ın Musannef'ie (7871) İbn Uyeyne -Harun b. Sa'd- Ebu

  Amr es-Seybânî senediyle rivayet ettiğine göre Ebu Amr anlatıyor: Ömer b. Hattâb'm [I -       yanındaydık. Ona bir yemek getirildi. Orada bulunanlardan biri kenara çekildi. Hz. Ömer: -Buna ne oluyor? -Oruçludur? -Ne orucu tutuyor? -Dehr orucu.

Râvî devamla, Hz. Ömer'in adamın başına bir sopayla vurmaya başladığını ve "Ye, *u ey dehr, ye ey dehr" dediğini anlatıyor. Hadisi, İbn Hacer Fethu'I-Bârî'de (4/193) Ebu Amr eş-Şeybânî'den (verilen nisbe yanlış) şu şekilde kaydeder: "Ömer, bir adamın savm-ı dehr tuttuğunu duydu. Yanına gitti ve başına kamçıyla vurarak "Ye ey dehrî (dehr oru­cu tutan)!" demeye başladı. İbn Hacer hadisi, sahih bir isnadla İbn Ebî Şeybe'ye isnad etti.

[210] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/97-101.

[211] İlkini Müslim (1451), ikincisini Nesâî (4/194) rivayet etmiştir. Nesâî'nin rivayeti aynı za­manda birincisinin tamamlayıcısı olarak Sahih-i Müslim'de de yer almaktadır.

[212] Tirmizî, 735; Ahmed 6/263. Hadisi İbn Hazm el-Muhallâ'dz (6/270) kaydeder. Tahâvî (2/109) ve İbn Hibbân (951) değişik bir senedle rivayet ederler. Senedi sahihtir. Ebu Da-vud (2457) değişik bir senedle rivayet eder. Mâlik, Muvaîla'da (1/306) İbn Şihâb ez-Zührî'den mürsel olarak rivayet eder. Geniş bilgi için bk. Nasbu'r-Röye, 2/264-267.

[213] Buharı, 30/61; Ahmed, 3/108, 188, 248.                                            

[214] Müslim, 1150.

[215] Tirmizî, 789, Senedinde Eyyûb b. Vâkıd el-Kûfî vardır, metruktür. îbn Mâce, 1763. Se­nedinde Ebu Bekr el-Medenî vardır, o da zayıf bir râvidir.

[216] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/101-102.

[217] Câbir Hadisi: Buharı, 30/63; Müslim, 1143; Ebu Hureyre Hadisi: Buharî, 30/63; Müs­lim, 1144; Ebu Davud, 2420; Tirmizî, 743; Cüveyriye Hadisi: İbn Huzeyme, 2164; îbn Hibbân, 957; Cünâde Hadisi: Ahmed ve Nesâî.

[218] Ahmed, 2/303, 532; îbn Huzeyme, 2161; Hâkim, 1/437. Senedinde Ebu Bişr eş-Şâmî vardır, meçhuldür. Heysemî, (ei-Mecmâ, 3/199) hadisi kaydedip Bezzâr'ın rivayet etti­ğini söylüyor ve "Senedi hasendir" diyor. Hadiste geçen "...bir gün öncesinde veya bir gün sonrasında tutarsa, o başka" ifadesinin anlamı; cuma ile birlikte perşembe veya cumartesi oruç tutsun, demektir.

[219] Tirmizî, 742. Senedi hasendir.

[220] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/102-103.

[221] Abdtirrezzak, 8037. "îtikâfa girenin oruç tutması vaciptir" metniyle Hz. Âişe'den riva­yet etmiştir. Ayrıca Ebu Davud, 2473; Beyhakî, 4/315; Dârakutnî, s. 247. Hz. Âişe di­yor ki: "Mu'tekifin hasta ziyaretinde bulunmaması, cenazeye katılmaması, bir kadına dokunmaması ve onunla oynaşmaması, zarurî ihtiyaçları hariç dışarı çıkmaması sün­nettir, îtikâfa, ancak oruçlu olarak ve bir camide girilir." Senedi güçlüdür. İbn Ömer ve İbn Abbâs, îtikâfla orucun şart olduğunu söylemişlerdir. Bunu Abdürrezzak el-Musannef'te (8033) kaydetmiştir. Râvileri sikadır. İmam Mâlik, Evzâî ve hanefiler de bu görüştedirler. Ahmed ve İshak'dan farklı rivayetler gelmiştir. Bk.:

İbn Kayyim Tehztbü's-Sünen, 3/344, 349.

[222] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/105-106.

[223] Buharı, 33/1; Müslim, 1172.

[224] Buharı, 33/14; Müslim, 1173. 341.    Müslim, 1167 (215).

[225] Buharı, 33/6, 65/14; Müslim, 1173 (6).

[226] Buharî, 66/7; Dârimî, 2/27; Ahmed, 2/336, 355; İbn Mâce 1769.

[227] Mâlik, 1/312; Buhari, 6/2, 33/2; Müslim, 297.

[228] Buharî, 33/8; Müslim, 2175. Hz. Safiyye anlatıyor: "Hz. Peygamber (s.a.) îtikâfa^ı-mişti. Geceleyin ziyaretine gittim, kendisiyle konuştum. Sonra evime dönmek için kalk­tım. Beni evime kadar götürmek İçin o da kalktı.

Hz. Safiyye'nin evi Üsâme b. Zeyd'in hanesinde idi. Derken oradan Ensar'dan iki kişi geçti. Hz. Peygamber'i (s.a.) görünce hızlandılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.): -Ağır olun! Bu hanım Safiyye binti Huyey'dir, dedi. Adamlar:

-Sübhanallah, ey Allah'ın Rasûlü! dediler. Rasûlullah da:

-Şüphesiz şeytan kanın dolaştığı gibi insanın damarlarında dolaşır. Ben de sizin kalbi­nize şer atar diye

korktum, buyurdu. Yahut "şer" yerine "bir şey" dedi.

[229] Ebu Davud, 2472

[230] Müslim, 1167 (215).

[231] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/106-108.

[232] Buharî, 64/35.

[233] Süheylî diyor ki: Kaza umresi denmesinin sebebi, Hz. Peygamber'in (s.a.) bu umre için Kureyşle anlaşma yapmış olmasıdır, yoksa O'nun engellendiği umrenin kazası olduğundan bu ismi almış değiidır. Çünkü bozulmuş değildi ki, kazası vadp olsun. Aksine o da umre idi. Bundan dolayı Hz. Peygamber'in (s.a.) yaptığı umreleri dört saymışlardır. Bu umrenin "kısas" diye adlandırılması da bu görüşün tercih sebeblerin-dendir. Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Haram ay, haram aya mukabildir. Haramlar kı­sas (karşıhklı)dır." (Bakara, 2/194). İbn Cerîr ve Abd b. Humeyd'in Mücâhid'den sahih senedle rivayetleri üzere bu âyet, bu umre hakkında inmiştir. Meğâzî adlı eserin­de Süleyman et-Teymî, bunun kesin olduğunu söylemiştir.

[234] Yazar burada "on" diyor; ama ileride yirmiyi aşkın delil zikrediyor.

[235] Üç türlü hac ibadeti vardır: 1) îfrâd: Kelime olarak telcyapma, birleme ve ayırmak anlamlarına gelir. Dinî terim olarak ifrâd, yanhz hacca niyetlenip ihrama girmek ve dileyen için hac vazifelerini tamamladıktan sonra umre yapmak anlamına gelir; bunun caiz olduğunda ihtilâf yoktur. 2) Kıran: Kelime anlamı yaklaştırmak, birleştirmek, bağlamak olan kıran, hac ve umreye birlikte niyetlenip ihrama girmek -bunun da caiz olduğunda ittifak vardır- yahut önce umreye niyetlenip ihrama girmek, sonra bu umreye haccı da ilâve etmek veya bunun aksini yapmak demektir ki bu ihtilaflıdır. 3) Temettü': Faydalanmak anlamına gelen bu kelime, dinî terim olarak hac aylarında umre yapıp sonra bu umre ihramından çıkmak ve o sene hacca niyetlenip ihrama girmek demektir. Selefin örfünde temettü' kelimesi kıran için de kullanılmaktaydı. Nevevî, her üç türün caiz olduğunda icmâ bulunduğunu hikâye etmiş ve bazı sahabe­ler tarafından temettü' haccının yasaklandığı yolundaki haberleri te'vil etmiştir. Bk. Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/346.

[236] Tirmizî, 935; Ebu Davud, 1996; Nesâî, 5/199-200. Senedinde Saîd b. Müzâhim adında tartışmalı bir râvi vardır. İbn Hibbân onun sika olduğunu söylemiş ve Tirmizî bu hadisi hasen saymıştır. Diğer râvileri sikadır.

[237] Buharî, 26/3, 56/186, 64/35; Müslim,  1253; Tirmizî, 815; Ebu Davud,  1994.

[238] Buharı, 26/3, 28/17, 53/6, 64/43. Tahkikçiler hadisi Müslim'de bulamadıklarını kay­detmektedirler.

[239] Ahmed, Müsned, 2211; Tirmizî, 816; İbn Mâce, 3003; Ebu Davud, 1993. Senedi sahihtir.

[240] Buharı, 26/3; Müslim, 1255; Tirmizî, 936. Müslim, şu ilâveyi kaydediyor: "jbn Ömer, (Hz. Âişe'nin bu sözlerini) İşitiyordu. Ne hayır dedi, ne de evet." Hz. Âişe, onun ne kadar unutkan olduğunu göstermek için bu şekilde mübalağalı bir ifade kullanmış­tır. Nevevî (r.lı.) diyor ki; İbn Ömer'in, Hz. Âişe'nin bu sözlerine sükût etmesi, kendi­sinin karıştırdığına yahut unuttuğuna yahut da şüphe ettiğine delildir. Ktırtubî diyor ki: Hz. Âİşe'ye karşı gelmemesi kendisinin yanılgı içinde bulunduğuna ve kendi görü­şünden Hz. Âişe'nin görüşüne döndüğüne delildir.

[241] Dârakutnî (2/188), el-Alâ b. Züheyr - Abdurrahman b. Esved - babası - Hz. Âişe senediyle rivayet etmiştir. Hafız İbn Hacer, Fethu'i-BârTdz (3/480) müellifi ten­kit ederek Hz. Âişe'nin "Ramazan'da" sözünün "çıktım" sözüyle bağlantılı olduğu­nu söylemiştir ki, o zaman Mekke fethi yolculuğu kastedilmiş olur. Çünkü bu yolcu­luk Ramazan'da idi. Hz. Peygamber (s.a.) o sene Cirâne'den ama Zilkade ayında umre yaptı, Dârakutnî, el-Alâ b. Züheyr'e kadar bir başka isnâdla hadisi rivayet et­miş, ama senedde ne "babasından" demiş, ne de hadisin metninde "Ramazan'da" demiştir.

[242] İbn Mâce, 2997. Râvileri sikadır.                                                    

[243] Ebu Davud, 1991. Senedi sahihtir.                                                 .

[244] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/111-114.

[245] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/114-115.

[246] Tirmizî, 935. Bk. Dipnot: 5.

[247] Ebu Davud, 1988 ve 1989; Tirmizî, 939; İbn Mâce, 2993; Dârimî, 2/51. Senedi hasen-dir. Bu hadisi Buharı, (26/4) ve Müslim (1256), Atâ yoluyla İbn Abbas'tan şu şekilde rivayet etmişlerdir: Allah Rasûlü (s.a.) Ensâr'dan bir kadına -îbn Abbas kadının adını söyledi, ama ben unuttum- (Müslim'in bir rivayetinde kadının adı Ümmü Si­nan olarak kaydedilmektedir) buyurdu ki: "Bizimle birlikte haccetmekten seni alıko­yan nedir?" Kadın: "Bİzİm bir su çeken devemiz gardı. Ebu Fülan -kocasını kastediyor- ve oğlu ona bindi. Bize su çekmemiz için bir deve bıraktı." dedi. Hz. Peygamber (s.a.): "Ramazan ayı geldiğinde o ay içinde umre yap. Zİra Ramazan'da yapılan bir umre bir hacca bedeldir." yahut buna benzer sözler söyledi. Müslim'in bir rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.): "Ramazan'da yapılan bir umre, bir hac yahut benimle birlikte yapılan bir hac yerine geçer." buyurmuştur. Bu konuda Buha-rî, Câbir'den muallak yolla bir hadis rivayet etmiş, Ahmed (3/353, 361, 397) ve İbn Mâce (2995), bu hadisi mevsûl olarak rivayet etmişlerdir. Hadisin râvileri sikadır. Ha­disi Ahmed (4/177) ve İbn Mâce (2991). Vehb b. Hanbeş'ten; Taberânî, Kebîr'6e Zübeyr'den -râvileri sikadır-; Bezzâr, Hz. Ali'den -senedinde meçhul bir râvİ vardır- Taberânî, Kebîr'de Enes'ten -senedinde Enes'in azatlısı zayıf râvi Hilâl vardır- rivayet etmiştir.

Hadisin anlamı: Ramazan'da yapılan umre, sevap bakımından hacca denktir. Yoksa farzı düşürme konusunda hac yerine geçmez. Zira umre yapmanın, farz hacca kâfi gel­meyeceği konusunda icmâ vardır. Hadiste, bir amelin sevabı nasıl kalp huzuru ve samimi niyetle artarsa, tıpkı bunun gibi vaktin şerefinin artmasıyla da artar olduğu ifade edilmektedir.

[248] Ebu Davud, 2029; Tirmizî, 873; İbn Mâce, 3064. Hz. Âişe anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.) sevinçli bir şekilde yanımdan çıktı. Sonra kederli bir halde yanıma döndü, bu­yurdu ki: "Ben, Kabe'ye girdim. Keşke şimdi yapmamış olsaydım, oraya girmezdim. Ben, ümmetime meşakkat vermiş olmaktan korkuyorum." Hadisin senedinde ismail b. Abdülmelik b. Ebu's-Safîr adlı zayıf bir râvi vardır; diğer râvileri sikadır. Maama­fih Tirmizî:  "Bu hadis hasen-sahihtir" diyor.

[249] Müslim, 1218. Hz. Peygamber'in (s.a.) haccını anlattığı uzunca bir hadiste Câbir b. Abdullah diyor ki: ...Hz.

Peygamber (s.a.) Abdüimuttaliboğullarının yanma geldi. Onlar, hacılara zemzem dağıtıyorlardı. "Çekin, ey Abdülmuttaliboğullan! Halk, sikâ­ye göreviniz konusunda size galebe çalmayacak olsa ben de sizinle birlikte (kuyudan zemzem) çekerdim." buyurdu. Bunun üzerine O'na bir kova uzattılar, O da o kova­dan içti.

[250] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/115-117.

[251] Ebu Davud,  1991. Yukarıda geçti.

[252] Yani tıraşlan sonra saçının bitimiyle başının kabarması. tbnü'I-Esîr diyor ki: Anlamı şudur: Umreyi, Muharrem, ayma kadar tehir etmezdi. Mîkata çıkar, Zilhicce'de umre yapardı. Bu eseri Şafiî (Müsned'de-, 1/292, 293) ve Beyhakî (4/344) rivayet etmiştir.

[253] Buharı, 26/1; Müslim,  1349; Tirmizî, 933; Mâlik, Muvatta,  1/346.

[254] Müslim,  1211 (132), Ahmed, 6/124.

[255] Müslim,  1213.

[256] Mâlik, Muvatta,  1/410, 411; Buharı, 6/15, 25/31, 26/5; Müslim, 1211.

[257] Müslim, 1211. "...ihramdan çıkmadığım halde..." diye tercüme ettiğimiz kısım kita­bın Arapçasmda "...niyetlenip ihrama girmediğim, telbiye getirmediğim halde..." şek­linde ise de Müslim'in orijanal metnini esas aldık.

[258] Şafiî,  1/292; Beyhakî, 4/344. Râvileri sikadır.

[259] Şafiî,  1/292; Beyhakî, 4/344. Senedinde meçhul bir râvi vardır.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/117-121.

[260] Tirmizî, 815; İbn Mâce, 3076; Dârakutnî, 2/278. Râvileri sikadır.

[261] Bakara, 2/196.

[262] Tevbe, 9/28.

[263] Allah Rasûlü'nün (s.a.), hicretin dokuzuncu senesi hacca kalkışmamasının sebebi, hacda müşriklerle karışmak istememesine!endir. Çünkü müşrikler hac yaptıklarında, Kabe'yi çıplak tavaf ediyorlardı. Allah, Beyt-i Haram'ı onlardan temizleyince Hz. Peygamber (s.a.) hac yaptı.

[264] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/123-124.

[265] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/124.

[266] Buharı, 25/23.

[267] Buharî, 25/24.

[268] Buharî, 56/103; Ebu Davud, 2605.

[269] Bizim yukarıdanberi, beş gün, altı gün kala diye tercüme ettiğimiz metnin Arapça asıllarında "gün" kelimesi geçmeden doğrudan doğruya beş kala, altı kala denilmek­tedir. Konu okunurken yanlış anlamaya fırsat verilmemesi için bu durumun göz önün­de bulundurulması gerekir.

[270] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/125-128.

[271] Buharı, 25/24.

[272] Nesâî, 5/127. Râvileri sikadır.

[273] Buharî, 5/14; Müslim,  1192 (48).

[274] Tirmizî, 830; Dârimî, 2/31; Beyhakî, 5/32, 33. Tirmizî, hadisi hasen saymıştır.

[275] Dârakutnî, 2/226.  Râvileri sikadır.

[276] Buharı, 25/18, 77/74, 77/81; Müslim,  1189 (35) ve 1190.

[277] Müslim, 1184 (21). İbn Ömer: "Allah Rasûlü (s.a.) Zülhuleyfe'de iki rekât kılardı.' demiştir ki, bundan maksat ihramın sünneti değil öğlenin jki rekâtıdır.

[278] Müslim,  1243.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/128-129.

[279] Buharı, 25/104; Müslim, 1227.

[280] Buharî, 25/104; Müslim,  1228.

[281] Müslim,  1230 (182).

[282] Ebu Davud,   1992.

[283] Bk. Dipnot: 26

[284] Ebu Davud,  1993; Tirmizî, 816; İbn Mâce, 3003. Senedi sahihtir.

[285] Buharî, 25/16.

[286] Ebu Davud,  1797; Nesâî, 5/149. Râvileri sikadır.

[287] Nesâî, 5/148. Senedi sahihtir.

[288] Müslim,  1226 (167).

[289] Râvİleri sikadır.

[290] Ahmed, 4/175. Hadis haindir.

[291] Ahmed, 4/28; îbn Mâce, 2971; Dârakutnî. Senedinde, tartışmalı bir râvİ olan Haccâc b. Ertât vardır.

[292] Ahmed, 3/485. Senedinde, metruk bir râvi olan Abdullah b. Vâkıd el-Harrânî vardır. İmam Ahmed, onu över ve "Herhalde yaşlanınca karıştırdı." derdi.

[293] Heysemî, hadisi Mecmau'z-ZevâicTde (3/236) kaydetmiş ve demiştir ki: Taberânî, Ke­bîr ve Evsafta rivayet etmiştir. Senedinde Yezîd b. Ata vardır. Ahmed ve başkaları bu râviyi sika saymıştır. Tartışmalı bir râvidir. Takrib adlı eserde, onun hadiste gev­şek olduğu kaydedilmektedir.

[294] Tirmizî, 947. Ahmed'in MüsnecTdç (3/388) kaydettiği metin ise şöyledir: "Allah Ra­sûlü (s.a.) ile birlikte (Mekke'ye) geldik. Kabe'yi tavaf ettik. Safa-Merve arasında sa'y yaptık. Kurban günü (kurban bayramının birinci günü) olunca Safa ve Merve'ye yaklaşmadı."

[295] Ahmed, 6/297, 298. Râvileri sikadır.

[296] Buharî, 25/34, 25/107, 25/129; Müslim,  1229.

[297] Tirmizî, 823; Nesâî, 5/152; Mâlik, Muvatta,  1/344. Senedi hasendir.

[298] Buharı, 25/36; Müslim,  1226 (171).

[299] Bk. Dipnot: 52.

[300] Buharı, 25/34; Müslim,  1223 (159).

[301] Buharı, 25/34.

[302] Kitabın aslında on dokuzdan yirmi bire geçilmiştir.

[303] Mâlik, Muvatta,  1/410, 411. Senedi sahihtir.

[304] Buharî, 25/24, 25, 27; Müslim, 690. Müslim'in metni muhtasar olup şöyledir: "Allah Rasûlü (s.a.) öğleyi Medine'de dört rekât, İkindiyi Zülhuleyfe'de iki rekât kıldırdı."

[305] Müslim, 1232; Nesâî, 5/150. Tahkikçiler, hadisi Buharî'de bulamadıklarım kaydedi­yorlar.

[306] Müslim,- 1251.

[307] Nesâî, 5/150. Senedi zayıftır

[308] Nesâî, 5/128. Râvileri sikadır.

[309] Buharî, 25/34; Müslim,  1211 (114).

[310] Müslim, 1211 (122).                                                                                          

[311] Müslim,  1232. Tahkikçiler, hadisi Buharî'de bulamadıklarım  kaydediyorlar.

[312] Müslim, 1240 (199).                                                                                         

[313] İbn Mâce, 1240. Senedi sahihtir.                                                                    

[314] Bakara, 2/196.

[315] Müslim, 1231.

[316] Buharî, 25/77.

[317] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/130-143.

[318] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/143-144.

[319] Bk. Dipnot: 9.

[320] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/145.

[321] Mâlik, Muvatta'da (1/342) Urve b. Zübeyr'den mürsel olarak rivayet etmiştir. Ebu Davud mevsûl olarak Hz. Âişe'den rivayet etmiştir.

[322] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/145-146.

[323] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/146.

[324] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/146-147.

[325] Buharı, 25/127; Müslim,  1246; Ahmed, 4/97, 98.

[326] Nesâî, 5/153,  154, 245.

[327] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/147-148.

[328] Yukarıda geçti.

[329] Müslim,  1211 (114,  142).

[330] Yukarıda geçti.

[331] Yukarıda geçti.

[332] Yukarıda geçti. Bk. Dipnot: 76.

[333] Müslim, 1218.

[334] Urve b. Zübeyr bütün bunları, kendisine sorulan bir soruya cevap olarak anlatıyor. Burada işaret ettiği kimseler de o soruyu soran şahıslardır.

[335] Buharı, 25/63, 25/78.

[336] Ebu Davud, 1778. Hadis Buharî'de de geçiyor. Bk. 26/5.

[337] Nesâî, 5/148; İbn Mâce, 2970; Ahmed,  1/14, 25, 34, 37, 53. Senedi sahihtir.

[338] Bu kısım şu şekilde de anlaşılmıştır: "Hac aylarında umre yapmanın caiz olduğunu şimdi bildiğim gibi bilmiş olsaydım..."

[339] Hıll: Mekke sınırları olup hac fiillerinin yapıldığı bölge. Harem: Hıll dışında kalan yerler.

[340] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/148-157.

[341] Müslim,  1305 (325, 326).

[342] Ebu Davud, 1803.

[343] Nesâî, 5/245; Ahmed, 4/92.

[344] Ebu Davud,  1794; Ahmed, 4/95 ve 99.

[345] Tehzîb'de İbn Sa'd, İbn Hibbân ve el-Iclî'nin onu sika saydıkları naklediliyor ve İbn Ömer ile Muâviye'den rivayette bulunduğu, ondan da azatlısı Ubeyd, Beyhes, Katâde, Yahya b. Ebu Kesîr ve Matar el-Verrâk'ın hadis rivayet ettikleri kaydediliyor.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/157-159.

[346] Tirmizî, 824. Senedi sahihtir.

[347] Sahihayn'da Hz. Âişe'den rivayet edilen hadiste şöyle denmektedir: "Umreye niyet­lenip ihrama girenler Kabe'yi tavaf ettiler, Safa-Merve arasında sa'y yaptılar. Sonra ihramdan çıktılar. Mina'dan döndükten sonra bir başka tavaf daha yaptılar. Hac ve umreyi birleştirenler yalnız bir tek tavaf yaptılar."

[348] Müslim,  1279.

[349] Buharî, 25/77; Müslim,  1230 (182).

[350] Dârakutnî, 2/261. Senedi zayıftır.

[351] Dârakutnî, 2/264.

[352] Buharı, 25/42; Müslim,  1333; Nesâî, 5/216.

[353] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/159-164.

[354] Dârakutnî, 2/258.

[355] Dârakutnî, 2/263.

[356] Dârakutnî, 2/263.

[357] Dârakutnî, 2/264)

[358] Dârakutnî, 2/264.

[359] Ahmed, 5/350; Tirmizî, 948; İbn Hibbân, 993. Senedi kuvvetlidir. Tirmizî: " dis hasen-sahih-garîbtir" diyor.

[360] Yukarıda geçti. Bk. Dipnot: 66.

[361] Yukarıda geçti. Bk. Dipnot: 20.

[362] Dârakutnî, 2/262. Senedi kuvvetlidir. Tenkîh'de "Senedi sahihtir" deniy(

[363] Tirmizî, 947.

[364] Dârakutnî, 2/258.

[365] Aksine, hadisi tek başına rivayet ederse hadis zayıf demektir. Ancak şahid hadislerle birlikte onun  rivayet ettiği hadis, hasen sayılır.

[366] Buharı, 25/81; Müslim,  1213.

[367] Görüşlerin en doğrusu budur. Bk. Dipnot:  102.

[368] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/164-169.

[369] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/169.

[370] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/169-170.

[371] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/170.

[372] Nesâî, 5/127, 5/162. Râvileri sikadır. Ancak hadisi Hasan el-Basrî, muan'an olarak rivayet etmiştir. Bu durumda sıhhatinde şüphe var demektir.

[373] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/170-172.

[374] Yukarıda geçti. Bk. Dipnot: 104.

[375] Müslim,  1211 (115).

[376] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/172-174.

[377] Yukarıda geçti.

[378] Müslim,  1218.

[379] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/174-177.

[380] Ebu Davud, 1748. Râvileri sikadır.

[381] Ahmed, Müsned, 2/260; Ebu Davud, 1770, Hâkim (1/451) hadisi sahih saymış, Ze-hebî de ona muvafakat etmiştir. Maamafih senedinde Ahmed, Ebu Hatim, Nesâî ve başkaları tarafından zayıf sayılan Hasîf b. Abdurrahman el-Cezerî adlı bir râvi vardır. Takrîb'de, hıfzı kötü ve Ömrünün sonunda karıştıran birisi olduğu kaydedili­yor. Hafız İbn Hacer, Fethu'l-BârPde (3/318) hadisi Ebu Davud ve Hâkim'den ta­mamıyla aktarıp delil olarak kullanılıyor ve diyor ki: "Hâkim bir başka yoldan Ata - İbn Abbas yoluyla kıssasız olarak benzer şekilde rivayet etmiştir."

[382] Müslim,  1186.

[383] Tahkikçiier, bu hadisi Sahih'de bulamadıklarını söylüyorlar. Ancak Ebu Davud (1774) ve Nesâî (5/162) rivayet etmiş olup metnin tamamı şöyledir: "Hz. Peygamber (s.a.) öğleyi kıldırdı. Sonra devesine bindi. Beydâ dağının tepesine çıkınca telbiye getirdi." Râvİleri sikadır. Ancak Hasan e!-Basrî muan'an olarak rivayet etmiştir. Buharı, Sa-hih'inde (25/25, 56/104 ve 126) hadisi Enes'ten şu şekilde rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (s.a.) öğleyi Medine'de dört rekât, ikindiyi Zülhuleyfe'de İki rekât kıldır­dı. Sahabîlerin, hac ve umre için yüksek sesle telbiye getirdiklerini işittim."

[384] Mâlik, Muvatta, 1/334; Şafiî, Müsned, 2/11; Ebu Davud, 1814; Nesâî, 5/162; Tirmi-

zî, 829; İbn Mâce, 2922. Allah Rasûlü (s.a.) buyuruyor ki: "Cebrail bana geldi, ashabıma -yahut yanımda olanlara- yüksek sesle telbiye getirmelerini emretmemi bana emretti." Senedi sahihtir. Hâkim (1/450) ve İbn Hibbân (974), sahih olduğunu söylemiş ve İbn Hibbân "Çünkü telbiye, haccın nişanelerindendir." ilâvesini kaydet­miştir. Ahmed b. Hanbel (2953), İbn Abbas'tan şöyle bir şahid hadis rivayet eder: Allah Rasûlü (s.a.)

buyurdu ki: "Cebrail bana geldi ve telbiyeyi ilân etmemi emret­ti." Senedinde bir sakınca yoktur.

[385] Müslim, 1218; Ebu Davud, 1905; îbn Mâce, 2913.

[386] Mâlik, Muvatta, 1/331, 332; Buharı, 25/26; Müslim, 1184. Abdullah İbn Ömer, Allah Rasûlü'nün (s.a.) telbiyesinin şöyle olduğunu kaydediyor: "Lebbeyk, Allahümme lebbeyk. Lebbeyk, lâ şerike leke lebbeyk. înne'l-hamde ve'n-ni'mete leke velmülk. Lâ şerike leke." Nâfi' diyor ki: İbn Ömer, telbiyeye şu ilâvede bulunurdu: "Leb­beyk, lebbeyk. Lebbeyk ve sa'deyk. Ve'1-hayru bi-yedeyk. Lebbeyk ve'r-rağbâu iley-ke ve'l-amel." Ahmed (3/320), Ebu Davud (1813) ve Beyhakî'nin (5/45) Câbir b. Abdullah'tan rivayetlerine göre; insanlar "Lebbeyk, ze'1-meâric. Lebbeyk, ze'1-fevâdıl" sözlerini ilâve ediyorlardı. Bu hadisin senedi sahihtir.

[387] Mâlik, Muvatta,  1/351; Nesâî, 5/182, 183; Ahmed 3/452. Senedi sahihtir.

[388] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/177-180.

[389] Bir önceki hadisin bir bölümüdür.

[390] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/180-181.

[391] Ebu Davud, 1818; İbn Mâce, 2933. râvileri sikadır. Ancak İbn İshak muan'an olarak rivayet etmiştir. Bu yüzden sıhhati şüphelidir.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/181.

[392] Buharî, 28/6; Müslim,  1193; Muvatta,  1/353.

[393] Sünen-i Beyhakî, 5/192.

[394] Sünen-ı Beyhakî, 5/193. İbn Türkmânî, el-Cevherü'n-Nakty adlı eserinde Beyhakf-

nin bu görüşünü eleştirerek demiştir ki: Bu hadisin senedindeki Yahya b. Süleyman el-Ca'fî, îbn Vehb'den, o da Yahya b. Eyyub el-Gâfikî el-Mısrî'den rivayet etmiştir. Yahya b. Süleyman hakkında Zehebî'nin el-Mhan ve el-Kâşifadh eserlerinde zikret­tiğine göre Nesâî: "Sika değildir", İbn Hibbân: "Sanırım garîb birisidir.", Nesâî: "Kuvvetli değildir", Ebu Hatim: "Onun rivayeti delil kabul edilmez" ve Ahmed: "Hıfzı kötü İdi, çok hata ederdi." demişlerdir. Mâlik ise, onu iki hadiste yalanlamış­tır. Buna göre senedinden ve sahih hadise muhalefet etmiş olmasından dolayı bu hadisi teville uğraşılmaz. Beyhakî'nin "Eti kabul etti" sözünü, Sahih'deki; Hz. Pey­gamber'in (s.a.) onu kabul etmediği rivayeti reddeder.

[395] Ebu Davud, 1851; Nesâî, 5/187; Tirmizî 849; Şafiî, 2/26; İbn Hibbân, 980; Hâkim, 1/452. Hadis, Muttalib b. Abdullah b. Hantab'ın azatlısı Amr b. Ebu Amr'dan riva­yet edilmiştir. Muttalib'in azatlısı -her ne kadar Sahihayn râvilerinden ise de- ihti­laflı bir râvidir. Tirmizî "Onun Câbir'den hadis işittiği bilinmiyor." diyor.

[396] Buharı, 28/5, 64/35; Müslim,  1196 (59).

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/181-184.

[397] Ahmed, Müsned,  1/232. Senedi zayıftır.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/184.

[398] Buharî, 6/1; Müslim,  1211  (120).

[399] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/184.

[400] Buharî, 25/30; Müslim,  1211.

[401] Müslim,  1213.                                                                                                    

[402] Müslim,  1211  (132).                                                                                          

[403] Buharı, 25/33; Müslim, 1211 (123). Yalnız her iki yerde de "umre" kelimesi yerine "hac" kelimesi geçiyor.

[404] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/184-187.

[405] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/187-190.

[406] Mekke umresi: Mekke'de bulunan kimsenin umre yapmak İstediğine! çıkıp orada niyetlenerek ihrama gijrmesi ve umresini yapması.

[407] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/191-192.

[408] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/192-193.

[409] Müslim,  1211 (133).

[410] Buharî, 26/5; Müslim,  1211 (120 ve 123).

[411] Ebu Davud,   1778.

[412] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/193-194.

[413] Yukarıda geçti.

[414] Buharî, 26/6, 47/15, 94/3; Müslim, 12)6 ve 1218; Ebu Davud, 1787; Nesâî, 5/178; Dârimî, 2/44 ve 49; îbn Mâce, 2977; Ahmed, 4/175.

[415] Buharî, 25/34; Müslim, 1240 ve 1241; Ebu Davud, 1787 ve 1792; Nesâî, 5/180, 181, 201, 202; Ahmed,  1/252.

[416] Buharı, 25/32, 81; Müslim, 1213,  1214, 1216.

[417] Ahmed, 2/28.  Senedi sahihtir.

[418] Ebu Davud, 1801; Dârimî, 2/51. Senedi hasendir.

[419] Buharî, 25/34; Müslim, 1211  (125,  128,  130).

[420] Mâlik, Muvatta,  1/393. Senedi sahihtir. Buharî, 25/115;Müslim,  1211  (125)

[421] Müslim, 1229.

[422] Müslim, 1236.

[423] Müslim,  1247.

[424] Buharı, 25/37.

[425] Ahmed, 4/286; Îbn Mâce, 2982. Senedi hasendir. Heysemî, bu hadisi Mecmau'z-Zevâid'de (3/233) kaydetmiş ve demiştir ki: Ebu Ya'lâ rivayet etmiştir. Râvileri, Sa­hih râvıleridir.

[426] Ebu Davud, 1797; Nesâî, 5/144. Senedi hasendir.

[427] Senedde geçen Yezîd, İbn Ebî Ziyâd el-Hâşimî el-Kûfî olup zayıf râvidir. Diğer,râvi-ler sikadır. Hadisi Ahmed de olayı aktarmaksizın benzer tarzda İbn Abbas'tan riva­yet etmişse de senedinde meçhul râvi vardır. Bk. Müsned, 1/290, 360 ve 6/344, 345.

[428] Buhari, 25/34.

[429] Buhari, 25/81,26/6, 47/15, 94/3, 96/27.

[430] Müslim,  1213,  1218.

[431] Yukarıda geçti. Bk. Dipnot: 67,.

[432] Buharı, 25/32.

[433] Müslim,  1244.

[434] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za'du'l-Mead, İklim Yayınları: 2/194-203.